Bu Blog içinde Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

HAKKA ÇAĞRIDA METOD

  «(İnsanları) Rabbînin yoluna hikmetle, güzel öğüdle da­vet et.. Onlarla, en güzel (metod ve yol) hangisi ise onunla mücâdele yap.. Muhakkak Rabbin, yolundan sapan kimseyi en iyi bilendir. Hidâyete ermişleri de en iyi bilen O'dur.» Nahl sûresi, âyet:  125.

Hakk'a davet ancak iyi bir metodla olabilir.. Fakat bıı iyi metodu kim hazırlayacakda tatbik sahasına koyacak?. Din ilâ­hî olduğuna ve hakk'ı tanıtmaya matuf bulunduğuna göre, onun yayılma ve anlatılma keyfiyetini, insanların ona davet edilme yol ve metodunu da Allah beyân eder; Peygamber (S. A.V.) de onu geniş ilmiyle uygular.. O halde Allah'ın bu husus­taki beyânını, Peygamber (S.A.V.)in uygulama yol ve metodunu bilmiyen bir müsliman, yapacağı davette ne kadar samimî olursa olsun, arzu edilen şekilde başarılı olamaz ve ba­zen aksine zararlı da olabilir..

Gerçek bu olduğuna göre, Önce Allah'ın beyânım bilmemiz gerekir. Nahl sûresi, 125. âyetle, hakka çağrıda takip edilecek metod üç ana hattâ belirtilmiştir:

1. Hikmetle davet yolu...

2. Güzel öğüdle davet yolu...

3. Mücâdelenin en güzel metodu hangisi ise onunla mücâ­dele etme yolu...

Birinci yol «hikmet» olarak gösterilmiştir. Hikmet: sıhhatli sağlam söz, kesin delil, hüccet ifâde eden beyân demektir. Hikmet, kat'-i hüccet, şüphe giderici mahiyette sıhhatli söz demektir. Bâzı­larına göre de: Sevab olan sözdür ki, insandan sâdır olup en güzel ve en uygun mevkiye konulur.

Hikmet: hak ve hakikata ilim ve akıl ile isabet etmektir. Hikmet Allah'dan ise, eşyayı yerli -yerince bilip onu ahkâmının gayesine uygun olarak îcad etmek­tir.. İnsanlardan ise, mevcudatı bilmek ve hayırlı işlerde bu­lunmaktır.

Bütün bu görüş ve mânalar arasında müşterek bağ vardır. Hangi mânaya olursa olsun, netice hikmet, geniş bilgiye, var­lık âlemini bilmeye, tek cümleyle ihatalı ilme dayanır. Kesin hüccetleri, sıhhatli sağlam sözleri, şüpheyi kaldıracak mahiyet­teki delilleri ancak ilimle elde etmek mümkündür.

O halde iyi bir tahsil görmemiş, İslâmî ilimlerde derinleşmemiş ve aynı zamanda genel kültür almamış kimselerin dini neşre çalışması, hak ve hakikate çağrıda bulunması, isabetli olmaz.. Kendilerini dâhî zannedip bu yolda çağrıda bulunanların bilgi seviyesini ölçemiyen halk, onları kurtarıcı kabul edip ar­kalarından gidebilir. Fakat bu mes'eleyi hiç bir zaman hallet­mez., îslâmiyeti bilmiyen, fakat bilmek arzusunda olanlara ışık tutamıyacakları gibi, İslâm muarızlarının da büsbütün küfr-ü tuğyanını artırabilirler.. Ayrıca İslama iki yönden daha zarar­lı olurlar:

1. Kendi bilgisizliklerini Allah'a ve Resülüllah'a maletmiş  olurlar..

2. İslâm dininin kadr-u kıymetini küçük düşürürler..

Demek, davette birinci yol, ilim ve hikmettir.. İkinci yol, güzel öğüttür. Öyle ki, dinleyeni te'sir altına alacak, kalbleri çekecek, şüpheleri gi­derecek ölçüde yapılan öğütler, inanmış samimî müslümanlar üzerinde çok faydalı olur; çünkü din ve ahlâk nasihatla kaaimdir. Peygamber (S.A.V.) buna işaretle buyurdular ki: «Din nasihattir.» Buharî:

O halde ikinci yolla, bilhassa halk tabakasının davet edil­mesi kasdedilmiş oluyor.. Ancak birinci yolla bağlantılıdır.

Bugün vaizlerin çoğunun muvaffak olmayışının bir takım sebepleri vardır: Başta ihatalı bir bilgiden yoksun oldukları, daha doğrusu îslâmî ilimlerde gelişmedikleri gelir..Çoğu tulu­ata bağlıdır..Yaldızlı cümlelerle konuşurlar, fakat halkı tat­min edecek bir bilgi vermekten uzaktırlar..

Üçüncü yol, mücâdeledir. Mücâdele, kaba kuvvet çekişme­si değil, ilmî mes'eleler üzerinde çekişmedir.. Cedel kökünden gelir. Eytişim, diyalektik, mantık yoluyla tartışma ilmi demek­tir. Tartışma ve çekişmenin en güzel usûl ve metodunu bilmek, hak ve hakikatin isbatma çalışmak, yu­muşak ve temkinli davranmak, kırıcı olmamak, meşhur mu­kaddimeleri kullanmak suretiyle karşıdakinin inadını, hissî gö­rüş ve iddialarını akl-ı selimin rehberliğine döndürmek lâzım­dır. Nitekim İbrahim (A.S.), Nemrud ve avanesiyle yaptığı mücâdelede bu yolu seçmiştir. Peygamber (S.A.V.) Arap müşriklerini, putperestlerini davette bunun müs­tesna örneğini vermiştir.. Resûlüllah'ın davet metodunun de­ğişikliği, davet ettiği kabile ve cem'iyetlerin anlayış ve ruhî değişikliğindendir. «İnsanlara aklî se­viyelerine göre hitab ediniz!» vecizesi bunun için söylenmiştir.

«Siz,, iyiye çağıran, uygun olanı emreden ve fenalıktan men'eden bir ümmet olun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.» Âl-i İmrân  sûresi,  âyet:   104

Ümmet-i Muhammed'in vasfı, iyilikle emret­mek, fenalıktan men'etmektir. Birinci prensip hayrı, mutlulu­ğu gerçekleştirir; ikinci şerri, fesadı, tuğyan ve serkeşliği ön­ler. Milletlerin din ve örf gibi iki manevî hasletinin dayanağı, diğer bir tâbirle ulaşmak istediği hedef bunlardır. Asr-ı saadet ve üç halîfe devrinde Müslümanlar ümmet olarak bunun en güzel Örneğini vermişlerdir.

Demek ki, cem'iyetler ve milletlerin yaşayabilmesi için sa­dece ekonomik mes'eleleri halletmek, iktisaden gelişmek kâfi değildir. Buna paralel olarak dinî ruhun ayakta tutulması, ah­lâkın korunması ve bir de cem'iyet olarak kollektif çalışma metoduyla iyilikle emretmeyi, fenalıktan men'etmeyi başarılı bir şekilde yürütmek lâzımdır.

Böyle bir zorunluğu veya lüzumu hissetmeyip fertleri ne­fis ve arzulariyle başbaşa bırakmak, şer ile mücâdele etmemek, felâketin kapılarını sonuna kadar açar ve milletin başına öyle musibetler çöktürür ki telâfisi gayr-i mümkün bir hal alır.

Kadîm Yunan ve Mısır medeniyetleri, İran'da Mâni ve Mazdek devirleri, Kur'ânda bahsedilen Âd ve Semûd kavimleri hep bu yüzden mahvolup târihin derinliklerine gömülmüşler­dir. Kur'ân-ı Kerîmin yedi yerinde iyilikle emretmekten, fenalıktan men etmekten ve bunların sağlıyacağı hayırlı sonuçlardan bahsedi­lir. Âl-i İmrân:  110, 114, A'raf: 165, Tevbe:  67,71, Hûd:  116

Özellikle Hûd sûresi âyet I16'da tarihin bu seyrine ve ileri gelen cemâatin ihmâline değinilerek buyuruluyor ki: «Sizden önceki nesillerin, ileri gelenleri, yeryüzünde bozgunculuğa en­gel olmalı değil midir? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır.»

Nesillerin bünyesinde hayrı telkin eden, iyi yolu gösteren, kötülükle şer ve fesadla mücâdele eden, fenaların fi'lî ve kavlî tecâvüzünü engelliyen bir cemaat olma­lıdır. Aksi halde, ferdî nemelâzımcılık, içtimaî umursamazlık bütün bir memleketin ve mevcud neslin huzur ve nizâmına, hayat ve memat haklarına te'sir eder. Bu bakımdan millet içinde fazilet mücâdelesi yapanlar için, korktuklarından kurtulup, umduklarına kavuşma ecri vardır.

Ebû Cafer Bakır diyor ki: Peygamber (S.A.V.) bu âyeti okuduktan sonra  «Hayr, Kur'-ân'a ve benim sünnetime uymaktır,» buyurdular. O halde fâzîlet mücâdelesinde en hayırlı yol ve vasıta Allah'ın kitabı, Resûlüllah'ın sünnetidir.

Gerçi her ferdin bu mücâdeleye katılması vâcibse de kuvvet li bir cemâatin bu işi programlı bir şekilde yürütüp organize etmesi, ilâhî murada daha uygundur.

İmâm Ahmed'in Huzeyfe b. Yemân'dan yaptığı rivayette, Peygamber (S.A.V.):«Nefsim elinde olan Zât-ı Ecell-i A'Iâ'ya yemin ede­rim ki, yâ iyilikle emreden, kötülükten men'edersiniz, yahut çok sürmez Allah kendi katından üzerinize bir azâb gönderir de sonra bunun kaldırılması için O'na duâ edersiniz, size ce­vap vermez.»

Şa'bî'nin Nu'mân bin Beşir (R.A.)den yaptığı bir rivayet­te de Allah'ın Resulü şöyle buyurdular:«İlâhî hukukta, kendi özel çıkarı için yan çizip dalkavuk­luk yapanın, bu hukukun bocalayanın ve bu hukuk ile amel edip hakkı savunanın misâli, gemideki üç kişinin hâline benzer: Onlardan birine yukarı kat, birine orta kat, birine de alt kat düşmüş. Yolculukları böyle devam ederken aralarından biri eline keser alıp bir şeyler yap­mak istiyordu. Kendisine sordular:  Ne yapmak istiyorsun?  Bulunduğum yeri delip suya yaklaşmak ve bir takım ihtiyaçlarımı böylece gidermek istiyorum.. Bunun üzerine bir kısmı: «Bırakın  Allah onu bizden uzaklaştırsın  kendisi için bulunduğu yeri dilediği kadar delsin!.» Bir kısmı da: «Bırakmayın., delmesine müsâade etmeyin.. sonra hem bizi hem de kendisim helak eder!.» dedi. Eğer onun elinden tutacak olurlarsa, hem o, hem de müdahale edenler kurtulur. Elinden tutmayacak olurlarsa, hem kendileri hem de o helak olur

İşte cem'iyet bünyesindeki fena insanlar da böyledir. Ya­pacakları fenalık yalnız kendilerini değil, başkalarını da helak eder. O halde cem'iyet olarak teşkilâtlanıp fena kimselerle mü­câdele etmemiz gerekir. Kurtuluş ancak emri bi'1-ma'ruf, nehy-i ani'I-münkeri tatbik etmektedir.