«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız Allah için sevmek, (iman ettikten sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»
إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ،
وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ
أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ
مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ
إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ
مُسْلِمُونَ. يَا أَيُّهَا النَّاسُ
اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا
زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ
الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ
رَقِيبًا.
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ
وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ
اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا.
أما
بعد : فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر
الأمور محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار
HALAVETUL-ÎMAN
İMANIN
TADI
İman nimetinden daha büyük bir nimet yoktur. Allah Azze ve
Celle’nin kendisinin taatine muvaffak kılmasından daha büyük bir nimet yoktur. İnsanlık iman
için yaratılmıştır. Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık başka bir
ilah olmayan Allah’a iman. Bunun için gece ve gündüz, sabah ve akşam, bunun
için gökler ve yer yaratıldı. Bunun için hesap ve sorgu var edildi. Bu öyle bir
iman ki, hayatın her lahzasında, zamanın her anında kainatta meydana gelen her
hareket, gerçekleşen her bir olay bize bir olan, kendisinden başka hakkıyla
ibadet edilmeye layık bir ilah olmayan Allah Azze ve Celle’yi hatırlatmaktadır.
Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesi, geceleyin gökyüzünde yıldızların
belirmesi, ayın parıldaması hepside bize Lâ ilâhe illalâhı hatırlatıyor. Bu
öyle bir iman ki, bu kâinatta ki her şey onu doğrulayıp tasdik ediyor ve ona
işâret ediyor. İnsanoğlu her hâlukârda
ve her defasında buna şahitlik
ediyor. Kâinatta gerçekleşen bu mucizevi olaylar bizleri Allah Azze ve Celle’yi
birlemeye, onu tevhide götürüyor. Bunun
içindir ki Allah Azze ve Celle insanı iman için yaratmıştır.
Allah Azze ve Cellenin buyurduğu gibi: “Ben insanları ve
cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)
Allah Subhânehu ve Teâla insanı ancak kalbini bir olan
Allah’ın tevhidi ile doldurması için yaratmıştır. İnsanın bu hayattaki en mutlu
anı, kişinin gerçek manada, Allah’a iman eden bir kul olduğunu hissettiği
andır. İnsanın hayatındaki en mutlu anı kalbi, Allah Azze ve Celle’ye tamamen
inanmış bir şekilde dolduğu zamandır. İşte bu şekilde kalp, her işinde iman ile
birlikte yaşar. İşte bu, Allah’a, hiçbir şek ve şüphe olmaksızın tamamen iman etmektir.
Bu hayatta bir müminin özen göstermesi gereken en önemli
mesele, kalbini Allah’a imanla doyurmasıdır. İmanın girdiği kalbi Allah,
muhakkak genişletir. İmanın girdiği göğüs, muhakkak Allah’ın zikriyle mutmain olur, huzura kavuşur. Bir kulun
Rabbisini tanıdığı o andan kendisini sevindirici, mutlu edici başka bir an
yoktur. O anda insan kendisini yaratan Rabbisine yaklaşmış, kullukta Allah
Subhânehu ve Teâla’ya boyun eğmiştir. Bu iman Allah ile senin arandaki tek kapıdır. Bu imanın bir
lezzeti ve kalplerde de bir eseri
vardır. Bu lezzet imanın halaveti, yani tadı ve güzelliğidir. Bu şekilde insan
iltizamın tadını tadar. Bunu ancak Rahman olan Allah’ın muhabbetine, sevgisine mazhar olmuş bir mümin
tadabilir.
Bir kulun ise Allah’ın rızasını kazanmada ve O’nun taatinde, ihlaslı bir şekilde çaba ve gayret
sarfetmeye ve bu yolda hızlı ve
güvenilir adımlarla ilerlemeye ihtiyacı
vardır. Bir insan bir tatlıdan tattığı
kadarıyla onun lezzet ve tadını alabilir.
Şayet tadını tattığı şey, alemlerin Rabbi olan Allah katında çok yüce ise o zaman
ondan daha lezzetli bir şey yoktur. Bu ise halavetul-iman, imanın lezzeti,
Rahman olan Allah’a yapılan kulluğun ve
taatin lezzetidir. Bu tadı tadan bir insan başına bir kötülük gelse sabreder,
başına sevindirici, onu mutlu edici bir olay gelse, Allah’a bundan dolayı
şükreder. İnsan, imanın tadını tattığı zaman Allah’a masiyetteki bütün lezzetleri unutur. İmanın
bu tadı her türlü münkeratı, kötülüğü, her türlü fuhşiyatı terk etmeye
sebeptir. Kâinatın efendisi olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta boyun eğmeye
sebeptir. Kalpteki imanın gücü ne kadar da yücedir. Kalplerdeki imanın tadı ne
kadar da yücedir.
Halavetul İman-İmanın Tadının Alametleri
Muhakkak ki imanın tadının alametleri vardır. Bunları
bizlere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beyan etmiştir. Buhari de
gelen rivayet bunu açıklamıştır:
عَنْ أَنَسِ بْنِ
مَالِكٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ ثَلَاثٌ مَنْ كُنَّ
فِيهِ وَجَدَ حَلَاوَةَ الْإِيمَانِ أَنْ يَكُونَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَبَّ إِلَيْهِ
مِمَّا سِوَاهُمَا وَأَنْ يُحِبَّ الْمَرْءَ لَا يُحِبُّهُ إِلَّا لِلَّهِ وَأَنْ
يَكْرَهَ أَنْ يَعُودَ فِي الْكُفْرِ كَمَا يَكْرَهُ أَنْ يُقْذَفَ فِي النَّارِ
Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiği
hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış
olur: Allah ve Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi
yalnız Allah için sevmek, (iman ettikten
sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»
Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli kimselere
muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın dostları ile
senin aranda bir haslettir bu. Bir mümin bu üç hasleti her zaman ve mekânda
kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa kalbinde ki
iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.
Birinci Haslet: Senin ile Allah azze ve celle arasında olan
haslet. Bu ise Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sana her şeyden daha sevgili gelmesidir. Yani
Allah ve Rasulünü sevmek iki şey içermektedir. Üçüncüsü ise onun semeresi,
meyvesidir. Bunlardan birincisi: Alimler şöyle diyor: Bir insanın bir şeye
muhabbet duyması, muhakkak bir sebebe binaendir. Bu muhabbet ya sadece dünyevidir,
veya sadece uhrevidir, veya da dünya ve ahiret arasında her ikisini de
toplayıcıdır. Ancak Allah sevgisi sevginin bu üç sebebini de bir araya
getirmiştir. Muhabbetullah, Allah sevgisi din sebebiyle olur ki bu da senin
dünya ve ahirette kurtuluşundur. Bir de bu muhabbet dünyevi bir sebepten olur
ki, bu hayatta sadece mal toplamak, mal biriktirmek değildir. Ancak mutlu olan
kişi Allah’tan hakkıyla korkan ve dünya ve ahiret saadetini elde edebilen
insandır.
Muhabbetullah, yani Allah sevgisine gelince, alimler söyle
demişlerdir: Bütün sebepler bunun için hazırlanmıştır. Şayet bir insan babasını sevse; onu kendisine olan ihsanından,
sürekli onu koruyup gözetmesinden ve maddi ihtiyaçlarını karşılamasından dolayı
sever. Hal böyle iken, göz açıp kapayıncaya kadar ki zamanda bile seni koruyan,
sana her türlü nimeti veren Allah Azze ve Celle’ye karşı davranışımız, O’na
karşı muhabbetimiz nasıl olmalı? Şayet muhabbet, sevgi ihsan ise, kendine
yapılacak iyilik ise, sen Allah’ın ihsanın neresindesin. Şayet muhabbet,
nimetler ise, sen Allah’ın sana verdiği nimetlerin neresindesin. Düşün ki bir
borç veya sıkıntı sebebiyle senin için bütün yollar tıkanmış, bütün kapılar
yüzüne kapanmış. Kime gitsen derdine ilaç bulamamışsın. İşte böyle bir durumda
birisi gelir sana yardım elini uzatır ve senin hacetini giderir. Şayet o
kimsenin sana yaptığı iyilik seni fazlasıyla mutlu eder, kendine yapılan bu iyiliği konuşmaya başlar ve o insanı gece gündüz
översin. Hal böyleyken kardeşlerim, Allah’ın sana verdiği nimetler nerede?
Allah’ın sana verdiği hayırlar nerede? Allah Azze ve Celle seni defalarca
sıkıntıdan kurtarmadı mı? Geceleyin hastalandığında eşin ve çocukların başında
beklerken, sen sağına ve soluna bakındın. Lâkin Allah’tan başka sana yardım
edebilecek, sana şifa verebilecek, acını dindirebilecek, Allah’tan başkasını
bulamadın. O anda Allah’a yöneldin ve Rabbâhu Rabbâh! diyerek inledin. Allah’ım
bana şifa ver! Allah’ım sıkıntılarımı gider! diyerek Allah’a yalvarmaya
başladın. İşte o esnada Allah’ın rahmeti geldi ve içinde bulunduğun sıkıntıdan
seni kurtardı. İşte böyle bir durumda hiç günlerden bir gün Allah’ın senin
üzerine olan nimetini hatırladın mı?
İnsanların yanında Allah’ı sena edip övdün mü? Allah’ın senin üzerine olan
fazlını zikrettin mi?
Bunun içindir ki Allah Azze ve Celle’nin muhabbetinden daha
doğru bir sevgi yoktur. Kulun Rabbisini sevdiği gibi kimse hakikatte sevmez.
Allah dışında ki her sevgi gaflet demektir. Sen Allah’ı her ne kadar çok sevmiş
olsan da, her ne kadar onu yüceltmiş olsan da muhakkak ki Allah Azze ve
Celle’nin senin üzerindeki hakkını ödeyemezsin.
Muhakkak ki Muhabbetullah’ın, Allah sevgisinin bazı alametleri
vardır. Alimler bunları açıklamışlardır. Bunu açıklayıcı olarak âlimlerden biri
şöyle demiştir:
Allah sevgisi ancak Allah Azze ve Celle’nin vaciplerini,
emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmakla gerçekleşir. Şayet bu gerçekleşirse o zaman
kul, Allah’ın sevdiği bir kul demektir. Bu iki haslet, bu iki özellik yani
Allah’ın farzlarını yerine getirip haramlarını terk etmek bir kulda bir araya
gelirse o zaman o kul, Allah’ın habibi, Allah’ın sevgili bir kuludur.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Kulun Allah’ı sevdiğinin
göstergesi, Allah’ın o kulu kendisine taatinde muvaffak kılmasıdır.
Bir kul Allah’ın emrettiklerinde eksikliğe gittiği miktarda yine haramlarını terk etmede noksanlığa gittiği
miktarda Allah’ın muhabbetinde,
O’na olan sevgisinde eksiklik meydana
gelir. Bu sebepten dolayıdır ki bir insanın kalbinde Allah sevgisinin devam edebilmesi için o kulun
Allah’ın farzlarını yerine getirmeye ve haramlarından da uzak durmasına,
bunu devam ettirmesine ihtiyacı vardır. Her kim Allah’ı severse her an Allah’ın
emirlerden bir emir bekler ki o emri yerine getirsin. Yine her an Allah’ın
yasaklarından bir yasak bekler ki ondan uzak durarak onu terk ederek, Allah
Azze ve Celle’ye yaklaşsın.
Allah sevgisinin alâmeti bu iki haslettedir. Allah sevgisi
Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve Allah’ın haramlarından kaçınmakla gerçekleşir.
Bir Müslüman, Allah’ın farzlarından bir farz ile veya Allah’ın hadlerinden bir had ile, şeri bir ceza ile
karşılaştığında çok iyi bilmelidir ki o Muhabbetullah da, Allah sevgisinde
imtihan edilmektedir.
Allah sevgisi, Muhabbetullah’tan sonra beklenilen en şerefli ve ulaşılan en yüce
sevgi: Muhabbetur-Râsul, yani Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
sevgisidir. Allah Azze ve Celle her kimi Muhabbetur-Rasûl’e, Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisine muvaffak kılarsa onu cennet
yollarından bir yola muvaffak kılmıştır. Bir kimse Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’i severse tıpkı susayan
bir insanın suya özlem duyması gibi,
O’nun sünnetine özlem duyar ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
sünnetine uymanın hasretini çeker. Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek, O’na itaat etmek, O’nun sünnetine
uymak kurtuluşa ermenin ve kişiyi cennetlere götürecek tek yoldur.
Bazı alimlerin dedikleri gibi : Muhakkak ki Allah,
kendisine ulaşan bir tek yol dışında bütün yolları kapatmıştır. O da Peygamberi
sallallahu aleyhi ve sellem için seçtiği yoldur. Bu manaya işâret eden kavlinde
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
وَأَنَّ هَذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيمًا
فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ
ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Bu hiç şüphesiz benim dosdoğru yolumdur, bu itibarla ona uyun diğer yollara uymayın. Aksi
halde sizi O’nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye
Allah size bunları tavsiye etmiştir. (En’am: 153)
Şayet bir kulun
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetinin miktarını öğrenmek
istersen, ilim olarak, amel olarak, davet olarak ve uygulama olarak sünnete karşı hırsına bak. Bunun içindir ki
bazı alimler şöyle demişlerdir:
İnsanlar içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
sevgisinde en sadık, en doğru olanlar, sünnetle amel eden ve ona davet eden
Ehli Sünnettir.
Şayet bir insanın Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme karşı olan muhabbetinde, sevgisinde,
samimi olup olmadığını öğrenmek istiyorsan onun hasletlerine, sıfatlarına bak.
Onun bu hareketlerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in adabıyla
karşılaştır. Yani terazinin bir kefesine onun amellerini, hasletlerini, diğer
kefeye de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in amellerini koy. Şayet O’nun
yolunu izliyorsa, O’nu örnek alıyorsa, O’nun sünnetini öğrenme çabası
içerisinde ise vallahi o Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seviyor
demektir ve ne güzel sevgidir bu!
Bunun içindir ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem’in muhabbetinde sâdık olan bir müminin önem vermesi gereken ilk şey:
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini öğrenmek, onu araştırmak,
onunla amel etmeye ve uygulamaya hırslı olmak ve gücü yettiği nispette ona
davet etmektir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seven bir kimse
abdest alırken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in nasıl abdest
aldığını hatırlar, elini suya uzattığında, bir uzvunu yıkarken sanki o, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i görür gibidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem’in abdesti gibi abdest alır O’nun guslettiği gibi gusleder. Namaz
kılarken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem’in kıyamını, kıraatini, rukusunu, secdesini, duasını hatırlar. Tıpa
tıp Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymaya teşvik eder.
Şayet Allah Azze ve Celle, bir kulun dünya ve ahiret hayrını dilerse ona Rasûlü
sallallahu aleyhi ve selleme muhabbete,
sevgiye muvaffak kılar.
Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisini
tadan bir insan bunun meyvesi olarak
artık akşamladığı ve sabahladığı zaman her halûkârda kalbi Allah’a
bağlıdır. Allah için kalkar, Allah için oturur, Allah için konuşur, her işinde
Allah’ın rızasını gözetir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bir mümin Rabbini sever ise
yaptığı her işte, söylediği her sözde Allah’a bağlı olur.
Kâdi İmam Hafız ibnu Dekikil- id Rahimehullah’tan şöyle bir
olay nakledilir: Kendisi bir konuda hüküm vermiş ve hakkında hüküm verdiği adam
bu konuda ona itiraz ederek: Vallahi sen bana karşı adil davranmadın ve sen
hükmünde acele ettin, der. Onun bu sözü üzerine
İmam Hafız şöyle dedi: Sen böyle mi söylüyorsun ? Kendisinden başka
hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ben
kırk seneden bu yana Allah’ın huzurunda cevabımı hazırlamadan hiçbir kelime
konuşmadım.
Evet kardeşlerim bu ise ancak Muhabbetullah’ın, Allah’a
olan sevginin kemalindendir. Bunun içindir ki bazı alimler bu hadisin şerhinde
şöyle demişlerdir:
Kalbi Allah sevgisi
ile dolu olan bir mümine ikinci bir semere, meyve gelir ki o da Allah’ın
sevdiğini sevmesi, Allah’ın düşmanına düşmanlık etmesidir. Bu sayede Allah’ın
yaklaştıklarına yaklaşır ve Allah’ın uzak olunmasını emrettiği kişilerden de
uzaklaşır. İşte bu da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in "Sevdiğini
yalnız Allah için seven kimse" sözüyle işaret ettiği manadır.
İkinci Haslet ise: el Muhabbetullahi
fillah: Sevdiğini Allah için sevmektir. İmandan sonra en sağlam ip, el hubbu
fillah vel bağdu fillah. Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir. Bunu ise
üç başlık altında inceleyeceğiz.
Birincisi: Sâdık muhabbetin sebepleri
nelerdir. Allah için sevdiğini ve Allah için sevmediğini buğuz ettiğini ne
zaman bilirsin?
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Allah için sevmek, ancak buna ileten
sebep Allah ise bu gerçekleşir. Şayet onu, Allah’ı razı edecek ameller
işlediğini görürse veya Allah’ı razı edecek
ameller işlediğini duyarsa onu Allah için sever. Bunun içindir ki bir insan
kâmil bir imana sahip ise nereye girerse girsin, gözleri Allah’a itaat eden
birilerini gördüğünde onu sever. Çünkü o gördüğü insan Allah’a kulluk
etmektedir. Onun ne ismini ne de nesebini bilmez. Belki de onu Allah’ın
taatinde ilk defa görmüştür. Allah için sevmeye ileten sebebin Allah ve Âhiret
yurdu olması imanın kemalindendir.
Bu yüzden Allah için sevmek imanın
alametlerinden bir tanesidir. Bazı alimler şöyle demişlerdir:
Şayet bir insan, kendisindeki imanın
kemalini imtihan etmek isterse, kendisini Allah için sevgide ve Allah için
düşmanlıkta imtihan etsin.
Bu ise kardeşlerim, bizim
hayatımızda tecrübe edebileceğimiz bir şeydir. Bu konuda kendinizi imtihana
tabi tutun: Kalbin iman ile dolup taşmış iken bir mescide girdiğinde sağa
bakarsın, namaz kılan birisini görürsün ve onu seversin. Önüne bakarsın, Allah’ı
zikreden birini görürsün ve onu seversin. Bu ise ancak imanın kemalindendir.
Şayet sen imanın zayıf bir halde mescide girersen gaflet ve umursamazlık içinde
olursun. Bu namaz kılıyormuş, şu Kuran okuyormuş, o Allah’ı zikrediyormuş. Hiç
biri umrunda olmaz.
Bunun içindir ki Allah’ın sevdiği
kullarını ve dostlarını böyle bir
mecliste toplandığımız gibi
toplandıklarını, o meclisten ayrılırken birbirlerine selam verdiklerini,
birbirlerine sarıldıklarını görürsün. Çünkü onlar biliyorlar ki böyle bir mekanda
hazır olan kimse ancak Allah’ı ve Ahiret yurdunu isteyen kimsedir. Burada ancak
mümini seven ve ona dostluk besleyen kimse hazır bulunur. Allah Azze ve
Celle’nin buyurduğu gibi:
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاء بَعْضٍ «Mümin erkekler ve kadınlar
birbirlerinin dostudurlar.» Tevbe: 71
Allah Azze ve Celle müminlerin
kalplerini iman ile bir araya getirmiştir. İmanın, müminleri bir araya
getirdiği gibi, kullar arasında insanları bir araya getiren bundan daha büyük,
daha sâdık ve daha temiz bir şey yoktur. Bu öyle bir iman ki, daha İslamın
başında muhacir ve ensarı bir araya getirmiştir. Kalpleri Allah’a imanda ve
Allah’a imanda ve Allah’a ve Rasûlüne taatte bir araya getirmiştir. Bu kalpler
ne güzel kalpler ve bu bir araya gelme ne büyük nimettir.
Baktığımız zaman bir çok insan
dünyalık bir şehvet, oyun ve eğlence için toplanmaktalar. Ancak Allah’a imanı
tadan bir kimse kardeşleri ile beraber Allah’ın taati ve muhabbeti üzere bir
araya gelir. Allah için sevmede sadık oluşunun delili, ona ileten sebebin
Allah’ın taati ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Bazı alimler, insanların, Allah için
sevme ve Allah için düşman olmada mertebelere ayrıldıklarını söylemişlerdir.
Bazı insanlar Allah için sevme ve Allah için düşmanlık beslemede en üst derecede
olurlar. Bazı insanlar bundan daha aşağı mertebededir. Allah için sevmek ve
Allah için düşmanlık kaidesi gereği bir araya gelenlerin arasında gökyüzü ile
yeryüzü arası gibi fark vardır. İmanın tadını almış bir çok kimse Allah için
sevgi üzere bir araya geldikleri ilk anda, onların ictimaları Allah Azze ve
Celle’ye dostlukta sâdık olarak bir
araya gelmedir. Onları kalpleri Allah Azze ve Celle’ye olabilecek en yüksek
hûşu içerisindedir. Şayet insan hidayete erdiği
ilk zamanlardaki oturumlarına baktığı zaman, acaba o zamanki oturumları
nasıldı. Meclise ilk oturduğunda imanı zayıf idi, meclisin sonunda ise imanı
kuvvetli bir şekilde oradan ayrılmıştır.
Şayet bir insan kardeşini Allah için
severse bu muhabbet dahilinde bütün his ve duygularını kontrol etmesi gerekir.
Bu sebepten dolayı bazı alimler şöyle demişlerdir:
Şeytan insana Allah için muhabbet
kapısından girebilir. Allah için sevgi gün be gün azalmaya ve sonunda Allah korusun dünya için muhabbete
dönüşür.
Muhterem kardeşim! Şayet birini Allah
için sevmiş isen, bu muhabbette kalbini her gün murakabe etmek, onu gözetmen
gerekir. Şunu da iyice bilmen gerekir ki, kalp amellerinden olan bu muhabbet karşısında muhakkak ki sen
ecrini alırsın. Şayet bu konuda bir an bile yalnız bırakmaz. Belki de başlangıçta
birini yalnız Allah için, O’nun rızası için seversin. O Allah için sevdiğin
kardeşin bir gün senin maddi bir sıkıntını giderir veya seni bir makama bir mevkiye
getirir. Şeytan’da bu duygulardan içeri
girerek bu muhabbeti ifsad eder. Artık kardeşini dünya menfaatleri için sevmeye
başlarsın . Başlangıç rahmet iken, sonuç Allah korusun azâb olur.
Şayet bir insan birini Allah için
seviyor ve bunun sebebiyle imanın tadını
tatmak istiyorsa, bu muhabbette
sadık olması, samimi olması gerekir. Allah için sevdiği kardeşi ile beraber,
ancak Allah’ın rızasını ve Ahiret yurdunu umarak beraber olması gerekir. Bu
sadık muhabbetin, bu samimi muhabbetin yerine getirilmesi gereken unsurları
vardır. Alimlere bunu iki hasletle zikretmişlerdir.
Birinci Haslet: İyiliği emretmek.
İkinci Haslet ise: Münkerden
nehyetmektir.
Bir insan, her ne kadar Allah’ın
taatinde olsa, istikamet ehli olsa, Allah için sevse de, unuttuğunda Allah’ı
hatırlatacak, onu Allah’ın taatinde sebat ettirecek kardeşlere ihtiyacı vardır.
Bunun içindir ki Allah için sevginin
gereklerinden biri de kardeşin kardeşine Allah’ın taatinde ve muhabbetinde
yardımcı olması gerekir. Bazı alimler şöyle demişlerdir.
Şayet insan bir kardeşine: Seni
Allah için seviyorum, dese, sonra da o
kardeşinde velev ki Allah’ı zikirde noksanlıkta olsa bunu onda görse, Allah
Azze ve Celle o kardeşinin bu konuda ki noksanlığından ve onun buna sessiz
kalmasından dolayı onu hesaba çeker.
Allah için sevmek tasdik edilmeye,
doğrulamaya ve uygulamaya ihtiyaç duyan bir iştir. Bazımızın bazısına söylediği:
Ben seni Allah için seviyorum, sözü, yeterli değildir. Allah için sevmek, İslam
bağlarından kendisine yapışılacak güvenilir sağlam bağ üzere şehadettir. Allah’ın
taati ve rızası ile yaşamasını sürdürmek gerekir. Allah Azze ve Celle bunun güzel
etkilerini zikretmiştir. Bunların en büyük tesirlerinden biri de: Allah’ın
taatine ve muhabbetine yardım etmesidir. Bu konuda Peygamberi Musa
aleyhisselamın sözüne işaret ederek şöyle buyurmuştur.
قَالَ
رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن
لِّسَانِي يَفْقَهُوا قَوْلِي وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِي هَارُونَ
أَخِي اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا
وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا.
«Musa şöyle demişti: Rabbim
göğsümü aç bana işimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz . Sözümü anlasınlar.
Ailemden bana bir vezir çıkar. Kardeşim Harun’u, beni onunla kuvvetlendir.
İşimde onu bana ortak kıl. Seni daha çok tesbih edelim ve daha çok analım.
Şüphesiz sen bizi görmektesin.» ( Taha: 25 35)
Muhakkak ki din kardeşin sana
Allah’ın zikrinde ve Allah’ın taatinde yardımcı olur.
Allah için kardeşliğin meyvelerinden
biride şudur kardeşlerim: İslam kardeşliği, kişinin Allah’ın haramlarından ve
şeri cezalardan uzak durmasına yardımcı olur. Bunun içindir ki kardeşlerim,
kişinin nefsi kendisine bir kötülük emrettiği zaman veya Allah’ın haramlarından
bir haramı yapmasını emrettiği zaman hemen Allah için sevdiği din kardeşinin
yanına gitmelidir. O da kendisini Allah’ın azabıyla korkutur ona Allah’ın güç
ve kuvvetini ve O’nun cezalandırmasını hatırlatır.
İmanın üç tadından ikincisi olan: Allah için sevmek ve Allah
için buğz konusunda, Allah bir kulunu muvaffak kılarsa üçüncü bir semere gelir
ki, o da: İman ettikten sonra
tekrar küfre dönmeyi tıpkı
ateşe atılacakmış gibi kerih görmektir.
İmanın tadını almış bir mümin, kendi nefsinde
iman ettikten sonra bunun zıddı olan küfre dönmekten hoşlanmaz. Bu ise ancak bir
kulun kalbine iman girdiği ve bunu
doğruladığı zaman gerçekleşir. Bir mümin
imanın bir gereği, bir göstergesi olarak, her zaman küfre düşmekten korkar.
Sahabe, Allah onlardan razı olsun, kendi nefislerinde hep nifaktan korkarlardı.
Seleften bazısı şöyle demiştir: Vallahi her ne zaman sözümü
ve amelimi Kuran’a arz etsem, nefsimi,
nifakı ile ittiham ederim.
Bir başkası da şöyle demiştir: Vallahi ne zaman nefsimi
Kuran’a arz etsem nefsimi nifakta derine dalmış sayarım.
İmandan sonra tekrar küfre dönmekten hoşlanmamak iki durumu
içermektedir.
Birincisi: Küfürden
korkmaktır. Buna ise Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şu şekilde işaret
etmiştir. “ İman ettikten sonra tekrar
küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılacak gibi kerih görmektir.”
Şayet bir insana: Allah’ı inkâr etmeyi mi, yoksa ateşe atılmayı mı tercih edersin? diye sorulsa, Allah’ı inkâr
edip küfre düşmektense ateşe atılmayı tercih eder. Çünkü iman, onun kalbini
doldurmuş, onun kalbine işlemiştir. Allah Azze ve Celle’den bizleri ve sizleri
bu dereceye ulaştırmasını niyaz ederiz. Bizleri ve sizleri bu menzileye
ulaştırmasını dileriz.
Muhakkak ki insan, sonunun kötü olacağından emin olamaz. Allah
Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi: أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللَّهِ “Yoksa onlar Allah’ın tuzağından mı emin olmuşlardı.” (Araf: 99) Ayette gelen soru gösteriyor ki,
bir insan her ne kadar doğru yolda olursa olsun Allah’ın tuzağından emin
olamaz. Bunun içindir ki alimler şöyle demiştir.
Bir insanın dinine karşı doğruluğu, salahı, Allah Azze ve
Celle’ye karşı takvası arttıkça, topukları üzerinde gerisin geri dönüp
hüsrana uğrayanlardan olmaktan daha çok
korkak.”
Bu haslet, bu özellik, insanın imanının bir göstergesidir.
Çünkü o imanı kalbine yerleştirip imanın tadını tattığında, bunun zıddı olan
küfürden korkar. Küfürden, kâfir olmaktan ise
ancak imanında sâdık olan bir
mümin korkar. Bunun içindir ki kardeşlerim, yüce Arşın sahibi olan Allah Azze
ve Celle’den kalplerimizi dininde sabit kılınmasını, tâki Allah’a kavuşana
kadar imanımızı ziyadeleştirmesini niyaz ederiz.
İkincisi ise:
Hayrın noksanlığından korkmaktır. Bunun içindir ki alimlerden bazıları şöyle
demişlerdir:
Geceleri namaz kılmak
ve gündüzleri de oruçlu geçirmek gibi bir taatle Allah’ın rızıklandırdığı
kimse, şayet bunda bir noksanlık görürse, bunlara tekrar dönmek için mücadele etsin.
Çünkü o kimse, Allah Azze ve Celle’nin kendisini terk etmesinden ve topukları
üzerinde geri dönüp hüsrana uğramasından emin olamaz.
Bunun içindir ki mümin bir kimsenin, Allah katında nefsini
murakabe etmesi, sürekli gözlemlemesi gerekir. Şayet hayır hasletlerinden bir
haslet üzereyse ve onu ne olursa olsun terk etmiyor ise, muhakkak ki Allah,
insanı bazı musibetlerle imtihan eder. Şayet geceleri yatağından kalkıp ibadet
eden birisi ise, bazı meşguliyetler, uğraşlar ile seni imtihan eder. Şayet sen
imanında sâdık isen, o ibadetinde süreklilik göstersin ve Allah da sana sebatın,
istikrarın tadını tattırır.
Alimlerden bazıları şöyle dedi: “Şayet bir insan Allah’a
itaat eder ve hayır hasletlerinden bir haslet ile Allah’a yaklaşmak isterse,
şeytan ona bir fitne, bir hile ile gelir. Şu iyice bilinmelidir ki, Allah onu
bu haslet ile imtihan eder.”
Taat ile alakalı bir haslette imtihan edilen
ve bunda sebat gösteren bir insan, genellikle bunun tadını, Hesap günü,
Allah Azze ve Celle’nin huzurunda alır. Seleften bazısı şöyle demiştir:
“Namaz’da nefsimle yirmi sene mücadele ettim. Ondan ise
kırk sene lezzet aldım.”
Yirmi yıl, ona her yönden dünya meşguliyeti, düşünceler ve
vesveseler gelir. O ise bunlara karşı sabreder ve ecrini de Allah’tan bekler. Sonunda Allah bütün tehlikeleri giderir ve ona namazın tadını
tattırır.
Dini yaşamaya yeni başlayan bir gence yalnızca Allah’ın
bildiği düşünce ve vesveseler gelir. Şayet o genç, bunlara karşı sabreder ve
bunun ecrini de Allah’tan beklerse, bütün düşünce ve vesvelerden kurtulur.
Tıpkı geceden sonra gündüzün, aydınlığın olduğu gibi aydınlığa çıkar.
Bütün bu saydıklarımızdan sonra,
acaba: İmanın Tadına Nasıl Ulaşabiliriz?
Muhterem Kardeşlerim! Bu üç haslet
her kimde bir araya gelirse muhakkak ki o, imanın tadını tatmıştır. Allah Azze
ve Celle bunun uygulanmasına, gerçekleştirilmesine ise ancak evliya ve sevdiği
kullarına muvaffak kılar. Bunun için son soru: Bu muhabbette ulaşılmanın yolu
nedir? Allah’ın en güzel isimleri ve en yüce sıfatları ile istediğimiz bu imanın
tadını nasıl tadarız?
Buna ulaşmadaki en yüce ve en yakın
yol, duadır kardeşlerim. Allah’tan, imanın tadını tatmayı istemendir. Rahman’a
kulluğun lezzetini tattırmasını istemendir. Bir kul, Allah’a dua ederse,
muhakkak duasına icabet eder. Bir kul, Rabbinden bir şey isterse, muhakkak onu
verir ve muradına ulaşır. Bunun içindir ki Allah Allah Azze ve Celle Kitabında:
ادْعُونِي أَسْتَجِبْ
لَكُمْ «Bana dua edin duanıza icabet edeyim.»
( Mümin/ Gafir: 60 ) buyurmuştur.
İkincisi ise zikrettiğimiz sebeplere
sarılmaktır. Bunların en üstünü de, din de anlayış sahibi olmak ve alemlerin
Rabbine taatine giden yolun bilinmesidir. Allah Azze ve Celle, her kimde bu iki
güzelliği bir araya getirir ve onu bu iki şeyle rızıklandırırsa hiç şüphe yok
ki o kul, imanın tadını alır ve Rahman’ın taatine muvaffak kıldığı kullardan
olur.
Allah’ım Sen bizim Rabbimizsin.
Senden başka hakkıyla ibadet edilecek
başka bir ilah yoktur. Bizleri kendisinden sonra hiçbir acılığın olmadığı imanın
tadını tatmayla rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra Küfür olmayan bir
imanla rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra mutsuzluk olmayan
bir saadetle rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra azab olmayan bir
rahmetle rızıklandır ya Rabbi!
Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin.
ŞEYH HARUN YILDIRIM