Bu Blog içinde Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

NASİHAT VE AYIPLAMA ARASINDAKİ FARK

 “Kim Allah’a ve O’nun Resulüne itaat eder, Allah’tan korkup, O’na karşı sorumluluk duyarsa; işte bunlardır, (nihai) zafere erişecek olanlar!”

Hamd, tazim ve tekbir ederek kusursuz cemâli ile azameti eşsiz olan, ayrıntı ve icmâl üzere olayları bir takdir ve tedbirle tek başına idare eden Allah’a olsun. O, azameti ve şerefi ile en yücedir. Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e (Sallallahu aleyhi ve sellem) Furkan’ı indiren de O’dur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, o birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kuludur; insanlar ve cinlere müjdeleyici ve uyarı olarak gönderdiği Resulüdür. Allah’ın yoluna O’nun izniyle çağıran nur saçan bir kandildir. Allah’ın salatı ve selamı ona, tertemiz, hoş ehl-i beytine, müminlerin anneleri olan zevcelerine, ashabına ve Kıyamete kadar onlara en güzel şekilde tâbi olanlara olsun.

Ey Allah’ın kulları!

Bana ve size devamlı surette yapılan tavsiye, Subhân olan Allah’tan lâyıkıyla sakınmak manasına gelen takvalı olmaktır. Gizlilikte ve aşikârda, öfke ve rıza hâlinde, hoşa giden ve gitmeyen durumlarda Allah’tan sakınmaktır.

“Kim Allah’a ve O’nun Resulüne itaat eder, Allah’tan korkup, O’na karşı sorumluluk duyarsa; işte bunlardır, (nihai) zafere erişecek olanlar!” (Nur Suresi 52. Ayet meali)

Ey Allah’ın kulları!

Gizli ve açık hallerin sâfiyeti, çoğu kişiyi, onu istemek hususunda aciz düşüren bir meziyettir. İşte kıymetli şeyler böyledir; nadir bulunurlar ve bedelleri de yüksek olur. Her kim eserlerin arttığı, nefislerin kıskançlığa hazır olduğu bir zamanda böyle kıymetli bir madeni aramak isterse, birçok şeye açtığı gözlerini açacak, lâkin Allah’ın merhamet ettiği kimse hariç, kimseyi göremeyecektir. Böyle kimseler ne kadar da azdır.

Şüphe yok ki, görünenin suretinin, haber verilenin hakikatini tasdik eder nitelikte olması gerekir. Zira bâtının ayıplarına perde oluyorsa, zahirin kıymeti yoktur. Çünkü rengi safi beyaz dahi olsa suyun tadı bozuk olabilir.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Şüphesiz Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize bakmaz. Lakin O, sizin kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim)

Muhakkak ki ümmetimiz, şu an, kıskançlık, alışkanlık hâlini alan her görüş sahibinin görüşünü beğenmesi, bazısının bazısına bahaneler ileri sürmesi, görmezden gelmenin mümkün olduğu durumlarda göz yummak hususunda, olabilecek en muhtaç zamanlarını yaşamaktadır. Bunun sebebi de; tercih edildiğinde şer’i olarak makbul olan içtihattır. Ya da takat miktarınca câiz olan bir içtihad üzere bina edilmiş olan hatadır.

Allah’ın (Celle ve Âlâ) hata eden müçtehide içtihad sevabı vererek, hatasını bağışladığı zamanki keremini göz ardı etmememiz gerekir.

Hak şüphesiz ortadadır, apaçıktır, her ne kadar onun altından bâtılın örtüleri sarkıtılsa ve onun için türlü işler çevrilse bile. Bâtıl da açık değildir, (bulanıktır) her ne kadar lafızları süslü olsa ve delillerle donatılsa da.

“Gerçekte onlar, fitneyi daha önce çıkarmak istediler ve sana karşı türlü işler çevirdiler. Sonunda, onların hoşuna gitmemesine rağmen, hak yerini buldu ve Allah’ın emri üstün geldi.” (Tevbe Suresi 48. Ayet meali)

Hakkı örtmenin, kendi iradesi dâhilinde olduğunu zanneden kimse, güneşin ışığını elekle örtmeye çalışan kimse gibidir.

Ey Allah’ın kulları, her Müslümanın Rabbine karşı ve sonra da insanlara karşı niyetini güzelleştirmesi, başkalarına karşı hüsn-ü zannını ferahlık ve inşirah kılarak, onlara su-i zanda bulunmaması gerekir. Çünkü eğer o hüsn-ü zanda hata ederse, su-i zanda hata ettiğinde olduğu gibi ona bir günah yoktur.

Bu cihetten bakılınca, sadık kişi başkalarının hatalarını değerlendirirken, hataların peşine düşmek ve kusurları araştırmak hususunda nefsine gem vurarak, kendisini şeriatın mizanınca tartabilir. Bu konuda ona şu iki şey rehberlik eder: İlim ve adalet.

Ne var ki, hataların peşine düşmekle, onu düzeltmek arasında fark vardır. Birincisi, sadece ayıplama, teşhir ve ifşa etmek kabilindendir. İkincisi ise, hak ile nasihat etmek ve ona davet etmek kabilinden. Ayıplama ve nasihat etme arasında oldukça uzun bir mesafe vardır. Tıpkı, nefsin hazzı için olan şeylerle, Allah için olan şeylerin arasındaki mesafe gibi.

“Sizin katınızdaki tükenir gider, ama Allah katındaki kalıcıdır.” (Nahl Suresi 96. Ayet meali)

Tecrübe ve müşahedeyle sabit olan bir diğer şey de şudur; başkalarının hatalarını yayan ve onları kınayan insanların başına da aynı felaket isabet eder. Ayıpladıkları kişilerin düştüğü çukura, onlar da düşerler. Zira ayıplama oldukça insaflı bir hastalıktır. Şöyle ki bu hastalıkta; ayıplanana ne olduysa ayıplayana da o olur. Ve bu karşılıklı bir amel cinsinden addedilir.

Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kim bir kardeşini, bir günah sebebi ile ayıplarsa, o günahı işlemedikçe o kimse ölmez.”

Çünkü ayıplama eyleminde, insanı yüce işlerden bayağılığa meylettiren, açıkça bir ayıba sevinme duygusu vardır.

İlim ehlinden bazılarının hasen gördüğü bir hadiste Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyuruyor ki: “Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah, onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni o derde uğratır.” (Tirmizi)

Akıl ve basiret sahibi her insan, radyo, görsel araçlar veya paylaşım siteleri yoluyla duyduğu ya da gördüğü şeylere bakınca, söz ve konuşma edebine, hakların ve hürmetlerin korunmasına ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu açıkça idrak eder. Yine bizzat kusurların peşine düşmek, ayıplara sevinmek ve dili kötü kullanmaktan uzak olmak gerektiğini de anlar.

Elbette ki o sitelerin hayrı yaymak, basiret üzere hakka davet etmek için çok büyük faydaları da vardır. Çünkü bin kulağın dinlediği, bin gözün okuduğu hoş bir söz, bundan daha azının duyulmasından daha büyük ecre sahiptir. Kötü bir söz de bunun gibidir; eğer dinleyicileri ve okuyucuları çoğalırsa günahı çok büyük ve ağır olur. Zira dil, kalbin elçisi, kalem de dilin elçisidir.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şu sözüyle bize doğruyu gösterirken, nasıl da etkili bir hatırlatmada bulunmaktadır: “İnsanları yüzleri -ya da burunları- üstünde ateşe sürükleyen dillerinin söyledikleri değil de nedir?” (Tirmizi)

Olgun akıl, kişinin dilinin ve kaleminin onun hakikatinin ve aslının göstergesi olduğu hususunda kesinlikle şüpheye düşmez. Yine beşerin içinde sadık, edepli ve temkinli bir dile sahip olanları olduğu gibi, onların içlerinde yalancı, dalkavuk ve tutarsız bir dile sahip olanlar da vardır.

Bu sebeple Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Âdemoğlu sabahladığı zaman bütün organlar dilden dengeli olmasını isteyerek derler ki; bizim hakkımızda Allah’tan kork! Çünkü bizim istikametimiz sana bağlıdır. Sen doğru olursan bizde doğru oluruz. Sen eğrilirsen biz de eğriliriz.” (Ebu Ya’la hasen bir isnadla rivayet etmiştir)

Ey Allah’ın kulları:

Vakayla sabittir ki; kişinin başkalarının hatalarının (sürçmelerinin) peşine düşmesi ancak, ilminin veya niyetinin kötülüğünden meydana gelir. Bunlardan ilki anlayış olarak gelişen, ikincisi ise tam manasıyla kalpte oluşan bozukluktur. Ve bu da, hem hata hem de günah olarak, çok daha büyük ve tehlikelidir. Çünkü niyet bozulduğunda dil onu düzeltemez. Lakin niyetin ve kastın doğruluğu, dil sürçmelerini onarabilir.

Doğru sözü ayıplayan nicesi vardır ki, onun afeti de yanlış anlamadan olur.

Ey İnsanlar!

Ömür, bizim sandığımızdan çok daha kısadır. Kişinin kendisine zulmetmesinin bir çeşidi de, vaktinin büyük bir kısmını başkalarını takip ederek kesintiye uğratmasıdır. Bu da zararı olabilecek ama faydası olmayan, göz çıkaran ama avı öldürmeyen, günahını artıran ve ecrini azaltan bir şeydir. Ve yürüyüş esnasında etrafa bakınmayı artırır. Kimin etrafa bakınması artarsa, ulaşacağı yere geç kalır. Kim, avın peşine düşerse gâfil yakalanır. Kim de gözlerini başkasının ayıplarına dikerse, kendi ayıplarına karşı kör olur ve kendisinde iki hata bir araya gelmiş olur.

İnsanlar beşerdir; melek de değillerdir, bütünüyle masum da. İnsanlar, yemek yiyen, alışveriş yapan, bazen hata eden, bazen doğru karar veren ve isabet eden varlıklardır. Hatta çoğu zaman doğru karar verirler. Hâl böyleyken, bazı insanların, diğerlerinin zaaf, sıkıntı ve güçsüzlüklerine karşı ısrarla, yaraya üşüşen sinekler, ya da susuzluğunu kan emerek gideren sivrisinekler gibi davrandıklarını anlamak oldukça zordur.

Ve yine kimi insanlar, aslanın avına yaklaşırken gözünü karartması gibi gözlerini karatarak, gıybet, koğuculuk, gammazlık, arkadan çekiştirmek ve yüze karşı eğlenmek, niyet okuyuculuğu yapmak ve kalpleri yarmaktan başka bir şeyle rahatlamazlar.

Bu tür insanlar, dilleri ve kalpleri zengin olarak yaşamak yerine, dilleri ve kalpleri iflas etmiş bir şekilde yaşamayı tercih ediyorlar.

Şair durumu çok açık izah ediyor:

“Şayet koğucunun evi Yemâme’de, benim evim de Hadramut’un en yukarısında olsa bile o gelip beni bulurdu.”

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Biliyor musunuz müflis kimdir?” cevaben: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” Dediler. O da dedi ki: “Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp vs. bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir” (Müslim)

Allah hakkı için, müflisler ne kadar da çoktur. Allah hakkı için, dünyada onlar ne kadar bedbahttır, Ahirette de hesapları ne kadar büyük olacaktır.

“Af (ve kolaylık) yolunu tut; iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir! Eğer şeytandan (gelen) bir vesvese seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın! Çünkü O, Semî’dir, (her şeyi işiten) Âlim’dir, (her şeyi hakkıyla bilen).” (Araf Suresi 199-200. Ayet meali)

Allah beni de, sizi de Kur’an-ı Azim’le mübarek kılsın. Beni de, sizi de onda bulunan ayetler ve hikmetli öğütlerden faydalandırsın. Söyleyeceğimi söyledim. Eğer doğru ise Allah’tandır, hatalı ise nefsimden ve şeytandandır. Allah’tan hem kendim için, hem sizin için, hem de erkek-kadın bütün Müslümanlar için her türlü günahtan ve hatadan bağışlanma diliyorum. O’ndan bağışlanma dileyin ve O’na tevbe edin ki, O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Lütfundan ötürü Allah’a hamd, başarı ve ihsanlarından ötürü de O’na şükürler olsun.

Şimdi… Ey Allah’ın kulları Allah’tan lâyıkıyla korkup sakının.

Bilin ki, dili korumak, insanların kusurlarını örtmek ve hatalarının peşine düşmemek onlara nasihat etmemek demek değildir. Onlardan bir hata sâdır olduğunda, bilinen nasihat şekillerinden biri ile ayıplama ve teşhir olarak algılanmayacak şekilde nasihat edilir.

Nasihat etmeyen kimsede hayır yoktur. Nasihati kabul etmeyende de hayır yoktur. Bütün insanlar hata yapar, hata yapanların en hayırlıları ise hatasından dönenlerdir. Hata yapmak ayıp değildir. Hata beşerin tabiatında vardır. İsmet vasfı Resullerine, kemâl vasfı ancak Allah’a aittir.

Burada ayıp olarak telakki edilecek şey, hatalı olduğunda yapılan nasihati kabul etmemektir.

Şu da var ki, bir insanın hatası, sizin süvari ve piyadelerinizle onun üzerine gitmeniz, sanki düşmanınızla savaşta gibi ona karşı kılıçlarınızı bilemeniz için gerekçe olamaz. Çünkü rıfk ile muamele (yumuşaklık ve şefkat) nede bulunursa onu güzelleştirir ve her neden sökülüp alınırsa da onu çirkinleştirir.

“Köpüğe gelince, o atılır gider, insanlara yarar sağlayacak şey ise, yeryüzünde kalır.” (Ra’d Suresi 17. Ayet meali)

Haklı olsanız bile nefsin zafere erişmesinden sakının. Zira bu, sadık niyeti yok eder, odunun ateşi yiyip bitirdiği gibi onu yer bitirir. Nasihati da, nasihat edeni de kerih görmekten sakının. Çünkü bu Resullerin düşmanlarının yoludur.

İmam Ebu Abdullah bin Batta şunu ne güzel söylemiştir:

“Başkasının doğrusuna kederlenmen kendini aldatmaktır ve Müslümanlara kötü niyet beslemektir. Bil ki, kim başkasının doğrusunu kerih görürse ve kendisindeki bir hatayı müdafaa ederse, Allah’ın onun bildiğini de elinden almayacağına ve hatırladığını unutturmayacağına garanti edilemez. Kim, hakkı işitir de bildikten sonra onu inkâr ederse o Allah’a büyüklük taslayanlardandır.”

İbn-i Kayyım şöyle der: “Allahu Teâlâ, hak, kendisine buğz ettiği bir kimseden geldiğinde onu geri çevireni, ama sevdiği bir kimseden gelince onu kabul edeni kınar. Bu gazaba uğramış ümmetin ahlâkıdır.”

Allah’ın kulları! Bu durum ilim, davet, radyo, görsel ve yazılı medya platformlarında bulunan kimseler için daha da teyit edilesi bir hâldir. Onların sundukları, paylaştıkları şeyler ve büyük hatalar hususunda Allah’tan korkmaları ve affedilecek hataların peşine düşmemeleri gerekir. Zira bu, diğer ümmetler arasında bizim ümmetimizin öne çıktığı vasat çizgidir.

Ey akıl sahipleri sakınmaz mısınız, bizim yüzümüzden bir âlimin ayağının kaymasından,

Çünkü hatasından ötürü âlimin ayağı kayarsa, peşi sıra âlemin de ayağını kaydırır.

Böylece salât edin -Allah size merhamet etsin- halkın en hayırlısına ve beşeriyetin en pak olanına… Muhammed bin Abdullah’a (Sallallahu aleyhi ve sellem) … Kevser havuzu ve şefaat sahibine… Allah size öyle bir şey emretmiştir ki ona önce kendisi ile başlamıştır, tesbih eden melekleriyle de onun temizliğini övmüştür.

Ey Mü’minler, Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Siz de ona salât getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab Suresi 56. Ayet meali) .

Allah’ım, kulun ve Resulün Muhammed’e ve onun dört arkadaşı; Ebu Bekir,(r.a) Ömer, (r.a) Osman (r.a) ve Ali’ye, (r.a) Peygamberin Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer arkadaşlarına, tabiîne ve Din Gününe kadar onlara güzellikle tabi olanların hepsine de salât ve selam eyle. Onlarla birlikte bizlere de, bağışlaman, cömertliğin ve ihsanınla Ey Merhametlilerin en merhametlisi. Amin

Allah’ım, İslam’ı ve Müslümanları aziz kıl, Allah’ım, İslam’ı ve Müslümanları aziz kıl, Allah’ım, İslam’ı ve Müslümanları aziz kıl! Şirki ve müşrikleri zelil kıl! Allah’ım dinine, kitabına, Peygamberinin (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetine ve mümin kullarına yardım et.

Allah’ım, Müslümanlardan mahzun olanların sıkıntılarını gider, kederli olanları rahatlat, borçluların borçlarını eda et. Rahmetinle hem bizim, hem müminlerin hastalarına şifa ver, ey merhametlilerin en merhametlisi. Amin.

Allah’ım, her yerde Müslümanların ahvâlini düzelt. Allah’ım her yerde Müslümanların ahvâlini düzelt. Allah’ım Suriye’de, Burma’da ve diğer Müslüman beldelerdeki Müslümanlara yardım et, Ey Âlemlerin Rabbi. Amin.

Allah’ım; bizim idaremizi Senden korkan, takvalı ve rızana talip olan kimselere ver, Ey Âlemlerin Rabbi! Amin.

Allah’ım, Ey Hayy ve Kayyum olan! İdarecilerimizi amel ve söz olarak sevdiğin ve razı olduğun işlerde muvaffak kıl. Allah’ım onun maiyetini de ıslah et Ey Celâl ve ikram sahibi olan! Amin.

Allah’ım, Sensin Allah ve senden başka ilâh yoktur. Sen zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi ümidini kesenlerden kılma. Allah’ım Sensin Allah ve senden başka ilâh yoktur. Sen zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi ümidini kesenlerden kılma. Allah’ım, Sensin Allah ve senden başka ilâh yoktur. Sen zenginsin, bizler fakiriz. Üzerimize yağmur indir ve bizi ümidini kesenlerden kılma. Amin.

Allah’ım, bizdeki bir şer sebebiyle bizi katındaki bir hayırdan mahrum etme. Ey celâl ve ikram sahibi. Amin.

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (Bakara Suresi 201. Ayet meali)

Güç ve kuvvet sahibi Rabbimiz, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir. O’nun bütün elçilerine selam olsun! Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.