Bu Blog içinde Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

Kaab bin Malik -Allah ondan razı olsun- Kıssası

 Allah Azze ve Celle'nin Şu Kavli Bâbı

 «Keza Peygamberle birlikte savaşa çıkmaktan geri bırakılan üç kişinin tövbesini de kabul etmiştir; çünkü bunlar savaştan geri kalınca, bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah’ın gazabından, yine Allah'ın kendisinden başka sığınacak yer olmadığını anlamışlardı. Sonra da Allah, hep Allah'a sığınıp tövbe etsinler diye, onların tövbesini kabul etmişti. Şüphesiz tövbeleri en çok kabul eden, çok merhametli olan yalnız Allah'tır.» (Tevbe: 118)

٤٦٧٧- حَدَّثَنِي مُحَمَّدٌ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ ابْنُ أَبِي شُعَيْبٍ حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ أَعْيَنَ حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ رَاشِدٍ أَنَّ الزُّهْرِيَّ حَدَّثَهُ قَالَ أَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبِي كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ وَهُوَ أَحَدُ الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ تِيبَ عَلَيْهِمْ أَنَّهُ لَمْ يَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ غَيْرَ غَزْوَتَيْنِ غَزْوَةِ الْعُسْرَةِ وَغَزْوَةِ بَدْرٍ قَالَ فَأَجْمَعْتُ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضُحًى وَكَانَ قَلَّمَا يَقْدَمُ مِنْ سَفَرٍ سَافَرَهُ إِلَّا ضُحًى وَكَانَ يَبْدَأُ بِالْمَسْجِدِ فَيَرْكَعُ رَكْعَتَيْنِ وَنَهَى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ كَلَامِي وَكَلَامِ صَاحِبَيَّ وَلَمْ يَنْهَ عَنْ كَلَامِ أَحَدٍ مِنْ الْمُتَخَلِّفِينَ غَيْرِنَا فَاجْتَنَبَ النَّاسُ كَلَامَنَا فَلَبِثْتُ كَذَلِكَ حَتَّى طَالَ عَلَيَّ الْأَمْرُ وَمَا مِنْ شَيْءٍ أَهَمُّ إِلَيَّ مِنْ أَنْ أَمُوتَ فَلَا يُصَلِّي عَلَيَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَوْ يَمُوتَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأَكُونَ مِنْ النَّاسِ بِتِلْكَ الْمَنْزِلَةِ فَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ مِنْهُمْ وَلَا يُصَلِّي وَلَا يُسَلِّمُ عَلَيَّ فَأَنْزَلَ اللَّهُ تَوْبَتَنَا عَلَى نَبِيِّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ بَقِيَ الثُّلُثُ الْآخِرُ مِنْ اللَّيْلِ وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عِنْدَ أُمِّ سَلَمَةَ وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً فِي شَأْنِي مَعْنِيَّةً فِي أَمْرِي فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا أُمَّ سَلَمَةَ تِيبَ عَلَى كَعْبٍ قَالَتْ أَفَلَا أُرْسِلُ إِلَيْهِ فَأُبَشِّرَهُ قَالَ إِذًا يَحْطِمَكُمْ النَّاسُ فَيَمْنَعُونَكُمْ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ حَتَّى إِذَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ صَلَاةَ الْفَجْرِ آذَنَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا وَكَانَ إِذَا اسْتَبْشَرَ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةٌ مِنْ الْقَمَرِ وَكُنَّا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ الَّذِينَ خُلِّفُوا عَنْ الْأَمْرِ الَّذِي قُبِلَ مِنْ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ اعْتَذَرُوا حِينَ أَنْزَلَ اللَّهُ لَنَا التَّوْبَةَ فَلَمَّا ذُكِرَ الَّذِينَ كَذَبُوا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ الْمُتَخَلِّفِينَ وَاعْتَذَرُوا بِالْبَاطِلِ ذُكِرُوا بِشَرِّ مَا ذُكِرَ بِهِ أَحَدٌ قَالَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ﴿ يَعْتَذِرُونَ إِلَيْكُمْ إِذَا رَجَعْتُمْ إِلَيْهِمْ قُلْ لَا تَعْتَذِرُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكُمْ قَدْ نَبَّأَنَا اللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ وَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ ﴾ الْآيَةَ.

 Buhari 4677- Abdurrahman ibnu Abdullah -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Tebuk savaşına katılmayan ve tövbeleri kabul edilen üç kişiden biri olan babam Ka’b ibnu Malik şöyle dedi:

 

Kendisi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Tebuk ve Bedir savaşları dışında bütün savaşlara iştirak etmiştir.

Ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Tebuk Savaşı’ndan dönmesi yaklaştığı zaman, ben O’na artık yalnızca gerçeği söyleyeceğime dair kesin karar vermiştim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kuşluk vakti Medine'ye geldi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir yolculuğa çıktığında dönüşte Medine’ye kuşluk vakti döner ve evine uğramadan önce Mescid’e gelir ve iki rekat namaz kılardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem insanların benimle ve diğer iki arkadaşıma konuşmalarını yasakladı. Biz üçümüzden başka Tebuk savaşına katılmayan diğer kimselere ise böyle bir yasaklama getirmedi. Artık insanlar bizim üçümüzle konuşmuyorlardı. Durum bu şekilde devam edip gitti. Benim için en önemli şey, benim bu hal üzere ölüp de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin benim cenaze namazımı kıldırmaması veya Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin vefat edip benimde insanların yanında bu şekilde olmam ve onlardan hiç birinin benim cenaze namazımı kılmamaları idi. Bu beni çok düşündürüyordu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ummu Seleme’nin anında iken gecenin son üçte biri kaldığında tövbemizin kabul ettiğine dair Allah Azze ve Celle Peygamberine âyet indirdi. Ummu Seleme benim içinde bulunduğum duruma karşı bana iyilik eden ve bana yardım etmeye çalışan biriydi. Bu âyetin inmesine binaen Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

-"Ey Ummu Seleme! Ka'b'ın tövbesi kabul edildi" buyur­du.

Bunun üzerine Ummu Seleme: 

-Ka'b'a bir haberci gönderip onu bununla müjdeleyeyim mi? dedi.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

-"Şayet böyle yaparsan, insanlar çok kalabalık edip sizi ezerler ve diğer gecelerde uyumanıza da engel olurlar."

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazını kıldığı zaman Allah'ın bi­zim tövbemizi kabul ettiğini insanlara bildirdi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir müjdeden dolayı sevindiği zaman yüzü sanki bir ay parçası gibi parlardı. Tebuk savaşından özürsüz geri kalan biz üç kişi, o birtakım özürler be­yân etmiş kimselerden kabul edilen hükümden geri bırakılan kimseleriz. Bizim dışımızda Tebuk savaşına katılmayıp da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme yalan ve batıl özürlerle özür beyan eden insanlar, Allah Azze ve Celle’nin bunu açığa çıkarmasıyla beraber onlar insanlar içinde en şerli kimseler olarak anıldılar. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: «Savaştan döndüğünüz zaman size özür beyan etmektedirler. Ey Muhammed! Onlara de ki: "Özür beyan etmeyin; zira size asla inanmıyoruz. Allah, sizinle ilgili haberleri bize bildirdi. Allah ve sonra da Rasûlü amelinizi görecektir. Sonunda kıyamet günü, ğaybı da hazır olanı da bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O da, işlemiş olduklarınızı size haber verecektir.» (Tevbe: 94)

 

Kab bin Malik'in yaşadığı hâdisenin üzerinde durmaya çalışalım kardeşlerim. Kendimize ders çıkaralım.

1. Kişinin Vazgeçilmezleri Olmaması Gerekir

Kab bin Malik radıyallahu anh Tebuk çağrısının daha başında ağırdan alması, dünyevi bir takım hususlara düşkün oluşundan bahsediyor:

"Rasûlullah bu gazaya meyvelerin olgunlaştığı ve gölgelerin arandığı bir mevsimde gitmişti. Ben de bunlara çok düşkündüm. Rasûlullah ve beraberindeki Müslümanlar hazırlığa başladılar. Ben de onunla beraber hazırlanmak için çıkıyor, bir şey yapmadan geri dönüyor ve kendi kendime 'İstediğim zaman hazırlanabilirim.' diyordum. Benden başkaları sürekli gayret sarf ederken, bende bu gevşeklik hâli devam etti." diyor.

Allah subhanehu ve teâlâ insanoğluna türlü nimetler vermiştir. Hatta bu nimetler sayısızdır. Allah'ın bu nimetleri insana müsahhar kılması, bu nimetleri dine hizmetkar kılmasını gerektirir. Aksi halde bu durum, insan için bazı keskin dönemlerde olağandan farklı bir reaksiyon ortaya koymasına vesile olur. Allah bunca sayısız nimeti insanları imtihan etmek için vermiştir. Fakat bir çoğumuz bu düşünceden uzak olabilmekte, hatta bunun kendi çabamız ile elde ettiğimizi düşünebilmekteyiz.

"İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, 'Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir' der. Hayır o, bir imtihandır, fakat onların çoğu bilmezler." (39/Zümer, 49)

Kul, acaba bunu Allah yolunda mı sarf edecek, yoksa kendi egolarını tatmin etmek adına mı kullanacak diye Allah bu nimetleri bize imtihan aracı kılmıştır.

Nimetler içerisinde olan insanoğlunun -hele ki küresel İslam davetinin bir parçası konumunda ise- bunları kendisi için vazgeçilmez hâle getirmemelidir. Allah bugün kişiye bu nimetleri verir. Fakat yarın bu nimetleri bir çok sebebe binaen ondan çekip alabilir. Bu yüzden insanın düşkün olduğu bir nimete karşı kendi nefsine yer yer gem vurması gerekir.

Bir şeye aşırı düşkünlük yeri geldiğinde bizi davanın gerisine rüzgarın fırlattığı bir nesne gibi atabilir. Çünkü köklerini verimli toprağa değil de kaygan zemine salanlar, basit bir tabiat olayında savrulmaları kaçınılmazdır. Kişi kendisini ayakta tutan köklerini basit geçici dünyevi zevklere değil, çınar gibi ayakta durabileceği bir zemine salmalıdır. Bu da bizim ahiret sermayemizdir.

İslam davasına gönül vermiş ve sahaya inmiş bireylerin vazgeçilmez gördükleri hayat standartlarına, belli bir sınırı olan ve o sınırdan aşağı düşmeyeceği lükslerine dikkat etmelidir. Bugün ayağımıza dolanmayan vazgeçilmezlerimizin yarın bizi çepeçevre kuşatmayacağını kimse garanti edemez. Buna kadın, çocuk, para ve mal gibi dünya ile ilintili olan herşey dahildir. Ayrıca bunlar belli bir süreden sonra insanın kalbini dünyaya bağlayan unsurlardır. Bunlara dikkat etmeyen ve küçümseyen nice kimselerin basit gördükleri bu sebepten ötürü bir anda alabora olduklarına şahit olabilmekteyiz. Allah'tan selamet isteriz.

2. Müslüman, Olaylara Karşı Teenni ile Hareket Edendir

Kab bin Malik, seferden geri kaldıktan sonra ordu sefere gittiği zaman sahabenin seçkinlerinden Muaz bin Cebel'in tavrı herşeyde peşin ve acil hüküm vermeye hırslı olan bireylere bir ders niteliğini taşımaktadır.

"Rasûlullah Tebuk'e varıncaya kadar benden hiç bahsetmemiş. Tebuk'te sahabeler arasında otururken beni hatırlayarak 'Kab bin Malik ne yaptı?' diye sormuş. Beni Selime'den Abdullah bin Üneys: 'Ya Rasûlallah! Onu çifte cübbesi ile kibir içinde sağa sola bakmak, aramıza katılmaktan alıkoydu.' demiş. Bunun üzerine Muaz bin Cebel adama: 'Ne fena söyledin!' diye cevap vermiş ve Rasûlullah'a hitaben de: 'Vallahi Ya Rasûlullah! Biz onun hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyoruz.' demiş. Bunun üzerine Rasûlullah susmuş."

İnsanlara yaklaşırken asla insafı elden bırakmamalıyız. Dün davaya dört elle yapışan ve türlü fedakârlık gösteren bir kardeşimizin hafif bir tökezlemesi, onu ötelememiz veya kınamamız manasına gelmemelidir. Zahiren bir hata yapsa da ona karşı hüsn-ü zannımızı korumalı, peşin hüküm veren insanlara mukabil olaylara sabır ve teenni ile yaklaşmamız gerekmektedir. Çünkü zahiren yanlış olarak addettiğimiz bir husus, madalyonun arka yüzünde bambaşka bir hâl de alabilir. Büyük bir resmin bir parçasından resmin bütünü hakkında kanaat belirtmek nasıl ise, kardeşlerimizin ortaya koyduğu bir veya birkaç fiilden genel bir kanaat çıkartmak da aynıdır.

3. Hatayı Kabul Etmek Erdem Sahibi Müslümanların Özelliğidir

Bu kıssada bizlere en çok çağrışım yapan mesele Kab bin Malik'in Allah Rasûlü'ne gelip meseleyi eğip bükmeden hatasını kabul etmesidir. Zaten bu da Kab bin Malik'in kurtuluşunun anahtarı olmuştur.

Şimdi iki manzarayı tekrar resmedelim…

Bir tarafta bazı insanlar… Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onların mazeretlerini tek tek dinledi ve hiçbirisine bir şey demedi, kızmadı ve huzurundan kovmadı ve iç yüzlerini Allah'a havale etti.

Bir tarafta Kab bin Malik, Murare bin Rebia ile Hilal bin Umeyye… Olayları sağa sola çekiştirmeden açık bir şekilde hata yaptıklarını söyleyip, bunun için de mazeret sunmuyorlardı. Hatta "Vallahi hiçbir zaman geri kaldığım zamanki kadar güçlü ve geniş imkanlı değildim" demişlerdi. Allah Rasûlü ise haklarında Allah'ın hükmü ininceye kadar beklemelerini söyledi. Yetmedi, bunlara boykot uyguladı. Sahabeler selamlarını dahi almıyorlar, çarşı-pazarda kimse onlarla konuşmuyor ve 'yeryüzü onlara bütün genişliğine rağmen dar geliyordu'. Allah Rasûlü'ne olan itaatlerini eşlerinin önüne alan zevceleri de kendilerine gelen talimat ile onlardan uzaklaşmışlardı…

Bu iki manzara karşısında hiç kimse ikinci portrenin içerisine dahil olmak bir tarafa, düşünmek dahi istemez.

Fakat ilk grubu Allah ve Rasûlü münafıklar olarak tescillerken, ikinci grubu affettikleri müminler olarak nitelemiştir. Bunun sebeplerinden bir tanesi de hiç şüphesiz bu cenahta olan kimselerin ihlas, samimiyet ve sıdk ile hatalarını dile getirmeleri, münafıklar gibi sağa sola yalpalamamalarıdır.

Küresel İslam davetini yüklenen ve bir yapı içerisinde bulunan fertler, bu hassas noktaya dikkatli bakmalı ve burayı yanlış bir şekilde pratize etmemeleri gerekir. Her insan hata yapabilir ve bunda ye'se düşmek de abestir.

كُلُّ بَنِي آدَمَ خَطَّاءٌ. وَخَيْرُ الْخَطَّائِينَ التَّوَّابُونَ

"Her insan hata yapabilir. Fakat hata yapanların en hayırlısı çokça tevbe edenlerdir." (İbni Mace, Tirmizi)

Hata meselesine egomuz cihetinden ziyade ihlas cihetinden baktığımızda hatanın insanoğluna kaybettirdiği hiçbir şey yoktur. Bilakis kazandırdıkları vardır. Hata, ham insanı olgunlaştırır. Bilgiden uzak olanı bilgiye, tecrübeden uzak olanı tecrübeye doyurur. Ezcümle hata, kişiye bir nevi doğruyu gösteren yoldaki işaretleridir. Fakat insan buna doğru bir zaviye/açıdan bakarsa… Her yaşadığından ders çıkarır ve hayatında bunu bir mesel hâline getirirse bundan pekâlâ deneyim sahibi olur. Fakat olaylara daima hata yapma fobisi ile yaklaşır ve hata yapmayı dünyanın sonu olarak görürse hayat boyu bu labirentin içerisine mahkum olur.

Bir kardeşimiz insanlara hizmet ederken veya davet yaparken hata yaptığında, hata yaptığını dile getirebilmelidir. Bu, karakterli ve erdemli bir Müslümanın ortaya koyduğu tavırdır.

Fakat her olayda bir bahanesi olan, çevresinde yaşanan hâdiselerde bedenindeki hücrelerinden daha fazla sebebi olan kimseler ise karaktersiz bir münafık ahlakını ortaya koyduğunu bilmelidir.

Buradan çıkaracağımız bir başka mesele olarak şunu da söyleyebiliriz: Allah Rasûlü ve sahabelerin Kab bin Malik ve arkadaşlarına gösterdiği tavıra baktığımızda hem Kab ve arkadaşları, hem de İslam cemaatinin mensuplarının karşılıklı olarak ortaya koyduğu sabrı görmekteyiz. Kimse buna itiraz etmiyor ve gündem dahi edinilmiyor. Herkes kendi üzerine düşeni yapıyor. Hükmünü bekleyen bekliyor, konuşmaması gerekenler konuşmuyor vs… Ortada karşılıklı bir sabır ve bekleyiş söz konusudur. Allah da bu sadakat, sabır ve metanete karşılık tevbe hükmünü indiriyor.

Bizler de bazen kendi çevremizde bu tip vakalarla karşılaştığımızda sabır ve metanetimizi korumalıyız. Bu hem bizim için hem de karşımızdaki kişiler için birer imtihandır. İmtihanları atlatabilmenin reçetesi de sabırdır.

Allah'ım! Sana hamdederek, seni tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Senden başka hakkıyla ibadete layık hiçbir ilah olmadığına şahitlik ederim. Senden bağışlanma diler ve sana tevbe ederim.

'Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun' duamız ile…