Bu Blog içinde Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

İfk Hadisesi

 BUHARİ 2661- Âişe'den -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi:

 Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir yolculuğa sefere çıkmak istediği zaman hanımları arasında kura çekerdi. Kura hanımlarından hangisine çıkarsa onunla o yolculuğuna çıkardı. Mustalik oğulları savaşına çıkacağında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yine hanımları arasında kura çekti ve kurada benim ismim çıktı. Hicap âyeti indirildikten sonra ben, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber yolculuğa açıktım. Ben hevdec[1] içinde yolculuğumu yapar ve kervan konakladığı zaman ben o hevdecden indirilirdim. Bu şekilde yolumuza devam ettik.

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu Mustalik oğulları savaşından döndüğü ve Medine'ye yaklaştığımızda bir konaklama yerinde konakladı. Gecenin bir kısmını orada geçirdi. Sonra konaklama yerinden ayrılma emri verdi. Hareket emrini orduya duyurdukları zaman ben kalktım ve ihtiyâcımı gidermek için ordudan ayrılıp gittim. Hacetimi bitirince ordunun konaklama yerine geldim.

 

Bu esnada göğsüme elimle dokundum ve Yemen akikli gerdanlığımın koptuğunun farkına vardım. Geri döndüm ve gerdanlığımı aramaya başladım. Gerdanlığımı aramak beni ordudan geride bırakmıştı. İçine bindiğim hevdecimi deveye indirip bindirenler benim hevdec içinde olduğumu zannetmişler ve onu alarak deveye yüklemişlerdi. O zamanlarda kadınlar az yemek yediklerinden dolayı hafif idiler; fazla kilolu değillerdi. Bu sebepten dolayı hizmetçiler hevdeci deveye yüklemek için kaldırdıklarında, hevdecin ağırlığını fark etmeyerek deveye yüklemişler. Ben o zamanlar küçük yaşta bir kadındım. Böylelikle deveyi sürüp yürümüşler.

 

Ordu, konaklama yerinden ayrıldıktan sonra ben düşürdüğüm gerdanlığımı buldum. Konaklama yerine geldim, ancak orada hiç kimse yoktu. Onlar benim hevdecde olmadığımı fark ederler ve beni almak için geri dönerler, düşüncesiyle orada beklemeye başladım. Bu esnada uykum geldi ve bulunduğum yerde uyuyakaldım.

 

Ordunun ardından kolaçan etmekle görevli olan Safvân ibnu Muattal Sulemi ez-Zekvâni benim konakladığım yere geldi. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma geldi ve beni tanıdı. Çünkü o beni hicab (örtünme) âyeti inmeden önce de tanırdı. Safvân beni görüp hayret içinde «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn» (Biz Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz) demesiyle ben uyandım. Safvân devesini çökertti, ben de deveye bindim. Safvân, deveyi çekerek önde yürüdü. Ordu, öğle sıcağında mola verdikleri bir esnada orduya yetiştik.

 

İşte bana zina iftirası atarak helak olanlar bu esnada helak oldular. Zina iftirasını ilk çıkaran da Abdullah ibnu Ubey ibnu Selûl olmuştu. Medine'ye geldiğimizde ben bir ay boyunca hasta olarak yattım. İnsanlar da bana zina iftirası atanların sözlerini etrafta yaymaya başlamışlar.

 

Ben, bu hastalığım boyunca, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden, daha önceki hasta olduğum zamanlarda görmekte olduğum şefkati bu hastalığımda göremiyordum. Bu zamanlarda Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yanıma giriyor, bana selâm veriyor ve:

-"Hastanız nasıl?" diye soruyordu. Ben ise bana atılan zina iftirasından habersizdim. Artık hastalığım iyileşmeye başlamıştı.

 

Bir gece ben Ummu Mistah ile beraber ihtiyâç gidermek için Mesâni’ bölgesine çıkmıştım. Biz buraya ancak geceleri çıkardık. Bu bizim evlerimizin yakınında helâlar edinmemizden önceydi. Bu şekilde bizim helâ ihtiyacımızı gidermek için evlerimizin dışına çıkmamız, tıpkı çöl bedevilerinin ihtiyaçlarını gidermek için çölde dışarıya çıkmalarına veya temizlenmek için gezinmelerine benziyordu. Ben, Ebû Ruhm'ın kızı Ummu Mistah ile beraber hacet gidermeye giderken onun ayağı çarşafına takılıp yere düştü ve: 

-Mistah helak olsun! diye oğluna beddua etti. Ben Ummu Mistah’a dedim ki:

-Sen ne kadar kötü bir söz söyledin! Bedir savaşında bulunan bir kimseye mi sövüyorsun? dedim. Ummu Mistah bana:

-Ey kadın! Senin hakkında söylenilen sözleri işitmez misin? dedi ve kendisine zina iftirası atanların sözlerini bana haber verdi. Duyduğum bu sözlerden sonra hastalığım daha da arttı. Evime döndüğümde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yanıma geldi, bana selâm verdi ve:

 

-"Hastanız nasıldır?" diye sordu. Ben kendisine dedim ki:

-Annem ve babamın yanına gitmek üzere bana izin ver! dedim. Bu haberin insanlar içinde yayılıp yayılmadığını, anne ve babamdan kesin bir haberle öğrenmek istedim. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  bana izin verdi. Ben anne ve babamın yanına geldim. Anneme:

 

-İnsanlar benim hakkımda neler konuşuyorlar? diye sordum. Annem şöyle dedi:

 

-Ey kızım! Sen kendini üzme. Vallahi bir kadın senin gibi güzelliğe sahip ve kocasının kendisini sevdiği biri olsun ve onun birçok da ortakları bulunsun da, aleyhinde dedikoduyu çoğaltmasınlar; bu çok az olan bir şeydir. Ben de:

 

-Subhânallah! İnsanlar gerçekten bu sözleri mi söylüyorlar? dedim.

O gece babamın evinde yattım. Sabaha kadar ne gözüme uyku girdi ne de gözyaşım dindi.

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Ali ibnu Ebî Tâlib' ve Usâme ibnu Zeyd'i yanına çağırdı. O esnada vahiy geciktiği için bunlarla ailesinden ayrılma hususunda onlarla istişare edecekti. Usâme, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ailesine karşı olan sevgisini dile getirerek şöyle dedi:

 

-Ey Allah’ın Rasûlü! Vallahi hanımın Âişe hakkında biz hayırdan başka bir şey bilmiyoruz.

 

Yapılan bu istişarede Ali ibnu Ebî Tâlib ise şöyle dedi:

 

-Ey Allah’ın Rasûlü! Allah sana bu konuda kısıtlama ve darlık vermemiştir. Âişe'den başka kadın çoktur. Bunu bir de Aişe’nin cariyesi olan Berire'ye sorunuz. O doğrusunu sana söyler.

 

Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Berire'yi yanına çağırdı ve:

 

-"Ey Berire! Sen Âişe'de seni şüpheye düşüren bir durum gördün mü?" diye sordu, Berire Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme şöyle cevap verdi:

 

-Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben Aişe’den beni şüpheye düşüren, ayıp olarak bir şey görmedim. Ancak Âişe küçük yaşta bir kadın olduğu için hamur yoğururken uyurdu da evin koyunu gelir ve hamuru yerdi.

 

Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Mescid’de ayağa kalktı ve bu iftirayı en evvel ortaya atan Abdullah ibnu Ubeyy ibnu Selül’den[2] dolayı söz söylemekte mazeretli tutulmasını isteyerek şöyle buyurdu:

 

-""Ev halkım hakkında bana eza eden bir şahıs hakkında, bana kim yardım eder de, benim için ondan intikam alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Aileme bu iftirayı atan adam hakkında da ben hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu adam benimle birlikte olmadığı sürece ailemin yanına girmemiştir."

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu sözleri üzerine Sa'd ibnu Muâz ayağa kalkıp şöyle dedi:

 

-Ey Allah’ın Rasûlü! Vallahi ona karşı sana ben yardım edeceğim. Eğer bu iftirayı çıkaran Evs kabilesinden biri ise, biz onun boynunu vururuz. Şayet Hazrec kardeşlerimizden biri ise, sen bu konuda ne emredersen biz de onu yerine getiririz.

 

Sa’d ibnu Muaz’ın bu sözlerinden sonra Hazrec kabilesinin reisi olan Sa'd ibnu Ubâde ayağa kalktı. -Bu olaydan önce sâlih bir kimse idi. O esnada öfkelendi ve şöyle dedi:

 

-Allah’a yemin ederim ki sen yalan söylüyorsun. Vallahi sen onu öldüremezsin ve öldürmeye muktedir değilsin.

Useyd ibnul-Hudayr ayağa kalkıp şöyle dedi:

 

-Allah'a yemin ederim ki sen yalan söyledin. Vallahi biz muhakkak onu öldürürüz. Sen münafıksın ve münafıklar hakkında bizimle mücâdele ediyorsun!

 

Bu münakaşadan sonra Evs ve Hazrec kabileleri ayaklandılar. Neredeyse birbirleriyle savaşacaklardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ise o esnada hala minber üzerinde idi. Bu olay üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem minderden indi ve onları sakinleştirerek susturmuş ve kendisi de başka bir şey söylemeyip sustu.

 

Ben, o gün, bütün gün boyunca ağladım. Ne gözümün yaşı dindi, ne gözüme uyku girdi. Sabahleyin babam ve annem yanıma geldiler. Ben iki gece, bir gün boyunca ağladım. Ağlamaktan neredeyse ciğerim parçalanacak sandım.

 

Annem ve babam yanımda oturdukları bir esnada ben ağlamakta iken Ensâr'dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ben de ona girmesi için izin verdim. O kadın da oturup benimle ağlamaya başladı. Biz bu durumda ağlaşıp dururken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  içeriye girdi ve oturdu. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem üzerime bu zina iftirası atıldığı günden bu yana yanımda oturmamıştı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir ay beklediği hâlde kendisine beni temize çıkaracak herhangi şey indirilmemişti, bu konuda vahiy gelmemişti.

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şehâdet getirdi ve şöyle buyurdu:

 

-"Ey Âişe! Hakkında bana bu sözler ulaştı. Şayet sen bu söylenilenlerden uzak isen, yakında Allah seni temize çıkarır. Yok eğer böyle bir günâha yaklaştınsa Allah'tan bağışlanma dile ve Allah'a tövbe et. Çünkü kul, günâhım itirâf eder ve sonra tövbe ederse Allah da onu bağışlar."

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sözlerini bitirince gözümün yaşı kesildi. Artık ben gözyaşından bir damla bulamıyordum. Babama:

 

-Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği söze benim tarafımdan cevap ver! dedim. Babam:

-Vallahi ben, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

 

Sonra anneme: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği söze benim tarafımdan cevap ver! dedim. O da:

 

-Vallahi ben de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ne diyeceğimi bilmiyorum, dedi.

 

Ben yaşı küçük bir kadındım. Kurân'dan da çok ezberim yoktu. Bu yüzden dolayı şöyle dedim:

 

-Vallahi ben bildim ki, sizler insanların benim hakkımd konuştuklarını duydunuz, bu söz nefsinize yerleşti ve siz bu söze inanıp tasdik ettiniz. Şimdi ben size: Ben böyle bir fiilden uzağım, desem ki Allah benim bu fiilden uzak olduğumu biliyor, benim bu sözümü tasdik etmezsiniz. Şayet ben size bir iş itirâf etsem, ki Allah benim bu fiilden uzak olduğumu biliyor, beni tasdik edersiniz. Vallahi benim ve sizin misalinizi bulamıyorum. Ancak Yûsuf Peygamber'in babası Yakup aleyhisselâma dediğini ben de söylüyorum:

 

«Artık benim için yapılacak iş, güzel bir sabırdır. Şu anlatışınıza göre, yardımına sığınılacak kimse, yalnız Allah’tır.» Yûsuf: 18

 

Bu sözleri söyledikten sonra yatağıma doğru uzandım ve Allah’tan beni temize  çıkarmasını temenni ediyordum. Kendi nefsimi hakir gördüğümden dolayı, vallahi Kurân’da benim hakkımda Allah’ın âyet indireceğini sanmıyordum. Ancak ben Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin rüyasında görüp Allah’ın beni temize çıkarmasını ümit ediyordum. Vallahi Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yerinden kalkmamış ve oradakilerden hiçbiri odadan çıkmamışken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme vahiy indirildi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hararetlendi ve böyle vahiy geldiğinde kış gününde bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden bu durum gidince O gülüyordu. Bana ilk söylediği söz şu oldu:

 

-"Ey Âişe! Allah 'a hamd et! Allah, sana atılan bu zina iftirasından  seni temize çıkardı" Bunun üzerine annem bana:

-Kalk ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme teşekkür et! dedi. Ben: Hayır, ben O'na kalkmam. Ben yalnız Allah'a hamd ederim, dedim.

Allah Teâlâ, bana atılan zina iftirasından beni işte şu âyetle temizledi:

 

«(Peygamberin eşi hakkındaki) o iftirayı yapanlar, içinizden bir topluluktur. Bunu kendiniz için bir şer sanmayın; aksine o, sizin için hayırlı olmuştur. Onlardan her biri için kazandığı günâh nisbetinde ceza vardır. İftiranın en büyüğünü yüklenene ise, büyük azâb vardır.» Nur: 11

 

Allah, beni zina iftirasından temizleyen bu âyetleri indirince Ebû Bekir es-Sıddîk -Allah ondan razı olsun- akrabalığından dolayı infâk etmekte bulunduğu Mistah ibnu Usâse için:

-Vallahi Âişe hakkında bu iftirayı söyledikten sonra ona bundan sonra hiçbir infakta bulunmayacağım. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi:

 

«İçinizden fazilet ve servet sahipleri, yakınlarına, düşkünlere, Allah yolunda hicret edenlere vermemek hususunda yemin etmesinler; fakat affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir» Nur: 22

 

Bu âyetin inmesi üzerine Ebû Bekir:

-Vallahi ben, Allah'ın beni bağışlamasını severim, dedi ve Mistah'a vermekte olduğu yardımı vermeye devem etti.

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Zeyneb bintu Cahş'a benim nasıl olduğumu sorarak:

 

-"Ey Zeyneb! Âişe hakkında ne bildin ve ne gördün?" buyurdu. Zeyneb de şöyle dedi:

 

-Ey Allah’ın Rasûlü! Ben gözümü ve kulağımı görmediğim ve duymadığım şeyler hakkında, duydum ve gördüm, demekten muhafaza ederim. Vallahi ben Âişe hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum.

 

 Âişe dedi ki: Zeyneb, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin katında yeri olması açısından bana benzeyen biriydi. Allah, onun takvası sebebiyle iftiracılara katılmaktan korudu. (Hadisin geçtiği diğer yerler:  2593)

 

 

İfk; yalan, büyük yalan, iftira namuslu birinin namusu hakkında iftira etmek.İfk olayı; İslâm tarihinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in hanımı ve müminlerin annesi Âîşe -Allah ondan razı olsun- hakkında münâfıklar tarafından uydurulan iftira olayının adı. Olay, Buhârı, Müslim gibi ana kaynaklarda tafsilâtlı olarak anlatılır. Bizzat Âîşe, olayı cereyan tarzı ve sebepleriyle birlikte detaylı olarak anlatmaktadır.Olayın gerçek yüzü münâfıkların, Medine'de güvenli bir yurt edinen ve günden güne gelişen İslâm toplumunu parçalamak için İslâm peygamberinin aile mahremiyetini hedef alarak, baş vurdukları bir aleyhte propaganda ve karalama hareketidir. Onlar, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in, en yakın arkadaşları ile arasını açabilirlerse, İslâm'ı yok etme emellerine kısa yoldan varabileceklerini zannediyorlardı. Münâfıklar Mustalik Oğullarına karşı düzenlenen cihat harekatında, Âîşe'nin başına gelen normal bir olaydan yararlanarak Ebu Bekir'le Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in arasına fitne sokmaya ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'i gözden düşürmeye çalıştılar. Münâfıklar, hicretin beşinci yılı Şaban ayında, Necid bölgesinde, Mureysî suyu yanında konaklamış olan Mustalik Oğulları kabilesine karşı düzenlenen sefere savaşın şiddetli geçmeyeceğini bildikleri için kalabalık bir şekilde katılmışlardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sefere çıkmadan önce, adeti olduğu üzere, hanımları arasında kura çekmiş, kendisiyle beraber sefere gitme kurası Âişe'ye çıkmıştı. Bu sefer esnasında münâfıklar, Mekkeli Muhacir Müslümanlarla, Medine'nin yerlisi Ensar arasına fitne sokmaya da çalıştılar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandılar. Bir seferinde iki Müslüman grubu birbiriyle kılıca sarılacak hale getirmiş, olay Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tarafından kolayca önlenmiştir. Bu arada münâfıkların reisi Abdullah ibnu Ubey: "Medine'ye dönünce, aziz olanların, zelil olanları oradan çıkaracaklarını" söylüyordu. (Münâfîkûn: 8) Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Ensar’ı toplayarak durumu anlattı. Ensâr olaya son derece üzüldü. Böylelikle Abdullah ibnu Ubeyy herkesin nefretini kazandı. Hatta oğlu, babasının bineğinin üzengisinden tutarak: "Senin zelil olduğunu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin de aziz olduğunu itiraf etmeden seni bırakmam " demiş ve itiraf da ettirmiştir. Sefer dönüşü ordu, geceleyin bir yere konakladı. Âîşe ihtiyacı için ordugâhın dışına çıktı. Döndüğü zaman, boynundaki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığının kopup düşmüş olduğunu gördü. Bu gerdanlığı Âişe'ye, gelin olduğunda annesi Ummu Rûman hediye etmişti. Diğer kaynaklar gerdanlığı kız kardeşi Esma'dan emanet aldığını yazarlar. Âişe, gerdanlığı aramak için ordunun dışında ihtiyacını giderdiği yere gitti. Bulup döndüğünde ise kendisinin devesi üzerindeki hevdecinde olduğunu zanneden muhafızları da dahil olmak üzere, ordunun oradan ayrılıp gitmiş olduğunu gördü. Geri dönüp kendisini ararlar düşüncesiyle orada oturup bekledi. Bu arada da olduğu yerde uyuyup kaldı.Ordunun artçısı Safvan ibnu Muattal kendisini görerek, hiç konuşmadan onu devesine bindirdi. Devenin yularını çekerek orduya yetiştirdi. İkinci konaklama yerinde Âişe'nin devesinin üzerinde olmadığı anlaşılıp bir süre sonra genç bir askerin devesiyle geldiğini görünce, münâfıklar bunu fırsat bilip dedikoduya başladılar. Abdullah ibnu Ubeyy, el altından bu dedikoduyu besledi. Müslümanlar bunun iftira olduğunu anladılar. Meselâ Ebû Eyyûb el-Ensarî hanımına: "Ummu Eyyûb! Senin hakkında böyle bir şey söylense kabul eder misin?" diye sordu. O: "Haşâ, asaletli ve şerefli bir insan böyle bir şey yapmaz." cevabını verdi. Ne yazık ki münâfıklar dışında üç Müslüman da bu dedikoduya kendilerini kaptırdılar. Bunlar Safvan'dan öç almak isteyen Hassan ibnu Sâbit, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hanımlarından Zeyneb bintu Cahş'ın kız kardeşi Hanne ve Ebû Bekir'in yardımlarıyla geçinen Mistah ibnu Usâse idiler. Âişe yolculuk dönüşü hastalandı ve annesinin bakması için baba evine gitti. Olanlardan tamamen habersizdi. Ne annesi ve babası, ne de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olanları kendisine duyurmadılar. Kendisi de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin soğuk davranışına bir mana veremedi. Bir gün Mistah'ın annesi durumu kendisine açınca derin bir üzüntüye kapıldı ve günlerce gözyaşı döktü. Bu arada Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kendisine durumla ilgili sorular sordu. Âîşe ise, halini Allah'a havale ettiğini bildirerek karşılık verdi. Olayı duyan Safvan büyük bir öfkeye kapılarak kılıcını aldı ve öldürmek kastıyla Hassan'a saldırdı ve onu yaraladı. Bu, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verilince Safvan'ın tutuklanmasını emretti. Aslında Safvan kadına ilgi duymayan, erkeklik gücü yok hasûr birisi idi. Bunu kendisi de açıkça ifade etmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem durumu bir de Ashabtan bazılarıyla görüştü. Bunlardan Osman, Usâme ibnu Zeyd, Zeyneb bintu Cahş, Ummu Eymen hep Âişe'nin tertemiz olduğuna, bu iftiradan beri olduğuna dair şahitlik ettiler. Ömer, Âişe'nin nikâhının Allah tarafından kıyıldığını hatırlatarak, Allah'ın temiz olmayan bir kadınla onu nikahlamayacağını söyledi. Yalnız Ali lehte olmayan bir konuşma yaptı ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem için kadının çok olduğunu belirtti. Bir de Âişe'nin hizmetçisinin sorguya çekilmesini teklif etti. Hatta doğru söylemesini sağlamak için onu tokatladı. Berire ise, efendisi hakkında iyilikten başka bir şey bilmediğini belirtti. Bunun üzerine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem durumu bir de Ashab'a bildirmek üzere minbere çıktı ve bu konuda onların yardımını istedi. Ensardan Sa'd ibnu Muaz:

-"Ey Allah'ın Rasûlü! Sana ben yardım edeceğim. İftiracı Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrecli kardeşlerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine getiririz" deyince Hazreclilerden Sa'd ibnu Ubade buna karşı çıktı. Karşılıklı atışmalar neticesinde çıkan anlaşmazlığı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem yatıştırdı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem büyük üzüntüyle oradan, babası Ebû Bekir'in evinde bulunan Âişe'nin yanına gittiğinde, Allah onun temizliğini şu ayetlerle Rasûlü’ne bildirdi:

"O iftira haberini getirenler, sizlerden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir şer sanmayınız. Belki o, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Günahın büyüğünü yüklenen kimseye de büyük bir azap vardır. Ne olurdu o iftirayı işittiğiniz zaman, erkek ve kadın müminler, kendi nefislerine kıyas ederek hüsnü zan etselerdi de; bu açık bir iftiradır deselerdi! O iftiracılar buna dört şahit getirselerdi ya! Şahitleri getiremeyince de onlar, Allah katında muhakkak yalancıdırlar. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın fazl ve rahmeti üzerinizde bulunmasaydı, içine daldığınız o iftiradan dolayı, sizi her halde büyük bir azap çarpardı. Ortaya atıldığı zanları siz, o iftirayı dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz. Hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyiveriyor ve bunu kolay sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında büyük bir vebal idi. Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman: "Bunu söylemek bize yakışmaz! Subhânallâh! Bu büyük bir bühtandır" deseydiniz ya!...." (Nûr: 11-20)

Bu ayetlerin inişi başta Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere bütün müminleri sevindirdi. Ama iftira yapanların ve yayanların cezası da verilmeliydi. Cenabı Hak bunun üzerine şu iki ayeti indirdi:

 

"Namuslu ve hür kadınlara zina isnadıyla iftira atan, sonra da bununla ilgili olarak dört şahit getirmeyen kimselerin her birine seksen değnek vurun. Onların ebedî şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir. Ancak bu hareketlerine tövbe edip durumlarını ıslah edenler müstesnâdır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir" (Nûr: 4-5)

 

Ayetlerde, zina iftirası atanlar için üç ayrı hüküm konulmuştur:

1- İftiracıya seksen sopa vurulacak

2- Şahitliği ebediyen kabul edilmeyecek

3- Allah'ın taatindan çıktığı için fâsıklıkla vasıflandırılacak.

Ebû Bekir kızına yapılan iftiraya karıştığı için Mistah'a vermekte olduğu yardımı kesmişti. İftira cezası tatbik edildikten sonra Cenabı Hak:

"Sizden dinde fazilet ve dünyada servet sahibi olanlar, akrabalarına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir" (Nur: 22) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ebû Bekir: "Vallahi ben, Allah'ın beni bağışlamasını elbette arzu ederim. Vallahi ben, artık bunu ondan hiç bir zaman kesmem" dedi ve Mistah'a vermekte olduğu nafakayı vermeye tekrar devam etti. İftira, içi başka-dışı başka olan iki yüzlü münâfıkların metodudur. İftiradan sakınmak, iftiraya uğrayan mazlumlara arka çıkmak, zalim ve iftiracıları yalanlamak gerekir.

§  İfk Hadisesi ve Almamız Gereken Dersler – Hayırlar

Cefai Demirel - 20 Temmuz 2013

İfk: Kelime olarak büyük iftira büyük yalan demektir. İfk hâdisesi, Hz. Âişe (r.a.) Validemize münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy tarafından yapılan iftira hâdisesidir. Görünüşte iman etmiş görünüp, hakikatte iman etmemiş münafıklar her zaman her fırsatta Peygamber Efendimiz ve Ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bunun için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan çekinmiyorlardı. Öyle ki Peygamber Efendimizin mahrem hayatına dil uzatacak kadar yalancı ve küstahtılar.

Hâdise şöyle cereyan etmiştir: Hz. Âişe’den (r.a.) öğrendiğimize göre, Resûlullah (s.a.v) herhangi bir sefere çıkacakları zaman hanımları arasında Kur’a çeker, kim çıkarsa onu beraberinde götürürdü. Buharî, 3:154. Buhârî, Sehâdet, 15

Beni Müstalık Gazasında ise Kur’a Hz. Âişe (r.a) Validemize çıkmıştı. es sire,3:154.

Hâdisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe (r.a.) Validemiz şöyle anlatmıştır  “Resûlullah ile beraber sefere çıkmıştık. Bu sefer, tesettür ayeti indikten sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik. (hevdeç: dört sırığın çevresi ve üstü kapatılarak devenin üzerine konulması)

“Resûlullah (s.a.v) Benî Müstalık gazasından dönüyordu. Medine’ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü (ordu) orada geçirdi. Sonra devam edilmesini emretti.

“Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. İhtiyacımı giderip döndüm. Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığımın kopmuş olduğunu fark ettim. (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rumân düğün hediyesi olarak takmıştı.) Dönüp gerdanlığımı aramaya koyuldum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Yolda bana hizmet edenler gelip hevdecimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlardı”.

“Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordugâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmişti. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım. Beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada, uyumuş kalmışım.”

“Safvan bin Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araştırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için alıp diğer konak yerine götürürdü. Beni görünce uyandırmak için ‘İnna lillahi ve inna ileyhi racîun [Biz Allah’ın kullarıyız ve muhakkak O’na dönüp varıcıyız]’ dedi. (Bakara 156) “Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.

“Bundan sonra Safvan, devesini çöktürdü, ben de hemen kalkıp deveye bindim, kendisi de devenin yularını çekerek ilerlemeye başladı.” “Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi konak yerine getirdi.” İbni Hişam es Sîre, 3:310-311; 2: 298 Müslim, 8:113-114.

Başmünafığın Durumu Değerlendirmesi

Safvan bin Muattal, Hz. Âişe Validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkların başı Abdullah bin Übeyy’le karşılaşmışlardı. Abdullah bin Übeyy, “Bu kimdir?” diye sordu.”Âişe’dir” dediler. Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, baş münafık bu masum hâdiseyi diline dolamak istedi. “Vallahi” dedi, “Ne Âişe, o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam, Âişe’den dolayı kurtulur.” Taberî, 18:89. Ordugâh, baş münafık Abdullah bin Übeyy’in yaptığı iftira ile çalkalandı, Maksadı Efendimizi rencide etmek, Müslümanları birbirine düşürmek, Onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.

Safvan bin Muattal’ın Tavrı

Safvan bin Muattal ile Hassan bin Sabit arasında eskiden kalma bir husumet bulunuyordu, Onun için iftiraya destek olmuştur. Olayı duyan Safvan büyük bir öfkeye kapılarak kılıcını aldı ve öldürmek kastıyla Hassan bin Sabit’e saldırdı ve onu yaraladı. Bu Resulullah (s.a.v)’e haber verilince Safvan’ın tutuklanmasını emretti. Aslında Safvan kadına ilgi duymayan, erkeklik gücü olmayan (hasûr, kısır) birisi idi. Bunu kendisi de açıkça ifade etmiştir. (İbn Hişam s. 306, Müslim, Tevbe, 57).

Hz. Âişe Söylenenlerden Uzun Müddet Habersizdi

Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy’in başlattığı, Hassan bin Sabit, Mistah bin Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuzağına düşerek etrafa yaydıkları iftira hâdisesinden Hz. Âişe’nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır: “Medine’ye gelince ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa [humma] tutuldum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında İfk’in iftiraları dolaşıyormuş. Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. “Yalnız hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebî’den (s.a.v) daha önce hastalandığım zamanımda görmüş olduğum lütuf ve şefkati bu hastalığım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden ‘Hastanız nasıl?’ diyor ve bununla yetiniyordu..” Müslim, 8:114.

Hz. Âişe, İftirâyı Nasıl Ve Kimden Öğrendi?

“Aradan yirmi küsûr kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekâhet (iyileşme) devresine girmiştim. “Ben, yine bir gece Mıstah bin Üsâse’nin annesi ile hacet gidermeye çıkmıştım. (Mistah Hz. Ebu Bekir’in evinde yetim büyümüştür.) Mıstah’ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, ‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ diyerek oğluna bedduâ etti “Ben ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?‘ Bedir Savaşında bulunmuş bir zata sövülür, beddua edilir mi?’ dedim. (“Ahmet bin Hanbel, Hz. Cabir’den rivayetle: Bedir’e katılan hiç kimse ateşe girmeyecektir.” buyurmuştur. Ebu Davud: “Ben size mağfiret ettim.) “O, ‘Vallahi ben, ona senin aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua ediyorum’ dedi. “O, neler söylemiş?’ diye sordum.”Bunun üzerine, iftiracıların söylediklerini bana teker teker anlattı. Sîre, 3:311-312; Müslim, 8:114; Tirmizî, 5:332-333.

Peygamberimizin Ashabıyla İstişâresi

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftirânın etrafta konuşulduğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, pek dışarı çıkmıyordu. Konu ile ilgili vahyin gelmesi gecikince, ashabıyla konuştu, onların fikirlerini aldı.

Hz. Ömer fikrini şöyle ifade etti: “Yâ Resûlallah! Hâşâ! Bu büyük bir bühtan ve iftiradır. Kesinlikle biliyorum ki, bu, münâfıkların yalanlarından birisidir. Hz. Âîşe’nin nikâhının Allah tarafından kıyıldığını hatırlatarak, Allah’ın temiz olmayan bir kadınla onu nikâhlamayacağını söyledi.

Hz. Osman ise görüşünü şöyle açıkladı: “Yâ Resûlallah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın yahut yeryüzündeki pislikler üzerine düşmesin diye gölgenizi yere düşürmekten korumaktadır. “Böyle gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin âilenizin namusunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?”

Hz. Ali de kanaatini şöyle ifâde etti: “Yâ Resûlallah! Bir gün bize namaz kıldırıyordun. Namaz içinde iken, ayakkabılarınızı çıkartmıştınız. Size uyarak biz de çıkartmıştık. ‘Temiz olmadıkları için, onları çıkarmamı bana Cebrâil emretti’ demiştiniz. Pislik bulaştığından dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, ailenize, namus kirletecek kötülüklerden bir şey bulaşsın da, size emredilmesin, olur mu hiç?” İnsanü’l-Uyûn, 2:624-625. Resulullah için kadının çok olduğunu belirtti. Bir de Hz. Âîşe’nin hizmetçisinin sorguya çekilmesini teklif etti.

Hz. Âişe Validemizin hizmetçisi Hz. Berire’nin de görüşünü sordu. Hz. Berire, “Yâ Resûlallah,” dedi, “seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir kadındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi. İbni Hişam es Sîre, 3:313-314; Müslim, 8:115.

Hz. Zeyneb binti Caşh. (r.a.) Peygamberimizin zevceleri arasında güzelliği ve Efendimiz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe Validemizle eşit görür ve zaman zaman rekabet ederdi. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamış, Bu olayı istismar etmemiştir. Resûlullah bu hususta onun görüşünü sorunca, şu cevabı vermişti: “Yâ Resûlallah! Ben işitmediğimi ‘işittim’ demekten, kulağıma gelmeyeni ‘duydum’ demekten kulağımı ve görmediğimi ‘gördüm’ demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum.” demiştir. Müslim, 8:118.

Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî hanımına: “Senin hakkında böyle bir şey söylense kabul eder misin?” diye sordu. O, “Hâşâ, asaletli ve şerefli bir İnsan böyle bir şey yapmaz.” cevabını verdi. Eyyüb el Ensari “Öyle ise Aişe senden daha hayırlıdır.” Demiştir. (İbn Hişâm, s. 302).

Şahsiyetli Müslümanlarının tavırlarının nasıl olduğunu bizlere göstermişlerdir.

Münafıkların İslam Toplumunu Yıpratma Çabaları

Bu sefer esnasında münafıklar, Mekkeli Muhacir Müslümanlarla, Medine’nin yerlisi Ensar arasına fitne sokmaya da çalıştılar. Bunun için bölge ve kabile taassubunu kullandılar. İki Müslüman grubu birbiriyle kılıca sarılacak hale getirmiştir, olay Resulullah (s.a.v) tarafından önlenmiştir.

Resulullah (s.a.v) iftira olayıyla ilgili olarak durumu bir de Ashaba bildirmek üzere minbere çıktı “Ey Müslümanlar cemaati! Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki vallahi ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. İftiracılar öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki, ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” (Saffan bin Muattal). Es Sîre, 3:312; Müslim, 8:115i Tirmizî, 5:332.dedi. Bu konuda onların yardımını istedi. Ensardan Sa’d b. Muaz: “Ey Allah’ın Resulü, sana ben yardım edeceğim. İftiracı Evs kabilesinden ise, ben onun boynunu vururum. Eğer Hazrec’li kardeşlerimizden ise, bize emredersin, emrini yerine getiririz” deyince, Hazreclilerden Sa’d b. Ubade buna karşı çıktı. Yalan söyledin, Allah hakkı için onu öldüremezsin buna gücün yetmez dedi. Üseyd bin Hudayr Sad’a sen yalan söyledin, Vallahi onu öldürürüz. Sen bir münafıksın, münafıkları savunuyorsun, dedi. Karşılıklı atışmalar neticesinde çıkan anlaşmazlığı Resulullah (s.a.v) yatıştırdı. Münafıklar Ensar’dan Evs ve Hazreç kabileleri arasına da fitne sokmakta başarılı olmuşlardır. Allah Rasulü (s.a.v.) olmasaydı olay çok vahim sonuçlanabilirdi.

“İftirâyı atanlar, içinizden bir zümredir.” Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır;” (Nur 11) Müslümanlar dış tehdit, kâfirlere karşı mücadele yöntemleri konusunda tecrübe kazanmışlardı, fakat iç tehdit Münafıklara karşı mücadele, yöntem, davranış konusunda yeterli tecrübeleri yoktu. Olayla ilgili ayetlerin bir ay inmemesi, Müslüman toplum içindeki münafıkların açığa çıkmasını sağlamıştır. Küçük hesaplar için münafıkların iftiralarına destek olan Müslümanların ne büyük toplum tahribatına yol açabileceği, Müslümanlar arasına ne büyük fitne, ayrılık tohumları atabileceği tecrübe edilmiştir. Bizlere de bilgimiz olmayan iftiraların peşinden gitmememiz, ayetlerle ders olarak bizlere verilmiştir.

Peygamberimizin, Hz. Âişe İle Konuşması

Hz. Aişe’ye iftirâ edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş olmasına rağmen, Resûl-i Ekrem Efendimize (s.a.v) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi. Mescid’de Ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra Hz. Ebû Bekir’in evine vardı. Selâm verdikten sonra, Hz. Âişe’nin yanına oturdu ve şöyle dedi: “Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnatlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan beri ve uzak tuttuğunu açıklar. Yok, eğer böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah’tan af dile ve Ona tevbe et! Çünkü kul, günahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele eder.”demiştir.

Hz. Âişe o andaki durumunu da şöyle anlatır: “Resûlullah (s.a.v) sözlerini bitirince Vallahi, Ben anladım ki, siz halkın yaptığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hattâ, onlara inanmış gibisiniz! Ben, size o kötülükten uzağım, desem Allah biliyor, inanmayacaksınız. Farazâ, kötü bir iş yaptım, desem, Allah biliyor, hemen inanacaksınız. Artık, bana düşen güzel bir sabırdır. (Yusuf 18) Söylediklerinize karşı ancak Allah’tan yardım istenir” demiştir. Müslim, 8:116.

Peygamberimize Vahyin Gelişi

Henüz Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:

“Resûlullahı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü. Vahiy sırasında kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü.

“Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ’nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. Annemle babamın korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvereceklerini sanıyordum.” Sîre, 3:315; Müslim, 8:117.

Vahiy hâli, kalkınca, sevincinden gülüyordu. Hz. Âişe’ye, “Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni kesin olarak tebrik etti! Yapılan iftiradan beri ve uzak kıldı” dedi. Müslim, 8:117; Müsned, 6:197

Aişe annemiz, “Hamd Allah’a, ne sana nede ashabına olsun dedim.” Annem, kalk ona dedi. Ben, “Vallahi ne ona kalkarım ne de beratimi indiren Allah’tan başkasına hamd ederim” dedim. Aişe annemiz Resul’e olan kırgınlığını bu şekilde ifade etmiştir.

Cenâb-ı Hak, konu ile ilgili olarak Resulüne indirdiği âyet-i kerimelerde şöyle buyurdu:

“İftirayı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın. Aslında bu sizin için bir hayırdır; böyle imtihanlar sizin sevaba erişmeniz için birer vesile teşkil eder. İftira atanların her birinin, o günahtan kazandığı bir hisse vardır. Onlardan günahın büyüğünü üzerine alan kimse için ise pek büyük bir azap vardır. Nur 11)

“O iftirayı işittiğinizde, mü’min erkeklerin ve mü’min kadınların, kendileri hakkında hayır düşündükleri gibi mü’min kardeşleri hakkında da hayır düşünerek, ‘Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? (Nur 12)

Böylece Cenâb-ı Hak vahiy ile Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek, hem Resulünün temiz ruhunu ve pak vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.

Bu mesele Hz. Aişe’nin meselesi değildir, sırf onun şahsını ilgilendiren bir olay değildir. Hz. Peygamberin şahsını ve o günkü toplum içindeki görevini ve peygamberliğini ilgilendirmiştir. Onların şahsında İslam’a, inanç sistemine yönelik bir iftiradır, toplumun gözünde resulü, onun ailesini küçük düşürmeye yönelik bir komplodur. Allah (cc) bu asılsız sorunu çözümlemek, planlı komployu başarısız kılmak, İslâm’a ve İslâm’ın peygamberine karşı başlatılan savaşa müdahale etmek, ayrıca Allah’tan başkasının bilmediği yüce hikmeti ortaya koymak için bir ay gecikmeli vahiy göndermiştir.

En Üstün Beraat (4 Beraat edilenler)

Bir gün Hz. Abdullah bin Abbas’a, Hz. Âişe (r.a) ile ilgili ayetlerin tefsiri soruldu, o da şu izahta bulunmuşlardı: “Yüce Allah, dördü, dört şeyle berâet ettirmiş, yapılan iftiralardan onları temize çıkarmıştır:

1-Hz. Yusuf’u, Züleyhâ’nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin dili ile berâet ettirmiştir.

2-Hz. Musa’yı, Yahudilerdin dedikodularından, elbisesini alıp götüren taşla berâet ettirmiştir.

3-Hz. Meryem’i, kucağındaki oğlunu dile getirip, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye söyletmek sûretiyle temize çıkarmıştır.

4-Hz. Âişe’yi ise, Yüce Allah, Kur’ân’daki o azametli âyetlerle berâet ettirmiştir “Yüce Allah, bunu ancak Resulünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır.” Nesefî, 3:138.

Çıkarılacak Dersler, Hayırlar

Toplum hayatını dinamitleyen, dostlukları bitiren, aile facialarına yol açan, cinayetlere sebep teşkil eden bu ahlâksızca davranışı engellemek ve mü’minleri eğitmek üzere söz konusu edilen meşhur iftira olayında büyük ders ve ibretler vardır. Bu ayetlerle iftira edenlere, iftiraya uğrayanlara, iftirayı duyanlara nasıl davranmaları gerektiği konusunda ders ve öğütler verilmiş, İslâm ahlâkının önemli ilkeleri bu vesile ile bir daha hatırlatılmıştır. Bu arada Müslümanların içine sızmış bulunan bazı münafıkların perdeleri düşmüş, kötü duygularına mağlûp olan veya dedikoduya kapılan birkaç mü’min de büyük bir imtihan geçirmiş, sonra tevbe ederek temizlenmişlerdir. İftira olayı derin üzüntülere sebep olsa da manevî getirişi bakımından mü’minlerin hakkında hayırlı olmuştur. “İftirayı atanlar, içinizden bir zümredir. Bunu sizin için bir şer saymayın, aslında bu sizin için bir hayırdır; (Nur 11)

Ahlâksızlığın yaygınlaşması hem fiilen ahlâka aykırı davranışları hem de bunların dedikodusunun, sohbetinin yapılmasını, tabii bir olaymış gibi kınamadan konuşulması, topluluk içinde birçok kötülük, zamanında ve yeterli tepki gösterilmemesi sebebiyle yayılmakta ve yerleşmektedir. Erdemli bir toplulukta ancak erdeme uygun davranışlar açıkça ve takdir edilerek konuşulur, sohbet konusu olur; çirkin ve kötü olaylar ise yalnızca gerektiği kadar dile getirilir ve erdem ölçülerine göre değerlendirilir, ıslah çareleri üzerinde durulur. Topluluk içinde erdemsizliğin yaygın hale gelmesi öncelikle yasaklar ve cezalarla değil, toplumun erdem ve erdemsizlik karşısında takındığı tavırla engellenebilir. “İman edenler hakkında çirkin söz ve hareketlerin yayılmasından hoşlananlar için dünyada da, ahirette de pek acı bir azap vardır. Allah her şeyi bilir; siz ise bilmezsiniz. (Nur 19)

“Eğer üzerinizde Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve pek merhametli olmasaydı, helâk olup giderdiniz.”(Nur 20)

İslâm ahlâkında “kötülüğe karşı iyilikle muamele etmek” kuralı vardır. Temel insanlık nitelikleri bozulmamış insanları ıslah etmenin, kötü yoldan çevirmenin, yeniden erdemli topluluğa katmanın yollarından biri de budur. Hz. Ebû Bekir de yeminini bozmuş ve yardıma devam edeceğini söylemiştir. (d.i.a. tefsiri)

Gaybı yalnızca Allah (cc) bilir. Resul gaybı, her şeyi bilemez. Ancak kendisine bildirilenleri bilebilir. (Resul iftiranın gerçekliği ile ilgili bilgi sahibi değildir. Bir ay konuyla ilgili vahiy gelmediği için konuyu kendisi araştırmıştır.)

Planlı, programlı iç tehditlerin ve buna destek olanlar sayesinde İslam toplunun temellerinin nasıl dinamitlendiği, (ensar, muhacir-evs, hazreç) büyük emek ve zahmetle oluşturulan İslam kardeşliğinin özensiz söz ve dedikodularla nasıl parçalanabileceği bizlere ders olarak gösterilmiştir. “O zaman siz o iftirayı dilden dile naklediyor ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağzınıza alıp söylüyor, bunu da basit bir iş sayıyordunuz. Hâlbuki o, Allah katında pek büyük bir günahtır. (Nur 15)

İffetli kadına iftira atmanın ne büyük suç olduğu ortaya çıkmıştır. Hakkında hiç bir şey bilmediğimiz şeyleri konuşmak yaymak çok büyük azap vesilesidir. Boş boğazlık ve dedikodunun ne kadar zararlı olabileceği gösterilmiştir. İftira atanlar dışında gülenler, susanlar, dinleyenler, yayanlar, laf olsun diye dillerine dolayanlar, herkesin durumuna göre günah ve ceza vardır. “Bu iftirayı ispat etmek için dört şahit getirmeli değiller miydi? Madem şahit getirmediler; o halde Allah katında onlar yalancıların tâ kendileridir. Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu. (Nur 13,14)

Allah (cc) Resulünün ve ailesinin temizliği ve paklığı konusunda. Sonradan bunları dillerine dolamak isteyenleri, ayetleriyle cevaplamış bu tür iftiraların önünü kesmiş oluyor.

“Ayetlerini de Allah size böylece açıklıyor, Allah her şeyi hakkıyla bilen, her işi hikmetle yapandır.(Nur 18)

Sabrın sonucunda mutlaka hayır ve mükâfat vardır. Bu hadisede olduğu gibi her iftira olayı mutlu sonla bitmeyebilir. Bizler de iftirayla karşılaşabiliriz, bize düşen sabretmek ve karşılığını Allah’tan (cc) beklemektir. Bu dünyada kendimizi temize çıkaramasak ta, Ahiret var ve herkes yaptığının karşılığını orada bulacaktır. Böyle bir iftira hadisesi başımıza geldiğinde, Bu iftira illaki iffet olmayabilir, hırsızlık, gasp veya başka bir iftira çeşidi de olabilir. Bu durumda bize düşen, kendimizi temize çıkarmak için elimizden geleni yapmak, sonrada, “Artık, bana düşen güzel bir sabırdır.” (Yusuf 18) Ayetinde olduğu gibi, hem Yusuf (a.s), hem Aişe (r.a) annemiz gibi sabretmektir.

 



[1] Hevdec: Kadınların deve üzerinde bindikleri mahfeden ayrı kubbeli bir çadır.

[2] Abdullah ibnu Ubey, münafıkların önde gidenidir. Selûl, Huza kabilesinden bir kadındır. Abdullah, Câhiliyet devrinde Hazrec kabilesinin başkanı idi. Hicretten sonra görünüşte müslümân olmuştu. Fakat teşkîl ettiği münafık bir hizbin başkanlığında, açık ve gizli her türlü şer ve fesâd yapmaktan geri kalmıyordu. Müslümânların en müşkil zamanlarında İslâm topluluğunu çözülmeye uğratacak fırsatlar kollardı. Câhiliyette Hazrec kabilesinin başkanı bulunduğundan, nifakçı hareketleri kabilesi halkı üzerinde tesîrli oluyordu. Bunun idare ettiği zümrenin hâlleri ayrı bir sûrede; Münâfıkûn Sûresi'nde tafsilatıyla anlatılmaktadır.