Müslümanların Kardeşliği Keyfî Değil Mecburîdir
Yüce Allah, “mü’minler ancak kardeştirler” buyurarak, dili, ırkı, milliyeti, yaşadığı ülkenin/şehrin sınırları, sosyal, ekonomik, siyasal ve kültürel statüsü dikkate alınmaksızın bütün mü’minlerin birbirleriyle kardeş olduklarını bildirmiş ve dolaylı olarak, bu kardeşliğin kurulup yaşanmasını emretmiştir. Peygamber Efendimiz de pek çok hadisinde çeşitli yönleriyle Müslümanların kardeşliğini dile getirmiş ve bu hadislerinden birinde “Ey Allah’ın kulları, kardeşler olunuz!” buyurarak, Müslümanlardan bu kardeşliği gerçekleştirmelerini istemiştir.
Şüphe yok ki, Müslümanlar arasındaki “İslam kardeşliği
bağı”, diğer bütün bağların üzerinde ve üstünde bir bağdır. Çünkü o, dinî
inançtan/imandan ileri gelir ve onunla beslenip güçlenir. Dolayısıyla bu bağ
yoluyla oluşturulan “İslam kardeşliği” de aynı şekilde başka her türlü
kardeşlikten, menfaat ve ideoloji birlikteliğinden çok üstün, derinlikli,
sağlam ve sınırları geniş bir kardeşliktir. Bundan ötürü bizler, sadece yaşayan
Müslümanlarla değil; bilakis aradan geçen uzun zamana rağmen tâ Hz. Âdem ile
kardeş olduğumuzu biliriz. Kardeşliğimizin sınırları insanın yaratıldığı zamana
kadar uzanır. İlk insanlar, bizim ilk kardeşlerimizdir. Bizden önce yaşayıp da
âhirete göçmüş olan kardeşlerimize karşı üzerimize düşen kardeşlik görevimizi
de onlar için Allah’a dua ederek yerine getiririz: “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş mü’min kardeşlerimizi
bağışla.”
“İslam kardeşliği” o kadar güçlüdür ki, başka hiçbir
kardeşlik ve dostluk onun yerini dolduramaz. Peygamber Efendimiz (s) bir
hadisinde bu kardeşliğe şöyle dikkat çeker: “Eğer Rabbimin dışında bir dost
edinecek olsaydım, mutlaka Ebû Bekir’i dost edinirdim. Ancak İslam kardeşliği ve onun sevgi bağı daha üstündür.” Bir başka
rivayette: “Bir dost edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i dost edinirdim; ancak İslam
kardeşliği dostluktan çok daha üstün bir şeydir.”
Bir kimse İslam dinine girdiği andan itibaren
yeryüzündeki bütün Müslümanların kardeşi olur. İsterse bu kimse daha öncesinde
Allah’ı inkâr eden, O’na ortak koşan ve İslam’a düşmanlık yapan birisi olsun.
Ne kadar kötülük dolu ve karanlık olursa olsun, artık onun geçmişine bakılmaz
ve bu durum, onu kardeşimiz olarak kabul etmemize engel teşkil etmez. Bu
yönüyle “İslam kardeşliği”, Allah’ın mü’minlere bir ihsanı ve ikramıdır. Yüce
Allah bu hakikati şöyle bildirmektedir: “Allah’ın size olan nimetini
hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişilerdiniz de O, gönüllerinizi
birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.” “Fakat tövbe eder, namaz kılar ve zekât
verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizdir.”
Yüce Allah’ın ve kutlu Peygamberi’nin, “İslam
kardeşliği”ne bu kadar büyük değer ve önem vermiş ve Müslümanlar arasında bu
kardeşliğin mutlaka gerçekleştirilip sürdürülmesini istemiş olmalarının en
önemli sebebi, bu din binasının “Tevhid”
temeli üzerine kurulmuş olmasıdır. Bilindiği üzere “Tevhid”, tekliği esas alır.
İnançta bu teklik, “Allah’ın birliği; ortak ve denginin olmaması” şeklinde
ortaya çıkarken, sosyal hayatta da “duygu, düşünce, tavır, keder ve sevinç
olarak bütün mü’minlerin tek bir vücut gibi olması, kendilerini böyle
hissetmeleri” biçiminde kendini gösterir. Peygamber Efendimiz’in şu hadisleri
bu gerçeği çok iyi açıklamaktadır: “Mü’minin başka mü’minle olan durumu,
taşları birbirine kenetlenip perçinleyen duvar gibidir.” “Mü'minler
birbirlerine acımada, sevmede ve yardımlaşmada beden gibidirler. Bedenin
herhangi bir organı hastalanacak olsa, derhal öteki organlar da uykusuzluk ve
ateş ile onun acısına ortak olurlar.”
İslam
Kardeşliğini Bozan ve Bütünüyle Ortadan Kaldıran Temel Sebepler
Yüce Allah’ın ve O’nun kutlu Peygamberi’nin bizden
yerine getirmemizi istediği bu kardeşlik, insanın Müslüman olmasıyla birlikte
diğer Müslümanlarla arasında kendiliğinden oluşmuş olmakla beraber, maalesef
onu devam ettirebilmek bu kadar kolay olmamaktadır. Dış etkenlerin yanı sıra
bizzat Müslümanların kendilerinden de kaynaklanan pek çok sebeple, bu kardeşlik
binası ağır darbeler almakta, zedelenmekte, tahrip olmakta ve bazen bütünüyle
çöküp enkaza dönüşmektedir.
“İslam kardeşliği”ni yıpratan ve çökerten iç
sebepleri,
1- Kötü ahlâk
ve 2- Tarafgirlik propagandası olmak
üzere iki ana başlık altında toplamak mümkündür. Şimdi bu başlıkların içini
dolduran yıkıcı unsurları, âyet ve hadislerin ışığında kısaca inceleyelim:
1- Kötü
Ahlâk
Kötü ahlâk, Müslümanların kardeşliğini zedeleyen ve
yok eden sebeplerin en büyüğüdür. Kötü
ahlâk; bireylere musallat olan, zamanla onların İslamî şahsiyetlerini bozan
ve onları kötü kişiler haline getiren çeşitli olumsuz huy ve davranışlardır.
Bunların en tehlikelisi, bencillik ve
kıskançlıktır. Bencillik, insanın her zaman kendi çıkarları için hareket
etmesi ve kendi çıkarlarına uyan şeyi yapmasıdır. Diğer bir deyişle, insanın her işte kendi menfaat ve çıkarını
öncelemesi ve buna göre tavır ve tutumlar geliştirip, bu yönde davranmasıdır.
Kıskançlık ise, bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin,
başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında sergilenen olumsuz tutum veya acı
duyma halidir. Buna kısaca, “çekememezlik”
de denir. Ateşin odunu yakıp kül etmesi gibi, bu iki kötü huyun alevleri de
İslam kardeşliği binasını içten içe yakmakta ve yok etmektedir. Bu iki kötü
huyun yol açtığı olumsuz tutum ve tavırlar yüzünden Müslümanların aralarındaki
kardeşlik duygusu zayıflayıp kaybolmakta ve onlar birbirlerinden
uzaklaşmaktadırlar.
İslam, Müslüman şahsiyeti, din kardeşini kendine
tercih etme yönünde özendirip gerektiğinde bunu emrederek, bencillik
hastalığını toplum hayatında kökünden kurutmak istemiştir. Allah, ensar ve muhacirler arasında kurulan İslam kardeşliği bağlamında
şöyle buyurmaktadır: “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine
imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve
onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık ve kıskanma hissetmezler.
Kendileri o verilenlere muhtaç ve zaruret içinde bulunsalar bile o kimseleri
kendilerine tercih ederler.”
Kıskançlık
da kötü sonuçlara yol açan bir hastalıktır. Yüce Allah, “kıskandığı zaman kıskanan kimsenin kötülüğünden, sabah
aydınlığının Rabbi’ne sığınırım, de” buyurarak, kıskanç kişinin kötülüğünden
kendisine sığınmamızı emretmektedir. Bu âyet, kıskançlığın, Allah’a sığınmayı
gerektirecek derecede tehlikeli bir huy ve tutum olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimiz de (s) çeşitli münasebetlerle kıskançlık konusunu gündeme
getirmiş, kıskançlığın kötülüğüne dikkat çekerek Müslümanları uyarmış, şöyle
buyurmuştur: “Birbirinizi kıskanmayınız”;
“çünkü ateşin odunu yediği gibi kıskançlık da iyi amelleri yer bitirir.”
Müslümanlar arasında kardeşlik duygusunu ortadan
kaldıran bir diğer kötü ahlâk da gıybet, yani yanında bulunmayan birisini, onda
bulunan birtakım hal ve davranışları
dile getirerek arkasından çekiştirmek; diğer bir deyişle, onu
hoşlanmayacağı şekilde anmaktır. Şayet konuşulanlar, hakkında konuşulan kimsede
bulunmuyorsa, o zaman bu konuşma, iftira
olur ki bu, gıybetten daha yıkıcı bir büyük günahtır. Gıybetin İslam kardeşliğine yönelik öldürücü tehlikesi açıktır:
İnsan bazen, Müslüman kardeşinin gıyabında onu eleştiren bazı sözler söyler.
Sonra onun bu sözü, hakkında konuştuğu kimsenin kulağına gider. Ardından o
kişi, bu sözünden dolayı kendisi hakkında konuşan kimseye karşı kalbinde bir
kırgınlık duyar ve onunla ilişkisini keser.
Gıybet, toplumda hızla yayılan bir hastalık ve alışanın,
kendisinden kurtulmasının güç olduğu bir günahtır. Bu sebeple Allah ve O’nun
sevgili Peygamberi, Müslümanları İslam kardeşliğini yıkan gıybet hastalığından
uzak ve esen tutmak için bazen ağır ifadeler kullanmışlardır. Yüce Allah,
“Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini
yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun”
buyurarak, insanları arkasından çekiştiren kimseyi, onun ölü etini yiyen kişiye
benzetmiştir. Bu, gerçekten son derece çirkin ve insanı ürperten bir şeydir.
Aynı şekilde Peygamber Efendimiz de bir gün iki kişinin, kendisine recm cezası
uygulanıp vefat etmiş olan bir sahabî hakkında kötü sözler söylediklerini
işitmiş ve o ikisine, bir eşek leşini göstererek, “İkiniz bundan yiyiniz” buyurmuştur. O ikisi “Ya Resûlallah, eşek
leşinden mi yiyeceğiz?” diye şaşkınlık gösterince, Allah’ın kutlu Peygamberi
(s) onlara, “Kardeşinizin arkasından namusu hakkında konuşarak işlemiş
olduğunuz çirkinlik bundan daha fazladır” buyurmuştur. Şu hadis de Peygamber
Efendimiz’in gıybet karşısındaki tavizsiz tavrını göstermesi bakımından oldukça
anlamlıdır: “Cabir b. Abdullah (r) şöyle demiştir: Biz Peygamber (s) ile
beraber otururken bir ara ortalığı iğrenç ve çok kötü bir koku kapladı. Bunun
üzerine Allah Resûlü (s) şöyle buyurdu: Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin
kokusudur.”
Müslümanların kardeşliğini bozan ve ortadan kaldıran
bir diğer kötü ahlâkın da laf taşımacılık olduğu görülmektedir. Laf taşımacılık; birinin bir başkası
hakkında söylemiş olduğu kötü ve olumsuz sözleri, aralarını bozmak ve onları
birbirinden koparıp uzaklaştırmak maksadıyla kendisine iletmektir. Bu bazen
kasıtlı olarak yapılmakta, bazen de farkında olmadan ve istemeden bu sonuca yol
açılmaktadır. “Müslümanların kardeşliği”
şuur ve duygusunu yok etmede ve sevgiyi nefrete dönüştürerek dostların arasını
ayırmada laf taşımanın etkisinin, gıybetten daha fazla ve güçlü olduğu
aşikârdır. Çünkü gıybet, hakkında konuşulan kimsenin kulağına bazen gider,
bazen de gitmez. Kulağına gitmediği zaman gıybet eden ile gıybeti edilen
kimseler arasındaki ilişkiler geçmişte olduğu üzere dostça sürer. Ancak laf
taşıma olayında, bu sözler, hakkında konuşulan kimsenin kulağına kesinlikle
ulaşır ve bu sebeple iki arkadaş ve dost birbirinden uzaklaşır. Bu yüzden,
insanlar arasında söz götürüp getirmek, mermileri günah olan yok edici bir
silaha benzer. Bu silahı, kıskanç ve kindar kimseler, beraberliklerini
çekemedikleri dostların arasını ayırmak, onları birbirinden uzaklaştırmak için
kullanırlar. İnsanlar arasında laf götürüp getirme yüzünden İslam kardeşliği
binası darbe almakta, yıkılıp enkaza dönüşmekte; dostluklar son bulmakta,
aileler parçalanıp dağılmakta ve sonuçta insanlık bundan büyük zarar
görmektedir. İnsanlar arasında söz gezdirmenin, Müslümanların kardeşliğini
bozmadaki etkisi o kadar güçlü ve hızlıdır ki, “Bir büyücünün bir senede yapamadığı bozgunculuğu, laf götürüp getiren
yalancı bir kimse bir anda yapar” denmiştir.
Yüce Allah, bu hastalığın ve yol açtığı felaketlerin
önünü almak için, başkaları hakkında söylenen sözleri hemen kabul etmememizi
emrederek, “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun
doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra
yaptığınıza pişman olursunuz” buyurmaktadır. Başka bir âyette de, “Durmadan söz taşıyan hiçbir kimseye -mal ve
oğullar sahibi de olsa- sakın boyun eğme.” denilerek, Müslümanlardan, bu
tür kimselere itibar etmemeleri, onların sözlerini dikkate almamaları ve inanıp
bu çerçevede bir tutum ve tavır geliştirmemeleri istenmektedir. Peygamber
Efendimiz de (s), insanlar arasında götürülüp getirilen karalayıcı sözleri
dikenli çalıya benzetmiş ve “İnsanlar arasında söz götürüp getiren kimse,
cennete giremez” buyurmuştur.
“Müslümanların
kardeşliği”ni zayıflatan ve yok eden kötü ahlâklardan bir diğeri de
dargınlıktır. “İslam kardeşliği”ne tamamıyla zıt bir tutum olduğu ve dargın
olunan kimsenin psikolojisinde bazen ciddi hasarlara yol açtığı için İslam dini
Müslümanlara birbirleriyle üç günden fazla dargın durmayı haram kılmıştır.
Peygamber Efendimiz (s) bu konuda şöyle buyurur: “Bir mü’minin üç geceden fazla
kardeşine dargın kalması helal değildir. Öyle ki, karşılaştıklarında biri
yüzünü bir tarafa, diğeri de başka tarafa çevirir. Bunların en hayırlısı önce
selam verendir.” Başka bir hadiste de “Kardeşi
ile bir yıl dargın kalan kimse, onun kanını akıtmış gibidir” buyrularak,
uzun zaman dargın kalan kimsenin, dargın durduğu Müslüman kardeşini öldürmüş
derecede kötü bir iş yaptığı ve günaha girdiği bildirilmiştir. Müslümanların
birbirine dargın kalmalarının âhirette ne büyük bir kötü akıbete yol açtığı,
Peygamber Efendimiz tarafından şöyle açıklanmıştır: “Cennet kapıları pazartesi ve perşembe günleri açılır. Kendisiyle
kardeşi arasında husumet olanlar hariç Allah’a şirk koşmamış bütün kullar
bağışlanır. Aralarında husumet olanlar hakkında ise şöyle buyrulur: Şu
ikisini, barışana kadar bekletin. Şu ikisini, barışana kadar bekletin. Şu
ikisini, barışana kadar bekletin.” Hatta bir hadiste bu kötü akıbetin cehenneme
girmek olduğu şöyle bildirilir: "Kim üç günden fazla dargın vaziyette iken
ölürse cehenneme girer.”
Suizan (kötü
ve olumsuz düşünceler beslemek), mahremiyet ve kusur araştırmak, yüz çevirmek,
sırt dönmek, Müslümanlar arasındaki
kardeşlik duygu ve anlayışını yıpratan ve yıkan kötü ahlâkın diğer bazı
çeşitleridir. Allah ve Peygamberi, “Müslümanların kardeşliği”ne yönelik birer
yıkıcı tehdit oluşturan bu kötü huy ve günahların hepsini yasaklamış, haram
kılmıştır. Bu bağlamda Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü
zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini
araştırmayın.” Peygamber Efendimiz de (s) Müslümanlar arasındaki ilişkileri
kesintiye uğratan, koparan ve onları birbirinden uzaklaştıran bu kötü
tutumlardan sakınılmasını isteyerek, şöyle buyurur: “Suizandan sakının; çünkü suizan, sözlerin en yalanıdır.
Birbirinizin mahremiyet ve kusurunu araştırmayın. Kötülükte yarışmayın, birbirinizi kıskanmayın, birbirinize nefret ve öfke duymayın ve sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları,
kardeşler olun!”
İslam dini, Müslümanların, içlerinden bazılarını
dışlayıp kendi aralarında gizlice fısıldaşmalarını da yasaklamıştır.
Çünkü gönüllerde onulmaz yaralar açan bu tutum,
sevgiyi nefrete, güven duygusunu itimatsızlığa dönüştürerek, Müslümanlar
arasında kardeşlik bağlarını zayıflatmakta, onları birbirlerinden
uzaklaştırmaktadır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: “O kötü fısıltılar iman edenleri üzmek için
ancak şeytanın işidir.” Peygamber Efendimiz de (s) fısıldaşmanın insan
psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkisine dikkat çekerek, şöyle buyurur: “Üç kişi
olduğunuzda, birini bırakıp ikisi aralarında fısıldaşmasın; zira bu tutum, onu üzer.”
“Müslümanların kardeşliği” şuur ve anlayışının ortadan
kalkmasına, ilişkilerin bozulmasına ve dostların birbirlerinden uzaklaşmasına
yol açtığı için İslam’ın Müslümanlara yasakladığı kötü huy ve tutumlardan diğer
birkaçı da alaya almak, kaş-göz işareti yapmak ve kötü lakaplar takmaktır.
Bunların hepsi de Müslümanlar arasındaki kardeşlik duygu ve şuurunu zayıflatan,
yok eden kötü işlerdir. Allah, bu davranışların “fâsıklık” ve tövbe edilmesi gereken bir “zulüm” olduğunu haber vererek, bunları yasaklamakta ve şöyle
buyurmaktadır: “Ey mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın;
çünkü belki alaya aldıkları o kimseler kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar
da kadınları alaya almasınlar; çünkü belki alaya aldıkları o kadınlar da
kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizi karalamayın, birbirinizi kötü
lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tövbe
etmezse, işte onlar zalimlerdir.” Ayrıca Yüce Allah, kaş-göz işareti yaparak
insanı alaya almayı, kâfirlerin bir özelliği olarak dile getirmekte ve bu
şekilde davranmaya devam eden kimseleri cehenneme girmekle tehdit etmektedir:
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi huy edinen herkesin vay haline!..
Hayır! Andolsun ki o, Hutame’ye atılacaktır. Hutame’nin ne olduğunu sen ne
bileceksin? O, Allah’ın, yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.”
Müslümanların birbirinden soğumalarına ve
uzaklaşmalarına yol açan; birbirlerine karşı besledikleri sevgi ve hoşgörüyü
yok edip nefret ve hoşgörüsüzlüğü ortaya çıkaran kötü ahlâk elbette bunlarla
sınırlı değildir. Bu davranışların, “Müslümanların kardeşliği” şuur ve
anlayışına tamamıyla aykırı ve zıt olduğu; Allah tarafından birbirlerine kardeş
yapılmış olan Müslümanların bunların hepsinden uzak durup sakınmalarının
gerektiği açık ve kesindir.
2-
Tarafgirlik Propagandası
“Tarafgirlik Propagandası”ndan kastımız; insanın,
kendisiyle arasında bağ kurduğu yahut sahiplendiği bir düşünceyi, ideolojiyi ve
bu düşüncenin meydana getirdiği sosyal-kültürel-ekonomik-siyasal yapıyı sırf
akrabalık, soydaşlık ve mensubiyet duygularıyla, zalimce ve haksız davranışları
karşısında bile savunması ve korumasıdır. Peygamber Efendimiz (s), kendisine
yöneltilen “Tarafgirlik nedir?” sorusunu “Zulüm
ve haksızlık halinde olan kavmine yardım etmendir” diyerek cevaplamıştır.
Tarafgirlik propagandası, bazen haksız durumdaki birini sırf akraba diye
kayırıp kollamak biçiminde meydana geliyor. Bazen de mensubu olduğu cemaati,
grubu, siyasal partiyi, ırkı, milleti, toplumu haksız dahi olsa her halükârda
haklı ve üstün görüp diğerlerine karşı kayırmak ve onlardan üstün tutmak
biçiminde kendini gösteriyor.
İslam kardeşliğine zarar vermesi sebebiyle Peygamber
Efendimiz (s), tarafgirlik propagandası yapmayı şiddetle yasaklamıştır. Bu
konudaki hadislerinden birinde kendisinin o kimselerden uzak olduğunu
bildirerek şöyle buyurur: “Tarafgirlik propagandası yapan bizden değildir;
tarafgirlik uğrunda mücadele eden bizden değildir; tarafgirlik uğrunda
öldürülen de bizden değildir”. Bir başka hadisinde de, “Her kim körü körüne bir
sancağın altında tarafgirlik propagandası yaparken ya da yardım ve destek
sağlarken ölürse, onun ölümü cahiliye ölümüdür” buyurarak, tarafgirlik
propagandası yaparken ölen kimsenin, İslam dışı bir hal üzere öldüğünü haber
vermiştir.
Siyer kaynakları, Medine’de Yahudilerin kışkırtmasıyla
Evs ve Hazreçli Müslümanlar arasında Buâs Günü, böyle bir olayın yaşandığını;
ama Peygamber Efendimiz’in (s) müdahalesi ile olaylar büyüyüp İslam kardeşlik
ve birliği henüz bozulmadan tarafların yatıştırıldığı ve çekişenlerin gözyaşları
içinde birbirlerine sarılıp kucaklaştıkları nakledilir. Ne var ki bu
tarafgirlik duygusu ve propagandası, daha sonraki dönemlerde o kadar
güçlenmiştir ki, Müslümanlar arasındaki kardeşlik duygusunu yok ederek, İslam
ümmetinin birliğini darmadağın etmiş ve ümmetin küçücük devletlere bölünmesine
yol açmıştır. Bu anlayışın zamanla kimi fert ve topluluklar tarafından kabul
görmesiyle, kendilerini “Müslüman” olmanın dışında farklı kimliklerle
tanımlayan bu kişi ve topluluklarca, aynı kimliği taşımayan Müslümanlar,
“başkaları” hatta “hasımları” ve daha ileri gidip “düşmanları” olarak görülmeye
başlanmıştır. Evsliler ile Hazreçlilerin kardeşliğini bozamayan tarafgirlik
duygusunun, maalesef onlar kadar güçlü iman ve teslimiyete sahip olmayan
günümüz Müslümanlarının kardeşliğini derinden yaraladığı ve yerle bir ettiği
görülmektedir.
Müslümanlar
şunu kesinlikle unutmamalıdırlar:
Onlar, dünyanın neresinde olursa olsunlar, hangi
devirde yaşamış bulunursa bulunsunlar, “Allah
tarafından” bütün Müslümanlar birbirlerinin kardeşidirler. Peygamber
Efendimiz (s) Medine’ye geldiklerinde, Mekke’den gelen muhacirlerden her birini
Medineli Müslümanlardan biri ile kardeş yaparak, böylece toplum binasını, İslam
kardeşliği temeli üzerine kurmuştur. Bugün “toplum dayanışması” denilen ve bir
türlü gerçekleştirilemeyen bu oluşumu, Allah’ın Peygamberi (s), daha ilk İslam
toplumunda gerçekleştirmiştir. Bu yüzden Müslümanlar, kardeşliği Kur’an ve
Sünnet ile duyurulmuş ve Medine İslam toplumuyla o kardeşliği yaşamaya başlamış
tek bir ümmet olduklarını bilmelidirler.
Aynı dine inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Kitab’ı
kutsal kabul eden ve aynı Peygamber’e ümmet olan Müslümanların, ırkları,
dilleri, yaşadıkları coğrafyaları, cinsiyetleri ve
sosyal-ekonomik-siyasal-kültürel statüleri ne olursa olsun, onların birbirinden
ayrılmaları asla düşünülemez. Onların, diğer Müslüman kardeşlerini hor, hakir
ve başkası gibi görmeleri, birbirlerine ihanet etmeleri, sahipsiz bırakmaları,
birbirlerinin sorun ve dertlerine kayıtsız kalmaları kesinlikle mümkün
değildir. Çünkü onlar tek bir beden gibidirler. Bu bedenin bir yerinde ortaya
çıkacak hastalık/sorun, bütün bedeni etkileyecek, belki onu büsbütün hasta ve
ölüme mahkûm edecektir. Bu yüzden, namazlarda camide aynı safta omuz omuza
nasıl kenetleniyor ve Rabbimiz’e yöneliyorsak, sosyal hayatta da birbirimizle
aynı safta yer almalı ve öyle kenetlenmeliyiz. Birbirimizi sıkıntıya düşürecek
ve uzaklaştıracak davranışlarda bulunmak yerine, içimizdeki sevgiyi daha çok
yeşertip pekiştirmemizi, gönlümüzü birbirimize daha fazla açmamızı sağlayacak
“İslam kardeşliği” şuuru ve prensiplerini hayata geçirmek zorundayız.
Her şeye kadir olan, gönülleri dilediği gibi çeviren
Rabbimiz Allah’tan niyazımız şudur: Müslümanlar arasında, yaşadıkları
toplumlarda sosyal barışın, her türlü ilerleme ve kalkınmanın da garantisi
durumunda olan “İslam kardeşliği” bağını daha da güçlendirsin. Müslümanları
ensar ve muhacirler gibi kardeş yapsın; bu şuuru ve yaklaşımı onlara bahşetsin.
Bu kardeşliği yıpratacak ve ortadan kaldıracak her türlü kötü/olumsuz tutum ve
davranıştan onları arındırıp uzak tutsun. Her türlü hamdımız O’na olup, kulu ve
peygamberi Hz. Muhammed’e (s) de binlerce salât ve selam ederiz.