BUHARİ 2661- Âişe'den -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem bu Mustalik oğulları savaşından döndüğü ve
Medine'ye yaklaştığımızda bir konaklama yerinde konakladı. Gecenin bir kısmını
orada geçirdi. Sonra konaklama yerinden ayrılma emri verdi. Hareket emrini
orduya duyurdukları zaman ben kalktım ve ihtiyâcımı gidermek için ordudan
ayrılıp gittim. Hacetimi bitirince ordunun konaklama yerine geldim.
Bu esnada göğsüme
elimle dokundum ve Yemen akikli gerdanlığımın koptuğunun farkına vardım. Geri
döndüm ve gerdanlığımı aramaya başladım. Gerdanlığımı aramak beni ordudan
geride bırakmıştı. İçine bindiğim hevdecimi deveye indirip bindirenler benim
hevdec içinde olduğumu zannetmişler ve onu alarak deveye yüklemişlerdi. O
zamanlarda kadınlar az yemek yediklerinden dolayı hafif idiler; fazla kilolu
değillerdi. Bu sebepten dolayı hizmetçiler hevdeci deveye yüklemek için
kaldırdıklarında, hevdecin ağırlığını fark etmeyerek deveye yüklemişler. Ben o
zamanlar küçük yaşta bir kadındım. Böylelikle deveyi sürüp yürümüşler.
Ordu,
konaklama yerinden ayrıldıktan sonra ben düşürdüğüm gerdanlığımı buldum.
Konaklama yerine geldim, ancak orada hiç kimse yoktu. Onlar benim hevdecde olmadığımı
fark ederler ve beni almak için geri dönerler, düşüncesiyle orada beklemeye
başladım. Bu esnada uykum geldi ve bulunduğum yerde uyuyakaldım.
Ordunun
ardından kolaçan etmekle görevli olan Safvân ibnu Muattal Sulemi ez-Zekvâni
benim konakladığım yere geldi. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma
geldi ve beni tanıdı. Çünkü o beni hicab (örtünme) âyeti inmeden önce de
tanırdı. Safvân beni görüp hayret içinde «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» (Biz
Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz) demesiyle ben uyandım. Safvân
devesini çökertti, ben de deveye bindim. Safvân, deveyi çekerek önde yürüdü.
Ordu, öğle sıcağında mola verdikleri bir esnada orduya yetiştik.
İşte bana zina
iftirası atarak helak olanlar bu esnada helak oldular. Zina iftirasını ilk
çıkaran da Abdullah ibnu Ubey ibnu Selûl olmuştu. Medine'ye geldiğimizde ben
bir ay boyunca hasta olarak yattım. İnsanlar da bana zina iftirası atanların
sözlerini etrafta yaymaya başlamışlar.
Ben, bu
hastalığım boyunca, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, daha önceki
hasta olduğum zamanlarda görmekte olduğum şefkati bu hastalığımda göremiyordum.
Bu zamanlarda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yanıma giriyor, bana
selâm veriyor ve:
-"Hastanız
nasıl?" diye soruyordu. Ben ise bana atılan zina iftirasından habersizdim.
Artık hastalığım iyileşmeye başlamıştı.
Bir gece ben
Ummu Mistah ile beraber ihtiyâç gidermek için Mesâni’ bölgesine çıkmıştım. Biz
buraya ancak geceleri çıkardık. Bu bizim evlerimizin yakınında helâlar
edinmemizden önceydi. Bu şekilde bizim helâ ihtiyacımızı gidermek için
evlerimizin dışına çıkmamız, tıpkı çöl bedevilerinin ihtiyaçlarını gidermek
için çölde dışarıya çıkmalarına veya temizlenmek için gezinmelerine benziyordu.
Ben, Ebû Ruhm'ın kızı Ummu Mistah ile beraber hacet gidermeye giderken onun
ayağı çarşafına takılıp yere düştü ve:
-Mistah helak
olsun! diye oğluna beddua etti. Ben Ummu Mistah’a dedim ki:
-Sen ne kadar
kötü bir söz söyledin! Bedir savaşında bulunan bir kimseye mi sövüyorsun?
dedim. Ummu Mistah bana:
-Ey kadın!
Senin hakkında söylenilen sözleri işitmez misin? dedi ve kendisine zina
iftirası atanların sözlerini bana haber verdi. Duyduğum bu sözlerden sonra
hastalığım daha da arttı. Evime döndüğümde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem yanıma geldi, bana selâm verdi ve:
-"Hastanız
nasıldır?" diye sordu. Ben kendisine dedim ki:
-Annem ve
babamın yanına gitmek üzere bana izin ver! dedim. Bu haberin insanlar içinde
yayılıp yayılmadığını, anne ve babamdan kesin bir haberle öğrenmek istedim.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
bana izin verdi. Ben anne ve babamın yanına geldim. Anneme:
-İnsanlar
benim hakkımda neler konuşuyorlar? diye sordum. Annem şöyle dedi:
-Ey kızım! Sen
kendini üzme. Vallahi bir kadın senin gibi güzelliğe sahip ve kocasının
kendisini sevdiği biri olsun ve onun birçok da ortakları bulunsun da, aleyhinde
dedikoduyu çoğaltmasınlar; bu çok az olan bir şeydir. Ben de:
-Subhânallah!
İnsanlar gerçekten bu sözleri mi söylüyorlar? dedim.
O gece babamın
evinde yattım. Sabaha kadar ne gözüme uyku girdi ne de gözyaşım dindi.
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem, Ali ibnu Ebî Tâlib' ve Usâme ibnu Zeyd'i yanına
çağırdı. O esnada vahiy geciktiği için bunlarla ailesinden ayrılma hususunda onlarla
istişare edecekti. Usâme, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ailesine
karşı olan sevgisini dile getirerek şöyle dedi:
-Ey Allah’ın
Rasûlü! Vallahi hanımın Âişe hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.
Yapılan bu
istişarede Ali ibnu Ebî Tâlib ise şöyle dedi:
-Ey Allah’ın
Rasûlü! Allah sana bu konuda kısıtlama ve darlık vermemiştir. Âişe'den başka
kadın çoktur. Bunu bir de Aişe’nin cariyesi olan Berire'ye sorunuz. O doğrusunu
sana söyler.
Bunun üzerine
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Berire'yi yanına çağırdı ve:
-"Ey
Berire! Sen Âişe'de seni şüpheye düşüren bir durum gördün mü?" diye sordu,
Berire Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme şöyle cevap verdi:
-Seni hak
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben Aişe’den beni şüpheye düşüren,
ayıp olarak bir şey görmedim. Ancak Âişe küçük yaşta bir kadın olduğu için
hamur yoğururken uyurdu da evin koyunu gelir ve hamuru yerdi.
Bunun üzerine
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mescid’de ayağa kalktı ve bu iftirayı
en evvel ortaya atan Abdullah ibnu Ubeyy ibnu Selül’den[2]
dolayı söz söylemekte mazeretli tutulmasını isteyerek şöyle buyurdu:
-""Ev
halkım hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında, bana kim yardım eder de,
benim için ondan intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka bir
şey bilmiyorum. Aileme bu iftirayı atan adam hakkında da ben hayırdan başka bir
şey bilmiyorum. Bu adam benimle birlikte olmadığı sürece ailemin yanına
girmemiştir."
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözleri üzerine Sa'd ibnu Muâz ayağa kalkıp
şöyle dedi:
-Ey Allah’ın
Rasûlü! Vallahi ona karşı sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran
Evs kabilesinden biri ise, biz onun boynunu vururuz. Şayet Hazrec
kardeşlerimizden biri ise, sen bu konuda ne emredersen biz de onu yerine
getiririz.
Sa’d ibnu
Muaz’ın bu sözlerinden sonra Hazrec kabilesinin reisi olan Sa'd ibnu Ubâde
ayağa kalktı. -Bu olaydan önce sâlih bir kimse idi. O esnada öfkelendi ve şöyle
dedi:
-Allah’a yemin
ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi sen onu öldüremezsin ve öldürmeye
muktedir değilsin.
Useyd
ibnul-Hudayr ayağa kalkıp şöyle dedi:
-Allah'a yemin
ederim ki sen yalan söyledin. Vallahi biz muhakkak onu öldürürüz. Sen
münafıksın ve münafıklar hakkında bizimle mücâdele ediyorsun!
Bu münakaşadan
sonra Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandılar. Neredeyse birbirleriyle
savaşacaklardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise o esnada hala
minber üzerinde idi. Bu olay üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
minderden indi ve onları sakinleştirerek susturmuş ve kendisi de başka bir şey
söylemeyip sustu.
Ben, o gün,
bütün gün boyunca ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi.
Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler. Ben iki gece, bir gün boyunca
ağladım. Ağlamaktan neredeyse ciğerim parçalanacak sandım.
Annem ve babam
yanımda oturdukları bir esnada ben ağlamakta iken Ensâr'dan bir kadın yanıma
gelmek için izin istedi. Ben de ona girmesi için izin verdim. O kadın da oturup
benimle ağlamaya başladı. Biz bu durumda ağlaşıp dururken Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem içeriye
girdi ve oturdu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem üzerime bu zina
iftirası atıldığı günden bu yana yanımda oturmamıştı. Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem bir ay beklediği hâlde kendisine beni temize çıkaracak
herhangi şey indirilmemişti, bu konuda vahiy gelmemişti.
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem şehâdet getirdi ve şöyle buyurdu:
-"Ey
Âişe! Hakkında bana bu sözler ulaştı. Şayet sen bu söylenilenlerden uzak isen,
yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günâha yaklaştınsa
Allah'tan bağışlanma dile ve Allah'a tövbe et. Çünkü kul, günâhım itirâf eder
ve sonra tövbe ederse Allah da onu bağışlar."
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi. Artık ben
gözyaşından bir damla bulamıyordum. Babama:
-Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği söze benim tarafımdan cevap ver! dedim.
Babam:
-Vallahi ben,
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.
Sonra anneme:
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği söze benim tarafımdan
cevap ver! dedim. O da:
-Vallahi ben
de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.
Ben yaşı küçük
bir kadındım. Kurân'dan da çok ezberim yoktu. Bu yüzden dolayı şöyle dedim:
-Vallahi ben
bildim ki, sizler insanların benim hakkımd konuştuklarını duydunuz, bu söz
nefsinize yerleşti ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size: Ben
böyle bir fiilden uzağım, desem ki Allah benim bu fiilden uzak olduğumu
biliyor, benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Şayet ben size bir iş itirâf etsem,
ki Allah benim bu fiilden uzak olduğumu biliyor, beni tasdik edersiniz. Vallahi
benim ve sizin misalinizi bulamıyorum. Ancak Yûsuf Peygamber'in babası Yakup
aleyhisselâma dediğini ben de söylüyorum:
«Artık benim için yapılacak
iş, güzel bir sabırdır. Şu anlatışınıza göre, yardımına sığınılacak kimse,
yalnız Allah’tır.» Yûsuf: 18
Bu sözleri
söyledikten sonra yatağıma doğru uzandım ve Allah’tan beni temize çıkarmasını temenni ediyordum. Kendi nefsimi
hakir gördüğümden dolayı, vallahi Kurân’da benim hakkımda Allah’ın âyet
indireceğini sanmıyordum. Ancak ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
rüyasında görüp Allah’ın beni temize çıkarmasını ümit ediyordum. Vallahi Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yerinden kalkmamış ve oradakilerden hiçbiri
odadan çıkmamışken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme vahiy indirildi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hararetlendi ve böyle vahiy geldiğinde
kış gününde bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü. Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellemden bu durum gidince O gülüyordu. Bana ilk söylediği
söz şu oldu:
-"Ey
Âişe! Allah 'a hamd et! Allah, sana atılan bu zina iftirasından seni temize çıkardı" Bunun üzerine annem
bana:
-Kalk ve Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme teşekkür et! dedi. Ben: Hayır, ben O'na
kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim, dedim.
Allah Teâlâ,
bana atılan zina iftirasından beni işte şu âyetle temizledi:
«(Peygamberin eşi
hakkındaki) o iftirayı yapanlar, içinizden bir topluluktur. Bunu kendiniz için
bir şer sanmayın; aksine o, sizin için hayırlı olmuştur. Onlardan her biri için
kazandığı günâh nisbetinde ceza vardır. İftiranın en büyüğünü yüklenene ise,
büyük azâb vardır.»
Nur: 11
Allah, beni
zina iftirasından temizleyen bu âyetleri indirince Ebû Bekir es-Sıddîk -Allah
ondan razı olsun- akrabalığından dolayı infâk etmekte bulunduğu Mistah ibnu
Usâse için:
-Vallahi Âişe
hakkında bu iftirayı söyledikten sonra ona bundan sonra hiçbir infakta
bulunmayacağım. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi:
«İçinizden fazilet ve
servet sahipleri, yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere
vermemek hususunda yemin etmesinler; fakat affetsinler, geçsinler. Allah'ın
sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir» Nur: 22
Bu âyetin
inmesi üzerine Ebû Bekir:
-Vallahi ben,
Allah'ın beni bağışlamasını severim, dedi ve Mistah'a vermekte olduğu yardımı
vermeye devem etti.
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem, Zeyneb bintu Cahş'a benim nasıl olduğumu sorarak:
-"Ey
Zeyneb! Âişe hakkında ne bildin ve ne gördün?" buyurdu. Zeyneb de şöyle
dedi:
-Ey Allah’ın
Rasûlü! Ben gözümü ve kulağımı görmediğim ve duymadığım şeyler hakkında, duydum
ve gördüm, demekten muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka
bir şey bilmiyorum.
Âişe dedi ki: Zeyneb, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellemin katında yeri olması açısından bana benzeyen biriydi. Allah,
onun takvası sebebiyle iftiracılara katılmaktan korudu. (Hadisin geçtiği diğer yerler:
2593)
İfk;
yalan, büyük yalan, iftira namuslu birinin namusu hakkında iftira etmek.İfk
olayı; İslâm tarihinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in hanımı ve
müminlerin annesi Âîşe -Allah ondan razı olsun- hakkında münâfıklar tarafından
uydurulan iftira olayının adı. Olay, Buhârı, Müslim gibi ana kaynaklarda
tafsilâtlı olarak anlatılır. Bizzat Âîşe, olayı cereyan tarzı ve sebepleriyle
birlikte detaylı olarak anlatmaktadır.Olayın gerçek yüzü münâfıkların,
Medine'de güvenli bir yurt edinen ve günden güne gelişen İslâm toplumunu
parçalamak için İslâm peygamberinin aile mahremiyetini hedef alarak, baş
vurdukları bir aleyhte propaganda ve karalama hareketidir. Onlar, Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem'in, en yakın arkadaşları ile arasını açabilirlerse,
İslâm'ı yok etme emellerine kısa yoldan varabileceklerini zannediyorlardı.
Münâfıklar Mustalik Oğullarına karşı düzenlenen cihat harekatında, Âîşe'nin
başına gelen normal bir olaydan yararlanarak Ebu Bekir'le Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem'in arasına fitne sokmaya ve Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'i gözden düşürmeye çalıştılar. Münâfıklar, hicretin beşinci
yılı Şaban ayında, Necid bölgesinde, Mureysî suyu yanında konaklamış olan
Mustalik Oğulları kabilesine karşı düzenlenen sefere savaşın şiddetli
geçmeyeceğini bildikleri için kalabalık bir şekilde katılmışlardı. Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem sefere çıkmadan önce, adeti olduğu üzere, hanımları
arasında kura çekmiş, kendisiyle beraber sefere gitme kurası Âişe'ye çıkmıştı.
Bu sefer esnasında münâfıklar, Mekkeli Muhacir Müslümanlarla, Medine'nin
yerlisi Ensar arasına fitne sokmaya da çalıştılar. Bunun için bölge ve kabile
taassubunu kullandılar. Bir seferinde iki Müslüman grubu birbiriyle kılıca
sarılacak hale getirmiş, olay Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
tarafından kolayca önlenmiştir. Bu arada münâfıkların reisi Abdullah ibnu Ubey:
"Medine'ye dönünce, aziz olanların, zelil olanları oradan çıkaracaklarını"
söylüyordu. (Münâfîkûn: 8) Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem Ensar’ı toplayarak durumu anlattı. Ensâr olaya son derece üzüldü.
Böylelikle Abdullah ibnu Ubeyy herkesin nefretini kazandı. Hatta oğlu,
babasının bineğinin üzengisinden tutarak: "Senin zelil olduğunu, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin de aziz olduğunu itiraf etmeden seni
bırakmam " demiş ve itiraf da ettirmiştir. Sefer dönüşü ordu, geceleyin
bir yere konakladı. Âîşe ihtiyacı için ordugâhın dışına çıktı. Döndüğü zaman,
boynundaki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığının kopup düşmüş olduğunu
gördü. Bu gerdanlığı Âişe'ye, gelin olduğunda annesi Ummu Rûman hediye etmişti.
Diğer kaynaklar gerdanlığı kız kardeşi Esma'dan emanet aldığını yazarlar. Âişe,
gerdanlığı aramak için ordunun dışında ihtiyacını giderdiği yere gitti. Bulup
döndüğünde ise kendisinin devesi üzerindeki hevdecinde olduğunu zanneden
muhafızları da dahil olmak üzere, ordunun oradan ayrılıp gitmiş olduğunu gördü.
Geri dönüp kendisini ararlar düşüncesiyle orada oturup bekledi. Bu arada da
olduğu yerde uyuyup kaldı.Ordunun artçısı Safvan ibnu Muattal kendisini
görerek, hiç konuşmadan onu devesine bindirdi. Devenin yularını çekerek orduya
yetiştirdi. İkinci konaklama yerinde Âişe'nin devesinin üzerinde olmadığı
anlaşılıp bir süre sonra genç bir askerin devesiyle geldiğini görünce,
münâfıklar bunu fırsat bilip dedikoduya başladılar. Abdullah ibnu Ubeyy, el
altından bu dedikoduyu besledi. Müslümanlar bunun iftira olduğunu anladılar.
Meselâ Ebû Eyyûb el-Ensarî hanımına: "Ummu Eyyûb! Senin hakkında böyle bir
şey söylense kabul eder misin?" diye sordu. O: "Haşâ, asaletli ve
şerefli bir insan böyle bir şey yapmaz." cevabını verdi. Ne yazık ki
münâfıklar dışında üç Müslüman da bu dedikoduya kendilerini kaptırdılar. Bunlar
Safvan'dan öç almak isteyen Hassan ibnu Sâbit, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellemin hanımlarından Zeyneb bintu Cahş'ın kız kardeşi Hanne ve Ebû
Bekir'in yardımlarıyla geçinen Mistah ibnu Usâse idiler. Âişe yolculuk dönüşü
hastalandı ve annesinin bakması için baba evine gitti. Olanlardan tamamen
habersizdi. Ne annesi ve babası, ne de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
olanları kendisine duyurmadılar. Kendisi de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellemin soğuk davranışına bir mana veremedi. Bir gün Mistah'ın annesi durumu
kendisine açınca derin bir üzüntüye kapıldı ve günlerce gözyaşı döktü. Bu arada
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisine durumla ilgili sorular
sordu. Âîşe ise, halini Allah'a havale ettiğini bildirerek karşılık verdi.
Olayı duyan Safvan büyük bir öfkeye kapılarak kılıcını aldı ve öldürmek
kastıyla Hassan'a saldırdı ve onu yaraladı. Bu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem'e haber verilince Safvan'ın tutuklanmasını emretti. Aslında Safvan
kadına ilgi duymayan, erkeklik gücü yok hasûr birisi idi. Bunu kendisi de
açıkça ifade etmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem durumu bir de
Ashabtan bazılarıyla görüştü. Bunlardan Osman, Usâme ibnu Zeyd, Zeyneb bintu
Cahş, Ummu Eymen hep Âişe'nin tertemiz olduğuna, bu iftiradan beri olduğuna
dair şahitlik ettiler. Ömer, Âişe'nin nikâhının Allah tarafından kıyıldığını
hatırlatarak, Allah'ın temiz olmayan bir kadınla onu nikahlamayacağını söyledi.
Yalnız Ali lehte olmayan bir konuşma yaptı ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem için kadının çok olduğunu belirtti. Bir de Âişe'nin hizmetçisinin
sorguya çekilmesini teklif etti. Hatta doğru söylemesini sağlamak için onu
tokatladı. Berire ise, efendisi hakkında iyilikten başka bir şey bilmediğini
belirtti. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem durumu bir de
Ashab'a bildirmek üzere minbere çıktı ve bu konuda onların yardımını istedi.
Ensardan Sa'd ibnu Muaz:
-"Ey
Allah'ın Rasûlü! Sana ben yardım edeceğim. İftiracı Evs kabilesinden ise, ben
onun boynunu vururum. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, bize emredersin,
emrini yerine getiririz" deyince Hazreclilerden Sa'd ibnu Ubade buna karşı
çıktı. Karşılıklı atışmalar neticesinde çıkan anlaşmazlığı Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem yatıştırdı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem büyük üzüntüyle oradan, babası Ebû Bekir'in evinde bulunan Âişe'nin
yanına gittiğinde, Allah onun temizliğini şu ayetlerle Rasûlü’ne bildirdi:
"O
iftira haberini getirenler, sizlerden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir
şer sanmayınız. Belki o, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı
günah vardır. Günahın büyüğünü yüklenen kimseye de büyük bir azap vardır. Ne
olurdu o iftirayı işittiğiniz zaman, erkek ve kadın müminler, kendi nefislerine
kıyas ederek hüsnü zan etselerdi de; bu açık bir iftiradır deselerdi! O
iftiracılar buna dört şahit getirselerdi ya! Şahitleri getiremeyince de onlar,
Allah katında muhakkak yalancıdırlar. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın fazl ve
rahmeti üzerinizde bulunmasaydı, içine daldığınız o iftiradan dolayı, sizi her
halde büyük bir azap çarpardı. Ortaya atıldığı zanları siz, o iftirayı
dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz. Hiçbir bilginiz olmayan şeyi
ağızlarınızla söyleyiveriyor ve bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah
katında büyük bir vebal idi. Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman: "Bunu
söylemek bize yakışmaz! Subhânallâh! Bu büyük bir bühtandır" deseydiniz
ya!...." (Nûr: 11-20)
Bu
ayetlerin inişi başta Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere
bütün müminleri sevindirdi. Ama iftira yapanların ve yayanların cezası da
verilmeliydi. Cenabı Hak bunun üzerine şu iki ayeti indirdi:
"Namuslu
ve hür kadınlara zina isnadıyla iftira atan, sonra da bununla ilgili olarak
dört şahit getirmeyen kimselerin her birine seksen değnek vurun. Onların ebedî
şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir. Ancak bu
hareketlerine tövbe edip durumlarını ıslah edenler müstesnâdır. Çünkü Allah çok
bağışlayıcı, çok esirgeyicidir" (Nûr: 4-5)
Ayetlerde,
zina iftirası atanlar için üç ayrı hüküm konulmuştur:
1-
İftiracıya seksen sopa vurulacak
2-
Şahitliği ebediyen kabul edilmeyecek
3-
Allah'ın taatindan çıktığı için fâsıklıkla vasıflandırılacak.
Ebû
Bekir kızına yapılan iftiraya karıştığı için Mistah'a vermekte olduğu yardımı
kesmişti. İftira cezası tatbik edildikten sonra Cenabı Hak:
"Sizden
dinde fazilet ve dünyada servet sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, Allah
yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin. Allah'ın sizi bağışlamasını
sevmez misiniz? Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir" (Nur:
22) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ebû Bekir: "Vallahi ben, Allah'ın beni
bağışlamasını elbette arzu ederim. Vallahi ben, artık bunu ondan hiç bir zaman
kesmem" dedi ve Mistah'a vermekte olduğu nafakayı vermeye tekrar devam
etti. İftira, içi başka-dışı başka olan iki yüzlü münâfıkların metodudur.
İftiradan sakınmak, iftiraya uğrayan mazlumlara arka çıkmak, zalim ve
iftiracıları yalanlamak gerekir.
§ İfk Hadisesi ve
Almamız Gereken Dersler – Hayırlar
Cefai
Demirel - 20 Temmuz 2013
İfk: Kelime olarak büyük iftira büyük yalan
demektir. İfk hâdisesi, Hz. Âişe (r.a.) Validemize münafıkların reisi
Abdullah bin Übeyy tarafından yapılan iftira hâdisesidir. Görünüşte
iman etmiş görünüp, hakikatte iman etmemiş münafıklar her zaman her fırsatta
Peygamber Efendimiz ve Ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı.
Bunun için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan çekinmiyorlardı. Öyle ki
Peygamber Efendimizin mahrem hayatına dil uzatacak kadar yalancı ve
küstahtılar.
Hâdise şöyle cereyan
etmiştir: Hz. Âişe’den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (s.a.v) herhangi
bir sefere çıkacakları zaman hanımları arasında Kur’a çeker, kim çıkarsa onu
beraberinde götürürdü. Buharî, 3:154. Buhârî, Sehâdet, 15
Beni Müstalık
Gazasında ise Kur’a Hz. Âişe (r.a) Validemize çıkmıştı. es sire,3:154.
Hâdisenin bundan
sonrasını bizzat Hz. Âişe (r.a.) Validemiz şöyle anlatmıştır “Resûlullah
ile beraber sefere çıkmıştık. Bu sefer, tesettür ayeti indikten sonra idi.
Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de hevdeç içinde
indirilirdim. Bu suretle gittik. (hevdeç: dört sırığın çevresi ve üstü
kapatılarak devenin üzerine konulması)
“Resûlullah (s.a.v)
Benî Müstalık gazasından dönüyordu. Medine’ye yaklaştığımızda bir konak yerine
indi. Gecenin bir bölümünü (ordu) orada geçirdi. Sonra devam edilmesini
emretti.
“Hareket emri
verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan
ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip döndüm. Yemen boncuğundan dizilmiş
gerdanlığımın kopmuş olduğunu fark ettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rumân
düğün hediyesi olarak takmıştı.) Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu
aramak beni yoldan alıkoymuştu. Yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi
yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde
sanıyorlardı”.
“Gerdanlığımı, ordu
ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan
kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmişti. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine
uzandım. Beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada, uyumuş
kalmışım.”
“Safvan bin Muattal, ordunun arkasına
kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için alıp
diğer konak yerine götürürdü. Beni görünce uyandırmak için ‘İnna lillahi ve inna ileyhi racîun [Biz Allah’ın kullarıyız ve
muhakkak O’na dönüp varıcıyız]’ dedi. (Bakara 156) “Hemen onun
sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.
“Bundan sonra Safvan,
devesini çöktürdü, ben de hemen kalkıp deveye bindim, kendisi de devenin
yularını çekerek ilerlemeye başladı.” “Nihayet asker, konak yerine inip
yerleştiği sırada idi konak yerine getirdi.” İbni Hişam es Sîre, 3:310-311; 2:
298 Müslim, 8:113-114.
Başmünafığın Durumu Değerlendirmesi
Safvan bin Muattal,
Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah bin
Übeyy’le karşılaşmışlardı. Abdullah bin Übeyy, “Bu kimdir?” diye
sordu.”Âişe’dir” dediler. Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, baş münafık
bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. “Vallahi” dedi, “Ne Âişe, o adamdan
dolayı kurtulur, ne de o adam, Âişe’den dolayı kurtulur.” Taberî, 18:89. Ordugâh,
baş münafık Abdullah bin Übeyy’in yaptığı iftira ile çalkalandı, Maksadı
Efendimizi rencide etmek, Müslümanları birbirine düşürmek, Onların birbirine
karşı olan itimatlarını sarsmaktı.
Safvan bin Muattal’ın Tavrı
Safvan bin Muattal ile Hassan bin Sabit
arasında eskiden kalma bir husumet bulunuyordu, Onun için iftiraya destek
olmuştur. Olayı duyan Safvan büyük bir öfkeye kapılarak kılıcını aldı ve
öldürmek kastıyla Hassan bin Sabit’e saldırdı ve onu yaraladı. Bu Resulullah
(s.a.v)’e haber verilince Safvan’ın tutuklanmasını emretti. Aslında Safvan
kadına ilgi duymayan, erkeklik gücü olmayan (hasûr, kısır) birisi idi. Bunu
kendisi de açıkça ifade etmiştir. (İbn Hişam s. 306, Müslim, Tevbe, 57).
Hz. Âişe Söylenenlerden Uzun Müddet
Habersizdi
Münafıkların reisi
Abdullah bin Übeyy’in başlattığı, Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse, Hamne
binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuzağına düşerek
etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden Hz. Âişe’nin uzun bir müddet haberi
olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır: “Medine’ye gelince ben, çok
geçmeden ağır bir hastalığa [humma] tutuldum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada
halk arasında İfk’in iftiraları dolaşıyormuş. Ben ise olanlardan bütünüyle
habersizdim. “Yalnız hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî’den
(s.a.v) daha önce hastalandığım zamanımda görmüş olduğum lütuf ve şefkati bu
hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden ‘Hastanız nasıl?’
diyor ve bununla yetiniyordu..” Müslim, 8:114.
Hz. Âişe, İftirâyı Nasıl Ve Kimden
Öğrendi?
“Aradan yirmi küsûr kadar gece geçmişti.
Hastalığımı atlatmış, nekâhet (iyileşme) devresine girmiştim. “Ben, yine bir
gece Mıstah bin Üsâse’nin annesi ile hacet gidermeye çıkmıştım. (Mistah Hz. Ebu
Bekir’in evinde yetim büyümüştür.) Mıstah’ın annesi, çarşafına takılarak
düşünce, ‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ diyerek oğluna bedduâ etti
“Ben ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?‘ Bedir Savaşında
bulunmuş bir zata sövülür, beddua edilir mi?’ dedim. (“Ahmet bin Hanbel, Hz.
Cabir’den rivayetle: Bedir’e katılan hiç kimse ateşe girmeyecektir.”
buyurmuştur. Ebu Davud: “Ben size mağfiret ettim.) “O, ‘Vallahi ben, ona senin
aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua ediyorum’ dedi. “O, neler söylemiş?’
diye sordum.”Bunun üzerine, iftiracıların söylediklerini bana teker teker
anlattı. Sîre, 3:311-312; Müslim, 8:114; Tirmizî, 5:332-333.
Peygamberimizin Ashabıyla İstişâresi
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe
aleyhinde yapılan iftirânın etrafta konuşulduğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde
geçiriyor, pek dışarı çıkmıyordu. Konu ile ilgili vahyin gelmesi gecikince,
ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı.
Hz. Ömer fikrini şöyle
ifade etti: “Yâ Resûlallah! Hâşâ! Bu büyük bir bühtan ve iftiradır. Kesinlikle
biliyorum ki, bu, münâfıkların yalanlarından birisidir. Hz. Âîşe’nin nikâhının
Allah tarafından kıyıldığını hatırlatarak, Allah’ın temiz olmayan bir kadınla
onu nikâhlamayacağını söyledi.
Hz. Osman ise görüşünü
şöyle açıkladı: “Yâ Resûlallah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın yahut
yeryüzündeki pislikler üzerine düşmesin diye gölgenizi yere düşürmekten
korumaktadır. “Böyle gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da
sizin âilenizin namusunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân
verir?”
Hz. Ali de kanaatini
şöyle ifâde etti: “Yâ Resûlallah! Bir gün bize namaz kıldırıyordun. Namaz
içinde iken, ayakkabılarınızı çıkartmıştınız. Size uyarak biz de çıkartmıştık.
‘Temiz olmadıkları için, onları çıkarmamı bana Cebrâil emretti’ demiştiniz.
Pislik bulaştığından dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, ailenize, namus
kirletecek kötülüklerden bir şey bulaşsın da, size emredilmesin, olur mu hiç?”
İnsanü’l-Uyûn, 2:624-625. Resulullah için kadının çok olduğunu belirtti. Bir de
Hz. Âîşe’nin hizmetçisinin sorguya çekilmesini teklif etti.
Hz. Âişe Validemizin
hizmetçisi Hz. Berire’nin de görüşünü sordu. Hz. Berire, “Yâ Resûlallah,” dedi,
“seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben onun hakkında
hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu
söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğururken
uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi. İbni Hişam es
Sîre, 3:313-314; Müslim, 8:115.
Hz. Zeyneb binti Caşh. (r.a.)
Peygamberimizin zevceleri arasında güzelliği ve Efendimiz yanındaki mevkii ile
kendisini Hz. Âişe Validemizle eşit görür ve zaman zaman rekabet ederdi. Buna
rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamış, Bu
olayı istismar etmemiştir. Resûlullah bu hususta onun görüşünü sorunca, şu
cevabı vermişti: “Yâ Resûlallah! Ben işitmediğimi ‘işittim’ demekten, kulağıma
gelmeyeni ‘duydum’ demekten kulağımı ve görmediğimi ‘gördüm’ demekten gözümü
korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum.” demiştir.
Müslim, 8:118.
Hz. Ebû Eyyûb
el-Ensarî hanımına: “Senin hakkında böyle bir şey söylense kabul eder misin?”
diye sordu. O, “Hâşâ, asaletli ve şerefli bir İnsan böyle bir şey yapmaz.”
cevabını verdi. Eyyüb el Ensari “Öyle ise Aişe senden daha hayırlıdır.”
Demiştir. (İbn Hişâm, s. 302).
Şahsiyetli Müslümanlarının tavırlarının
nasıl olduğunu bizlere göstermişlerdir.
Münafıkların İslam Toplumunu Yıpratma
Çabaları
Bu sefer esnasında
münafıklar, Mekkeli Muhacir Müslümanlarla, Medine’nin yerlisi Ensar arasına
fitne sokmaya da çalıştılar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandılar.
İki Müslüman grubu birbiriyle kılıca sarılacak hale getirmiştir, olay
Resulullah (s.a.v) tarafından önlenmiştir.
Resulullah (s.a.v)
iftira olayıyla ilgili olarak durumu bir de Ashaba bildirmek üzere minbere
çıktı “Ey Müslümanlar cemaati! Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye
düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki vallahi ben, ailem
hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftiracılar öyle bir adamın ismini
de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum.”
(Saffan bin Muattal). Es Sîre, 3:312; Müslim, 8:115i Tirmizî, 5:332.dedi. Bu
konuda onların yardımını istedi. Ensardan Sa’d b. Muaz: “Ey Allah’ın Resulü,
sana ben yardım edeceğim. İftiracı Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu
vururum. Eğer Hazrec’li kardeşlerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine
getiririz” deyince, Hazreclilerden Sa’d b. Ubade buna karşı çıktı. Yalan
söyledin, Allah hakkı için onu öldüremezsin buna gücün yetmez dedi. Üseyd bin
Hudayr Sad’a sen yalan söyledin, Vallahi onu öldürürüz. Sen bir münafıksın,
münafıkları savunuyorsun, dedi. Karşılıklı atışmalar neticesinde çıkan
anlaşmazlığı Resulullah (s.a.v) yatıştırdı. Münafıklar Ensar’dan Evs ve Hazreç kabileleri
arasına da fitne sokmakta başarılı olmuşlardır. Allah Rasulü (s.a.v.) olmasaydı
olay çok vahim sonuçlanabilirdi.
“İftirâyı atanlar, içinizden bir
zümredir.” Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir
hayırdır;” (Nur 11) Müslümanlar dış tehdit, kâfirlere karşı mücadele
yöntemleri konusunda tecrübe kazanmışlardı, fakat iç tehdit Münafıklara karşı
mücadele, yöntem, davranış konusunda yeterli tecrübeleri yoktu. Olayla ilgili
ayetlerin bir ay inmemesi, Müslüman toplum içindeki münafıkların açığa
çıkmasını sağlamıştır. Küçük hesaplar için münafıkların iftiralarına destek
olan Müslümanların ne büyük toplum tahribatına yol açabileceği, Müslümanlar
arasına ne büyük fitne, ayrılık tohumları atabileceği tecrübe edilmiştir.
Bizlere de bilgimiz olmayan iftiraların peşinden gitmememiz, ayetlerle ders
olarak bizlere verilmiştir.
Peygamberimizin, Hz. Âişe İle Konuşması
Hz. Aişe’ye iftirâ
edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûl-i
Ekrem Efendimize (s.a.v) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi. Mescid’de
Ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra Hz. Ebû Bekir’in evine
vardı. Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe’nin yanına oturdu ve şöyle dedi: “Ey
Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnatlardan uzak
isen, yakında Allah, seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar. Yok, eğer
böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah’tan af dile ve Ona tevbe et! Çünkü kul,
günahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele
eder.”demiştir.
Hz. Âişe o andaki durumunu da şöyle
anlatır: “Resûlullah (s.a.v) sözlerini bitirince Vallahi, Ben anladım ki, siz
halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ, onlara inanmış gibisiniz! Ben,
size o kötülükten uzağım, desem Allah biliyor, inanmayacaksınız. Farazâ, kötü
bir iş yaptım, desem, Allah biliyor, hemen inanacaksınız. Artık, bana düşen güzel bir sabırdır. (Yusuf 18)
Söylediklerinize karşı ancak Allah’tan yardım istenir” demiştir. Müslim, 8:116.
Peygamberimize Vahyin Gelişi
Henüz Resûl-i Kibriyâ
Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı.
Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:
“Resûlullahı, vahyin
ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Vahiy sırasında
kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü.
“Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış
ettim. Çünkü o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ’nın bana
zulmetmeyeceğini biliyordum. Annemle babamın korkularından ödleri kopuyor,
cansız düşüvereceklerini sanıyordum.” Sîre, 3:315; Müslim, 8:117.
Vahiy hâli, kalkınca,
sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe’ye, “Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni kesin
olarak tebrik etti! Yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı” dedi. Müslim, 8:117;
Müsned, 6:197
Aişe annemiz, “Hamd Allah’a, ne sana
nede ashabına olsun dedim.” Annem, kalk ona dedi. Ben, “Vallahi ne ona kalkarım
ne de beratimi indiren Allah’tan başkasına hamd ederim” dedim. Aişe annemiz
Resul’e olan kırgınlığını bu şekilde ifade etmiştir.
Cenâb-ı Hak, konu ile
ilgili olarak Resulüne indirdiği âyet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
“İftirayı atanlar, içinizden bir
zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir
hayırdır; böyle imtihanlar sizin sevaba erişmeniz için birer vesile
teşkil eder. İftira atanların her birinin, o günahtan kazandığı bir hisse
vardır. Onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise pek büyük bir
azap vardır. Nur 11)
“O iftirayı işittiğinizde,
mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların, kendileri hakkında hayır düşündükleri
gibi mü’min kardeşleri hakkında da hayır düşünerek, ‘Bu apaçık bir iftiradır”
demeleri gerekmez miydi? (Nur 12)
Böylece Cenâb-ı Hak
vahiy ile Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber
vererek, hem Resulünün temiz ruhunu ve pak vicdanını üzüntüden kurtardı, hem
Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de
Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.
Bu mesele Hz. Aişe’nin meselesi
değildir, sırf onun şahsını ilgilendiren bir olay değildir. Hz. Peygamberin
şahsını ve o günkü toplum içindeki görevini ve peygamberliğini
ilgilendirmiştir. Onların şahsında İslam’a, inanç sistemine yönelik bir
iftiradır, toplumun gözünde resulü, onun ailesini küçük düşürmeye yönelik bir
komplodur. Allah (cc) bu asılsız sorunu çözümlemek, planlı komployu başarısız
kılmak, İslâm’a ve İslâm’ın peygamberine karşı başlatılan savaşa müdahale
etmek, ayrıca Allah’tan başkasının bilmediği yüce hikmeti ortaya koymak için
bir ay gecikmeli vahiy göndermiştir.
En Üstün Beraat (4 Beraat edilenler)
Bir gün Hz. Abdullah
bin Abbas’a, Hz. Âişe (r.a) ile ilgili ayetlerin tefsiri soruldu, o da şu
izahta bulunmuşlardı: “Yüce Allah, dördü, dört şeyle berâet ettirmiş, yapılan
iftiralardan onları temize çıkarmıştır:
1-Hz. Yusuf’u,
Züleyhâ’nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin dili ile berâet ettirmiştir.
2-Hz. Musa’yı,
Yahudilerdin dedikodularından, elbisesini alıp götüren taşla berâet
ettirmiştir.
3-Hz. Meryem’i,
kucağındaki oğlunu dile getirip, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye söyletmek
sûretiyle temize çıkarmıştır.
4-Hz. Âişe’yi ise,
Yüce Allah, Kur’ân’daki o azametli âyetlerle berâet ettirmiştir “Yüce Allah,
bunu ancak Resulünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır.”
Nesefî, 3:138.
Çıkarılacak Dersler, Hayırlar
Toplum hayatını dinamitleyen,
dostlukları bitiren, aile facialarına yol açan, cinayetlere sebep teşkil eden
bu ahlâksızca davranışı engellemek ve mü’minleri eğitmek üzere söz konusu
edilen meşhur iftira olayında büyük ders ve ibretler vardır. Bu ayetlerle
iftira edenlere, iftiraya uğrayanlara, iftirayı duyanlara nasıl davranmaları
gerektiği konusunda ders ve öğütler verilmiş, İslâm ahlâkının önemli ilkeleri
bu vesile ile bir daha hatırlatılmıştır. Bu arada Müslümanların içine sızmış
bulunan bazı münafıkların perdeleri düşmüş, kötü duygularına mağlûp olan veya
dedikoduya kapılan birkaç mü’min de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tevbe
ederek temizlenmişlerdir. İftira olayı derin üzüntülere sebep olsa da manevî
getirişi bakımından mü’minlerin hakkında hayırlı olmuştur. “İftirayı atanlar,
içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer
saymayın, aslında bu sizin için bir hayırdır; (Nur 11)
Ahlâksızlığın yaygınlaşması hem fiilen
ahlâka aykırı davranışları hem de bunların dedikodusunun, sohbetinin
yapılmasını, tabii bir olaymış gibi kınamadan konuşulması, topluluk içinde
birçok kötülük, zamanında ve yeterli tepki gösterilmemesi sebebiyle yayılmakta
ve yerleşmektedir. Erdemli bir toplulukta ancak erdeme uygun davranışlar açıkça
ve takdir edilerek konuşulur, sohbet konusu olur; çirkin ve kötü olaylar ise
yalnızca gerektiği kadar dile getirilir ve erdem ölçülerine göre
değerlendirilir, ıslah çareleri üzerinde durulur. Topluluk içinde erdemsizliğin
yaygın hale gelmesi öncelikle yasaklar ve cezalarla değil, toplumun erdem ve
erdemsizlik karşısında takındığı tavırla engellenebilir. “İman edenler hakkında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından
hoşlananlar için dünyada da, ahirette de pek acı bir azap vardır. Allah her
şeyi bilir; siz ise bilmezsiniz. (Nur 19)
“Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti
olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve pek merhametli olmasaydı, helâk olup
giderdiniz.”(Nur 20)
İslâm ahlâkında
“kötülüğe karşı iyilikle muamele etmek” kuralı vardır. Temel insanlık
nitelikleri bozulmamış insanları ıslah etmenin, kötü yoldan çevirmenin, yeniden
erdemli topluluğa katmanın yollarından biri de budur. Hz. Ebû Bekir de yeminini
bozmuş ve yardıma devam edeceğini söylemiştir. (d.i.a. tefsiri)
Gaybı yalnızca Allah
(cc) bilir. Resul gaybı, her şeyi bilemez. Ancak kendisine bildirilenleri
bilebilir. (Resul iftiranın gerçekliği ile ilgili bilgi sahibi değildir. Bir ay
konuyla ilgili vahiy gelmediği için konuyu kendisi araştırmıştır.)
Planlı, programlı iç tehditlerin ve buna
destek olanlar sayesinde İslam toplunun temellerinin nasıl dinamitlendiği,
(ensar, muhacir-evs, hazreç) büyük emek ve zahmetle oluşturulan İslam
kardeşliğinin özensiz söz ve dedikodularla nasıl parçalanabileceği bizlere ders
olarak gösterilmiştir. “O zaman siz o iftirayı dilden dile
naklediyor ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınıza alıp söylüyor, bunu da
basit bir iş sayıyordunuz. Hâlbuki o, Allah katında pek büyük bir günahtır.
(Nur 15)
İffetli kadına iftira atmanın ne büyük
suç olduğu ortaya çıkmıştır. Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz şeyleri konuşmak
yaymak çok büyük azap vesilesidir. Boş boğazlık ve dedikodunun ne kadar zararlı
olabileceği gösterilmiştir. İftira atanlar dışında gülenler, susanlar, dinleyenler,
yayanlar, laf olsun diye dillerine dolayanlar, herkesin durumuna göre günah ve
ceza vardır. “Bu iftirayı ispat etmek için dört şahit getirmeli değiller
miydi? Madem şahit getirmediler; o halde Allah katında onlar yalancıların tâ
kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde
olmasaydı, içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu. (Nur
13,14)
Allah (cc) Resulünün
ve ailesinin temizliği ve paklığı konusunda. Sonradan bunları dillerine dolamak
isteyenleri, ayetleriyle cevaplamış bu tür iftiraların önünü kesmiş oluyor.
“Ayetlerini de Allah size böylece
açıklıyor, Allah her şeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.(Nur 18)
Sabrın sonucunda
mutlaka hayır ve mükâfat vardır. Bu hadisede olduğu gibi her iftira olayı mutlu
sonla bitmeyebilir. Bizler de iftirayla karşılaşabiliriz, bize düşen sabretmek
ve karşılığını Allah’tan (cc) beklemektir. Bu dünyada kendimizi temize
çıkaramasak ta, Ahiret var ve herkes yaptığının karşılığını orada bulacaktır.
Böyle bir iftira hadisesi başımıza geldiğinde, Bu iftira illaki iffet
olmayabilir, hırsızlık, gasp veya başka bir iftira çeşidi de olabilir. Bu
durumda bize düşen, kendimizi temize çıkarmak için elimizden geleni yapmak,
sonrada, “Artık, bana düşen güzel bir sabırdır.” (Yusuf 18)
Ayetinde olduğu gibi, hem Yusuf (a.s), hem Aişe (r.a) annemiz gibi
sabretmektir.
[1]
Hevdec: Kadınların deve üzerinde bindikleri mahfeden ayrı kubbeli bir çadır.
[2] Abdullah
ibnu Ubey, münafıkların önde gidenidir. Selûl, Huza kabilesinden bir kadındır.
Abdullah, Câhiliyet devrinde Hazrec kabilesinin başkanı idi. Hicretten sonra
görünüşte müslümân olmuştu. Fakat teşkîl ettiği münafık bir hizbin
başkanlığında, açık ve gizli her türlü şer ve fesâd yapmaktan geri kalmıyordu.
Müslümânların en müşkil zamanlarında İslâm topluluğunu çözülmeye uğratacak
fırsatlar kollardı. Câhiliyette Hazrec kabilesinin başkanı bulunduğundan,
nifakçı hareketleri kabilesi halkı üzerinde tesîrli oluyordu. Bunun idare
ettiği zümrenin hâlleri ayrı bir sûrede; Münâfıkûn Sûresi'nde tafsilatıyla
anlatılmaktadır.