“Hâliyle ve duruşuyla seni uyarıp uyandırmayan ve sözüyle seni Hakk’a yönlendirmeyen kimseyle beraber bulunma! Böyle birini asla kendine dost da edinme, hâli senden daha aşağı seviyede olan biriyle beraber olursan, böyle bir durum, senden zaman zaman zuhur edebilecek kötü halleri sana güzel gösterir.”
Hayat yolculuğu, zorlu bir
yolculuktur. İnişleri çıkışları çoktur. Yollar, pek de emin değildir. İçeriden
nefis fısıltıları, dışarıdan insan ve cin şeytanlarının vesveseleri, dünyanın
çekiciliği, hevâ ve arzuların sürükleyiciliği, maişet derdi, mal ve evlat
kaygıları ve daha birçok meşgaleler arasında, sırat-ı müstakim üzere Allah’ın
razı olduğu bir hayata doğru yürümek, elbette kolay değildir.
Hayat yolculuğunda en önemli
yardımcılardan biri, yolculuğu kolaylaştıran, tehlikeleri azaltan, düşünce
elimizden tutan hâli güzel “sâlih ve sâdık bir arkadaş”tır ve hatta
arkadaşlardır.
İnsan arkadaşsız kalırsa, pek
sıkılır, darlığa düşer.
Kurt, çoğu zaman, sürüden ayrılıp
yalnız başına giden kuzucağızı kapar.
Öyle düşünelim ki; sen ihtiyatla
hareket ettin de kurt sana rastlamadı, seni kapmadı. Fakat topluluk olmadıkça,
o ruhanî neşeyi bulamazsın ki.
Yalnız başına bir yolda neşeli
neşeli giden kişinin duyduğu sevinç, dostlarla, arkadaşlarla giderse, yüz misli
artar.
Her işi yavaştan alan, hantal
tabiatlı eşek bile, dost ile beraber bulununca neşelenir, çevikleşir, kuvvet
bulur.
Kervandan ayrılıp yalnız başına
yol almaya kalkışan eşeğe, o yol yüz misli uzar, onu yorar.
Çölü ya da ovayı yalnız başına
aşıncaya kadar, ne kadar sopa yer.
O eşek sana der ki: «Bu sözü iyi
dinle; eşek değilsen, böyle yalnız başına yola düşme!»”
Kulluk yolunda elbette bir
arkadaş gereklidir. Ancak bu konuda da sıradan kimselerle dost olup onlarla
yola çıkmak, çoğu zaman yolculuğu tehlikeye sokacaktır. Yüce Rabbimiz tüm
mü’minleri birbirine kardeş olarak ilan ettiği halde, dostluk için namaz kılan
ve infak ehli olan mü’minleri hedef göstermiştir. Âyet-i kerime şöyledir:
“Sizin dostunuz (veliniz) ancak
Allah’tır, Resûlüdür ve namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve rukû eden (Hakk’a boyun eğen)
mü’minlerdir.” (Mâide, 55)
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi
ve sellem- Efendimiz de buyurmuştur ki:
“Salih arkadaş, güzel koku satan
kimse gibidir. Eline geçmese bile kokusundan faydalanırsın. Kötü arkadaş ise
körükçü gibidir ki üzerine kıvılcım sıçramasa bile duman ve is içinde
kalırsın.” (Buhârî, Zebaih, 31; Müslim, Birr 147)
Arkadaşın iki temel vasfına
dikkat çeker:
1. Hâli, seni gafletten
uyandırmalıdır.
2. Sözü Hakk’a yönlendirmelidir.
Hâli uyandırıcı arkadaşın
vasıflarını şârihler şöyle açıklarlar: “Böyle bir hâl, kişinin himmetinin
masivâdan arınıp Allah’a yönelmesiyle oluşabilir. O kişi, bütün ihtiyaçlarının
temininde ancak Allah’a ilticâ eder. Her işinde yalnız O’na güvenip dayanır.
İnsanların itibar edip etmemesi onun nazarında müsavidir. İfrat ve tefrit gibi
aşırılıklara düşmeden, Kur’an ve sünnet çizgisine tam bir şekilde tâbi olur.
İnsan nefsi, halini beğendiği
kimseyi taklide meyyaldir. Bu sayılan sıfatlarda mutlaka nihâhî bir kemâl
arayışı şart değildir. Sayılan bu vasıflarda kendinden bir derece ileri olması
bile yeterlidir. Hâli bu seviyede olmayan kimselerle ancak zaruri olan zâhirî
muamelelerde beraber bulunulabilir. Zira böyleleri ile beraberlik faydadan
ziyade zarar getirir.”
Bazı Alimler demiştir ki:
“Arkadaş olduğun kimsenin yanında bulunduğun zaman, salah ve fazilet yönünden
gelişmiyorsan, günahların ve eksikliklerin azalmıyorsa böyle birileriyle oturup
kalkmanın sana bir faydası yoktur. Hâli seni uyandıran kimse, sen gaflete
düşmüşken kendisini görünce sana Allah’ı hatırlatan ve seni gaflet uykusundan
uyandırandır. Dünyaya rağbet edersen, o seni hâliyle zühde çağırır. Masiyete
düşersen, onu görünce tevbe ve taata yönelirsin.”
İşte bu sebepledir ki, takvâ ve ihsan
yolunda mânen terakki etmek isteyen kimselerin hassasiyetle üzerinde durmaları
gereken en önemli konulardan biri, manevî hâl sahibi büyükleri ve dostları
ziyaret etmeyi ve onlarla beraber bulunmayı asla ihmâl etmemeleridir. Zira
insan, beraber olduğu kimselere zaman içerisinde benzemeye çalışır.
Dîni yaşama hususunda daha gevşek
davranan kimselerle dostluk kuranlar, zamanla kendi hallerini beğenmeye
başlarlar. Kendini beğenmek, esasen manevî terakkînin durması ve hatta
gerilemesi anlamına gelir. Durum bu minval üzere devam ettikçe, kişi kendi
nefsinin hilelerine yenik düşerek, kibir ve gurur gibi büyük günahlara doğru
yuvarlanmaya başlar. Bu düşüşler, mevcut durumla ünsiyet ve ülfetin neticesinde
fark edilemez olur. İşte dalâlete doğru sürüklenmenin başlangıç noktası
burasıdır. Bu sebepledir ki tüm mü’minlere hitaben:
“Ey mü’minler! Allah’tan sakının,
takvâ üzere bulunun ve sâdıklarla beraber olun!” (Tevbe, 119) buyrulmuştur.
Yine basiret sahibi mü’minlere
bir uyarı olmak üzere de şöyle buyrulur:
“O Allah, Kitap’ta size şöyle
indirmiştir ki: Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini yahut alay edildiğini
işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kâfirlerle
beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz…” (Nisâ, 140)