Te’lif; EBU EMRE
“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/27)
Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis
onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra
onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri
azaba uğratacaktır.
Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne
için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi
hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz.
Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek
hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği
için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti
eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu
bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Bu da aynen:
“Ben cinleri ve
insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)
Onlara muhtaç
olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için
yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk
etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor:
İsteyerek veya istemeyerek Bana
ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye
yarattım.
Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor
insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya
bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler,
gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmezlikten gelmesi o gerçeğin
mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen
insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını,
akılsızlığını, eblehliğini gösterir.
Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı
gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece
gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok
değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi
değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:
“Sizi biz yarattık, o halde tasdik
etmeniz gerekmez mi?” (Vakıa(56)/ 57)
İnsanoğlu ister kabul etsin ister
etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar
etmesi ve -Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey
değiştirmiyor.
Çünkü insan yokken var olan bir
mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster
bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu
sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle
sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu
varidenin mevcut oluşunu gösterir.
Aynen
evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbi de devrede
olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir
zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi,
birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi
kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları
birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın
kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi
bundan daha aptallığını ifade eder.
Bunu itiraf etse de etmese de onu
Allah yaratmıştır. Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu
da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse
insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır.
Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya
“esfeli safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki
Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:
“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve
salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.” (Tin
Suresi(95)/ 4 – 6)
Güzel bir şekilde yaratılan; güzel
hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların
aşağısına -Esfeli safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni
(yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi
tutulduğunu gösterir.
Demek ki insanoğlu yaratılış
itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir
kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini
devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki
eder ki Alâyı illiyyine çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı
bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse –esfeli safilin–
aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar,
diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların
kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat
onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler.
Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar
bunlardır.” (Araf Suresi (7)/ 179)
Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu organları bahşettiği
halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c)
hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın sözünü
anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin hilafına -
ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için
yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış
olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeple kim Allah’a itaat
ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de
hayvanlar daha iyidir. Bu sebeple Allah (c.c) “Onlar hayvanlar
gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.
Ve yine bir ayeti kerimede:
“Yoksa sen onlardan
çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan
gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.” (Furkan
Suresi (25)/44)
Durumları otlamaya
giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler.
Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir
başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak
koşmaktadırlar.
Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde
yükselmeye ve alçalmaya muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor.
Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine
ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri
fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.
Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların
en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da
kadınlardır.
Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve
erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç
duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle
yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri
tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;
“Size, kendi nefsinizden,
kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet
koyması da O’nun delillerindendir.” (Rum Suresi (30)/ 21)
Allah (c.c) Hz.
Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah
(c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere
kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve
gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.
Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı
cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda
neden bunu yaptık diyor. –Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete
kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeten ve rahmeten” bir
sevgi ve rahmet kıldık, diyor.
“Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi
kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin
birbirine çekicilik arz eden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi
hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey
“mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.
Yani nasıl ki gençliğinde birbirine
ihtiyaç sahibi iseler, ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri
kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve
aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki
ediliyor.
Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan
“mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun
ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret
almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.
Yukarıda zikrettiğimiz ayette
öncelikle şunu vurguluyor;
“İnsanoğlu kabul etse de etmese de, tasdik
etse de etmese de, inansa da inanmasa da onu biz yarattık, diyor. (Vakıa
(56)/ 57)
Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah
ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan
insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hem de sizin cinsinizden
halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım
parça. Ve hem de bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine
meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği
yaratılmışlar.
Bunu birbirine bağlamada kasıt şu;
Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen
Allah (c.c.)’ın sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize,
kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün
olmazdı.
Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı
muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur.
Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için
fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok
meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu
karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle
mükafatlar var, demiyor.
Ama çocuğun ana – babaya karşı yaptığı her
şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda
almış. Onlara:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk
etmenizi, ana–babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de
senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile – deme, onları azarlama ikisine de
güzel söz söyle.”[1]
Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti
çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül
edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile-
demeyin , diyor.
Yani ananın babanın çocuğa yaptığı
karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana babasına yaptığı bir itaat ve
isyan meselesidir.
Aynen insanlığın devamı bekası için
kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir
gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir
şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda
“mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.
İşte böyle birbirine muhtaç olarak
yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.
Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman
müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada
da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate
parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Kul evlendiği zaman dinin yarısını
tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.”[2]
Yukarıdaki
sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet
yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün
oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da
bir yarımlılık sayılıyorlar.
Hadiste de, kul evlendiğinde dininin
yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet
telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde
ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan
korksunlar diyor.
Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire
çizmiştir. Burada erkeğin kendine de böyle Allah’ın çizdiği bir şer’i
daire yok mudur? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele
alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden?
Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.
Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an
ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak
toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı
kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir
payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu
ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice
mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.
Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın
düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki
payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının
salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının
salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istidadı vardır.
Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç
bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır.
İkisine de çekirdek olacak istidattadır kadın.
Çünkü, içtimai yönden yani sosyal
hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır.
Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh
toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.
Kadının salahında yani iyi olmasında
toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma
nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun
ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına
kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir
mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da kadının salahına
bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı
olanınızdır” diyor.[3]
Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da
özelleştirilmiş şekle indiriyor.
Yani neden erkeğin iyi olması, kadına
iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar
erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi
davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara
iyi davranmanıza bağlı.”
Onun için toplumun salahı kadınların
salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli,
orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa
olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde
işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otomatikman erkekte
ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan
erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından
daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Benden sonra erkekler için
kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.[4]
Evet benim vefatımdan sonra siz
erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde
olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı
itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında
kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen
anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir
yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da
kadın.
Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki
yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan
manasında. “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani
onların ifsat olması.”
Bu, mefhumu muhalifi doğurur. Şimdi
bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat
edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz.
“Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin için de çok büyük bir hayır
manası taşır.”
Bu söz yani fitne kelimesi
kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de
kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne
olmaz? –Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.
Mesela; benim elimin üzerinde yarım
santimlik bir yarık olsa bir de kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık
olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine
göre elin üzerindeki yarım santimlik yarığın ne önemi var.
Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt
edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının
fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey
çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin
Allah’ın Resulu (sav) – “Benden sonra size kadından daha büyük fitne
bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz
değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.
Toplumun salahı kadının salahına
orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir
sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
“... İnsan vücudunda bir et parçası
vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset
bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.[5]
Yani nasıl kalbin salahı cesedin
salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece
toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.
Kadının gündeme gelmesi değerli
olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir
değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için
zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden
bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir
çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının
şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama
kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla
erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte
illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.
Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve
erkeğe - alın buna bakın – deyin. İkiniz de eşitsiniz deyin. Erkek buna iki
gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun
fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir
cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele
alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği
kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde
olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen
ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir
cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.
Burada ilk koyacağımız nokta şu.
Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü
tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ
değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının
çekiciliğidir.
Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi
ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:
“Göbekle diz kapağı arasıdır.”[6]
Bu bunun haddidir. Onun dışında bir
çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın
Resulu (sav)’in dediği gibi,
“Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa
çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”[7]
Avret dediğimizde yani kadın çekici ve
cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece
“göbekle diz kapağı arası” gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır.
Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele
alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.
Bir amelin kabulü için iki şart
vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere
alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka
bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu
yaşadığımız ortam farklı gösterir.
Türkiye ortamında genç bir kız
kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine
bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa
imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan.
Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer,
başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla
gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına
delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.
Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın
verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması onun şuurlu olduğunu
gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun
imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi
bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş
bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.
Bizim işte bu gibi bir toplumdaki
kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun
erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş
şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız
iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala
emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana –
babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.
Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla
yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe
zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir
şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla
yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil
imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun
için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i
ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez.
Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan
ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir
payı yoktur.
Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi?
Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren
unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda
ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması
gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık
cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.
Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda
yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre
indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın
gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın
yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde
yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda
hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.
Onun için insanlığın devamının
bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık
ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın
“mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu Teala’nın
koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara
karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun
zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir.
Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için
olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine
alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile
olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu
(sav) efendimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde
gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine
gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”[8]
Ve yine bir hadisi şerifte:
“Kadın bütün olarak cazibedir.
Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tanzim eder” diyor.[9]
O
çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman
şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve
hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.
Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in
bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani
bu mevzuda salah mevkiinde oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani
kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim
olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın
kendinden veriyor.
“Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu
(sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep
kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş. Sonra
Ashabının yanına çıkarak:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde
gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine
gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir” buyurmuştur.[10]
Bakın bu misali kendisinden veriyor.
Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiyle de olsa böyle bir cazibenin
dairesine girebilir. Binaenaleyh şer’i ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde.
Yani kadın da olsa şer’i çerçeve çiziliyor, erkek de olsa. Kadın için ama
başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.
Yani kadın hem kendisini koruyor hem
de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin
işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.
Onun için kadını fitnede odak noktası
yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil.
Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu
daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Kim bir kimseyi
öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat
hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) /
32)
Yani insanın bu hareketi hem hayra hem
de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi.
Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.
Yine bakıyorsun hadisi şeriflere
Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: “Cennet anaların
ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada
“ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında”
demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani
ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı
olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;
“Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev
,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım
eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir
kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama
erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle
bir ifade vardır. “Haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayalısı iyidir
ama haya kadında daha güzeldir”[11]
diyor.
Yani hayanın kadına kazandırdığı değer
çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha
çoktur.
Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın
Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu
(sav):
“Anandır” dedi. Adam: - Sonra
kim? – Anan. –Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ?
deyince. – Babandır, buyurdu.”[12]
Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu
meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu
anladınız değil mi?
Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın.
Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak alıyor. Ondan sonra
tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen
ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadta kullanmak mümkündür.
ifsat ve fitne kelimeleri
kullanılırken bakın şimdi:
“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız
ancak birer fitnedir.”(Enfal (8)/ 28, Tegâbün
(64)/ 15)
“Ey iman edenler! Eşleriniz ve
çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)
Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın
eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan
ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki,
kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık
onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.
Kadını en önce varlık olarak ele
alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana”
olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:
“Size benden sonra en büyük fitne kadınları
bıraktım.”
derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana”
ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak
mümkün değil. Ama;
“Cennet anaların ayakları
altındadır.”[13]
Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz
onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir
tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi?
Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. – Ana – Saliha bir eş
–gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı
yeri anladınız değil mi?
Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına
bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma
manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.
Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü
ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin
başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek
dolanacak. Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği
gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda
açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı
arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede
meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen
değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu
değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.
Hem erkek gibi giyineceksin o yazın
sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün
olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir
önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı
değer ölçülür.
Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir.
Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir
durumda olması:
“Erkekler, kadınların yöneticisi ve
koruyucularıdır.”[14]
“...Erkeklerin kadınlarından bir
üstün derecesi vardır.” (Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:
Kays bin Said (r.a)’dan rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.)
ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime;
Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e
geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde
ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın,
dedim. Resullullah (sav):
“Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir
kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar
üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde
etmelerini emrederdim” buyurdu.[15]
Ona maddi yönden verilen üstünlük.
(Teşbihte hata olmaz.) Hadi senin de hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir
değerin yanında – sen de ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için
verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek
gerekir.
Yani erkeğe verilen evinde hakim
olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak
için bir pay sayılır arkadaşlar.
Kadına verilenle ölçülecek olursa
kadının küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına karşılık
verilen dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest
giyineceksin ondan sonra da seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, senin
de hatırın olsun, senin de seviyen olsun, senin de gönlün olsun der gibi. Kendi
evinin reisi ol. İşte denmiş.
Şimdi birisi gelip de neden onlara
evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de
neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın
geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye.
Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye
başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen
bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi,
eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek
olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.
Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın
eşitlik iddiasında, erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip
olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen ben de sahip olmak
istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne
almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri,
mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş. Birisi çiklet satacak, müstehcen bir
kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir
kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir
değer yok.
Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir
malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir. Bilakis değeri
verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce
gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.
Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın
kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa,
bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu
hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.
Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü
fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz
olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin
bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez.
Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir.
Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında
gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şer’i ıstılah ifadeleri adil kullanılsa
bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.
Bunu anlamanız için şöyle bir misal
verebilirim. Şer’i hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek
isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile
her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler
farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı
düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla
çıkmış, Müslüman da olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen
gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama şer’i hukukta aynı adı veriyor.
İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı
birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı
tesir aynı değildir.
Erkeğe de bu isim verilir ama sanki
değerinden bir şey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha
kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.
Bu vakıalar tesettürü ele alırken
düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip
olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.
Şekli olan tesettürde bakın böyle çok
kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar
açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafir de olsa aniden
önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde
hassasiyeti geliştirir.
Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde
aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu
kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur.
Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da
kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namaz da böyledir. Sair ibadetler de
böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz,
her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre
yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun
neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.
O meseleler sana ister ispat etme,
ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın.
Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet
gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.
Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı
bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman
birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla
işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi
hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama
hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman
hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul
etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu
ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul
etmeyişinden düşünün. Bir de o ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep
olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.
Gittikçe
kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil, Rabbimiz
böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o emre
ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi küllünde de hassasiyet. Hassasiyet
oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama
konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor.
Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu
ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler var. (Ahzab suresi 32.
ayeti okuyun ve düşünün).
“Ey Peygamber
kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan
sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan kimse, kötü
ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”
İslamın hassasiyeti vardır. İslamı
yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı
tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi
kadın ve erkek tokalaşıyor[16]
hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor.
Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla
oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laçkalaşmış
ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür
şekilden öteye geçememiştir.
Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim
için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:
“Peygamberin eşlerinden bir şey
istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz
için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”[17]
Önce demek istediğim ayet bu şimdi.
Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey
isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim
olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle
alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:
“Ey
Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet
olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının,
dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal
kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah
suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer
müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi 50)
Bakın,
Peygamberden sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine
bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul
edilenler. Sana öz annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis
değil bakın.
Nikahı
haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar.
Sahabeye bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat
edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.
Yani,
onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin
kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar.
Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.
Peygamberin
hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı
karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez
bile.
Peygamberin
arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün
insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük
geçmesi mümkün mü? Buda değil.
Bütün bunun
yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne
olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.
Bakın karşı
karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız
haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile
takınacağınız tavır işte bu.
Sana nikahı
haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha
farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada
açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.
Neden
misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:
“Ey iman
edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız
aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”(Nisa suresi
135)
Bir
insanın babası aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin
aleyhinde de kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.
Nikahı
haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan
oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek
oluruz. Bu çok açıktır _ Bilene
___
Birisi
dese şimdi; “canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına
hastır. Haslık menfide mi olur, müsbetlikte mi olur?” Müsbetlikte olur. Benim
annemin dışarıya çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?
Yani
kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının
yanında kapanma has mı olur. Annelerinin yanında onların kapanması has mı olur.
Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul
edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.
Önce bu
ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin
salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz
metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada
hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah
Subhanehu Teala Kur’an da:
“Eğer sizin
iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz
çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...”
(Bakara suresi 137)
Sizin iman
ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman
ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.
Çünkü
sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh
müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.
Onların iman ettiği gibi derken, onların
örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti
böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların
Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir
arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini
inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.
Yani bu iman meselesi tesettürde
düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak
hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi
kapanırsanız. Bu çok açıktır.
Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten
delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru
yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.
Çünkü KUR’AN ve SÜNNET
doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti
olması gerekir. Herkes “KİTAB ve SÜNNET” diyor. Aksini
diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB ve SÜNNETİN” üzerinde
olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi
iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc
ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların
namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.
Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine
Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor. (Ahzab suresi 59)
Burada ki hicab emri birine farklı
birine farklı mı, yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına,
müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin
hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı
örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu
hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:
“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı
kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine
herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha
hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor. (Nur
suresi 60)
Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe
ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama
taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade
ediliyor.
Yani bakın çok dikkat edin.
Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir
çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu
onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim! biz nankör kulların sana ne
kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan
uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Ya Rabbi! bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl,
kalplerimizi dininde sabit kıl __AMİN__
Şimdi başa
aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle
açıklıyor;
“Çocuklarınız
ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi
onlarda izin istesinler.” (Nur suresi 59)
Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa
erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından
diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
“ Çocuk on beş yaşına geldiğinde,
artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”[18]
Buluğ çağına erdiği andan itibaren
örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa
erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu
şekilde lakayt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık
olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.
On iki – on üç yaşına gelmiş bir kızın o
yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından
babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur
bakın.
Ama küçükken çocuk buna alışmış
kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün
tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman
geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.
Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız
çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor.
Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir
bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi
bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider
evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan
yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın
Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.
“Kırda yaşayan kabalaşır, av
peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”[19]
Yine,
“Her Peygamber muhakkak koyun
çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”[20]
Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre
özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam
edelim. İnşallah,
“Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün
hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları,
yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan
kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi
sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”[21]
Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim
yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı
kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali
yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde
etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.
O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından,
fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü
evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç
erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O
terbiyeyi Kur’an da bile verirken;
“Ey İman edenler! Ellerinizin
altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına
erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin
istesinler.” (Nur suresi 58)
Anaların babaların odalarına girerken
bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek
erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının
verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık
ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar
telafi edilemez.
Anadolu’ya baktığımızda bir
kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir
beladır bunun farkında bile olmaz. Kimse de bunu halletme yoluna gitmez. Bakın
Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?
“Tek başlarına iken, kadınları
ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. –Ya Resulullah, ya
koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki – Koca tarafından akraba
olursa o ölümdür.”[22]
Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik
vardır.
“...bir erkek bir kadınla baş başa
kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”[23]
Görüyorsunuz İslam’daki hassasiyeti.
Bir de bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi İslam esaslarından tamamen nasıl
uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok
müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş.
Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.
Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz
ki bizden sonraki gelenler daha rahat İslam’ı yaşayacakları ortamı
bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani
kurtulamamamız meselenin hep şekliyle meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.
Bir hadis daha zikretmek istiyorum.
Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?
“Kocaları yanında olmayan kadınları
ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı
gibi dolaşmaktadır. Biz – Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benim de. Fakat şeytana
karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğdi.”[24]
Evet, misaldeki dersi alabildik değil
mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım-
bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.
Buluğa ermiş bir çocuğa elini
yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak
demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.
İnanın şu ortamda kapandığı halde,
peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader,
enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar
vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi
veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz
bize ne nasihat ediyor:
“Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden
her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”[25]
İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu
yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim
başımıza gelecek demektir.
Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas
yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab
suresindeki:
“Ey peygamber! Müminlerin
annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir
kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı
olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Ahzab Suresi
(33)/ 59)
İfade bu.
Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale
baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi
Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.
“Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah
yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı.
Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten
sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere
indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu
gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde
konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman
ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı
bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki
Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı
aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı
yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum
deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman
kadınlar hafif hafif idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları
ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler
hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben
gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim.
Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak
üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.
Safvan
İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan
eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle
görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum
yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni
görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı
sırada onun:
“ İnna lillahi ve inna ileyhi
raciun” (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.
Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki,
o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi
raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü.
Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan,
bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten
sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...”[26]
Aişe annemiz ne diyor, istirca
sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni
Hicab’tan öncede tanırdı diyor.
Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz
durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın,
sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde
olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi
Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü
örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık
saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.
Misal mi, Allah’ın Resulu (sav),
Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor
dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile.
Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada
Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) – Kızım gerdanını kapat
diyor.[27]
Yani bakın daha Mekke’de iken
bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden
evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün
kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü.
Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve
yüzünü kapatıyor.
Şimdi ayetle tanınıp eziyet
edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı
alakalandırdınız değil mi?
Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu
kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık.,
sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:
“Biz ihramlı olarak
Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi.
Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından
örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “[28]
Yine bir hadisi şerifte,
“Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan
– Ümmü Hallad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi.
Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi
ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi.
Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete
uğradım.” Cevabını verdi...”[29]
Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin
yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten
kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):
“İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın
ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.[30]
Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan
evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?
Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren
nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden
bir tanesi şu:
“Mümin erkeklere söyle de, gözlerini
haramdan sakınsınlar...”
“Mümin kadınlara da söyle, onlarda
gözlerini haramdan sakınsınlar...” (Nur suresi 30- 31)
Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak
diyor ki; şimdi “gözlerini yere diksinler” den maksat ne? Demek ki diyor. –
gözlerini yere dikmeleri yüzü açık ta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki
yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O
ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.
Gelelim bu topluma bu toplumda bu
mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri
korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse
birileri de görse – Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş – manasını
çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne
zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden
çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.
“Bir gün Allah’ın Resulu’nün
huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. – Ya Resurullah!
Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini
kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...”[31]
Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç
duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne
bakabilir.
“Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben
Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir
kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O
kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu;
öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde bir küçüklük
vardır.” [32]
Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme
kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:
“Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi
ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü
sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.[33]
Gelen bir müşkülatı böyle defetmen
mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların
iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar
basit. Gerisi hiç önemli değil.
Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi
Rabbilalemin.
“Ey İman edenler sizi, size hayat
verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki
Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp
toplanacaksınız.” (Enfal Suresi(8)/24)
EBU EMRE
[1] (İsra Suresi (17)/
23 , Ankebut Suresi (29)/8), (Taberani (5/272) Müslim(2551- 85.)
[2] Keşful Hafa(214) Mecmauz Zevaid(4/252) Zübeydi
İthaf(5/288) Camiüs Sağir(8591) Kenz(44433) Nevafihul Atira(2105) Iraki el
Muğni(1389) ihya(2/23) Tergib veTerhib (4/203; Beyhaki, Taberani ve Hakim’den)
zayıftır. Ebu Ya’lanın benzer bir rivayeti için bkz.:Ramuzül Ehadis(489)
Mecmauz Zevaid(4/252)
[3] Tirmizi(2743,1171) Hakim, Müstedrek(1/53) İbn
Mace(1609) Camiüs Sağir(3990) hasendir.
[4] Buhari(7/11)
Müslim(zikr 26) Tirmizi(2780) Ahmed(5/200) Beyhaki(7/91) Beyhaki Sagir(2470)
Şuabul İman(5410) Taberani(1/133) Mişkat(3085) Kurtubi(12/311)
İbniAsakir(2/395) Hatib(12/339) Hilye(3/35) Zübeydi İthaf(7433) Fethul
Bari(9/137) Nevafihul Atire(1712) İbni Mace(3998) Şiratul İslam(324)
[5] Buhari(4/1900) Müslim(1599,2564) Dârimi(2535) İbn
Mace(3984) Nesai(443)
[6] Taberani Mucemus Sağir(709)
[7] Tirmizi(1173)
Deylemi(6713) Tac(3/596) Kenz(45158) Taberani(10/132) Mecmauz Zevaid(4/314)
Keşful Hafa(2705) İbni Kesir(3/491) Beyhaki Şuab(7819) Mişkat(3109) Şa'rani
Hukukil Uhuvve(266) Nasbur Raye(1/298) İbni Hibban(Mevariduz Zaman(s.103) İbni
Huzeyme(3/93) Feyzul Kadir(6/267) Iraki Muğni(1572) Kunuzül Hakayık(8006)
Elbani Sahihul Cami(6/14) Tergib Ve Terhib(2/269) Nevafih(1855) İbnu Katan
Kitabun Nazar(s.137) ittifakla sahihtir.
[8] Müslim(1403)
[9] Taberani / Mecmauz Zevaid(2/35)
[10] Müslim(1403)
[11]Deylemi’den;
Kunuzul Hakayık(3405) el Mesanid(2/160)
[12] (Tergib ve Terhib
5/126 – Buhari Müslim )
[13] Ahmed(3/429) Nesai(6/11) İbni
Mace(2781) Hakim(2/70,4/151) Deylemi(2611) Ebu Bekr eşŞafii Rubaiyyat(2/25)
Ebuş Şeyh Fevaid(s.253) Hatib Cami(2/289) Dulabi Kuna(2/138) Kudai(119) Keşful
Hafa(1/335) Dürerül Müntesira(68) Ahadisul Kussas(70) İbni Adiy(6/2347) Şa’rani
Bedrul Münir(1124) Kenz(45439) Elbani Daife(593) Daiful Cami(s.394 no;2666)
Camiüs Sağir(3642) Tergib ve Terhib(5/5) Nevafihul Atira(610) Hafız Yemani;
sahih, Suyuti hasen dedi, Elbani mevzu olduğunu iddia eder. Doğrusu Muaviye Bin
Cahime’den gelen rivayet sahihtir. Zehebi de bunu doğrular. Elbani’nin Mevzu
dediği rivayet ise, Enes Radıyallahu anh.’den gelmiş olup zayıftır.
[14] (Nisa Suresi(4)34,
E.Davud/ 2142, İbn Mace/1850)
[15] (E. Davud/ 2140)
[16] Hadiste;"Kişinin
başına demirden çivi çakılması yabancı kadına dokunmasından daha iyidir."
Buyruluyor. Bu sahih hadisi; Taberani Mucemul Kebir’de(20/212) Suyuti Camius
Sagir’de(7216) Elbani Sahiha’da(226) Beyhaki Şuab’da(5455) Ru'yani
Müsned’de(2/323) Münziri Tergib’de(3/66) Deylemi Müsnedül Firdevs’de(7859) İbni
Sünni(43/b) Ebu Nuaym Tıbbun Nebevi’de(2/33) Nebhani Fethul Kebir(9665) Heysemi
Mecmauz Zevaid’de(4/326) rivayet etmişlerdir.
-Seyfullah
Erdoğmuş -
[17] Ahzab suresi 53
[18] Beyhaki
“Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.)
[19] Nesei(4289)
Tirmizi(2357)
[20] Buhari
[21] (Tirmizi(3130) Ebu
Davud(4693)
[22] Buhari(nikah
11/1-6/159) Müslim(selam 20) Tirmizi(1171) Darimi(2645) Ahmed(4/149) İbnu Katan
Kitabun Nazar(s198) Cemül Fevaid(4347) Tergib(4/195) Beyhaki(7/90) Beyhaki
Şuab(5437) Tac(3/615) Fethul Kebir(4871) Deylemi(1551) Kunuz(2467) Kenz(13060)
Makdisi Umdetul Ahkam(306) Nesai İşretün Nisa(338) Fethul Bari(9/330) İbni
Cevzi Zadul Mesir(6/34) Nüzhetül Muttakin(2/339) Rıyazus Salihin(1630) Iraki
Tarhut Tesrib(7/39)
[23] Müslim(hac 1341)
Tirmizi(2165) Nesai(3898) Ahmed(1/18,26) Hakim(1/114) Beyhaki Şuab(5454) Zeylai Nasbur Raye(4/249) Kunuzul
hakayık(9537) Kenz(13042) Tergib(4/196) Ramuz(172/7) Tac(3/616) Tarhut
Tesrib(7/40)
[24] (Tirmizi / 1181, – Müslim / 2174, – Darimi 2785, – Ebu
Davud / 4719) bkz.:Müslim(selam 22) Tirmizi(2779) Beyhaki Şuab(5444)
Buhari(9/290) Cemül Fevaid(4350) Rıyazus Salihin(1631) Nüzhetül Muttakin(2/339)
Tarhut Tesrib(7/40)
[25] Tirmizi(2484) Ebu Davud(Edeb / 16)
[26] Buhari(megazi 34)
Müslim(tevbe 58) Tirmizi(3180) Ebu Davud(4735) İbni Kesir(3/1584) Cemül
Fevaid(7104) Taberi(2/111) İbni Hişam(4/10) Vakıdi(2/426) DürrüMensur(190) İbni
Seyyidin Nas Uyunül Eser(2/128) Zadul Mead(3/1223) İbni Mace(1970) Beyhaki
Delail(4/64) İbni Sad(2/65)
[27] Ahmed b. Hanbel
[28] Ebu Davud(1833)
İbni Rüşd Bidaye(2/166) İbni Sa'd(8/71) İbni Mace(2935) İbnu Katan Kitabun
Nazar(s149) Ezraki(2/14) Cemül Fevaid(3246)
[29] Ebu Davud(2488)
Beyhaki(9/175) İbni Sad(3/83) Suyuti Babus Seadeteyn(43/17) Cem'ül Fevaid(6133)
Hayatus Sahabe(3/201) Kenz(2/157)
[30] Malik(730)
Buhari(3/146) Ebu Davud(1827) Tirmizi(763) Cemül Fevaid(3235) Müslim(2012)
Nesai(2616) İbni Mace(2920) Ahmed(4252)
Darimi(1730) Tarhut Tesrib(5/40)
[31] Buhari(11/5210)
[32] Müslim(1424) İbni Mace(1964)
[33] Müslim(1699) Ebu
Davud(2148) Tirmizi(2776) Hakim(2/396) Beyhaki(7/90) Ahmed(4/358)
Tayalisi(s.93) Darimi(2646) Cem'ül Fevaid(4352) Tac(3/618) İbnu Katan Kitabun
Nazar(s.71)