Bu Blog içinde Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

NİSA 25 TEFSİRİ

 

وَمَن لَّمْ يَسْتَطِعْ مِنكُمْ طَوْلاً أَن يَنكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِن مِّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُم مِّن فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَات

 “İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın.”(Nisa 25)

“İstitaat”: Bir şeyi, gücünü aşmadan yapabileceğin kapasite demek olup, güç yetirmekten daha geniş bir manası vardır.

“Tavl”: Maddi manevi zenginlik ve üstünlük veya istenen, arzulanan şeyleri elde etme gücü.

“El-Muhsanat”: Burada özellikle “Feteyat (= genç kızlar) ” kelimesinin karşılığı olması sebebiyle; “hür kadınlar” olarak açıklanmış oluyor. Feteyat (genç kızlar) ise, cariyelerdir. Hürriyet onların katında namusu ifade ederken, fuhuş, kadın kölelerin bir özelliğiydi.

Nitekim Hind, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e; “Hür kadın zina eder mi?” demiştir.

Onlar (hür kadınlar) hakkındaki bu ifade, onların saygınlığına bir yönlendirmedir. Zira “el fetat” kelimesi, genç kız ve eli açık cömert kadın hakkında kullanılır. Sanki şöyle denilmektedir;

“Erkek ve kadın köleleriniz hakkında, onların mülk oluşlarını belirten tabirler kullanmayın, bilakis saygınlık ifade eden “feta (=delikanlı)” ve “fetat” gibi lafızlar kullanın.” Bu yüzdendir ki, Kur’an’ın tebliğcisi ve açıklayıcısı olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;

Herhangi biriniz (mülkünde bulunanlara); “Kölem” veya “emem (kadın kölem)” demesin, köleleriniz de efendisine; “Rabbim” demesin. Köle sahibi olanlar; “delikanlım” ve “kızım” desin. Köle de; “efendim” ve “hanım efendim” desin. Zira şüphesiz sizler hepiniz de kullarsınız. Rab ise Allah Azze ve Celle’dir.”[1]

Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Yine burada da aynı şekilde efendilerinin yaşları ilerleyip vazifeleri azaldığında veya bittiğinde, saygınlığı daha da artırmaya îmâ vardır.

Ayeti anlamı; “İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye madden ve manen gücü yetmeyen kimse, veya; buna imkanı olmayan kimse, yada; hür kadınları nikahlama bakımından kapasitesi yetmeyenler! Size mallarınız ile o kadınları nikahlamayı talep etmeniz helal kılındı. Yine sizler, onları nikahlayarak faydalanmayı ve hem onların hem de kendinizin namuslarını korumayı amaçlamakla emrolundunuz. Şu halde ellerinizin altında bulunan imanlı genç kızlarınızdan yani cariyelerinizden bir kadın nikahlayın.

Önceki ve sonraki alimlerin cumhuruna uyarak kararlaştırdığımız bu ifadeler, önceki ayette geçen; “istimta (faydalanma)” kelimesinin, geçici kiralama mahiyetindeki mut’a nikahını değil, sabit nikahı ifade ettiğini desteklemektedir.

İstimta’” ve “intifa” (faydalanma) kelimelerinin anlamı; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, kendisine karısı hakkında şikayette bulunan, fakat onu boşamak da istemeyen kişiye söylediği; “Ondan faydalan[2] hadisi şerifinde geçmiştir. Bu hadisi Ebu Davud ve Nesai rivayet etmiştir.

Şayet o ayet, hür kadınlar ile mut’a nikahı yapılmasını caiz kılsaydı, bu ayete bağlandığında bunun bir faydası olmazdı. Hangi kişi, imkanı olmadığı için mut’a nikahına güç yetiremez ve bir cariye ile evlenir de onunla neslini, efendisi için bir köle kılar?

Eğer; “O bazen kadınlara karşı bir arzusu olmadığından buna güç yetirememiştir. Zira  şüphesiz bunda utanç vardır.” Denilirse,   

Deriz ki; şayet güç yetiremediği doğruysa, bunu söylemenin bir anlamı yoktur. Zira mut’ayı, bir utanç sebebi olarak sayması, bunun haram oluşunun ağır basmasına bir sebeptir. Mut’ayı haram saymayan Şia gibileri, güzel gördükleri için değil, ancak inançlarında ve mücadelelerinde ağır bastığı şekilde onu mubah saymaktadırlar. Sanki, diğer Müslümanların idrakinin ve bu husustaki inançlarının galip gelmesi sebebiyle, bu onlara fiilen haram gibidir. Şüphe yok ki, onlara göre ve diğer insanlara göre, mutlak zina, mut’a nikahının utancından daha şiddetli bir utançtır. Bir kimsenin imkan ve güç yetiremediğinden dolayı bunu terk etmesi nadirdir. Çoğunlukla mut’a nikahını kabul eden bir kimsenin, bunu terk etmesinin sebebi; bazı insanlar arasında yayılan hastalıklara karşı korkusudur. 

Zînâya gücü yetenin, mut’aya daha fazla gücü yeter. Hükümlerin, bazı insanların adetlerine ve içtimai durumlarına bağlanması, bütün insanların her zamanda, hatta teşri zamanında bile böyle olduğunu zannetmekten kaynaklanan  gâfilliktendir.    

Üstad İmam der ki: “Bu ayette geçen; “Tavl (=imkan)” kelimesini mehri karşılayacak mal ile açıkladılar. Bu, kelimenin anlamını daraltanların verdiği hükümdür. Tavl kelimesi zamme (ötre) ile olursa anlamı; fazlalık ve artma demektir. fazlalık ise, kişilere ve tabakalara göre farklılık arz eder. (Hanefiler gibi) bazıları mehri, sayılı dirhemler olarak takdir etmişlerdir.

Diğer bazıları; çeyrek dinar demiş, bazıları da; on dirhemdir demişlerdir. Lakin Kitap ve Sünnet’te bunu destekleyen bir şey yoktur. Bilakis, evlenmek isteyen birine peygamber sallallahu aleyhi ve sellem;

Demirden bir yüzük olsa bile onu bulmaya çalış” buyurmuştur.[3]

(Buhari bunu; “Demirden bir yüzük ile olsa bile evlen[4] lafzı ile rivayet etmiştir. Bu rivayet Sahihayn’de ve Sünen’lerde geçer.)   

Bazılarının da hanımına mehir olarak Kur’ân’dan bir şey öğretme karşılığında evlendikleri rivayet edilmiştir. (Bu, Sahihayn’de ve Sünen’lerdeki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in demirden bir yüzük ile de olsa onu bulmaya çalışmayı emrettiğine dair hadisi şerifte geçmektedir.)

Bazıları ise bir çift ayakkabı karşılığında evlenmişlerdir. (Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buna cevaz vermiş[5], Tirmizi bu rivayetin sahih olduğunu belirtmiştir.) Selef mehri muayyen bir miktar olarak sınırlamamışlardır.

et-Tavl” kelimesinin; zenginlik olarak tefsir edilmesi, sınırlayanların sınırlamasına uygun düşmez. Zira bir kimse, bir cariye bulur bulmaz, çeyrek dinar veya on dirhem yada bir çift ayakkabıdan daha az bir miktar ile evlenmek üzere o cariyenin efendisini razı eder. Bunu Ebu Hanife şöyle açıklamış – veya bazı Hanefiler böyle demiştir – ; yanında hür bir kadın bulunan, onu nikahlayarak fiilen ondan faydalanır. Yani; sizden her kim iman etmiş hür bir kadın ile evlenmemişse, onun bir cariye ile evlenmesi gerekir. Bundan çıkan sonuç; hür kadın ve cariye ile aynı anda evli olmamaktır.

(Der ki;) “et-tavl” kelimesinin anlamı bütün bu söylenenlerden daha geniştir. O; fazlalık, manevi ve maddi genişlik demektir. Nitekim kişi, mutad mehir için yetecek mala sahip olduğu halde, yaratılışındaki veya tabiatındaki bir kusur sebebiyle kadınlardan hoşlanmaz ve hür bir kadınla evlenmekten aciz olur. Yada hür kadının mehir dışındaki haklarını yerine getirmekten aciz kalabilir. Çünkü kadının, nafaka, eşit davranma ve bunlardan başka konularda pek çok hakları vardır. Ama cariye için, bütün bu haklar söz konusu değildir. Böylece güç yetirememenin birçok şekli vardır.

  el-Mü’minât” kelimesi, hürler ile kayıtlı olmadığı gibi, aynen cariyeler ile de kayıtlı değildir. Eğer böyle denilirse, bu ancak olmuş bir şeyin beyan edilmesi içindir. Zira onlar, Bakara suresinde müşrik kadınları nikahlamaktan yasaklanmışlardı. Müşrik kadınlar ise; kitapsız kavimlerin puta tapan kadınlarıdır. (2. Ciltte Bakara suresinin tefsirinde geçtiği gibi;) Ehli Kitap olan kadınlar hakkında sükut edilmiş olup, müşrik kadınların nikahlanması hakkındaki yasak, onları kapsamaz. Evliliğin, burada mü’mine kadınlar ile sınırlanmış olması, şüphesiz durumu açıklamak içindir. Yani onlar, Ehl-i Kitap kadınlarını nikahlamak hususunda ihtilaf etmiyorlardı. Sonra onlarla evlenmenin helal olduğu, Nisa suresinden sonra nazil olduğu konusunda ihtilaf olmayan Maide suresinde açıklanmıştır. Burada mümine kadının vasfedilmesi, ihtilaf durumunda onların, Ehl-i Kitap kadınlarına tercih edilmelerine yönlendirmek içindir.

Derim ki; bu, şart ve isimlendirme mefhumuyla delilsiz hüküm kuran, ancak şartın zahiriyle; “iman etmiş hür kadınla evlenmeye gücü yetenin, iman etmiş cariye ile evlenmesinin helal olmadığını” söyleyen Hanefilerin aleyhine çıkarılan en güzel hüküm ve tevcihtir.

Feteyat” (genç kızlar)ın, iman etmiş kadınlar olarak vasfedilmelerinin zahiri, iman etmemiş cariyelerin nikahının helal olmamasıdır. Fakat Allah, Maide suresinde, kendilerine Kitap verilen iffetli kadınların nikahlanmasını helal kılmıştır. Mücahid ve Selef’ten birden fazla müfessirin kavline göre burada kastedilen hür kadınlardır. Bunlardan başkaları ise, “el muhsanat” ile kastedilenin; iffetli kadınlar olduğunu söylemişlerdir. Bunun üzerine Maide suresindeki ayet, buradaki vasfın, onun bir mefhumu veya mefhumunu nesh edici olmadığına, veya umumunu tahsis edici olmadığına delil olmaktadır. Eğer bunun umumî olduğunu söylersek, gelecek olan özeldir. Bana göre, bir defasında sıfatın mefhumu murad edilen olurken, diğerinde murad edilen olmamaktadır.

“Şu mal dağıtıldı“ dediğimde veya “şu kitap fakir öğrencilere çoğaltıldı” dediğimde, o maldan dağıtımın, içlerinden zengin olanları tarafından yapıldığı belirtilmiş olur. Zira sıfat, burada anlam için kastedilen bağışta bulunma sebebidir.

Ama “Şu dirhemler, kapıda duranlara hizmet için dağıtıldı” dediğimde, onlar içinde kapıda duranlara da, oturanlara da bağış yapılması uygun olur. Çünkü buradaki sıfat, bağış gerektiren duruş için değil, mutad olan durumu anlatmak içindir. Kur’an’da ise, mefhumun kastedildiğini tarif eden sıfat olduğu gibi, mefhumun kastedilmediği sıfat da vardır.

“Mü’min kadınlar” vasfının mefhumunun burada itibar karinesinden olduğu söylenmiştir. Zira onlara göre bunun karşılığı ancak müşrik kadınlardır ki onlar, Bakara suresindeki ayetin deliliyle haram kılınmışlardır. Şayet bu kayıtlama burada bulunmasaydı, müşrik kadınlar hakkındaki haram kılınmanın nesh edildiği düşünülecekti. Bu kayıtın aynısı Allah Teala’nın;

Elleriniz altında bulunanlar dışında, evli kadınlar size haram kılındı” kavlinde zikredilmemiştir. Böylece buradan Evtas gününde müşrik kadınlar olmaları sebebiyle onlardan faydalanmanın helal olduğu anlaşılıyor. Burada mefhum, müşrik kadınlar hakkında özeldir.

Doğrusu şüphesiz müşrik kadınlar Bakara suresindeki ayette haram kılınmışlardır ki onlar; İbni Cerir’in Selef’ten bir müfessirden rivayet ettiği gibi, Araplardan olan müşrik kadınlardır. İman etmelerine kadar onlarla evlenmek haram kılınmıştır. Zira şüphesiz İslam’ın Araplar hakkında özel bir siyaseti vardır. Bu da; şirki kabul etmeyip hepsinin Müslüman olmalarıdır.

Ehl-i Kitaba gelince, onlar kendi dinleri üzerinde kabul edilirler ve Müslümanların zimmetine girmeye, cizye vermeye razı olurlar. Bu yüzden Müslümanların onlarla iyi ilişkide bulunmaları, onlardan evlenmeleri caiz kılınmıştır. Böylece Mecusiler ve bunların hükmünde olan Brahmanlar ve Budistler gibileri de kendi dinleri üzerinde kabul edilirler. En iyi bilen ve en iyi hüküm veren Allah’tır.

   Allah Teala’nın şu kavli de, aynı şekilde sıfatın mefhumuna delalet eder;

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ بَعْضُكُم مِّن بَعْضٍ

Allah sizin imanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). “ Bu, imanın, iman etmiş cariyeleri, hür kadınlar seviyesine yükseltmiş olduğunu, onlar ile hürlerin dinde bir olduğunu açıklıyor. Allah, bu imanın hakikatini, kuvvet derecelerini ve kemalini en iyi bilendir. Nice cariye vardır ki, imanı hür bir kadından daha kamildir. Böylece Allah Teala katında ondan daha üstün olur. Bununla birlikte, ona ihtiyaç olduğunda cariyenin nikahının utanç sayılması doğru olmaz. Ey müminler! Sizler imanda bir kardeşsiniz ve birbirinizdensiniz. Allah Teala’nın buyurduğu gibi;

Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım.”(Âl-i İmran 195)   

ve; “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir.”(Tevbe 71)

Başkaları hakkında da buyurur ki; “Münafık erkekler ve münafık kadınlar (sizden değil), birbirlerindendir.”(Tevbe 67)

“Birbirinizdensiniz” kavli hakkında; soy olarak birbirinizdensiniz demektir denildi. Fakat bu, görüldüğü gibi zayıf bir görüştür. Kastedilen imandır. Öyleyse mü’minin, şirk ve kölelik gibi eksiklikleri kendisinde toplamış biriyle evlenmesi yakışmaz.

فَانكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ

Öyle ise sahiplerinin izni ile onları (cariyeleri) nikâhlayıp alın” yani; onları nikahlamak istediğinizde, iman onların şerefini yükselttiği için sahiplerinin izni ile onları nikahlayın. Dediler ki; burada “el-ehl” kelimesi ile kastedilen onların sahibi olan efendileridir. Bazı fakihler de dedi ki; kastedilen; sahipleri olmasalar bile, baba, dede, kadı veya yetim cariyenin vasisi gibi onları evlendirmeye yetkisi olanlardır. Bu konuda fıkıhta geniş meseleler ve ihtilaflar vardır.

Burada velileri tarafından evlendirilmeleri bakımından cariye, hür kadın gibidir. Kendisini evlendirme yetkisi yoktur. Bilakis evlenmek için kendisine ihtiyaç olduğunda cariye, velisinden izin alınmaya hür kadından daha layıktır. Zira onun evlenmesi, şayet varsa mutlaka nesebinden velisinin, yoksa, efendisinin veya kadı gibi velisinin rızası alındıktan sonra olur.

وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ

“Ücretlerini de normal miktarda verin.” Yani; şart koşmuş oldukları mehirlerini verin. Mehir, kadının kocası üzerindeki hakkıdır. Eğer kadın, bir cariye ise, bu mehir efendisine değil, kendisine aittir. İmam Malik böyle demiştir. Ona muhalefet eden fakihlerin çoğunluğu, ayeti mahzuf bir muzaf ile te’vil ederek kastedilenin; ücretlerini sahiplerine verin demektir veya sahiplerinin izniyle kaydı burada da muteberdir dediler. Böylece bu mehir, efendilerinin hakkıdır. Zira ondan faydalanma hakkının bedelidir. Mehirin cariyenin kendisine ait olduğunu söyleyen, onun köle olduğunu, kendi nefsine malik olmadığını, efendisinin malı olduğunu inkar etmemektedir. O mehiri ancak evlenilen kadının durumunu ıslah eden bir hakkı olarak görmüştür. Bu, kocanın kendisine reisliğini gönül hoşluğu ile kabul etmesini sağlar. Cariyeyi evlendiren efendisi, o mehirden mülk hakkını almak isterse alır. Dilerse onu durumunu ıslah etmesi için bırakır ki, bu daha faziletli ve daha üstündür.

Aynı şekilde şöyle denilmesi de mümkündür; Allah Teala’nın köle için, kendisine mehriyle evli cariye mülk edinmesi gibi, muayyen bir şeyle malik olmasını meşru kıldığı bilinirse, buna şahsi görüşü ile veya fıkıh kaideleriyle mani olmaya kim güç yetirebilir?

Efendi, Rabbinin hükmüne boyun eğmekte muhayyerdir. Dilerse kadın kölesini fakihlerin karara bağladığı şekilde mal karşılığı olmadan yetinerek evlendirir ve onun zürriyetine sahip olur, dilerse evlendirmenin mali bedelini talep eder.

Allah Teala’nın “bil ma’ruf” kavline gelince; bazıları bunu mehirlerinin ödenmesine bağladı, bazıları da “onları nikahlayın” kavline bağladı. Yani üzerine atıf yapılan ve kastedilen “ma’ruf”; aranızdaki muameleler, normal miktarda mehir ve sahibinin iznidir.

Üstad İmam dedi ki; “ücretlerini normal miktarda verin” kavlinin manası; insanlar arasında bilinen miktardır. Burada bunun hürlere farz olduğu gibi farz olduğu söylenemez. Zira ondaki zahmet daha hafif ve emir daha ehven olup, insanlar arasında cariyelerin kararlaştırılan mehirlerinde tesahül vardır. Köle, malik olunmasa bile elde tutulabildiği için, onlar mülk edinilmeden mehirlerinin verilmesinde problem yoktur.

Ebu Bekir er-Razi, Malikî imamlarından –veya Malik’in ashabından- şöyle bir nakilde bulunmuştur; Efendi, bir cariyesini evlendirirse, onun üzerindeki velayet hakkını kocasına bırakmış olur, onun velayetine ortak olmaz. Efendisi, ondan düşen hakkını, kocasından alamaz. Onun bunda bir payı yoktur, bilakis yalnız cariyenin hakkıdır. Doğrusu da budur. 

 

مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلاَ مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ

“İffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları halinde” Allah Teala’nın bu kavli, “Onları nikahlayın” kavli ile veya “mehirlerini verin” kavli ile kayıtlıdır. Öncekine göre “el-muhsanat” ile kastedilen iffetli kadınlardır. İkinciye göre manası; evlenilen kadınlardır.

Yani; açık veya gizli bir fuhuş karşılığı olarak zina edenlere, gizli dost edinenlere değil, sizlerden birinin onlarla evlenmesi durumunda, onların mehirlerini verin demektir.

el-hıdn” erkekler hakkında da kadınlar hakkında da kullanılır. Zina, cahiliye’de gizli ve açık, genel ve özel olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Özel ve gizli olanı; kadının kendisini herkese vermeden, gizlice zina ettiği bir dost edinmesidir. Genel ve açık olanı ise; İbni Abbas’ın dediği gibi nikahsız cinsel ilişki, fuhuştur.

Fahişeler cariyelerden olurdu ve yerlerinin belli olması için kırmızı bayraklar asarlardı. İbni Abbas r.a.’dan rivayet olundu ki; Cahiliye halkı, açık zinayı haram sayıyorlar ve onun alçaklık olduğunu söylüyorlardı. Gizli zinayı ise helal kabul ediyor ve bunda sakınca olmadığını söylüyorlardı. Bu iki kısım zinayı da Allah Teala’nın şu kavli haram kıldı;

“Kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşmayın”(En’am 151) Onların açık zinayı haram kılmaları onu çirkin görmelerinden ve onu yapanları alçak saymalarındandı.

İşte, Avrupa ülkelerinde ve Avrupalıları taklit ederek, Mısır, İstanbul, ve bazı Hint beldeleri gibi şehirlerini harap eden ülkelerde yaygın olan zinanın şuan bilinen bu iki çeşididir. Mısırlılar “hıdn” (gizli dostu); refika (kadın arkadaş) diye isimlendirirken,  Türklerde refika; evlenilen kadın, zevce demektir. Bu konuda Rusya’daki Tatarlar gibidirler. Bu örfe karşı uyanık olunsun. Onlardan batılılar ve batılılaşanlar Cahiliye halkı gibi gizli zinayı güzel görüyor ve mubah sayıyor, açık zinayı ise çirkin görüyor ve yasaklıyorlar. Onlar arasında kötülüklerin açığını ve gizlisini mübah saydıkları için Cahiliye’den bile daha kötü olanları vardır.

Lakin onlardan İslam’a mensup olanları, söz ile olmasa da amel olarak onu mubah saymaktadırlar!! Onlardan Cahiliye’ye aldanan ve kötülükleri ve çirkinlikleri amelen mubah görmenin dinden kaldığını zannedenler, bunun üzerine ne Allah’tan  ne de kınanmak ve azarlanmaktan korkmadan ve utanmadan “bu helaldir” dememek şartıyla bu çirkinliklere devam edenler vardır!!

Amirlerden biri bir defasında alışverişin bazı çeşidine “faiz değildir” diyen bazı fakihlere karşı çıkmış ve demiş ki; “ben faiz yiyorum fakat bunu inkar etmiyorum. Şüphesiz ben bir Müslüman olarak bunun helal olduğunu söyleyemem!!”

Sanki İslam, insanlara kötülük ve çirkinliklerden kaçınmasalar bile bunların haram olduğunu, eda etmeseler bile farzların farz,  müstehapların müstehap olduğunu itiraf etmelerini bildirmek için gelmiş gibi!

Bu sapkınlar, aynı Gayri Müslimler gibi; İslam’ın bu yasaklananları haram kıldığını ve vacip kılınanların vacip kılındığını söylemekle (yetinerek) cahillik ediyorlar. Bu şekilde kendilerini ve sosyal durumlarını ıslah ederek Allah’ın rızasına ve sevabına layık olabilirler mi??

Şüphesiz Allah Teala, her iki taraf için namusu koruma ve iffet ile nefisleri kemale erdirme gibi hususlarda, hür kadınların nikahında farz kıldıklarını, cariyelerin nikahında da farz kılmıştır.

İki yerdeki yorumda ihtilaf edildi; hürlerin nikahı hakkında; “namuslu olmak ve zina etmemek üzere” buyrulmuştur. Şüphesiz erkeklerin  iffeti lekelemek için saldırıları çoğalınca şehvetine boyun eğerek çirkinlik işlemekten en uzak olan hür kadınlar genel anlam olup, onların bakire olanları özel anlamdır. O erkekler böyle olmakla beraber, kadınlara talip olurlardı ve onlar üzerinde yönetici idiler.

Daha önce de geçtiği gibi, namusu koruma ve kendilerinden önce zina etmeme kaydı konulmuştur. Zina, Cahiliye döneminde çoğunlukla cariyelerin yaptığı bir şey olunca, onların fuhuştan elde ettikleri kazanca sahip olmak için onları satın alıyorlardı. Ta ki Abdullah bin Ubeyy’in (münafıkların başı) cariyesini Müslüman olmasından sonra fuhşa zorlaması üzerine bu konuda şu ayet nazil oldu;

Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen câriyelerinizi fuhşa zorlamayın.”(Nur 33) Zina onlar zelil oluşları için bir şüphe olunca, onlara karşı istek zayıflayıp, birinden diğerine intikal etmesi gayesiyle bulunduruldular.

Fıtratın özelliğinden olan evlilik hayatında olduğu gibi, gönüllerinin huzur bulacağı şekilde kendilerinin, üzerindeki haklarını gözeten bir kimse ile beraber özel hayat yaşamak üzere yerleşmediler. Böyle olunca da, cariyesiyle evlenmek isteyene, onların namuslarını korumuş olmaları şartını koşmaları, zinanın açığından ve gizlisinden korunmuş olanlarını araştırma kaydı koyuldu.

Eğer daha önce “evli kadınlar” ayetinin tefsirinde lugat ravilerinden naklettiğimiz gibi, “el-muhsana” lafzını ismül fail ve ismül meful  arasında müşterek kılarsak, kastedilen; zinadan sakınarak sizin için ve kendileri için namuslarını koruyan, gizli dostlar ve arkadaşlar – Mısırlıların dediği gibi; refikler – edinmeyen  kadınları nikahlayın demek olur.

فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ

Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır).” Yani evlenerek “muhsana” olmalarından sonra fahişe fiili olan zinayı işledikleri zaman, tam anlamıyla “muhsana” olan hür kadınların zina ettikleri takdirde onlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır.

Bu Allah Teala’nın şu kavlinde beyan edilmiştir; “Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun”(Nur 2)

Evli olan cariyeye, zina ettiği zaman elli sopa, hür kadına ise yüz sopa vurulur. Bunun hikmeti biraz önce de geçtiği gibi, hür kadının fuhuş imkanından uzak oluşu, cariyenin ise buna mukavemet hususunda zayıf oluşudur. Şeriat koyucu, onun zayıf oluşuna merhamet ederek, cezasını hafifletmiştir.

Bu ayette geçen “Azab”, müfessirlerin; “Kur’anın bir kısmı, diğer kısmını tefsir eder” dediği gibi diğer ayette belirtilen had cezası ise, bunların zahiri; cariyenin evli olmaması halinde had cezasının uygulanmamasıdır.

Hür kadına gelince, Nur suresindeki ayetin zahiri, onlara evli yada dul olmaları halinde yüz sopa vurulmasını gerektirir. Bunda bakire veya dul olmaları eşittir, çünkü ayet mutlaktır. Şayet Sünnet olmasaydı, tefsir ettiğimiz ayetin evli cariyeler ve evli hür kadınlar arasında “muhsana”nın karşılığı olarak; zina eden hür kadına mahsus bir hüküm olduğu söylenirdi. Bunların tefsiri, hürlerden evlenilen “muhsana olan kadınlar”  kavlinde geçmişti.

Lakin, bu ayette geçen “muhsana” kelimesini, sünnette varit olanlar; “evli olmayan hür kadınlar” olarak  tefsir ettiği için, dediler ki; onun karşılığı olan cariye, burada uygun düşmediğinden dolayı, şüphesiz bunun karşılığı olan cariyenin mutlak muhsana olmamasıdır.

Sonra burada “el-muhsanat” kelimesine diğer bir kayıt koyarak bakire olmaları kaydını eklediler. Zira onlar, evlenenleri muhsana sayıyorlardı. Evlilik boşanma veya kocasının ölümüyle sonuçlanınca, bu vasfın bir anlamı kalmıyordu. Evlilik ile muhsana olmak, kocasının korumasında olmaktır. Ondan ayrıldığı zaman, “evli” denilmediği gibi, “muhsana” da denilmez. Bunun gibi misafir evine döndüğü zaman ona “misafir” denilmez ve hasta iyileştiği zaman ona “hasta” denilmez.

Burada “muhsana” kelimesini bakirelere has kılan birisi demiştir ki; Onlar, bakirelik ile korunmuşlardır. Ömrüme yemin olsun ki şüphesiz bekaret, haksız yere yıkmak üzere sahibine ulaşmayı engelleyen bir himayedir. O, fıtratının, utanma duygusunun ve erkeklerle görüşmemesinin selametinde olmaktır. Bunu değiştirmeye evlilik himayesinden başka bir hak yoktur. Lakin muhsanlardan birinin kaybı ile dul kalana cezaların en şiddetlisi olan recm ile hükmedilirse, ne denir? Bekaret himayesini kaldıran ve erkeklerle görüşmeye alıştıran önceki eş, onun için koruyucu sayılır mı?

Fıtrata ve akla uygun olan, zina eden dulun cezasının, zina eden evlinin cezasından düşük olmasıdır. Yine bekarların ve daha şiddetli cezası olan benzerlerinin cezasından düşük olmalıdır. Nitekim bana ulaştı ki Yemen’deki bazı Araplar bekar veya evli de olsalar, zina edenleri öldürmekle cezalandırırlarken, dulları ne ölümle ne de sopayla cezalandırıyorlar, zira onlar, şer’an mazur olmasalar bile tabiaten mazur sayılıyorlar.

Sünnete gelince, Sahihayn’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudilerin kendi hükümleri gereğince, fuhuş işleyen Yahudi erkek ve Yahudi kadına recm cezası ile hükmettiği sabittir.

Bu hadis, bu konuda Tevrat’ın nassı ile hükmedildiği hususunda açıktır. Alimler dediler ki, hüküm verileceği zaman hükmün sebebi olduğu durumda ona uymak gerekir. Zira ancak hak ile hükmedilir. Böylece “muhsan” olmada İslam’ın şart olduğunu söyleyenlerin hilafına, bunun şart olmadığına delil çıkardılar.

İbni Abbas r.a.’dan şöyle dediği rivayet edilir; “Recm cezası, Allah’ın kitabında vardır. Dalgıçtan başkası ona dalamaz. Bu Allah Teala’nın şu kavlindedir;

Ey ehl-i kitap! Resûlümüz size Kitap'tan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak üzere geldi”(Maide 15) 

O bununla, onlara açıkladığı şeylerin ve verdiği hükümlerin bize meşru kılındığını demek istiyor. Ayetin sonu; “birçoğunu da affediyor.” Yani; Kitaptan gizlediklerinizden bazısını açıklamadan bırakıyor. Bundan sonra Allah Azze ve Celle, Kur’ân’ı ve ona tâbi olmanın vücubunu zikreder.

Ebu Davud, İbni Abbas r.a.’nın şöyle dediğini rivayet eder; “Recm ayeti, Nur suresinde celde ayetinden sonra nazil oldu ve (okunuşu) kaldırıldı, hükmü ise (geçerli) kaldı.”

Sahihayn’de ve başkalarında, Ömer r.a.’den rivayet edilmiştir; “Evli erkeklerden ve kadınlardan zina edenlerin şahitlerle yada hamilelik veya itiraf ile sabit olması halinde onlara recmi uygulamak,  Allah’ın Kitabındaki bir haktır.”

Peygamber sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem, Maiz el Eslemî ve Gamid’li bir kadının, zina ettiklerini itiraf etmeleri üzerine recm edilmelerini emretmiştir. Lakin kadına doğurup çocuğunu emzirinceye kadar süre vermiştir. Bunu Müslim ve Ebu Davud, Bureyde r.a.’den rivayet ettiler.

Yine Müslim, Ebu Davud ve bunlardan başka Sünen ashabı, İmran Bin Husayn r.a.’ın Cüheyne’li bir kadını recmettiğini rivayet ettiler.

Muvatta’da, Sahihayn’de ve Sünenlerde Ebu Hureyre r.a.’den rivayet edilir ki; “Bir kadınla zina etmeye zorlanan gence sopa vuruldu, kadın ise recmedildi.”  

Sahihayn’de, Ebu İshak eş-Şeybanî’den rivayet edilir; demiş ki; “İbni Ebi Evfâ’ya; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem recm uyguladı mı?” diye sordum. “Evet” dedi. “Nur suresinin nüzulünden önce mi, yoksa sonra mı?” diye sordum. “Bilmiyorum” dedi.”

Bu soru ve cevabın zahiri, soran kimsenin, bazen Tevrat’ın hükmüne göre uygulanan recmin nesh olup olmadığını veya recmin, sopa hükmünün umumunu evlilikle muhsan olanlara ve olmayanlara has kılıp tahsis ettiğini öğrenmek istemesidir.

Buhari, Şa’bî’den rivayet ediyor; Ali r.a. bir kadını Perşembe günü dövmüş, Cuma günü de recmetmişti. Dedi ki; “Ona Allah’ın kitabına göre sopa vurdum ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine göre recm uyguladım.”     

Bu da gösteriyor ki, Ali r.a., recmin Allah’ın Kitabında nazil olduğunu ve onda delili bulunduğunu söylememiştir. Ben de dul kadının recm edildiğine dair sarih bir hadis gördüğümü söyleyemem. Yine de Allah Azze ve Celle bana ömür verdikçe, Nur suresindeki ayetin tefsiri hakkındaki bütün rivayetleri, her açıdan araştıracağım.

Evli olmayan cariyeye zina ettiği için sopa vurulduğu varit olmuştur. Lakin ona efendisi sopa vurmuş, bunun had cezası olarak uygulandığı da, ta’zir olarak yüz sopa veya daha az vurulduğu da söylenmiştir.

Köleye gelince, onların hükmü, ayetin delaleti ile bilinmektedir. Onlara cariyelere uygulanan uygulanır. Hürler gibidirler de denildi.

ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ

“Bu (cariye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir”

“el-anet”; sıkıntı, zorluk ve fesat demektir. Denildi ki; onun aslı; zorlama ile karşılaştıktan sonra azmin kırılmasıdır.

Yani; böylece hür kadınlar ile evlenmekten acizlik durumunda nefsinin zarara ve fesada uğramasından korkanlar için size cariyelerle evlenmek, fıtratın gereği olan iffete devam etmeniz için caiz kılındı. Bu, sinirsel hastalıkları ve başka hastalıkları barındıran hayatın saygınlığı için daha kuvvetli ve daha sağlamdır.

Cumhur, “el-anet” ile kastedilenin, zina işleme günahı demek olduğunu tercih etti. Bazıları da dediler ki; “el-anet” lügate ve nakledilenlere göre; “ism(=günah)” demektir. Lügatin aslında “ism(=günah)” Şer’î ma’siyet manasında değildir. Bilakis o, zarar demektir ve “el-anet” kelimesinin anlamına yakındır. Lakin “el-anet”, ondan daha şiddetlidir. İbni Abbas r.a.’dan gelen şu rivayet bunu göstermektedir;

“Nafi Bin el-Ezrak, O’na “el-anet” kelimesini sorunca; “İsm(=günah)” demektir” demiştir. Nafi; “Bunu Araplar bilir mi?” deyince, demiştir ki; “Evet, şairin şöyle dediğini duymadın mı;

 

رأيتك تبتغي عنتي و تسعى    مع الساعي علي بغير ذحل

“Görüyorum ki sen, şuursuzca aleyhimde fesatçılık yapanlarla birlikte bana günah isnat etmeye çalışıyorsun.”  

وَأَن تَصْبِرُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ

“Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır.” Yani; sizin için cariyeler ile evlenmeyip, nefislerinize engel olmanız ve iffetle sabretmeniz, sizden zararı gidermeleri için caiz olsa bile, onları nikahlamanızdan daha hayırlıdır. Zira onlarla evlenmekte; utanç verici işlere sebep oldukları, evlatlarına miras bırakamadıkları, bir malik elinden diğer malik eline intikal ettiği için, alçaklık ve bayağılık gibi kusur ve illetler bulunmaktadır. Nitekim kişi hakkında; falan faziletli ve edepli şahsın cariyesi diye düşünülür, fakat kocası olan cariye hakkında; falan alçak veya fasık adamın cariyesi diye düşünülür. Bugün faziletliye ait olan, yarın fasık bir kimseye ait olur.

Ömer r.a.’den rivayet edildiğine göre demiştir ki; “bir köle, hür bir kadın nikahlarsa, yarı azat edilmiş olur. Hür bir erkek, bir cariye nikahlarsa, yarı köle olmuştur.”

Evliliğin manasını açıkladığımız için bunun hikmeti ortadadır. Zira evlilik hakikatte, erkek ve kadından her birinin yarısını oluşturduğu bir terkiptir. Bu yüzden her biri için, zat olarak tek oldukları halde, birini diğerinden ayırmadan; “zevc(=çift)” kelimesi kullanılır. 

İbni Abbas r.a.’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Çok azı müstesna cariye nikahlayan kişiler zina yüzünden ilerleyemez.” Şair der ki;

“Kişinin evinde hür bir kadın olamamışsan,

Onun evinin menfaati için konacak bir şeyler yap”

Üstad İmam der ki; iradeyi eğitmek, iffete sahip olmak ve hevâya akıl ile hükmetmek hasletlerini içerdiği, doğacak çocuğa kölelik vasfının geçmemesi, miras ile ahlak bozulmasına sebep olmadığı için sabretmek, sizin hakkınızda daha hayırlıdır. Zira cariye, eşya ve hayvan mesabesindedir. Daima zillet ve düşüklük hissettirir. Bu aşağılık duygusu evladının vicdanına da miras kalır. Benim bu ayet hakkında daha önce buna yakın anlamda geçenlerden başka diyeceğim yoktur. Şayet hür bir kadınla evlenmekten aciz kalındığında, cariyeyle evlenilmesiyle bütün bu durumlar ortaya çıkıyorsa, mut’a nikahı nasıl caiz olabilir??

وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” Cariye ile evlenmemeye sabredemeyeni bağışlar ve ona merhamet eder. Bunu böyle tefsir ettiler ve dediler ki; “bunu kendisinden sakınılan günah menzilesine indirdiler. Bu konularda bu İlahî isimlerin ayetlerin sonuna gelmesi, ona bağlı hükümlerin tahsis edilmesinden daha kapsayıcıdır. Bu ayette de isteksizlik, iman etmiş cariyeleri hakir görme, nikahları hakkında dedikodu durumunda onları suçlama, onlara kötü zanda bulunma gibi insanın hatalara hedef olduğu, pek çok şey zikredilmiştir. İnsan, buna benzer sakınması zor işlere hedef olunca, Allah Teala şer’î hükümleri açıkladıktan sonra bizlere bağışlayıcı oluşunu ve merhametini zikrediyor ki, gücümüzün yetmediği hususlarda sorumlu tutulmayacağımızı hatırlayalım.  

 



[1] Buhari, Itk 17; Müslim, Elfazu Hadis 13,15; Ebu Davud, Edeb 75; Ahmed, Müsned: 2/316, 423,463, 484, 491, 508

[2] Ebu Davud, nikah 3; Nesai, nikah 12, talak 34.

[3] Buhari, nikah 32,40; Ebu Davud, nikah 30; Tirmizi nikah 23; Nesai, nikah 69; Ahmed Müsned; 5/336

[4] Buhari, nikah 15.

[5] Hadis şöyledir; “Fezare oğullarından bir kadın bir çift ayakkabı karşılığında evlendi.” Bunu Tirmizi, nikah 22; İbni Mace, nikah 17; ve Ahmed Müsned; 3/445,446 rivayet etmişlerdir.