“Kim Allah’a ve O’nun Resulüne itaat eder, Allah’tan korkup, O’na karşı sorumluluk duyarsa; işte bunlardır, (nihai) zafere erişecek olanlar!”
Hamd, tazim ve tekbir ederek kusursuz
cemâli ile azameti eşsiz olan, ayrıntı ve icmâl üzere olayları bir takdir ve
tedbirle tek başına idare eden Allah’a olsun. O, azameti ve şerefi ile en
yücedir. Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e (Sallallahu aleyhi ve
sellem) Furkan’ı indiren de O’dur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh
yoktur, o birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın
kuludur; insanlar ve cinlere müjdeleyici ve uyarı olarak gönderdiği Resulüdür.
Allah’ın yoluna O’nun izniyle çağıran nur saçan bir kandildir. Allah’ın salatı
ve selamı ona, tertemiz, hoş ehl-i beytine, müminlerin anneleri olan
zevcelerine, ashabına ve Kıyamete kadar onlara en güzel şekilde tâbi olanlara
olsun.
Ey Allah’ın kulları!
Bana ve size devamlı surette yapılan
tavsiye, Subhân olan Allah’tan lâyıkıyla sakınmak manasına gelen takvalı
olmaktır. Gizlilikte ve aşikârda, öfke ve rıza hâlinde, hoşa giden ve gitmeyen
durumlarda Allah’tan sakınmaktır.
“Kim Allah’a ve O’nun Resulüne itaat
eder, Allah’tan korkup, O’na karşı sorumluluk duyarsa; işte bunlardır, (nihai)
zafere erişecek olanlar!” (Nur Suresi 52. Ayet meali)
Ey Allah’ın kulları!
Gizli ve açık hallerin sâfiyeti, çoğu
kişiyi, onu istemek hususunda aciz düşüren bir meziyettir. İşte kıymetli şeyler
böyledir; nadir bulunurlar ve bedelleri de yüksek olur. Her kim eserlerin arttığı,
nefislerin kıskançlığa hazır olduğu bir zamanda böyle kıymetli bir madeni
aramak isterse, birçok şeye açtığı gözlerini açacak, lâkin Allah’ın merhamet
ettiği kimse hariç, kimseyi göremeyecektir. Böyle kimseler ne kadar da azdır.
Şüphe yok ki, görünenin suretinin, haber
verilenin hakikatini tasdik eder nitelikte olması gerekir. Zira bâtının
ayıplarına perde oluyorsa, zahirin kıymeti yoktur. Çünkü rengi safi beyaz dahi
olsa suyun tadı bozuk olabilir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurdu ki: “Şüphesiz Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize bakmaz. Lakin
O, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim)
Muhakkak ki ümmetimiz, şu an,
kıskançlık, alışkanlık hâlini alan her görüş sahibinin görüşünü beğenmesi,
bazısının bazısına bahaneler ileri sürmesi, görmezden gelmenin mümkün olduğu
durumlarda göz yummak hususunda, olabilecek en muhtaç zamanlarını yaşamaktadır.
Bunun sebebi de; tercih edildiğinde şer’i olarak makbul olan içtihattır. Ya da
takat miktarınca câiz olan bir içtihad üzere bina edilmiş olan hatadır.
Allah’ın (Celle ve Âlâ) hata eden
müçtehide içtihad sevabı vererek, hatasını bağışladığı zamanki keremini göz
ardı etmememiz gerekir.
Hak şüphesiz ortadadır, apaçıktır, her
ne kadar onun altından bâtılın örtüleri sarkıtılsa ve onun için türlü işler
çevrilse bile. Bâtıl da açık değildir, (bulanıktır) her ne kadar lafızları
süslü olsa ve delillerle donatılsa da.
“Gerçekte onlar, fitneyi daha önce
çıkarmak istediler ve sana karşı türlü işler çevirdiler. Sonunda, onların
hoşuna gitmemesine rağmen, hak yerini buldu ve Allah’ın emri üstün geldi.”
(Tevbe Suresi 48. Ayet meali)
Hakkı örtmenin, kendi iradesi dâhilinde
olduğunu zanneden kimse, güneşin ışığını elekle örtmeye çalışan kimse gibidir.
Ey Allah’ın kulları, her Müslümanın
Rabbine karşı ve sonra da insanlara karşı niyetini güzelleştirmesi, başkalarına
karşı hüsn-ü zannını ferahlık ve inşirah kılarak, onlara su-i zanda bulunmaması
gerekir. Çünkü eğer o hüsn-ü zanda hata ederse, su-i zanda hata ettiğinde
olduğu gibi ona bir günah yoktur.
Bu cihetten bakılınca, sadık kişi
başkalarının hatalarını değerlendirirken, hataların peşine düşmek ve kusurları
araştırmak hususunda nefsine gem vurarak, kendisini şeriatın mizanınca
tartabilir. Bu konuda ona şu iki şey rehberlik eder: İlim ve adalet.
Ne var ki, hataların peşine düşmekle,
onu düzeltmek arasında fark vardır. Birincisi, sadece ayıplama, teşhir ve ifşa
etmek kabilindendir. İkincisi ise, hak ile nasihat etmek ve ona davet etmek
kabilinden. Ayıplama ve nasihat etme arasında oldukça uzun bir mesafe vardır.
Tıpkı, nefsin hazzı için olan şeylerle, Allah için olan şeylerin arasındaki
mesafe gibi.
“Sizin katınızdaki tükenir gider, ama
Allah katındaki kalıcıdır.” (Nahl Suresi 96. Ayet meali)
Tecrübe ve müşahedeyle sabit olan bir
diğer şey de şudur; başkalarının hatalarını yayan ve onları kınayan insanların
başına da aynı felaket isabet eder. Ayıpladıkları kişilerin düştüğü çukura,
onlar da düşerler. Zira ayıplama oldukça insaflı bir hastalıktır. Şöyle ki bu
hastalıkta; ayıplanana ne olduysa ayıplayana da o olur. Ve bu karşılıklı bir
amel cinsinden addedilir.
Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadiste
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kim bir kardeşini, bir
günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.”
Çünkü ayıplama eyleminde, insanı yüce
işlerden bayağılığa meylettiren, açıkça bir ayıba sevinme duygusu vardır.
İlim ehlinden bazılarının hasen gördüğü
bir hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kardeşinin
uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah, onu rahmetiyle o felâketten
kurtarır da seni o derde uğratır.” (Tirmizi)
Akıl ve basiret sahibi her insan, radyo,
görsel araçlar veya paylaşım siteleri yoluyla duyduğu ya da gördüğü şeylere
bakınca, söz ve konuşma edebine, hakların ve hürmetlerin korunmasına ne kadar
büyük ihtiyaç olduğunu açıkça idrak eder. Yine bizzat kusurların peşine düşmek,
ayıplara sevinmek ve dili kötü kullanmaktan uzak olmak gerektiğini de anlar.
Elbette ki o sitelerin hayrı yaymak,
basiret üzere hakka davet etmek için çok büyük faydaları da vardır. Çünkü bin
kulağın dinlediği, bin gözün okuduğu hoş bir söz, bundan daha azının
duyulmasından daha büyük ecre sahiptir. Kötü bir söz de bunun gibidir; eğer
dinleyicileri ve okuyucuları çoğalırsa günahı çok büyük ve ağır olur. Zira dil,
kalbin elçisi, kalem de dilin elçisidir.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
şu sözüyle bize doğruyu gösterirken, nasıl da etkili bir hatırlatmada
bulunmaktadır: “İnsanları yüzleri -ya da burunları- üstünde ateşe sürükleyen
dillerinin söyledikleri değil de nedir?” (Tirmizi)
Olgun akıl, kişinin dilinin ve kaleminin
onun hakikatinin ve aslının göstergesi olduğu hususunda kesinlikle şüpheye
düşmez. Yine beşerin içinde sadık, edepli ve temkinli bir dile sahip olanları
olduğu gibi, onların içlerinde yalancı, dalkavuk ve tutarsız bir dile sahip
olanlar da vardır.
Bu sebeple Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlu sabahladığı zaman bütün organlar dilden
dengeli olmasını isteyerek derler ki; bizim hakkımızda Allah’tan kork! Çünkü
bizim istikametimiz sana bağlıdır. Sen doğru olursan bizde doğru oluruz. Sen
eğrilirsen biz de eğriliriz.” (Ebu Ya’la hasen bir isnadla rivayet etmiştir)
Ey Allah’ın kulları:
Vakayla sabittir ki; kişinin
başkalarının hatalarının (sürçmelerinin) peşine düşmesi ancak, ilminin veya
niyetinin kötülüğünden meydana gelir. Bunlardan ilki anlayış olarak gelişen,
ikincisi ise tam manasıyla kalpte oluşan bozukluktur. Ve bu da, hem hata hem de
günah olarak, çok daha büyük ve tehlikelidir. Çünkü niyet bozulduğunda dil onu
düzeltemez. Lakin niyetin ve kastın doğruluğu, dil sürçmelerini onarabilir.
Doğru sözü ayıplayan nicesi vardır ki,
onun afeti de yanlış anlamadan olur.
Ey İnsanlar!
Ömür, bizim sandığımızdan çok daha
kısadır. Kişinin kendisine zulmetmesinin bir çeşidi de, vaktinin büyük bir
kısmını başkalarını takip ederek kesintiye uğratmasıdır. Bu da zararı
olabilecek ama faydası olmayan, göz çıkaran ama avı öldürmeyen, günahını
artıran ve ecrini azaltan bir şeydir. Ve yürüyüş esnasında etrafa bakınmayı
artırır. Kimin etrafa bakınması artarsa, ulaşacağı yere geç kalır. Kim, avın
peşine düşerse gâfil yakalanır. Kim de gözlerini başkasının ayıplarına dikerse,
kendi ayıplarına karşı kör olur ve kendisinde iki hata bir araya gelmiş olur.
İnsanlar beşerdir; melek de değillerdir,
bütünüyle masum da. İnsanlar, yemek yiyen, alışveriş yapan, bazen hata eden,
bazen doğru karar veren ve isabet eden varlıklardır. Hatta çoğu zaman doğru
karar verirler. Hâl böyleyken, bazı insanların, diğerlerinin zaaf, sıkıntı ve
güçsüzlüklerine karşı ısrarla, yaraya üşüşen sinekler, ya da susuzluğunu kan
emerek gideren sivrisinekler gibi davrandıklarını anlamak oldukça zordur.
Ve yine kimi insanlar, aslanın avına
yaklaşırken gözünü karartması gibi gözlerini karatarak, gıybet, koğuculuk,
gammazlık, arkadan çekiştirmek ve yüze karşı eğlenmek, niyet okuyuculuğu yapmak
ve kalpleri yarmaktan başka bir şeyle rahatlamazlar.
Bu tür insanlar, dilleri ve kalpleri
zengin olarak yaşamak yerine, dilleri ve kalpleri iflas etmiş bir şekilde
yaşamayı tercih ediyorlar.
Şair durumu çok açık izah ediyor:
“Şayet koğucunun evi Yemâme’de, benim
evim de Hadramut’un en yukarısında olsa bile o gelip beni bulurdu.”
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurdu ki: “Biliyor musunuz müflis kimdir?” cevaben: “Bizim aramızda müflis,
parası ve malı olmayan kimsedir.” Dediler. O da dedi ki: “Şüphesiz ki ümmetimin
müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp,
buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu
dövüp vs. bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul
hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine
yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” (Müslim)
Allah hakkı için, müflisler ne kadar da
çoktur. Allah hakkı için, dünyada onlar ne kadar bedbahttır, Ahirette de
hesapları ne kadar büyük olacaktır.
“Af (ve kolaylık) yolunu tut; iyiliği emret
ve cahillerden yüz çevir! Eğer şeytandan (gelen) bir vesvese seni dürtecek
olursa, hemen Allah’a sığın! Çünkü O, Semî’dir, (her şeyi işiten) Âlim’dir,
(her şeyi hakkıyla bilen).” (Araf Suresi 199-200. Ayet meali)
Allah beni de, sizi de Kur’an-ı Azim’le
mübarek kılsın. Beni de, sizi de onda bulunan ayetler ve hikmetli öğütlerden
faydalandırsın. Söyleyeceğimi söyledim. Eğer doğru ise Allah’tandır, hatalı ise
nefsimden ve şeytandandır. Allah’tan hem kendim için, hem sizin için, hem de
erkek-kadın bütün Müslümanlar için her türlü günahtan ve hatadan bağışlanma
diliyorum. O’ndan bağışlanma dileyin ve O’na tevbe edin ki, O çok bağışlayan,
çok merhamet edendir.
Lütfundan ötürü Allah’a hamd, başarı ve
ihsanlarından ötürü de O’na şükürler olsun.
Şimdi… Ey Allah’ın kulları Allah’tan
lâyıkıyla korkup sakının.
Bilin ki, dili korumak, insanların
kusurlarını örtmek ve hatalarının peşine düşmemek onlara nasihat etmemek demek
değildir. Onlardan bir hata sâdır olduğunda, bilinen nasihat şekillerinden biri
ile ayıplama ve teşhir olarak algılanmayacak şekilde nasihat edilir.
Nasihat etmeyen kimsede hayır yoktur.
Nasihati kabul etmeyende de hayır yoktur. Bütün insanlar hata yapar, hata
yapanların en hayırlıları ise hatasından dönenlerdir. Hata yapmak ayıp
değildir. Hata beşerin tabiatında vardır. İsmet vasfı Resullerine, kemâl vasfı
ancak Allah’a aittir.
Burada ayıp olarak telakki edilecek şey,
hatalı olduğunda yapılan nasihati kabul etmemektir.
Şu da var ki, bir insanın hatası, sizin
süvari ve piyadelerinizle onun üzerine gitmeniz, sanki düşmanınızla savaşta
gibi ona karşı kılıçlarınızı bilemeniz için gerekçe olamaz. Çünkü rıfk ile
muamele (yumuşaklık ve şefkat) nede bulunursa onu güzelleştirir ve her neden
sökülüp alınırsa da onu çirkinleştirir.
“Köpüğe gelince, o atılır gider,
insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır.” (Ra’d Suresi 17. Ayet
meali)
Haklı olsanız bile nefsin zafere
erişmesinden sakının. Zira bu, sadık niyeti yok eder, odunun ateşi yiyip
bitirdiği gibi onu yer bitirir. Nasihati da, nasihat edeni de kerih görmekten
sakının. Çünkü bu Resullerin düşmanlarının yoludur.
İmam Ebu Abdullah bin Batta şunu ne
güzel söylemiştir:
“Başkasının doğrusuna kederlenmen
kendini aldatmaktır ve Müslümanlara kötü niyet beslemektir. Bil ki, kim
başkasının doğrusunu kerih görürse ve kendisindeki bir hatayı müdafaa ederse,
Allah’ın onun bildiğini de elinden almayacağına ve hatırladığını
unutturmayacağına garanti edilemez. Kim, hakkı işitir de bildikten sonra onu
inkâr ederse o Allah’a büyüklük taslayanlardandır.”
İbn-i Kayyım şöyle der: “Allahu Teâlâ,
hak, kendisine buğz ettiği bir kimseden geldiğinde onu geri çevireni, ama
sevdiği bir kimseden gelince onu kabul edeni kınar. Bu gazaba uğramış ümmetin
ahlâkıdır.”
Allah’ın kulları! Bu durum ilim, davet,
radyo, görsel ve yazılı medya platformlarında bulunan kimseler için daha da
teyit edilesi bir hâldir. Onların sundukları, paylaştıkları şeyler ve büyük
hatalar hususunda Allah’tan korkmaları ve affedilecek hataların peşine
düşmemeleri gerekir. Zira bu, diğer ümmetler arasında bizim ümmetimizin öne
çıktığı vasat çizgidir.
Ey akıl sahipleri sakınmaz mısınız,
bizim yüzümüzden bir âlimin ayağının kaymasından,
Çünkü hatasından ötürü âlimin ayağı
kayarsa, peşi sıra âlemin de ayağını kaydırır.
Böylece salât edin -Allah size merhamet
etsin- halkın en hayırlısına ve beşeriyetin en pak olanına… Muhammed bin
Abdullah’a (Sallallahu aleyhi ve sellem) … Kevser havuzu ve şefaat sahibine…
Allah size öyle bir şey emretmiştir ki ona önce kendisi ile başlamıştır, tesbih
eden melekleriyle de onun temizliğini övmüştür.
Ey Mü’minler, Allah (Azze ve Celle)
şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Siz de ona salât getirin ve tam bir
teslimiyetle selam verin.” (Ahzab Suresi 56. Ayet meali) .
Allah’ım, kulun ve Resulün Muhammed’e ve
onun dört arkadaşı; Ebu Bekir,(r.a) Ömer, (r.a) Osman (r.a) ve Ali’ye, (r.a)
Peygamberin Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer arkadaşlarına,
tabiîne ve Din Gününe kadar onlara güzellikle tabi olanların hepsine de salât
ve selam eyle. Onlarla birlikte bizlere de, bağışlaman, cömertliğin ve
ihsanınla Ey Merhametlilerin en merhametlisi. Amin
Allah’ım, İslam’ı ve Müslümanları aziz
kıl, Allah’ım, İslam’ı ve Müslümanları aziz kıl, Allah’ım, İslam’ı ve
Müslümanları aziz kıl! Şirki ve müşrikleri zelil kıl! Allah’ım dinine, kitabına,
Peygamberinin (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine ve mümin kullarına yardım
et.
Allah’ım, Müslümanlardan mahzun
olanların sıkıntılarını gider, kederli olanları rahatlat, borçluların
borçlarını eda et. Rahmetinle hem bizim, hem müminlerin hastalarına şifa ver,
ey merhametlilerin en merhametlisi. Amin.
Allah’ım, her yerde Müslümanların
ahvâlini düzelt. Allah’ım her yerde Müslümanların ahvâlini düzelt. Allah’ım
Suriye’de, Burma’da ve diğer Müslüman beldelerdeki Müslümanlara yardım et, Ey
Âlemlerin Rabbi. Amin.
Allah’ım; bizim idaremizi Senden korkan,
takvalı ve rızana talip olan kimselere ver, Ey Âlemlerin Rabbi! Amin.
Allah’ım, Ey Hayy ve Kayyum olan!
İdarecilerimizi amel ve söz olarak sevdiğin ve razı olduğun işlerde muvaffak
kıl. Allah’ım onun maiyetini de ıslah et Ey Celâl ve ikram sahibi olan! Amin.
Allah’ım, Sensin Allah ve senden başka
ilâh yoktur. Sen zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi
ümidini kesenlerden kılma. Allah’ım Sensin Allah ve senden başka ilâh yoktur.
Sen zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi ümidini
kesenlerden kılma. Allah’ım, Sensin Allah ve senden başka ilâh yoktur. Sen
zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi ümidini kesenlerden
kılma. Amin.
Allah’ım, bizdeki bir şer sebebiyle bizi
katındaki bir hayırdan mahrum etme. Ey celâl ve ikram sahibi. Amin.
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik
ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (Bakara Suresi 201.
Ayet meali)
Güç ve kuvvet sahibi Rabbimiz, onların
yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir. O’nun bütün elçilerine selam
olsun! Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.