“İki şey vardır, insanların çoğu onun
değerini bilmezler: Sıhhat ve boş vakit”
Hayata
atılan bir kimsenin başarılı olmasında onun “zaman”anlayışının büyük önemi
vardır. Zaman konusunda araştırma yapan sosyologlar ileri ve geri memleketler
arasında zaman kavramının farklı telakki edildiği müşahede edilmiştir.
Onlara
göre ileri memleketlerde işlerin, önceden, zamana göre tanzimi ve her işin, ona
tahsis edilen zaman dilimi içinde yapılması şarttır. Takvime göre hareket,
hayatın disipline edilmesi, insan ömrünün azami şekilde verimli kılınması
demektir.
İslam dini günlük zamanı üç ana
maksada uygun olarak programa bağlamamızı emreder;
1-
İbadet
2-
Rızkın Kazanılması
3-
Hayatımızı murakabe ve tefekkür
İSLAMDA TATİL VE İSTİRAHAT
Tatil
kelimesi boş vakit anlamında kullanılacaktır. İslam tamamen boş geçirilecek bir
vakit tanımaz. Kur'an-ı Kerim'de bize meşguliyetin değiştirilmesi suretiyle
dinlenme elde edileceğine işaret edilmektedir. Buna bir nevi “çalışarak dinlenme” diyebiliriz.
Müslümanlar,
Yahudiler Hrıstiyanlar gibi tamamen
“işsiz” geçirilecek bir haftalık tatil anlayışından uzak olmalıdır.
Eğlencede şehvet duyma ve fitne çıkarma ihtimali halinde, nazarın haram
olduğunda ittifak vardır.
“İslam boş zaman kabul etmez.”
derken istirahatı reddeder manası çıkarılmamalıdır. Kur'an-ı Kerim'de en iyi
dinlenmenin kişinin kendi evinde uyku ile olacağı beyan edilmiştir.
“Size geceyi örtü, uykuyu dinlenme
(vasıtası), gündüzü de çalışma zamanı yapan Allah'tır.” (Furkan 25).
“Allah sizin için meskenlerinizi huzur ve
sükun yeri kıldı.” (Nahl 16).
Yasak
oyun ve eğlenceler; kumar oyunları, hayvanlarla oynamak, içkili, çalgılı,
kadınlı eğlencelerdir. Bazı oyunların faydalılık yani cihada hazırlık yönü
galebe çalar. Bu yüzden HzPeygamber (SAV) onları ısrarla teşvik etmiştir. Bu gruba
yüzme, atma, binme, koşma ve güreş
girer.
Meşru
eğlence fırsatları ise çeşitli merasimler, ziyafetler (sünnet, doğum, seferden
dönüş, yeni meskene girme, musibetten kurtulma) ve düğünlerdir.
Düzenli
bir şekilde mi, yoksa rastgele mi yapılması gerektiğinde ittifak olmamasına
rağmen, birçok doğu şehirlerinde kadınların arkadaşlarıyla görüşmek ve onları
ziyaret etmek için, ikindiden sonra belli bir vakit ayırmaları adettir.
Her
halükarda o günkü ziyaret, evi olağanüstü bir durumla karşı karşıya getirir.
Normalin
ötesindeki hazırlıklar gayreti tüketir, zamanı boşa geçirtir ve malı heba eder.
Bundan dolayı buluşma günleri; aileler için misafire ikram, evin tefrişatı ve
hane halkının elbiselerini gösterme yarışına dönüşmüştür.
Kadınların
çoğuna bu ziyaretlerden maksadının ne olduğu sorulsa verecekleri en iyi cevap
şudur: Maksat vakit geçirmek, avunmak, sıkıntı ve bıkkınlığı defetmek için bir
araya gelmekten ibarettir.
Bilmem
ki vakit, insanın kendisinden hesaba çekileceği ömrü değil midir? Bu hesaba
çekilme ne zamandır dersiniz? O, büyük korku günüdür:
“O gün hiçbir kimse başkası için bir şey
yapamaz. O gün iş Allah’a kalmıştır.” (İnfitar,18)
Rasulullah
(sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü
şu dört şeyin hesabını vermedikçe kul yerinden kıpırdayamaz: Ömrünü neyle
geçirdiği, ilmiyle ne amel ettiği, malını nerede kazanıp nerede harcadığı ve
bedenini nasıl yıprattığı.” (Tirmizi.)
Burada
soran kim? Şüphesiz cinleri ve insanları eğlence ve avunma için değil,
kendisine kulluk etsinler diye yaratan âlemlerin Rabbidir.
“Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu
kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) Biz (bunu)
yapanlardan değiliz.” (Enbiya,17)
Boşa
geçirilmiş zamanları bize sorduğunda, Rabbimize ne cevap vereceğiz? Bu
ziyaretlerde haram işlenmese bile Rasulullah (sav)’in, yapanı kınadığı boş söz
ve gevezelik söz konusudur. Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur:“Sizden en çok
buğzettiğim ve kıyamet gününde benden en uzak olanlarınız, geveze (lafazan) ve
gereksiz yere çok konuşanlarınızdır.” (Tirmizi,.)
Kim
vaktini boşa geçirirse, hayatından telafisi mümkün olmayan bir parçayı
kaybetmiştir. Buna ne kadar yansa yakınsa değer.
Zaman,
sadece kadınların kendine mi aittir? Kocasının ve çocukların hakkı nerede
kaldı? Toplumun ve İslam ümmetinin haklarını ne zaman yerine getirecek? Kadının
tasası, zamanını evin dışında ve boş şeylerle geçirmek olursa, önemli
vazifelerini kime bırakacaktır?
Bazı
kadınlar, bazen vazifelerinin sadece ev temizliği, kocayı hoşnut etmek ve çocuk
doğurmak olduğunu zannederek görevlerini yerine getirdiklerini savunurlar.
Doğurduğu
çocuklar hakkındaki görevlerinin de onları doyurmak, uygun kılık kıyafet temin
etmek ve üstün bir eğitim vermekten öteye geçmediğini söylerler. Hayır, kız kardeşim! Sen nesillerin
terbiyecisi ve kadınlı erkekli yapısıyla İslam toplumunun sorumlususun.
Benim
ve senin vazifen; çocuklarımızı doğru eğitmek, onları emaneti yüklenebilecek
güçte ve İslam’a uygun şekilde yetiştirmek ve ümmeti diriltip beklenen
faziletli toplumu oluşturmaktır. Ben ve sen çocuklarımızı bırakıp kendimizi
avutursak arkamızda, ana-babası olan yetimler bırakmış oluruz.
Yetim, babası ölen değildir. Bu ilk
çağlarda böyleydi. Asıl yetim, sorumsuz bir anne ve meşgul bir babanın çocuğu
olandır.
Ana-babası
ölen bir çocuk, şefkat gösterecek, onu gözetecek ve merhamet edecek birilerini
bulur. Fakat ebeveyni kendisiyle ilgilenmeyen çocuk, ona merhamet gösterecek ve
kötülüklere karşı uyaracak kişiyi nereden bulur?
Daima
kendisiyle meşgul olan kadın, ciğerparesini gözetme, onu yönlendirip yardımcı
olma ve çocukla ünsiyet kesbetme gibi Rabbini hoşnut eden ve vazifelerini
yerine getirmeye yardım eden faaliyetlere yeterli zaman bulamayacaktır.
İmtihan
yeri olan bu dünyanın sıkıntı ve zorluklarla dolu olduğu doğrudur. Kadınların
bir araya gelmelerinde bir teselli ve dostluk da vardır.
Fakat
bu teselli kendini İslam’ın aşılmaz sınırları içinde gören kadının mı, yoksa
boş şeylerle uğraşan kadının mı gayesi olmalıdır? Evet, ara sıra dinlenmek de
gereklidir. Ancak bu dinlenme, diğer kadınların vaktini hesapsız yere
harcamaları gibi olmasın!
Çoğu
zaman düşmanlarımızın açtığı fikri savaşa maruz kalmaktan şikâyet ederiz. Peki,
bunlara karşı koymak için hazırlık yaptık mı? Veya en azından, onlara kaşı ruhi
ve kültürel olarak kendimizi korumaya aldık mı ki rahata kavuşalım?
Davalar, şikâyet ve üzüntüyle ne
başarı kazanır, ne de yayılır.
Karşı
karşıya kaldığımız sıkıntılar, düştüğümüz bu halden kurtulmak için, durumumuzu
İslami esaslara göre düzenlemeyi gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde,
gerçekleşmesini istediğimiz emellerimiz serap, arzularımız rüya olacaktır.
Bunların amel, gayret ve cihad olmaksızın gerçekleşmesi çok uzak bir
ihtimaldir.
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette
yolumuza eriştiririz.” (Ankebut,69)
Allah’ın,
ümmetimizi içine düşürdüğü bu cezalar, ancak ve ancak dinimize yardım
etmeyişimiz ve görevlerimizi yerine getirmeyişimizdendir.
Kadın,
yakalandığı manevi çöküntüye, toplumdaki rolünün azalmaya başladığı, eğitim,
çocuk yetiştirme ve öğretimde vazifelerini gereği gibi yerine getirmediği
günden itibaren farkında olmadan ortak olmuştur.
Kalbi
kan ağlatan ve gönülleri hüzne boğan bu acı gerçek, aynı zamanda bizi, hesaba
çekileceğimiz önemli vazifelerimizi yerine getirebilmek için, vakitlerimizi iyi
değerlendirmeye sevk etmektedir.
“Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve kendi
gözetimindekilerden sorumludur.” (Müslim)
Haydi,
geleceğin annelerini ve babalarını eğitmedeki görevlerimizi yerine getirelim.
Sonra başka şeylerle uğraşabiliriz.
İşte
Allah Rasulü (sav), kişinin kederden uzaklaşmasının yolunu göstermektedir. Bu
yol Allah azze ve celle ile irtibat kurabilmektir. O’na itaatle yönelelim.
Derdimiz ahiret yurdu olsun. Zaten keder, ancak fani dünyaya hırs göstermenin
bir sonucudur.
Peygamber
(sav) şöyle buyurmuştur:“Kimin derdi
ahiret olursa, Allah onun gönlünü zengin kılar ve iki yakasını bir araya
getirir. Dünyalık, istemeye istemeye ona gelmek zorunda kalır. Kimin derdi de
dünya olursa, Allah onu fakirlikle yüz yüze bırakır ve iki yakasını bir araya
getirmez. Dünyalıktan ancak, kendisine takdir edilen kadar nasibini alır.” (Tirmizi, 2583)
Allah
Teâlâ şöyle buyuruyor:“Her kim bu
çarçabuk geçen dünyayı dilerse, ona yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz
kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak
gireceği cehenneme sokarız. Kim de ahireti diler ve bir mü’min olarak ona
yaraşır bir çaba ile çalışırsa, işte bunların çalışmaları makbuldür.” (İsra, 18-19)
Bu
yeryüzünden daha uzak olan ahireti idrak edemeyenler, dünyanın çamur, kir ve
pasına bulanırlar. Dünyadan hayvanlar gibi faydalanır, onun şehvet ve
arzularına esir olurlar. Dünya lezzetlerini elde etme uğruna kendilerini
cehenneme götürecek günahları işlerler.
Ahireti
isteyenin, ona yaraşır bir çaba göstermesi, vecibelerini yerine getirmesi,
sorumluluklarını yüklenmesi ve bu gayretini imana dayandırması gerekir. Fakat
iman, sadece bir temenni değil, kalbe yerleşen ve amelin tasdik ettiği bir
şeydir.
Ahiret
için çaba göstermek, kişiyi temiz dünya lezzetlerinden mahrum etmez. O, gözünü
ancak en yüce ufuklara diker ve dünya malı bu kişinin yegâne hedef ve gayesi
olmaz.
Allah
Teâlâ, zikrinden yüz çeviren gafil kimsenin dünyada karşılaşacağı şiddetli
geçimsizlik, darlık ve sıkıntının boyutlarını açıklarken şöyle buyurmaktadır:
“Kim de Beni anmaktan yüz çevirirse,
şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve Biz onu, kıyamet günü kör olarak
haşredeceğiz. O; ‘Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben hakikaten
görür idim!’ der.
(Allah) buyurur ki: İşte böyle. Çünkü
sana ayetlerimiz geldi; ama sen onları unuttun. Bugün de aynı şekilde sen
unutuluyorsun.” (Taha, 124-126)
Öyleyse
gayemiz Allah’ın rızası, yolumuz O’nun Sedat’ına uymak olsun. O takdirde, nefse
ağır gelen, hüzün ve keder veren şeyleri yokmuş gibi hissederiz, vakitlerimiz
Allah’ı zikir ve O’na itaatle dolar.
Muhammed
Mustafa (sav)’in hadisiyle amel edilirse hayatın tamamı; ibadet, Allah’a
yakınlaşma ve her anını değerlendirmeyle geçer:
“Beş şey gelmeden beş şeyin kıymetini bilin:
Ölümden önce hayatın, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyetten önce boş vaktin,
ihtiyarlıktan önce gençliğin, fakirlikten önce zenginliğin değerini bilin.”
(Ebu Nuaym, Hilye’de)
“ Dört şey geri dönmez; atılan ok, harcanan
para, ele geçen fırsat ve geçen zaman.” Hz. Ömer
Hz. Ali’nin
“ Vakitlerle yakutlar elde
edilebilir, fakat yakutlarla vakitler elde edilemez.” Sözü zamanın değerini
ne güzel anlatmaktadır.
Yine “ Dünya
her an bizden uzaklaşmakta, ahiret de yaklaşmaktadır. Bunlardan her ikisini de
tercih edenler vardır. Siz ahireti tercih edenlerden olun, dünyayı tercih
edenlerden olmayın. Zira bugün çalışma var, hesap yok, yarın ise hesap var,
çalışma yok.”
Hz. Muaviye zamanı şöyle değerlendiriyor:
" Ey insan ! Zaman sensin. Sen iyi
olursan zaman da iyi olur. Eğer sen kötü olursan zaman de kötüdür."
” Fenalıkların
en büyüğü vakti boşa geçirmektir.”
İmam Şafii “ Zaman kılıç gibidir sen onu kesmezsen o seni keser.” Sözü son derece
uyarıcıdır. Yine “ Biz zamanı ayıplarız. Halbuki ayıp bizdedir. Eğer zaman
konuşacak olsa kaçacak gizlenecek yer ararız.” Sözleri zamanı ayıplama hususunda bizlere
birer ikazdır.
İmam Hanbeli " Mazi artık geçti. O ancak ibret almak için düşünülebilir. Geleceğe bel
bağlanmaz. Çünkü bundan sonra yaşayacağınız belli değildir. O halde kendisine
itibar edilecek zaman içinde bulunan " an" dır. Biz ancak ona sahibiz.
Ne yapabilirsek şimdi yapabiliriz." İkazını yapmaktadır.
”Alelade bir insan zamanı nasıl
bitireceğini,akıllı bir insan ise zamanı nasıl kullanacağını düşünür.”
"Dünya üç gündür. Dün, bugün,yarın."
" İnsanların
sahip oldukları ama geçtikten sonra bir daha ebediyen bulamayacakları en
kıymetli sermaye zamandır."Korunması
için gayret göstermen gereken en kıymetli şey vakittir, fakat görüyorum ki, en
kolay kaybettiğin şey de odur".
İnsan İlişkileri veya “Beşeri
Münasebetler”
İnsan
ilişkileri veya “Beşeri Münasebetler”
konusu, bir toplumu meydana getiren fertlerin insanî unsurlarını ortaya çıkaran
faaliyetlerdir. Bir fikir veya hareket
için halkın desteğinin sağlanmasıdır.
Başarılı
kuruluşların ardında daima başarılı ve faydalı insan ilişkileri vardır.
İnsan ilişkilerinde başarılı olmak için,
insanlarla olumlu diyalog kurabilmek, insanlarla anlaşmasını ve uzlaşmasını
bilmek, en önemlisi insanlar üzerinde etkili olabilmek için öncelikle doğal
yapısındaki genel çelişkileri ve özelliklerini iyi bilmek gereklidir.
İletişim; Düşünce ve görüşlerin sözlü olarak karşılıklı
alışverişidir. Başka bir tanıma göre; bizim başkalarını başkalarının da bizi
anlaması süreci olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlara faydalı olmanın, onlara
hizmet etmenin yolu; “insan
ilişkileri”nden geçer. İnsanların irşadıyla vazifelendirilen Peygamberlerin
ömrü, insanlarla meşguliyetle geçmiştir. İnsanları kazanmanın veya kaybetmenin
sebebi insan ilişkilerindeki hatalardan kaynaklanmaktadır.
İnsan
ilişkileri, belirlenmiş hedef kitleleri etkilemek için hazırlanmış, planlı,
projeli, inandırıcı haberleşme gayretidir.
İnsan
ilişkileri, bir kuruluşu (müesseseyi) müntesiplerine, muhiplerine, ilgi duyduğu
kimselere sevdirme, saydırma sanatıdır.
İnsan
ilişkileri, bir müessesinin dış çevreyle iyi münasebetler kurması ve bu
münasebetlerin usulüdür.
Halkı
anlamak için kişisel ilişki ilk şarttır. Halkla münasebetlerde fertlerin
hallerini, akıllarını, psikolojilerini, şartlarını, örflerini ve eğitim
durumlarını göz önünde tutmak suretiyle bu insanları kazanmaya çalışılmalıdır.
İnsan,
jest ve mimikleri kullanan gelişmiş refleks ve içgüdülerinin yanı sıra dili de
içine alan çok karmaşık, öğrenilmiş davranışlarla iletişim yapan yegâne
varlıktır.
1. İletişim kişiye değil, kişiyle
yapılır. Yani karşılıklıdır.
2. İletişim bilgi değildir. İletişim bir
harekettir.
3. İletişim tekrarlanamaz, aynı
kelimeleri karşınızdaki anlamazsa bir daha aynı heyecanla söylemeniz mümkün
değildir.
Onun
için iletişimi baştan düzgün kurmalıyız. Başarının sırrı insanla ilgilenmektir.