CUMA
NASİHATI
TEVHİD İLE GELEN VAHDET
Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır: “Allah’a
ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize bir korku düşer de heybet ve kuvvetiniz elden
gider. Sabırlı olun! Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”
Peygamber Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müminler, birbirlerini sevmede,
birbirlerine merhamet ve şefkat
göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da
uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”
Mekke’de
Peygamberimiz (s.a.s)’in tebliğ ve
irşadıyla başlayan İslam, başlangıçta sayıları onlarla, yüzlerle ifade edilen
müminlerden oluşmaktaydı. Efendimiz (s.a.s), Mekkeli müşriklerin zulüm ve
baskıları sebebiyle Medine’ye hicret etti. Medine’de çok kısa bir sürede müminlerin
sayısı yüzbinlere ulaştı. Böylelikle Rahmet peygamberi puta tapan şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden
bir vahdet toplumu inşa etti. Allah Resulü, bir
lider, bir aile reisi, bir komşu, bir dost olarak
Medine’nin bütün müminlerini, bütün sokaklarını vahyin manevi
havasıyla müzeyyen kıldı. Öyle ki artık Medine Mescidi,
uhuvvet,
diğerkâmlık, ilim ve irfan, membaı olmuştu. Gönüller, muhabbet ve samimiyetle yoğrulmuştu. Kutlu Nebi, Yesrib’ten yepyeni bir medeniyet
inşa etmişti.
Tarihe
ve insanlığa yön veren bu medeniyetin
nüvesi doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma gibi bugün büyük
ölçüde yoksunluğunu çektiğimiz değerlerdi. İlk dönem müminlerini güçlü kılan da
işte bu erdemlerdi. Onların bu özverisi, fedakârlığı,
Yüce Rabbimizin övgüsüne mazhar oldu. Rabbimiz, onları imanı gönüllerine
yerleştirmiş kişiler olarak tanımladı. Onların
bu meziyet
ve erdem yüklü örnekliğiyle çok kısa sürede Bağdat,
Şam,
Kahire, Endülüs, Buhara, İstanbul medeniyetler Medinesi oldu.
Asırlardır dillerimiz Ebu’d-Derdâ ile Selmân-i Fârisi, Ebû Zer
ile Bilâl-i Habeşî arasındaki destansı kardeşliği iftiharla telaffuz
etmektedir. Kerim Kitabımızda ve Efendimizin hadislerinde Ensar-Muhacir kardeşliğinden övgüyle söz
edilmektedir. Ancak, bu örnek ve övgüler sadece dillerde bir hatıra, kuru bir gelişi
güzel okunan bir siret,
ruhunu kaybetmiş bir adet ve gelenek
olarak kalmamalıdır. Saadet asrını, ashabı övgüye layık kılan ahlakî ve insanî
değerler, bugünün Müslüman toplumlarının da vazgeçilmezi olmalıdır.
Bugün
gönül coğrafyamız, içler acısı bir durumdadır. Bu durum, sınır tanımadan iman kardeşliğimizi ve onun bize
yüklemiş olduğu sorumlulukları, duygularımızın yoğunluk kazandığı mübarek Ramazan ayında bir kez daha tefekkür
etmemizi gerektirmektedir. Üzülerek belirtmek gerekir ki milyonlarca kardeşimiz, bu kutlu ayın manevi atmosferini
gereği gibi teneffüs edememektedir. İslam dünyasının önemli bir kısmı ne yazık ki, cehalet,
fitne fesat ve tefrika girdabına kapılmış durumdadır. Cehalet üzerine inşa edilen taassup ve bağnazlıklar
kutsanmakta,
heva ve hevesler ön plana çıkarılmaktadır. Bu durum Müslümanları
dünya sahnesinde söz sahibi yapan ümmet bilincinden uzaklaştırmaktadır. Müslümanlar olarak
huzur ve mutluluğumuzun önündeki en büyük
engel, kardeşliğimizin önüne konulan engellerdir. Gönülleri bir kardeşler olması
gerekenler, bugün gönüllerle birlikte istikbale dair ümitleri de yıkmaktadır.
Tüm
bu olumsuzluklara rağmen asr-ı saadetin insanı
yücelten, asırları aşan nadide örneklerini yeniden insanlığa takdim etmek asla imkansız değildir. Bizler, Peygamberimiz (s.a.s)’in
gösterdiği ümmet şuurunu yeniden diriltebiliriz. Bizler, tarihe yön veren o
muazzam medeniyeti yeniden kurabiliriz. Bunun için öncelikle İslam’ı, Kur’an’ı ve İslam Peygamberini hakkıyla anlamalı, örnek almalı ve temsil etmeliyiz. Bilgi, iman, ibadet ve
ahlak dengesini iyi kurmalıyız. Yeryüzünde iyiliği, erdemi, adaleti egemen kılmak için gayret göstermeliyiz. Muhammedü’l-Emin’in
gönülleri fetheden emin vasfı ile
donanarak yeryüzünü
selam ve eman yurdu kılmak için çaba sarf
etmeliyiz. Heva ve hevesi değil, İslam’ın
değişmeyen hak ve hakikat ölçülerini esas almalıyız. Tefrika, ayrılık ve
gayrılık için değil, imandan
gelen birlik ve dirlik için çalışmalıyız.
Mezhep,
meşrep, ırk, bölge ve coğrafya farklarını
değil,
sadece ve sadece Efendimiz (s.a.s)’in Ensar ve Muhacir arasında tesis ettiği “ben” i “biz” “biz” i “bir” yapan İslam
kardeşliğini ön plana çıkarmalıyız.
İdrak
ettiğimiz Ramazan-ı şerif, aynı zamanda bizlere ümmet olma bilincimizi yeniden
hatırlatır. Geliniz hep birlikte şu mübarek Ramazan gününde, şu mübarek Cuma
vaktinde Rabbimize şöyle yalvaralım.
Ey
Rabbimiz! “Müminler ancak kardeştirler”
ilahi fermanınca bizleri zihinleri bir, yürekleri bir, gayeleri
bir, sevgileri ve
hüzünleri bir kardeşler eyle! Rabbimiz!
Birbirimize karşı rahmet, merhamet, şefkat ve muhabbetle muamele etmeyi
nasip
eyle! Allahım! Bizleri, bütün
insanlığın özlemi olan barış ve huzur ortamını tesis edenlerden eyle! Amin.