Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarla yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
1- وعَنْ
أَميرِ الْمُؤْمِنِينَ أبي حفْصٍ عُمرَ بنِ الْخَطَّابِ بْن نُفَيْل بْنِ عَبْد
الْعُزَّى بن رياح بْن عبدِ اللَّهِ بْن قُرْطِ بْنِ رزاح بْنِ عَدِيِّ بْن كَعْبِ
بْن لُؤَيِّ بن غالبٍ القُرَشِيِّ العدويِّ . رضي الله عنه ، قال : سمعْتُ رسُولَ الله صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقُولُ
« إنَّما الأَعمالُ بالنِّيَّات ، وإِنَّمَا لِكُلِّ امرئٍ مَا
نَوَى ، فمنْ كانَتْ هجْرَتُهُ إِلَى الله ورَسُولِهِ فهجرتُه إلى الله ورسُولِهِ
، ومنْ كاَنْت هجْرَتُه لدُنْيَا يُصيبُها ، أَو امرَأَةٍ يَنْكحُها فهْجْرَتُهُ
إلى ما هَاجَر إليْهِ » متَّفَقٌ على صحَّتِه. رواهُ إِماما المُحَدِّثِين:
أَبُو عَبْدِ الله مُحَمَّدُ بنُ إِسْمَاعيل بْن إِبْراهيمَ بْن الْمُغيرة بْن
برْدزْبَهْ الْجُعْفِيُّ الْبُخَارِيُّ، وَأَبُو الحُسَيْنِى مُسْلمُ بْن
الْحَجَّاجِ بن مُسلمٍ القُشَيْريُّ النَّيْسَابُوريُّ رَضَيَ الله
عَنْهُمَا في صَحيحيهِما اللَّذَيْنِ هما أَصَحُّ الْكُتُبِ الْمُصَنَّفَة .
1. Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni
Hattâb radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes
yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne
varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne
hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına
kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre
değerlenir.”
Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5,
Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk.
Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24,
Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Açıklamalar
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi,
insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece
önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler,
bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini anlamanın mümkün olduğunu
söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi
bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini
belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak,
eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden
geçirmektir.
İş ya kalble, ya dille veya diğer
organlarla yapılır.
Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve
düşüncelerimizdir.
Dilimizle yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla yaptığımız işler de fiil ve
davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için,
iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır
sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı,
insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak
bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar
vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap
kazanmaya vesile olur.
Kalbden geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman
Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye
katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere
Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar,
niyetlerimize değer verir.
Abdullah İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin
yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta
şöyle demişti:
“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı,
kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam
olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”
Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması
şu gerçeği vurguluyor: Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir
hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin
samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması
şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem
de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin
Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan
bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış
olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak,
zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından
geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle
herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir
davranıştır. Böyle bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı
ayrıca sevap kazanmış olur.
İyi niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan
ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını
Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre
kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne
yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda
çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye
çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan
bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak
için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye
öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de
denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura
getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona,
“cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi
onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir (Müslim, İmâre 152).
Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle
yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan
elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap
kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak
insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap
kazanabilir.
Hadîs-i şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve
Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve
Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek
demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel
mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz:
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan
kimsedir” buyurur (bk. 1569 nolu hadis).
Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin
elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile
ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu
aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudur:
Bir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş,
sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa,
hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir.
Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir
kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir
sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını
çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir
nasibi olmaz” [Şûrâ sûresi (42), 20].
Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep
olduğu anlatılır:
Sahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek
ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir.
Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi
ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen
o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır.
Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays”
diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya
başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye
açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere
iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek
şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini
kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı demektir.