Hamd yalnızca Allah'a mahsustur. O'na
hamdeder, O'ndan yardım diler, O'nun affına sığınır ve O'ndan bizi doğru yola
iletmesini niyaz ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden
Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayete erdirdiği kimseleri dalâlete sürükleyecek;
O'nun dalâlete düşürdüğü kişileri de hidâyete erdirecek hiç kimse yoktur.
Allah'tan başka ilah olmadığına ve O'nun ortağı bulunmadığına şehâdet ederim.
Yine Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve resulü olduğuna da imân ederim.
"Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır
şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin" Ahzâb (33), 70-71.
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan
ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan
Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir" Nisâ
(4), 1.
"Ey imân edenler! Allah'tan korkun ve doğru
söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı
bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur"
Âl-i İmrân (3), 102.
Müslümanlar arasında imân zaafiyeti olgusu
yaygınlaşmaya ve her tarafı sarmaya başlamıştır. Pek çok insan kalbinin
katılığından şikayet etmekte ve şu tür ifadeleri sıkça kullanmaktadır: "Kalbimin katılaştığını hissediyorum",
"ibâdetlerden hiç lezzet alamıyorum",
"Sanki imânım yok olmuş gibi
hissediyorum", "Kur'ân
okurken hiç etkilenmiyorum", "Günaha kolaylıkla düşebiliyorum". Bunların çoğunda imân
zaafiyeti hastalığının belirtileri görülmektedir. imân zaafiyeti ise her türlü
musibet, kayıp ve belanın sebebidir.
Kalp meselesi hassas ve önemli bir
konudur.
Kalp
çok çabuk değişkenliğe uğradığı için "kalp"
diye isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber bu mevzuda şöyle buyurmaktadır: "Kalp değişkenliği sebebiyle böyle
adlandmlmıştır. Kalp ağaca asılmış bir tüy gibidir. Rüzgar onu her taraf çevirir"
Ahmed b. Hanbel, IV, 408.
Yine"Kalp yerdeki bir tüy gibidir. Rüzgar onu her
taraf çevirir" buyurulmaktadır. İbn
Ebi Âsim, Sürme, s. 102, hd. no: 227
Kalp
çok keskin dönüşümler yaşar. Bunu Hz. Peygamber "İnsanoğlunun kalbi eğer (üzerinde melek ue şeytanlar arasında cereyan
eden) mücâdele kızışmış ise kaderden bile daha hızlı dönüşüm yaşar" İbn Ebi Âsim, Sûnne, s. 102, hd. no: 226
Bir
başka rivayette ise "İnsanoğlunun
kalbi eğer (üzerinde melek ve şeytanlar arasında cereyan eden) mücâdele
kızışmış ise kaderden daha şiddetli dönüşüme uğrar" Ahmed b. Hanbel, VI, 4 buyurulmaktadır.
Abdullah
b. Amr b. el-Âs'ın naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber'in buyurduğu gibi
kalpleri evirip çeviren Allah Teala'dır: "Ademoğlunun kalpleri Allah'ın iki parmağı arasında tek kalp gibidir.
Onu dilediği yöne çevirir". Bunun ardından Hz. Peygamber şöyle dua
etmiştir: "Ey kalpleri yönlendiren
Allahım! Kalplerimizi sana itaate yönlendir!" Müslim, Kader 17
"Allah insan ile kalbi arasına yerleşir".Enfal 24 Kıyamet
günü "Sadece sağlam bir kalp ile
Allah'ın huzuruna gelenler" Şuara
89 kurtulacaktır. "Allah'ın zikri konusunda kalpleri katılaşanlara” Zümer (39), 22 yazıklar olsun! Cennet “Gayba imân
ederek Rahmân'dan korkan ve Allah'ın huzuruna itaatkar bir kalp ile gelenler
içindir" Kaf 33
Mü'min
kimsenin kalbi hassas olmalı, hastalığın yerini bilmeli ve hastalığın sebebinin
farkında olmalıdır. Bu hastalık kendisini helak etmeden önce hemen tedaviye
başlamalıdır. Bu mesele oldukça önemli ve tehlikelidir. Allah Teâlâ katı, kilitli, hasta, kör, anlayışsız, ters
yüz olmuş ve mühürlenmiş kalbe sahip olmakları sakındırmıştır.
Şimdi
birazda imân zayıflığının işaretlerine, bunun sebeplerine ve tedavisine değinelim.
Bu sohbetin öncelikle kendime, sonra bütün müslüman kardeşlerime faydalı
olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ederim! Kalplerimizi hassaslaştıracak ve bizi
hidayete sevkedecek olan sadece Yüce Allah'tır. O bize yeter. O ne güzel mevlâ
ve ne güzel vekildir!
1. İMAN
ZAAFİYETİNİN BELİRTİLERİ
İmân zayıflığı hastalığının pek çok
belirti ve göstergesi vardır:
1-Günah işlemek ve haram kılınmış
şeyleri yapmak: Allah'a karşı isyan
içinde olanların bir kısmı tek bir günahı sürekli işlerken; diğer bir kısmı ise
her türlü günahı işleyebilmektedir.Çokça günah işlemek, zamanla o günahların
benimsenmiş alışkanlıklar haline gelmesine sebep olur. Daha sonra giderek
günaha alışılır ve bu günahı işlemek kötü görülmemeye başlanır.
Günahkar
olan kişi en sonunda açıktan açığa işlediği günahları anlatma noktasına gelir
ve böylece şu hadisin kapsamına da girer: "Açıklayıcılar hariç ümmetimin tamamı affedilebilir. Açıklayıcılar
Allah'ın geceleyin örttüğü günahlarını gündüz başkalarına anlatanlardır. Allah
gece onun günahını örter, o isegündüz Allah'ın örtüsünü açıp günahını gösterir".
Buhâri, Edeb 60; Müslim, Zühd 52
2-Kalbin katılaştığını ve haşinleştiğini
hissetmek: Öyle ki insan kalbinin katı
bir taşa dönüp hiç bir güzellik ortaya koymadığını ve hiçbir şeyden
etkilenmediğini hisseder. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Ne var ki bunlardan sonra yine kalp leriniz
katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır.Çünkü taşlardan
öylesi uar ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su
fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır.
Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir" Bakara (2), 74.
Kalbi katılaşmış bir kimseye ne ölümü hatırlatmak, ne de ölüleri görmek etki
eder. Belki de bizzat cenazeyi taşır ve mezara toprak atar ama mezarlar
arasında gezerken sanki taşlar arasında geziyormuş gibi hisseder.
3-İbâdetleri tam anlamıyla yerine
getirmemek: Örneğin namaz kılarken,
Kur'ân okurken, dua ederken zihnin dağılması ve bu zikirlerin anlamını
düşünmemek böyledir. Halbuki bunlar düzenli olarak, hatta bıkkınlık verecek
derecede bu duaları okumaktadırlar. Yine bazı kimseler de belli bir vakte
tahsis ettiği bir duayı okuduğu halde yıllar geçse bile o duanın anlamını
öğrenme gereği hissetmez. Halbuki "...Gafil
bir kalp ile yapılan duayı Allah kabul etmez" Tirmizi,
Daavât 65.
4-Allah'a itaat ve ibâdetler konusunda
ihmalkâr davranmak: Böylesi kimseler
zaman zaman ibâdet ettiklerinde, Allah'a ibâdet ettiklerinin şuurunda olmayıp
ruhsuz hareketler yaparlar. Halbuki Allah Teâlâ münâfıklan şöyle vasfetmiştir:
"Şüphe siz münafıklar Allah'a oyun
etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir.
Onlar namaza kalktıktan zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar,
Allah'ı da pek az hatıra getirirler" Nisâ (4), 142.
İyilik
ve ibâdete mahsus zamanların geçmesine üzülmemek, bunlara özen göstermemek de
örnek olarak zikredilebilir. Bunlar kişinin sevap kazanmaya pek ehemmiyet
vermediğini gösterir. Mesela kişi
gücü yettiği halde hac ibâdetini geciktirir, herkes cihad için hazırlık yaparken evinde oturur ve önce cemaatle namazı
sonra da Cuma namazlarını terk eder. Halbuki Hz. Peygamber "İnsanlar birinci safı çokça terkedince
Allah da (onlara rahmetiyle muamele etme, derecelerini yükseltme konusunda
yavaş davranır ve)onları arkalarda bırakır" Ebû Dâvûd, Salât 97
buyurmuştur.
Uyuya
kalarak farz namazı geçirdiği zaman canı sıkılmayan kişiyi de burada
sayabiliriz. Revâtip sünnetlerden birini ya da herhangi bir virdi kaçırdığı
zaman bunu kaza etmeye çalışmamak ve telafisi için gayret göstermemek de
böyledir. Aynı şekilde sünnetleri ve farz-ı kifâyeleri önemsememek de bu grupta
sayılabilir. Hatta bazı âlimlere göre vacip olmasına rağmen bayram namazlarına,
küsuf ve husuf namazlarına, cenaze namazlarına katılmamak da bu kısma dahildir.
Bu kimse sevaptan kaçmakta ve kendini sevaptan müstağni görmektedir.
Halbuki
Allah Teâlâ bunların aksini düşünenleri şöyle nitelemiştir: "Biz onun da duasını kabul ettik ve ona
Yahya'yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık.
Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak
bize yalvanrlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler" Enbiya (21), 90.
Allah'a
itaatte ihmalkârlığın işaretlerinden bir kısmı da şunlardır: Revâtip sünnetleri
yapmamak, geceleri ihya etmemek, mescitlere erkenden gitmemek, nafileleri ihmâl
etmek, Tevbe ve İstiğfar namazlarını bırakın Duhâ namazına dahi özen
göstermemek.
5- Canın sıkılması, mizacın değişmesi,
kişinin üzerinde bir ağırlık hissetmesi, en küçük bir şeyde öfkelenmek ve
sıkıntıya girmek, çevredeki insanların davranışlarından sıkılmak, müsamahakâr
olamamak da imân zaafiyetinin birer göstergesidir. Hz. Peygamber imânı "imân, sabretmek ve müsamaha göstermektir" diye nitelemiştir. Ahmed b. Hanbel, IV, 385.
Mü'min
ise "Ülfet eden ve ülfet edilendir.
Ülfet etmeyen ve kendisine ülfet edilemeyen adam da hayır yoktur"
şeklinde vasıflandırılmıştır. Ahmed b.
Hanbel, II, 400, V, 335
6-Vaad, vaid, emir, nehiy ve kıyameti
açıklayan Kur'ân âyetlerinden etkilenmemek de imân zaafiyetinin
işaretlerinden-dir. imânı zayıf olan kimse Kur'ân dinlerken sıkılır. Uzun süre
Kur'ân okuyamaz. Her ne zaman Kur'ân'ın kapağını açsa hemen kapamaya çalışır.
7-Allah'ı zikretmekten ve O'na dua
etmekten gafil olmak da bir göstergedir. Zikretmek ağır gelir ve her ne zaman
ellerini dua için kaldırsa hemen indiriverir. Halbuki Allah teâlâ münafıkları "Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye
kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar
namaza kalktıktan zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar,
Allah'ı da pek az hatıra getirirler" şeklinde nitelemiştir. Nisa (4), 142
8-Allah'ın haram kıldıklarının işlenmesine
kızmamak da bir işarettir. Zira
kalpteki ateş sönünce diğer organların Allah'ın haramlarının yıkılmasına karşı
çıkması beklenemez. Böylece kişi ne mârufu emreder ne de münkeri yasaklar. Allah için hiçbir zaman yorulmaz, yüzü
pörsümez.
Hz.
Peygamber sahih bir hadiste böylesi zayıf kalplileri şöyle niteler: "Fitneler, birbiri ardına alınıp dizilen
kamışlardan örülen hasır gibi, insanların kalbine peşpeşe musallat olur. Kalbe
bu fitnelerden biri nüfuz ederse onda siyah bir leke ortaya çıkar. Kalp söz konusu
fitneyi reddederse onun üzerinde de beyaz bir nokta hasıl olur. Böylece iki ayn
kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dinyalar durdukça buna
hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi
gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya
batıl) bilir" Müslim, imân 231.
Bu
kişinin kalbinden iyiyi sevip kötüden uzak durma duygusu yok olmuştur. Artık
ona göre her şey eşit haldedir. O halde bu kimseyi mârufu emredip münkerden
nehyetmeye ne sevkedebilir? Hatta bu kimse yeryüzünde bir kötülüğün yapıldığını
duyduğu halde buna nza gösteriyorsa, aynen o kötülüğe şahit olan ve onu
onaylayan ile aynı günahı yüklenir.
Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde
bir kötülüğü görüp de ondan hoşnutsuzluk duyan sanki onu hiç görmemiş gibidir.
Ama görmediği halde ona rıza gösteren onu görmüş gibidir" Ebû Dâvûd, Melâhim 17. Bir kalbi amel olan kötülüğe rıza göstermek fiili, kişiyi o kötülüğü
görüp de düzeltmeyenlerin seviyesine indirmektedir.
9- Ortaya çıkıp gösteriş yapmak da
bir işarettir. Bunun çeşitli şekilleri vardır:
a. İnsanlara baş ve başkan olmaya
düşkünlük gösterip bunun mesuliyetini ve tehlikesini düşünmemek. Halbuki Hz. Peygamber "Sizler yönetmeye pek meraklısınız. Ancak kıyamet günü pişman olursunuz.
Zira yöneticiliğin öncesi iyi sonrası pek kötüdür" Buhâri, Ahkâm 7.
Öncesinin iyi olması mal, itibar ve iştah çekici bir hayata sahip olmaktan,
sonrasının kötü olması ise öldürülme, azledilme ve kıyamette sorgunun
ağırlığından kaynaklanmaktadır.
Hz.
Peygamber bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur: "Size yöneticiliğin nasıl olduğunu haber vereyim mi? Başı yorgunluk,
ortası pişmanlık ve sonu kıyamet azabıdır. Ancak idaresi altındakilere adil
davrananlar müstesnadır" Taberâni,
el-Mu'cemü'l-kebir, XVIII, 72. Eğer
yönetici görevlerini hakkıyla yapar ve mesuliyetini taşırsa; çalışır ve
adaletli işler yaparsa orada ondan daha hayırlı hiç kimse olamaz.
Hz.
Yusuf'un hayatını örnek olarak gösterebiliriz. Bu durumda idareci için övgü
dolu sözler kullanabiliriz. Fakat idarecilik çoğu zaman azgın ve dizginlenemez
bir baş olma tutkusu, en iyiye sahip
olma arzusu, hak
sahiplerinin haklarını
gaspetmek, emir verme ve yasak koyma konusunda kendisini tek merci görmek
şeklinde ortaya çıkmaktadır.
b. Meclislerde baş tarafa geçmek, etkili
sözlerle başkaları üzerinde nüfuz sağlamaktan hoşlanmak (ya da hep kendisinin
konuşması gerektiğini düşünmek) ve başkalarını dinlememek de bu kısımda
sayılabilir. Bu kimseler söz hakkının
her zaman kendilerine ait olduğunu sanırlar. Meclislerde baş tarafa geç mek
mihraba yönelmektir. Halbuki Hz. Peygamber "Bu kurbanlık yerlerinden, mezbahalardan yani mihraplardan çekinin!"
Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 439, buyurmuş ve insanların mihraba geçmek için istekli
olmamalarını istemiştir
c. Kişinin kendi hasta nefsini tatmin
etmek için bir yere girdiği zaman başkalarının ayağa kalkmalarını istemesi de
bu rada sayılabilir. Halbuki Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:''Allah'ın
kullarının kendisi için ayağa kalkmalarını arzulayan kişi ateşten bir eve
hazırlansın" Buhâri, el-Edebul-müfred, hd.
no: 977. Aşırı derecede öfkeli olan ve Hz. Peygamber'in "Kimse başkasını kaldırıp onun yerine
oturmasın" Buhâri, İsti'zân 31-33 diyerek yasaklamasına rağmen bir meclise girdiğinde
başkalarının yerine oturmaktan hoşlananları da burada sayabiliriz.
10- Cimrilik ve pintilik de böyledir. Allah Teâlâ Ensâr'ı (Medineli sahâbileri) Kur'ân'da
şöyle övmüştür: "Kendileri zaruret
içinde bulunsalar bile onlan kendilerine tercih ederler" Haşr (59), 9.
Böylece kurtuluşa erecek olanların cimrilikten
sakınanlar olduğunu haber vermiştir. Kuşkusuz cimriliğe sevkeden âmillerden
biri de imân zaafiyetidir. "Bir
kulun kalbinde cimrilik ile imân biraraya gelemez" Nesâi, Cihâd 8
hadis-i şerifi buna delâlet etmektedir.
Cimriliğin
tehlikesine ve insan nefsindeki tahribatına ise Hz. Peygamber şu sözüyle işaret
etmiştir: "Cimrilikten sakının!
Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir. (Şöyle düşünmek yanlıştır:) Onlara
cimrilik emredildi yaptılar, akraba ziyaretini kesmeleri emredildi yaptılar ue
günah işlemeleri emredildi onu da yaptılar" Müslim, Birr 56.
Zayıf imân sahibi bir kimse neredeyse Allah için hiçbir şey vermez. Muhtaç bir
kimse sadaka istese, müslü-manlar dara düşse ya da musibete uğrasalar bile imân
zaafı yaşayan kimse onlara yardım etmez.
Bu
konuda Allah'ın kelâmından daha beliğ bir ifade yoktur: "İşte sizler Allah yolunda harcamaya
çağnhyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse,
ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer
O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar
sizin gibi de olmazlar.” Muhammed
(47), 38
11- Kişinin yapmayacaklarını yapacakmış
gibi söylemesi de iman zayıflığı için bir belirtidir. "Ey imân
edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri
söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır" Saff (61), 2-3
âyeti bunun ne kadar kötü bir davranış olduğunu ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu
davranış bir nevi münafıklıktır. Sözü davranışlarına uymayan kişi, hem Allah
katında kınanmıştır, hem de halk nazarında kötü görülmüştür. Cehennemlikler
dünyada iyiliği emredip kendisi yapmayanlar ile münkeri nehyettiği halde günaha
girenleri ortaya çıkaracaklardır.
12-Müslüman kardeşlerinin maddi
yoksulluk çekmelerine, ziyana uğramalarına, başlarına gelen musibetlere ve
ellerindeki bir nimeti kaybetmelerine sevinmek ve bundan mutlu olmak da imân
zaafiyetine delâlet eder. Sevinir;
çünkü başkasının elindeki nimet artık yok olmuştur. Yani başkasında olup da
kendinde olmayan bir nimet ortadan kalkmıştır.
13-İman zaafiyetini gösteren emarelerden
birisi de hadiselere sadece yunan olup olmadıkları açısından bakmaktır. Mekruh olan işler ise görmezden gelinir. Bazı
kimseler yapmak İstedikleri
amellerin İyi olup
olmadıklarını değil, günah
olup olmadıklarını sormaktadırlar. Onlar davranışlarının haram mı mekruh
mu olduğunu merak etmektedirler. Bu durum kişiyi şüpheli ve sevimsiz işler
yapmaya sevkeder.
Zaman içinde de bu kişi haram kılınmış
amelleri yapar. Bu kişiler için haram
olmadığı sürece şüpheli ve mekruh şeyleri yapmaya bir engel bulunmamaktadır.
Hz. Peygamber'in şu hadislerinde haber verdiği kimseler de bunlardır: "Şüpheli şeyleri yapanlar haram işlemiş
gibidirler. Bunlar korumaya alınmış bir arazinin çevresinde hayvan otlatan bir
çobana benzerler. Hayvanların korunan araziye girmeleri pek yakındır..."
Buhâri, imân 39
Hatta
bazı kimselere hükmünü sordukları şeylerin haram olduğu haber verildiği zaman,
bunların haramlığının şiddetli olup olmadığını araştırmaktadır!? Bu fiilin ne
kadar günah olduğunu sormaktadır! Bunlar kötü ve çirkin işlerden uzaklaşmaya
ehemmiyet vermeyen, bilakis haramların en alt seviyesini ve zaman içinde
haramları işlemeye sevkedecek küçük günahları yapmaya alışmış ve günahlarla
aralarındaki perdeyi yırtıp atmış kimselere benzerler.
Bu
sebeple Resûlullah sahih olarak nakledilen bir hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü ümmetimden
bazılarının Tihâme dağı kadar iyiliği getirilir; ancak Allah o iyiliklerin
hepsini yok eder" Bunun üzerine Sevbân "Ya Resûlallah! Onları
bilmiyoruz. Onlardan olmamamız için onları bize anlatır mısın?" diye
sordu. Hz. Peygamber de "Onlar sizin kardeşlerinizde. Onlar da sizler gibi
geceleri ihya ederler. Ancak yalnız başına kaldıklarında haram işlerler"
İbn Mâce, Zühd 29.
Bunlar
hiç tereddüt geçirmeden ve çekinmeden haram işlerler. Bunlar içinde sıkıntı
duyarak ve duraksayarak haram işleyenlerden daha körü durumdadırlar. Ancak yine
de her iki grup da tehlike içindedirler. Bununla birlikte birinci grup
ikinciden daha kötüdür. Bunlar imân zaafiyeti yaşadıklan için gü-nahlan
küçümserler. Hatta körü bir fiil işlediklerini dahi düşünmezler. Bu sebeple
Abdullah b. Mes'ûd mü'min ile münafığı şöyle nitelemiştir: "Mü'min günah işlemeyi sanki her an üzerine
devrilecek bir dağın altında oturmak gibi görür. Fâcir ise günah işlemeyi
burnuna konan (eliyle kovduğu) bir sinek gibi telakki eder" Müslim, Birr 144.
14- İyiliği küçük görmek ve küçük
iyiliklere ihtimam göstermemek de imân
zaafıyetinden kaynaklanır. Halbuki Hz. Peygamber böyle olmamamızı istemiştir.
Nakledildiğine göre Hz. Peygamber'e "Ya
Resûlallah! Bizler çölde yaşayan insanlarız. Bize Allah katında fayda verecek
bir şeyler öğret!" dendiği zaman "Birisine su versen ya da güler
yüzle birisiyle konuşsan bile hiçbir iyiliği küçümseme!" buyurmuştur.
Bir kimse kuyudan su içmek isterken, siz ona kendi kabınızla su verseniz, bu
yaptığınız elbette küçük bir ameldir. Ancak asla küçümsenmemelidir. Aynı
şekilde kardeşlerini güler yüzle karşılamak ve mescitte görülen bir lekeyi
temizlemek de böyledir.
Hatta
mescitten alınıp atılan şey, küçük bir saman çöpü bile olsa, bu tür amellerin
günahların bağışlanmasına vesile olacağı umulur. Allah Teâlâ böyle ameller
yüzünden kullarına mağfiret eder. Örneğin Hz. Peygamber "Müslümanlara zarar vermemesi için yoldaki
bir ağaç parçasını alan kişi cennete girer" buyurmuştur. Müslim, Birr 128
Küçük
iyilikleri hakir gören bir nefis kötüdür. Aslında böylesi küçük iyilikleri
önemsememenin cezası olarak büyük meziyetlerden uzak kalmak yeterlidir. Hz.
Peygamberin şu sözü buna delâlet etmektedir: "Kim yolda müslümanlara eza verecek bir şeyi kaldırrsa kendisi için bir
iyilik yazılır. Kimin de bir iyiliği kabul edilirse o mutlaka cennete girer".
Muaz b. Cebel bir gün yanında arkadaşı da varken yoldaki bir taşı kaldırmıştır.
Arkadaşı bu hareketinin sebebini sorunca Resûlullah'ı "Kim yoldaki bir taşı kaldırrsa kendisine
bir iyilik yazılır. Kimin bir iyiliği varsa cennete girer" buyurduğunu
söylemiştir.
15- Müslümanların durumlarını
önemsememek, dua, sadaka ve yardım gibi faaliyetlerde bulunmamak da imân
zaafiyetinin işaretidir. Bu kimseler
dünyanın herhangi bir yerinde zalim kralların ve düşmanların sultası ve
saldırısı altında ezilen kardeşlerinin sıkıntıları karşısında hiçbir şey
hissetmezler. Bunlar sadece kendi rahatlarını düşünürler. İşte bu imân
zaafiyetinden kaynaklanmaktadır. Müslüman asla böyle davranamaz.
Zira
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Mü'min
ehl-i imân içinde bedendeki baş gibidir. Başın ağnması nasıl bedeni rahatsız
ediyor ise ehl-i imânın başına gelenlerde mü'mini rahatsız eder" Ahmed b. Hanbel, V, 340.
16-Müslümanlar arasındaki kardeşlik
bağını önemsememek de imân zaafiyetindendir. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah ya da islâm için birbirini seven iki kişinin arası içlerinden
biri günah işleyince bozulur" Buhâri,
el-Edebü'l-müfred, 401. Bu hadis, günahın
kardeşlik bağını kopardığını göstermektedir. Kardeşler arasında zaman zaman
görülen bu kötü durum, günahlarla zayıflatılan imânın bir neticesidir. Çünkü
Allah Teâlâ günahkâr olan kimseyi müslüman kardeşinin kalbinden çıkarır.
Onların arasında kötü bir durumda itibarsız şekilde yaşar gider. Ona ne
mü'minler merhamet eder ne de Allah onu korur. Çünkü Allah yalnız imân edenleri
korur!
17-İslâm için mesuliyet alıp çalışmayı
istememek de imân zaafiyetinin göstergelerindendir. Bu kimseler ne İslâm'ın yayılması için ne de ona
hizmet etmek için çalışırlar. Onların bu durumu İslâm'a girer girmez hemen
sorumluluk yüklenen sahâbilerin tam tersidir.
Mesela
Tufeyl b. Amr ed-Devsi müslüman olduktan hemen sonra kavmini İslâm'a çağırmaya
gitmiştir. Kavmini İslâm'a davet etmek için hemen çalışmaya koyulmuştur.
İslâm'a girmesiyle birlikte kavmine geri dönmesi gerektiği hissine kapıldı ve
onları Allah'a davet etmek için onların yanına gitti. Halbuki bugün insanların
pek çoğunun islâm'a uygun bir hayat tarzını benimsemeleriyle bunu yaymaya
çalışmaları arasında uzun bir zaman geçmektedir.
Sahâbiler
İslâm'a girmeleri sebebiyle üzerlerine düşen kâfirlere düşmanlık ve onlardan
uzak olmak gibi görevleri hemen yerine getirirlerdi. Örneğin Yemamelilerin lideri Sümâme b. Üsâl
el-Hanefi müslümanlara esir düşüp, Medine'ye getirildiği ve mescide
bağlandığı halde, Hz. Peygamber kendisini İslâm'a davet ettiği zaman Allah
kalbine imân nuru verdi ve müslüman oldu. Daha sonra umre için Mekke'ye
gittiğinde Kureyşli kâfirlere: "Hz.
Peygamber izin vermedikçe Yemâme'den bir tek buğday tanesi bile alamazsınız!"
dedi Kâfirleri terk edip iktisadi açıdan muhasaraya almaya çalışması ve
elindeki bütün imkanları İslâm'a davet için seferber etmesi hemen
gerçekleşmiştir. Elbette onu böyle davranmaya şüphe barındırmayan imânı
itmiştir.
18- Bir musibet başa geldiği zaman ya da
bir zorlukla karşılaşıldığında korkuya kapılmak ve ürpermek de imân
zaafiyetindendir. Böylelerinin
musibetle karşılaşınca tir tir titrediklerini, dengelerini kaybettiklerini,
neredeyse akıllarını yitirdiklerini ve etrafa boş boş baktıklarını görürsün.
Bunlar bir belaya uğradıklarında şaşkınlığa düşer, çıkış yolu bulamazlar.
Sıkıntı kaplar her taraflarını ve bu belaya karşı koyabilmek için sağlam bir
kalbe sahip olamazlar. Bütün bunlar imân zaafiyetinden kaynaklanmaktadır. Eğer imânı
sağlam olsa kendisi de sağlam olurdu. Bu durumda en büyük bela ve musibetleri
dahi kuvvetle karşılayabilirdi.
19- Katı kalpli, tartışmayı ve
mücâdeleyi seven bir yapıya sahip olmak da imân zaafiyetin dendir. Hz. Peygamber sahih olarak nakledilen bir
hadislerinde şöyle buyurmuştur: "İnsanlar
münakaşaya dalmadıkça hidâyet üzereyken dalâlete düşmezler". Delilsiz
ve doğru bir amaca yönelik olmayan mücadeleler sırât-ı müstakimden ayrılmayla
sonuçlanır. İnsanların bugün yaptıkları mücâdelelerin çoğu batıl yolla
yapılmaktadır. Mücâdelelerinde ne bir bilgiye, ne hidâyete ne de Kitab'a
dayanmaktadırlar. Bu kötü özelliği terketmek için Hz. Peygamber'in şu sözüne
kulak vermek yeterlidir: "Haklı
olduğu halde tartışmadan uzak duran kişi için cennetin ortasında bir ev için
kefilim".Ebu Davud edeb 7
20- Dünyaya bağlılık, dünyalık sevgisi
ve dünyaya yapışmak da imân zaafiyetinden kaynaklanır. Kalp dünyaya öyle bir bağlanır ki kişi dünyanın mal,
şöhret, makam ve mesken gibi bir parçasını kaybedince büyük bir üzüntü duyar.
Kendisini şanssız ve bahtsız addeder. Çünkü o başkasının ulaştığı dünyalıklara
ulaşamamıştır. Yine kendisinin elde edemediklerine bir başka müslüman kardeşi
ulaştığı zaman da büyük bir elem ve keder hisseder. Onu kıskanır ve nimetin
ondan alınmasını arzular. Halbuki bu Hz. Peygamber'in de buyurduğu gibi imâna aykırıdır:
"Bir kalpte imân ile kıskançlık
birarada bulunmaz".Nesei cihad 8
21-Kişinin, imânını gösteren bir şekilde
değil de sadece aklı önceleyen bir yapıda konuşması da imân zaafiyetindendir. Öyle ki böyle birisinin âyet, hadis ya da seleften
bir söz naklettiği hiç görülmez.
22-Kişinin nefsini yemek, içmek, giysi,
ev ve araba açılarından tatmin etme konusunda aşırıya kaçması da imân
zaafiyetindendir. Bu kimselerin
kemâliyâta (ihtiyaç kadarıyla yetinmeyip daha güzel olanlara) önem
verdiklerini, süslü kılık kıyafetler giydiklerini, çok güzel kumaşlar almak
için çaba sarfettiklerini, evlerini tezyin ettiklerini, mallarını ve
vakitlerini bu tür uğraşlarda heba ettiklerini görürsün. Halbuki bunların
hiçbirine ihtiyaç yoktur.
Hatta
müslüman kardeşlerinin bir kısmı onun boş yere harcadığı bu mallara şiddetle
ihtiyaç duymaktadır. Sonunda kişi Muâz b. Cebel hadisinde yasaklanan refaha
dalar. Rivayete göre Resûlullah Hz. Muâz'ı Yemen'e gönderirken ona şunları
tavsiye etmiştir: "Nimetlere
garkolmaktan sakın! Zira Allah'ın kullan aşırı derecede nimete garkolanlar
değildir" Ahmed b. Hanbel, V,
243-244.
II. İMÂN
ZAAFİYETİNİN SEBEPLERİ
İmân
zaafiyetine yol açan pek çok etken bulunmaktadır. Bunların bir kısmı günah
işlemek ve dünyalık sevgisi gibi imân zaafiyetini gösteren emarelerle
ilintilidir. Daha önce zikredilenlere ilave olarak burada şu sebepleri
sayabiliriz:
1- imân duygusunun teneffüs edildiği
atmosferden uzun sayılacak bir süre uzak kalmak. Bu durum kişinin nefsine imân zaafiyetini yerleştiren
temel unsurlardan biridir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "imân edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen
Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce
kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman
geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir"
Hadid (57), 16.
Bu
âyet uzun bir süre imân ortamından uzak kalan kişilerin kalplerinde imân
zaafiyetinin oluşabileceğini göstermektedir. Örneğin uzun bir süre yolculuk ya
da vazife türü bir nedenle müslüman kardeşlerinden uzak kalan bir kimse, daha
önce gölgesi altında rahat ettiği ve kalbini güçlendirdiği imân havasını
kaybeder. Mü'min, tek başına az (zayıf), kardeşleriyle birlikte çoktur
(güçlüdür). Hasan el-Basri şöyle demiştir:
"Kardeşlerimiz ailelerimizden daha
değerlidir. Zira ailelerimiz bizi dünya için zikrederler. Kardeşlerimiz ise
âhiret için!" Hatta bu uzaklık devam ederse zaman içinde kişi imân
havasından nefret eder hale gelebilir. Kalbi katılaşır, zaiimleşir ve imân
nurunu kaybeder. İşte bu bazılarının tatillerde yaptıkları yolculuklarda ya da
iş veya çalışma için başka yerlere gittiklerinde yaşadıkları yozlaşmayı
açıklamaktadır.
2-Salih ve örnek insanlardan uzak
kalmak. İnsan, faydalı ilim ve sâlih amel sahibi olan ve imânı kuvvetli olan
kişilerin elinde yetişir. İlim, ahlak
ve fazilet adına o kişide ne varsa onu örnek alır. Hocasından kısa bir süre
ayrılsa bile hemen kalbinde bir katılaşma hisseder. Bu sebeple Hz. Peygamber
vefat edip defnedildiği zaman sahâbiler:
"Kalplerimizin üstünü örttük"
demişlerdir. Hocaları, eğitimcileri ve örnekleri olan Hz. Peygamber vefat
ettiği için onları yalnızlık duygusu kaplamıştır. Onlar bazı haberlerde ise
şöyle nitelenmişlerdir: "Bir kış
gecesinde ortada kalmış koyun gibiydiler" Ancak Hz. Peygamber onları
birer dağ haline getirerek terketti. Her biri hilâfete layık idi ve
birbirlerine örnek idiler. Halbuki bugün müslümanlar kendisine yaklaşacaktan
bir örneğe ne kadar da muhtaç durumdalar.
3-imân zaafiyetine yol açan sebepler
arasında İslâmi ilimleri öğrenme arzusu taşımamayı, selef âlimlerinin
eserleriyle ve kalbi dirilten imân ile ilgili kitaplarla ilgilenmemeyi de
sayabiliriz. Bazı kitaplar vardır ki
bunları okuyan kişi, kalbinde imânın coştuğunu ve nefsinde gizli kalmış imânını
koruyacak duyguların hareketlendiğini hisseder. Bunların başında Kur'ân-ı Kerim
gelir. Daha sonra hadis kitapları, zühd ve rekâik konusunda güzel eserler veren
ve akideyi kalbi diriltecek bir üslûpla işleyen âlimlerimizin telifleri yer
alır.
es-Sahihayn
gibi eserleri okuduğunuzda, kendinizi Hz. Peygamber ve sahâbilerle ilk asırda
yaşıyormuş gibi hissetmenize, onların yaşantı ve siretlerinden imâni esintiler
almanıza rağmen neredeyse hiç okunmamaktadır.
Ehl-i
hadis her ne kadar bizzat Resûlullah'ın ashabı olmamış iseler de onun nefeslerine
arkadaşlık etmişlerdir. İmânı dirilten
kitaplardan uzaklaşmanın etkileri, felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi
İslâm'dan soyutlanmış olarak ortaya konan ilimleri okuyanlarda özellikle
görülmektedir. Aynı şekilde hayal mahsulü hikayeleri, aşk ve tutku romanlarını,
gazete ve dergilerdeki faydasız haberleri okuyanlar, bunlara önem verenler ve
bundan vazgeçemeyenlerde de görülmektedir.
4-Müslüman bir kimsenin günahlarla dolu
bir yerde yaşaması da imân zaafiyetinin sebepleri arasındadır. Etrafındakilerden biri işlediği bir günahı övünerek anlatır, diğeri şarkılar söyler, bir başkası sigara
içer, dördüncüsü hayasız kadınların resimleri
bulunan dergilerden okur, beşincileri ise sürekli lanet okur ve küfürler eder. Dedikodu, gıybet, söz taşıma ve maç sohbetleri
ise sayılamayacak kadar çoktur.
Bugün
insanların çoğunun toplantılarında ve bürolarında yaptıkları gibi bazı
ortamlarda ise yalnızca dünya işleri konuşulur. Ticaret, görev, mal-mülk, kâr, işteki sorunlar, yükselmeler, atamalar
vb. konulardan başka bir şey konuşulmaz. İnsanların çoğunun ehemmiyet verdiği
ve konuştuğu konular bunlardır.
Evler
ise -hiç kuşku yok ki- artık müslümanı utandıran ve kalbini sızlatan birer
felaket ve kötülük mekanları haline gelmiştir. Hayasız şarkılar, kötü filimler, haram kılınmış kadın erkek ihtilafı vb.
şeyler müslümanların evlerini doldurmaktadır. Elbette böyle bir toplumun
kalpleri hastalık kapar ve katılaşır.
5-Dünya işlerine dalıp gitmek de bir
başka sebeptir. Bu durumda kalp
dünyanın kulu haline gelir. Resûl-i Ekrem Efendimiz "Dinarın ve dirhemin kulu olanları Allah perişan etsin!" Buhâri, Cihâd 70 buyurmuştur.
Bir başka hadiste ise Resûlullah'ın "Size
dünyada bir yolcunun azığı kadar mal yeter" buyurduğu nakledilir.
Burada kişiyi amacına ulaştırmaya yetecek kadar az şey kastedilmektedir. Mala
tamahın ve mal mülk hırsının yaygınlaştığı bu günlerde bu durum açıkça
görülmektedir. İnsanlar ticaretin, sanayinin ve ortaklıkların peşinde
koşmaktadırlar.
İşte
bu durum Hz. Peygamber'in şu sözünün onayıdır: "Allah Teala "Biz malı namaz kılınsın zekat verilsin diye indirdik.
İnsanoğlunun bir vadi malı olsa ikincisini, iki uadi malı olsa üçüncüsünü
ister. Ademoğlunun gözünü toprak doyurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul
eder" buyurmaktadır".
6- Yalnızca mal, eş ve çocuklarla meşgul
olmak da imân zaafiyetine yol açar. Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Biliniz
ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat
Allah'ın katmdadır" Enfâl (8), 28
Bir
başka âyette ise "Nefsani arzulara,
(özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe,
salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici
kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel
yer, Allah'ın katmdadır" Âl-iİmrân(3),
14.
Bu
âyet-i kerime sayılan şeylerin özellikle de kadın ve çocuklara duyulan sevginin
Allah'a itaatin önüne geçmesinin kötü olduğunu ve bunu yapan kişinin
kınandığını göstermektedir. Ancak bunları dinin izin verdiği ve gösterdiği
şekilde seven kişi övülmüştür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bana dünyadan kadınlar ve güzel kokular
evdirildi. Güzümün nuru ise namazdır". İnsanların çoğu haramları
işleme konusunda hanımlarının peşinden giderler. Yine çoğu kimse Allah'a
ibâdeti unutup çocuklarıyla meşgul olurlar.
Halbuki
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Çocuk
üzüntü, korkaklık, cehalet ve cimrilik sebebidir'. Cimrilik sebebidir;
çünkü kişi ne zaman Allah yolunda infakta bulunmak istese şeytan hemen ona
çocuklarını hatırlatır. Bunun üzerine o kişi evlatlarının kendi malını almaya
daha fazla hak sahibi olduklarını, kendisinden sonra sıkıntıya düşebilirler
diye malını saklaması gerektiğini düşünür ve malını Allah yolunda infak
etmekten vazgeçer.
Korkaklık sebebidir; çünkü kişi Allah yolunda cihada karar verince şeytan,
öldürülürse çocuklarının yetim kalacaklarını söyler. Bunun üzerine o da cihada
katılmaktan vazgeçer.
Cehalet sebebidir; çünkü baba olan artık ilim talep etmekten, tahsil
için çalışmaktan, ilim meclislerinden bulunmaktan ve kitap okumaktan âciz kalır.
Üzüntü sebebidir; çünkü çocuk hasta olunca veya babanın gücünü aşan bir
şey isteyince baba üzüntü duyar. Yine çocuk büyüyüp ana babasına isyan ederse,
işte bu sürekli üzüntü ve ayrılmaz gam anlamına gelir.
Burada
evliliği, çocuk sahibi olmayı ve çocuk eğitimini terketmek gerektiğini
kastetmemekteyiz. Amacımız onlarla meşguliyete dalıp haramlara düşmekten
sakındırmaktır.
Mal-mülk
fitnesine gelince Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim
ümmetimin fitnesi ise maldır". Mala düşkünlük, din için koyun ağılına
giren kurttan daha zararlıdır.
İşte
bu Hz. Peygamber'in "Mal ve şeref
düşkünlüğünün dine verdiği zarar, bir koyuna saldıran iki kurdun verdiği
zarardan daha az değildir". Bu sebeple Hz. Peygamber, Allah'ın zikrinden
alıkoymayacak ve yetecek kadar dünyalık alınmasını öğütlemiştir. Şöyle
buyurmuştur: "Sana Allah katında
bir hizmetçi ile binit yeterlidir".
Resûlullah sadaka verenler hariç malı çok
olanların gözünü şöyle korkutmuştur: "Malı
çok olanların vay haline! Ancak malını sadaka ve hayırda harcayanlar hariç".
7- Aşırı beklentiler içinde olmak (tûl-i
emel sahibi olmak). Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: "Onları bırak
yesinler, eğlensinler. Boş ümit onları oyalayadursun. Yakında anlayacaklar!"
Hicr (15), 3. Hz. Ali'nin ise "Sizin en çok hevaya uymanızdan ve aşırı beklentilere girmenizden endişe
ediyorum. Hevaya uymak haktan sapılmasına sebep olur. Aşırı beklentiler ise
âhireti unutturur" dediği nakledilir.
Yine
şöyle bir hadis rivayet edilir: "Dört
şey sıkıntı verir: Sert bakışlı göz, katı kalp, aşın beklenti içinde olmak ve
dünyalık hırsı". Aşın beklentilere kapılmak ibâdetten uzaklaşmaya,
onları ertelemeye, dünyaya rağbet etmeye, âhireti unutmaya, kalbin
katılaşmasına sebep olur. Çünkü kalbin inceliği ve temizliği, ölümü, kabri,
sevabı, cezayı ve kıyamet hallerini düşünmekle olur.
Allah
Teâlâ da şöyle buyurmuştur: "imân
edenlerin Allah 'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi
zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar.
Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri kahlaştı. Onlardan bir çoğu
yoldan çıkmış kimselerdir" Hadid
(57), 16. Denildiğine göre aşın beklenti
içinde olmayanın sıkıntısı azalır ve kalbi nurlanır. Zira ölüm geldiği zaman
Allah'a ibâdete (itaate) zaman yoktur.
8- imân zaafiyetine ve kalp katılığına
yol açan etkenlerden biri de yemede, uyumada, geceleri uykusuz geçirmede,
konuşmada ve insanlarla birliktelikte aşırıya kaçmaktır. Çok yemek zihni dağıtır ve bedeni Allah'a ibâdet
edemeyecek kadar ağırlaştırır. Vücuda şeytanın girmesini kolaylaştırır.
Bu
konuda şöyle bir söz vardır: "Çok
yiyen, içen ve uyuyan pek çok sevabı kaçırır" Çok konuşmak kalbi katılaştırır. insanlarla sürekli içli dışlı
olmak kişinin nefis muhasebesi yapmasına, nefsiyle baş başa kalmasına ve onu
dizginlemesine mâni olur.
Çok gülmek kalpteki hayatiyeti bitirir ve onun ölümüne yol açar.
Hz. Peygamber sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Çok gülmeyin! Çok gülmek kalbi öldürür"İbnu Mace zühd 12.
Aynı şekilde Allah'a ibâdetle geçirilmeyen vakitlerde Kur'ân'ın emirlerinden ve
imânın öğütlerinden etkilenmeyen katı bir kalbin ortaya çıkmasına sebep olur.
İmân zaafiyetine yol açan etkenler
sınırlanamayacak kadar çoktur. Ancak
zikrettiklerimizden hareketle diğerleri de anlaşılabilir. Akıl sahibi herkes
bunları anlayabilir. Allah'tan kalbimizi bunlardan temizlemesini ve nefsimizin
şerrinden bizi korumasını niyaz ediyoruz!
III. İMÂN
ZAAFİYETİNİN TEDAVİSİ
Hâkim
en-Neysâbûri el-Müstedrek ale's-Sahihayn adlı eserinde Hz. Peygamber'in şöyle
buyurduğunu nakleder: "imân
giysilerin eskidiği gibi içinizde yıpranır. Allah'tan imânınızı kalbinizde
yenilemesini niyaz edin". Yani imân zaman geçtikçe ve tahriş oldukça
giysilerin yırtıldığı gibi kalpte yıpranır ve eskir. Mü'min bir kimsenin kalbi
bazen günah bulutlarıyla kaplanır ve kararır. Hz. Peygamber bu durumu sahih bir
hadislerinde şöyle resmetmiştir: "Kalplerin
ayı örten bulutlar gibi bulutları vardır. Panldayan ay bulutla örtülünce
kararır. Bulutlar önünden çekilince panldamaya devam eder"Elbani 2268.
Ayın
bazen önü bulutlarla kaplanır ve ışığı kaybolur. Bir müddet sonra bulutlar
dağılır ve yok olur. Ay da tekrar ışık saçmaya başlar. Aynı şekilde mü'minin
kalbide günah bulutlarıyla bazen kaplanır. Bu durumda kalbin nuru yok olur.
İnsan karanlıklarda ve felaket içinde kalır. Eğer imânını artırmak için çalışır
ve Allah'tan yardım dilerse bu bulutlar ortadan kalkar. Kalbi de yeniden parıldamaya
başlar.
İmân zaafiyeti meselesini anlama ve
tedavi etme konusundaki önemli hususlardan biri de imânın artıp eksildiğinin bilinmesidir. Bu ehl-i sünnet ve'1-cemaahn kesin inancıdır. Onlara
göre imân, söz ile ikrar, kalb ile
tasdik ve vücut ile ameldir. imân
ibâdetlerle artar, günahlarla azalır. Kur'ân ve sünnetten pek çok delil
bunu göstermektedir.
Mesela
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "imânlarını
bir kat daha artırsınlar diye mü'minlerin kalplerine güven indiren O'dur.
Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle
yapandır" Fetih 4 "Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan
bir kısmı der ki: "Bu sizin
hanginizin imânını artırdı?" imân edenlere gelince bu sûre onların imânını
artırır ve onlar sevinirler" Tevbe
124 âyeti de aynı şeye delâlet
etmektedir.
Hz.
Peygamber ise "Kötü bir şey gören
eliyle, olmazsa diliyle, olmazsa kalbiyle onu düzeltsin. Bu da imânın en zayıf
olanıdır" buyurmuştur. Müslüm
iman 78 İbâdetlerin ve günahların imânı
artırıp eksiltmesi, dış dünyada görülen ve tecrübe ile sabit olan bir durumdur.
Çarşıya çıkıp açık saçık kadınlara bakan, çarşıdakilerin haykırışlarını ve boş
sözlerini duyan bir kimse, sonra çıkıp mezarlığa gitse, düşünceye dalsa ve
kalbi yumuşasa her iki durum arasındaki farkı hemen anlar. Kalbin süratle
değişkenlik gösterdiğini çabucak farkeder.
Selef
âlimlerinden biri şöyle der: "Kişinin
imânını takip etmesi ve azaldığını hissetmesi fıkhını gösterir. Yine imânının
artıp eksildiğini bilmesi de böyledir. Şeytanın nasıl kışkırttığını bilmesi de
kişinin fıkhının alâmetidir".
Bilinmesi gerekir ki imânın azalması
kişiyi farzları terkedip haramları işlemeye sevkediyorsa bu durum oldukça
tehlikeli ve mezmûm (kınanmış) bir gevşeklik işaretidir. Derhal tevbe etmek ve
nefsi tedavi etmek gerekir. Ancak imândaki
azalma kişiyi vacipleri terke ve haramları işlemeye değil de örneğin müstehabları
yapmakta gevşekliğe sevkediyorsa kişi nefsine hakim olmalı, onu dizginlemeli ve
ibâdet konusundaki eski kuvvetini ve hareketliliğini kazanmaya çalışmalıdır.
Hz. Peygamberin "Her amel için bir
kuvvet vardır. Her kuvvet için de zaafiyet vardır. Sünnetim konusunda durgunluk
gösteren kurtulur. Ama bundan ilerisini ihmal eden helak olur"Tirmizi kıyame 21.
Kalp katılığı hisseden insanların çoğu
dermanı başkalarında aramaktadırlar.
Halbuki isteseler kendileri nefislerini terbiye etmeye muktedirler. Aslolan da
zaten budur. Zira imân kişi ile rabbi arasındaki bir ilişkidir.
Allah'a
dayandıktan ve nefsini mücâhedeye hazırladıktan sonra kişinin imân zaafiyetini
tedavi edebileceği ve kalp katılığını yok edebileceği bazı dini yollar vardır;
1- Allah Teâlâ'nın her şeyi açıklamak
için indirdiği ve kendisiyle kullarından dilediğine hidâyet verdiği Kur'ân-ı
Kerim'i düşünmek. Kuşkusuz Kur'ân-ı
Kerim kesin ve etkili bir ilaçtır. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Biz, Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki
o, mü'minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanım artırır"
İsrâ (17), 82
Tedavi
şekli ise düşünmek ve tefekkür etmektir. Hz. Peygamber Kur'ân'ı düşünür ve
geceleri uyumadan onu çokça okurdu. Hatta bir gece namazda iken sabaha kadar
tek bir âyeti tekrar tekrar okumuştur. O âyet şudur: "Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır
(dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve hikmet
sahibisin"Maide 5.
Hz.
Peygamber sürekli Kur'ân'ı düşünürdü. İbn Hibbân el-Büsti es-Sahih
(Kitâbu't-tekâsim ve'l-envâ') adlı eserinde Atâ b. Ebi Rebâh'tan şunu nakleder:
Ben ve Ubeyd b. Umeyr, Hz. Âişe'nin yanına girmiştik. Ubeyd b. Umeyr "Bize Resûlullah'ta gördüğün seni hayrete
sokan en ilginç şeyi anlatır mısın?" dedi. Bunun üzerine Hz. Âişe
ağlamaya başladı. Sonra da şunu anlattı: Resûlullah bir gece namaz için kalktı.
Bana "Ey Âişe! Beni bırak! Rabbime
ibâdet edeyim" dedi. Ben de "Ben
sana yakın olmayı da seni sevindiren şeyleri de severim" dedim. Kalktı
abdest aldı ve namaza durdu. O kadar ağladı ki önce kucağı sonra da oturduğu
yer ıslandı. Daha sonra O'nu namaza çağırmak için Bilâl b. Rebâh geldi ve
ağladığını gördü. Şöyle dedi: "Ya
Resûlallah! Allah gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladığı halde niye
ağlıyorsun?". Hz. Peygamber de "Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece bazı âyetler indi.
Onları okuyup da düşünmeyenlerin vay haline! Allah şöyle buyurmuştur:
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip
gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır" Âl-i İmrân (3), 190.
Kur'ân, tevhid, vaad, vaid, ahkâm,
geçmiş haberler, kıssalar, edebe dair şeyler ve ahlak kurallarını içerir. Dolayısıyla insan nefsine etkisi de çeşitlidir. Aynı
şekilde nefsi korkutan sûrelerin sayısı diğerlerinden fazladır. Hz. Peygamber'in
şu sözü de bunu göstermektedir: "Hûd
ve kardeşlen yaşlanmadan önce beni ihtiyarlattı".
Bir
başka rivayette ise Hûd, el-Vâkıa,
el-Mürselât, en-Nebe ve et-Tekvir sûrelerinin adı zikredilmiştir. Bu
sûreler imânın hakikatlerini ve
ağırlığıyla Resûlullah'ın kalbini dolduran büyük sorumlulukları içerdiği için
Hz. Peygamber'i ihtiyarlatmış ve bunun izi saçlarında ve vücudunda ortaya
çıkmıştır: "O halde seninle beraber
tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin Çünkü
O, sizin yaptıklarınızı da çok iyi görendir"Hud 112.
Sahâbiler
de Kur'ân'ı okuyor, düşünüyor ve ondan etkileniyorlardı. Hz. Ebû Bekr duygusal ve yumuşak kalpli bir kimseydi, insanlara
namaz kıldırdığı zaman Kur'ân okuduğunda ağlardı. Hz. Ömer "Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Ona
engel olacak hiçbir şey yoktur"Tur
7-8 âyetlerini okuyunca hasta olmuştu.
Hz. Yâkup ile ilgili "(Yakup:)
Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz
şeyleri Allah tarafından biliyorum, dedi"Yusuf 86 âyetini
okuduğu zaman hıçkırıkları arka saflardan bile duyulmuş idi.
Nakledildiğine
göre Hz. Osman "Eğer kalplerimiz temiz olursa Kur'ân'a
doyamayız" demiştir. Şehid edildiği zaman kanı mushafının üzerine
damlamıştır. Sahabe hakkında benzer birçok haber rivayet edilmiştir.
Kasım b. Ebi Eyyûb'dan nakledildiğine göre o, Said b. Cübeyr'in namazda
"Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da
herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa
uğratılmayacağı bir günden sakının"Bakara
281 âyetini yirmi defadan fazla
tekrarladığını duymuştur. Bu en son inen ayettir.
İbrâhim b. Beşşâr ise şöyle demiştir: "Ali b. Fudayl'ın öldüğü
âyet şudur: "Onların ateşin
karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha
Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir
görsen!"Enam 27 O burada
ölmüştü. Ben de onun cenaze namazını kılanlardanım". Hatta tilâvet
secdeleri için özel mekanları vardı. Mesela onlardan biri "Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an
okumak) onların saygısını artırır"İsra
109 âyetini okumuş, secde etmiş, sonrada
nefsini şöyle azarlamıştır: "Secdeyi
yaptın. Peki niye ağlamadın?"
Kur'ân'da verilen misallerin de
düşünülmesi gerekir. Allah Teâlâ
bu meselleri verdiği zaman bizi düşünmeye ve tefekkür etmeye çağırmaktadır.
"...Öğüt alsınlar diye Allah
insanlara misaller getirir" İbrâhim
(14), 25 ve "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak
bilenler düşünüp anlayabilirler" Ankebût
(29), 43 âyetleri buna delâlet
etmektedir.
Selef
âlimlerinden biri Kur'ân'daki mesellerden birini düşünmüş ancak mânâsını
anlayamamış ve ağlamaya başlamıştır.Kendisine ağlama sebebi sorulunca da şu
cevabı vermiştir: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onlan ancak
bilenler düşünüp anlayabilir" Ankebût
(29), 43. Ben bu meseli anlamadım. O
halde âlim değilim. İlmimin yetersizliğine ağlıyorum".
Allah
Teâlâ Kur'ân'da birçok örnekler vermiştir. Ateş
yakan kişinin Bakara (2), 17, sadece
çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların Bakara (2), 171, yedi başak veren bir tohumun Bakara (2), 261, dilini çıkarmış soluyan köpeğin A'râf(7), 176, kitap yüklü eşeğin Cuma(62),5., sineğin Hac (22), 73., örümceğin Ankebût (29), 41., kör ve sağırın Hûd(ll),24, gören ve işitenin Hûd(ll),24., fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle
savurduğu külün İbrâhim (14), 18, iyi İbrâhim (14), 24
ve kötü ağacın İbrâhim (14), 26,
gökten inen suyun En'âm (6), 99, içinde kandil olan lambanın Nûr (24), 35, hiçbir şeye gücü olmayan kölenin Nahl (16), 75 ve anlaşamayan ortakların sahip olduğu
kölenin Zümer (39). 29 anlatıldığı örnekler bunların bir kaçını oluşturur.
Amaç örneklerin verildiği âyetlere dönüp bakmak, onlara gereken önemi
vermektir.
Kalp katılığının Kur'ân ile tedavisi
"Bunun esası ikiye ayrılır:
Kalbini dünya vatanından âhiret yurduna
taşımalısın.
Daha sonra Kur'an'ın mânâlarını düşünüp
bunları açığa çıkarmaya çalışmalısın.
Neler
söylendiğini, niçin indirildiğini düşünmeli ve anlamalısın. Onun her âyetinden
istifade etmelisin (nasibine düşeni almalısın). Kalbindeki hastalığı âyetlerle
gidermeye uğraşmalısın. Eğer âyetlerle kalbini tedaviye çalışırsan, Allah'ın
izniyle mutlaka bunu başarırsın".
2- Allah Teâlâ'nın büyüklüğünün farkına
varmak. O'nun isim ve sıfatlarını
bilmek. Bunları düşünmek, mânâlarını tefekkür etmek. Bu şuur, kalbe yerleşip
organlara sirayet edince, kalpte olan imân, amel şeklinde tezahür eder. Zira
kalp diğer organların efendisi ve başıdır. Organlar bir nevi kalbin ordusu ve
tebasıdır. Kalp sağlam ise organlar da sağlam olur. Kalp bozulmuş ise organlar
da bozulmuştur.
Allah'ın azametini gösteren birçok âyet
ve hadis vardır. Bunları düşünen bir
müslümanın kalbi ürperir, el-Azim
(zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu) ve el-Ali (izzet, şeref ve
hükümranlık bakımından en yüce, aşkın) olan Allah karşısında nefsi haddini
bilir, es-Semi' (işiten) ve el-AIim (hakkıyla bilen) olan
Allah için bütün organlan itaat eder, evvel ve âhir her şeyin rabbi olan
Allah'a karşı huşûsu artar. Örneğin Allah'ın isim ve sıfatlarından el-Azim, el-Müheymin (Kâinatın
bütün işlerini gözetip yöneten), el-Cebbâr
(iradesini her durumda yürüten, yaratılmışların halini iyileştiren), el-Mütekebbir (azamet ve
yüceliğini izhar eden), el-Kavi
(her şeye gücü yeten, kuvvetli), el-Kahhâr
(yenilmeyen, yegane galip), el-Kebir
(zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu) ve el-Müteâli (izzet, şeref ve
hükümranlık bakımından en yüce, aşkın) O'nun azametinin delilleridir. Cinler ve
insanlar ölümlü iken O'nun ölümsüz diri (Hay:
Ebedi hayatla diri) oluşu, kullarına hakim oluşu, gök gürültüsünün hamdederek
ve meleklerinde korkarak O'nu tesbih edişi, intikam sahibi (Müntakim: Suçluları cezalandıran) ve el-Aziz (yenilmeyen, yegane galip) oluşu, uykusuz el-Kayyûm (her şeyin varlığı
kendisine bağlı olup kâinatı idare eden) oluşu, her şeyi ilmiyle kuşatışı, hain
gözleri ve kalpteki sırları bilişi de O'nun azametinin göstergeleridir. İlminin genişliğini şöyle nitelemiştir:
"Gaybm anahtarları Allah'ın yanındadır;
onları Ondan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi
dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıktan içindeki tek bir taneyi
dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır"Enam 59.
Kendisi hakkında verdiği şu bilgi de
büyüklüğünün delilidir; "Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler.
Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarruf undadır. Gökler O'nun kudret eliyle
durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir"Zümer 67. Hz.
Peygamber ise "Allah, kıyamet günü
yeryüzünü kabzeder ve gökleri sağıyla dürer. Sonra şöyle seslenir: Melik olan
benim! Yeryüzünün krallan nerede?"Buhari
rikak 44.
Hz.
Musa'nın kıssasını okuyanın kalbi titrer ve yüreği parçalanır: "Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip
de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni
göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa
bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o
dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayı-lınca dedi
ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların
ilkiyim"Araf 143.
Hz.
Peygamber bu âyeti okudu ve baş parmağını serçe parmağın eklem yerinin üstüne
koyup "Dağparam parça oldu"
buyurarak tefsir etti. "Allah'ın örtüsü
nurdur. Eğer bunu açsa yüzünün haşmetinden mahlukatın tamamı yanardı"Müslüm iman 293.
Hz.
Peygamberin şu sözü de Allah'ın azametini bildirmektedir: "Allah
Teâlâ gökyüzünde bir şeye hükmettiği zaman melekler kanatlarını O'nun sözüne
boyun eğerek çırparlar. O'nun sözü sanki bir kayanın üstüne vurulan zincir
gibidir. Meleklerin korkuları geçip kalpleri normal hale dönünce birbirlerine
rablerinin ne buyurduğunu sorarlar. Cevap olarak ise O'nun sözleri haktır ve O,
el-Ali ve el-Kebir'dir derler"Buhari
tevhid 32
Bunu
teyid eden pek çok delil vardır. Amaç imân
zaafiyetinin en etkili tedavi yollarından biri olan Allah'ın azametinin farkına
varmak ve bunu tefekkür etmektir.
Allah'ın azametini şöyle niteleyebiliriz:
"Ülkelerin
durumunu düzenler, emir
verir, yasak koyar,
yaratır, rızıklandırır, öldürür, diriltir, yüceltir, zillete duçar eder,
geceyi gündüze çevirir, insanların dönüşümlü olarak yükselip alçalmalarını
sağlar, devletleri birbirinin yerine değiştirir, birini yıkar diğerini kurar,
emri ve hakimiyeti gökyüzünün her yerinde ve yeryüzünün tamamında, yerde
bulunanlarda, yerin altında, denizlerde ve havada yürürlüktedir. İlmiyle her
şeyi kapsamış, her şeyin tek tek sayısını bilmektedir, bütün sesleri
karıştırmadan ayırır, farklı ihtiyaçlar için farklı lisan ile konuşan
insanların yalvanşlarını da duyar, bir şeyi duyması bir başkasını da duymasına
mâni olmaz, isteklerin çokluğu hata yapmasına sebep olmaz, ihtiyaç sahiplerinin
ısrarları onu bıktırmaz, görülen her şeyi görür hatta karanlık bir gecede kaya
üzerindeki siyah karıncanın geçişini dahi görür, ona gizli bir şey yoktur,
"Göklerde ve yerde bulunan herkes,
O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir"Rahman 29,
günahları bağışlar, sıkıntıyı giderir, belayı yok . eder, bozulmuşu onarır,
fakiri zengin eder, dalâlettekine hidâyet verir, şaşkına yol gösterir,
hayıflanana yardım eder, açı doyurur, çıplağı giydirir, hastaya şifâ verir,
musibete uğramışı kurtanr, tevbe edeni kabul eder, iyilik yapana güzel karşılık
verir, mazluma yardım eder, zorbayı dize getirir, açığı kapatır, korkanı
emniyete kavuşturur, bazı kavimleri yükseltir diğerlerini alçaltır...
Eğer
göktekiler ve yerdekiler, yaratılmışların ilki ya da sonuncusu, insan veya
cinler en takvalı kalbe sahip olsalar bu onun mülkünü artırmaz; yaratılmışların
ilki ya da sonuncusu, insan ya da cinler en facir kalbe sahip olsalar bu da
mülkünden hiçbir şey eksiltmez. Göktekiler ve yerdekiler, ilk yaratılan ya da
sonuncusu, insanlar ve cinler, diriler ve ölüler, kurular ve yaşlar görüş
birliği içinde ondan bir şey isteseler ve hepsine istediklerini verilse O'nun
katında olandan zerre miktarı bir şey bile eksilmez. O kendisinden önce başkası
olmayan el-Ev-vel'dir. O'ndan başka
hiçbir şeyin kalmayacağı el-Âhir'dir.
Zikredilmeye, ibâdet edilmeye ve şükredilmeye en layık olandır. Meliklerin en
merhametlisi ve el açılanların en cömerdidir...O ortağı olmayan el-Melik'tir. Benzeri olmayan tektir.
Çocuğu olmayan es-Samed'dir. Benzeri
olmayan el-AIi'dir. O'nun dışında
her şey helak olacaktır. O'nun mülkü dışında her şey yok olacaktır... O'nun
izni olmadan itaat, O'nun bilgisi olmadan isyan edilemez. İtaat edilir,
şükredilir, isyan edilir o da bağışlar. O'nun intikamları âdildir. Nimetleri
fazl-u keremidir. Görenlerin ve koruyanların en yakınıdır. Alınlardan yakalar,
yapılanları kaydeder, ecelleri yazar, kalpler O'na karşı akmaktadır, O'na gizli
kalan hiçbir şey yoktur, vermesi de azabı da söz iledir. "Bir şey yaratmak istediği zaman O'nun
yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir" Yasin (36), 82.
3-Şer'i ilimleri öğrenmek. Bu ilimleri öğrenmek Allah'tan korkmayı ve imânın
ziyadeleşmesini temin eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da
yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinde ancak âlimler, Allah'tan
korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır" Fâtır (35), 28..
İmân
konusunda bilenlerle bilmeyenler eşit olmaz. Dinin hükümlerini, iki şehâdetin
anlamını, bunların gereklerini, kabir
azabı, mahşer, kıyamet, cennet nimetleri, cehennem azabı gibi ölüm sonrası
meydana gelecek şeyleri, helal ve haramların hikmetini, siretin ayrıntılarını
vb şeyleri bilenler ile din, dini hükümler ve dinin gayba dair haberleri konusunda
câhil olan, dinden nasibi taklid olan ve pek değer siz bir ilme sahip olan
kişiler eşit olabilir mi?
Kur'ân'da
şöyle buyurulmuştur: "Yoksa
geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve
Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür"Zümer 9.
4-Zikir halkalarına devamlılık. Zikir halkalarına müdâvemet, pek çok sebeple imânın
artmasını sağlar. Örneğin Allah zikredilir, Allah'ın rahmeti celbedilir, sekinet
iner, melekler zikredenleri çevreler, Allah zikredenleri mele-i âlâda anar,
Allah zikredenler ile meleklerine karşı övünür, onların günahlarını bağışlar.
Sahih
bir hadiste şöyle buyurulmaktadır; "Allah'ı
zikretmek için insanlar oturunca melekler onlan sarar, Allah'ın rahmeti
üzerlerini örter, sekinet oraya iner ve Allah yanındakilere onları över"
Müslim, Zikr 39.
Sehl
b. Hanzala'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber bir başka hadislerinde şöyle
buyurmuştur: “Allah'ı zikir için oturan
ve sonra da kalkan topluluğa "Bağışlanmış olarak kalkın" denilir"
İbn Ebi Şeybe, Musannef, VI, 60.
İbn
Hacer el-Askalâni ise "Allah'ı
zikretmek mutlak olarak söylenir; ancak bu ifadeden, Allah'ın farz kıldığı
amellere ya da Kur'ân ve hadis okumak, ilim öğrenmek gibi mendup kıldığı amellere
devamlılık kastedilir" demektedir.
İmam
Müslim'in es-Sahih 'inde Hanzala el-Üseyyidi'den naklettiği şu haber de zikir
meclislerinin imânı artırdığını göstermektedir; "Ebû Bekr ile karşılaştım; bana halimi sordu. Ben de "Hanzala
münâfıklaştı" dedim. Bana "Subhânellah! Neler söylüyorsun ey
Hanzala!" diye karşılık
verdi. Dedim ki "Resûlullah'ın yanındayken cennet ve
cehennemi anlatınca, sanki onları gözümle görmüş gibi oluyorum. Onun yanından
ayrılıp hanımların, çocukların, malın mülkün, işin derdine düşünce çoğunu
unutuyorum". Bunun üzerine Ebû Bekr kendilerinin de aynen böyle
olduklarını söyledi. Hemen Resûlullah'ın huzuruna çıktık ve ben ona
"Hanzala münâfıklaştı" dedim. Resûlullah da "Ne demek
istiyorsun" dedi. Ben de "Senin yanındayken cennet ve cehennemi
anlatınca sanki onları gözümle görmüş gibi oluyorum. Yanından ayrılıp hanımların,
çocukların, malın mülkün, işin derdine düşünce çoğunu unutuyorum" dedim.
Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Elinde bulunduğum Allah b yemin ederim ki!
Benim yanımdaki halinizi devam ettirebilseniz yattığınız zaman ve yürürken
melekler hep sizinle müsâfaha yapar. Ancak Hanzala bil ki insanların zamanı
zamanına uymaz"Müslüm tevbe 12-13.
Sahabe
zikir meclisleri kurma konusunda oldukça istekli idi ve bunu "imân" olarak adlandırırdı. Mesela
Muâz b. Cebel (el-Esved b. Hilâl el-Muhâribi'ye) "Gel oturup bir müddet imân edelim" Buhari iman 1demiştir.
5- Güzel ameller yapmak ve tüm vakti
bunlarla doldurmak da imânı kuvvetlendirir. Hatta bu imân zaafiyetini gideren en önemli tedavi
yollarından biridir. Bu davranış oldukça mühimdir ve bunun imân üzerindeki
kuvvetlendirici etkisi açıkça görülmektedir. Hz. Ebû Bekr bu konuda çok güzel
bir örnektir: Hz. Peygamber sahâbilerine "Kim bugün oruç tuttu?" diye sorduğunda, Hz. Ebû Bekr "Ben" demiştir. "Kim cenaze ardından yürüdü?''' diye
sorduğunda, yine o "Ben"
demiştir. "Kim bugün bir miskin
doyurdu?" dediğinde, yine o "Ben"
demiştir. "Kim bugün bir hastayı
ziyaret etti?" dediğinde, yine Hz. Ebû Bekr "Ben" demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bunlar kimin davranışları ise o cennete
girecektir" Müslim, Fedâilu's-sahâbe12 buyurmuştur.
Bu
kıssa Hz. Ebû Bekr'in fırsatları değerlendirme ve ibâdetleri çeşitlendirme
konusunda oldukça istekli olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber aniden sorular
sormaya başladığı için anlaşılıyor ki Hz. Ebû Bekr'in her günü bu tür güzel
amellerle doludur.
Selef
âlimlerimiz sâlih amel işleme ve vakitlerini bunlarla doldurma konusunda
oldukça hırslı idiler. Bunun delili Abdurrahman b. Mehdi'nin Hammd b. Seleme
için söylediği ve selef âlimlerinden bir kısmı için de söylenen şu sözdür:
"Hammad b. Seleme'ye "Yarın
öleceksin dense mevcut amellerine ekleyecek bir şey bulamaz".
Müslümanlar sâlih amel konusunda şunları
gözönünde tutmalıdır:
1- Sâlih amel işlemeye beklenmeksizin
başlanmalıdır. Kur'ân-ı Kerim'de
şöyle buyurulmaktadır: "Rabbinizin
bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ile yer
kadar olan cennete koşun!" Âl-i
İmrân (3), 133 Bir başka âyette ise
"Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a
ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği
kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir.
Allah büyük lütuf sahibidir" Hadid
(57), 21 buyurulmaktadır. Bu âyetlerin
içeriği sahâbilerin sâlih amel konusundaki aceleciliğinde temel etkendir. İmam
Müslim'in es-Sahih'inde Enes b. Mâlik'ten gelen bir rivayette Bedir gazvesinde
müşriklerle yakınlaşıldığı zaman Resûlullah'ın şöyle buyurduğu kayıtlıdır:
"Genişliği dünya ve gökler kadar
olan cennete ilerleyin". Bunun üzerine Umeyr b. Hammâm el-Ensâri
"Ya Resûlallah! Cennetin genişliği
dünya ve gökler kadar mı?" diye sordu. Hz. Peygamber de "Evet" dedi. Bunun üzerine Umeyr
hayretler içinde kaldı ve "Ne âlâ!
Ne âlâ!" dedi. Hz. Peygamber ona neden hayret ettiğini sordu. Umeyr de
"Yâ Resûlallah! Ona dahil
olanlardan biri olmak istediğim için böyle oldum" dedi. Hz. Peygamber
de "Sen ona gireceksin"
buyurdu. Bu müjdeyi duyan Umeyr torbasından birkaç hurma çıkardı ve yemeye
başladı. Daha sonra "Eğer bu hurmaları
yiyene kadar yaşarsam çok uzun bir hayat yaşamış olurum" dedi ve
kalanları atıp savaşmaya başladı ve şehid oldu Müslim, İmâre 145. Hz. Peygamber
ise “Davranışlarınızda acele etmemek
daha hayırlıdır. Yalnızca âhiretle ilgili amellerde acele edin!" Ebû Dâvûd, V, 157
buyurmuştur.
2- Hz. Peygamber'in bir hadiste
naklettiği üzere Allah Teâlâ sâlih amellerde devamlılık istemektedir: "Kulum
nafilelerle bana yaklaşmak istedikçe ben onu severim" Buhâri,Rikâk 38.
Hz. Peygamber de "Haccı ve umreyi
peş peşe yapın" Tirmizi,Hac 2 buyurmuştur. Bunların peş peşe yapılmalarından maksat
sürekli olarak edâ edilmeleridir. Bu nokta imânın güçlendirilmesi konusunda
oldukça önemlidir. Bu arada nefsin ihtiyaçları da ihmal edilmemelidir. Az ancak
devamlı yapılan ameller, çok yapılıp da terkedilen amellerden daha hayırlıdır.
Amellerde devamlılık imânı takviye eder. Resûlullah'a hangi amelin daha üstün
olduğu sorulduğu zaman "Az olsa da devamlı olanları" Buhâri, imân 32
cevabini vermiştir. Hz. Peygamber de yaptığı amelleri mükemmel bir şekilde ifa
ederdi.
3- Salih amelleri yapmaya çalışmak
bunun için uğraş vermek. Kalp
katılığı, imânı bir süreliğine iyileştirecek ancak sonra tekrar zaafa
uğramasına izin verecek, zamanı sınırlı tedavilerle iyileştirilemez. Bilakis imânı
sürekli geliştirerek güçlendirmek gerekir. Bu da ancak ibâdetler konusunda
hassas davranıp bunları aksatmamakla olur.
Allah
Teâlâ Kur'ân'da ibâdetler konusunda hassasiyet gösteren dostlarıyla
(evliyâullah) ilgili dair pek çok örnek zikretmiştir: "Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır
ki bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye
kapanırlar ve Rablerini hamd ve teşbih ederler. Korkuyla ve umutla Rablerine
yalvarmak üzere (ibâdet ettikleri için), vücuttan yataklardan uzak kalır ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” Secde 15-16 "Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde
de istiğfar ederlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı" Zâriyât
(51), 17-19
İbâdeti
seven kulların nitelikleri meselesinde selef âlimlerinin durumunu bilmek hem
insanı hayrette bırakır hem de onları örnek almayı sağlar. Mesela Kur'ân'ı yedi
parçaya bölmüş idiler ve her gün hatim indiriyorlardı. Savaşlarda dahi geceleri
kalkıp Allah'ı zikrediyor ve teheccüd namazı kılıyorlardı. Hapiste dahi
bunlardan vazgeçmiyorlardı. Göz yaşları yanaklarına akardı. Göklerin ve yerin
yaratılışını düşünürlerdi. Kadınlar nasıl çocukları kandırıyor ise onlar da
hanımlarını kandırırlardı. Kadının uyuduğunu anlayınca onun örtü ve yatağından
ayrılıp namaz kılarlardı.
Geceyi
kendi nefisleri ve aileleri için ikiye bölerlerdi. Gündüzlerini de oruç, ilim
tahsili, öğretme, cenazelere iştirak, hasta ziyareti, insanların ihtiyaçlarının
karşılanması gibi kısımlara ayırırlardı. Bazıları seneler boyunca camide namaza
imamın ilk tekbirini işiterek başlamış idi. Bir namazın ardından diğer namazı
beklerlerdi, Bir kardeşleri vefat ederse onun ailesini yıllarca yardımsız
bırakmaz; onlarla ilgilenirlerdi. İşte böyle davranınca da imânları artardı.
4- Nefsi bıktırmamak. İbâdetlere devamlılık ve iştiyaktan maksat, nefsi
usandırmak ve bıkkınlığa sevketmek değildir. Kastımız güç yetirilen ölçüde,
istek duyulduğu sürece ve nefis de kabul ediyorsa ibâdetleri hiç bırakmamaktır.
Yorgunluk ya da bıkkınlık ortaya çıkmaya başlayınca kişi daha orta bir yol
takip etmelidir.
Pek
çok hadis bu söylediklerimizin delilidir; Bir hadiste Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Din kolaydır. Kimse onunla mücadele edemez.
Onunla mücadele eden mutlaka kaybeder. Bu sebeple dikkatli olun ve orta yolu
takip edin" Buhâri, imân 29.
Bir
başka rivayette ise Hz. Peygamber'in "Orta
yolu, orta yolu takip edin" Buhâri,
Rikâk18. dediği kaydedilmektedir. İmam
Buhâri ibâdetleri zorlaştırmanın kötülüğü konusunu işlediği bölümde
Enes b. Mâlik'ten
şu haberi
nakletmiştir:
"Resûlullah mescide geldiği zaman iki direk
arasında uzatılmış bir ip gördü ve bunun neden buraya bağlandığını sordu.
Oradakiler bunun namazda yorgunlaşıp uyku basınca futunsun diye Zeyneb için
yapıldığını söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Hayır/ Derhal çözün!
Zinde iken namaz kılın. Yorulunca oturun" buyurdu Buhâri, Teheccüd 18.
Hz.
Peygamber Abdullah b.Amr b. Âs'ın bütün gece ibâdet ettiğini ve her gün oruç
tuttuğunu öğrenince böyle yapmasını yasakladı ve sebebini şöyle açıkladı:
"Böyle yaparsa gözlerin zayıflar
nefsin bıkar" Buhâri, Teheccüd 20. Başka hadiste ise Resûlullah'ın "Güç yetirebildiğiniz kadar amel edin.
Sizler bıkmadıkça Allah bıkmaz. Zira Allah katında en sevgili amel az da olsa
devamlı olandır" Buhâri, Savm 49 buyurmuştur.
5- Yapılamayan amelleri telâfi (kaza)
etmek. Hz. Ömer'den nakledildiğine
göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Gece uyuyakalıp Kur'ân okuyamayan kişi bunu sabah namazı ile öğle
namazı arasında okursa bütün gece Kur'ân okumuş gibi sevap alır" Müslim, Müsâfirin 142.
Hz.
Aişe'nin haber verdiğine göre Hz.
Peygamber namaz kıldığında sürekli namaza devam edermiş. Eğer gece uyuyakalır
ya da hasta olursa gündüz on iki rekât namaz kılarmış.
Bir
başka rivayete göre de Ümmü Seleme validemiz Hz. Peygamber'i ikindi namazından
sonra iki rekât namaz kılarken görünce bunun sebebini sormuş Hz. Peygamber de
"Ey Ebû Ümeyye'nin kızı! Bana
ikindiden sonra kıldığım namazın sebebini sordun. Abdulkays'tan birkaç kişi
geldi. Bu yüzden öğle namazından sonra kıldığım iki rekâtı kılamadım. Onları
kaza ettim" demiştir Buhâri, Sehv
8.
6- Amellerin hem kabul edilmemesinden
korkmak hem de kabul edileceklerini ummak. İbâdetlere hassasiyet göstermekle birlikte
amellerimizin reddedilmesinden de korkmak gerekir. Hz. Aişe'den nakledildiğine
göre "Ve Rablerine dönecekleri için
yapmakta olduktan işleri kalpleri çarparak yapanlar" Mü'minûn (23), 60
âyeti hakkında "Bunlar içki içip
hırsızlık yapanlar mı?" diye Hz. Peygamber'e sormuştur.
Hz. Peygamber de
"Hayır Ey Sıddik'ın kızı! Bunlar oruç tutan, namaz
kılan, sadaka verenlerdir. Bunlar hayırda yanşmalarının kabul edilmemesinden
korkanlardır” Tirmizi, Tefsir 23 buyurmuştur.
Ebu'd-Derdâ
da "Tek bir namazımın kabul
edileceğini kesin olarak bilmem, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Zira
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini
gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul
edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Andolsun seni öldüreceğim dedi.
Diğeri de Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder dedi" Mâide (5), 27
Mü'minlerin
niteliklerinden biri de Allah'ın hakkı olan farzlar karşısında boyun eğmektir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir
kimse doğduğu günden öldüğü güne kadar yüzünü Allah rızası için ihtiyarlatmış
ise kıyamet gününde yüzünü hakir görecektir" Ahmed b. Hanbel. IV. 185.
Allah'ı
ve nefsini tanıyan kişi insanların ve cinlerin güzel amellerinin hepsini de
yapmış olsa bunun yetmeyeceğini bilir. Allah kendi keremi, cömertliği ve
fazlıyla amelleri kabul eder ve sevaplandınr.
7- İbâdetleri çeşitlendirmek de imân
zaafiyetinin tedavi yollarından biridir. Farklı farklı ibâdetler emretmesi Allah'ın rahmet ve hikmetindendir.
İbâdetlerin bir kısmı beden ile yapılır. Bunun örneği namazdır. Bir kısmı ise mal
ile yapılır. Zekât da bu kısmın örneğidir. Bazıları ise hem mal hem de beden
ile yapılır. Buna örnek de hac ibâdetidir. Bundan başka zikir ve dua gibi dille
yapılan ibâdetler de vardır.
Hatta
bu kısımlardan bazısı farz, sünnet ve
müstahab olarak ayrılır. Farzlar ve sünnetler de çeşitlilik arzeder. Mesela
namazın sünnetleri böyledir. Günde on
iki rekât revâtib sünneti vardır. Bununla birlikte gece namazı gibi derecesi bundan yüksek olan da vardır. Bunların
keyfiyeti de farklıdır. İkişer ikişer
kılınanı var, dört rekâtın ardından dört rekat daha ve vitir (tek rekât) şeklinde kılınanı da var, bir selam ile beş, yedi, dokuz rekât kılınanı da var.
İbâdetler
hakkında düşünen kişi bunların sayı, vakit, şekil, nitelik ve hüküm bakımından
birbirlerinden farklı olduklarını görür. Muhtemelen bunun hikmetlerinden biri
de nefsin bıkmadan sürekli yenilenmesini
sağlamaktır. Ayrıca her nefis bir birinden farklıdır. Kimi daha fazla
ibâdetten hoşlanır.
Ebû
Hüreyre'den nakledilen bir hadiste bildirildiği üzere cennet kapıları ibâdet
çeşitlerine göre konulmuştur: "Allah
yolunda çift sadaka veren kimse cennetin muhtelif kapılarından "Ey
Allah'ın sevgili kulu! Burada hayır ve bereket vardır" diye çağrılır.
Namaz kılanlar namaz kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, oruç
tutanlar reyyân kapısından, sadaka verenler sadaka kapısından çağmlırlar"
Buhâri, Savm 4.
Burada
kastedilen nafile ibadetleri daha fazla yapanlardır. Farzları yapmakla ise
herkes mükelleftir. Hz. Peygamber "Baba
cennet kapılarının ortasındadır" Humeydi,
Müsned, 1, 194 demiştir.
Bu
hadiste kastedilen de ana babaya iyilik yapmaktır. İbâdetlerin çeşitliliğinden imân
zaafiyetinin tedavisinde ve farzları koruyarak nefsin arzu ettiği nafileleri
artırmakta istifade edilebilir. Bununla birlikte bir müslüman ibâdetlerle
ilgili delilleri araştırdığı zaman nefsinde etki bırakacak çeşitli örnekler
bulabilir. Bu etkiyi başka bir şeyden elde etmesi olanaksızdır.
Buna dair şu örnekleri verebiliriz:
Ebû
Zer el-Gıfâri'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah üç grup insanı sever üç gruba ise
buğz eder. Sevdikleri şunlardır: Bir düşman grubuyla karşılaşan ve tek başına
şehit olmak ya da galip gelmek için savaşan kişi, uzun bir seferin ardından
konaklayan kervanda herkes uyurken kenara çekilip namaz kılan ve onları sabah
uyandıran kişi ve Allah ölüm ya da göç gibi bir nedenle aralarını ayırana kadar
kötü komşusunun ezalarına sabreden kişi" Ahmed b. Hanbel, V, 151.
Kalp
katılığından şikayet eden bir adama Resûlullah şöyle demiştir: "Kalbini yumuşatmak ve ihtiyacını gidermek
mi istiyorsun? Yetimlere merhamet et, onun başını okşa, yemeğinden yedir. Böyle
yaparsan kalbin yumuşar ve ihtiyacın giderilir" Ahmed b. Hanbel, 11, 263. İşte bu da imân zaafiyetinin tedavisi için etkili bir ilaçtır.
7- imân zaafiyetinin ilaçlarından
biri de kötü akıbetten korkmaktır.
Çünkü kötü akıbetten korkmak müslümanı ibâdete yönlendirir ve kalpte imânın
yenilenmesini sağlar. Akıbetin kötü olmasının pek çok sebepleri vardır. imân
zayıflığı ve günahlara dalmak bunlardandır.
Hz.
Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bir demirle intihar eden cehennemde intihar ettiği demiri karnına
dürterek ebedi olarak kalacaktır. Zehir içerek intihar eden cehennemde ebedi
olarak kalacak ve o zehiri yavaş yavaş içmeye devam edecektir. Uçurumdan
atlayarak intihar eden kimse de cehennemde ebedi olarak kalacak ve orada
sürekli uçurumlardan atlayacaktır" Buhâri,
Tıp 56.
Hz.
Peygamber döneminde de böylesi bazı hadiseler meydana gelmiştir. Örneğin
savaşta herkesten daha cesur bir şekilde kâfirlerle savaşan bir kimse hakkında
Resûlullah "O cehennemliktir"
buyurmuştur. Bunun üzerine
müslümanlardan biri onu takip etmeye başlamıştır. Sonunda adamın savaşırken
yaralandığını, hemen ölmek için de intihar ettiğini görmüştür Buhâri, Kader 5.
İnsanların kötü
akıbetlerinin değişik
şekilleri hakkında âlimler pek çok şey
yazmışlardır. Bazı kimselere ölüm anında kelimey-i tevhid telkin edildiği halde
"Yapamıyorum, söyleyemiyorum"
demişlerdir. Aynı şekilde ölüm anında kelimey-i
tevhid telkin edilenlerden bazıları da şarkı
sayıklamaya başlamışlardır. Ticaretle meşgul
olup Allah'ı zikretmeyi unutan bir esnafa ölümü anında kelimey-i tevhid telkin
edildiği zaman "Bu güzel bir
parçadır. Tam kesenize göredir. Ucuzdur" diyerek ölmüştür. Bir
başkasına kelimey-i tevhi.d telkin edildiği zaman "Falanca evde şunları yaptılar, filanca bostanda şöyle şöyle yaptılar"
demiştir. Faizcilik yapan bir
kimseye de telkin yapılmış, ancak o kaç
lira faiz alacağını söyleye söyleye ölmüştür". Bazılarının ise ya yüzü kararır ya da kıbleye doğru dönemez.
8- Ölümü çokça hatırlamak. Bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Lezzetleri yok eden şeyi (yani
ölümü) çokça hatırlayın" Tirmizi,
Zühd 4. Ölümü düşünmek günahlardan
uzaklaştırır ve katı kalpleri yumuşatır. Sıkıntılarla boğuşan insanlar ölümü
düşündüklerinde sıkıntıları kaybolur. Bolluk içinde yaşarken ölümü düşünenler
de kötü sondan endişe ederek sıkıntıya düşerler. Ölümü hatırlatan en önemli
şeylerden biri kabir ziyaretidir.
Bu
sebeple Hz. Peygamber "Kabir
ziyaretini yasaklamıştım. Şimdi oraları ziyaret edin. Zira kabir ziyareti kalbi
yumuşatır, gözleri yaşartır, ahireti hatırlatır. Ancak batıl sözler söylemeyin"
Ahmed b. Hanbel, III, 237. Hatta ibret almak için kâfirlerin mezarlarını
ziyaret etmek de caizdir. Bunun delili es-Sahih'te nakledilen şu hadistir;
"Hz. Peygamber annesinin kabrini
ziyaret etti. Hem kendisi ağladı, hem de etrafındakileri ağlattı. Sonra şöyle
dedi: "Rabbimden arıneme istiğfarda bulunmak için izin istedim ancak bana
izin vermedi. Kabrini ziyaret için izin istedim buna izin verdi. Kabirleri
ziyaret edin; zira bu ölümü hatırlatır" Müslim, Cenâiz 105, 106; lbn Mâce, Cenâiz 48; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77;
Nesâi, Cenâiz 101;.
Kabir
ziyareti kalbi yumuşatmanın en güzel yollarından biridir. Bundan hem ölümü
hatırladığı için ziyaret eden hem de mezan başında kendisi için dua
edildiğinden mezardakiler istifâde eder. Hz. Peygamber mezar ziyaretlerinde
şöyle dediği nakledilmiştir: "Ey
müslüman ve mü'min olup da bu diyarda iskan edenler! Selam size! Bizden olup da
önceden ölenler ile sonradan öleceklere Allah rahmet etsin! Biz de bir gün
mutlaka sizlere katılacağız!" Müslim,
Cenâiz 102.
Kabir
ziyaretine gidecek kişi oranın âdabına uygun davranmalı, kalbini hazırlamalı,
bu ziyareti Allah rızası ve kalbindeki kötülükleri temizlemek için yapmalı ve
toprak altındakilerden ibret almalıdır. Onlar artık ailelerinden ve
dostlarından aynlıp gitmişlerdir. Kabir ziyareti yapan kimse ölen kardeşlerinin
halini ve oraya doğru ilerleyen pek çok emeli olan ve mal toplama sevdasındaki
akranlarını düşünmelidir.
Ölmüş
olanların emellerinin nasıl kesildiğini ve mallarının kendilerine fayda
vermediğini idrak etmeye çalışmalıdır. Yüzlerinin güzelliği toprak altında
nasılda kayboldu! Vücutları nasılda param parça oldu! Eşleri dul çocukları
yetim kaldı! Sağlık ve gençliğe güvenmenin yanlışlığını, boş işlere
meyletmenin, oyuna eğlenceye dalmanın hatasını anlasın artık. Bilsin ki o da
bir gün mezara girecektir. Ölüyü düşünsün. Nasılda ayakları çürüdü, gözleri
aktı, kurtlar dilini yedi, toprak dişlerini yıprattı.
Ölümü çokça düşünmek üç şeye sebep
olur:
Vakit
geçirmeksizin tevbe etmek, kalbin hoşnutluğu ve ibâdetler için iştiyak.
Ölümü unutmak da üç şeye sebep olur:
Tevbeyi
geciktirmek, elde mevcut olanla yetinme ve ibâdetleri ihmal. Ölmek üzere olanları
görmek de nefsi etkiler. Ölmek üzere olanların sekr halini, durumunu görmek,
öldükten sonraki hallerini düşünmek nefsin arzularını kırar, gözlerin uyumasını
engeller, bedenin rahatını sonlandırır, Allah için amel etmeye iter ve
ibâdetler için kuvvet verir.
Hasan
el-Basri bir gün hasta ziyaretine gittiğinde onun ölmek üzere olduğunu görür.
Sıkıntısını ve içinde bulunduğu hali izler. Evine döndüğünde renginin değişmiş
olduğu görülür. Kendisine yemek ikram edildiği zaman şöyle der: "Sizler yiyin için. Ben öyle bir kavga yeri
gördüm ki orayla karşılaşana kadar çalışmam lazım".
Cenaze
namazına iştirak etmek, taşımak, kabristana gitmek, defnetmek ve mezara toprak
atmak de ölümü tam olarak anlamak için gereklidir. Bunlar da âhireti
hatırlatır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hastaları ziyaret edin ve cenazelerin defin işlemlerine katılın. Bunlar
âhireti hatırlatır Ahmed b. Hanbei,
III, 48.
Bunun
yanında cenazeleri defnedilene kadar takip etmek çok sevaplı bir ameldir. Hz.
Peygamber bu konuda da şöyle buyurmuştur: "Kim evinden itibaren -bir rivayette imân edip sevabını Allah'tan
bekleyerek- cenazeyi namaz kılmana kadar takip ederse, ona bir kırat sevap
vardır. Kim de defnedilene kadar takip ederse, ona da iki kırat sevap
vardır" Resûlullah'a iki kıratın ne demek olduğu sorulunca "İki büyük
dağ gibi" demiştir. Bir başka rivayette "Her bir kırat Uhud dağı
kadardır" buyurmuştur Ahmed b.
Hanbel, II, 401.
Selef
âlimleri günah işleyen kimselere ölümü hatırlatarak nasihat ederlerdi. Mesela
onlardan biri yanındaki bir kimse başkası hakkında gıybet edince
"Gözlerine konacak pamukları hatırla" diyerek öğüt vermiştir. Bu
sözüyle kefen giyeceğini hatırlatmak istemiştir.
9- Kalpte imânı yenileyen şeylerden
biri de âhiretteki menzileleri düşünmektir.
"Kişinin
düşünce gücü sağlam olursa basiretli olması gerekir. Zira basiret kalbin
nurudur, Ona dayanarak vaadi, vaidi, cenneti, cehennemi, cennette Allah
dostları için hazırlananları ve cehennemde Allah düşmanlarına yapılacakları
görür. Allah'ın davetine uyup boyunlarını uzatarak kabirlerinden kalkan
insanları, gökten inen meleklerin onları kuşatmasını, Allah'ın kürsüsünün
kurulup hükmünü verişini, yeryüzünün nuruyla aydınlanmasını, kitabın konulup,
peygamberlerin ve şehitlerin gelişini, mizanm kurulup sahifelerin dağılmasını,
düşmanların biraraya getirilişini, borçlu ile alacaklının karşılaşmasını,
havzın ve kumdan kadehlerin parıldamasmı, aşırı susuzluğu, gelenlerin
titreyişini, geçiş için köprünün kuruluşunu, insanların oraya doğru
sürüklenişini, cehennem köprünün altında cayır cayır yanarken köprü üstündeki
ışığın azlığını ve oradan düşenlerin kurtulanlardan kat kat fazla oluşunu
görür. Kalbinde açılan göz ile bunlara vâkıf olur. Kalbi ile dünyanın
geçiciliğini ve âhiretin ebediliğini anlar.
Kur'ân-ı
Kerim'de âhiret ahvali ile ilgili pek çok bilgiler verilmektedir. Örneğin Kâf, el-Vâkıa, el-Kıyâme, el-Mürselât,
en-Nebe, el-Mutaffifin ve et-Tekvir sûrelerinde kıyamet ve ötesiyle alakalı âyetler bulunmaktadır. Aynı şekilde
hadis eserlerinde de oldukça fazla malûmat vardır. Kıyamet, rikâk, cennet ve cehennem konularına ayrılmış bablarda bu
hususlara değinen hadisler mevcuttur. Özel olarak bu mevzuları işleyen
kitapları okumak da önemlidir.
Burada
amaç imânı artıran, ölümden sonraki diriliş, mezarlardan kalkış, mahşerde
toplanış, şefaat, hesap, ceza, kısas, mizân, havz, sırat, dâru'l-karâr, cennet
ve cehennem gibi kıyamet sahnelerini öğrenmektir.
10- imânı yenileyen şeylerden biri de
kevni âyetlerden etkilenmektir.
İmam Buhâri, İmam Müslim ve başka hadis eseri musarıniflerinin naklettiği bir
haber şöyledir: "Hz. Peygamber
bulut ya da rüzgar gördüğü zaman yüzündeki değişiklik hissedilirdi. Hz. Âişe
"Yâ Resûlallah! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmur yağacak diye
seviniyorlar. Ama sen sanki hoşlanmıyorsun" deyince "Ey Âişe! Ben bu
bulutlarla azâb gelip gelmediğini bilmiyorum. Önceki kavimlerden biri şiddetli
rüzgar ile helak oldular. Bir kavim (Âd kavmi) de bulutlan gördükleri zaman
yağmur yağacak zannetmişti" Buhâri,
Tefsir 46 demiştir. Hz. Peygamber güneş
tutulmasını görünce hemen ayağa kalkmıştır. Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den
nakledildiğine göre "Güneş
tutulunca Resûlullah kıyametin geldiğinden korkarak hemen ayağa kalmıştır"
Buhâri, Küsûf 14.
Hz.
Peygamber bize, ay ve güneş tutulmalarında hemen namaza kalkmamızı emretmiş ve
bunların Allah'ın âyetleri olduğunu ve kullarını korkuttuğunu söylemiştir.
Kuşkusuz bu hadislerden etkilenmek ve korku duymak kalpte imânı yeniler.
Böylece insan, Allah'ın azabını, yakalayıp almasını, azametini, kuvvetini,
intikamını hatırlar.
Hz.
Aişe'nin naklettiğine göre Resûlullah elinden tutmuş ve aya işaret ederek
"Ey Âişe! Bunun şerrinden Allah'a
sığın. Çünkü o karanlığı çöken gecedir" Ahmed b. Hanbel, VI, 215
buyurmuştur. Bunun örneklerinden biri de şudur: Yok edilmiş, azaba uğramış
yerlerden ve zalimlerin kabirlerinden etkilenmektir. Abdullah b. Ömer'in
naklettiğine göre Resûlullah (Tebûk seferinde) Hicr'e115 (Semûd kavminin yurdu)
geldikleri zaman ashabına şöyle demiştir: "Bu azaba uğrayanların yanına geldiğiniz zaman ağlayınız. Eğer ağlamaz
iseniz girmeyin ki onların başına gelen size de gelmesin" Buhâri, Salât 53.
Bugün
ise insanlar oralara turistik amaçla resim çektirmek için gidiyorlar. Artık
gerisini varın siz düşünün!
11- imân zaafiyetinin en önemli
ilaçlarından biri de Allah'ı zikretmektir. Bu, kalplerin açılmasını ve şifâ bulmasını sağlar.
Kalbin hastalanması durumunda ilacı olur. Salih amellerin ruhu da budur. Allah
Teâlâ kendisinin zikredilmesini şöyle emretmiştir: "Ey imân edenler! Allah'ı çokça zikredin" Ahzâb'(33),41.
Kendisini çokça zikredenlerin felaha ulaşacaklarını ise "Ey imân edenler! Herhangi bir topluluk ile
karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa erisesiniz"Enfal 45
buyurarak vaadetmiştir. Allah'ı
zikretmek her şeyden daha üstündür: İslâm'ın hükümlerini çok bulan kişiye
Hz. Peygamber de Allah'ı zikretmesini tavsiye etmiştir: "Dilin sürekli Allah 'ı zikriyle meşgul
olsun" Tirmizi, Dua 4. Bu, Allah'ın rızasını celbeder, şeytanı kovar, sıkıntıları
yok eder, rızık kapılarını açar, bilinçlenmeyi sağlar, cennete girmeye vesile
olur, dilin afetlerinden korur ve tasadduk edecek bir şey bulamayan fakirlerin
tesellisidir. Bedeni ve mâli ibâdetlerin yerine geçecek şekilde Allah zikri
fakirler için bir telafi aracı kılmıştır. En nihayet Allah'ı zikretmemek,
kalbin katılaşmasına sebep olur.
Bu
sebeple imân zaafiyetini gidermek isteyen kimselerin çokça Allah'ı zikretmeleri
gerekir: "...Unuttuğun takdirde
Allah'ı zikret..." Kehf(18),24. Allah Teâlâ zikrin kalbe nasıl tesir ettiğini şöyle
açıklamıştır: "Bunlar iman edenler
ve gönülleri Allah 'm zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak
Allah 'ı anmakla huzur bulur" Ra'd (13), 28.
Kalp katılığı ancak Allah'ı
zikretmekle tedavi edilebilir. Bu
sebeple kalbi kalbi olanların Allah'ı zikretmek yoluyla bu hastalığı tedavi etmeleri
gerekir. Adamın biri Hasan el-Basri'ye "Kalbimin katılığından şikayetçiyim" dediği zaman Hasan el-Basri
"Zikrullah ile tedavi olabilirsin"
demiştir. Zira kalp ne zaman gaflete düşerse o zaman katılaşır. Allah'ı
zikrederse kurşunun ateşte erimesi gibi katılık da erir gider. Kalp katılığını
Allah'ı zikretmek kadar etkili olarak gideren bir şey yoktur. Zikir kalpler
için şifâ ve ilaçtır. Gaflet ise kalplerin hastalığıdır. Bunun şifâ ve devası
zikrullahtır. Mekhûl ed-Dımeşki zikrullah'ın
şifâ, insanları zikretmenin ise hastalık olduğunu söylemiştir.
Zikrulllah ile şeytan mağlup edilir. Şeytan ise ancak gafilleri ve Allah'ı unutanları
mağlup eder. Selef âlimlerinden biri şöyle demiştir: "Eğer zikir kalbe yerleşirse musallat olan şeytan mağlup edilebilir. Kalbine
zikrullah yerleşmiş bir mü'mine musallat olan şeytanın yanına diğer şeytanlar
geldiği zaman, "Bunun nesi var?" diye birbirlerine sorarlar. Cevap
verenler de der ki: "Buna bir insan musallat olmuş". Şeytanların
musallat olduğu insanların çoğu virdlerle ve zikirlerle korunmayan gafillerdir.
Bu sebeple şeytanın onları aldatması oldukça kolaydır.
İmân zaafiyetinden şikayet edenlere
bazı ilaçlar ağır gelir. Örneğin
gece namaza kalkmak, nafileleri kılmak. Bu sebeple önce zikrullah ile başlamak
gerekir. Bu kimseler bazı genel zikirleri ezberleyip sürekli bunları
okuyabilirler. Örneğin "Allah'tan başka ilah yoktur. O'nun ortağı
da bulunmamaktadır. Mülk ve hamd O'nadır. O her şeye muktedirdir", "Allah Teâlâ,
her türlü noksanlıklardan
münezzehtir. O'na hamdolsun. Zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlatamayacak
kadar yüce olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir", "Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır"
vb. zikirler okunabilir.
Bunlardan
başka sünnetin bildirdiği bazı özel zikirleri de ezberler ve yeri ve zamanı
geldikçe okurlar. Örneğin sabah, akşam, uyku, kalkış, rüya, düş, yemek,
tuvalet, sefer, yağmur, ezan, mescit, istihare, musibet, kabir, rüzgar, hilali
görmek, bineğe binmek, selam, hapşırma, horoz ötüşü, anırma, kişneme,
keffâretu'l-meclis, belalıları görmek ve benzeri duaları ezberleyip okurlar.
Bunları ezberleyip sürekli tekrar edenlerin kalplerinde etki duyacakları
muhakkaktır.
12- imânı yenileyen etkenlerden biri
de Allah'a münacatta bulunmak ve onun ellerine teslim olmaktır. Allah'a karşı küçüklüğünün ve zilletinin farkında olan
kişi Allah'a daha fazla yakın olur. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Allah'a en yakın olunan yer secdedir. Bol bol dua edin"m. Zira secde
halindeki küçülme ve haddini bilme başka hiçbir durum ve davranışta yoktur.
Kişi vücudunun en yüksek yerini yani başını yere koyunca rabbine yakınlaşmış
olur.
Güzel bir şekilde tevbe edip Allah'ın
ellerine teslim olma şöyle dir: "Kişinin bu haldeyken şöyle söylemesi ne
kadar da hoş olur:
"Allahım! Zilletimi biliyorum ve izzetinden
beni bağışlamanı diliyorum. Benim zayıflığıma, Senin kudretine ve benim Sana
muhtaç olmama Senin bana ihtiyacın olmamasına dayanarak Senden niyaz ediyorum.
İşte bu yalan ve hatalarla dolu başım ellerinin arasında! Benden başka pek çok
kulların var. Senden kurtuluş ancak Sana sığınmakla olur. Senden başka sığınacak
yerimiz de yoktur. Miskinler gibi Senden istekte bulunuyorum. Zelil olarak ve
başımı eğerek Sana niyazda bulunuyorum. Darda kalmış korkan bir kimse olarak
Sana yalvarıyorum. Sana boynunu eğen, burnunu yerlere sürten, gözyaşı döken ve
kalbini dizginleyen kimseler gibi dua ediyorum".Amin
Kul
bu vb. sözlerle Allah'a münâcâtta bulunursa imânı kalbinde kat kat artar. Allah'a
ihtiyaç duyulduğunu hissetmek de imânı güçlendirir. Allah Teâlâ kendisine
muhtaç olduğumuzu şöyle haber vermiştir: "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık
olan ancak O'dur" Fâtır (35), 15.
13- Aşırı beklentilere girmemek. Bu da imânı yenileme noktasında oldukça önemlidir.
"Ne dersin! Eğer biz onlan yıllarca yaşatıp
nimetlerden faydalandırsak, sonra tehdit edilmekte oldukları başlarına gelse!
Faydalandırdıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır" Şuarâ (26), 205
ve "Allah'ın onları, sanki günün
ancak bir saati kadar kaldıklarını zarıneder vaziyette yeniden diriltip
toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna varmayı
yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola
gitmemişlerdir" Yûnus (10), 45 âyetlerinde ifâde edilen şey ne yücedir! İşte
dünyanın tamamı budur. İnsan emelini uzun tutmamalıdır. Yaşayacağım yaşayacağım
dememelidir. Selef âlimlerinden biri bir adama "Bize öğle namazını kıldır" deyince adam, "Eğer öğleyi kıldırırsam ikindiyi kıldırmam"
demiştir. Bunun üzerine âlim de "Sanki
ikindiye kadar yaşama arzusunda gibisin. Tûl-i emelden Allah'a sığınırım"
cevabını vermiştir.
14- Dünyanın ne kadar değersiz
olduğunu düşünmek ve kalbin dünya ile bağlantısını kesmek. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak
kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim
cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu
dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir" Âl-i İmrân (3), 185.
Hz. Peygamber de "İnsanoğlunun
yiyecekleri ile dünya birbirine benzer. İnsanoğlundan çıkana bakın, o güzelim
yiyecekler ne hale gelmiş!" buyurmuştur. Ebû Hüreyre'den
nakledildiğine göre Hz. Peygamber bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Dünya lanetlenmiştir. Onun
içindekiler de mel'ûndur. Sadece zikrullah, Allah'a yaklaştıran şeyler, âlimler
ve ilim öğrenenler müstesnadır"İbnu
mace zühd 3.
15- Kalpte imânı yenileyen şeylerden
biri de Allah'ın hükümlerinin (haramlarının) yüceliğini kabul etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Durum öyledir. Her kim Allah'ın hükümlerine
saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır". Hacc 32
Allah'ın haramlarından maksat O'nun
hükümleridir, haklarıdır. Bunlar
bazen kişilerde, bazen mekanlarda bazen de zamanlarda olur. Şahıslarla ilgili
olanlarına örnek olarak Resûlullah'ın hakkına riâyet etmeyi gösterebiliriz.
Mekanlarla ilgili olanlarına ise Harem-i şerifin hakkını gözetmeyi verebiliriz.
Ramazân ayının hakkını bilmek ise zamanlarla ilgili Allah'ın hakkıdır. Küçük
günahları önemsiz görmemek de Allah'ın haklarının gözetilmesindendir. Abdullah
b. Mes'ûd Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Küçük günahlardan sakının! Bunlar
birleşerek kişiyi helak eder". Hz. Peygamber bir de onlara örnek
vermiştir: "Bir kavim otları
kurumuş bir yere gelir ve herkes birer odun getirerek bir ateş yakarlar.
Sonunda oraya attıklarını pişirirler".Ahmed 1, 402 Aslen kötü olan pek
çok şeyi insanların büyük bölümü küçümserler.
16- İmânı yenileyen şeylerden biri de
mü'minleri sevip kafirlere düşman olmaktır. Allah'ın düşmanlarını sevmek kalbi zayıflatır ve
itikadı soldurur. Kişi, mü'minleri sevip onlara yardım eder ve Allah
düşmanlarına düşmanlık ederse imânı dirilir.
17- Tevazünün da imânın
yenilenmesinde, kalbin parlatılmasında ve kibrin yok edilmesinde önemli bir
rolü vardır. Zira konuşma ve
görünüşte tevazu kalbin tevâzuuna delalet eder. Hz. Peygamber bu konuda şöyle
buyurmuştur: "Tevâzu imândandır".
Bir başka hadiste ise şöyle demiştir: "Gücü yettiği halde güzel giysileri Allah'a karşı tevazuundan dolayı
bırakan kişiyi Allah kıyamet günü herkesten önce çağırır ve imân giysilerinden
dilediğini giyinmesine izin verir.” Örneğin Abdurrahmân b. Avf kölelerinin
arasında tanınamazdı.
18- imânın yenilenmesinde önemli olan
kalbi ameller de vardır:
Allah'ı
sevmek, O'ndan korkmak, O'na yalvarmak, O'nun hakkında hüsn-ü zan beslemek,
tevekkül etmek, O'ndan ve kazasından razı olmak, şükretmek, doğru olmak, kesin
olarak O'na inanmak, O'na güvenmek, tevbe etmek vb. imân zaafiyetini tedavi
edebilmek için müminin bazı makamlara ulaşması gerekir: İstikâmet, inâbe,
tezekkür, kitap ve sünnete yapışma, huşu, zühd, verâ, murakabe.
19- Nefis muhasebesi de imânın
yenilenmesinde önemlidir. Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey imân
edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan
korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"135. Hz. Ömer ise
"Hesaba çekilmeden önce kendi
nefsinizi hesaba çekin" demiştir. Hasan el-Basri'den de "Mü'min nefsine hakimdir ve Allah için
sürekli nefir murakabesi yapar" dediği nakledilir. Rivayete göre
Meymûn b. Mihrân el-Cezeri de "Kişi
ancak ortağını kontrol ettiğinden daha çetin bir şekilde nefis muhasebesi
yaparsa muttaki olabilir" demiştir.
"Nefis,
muhasebesi ihmal edilince ve ona uyulup nefsin istediği her şey yapılırsa helak
olur".
Mü'min
zaman zaman nefsiyle baş başa kalmalıdır. Onu muhasebeye çekmeli, durumunu
gözden geçirmelidir. Nefsinin kıyamet günü için neler hazırladığına bakmalıdır.
20- Son olarak mü'minin imânı için
yapması gerekenlerin en mühimlerinden biri de duadır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İmân giysilerin eskidiği gibi içinizde
yıpranır. Allah'tan imânınızı kalbinizde yenilemesini niyaz edin".
Allahım!
En güzel isimlerinle ve en yüce sıfatlarınla sana yalvarıyorum. Kalplerimizde imânı
tekrar tekrar yenile. Allahım! Bize imânı
sevdir ve kalplerimizde onu süsle. Bize küfür, fısk ve isyanı sevdirme. Bizleri
rüşde erenlerden eyle.Hucurat 7 "Senin
izzet sahibi Rabbin, onların isnad etmekte oldukları vasıflardan yücedir,
münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!Âlemlerin Rabbi olan
Allah'a da hamd olsun!" Amin