MEŞRÛ BİR GEREK VE İHTİYAÇ OLMADIĞI HALDE
YABANCI BİR KADINA, GÜZEL BİR GENCE ŞEHVETLE BAKMANIN HARAM OLDUĞU
Âyetler: "Kulak, göz ve gönül, bunların
hepsi yaptıklarından sorumludur." İsrâ sûresi (17), 36
Âyetler: "Allah, gözlerin hâin bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir." Mü'min sûresi (40), 19
Âyetler: "Rabbin her an
gözetlemektedir." Fecr sûresi (89), 14
Bu dört âyet, müslümanların
tam anlamıyla denetim altında sorumlu bir hayat yaşadıklarını ve bu
sorumluluğun göze ait tarafını ortaya koymaktadır. Konuyla ilgili yasak,"Mü'min erkeklere söyle; gözlerini haramdan
sakınsınlar! diye belirlenmekte; sorumluluk çerçevesi ise, "Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi
yaptıklarından sorumludur" âyetiyle açık bir şekilde çizilmektedir.
Gözlerin sinsi ve mânalı
bakışlarını, kullar farketmeseler bile Allah Teâlâ'nın bildiği, hatta O'nun,
kalplerin derinliklerinde gizlenen kötü niyetlerden de haberdâr olduğu
bildirilmektedir. Bu, hiç kimsenin hiçbir şekilde ilâhî denetimin dışında kalma şansının ve
imkânının bulunmadığını kesin olarak ortaya koymaktadır. Bunun böyle olduğunu
ise, "Rabbin her an (herşeyi) gözetlemektedir" âyeti
bildirmektedir.
Bu âyet-i kerîmeler insana,
gizli-açık ayırımı yapılmaksızın en küçük teferruâtına kadar bütün
hareketlerinin daima göz önünde ve kayıt altında olduğu gerçeğini en küçük
bir tereddüde yer bırakmayacak kesinlikte anlatmaktadır. Sorumluluk bu
çerçevede kavrandıktan sonra göze ait harama bakma yasağını anlamak insan için mesele olmaktan çıkar.
Hadisler: Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Âdemoğluna zinadan nasibi takdir olunmuştur. O buna mutlaka erişir.
Gözlerin zinası bakmak, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin
zinası tutmak, ayakların zinası yürümektir. Kalbe gelince o, arzu eder, ister.
Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya da boşa çıkarır." Buhârî, İsti'zân
12, Kader 9; Müslim,
Kader 20-21. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Nikâh 43
Açıklamalar
Zina, kadın ve erkeğin meşrû
bir nikah olmaksızın cinsel ilişkide bulunmasıdır. Büyük günahlardandır. Özel
cezâsı vardır. Hadîs-i şerîf, bu
anlamdaki gerçek zinanın dışında, öteki organlar için de birtakım meşrû
olmayan suçların söz konusu olduğunu
hatta bunlara da bir anlamda zina
denildiğini ortaya koymaktadır. Yani her organın aslî faaliyetini meşrû çerçeve
dışında yürütmesi bir tür zina olmaktadır. Nitekim İmam Buhârî bu hadisi,
zinanın sadece üreme organıyla değil, göz, dil ve el gibi öteki organlarla da
mümkün olduğuna dair açtığı bir başlık altında vermiştir.
Ancak bu, mecâzen bir
isimlendirme olarak kabul edilmektedir. Çünkü söz konusu organların bu suçları,
haram olmakla birlikte, onlar için
hâkimin uygun göreceği ta’zir cezası dışında ayrıca bir ceza tayin
edilmiş değildir.
Burada dikkat çeken husus,
insanın sahip bulunduğu organların tabiî işlevlerini gayr-i meşrû bir zeminde
yapması, onları, üreme organıyla
"meşrûiyet dışına taşma" noktasında birleştirmesidir. Söz konusu
organların bu yaptıklarına zina denilmesi işte bu açıdan yapılmış bir
değerlendirmedir.
Öte yandan bu organların bahis
konusu fiilleri, asıl zinaya götürücü, öncü
fiillerdir.
Bu bakımdan, o kötü sonuçtan
müslümanlar sakındırılmış olmaktadır. Hadiste de açıkca belirtildiği gibi üreme
organı, öteki organların ve özellikle kalbin, Buhârî'nin tercih ettiği rivayete
göre nefsin, bu konudaki istek ve arzusunu fiilen gerçekleştirmedikce zina suçu işlenmiş olmaz.
Bu tür hatalara, "Ufak tefek kusurları dışında, büyük
günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin affı bol
olandır" [Necm sûresi (53), 32] âyetinde geçtiği gibi Kur'ân-ı
Kerîm'in ifâdesiyle "lemem"
denilmektedir.
Bir şeye bir anlık ilgi duyup
üzerinde durmamak anlamından hareketle lemem,
küçük kusurlar, küçük günahlar ve ufak-tefek hatalar olarak
değerlendirilmiştir.
Ashâb-ı kirâm arasında
"tercümânü'l-Kur‘ân" diye bilinen Abdullah İbni Abbas hazretleri, bu
hadisi zikrederek, "Ebû Hüreyre'nin
Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem'den rivayet ettiği bu sözdeki fiillerden daha çok, küçük günahlara (lemem) benzeyen bir başka fiil
bilmiyorum" demiştir (bk. Buhârî, İsti'zân 12; Ebû Dâvûd, Nikâh 43). Doğrusu
da budur.
Hadîs-i şerîf'in bilhassa son
cümlesi kalp ya da nefis ile üreme
organı arasında bir duygu iletişimi olduğunu belirlemektedir. Yani cinsel
ilişki, aslında psikolojik yoğunlaşma olmadan gerçekleşmez.
İstek ve arzu ya da şehvet
duygularının yoğunlaşması da her zaman sonuca ulaşmak için yetmez. Üreme
organının, bu duygulara eşlik etmesi gerekir. Bu sebeple hadiste "Üreme organı ise, bunu ya gerçekleştirir, ya
da boşa çıkarır" buyurulmuştur.
Diğer taraftan hadisi rivayet
eden İmam Buhârî ve Müslim, hadisin ilk cümlesini dikkate alarak, ona Sahîh'lerinin
Kader bölümlerinde yer vermişlerdir.
İnsanoğlunun şehvet ve karşı
cinse ilgi duyma gibi meyillere yaratılıştan sahip olduğuna ve bunun uzantısı
olarak herkesin bu duygularını tatmin yolları arayacağına, yani bu konuda
herkesin belli bir kaderi olduğuna ve bunu Allah Teâlâ'nın bildiğine dikkat çekmek istemişlerdir.
Takdirin değişmeyeceği ise, "O buna mutlaka erişir" diye
belirlenmiş bulunmaktadır. Bu, bir zorlama değil, olacakların önceden
bilinip kaydedilmesinden ibarettir. Kader veya alın yazısı işte bu önceden
yapılmış olan kaydın adıdır.
Bütün bu açıklamalardan sonra
hadisin mânası şöyle olur:
"Ademoğulunun zinadan nasibi takdir edilmiştir. Kiminin zinâsı hakiki,
kimininki ise, bakılması haram olan kadına bakmak, zinaya dair konuşulanları
dinlemek, yazılı veya görüntülü yayınları izlemek, yabancı bir kadına elle
dokunmak veya öpmek, zina etmeye gitmek gibi mecâzî zinadır. Zinanın bütün
türleri de haramdır. Kalp veya nefis
zinayı ister ancak hakiki zinanın gerçekleşmesi üreme organına bağlıdır.
O bazan uygular bazan da bu istekleri boşa çıkarır."
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Zina büyük günahlardandır.
2. Fiiller, sebep oldukları
sonuçlara göre hüküm alırlar. Harama aracı olan her fiil haram, vâcibe vesile
olan fiiller de vâciptir.
3. Nâmahreme bakma, dokunma,
tutma, öpme ve haram işlemek için bir yere gitme gibi gayr-i meşrû fiillerin hepsi yasaklanmıştır
ve bunların her birine zina denilebilir.
Hadisler: Ebû Saîd
el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet
edildiğine göre Nebî sallalahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: - "Yollarda
oturmaktan kaçının!" Sahâbîler:- Biz buna mecbûruz. Meselelerimizi
orada konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:- "Oturmaktan
vazgeçemeyecekseniz o halde yolun hakkını verin!" buyurdu.
- Yolun hakkı nedir Ey
Allah'ın Resûlü? dediler. - "Harama
bakmamak, gelip geçenleri incitmemek, selâm almak, mârufu emredip münkerden
nehyetmektir" buyurdu. Buhârî, Mezâlim 22, İsti'zân 2; Müslim, Libâs
114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12; Tirmizî, İsti'zân 30
Hadisler: Ebû Talha
Zeyd İbni Sehl radıyallahu anh şöyle
dedi:
Biz sokak başlarında, evlerin
önlerinde oturup konuşurduk. Bir keresinde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi, başımızda durdu ve: - "Size ne oluyor ki, böyle sokaklarda oturuyorsunuz. Buralarda oturmaktan
kaçının!" buyurdu. Biz: - Sakıncasız şeyler için oturduk,
müzâkerelerde bulunuyor, konuşuyoruz, dedik.
- "Eğer sokaklarda oturmaktan vazgeçmeyecekseniz, hiç değilse hakkını
verin. Buraların hakkı, gözü haramdan sakınmak, selâm almak ve güzel şeyler
söylemektir" buyurdu. Müslim, Selâm 2. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 30
Her iki hadisin de burada
zikredilmesinin sebebi, gözü haramdan sakınmanın yol haklarının başında yer
almış olmasıdır. Eskiden beri insanlar
yol kenarlarında, sokak başlarında, evlerinin önlerinde oturup konuşurlar.
Bu alışkanlık köylerde ve
küçük yerleşim birimlerinde daha yaygındır. Büyük şehirlerde ise ekseriyetle,
kahve-kafeterya gibi yerlerin önlerinde oturup geleni geçeni seyredenlere
rastlanır.
Yine büyük kentlerin kenar
mahallelerinde de daha ziyade kadınların kapı önlerinde oturdukları, çocukların
sokaklarda gelip geçenleri rahatsız
edecek şekilde çeşitli oyunlar oynadıkları
görülür.
Bu hadislerde Resûl-i Ekrem
Efendimiz, müslüman erkeklerin yollarda, sokak başlarında, evlerin önünde
oturmaktan vazgeçmelerini istemiştir. Kendisine, kötü bir maksatla böyle
yapmadıkları, dinî veya dünyevî meselelerini konuşmak, danışmak gibi pek tabiî
şeyler için oturduklarını, bundan vazgeçmelerinin pek mümkün olmadığını
söylemişlerdir.
Bunun üzerine Efendimiz,
vazgeçemeyeceklerse, oralarda oturmanın
"yol hakkı" denilen
birtakım yükümlülükleri bulunduğunu, onları yerine getirmeleri gerektiğini
hatırlatmıştır. Soru üzerine de yol haklarından bazılarını şöyle sıralamıştır:
Gözleri harama bakmaktan alıkoymak
Gelip geçenleri rahatsız etmemek, rahatsızlık sebeplerini yoldan kaldırmak
Verilen selâmı alıp mukâbele etmek
İyiliği emretmek
Kötülükten nehyetmek
İkinci hadiste bunlara
bir de güzel söz söylemek ilave edilmiştir. Bunu emir bi'l-marûf ve
nehiy ani'l-münker'in bir başka şekilde ifadesi olarak kabul etmek de
mümkündür.
Başka bazı rivayetlerde de, yol sorana yol göstermek, imdat isteyene
yardım etmek gibi bir iki yol hakkına
daha işaret edilmektedir.
İslâm bilginleri bu iki
hadisteki yasağın, yollarda oturmanın haram olduğunu bildirmek için
konulmadığını, harama götüren yolları tıkama, kötülüğü doğmadan önleme
anlamında bir tedbir olduğunu söylemektedirler. Unutulmamalıdır ki, herhangi
bir hakkın yerine getirilmemesi, haksızlıktır, sorumluluk doğurur.
Yollar gelip geçmek içindir.
Oturup sohbet etmek için değildir. Günümüzde yol kenarlarına parkedilen
araçların sebep olduğu sıkıntılar görülünce, yolların yol olarak kalmasının,
insanlar veya vasıtalar tarafından işgal edilmemesinin gereği iyice ortaya
çıkmaktadır.
Yollarda, evlerinin önünde
veya sokak başlarında oturan, oralarda saatlerini geçirenlerin çoğu kere kötü şeyler görmek ve fena sözler işitmekten
kurtulamayacakları bir gerçektir. Gıybet, suizan, yoldan gelip geçenleri
çekiştirmek ve rahatsız etmek gibi bir takım kötülükler daha söz konusudur.
Yollarda oturanların varlığı sebebiyle halkın bir kısmı oralardan geçemeyecek
olursa bu, tam bir zulüm ve eziyet sayılır.
Bütün bu sebeplerle öteden
beri müslümanlar câmi avlularında oturmayı âdet edinmişlerdir. Şimdilerde de
aynı âdetin sürdürülmesi, park ve bahçelerde oturulması, yol ve sokakların
işgal edilmemesi uygun olur.
Ne yazık ki günümüzde cadde
üzerindeki kahve önlerine oturup gelen geçenin dedikodusunu yapmak, kadına kıza
bakmak moda olmuştur.
Sırf bu maksatla caddelerde,
sokaklarda ve pazar yerlerinde dolaşan kişiler ve gruplar vardır. Kendilerini
böylelerine göstermek için caddeye sokağa, çarşıya pazara çıkanlar da malesef
az değildir.
Özellikle büyük şehirlerde
belli yerlerde akşam gezintisine çıkan ve dolaşan kalabalıklar, büyük çoğunluğu
müslüman olmasına rağmen, bu iki hadîs-i şerîfte yerine getirilmesi istenilen
hiç bir yol hakkına dikkat etmemektedirler.
Güzel giyinip keyfince
dolaşmak değil, insanca ve müslümanca
davranmak önemlidir. Yollarımız ve sokaklarımız haklarının ödendiği
günleri hasretle beklemektedir.
Kimbilir belki bir gün, bu
hadîs-i şerîfleri, güzelce yazdırıp cadde ve sokakların uygun yerlerine
asmayı, trafik işaretleri kadar gerekli görecek yönetimler ve
yöneticiler çıkar.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Müslüman nerede oturursa
otursun, nerede bulunursa bulunsun öncelikle gözlerini harama bakmaktan alıkoyacak
yani gözlerini harama karşı yumacaktır.
2. Yollarda oturmak, insanları hata ve günah işlemeye sevkeder.
3. Yollar ve sokaklar kamuya
aittir, oraları özel maksatlar için işgal edip kullanmaya kalkmak kimsenin
hakkı olamaz.
4. Müslüman, her bulunduğu
yerde hayır işçiliği yapacak, herekese iyilik için çalışacaktır.
5. Yol üstünde oturmaktan
vazgeçemeyecekler için yukarıda sayılan yol haklarını yerine getirmek şartıyla
yollarda, sokaklarda, ev önlerinde oturmak mübahtır.
Hadisler: Cerîr radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e ansızın görmenin hükmünü sordum. - "Hemen gözünü başka tarafa çevir!"
buyurdu. Müslim, Âdâb 45. Ayrıca bk. Ebû
Davûd, Nikâh 43; Tirmizî, Edeb 28
Hadisler: Ümmü Seleme radıyallahu anhâ şöyle dedi: Ben
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında
bulunuyordum. Meymûne de vardı. İbni Ümmi Mektum çıkageldi. Bu olay, biz
örtünmekle emrolunduktan sonra idi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem bize: - "Örtünün!" buyurdu. Biz: - O âmâ
biri değil mi, Ey Allah'ın Resûlü? Bizi göremez, bilemez, dedik. Bunun üzerine
Hz. Peygamber:
- "Siz ikiniz de mi âmâsınız, onu görmüyor musunuz?" buyurdu. Ebû
Dâvûd, Libâs 34; Tirmizî, Edeb 29
Hadisler: Ebû Saîd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Erkek, erkeğin avret yerine, kadın da kadının avret yerine bakamaz. Bir
erkek başka bir erkekle; bir kadın da başka bir kadınla bir örtü altında
yatamaz." Müslim, Hayz 74.
Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 38; İbni Mâce, Tahâret 137
Bu üç hadîs-i şerîfte ortak
nokta, gözü haramdan sakınma tavsiyesidir.
Birinci hadiste, kasıtsız olarak ansızın bir kadının bakılması haram olan bir yerini
görüvermenin herhangi bir sorumluluk doğurup doğurmayacağının çok haklı ve pek
tabiî olarak Cerîr İbni Abdullah tarafından merak edilip Resûl-i Ekrem
Efendimiz'e sorulduğunu görmekteyiz.
Efendimiz, "Hemen gözünü
(başka tarafa) çevir!"
cevabıyla, bu bir anlık görmenin sorumluluk doğurmayacağını, bakmaya isteyerek
devam etmesi halinde haram işlemiş olacağını bildirmiştir.
Nitekim, konunun başında
okuduğumuz âyette Allah Teâlâ da "Mü'min erkeklere söyle, gözlerini
haramdan sakınsınlar![Nûr sûresi (24), 30] buyurmaktadır.
İkinci hadis, kadınların
örtünmesiyle ilgili emrin yani hicab âyetinin
inmesinden sonra, âmâ sahâbî İbni
Ümmü Mektum'un yanlarına gelivermesi
sebebiyle Peygamber Efendimiz ile
muhterem eşlerinden Ümmü Seleme ve
Meymûne arasında geçen bir konuşmayı
bize haber vermektedir.
Efendimiz onlara İbni Ümmi Mektûm
geldi diye örtünmelerini emretmiştir. Onlar, gelen kişinin âmâ olduğunu, bu
sebeple de kendilerini görme ihtimalinin bulunmadığını söylemişler, bunun
üzerine Efendimiz, harama bakma yasağının sadece erkeklere ait olmadığını
kadınların da aynı şekilde nâmahreme bakmamaları gerektiğini bildirmek üzere "Siz ikiniz de mi âmâsınız,
onu görmüyor musunuz?" buyurmuştur.
Nitekim Nûr sûresinin 31.
âyetinde "Mü'min kadınlara da
söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar!" buyurulmaktadır. Binaenaleyh harama gözlerini yummak hem müslüman
erkeklerin hem de müslüman hanımların görevidir.
Efendimiz'in bu ikazı,
peygamber hanımlarının özel konumlarının
gereği olarak değerlendirilmiştir. Binaenaleyh müslüman kadınların, âmâ bir
erkek geldi diye örtünmeleri gerekli görülmemiştir.
Hatta Ebû Dâvûd'un belirttiği
gibi Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem, kocası ölen ve evi de Medine'nin dışında olduğu için yalnız kalması
uygun bulunmayan Fâtıma Binti Kays'a, İbni Ümmi Mektûm'un evinde iddet
beklemesini emretmiş ve "o âmâ
bir insandır onun yanında elbiseni çıkarabilirsin" buyurmuştur. Bu da gösteriyor ki, âmâ bir
erkeğin yanında dahi örtünmek sadece Hz. Peygamber'in hanımlarına has bir
görevdir.
Efendimiz'in iki hanımına
yaptığı bu örtünme tavsiyesi, onların âmâ da olsa erkeklere bakmamalarını
tenbih anlamında da yorumlanabilir. Aslında şehvet duyulmaması halinde müslüman
kadınların, müslüman erkeklere göbek ile diz kapakları arası hariç bakmaları
mübahtır.
Ancak şehvet söz konusu
olacaksa bakamazlar. Bunun tayin ve tesbiti zor olduğu için ortaya çıkması
muhtemel kötülükleri önlemek bakımından ihtiyatlı davranılması tavsiye
edilmiştir.
Üçüncü hadis, yaşlı olsun genç olsun bir erkeğin, bir başka erkeğin avret yerine
bakmasının haram olduğunu, yine kadının da bir başka kadının avret mahalline
bakmasının yasaklandığını bildirmektedir. Ayrıca erkek erkeğe ve kadın kadına bir örtü altında
tenleri birbirine değecek şekilde çıplak olarak
bulunmaları da yasaklanmıştır.
Aynı cinsten olan iki kişi
için yasak olan bakma ve bir örtü altında bulunma işi, karşı cinsten
olanlar hakkında öncelikle
yasaktır. Nitekim müellif Nevevî şöyle
demektedir: "Bu hadis bir
erkeğin, bir başka erkeğin avret yerine, bir kadının da başka bir kadının avret yerine bakmasının
haram olduğunu ifade ediyor. Aynı şekilde bir erkeğin bir kadının avret yerine,
bir kadının da bir erkeğin avret yerine bakması öncelikle haramdır."
Erkekle kadının birbirinin
avret yerine bakmasının haram olması, aralarında nikah bağı bulunmayanlar
içindir. Karı koca birbirinin avret yerine bakabilir. Hanefîlere göre erkeğin
avret mahalli, göbeğin altından diz
kapağının altına kadardır. Kadının ise,
bütün bedeni avrettir.
Bir örtü altında aynı cinsten
olan iki kişinin erkek olsun kadın olsun çıplak olarak yani tenleri birbirine
değecek şekilde bulunmaları ve yatmaları
sapık ilişkilere yol açabileceği
için yasaklanmıştır.
Hadîs-i şerîf, gerek aynı
cinsler gerekse farklı cinsler arasında olabilecek her türlü cinsel sapma ve
günahın yolunu daha baştan kapatmak için alınması gerekli tedbirleri ortaya
koymaktadır. Bu tedbirlerin ne kadar
doğru ve yerinde olduğu ise, günümüzün acı gerçekleriyle isbatlanmaktadır.
Toplumların cinsel ve ahlâkî
açıdan sağlıklı fertlere sahip olabilmesi, ancak, muhtemel kötülükleri önleyici tedbirlerle mümkündür.
İslâm her bakımdan temiz ve
sağlıklı fertler ve toplumlar istemektedir. Dinin öngördüğü bu ve benzeri tedbirleri gereksiz hatta kötü niyet mahsulü
olarak değerlendirenlerin ve çağdaşlığa aykırı bulanların ne tür rezaletleri
ve öldürücü cinsel hastalıkları
paylaştıkları ortadadır.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Ansızın bir haramı görmek,
gözü ondan hemen çevirmek şartıyla, sorumluluk doğurmamaktadır.
2. Nâmahrem kadınlara bakmak
yasaktır.
3. Erkek erkeğin, kadın
kadının avret mahalline bakamaz. Karşı cinsler arasında ise bu yasak öncelikle
geçerlidir.
4. Bir örtü altında erkek
erkekle, kadın kadınla çıplak olarak yatamaz.
5. Karı-koca birbirinin avret
mahalline bakabilir.
6. Âmâ erkekler yanında
müslüman hanımların örtünmesi gerekmez.
7. Harama götüren şeyler de
haramdır.
HALVET YASAĞI
YABANCI BİR KADINLA BAŞ BAŞA KALMANIN HARAM
OLDUĞU
Âyet: "Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde
arkasından isteyin." Ahzâb sûresi (33), 53
Müslümanların Hz. Peygamber'e, saadet
hanelerine ve muhterem eşlerine karşı nasıl davranacaklarını öğreten uzunca bir
âyetin içinde yer alan bu ilâhî beyân, "harem" ilânı anlamına gelmektedir.
Öncelikle Peygamber
hanımlarından, lüzumlu bir şey soracak ya da bir şey isteyecek olan müslüman
erkekler, onların görülmesine engel olan bir perde, bir siper arkasından
soracak ya da isteyeceklerdir.
Bu tavır ve davranış, bir ölçü
olacak ve öteki müslüman hanımlarla yapılan görüşmelerde böyle nâzik ve temiz
yollar mümkün olduğunca takip
edilecektir. Âyetin devamında "Böyle
yapmanız hem sizin kalbleriniz, hem de onların kalbleri için daha temiz bir
davranıştır" buyurulmak suretiyle günlük ilişkilerde aranan nezâhet
ifade edilmektedir. Böylece nâmahrem hanımlarla bir arada bulunmuş olmak gibi
bir sakıncanın da önüne geçilmektedir.
Eski müslüman evlerindeki
haremlik selamlık ayırımı ve uygulamaları, İslâm'ın istediği mutlu ve sağlıklı
toplumun, hânelere yansıyan yönünün fiilî,
müşahhas ve -ne yazık ki- tarihî delilidir.
Hadisler: Ukbe İbni Âmir
radıyallahu anh'den rivayet
edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: -"(Yanında
mahremi bulunmayan) Kadınların yanına
girmekten sakının!"
Bunun üzerine ensardan birisi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Kocanın erkek akrabası hakkında ne dersiniz? dedi.
- "Onlarla halvet, ölüm demektir" buyurdu. Buhârî, Nikâh 111;
Müslim, Selâm 20. Ayrıca bk. Tirmizî, Radâ' 16
Hadisler: İbni
Abbas radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Hiçbiriniz, yanında mahremi bulunmayan bir kadınla başbaşa
kalmasın." Buhârî, Nikâh
111, Cihâd 140; Müslim, Hac 424. Ayrıca
bk. Tirmizî, Radâ' 16, Fiten 7
Hadisler: Büreyde radıyallahu anh'den rivayet edildiğine
göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
"Cihada çıkan erkeklerin geride bıraktıkları hanımları, cihada çıkmayan erkeklere kendi
anneleri gibi haramdır. Bunlardan bir erkek, mücâhidlerden birinin âilesine
bakmayı üzerine alır da hiyânet ederse kıyamet günü bu adam durdurulur, o
mücâhid bunun amelinden dilediğini alır." Büreyde diyor ki, sonra
Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem bize döndü ve "Ne zannediyordunuz?" buyurdu. Müslim,
İmâret 139. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 11; Nesâî, Cihâd 47, 48
Halvet, yanında kendisiyle
evlenmesi haram olan bir yakını bulunmayan herhangi bir kadınla tenhada başbaşa
kalmak demektir. Her üç hadiste de değişik açılardan ve muhtelif durumlar söz
konusu edilerek halvetin haram kılınmış olduğu açıklanmaktadır.
Birinci hadis, yanında kocası, annesi, babası, oğlu, kardeşi, teyzesi süt kardeşleri gibi bir mahremi
bulunmayan kadınlarla beraber
bulunmaktan, onlarla oturmaktan sakınılması gerektiğini bildirmektedir. Erkeğin
kendi kızkardeşi, kızı, halası ve
teyzesi yanında olursa, kadının mahremi varmış gibi olur ve bu hallerde bir
arada bulunmak mümkündür.
Medineli bir müslümanın,
kocanın kardeşi, kardeşi oğulları,
amcaları ve amca çocukları gibi yakın erkek akrabalarının da bu yasağa dahil olup olmadığını sorması
üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, çoğu kimsenin önemsemediği yalın gerçeği çok
çarpıcı biçimde "Onlarla halvet ölüm demektir"
buyurmak suretiyle, konuya ait tehlikeyi haber vermiştir. Akraba olmanın
verdiği rahatlıkla her zaman eve girip çıkma imkanına sahip olan bu kabil
yakınlar daima tehlike ile yüzyüzedirler.
Efendimiz'in ifadesi çok kesindir: Kocanın
erkek kardeşi, yeğenleri, amcası ve amca çocukları gibi yakın erkek akrabası
(el-hamvü), ilerisi ölüme götürecek tehlike ortamını oluşturmakta birebirdir.
Onların bu konuya herkesten fazla dikkat etmeleri, halvetten kaçınmaları
gerekir. Bu gibi durumlarda çok iyi niyetli olunsa bile, insanların
dedikodularından kurtulmak mümkün olmaz. Nice ailelerin bu yüzden perişan
oldukları da bilinen ve görünen gerçeklerdir.
Memleketimizde aynı evi
paylaşan ailelerde kardeşle kardeş hanımının bir arada yalnız bulunmaları
yaygın bir âdet halindedir.
Halbuki hadîs-i şerîfte Efendimiz'in ölümdür diye nitelediği de
birinci derecede bu durumdur.
Özellikle evli kardeşin
askerlik veya yurt dışında çalışmak gibi sebeplerle uzun süre evden ayrı
kalması hallerinde, bu durum çok daha büyük tehlike arzeder. Onun için konuya
son derece dikkat edilmelidir. Meselenin önemsenmediği ailelerde
büyük perişanlıkların yaşandığı unutulmamalıdır.
İkinci hadis, -yukarıda
da değindiğimiz gibi- halvet yasağını
prensip olarak ortaya koymaktadır. Bir kere daha tanımlayacak olursak halvet, birbiriyle evlenmeleri mümkün
olan bir erkekle bir kadının, kimsenin göremeyeceği bir yerde iki ikiye başbaşa
kalmalarıdır.
Bir başka hadiste bu yasağın
gerekçesi olarak "üçüncüleri şeytandır" buyurulmuştur.
Şeytanın bulunduğu yerde nelerin olabileceği ise, meçhul değildir.
Ancak hemen belirtelim ki, her an herkesin
girebileceği ve görebileceği okul, hastane, iş yeri ve benzeri ortamlarda
kapılar kilitli ve perdeler kapalı olmadığı sürece veya başkalarının da
bulunduğu yerlerde halvet söz konusu
olmaz. Hatta camlarından içerisi görülebilen otolarda bir erkekle bir kadının
başbaşa bulunması da tenha ve kuytu bir yerde olmamak şartıyla halvet sayılmaz.
Bununla beraber kötü niyet sahipleri bulunabilir.
Hadiste geçen "mahremi"
ifadesinden maksat, kadınla evlenmesi haram olan erkektir. Buna göre yanında
böyle bir erkek bulunan kadınla başbaşa kalmanın mümkün ve câiz olduğu
anlaşılmaktadır.
Ancak âlimler, bu mahrem
kelimesiyle, erkeğin yakın akrabasının da kastedilmiş olabileceğini
dikkate almışlar ve erkeğin akrabasından birinin bulunması halinde de herhangi
bir kadınla bir arada bulunmak mümkündür sonucuna varmışlardır.
Özellikle müslüman hanımların,
hiç de ihtiyaçları yokken çarşı-pazar dolaşıp erkeklerle ihtilatta bulunmamaya,
değişik ortamlarda herhangi bir erkekle
yalnız kalmamaya, ihtiyaç ve zarûret halinde de ihtiyacını karşıladıktan sonra
o ortamdan hemen ayrılmaya dikkat göstermeleri, muhtemel birtakım sıkıntı ve
üzüntüleri önlemek bakımından son derece önemlidir.
Bu tür ilişkilerde, "Her
düşeni bir kapan bulunur" sözü akıldan çıkarılmamalıdır. Herkes
şeytan değildir ama hiç kimse de melek değildir.
Erkek - kadın ilişkileriyle
ilgili bu hadîs-i şerîflerde doğrudan erkeklere hitâb edilmiş olması, bu tür
konularda daha çok dikkatli ve tedbirli davranma iradesine erkeklerin sahip
olduğu anlamında yorumlanabilir.
Bu yoruma göre erkekler,
halvet yasağına uymaktaki dikkat ve başarıları ölçüsünde hem kendilerini hem de hanımları korumuş
olacaklardır. Günümüzün çok karmaşık hayat şart ve şekilleri içinde halvet
hallerinden uzak kalmanın önemi kat kat artmış gözükmektedir.
Üçüncü hadis, İslâm toplumunda bulunması gerekli sosyal ve ahlâkî güvencenin bir
boyutunu dile getirmektedir: "Cihada çıkan erkeklerin geride
bıraktıkları hanımları, cihada çıkmayan
erkeklere kendi anneleri gibi haramdır." Dini, vatanı ve cephe gerisindeki
değerleri korumak için cepheye gitmiş
mücâhidlerin, geride bıraktığı aile efradı, o sefere iştirak etmemiş olan
erkeklere kendi anneleri konumundadır.
Yani onların namusu, annelerinin namûsu kadar haramdır. Burada çok çarpıcı ve vurgulu bir
ifade ve beyan ile karşılaşıyoruz.
Bir insan, kendi öz annesine
karşı hangi duygular içinde ise, cihada çıkmış mücâhidlerin ailelerine karşı da
aynı temiz ve fedakârlık duygularıyla
dolu olmalıdır.
Mücâhidlerin geride bıraktığı
aile fertleri, müslüman toplumda âdeta
bir çeşit dokunulmazlar kesimini
oluşturuyorlar.
O toplumun harbe gitmemiş
fertlerinden herhangi biri, bir mücâhidin ailesine göz-kulak olma işini
üstlenir de bu görevini yapmak için gelip giderken onlara bir kötülük yapmaya kalkışır,
hele ailenin namusunu kirletecek olursa,
kıyâmet günü bu hâin getirilir ve o mücâhide bunun yaptığı amellerin sevabından
istediği kadar alma hakkı tanınır.
Buradaki "istediği
kadar" kaydı, işlenen cinayetin ve hıyanetin büyüklüğünü gösterir. Böyle
bir durumda, bütün iyiliklerini almak istemek, bu tür bir hıyanete uğramış
herkesin ilk düşüneceği ve yapacağı iş olacaktır.
Yani hadisimizin bu ifâdesi,
mücâhidlere aile güvenlikleri konusunda hıyanet edenlerin, bütün iyi amellerinin sevabını âhirette
kaybedecekleri ve tam bir âhiret yoksulu haline geleceklerini kesin olarak ilân
etmektedir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in, bu
durumu bildirdikten sonra çevresindekilere dönerek "Ne sanıyordunuz ya!" buyurması, hem söz konusu olan hıyânetin
büyüklüğüne hem de cezasının ağırlığına işaret etmekte olduğu gibi bir yandan
da "Mâdemki söylediklerimi duydunuz ve doğruluğuna inanıyorsunuz, o halde
mücâhidlerin hanımlarına hıyanet etmekten
şiddetle kaçının!" anlamında olsa gerektir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Yanında mahremi bulunmayan
bir kadının yanına girmek, onunla
tenhada baş başa kalmak (halvet)
haramdır.
2. Kardeş, kardeşinin
hanımıyla başbaşa kalamaz. Kardeş çocukları, amca ve amca çocukları gibi
erkeğin yakın erkek akrabası da aynıdır.
3. Cihada çıkmış bir mücâhidin
âile fertleri, gerideki erkekler için kendi anneleri hükmündedir. Onlara ihanet
etmek, kişinin annesine hıyanet etmesi
kadar çirkin ve ağır bir suçtur, cezası da ona göredir.
4. Mücâhidlerin yokluğunu
fırsat bilip aile efradını istismar etmek asla câiz değildir.
5. İslâm toplumu, mücâhid ve
gurbettekilerin geride bıraktıkları için
tam bir emniyet ve güven ortamıdır.
6. İslâm'ın hedefi, zinâ ve
zinâya götürecek bütün yolları kapamak suretiyle toplumu cinsel ahlâksızlıklardan arındırmaktır.