BİR İŞTEN MAKSAT NE İSE HÜKÜM ONA GÖREDİR.
Yani bir iş üzerine terettüb edecek hüküm, o işten maksat ne ise ona göre olur.Bu kaide; "ameller ancak niyetlere göre değerlendirilir" hadîsi esas alınarak ortaya konmuştur. Kaidede geçen "maksat" sözcüğü, kalbin yapmaya veya yapmamaya yöneldiği şey demek olup iş, fiil ve sözü kapsar. Bir şey hem helâllik, hem haramlık vasfını taşıyorsa bunlardan hangisi kasdedilerek işlenmişse ona göre hüküm alır. Yerde bulunan bir eşyayı, sahibini bulup vermek için almak helâldir. Kendine maletmek için almak haramdır. Dünya ile ilgili işler failin kasdma göre değerlendirildiği gibi dinî konularda da niyet önemlidir. Meselâ nikâh sünnettir. Fakat bir kimse bunu kadına zarar vermek amacıyla yaparsa haramdır.
AKİDLER İTİBAR MAKSAD VE
MANAYADIR; ELFAZ VE MEBÂNİYE DEĞİLDİR:
Yapılan bir akidde kasdedilen
mana başka, lâfız da başka olursa, itibar manayadır. Sözleşmelerde önemli
olan, sözler ve yazılışı değil,
sözleşmeyi yapan kişilerin
kastıdır. Hüküm bu
kasta göre şekillenir.
Maksatlar akitlerin temelini
oluşturur, sözler ise
maksatlara delâlet ettiği için
muteber sayılmıştır.
YAKÎN (KESİNLİK İFADE EDEN
ŞEY) ŞÜPHE İLE ZAİL OLMAZ:
"Şekk" (şüphe),
bir şeyin varlığına
veya yokluğuna eşit
de recede kâni olmaktır.
"Yakîn" ise, bir
şeyin varlık vey a
yokluğun dan birine, bir
delil sebebiyle aklın
kesin olarak veya
zann-ı galiple karar
vermesidir. Yakîn asıl ve
kuvvetli, şekk ise
arızî ve zayıftır. Aklın bir
şeyin varlık veya
yokluğundan birini tercih
etmesine "zan",
aksine yani tercih
etmediği bilgiye d e
"vehim" denir. Akıl, tercih
edilen tarafın karşıtı
olan vehmi atarsa
bun a "zann-ı gâlib" denir ki, "yakîn" derecesindedir.
Abdestli olan
bir kişi, abdestinin
bozulup bozulmadığında
şüpheye düşse, abdestinin
bozulduğuna dâir kesin
bir bilgi olmadıkça
bu şüpheye itibar
edilmez, bu abdestle
kıldığı namazlar sa hih kabul
edilir.
Bir Şeyin Bulunduğu Hal
Üzere Kalması Asıldır:
Bir şey bulunduğu, tesbit edildiği zamanda ne hal üzere ise, aksine bir
delil sabit olmadıkça o hal üzere kalması, değişikliğe uğramaması asıldır; ona
göre hüküm verilir. Bilindiği gibi, eşya zamanla değişir, değişikliğe
uğrayabilir. Her değişmeyi bir hadis meydana getirir. Fakat bir şeyin bulunduğu
hal üzere kalması muhakkak, değişime uğraması ise muhtemeldir. Bu bakımdan
muhakkak olan hal, muhtemel olan hale nazaran önde gelir. Evin bir kısmı
satıldıktan sonra, biri o kısma Şerîk (ortak) olduğunu iddîa ederek şuf'a
talebinde bulunur, müşteri de elinde satın aldığı kısım hakkındaki bu iddiayı
inkâr ve red ederse, müşterinin sözü asıl olarak kabul olunur; şüf'a iddiası
ise ancak delil ve hüccet ile sübut bulur. Çünkü burada asıl olan satılan
kısmında başkasının şüf’a'dar olmasıdır ve böylece o, bulunduğu hal üzere
kalır.
Suç sonradan işlenir. İnsan önce suçlu değildir; sonra bir sebeb ve
fiilden dolayı suçlu olabilir. Hırsızlık suçu iddiasiyle hâkimin huzuruna
çıkarılan kimse hakkında ilk düşünülen husus, hırsız olmamasıdır. Hırsız olduğu
beyyine ile isbat edilmedikçe suçsuz olduğu kanaatına varılarak serbest
bırakılır. Çünkü beraat-i zimmet asıldır.
BİR KONUDA AYET VE HADIS VAR İSE İCTİHADA MESAĞ YOKTUR:
Hakkında
nass buluna n bir meselede
içtihad yapılamaz; şer'î hükü m
nass ile kesinleştiği takdirde,
onu n için ayrıca
içtihada ihtiyaç olamaz.
Çünkü içtihad, zan ifade
ettiği için onunla
elde edilen hükümde
zannî olur. Nassla
sabit olan hüküm
ise, içtihadın aksine kesinlik
ifade eder. Dolayısıyla
kesinlik ifade ede n
bir şey, zannî olan şey için terk
edilemez.
- MEŞAKKAT KOLAYLIĞI CELBEDER:
Güçlük kolaylığa, sıkıntı genişliğe yol açar: Darlık
vaktinde genişlik gösterilmek gerekir. İslâm
dininde kolaylık önemli
bir prensiptir. Zorluk ve
sıkıntı söz konus u olduğunda,
konunu n çözümü için
kolaylık yönüne gidilir ve
insanların hayatının kolaylaştırılması esas
alınır. Sözgelimi açlıktan
ölüm tehlikesi yaşayan
birinin yasak olan
ölü ve domuz
etini yiyebilmesi ve
sonrada n tazmin etmek
üzere başkasına ait bir
malı izinsiz alıp
kullanabilmesi, b u kolaylık
prensibinin insan hayatına
yansıyan sonuçlarıdır. Ancak
bir konud a kolaylığa gidilmesi, o konu
ile ilgili nasslarla çatışmaya
da yol
açmamalıdır.
Kaidede
sözü edilen meşakkat,
şer'î yükümlülüklerin özünde bulunan zoduklar değildir. Yani
cihattaki zorluk, hadlerin
ve kısasın suçlulara,
canilere ve bozgunculara
uygulanmasındaki acı ve zorluklar
kolaylığa ve hafifletmeye
konu edilemez.
- ZARAR VE MUKABELE-İ BİZZARAR YOKTUR:
Zarar vermek
ve zarara zararla
karşılık vermek yoktur.
Haksızlığa uğramak,
başkasına haksızlık yapmanın
mazereti olamaz. Zulmün kaldırılması,
bütün ilâhî dinlerin
özellikle İslâm dininin
öncelikli hedefleri arasında
olmuştur. Hz. Peygamber (a.s.) "İslâm'da, zarar ve mukabele-i
bizzarar yoktur" buyurmuştur, yâni kişi kardeşine ne başlangıçta zarar
verir, ne de onun zararına karşılık bir zarar verir...
- ZARURETLER MAHZURLU ŞEYLERİ
MÜBAH KILAR..
"Zaruret"; yasak
olan şeyin işlenmesini
caiz kılan özürdür.
"Mubah" ise; kanun koyucunun
katında yapılıp yapılmamasının eşit olduğu
şeydir. Ancak bu
maddede sözü edilen
mubahlık, sorumlu olmama konusunda,
mubah muamelesinin geçerli
olacağı anlamında kullanılmıştır.
İslâmda zaruretler tahdit edilmiştir.. Haramla karşı karşıya gelen kimse bu
tahdit çerçevesine giriyorsa, onu ihtiyaç nisbetinde kullanabilir; aksi halde
caiz değildir. Kıtlık yıllarında ölmüş bir hayvanın etinden başka yiyecek
birşey bulunmaz da adam açlıktan ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa,
ölmeyecek kadar o etten yiyebilir. Bunun gibi susuzluktan ölüm tehlikesiyle
karşılaşırsa, ölmeyecek kadar şarap içebilir. Silâh tehdidiyle, ölüm tehdidiyle
küfre, zorlanan kimse, kalben mü'min olduğu halde elfaz-i küfürden birini
söyleyebilir.
- ZARURETLER KENDİ MİKTARINCA TAKDİR OLUNUR:
Zorda kalmanın,
çaresizliğin sebep olduğu
zarar içinde bulunulan
zorunluluk ve çaresizlikle
orantılı olmalıdır. Avret mahalline
bakılması dinen haramdır. Ancak
gerek sünnet gerekse tıbbî bir
tedavi ihtiyacı bir zarurettir ve
sünnetçi veya doktor konumunda
olan kişinin kullanacağı
ruhsat,işini gereği gibi
yapabileceği bir alanla
sınırlıdır. Bu dini
bir hükümdür. Ancak, doktorun
böyle bir ruhsatı
kullanırken, işi taciz
boyutuna vardırması ve bunuda
mağdurun bir şekilde
ispatlaması halinde durum hukukî
bir boyut kazanır
ve cezaî müeyyide
uygulama imkânı doğar.
- BİR ÖZÜR İÇİN CAİZ OLAN
ŞEY, O ÖZRÜN ZEVÂLİYLE BÂTIL OLUR,
(HÜKÜMSÜZ KALIR).
Bir özür sebebiyle
izin verilen uygulamaya
o özrün kalkma sıyla
son verilir. İstisnaî şartların doğurduğu
hükümler de istisnaîdir ve
o hükümlerin devamlılığı,
söz konus u istisnaî
şartların devamın a bağlıdır. Abdest almak
için su bulamama veya
suyu kullanamama durumunda
olan bir kimseye
teyemmümle namaz kılma
ruhsatı verilmiştir. Su
bulduğunda veya suyu
kullanabilecek duruma geldiğinde
teyemmüm de bâtıl olmuş
olur. Vücudundaki bir hastalıktan dolayı su kullanamayan kimse, bu
özründen dolaya teyemmüm eder.. Ama mevcud hastalığın giderilmesiyle özür
kalkmış olacağından artık su ile abdest alınır; teyemmüm edilmez.
Bunun gibi suyu kullanmaya sıhhati müsaid olmakla beraber su bulamıyan
kimse bu özründen dolayı teyemmüm eder. Su bulununca da teyemmüm hükümsüz
kalır.
-
MÂNİ ZAİL OLDUKTA MEBNÛ' AVDET EDER:
Engel
kalkınca, engellenen geri gelir. İnsan için
özgüriük ve kendi
malında istediği gibi
tasarrufta bulunabilmesi
aslî bir haktır.
Ancak kişi, çocukluk
veya bunaklık gibi elinde olmayan ,
y a d a saçıp
savurm a veya bir suç
işleme gibi elinde olan sebeplerle
hürriyetini kullanma ve
malında tasarrufta bulunabilme konusund a
kısıtlanabilir. Kısıtlamaya sebe p
olan en geller kalkınca,
aslî haklarına d a
kavuşmuş olur. İki kız kardeşi bir kişi nikâhı altında
bulunduramaz. Ama biri ödlümü öbürünü alabilir. Çünkü mani zail olmuştur.
- ZARAR-I ÂMMI DEFİ' İÇİN ZARAR-I HASS İHTİYAR OLUNUR:
Özel zarar genel
zarara tercih edilir. Umuma zarar veren bir şey -şahsın
zararına da olsa- gidermek lâzımdır. Birinin evinin balkonu veya duvarı umuma
ait yolu daraltıyor, gelip geçenlere zarar veriyorsa, onu yıkıp kaldırmak
–şahsın zararına da olsa- vâcibdir. Hukukta
asıl olan çoğunluğun
yararının gözetilmesidir. Bir zarar söz konusu olduğunda da, çoğunluğun zarar
görmemesi esas alınır. Meselâ,
bir mahallede yangın
çıkhğı zaman, yangının yayılmasını önlemek
için yetkililerin izniyle
sahibinin rızası olmadan
bazı evlerin yıkılmasına
izin verilir ve bunların tazmin
edilmesine de lüzum görülmez.
Fesadı gerektiren iki şey
gelip çatıştığında, zararı az olan dikkate alınarak en hafifi sayılarak
alınır..
Meselâ birbirine eşit iki belâ ile karşıkarşıya gelen kimse bu ikisinden
dilediğini seçip kabullenir. Eşit olmadığı takdirde ise en hafif olanını alır.
Başında yara bulunan kimse bu vaziyette secde edecek olursa, yarası akıntı
yapıp tehlike arzederde, baş işaretiyle secdeleri yerine getirir; fakat Namazı
terketmez. Çünkü secdeyi terketmek namazı terketmekten daha hafiftir. Nitekim
hayvan üzerinde işaretle secde edilir; ama abdestsiz namaz kılınmaz.
- İKİ ŞERDEN EHVEN OLANI İHTİYAR OLUNUR:
Zarar
ve şerri gerektiren iki hâdise birden gelip çatarsa en kolay ve zararı az olan
tercih edilir. İslâm hukukunda, müellefe-i
kulûba zekât verilmesinin
altında yatan gerekçe
de aynıdır. Özellikle
İslâm dinine düşma n
olan kimselere, düşmanlıklarını
azaltmayı hedefleyen bu
tür bir mâlî yardım,
doğru ve mantıklı
gözükmeyebilir. Ancak böyle
kişilerin İslâm toplumun a verecekleri
büyük çaplı zarariar
dikkate alındı ğında, bu
zararları engellemek için,
gerektiğinde onlara yapılacak mâlî yardımın daha
az bir zarar olduğu şüphesizdir.
- DEF’İ MEFÂSİD, CELB-İ
MENFAATTEN EVLÂDIR..
Bir şeyde hem zarar, hem ve fayda birleşecek olursa, o fayda için mevcud
zarar irtikab edilmez. Bu bakımdan zararı def etmek evlâ olur. Çünkü şeriatın
menhiyati gidermede gösterdiği hassasiyet ve itina, meşru' şeylere karşı
gösterilmemiştir. Meskun bir mahalde
orada oturanlann huzur
ve rahaünı bozacak
bir işyeri yapılamaz. Meselâ,
komşunun evini sarsacak
olan değirmen, kokusuyla ve
dumanıyla çevreyi rahatsız
edecek lokanta inşa
edilmesine, yine kokusu
ve pisliğiyle komşulara eziyet verecek
şekilde tuvalet veya
çöplük yapılmasına izin
verilemez. Böyle durumlarda meskun mahalde oturanların
zarar görmemesi esas
alınır. Gerek sonradan
gelip, sözü edilen
işyerierini açmak
isteyenlerin, gerekse
o mahalde bulunup çevreye zarar
vermekle sonuçlanacak işler
yapanların, menfaatleri dikkate
alınmaz. Bazen menfaatin
zarardan daha büyük olduğu durumlarda olabilir. Bu takdirde olayın menfaat
yönü gözetilerek zarar
yönü dikkate alınmaz. Meselâ,
yalan söylemek kötü ve zararli bir şeydir. Ancak
birbiriyle dargın ya da
düşman olan kişilerin
aralarını düzeltmek için,
başkalarına zarar vermeyecek
bir şekilde yalan
söylenebilir.
- ZARAR İMKÂN NİSBETÎNDE GİDERİLİR:
Meydana gelen
bir zararın tamamıyla
telâfi edilmesi her
zaman mümkün olmayabilir.
Böyle durumlarda zararın
telâfisi için imkânların elverdiği kadarıyla yetinilir. Hz. Peygamber (a.s.) "Müslümanlara
karşı kılıç çeken kimsenin kanı helâl olur." buyurmuştur. Çünkü o
kimse tuğyan edip müecâviz hale gelmiş olduğundan bu zararı ancak vücudunu
ortadan kaldırmakla gidermek ve ikinci bir kimsenin böyle bir tuğyana teyessül
etmemesini sağlamaktır.
Meselâ, ada m öldürmede kısas
cezasının şartları gerçekleşmiş
ise b u
ceza uygulanır. Ancak velilerden bir kısmı katilin kısas cezasını affederse, ceza diyete dönüşür .
- ALINMASI YASAK (HARAM) OLAN ŞEYİN VERİLMESİ DE
YASAKTIR:
Bir şeyin alınması haram kılınmışsa, o takdirde verilmesi de haramdır.
İslâm hukukuna göre
alınması ve kullanılması
yasak olan bir şeyin
başkasına teklif edilmesi
veya verilmesi de
yasaktır. Çünkü yasak olan
bir şeyin teklif edilmesi,
karşı tarafı o fiili işlemeye teşvik
etmek demektir ki bu da, hem
dinen hem de hukuken
yanlış bir davranıştır. Rüşvet
bunu almak haramdır; o halde vermek de haramdır. Riba (bunu almak haramdır; o
halde vermek de haramdır. Falcılık,
büyücülük gibi dinin yasakladığı işleri yaparak bir
gelir elde etmek de
yasaktır. Dolayısıyla
bunları meslek edinenlere
b u işlerinden dolayı
ücret vermekde yasaktır.
- İŞLENMESİ YASAK OLAN ŞEYİN İSTENMEDİ DE YASAKTIR.
Yalan yere şahitlik yapmak, zulmetmek, başkasının malını gaspetmek veya
çalmak gibi fiillerin yapılması
hara m olduğu gibi, söz
konusu şeylerin meydana getirilmesini başkasından
istemek ve o kişi
vasıtasıyla meydana getirtmek
de haramdır. Hülasa,
bir kimsenin bizzat yasak olan
bir şeyi yapması nasıl haramsa ,
başkasına yaptırması da haramdır. Yalan yere
yemin etmek yasak
olduğu gibi, başkasından
bunun istenmesi de doğru
değildir.
-
MAZARRAT MENFAAT KARŞILIĞINDADIR:
Bir şeyin
zararının karşılanması, ondan
elde edilen menfaat sebebiyledir. Diğer
bir deyişle, külfet
nimete göredir. Yani bir şeyin menfaatine nail olan kimse, o
şeyin mazarratına da katlanır. Müşterek bir arabanın sağladığı menfaat
ortaklara ait olduğu gibi arabanın bu tamirine sarfedilen de yine onlara
aittir.