Bu Blog içinde Ara

20 Mart 2014 Perşembe

İMANIN ZAAFİYETİ VE OLGUSU

İMANIN ZAAFİYETİ VE OLGUSU
 Hamd yalnızca Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, O'nun affına sığınır ve O'ndan bizi doğru yola iletmesini niyaz ederiz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayete erdirdiği kimseleri dalâlete sürükleyecek; O'nun dalâlete düşürdüğü kişileri de hidâyete erdirecek hiç kimse yoktur. Allah'tan başka ilah olmadığına ve O'nun ortağı bulunmadığına şehâdet ederim. Yine Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve resulü olduğuna da imân ederim.
"Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin" Ahzâb (33), 70-71.
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir" Nisâ (4), 1.
"Ey imân edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur" Âl-i İmrân (3), 102.


 Müslümanlar arasında imân zaafiyeti olgusu yaygınlaşmaya ve her tarafı sarmaya başlamıştır. Pek çok insan kalbinin katılığından şikayet etmekte ve şu tür ifadeleri sıkça kullanmaktadır: "Kalbimin katılaştığını hissediyorum", "ibâdetlerden hiç lezzet alamıyorum", "Sanki imânım yok olmuş gibi hissediyorum", "Kur'ân okurken hiç etkilenmiyorum", "Günaha kolaylıkla düşebiliyorum". Bunların çoğunda imân zaafiyeti hastalığının belirtileri görülmektedir. imân zaafiyeti ise her türlü musibet, kayıp ve belanın sebebidir.
Kalp meselesi hassas ve önemli bir konudur.
Kalp çok çabuk değişkenliğe uğradığı için "kalp" diye isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber bu mevzuda şöyle buyurmaktadır: "Kalp değişkenliği sebebiyle böyle adlandmlmıştır. Kalp ağaca asılmış bir tüy gibidir. Rüzgar onu her taraf çevirir" Ahmed b. Hanbel, IV, 408.
Yine"Kalp yerdeki bir tüy gibidir. Rüzgar onu her taraf çevirir" buyurulmaktadır. İbn Ebi Âsim, Sürme, s. 102, hd. no: 227
Kalp çok keskin dönüşümler yaşar. Bunu Hz. Peygamber "İnsanoğlunun kalbi eğer (üzerinde melek ue şeytanlar arasında cereyan eden) mücâdele kızışmış ise kaderden bile daha hızlı dönüşüm yaşar" İbn Ebi Âsim, Sûnne, s. 102, hd. no: 226
Bir başka rivayette ise "İnsanoğlunun kalbi eğer (üzerinde melek ve şeytanlar arasında cereyan eden) mücâdele kızışmış ise kaderden daha şiddetli dönüşüme uğrar" Ahmed b. Hanbel, VI, 4 buyurulmaktadır.
Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın naklettiği bir hadiste Hz. Peygamber'in buyurduğu gibi kalpleri evirip çeviren Allah Teala'dır: "Ademoğlunun kalpleri Allah'ın iki parmağı arasında tek kalp gibidir. Onu dilediği yöne çevirir". Bunun ardından Hz. Peygamber şöyle dua etmiştir: "Ey kalpleri yönlendiren Allahım! Kalplerimizi sana itaate yönlendir!" Müslim, Kader 17
"Allah insan ile kalbi arasına yerleşir".Enfal 24 Kıyamet günü "Sadece sağlam bir kalp ile Allah'ın huzuruna gelenler" Şuara 89 kurtulacaktır. "Allah'ın zikri konusunda kalpleri katılaşanlara” Zümer (39), 22 yazıklar olsun! Cennet “Gayba imân ederek Rahmân'dan korkan ve Allah'ın huzuruna itaatkar bir kalp ile gelenler içindir" Kaf 33
Mü'min kimsenin kalbi hassas olmalı, hastalığın yerini bilmeli ve hastalığın sebebinin farkında olmalıdır. Bu hastalık kendisini helak etmeden önce hemen tedaviye başlamalıdır. Bu mesele oldukça önemli ve tehlikelidir. Allah Teâlâ katı, kilitli, hasta, kör, anlayışsız, ters yüz olmuş ve mühürlenmiş kalbe sahip olmakları sakındırmıştır.
Şimdi birazda imân zayıflığının işaretlerine, bunun sebeplerine ve tedavisine değinelim. Bu sohbetin öncelikle kendime, sonra bütün müslüman kardeşlerime faydalı olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ederim! Kalplerimizi hassaslaştıracak ve bizi hidayete sevkedecek olan sadece Yüce Allah'tır. O bize yeter. O ne güzel mevlâ ve ne güzel vekildir!
1. İMAN ZAAFİYETİNİN BELİRTİLERİ
İmân zayıflığı hastalığının pek çok belirti ve göstergesi vardır:
1-Günah işlemek ve haram kılınmış şeyleri yapmak: Allah'a karşı isyan içinde olanların bir kısmı tek bir günahı sürekli işlerken; diğer bir kısmı ise her türlü günahı işleyebilmektedir.Çokça günah işlemek, zamanla o günahların benimsenmiş alışkanlıklar haline gelmesine sebep olur. Daha sonra giderek günaha alışılır ve bu günahı işlemek kötü görülmemeye başlanır.
Günahkar olan kişi en sonunda açıktan açığa işlediği günahları anlatma noktasına gelir ve böylece şu hadisin kapsamına da girer: "Açıklayıcılar hariç ümmetimin tamamı affedilebilir. Açıklayıcılar Allah'ın geceleyin örttüğü günahlarını gündüz başkalarına anlatanlardır. Allah gece onun günahını örter, o isegündüz Allah'ın örtüsünü açıp günahını gösterir". Buhâri, Edeb 60; Müslim, Zühd 52
2-Kalbin katılaştığını ve haşinleştiğini hissetmek: Öyle ki insan kalbinin katı bir taşa dönüp hiç bir güzellik ortaya koymadığını ve hiçbir şeyden etkilenmediğini hisseder. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Ne var ki bunlardan sonra yine kalp leriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır.Çünkü taşlardan öylesi uar ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir" Bakara (2), 74. Kalbi katılaşmış bir kimseye ne ölümü hatırlatmak, ne de ölüleri görmek etki eder. Belki de bizzat cenazeyi taşır ve mezara toprak atar ama mezarlar arasında gezerken sanki taşlar arasında geziyormuş gibi hisseder.
3-İbâdetleri tam anlamıyla yerine getirmemek: Örneğin namaz kılarken, Kur'ân okurken, dua ederken zihnin dağılması ve bu zikirlerin anlamını düşünmemek böyledir. Halbuki bunlar düzenli olarak, hatta bıkkınlık verecek derecede bu duaları okumaktadırlar. Yine bazı kimseler de belli bir vakte tahsis ettiği bir duayı okuduğu halde yıllar geçse bile o duanın anlamını öğrenme gereği hissetmez. Halbuki "...Gafil bir kalp ile yapılan duayı Allah kabul etmez" Tirmizi,  Daavât  65.
4-Allah'a itaat ve ibâdetler konusunda ihmalkâr davranmak: Böylesi kimseler zaman zaman ibâdet ettiklerinde, Allah'a ibâdet ettiklerinin şuurunda olmayıp ruhsuz hareketler yaparlar. Halbuki Allah Teâlâ münâfıklan şöyle vasfetmiştir: "Şüphe siz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıktan zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler" Nisâ (4), 142.
İyilik ve ibâdete mahsus zamanların geçmesine üzülmemek, bunlara özen göstermemek de örnek olarak zikredilebilir. Bunlar kişinin sevap kazanmaya pek ehemmiyet vermediğini gösterir. Mesela kişi gücü yettiği halde hac ibâdetini geciktirir, herkes cihad için hazırlık yaparken evinde oturur ve önce cemaatle namazı sonra da Cuma namazlarını terk eder. Halbuki Hz. Peygamber "İnsanlar birinci safı çokça terkedince Allah da (onlara rahmetiyle muamele etme, derecelerini yükseltme konusunda yavaş davranır ve)onları arkalarda bırakır" Ebû Dâvûd, Salât 97 buyurmuştur. 
Uyuya kalarak farz namazı geçirdiği zaman canı sıkılmayan kişiyi de burada sayabiliriz. Revâtip sünnetlerden birini ya da herhangi bir virdi kaçırdığı zaman bunu kaza etmeye çalışmamak ve telafisi için gayret göstermemek de böyledir. Aynı şekilde sünnetleri ve farz-ı kifâyeleri önemsememek de bu grupta sayılabilir. Hatta bazı âlimlere göre vacip olmasına rağmen bayram namazlarına, küsuf ve husuf namazlarına, cenaze namazlarına katılmamak da bu kısma dahildir. Bu kimse sevaptan kaçmakta ve kendini sevaptan müstağni görmektedir.
Halbuki Allah Teâlâ bunların aksini düşünenleri şöyle nitelemiştir: "Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik; eşini de kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık. Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvanrlardı; onlar, bize karşı derin saygı içindeydiler" Enbiya (21), 90.
Allah'a itaatte ihmalkârlığın işaretlerinden bir kısmı da şunlardır: Revâtip sünnetleri yapmamak, geceleri ihya etmemek, mescitlere erkenden gitmemek, nafileleri ihmâl etmek, Tevbe ve İstiğfar namazlarını bırakın Duhâ namazına dahi özen göstermemek.
5- Canın sıkılması, mizacın değişmesi, kişinin üzerinde bir ağırlık hissetmesi, en küçük bir şeyde öfkelenmek ve sıkıntıya girmek, çevredeki insanların davranışlarından sıkılmak, müsamahakâr olamamak da imân zaafiyetinin birer göstergesidir. Hz. Peygamber imânı "imân, sabretmek ve müsamaha göstermektir" diye nitelemiştir. Ahmed b. Hanbel, IV, 385.
Mü'min ise "Ülfet eden ve ülfet edilendir. Ülfet etmeyen ve kendisine ülfet edilemeyen adam da hayır yoktur" şeklinde vasıflandırılmıştır. Ahmed b. Hanbel, II, 400, V, 335
 6-Vaad, vaid, emir, nehiy ve kıyameti açıklayan Kur'ân âyetlerinden etkilenmemek de imân zaafiyetinin işaretlerinden-dir. imânı zayıf olan kimse Kur'ân dinlerken sıkılır. Uzun süre Kur'ân okuyamaz. Her ne zaman Kur'ân'ın kapağını açsa hemen kapamaya çalışır.
7-Allah'ı zikretmekten ve O'na dua etmekten gafil olmak da bir göstergedir. Zikretmek ağır gelir ve her ne zaman ellerini dua için kaldırsa hemen indiriverir. Halbuki Allah teâlâ münafıkları "Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıktan zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler" şeklinde nitelemiştir. Nisa (4), 142
8-Allah'ın haram kıldıklarının işlenmesine kızmamak da bir işarettir. Zira kalpteki ateş sönünce diğer organların Allah'ın haramlarının yıkılmasına karşı çıkması beklenemez. Böylece kişi ne mârufu emreder ne de münkeri yasaklar. Allah için hiçbir zaman yorulmaz, yüzü pörsümez.
Hz. Peygamber sahih bir hadiste böylesi zayıf kalplileri şöyle niteler: "Fitneler, birbiri ardına alınıp dizilen kamışlardan örülen hasır gibi, insanların kalbine peşpeşe musallat olur. Kalbe bu fitnelerden biri nüfuz ederse onda siyah bir leke ortaya çıkar. Kalp söz konusu fitneyi reddederse onun üzerinde de beyaz bir nokta hasıl olur. Böylece iki ayn kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dinyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan  kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir" Müslim, imân 231.
Bu kişinin kalbinden iyiyi sevip kötüden uzak durma duygusu yok olmuştur. Artık ona göre her şey eşit haldedir. O halde bu kimseyi mârufu emredip münkerden nehyetmeye ne sevkedebilir? Hatta bu kimse yeryüzünde bir kötülüğün yapıldığını duyduğu halde buna nza gösteriyorsa, aynen o kötülüğe şahit olan ve onu onaylayan ile aynı günahı yüklenir.
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yeryüzünde bir kötülüğü görüp de ondan hoşnutsuzluk duyan sanki onu hiç görmemiş gibidir. Ama görmediği halde ona rıza gösteren onu görmüş gibidir" Ebû Dâvûd, Melâhim 17. Bir kalbi amel olan kötülüğe rıza göstermek fiili, kişiyi o kötülüğü görüp de düzeltmeyenlerin seviyesine indirmektedir.
9- Ortaya çıkıp gösteriş yapmak da bir işarettir. Bunun çeşitli şekilleri vardır:
a. İnsanlara baş ve başkan olmaya düşkünlük gösterip bunun mesuliyetini ve tehlikesini düşünmemek. Halbuki Hz. Peygamber "Sizler yönetmeye pek meraklısınız. Ancak kıyamet günü pişman olursunuz. Zira yöneticiliğin öncesi iyi sonrası pek kötüdür" Buhâri, Ahkâm 7. Öncesinin iyi olması mal, itibar ve iştah çekici bir hayata sahip olmaktan, sonrasının kötü olması ise öldürülme, azledilme ve kıyamette sorgunun ağırlığından kaynaklanmaktadır.
Hz. Peygamber bir başka hadiste ise şöyle buyurmuştur: "Size yöneticiliğin nasıl olduğunu haber vereyim mi? Başı yorgunluk, ortası pişmanlık ve sonu kıyamet azabıdır. Ancak idaresi altındakilere adil davrananlar müstesnadır" Taberâni, el-Mu'cemü'l-kebir, XVIII, 72. Eğer yönetici görevlerini hakkıyla yapar ve mesuliyetini taşırsa; çalışır ve adaletli işler yaparsa orada ondan daha hayırlı hiç kimse olamaz.
Hz. Yusuf'un hayatını örnek olarak gösterebiliriz. Bu durumda idareci için övgü dolu sözler kullanabiliriz. Fakat idarecilik çoğu zaman azgın ve dizginlenemez bir baş olma tutkusu, en   iyiye   sahip   olma   arzusu,   hak   sahiplerinin   haklarını gaspetmek, emir verme ve yasak koyma konusunda kendisini tek merci görmek şeklinde ortaya çıkmaktadır.
b. Meclislerde baş tarafa geçmek, etkili sözlerle başkaları üzerinde nüfuz sağlamaktan hoşlanmak (ya da hep kendisinin konuşması gerektiğini düşünmek) ve başkalarını dinlememek de bu kısımda sayılabilir. Bu kimseler söz hakkının her zaman kendilerine ait olduğunu sanırlar. Meclislerde baş tarafa geç mek mihraba yönelmektir. Halbuki Hz. Peygamber "Bu kurbanlık yerlerinden, mezbahalardan yani mihraplardan çekinin!" Beyhaki, es-Sünenü'l-kübrâ, II, 439, buyurmuş ve insanların mihraba geçmek için istekli olmamalarını istemiştir
c. Kişinin kendi hasta nefsini tatmin etmek için bir yere girdiği zaman başkalarının ayağa kalkmalarını istemesi de bu rada sayılabilir. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:''Allah'ın kullarının kendisi için ayağa kalkmalarını arzulayan kişi ateşten bir eve hazırlansın" Buhâri,   el-Edebul-müfred,   hd.   no:   977. Aşırı derecede öfkeli olan ve Hz. Peygamber'in "Kimse başkasını kaldırıp onun yerine oturmasın" Buhâri, İsti'zân 31-33 diyerek yasaklamasına rağmen bir meclise girdiğinde başkalarının yerine oturmaktan hoşlananları da burada sayabiliriz.
 10- Cimrilik ve pintilik de böyledir. Allah Teâlâ Ensâr'ı (Medineli sahâbileri) Kur'ân'da şöyle övmüştür: "Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onlan kendilerine tercih ederler" Haşr (59), 9.
 Böylece kurtuluşa erecek olanların cimrilikten sakınanlar olduğunu haber vermiştir. Kuşkusuz cimriliğe sevkeden âmillerden biri de imân zaafiyetidir. "Bir kulun kalbinde cimrilik ile imân biraraya gelemez" Nesâi, Cihâd 8 hadis-i şerifi buna delâlet etmektedir.
Cimriliğin tehlikesine ve insan nefsindeki tahribatına ise Hz. Peygamber şu sözüyle işaret etmiştir: "Cimrilikten sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir. (Şöyle düşünmek yanlıştır:) Onlara cimrilik emredildi yaptılar, akraba ziyaretini kesmeleri emredildi yaptılar ue günah işlemeleri emredildi onu da yaptılar" Müslim, Birr 56. Zayıf imân sahibi bir kimse neredeyse Allah için hiçbir şey vermez. Muhtaç bir kimse sadaka istese, müslü-manlar dara düşse ya da musibete uğrasalar bile imân zaafı yaşayan kimse onlara yardım etmez.
Bu konuda Allah'ın kelâmından daha beliğ bir ifade yoktur: "İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağnhyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.Muhammed (47), 38
11- Kişinin yapmayacaklarını yapacakmış gibi söylemesi de iman zayıflığı için bir belirtidir. "Ey imân edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır" Saff (61), 2-3 âyeti bunun ne kadar kötü bir davranış olduğunu ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bu davranış bir nevi münafıklıktır. Sözü davranışlarına uymayan kişi, hem Allah katında kınanmıştır, hem de halk nazarında kötü görülmüştür. Cehennemlikler dünyada iyiliği emredip kendisi yapmayanlar ile münkeri nehyettiği halde günaha girenleri ortaya çıkaracaklardır.
12-Müslüman kardeşlerinin maddi yoksulluk çekmelerine, ziyana uğramalarına, başlarına gelen musibetlere ve ellerindeki bir nimeti kaybetmelerine sevinmek ve bundan mutlu olmak da imân zaafiyetine delâlet eder. Sevinir; çünkü başkasının elindeki nimet artık yok olmuştur. Yani başkasında olup da kendinde olmayan bir nimet ortadan kalkmıştır.
13-İman zaafiyetini gösteren emarelerden birisi de hadiselere sadece yunan olup olmadıkları açısından bakmaktır. Mekruh olan işler ise görmezden gelinir. Bazı kimseler yapmak İstedikleri   amellerin   İyi   olup  olmadıklarını   değil,   günah   olup olmadıklarını sormaktadırlar. Onlar davranışlarının haram mı mekruh mu olduğunu merak etmektedirler. Bu durum kişiyi şüpheli ve sevimsiz işler yapmaya sevkeder.
Zaman içinde de bu kişi haram kılınmış amelleri yapar. Bu kişiler için haram olmadığı sürece şüpheli ve mekruh şeyleri yapmaya bir engel bulunmamaktadır. Hz. Peygamber'in şu hadislerinde haber verdiği kimseler de bunlardır: "Şüpheli şeyleri yapanlar haram işlemiş gibidirler. Bunlar korumaya alınmış bir arazinin çevresinde hayvan otlatan bir çobana benzerler. Hayvanların korunan araziye girmeleri pek yakındır..." Buhâri, imân 39
Hatta bazı kimselere hükmünü sordukları şeylerin haram olduğu haber verildiği zaman, bunların haramlığının şiddetli olup olmadığını araştırmaktadır!? Bu fiilin ne kadar günah olduğunu sormaktadır! Bunlar kötü ve çirkin işlerden uzaklaşmaya ehemmiyet vermeyen, bilakis haramların en alt seviyesini ve zaman içinde haramları işlemeye sevkedecek küçük günahları yapmaya alışmış ve günahlarla aralarındaki perdeyi yırtıp atmış kimselere benzerler.
Bu sebeple Resûlullah sahih olarak nakledilen bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "Kıyamet günü ümmetimden bazılarının Tihâme dağı kadar iyiliği getirilir; ancak Allah o iyiliklerin hepsini yok eder" Bunun üzerine Sevbân "Ya Resûlallah! Onları bilmiyoruz. Onlardan olmamamız için onları bize anlatır mısın?" diye sordu. Hz. Peygamber de "Onlar sizin kardeşlerinizde. Onlar da sizler gibi geceleri ihya ederler. Ancak yalnız başına kaldıklarında haram işlerler" İbn Mâce, Zühd 29.
Bunlar hiç tereddüt geçirmeden ve çekinmeden haram işlerler. Bunlar içinde sıkıntı duyarak ve duraksayarak haram işleyenlerden daha körü durumdadırlar. Ancak yine de her iki grup da tehlike içindedirler. Bununla birlikte birinci grup ikinciden daha kötüdür. Bunlar imân zaafiyeti yaşadıklan için gü-nahlan küçümserler. Hatta körü bir fiil işlediklerini dahi düşünmezler. Bu sebeple Abdullah b. Mes'ûd mü'min ile münafığı şöyle nitelemiştir: "Mü'min günah işlemeyi sanki her an üzerine devrilecek bir dağın altında oturmak gibi görür. Fâcir ise günah işlemeyi burnuna konan (eliyle kovduğu) bir sinek gibi telakki eder" Müslim, Birr 144.
14- İyiliği küçük görmek ve küçük iyiliklere ihtimam göstermemek de imân zaafıyetinden kaynaklanır. Halbuki Hz. Peygamber böyle olmamamızı istemiştir. Nakledildiğine göre Hz. Peygamber'e "Ya Resûlallah! Bizler çölde yaşayan insanlarız. Bize Allah katında fayda verecek bir şeyler öğret!" dendiği zaman "Birisine su versen ya da güler yüzle birisiyle konuşsan bile hiçbir iyiliği küçümseme!" buyurmuştur. Bir kimse kuyudan su içmek isterken, siz ona kendi kabınızla su verseniz, bu yaptığınız elbette küçük bir ameldir. Ancak asla küçümsenmemelidir. Aynı şekilde kardeşlerini güler yüzle karşılamak ve mescitte görülen bir lekeyi temizlemek de böyledir.
Hatta mescitten alınıp atılan şey, küçük bir saman çöpü bile olsa, bu tür amellerin günahların bağışlanmasına vesile olacağı umulur. Allah Teâlâ böyle ameller yüzünden kullarına mağfiret eder. Örneğin Hz. Peygamber "Müslümanlara zarar vermemesi için yoldaki bir ağaç parçasını alan kişi cennete girer" buyurmuştur. Müslim, Birr 128
Küçük iyilikleri hakir gören bir nefis kötüdür. Aslında böylesi küçük iyilikleri önemsememenin cezası olarak büyük meziyetlerden uzak kalmak yeterlidir. Hz. Peygamberin şu sözü buna delâlet etmektedir: "Kim yolda müslümanlara eza verecek bir şeyi kaldırrsa kendisi için bir iyilik yazılır. Kimin de bir iyiliği kabul edilirse o mutlaka cennete girer". Muaz b. Cebel bir gün yanında arkadaşı da varken yoldaki bir taşı kaldırmıştır. Arkadaşı bu hareketinin sebebini sorunca Resûlullah'ı "Kim yoldaki bir taşı kaldırrsa kendisine bir iyilik yazılır. Kimin bir iyiliği varsa cennete girer" buyurduğunu söylemiştir.
15- Müslümanların durumlarını önemsememek, dua, sadaka ve yardım gibi faaliyetlerde bulunmamak da imân zaafiyetinin işaretidir. Bu kimseler dünyanın herhangi bir yerinde zalim kralların ve düşmanların sultası ve saldırısı altında ezilen kardeşlerinin sıkıntıları karşısında hiçbir şey hissetmezler. Bunlar sadece kendi rahatlarını düşünürler. İşte bu imân zaafiyetinden kaynaklanmaktadır. Müslüman asla böyle davranamaz.
Zira Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Mü'min ehl-i imân içinde bedendeki baş gibidir. Başın ağnması nasıl bedeni rahatsız ediyor ise ehl-i imânın başına gelenlerde mü'mini rahatsız eder" Ahmed b. Hanbel, V, 340.
16-Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağını önemsememek de imân zaafiyetindendir. Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah ya da islâm için birbirini seven iki kişinin arası içlerinden biri günah işleyince bozulur" Buhâri, el-Edebü'l-müfred, 401. Bu hadis, günahın kardeşlik bağını kopardığını göstermektedir. Kardeşler arasında zaman zaman görülen bu kötü durum, günahlarla zayıflatılan imânın bir neticesidir. Çünkü Allah Teâlâ günahkâr olan kimseyi müslüman kardeşinin kalbinden çıkarır. Onların arasında kötü bir durumda itibarsız şekilde yaşar gider. Ona ne mü'minler merhamet eder ne de Allah onu korur. Çünkü Allah yalnız imân edenleri korur!
17-İslâm için mesuliyet alıp çalışmayı istememek de imân zaafiyetinin göstergelerindendir. Bu kimseler ne İslâm'ın yayılması için ne de ona hizmet etmek için çalışırlar. Onların bu durumu İslâm'a girer girmez hemen sorumluluk yüklenen sahâbilerin tam tersidir.
Mesela Tufeyl b. Amr ed-Devsi müslüman olduktan hemen sonra kavmini İslâm'a çağırmaya gitmiştir. Kavmini İslâm'a davet etmek için hemen çalışmaya koyulmuştur. İslâm'a girmesiyle birlikte kavmine geri dönmesi gerektiği hissine kapıldı ve onları Allah'a davet etmek için onların yanına gitti. Halbuki bugün insanların pek çoğunun islâm'a uygun bir hayat tarzını benimsemeleriyle bunu yaymaya çalışmaları arasında uzun bir zaman geçmektedir.
Sahâbiler İslâm'a girmeleri sebebiyle üzerlerine düşen kâfirlere düşmanlık ve onlardan uzak olmak gibi görevleri hemen yerine getirirlerdi. Örneğin Yemamelilerin lideri Sümâme b. Üsâl el-Hanefi müslümanlara esir düşüp, Medine'ye getirildiği ve mescide bağlandığı halde, Hz. Peygamber kendisini İslâm'a davet ettiği zaman Allah kalbine imân nuru verdi ve müslüman oldu. Daha sonra umre için Mekke'ye gittiğinde Kureyşli kâfirlere: "Hz. Peygamber izin vermedikçe Yemâme'den bir tek buğday tanesi bile alamazsınız!" dedi Kâfirleri terk edip iktisadi açıdan muhasaraya almaya çalışması ve elindeki bütün imkanları İslâm'a davet için seferber etmesi hemen gerçekleşmiştir. Elbette onu böyle davranmaya şüphe barındırmayan imânı itmiştir.
18- Bir musibet başa geldiği zaman ya da bir zorlukla karşılaşıldığında korkuya kapılmak ve ürpermek de imân zaafiyetindendir. Böylelerinin musibetle karşılaşınca tir tir titrediklerini, dengelerini kaybettiklerini, neredeyse akıllarını yitirdiklerini ve etrafa boş boş baktıklarını görürsün. Bunlar bir belaya uğradıklarında şaşkınlığa düşer, çıkış yolu bulamazlar. Sıkıntı kaplar her taraflarını ve bu belaya karşı koyabilmek için sağlam bir kalbe sahip olamazlar. Bütün bunlar imân zaafiyetinden kaynaklanmaktadır. Eğer imânı sağlam olsa kendisi de sağlam olurdu. Bu durumda en büyük bela ve musibetleri dahi kuvvetle karşılayabilirdi.
19- Katı kalpli, tartışmayı ve mücâdeleyi seven bir yapıya sahip olmak da imân zaafiyetin dendir. Hz. Peygamber sahih olarak nakledilen bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: "İnsanlar münakaşaya dalmadıkça hidâyet üzereyken dalâlete düşmezler". Delilsiz ve doğru bir amaca yönelik olmayan mücadeleler sırât-ı müstakimden ayrılmayla sonuçlanır. İnsanların bugün yaptıkları mücâdelelerin çoğu batıl yolla yapılmaktadır. Mücâdelelerinde ne bir bilgiye, ne hidâyete ne de Kitab'a dayanmaktadırlar. Bu kötü özelliği terketmek için Hz. Peygamber'in şu sözüne kulak vermek yeterlidir: "Haklı olduğu halde tartışmadan uzak duran kişi için cennetin ortasında bir ev için kefilim".Ebu Davud edeb 7
20- Dünyaya bağlılık, dünyalık sevgisi ve dünyaya yapışmak da imân zaafiyetinden kaynaklanır. Kalp dünyaya öyle bir bağlanır ki kişi dünyanın mal, şöhret, makam ve mesken gibi bir parçasını kaybedince büyük bir üzüntü duyar. Kendisini şanssız ve bahtsız addeder. Çünkü o başkasının ulaştığı dünyalıklara ulaşamamıştır. Yine kendisinin elde edemediklerine bir başka müslüman kardeşi ulaştığı zaman da büyük bir elem ve keder hisseder. Onu kıskanır ve nimetin ondan alınmasını arzular. Halbuki bu Hz. Peygamber'in de buyurduğu gibi imâna aykırıdır: "Bir kalpte imân ile kıskançlık birarada bulunmaz".Nesei cihad 8
21-Kişinin, imânını gösteren bir şekilde değil de sadece aklı önceleyen bir yapıda konuşması da imân zaafiyetindendir. Öyle ki böyle birisinin âyet, hadis ya da seleften bir söz naklettiği hiç görülmez.
22-Kişinin nefsini yemek, içmek, giysi, ev ve araba açılarından tatmin etme konusunda aşırıya kaçması da imân zaafiyetindendir. Bu kimselerin kemâliyâta (ihtiyaç kadarıyla yetinmeyip daha güzel olanlara) önem verdiklerini, süslü kılık kıyafetler giydiklerini, çok güzel kumaşlar almak için çaba sarfettiklerini, evlerini tezyin ettiklerini, mallarını ve vakitlerini bu tür uğraşlarda heba ettiklerini görürsün. Halbuki bunların hiçbirine ihtiyaç yoktur.
Hatta müslüman kardeşlerinin bir kısmı onun boş yere harcadığı bu mallara şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Sonunda kişi Muâz b. Cebel hadisinde yasaklanan refaha dalar. Rivayete göre Resûlullah Hz. Muâz'ı Yemen'e gönderirken ona şunları tavsiye etmiştir: "Nimetlere garkolmaktan sakın! Zira Allah'ın kullan aşırı derecede nimete garkolanlar değildir" Ahmed b. Hanbel, V, 243-244.
II. İMÂN ZAAFİYETİNİN SEBEPLERİ
İmân zaafiyetine yol açan pek çok etken bulunmaktadır. Bunların bir kısmı günah işlemek ve dünyalık sevgisi gibi imân zaafiyetini gösteren emarelerle ilintilidir. Daha önce zikredilenlere ilave olarak burada şu sebepleri sayabiliriz:
1- imân duygusunun teneffüs edildiği atmosferden uzun sayılacak bir süre uzak kalmak. Bu durum kişinin nefsine imân zaafiyetini yerleştiren temel unsurlardan biridir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "imân edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir" Hadid (57), 16.
Bu âyet uzun bir süre imân ortamından uzak kalan kişilerin kalplerinde imân zaafiyetinin oluşabileceğini göstermektedir. Örneğin uzun bir süre yolculuk ya da vazife türü bir nedenle müslüman kardeşlerinden uzak kalan bir kimse, daha önce gölgesi altında rahat ettiği ve kalbini güçlendirdiği imân havasını kaybeder. Mü'min, tek başına az (zayıf), kardeşleriyle birlikte çoktur (güçlüdür). Hasan el-Basri şöyle demiştir:
"Kardeşlerimiz ailelerimizden daha değerlidir. Zira ailelerimiz bizi dünya için zikrederler. Kardeşlerimiz ise âhiret için!" Hatta bu uzaklık devam ederse zaman içinde kişi imân havasından nefret eder hale gelebilir. Kalbi katılaşır, zaiimleşir ve imân nurunu kaybeder. İşte bu bazılarının tatillerde yaptıkları yolculuklarda ya da iş veya çalışma için başka yerlere gittiklerinde yaşadıkları yozlaşmayı açıklamaktadır.
2-Salih ve örnek insanlardan uzak kalmak. İnsan, faydalı ilim ve sâlih amel sahibi olan ve imânı kuvvetli olan kişilerin elinde yetişir. İlim, ahlak ve fazilet adına o kişide ne varsa onu örnek alır. Hocasından kısa bir süre ayrılsa bile hemen kalbinde bir katılaşma hisseder. Bu sebeple Hz. Peygamber vefat edip defnedildiği zaman sahâbiler:
"Kalplerimizin üstünü örttük" demişlerdir. Hocaları, eğitimcileri ve örnekleri olan Hz. Peygamber vefat ettiği için onları yalnızlık duygusu kaplamıştır. Onlar bazı haberlerde ise şöyle nitelenmişlerdir: "Bir kış gecesinde ortada kalmış koyun gibiydiler" Ancak Hz. Peygamber onları birer dağ haline getirerek terketti. Her biri hilâfete layık idi ve birbirlerine örnek idiler. Halbuki bugün müslümanlar kendisine yaklaşacaktan bir örneğe ne kadar da muhtaç durumdalar.
3-imân zaafiyetine yol açan sebepler arasında İslâmi ilimleri öğrenme arzusu taşımamayı, selef âlimlerinin eserleriyle ve kalbi dirilten imân ile ilgili kitaplarla ilgilenmemeyi de sayabiliriz. Bazı kitaplar vardır ki bunları okuyan kişi, kalbinde imânın coştuğunu ve nefsinde gizli kalmış imânını koruyacak duyguların hareketlendiğini hisseder. Bunların başında Kur'ân-ı Kerim gelir. Daha sonra hadis kitapları, zühd ve rekâik konusunda güzel eserler veren ve akideyi kalbi diriltecek bir üslûpla işleyen âlimlerimizin telifleri yer alır.
es-Sahihayn gibi eserleri okuduğunuzda, kendinizi Hz. Peygamber ve sahâbilerle ilk asırda yaşıyormuş gibi hissetmenize, onların yaşantı ve siretlerinden imâni esintiler almanıza rağmen neredeyse hiç okunmamaktadır.
Ehl-i hadis her ne kadar bizzat Resûlullah'ın ashabı olmamış iseler de onun nefeslerine arkadaşlık etmişlerdir. İmânı dirilten kitaplardan uzaklaşmanın etkileri, felsefe, psikoloji ve sosyoloji gibi İslâm'dan soyutlanmış olarak ortaya konan ilimleri okuyanlarda özellikle görülmektedir. Aynı şekilde hayal mahsulü hikayeleri, aşk ve tutku romanlarını, gazete ve dergilerdeki faydasız haberleri okuyanlar, bunlara önem verenler ve bundan vazgeçemeyenlerde de görülmektedir.
4-Müslüman bir kimsenin günahlarla dolu bir yerde yaşaması da imân zaafiyetinin sebepleri arasındadır. Etrafındakilerden biri işlediği bir günahı övünerek anlatır, diğeri şarkılar söyler, bir başkası sigara içer, dördüncüsü hayasız kadınların resimleri bulunan dergilerden okur, beşincileri ise sürekli lanet okur ve küfürler eder. Dedikodu, gıybet, söz taşıma ve maç sohbetleri ise sayılamayacak kadar çoktur.
Bugün insanların çoğunun toplantılarında ve bürolarında yaptıkları gibi bazı ortamlarda ise yalnızca dünya işleri konuşulur. Ticaret, görev, mal-mülk, kâr, işteki sorunlar, yükselmeler, atamalar vb. konulardan başka bir şey konuşulmaz. İnsanların çoğunun ehemmiyet verdiği ve konuştuğu konular bunlardır.
Evler ise -hiç kuşku yok ki- artık müslümanı utandıran ve kalbini sızlatan birer felaket ve kötülük mekanları haline gelmiştir. Hayasız şarkılar, kötü filimler, haram kılınmış kadın erkek ihtilafı vb. şeyler müslümanların evlerini doldurmaktadır. Elbette böyle bir toplumun kalpleri hastalık kapar ve katılaşır.
5-Dünya işlerine dalıp gitmek de bir başka sebeptir. Bu durumda kalp dünyanın kulu haline gelir. Resûl-i Ekrem Efendimiz "Dinarın ve dirhemin kulu olanları Allah perişan etsin!" Buhâri, Cihâd 70 buyurmuştur. Bir başka hadiste ise Resûlullah'ın "Size dünyada bir yolcunun azığı kadar mal yeter" buyurduğu nakledilir. Burada kişiyi amacına ulaştırmaya yetecek kadar az şey kastedilmektedir. Mala tamahın ve mal mülk hırsının yaygınlaştığı bu günlerde bu durum açıkça görülmektedir. İnsanlar ticaretin, sanayinin ve ortaklıkların peşinde koşmaktadırlar.
İşte bu durum Hz. Peygamber'in şu sözünün onayıdır: "Allah Teala "Biz malı namaz kılınsın zekat verilsin diye indirdik. İnsanoğlunun bir vadi malı olsa ikincisini, iki uadi malı olsa üçüncüsünü ister. Ademoğlunun gözünü toprak doyurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder" buyurmaktadır".
6- Yalnızca mal, eş ve çocuklarla meşgul olmak da imân zaafiyetine yol açar. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katmdadır" Enfâl (8), 28
Bir başka âyette ise "Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katmdadır" Âl-iİmrân(3), 14.
Bu âyet-i kerime sayılan şeylerin özellikle de kadın ve çocuklara duyulan sevginin Allah'a itaatin önüne geçmesinin kötü olduğunu ve bunu yapan kişinin kınandığını göstermektedir. Ancak bunları dinin izin verdiği ve gösterdiği şekilde seven kişi övülmüştür. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bana dünyadan kadınlar ve güzel kokular evdirildi. Güzümün nuru ise namazdır". İnsanların çoğu haramları işleme konusunda hanımlarının peşinden giderler. Yine çoğu kimse Allah'a ibâdeti unutup çocuklarıyla meşgul olurlar.
Halbuki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Çocuk üzüntü, korkaklık, cehalet ve cimrilik sebebidir'. Cimrilik sebebidir; çünkü kişi ne zaman Allah yolunda infakta bulunmak istese şeytan hemen ona çocuklarını hatırlatır. Bunun üzerine o kişi evlatlarının kendi malını almaya daha fazla hak sahibi olduklarını, kendisinden sonra sıkıntıya düşebilirler diye malını saklaması gerektiğini düşünür ve malını Allah yolunda infak etmekten vazgeçer.
Korkaklık sebebidir; çünkü kişi Allah yolunda cihada karar verince şeytan, öldürülürse çocuklarının yetim kalacaklarını söyler. Bunun üzerine o da cihada katılmaktan vazgeçer.
Cehalet sebebidir; çünkü baba olan artık ilim talep etmekten, tahsil için çalışmaktan, ilim meclislerinden bulunmaktan ve kitap okumaktan âciz kalır.
Üzüntü sebebidir; çünkü çocuk hasta olunca veya babanın gücünü aşan bir şey isteyince baba üzüntü duyar. Yine çocuk büyüyüp ana babasına isyan ederse, işte bu sürekli üzüntü ve ayrılmaz gam anlamına gelir.
Burada evliliği, çocuk sahibi olmayı ve çocuk eğitimini terketmek gerektiğini kastetmemekteyiz. Amacımız onlarla meşguliyete dalıp haramlara düşmekten sakındırmaktır.
Mal-mülk fitnesine gelince Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi ise maldır". Mala düşkünlük, din için koyun ağılına giren kurttan daha zararlıdır.
İşte bu Hz. Peygamber'in "Mal ve şeref düşkünlüğünün dine verdiği zarar, bir koyuna saldıran iki kurdun verdiği zarardan daha az değildir". Bu sebeple Hz. Peygamber, Allah'ın zikrinden alıkoymayacak ve yetecek kadar dünyalık alınmasını öğütlemiştir. Şöyle buyurmuştur: "Sana Allah katında bir hizmetçi ile binit yeterlidir".
 Resûlullah sadaka verenler hariç malı çok olanların gözünü şöyle korkutmuştur: "Malı çok olanların vay haline! Ancak malını sadaka ve hayırda harcayanlar hariç".
7- Aşırı beklentiler içinde olmak (tûl-i emel sahibi olmak). Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onları bırak yesinler, eğlensinler. Boş ümit onları oyalayadursun. Yakında anlayacaklar!" Hicr (15), 3. Hz. Ali'nin ise "Sizin en çok hevaya uymanızdan ve aşırı beklentilere girmenizden endişe ediyorum. Hevaya uymak haktan sapılmasına sebep olur. Aşırı beklentiler ise âhireti unutturur" dediği nakledilir.
Yine şöyle bir hadis rivayet edilir: "Dört şey sıkıntı verir: Sert bakışlı göz, katı kalp, aşın beklenti içinde olmak ve dünyalık hırsı". Aşın beklentilere kapılmak ibâdetten uzaklaşmaya, onları ertelemeye, dünyaya rağbet etmeye, âhireti unutmaya, kalbin katılaşmasına sebep olur. Çünkü kalbin inceliği ve temizliği, ölümü, kabri, sevabı, cezayı ve kıyamet hallerini düşünmekle olur.
Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: "imân edenlerin Allah 'ı anma ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri kahlaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir" Hadid (57), 16. Denildiğine göre aşın beklenti içinde olmayanın sıkıntısı azalır ve kalbi nurlanır. Zira ölüm geldiği zaman Allah'a ibâdete (itaate) zaman yoktur.
8- imân zaafiyetine ve kalp katılığına yol açan etkenlerden biri de yemede, uyumada, geceleri uykusuz geçirmede, konuşmada ve insanlarla birliktelikte aşırıya kaçmaktır. Çok yemek zihni dağıtır ve bedeni Allah'a ibâdet edemeyecek kadar ağırlaştırır. Vücuda şeytanın girmesini kolaylaştırır.
Bu konuda şöyle bir söz vardır: "Çok yiyen, içen ve uyuyan pek çok sevabı kaçırır" Çok konuşmak kalbi katılaştırır. insanlarla sürekli içli dışlı olmak kişinin nefis muhasebesi yapmasına, nefsiyle baş başa kalmasına ve onu dizginlemesine mâni olur.
Çok gülmek kalpteki hayatiyeti bitirir ve onun ölümüne yol açar. Hz. Peygamber sahih bir hadiste şöyle buyurmuştur: "Çok gülmeyin! Çok gülmek kalbi öldürür"İbnu Mace zühd 12. Aynı şekilde Allah'a ibâdetle geçirilmeyen vakitlerde Kur'ân'ın emirlerinden ve imânın öğütlerinden etkilenmeyen katı bir kalbin ortaya çıkmasına sebep olur.
İmân zaafiyetine yol açan etkenler sınırlanamayacak kadar çoktur. Ancak zikrettiklerimizden hareketle diğerleri de anlaşılabilir. Akıl sahibi herkes bunları anlayabilir. Allah'tan kalbimizi bunlardan temizlemesini ve nefsimizin şerrinden bizi korumasını niyaz ediyoruz!
III. İMÂN ZAAFİYETİNİN TEDAVİSİ
Hâkim en-Neysâbûri el-Müstedrek ale's-Sahihayn adlı eserinde Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu nakleder: "imân giysilerin eskidiği gibi içinizde yıpranır. Allah'tan imânınızı kalbinizde yenilemesini niyaz edin". Yani imân zaman geçtikçe ve tahriş oldukça giysilerin yırtıldığı gibi kalpte yıpranır ve eskir. Mü'min bir kimsenin kalbi bazen günah bulutlarıyla kaplanır ve kararır. Hz. Peygamber bu durumu sahih bir hadislerinde şöyle resmetmiştir: "Kalplerin ayı örten bulutlar gibi bulutları vardır. Panldayan ay bulutla örtülünce kararır. Bulutlar önünden çekilince panldamaya devam eder"Elbani 2268.
Ayın bazen önü bulutlarla kaplanır ve ışığı kaybolur. Bir müddet sonra bulutlar dağılır ve yok olur. Ay da tekrar ışık saçmaya başlar. Aynı şekilde mü'minin kalbide günah bulutlarıyla bazen kaplanır. Bu durumda kalbin nuru yok olur. İnsan karanlıklarda ve felaket içinde kalır. Eğer imânını artırmak için çalışır ve Allah'tan yardım dilerse bu bulutlar ortadan kalkar. Kalbi de yeniden parıldamaya başlar.
İmân zaafiyeti meselesini anlama ve tedavi etme konusundaki önemli hususlardan biri de imânın artıp eksildiğinin bilinmesidir. Bu ehl-i sünnet ve'1-cemaahn kesin inancıdır. Onlara göre imân, söz ile ikrar, kalb ile tasdik ve vücut ile ameldir. imân ibâdetlerle artar, günahlarla azalır. Kur'ân ve sünnetten pek çok delil bunu göstermektedir.
Mesela Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "imânlarını bir kat daha artırsınlar diye mü'minlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, her şeyi hikmetle yapandır" Fetih 4 "Herhangi bir sûre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: "Bu sizin hanginizin imânını artırdı?" imân edenlere gelince bu sûre onların imânını artırır ve onlar sevinirler" Tevbe 124 âyeti de aynı şeye delâlet etmektedir.
Hz. Peygamber ise "Kötü bir şey gören eliyle, olmazsa diliyle, olmazsa kalbiyle onu düzeltsin. Bu da imânın en zayıf olanıdır" buyurmuştur. Müslüm iman 78 İbâdetlerin ve günahların imânı artırıp eksiltmesi, dış dünyada görülen ve tecrübe ile sabit olan bir durumdur. Çarşıya çıkıp açık saçık kadınlara bakan, çarşıdakilerin haykırışlarını ve boş sözlerini duyan bir kimse, sonra çıkıp mezarlığa gitse, düşünceye dalsa ve kalbi yumuşasa her iki durum arasındaki farkı hemen anlar. Kalbin süratle değişkenlik gösterdiğini çabucak farkeder.
Selef âlimlerinden biri şöyle der: "Kişinin imânını takip etmesi ve azaldığını hissetmesi fıkhını gösterir. Yine imânının artıp eksildiğini bilmesi de böyledir. Şeytanın nasıl kışkırttığını bilmesi de kişinin fıkhının alâmetidir".
Bilinmesi gerekir ki imânın azalması kişiyi farzları terkedip haramları işlemeye sevkediyorsa bu durum oldukça tehlikeli ve mezmûm (kınanmış) bir gevşeklik işaretidir. Derhal tevbe etmek ve nefsi tedavi etmek gerekir. Ancak imândaki azalma kişiyi vacipleri terke ve haramları işlemeye değil de örneğin müstehabları yapmakta gevşekliğe sevkediyorsa kişi nefsine hakim olmalı, onu dizginlemeli ve ibâdet konusundaki eski kuvvetini ve hareketliliğini kazanmaya çalışmalıdır. Hz. Peygamberin "Her amel için bir kuvvet vardır. Her kuvvet için de zaafiyet vardır. Sünnetim konusunda durgunluk gösteren kurtulur. Ama bundan ilerisini ihmal eden helak olur"Tirmizi kıyame 21.
Kalp katılığı hisseden insanların çoğu dermanı başkalarında aramaktadırlar. Halbuki isteseler kendileri nefislerini terbiye etmeye muktedirler. Aslolan da zaten budur. Zira imân kişi ile rabbi arasındaki bir ilişkidir.
 Allah'a dayandıktan ve nefsini mücâhedeye hazırladıktan sonra kişinin imân zaafiyetini tedavi edebileceği ve kalp katılığını yok edebileceği bazı dini yollar vardır;
1- Allah Teâlâ'nın her şeyi açıklamak için indirdiği ve kendisiyle kullarından dilediğine hidâyet verdiği Kur'ân-ı Kerim'i düşünmek. Kuşkusuz Kur'ân-ı Kerim kesin ve etkili bir ilaçtır. Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Biz, Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki o, mü'minler için şifa ve rahmettir; zalimlerin ise yalnızca ziyanım artırır" İsrâ (17), 82
Tedavi şekli ise düşünmek ve tefekkür etmektir. Hz. Peygamber Kur'ân'ı düşünür ve geceleri uyumadan onu çokça okurdu. Hatta bir gece namazda iken sabaha kadar tek bir âyeti tekrar tekrar okumuştur. O âyet şudur: "Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin"Maide 5.
Hz. Peygamber sürekli Kur'ân'ı düşünürdü. İbn Hibbân el-Büsti es-Sahih (Kitâbu't-tekâsim ve'l-envâ') adlı eserinde Atâ b. Ebi Rebâh'tan şunu nakleder: Ben ve Ubeyd b. Umeyr, Hz. Âişe'nin yanına girmiştik. Ubeyd b. Umeyr "Bize Resûlullah'ta gördüğün seni hayrete sokan en ilginç şeyi anlatır mısın?" dedi. Bunun üzerine Hz. Âişe ağlamaya başladı. Sonra da şunu anlattı: Resûlullah bir gece namaz için kalktı. Bana "Ey Âişe! Beni bırak! Rabbime ibâdet edeyim" dedi. Ben de "Ben sana yakın olmayı da seni sevindiren şeyleri de severim" dedim. Kalktı abdest aldı ve namaza durdu. O kadar ağladı ki önce kucağı sonra da oturduğu yer ıslandı. Daha sonra O'nu namaza çağırmak için Bilâl b. Rebâh geldi ve ağladığını gördü. Şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Allah gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladığı halde niye ağlıyorsun?". Hz. Peygamber de "Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı? Bu gece bazı âyetler indi. Onları okuyup da düşünmeyenlerin vay haline! Allah şöyle buyurmuştur: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır" Âl-i İmrân (3), 190.
Kur'ân, tevhid, vaad, vaid, ahkâm, geçmiş haberler, kıssalar, edebe dair şeyler ve ahlak kurallarını içerir. Dolayısıyla insan nefsine etkisi de çeşitlidir. Aynı şekilde nefsi korkutan sûrelerin sayısı diğerlerinden fazladır. Hz. Peygamber'in şu sözü de bunu göstermektedir: "Hûd ve kardeşlen yaşlanmadan önce beni ihtiyarlattı".
Bir başka rivayette ise Hûd, el-Vâkıa, el-Mürselât, en-Nebe ve et-Tekvir sûrelerinin adı zikredilmiştir. Bu sûreler imânın hakikatlerini ve ağırlığıyla Resûlullah'ın kalbini dolduran büyük sorumlulukları içerdiği için Hz. Peygamber'i ihtiyarlatmış ve bunun izi saçlarında ve vücudunda ortaya çıkmıştır: "O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin Çünkü O, sizin yaptıklarınızı da çok iyi görendir"Hud 112.
Sahâbiler de Kur'ân'ı okuyor, düşünüyor ve ondan etkileniyorlardı. Hz. Ebû Bekr duygusal ve yumuşak kalpli bir kimseydi, insanlara namaz kıldırdığı zaman Kur'ân okuduğunda ağlardı. Hz. Ömer "Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır. Ona engel olacak hiçbir şey yoktur"Tur 7-8 âyetlerini okuyunca hasta olmuştu.
Hz. Yâkup ile ilgili "(Yakup:) Ben sadece gam ve kederimi Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum, dedi"Yusuf 86 âyetini okuduğu zaman hıçkırıkları arka saflardan bile duyulmuş idi.
Nakledildiğine göre Hz. Osman "Eğer kalplerimiz temiz olursa Kur'ân'a doyamayız" demiştir. Şehid edildiği zaman kanı mushafının üzerine damlamıştır. Sahabe hakkında benzer birçok haber rivayet edilmiştir.
Kasım b. Ebi Eyyûb'dan nakledildiğine göre o, Said b. Cübeyr'in namazda "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının"Bakara 281 âyetini yirmi defadan fazla tekrarladığını duymuştur. Bu en son inen ayettir.
İbrâhim b. Beşşâr ise şöyle demiştir: "Ali b. Fudayl'ın öldüğü âyet şudur: "Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen!"Enam 27  O burada ölmüştü. Ben de onun cenaze namazını kılanlardanım". Hatta tilâvet secdeleri için özel mekanları vardı. Mesela onlardan biri "Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur'an okumak) onların saygısını artırır"İsra 109 âyetini okumuş, secde etmiş, sonrada nefsini şöyle azarlamıştır: "Secdeyi yaptın. Peki niye ağlamadın?"
Kur'ân'da verilen misallerin de düşünülmesi gerekir. Allah Teâlâ bu meselleri verdiği zaman bizi düşünmeye ve tefekkür etmeye çağırmaktadır. "...Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir" İbrâhim (14), 25 ve "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilirler" Ankebût (29), 43 âyetleri buna delâlet etmektedir.
Selef âlimlerinden biri Kur'ân'daki mesellerden birini düşünmüş ancak mânâsını anlayamamış ve ağlamaya başlamıştır.Kendisine ağlama sebebi sorulunca da şu cevabı vermiştir: Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onlan ancak bilenler düşünüp anlayabilir" Ankebût (29), 43. Ben bu meseli anlamadım. O halde âlim değilim. İlmimin yetersizliğine ağlıyorum".
Allah Teâlâ Kur'ân'da birçok örnekler vermiştir. Ateş yakan kişinin Bakara (2), 17, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların Bakara (2), 171, yedi başak veren bir tohumun Bakara (2), 261, dilini çıkarmış soluyan köpeğin A'râf(7), 176, kitap yüklü eşeğin Cuma(62),5., sineğin Hac (22), 73., örümceğin Ankebût (29), 41., kör ve sağırın Hûd(ll),24, gören ve işitenin Hûd(ll),24., fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu külün İbrâhim (14), 18, iyi İbrâhim (14), 24 ve kötü ağacın İbrâhim (14), 26, gökten inen suyun En'âm (6), 99, içinde kandil olan lambanın Nûr (24), 35, hiçbir şeye gücü olmayan kölenin Nahl (16), 75 ve anlaşamayan ortakların sahip olduğu kölenin Zümer (39). 29 anlatıldığı örnekler bunların bir kaçını oluşturur. Amaç örneklerin verildiği âyetlere dönüp bakmak, onlara gereken önemi vermektir.
Kalp katılığının Kur'ân ile tedavisi
"Bunun esası ikiye ayrılır:
Kalbini dünya vatanından âhiret yurduna taşımalısın.
Daha sonra Kur'an'ın mânâlarını düşünüp bunları açığa çıkarmaya çalışmalısın.
Neler söylendiğini, niçin indirildiğini düşünmeli ve anlamalısın. Onun her âyetinden istifade etmelisin (nasibine düşeni almalısın). Kalbindeki hastalığı âyetlerle gidermeye uğraşmalısın. Eğer âyetlerle kalbini tedaviye çalışırsan, Allah'ın izniyle mutlaka bunu başarırsın".
2- Allah Teâlâ'nın büyüklüğünün farkına varmak. O'nun isim ve sıfatlarını bilmek. Bunları düşünmek, mânâlarını tefekkür etmek. Bu şuur, kalbe yerleşip organlara sirayet edince, kalpte olan imân, amel şeklinde tezahür eder. Zira kalp diğer organların efendisi ve başıdır. Organlar bir nevi kalbin ordusu ve tebasıdır. Kalp sağlam ise organlar da sağlam olur. Kalp bozulmuş ise organlar da bozulmuştur.
Allah'ın azametini gösteren birçok âyet ve hadis vardır. Bunları düşünen bir müslümanın kalbi ürperir, el-Azim (zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu) ve el-Ali (izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın) olan Allah karşısında nefsi haddini bilir, es-Semi' (işiten) ve el-AIim (hakkıyla bilen) olan Allah için bütün organlan itaat eder, evvel ve âhir her şeyin rabbi olan Allah'a karşı huşûsu artar. Örneğin Allah'ın isim ve sıfatlarından el-Azim, el-Müheymin (Kâinatın bütün işlerini gözetip yöneten), el-Cebbâr (iradesini her durumda yürüten, yaratılmışların halini iyileştiren), el-Mütekebbir (azamet ve yüceliğini izhar eden), el-Kavi (her şeye gücü yeten, kuvvetli), el-Kahhâr (yenilmeyen, yegane galip), el-Kebir (zatının ve sıfatlarının mahiyeti anlaşılamayacak kadar ulu) ve el-Müteâli (izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce, aşkın) O'nun azametinin delilleridir. Cinler ve insanlar ölümlü iken O'nun ölümsüz diri (Hay: Ebedi hayatla diri) oluşu, kullarına hakim oluşu, gök gürültüsünün hamdederek ve meleklerinde korkarak O'nu tesbih edişi, intikam sahibi (Müntakim: Suçluları cezalandıran) ve el-Aziz (yenilmeyen, yegane galip) oluşu, uykusuz el-Kayyûm (her şeyin varlığı kendisine bağlı olup kâinatı idare eden) oluşu, her şeyi ilmiyle kuşatışı, hain gözleri ve kalpteki sırları bilişi de O'nun azametinin göstergeleridir. İlminin genişliğini şöyle nitelemiştir: "Gaybm anahtarları Allah'ın yanındadır; onları Ondan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıktan içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır"Enam 59.
Kendisi hakkında verdiği şu bilgi de büyüklüğünün delilidir; "Onlar Allah'ı hakkıyla tanıyıp bilemediler. Kıyamet günü bütün yeryüzü O'nun tasarruf undadır. Gökler O'nun kudret eliyle durulmuş olacaktır. O, müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir"Zümer 67. Hz. Peygamber ise "Allah, kıyamet günü yeryüzünü kabzeder ve gökleri sağıyla dürer. Sonra şöyle seslenir: Melik olan benim! Yeryüzünün krallan nerede?"Buhari rikak 44.
Hz. Musa'nın kıssasını okuyanın kalbi titrer ve yüreği parçalanır: "Mûsâ tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayı-lınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim"Araf 143.
Hz. Peygamber bu âyeti okudu ve baş parmağını serçe parmağın eklem yerinin üstüne koyup "Dağparam parça oldu" buyurarak tefsir etti. "Allah'ın örtüsü nurdur. Eğer bunu açsa yüzünün haşmetinden mahlukatın tamamı yanardı"Müslüm iman 293.
Hz. Peygamberin şu sözü de Allah'ın azametini bildirmektedir:  "Allah Teâlâ gökyüzünde bir şeye hükmettiği zaman melekler kanatlarını O'nun sözüne boyun eğerek çırparlar. O'nun sözü sanki bir kayanın üstüne vurulan zincir gibidir. Meleklerin korkuları geçip kalpleri normal hale dönünce birbirlerine rablerinin ne buyurduğunu sorarlar. Cevap olarak ise O'nun sözleri haktır ve O, el-Ali ve el-Kebir'dir derler"Buhari tevhid 32
Bunu teyid eden pek çok delil vardır. Amaç imân zaafiyetinin en etkili tedavi yollarından biri olan Allah'ın azametinin farkına varmak ve bunu tefekkür etmektir.
Allah'ın  azametini şöyle  niteleyebiliriz:
"Ülkelerin durumunu   düzenler,    emir   verir,    yasak   koyar,    yaratır, rızıklandırır, öldürür, diriltir, yüceltir, zillete duçar eder, geceyi gündüze çevirir, insanların dönüşümlü olarak yükselip alçalmalarını sağlar, devletleri birbirinin yerine değiştirir, birini yıkar diğerini kurar, emri ve hakimiyeti gökyüzünün her yerinde ve yeryüzünün tamamında, yerde bulunanlarda, yerin altında, denizlerde ve havada yürürlüktedir. İlmiyle her şeyi kapsamış, her şeyin tek tek sayısını bilmektedir, bütün sesleri karıştırmadan ayırır, farklı ihtiyaçlar için farklı lisan ile konuşan insanların yalvanşlarını da duyar, bir şeyi duyması bir başkasını da duymasına mâni olmaz, isteklerin çokluğu hata yapmasına sebep olmaz, ihtiyaç sahiplerinin ısrarları onu bıktırmaz, görülen her şeyi görür hatta karanlık bir gecede kaya üzerindeki siyah karıncanın geçişini dahi görür, ona gizli bir şey yoktur, "Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister. O, her an yaratma halindedir"Rahman 29, günahları bağışlar, sıkıntıyı giderir, belayı yok . eder, bozulmuşu onarır, fakiri zengin eder, dalâlettekine hidâyet verir, şaşkına yol gösterir, hayıflanana yardım eder, açı doyurur, çıplağı giydirir, hastaya şifâ verir, musibete uğramışı kurtanr, tevbe edeni kabul eder, iyilik yapana güzel karşılık verir, mazluma yardım eder, zorbayı dize getirir, açığı kapatır, korkanı emniyete kavuşturur, bazı kavimleri yükseltir diğerlerini alçaltır...
Eğer göktekiler ve yerdekiler, yaratılmışların ilki ya da sonuncusu, insan veya cinler en takvalı kalbe sahip olsalar bu onun mülkünü artırmaz; yaratılmışların ilki ya da sonuncusu, insan ya da cinler en facir kalbe sahip olsalar bu da mülkünden hiçbir şey eksiltmez. Göktekiler ve yerdekiler, ilk yaratılan ya da sonuncusu, insanlar ve cinler, diriler ve ölüler, kurular ve yaşlar görüş birliği içinde ondan bir şey isteseler ve hepsine istediklerini verilse O'nun katında olandan zerre miktarı bir şey bile eksilmez. O kendisinden önce başkası olmayan el-Ev-vel'dir. O'ndan başka hiçbir şeyin kalmayacağı el-Âhir'dir. Zikredilmeye, ibâdet edilmeye ve şükredilmeye en layık olandır. Meliklerin en merhametlisi ve el açılanların en cömerdidir...O ortağı olmayan el-Melik'tir. Benzeri olmayan tektir. Çocuğu olmayan es-Samed'dir. Benzeri olmayan el-AIi'dir. O'nun dışında her şey helak olacaktır. O'nun mülkü dışında her şey yok olacaktır... O'nun izni olmadan itaat, O'nun bilgisi olmadan isyan edilemez. İtaat edilir, şükredilir, isyan edilir o da bağışlar. O'nun intikamları âdildir. Nimetleri fazl-u keremidir. Görenlerin ve koruyanların en yakınıdır. Alınlardan yakalar, yapılanları kaydeder, ecelleri yazar, kalpler O'na karşı akmaktadır, O'na gizli kalan hiçbir şey yoktur, vermesi de azabı da söz iledir. "Bir şey yaratmak istediği zaman O'nun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir" Yasin (36), 82.
3-Şer'i ilimleri öğrenmek. Bu ilimleri öğrenmek Allah'tan korkmayı ve imânın ziyadeleşmesini temin eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "İnsanlardan, hayvanlardan ve davarlardan da yine böyle türlü renkte olanlar var. Kulları içinde ancak âlimler, Allah'tan korkar. Şüphesiz Allah, daima üstündür, çok bağışlayandır" Fâtır (35), 28..
İmân konusunda bilenlerle bilmeyenler eşit olmaz. Dinin hükümlerini, iki şehâdetin anlamını, bunların gereklerini, kabir azabı, mahşer, kıyamet, cennet nimetleri, cehennem azabı gibi ölüm sonrası meydana gelecek şeyleri, helal ve haramların hikmetini, siretin ayrıntılarını vb şeyleri bilenler ile din, dini hükümler ve dinin gayba dair haberleri konusunda câhil olan, dinden nasibi taklid olan ve pek değer siz bir ilme sahip olan kişiler eşit olabilir mi?
Kur'ân'da şöyle buyurulmuştur: "Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkarcı gibi) midir? (Resulüm!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür"Zümer 9.
4-Zikir halkalarına devamlılık. Zikir halkalarına müdâvemet, pek çok sebeple imânın artmasını sağlar. Örneğin Allah zikredilir, Allah'ın rahmeti celbedilir, sekinet iner, melekler zikredenleri çevreler, Allah zikredenleri mele-i âlâda anar, Allah zikredenler ile meleklerine karşı övünür, onların günahlarını bağışlar.
Sahih bir hadiste şöyle buyurulmaktadır; "Allah'ı zikretmek için insanlar oturunca melekler onlan sarar, Allah'ın rahmeti üzerlerini örter, sekinet oraya iner ve Allah yanındakilere onları över" Müslim, Zikr 39.
Sehl b. Hanzala'dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber bir başka hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Allah'ı zikir için oturan ve sonra da kalkan topluluğa "Bağışlanmış olarak kalkın" denilir" İbn Ebi Şeybe, Musannef, VI, 60. 
İbn Hacer el-Askalâni ise "Allah'ı zikretmek mutlak olarak söylenir; ancak bu ifadeden, Allah'ın farz kıldığı amellere ya da Kur'ân ve hadis okumak, ilim öğrenmek gibi mendup kıldığı amellere devamlılık kastedilir" demektedir.
İmam Müslim'in es-Sahih 'inde Hanzala el-Üseyyidi'den naklettiği şu haber de zikir meclislerinin imânı artırdığını göstermektedir; "Ebû Bekr ile karşılaştım; bana halimi sordu. Ben de "Hanzala münâfıklaştı" dedim. Bana "Subhânellah! Neler söylüyorsun   ey   Hanzala!"   diye   karşılık  verdi.   Dedim   ki "Resûlullah'ın yanındayken cennet ve cehennemi anlatınca, sanki onları gözümle görmüş gibi oluyorum. Onun yanından ayrılıp hanımların, çocukların, malın mülkün, işin derdine düşünce çoğunu unutuyorum". Bunun üzerine Ebû Bekr kendilerinin de aynen böyle olduklarını söyledi. Hemen Resûlullah'ın huzuruna çıktık ve ben ona "Hanzala münâfıklaştı" dedim. Resûlullah da "Ne demek istiyorsun" dedi. Ben de "Senin yanındayken cennet ve cehennemi anlatınca sanki onları gözümle görmüş gibi oluyorum. Yanından ayrılıp hanımların, çocukların, malın mülkün, işin derdine düşünce çoğunu unutuyorum" dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Elinde bulunduğum Allah b yemin ederim ki! Benim yanımdaki halinizi devam ettirebilseniz yattığınız zaman ve yürürken melekler hep sizinle müsâfaha yapar. Ancak Hanzala bil ki insanların zamanı zamanına uymaz"Müslüm tevbe 12-13.
Sahabe zikir meclisleri kurma konusunda oldukça istekli idi ve bunu "imân" olarak adlandırırdı. Mesela Muâz b. Cebel (el-Esved b. Hilâl el-Muhâribi'ye) "Gel oturup bir müddet imân edelim" Buhari iman 1demiştir.
5- Güzel ameller yapmak ve tüm vakti bunlarla doldurmak da imânı kuvvetlendirir. Hatta bu imân zaafiyetini gideren en önemli tedavi yollarından biridir. Bu davranış oldukça mühimdir ve bunun imân üzerindeki kuvvetlendirici etkisi açıkça görülmektedir. Hz. Ebû Bekr bu konuda çok güzel bir örnektir: Hz. Peygamber sahâbilerine "Kim bugün oruç tuttu?" diye sorduğunda, Hz. Ebû Bekr "Ben" demiştir. "Kim cenaze ardından yürüdü?''' diye sorduğunda, yine o "Ben" demiştir. "Kim bugün bir miskin doyurdu?" dediğinde, yine o "Ben" demiştir. "Kim bugün bir hastayı ziyaret etti?" dediğinde, yine Hz. Ebû Bekr "Ben" demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bunlar kimin davranışları ise o cennete girecektir" Müslim,   Fedâilu's-sahâbe12 buyurmuştur.
Bu kıssa Hz. Ebû Bekr'in fırsatları değerlendirme ve ibâdetleri çeşitlendirme konusunda oldukça istekli olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber aniden sorular sormaya başladığı için anlaşılıyor ki Hz. Ebû Bekr'in her günü bu tür güzel amellerle doludur.
Selef âlimlerimiz sâlih amel işleme ve vakitlerini bunlarla doldurma konusunda oldukça hırslı idiler. Bunun delili Abdurrahman b. Mehdi'nin Hammd b. Seleme için söylediği ve selef âlimlerinden bir kısmı için de söylenen şu sözdür: "Hammad b. Seleme'ye "Yarın öleceksin dense mevcut amellerine ekleyecek bir şey bulamaz".
Müslümanlar sâlih amel konusunda şunları gözönünde tutmalıdır:
1- Sâlih amel işlemeye beklenmeksizin başlanmalıdır. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ile yer kadar olan cennete koşun!" Âl-i İmrân (3), 133 Bir başka âyette ise "Rabbinizden bir mağfirete; Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar olan cennete koşuşun. İşte bu, Allah'ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir" Hadid (57), 21 buyurulmaktadır. Bu âyetlerin içeriği sahâbilerin sâlih amel konusundaki aceleciliğinde temel etkendir. İmam Müslim'in es-Sahih'inde Enes b. Mâlik'ten gelen bir rivayette Bedir gazvesinde müşriklerle yakınlaşıldığı zaman Resûlullah'ın şöyle buyurduğu kayıtlıdır: "Genişliği dünya ve gökler kadar olan cennete ilerleyin". Bunun üzerine Umeyr b. Hammâm el-Ensâri "Ya Resûlallah! Cennetin genişliği dünya ve gökler kadar mı?" diye sordu. Hz. Peygamber de "Evet" dedi. Bunun üzerine Umeyr hayretler içinde kaldı ve "Ne âlâ! Ne âlâ!" dedi. Hz. Peygamber ona neden hayret ettiğini sordu. Umeyr de "Yâ Resûlallah! Ona dahil olanlardan biri olmak istediğim için böyle oldum" dedi. Hz. Peygamber de "Sen ona gireceksin" buyurdu. Bu müjdeyi duyan Umeyr torbasından birkaç hurma çıkardı ve yemeye başladı. Daha sonra "Eğer bu hurmaları yiyene kadar yaşarsam çok uzun bir hayat yaşamış olurum" dedi ve kalanları atıp savaşmaya başladı ve şehid oldu Müslim, İmâre 145. Hz. Peygamber ise “Davranışlarınızda acele etmemek daha hayırlıdır. Yalnızca âhiretle ilgili amellerde acele edin!" Ebû Dâvûd, V, 157 buyurmuştur.
2- Hz. Peygamber'in bir hadiste naklettiği üzere Allah Teâlâ sâlih amellerde devamlılık istemektedir: "Kulum nafilelerle bana yaklaşmak istedikçe ben onu severim" Buhâri,Rikâk 38. Hz. Peygamber de "Haccı ve umreyi peş peşe yapın" Tirmizi,Hac 2 buyurmuştur. Bunların peş peşe yapılmalarından maksat sürekli olarak edâ edilmeleridir. Bu nokta imânın güçlendirilmesi konusunda oldukça önemlidir. Bu arada nefsin ihtiyaçları da ihmal edilmemelidir. Az ancak devamlı yapılan ameller, çok yapılıp da terkedilen amellerden daha hayırlıdır. Amellerde devamlılık imânı takviye eder. Resûlullah'a hangi amelin daha üstün olduğu sorulduğu zaman "Az olsa da devamlı olanları" Buhâri, imân 32 cevabini vermiştir. Hz. Peygamber de yaptığı amelleri mükemmel bir şekilde ifa ederdi.
3- Salih amelleri yapmaya çalışmak bunun için uğraş vermek. Kalp katılığı, imânı bir süreliğine iyileştirecek ancak sonra tekrar zaafa uğramasına izin verecek, zamanı sınırlı tedavilerle iyileştirilemez. Bilakis imânı sürekli geliştirerek güçlendirmek gerekir. Bu da ancak ibâdetler konusunda hassas davranıp bunları aksatmamakla olur.
Allah Teâlâ Kur'ân'da ibâdetler konusunda hassasiyet gösteren dostlarıyla (evliyâullah) ilgili dair pek çok örnek zikretmiştir: "Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanır ki bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ve teşbih ederler. Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibâdet ettikleri için), vücuttan yataklardan uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” Secde 15-16 "Geceleri pek az uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi. Mallarında, muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı" Zâriyât (51), 17-19
İbâdeti seven kulların nitelikleri meselesinde selef âlimlerinin durumunu bilmek hem insanı hayrette bırakır hem de onları örnek almayı sağlar. Mesela Kur'ân'ı yedi parçaya bölmüş idiler ve her gün hatim indiriyorlardı. Savaşlarda dahi geceleri kalkıp Allah'ı zikrediyor ve teheccüd namazı kılıyorlardı. Hapiste dahi bunlardan vazgeçmiyorlardı. Göz yaşları yanaklarına akardı. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürlerdi. Kadınlar nasıl çocukları kandırıyor ise onlar da hanımlarını kandırırlardı. Kadının uyuduğunu anlayınca onun örtü ve yatağından ayrılıp namaz kılarlardı.
Geceyi kendi nefisleri ve aileleri için ikiye bölerlerdi. Gündüzlerini de oruç, ilim tahsili, öğretme, cenazelere iştirak, hasta ziyareti, insanların ihtiyaçlarının karşılanması gibi kısımlara ayırırlardı. Bazıları seneler boyunca camide namaza imamın ilk tekbirini işiterek başlamış idi. Bir namazın ardından diğer namazı beklerlerdi, Bir kardeşleri vefat ederse onun ailesini yıllarca yardımsız bırakmaz; onlarla ilgilenirlerdi. İşte böyle davranınca da imânları artardı.
4- Nefsi bıktırmamak. İbâdetlere devamlılık ve iştiyaktan maksat, nefsi usandırmak ve bıkkınlığa sevketmek değildir. Kastımız güç yetirilen ölçüde, istek duyulduğu sürece ve nefis de kabul ediyorsa ibâdetleri hiç bırakmamaktır. Yorgunluk ya da bıkkınlık ortaya çıkmaya başlayınca kişi daha orta bir yol takip etmelidir.
Pek çok hadis bu söylediklerimizin delilidir; Bir hadiste  Hz.   Peygamber şöyle buyurmuştur:   "Din  kolaydır. Kimse onunla mücadele edemez. Onunla mücadele eden mutlaka kaybeder. Bu sebeple dikkatli olun ve orta yolu takip edin" Buhâri, imân 29.
Bir başka rivayette ise Hz. Peygamber'in "Orta yolu, orta yolu takip edin" Buhâri, Rikâk18. dediği kaydedilmektedir. İmam Buhâri ibâdetleri zorlaştırmanın kötülüğü konusunu işlediği   bölümde   Enes   b.   Mâlik'ten   şu   haberi   nakletmiştir:
"Resûlullah mescide geldiği zaman iki direk arasında uzatılmış bir ip gördü ve bunun neden buraya bağlandığını sordu. Oradakiler bunun namazda yorgunlaşıp uyku basınca futunsun diye Zeyneb için yapıldığını söylediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Hayır/ Derhal çözün! Zinde iken namaz kılın. Yorulunca oturun" buyurdu Buhâri, Teheccüd 18.
Hz. Peygamber Abdullah b.Amr b. Âs'ın bütün gece ibâdet ettiğini ve her gün oruç tuttuğunu öğrenince böyle yapmasını yasakladı ve sebebini şöyle açıkladı: "Böyle yaparsa gözlerin zayıflar nefsin bıkar" Buhâri, Teheccüd 20. Başka hadiste ise Resûlullah'ın "Güç yetirebildiğiniz kadar amel edin. Sizler bıkmadıkça Allah bıkmaz. Zira Allah katında en sevgili amel az da olsa devamlı olandır" Buhâri, Savm 49 buyurmuştur.
5- Yapılamayan amelleri telâfi (kaza) etmek. Hz. Ömer'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Gece uyuyakalıp Kur'ân okuyamayan kişi bunu sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa bütün gece Kur'ân okumuş gibi sevap alır" Müslim, Müsâfirin 142.
Hz. Aişe'nin haber verdiğine göre Hz. Peygamber namaz kıldığında sürekli namaza devam edermiş. Eğer gece uyuyakalır ya da hasta olursa gündüz on iki rekât namaz kılarmış.
Bir başka rivayete göre de Ümmü Seleme validemiz Hz. Peygamber'i ikindi namazından sonra iki rekât namaz kılarken görünce bunun sebebini sormuş Hz. Peygamber de "Ey Ebû Ümeyye'nin kızı! Bana ikindiden sonra kıldığım namazın sebebini sordun. Abdulkays'tan birkaç kişi geldi. Bu yüzden öğle namazından sonra kıldığım iki rekâtı kılamadım. Onları kaza ettim" demiştir Buhâri, Sehv 8.
6- Amellerin hem kabul edilmemesinden korkmak hem de kabul edileceklerini ummak. İbâdetlere hassasiyet göstermekle birlikte amellerimizin reddedilmesinden de korkmak gerekir. Hz. Aişe'den nakledildiğine göre "Ve Rablerine dönecekleri için yapmakta olduktan işleri kalpleri çarparak yapanlar" Mü'minûn (23), 60 âyeti hakkında "Bunlar içki içip hırsızlık yapanlar mı?" diye Hz. Peygamber'e   sormuştur.   Hz.   Peygamber   de   "Hayır  Ey Sıddik'ın kızı! Bunlar oruç tutan, namaz kılan, sadaka verenlerdir. Bunlar hayırda yanşmalarının kabul edilmemesinden korkanlardırTirmizi, Tefsir 23 buyurmuştur.
Ebu'd-Derdâ da "Tek bir namazımın kabul edileceğini kesin olarak bilmem, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. Andolsun seni öldüreceğim dedi. Diğeri de Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder dedi" Mâide (5), 27
Mü'minlerin niteliklerinden biri de Allah'ın hakkı olan farzlar karşısında boyun eğmektir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimse doğduğu günden öldüğü güne kadar yüzünü Allah rızası için ihtiyarlatmış ise kıyamet gününde yüzünü hakir görecektir" Ahmed b. Hanbel. IV. 185.
Allah'ı ve nefsini tanıyan kişi insanların ve cinlerin güzel amellerinin hepsini de yapmış olsa bunun yetmeyeceğini bilir. Allah kendi keremi, cömertliği ve fazlıyla amelleri kabul eder ve sevaplandınr.
7- İbâdetleri çeşitlendirmek de imân zaafiyetinin tedavi yollarından biridir. Farklı farklı ibâdetler emretmesi Allah'ın rahmet ve hikmetindendir. İbâdetlerin bir kısmı beden ile yapılır. Bunun örneği namazdır. Bir kısmı ise mal ile yapılır. Zekât da bu kısmın örneğidir. Bazıları ise hem mal hem de beden ile yapılır. Buna örnek de hac ibâdetidir. Bundan başka zikir ve dua gibi dille yapılan ibâdetler de vardır.
Hatta bu kısımlardan bazısı farz, sünnet ve müstahab olarak ayrılır. Farzlar ve sünnetler de çeşitlilik arzeder. Mesela namazın sünnetleri böyledir. Günde on iki rekât revâtib sünneti vardır. Bununla birlikte gece namazı gibi derecesi bundan yüksek olan da vardır. Bunların keyfiyeti de farklıdır. İkişer ikişer kılınanı var, dört rekâtın ardından dört rekat daha ve vitir (tek rekât) şeklinde kılınanı da var, bir selam ile beş, yedi, dokuz rekât kılınanı da var.
İbâdetler hakkında düşünen kişi bunların sayı, vakit, şekil, nitelik ve hüküm bakımından birbirlerinden farklı olduklarını görür. Muhtemelen bunun hikmetlerinden biri de nefsin bıkmadan sürekli yenilenmesini sağlamaktır. Ayrıca her nefis bir birinden farklıdır. Kimi daha fazla ibâdetten hoşlanır.
Ebû Hüreyre'den nakledilen bir hadiste bildirildiği üzere cennet kapıları ibâdet çeşitlerine göre konulmuştur: "Allah yolunda çift sadaka veren kimse cennetin muhtelif kapılarından "Ey Allah'ın sevgili kulu! Burada hayır ve bereket vardır" diye çağrılır. Namaz kılanlar namaz kapısından, cihada katılanlar cihad kapısından, oruç tutanlar reyyân kapısından, sadaka verenler sadaka kapısından çağmlırlar" Buhâri, Savm 4.
Burada kastedilen nafile ibadetleri daha fazla yapanlardır. Farzları yapmakla ise herkes mükelleftir. Hz. Peygamber "Baba cennet kapılarının ortasındadır" Humeydi, Müsned, 1, 194 demiştir.
Bu hadiste kastedilen de ana babaya iyilik yapmaktır. İbâdetlerin çeşitliliğinden imân zaafiyetinin tedavisinde ve farzları koruyarak nefsin arzu ettiği nafileleri artırmakta istifade edilebilir. Bununla birlikte bir müslüman ibâdetlerle ilgili delilleri araştırdığı zaman nefsinde etki bırakacak çeşitli örnekler bulabilir. Bu etkiyi başka bir şeyden elde etmesi olanaksızdır.
Buna dair şu örnekleri verebiliriz:
Ebû Zer el-Gıfâri'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah üç grup insanı sever üç gruba ise buğz eder. Sevdikleri şunlardır: Bir düşman grubuyla karşılaşan ve tek başına şehit olmak ya da galip gelmek için savaşan kişi, uzun bir seferin ardından konaklayan kervanda herkes uyurken kenara çekilip namaz kılan ve onları sabah uyandıran kişi ve Allah ölüm ya da göç gibi bir nedenle aralarını ayırana kadar kötü komşusunun ezalarına sabreden kişi" Ahmed b. Hanbel, V, 151.
Kalp katılığından şikayet eden bir adama Resûlullah şöyle demiştir: "Kalbini yumuşatmak ve ihtiyacını gidermek mi istiyorsun? Yetimlere merhamet et, onun başını okşa, yemeğinden yedir. Böyle yaparsan kalbin yumuşar ve ihtiyacın giderilir" Ahmed b. Hanbel, 11, 263. İşte bu da imân zaafiyetinin tedavisi için etkili bir ilaçtır.
7- imân zaafiyetinin ilaçlarından biri de kötü akıbetten korkmaktır. Çünkü kötü akıbetten korkmak müslümanı ibâdete yönlendirir ve kalpte imânın yenilenmesini sağlar. Akıbetin kötü olmasının pek çok sebepleri vardır. imân zayıflığı ve günahlara dalmak bunlardandır.
Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Bir demirle intihar eden cehennemde intihar ettiği demiri karnına dürterek ebedi olarak kalacaktır. Zehir içerek intihar eden cehennemde ebedi olarak kalacak ve o zehiri yavaş yavaş içmeye devam edecektir. Uçurumdan atlayarak intihar eden kimse de cehennemde ebedi olarak kalacak ve orada sürekli uçurumlardan atlayacaktır" Buhâri, Tıp 56.
Hz. Peygamber döneminde de böylesi bazı hadiseler meydana gelmiştir. Örneğin savaşta herkesten daha cesur bir şekilde kâfirlerle savaşan bir kimse hakkında Resûlullah "O cehennemliktir" buyurmuştur. Bunun üzerine müslümanlardan biri onu takip etmeye başlamıştır. Sonunda adamın savaşırken yaralandığını, hemen ölmek için de intihar ettiğini görmüştür Buhâri, Kader 5.
İnsanların  kötü  akıbetlerinin  değişik şekilleri  hakkında âlimler pek çok şey yazmışlardır. Bazı kimselere ölüm anında kelimey-i tevhid telkin edildiği halde "Yapamıyorum, söyleyemiyorum" demişlerdir. Aynı şekilde ölüm anında kelimey-i tevhid telkin edilenlerden bazıları da şarkı sayıklamaya başlamışlardır. Ticaretle meşgul olup Allah'ı zikretmeyi unutan bir esnafa ölümü anında kelimey-i tevhid telkin edildiği zaman "Bu güzel bir parçadır. Tam kesenize göredir. Ucuzdur" diyerek ölmüştür. Bir başkasına kelimey-i tevhi.d telkin edildiği zaman "Falanca evde şunları yaptılar, filanca bostanda şöyle şöyle yaptılar" demiştir. Faizcilik yapan bir kimseye de telkin yapılmış, ancak o kaç lira faiz alacağını söyleye söyleye ölmüştür". Bazılarının ise ya yüzü kararır ya da kıbleye doğru dönemez.
8- Ölümü çokça hatırlamak. Bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Lezzetleri yok eden şeyi (yani ölümü) çokça hatırlayın" Tirmizi, Zühd 4. Ölümü düşünmek günahlardan uzaklaştırır ve katı kalpleri yumuşatır. Sıkıntılarla boğuşan insanlar ölümü düşündüklerinde sıkıntıları kaybolur. Bolluk içinde yaşarken ölümü düşünenler de kötü sondan endişe ederek sıkıntıya düşerler. Ölümü hatırlatan en önemli şeylerden biri kabir ziyaretidir.
Bu sebeple Hz. Peygamber "Kabir ziyaretini yasaklamıştım. Şimdi oraları ziyaret edin. Zira kabir ziyareti kalbi yumuşatır, gözleri yaşartır, ahireti hatırlatır. Ancak batıl sözler söylemeyin" Ahmed b. Hanbel, III, 237. Hatta ibret almak için kâfirlerin mezarlarını ziyaret etmek de caizdir. Bunun delili es-Sahih'te nakledilen şu hadistir; "Hz. Peygamber annesinin kabrini ziyaret etti. Hem kendisi ağladı, hem de etrafındakileri ağlattı. Sonra şöyle dedi: "Rabbimden arıneme istiğfarda bulunmak için izin istedim ancak bana izin vermedi. Kabrini ziyaret için izin istedim buna izin verdi. Kabirleri ziyaret edin; zira bu ölümü hatırlatır" Müslim, Cenâiz 105, 106; lbn Mâce, Cenâiz 48; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77; Nesâi, Cenâiz 101;.
Kabir ziyareti kalbi yumuşatmanın en güzel yollarından biridir. Bundan hem ölümü hatırladığı için ziyaret eden hem de mezan başında kendisi için dua edildiğinden mezardakiler istifâde eder. Hz. Peygamber mezar ziyaretlerinde şöyle dediği nakledilmiştir: "Ey müslüman ve mü'min olup da bu diyarda iskan edenler! Selam size! Bizden olup da önceden ölenler ile sonradan öleceklere Allah rahmet etsin! Biz de bir gün mutlaka sizlere katılacağız!" Müslim, Cenâiz 102.
Kabir ziyaretine gidecek kişi oranın âdabına uygun davranmalı, kalbini hazırlamalı, bu ziyareti Allah rızası ve kalbindeki kötülükleri temizlemek için yapmalı ve toprak altındakilerden ibret almalıdır. Onlar artık ailelerinden ve dostlarından aynlıp gitmişlerdir. Kabir ziyareti yapan kimse ölen kardeşlerinin halini ve oraya doğru ilerleyen pek çok emeli olan ve mal toplama sevdasındaki akranlarını düşünmelidir.
Ölmüş olanların emellerinin nasıl kesildiğini ve mallarının kendilerine fayda vermediğini idrak etmeye çalışmalıdır. Yüzlerinin güzelliği toprak altında nasılda kayboldu! Vücutları nasılda param parça oldu! Eşleri dul çocukları yetim kaldı! Sağlık ve gençliğe güvenmenin yanlışlığını, boş işlere meyletmenin, oyuna eğlenceye dalmanın hatasını anlasın artık. Bilsin ki o da bir gün mezara girecektir. Ölüyü düşünsün. Nasılda ayakları çürüdü, gözleri aktı, kurtlar dilini yedi, toprak dişlerini yıprattı.
Ölümü çokça düşünmek üç şeye sebep olur:
Vakit geçirmeksizin tevbe etmek, kalbin hoşnutluğu ve ibâdetler için iştiyak.
Ölümü unutmak da üç şeye sebep olur:
Tevbeyi geciktirmek, elde mevcut olanla yetinme ve ibâdetleri ihmal. Ölmek üzere olanları görmek de nefsi etkiler. Ölmek üzere olanların sekr halini, durumunu görmek, öldükten sonraki hallerini düşünmek nefsin arzularını kırar, gözlerin uyumasını engeller, bedenin rahatını sonlandırır, Allah için amel etmeye iter ve ibâdetler için kuvvet verir.
Hasan el-Basri bir gün hasta ziyaretine gittiğinde onun ölmek üzere olduğunu görür. Sıkıntısını ve içinde bulunduğu hali izler. Evine döndüğünde renginin değişmiş olduğu görülür. Kendisine yemek ikram edildiği zaman şöyle der: "Sizler yiyin için. Ben öyle bir kavga yeri gördüm ki orayla karşılaşana kadar çalışmam lazım".
Cenaze namazına iştirak etmek, taşımak, kabristana gitmek, defnetmek ve mezara toprak atmak de ölümü tam olarak anlamak için gereklidir. Bunlar da âhireti hatırlatır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hastaları ziyaret edin ve cenazelerin defin işlemlerine katılın. Bunlar âhireti hatırlatır Ahmed b. Hanbei, III, 48.
Bunun yanında cenazeleri defnedilene kadar takip etmek çok sevaplı bir ameldir. Hz. Peygamber bu konuda da şöyle buyurmuştur: "Kim evinden itibaren -bir rivayette imân edip sevabını Allah'tan bekleyerek- cenazeyi namaz kılmana kadar takip ederse, ona bir kırat sevap vardır. Kim de defnedilene kadar takip ederse, ona da iki kırat sevap vardır" Resûlullah'a iki kıratın ne demek olduğu sorulunca "İki büyük dağ gibi" demiştir. Bir başka rivayette "Her bir kırat Uhud dağı kadardır" buyurmuştur Ahmed b. Hanbel, II, 401.
Selef âlimleri günah işleyen kimselere ölümü hatırlatarak nasihat ederlerdi. Mesela onlardan biri yanındaki bir kimse başkası hakkında gıybet edince "Gözlerine konacak pamukları hatırla" diyerek öğüt vermiştir. Bu sözüyle kefen giyeceğini hatırlatmak istemiştir.
9- Kalpte imânı yenileyen şeylerden biri de âhiretteki menzileleri düşünmektir.
"Kişinin düşünce gücü sağlam olursa basiretli olması gerekir. Zira basiret kalbin nurudur, Ona dayanarak vaadi, vaidi, cenneti, cehennemi, cennette Allah dostları için hazırlananları ve cehennemde Allah düşmanlarına yapılacakları görür. Allah'ın davetine uyup boyunlarını uzatarak kabirlerinden kalkan insanları, gökten inen meleklerin onları kuşatmasını, Allah'ın kürsüsünün kurulup hükmünü verişini, yeryüzünün nuruyla aydınlanmasını, kitabın konulup, peygamberlerin ve şehitlerin gelişini, mizanm kurulup sahifelerin dağılmasını, düşmanların biraraya getirilişini, borçlu ile alacaklının karşılaşmasını, havzın ve kumdan kadehlerin parıldamasmı, aşırı susuzluğu, gelenlerin titreyişini, geçiş için köprünün kuruluşunu, insanların oraya doğru sürüklenişini, cehennem köprünün altında cayır cayır yanarken köprü üstündeki ışığın azlığını ve oradan düşenlerin kurtulanlardan kat kat fazla oluşunu görür. Kalbinde açılan göz ile bunlara vâkıf olur. Kalbi ile dünyanın geçiciliğini ve âhiretin ebediliğini anlar.
Kur'ân-ı Kerim'de âhiret ahvali ile ilgili pek çok bilgiler verilmektedir. Örneğin Kâf, el-Vâkıa, el-Kıyâme, el-Mürselât, en-Nebe, el-Mutaffifin ve et-Tekvir sûrelerinde kıyamet ve ötesiyle alakalı âyetler bulunmaktadır. Aynı şekilde hadis eserlerinde de oldukça fazla malûmat vardır. Kıyamet, rikâk, cennet ve cehennem konularına ayrılmış bablarda bu hususlara değinen hadisler mevcuttur. Özel olarak bu mevzuları işleyen kitapları okumak da önemlidir.
Burada amaç imânı artıran, ölümden sonraki diriliş, mezarlardan kalkış, mahşerde toplanış, şefaat, hesap, ceza, kısas, mizân, havz, sırat, dâru'l-karâr, cennet ve cehennem gibi kıyamet sahnelerini öğrenmektir.
10- imânı yenileyen şeylerden biri de kevni âyetlerden etkilenmektir. İmam Buhâri, İmam Müslim ve başka hadis eseri musarıniflerinin naklettiği bir haber şöyledir: "Hz. Peygamber bulut ya da rüzgar gördüğü zaman yüzündeki değişiklik hissedilirdi. Hz. Âişe "Yâ Resûlallah! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmur yağacak diye seviniyorlar. Ama sen sanki hoşlanmıyorsun" deyince "Ey Âişe! Ben bu bulutlarla azâb gelip gelmediğini bilmiyorum. Önceki kavimlerden biri şiddetli rüzgar ile helak oldular. Bir kavim (Âd kavmi) de bulutlan gördükleri zaman yağmur yağacak zannetmişti" Buhâri, Tefsir 46 demiştir. Hz. Peygamber güneş tutulmasını görünce hemen ayağa kalkmıştır. Ebû Mûsâ el-Eş'ari'den nakledildiğine göre "Güneş tutulunca Resûlullah kıyametin geldiğinden korkarak hemen ayağa kalmıştır" Buhâri, Küsûf 14.
Hz. Peygamber bize, ay ve güneş tutulmalarında hemen namaza kalkmamızı emretmiş ve bunların Allah'ın âyetleri olduğunu ve kullarını korkuttuğunu söylemiştir. Kuşkusuz bu hadislerden etkilenmek ve korku duymak kalpte imânı yeniler. Böylece insan, Allah'ın azabını, yakalayıp almasını, azametini, kuvvetini, intikamını hatırlar.
Hz. Aişe'nin naklettiğine göre Resûlullah elinden tutmuş ve aya işaret ederek "Ey Âişe! Bunun şerrinden Allah'a sığın. Çünkü o karanlığı çöken gecedir" Ahmed b. Hanbel, VI, 215 buyurmuştur. Bunun örneklerinden biri de şudur: Yok edilmiş, azaba uğramış yerlerden ve zalimlerin kabirlerinden etkilenmektir. Abdullah b. Ömer'in naklettiğine göre Resûlullah (Tebûk seferinde) Hicr'e115 (Semûd kavminin yurdu) geldikleri zaman ashabına şöyle demiştir: "Bu azaba uğrayanların yanına geldiğiniz zaman ağlayınız. Eğer ağlamaz iseniz girmeyin ki onların başına gelen size de gelmesin" Buhâri, Salât 53.
Bugün ise insanlar oralara turistik amaçla resim çektirmek için gidiyorlar. Artık gerisini varın siz düşünün!
11- imân zaafiyetinin en önemli ilaçlarından biri de Allah'ı zikretmektir. Bu, kalplerin açılmasını ve şifâ bulmasını sağlar. Kalbin hastalanması durumunda ilacı olur. Salih amellerin ruhu da budur. Allah Teâlâ kendisinin zikredilmesini şöyle emretmiştir: "Ey imân edenler! Allah'ı çokça zikredin" Ahzâb'(33),41. Kendisini çokça zikredenlerin felaha ulaşacaklarını ise "Ey imân edenler! Herhangi bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki kurtuluşa erisesiniz"Enfal 45 buyurarak vaadetmiştir. Allah'ı zikretmek her şeyden daha üstündür: İslâm'ın hükümlerini çok bulan kişiye Hz. Peygamber de Allah'ı zikretmesini tavsiye etmiştir: "Dilin sürekli Allah 'ı zikriyle meşgul olsun" Tirmizi, Dua 4. Bu, Allah'ın rızasını celbeder, şeytanı kovar, sıkıntıları yok eder, rızık kapılarını açar, bilinçlenmeyi sağlar, cennete girmeye vesile olur, dilin afetlerinden korur ve tasadduk edecek bir şey bulamayan fakirlerin tesellisidir. Bedeni ve mâli ibâdetlerin yerine geçecek şekilde Allah zikri fakirler için bir telafi aracı kılmıştır. En nihayet Allah'ı zikretmemek, kalbin katılaşmasına sebep olur.
Bu sebeple imân zaafiyetini gidermek isteyen kimselerin çokça Allah'ı zikretmeleri gerekir: "...Unuttuğun takdirde Allah'ı zikret..." Kehf(18),24. Allah Teâlâ zikrin kalbe nasıl tesir ettiğini şöyle açıklamıştır: "Bunlar iman edenler ve gönülleri Allah 'm zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki kalpler ancak Allah 'ı anmakla huzur bulur" Ra'd (13), 28.
Kalp katılığı ancak Allah'ı zikretmekle tedavi edilebilir. Bu sebeple kalbi kalbi olanların Allah'ı zikretmek yoluyla bu hastalığı tedavi etmeleri gerekir. Adamın biri Hasan el-Basri'ye "Kalbimin katılığından şikayetçiyim" dediği zaman Hasan el-Basri "Zikrullah ile tedavi olabilirsin" demiştir. Zira kalp ne zaman gaflete düşerse o zaman katılaşır. Allah'ı zikrederse kurşunun ateşte erimesi gibi katılık da erir gider. Kalp katılığını Allah'ı zikretmek kadar etkili olarak gideren bir şey yoktur. Zikir kalpler için şifâ ve ilaçtır. Gaflet ise kalplerin hastalığıdır. Bunun şifâ ve devası zikrullahtır. Mekhûl ed-Dımeşki zikrullah'ın şifâ, insanları zikretmenin ise hastalık olduğunu söylemiştir.
Zikrulllah ile şeytan mağlup edilir. Şeytan ise ancak gafilleri ve Allah'ı unutanları mağlup eder. Selef âlimlerinden biri şöyle demiştir: "Eğer zikir kalbe yerleşirse musallat olan şeytan mağlup edilebilir. Kalbine zikrullah yerleşmiş bir mü'mine musallat olan şeytanın yanına diğer şeytanlar geldiği zaman, "Bunun nesi var?" diye birbirlerine sorarlar. Cevap verenler de der ki: "Buna bir insan musallat olmuş". Şeytanların musallat olduğu insanların çoğu virdlerle ve zikirlerle korunmayan gafillerdir. Bu sebeple şeytanın onları aldatması oldukça kolaydır.
İmân zaafiyetinden şikayet edenlere bazı ilaçlar ağır gelir. Örneğin gece namaza kalkmak, nafileleri kılmak. Bu sebeple önce zikrullah ile başlamak gerekir. Bu kimseler bazı genel zikirleri ezberleyip sürekli bunları okuyabilirler. Örneğin   "Allah'tan başka ilah yoktur. O'nun ortağı da bulunmamaktadır. Mülk ve hamd O'nadır. O her şeye muktedirdir",  "Allah  Teâlâ,  her türlü  noksanlıklardan münezzehtir. O'na hamdolsun. Zâtının ve sıfatlarının mahiyeti anlatamayacak kadar yüce olan Allah her türlü noksanlıklardan münezzehtir", "Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır" vb. zikirler okunabilir.
Bunlardan başka sünnetin bildirdiği bazı özel zikirleri de ezberler ve yeri ve zamanı geldikçe okurlar. Örneğin sabah, akşam, uyku, kalkış, rüya, düş, yemek, tuvalet, sefer, yağmur, ezan, mescit, istihare, musibet, kabir, rüzgar, hilali görmek, bineğe binmek, selam, hapşırma, horoz ötüşü, anırma, kişneme, keffâretu'l-meclis, belalıları görmek ve benzeri duaları ezberleyip okurlar. Bunları ezberleyip sürekli tekrar edenlerin kalplerinde etki duyacakları muhakkaktır.
12- imânı yenileyen etkenlerden biri de Allah'a münacatta bulunmak ve onun ellerine teslim olmaktır. Allah'a karşı küçüklüğünün ve zilletinin farkında olan kişi Allah'a daha fazla yakın olur. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Allah'a en yakın olunan yer secdedir. Bol bol dua edin"m. Zira secde halindeki küçülme ve haddini bilme başka hiçbir durum ve davranışta yoktur. Kişi vücudunun en yüksek yerini yani başını yere koyunca rabbine yakınlaşmış olur.
Güzel bir şekilde tevbe edip Allah'ın ellerine teslim olma şöyle dir: "Kişinin bu haldeyken şöyle söylemesi ne kadar da hoş olur:
"Allahım! Zilletimi biliyorum ve izzetinden beni bağışlamanı diliyorum. Benim zayıflığıma, Senin kudretine ve benim Sana muhtaç olmama Senin bana ihtiyacın olmamasına dayanarak Senden niyaz ediyorum. İşte bu yalan ve hatalarla dolu başım ellerinin arasında! Benden başka pek çok kulların var. Senden kurtuluş ancak Sana sığınmakla olur. Senden başka sığınacak yerimiz de yoktur. Miskinler gibi Senden istekte bulunuyorum. Zelil olarak ve başımı eğerek Sana niyazda bulunuyorum. Darda kalmış korkan bir kimse olarak Sana yalvarıyorum. Sana boynunu eğen, burnunu yerlere sürten, gözyaşı döken ve kalbini dizginleyen kimseler gibi dua ediyorum".Amin
Kul bu vb. sözlerle Allah'a münâcâtta bulunursa imânı kalbinde kat kat artar. Allah'a ihtiyaç duyulduğunu hissetmek de imânı güçlendirir. Allah Teâlâ kendisine muhtaç olduğumuzu şöyle haber vermiştir: "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur" Fâtır (35), 15.
13- Aşırı beklentilere girmemek. Bu da imânı yenileme noktasında oldukça önemlidir.
"Ne dersin! Eğer biz onlan yıllarca yaşatıp nimetlerden faydalandırsak, sonra tehdit edilmekte oldukları başlarına gelse! Faydalandırdıkları nimetler onlara hiç yarar sağlamayacaktır" Şuarâ (26), 205 ve "Allah'ın onları, sanki günün ancak bir saati kadar kaldıklarını zarıneder vaziyette yeniden diriltip toplayacağı gün aralarında birbirleriyle tanışırlar. Allah'ın huzuruna varmayı yalanlayanlar elbette zarara uğramışlardır. Zira onlar doğru yola gitmemişlerdir" Yûnus (10), 45 âyetlerinde ifâde edilen şey ne yücedir! İşte dünyanın tamamı budur. İnsan emelini uzun tutmamalıdır. Yaşayacağım yaşayacağım dememelidir. Selef âlimlerinden biri bir adama "Bize öğle namazını kıldır" deyince adam, "Eğer öğleyi kıldırırsam ikindiyi kıldırmam" demiştir. Bunun üzerine âlim de "Sanki ikindiye kadar yaşama arzusunda gibisin. Tûl-i emelden Allah'a sığınırım" cevabını vermiştir.
14- Dünyanın ne kadar değersiz olduğunu düşünmek ve kalbin dünya ile bağlantısını kesmek. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir" Âl-i İmrân (3), 185. Hz. Peygamber de "İnsanoğlunun yiyecekleri ile dünya birbirine benzer. İnsanoğlundan çıkana bakın, o güzelim yiyecekler ne hale gelmiş!" buyurmuştur. Ebû Hüreyre'den nakledildiğine göre Hz. Peygamber bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Dünya lanetlenmiştir. Onun içindekiler de mel'ûndur. Sadece zikrullah, Allah'a yaklaştıran şeyler, âlimler ve ilim öğrenenler müstesnadır"İbnu mace zühd 3.
15- Kalpte imânı yenileyen şeylerden biri de Allah'ın hükümlerinin (haramlarının) yüceliğini kabul etmektir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Durum öyledir. Her kim Allah'ın hükümlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu, kalplerin takvâsındandır". Hacc 32
Allah'ın haramlarından maksat O'nun hükümleridir, haklarıdır. Bunlar bazen kişilerde, bazen mekanlarda bazen de zamanlarda olur. Şahıslarla ilgili olanlarına örnek olarak Resûlullah'ın hakkına riâyet etmeyi gösterebiliriz. Mekanlarla ilgili olanlarına ise Harem-i şerifin hakkını gözetmeyi verebiliriz. Ramazân ayının hakkını bilmek ise zamanlarla ilgili Allah'ın hakkıdır. Küçük günahları önemsiz görmemek de Allah'ın haklarının gözetilmesindendir. Abdullah b. Mes'ûd Resûlullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Küçük günahlardan sakının! Bunlar birleşerek kişiyi helak eder". Hz. Peygamber bir de onlara örnek vermiştir: "Bir kavim otları kurumuş bir yere gelir ve herkes birer odun getirerek bir ateş yakarlar. Sonunda oraya attıklarını pişirirler".Ahmed 1, 402 Aslen kötü olan pek çok şeyi insanların büyük bölümü küçümserler.
16- İmânı yenileyen şeylerden biri de mü'minleri sevip kafirlere düşman olmaktır. Allah'ın düşmanlarını sevmek kalbi zayıflatır ve itikadı soldurur. Kişi, mü'minleri sevip onlara yardım eder ve Allah düşmanlarına düşmanlık ederse imânı dirilir.
17- Tevazünün da imânın yenilenmesinde, kalbin parlatılmasında ve kibrin yok edilmesinde önemli bir rolü vardır. Zira konuşma ve görünüşte tevazu kalbin tevâzuuna delalet eder. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: "Tevâzu imândandır". Bir başka hadiste ise şöyle demiştir: "Gücü yettiği halde güzel giysileri Allah'a karşı tevazuundan dolayı bırakan kişiyi Allah kıyamet günü herkesten önce çağırır ve imân giysilerinden dilediğini giyinmesine izin verir.” Örneğin Abdurrahmân b. Avf kölelerinin arasında tanınamazdı.
18- imânın yenilenmesinde önemli olan kalbi ameller de vardır:
Allah'ı sevmek, O'ndan korkmak, O'na yalvarmak, O'nun hakkında hüsn-ü zan beslemek, tevekkül etmek, O'ndan ve kazasından razı olmak, şükretmek, doğru olmak, kesin olarak O'na inanmak, O'na güvenmek, tevbe etmek vb. imân zaafiyetini tedavi edebilmek için müminin bazı makamlara ulaşması gerekir: İstikâmet, inâbe, tezekkür, kitap ve sünnete yapışma, huşu, zühd, verâ, murakabe.
19- Nefis muhasebesi de imânın yenilenmesinde önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey imân edenler! Allah'tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır"135. Hz. Ömer ise "Hesaba çekilmeden önce kendi nefsinizi hesaba çekin" demiştir. Hasan el-Basri'den de "Mü'min nefsine hakimdir ve Allah için sürekli nefir murakabesi yapar" dediği nakledilir. Rivayete göre Meymûn b. Mihrân el-Cezeri de "Kişi ancak ortağını kontrol ettiğinden daha çetin bir şekilde nefis muhasebesi yaparsa muttaki olabilir" demiştir.
"Nefis, muhasebesi ihmal edilince ve ona uyulup nefsin istediği her şey yapılırsa helak olur".
Mü'min zaman zaman nefsiyle baş başa kalmalıdır. Onu muhasebeye çekmeli, durumunu gözden geçirmelidir. Nefsinin kıyamet günü için neler hazırladığına bakmalıdır.
20- Son olarak mü'minin imânı için yapması gerekenlerin en mühimlerinden biri de duadır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İmân giysilerin eskidiği gibi içinizde yıpranır. Allah'tan imânınızı kalbinizde yenilemesini niyaz edin".
Allahım! En güzel isimlerinle ve en yüce sıfatlarınla sana yalvarıyorum. Kalplerimizde imânı tekrar tekrar yenile. Allahım! Bize imânı sevdir ve kalplerimizde onu süsle. Bize küfür, fısk ve isyanı sevdirme. Bizleri rüşde erenlerden eyle.Hucurat 7 "Senin izzet sahibi Rabbin, onların isnad etmekte oldukları vasıflardan yücedir, münezzehtir. Gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun!Âlemlerin Rabbi olan Allah'a da hamd olsun!" Amin