BU RİVAYETLERDEN SAKININ
1- ( الدين هو العقل، ومن لا دين له لا عقل له)
( Din akıldır, dini
olmayanın aklı da yoktur ) [1]
Hadis bâtıldır.
Nesâ’î « bu bâtıl ve münker
bir hadistir » demiştir.
Hafız b. Hacer; aklın
fazileti konusunda otuzdan fazla hadis olduğunu ve tümününde uydurma olduğunu
belirtir.
İbn Kayyım’da[2], akılla ilgili
bütün hadislerin yalan olduğunu söyler.
2-
( همة الرجال
تزيل الجبال
)
( Kişilerin azmi, dağları yerinden oynatır )
Hadis değildir.
Aksine Gazzâlî’nin kardeşi
olan Ahmed el-Gazzâli’nin sözüdür.
3-
( الحديث في
المسجد يأكل الحسنات كما تأكل البهائم الحشيش )
( Mescidde konuşmak, hayvanların yeşilliği yedikleri gibi
sevabları yer )
Bunun aslı yoktur.
Gazzâlî İhyâ’da[3] nakleder,
Hâfız el-Irâkî rivâyetin aslını bulamadığını, es-Subki ise, isnadını
bulamadığını söyler.
Rivâyetin dillerde meşhur
olan şekli
ise;
( Mescidde ki mubâh söz ateşin odunu yediği gibi sevabları da yer).
4-
( اعمل لدنياك
كأنك تعيش أبدا، واعمل لآخرتك كأنك تموت غدا )
( Ebediyen yaşayacakmış gibi dünyan için çalış, yarın
ölecekmiş gibi de ahiretin için çalış)
Merfû olarak aslı yoktur.
Ancak son zamanlarda halk arasında şöhret bulmuştur.
5-
( إن الله يحب
أن يرى عبده تعبا في طلب الحلال
)
( Gerçekten Allah kulunu
helâl şeyin talebinde yorgun olarak görmeyi sever )[4]
Uydurmadır.
Ravilerinden olan Muhammed b. Sehl el-Attâr hadis uyduran
birisidir.
6-
( صنفان من أمتي
إذا صلحا صلح الناس: الأمراء والفقهاء، [وفي رواية:
العلماء])
( Ümmetimden iki sınıf salâha ererse, insanlar da salâha
erer: yöneticiler ve âlimler )
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b
Ziyâd el-Yeşkurî hakkında Ahmed b Hanbel; yalancı olup hadis uydurduğunu
söyler. Buna rağmen Gazzâlî İhyâsın da rivâyeti Allâh Rasûlû (s.a.s)’e
nisbet eder!
7-
( من أذنب وهو
يضحك دخل النار وهو يبكي
)
( Her kim günah işlerken
gülerse, ateşe ağlayarak girer )
Uydurmadır.
Bu rivayette yukarıda geçen
Muhammad b. Ziyâd adında yalancı ve hadis uyduran birisi kanalından
gelmiştir.
8-
( حسبي من سؤالي
علمه بحالي
)
( Hâlimi bilmesi, istememe gerek bırakmaz )
Bunun aslı yoktur.
Bazıları bunu İbrâhim
(a.s)’ın sözü olarak aktarırlar, söz isrâiliyattandır. Rivâyete göre, İbrâhim
(a.s) mancınık ile ateşe atıldığında Cebrâil kendisine gelerek; «Ey İbrâhim bir
isteğin varmı?» dediğinde, İbrâhim: «Sana ihtiyacım yoktur» der. Cebrâil: «Rabbinden
dile» der. Bunun üzerine İbrâhim (a.s) yukarıdaki sözünü söyler. Rivâyeti
el-Bagavî tefsirinde Ka’b el-Ahbâr’a nisbet etmiştir.
Tasavvuf anlayışına göre
hikmet hakkında yazanlardan bir tanesi; «Allah’tan istemen O’nu itham
etmendir!» der. Çünkü Allâh her şeyi duyup gördüğünden, Ondan isteme O’nun
duymadığı görmediği anlayışına götürdüğü için Onu itham etmektir!!!
Böyle bir anlayış büyük bir sapıklıktır. Çünkü başta
İbrahim (a.s) olmak üzere bütün Peygamberler Allah’tan istemişler O’na
yalvarmışlardır. Kur’an ve Sünnette bunun örnekleri çoktur. Ebu Davud’un tahriç
ettiği sahih bir hadiste :
( Duâ ibadettir diyen
Allâh Rasûlû (s.a.s) ardından şu âyeti okur; «Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana duâ
edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibâdeti bırakıp büyüklük taslayanlar
aşağılanarak cehenneme gireceklerdir»)[5]
Duâ ile kul, Allâh’a olan kulluğunu ve O’na olan
hâcetini izhâr eder. Dolayısıyla her kim Allah’a dua etmez ise, sanki ona olan
kulluktan yüz çevirmiş gibidir.
el-Hâkim’in[6] tahrîç edip
ez-Zehebî’nin de muvafakat ettiği hasen bir hadiste ( Kim Allah’a dua etmez
ise Allah ona gazab eder) buyurulmaktadır.
9-(
توسلوا بجاهي؛ فإن جاهي عند الله عظيم
)
( Câhım (makamım) ile tevessül edin, çünkü cahım Allah’ın
indinde büyüktür )
Bunun aslı yoktur.
Hiç şüphesiz Allâh Rasûlû (s.a.s)’in yeri ve makamı
Allah’ın indinde büyüktür. Ancak bunun ile tevessül arasında fark vardır,
ikisinin karıştırılmaması gerekir. Câhı ile tevessülde bulunulup kabule daha
şayan olduğu inancının akıl ile bilinmesi imkansızdır. Gaybi bir konu olduğu
için delil olabilecek sahih bir nakil ile sabit olması gerekir. Bu konu
hakkında da sahih bir hadis yoktur.
Bilâkis Ebû Hanîfe şöyle der: « Hiç
kimsenin Allah’tan başka biriyle Allah’a duâ etmesi gerekmez. Musâade edilen ve
emredilmiş olunan dua, Allah’ın şu, ( Allah ait güzel isimler vardır.
O’nu o isimlerle çağırınız) âyetinden yararlanılarak yapılandır. »[7]
Ebû Yusuf ise şöyle der: « Falanın
hakkı için veya peygamberlerden birisinin hakkı için Harem-i Şerîf yahut
Meş’ar-i Harâm hakkı için duâ edilmesini kerih görürüm. »[8]
Tevessülle ilgili batıl
bir rivâyette Şâfii şöyle der: « Ben Ebû Hanîfe ile teberrukte
bulunurum, her gün kabrine gelir ve bir ihtiyacım olduğunda iki rekat namaz
kılarım, böylelikle kabrin yanında Allah’tan ihtiyacımı isterim, uzun
zaman geçmeden ihtiyacım giderilir » Ravilerinden olan Umer b. İbrâhîm
bilinmemektedir.
Rivayetin yalan
olduğu gün gibi açıktır. Çünkü Şâfii Bağdat’a geldiğinde duâ için
nöbetleşe olarak ziyaret olunan hiç bir kabir yoktu. Bu hâl Şâfii döneminde
bilinmezdi. Şafii, Hicâz, Yemen, Şâm ve Mısır’da bir çok sahabi ve tabiin ve
daha önemlisi Medine de Peygamber (s.a.s)’in kabrini görmüştür. Şaşılacak
bir haldir ki, Şâfii buralarda dua yapmamıştır.
Sonra Ebu Hanîfe’nin öğrencilerinden olan Ebû Yûsuf,
Muhammed, Züfer, Hasan b. Ziyâd, ne Ebû Hanîfe’nin ne de başkasının kabrine
böyle bir duâ için gitmemişlerdir.
9-
( ... بحق نبيك
والأنبياء الذين من قبلي
...)
(...Peygamberinin ve
benden önceki Peygamberlerinin hakkı için... )[9]
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Ravh b. Salâh, münker hadisler rivayet
etmiştir.
10-
( لما اقترف آدم
الخطيئة؛ قال: يا رب! أسألك بحق محمد لما غفرت لي. فقال الله: يا آدم! وكيف عرفت
محمدا، ولم أخلقه؟ قال يا رب! لما خلقتني بيدك، ونفخت في من روحك؛ رفعت رأسي،
فرأيت على قوائم العرش مكتوبا: لا إله إلا الله محمد رسول الله، فعلمت أنك لم تضف
إلى اسمك إلا أحب الخلق إليك. فقال الله: صدقت يا آدم! إنه لأحب الخلق إلي، ادعني
بحقه، فقد غفرت لك، ولولا محمد ما خلقتك)
( Adem (a.s.) günahı
işlediğinde şöyle der: « Ya Rabbi, Muhammedin hakkı için beni
affetmeni istiyorum ». Allah, « Ey Adem onu yaratmadığım halde Muhammedi nasıl
tanıdın » deyince, « Ey Rabbim! beni elinle yaratıp, ruhundan bana üflediğinde
başımı kaldırdım ve arşın sütunlarında Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resulullâh
yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki, Sen Kendi ismine en sevgili yaratığını izâfe
ettin ». Bunun üzerine Allah; « Doğru söyledin ey Adem!
Çünkü o beşer içerisinde bana en sevgili olanıdır. Bana onun hakkı ile dua
ettiğinde seni bağışlarım, eğer Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım » der)[10].
Uydurmadır.
Râvilerinden olan
Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem hakkında İbn Hibbân şöyle der: «Hadis uydurmakla
itham olunmuş, Leys, Malik ve İbn Lehi’a üzerine hadisler uydurmuştur.
Dolayısıyla imâm ez-Zehebî rivâyet hakkında uydurma ve batıl derken, İbn
Hacer el-Askalânî de ona katılır.
Rivâyetin batıllığına delil olan bir yönüde, Adem
(a.s.)’ın Nebî (s.a.s.)’i, kendi yaratılışından sonra cennette iken yer yüzüne
inmeden bilmesidir. Halbuki zayıf, ancak daha iyi bir senedle gelen başka
rivayette:
( Adem (a.s.) Hindistana
iner ve yanlızlık hisseder, bunun üzerine Cebrâil inerek; Allâhu Ekber,
Allâhu Ekber, Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh (iki defa), Eşhedu Enne Muhammeden
Resûlullâh (iki defa) deyip ezan okur. Adem şöyle der: «Muhammed de kim»? Cebrâil: «Peygamberlerden son oğlundur» der.)[11]
Râvilerinden Ali b. Behrâm bilinmemekte, diğer bir râvi
olan Muhammed b. Abdullâh b. Süleyman aynı şekilde bilinmemektedir.
Bir önceki rivâyette Âdem (a.s.) daha cennette iken
Peygamber (s.a.s.)’i tanıyordu, bu ikinci rivayette ise, Âdem (a.s.) yer yüzüne
indiği halde Muhammed (s.a.s.)’i tanımamıştır.
11-(
من أذن ؛ فليقم )
( Ezan okuyan kâmet getirsin)[12]
Hadis Zayıftır.
Hadis Abdurrahmân b.
Ziyâd el-Afrîkî yoluyla rivayet edilmiştir.
et-Tirmizî akabinde, Abdurrahmân’ın hadis ehli
indinde zayıf olduğunu söyler. Hadisin el-Bagavî[13],
en-Nevevi[14]
ve el-Beyhakî[15]
zayıf olduğunu belirtmişlerdir.
Bu zayıf hadisin kötü etkilerinden biri de namaz
kılanların anlaşamamalarına sebebiyet vermesidir. Meselâ müezzin bir özürden
dolayı geç kaldığında, bazı hazır bulunanlar ikâmet getirmek ister, ancak
cemaatten birisi engel olmak için hemen bu hadisi getirir, görüldüğü gibi hadis
zayıftır. Dolayısıyla zayıf hadis dinde delil olmadığı gibi Allâh Resûlu
(s.a.s.)’de nisbet olunması caiz değildir.
11- ( حب الوطن من الإيمان
)
( Vatan sevgisi
imandandır)[16]
Uydurmadır.
Es-Sagânî ve diğer
muhaddislerde uydurma olduğunu beyan ederler. Rivâyet, mana olarak ta
doğru bir manaya sahib değildir. Çünkü vatan sevgisi nefis ve mal mülk sevgisi
gibi doğuştan gelmektedir, yani içgüdüseldir. Dolayısıyla bunlara olan sevgiden
dolayı kişi övülmez, hele hele imanın gereklerinden hiçte değildir. Özellikle
insanlar bu sevgide ortaktırlar, bunda mümin ile kafir arasında bir fark
yoktur.
12- ( من أخلص لله أربعين يوما ؛ ظهرت ينابع الحكمة على لسانه
)
( Her kim Allah için kırk
gün ihlaslı olursa, hikmet pınarları dilinde zuhûr eder)[17].
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Haccâc b.
Arta’e zayıftır, kendisi müdellis olup rivayeti an ana sigasıyla zikretmiştir.
el-Irâkî tahrîcu’l-İhyâ da hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir.
13- ( من حج البيت، ولم يزرني ؛ فقد جفاني
)
( Kim Kabe’ye hacca gider
de beni ziyaret etmezse, bana eziyet etmiştir)[18]
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed
b. Muhammed b. Nu’mân güvenilir ravilere söylemediklerini nisbet eder.
Dolayısıyla ez-Zehebî[19]
rivayetin uydurma olduğunu söylemiştir. es-Sagâni[20] ve
eş-Şevkâni,[21] uydurma
hadisleri topladıkları kitablarına bu rivayeti de dahil etmişlerdir.
Bu rivayetin uydurma olduğu rivayetin metninden de
anlaşılmaktadır. Çünkü Allâh Resûlu (s.a.s.)’e yapılan kabalık eğer küfür değil
ise büyük günahlardandır. Dolayısıyla (s.a.s.)’i ziyaret etmeyen büyük günah
işlemiş olur. Bu da, bu ziyaretin hac gibi farz olduğunu gerektirir ki, böyle
bir şeyi hiç bir müslüman söyleyemez. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s.)’in ziyareti
bizi Allah’a yaklaştıran bir ibadet ise, ilim ehline göre bu istihbabı geçmez.
Dolayısıyla onun kabrini ziyaret etmeyen nasıl olur da ondan yüz çevirmiş ve
ona karşı kaba davranmış olsun?
14- (
من زارني وزار أبي إبراهيم في عام واحد ؛ دخل الجنة
)
( Her kim beni ve babam İbrahimi bir sene içerisinde
ziyaret ederse, cennete girer).
Uydurmadır.
ez-Zerkeşi[22]
rivayetin uydurma olduğunu ve hadis ehlinden hiç kimsenin bunu rivayet
etmediğini söyler. Suyûtî[23]
de İbn Teymiyye ve Nevevi’nin, rivayet hakkında uydurma ve aslının olmadığına
dair sözlerini aktarır.
15- (
من حج، فزار قبري بعد موتي ؛ كان كمن زارني في حياتي )
(Kim hacca gider ve ölümümden sonra kabrimi
ziyaret ederse, o kişi beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir)[24]
Uydurmadır.
Râvilerinden olan Leys b. Ebi Suleym, şuuru
bozulduğu için karıştırmıştır, dolayısıyla zayıf addedilmiştir. Hafs b.
Süleyman ise, Hâfız İbn Hacer’in dediği gibi, hadisleri terkedilmiştir. İbn
Ma’în onun yalancı olduğunu söyler.
Şeyhul-İslâm
İbn Teymiyye[25]
şöyle der:
« Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kabrinin
ziyaretine dair gelen hadislerin hepsi zayıftır, dinde bu tür rivayetlere
güvenilmez. Dolayısıyla bu rivayetleri, sahih hadisleri rivayet edenler ve
sünen sahibleri almamışlardır. Bunları; çokça zayıf hadis rivayetinde bulunan
ed-Dârekutni ve el-Bezzâr gibileri kitaplarına almışlardır». İbn Teymiyye
yukarıdaki hadisi zikreder ve sonra da şöyle der:
«Bu rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır.
Müslümanların dinine de terstir. Çünkü mümin olarak onu hayattayken ziyaret
eden, Onun sahabelerinden olur, özellikle O’na hicret eden muhacirler ve Onunla
cihad eden mucahitlerden ise.
Resul (s.a.s) den sabit olan bir hadiste, şöyle
der: (Ashabıma dil uzatmayın, nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden
biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin ne bir avucuna ne de
yarım avucuna erişir)[26].
Dolayısıyla sahabeden sonra gelen bir kişi, beş vakit namaz, cihâd , hac, salât
ve selâm gibi farzları yerine getirse bile, sahâbe gibi olamaz. Dolayısıyla
nasıl olurda müslümanların ittifakıyla vacib olmayan Allâh Resusu (s.a.s)’in
kabrinin ziyareti amelini işleyerek kişi, böyle bir dereceye ulaşmış olsun?
Aksine o kabir için özel olarak yolculuğa çıkmak meşru olmadığı gibi
yasaklanmıştır da. Ancak Allâh Resulu (s.a.s)’in mescidinde namaz kılmak için
yolculuğa çıkmak müstehabtır.»
Konu ile ilgili sahîh hadîsi Buhâri, Müslim ve
diğer Sünen sahipleri tahriç etmiştir, lafzı
şöyledir: « Ancak üç mescid
için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ. »
Allah’a yaklaşma maksadıyla ancak bu üç mescid için
sefere çıkılır. Bu üçünün dışında hiç bir peygamber ve salih kişilerin
kabirleri, türbe, yatır, mubârek yer ve mescidler için sefere çıkılmaz. Sahâbe
bunu böyle anlamıştır.
Sahih isnadlı bir eserde; Ebû Basra el-Gifârî Ebû
Hureyre ile karşılaşır. Ebû Hureyre’ye; « nereden geliyorsun »?
der, o da, «
Tur’dan orada namaz kıldım »
der. Bunun üzerine Ebû Basra şöyle der: « Eğer sana daha önceden yetişseydim
gitmezdin, çünkü ben Resûl (s.a.s)’i şöyle söylerken
işittim: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır;
Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescid-i Aksâ »[27].
El-Ezraki’nin[28] tahriç
ettiği sahih bir rivayette, Kaz’a şöyle der: « Tur’a doğru çıkmak istedim, bunu
İbn Umer’e sordum, o da Nebi (s.a.s)’in ne dediğini duymadın mı »,
diyerek yukarıdaki hadisi zikreder. Ardından da; « Tur’u bırak oraya gitme » der.
16-( من زار قبر والديه كل جمعة ، فقرأ عندهما أو عنده [ يسن ] ؛ غفر
له بعدد كل آية أو حرف )
( Her kim baba ve annesinin kabrini
her cuma ziyaret eder, o ikisinin veya
babasının yanında Yâsin (suresini) okur ise, her âyet ve harfin sayısınca
günahları affolunur. )[29]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Amr b.
Ziyâd’ın hadis uydurduğunu ed-Dârekutnî ve İbn Adiy zikreder. Dolayısıyla
İbn Adiy mezkûr rivâyet hakkında; « batıldır bu
isnâd ile bir aslı yoktur » der. İbnu’l-Cevzi[30]
kitabında bu rivâyeti zikreder.
Bu rivâyet, kabirlerde Kur’ân okumanın mustahab olduğuna
delil olarak getirilir. Ancak sahih sünnette bunu destekleyen hiç bir delil
yoktur. Sahih sünnete göre, kabir ziyaretlerinde meşru olan, onlara selâm
vermek ve ahireti hatırlamaktır.
Müslim ve diğerlerinin rivayet
ettikleri hadiste Aişe (r.a), Allâh Resûluna (s.a.s) kabir ziyareti
esnasında ne söyleyeceğini sorar, O da şöyle söyle der: ( Bu diyarın mümin
ve müslüman olan ehline selâm olsun, Allâh bizden öncekileri ve sonrakileri
affetsin. Allâh’ın izniyle bizler de sizlere ulaşacağız. )
Evet Aişe validemiz kabir ziyareti esnasında ne
söyleyeceğini sorar, Allâh Resûlu (s.a.s)’da ona duayı öğretir. Fâtiha, Yâsin
sûrelerini veya üç tane İhlâs sûresi okuyacağını öğretmez. Bu sûrelerin
okunması meşru olsaydı Allâh Resûlu (s.a.s) bunu gizlemezdi. Çünkü ihtiyaç
anında beyanın geciktirilmesi câiz değildir. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s)
bunlardan bir şey öğretmiş olsaydı bu bizlere ulaşırdı.
Başka bir hadiste şöyle
gelir: ( Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, çünkü şeytan Bakara suresinin
okunduğu evden kaçar.)[31]
Diğer bir hadiste: (
Evlerinizde namaz kılın, kabirlere çevirmeyin.)[32]
Allah Resûlu (s.a.s), kabirlerin Kur’ân okuma ve namaz
kılma yeri olmadığını bizlere bildirmiş, onun için de evlerde Kur’ân okunmasını
ve nafile namaz kılınmasını teşvik etmiştir. Evlerin, Kur’ânın okunmadığı
kabirlere çevrilmesini de yasaklamıştır.
Dolayısıyla kabristanda Kur’ân okunmasını Ebû
Hanîfe, Mâlik ve diğer selef alimleri kerîh görmüşlerdir.
Sunen’in sahibi olan Ebû Dâvut şöyle
der:
« Ahmed’e kabirde Kur’ân okunması hakkında soruldu, o da ‘okunmaz’ dedi
»[33].
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der: « Şafii’den
bu konu hakkında bir söz sabit değildir, bu da onun kabristanda Kur’ân
okunmasını bid’at saydığı içindir »[34].
İmam Mâlik şöyle der; « Bunu yapan birisini bilmiyorum,
dolayısıyla sahâbe ve tabii’nin bunu yapmadığı ortaya çıkar ».
Diğer taraftan Hallâl’ın rivayetinde, İbn Umer’in
definden sonra kabri başında Bakara suresinin başı ve sonunun okunmasını
vasiyet ettiğine dair gelen eser sabit değildir. Olsa bile, ona has bir
fiildir. Peygamberimizden (s.a.s) konu hakkında böyle bir şey bize
ulaşmamıştır. Bundan dolayı bu delil olamaz.
Yine İbn Ebi Şeybe’nin zikrettiği başka bir eserde, Şa’bî
şöyle der: « Ensar ölünün yanında Bakara suresini okurlardı ». Senedindeki
Mucalid b. Saad yüzünden rivâyet zayıftır. Ayrıca İbn Ebî Şeybe rivayete şu
başlığı koymuştur; « Ölüm döşeğinde iken hastanın yanında ne söyleneceği
babı ».
Diğer taraftan Hallâl ve Deylemî’nin rivâyet ettikleri
uydurma bir rivayette, ( Her kim kabristana uğrar ve Kul Huvallâhu Ahad’ı on
bir kere okur, ecrinide ölülere bağışlar ise, ölülerin sayısı kadar ona sevab
verilir.) ez-Zehebî,
İbn Hacer, es-Suyûtî ve İbn Arrâk rivayetin uydurma olduğunu söylemelerine
rağmen, Merâki’l-Felâh’ın üzerine yazdığı haşiyede Tahtâvî, bu uydurma rivayeti
kabristanda Kur’an okunacağına dair delil getirir!!!
Müslümanın üzerine düşen, sünnete yapışıp bid’attan
kaçınmasıdır. Velev ki insanlar bid’atı güzel görselerde. Çünkü her bid’at
dalâlettir.
17-( عليكم بدين العجائز )
(Yaşlı kadınların dinine yapışın)
Bunun aslı yoktur.
Buna rağmen Gazâli İhyâ[35]
da rivâyeti Allâh Resûlu (s.a.s)’e nisbet eder! İhyâ
üzerinde tahriç çalışması yapan el-Irakî, avamın bu rivayeti dilinde
dolaştırdığını, sahih ve zayıf bir aslının olmadığını söyler.
18- (
اختلاف أمتي رحمة
)
(Ümmetimin ihtilafı rahmettir)
Bunun aslı yoktur.
Muhaddisler bu rivayetin senedini bulmak için çokça gayret
sarfetmelerine rağmen bunda muvaffak olamamışlar. es-Subki şöyle der:
«Muhaddislerce bu rivayet bilinmemektedir, ben rivayetin ne sahih ne zayıf ne
de uydurma bir senedini bulamadım.»
Ayrıca rivayet, manâ olarak da, muhakkik alimler
tarafından münker görülmüştür. İbn Hazm[36]
şöyle der; « Bu söylenen en kötü sözlerdendir, çünkü eğer ihtilaf rahmet
olursa o zaman ittifak ta gazab olur. Hiç bir müslüman da bunu söylemez.
Çünkü ya ittifak ya da ihtilaf veya rahmet ya da gazab vardır.»
Bu rivayetin kötü izlerinden birisi de, bir çok müslümanın
aslı olmayan bu hadis sebebiyle, dört mezheb arasındaki şiddetli ihtilafları
kabul etmesidir. İhtilafa düştükleri konularda Kur’an ve sahih sünnet’e katiyen
dönme çabasında bulunmazlar. Aslında imamları (Allah onlardan razı olsun),
onlara Kur’an ve sahih sünnete dönmelerini emretmişlerdir. Ancak mukallidler
dört mezhebi çeşitli şeriatlar şeklinde görmekteler. Böylece şeriat’a zıtlık
nisbet etmiş olmaktalar! Bu durum bu tür ihtilafların Allah’tan olmadığını
gösteren en büyük delildir. Allah’ın; ( Eğer o, Allah’tan başkası tarafından
gelmiş olsaydı onda birçok ihtilâf (tutarsızlık) bulurlardı.)[37]
ayetini düşünselerdi bu tutarsızlığın, bu çelişkinin Allah’tan olmadığını
anlarlardı. Sonra nasıl olurda mezheblerin aralarındaki birbirlerine zıt
ihtilaflar uyulan bir şeriat ve indirilen bir rahmet olabilir?!
Aslı olmayan bu hadis sebebiyle müslümanlar, dört mezheb
imamından sonra günümüze kadar, bir çok itikadî ve amelî meselelerde ihtilaf
etmeye devam etmişler. Eğer onlar, bir çok Kur’an ayetinin ve hadislerin
kötülediği ve İbn Mesud’un da şer olarak vasfettiği ihtilafı kötü görselerdi
elbette ittifaka koşarlar, çoğu konularda da doğruyu yanlıştan, hakkı da
batıldan ayırırlardı. Sonra da aralarında olabilecek bazı ihtilaflardan
dolayıda birbirlerini mazûr görürlerdi. Ancak niçin uğraşsınlar ki, zaten onlar
ihtilafın rahmet, mezhebleride bu ihtilaflı haliyle çeşitli şeriatler olduğunu
görmekteler?!
Sözün özü şudur; dinde ihtilaf kötülenmiştir. Ondan kurtulmaya
çalışmak gerekmektedir. Çünkü ihtilaf, ümmetin zayıflamasına sebebtir. Allahu
Teala’nın dediği gibi: (Birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız
da kuvvetiniz gider.)[38]
Çekişme, ihtilaf’a rızâ göstermek ve bunun rahmet olduğunu
söylemek, ayeti kerim’e ile çatışmaktadır. Bu konuyla ilgili, aslı olmayan bu
rivâyetten başka hiçbir dayanakları yoktur.
19- ( أصحابي كالنجوم ، بأيهم اقتديتم ؛
اهتديتم
)
(Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidâyet
bulursunuz)[39]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Sellâm b. Suleym yalancı olup, İbn
Hibban’ın da dediği gibi uydurma hadisler rivayet etmiştir. Diğer bir râvi olan
Hâris b. Gusayn ise bilinmemektedir.
Buna rağmen Şa’rânî şöyle der:« Bu hadis hakkında
muhaddisler (zayıflığına dair) konuşmuş olsalar bile, keşf ehline göre
sahihtir! »[40]
Ancak Şa’rânî’nin bu sözü hiç şüphesiz batıldır! Çünkü
keşf yoluyla hadislerin tashih edilmesi tasavvufi bir bid’attır. Bunu asıl
kabul etmek, biraz önceki hadis gibi aslı olmayan batıl hadislerin sahih
olduğunu kabule götürmesi demektir. Keşf, sahih olarak vukû bulur ise, en
iyi durumda bile, rey ile aynı derecededir. Rey ise, hata da eder isabette
edebilir. Tabi ki buna heva karışmamış ise bu böyledir. Allah’ın rızası olmayan
herşeyden selâmet dileriz.
El-Hatib’in[41]
rivayet ettiği daha uzun metinden oluşan diğer bir uydurma hadis hakkında
es-Suyutî şöyle der: « Bu hadiste bazı faideler vardır, şöyle ki ; Resûl
(s.a.s)’in kendisinden sonra furu’da ki ihtilafları haber vermesi onun
mucizelerindendir, çünkü bu gaybtan haber vermektir. Ve onun buna rızası ve
onayı sözkonusudur. Öyle ki bunu rahmet kılmış ve mükellefi istediğini almakta
serbest bırakmıştır...»!
Buna cevap olarak şöyle denir; önce es-Suyutî’nin
rivayetin sahih olduğunu isbat etmesi gerekir ki, sonradan da o rivayetten
hükümler çıkarabilsin.
Bu rivayetin uydurma olduğuna bir başka delil de; nasıl
olur da Peygamber (s.a.s) sahabeden olan her bir ferde uymamızı tavsiye
edebilir? Kaldı ki sahabe arasında âlim olduğu gibi, ilimde orta seviyeli
ve daha da aşağı olanlar vardı. Konuyla ilgili gelen rivayetlerin uydurma
olduğunu söyleyen İbn Hazm şöyle devam eder: « Çünkü Allah Teala
Peygamberi (s.a.s)’i ( O, arzusuna göre konuşmaz. O (bildirdikleri)
vahyedilenden başkası değildir)[42]
şeklinde nitelendiriyor ise, Peygamber (s.a.s.)’in şeria’ta dair bütün
sözlerinin gerçek ve şüphesiz olarak Allah’tan geldiği anlaşılır. Allah’tan
gelen şeyde de ihtilaf olmaz. Çünkü ayette ( Eğer o (Kur’an), Allah’tan
başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı )[43]
buyurulmuştur. Allah ( Birbirinizle çekişmeyin ) ayetiyle bizlere tefrika ve
ihtilafı yasaklar. Dolayısıyla sahabeden her birine tâbî olmamızı Allah Resulu
(s.a.s)’in bizlere emretmesi imkansızdır. Çünkü sahabenin içerisinde birisinin
helal kıldığını haram kılan bulunabilmektedir. Eğer durum böyle olsaydı, Semure
b. Cundup’a uyarak içkinin satışı helâl olurdu. Ebû Talha’ya uyarak ta
oruçlunun dolu yemesi helâl olurdu (orucu bozulmazdı). Bunlar diğer sahabelere
tâbî olunduğunda da haram oluyor. İbn Hazm Allah Resulu (s.a.s)’in ölümünden
önce ve sonraki dönemde sahabe’den sadır olan sünnete isabet edemedikleri bazı
görüşleri uzunca anlattıktan sonra şöyle
der; « Nasıl olurda
hem hata hem de isabet eden bir kavmi taklid etmemiz caiz olur »?
Konuyla ilgili diğer bir uydurma rivayette:
(
أهل بيتي كالنجوم ، بأيهم اقتديتم ؛ اهتديتم )
( Ehli beytim yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız
hidayet bulursunuz )
Ravilerinden olan Ahmed b. Kâsım er-Reyyân hakkında
ez-Zehebî, yalancı olduğunu söyler. Bu rivayet yalancı olan Ahmed b. Nubeyt
nüshasındadır. Dolayısıyla İbn Arrâk[44]
rivayetin uydurma olduğunu beyan eder.
20- (
إن البرد ليس بطعام ولا بشراب
)
( Gerçekten dolu ne yemektir ne de içecek )[45]
Hadis Münkerdir.
Ali b. Yezid b. Cüd’ân yoluyla, Enes (r.a) şöyle der: (
Gök yüzünden dolu yağar, bunun üzerine Ebû Talha şöyle dedi: « Bu doludan bana
verirmisin », oruçlu olduğu halde ramazanda yemeğe başlar! O’na dedim ki ; «
oruçlu olduğun halde dolumu yiyiyorsun »? Bana şöyle cevap verdi; « Bu dolu gök
yüzünden inmiş olup onunla midelerimizi temizleriz, o ne yemek ne de içecektir
»! Enes de ki; «
Resulullah’a (s.a.s) geldim ve Ona haber verdim », O da: « Bunu amcandan al », dedi )
Bu hadisin senedi zayıftır.
Çünkü ravilerinden olan Ali b. Yezid zayıf olup
yanlışlıkla mevkûf[46]
rivayetleri merfû kılar. Bu hadisin illetide zaten budur; Sika (güvenilir)
raviler, Enes kanalıyla Ebû Talha’ya mevkûf olarak rivayet ederler. Ali b. Zeyd
ise, tam tersine Nebî (s.a.s)’e kadar hadisi ref eder. Dolayısıyla hadisin ref
edilmesi münkerdir.
Şube, o da Katade ve Humeyd’in Enes’ten gelen
rivayetinde:
( Dolu yağdı, Ebû Talha oruçlu olduğu halde yemeğe
başladı, ona; « Oruçlu olduğun halde mi yiyiyorsun » denilince? O da; « Gerçekten bu berekettir »! der)[47]
Hadisin senedi Buhari ve Müslim’in şatına göre sahihtir.
Tahâvî kendi rivayetinde el-Bezzâr’ın bunu mevkûf olarak
rivayet ettiğini ve şu ziyadeliği getirdiğini söyler. « Bunu Said ibn el-
Museyyib’e söyledim, bunu kerih gördü ve dolunun susuzluğu kestiğini söyledi ».
el-Bezzâr da şöyle der : « Biz bu fiili ancak Ebû
Talha’dan biliyoruz ».
Dolayısıyla bu rivayet mevkûftur, Nebi (s.a.s)’in burada
zikri geçmemektedir. Bilâkis Ali b. Zeyd hadisi ref etmekle hatâ etmiştir.
Böylelikle mevkûf rivayet, yukarıdaki (Ashabım
yıldızlar gibidir...) hadisinin batıl olduğuna delildir. Eğer (Ashabım
yıldızlar gibidir...) hadisi sahih olmuş olsaydı, ramazan da dolu yiyenin
orucu, Ebû Talha (r.a)’ya uyulduğundan bozulmamış olurdu. Bilindiği
kadarıyla bu sözü bugün hiç bir müslüman söylemez.
21
- ( من عرف نفسه ؛ فقد عرف ربه )
( Kim nefsini bilirse Rabbini de bilmiştir)
Bu sözün aslı yoktur.
Hafız Es-Sehâvî şöyle der: « Ebû Muzaffer b. Sem’âni der
ki: ‘Bu söz merfû olarak bilinmez, bilakis Yahya b. Muâz er-Razi’nin sözü
olarak hikâye edilir.’ »[48]
en-Nevevi rivayetin sabit olmadığını söyler. Suyûtî[49]
de buna katılır.
Şeyh Aliyyu’l-Kâri,[50]
İbn Teymiyye’nin rivayet hakkında uydurma dediğini nakleder.
Kamûs’un sahibi Fiyruz Abâdî ise şöyle der: « Bu
Nebevî hadislerden değildir, çoğu insanlar bunu Nebi (s.a.s.)’in hadislerinden
sayarlar. Ancak aslı yoktur, bilâkis İsrailiyattandır: ‘Ey insan nefsini bil
ki; Rabbini tanıyasın’.»
İhtisas ehlinin hadis hakkındaki hükmü budur. Buna rağmen
bazı son dönem Hanefî fukahâsı bu hadisin şerhi hakkında kitab yazmışlardır.
Ayrıca ileride gelecek olup aslı olmayan (
كنت كنزا مخفيا ... ) ( Ben gizli bir hazineydim...) rivayetinin
şerhi hakkında da özel bir risâle yazılmıştır. Bütün bunlar bu fukahâ’nın
maalesef, hadisçilerin sünnete olan hizmetleri ve sünnete dışarıdan sokulanları
arındırma gayretlerinden istifade etmek için çalışmadıklarını gösterir. Bunun
içindir ki, kitablarında zayıf ve uydurma hadisler çoktur.
22-
( من قرأ في إثر وضوئه: [ إنا أنزلناه في ليلة القدر ] مرة واحدة كان
من الصديقين ، ومن قرأها مرتين كتب في ديوان الشهداء، ومن قرأها ثلاثا حشره الله
محشر الأنبياء )
( Her kim abdestten sonra (İnnâ enzelnâhu fi
leyleti’l-kadri) suresini bir kere okur ise, doğrulardan olur. Her kim iki kere
okur ise, şehitler divânına yazılır. Her kim de üç kere okur ise, Allah onu
Peygamberler ile haşreder.)
Bu hadis uydurmadır.
ed-Deylemî Müsnedu’l-Firdevs[51]
te, Ebû Ubey’de kanalından rivayet eder, Ebu Ubeyde ise mechûldur.
Rivayetin başka bir illeti de Hasen el-Basrî an ana sigasıyla rivayet etmiştir.
Hafız es-Sehâvî, rivayetin aslının olmadığını söyler.
Bu uydurma rivayet, abdestten sonraki okunan sahih senedli
duaların ihmâl edilmesine götürür. Müslim ve Tirmizi de gelen hadis şu
lafızladır: ( Eşhedu en la ilâhe
illallâhu vahdehû lâ şerîke lehû ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluhû,
Allahumme ic’alnî mine’t-tevvâbine vec’alnî
mine’l-mutetahhirîne.)
Veya şöyle de söyleyebilir: ( Subhâneke Allahumme ve
bihamdike eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estagfiruke ve etûbu ileyk.) Hadisi
el-Hâkim sahih bir isnad ile rivayet etmiştir.
23-( مسح الرقبة أمان من الغل )
( Ensenin meshi (cehennemde) zincirlemeden korur )
Hadis uydurmadır.
en-Nevevî[52]
bu rivayetin uydurma olup Peygamber (s.a.s.)’in sözlerinden olmadığını söyler.
es-Suyûtî[53]
de bu sözü en-Nevevi’den naklederek ona katılır.
Konu ile ilgili başka bir rivayette:
(
من توضأ ومسح عنقه لم يغل بالأغلال يوم القيامة )
( Her kim abdest alırda ensesini meshederse kıyâmet
günü zincirlenmez.)[54]
Ravilerinden olan Muhammed b. Amr’ın zayıflığı hakkında
ittifak edilmiştir. Nitekim Muhammed b. Ahmed Ebu Bekr Mufîd de, Hâfız
el-Irakî’nin de ifade ettiği gibi rivayetin mevzû sayılmasına sebebtir. Aynı
şekilde ez-Zehebî ve İbn Hacer’de bu raviyi suçlarlar.
Kaldı ki bu rivayetler münker sayılır, çünkü Resûl
(s.a.s.)’in abdestinin sıfatına dair gelen hadislerin hepsine muhaliftir. Hiç
birinde ensenin meshedilmesi zikredilmemiştir.
Ancak Talha b. Musarraf’ın babasın’dan onun da dedesinden
gelen rivayette:
( Resulullah (s.a.s.)’i başını bir kere meshederken
gördüm, ensenin başlangıcına kadar ulaştı.)
Diğer bir rivayette :
( Başını önden başlayarak arkaya kadar meshetti, öyleki
elini kulaklarının altından çıkarttı.)
Rivayeti Ebû Davûd ve başkaları tahrîç etmiştir.
Muhaddisler, zaaf, cehâlet ve râvi Musarraf’ın babasının sahabe olup olmadığı
hakkında ki ihtilafla birlikte üç tane illet zikrederler. Dolayısıyla başta
en-Nevevî, İbn Teymiyye ve Askalânî olmak üzere muhaddisler, hadisin zayıf
olduğunu belirtmişlerdir.
24-( أدبني ربي ، فأحسن تأديبي
)
( Rabbim beni terbiye etti ve terbiyemi en güzel
şekilde yaptı.)
Hadis zayıftır.
İbn Teymiyye, manasının doğru olduğunu ancak rivayetin
sabit bir isnadının bilinmediğini söyler. es-Sahâvî ve es-Suyûtî de İbn
Teymiyye’yi desteklerler. Daha fazla bilgi için Keşful Hafâ’ya[55]
bakılabilir.
25-( مسح العينين بباطن أنملتي السبابتين عند
قول المؤذن: أشهد أن محمدا رسول الله ... إلخ ، وأن من فعل ذلك؛ حلت
له شفعته صلى الله عليه وسلم)
( Müezzinin, Eşhedu Enne Muhammeden Resulullah...
dediği esnada işaret parmaklarının içiyle gözlerin meshedilmesi, bunu yapanın
(s.a.s.)’in şefaatına nail olacağı, hadisi. )[56]
Sahih değildir.
İbn Tâhir[57]
hadisin sahih olmadığını söyler. eş-Şevkânî[58]
ve es-Sahâvî[59]
de İbn Tâhir’e katılırlar.
26-( عجلوا بالصلاة قبل الفوت ، وعجلوا بالتوبة
قبل الموت )
( Vakit geçmeden önce namazı kılmaya, ölümden önce de
tevbe etmeye acele edin. )[60]
Hadis uydurmadır.
Ancak manası sahihtir.
27-( الناس كلهم موتى ؛ إلا العالمون، والعالمون
كلهم هلكى ؛ إلا العاملون، والعاملون كلهم غرقى ؛ إلا المخلصون ، والمخلصون
على خطر عظيم )
( İnsanların hepsi ölüdür; ancak alimler, alimler de
hepsi helâk olmuştur; ancak amel edenler, amel edenlerin hepsi ise boğulmuştur;
ancak ihlaslı olanlar, ihlaslı olanlar da büyük bir tehlike üzeredirler. )
Hadis uydurmadır.
es-Sagânî aynı kaynakta rivayeti nakleder ve şöyle der: «
Bu hadis iftiradır ve fasih değildir ».
Tasavvufcuların sözlerindendir, ancak bazı câhiller bunu
Resûl (s.a.s.)’e nisbet etmişlerdir.
28-( لا مهدي إلا عيسى )
( İsa’dan başka Mehdî yoktur.)[61]
Hadis münkerdir.
Muhammed b. Hâlid el-Cenedî hadisi; Ebân b. Sâlih’ten o da
el-Hasen’den o da Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir. Bu sened zayıf olup
üç tane illeti vardır.
İlki: el-Hasenu’l-Basrî hadisi an ane
sigasıyla rivâyet etmiştir ve kendisi müdellistir.
İkincisi: el-Hâfiz İbn Hacerî’n de belirttiği gibi
Muhammed b. Hâlid bilinmemektedir.
Üçüncüsü: Senedteki ihtilâf; bunu da el-Beyhakî
belirtir. el-Beyhakî, Mehdî’nin çıkacağına dair gelen hadislerin hiç şüphesiz
daha sahih olduğunu söyler.
Bu nedenle ez-Zehebî el-Mizân’da bu haberin münker
olduğunu bildirir. es-Sâgânî ise, eş-Şevkânî’nin[62]
naklettiği üzere, rivâyete uydurmadır der. Hâfız İbn Hacer[63]
de, bu hadisin Mehdî hadislerine olan muhalefetinden dolayı bunu kabul
etmediğini işaret eder.
Bu hadisi Kâdiyâniyye taifesi, iddia ettikleri
peygamberlerine davet etmek için kullanırlar. Bu, sözde peygamber, kendinin
peygamber olduğunu, sonrada son zamanda ineceği müjdelenen İsâ b. Meryem
olduğunu iddia etmiştir. Yukarıdaki münker hadise binaen de İsâ’dan başka
Mehdî’nin olmayacağını öne sürer. Anlayışı zayıf olan bir çok insan arasında bu
kişinin daveti revaç bulmuştur. Zaten bâtıl olan her davet böyledir, ona sahip
çıkıp davet eden insanlar hep bulunur.
29-( سؤر المؤمن شفاء
)
( Müminin artığı şifadır. )
Bu sözün aslı yoktur.
Bunun böyle olduğunu Ahmed el-Gazzî[64]
ifâde eder. el-Aclûnî[65]
de buna katılır.
30-( المهدي من ولد العباس عمي
)
( Mehdî, amcam Abbas’ın çocuğundandır. )[66]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Velîd el-Kuraşî hadisi tek
başına rivayet etmiştir. İbn Adiy, onun hadis uydurduğunu söyler. Ebû Arûbe ise
onun yalancı olduğunu bildirir. el-Munâvî,[67]
İbnu’l-Cevzî’den naklederek aynı illetle hadisi cerheder. Böylece es-Suyûtî’nin
bu hadisi el-Câmi’us-Sagir de nakletmesinin hata olduğu anlaşılmış oldu.
Hadisin uydurma olduğuna dâir bir başka delilde; Allâh
Resûlû (s.a.s.)’in başka bir hadisiyle çelişmesidir. Hadis şöyledir;
( Mehdî benim zürriyyetimden, Fâtıma’nın
çocuğundandır.)[68]
Bu hadisin senedi ceyyid (iyi) olup bütün ravileri
güvenilirdir.
31-( نعم المذكر السبحة ... )
( Tesbih ne güzel hatırlatıcıdır...)[69]
Bu söz uydurmadır.
es-Suyûtî bu hadisi el-Munhâ fis’sibha[70]
da zikretmiştir. eş-Şevkânî[71]de
ondan nakleder. Her ikiside rivâyet hakkında bir şey söylemeyip susarlar.
Ancak râvilerin bir kısmı bilinmemekte ve bazılarıda
yalanla ittiham edilmişlerdir.
Ayrıca hadis, mana olarak batıl manalar içermektedir,
şöyleki;
İlki: Boncuklarla olan tesbih bid’attır, çünkü
Peygamber (s.a.s.)’in zamanında olmayıp, O’ndan sonra icâd edilmiştir. Lugat
alimleri, tesbih’in yeni bir kelime olduğunu ve Arablar’ın bu kelimeyi
tanımadığını söylerler. Bu itibarla nasıl olurda, Allâh Resûlû (s.a.s.),
Ashabına bilmedikleri bir şeyi tavsiye eder.
İbn Vaddâh el-Kurtubî,[72]
Salet b. Behrâm’dan rivâyet ettiği bir eserde;
(İbn Mesûd boncuklarla tesbih çeken bir kadına uğrar,
onları kopartıp atar. Sonrada taşlarla tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı
ile vurur. Ardından şöyle der: « Çok ileriye gittiniz! Karanlık bid’atlara
daldınız! Muhammed (s.a.s.)’in Ashâbını ilimde geçtiniz! »)
Bu eserin senedi Salet’e kadar sahihtir, kendisi güvenilir
bir râvi olup tabii’nin etbasındandır. Ancak sened munkatidir (kesiktir).
İkincisi: Boncuklarla tesbih çekmek Allâh
Resûlû (s.a.s.)’in yoluna muhaliftir. Bu konuda Abdullâh b. Amr şöyle der:
( Allah Resûlû (s.a.s.)’i sağ eliyle tesbih
çekerken gördüm)[73]
Ayrıca Allâh Resûlû (s.a.s.)’in bazı hanımlarına verdiği
emre de uymamaktadır. Şöyle der:
( Sizlere Subhânâllâh, Allâhu Ekber deyip Allâh’ı
eksiklikten tenzih etmeyi emrederim. Gaflet edipte Lâ İlâhe İllalâh’ı
unutmayın, parmaklarınızla tesbih çekin çünkü onlar sorulur ve
konuşturulurlar.)
Bu hadis hasendir.
Hadisi Ebû Dâvud ve diğerleri rivâyet etmişlerdir.
el-Hâkim ve ez-Zehebî hadisin sahih olduğunu söylerler. en-Nevevî ve
el-Askalânî[74]
ise hasen hükmünü vermişlerdir. Birde bu hadise şahid olan Âişe
(r.anha)’ya mevkûf olan rivâyeti de Ebû Dâvud tahrîç etmiştir.
Boncuk ve benzerleriyle tesbih çekmenin meşrûluğuna dâir
yukarıda es-Suyûtî’nin ismi geçen risalesinde naklettiği iki hadise gelince:
İlki: Sad b. Vakkâs’tan; Kendisi Allâh Resûlû
(s.a.s.) ile bir kadının yanına giderler, kadının önünde tesbih çektiği
çekirdek veya taşlar vardır. Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle der:
(Sana bunda daha kolay veya daha faziletli olanı
bildireyimmi? Diyerek şöyle
buyurur;
«Subhânallâhi Adede Mâ Halaka Fi’s-Semâi...»)[75]
ez-Zehebî ve İbn Hacer, râvilerden olan Huzeyme’nin
bilinmediğini söylerler. Saîd b. Hilâl ise şuuru bozulduğundan hadisleri
karıştırmıştır. Bazı güvenir raviler de Huzeyme’yi zikretmemişlerdir.
Dolayısıyla hadis hakkında hasen hükmünü veren et-Tirmizî ile, sahih hükmünü
veren el-Hâkim hata etmişlerdir.
Yukarıda zikri geçen illetleri bilmeden veya
görmemezlikten gelen çağdaş bazı hevâ ehli, bu tür hakikatları bilmiyormuş gibi
hareket eden şeyhleri yâni Abdullâh el-Gumâri’yi taklid ederler. Bu kişi bu
hadisi Kenz’in[76]
de nakleder, böylelikle müridlerine boncuklarla tesbih çekmeyi sonra da
boyunlarına takmayı câiz kılar!
İkincisi: Safiyye Şöyle der:
( Allâh Resûlû (s.a.s.) önümde tesbih çektiğim dört bin
tane çekirdek olduğu halde yanıma geldi. Dedi ki :« Ey Huyeyye’nin kızı bu
nedir»?! Dedim ki: « Onlarla tesbih çekerim ». Dedi ki: « Başında durduğumdan
beri bundan daha fazla tesbih ettim ». Dedim ki: « Ey Allâh’ın Resûlû banada öğretsene
»! Dedi ki: « Şöyle de: Subhânallâhi Adede Ma
Halakallâhu Min Şey’in...»)[77]
et-Tirmizî hadise zayıf hükmünü şu sözüyle verir: Bu hadis
garîbtir...hadisin isnâdı bilinmemektedir.
Râvilerinden olan Hâşim b. Saîd hakkında Hâfız İbn Hacer[78]
zayıf olduğunu söyler.
Ayrica yukarıda geçen iki hadisin zayıf olduğuna bir başka
delilde, bu hâdisenin İbn Abbâs’tan sabit olmasıdır ki, rivâyette tesbih
için kullanılan taşlardan bahsedilmemektedir. Hadisin lafzı şöyledir:
( Cuveyriyye’den; Peygamber (s.a.s.) Cuveyriyye kendi
mescidinde olduğu halde sabah namazının akabinde onun yanından çıkar. Duhâ
namazını kıldıktan sonra döner ve Cuveyriyye’yi oturur halde bulur ve şöyle
der: « Hâlâ seni bıraktığım hâl üzeremisin »? Cuveyriyye « evet » der. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: «
Ben senden sonra üç defa dört tane kelime söyledim. Eğer bugün senin
söylediğinle tartılacak olursa ağırlıkta aynı gelirdi: ‘Subhânallâhi ve
bihamdihi; adede halkihi, ve ridâ nefsihi, ve zinete arşihi, ve midâde
kelimâtihi’ ».)[79]
Bu sahih hadis iki şeye delalet eder:
İlki: Bu hâdisede ki kişi Cuveyriyye’dir,
yukarıdaki ikinci hadiste geçen Safiyye değildir.
İkincisi: Hâdisede geçen taşlar ile tesbih
münkerdir. Bunu yukarıda geçen İbn Mesûd’un karşı çıkması da desteklemektedir.
İbn Mesûd’un medresesinden mezûn olan İbrâhîm b. Yezîd en-Nehaî el-Kûfî,
kızının tesbih iplerini sarması için yardım etmesini yasaklardı.[80]
Diğer taraftan biri gelipte, parmaklar ile olan tesbihin,
adet çoğaldıkça sayısının muhafazasının imkansız olduğunu söylerse, ona şöyle
deriz: Bu karmaşalığa sebeb diğer bir bid’attır. Yâni dinimizde gelmediği
şekilde, Allâh’ın çokça belirli bir sayıda zikredilmesidir. İşte bu bid’at
boncuklarla tesbih bid’atına götürür. Sahih sünnette sabit olan en çok zikir
adedi yüz’dür. Bunu da âdet edinen kişi kolaylıkla yanlışsız bir şekilde
yapabilir. Parmaklarla tesbihin daha faziletli olduğuna ittifak etmelerine
rağmen, boncuklarla yapılan tesbih parmaklarla sünnet olan tesbihi fiilen
bitirmiştir. Birde insanlar bu bid’at ile yeni
icatlar getirmişlerdir. Tarikatçılar bunu boyunlarına bile asarlar. Şeyhleri olan
Abdullâh el-Gumârî, tesbihin boyuna asılmasını yazıcının kalemi kulağına
koymasına kıyas ederek, bunda bir sakıncanın olmadığını söyler! Ancak
boncuklarla tesbih hadisi görüldüğü gibi uydurmadır. Bazılarıda
hem seninle konuşur hemde elindeki tesbihiyle tesbih çeker veya senin sözüne
kulak verir. Kimi de selâmı telaffuz etmeden tesbihini kaldırarak alır. Bu
bid’atın daha birçok yanlışlığı vardır. Şairin dediği gibi:
Her türlü hayır selefe uymadadır,
Her türlü şerde halefin bid’atındadır.
32-(
إذا صعد الخطيب المنبر ؛ فلا صلاة ، ولا كلام
)
( Hatib minbere çıktığında, namazda yoktur, konuşmakta
)
Bu rivâyet batıldır.
Halk arasında bu lafızla şöhret bulmuş olup, bazı
beldelerde minberlere dahi asılmıştır. Bu rivâyeti Taberânî el-Kebir’de
İbn Umer’den merfu olarak rivâyet etmiştir. Rivâyetin lafzı
şöyledir:
( Biriniz mescide girdiğinde imam minberde
ise, bitirinceye kadar namazda yoktur, konuşmakta).
Râvilerinden olan Eyyub b. Nuheyk hakkında, Ebu Hâtim: «
Bu kişinin hadisi zayıftır » der. el-Heysemî bu râvinin metrûk olduğunu
ve bir çok ilim ehlinin o’nu zayıf kıldığını söyler. İbn Hacer de « bu hadis
zayıftır der ».[81]
Senedi zayıf olmasına rağmen bu hadise bâtıl hükmünün
verilmesi iki sahih hadise olan muhalefetindendir:
İlk hadis:
( Biriniz cuma namazına geldiğinde imam (minbere) çıktı
ise iki rekat kılsın )
Bu hadisi Buhârî ve Müslim Câbir (r.a.) dan
merfû olarak rivâyet etmişlerdir.
Câbir’den gelen başka bir rivâyette;
( Bir adam, Allâh Resûlu (s.a.s.) cuma günü hutbe verir
iken gelir. Resûl (s.a.s.)
ona:
« Namaz kıldın mı?» der. O da « Hayır »
deyince. « Öyleyse
kalk ve iki rek’at kıl »
der. ) Bu hadisi Müslim rivâyet etmiştir.
Bu sahîh hadisler, imamın hutbeye çıkmasından sonra camiye
girenin, oturmadan önce iki rek’at namaz kılması gerektiğini vurgular. Ancak
daha yukarıdaki hadis bunu yasaklamaktadır! Katmerleşmiş cehâletten dolayı bazı
hatiblerin bu namazı kılanlara mâni olmaya çalıştıklarını görürsün. Bunların
Allâh’ın şiddetli tehdidi altına girmelerinden korkulur. Âyette ;
( Namaz kılarken bir kulu menedeni gördünmü?
) (el-Alak) buyrulmaktadır.
Başka bir ayette ise Allâh’u Teala şöyle buyurur:
( Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ
gelmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azap isâbet etmesinden sakınsınlar
). (Nur, 63)
İkinci hadis:
( Cuma günü imam hutbe verirken arkadaşına dinle
dediysen, boş söz etmişsindir ).
Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Bu hadis, (imam hutbe verirken) sözü
mefhûmuyla şuna delâlet eder: İmam hutbe vermediği sürece kelâma bir mâni
yoktur. Bunu, Umer (r.a.)’nun dönemindeki
tatbikat desteklemektedir. Salebe b. Ebî Mâlik şöyle der:
( İnsanlar Umer b. el-Hattâb minbere oturduğunda
müezzin susana kadar konuşurlardı, Umer minberde ayağa kalktığında, her iki
hutbeyi bitirene kadar hiç kimse konuşmazdı. )
Bunu Mâlik[82]
ve et-Tahâvî[83]
rivâyet etmiştir. İkisininde isnâdı sahihtir.
Böylece imamın minbere çıkması değilde, sözünün
konuşmayı kestiği ve imamın minbere çıkmasının tahiyyetu’l-mescid namazını
kılmaya mâni olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu da yukarıda geçen hadisin
batıl oluşuna delildir.
33-(
صلاة بعمامة تعدل خمسا وعشرين صلاة بغير عمامة، وجمعة
بعمامة تعدل سبعين جمعة بغير عمامة. إن الملائكة ليشهدون
الجمعة معتمين، ولا يزالون يصلون على أصحاب العمائم حتى تغرب الشمس )
( Sarık ile kılınan namaz sarıksız kılınan namazın
yirmi beşine eşittir. Sarık ile kılınan cuma namazı sarıksız kılınan cumanın
yetmişine eşittir. Gerçekten melekler sarıklıların cumasına katılırlar, güneş
batana dek sarıklılar üzerine salât getirirler. )
Bu hadis uydurmadır.
İbn Neccâr rivâyet etmiştir. İbn Hacer[84]
« Bu uydurma bir hadistir » der. Bunuda es-Suyûtî Zeyl
el-Ehâdis el-Mevdûa[85]
naklederek bu hükme katılır. İbn Arrâk[86]
da aynı şekilde buna uyar.
Sonradan es-Suyûtî bunu unutarak hadisi el-Câmiu’s-Sagîr
de zikreder. el-Munâvi, eserin Şerh’inde İbn Hacer’in hadise uydurma
dediğini naklederek es-Suyûti’nin hata ettiğini belirtir.
Aslında es-Suyûtî mezkur eserinde uydurma hadisleri
zikretmeyeceğini bildirmiştir, ama kendisi dahi başka kitablarında bazı
hadislerin uydurma olduğuna hükmetmiştir.
Dolayısıyla hakkı kişilerle tanıma, önce hakkı bil,
böylece kişileri tanırsın.
Hâfız b. Hacer, selim olan aklın onaylamadığı ve
hadiste vadedilen sevabtaki mubâlağadan dolayı, buna uydurma hükmünü verir.
Eğer bunlar olmasaydı hadisi zayıf kılmakla yetinirdi. Çünkü senette ithâm
olunan kimse yoktur. Bunu bu şekilde anladıysan aşağıdaki hadisin hükmünü daha
iyi anlarsın.
34-( ركعتان بعمامة خير من سبعين ركعة بلا عمامة
)
( Sarık ile kılınan iki rek’at, sarıksız kılınan yetmiş
rek’attan daha hayırlıdır )
Hadis uydurmadır.
es-Suyûtî bunu el-Câmiu’s-Sagir de zikreder.
ed-Deylemî’nin Musned el-Firdevs’te Cabir’den rivâyet ettiğini bildirir.
Bir önceki hadiste olduğu gibi, uygun olan hadisi Zeyl el-Ehâdis el-Mevdûa
kitabına almasıydı. Çünkü sarıkla kılınan namazın sevabındaki mubâlağa bunda
daha da fazladır.
Aslında hadisi Ebû Nuaym rivâyet etmiş olup, ondan da
ed-Deylemî almıştır.
Hadisin râvilerinden olan Târık b. Abdurrahmân’ı el-Buhârî
ed-Duafâ’da zikreder, el-Hâkim
de, « hafızası kötüdür » der.
es-Sahâvî bu hadisin sabit olmadığını söyler.
Hâfız b. Receb el-Hanbelî’nin ilel et-Tirmizî’ye[87]
yaptığı şerhte şöyle gelir: Ahmed b. Hanbel’e sarıklı kılınan namazın sarıksız
kılınan namazdan yetmiş defa daha faziletli olduğuna dair hadis sorulduğunda, «
bu yalandır, bu batıldır » der.
35-( الصلاة في العمامة تعدل بعشرة آلاف حسنة
)
( Sarıkla kılınan namaz onbin hasenata eşittir )
Hadis uydurmadır.
ed-Deylemî[88]
senediyle Ebân’dan oda Enes’ten merfû olarak rivâyet etmiştir.
Bunu es-Suyûtî Zeyl Ehâdis el-Mevdûa’da[89]
zikrettikten sonra « Ebân ithâm edilmiştir » der. İbn Arrâk Tenzîh eş-Şerîa’da[90]
es-Suyûtî’ye hadisin bu hükümde tabi olmuştur. es-Sahâvî’de el-Makâsıd [91]
adlı kitabında İbn Hacer’e uyarak « Bu hadis uydurmadır » der.
Bu üç hadisin uydurma olduğuna dâir hiçbir şüphe yoktur.
Çünkü hikmet sahibi olan eş-Şârî işleri doğru bir terâzi ile ölçer. Dolayısıyla
sarıkla kılınan namazın sevabının, cemaatla kılınan namazın sevabıyla aynı
olması veya kat ve kat daha fazla olması makûl değildir! Sonra cemaat namazının
hükmüyle, sarık bağlamanın hükmü arasında çok büyük fark vardır. Sarık
hakkında söylenecek en son hüküm müstehab olduğudur. Ancak tercih edilen;
sarığın âdet olan sünnetlerden olduğudur. Sarık ibâdet olan sünnetlerden
değildir. Cemaat namazına gelince, en azından müekked sünnet olduğu
söylenmiştir. Ayrıca namazın şartlarından olduğu, namazın cemaatsız sahih
olmayacağı da söylenmiştir. Doğru olan görüş ise, cemaat namazının farz (vacib)
olduğudur. Ama terkedildiğinde kişi şiddetli bir günah kazanmasına rağmen
namazı sahihtir. Bunun için nasıl olur da Alîm ve Hakîm olan Allâh, bunun
sevabını sarıkla kılınan namazla eşit, bizzat daha aşağıda bir derece kılsın.
Herhalde Hâfız b. Hacer bu manâyı hesaba katarak hadis hakkında uydurma hükmünü
verir.
Bu tür uydurma hadislerin kötü tesirlerinden ve hatalı
yönlendirmelerinden bir tanesi de; bizler bazı insanların namaza girmek
istediklerinde başlarına mendil bağladıklarını muşâhede ederiz. Zannınca bu
zikredilen sevaba nâil olacaktır. Halbuki bu kişi, nefsini temizleyen ve
tezkiye eden bir amel işlememiştir.
Garib olan tarafı da şudur: Bazıları sakallarını keserek
bu günahı işlerler. Namaz için kalktıklarında sakallarını kesmelerinden dolayı
hiç bir eksiklik duymazlar, ve bu onları hiçmi hiç ilgilendirmez. Ancak
sıra sarıkla namaz kılmaya gelince, onlara göre bu ihmal edilmemesi
gereken bir iştir! Buna delil de şu durumlarıdır: Sakallı birisi namaz
kıldırmak için öne geçtiğinde sarıklı değil ise, ondan razı olmazlar. Eğer
sarıklı birisi, sakalını kesme günahıyla birlikte namaz kıldırmak için öne
geçse, bu onları rahatsız etmediği gibi buna ehemmiyette vermezler. Böylece
Allâh’ın dinini tersine çevirmişler. Allâh’ın haram kıldığını mubâh, mubâh
kıldığını da vacib kılmışlardır.
Eğer sarığın fazileti sabit olmuş olsaydı, müslüman
kişinin normal hallerinde zinet olarak kullanması istenilirdi. Tâ ki bununla
diğer insanlardan ayrılmış olsun. Asıl maksad, ödünç olarak alınan sarıkla
sayılı dakikalarda eda edilen namaz değildir, ki bitirir bitirmez alınıp cebe
yeniden hapsedilsin! Çünkü müslüman kişinin namaz dışındaki sarığa olan
ihtiyacı, namazın içindeki ihtiyacından daha fazladır. Özellikle mümin ile
kafirin giyeceklerinin karıştığı bu asırda, sarık müslümanın şiarı olup onu kafirlerden
ayırır durumdadır.
Sakal hakkında ise, Allâh Resûlu (s.a.s.) şöyle buyurur: (
Müşriklere muhâlefet edin, bıyıkları kısaltın ve sakalları bırakın ) Bu
hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmiştir.
Namaza başlarken, ödünç sarığın koyulması, namaz için
insanın yüzüne ödünç sakal koyması gibidir. Bu ödünç sakalı muşâhede etmesek
bile, günün birinde Avrupalıların taklidi babından müslümanların arasında
yayılması hiçte uzak değildir. ed-Dimaşk’ta neşrolunan (2485) sayılı 1364 hicri
tarihli el-Alem dergisinde şöyle bir haber vardır: « Londra-
Lordlar meclisi toplandığında hava sıcaklığı artar, başkan ödünç olan
sakallarını çıkarma iznini verir!»
36- ( النظر إلى وجه المرأة الحسناء والخضرة
يزيدان في البصر
)
( Güzel kadının yüzüne ve yeşilliğe bakmak
görmeyi arttırır )[92]
Hadis uydurmadır.
ez-Zehebî el-Mizan’da bu haberin bâtıl olduğunu
ifade eder. İbn Kayyım ise, bu hadis ve benzerlerinin zındıkların uydurması
olduğunu söyler. es-Sagânî ehâdis el-Mevdûa[93]
adlı kitabında rivayeti zikreder. Maalesef es-Suyûtî bu ve benzeri
hadisleri el-Câmiu’s-Sagîr’ine almıştır.
37- ( من حدث حديثا ، فعطس عنده ؛ فهو حق )
( Kim bir hadis söylerde onun yanında aksırılırsa; o
haktır ) [94]
Hadis batıldır.
İbnu’l-Cevzi[95]
rivâyete batıl demektedir. Ebû Hâtim de bu yalan bir hadistir demiştir. eş-Şeyh
Aliyyu’l-Kârî[96]
İbn Kayyım’dan şöyle nakleder: « Bazı
insanlar bu hadisin senedinin sahih olduğunu söyleseler bile, his bunun uydurma
olduğuna şahittir... Peygamber (s.a.s.) den rivâyet olunan bir hadisin yanında
yüzbin kişi aksırsa dahi, aksırma ile hadise sahih hükmü verilmez...»
38-
(
أصدق الحديث ما عطس عنده )
( Sözün en doğrusu,
yanında hapşurulandır )[97]
Bu hadiste batıldır.
39- ( تعاد الصلاة
من قدر الدرهم من الدم ) وفي لفظ: ( إذا كان في الثوب قدر الدرهم من الدم ؛ غسل
الثوب، وأعيدت الصلاة )
( Namaz dirhem mikdarı kandan dolayı iade edilir ) Başka
bir lafız da ise : ( Elbisede dirhem mikdarı kadar kan varsa, elbise yıkanır ve
namaz iade edilir)[98]
Hadis uydurmadır.
İbn Hibbân şöyle der:
« Bu haber şüphesiz uydurmadır. Allâh Resûlu (s.a.s.) bunu söylememiştir. Bunu
Kûfe Ehli uydurmuştur. (Râvilerinden olan) Ravh sika (güvenilir) ravilerden
uydurma rivâyetlerde bulunur.»
İbn Hibbân’ın bu sözüne
ez-Zeylaî[99] ve
İbnu’l-Mulakkan[100] da
katılmıştır. el-Buhârî’de « bu hadis batıldır » der.
Hadis başka bir yol ve
lafızla da gelmiştir:
40- ( الدم مقدار
الدرهم ؛ يغسل، وتعاد منه الصلاة
)
( Dirhem mikdarı kan yıkanır
ve ondan dolayı namaz iade edelir )[101]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Nuh b.
Meryem yalancıdır. Bu hükme ez-Zeylaî de katılır. Ancak bu ve bir önceki
rivâyeti es-Suyûtî el-Câmi de zikreder!!!
Bu hadis, Hanefî mezhebinin,
mugallaza olan necâsetin dirhem mikdarı kadar olduğuna dair delilidir. Bu
hadisin uydurma olduğunu anladıysan, böyle bir sınırlamanında batıl olduğunu
bilirsin. Dirhemdende daha az olsa bile necasetten kaçınmak farzdır.
Çünkü temizliği emreden hadisler geneldir.
41- ( العنكبوت
شيطان مسخه الله ؛ فاقتلوه
)
( Örümcek şeytan olup Allâh
onun şeklini değiştirmiştir, dolayısıyla onu öldürün )
Hadis uydurmadır.
İbn Adiy[102] rivâyet
etmiştir. Râvilerinden olan Mesleme hakkında şöyle der:
« Meslemenin hadisleri, tamamen veya genelde mahfûz
değildir.»
Bu hadisin bâtıl olduğuna
başka bir delilde, Müslim[103] de
gelen hadisle
çatışmasıdır:
( Allâh hayvana
dönüştürdüğü hiçbir şeye nesil ve soy kılmamıştır )
İbn Hazm Muhalla[104] da
şöyle der: « Maymun ve domuz dışında gelen her mesh (dönüştürme), batıl, yalan
ve uydurmadır.»
Ancak es-Suyûtî adeti üzere
yine muhâlefet ederek hadisi Câmi de zikreder!
42-
( من استشفى بغير القرآن ؛ فلا شفاه الله تعالى
)
( Her kim Kur’an dan başkasıyla şifa isterse, Allah Teâla
ona şifa vermesin )
Hadis uydurmadır.
es-Sâgânî el-Ehâdis
el-Mevdûa[105] da
zikreder. el-Aclûnî el-Keşf[106] te
buna katılır. Hadisin aslını el-Vahidî Tefsirinde[107]
rivâyet eder.
Râvilerinden olan
İbnu’l-Hâris’in hadisi terkedilmiştir. ez-Zehebî Tarihu’s-Sahâbe adlı
kitabında bu haberin sahih olmadığına işaret etmiştir.
Bu hadis maddi tedaviyi
terkedip, yanlız Kur’ân tilâvetine güvenmeye işaret etmektedir. Bu ise Resul
(s.a.s.)’in kavlî ve fiili sünnetiyle uzak ve yakından uyuşmamakta. Resûl
(s.a.s.) defalarca maddi tedavi ile muâlece olup bunu emretmiştir. Şöyle
buyurur:
( Ey Allâh’ın kulları!
Tedavi olun ; Allâh indirdiği her hastalığa bir de ilaç indirmiştir ) Bu hadisi el-Hâkim sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
43-( إن الله عز
وجل وملائكته يصلون على أصحاب العمائم يوم الجمعة ) ( Allâh Azze ve Celle ve Melekleri cuma
günü sarık saranlara salât getirirler )[108]
Hadis uydurmadır.
İbnu’l-Cevzî[109] şöyle der:
« Bu hadisin aslı yoktur, (ravilerinden olan) Eyyub teferrud etmiştir. Ezdî
şöyle der: Bu hadis Eyyub’un uydurmasıdır, Yahyâ b. Main onun yalancı olduğunu
söylemiştir, ed-Dârekutnî de onu terketmiştir.»
44-( أحبو العرب
لثلاث ؛ لأني عربي ، والقرآن عربي ، وكلام أهل الجنة عربي
)
( Üç şeyden dolayı Arabları sevin ; Çünkü ben arabım,
Kur’ân arabçadır, Cennet ehlinin dili de arabçadır )[110]
Hadis uydurmadır.
Bu senedin üç tane illeti
vardır:
İlki: Ravilerinden olan el-Alâ b. Amr hakkında ez-Zehebî metrûk
olduğunu söyler, İbn Hibbân ise, mutlak olarak kendisiyle ihticac etmenin câiz
olmadığını söyler.
İkincisi: Diğer bir râvi olan Yahyâ b. Yezîd, muhaddislerce
zayıf addedilmiştir.
Üçüncüsü: İbn Cureyc hadisi an ana sigasıyla rivâyet
etmiştir. Kendisi müdellistir.
Hadisi İbnu’l-Cevzî[111]
el-Ukaylî’nin yoluyla zikrederek, el-Ukaylî’den hadisin münker olduğunu ve
aslının olmadığını aktarır.
45- ( أنا عربي ،
والقرآن عربي ، ولسان أهل الجنة عربي )
( Ben arabım, Kur’ân arabçadır, Cennet
ehlinin lisanı da arabçadır )[112]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Şibl b.
el-Alâ b. Abdurrahman hakkında İbn Adiy; « Münker rivâyetleri vardır » der.
Hâfiz el-Irâkî[113] de şöyle
der: « Ancak (râvilerinden olan) Abdul Azîz b. İmrân ez-Zührî hakkında en-Nesâî
ve başkaları metrûk olduğunu söylerler. el-Buhârî hadisinin yazılmayacağını
bildirir. Dolayısıyla bu hadis sahih değildir. » İbn Arrak[114] ta bu
hükme katılır.
Bu rivâyetin Allâh
Resûlu (s.a.s.)’e nisbetinin bâtıl olduğuna bir başka delilde,
(s.a.s.)’in arablığıyla övünmesidir. Bu ise, İslam’a göre tuhaf sayılıp şu âyetle
uyuşmaz:
( Muhakkak ki Allâh
yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.)[115]
Aynı zamanda sahih
hadislerle de uyuşmaz:
( Arabın arab olmayana
üstünlüğü yoktur ... üstünlük ancak takva iledir.)[116]
Ebû Dâvut ve et-Tirmizi’nin hasen olarak rivâyet
ettikleri başka bir hadiste:
( Gerçekten Allâh Azze ve
Celle sizlerden câhiliyye âdetini ve ecdâd ile övünmeyi gidermiştir. İnsanlar
Âdem’in çocuklarıdır, Âdem ise topraktandır. Mümin takvalı , facir ise şakî
olandır. Bazıları cehennem kömürü olan insanlarla övünmeyi bıraksınlar. Yoksa
Allâh’ın yanında, ağzı ile pisliği iten böcekten daha değersiz olurlar. )
Allâh Resûlu (s.a.s.) ümmetini bu şekilde yönlendiriyor
ise, onun yasakladığı şeyi kendinin yapması hiç bir zaman makûl değilir.
46-(
إذا ذلت العرب ؛ ذل الإسلام ) (
Arablar itibarını kaybedince, İslâm da itibarını kaybeder )[117]
Hadis uydurmadır.
Ebû Hâtim şöyle der: « Bu hadis bâtıldır aslı yoktur.»
Hadisin iki tane illeti vardır:
İlki: Ravilerinden olan Muhammed b. el-Hattâb, hâli
itibarıyla mechûldur.
İkincisi: Ali b. Zeyd zayıftır.
Hadis mana itibarıyla batıl bir manaya delâlet etmeseydi,
zayıf hükmü ile yetinirdik. Çünkü İslâm’ın izzeti Arablarla bağlantılı
değildir. Tam tersine Allâh İslâm’ı Arab olmayan müminlerle de izzetli
kılmıştır. Özellikle Osmanlı devletinin ilk zamanlarında böyleydi. Allâh
İslâmı onlarla güçlendirmişti, ta ki hükümdarlıkları Avrupanın ortasına kadar uzanmıştı.
İslâm’dan saparak Avrupa kanunlarına yönelip, hayırlı olanı hayırsız olan ile
değiştirdiklerinde otoriteleri, hem orada hemde diğer topraklarda giderek
kayboldu. Öyle oldu ki, hükümranlığı kendi topraklarında dahi kalmadı! O
topraklarda müslüman olduklarına delâlet eden az bir belirti kaldı. Böylelikle
kuvvet ve izzetten sonra, bütün müslümanlar arabıyla acemiyle boyun eğip
alçaldılar. Kafirler topraklarına girerek, çok azı hâriç müslümanlar zillet
altında yaşamaya mahkûm oldular. Ekonomi gibi bir çok tasarı adı altında bu
toprakları kafirler sömürmeye başladılar!
Böylece İslâmın, arab ve acemin düşmesiyle zelîl,
güçlenmesiyle de izzetli olacağı
sabitleşir.
( Arabın arab olmayana üstünlüğü ancak takvadadır)
Allâhım! müslümanlara izzet nasib eyle, onlara Kitâbına ve
Peygamberinin sünnetine dönmelerini ilham et. Tâ ki İslâm onlarla güçlenmiş
olsun.
Ancak bu durum, arab cinsinin diğer ümmetlerin cinsinden
daha üstün olmasına engel değildir.Arab cinsinin üstün olması konusu Ehlî
Sünnetin’de görüşüdür. Konuyla ilgili sahîh hadisler vardır, bunlardan bir
tanesi de şudur:
( Allâh İbrâhim’in çocuklarından İsmâil’i seçmiştir.
İsmâil’in çocuklarından da Benî Kinâneyi, Benî Kinâne’den Kureyşi, Kureyşten
Benî Hâşimi seçmiştir. Beni de Benî Hâşimden seçmiştir.)[118]
Ancak bu fazîlet, Arab olanın kendi cinsiyle övünmesine
götürmemesi gerekir. Çünkü İslâm bu cahiliyye âdetini ibtâl etmiştir. Aynı
zamanda bizlerin de Arabların bu üstünlüğe hak sahibi olmalarının sebebini de
bilmemezlikten gelmememiz gerekir. Onlar akıl ve lisanlarıyla, ahlak ve
amelleriyle temâyüz etmişler, güzel sıfatlarıyla diğer ümmetlere İslâm davetini
taşımada ehil kılınmışlardır. İşte arab olan kimse bunu bilir ve korur ise,
kendinden öncekiler (selefleri gibi) İslâm davetinin taşınmasında namzet bir
üye olur. Ama o, bütün bunlardan soyutlanırsa o zaman hiç bir fazîleti olmaz.
Bilâkis İslâm ahlâkı ile nitelenen bir acem şüphesiz ondan daha
hayırlıdır. Gerçek üstünlük Allâh’ın, Muhammed (s.a.s.)’le birlikte gönderdiği
imân ve ilme tâbi olmak iledir. Üstünlük Kur’ân ve Sünnette gelen belirli
isimlerledir; İslâm, İmân, İyilik, Takvâ, İlim, Amel ve İhsân gibi. İnsanın
sadece arab veya acem olması, hiç bir üstünlük kazandırmaz.
47-(
البطيخ قبل الطعام يغسل البطن غسلا، ويذهب بالداء أصلا )
( Yemekten önce karpuz mideyi iyice yıkar, hastalığıda kökünden
giderir )[119]
Uydurmadır.
Ravilerinden olan Ahmed b. Yakûb’un hadis
uydurduğunu el-Beyhakî ve el-Hakim beyan eder.
es-Sahâvî şöyle der: « Ebu Umer en-Nukânî karpuzun
fazileti hakkında bir cüz tasnif etmiştir, bütün hadisleri batıldır.» [120]
48-
( بركة الطعام الوضوء قبله وبعده )
( Yemeğin bereketi, öncesinde ve sonrasında abdest
almaktır )[121]
Zayıftır.
Ravilerinden olan Kays b. Rabi’nin zayıf olduğunu Ebû
Davut ve et-Tirmizî söyler.
Bu konuyla ilgili başka bir hadiste:
( Her kim Allah’ın onun evinin hayrını çoğaltmasını
severse, öğlen yemeği hazır olduğunda ve kaldırıldığında abdest alsın )[122]
Ancak hadis münkerdir.
el-Münzirî şöyle der: « Süfyan yemekten önce abdest almayı
kerih görürdü. el-Beyhakî derki: aynı şekilde Malik b. Enes’te kerih görürdü.
Yine arkadaşımız eş-Şafii abdestin terkini mustehab görmüştür, İbn Abbas
hadisini delil getirmiştir.
( Peygamber (s.a.s.)’in yanındaydık ve helâya gitti,
sorada döndü. Yemek getirildi ve dendi ki: Abdest almayacakmısın? O da, namaz
kılmayacağım ki abdest alayım, dedi)» [123]
et-Tirmizî ve Ebû Davut’un rivayet ettikleri hadiste şu
fazlalık vardır:
(Ancak namaza kalktığımda abdest almakla emrolundum
)
Bazıları bu hadiste geçen el-Vudû yâni abdest kelimesini
yalnız ellerin yıkanması olarak tevil ederler. Ancak bu mâna Peygamber
(s.a.s.)’in sözlerinde bilinmemektedir. Eğer hadis sahih olmuş olsaydı, yemek
öncesi ve sonrası ellerin yıkanmasının istihbabına delil olurdu ve hadisin bu
şekilde tevili de caiz olmazdı.
Yemekten önce ellerin yıkanmasına gelince ; ellerin pis
olması gibi, yıkanmasını gerektiren bir durum var ise, yıkamak meşrûdur.
Netice olarak; ellerin yemekten önce yıkanması, hadis
sahih olmadığından ibâdet değildir. Mâna olarak makûldur, kirli ise meşrûdur,
yoksa değildir.
49-( إن لكل شيء قلبا ، وإن قلب القرآن (يسن) ،
من قرأها ؛ فكأنما قرأ القرآن عشر مرات )
( Gerçekten her şeyin bir kalbi vardır, Kur’an’ın
kalbide ( Yâsindir ). Kim onu okursa sanki Kur’an’ı on kere okumuş gibidir )[124]
Hadis uydurmadır.
et-Tirmizî, ravilerinden olan Hârûn b. Muhammed’in meçhûl
olduğunu söyler. ez-Zehebî de bu hadisi onun uydurduğunu zikreder. Ebû Hâtim
ise hadisin batıl olup, aslının olmadığını bildirir.
Ancak es-Suyûtî adeti üzere rivayeti el-Câmi es-Sagir adlı
kitabına alır! es-Sabûnî de İbn Kesir’in muhtasarında[125]
zikreder! Zannınca sadece sahih hadisleri zikredecekti! O nerede bunu yapmak
nerede; bu kuru bir iddiadan başka bir şey değildir!
50-(
من ولد له مولود، فسماه محمدا تبركا به؛ كان هو ومولوده في الجنة) (
Kimin çocuğu olurda ona bereket talebiyle Muhammed ismini verirse ; o ve çocuğu
cennettedir )[126]
Hadis uydurmadır.
İbn Kayyım, ravilerinden olan Hâmid b. Hammâd el-Askerî
yüzünden, hadisin bâtıl olduğunu belirtir. eş-Şeyh el-Kâri[127]
de ona katılır.
Bu araştırmayı gözden kaçıran el-Munâvî es-Suyûtî’nin
hadisi hasen saymasına katılır. Dolayısıyla buna aldanma.
51-
( فكرة ساعة خير من عبادة ستين سنة
)
( Bir saat düşünmek, altmış sene ibâdetten daha hayırlıdır )[128]
Bu söz uydurmadır.
İbnu’l-Cevzi, ravilerinden olan Osman b. Abdullah
el-Kuraşi ve İshak b. Nuceyh el-Malatî’nin yalancı olduklarını söyler.[129]
Diğer bir rivayette ise:
( Gece ve gündüzün farklılığındaki bir saatlik düşünce,
bin senelik ibâdetten daha hayırlıdır)[130]
Bu hadis te uydurmadır. Çünkü ravilerinden olan Said b. Meysere güvenilir
ravilerden uydurma rivayetlerde bulunmuştur. Buna rağmen es-Suyûtî rivayeti
kitabına almıştır!
52-
(
لا صلاة لجار المسجد إلا في المسجد ) ( Cami komşusunun
namazı, ancak camidedir )[131]
Hadis zayıftır.
Ravilerinden olan Süleyman b. Davut el-Yemâmî zayıftır.
el-Buhârî onun hakkında: « hadisi münkerdir » der. Yanî bu kişinin hadisini
rivayet etmek helâl değildir.
Cemaat namazıyla ilgili gelen sahih hadisin lafzı
şöyledir:
( Kim özürü olmadığı halde ezanı duyarda (camiye)
gelmez ise, namazı yoktur )[132]
En-Nevevî, el-Askalânî ve ez-Zehebî hadisin sahih olduğunu
söylemişlerdir.
53-(
الجمعة حج الفقراء ، وفي لفظ: المساكين
) (
Cuma fakirlerin haccıdır, diğer bir lafızda : Miskinlerin )[133]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Mukâtil yalancıdır. Dolayısıyla
es-Sagânî ve İbnu’l-Cevzî rivayeti, uydurma hadisleri topladıkları kitablarında
zikrederler.
54-(
الدجاج غنم فقراء أمتي ، والجمعة حج فقرائها
)
( Tavuk, ümmetimin fakirlerinin koyunudur. Cuma’da fakirlerinin
haccıdır )[134]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Abdullâh b. Zeyd yalancıdır, hadis
uyduran birisidir.
el-Munâvî[135]
bu ve bir önceki rivayetin uydurma olduğunu ez-Zehebi’den nakleder.
55-(
إذا جامع أحدكم زوجته أو جارية ؛ فلا ينظر إلى فرجها، فإن ذلك
يورث العمى
)
( Biriniz hanımıyla veya cariyesiyle ilişkide
bulunduğunda, edep yerine bakmasın, çünkü bu körlük bırakır )[136]
Hadis uydurmadır.
İbnu’l-Cevzî rivayeti el-mevdûât adlı kitabında zikreder.
İbn Hibbân ve Ebu Hatim er-Râzi rivayetin uydurma olduğunu söylerler.
İbn Salâh hadisin gerçek illetine vakıf olmadığı için,
isnadın ceyyid (iyi) olduğunu söyler. Ancak İbn Salâh, kendisinin koyduğu ve
daha önce kimsenin söylemediği kaideye muhalefet ederek bu hadisin kuvvetli
olduğunu söyler. İbn Salâh’a göre, kendisinin yaşadığı o asırlarda artık hadis
hakkında sahih hükmünün verilmesi kesilmişti, dolayısıyla hiç kimsenin tashih
etme hakkı yoktu![137]
Ona göre vacib olan; daha önceki hadis imamlarının hükümlerine tabi olmaktır.[138]
Ancak bu kaideye nereye dayanarak burada muhalefette bulundu ve iki büyük hadis
imamımın uydurma hükmünü verdikleri hadisin, sahih olduğunu söyledi?
Doğru anlayış, hadisin batıl olduğuna
delildir. İlişkiye nisbetle edep yerine bakmanın haram
kılınması, vesilelerin haram kılınması babındandır. Allâh Teâla erkeğe zevcesiyle
ilişki izni verdiyse, zevcesinin edep yerine bakmasını yasaklaması nasıl
kavranabilir?! Bunu Aişe validemizden gelen hadis teyid eder, O şöyle der:
( Ben ve Allâh Resûlu (s.a.s.) aramızdaki bulunan bir
kaptan gusül alırdık. Benden önce davranırdı, bende ona : bana da bırak, bana
da bırak derdim )[139]
Bu hadisten anlaşılan edep yerine bakmanın caiz olduğudur.
Bunu İbn Hibban’ın Süleyman b. Musa yoluyla naklettiği rivayet destekler:
Süleyman b. Musa erkeğin zevcesinin edep yerine bakması hakkında sorulur? Bunu
Atâ’ya sordum der, o da: Aişe’ye sordum, bu hadisi mâna olarak zikretti der.
Hafız b. Hacer şöyle der: « Bu hadis erkeğin zevcesinin
avret mahalline ve zevcenin de erkeğin avret mahalline bakmasının cevazına
delildir.»[140]
Bu, açıklığa kavuştuğuna göre, öyleyse gusül veya temas
esnasında bakmak arasında hiç bir fark yoktur. Böylece yukarıdaki hadisin bâtıl
olduğu açığa çıkar.
56- ( إذا جامع أحدكم ؛ فلا ينظر إلى الفرج ،
فإنه يورث العمى ، ولا يكثر الكلام ؛ فإنه يورث
الخرس )
( Biriniz (zevcesiyle) temas ettiğinde, avret
mahalline bakmasın,
çünkü bu körlük
bırakır, çokta
konuşmasın, çünkü bu da
dilsiz bırakır )[141]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Muhammed b. Abdurrahman el-Kuşeyrî,
yalancı olup hadisi tekedilmiştir.
57-(
لا تكثروا الكلام عند مجامعة النساء ؛ فإن منه يكون الخرس و الفأفأة ) (
Kadınlar ile olan temasta fazla konuşmayın, çünkü dilsizlik ve kekeleme ondan
meydana gelir )[142]
Hadis çok zayıftır.
Rivâyetin dört tane illeti vardır, dolayısıyla rivâyet çok
zayıf olduğundan delil teşkil etmez.
58- (
من سافر من دار إقامته يوم الجمعة ؛ دعت عليه الملائكة أن
لا يصحب في سفر )
( Kim cuma günü ikâmet diyârından sefere çıkarsa,
melekler yolculuğunda refakatçısı olmaması için aleyhine duâ da bulunurlar ) [143]
Hadis zayıftır.
Rivâyet İbn Lehi’a sebebiyle zayıftır. Rivâyet bir başka
yoldan da gelmiştir, ancak uydurmadır. İlâve olarak (... haceti
giderilmemesi için ...) fazlalığı vardır.
Ayrıca el-Gazâlî rivâyeti (el-İhya)’da zikreder!
Sahih sünnette cuma günü yolculuğa çıkmayı yasaklayan hiç
bir delil yoktur.
Esved b. Kays’ın babasından rivâyet ettiği bir eserde :
( Umer (r.a.) yolculuğa istekli bir adam görür. Onun
şöyle söylediğini duyar : “Bugün cuma günü olmasaydı çıkardım” deyince Umer
(r.a.) şöyle der: “Çık, çünkü gerçekten cuma yolculuğa mani değildir”.)[144]
Bu sened sahihtir, ravilerinin hepsi güvenilirdir.
59-( الحج قبل التزوج
)
( Hac evlilikten öncedir )[145]
Hadis uydurmadır.
Senetteki iki râvi hadis uydururlar. Buna rağmen es-Suyûtî
rivâyeti el-Câmi de zikreder.
Rivâyetin diğer bir lafzı şöyledir:
60- ( من تزوج قبل أن يحج ؛ فقد بدأ بالمعصية )
( Kim hacca gitmeden önce evlenirse, günah ile
başlamıştır )[146]
Hadis uydurmadır.
61-(
تختموا بالعقيق ؛ فإنه مبارك
)
( Akîk’ten yüzük takın, çünkü gerçekten akîk bereketlidir )[147]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Yakûb b. İbrahîm ez-Zührî, yalancı ve
hadis uyduran birisidir.
Hafız es-Sahâvî, akîk taşı ile ilgili gelen rivayetlerin
hepsinin bâtıl olduğunu söyler.
Gerçi konu ile ilgili rivayetler değişik lafızlar ve
senedlerle gelmesine rağmen hadisi kuvvetlendirmemektedir. Zayıflığın sebebi,
zabtın ve hıfzın zayıflığından kaynaklanmış ise, yolların çokluğu hadisi
kuvvetlendirir. Ancak durum burada böyle değildir. Bilâkis konu ile
ilgili rivayetlerin geneli yalan ile itham edilmiş ravilerden hâli değildir.
Ayrıca lafızlar arasında şiddetli bir çelişki görülmektedir, yukarıda:
( Çünkü gerçekten akîk bereketlidir ) olarak gelir.
Diğer bir rivâyette :
62-
( تختموا بالعقيق ؛ فإنه ينفي الفقر
)
( ...çünkü gerçekten akîk fakirliği yok eder )[148]
Hadis uydurmadır.
Diğerinde :
63-
(تختموا بالعقيق ؛ فإنه أنجح للأمر ، واليمنى
أحق بالزينة )
( ...çünkü gerçekten akîk işi başarılı kılar, sağ
el de ziynete daha hak sahibidir )[149]
Hadis uydurmadır.
Başka bir rivayette:
64- ( تختموا بالخواتم العقيق ؛ فإنه لا يصيب
أحدكم غم ما دام عليه )
( Akîk’ten yüzükler takın, çünkü gerçekten üzerinde
olduğu müddetçe birinize üzüntü isabet etmez )[150]
Hadis uydurmadır.
Bir diğerinde :
65-
( من تختم بالعقيق ؛ لم يزل يرى خيرا
)
( Kim akîk’ten yüzük takarsa, hayır görmeye devam eder
)[151]
Sonuç olarak ; akik taşından yüzük edinme hakkında
gelen hadislerin hepsi bâtıldır.
66- (
سيد الأعمال الجوع ، وذل النفس لباس الصوف
)
( Amellerin efendisi açlıktır, nefsin zilleti de yün elbisedir )
Bu sözün aslı yoktur.
el-Irâkî[152]
ve es-Subkî[153]
aslını bulamadıklarını söylerler.
67- (
الفكر نصف العبادة ، وقلة الطعام هي العبادة
) (
Fikir ibâdetin yarısıdır, az yemekte ibâdetin kendisidir )
Bu söz batıldır.
el-Irâkî[154]
aslının olmadığını ifade eder.
68-(
صوموا تصحوا
)
( Oruç tutun sıhhat bulun )[155]
Hadis zayıftır.
Ravilerinden olan Züheyr b. Muhammed Şamlılar’dan olan
rivayetinde zayıftır. Dolayısıyla hafız el-Irakî[156]
senedin zayıf olduğunu belirtir.
69-(
إياك والسرف ؛ فإن أكلتين في يوم من السرف
)
( Seni israf etmekten sakındırırım ; gerçekten günde iki kere
yemek israftandır )[157]
Hadis uydurmadır.
el-Gazâlî İhyâ da, bu sözü Peygamber (s.a.s.)’in
Aişe (r.a.)’ya söylediğini zikreder. el-Irakî İhyâ üzerine yaptığı
çalışmada, rivâyetin zayıf olduğunu söyler. Ancak rivâyet zayıflıkta kalmaz,
çünkü râvilerinden olan Muhammed b. el-Hüseyn es-Sûfî Tasavvufçular için hadis
uyduran birisidir.
70-(
كان إذا أشفق من الحاجة أن ينساها ؛ جعل في يده خيطا ليذكرها
) ( Peygamber (s.a.s.) bir ihtiyacı unutma
endişesi duyduğunda, hatırlaması için eline ip koyardı )[158]
Hadis batıldır.
Râvilerinden olan Sâlim b. Abdul-A’lâ hadisi terkedilmiş
olup, kendisi güvenilir râviler üzerine hadis uyduran birisidir.
Bu rivayetle çakışan diğer bir rivâyette:
71-( من حول خاتمه، أو عمامته، أو علق خيطا في
أصبعه ؛ ليذكره حاجته؛ فقد أشرك بالله عز وجل ، إن الله هو يذكر الحاجات )
( Kim ihtiyacını hatırlatması için yüzüğünü veya
sarığını döndürür, yahut parmağına
ip bağlarsa; Allah Azze ve Celle’ye şirk koşmuştur. Çünkü ihtiyaçları
hatırlatan Allâh’dır )[159]
Hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Bişr b. el-Hüseyn, diğer bir râvi olan
ez-Zübeyr’den bâtıl rivâyetler nakleder. Bu kişi aynı râviden yüz elli hadise
yakın uydurma bir nüsha rivâyet etmiştir.[160]
72-( حق الجوار إلى أربعين دارا، وهكذا، وهكذا،
وهكذا ؛ يمينا وشمالا، وقدام وخلف )
( Komşunun hakkı kırk eve kadardır. Böyle, şöyle ve
böyle ; sağdan ve soldan, önden ve arkadan )[161]
Hadis çok zayıftır.
Komşuluğu kırk evle sınırlandıran hadisler sahih olmayıp zayıftır.
Görünen, bunun örf ile sınırlandırılmasıdır, Allah en doğrusunu bilir.
73-(
ما ترك القاتل على المقتول من ذنب
)
( Katil maktulun üzerinde hiç bir günah bırakmamıştır. )
Bunun aslı yoktur.
Hadis kitablarında bu rivâyetin sahih, hasen veya zayıf
bir senedi bilinmemektedir.
Kıyâmet günü maktûl olan, kâtilden istekte bulunur ve
kâtilin hasenatları bu zülme yeterli gelmez, böylece maktûlun kötülükleri
kâtile tahvîl edilir. Sahih Müslim’de gelen hadiste buna işâret edilir:
( Ümmetimden iflâs eden odur ki, namaz, zekât ve oruçla gelir. Ancak bunu
kötülemiş, onu lekelemiş, bunun malını yemiş, onun kanını dökmüş, buna
vurmuş olarak
gelir.
Buna hasenatlarından verilir, diğerine hasenatlarından verilir. Aleyhine
olanlar bitmeden önce, hasenatları bittiğinde, onların günahlarından alınır ve
onun üzerine atılır sonra da ateşe atılır.)
74-(
كان يأخذ من لحيته ؛ من عرضها وطولها )
( Allâh Resûlu (s.a.s.) sakalının boyundan ve eninden
alırdı)[162]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Umer b. Hârûn el-Belhî hakkında
el-Buhârî şöyle der : « Bu hadisten başka, aslı olmayan veya tek kaldığı hiç
bir hadisini bilmiyorum.»
Ukaylî de şöyle der: « Bu hadis ancak onunla bilinir, ve
Peygamber (s.a.s.)’den iyi senedlerle şöyle dediği sabittir :
( Sakalınızı uzatın, bıyıklarınızı kısaltın )[163]»
Yine bu râvi hakkında İbn Maîn « pis bir
yalancıdır » der. Sâlih Cezer’e de « yalancı » olduğunu söyler.
75-( الأرض على الماء، والماء على صخرة، والصخرة
على ظهر حوت يلتقي حرفاه بالعرش، والحوط على كاهل ملك قدماه (في) الهواء )
( Yer yüzü suyun üzerindedir, su kayanın üzerindedir,
kaya da balinanın sırtı üzerinde olup iki tarafı arş ile buluşur. Balina da
ayakları havada olan meleğin sırtının üst kısmındadır)[164]
Hadis uydurmadır.
Rivâyet isrâiliyâttandır. Râvilerinden olan Saîd b. Sinan
ithâm edilmiştir.
76-(
كنت نبيا وآدم بين الماء والطين ) (
Âdem su ve çamur arasındayken Nebiydim )
Hadis uydurmadır.
77-(
كنت نبيا ولا آدم ولا ماء ولا طين )
( Nebî olduğumda ne Âdem ne su ne de çamur vardı )
Hadis uydurmadır.
es-Suyûtî[165]
bunun ve bir önceki rivâyetin de uydurma olduğunu İbn Teymiyye’den nakleder ve
ona katılır.
İbn Teymiyye,[166]
el-Bekrî’ye olan reddiyesinde şöyle der:
« Naklen ve aklen aslı yoktur, hiç bir muhaddis bu
rivâyeti zikretmemiştir. Manası da bâtıldır. Çünkü Âdem (a.s.) su ile çamur
arasında hiç bir zaman olmamıştır. Çamur, su ve topraktan oluşur. Âdem
ise, (o anda) ruh ve cesed arasındaydı.
Bu dalâlet ehlî, Nebî (s.a.s.)’in o zaman var olduğunu ve
zatının diğer zevatlardan önce yaratıldığını zannederek uydurma hadisleri delil
olarak getirirler. Örneğin, Peygamber (s.a.s.)’in arşın etrafında bir nur
olduğu rivâyetinde olduğu gibi, o şöyle der: « Ey Cibrîl! Ben işte o nur idim.»!
Bazıları da, Nebî (s.a.s.)’in, Cebrâîl ona Kur’an’ı
getirmeden önce onu ezberlediğini
iddia ederler. »
İbn Teymiyye, « Âdem ise, ruh ve cesed arasındaydı »
sözüyle hadisin sahih olan şeklinin bu lafızla olduğuna işaret eder.
Hadisin lafzı şöyledir:
( Âdem ruh ile cesed arasındayken ben Nebîydim.)
Bu hadisin isnâdı sahihtir[167].
78- (
كن ذنبا ولا تكن رأسا )
( Kuyruk ol, sakın baş olma)
Bu sözün aslı yoktur.
Es-Sehâvî[168]
bu sözün İbrâhim b. Edhem’e ait olduğunu ve bu sözü bazı arkadaşlarına tavsiye
ettiğini ifâde eder.
79- (
من لم يهتم بأمر المسلمين، فليس منهم
)
(
Her kim müslümanların işiyle ilgilenmez ise, onlardan değildir.... )[169]
Bu hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Abdullâh b. Ebî Cafer ve babası
zayıftırlar.
Hadis değişik lafızlarla da gelmiştir, ancak senedleri
ya uydurma ya da çok zayıftır.
80- (
كان خطيئة داود عليه السلام النظر
)
( Dâvud Aleyhisselâm’ın günahı bakmaktı )[170]
Bu hadis uydurmadır.
İbn Salâh Müşkil el-Vasît’te bu hadisîn aslının
olmadığını belirtir.
Bu hükme ez-Zerkeşi, es-Suyutî ve İbn Arrak’ta katılır.
Dâvud (a.s.)’ın bir askerin ailesine bakarak fitneye
düşmesi rivâyeti meşhur olup, Peygamberlerin kıssaları ile ilgili kitablar ve
bazı tefsir kitablarına girmiştir.
Aklı başında olan bir müslüman bu kıssanın bâtıl olduğunda
şüpheye düşmez. Çünkü bu kıssada o kadınla
evlenmek için kocasını öldürme girişimi
gibi Peygamberlerin (aleyhimus-selâm) makamlarına yakışmayan işlerin bir
Peygambere atfedilmesi vardır.
Daha uzunca gelen başka bir rivâyette;
( Nebî olan Dâvud Aleyhisselâm kadına bakıp ona
meyledince ...)[171]
Peygamber (s.a.s.)’e ref edilen bu bâtıl rivâyeti,
el-Kurtubî[172]
tefsirinde zikrederek bâtıl olduğunu söyler. Aynı şekilde İbn Kesîr’de[173]
senedinin sahih olmadığını beyan eder.
Bu rivâyet, peygamberlerin masum olduklarına inanmayan
Ehlî Kitab’ın naklettiği İsrailiyattan olduğu anlaşılmaktadır.
Tenbîh: İbn Ebî Hâtim’in tefsirine bu gibi bâtıl
rivâyetleri alması, onun kitabının başında zikrettiği; « kendisinin
seneden ve metnen en sahih haberleri tahriç etmeye dikkat ettiğine » dair sözü,
genel manada değildir.
81-( كما تكونوا يولى عليكم
)
( Nasılsanız öyle idare edilirsiniz )[174]
Bu hadis zayıftır.
el-Hâfız b. Hacer şöyle der: « Rivâyetin isnadında
el-Mubârek b. Fadâle adlı râviye kadar ki diğer râviler bilinmemektedir. »[175]
Ayrıca hadisin manası da mutlak olarak doğru değildir.
Târîh’in bizlere aktardığına göre; sâlih olmayan bir idareci ardından sâlih bir
idâreci başa geçmiştir, halk ise aynı halktır değişmemiştir.
82-( من ولد له مولود، فأذن في أذنه اليمنى،
وأقام في أذنه اليسرى ؛ لم تضره أم الصبيان
)
( Kimin çocuğu olurda, sağ kulağına ezan okur, sol
kulağına da kamet getirirse; sıbyanların anasının (şeytanın) ona zararı olmaz.)[176]
Bu hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan, Yahyâ b. el-Alâ er-Râzî ve Mervân b.
Süleyman, hadis uydurmuşlardır.
Bu hadisin uydurma olduğu, zikirler ve virdler hakkında
kitab yazan bir kısım ilim ehlinin gözünden kaçmıştır. İmam en-Nevevî (r.h.)
rivâyetin zayıflığına işaret dahi etmeden kitabında bu hadisi zikreder. Kitabı
şerheden İbn Allân[177]
hadis hakkında susarak senedi hakkında hiç bir şey söylemez! en-Nevevî’den
sonra gelen İbn Teymiyye hadisi el-Kelimu’t-Tayyib’te, öğrencisi olan
İbn Kayyım da ona tabî olarak el-Vâbil es-Sayyib’te hadisi zikrederler.
Ancak her ikisi de rivâyeti « يُذْكَرُ » yâni zikrolunduğuna göre kelimesi ile başlattıklarından,
bu sözle hadisin zayıf olduğuna işaret etmişlerdir. Gerçi bu, o ikisinden
hadisin zayıflığına sukût etme mesuliyyetini kaldırsa bile, hadisi kitablarında
zikretme mesuliyyetini kaldırmaz. Çünkü onların bu sözlerinde hadisin uydurma
olduğuna değil, yalnız zayıf olduğuna işaret vardır. Yoksa öyle olmasaydı
hadisi kitablarına almazlardı. Bunu, her ikisinin kitablarına muttali olan
herkes anlar.
Bu konudaki yanlış anlaşılma gayet açıktır. Çünkü onlardan
sonra gelen birisi, o ikisinin bu hükmüne aldanarak; « her ikiside büyük
imamlardır, bunda bir beis yoktur, zayıf hadis ile fadâilu’l-a’mâl’da amel
edilir » diyebilir. Veya bu hadis, zannınca zayıf olduğundan başka bir zayıf
hadis için bunu şahid olarak sayıp hadisi böylece kuvvetlendirir. Bu esnada her
iki rivâyetin zayıflığının şiddetli olmaması şartını da unutarak bunu
yapabilir.
Bu zikrettiğimiz yanlışa düşen kişiyi örnek verebiliriz;
et-Tirmizî zayıf bir senedle Ebî Râfi’den, onun şöyle
dediğini rivâyet eder:
(
رأيت رسول الله صلى الله عليه وسلم أَذَّنَ في أُذْنِ الحسن بن علي حين ولدته
فاطمة بالصلاة )
( Resûlullâh (s.a.s.)’i gördüm Fâtıma, el-Hasen b.
Ali’yi doğurunca, kulağına ezan okudu. )
et-Tirmizî şöyle der: « Hadis sahihtir, amel bu hadis üzeredir! »
Sünen-i şerheden el-Mubârekfurî hadisin senedinin zayıf
olduğunu açıkladıktan sonra şöyle
der: « Hadis zayıf olmasına rağmen nasıl olurda
amel bu hadis üzeredir? Derim ki : Evet, bu hadis zayıftır, ancak el-Hasen b.
Ali hadisini, Ebû Ya’lâ ve İbn Sünni’nin rivâyet ettikleri diğer bir hadis
destekleyip kuvvetlendirmektedir. »!
Düşün, nasıl da zayıf bir hadisi uydurma bir hadis ile
kuvvetlendiriyor. Tabi ki bunun sebebi, hadisin uydurma olduğunu
bilmeyişinden ve zikrettiğimiz ilim ehlinin bu hükmüne aldanışından dolayıdır.
Konuyla ilgili başka bir hadis ise:
(
أن النبي صلى الله عليه وسلم أَذَّنَ في أُذْنِ الحسن بن علي يوم ولد، وأقام في
أذنه اليسرى )
( Peygamber (s.a.s.) el-Hasen b. Ali doğduğu gün
kulağına ezan okur, sol kulağına da kâmet getirir.)[178]
Bu hadisin, et-Tirmizî de gelen zayıf hadis için şahid
olması imkansızdır. Çünkü bu rivâyetin senedinde, biri yalancı ve biri de
metrûk (terkedilmiş) olmak üzere iki râvi vardır.
Ancak tuhaf olan el-Beyhakî ve İbn Kayyım gibi iki büyük
alimin hadis hakkında zayıf hükmüyle yetinmeleridir!
83- (
من تمسك بسنتي عند فساد أمتي؛ فله أجر مائة شهيد
)
( Ümmetimin bozulduğu bir zamanda, sünnetime kim yapışırsa, ona
yüz şehid ecri vardır )[179]
Hadis çok zayıftır.
Râvilerinden olan el-Hasen b. Kuteybe hakkında ez-Zehebî «
helâk olmuştur » der. ed-Dârekutnî de « hadisi terk edilmiştir » der. Bu
râvinin şeyhi olan Abdu’l-Hâlık b. el-Münzir bilinmemektedir.
Hadis başka bir lafızlada rivâyet olunmuştur:
84-(
المتمسك بسنتي عند فساد أمتي له أجر شهيد ) (
Ümmetimin bozulduğu bir zamanda, sünnetime yapışanın, bir şehid ecri vardır )[180]
Hadis zayıftır.
Bu hadislere ihtiyaç bırakmayıp sahih olarak gelen
rivâyetin lafzı şöyledir:
(
إن من ورائكم أيام الصبر، للمتمسك فيهن يومئذ بما أنتم عليه أجر خمسين منكم،
قالوا: يا نبي الله أو منهم؟ قال: بل منكم )
( Sizden sonra sabredilecek günler vardır, o günlerde
sizin üzerinde olduğunuz şeye tutunana, sizin ellinizin ecri (verilir). Sahâbeler:
«Ey Allâh’ın Nebîsi, onlardan (ellisininmi)?» derler. O da: «Hayır sizden (ellisinin)» der.)[181]
85-
( كان يرى في الظلمة كما يرى في الضوء )
( Peygamber (s.a.s.) aydınlıkta gördüğü gibi karanlıkta da
görürdü )[182]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Abdullâh b. el-Mugire hakkında
el-Ukaylî; « aslı olmayan rivayetlerde bulunur » der. ez-Zehebî bu
rivâyetle birlikte onun diğer hadislerini de getirerek; « bunlar uydurmadır »
der.
Buna rağmen es-Suyûtî hadisi el-Câmi’s-Sagîr de
zikreder.
Bir de İbn el-Mugire’nin Şeyhi olan el-Muallâ b. Hilâl
hakkında muhaddislerin yalancı olduğuna dair ittifakları vardır. Bunu el-Hâfız,
et-Takrib de böyle ifade eder.
86-(
ما مات رسول الله صلى الله عليه وسلم حتى قرأ وكتب
)
( Allâh Resûlu (s.a.s.) ölmeden önce okudu ve yazdı )[183]
Hadis uydurmadır.
es-Suyûtî, rivâyeti Zeylu’l-Mevdûat adlı kitabına
almıştır.
87-
( يقوم الرجل للرجل؛ إلا بني هاشم؛ فإنهم لا يقومون لأحد
) (
Kişi diğeri için kalkar; ancak Benî Hâşim bundan hariçtir. Çünkü onlar hiç
kimse için kalkmazlar )[184]
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Cafer b. ez-Zübeyr hakkında Şu’be şöyle
der: « Allâh Resûlu (s.a.s.)’in üzerine dörtyüz hadis uydurmuştur. »
Bu hadisin uydurulmuş olduğuna bir başka delil de hadisin;
sahabenin Peygamber (s.a.s.)’le olan adetine ters düşmesidir. O (s.a.s.) Benî
Hâşim’in seyyididir. Buna rağmen onun bundan hoşlanmadığını bildiklerinden,
sahabe onun için ayağa kakmazdı. En hayırlı yol Muhammed (s.a.s.)’in yoludur.
Bu rivâyet aynı zamanda aşağıdaki zayıf hadise de
muhaliftir:
88-( لا تقوموا كما تقوم الأعاجم؛ يُعظِّم
بعضهم بعضا )
( Birbirinizi tazim eder şekilde
acemlerin birbirlerine kalktığı gibi sizde kalkmayın )[185]
Bu hadis zayıftır.
Hadisin isnadında iddirab, zaaf ve cehâlet olmak üzere üç
illeti vardır.
Ama hadis mâna yönüyle sahihtir. Bu konuda gelen daha açık
ve sahih bir hadiste, Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle der:
( ما كان شخص في الدنيا أحب إليهم رؤية
من رسول الله صلى الله عليه وسلم، وكانوا لا يقومون له لما يعلمون من كراهيته لذلك
)
( Onlar için dünyada Allâh Resûlu (s.a.s.)’den başka,
görülmesi daha sevimli bir kişi yoktu. Buna rağmen hoşlanmadığını
bildiklerinden onun için ayağı kalkmazlardı. )[186]
Eğer Nebî (s.a.s.) kendisi için kalkmayı hoş görmüyor ise,
öyleyse bu kalkma işi şeytanın kışkırtmalarından kaynaklanan bir masiyettir.
Dolayısıyla kendisi hakkında fitneye düşmesinden korkulan bir kişi için, bunu
kerih görmesi daha evlâdır. Buna rağmen bir çok Meşayih ve diğer insanlar bu
kalkmayı uygun görmüşlerdir. Sanki bu, dinde meşrû imiş gibi konu hakkında
kitab ta yazmışlardır. Hayır, onların dediği gibi değildir. Hatta bazısı bu
kalkmayı ( قوموا إلى
سيدكم )
( Efendinize kalkın ) hadisi ile istidlâl ederek mustehâb görür.
Onlar mekrûh olan; ihtiram ve saygıdan dolayı kalkma ile, ihtiyaçtan dolayı
kalkma; meselâ: karşılanması, bineğinden inmesi için yardım edilmesi gibi,
ikisi arasındaki farkı gözden kaçırmışlardır. Bu hadisten murad olan da budur.
Buna Ahmed’in rivâyeti delâlet
eder: (
Efendinize kalkın ve onu (bineğinden) indirin ) Bu hadisin senedi hasendir.
el-Hâfız el-Feth adlı eserinde hadisin senedinin kuvvetli olduğunu
söyler.
Bu konuda eş-Şeyh el-Kâdi İzzu’d-Din Abdurrahim b.
Muhammed el-Kâhiri el-Hanefî’nin Tezkiretu’l-Enâm fi’n-Nehy Ani’l-Kıyâm
adlı risalesi de vardır.
89-(
هو الوزغ ابن الوزغ، الملعون ابن الملعون ؛ يعني: مروان بن الحكم ) (
O kertenkele oğlu kertenkele, lanetli oğlu lanetlidir. Yâni, Mervân b. el-Hakem
)[187]
Bu hadis uydurmadır.
el-Hâkim hadisin isnadının sahih olduğunu söyler! Bunu,
ez-Zehebî reddederek şöyle der: « Hayır Allâh’a yemin olsun ki, (râvilerinden
olan) Minâ’yı, Ebû Hâtim tekzib etmiştir ».
90-(
من مات ولم يعرف إمام زمانه؛ مات ميتة جاهلية
)
( Kim zamanının imamını bilmeden ölürse, câhiliyye ölümüyle ölür
)
Hadisin bu lafızla aslı yoktur.
Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der: « Allâh’a yemin
olsun ki, Allâh Resûlu (s.a.s.) bunu böyle söylememiştir. Bilinen, Müslim’in
rivâyet ettiği hadistir: İbn Umer Allâh Resûlu (s.a.s.)’in şöyle
söylediğini bildirir:
(
من خلع يدا من طاعة؛ لقي الله يوم القيامة ولا حجة له، ومن مات وليس في عنقه بيعة؛
مات ميتة جاهلية )
( Her kim taat’tan elini çekerse, kıyâmet günü Allâh
ile delilsiz karşılaşır. Kim de boynunda biat olmadan ölürse câhiliyye
ölümüyle ölür.) »
Bu konuda Şeyh el-Elbânî şöyle der: « Bu hadisi bazı şii
kitablarında gördüğüm gibi Kadiyâniler’in kitablarında da gördüm. Bu hadisi
deccalları olan Mirza Gulam Ahmed’e iman etmenin gereğine dair delil
getirirler. Bu hadis sahih olsa bile, bunda onların bu zanlarına en ufak bir
işâret dahi yoktur. Bu hadisin delalet ettiği mana; müslümanların imam ittihaz
ettikleri kimseye biat etmelerinin gereğidir. Müslim de ki hadiste beyan
edildiği gibi, hak olan da budur. »
Yukarıdaki hadisi, şia alimlerinden
olan
el-Kuleynî el-Usûl mine’l-Kâfî[188]
adlı kitabına almıştır. Ancak râvileri hakkında kitablarında bir bilgi olmadığı
gibi, bizlerin kitablarında da o râviler hakkında bir malumat yoktur.
Buna rağmen el-Humeyni Keşfu’l-Esrar adlı kitabında şöyle
der: « (yukarıdaki hadise işaret ederek) Şia ve Ehli Sünnet indinde bilinen bir
hadis vardır ... »!
91-(
يا علي ! أنت أخي في الدنيا والآخرة
)
( Ey Ali ! Sen dünya ve Ahirette benim kardeşimsin )[189]
( Nebî (s.a.s.) Medineye geldiğinde Sahabelerini
birbirleriyle kardeş kılar, Ali (r.a.) gözlerinden yaş akarak gelir; « Ey
Allâh’ın Resûlu Ashabını birbirine kardeş yaptın, ama beni başkasıyla kardeş
yapmadın » deyince, Resûl (s.a.s.) yukarıdaki sözü söyler.)
Hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Cemi b. Umeyr hakkında İbn Hibbân «
Rafizidir hadis uydurur » der. İbn Numeyr ise, onun insanların en yalancısı
olduğunu söyler.
Dolayısıyla Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle der:
« Nebî (s.a.s.)’in Ali ile olan kardeşlik hadisi yalan
rivâyetlerdendir. » Buna ez-Zehebî Muhtasar Minhâc es-Sunne[190]
adlı eserinde katılır.
92- ( إن الله تعالى أوحى إلي في علي ثلاثة أشياء
ليلة أسري بي؛ أنه سيد المؤمنين، وإمام المتقين، وقائد الغر المحجلين )
( Allâh Teâla gece yolculuğuna çıkartıldığımda Ali
hakkında bana üç şey vahyetti; Onun müminlerin efendisi olduğu, takva
sahiblerinin imamı olduğu ve abdesten dolayı beyaz
alâmet taşıyanların da komutanı olduğunu. )[191]
Bu hadis
uydurmadır.
Ravilerinden olan Mucaşi b. Amr ve İsâ b. Sevâde en-Nahaî, her ikisi de
yalancıdır.
Şeyhu’l-İslâm şöyle der: « Bu hadis, hadis (ilmi) hakkında
çok az bilgisi olan bir kişiye göre bile uydurmadır. Masum olan Resûl’a bunun
nisbeti helal değildir. Bizler, Müslümanların efendisi, takva sahiblerinin
imamı ve abdestten dolayı beyaz alâmet taşıyanların komutanı olarak ancak
Peygamberimiz (s.a.s.)’i bilmekteyiz. Lafız mutlak olarak gelmiştir, hadiste «
benden sonra » dememiştir.»
ez-Zehebî Muhtasaru’l-Minhac[192]
eserinde bu söze katılır.
93- ( النظر في المصحف عبادة، ونظر الولد إلى
الوالدين عبادة، والنظر إلى علي بن أبي طالب عبادة )
( Mushafa bakmak ibâdettir, çocuğun ana ve babasına
bakması ibâdettir ve Ali b. Ebî Talib’e bakmak ta ibâdettir )[193]
Bu hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Zekeriyya el-Gulâbî hadis
uydurmakla bilinmektedir.
94-(
علي إمام البررة وقاتل الفجرة منصور من نصره مخذول من خذله ) (
Ali iyilerin imamı, günahkarlara karşı savaşcı, ona yardım edene yardım olunur,
onu terkeden de mağlub olur )[194]
Bu hadis uydurmadır.
Hakim hadisin isnadının sahih olduğunu söyler!
ez-Zehebî’de şu sözüyle onu eleştirir: « Hayır Allâh’a yemin olsun ki
uydurmadır. Ahmed b. Abdullâh el-Harrânî yalancıdır, bu kadar geniş ilmine
rağmen ne kadar da cahilsin.»
İbn Adiy de Ahmed‘in hadis uydurduğunu söyler. el-Hatib
de, bu râvinin en münker rivâyeti budur der.
95- (
من صلى في مسجدي أربعين صلاة لا يفوته صلاة؛ كتبت له براءة من النار، ونجاة من
العذاب، وبرىء من النفاق
)
( Kim benim mescidimde hiç kaçırmadan kırk namaz kılarsa, ona
ateşten beraat ve azabtan kurtuluş yazılır. Nifaktan da uzak olur )[195]
Bu hadis münkerdir.
Râvilerinden olan Nubeyt b. Umer
ancak
bu hadiste bilinir. İbn Hibbân kendine
has olan mechulleri
tevsîk kaidesine göre bu
râviyi es-Sikât[196]
adlı kitabında zikreder. Bu da zaten
el-Heysemî’nin el-Mecma’uz-Zevâid[197]
da dayanağıdır. Hadisin akabinde şöyle
demiştir: « Ahmed ve et-Taberânî el-Evsat
ta rivâyet etmiştir râvileri (sikât) güvenilirdir.»! Benzer hataya el-Münzirî
de et-Tergîb’te düşmüştür.
Bu hadisi zayıf kılan bir başka etkende; birbirini takviye
eden iki değişik yol ve lafızla gelmesidir. Bu sahih hadisin lafzı
şöyledir:
( من صلى لله
أربعين يوما في جماعة؛ يدرك التكبيرة الأولى؛ كتبت له براءتان: براءة من
النار، وبراءة من النفاق
)
( Kim cemaatla ilk tekbire yetişerek Allâh için kırk gün
namaz kılarsa, onun için iki kurtuluş yazılır; ateşten kurtuluş ve
nifak’tan kurtuluş )[198]
Hadis bu lafızla yukarıdaki hadisle aynı değildir. Bu daha
kuvvetlidir. Dolayısıyla yukarıdaki hadisin zayıflığı ve münkerliği kesinleşmiş
olur.
96-
( خيار أمتي علماؤها، وخيار علمائها رحماؤها، ألا وإن الله يغفر
للعالم أربعين ذنبا قبل أن يغفر للجاهل ذنبا واحدا، ألا وإن
العالم الرحيم يجيء يوم القيامة وإن نوره قد أضاء يمشي فيه بين المشرق والمغرب؛
كما يضيء الكوكب الدري
)
( Ümmetimin hayırlıları âlimleridir, âlimlerin
hayırlıları rahmetli olanlardır. Gerçekten Allâh cahilin bir günahını affetmeden
önce âlimin kırk günahını affeder. Rahmetli olan âlim kıyâmet günü gelir, kutub
yıldızının aydınlattığı gibi onun nuru aydınlatmış olarak doğu ile batı
arasında gidip gelir.)[199]
Bu rivâyet batıldır.
Râvilerinden olan Muhammed b. İshâk es-Sülemî hakkında
ez-Zehebî şöyle der: « Bu kişide cehâlet vardır ve bâtıl bir haberle
gelmiştir.»
Ez-Zehebî, el-Askalânî ve es-Suyûtî gibi üç hafız bu
hadisin batıllığı üzerine ittifak etmişlerdir. Buna rağmen es-Suyutî kendisi
ile çelişerek rivâyeti el-Camiu’s-Sagir’adlı eserine almıştır!
97- (
حامل القرآن حامل راية الإسلام ، من أكرمه ؛ فقد أكرم الله ، ومن أهانه ؛ فعليه
لعنة الله
)
(
Kur’an taşıyıçısı (hafızı) İslâm bayrağının taşıyıcısıdır, kim ona ikramda
bulunursa, Allâh’a ikrâm etmiştir. Kim de onu aşağılarsa Allâh ona lanet etsin
)[200]
Bu hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Muhammed b. Yunus el-Kudeymî hakkında
es-Suyûtî[201]«
itham olunmuştur » der. Buna rağmen rivâyeti el-Camiu’s-Sagir’e
alır! el-Münâvî eserin şerhinde es-Suyûtî’yi tenkid ederek « el-Kudeymî hadis
uydurur » der.
98- ( ستفتح عليكم الآفاق ، وستفتح عليكم مدينة
يقال لها : (قزوين) من رابط فيها أربعين يوما أو أربعين ليلة ؛ كان له في الجنة
عمود من ذهب ، عليه زبرجدة خضراء ، عليها قبة من ياقوتة حمراء ، لها سبعون ألف
مصراع من ذهب ، على كل مصراع زوجة من الحور العين
)
( Dünyanın etrafını fethetmek sizlere nasib kılınacak ve
Kazvin denilen belde siz’e fethedilecektir. Kim o beldede kırk gün veya kırk
gece ribât eder ( yâni düşmana karşı bekler ) ise o kimse için cennet’te
üstünde yeşil bir zeberced taşı bulunan altından yapılmış bir sütün üzerine
kurulu ve kırmızı yakut taşlarından yapılan bir kubbe vardır. O kubbenin
altından yapılmış yetmiş bin kapı kanadı bulunur. Her kapı kanadının başında
Hurul-İyn denilen bir zevce vardır. )[202]
Bu hadis uydurmadır.
Rivâyeti el-Mevdûât adlı kitabın da zikreden
İbnu’l-Cevzî şöyle der: « Uydurmadır; (râvilerinden olan) Davûd b. Muhber hadis
uydurur, ithâm olunan odur. (Diğer bir râvi olan) er-Rabî de zayıftır. Yezîd
ise, terkedilmiştir.»[203]
ez-Zehebî bu konuda şöyle der: « İbn Mâce Sünen’ine
bu uydurma hadisi koyarak itibârını zedelemiştir. »
99-(
ما خلف عبد على أهله أفضل من ركعتين يركعهما عندهم حين يريد سفرا
)
( Kul, ailesine sefere çıkacağı esnada yanlarında
kılacağı iki rek’attan daha hayırlı bir şey bırakmamıştır )[204]
Hadis zayıftır.
Râvilerinden olan el-Mut’im el-Mikdâm, İbn Hacer’in de
ifade ettiği gibi, kendisinin herhangi bir sahabeden hadis işittiği sabit
olmamış ve mürsel rivâyetlerde bulunmuştur, Mucahid ve el-Hasen el-Basrî gibi
rivâyetlerinin geneli tabiindendir. Senedi ya mu’dal[205]
ya da mürseldir[206].
en-Nevevî, hadisi delil olarak getirerek sefere çıkacak
olanın iki rek’at kılmasını mustahab görür. Ancak bu düşünülmesi gereken bir
meseledir. Çünkü bir amelin müstehab kılınması şer’i hüküm olup, zayıf
hadis ile istidlâli caiz değildir. Zayıf hadis, mercûh olan zan ifâde
eder. Hiç bir şer’i hüküm onunla sabit olmaz. Böyle bir namaz şekli Nebî
(s.a.s.)’den gelmediği gibi, asıl ondan gelen; sefer dönüşünde kılınan namazdır
ki, sünnet olan da budur.
en-Nevevî (r.a) daha da garib davranarak şöyle der: « (لإيلاف قريش) suresini okuması müstahabtır, İmam
Ebu’l-Hasen el-Kazvînî bunun her türlü kötülükten emân olduğunu söylemiştir. »!
Bu yanlız iddia olup, delilsiz olarak dinde hüküm
koymaktır. Her türlü kötülükten emin olduğu bilgisi ona nasıl ulaşmıştır?! İşte
Kur’an ve Sünnette varid olmayan böyle görüşler Allâh’ın dinini koruma sözü
olmasa, dinin tebdil ve tagyirine sebeb olmaktadır.
Allâh, Huzeyfe b. Yemâni’den razı olsun , o şöyle der : «
Allâh Resûlu (s.a.s.)’in ashabının ibâdet etmediği ibâdetle sizde ibâdet
etmeyin.»
İbn Mes’ud (r.a.)’da şöyle der: « Tâbi olunuz, bid’at
ihdâs etmeyiniz. Tüm ihtiyaçlarınız karşılandı. Üzerinize düşen eski hâle
yapışmanızdır. »
100- (
ما اجتمع الحلال والحرام ؛ إلا غلب الحرام
)
( Helâl ile harâm birleştiğinde ; harâm gâlib gelir )
Bu hadisin aslı yoktur.
Bunu bu şekilde ifade eden el-Irâkî’ye[207]
el-Munâvî’de[208]
katılır.
Bu hadis, kişinin zinadan olan kızıyla nikahının
haramlılığı hususunda delil olarak getirilmiştir. Bu Hanefilerin görüşüdür.
Tahkik yönüyle râcih olan bu görüş olmasına rağmen, böyle batıl bir hadisle
istidlâl câiz değildir. Dolayısıyla bu görüşe muhalif olanlar da başka bir
hadisle karşılık vermişlerdir, o da:
101-(
لا يُحَرِّمُ الحرامُ، إنما يُحَرِّمُ ما كانَ بنكاحٍ حلالٍ
)
( Harâm (olan şey), (başka bir şeyi) haram kılmaz, asıl harâm
kılan helâl evlenme ile olandır )[209]
Bu hadis batıldır.
Rivâyetin baş kısmı şöyledir:
( Resûl (s.a.s.)’e haramda bir kadının peşinde giden
(zinâ eden ) adam, kadının kızıyla evlenebilir mi veya haramda kızın peşinden
giden ( zinâ eden ), annesiyle evlenebilir mi? Diye sorulunca, yukarıdaki sözü
söyler... )
Râvilerinden olan Osman b. Abdurrahman yalancıdır. İbn
Hibbân onun sikât (güvenilir) râvilerden uydurma rivâyetlerde bulunduğunu
söyler. İbn Maîn de yalancı olduğunu ifade eder. Ondan rivâyette bulunan
el-Mugîre b. İsmâil de mechûldur.
Bu hadisi de Şafiler ve diğerleri, kişinin zinadan olan
kızıyla evlenmesinin caiz olduğuna dair delil getirirler. Rivâyet sahih
olmadığına göre bu, delil değildir. Selef bu meselede ihtilafta olup, her iki
tarafında elinde konuyla ilgili bir nas yoktur. Araştırma ve inceleme bunun
haramlılığını karar kılmaktadır. Bu da Ahmed ve diğerlerinin mezhebi
olup, Şeyhu’l-İslâm’ın tercihidir[210].
102-(
إن لله ملائكة موكلين بأبواب الجوامع يوم الجمعة ،
يستغفرون لأصحاب العمائم
البيض
)
( Cuma günü camilerin kapısında, Allâh’ın muvekkel melekleri
vardır. Bunlar beyaz sarıklılar için istiğfarda bulunurlar )
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Yahyâ b. Şebîb el-Yemânî bâtıl hadisler
rivâyet eder. Bunu bu şekilde ifade eden İbnu’l-Cevzî’ye[211]
es-Suyûtî[212]
ve İbn Arrâk[213]
ta katılır.
Sarığın fazileti hakkında Nebî (s.a.s.)’in giymesinden
başka hiç bir sahih hadis gelmemiştir.
103-(
لمبارزة علي بن أبي طالب لعمرو بن عبد ودٍّ يوم الخندق أفضل من أعمال
أمتي إلى يوم القيامة
)
( Hendek günü Ali b. Ebî Talib’in Amr b. Abd Ved ile olan
mubârezesi, kıyamet gününe kadar ümmetimin amellerinden daha faziletlidir )[214]
Bu hadis yalandır.
Hadis’i tahriç eden el-Hâkim rivâyetin hükmü hakkında
sukût eder, bunun üzerine ez-Zehebî Telhîsu’l-Müstedrek’te şöyle der: « Bunu
iftira eden Rafiziyi Allâh rezil kılsın. »
Bu rivâyetin illeti Ahmed b. İsâ el-Haşşab adlı râvidir.
Çünkü yalancı birisidir.
Ali (r.a.)’nun Amr b. Ved ile olan mubarezesi ve onu
öldürmesi olayı siyer kitablarında meşhûrdur. Olayın sahih ve müsned bir
tarîk’i yoktur, mürsel ve mu’dal rivâyetlerdir.
104-(
كان يستاك آخر النهار وهو صائم
)
( Nebî (s.a.s.) oruçlu olduğu halde, gündüzün sonunda misvak
kullanırdı )[215]
Bu hadis bâtıldır.
İbn Hibbân hadisin illetinin Ahmed b. Abdullah Meysere
olduğunu şöyle ifâde eder: « Meysere ile ihticâc edilmez, hadisin Nebi
(s.a.s.)’e kadar ref edilmesi batıldır. Sahih olan, bunun İbn Umer’in fiili
olduğudur. »
ez-Zeylai bu görüşe Nasbu’r-Râye[216]
adlı kitabında katılır.
Nebî (s.a.s.)’in umum ifâde eden, oruçlu kişinin istediği
vakitte, ister gündüzün evveli, isterse sonunda misvak kullanmasının meşrû
olduğuna dair bu konuda aşağıdaki sahih hadisi yeterlidir:
(
لولا أن أشق على أمتي ؛ لأمرتهم بالسواك عن كل صلاة )
( Ümmetime zorluk
vermeyeceğini bilseydim ; her namazdan önce onlara misvağı emrederdim)[217]
105-(
أحب الأسماء إلى الله ما تُعُبِّدَ به
)
( Allâh’a en sevgili isimler kendisiyle ibâdet olunan
(isimlerdir) )[218]
Bu hadis uydurmadır.
İbn Mes’ud kanalıyla gelen bu
rivâyetin tamamı şöyledir:
( Allâh Resûlu (s.a.s.)
kişinin kölesini veya çocuğunu Hâris, Murre, Velîd, Hakem, Eba’l-Hakem, Eflah,
Necîh veya Yesâr olarak isimlendirmesini yasaklamıştır. Sonra da şöyle
demiştir: « Allâh’a en sevgili isimler kendisiyle ibâdet olunan (isimlerdir).
İsimlerin en sadık olanı da Hemmâm dır »)
İbn Maîn ve ed-Dârekutnî
râvilerinden olan Muhammed b. Muhsan el-Ukkâşî’nin hadis uydurduğunu
söylemişlerdir.
106-(
أحب الأسماء إلى الله ما عُبِّدَ وما حُمِّدَ
)
( Allâh’a en
sevgili isimler (kendisiyle) ibâdet olunan ve hamdedilendir )
Bu hadisin aslı yoktur.
es-Suyûtî[219]
ve diğer ilim ehli bunu bu şekilde beyan etmişlerdir.
el-Münzirî bu rivâyeti,
et-Tergîb[220]
adlı kitabında Müslim, Ebû Dâvud, et-Tirmizî ve İbn Mâce’ye nisbet ederek fâhiş
bir hataya düşmüştür.
Konuyla ilgili gelen sahih
bir rivâyette Nebî (s.a.s.) şöyle buyurur:
(
أحب الأسماء إلى الله عبد الله وعبد الرحمن )
( Allâh’a en sevgili
isimler; Abdullâh ve Abdurrahmân’dır )[221]
İbn Hazm, Abdu’l-Uzza ve
Abdu’l-Kabe gibi Allâh’tan başkasına ibâdeti içeren isimlerin haramlılığı
konusunda ilim ehlinin ittifakını nakleder. İbn Kayyım’da Tuhfetu’l-Mevdud’ta[222]
buna katılır. Dolayısıyla Abdu’ali ve Abdu’l-Hüseyn gibi Şî’a indinde
kullanılan böyle isimlerle adlandırmak da helâl değildir. Yine Ehlî Sünnet’ten
bazı câhillerin yaptığı gibi; Abdu’n-Nebî veya Abdu’r-Resûl olarak
adlandırmalarıda helâl değildir.
107-(
من عَشِقَ ، وكَتَمَ ، وعَفَّ ، فماتَ ؛ فهو شهيدٌ
)
( Kim aşık olurda, gizler ve namuslu kalırsa öldüğünde şehid
olarak ölmüştür )[223]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Suveyd b.
Saîd el-Hadesânî ve Ebu Yahyâ her ikisi de zayıftır.
İbn Mulakkan şöyle der: «
İmamlar bu hadisin illetinin Suveyd olduğunu söylerler. İbn Adiy, el-Hâkim,
el-Beyhakî, İbn Tâhir ve başkaları bu hadisin Suveyd b. Saîd’in münker
rivayetlerinden olduğunu belirtirler. Yahya b. Maîn ise şöyle der: Eğer benim
atım ve okum olsaydı onunla savaş ederdim.»[224]
Bu hadis, sened yönüyle zayıf
olup, İbn Kayyım tarafından mana yönüyle reddedilmiş ve uydurma olduğuna
hükmetmiştir. Zâdu’l-Meâd adlı kitabın da şöyle der:
« Allah Resûlü üzerine
uydurulan hadise aldanma ( hadisi iki yoldan zikrederek devam
eder ), çünkü bu hadis Resulullâh (s.a.s.) ait olduğu sahih değildir. Onun sözü
olması mümkün değildir. Çünkü şehitlik Allâh katında yüksek bir derecedir,
sıddîklerin derecesine yakındır. Şehitlik için amel ve şartlar vardır. Bunlar
onun gerçekleşme şartıdır. Bu şartlar iki çeşittir: Genel ve özel.
Özel olan , Allâh yolunda
şehitliktir.
Genel olan ise, Sahih’te
zikredilen beş tanesidir ki, aşk bunlar arasında yoktur. (Allâh’a olan) sevgide
şirk (ortak koşma), kalbteki Allâh sevgisini boşaltmak, kalbi, ruhu ve sevgiyi
başkasına bağışlamak demek olan aşk, nasıl şehitliğe ulaştıran bir şey
olabilir? Bu imkansızdır. Çünkü görüntü aşkının kalbi bozması, her türlü
bozmanın üstündedir, hatta ruhu sarhoş eden, Allâh’ı anmaktan ve sevmekten,
O’na yakararak lezzet almaktan ve O’na yakın olmaktan alıkoyan, kalbin
başkasına tapınmasını gerektiren bir ruh şarabıdır. Çünkü aşığın kalbi,
sevdiğine kulluk eder, hatta aşk kulluğun özüdür. Zira kulluk, boyun eğmenin en
yücesi, sevgi, tevazu ve yüceltmedir. Kalbin Allâh’tan başkasına kulluğu,
seçkin muvahhidlerin ve evliya’nın derecesine nasıl ulaştırabilir?! Bu hadisin
isnadı güneş gibi olsaydı bile, galat ve vehim olurdu. Çünkü Resulullâh
(s.a.s.)’den rivâyet edilen hiç bir sahih hadiste aşk sözü geçmemiştir.
Sonra aşkın helâl olanı var,
haram olanı vardır. Böyle olunca Resul (s.a.s.)’in, aşkını gizleyen ve namuslu
kalan, her aşığın şehid olduğuna hükmettiği nasıl düşünülebilir? Başka birinin
karısına aşık olanın, merdân ve zanilere aşık olanın aşkıyla şehitler
derecesine ulaştığını nasıl söyleyebilirsin? Bu, Resulullâh (s.a.s.)’in
dininden zarureten bilinene aykırıdır. Ayrıca aşk, Yüce Allâh’ın şer’an ve
kaderen ilaç verdiği hastalıklardan biridir. Aşkın tedavisinin, şayet haram bir
aşksa vâcib ve ayrıca müstehab olanı vardır.
Resulullâh (s.a.s.)’in
kendilerinin şehid olacağını belirttiği hastalık ve afetleri incelediğinde;
bunların tâun, karın ağrısı, delilik, yanma, boğularak, ve hamile olarak ölmek
gibi tedavisi olmayan hastalıklar olduğunu görürsün. Çünkü bunlar, kulun bir
rolü olmayan ve ilacı da bulunmayan Allâh’ın verdiği âfetlerdir. Sebebleri
haram değildir. Ayrıca bunlar dolayısıyla, aşkın ortaya çıkardığı kalbin
bozulması ve Allâh’tan başkasına tapınması gibi sonuçlar doğmaz.
Bu hadisin Resulullâh
(s.a.s.)’e nisbetinin ibtâl konusunda bu açıklama yetmezse, bunu ve illetlerini
bilen hadis âlimlerine uyman gerekir. Çünkü, hiçbir hadis imamının bu hadisi,
sahih hatta hasen gördüğü bilinmemekte. Bununda ötesinde ( senedde ki
ravilerden olan ) Suveyd’i münker görmüşler, onu büyük bir cürüm
işlemekle itham etmişler. Bu hadisi rivayet etmesi sebebiyle bazı muhaddisler
onunla şavaşı helâl görmüşlerdir.»[225]
Sözün özü bu hadisin isnadı
zayıf metni de uydurmadır. Allâh en doğrusunu bilir.
108-(
اطلبوا العلم ولو بالصين
)
( İlim Çin’de olsa bile taleb ediniz )[226]
Bu hadis batıldır.
Râvilerinden olan Ebû Atike
Turayf b. Süleyman’ın hadisi metrûktur. Bu rivâyeti İbnu’l-Cevzî Mevduâtın da
zikrederek İbn Hibban’ın bu rivayet hakkında bâtıl ve aslı olmadığına
dair sözünü nakleder. es-Sehâvî el-Makâsıd ta bu hükme katılır.
Ancak yukarıdaki rivâyete
ilave olarak zikredilen;
( فإن طلب العلم فريضة على كل مسلم )
( Muhakkak ilmin talebi her
müslümana farzdır)
Ziyadeliği hakkında el-Albânî
yirmiye yakın tarîk (yol) bulduğunu dolayısıyla hasen hükmünü
verdiğini belirtir.
109-(
من السنة أن لا يصلي الرجل بالتيمم إلا صلاة واحدة، ثم
يتيمم للصلاة الأخرى
)
(
Sünnetten olan, kişinin bir teyemmümle bir namaz kılmasıdır. Sonra diğer namaz
için tekrar teyemmüm yapar. )[227]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan el-Hasen b.
Ammâra’nın hadis uydurduğunu Şube, İbnu’l-Medînî ve Ahmed b. Hanbel
belirtirler.
Dolayısıyla İbn Hazm’ın
el-Muhalla[228]
adlı eserinde de ifade ettiği gibi; teyemmüm alan kişi, teyemmümü hades ile
veya suyun bulunmasıysa bozulmadığı sürece istediği kadar farz ve nafile namaz
kılabilir.
110-(
شاوروهُنَّ - يعني النساء - وخالفوهُنَّ
)
( Kadınlara danışın ve onlara muhalefet edin )
Bu hadisin aslı yoktur.
Bunun böyle olduğunu es-Sahâvî
ve el-Münâvî beyan ederler.
Ömer (r.a.)’ya nisbet olunan
başka bir lafızda: (
Kadınlara muhalefer edin çünkü onlara muhalefette bereket vardır )[229]
Bu senedin iki tane
illeti vardır dolayısıyla zayıftır.
Hadis ve eser mana olarak
katiyen sahih değildir. Çünkü Nebî (s.a.s.) Hudeybiyye anlaşmasında ona
uymaları için, sahabesi önünde deve boğazlamasına işaret eden hanımı Umm
Seleme’ye muhâlefette bulunmamıştır.
111-(
طاعة المرأة ندامة
)
( Kadına itaat etmek pişmanlıktır )[230]
Bu hadis uydurmadır.
Râvilerinden olan Anbese b.
Abdurrahman, hadis uydurur.Diğer bir râvi olan Osman b. Abdurrahman mechûl
râvilerden tuhaf rivâyetlerde bulunur. Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî hadisi el-Mevdûât[231]
adlı kitabına alır.
Bu rivâyet başka bir lafızla
Aişe (r.anha)’dan rivâyet olunur:
( طاعة النساء ندامة )
( Kadınlara itaat
pişmanlıktır )[232]
el-Ukaylî şöyle der: «
Râvilerinden olan Muhammed b. Süleyman, Hişam’dan aslı olmayan bâtıl
rivâyetlerde bulunmuştur. Bunlardan biriside bu hadistir »
112-(
هلكت الرجال حين أطاعت النساء
)
( Erkekler kadınlara itaat ettiklerinde helâk olmuşlardır )[233]
Bu hadis zayıftır.
Râvilerinden olan Bekkâr b.
Abdulazîz b. Ebî Bekre zayıftır.
Ancak Buhari’nin Sahihin de
tahric ettiği hadis sahihtir.
( لما بلغ النبي صلى الله عليه وسلم أن فارسا
ملكوا ابنة كسرى؛ قال: لن يفلح قوم ولوا أمرهم امرأة )
( Farislilerin (
İranlılar’ın ) Kisra’nın kızını mülke geçirdikleri haberi Nebî (s.a.s.)’e
ulaşınca şöyle der: « İdarelerini
kadına veren kavim iflah olmaz » )
Hadisin aslı budur, ancak yukarıdaki
râvi, yâni sahabi’nin torunu hata ederek hadisi yukarıdaki lafızla rivâyet
etmiştir.
113-(
من ولد له ثلاثة، فلم يسم أحدهم محمدا؛ فقد جهل
)
(Kimin üç tane çocuğu doğarda birisine Muhammed ismini koymazsa
cahillik etmiştir )[234]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Ebû Hayseme
Mus’ab b. Said, İbn Adiy’in de dediği gibi, güvenilir râvilerden münker
rivâyetlerde bulunur.
Hadisin daha başka illetleride
vardır. Ayriyeten hadis diğer yollardan da gelmiştir ancak senedlerinin
hepsinde itham olunan raviler vardır.[235]
Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî rivâyeti Mevdûât[236]
adlı kitabına alır.
Bu hadise uydurma dememizin
sebeblerinden biride, Selefin böyle bir uygulamada bulunmamasıdır.
Sahabenin üç veya daha fazla çocuğu olmasına karşılık hiç biri Muhammed ismiyle
ismlendirmemiştir. Mesela Ömer b. Hattab ve diğer sahabeler buna örnektir.
Sahih hadislerde de sabit olduğu gibi en faziletli isimler; Abdullah ve
Abdurrahmandır. Kişi bütün çocuklarını Allah’a kulluk ifade eden
isimlerle isimlendirdiğinde isabet etmiştir. Nasıl olurda birisini Muhammed
olarak isimlendirmezse cahillik etmiştir?!
Ancak Buhârî ve Müslim’in
tahriç ettikleri sahih bir hadiste şöyle buyrulur:
( تسموا باسمي ، ولا تكنوا بكنيتي )
( İsmimle isimlenin ama
künyemle künyelenmeyin )
114-( يأهل مكة! لا تقصروا الصلاة في أدنى من
أربعة بُرُدٍ من مكة إلى عُسفانَ )
( Ey Mekke ehli! Mekke den
Usfân’a, yâni dört berîd mesafesinden aşağıya
namazı kısaltmayın )[237]
Bu hadis Uydurmadır.
Râvilerinden olan Abdulvahhâb
b. Mucâhid, el-Hâkim’in de ifâde ettiği gibi uydurma hadisler rivâyet etmiştir.
Diğer bir râvi olan İsmail b. Ayyaş Şamlılar dışındaki rivâyetinde zayıftır.
Burada ise Hicazlı olan Abdulvahhâb b. Mucâhidten rivâyette bulunmuştur.
Hadis alimlerinin ittifakına
göre, Nebî (s.a.s.) Haccetu’l-Vedâ esnasında Arafat, müzdelife ve Minâ da
namazı kısaltırdı. Ondan sonra gelen Ebu Bekr ve Ömer de aynı şekilde
kısaltarak kılmışlardır. Mekke ehli onların arkasında namaz kılarlardı, ama hiç
bir zaman Mekke ehlinin, namazı tam kılmalarını emretmemişlerdir. Bu da bunun
sefer olduğuna delildir. Mekke ile Arafat arası bir berîdtir. Ayak ve deve ile
yarım gündür.
Hak olan odur ki, sefer’in
lugat ve şeriat’ta bir sınırı yoktur. Bunda ki merci örftür. İnsanların örfüne
göre sefer sayılan seferdir. İşte Şari’nin hükme bağladığı sefer budur.
Bu önemli konuyla ilgili
araştırmayı ibn Teymiyye’nin Ahkâmu’s-Sefer adlı risâlesinde
bulabilirsin.
115-( لا تزال هذه الأمة بخير ما لم يتخذوا في
مساجدهم مذابح كمذابح النصارى
)
( Bu ümmet camilerine, Hristiyanlar
gibi mihrablar edinmedikçe hayırda olmaya devam eder )[238]
Bu hadis zayıftır.
Hadisin iki illeti vardır.
İlki: Ravilerinden olan Musa
el-Cühenî, tabii’nin etbalarındandır. Bu rivâyette hem tabiini hem de sahabeyi
atlayarak direk Resul (s.a.s.)’den rivâyet etmiştir. Dolayısıyla burada iki
ravinin düşmesi manasına gelen İ’dâl sözkonusudur.
İkincisi: Râvilerinden olan
Ebî İsrâîl zayıftır.
es-Suyûtî İ’lâmu’l-Erîb
Bihudûsî Bid’ati’l-Mehârîb[239]
adlı kitabın da ve eş-Şeyh Alî el-Kârî de Mirkât el-Mefâtîh[240]
de camilerdeki mihrabların bid’at olduğunu güçlü bir şekilde ifade etmişlerdir.
el-Bezzâr İbn Mes’ud’un
Mihrabta namaz kılmayı kerih gördüğünü ve İbn Mes’ud’un; « Mihrablar
kiliselerde vardı, onun için Ehlî Kitab’a benzemeyin »[241] , dediğini rivâyet etmiştir.
İbn Ebî Şeybe, Sâlim b. Ebî
el-Cad’dan sahih isnadla şöyle rivâyet eder:
( لا تتخذوا المذابح في المساجد )
( Camilerde mihrablar
edinmeyin )
Sonra da Musa b. Ubeyde’den
yine sahih bir senedle şöyle rivâyet eder:
( Ebu Zer’in mescidini
gördüm, ama içinde mihrab görmedim )
Mihrab’ın kerâhiyetine dair
seleften bir çok eser gelmiştir.
Mihrab Nebî (s.a.s.)’in
Mescidin de vardı diyenlerin istidlâl ettikleri hadis Vâil b. Hucr’dan şu
lafızla gelir:
( حضرت رسول الله صلى الله عليه وسلم حين نهض
إلى المسجد، فدخل المحراب [ يعني : موضع المحراب ] ... )
( Resûl (s.a.s.) camiye
kalktığında bende oradaydım, sonra da mihraba
[
mihrabın yerine ] girdi
... )[242]
Hadis zayıftır. Hadisin
üç tane illeti vardır, Muhammed b. Hucr, Saîd b. Abdu’l-Cebbâr ve Umm
Abdu’l-Cebbâr.
Muhakkak maslahatlar var
diyerek, kıbleye delâlet etmesi gibi, mihrablar hakkında bu delili güzel gören
el-Kevseri ve benzerlerinin bu zayıf delillerine değişik yönlerden cevap
verilebilir.
- Camilerin çoğunda minareler
vardır. İşte minareler bu maslahatı tamamen yerine getirir. Dolayısıyla
mihrablarada ihtiyaç kalmaz. Eğer insaf etseler Avamın rızası için ve onların
üzerinde oldukları bu amelin bekâsı için yeni özürler bulmaya çalışmazlar.
- İhtiyaç ve maslahat
dolayısıyla şeriat kılınan, maslahatın iktizası halinde durması gerekir. Bu
aşılmaz. Camideki mihrabtan kasıt kıble cihetine delâlet etmesi ise, bu duvara
açılacak olan bir çukur ile gerçekleşir. Bizler ise, bir çok camide büyük,
geniş ve imamın içinde kaybolduğu mihrablar görüyoruz. Bir de bu mihrablar,
namaz kılanları oyalayan namazda huşu ve fikrini toplamadan çeviren süsler ve
nakışların yeri olmuş. Bu ise kat’i surette yasaklanmıştır.
- Mihrablar Hristiyanların
kiliselerindeki adetlerinden olduğu sabitleşirse, mihrablardan tamamen
sarfı nazar etmek gerekir. İttifak edilecek başka bir şey ile değiştirilir.
Mesela, imamın önüne bir direk (sütun) konur. Çünkü sünnette bunun aslı vardır.
et-Taberânî’nin hasen bir senedle rivâyetinde, Cabir b. Usâme el-Cühenî
şöyle der:
(
لقيت النبي صلى الله عليه وسلم في أصحابه في السوق، فسألت أصحاب رسول الله صلى
الله عليه وسلم: أين يريد؟ قالوا: يخط لقومك مسجدا. فرجعت، فإذا قوم قيام، فقلت:
ما لكم؟ قالوا؟ خط لنا رسول الله صلى الله عليه وسلم مسجد، وغرز في القبلة خشبة
أقامها فيها )
( Nebî (s.a.s.)’le pazarda sahabeleri arasındayken karşılaştım.
Resûl (s.a.s.)’in ashabına nereye gittiğini sordum. Dediler ki: Kavmin için bir
mescid çizecek. Döndüğümde onları ayakta gördüm. Dedim ki: Ne oluyor size.
Onlar da: Resûlullâh (s.a.s.) bizlere mescid çizdi. Kıble cihetine odun
sapladı, dediler )
Sözün özü, Mescidte mihrab
itthaz edinme bid’attır. Madem ki resûl (s.a.s.)’in şeriat kıldığı az masraflı
ve süsten uzak başka bir şey kolaylıkla bunun yerine geçebilmekte,
dolayısıyla bunun mürsel maslahatlardan kılınmasına dair bir sebebte yoktur.
115-( لو اعتقد أحدكم بحجر لنفعه
)
( Biriniz bir taşa inanç
beslese, ona faydası olur )
Bu hadis uydurmadır.
eş-Şeyh Aliyyu’l-Kârî şöyle
der: « İbn Kayyım; ‘Bu
söz taşlar hakkında hüsnü zanda bulunan putlara tapanların sözlerindendir’ der.
İbn Hacer el-Askalânî de aslının olmadığını ifade eder. »[243]
İbn Teymiyye de yalan olduğunu
söyler.
116- (
من بلغه عن الله شيء فيه فضيلة فأخذ به إيمانا به ورجاء ثوابه أعطاه الله ذلك، وإن
لم يكن كذلك )
( Kişiye fazilet ihtiva
eden bir şey Allâh’tan ulaştığında, bunu iman ederek ve sevabını da Allâh’tan
umarak alırsa, velev ki o şey doğru olmasa bile, Allâh kişiye onu verir.)[244]
Bu hadis uydurmadır.
İbnu’l-Cevzî bu hadis hakkında
« sahih değildir, (râvilerinden olan) Ebû Recâ yalancıdır »[245]
der.
es-Suyûtî İbnu’l-Cevzî’ye
bunda katılır, ancak akabinde senedinde itham olunan bir ravînin olduğu başka
bir hadis getirir! Sonra da Hamza b. Abdu’l-Mecîd adlı kişiden şu kıssayı
aktarır: Özetle, bu kişi Nebi (s.a.s.)’i rüyasında görmüş ve bu hadisin hükmünü
sormuştur. O da: « Bu
bendendir, bunu ben söyledim »
demiştir.
İlim ehlinin karar kıldığı
gibi rüya ile şer’i bir hüküm isbat edeilmez. Nebevî hadisin isbat edilmemesi
daha evladır. Çünkü hadis, hükümlerin Kur’andan sonra ki temelidir.
Hadisin birden fazla yolu
olmasına rağmen, hüccet teşkil etmez. Çünkü bu yolların her biri diğerinden
daha da zayıftır. Dolayısıyla İbnu’l-Cevzî’nin bu rivâyeti Mevdûât’ın da
zikretmesi isabetlidir. İbnu Hacer de bu rivâyetin aslı olmadığını söyler.
eş-Şevkânî de buna muvafakat gösterir.
Bu uydurma hadisin kötü
eserlerinden birisi de; hadis ilim ehline göre sahih olsun, zayıf olsun veya
uydurma olsun, her türlü hadisle sevabını arzulayarak amel etmeyi ilham
etmekte. Bunun sonucu olarakta; müslümanların çoğu alimleriyle, hatibleriyle,
öğretmenleriyle ... hadisin rivâyetinde ve bununla amel etmekte ihmalkar
davranmışlardır. Bunda da, girişte beyan ettiğimiz gibi, Resûl (s.a.s.)’den
ancak sahihliği sabit olduktan sonra rivâyette edilebileceğine dair gelen sahih
hadislere tam bir muhalefet sözkonusudur.
Sanki bu hadis, fadâilu’l-A’ma’l
da zayıf hadisle amel edilir cevazını verenlerin dayanağı olmuş. Bizler bu
görüşü paylaşmıyoruz. Hadis sabit olduktan sonra onunla amel etmek caizdir. Bu
ise muhakkik alimlerin mezhebi olup, zayıf hadisle fadâilu’l-A’mal’da
amel edilir diyenler bunu bazı şartlarla sınırlandırmışlardır.
Bunlardan birisi; Bu
hadisle amel edenin bunun zayıf olduğuna inanması gerekir.
Bir diğeri; Bunu
yaymaması gerekir. Ta ki insan zayıf hadisle amel etmesin. Şeriat olmayan şeyi
şeriat kılmasın. Bazı cahiller bunu görüpte bunun sahih bir hadis olduğunu
zannetmesin.
İbn Hacer el-Askalânî Tebyînu’l-Aceb
Bimâ Verede Fi Fadli Receb (s.3-4) adlı kitabında konuyu açıklayarak
şöyle der:
« Üstâz İbn Abdusselâm ve
diğer alimler yukarıdaki manaya gelen açıklamalarda bulunmuşlardır. Kişi Resûl
(s.a.s.)’in şu sözünün kapsamına girmekten sakınsın:
( من حدث عني بحديث يرى أنه كذب فهو أحد
الكاذبين )
( Kim benden bir hadis
rivâyet eder ve o hadisin yalan olduğunu görürse, o kişi iki yalancıdan
birisidir )
(Rivâyet edenin hâli) böyleyse
bununla amel edenin durumu nedir. Hükümlerle ilgili hadisler olsun veya
fadâille ilgili hadisler olsun, amel yönüyle ikisi arasında bir fark yoktur,
çünkü hepsi şeriattır.»
Hiç şüphesiz bu şartlar ile
amel, yukarıdaki uydurma hadise taban tabana zıttır.
Yukarıdaki uydurma hadisle
hemen hemen aynı manada birkaç rivâyet daha vardır, ama hepside uydurmadır.
117- (
دية ذمي دية مسلم ) (
Zimmi’nin diyeti Müslüman’ın diyetidir )[246] Bu hadis münkerdir.
Râvilerinden olan Ebû Kerez
el-Kuraşi terkedilmiştir. Dolayısıyla ed-Dârekutnî hadisin zayıf olduğunu
söyler. ez-Zehebî de bu hadisin yukarıdaki râvi’nin en münker rivâyetlerinden
olduğunu beyan eder. Hadisin birden fazla yolu vardır ancak hiç biri şiddetli
illetlerden hâli değildir.
Aynı zamanda bu zayıf hadis,
Nebî (s.a.s.)’den gelen aşağıdaki sahih hadise muhaliftir.
( إن عقل أهل الكتابين نصف عقل المسلمين، وهم
اليهود والنصارى )
( Kitab Ehlî olan Yahudî ve
Hristiyanların diyeti Müslümanların diyetinin yarısıdır )[247]
Bunun için es-Suyûtî’nin
yukarıdaki münker hadisi bu sabit hadise muhalefetinden dolayı el-Câmiu’s-Sagir
de zikretmemesi gerekirdi.
Bu hadisin Ebu Davut’ta gelen
diğer sahih bir lafızıda şöyledir:
( كانت قيمة الدية على عهد رسول الله صلى
الله عليه وسلم ثمان مائة دينار ؛ ثمانية آلاف درهم، ودية أهل الكتلب يومئذ النصف
من دية المسلمين )
( Resûlullâh (s.a.s.) zamanında diyetin tutarı sekizyüz dinar, sekizbin
dirhemdi. Ehlî Kitab’ın o günkü diyeti müslümanların diyetinin yarısıydı)
Konunun fıkhî yönünü
araştırmak isteyen, es-San’ani’nin Subulu’s-Selâm adlı kitabına ve
eş-Şevkânî’nin Neylu’l-Evtâr adlı kitabına müracaat edebilir.
118-(
أنا أوْلى من وَفَّى بذِمَّتِهِ. قاله صلى الله عليه وسلام حين أمر بقتل
مسلمٍ كان قَتَلَ رجلا من أهل الذمة
)
( Ben himayesi altındakilerin hakkını ödemede daha evlayım.
Müslümanlarda birisi zimmet ehlinden birisini öldürmüştü, bunun üzerine
(s.a.s.) müslüma’nın öldürülmesini emrederek, bu sözü söyler )[248]
Bu hadis münkerdir.
et-Tahâvî bu hadisin illetinin
irsâl olduğunu söyler. el-Hâfız b. Hacer Fethu’l-Bâri’de[249]
buna katılır.
Hadisin daha başka yollarıda
vardır. Ancak hepsininde zayıflığı şiddetlidir. Dolayısıyla hadisi
güçlendirememekte. Ayrıyeten hadisin zayıflığını arttıran başka bir etkende,
konuyla ilgili sahih bir hadisle çakışmasıdır:
( لا يقتل مسلم بكافر )
( Müslüman kafirden dolayı
öldürülmez )
Bu hadisi el-Buhârî[250]
ve diğer sünen sahibleri Ali (r.a.)’dan tahriç etmişlerdir. Alimlerin cumhuru
bu görüştedir. Hanefi alimleri ise yukarıdaki hadisin zayıflığına ve
sahih hadise olan muhalefetine rağmen o görüştedirler! Ancak bazıları insaf
ederek bu görüşlerini terkederek sahih hadis ile emel etmeye dönmüşlerdir.
El-Hatîb el-Bagdâdî el-Fakîh[251]
adlı kitabında bunu Züfer’den nakleder.
Üstâz el-Mevdûdî Nazariyyetu’l-İslâm
ve Hedyihi adlı kitabında iki mesele zikreder:
İlk olarak: (
Zimmi’nin diyeti Müslümanın diyetidir ) sözünü zikreder, bununla ilgili
açıklama biraz önce geçti.
İkinci olarak: Şöyle
der; « Zimmi’nin kanı Müslümanın kanı gibidir. Eğer müslüman kişi zimmet
ehlinden birini öldürürse, müslüman’ı öldürmüş gibi kısas yapılır.»
Sonrada ed-Dârekutnî’nin
rivayetini delil olarak zikreder. Ancak ed-Dârekutnî hadisin akabinde zayıf
olduğunu açıklar. Anlaşılan Üstaz bu hükmün farkına varmamış.
Daha sonra üç halifeden Ömer,
Osman ve Ali (r.anhum) bazı rivâyetler zikrederek, yukarıdaki sözünü
delilendirir. Ancak üç halifeye mensub rivâyetlerin hiç biri sahih değildir.
Dolayısıyla bu rivâyetlerle istidlâl etmekte caiz değildir. Birde bu
rivâyetlerin Nebî (s.a.s.)’e ref edilen hadislere muhalif olmaması gerekir ki,
bu rivâyetlerin hepsi Ali (r.a.) yoluyla gelen merfu hadisle çatışmaktadır.
Bu da bize zayıf hadislerin
kötü etkisini ve müslümanların kanlarını mubah kıldığını, Peygamber (s.a.s.)’in
sabit ve sahih hadisleriyle çekiştiğini açıklamaktadır.
119- ( فيما سقتِ السماءُ العُشرُ، وفيما سُقِيَ
بنضْحٍ أو غَرْبٍ نصفُ العُشُرِ في قليلِهِ وكثيرِهِ )
( Semâ’nın (yağmur)
suladığı (mahsüle) çok olsun az olsun onda bir vardır. Serpilerek veya uzaktaki
suyla sulanan (mahsüle) çok olsun az olsun onda bir’in yarısı vardır )
Bu hadis ( çok olsun az
olsun ) fazlalığı ile uydurmadır.
Râvilerinden olan Ebu Mutî
el-Belhî hakkında Ebu Hatim yalancı olduğunu söyler. el-Cevzecânî’de şöyle der:
« Kendisi hadis uyduran murcie’nin başlarındandır »
Şu’be de onun yalancı olduğunu
söyler.
Bu hadisin yalan olduğuna
başka bir delil de Buhârî’nin sahihin de bu hadisi İbn Ömer kanalıyla (
çok olsun az olsun ) fazlalığı olmadan tahrîc etmesidir.
Aynı şekilde Müslim de Cabir
kanalıyla, et-Tirmizî de Ebu Hureyre kanalıyla bu fazlalık olmadan rivâyet
etmişlerdir.[252]
Bu batıl olan fazlalığın
batıllığını daha da arttıran Buhârî ve Müslüm’ de gelen başka bir hadistir:
( ليس فيما دون خمسة أوسق صدقة )
( Beş hayvan yükünden ( 300
sa’dan) aşağıya zekât gerekmez )[253]
İmâm Ahmed Şeyhi olan Ebu
Hanife’ye hilafen bu sahih hadisi alır.[254]
Allah’ın kulları üzerine farz
kılmadığı bir şeyi onların üzerine farz kılmak, işte bu zayıf hadislerin
etkilerinden birisidir!
120-(
الإيمان مُثْبَتٌ في القَلْبِ كالجِبال الرَّواسي وزيادَتُهُ ونَقْصُهُ كفرٌ
) ( İman kalbte keskin
dağlar gibi sabittir. Ondaki fazlalık ve eksiklik küfürdür )[255]
Bu hadis
uydurmadır.
Râvilerinden olan Ebû Mutî
el-Belhî bir önceki hadiste de geçtiği gibi bu hadisin de illetidir.
Çünkü kendisi hadis uydurmaktadır. İbn Hibbân, ez-Zehebî, İbn Hacer,
İbnu’l-Cevzî[256]
ve es-Suyûtî bunu bu şekilde ifade ederler.
Ayrıca bu uydurma hadis imanın
arttığını açıklayan birçok âyete de muhâliftir. Örneğin;
(...ليزداد الذين آمنوا ايمانا...)
(... imanlarını bir kat daha
arttırsınlar diye...)[257]
121- (علماء
أمتي كأنبياء بني إسرائيل)
(Ümmetimin alimleri İsrail
oğullarının peygamberleri gibidir )
Bu hadisin aslı yoktur.
Alimlerin bu hadisin aslının
olmadığına dair ittifakları vardır.
Dalâlette olan Kadiyâniyye
taifesi peygamberliğin hâlâ devam ettiğine delil olarak bu hadisi getirirler.
Sahih olsaydı bile onların aleyhine delil oturdu. Biraz düşünen bunu anlar.
122- (من
صلى بين المغرب والعشاء عشرين ركعة بني الله له بيتا في الجنة)
( Kim akşam ile yatsı
namazı arasında yirmi rek’at kılarsa Allah ona cennette bir ev bina eder)[258]
Bu hadis uydurmadır.
Ravilerinden olan Ya'kub b.
el-Velîd hakkında İmam Ahmed şöyle der; « büyük yalancılardandır, hadis uydurur
»[259]
İbn Ma'in ve Ebû Hatim de bu
ravinin yalancı olduğunu söylemişlerdir, buna rağmen es-Suyûtî hadisi
el-Câmiu's'Sağîr de zikreder!
123- (من
صلى ست ركعات بعد المغرب قبل أن يتكلم غفر له بها ذنوب
خمسين سنة )
( Kim akşam namazından
sonra konuşmadan Önce altı rak'at namaz kılarsa bu sebeble elli senenin
günahları affolunur )[260]
Bu hadis çok zayıftır.
Ebu Zur'a şöyle der; « bu
hadis uydurmaya benzemekte, ravilerinden olan Muhammed b. Gazavân ed-Dımeşkî'nin
hadisi münkerdir »[261]
124-
(من صلى بعد المغرب ست ركعات لم يتكلم فيما
بينهن بسوء عُدِلنَ لَهُ بعبادة ثنتي عشرة سنة )
( Kim akşam namazından
sonra iki namaz arasında kötü bir şey konuşmadan altı rek'at kılarsa, bu onun
için on iki senelik ibâdete denktir )[262]
Bu hadis çok zayıftır.
et-Tirmizî hadisin garîb
olduğunu ve ancak Ömer b. Ebî Has'am kanalıyla bilindiğini söyledikten sonra,
Buharî’den bu râvinin hadisinin münker olduğunu ve râvinin çok zayıf olduğunu
aktarır.
ez-Zehebî de bu râvinin iki
münker hadisi olduğu ve birisinin de yukarıdaki rivayet olduğunu söyler.
125- (الوضوءُ
من كل دمٍ سائل)
(Her akan kana abdest
gerekir )[263]
Bu hadis zayıftır.
ed-Dârekutnî hadisi tahric
ettikten sonra şöyle der; « râvilerinden olan
Ömer b. Abdu'1-Aziz, Temîm ed-Dâri 'den duymamıştır ve onu görmemiştir. Yezîd
b. Hâlid ve Yezîd b. Muhammed ise mechûldurlar.»
Bu hükme ez-Zeylaî de[264]
katılmıştır.
Ayrıca hadisin bir başka
illeti de vardır, o da râvilerinden olan Bakiyye b. Velîd müdellistir, an’ana
sigasıyla rivayet etmiştir.
Hadisi İbn Adiy yine
Bakiyye'nin olduğu başka bir yoldan rivayet etmiştir, ancak râvilerinden olan
Ahmed b. Ferec yalancıdır.
Hak olan şudur ki, kanın
çıkmasıyla abdesti gerekli kılan hiç bir sahih hadis yoktur. Asıl olan
beraattır, yani konu hakkında bir nass olmadıkça kanın çıkması abdesti bozar
diyemeyiz. Bu Ehli Hicaz'in mezhebidir, Medine Ehli’nden el-Fukahâu's-Seb'a da
aynı görüştedir. Bu konuda bazı sahâbeden birtakım fiiller naklolunmuştur.
(أن ابن عمر بثرة في وجهه فخرج
شيئ من دم فحكمه بين أصبعيه ثم صلى ولم يتوضأ )
( İbn Ömer (r.a.) yüzündeki
bir sivilceyi sıkar, bunun üzerine kandan bir şey çıkar, iki parmağıyla ovar
sonrada abdest almadan namaz kılar. )[265]
Bu eserin senedi sahihtir.
İbn Ebî Şeybe buna benzer bir
eseri Ebû Hureyre'den de (r. a.) rivayet etmiştir.
Yine sahabeden olan Abdullah
b. Ebî Evfa (r.a.) namazdayken kan tükürür ve namazına devam eder.[266]
126-
(لا يَركَبُ البحرَ الا حاجٌّ أو معتمرٌ أو
غازٍ في سبيل الله فان تحت البحرِ نارًا وتحت النارِ بحرًا )
( Deniz yoluyla ancak hac
yapan, umre yapan veya Allah yolundaki gazi gider. Çünkü denizin altında ateş,
ateşin altında deniz vardır)[267]
Bu hadis münkerdir.
Bu hadis, hadis imamlarının
ittifakıyla zayıftır, el-Buharî sahih olmadığını, İmam Ahmed garîb olduğunu,
Ebû Dâvud râvilerinin mechûl olduğunu, el-Hattabî de alimlerin bu hadisin
isnadını zayıf kıldıklarını söyler.[268]
Hadis başka bir kanaldan da
gelmiştir ancak râvilerinden olan Halîl b. Zekeriyyâ terkedildiği için, yani
hadisin senedi çok zayıf olduğundan bir yukarıdaki hadisi
kuvvetlendirememektedir.
Bu hadiste ilim talebi,
ticaret ve benzeri menfaatler için deniz yolunun kullanılmasının yasaklılığı
sözkonusudur. Ancak hikmetli olan Şâri’nin maznun bir sebeb olan denizde
boğulma sebebiyle insanları maslahatlarından alıkoyması kati surette makûl
değildir. Diğer taraftan Allah Teâlâ kulları için gemiler yarattığı ve deniz
yolculuğunu onlar için kolaylaştırdığından, kullarının minnettar olmalarını
istemektedir. O söyle buyurur:
(وآيةٌ لهم أنَّا حَمَلْنا ذُرِّيَّتَهم في
الفُلْكِ المَشْحونِ. و خلقنا لهم من مثله ما يركبون )
(Onların zürriyetlerini
dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir. Onlar için,
bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık)[269]
Bu ayet, yukarıda geçen
hadisin zayıf ve münker olduğuna delildir.
Bunu Nebî (s.a.s.)'in bir
hadisi de teyid eder:
(المائد في البحر الذي يصيبه القيء له
أجر شهيد والغرق له أجر شهيدَيْن )
( .......denizdeki kişiye
kusma isabet ettiğinde bir şehid ecri alır . Boğulduğunda iki şehid ecri alır)
Bu hadisi Ebû Dâvud ve Beyhakî
hasen bir senedle tahric etmişlerdir.[270]
Hadiste kayıt ve şartsız deniz
yolculuğuna teşvik vardır.
[1] en-Nesâi, el-Kunâ.
[2] Menar
el-Munif.
[3] 1/136.
[4] ed-Deylemi, el-Firdevs.
[5] Gâfir 60.
[6] el-Mustedrek 1/491
[7] Durrul-Muhtâr 2/630.
[8]el-Kudûri, Şerhu’l- Kerhi, Kerâhet Babı.
[9]Taberânî (24/351-352)
[10] el-Hâkim, Mustedrek (2/615); İbn Asâkir
(2/323), el-Beyhâki, Delâil’un-Nübuvve (5/488) .
[11] İbn Asâkir (1/323/2).
[12] Ebû Davûd, et-Tirmizî, Ebû Nu’aym
[13] Şerh es-Sunne (2/302)
[14] el- Mecmu (3/121),
[15] Sunen el- Kubra (1/400)
[16] es-Sagâni, el-Ehadîsu’l-Mevdua sayfa.7
[17] Ebû Nu’aym Hilye 5/189.
[18] İbn Adiy 7/2480, İbn Hibbân Duafâ 2/73
[19] Mizân
3/237
[20] el- Ehâdis el-Mevdua (s .6)
[21] el-Fevâid el-Mecmua fi’l-Ehâdis el-Mevdua (s.42)
[22] el-Lalâî
el-Mensûra
[23] Zeyl Ehadis el-
Mevdûa (119)
[24] et-Taberânî (3/203/2) ,
ed-Dârekutnî (279), el-Beyhakî (5/246)
[25] el-Kâidetü’l-Celîle (57)
[26] Buhari ve Müslim.
[27] Tayâlisî (1348), Ahmed (6/6)
[28] Ahbâru Mekke (304)
[29] İbn Adiy (1/286), Ebu Nuaym, Ahbâr el-Asbahân
(2/344-345)
[30] el-Mevdûât (3/239)
[31] Müslim (2/188), Tirmizi (4/42)
[32] Müslim (2/187)
[33] Mesâil (s.158)
[34] Sıratul- Mustakim
(s.182)
[35] 3/67
[36] İhkâm 5/64
[37] Nisa 82
[38] Enfâl 46
[39] İbn Abdi’l Berr, Camiul- İlm (2/91), İbn Hazm, İhkâm
(6/82)
[40] Mizân (1/28)
[41] Kifâye s.48
[42] Necm 3-4
[43] Nisa 82
[44] Tezih eş-Şeria’da (2/419)
[45] Tahâvi, Müşkilu’l-Âsâr 2/347; Ebû Ya’lâ, Musned K 2/191
[47] Ahmed, 3/279, İbn Asakir, 6/313/2
[48] Makâsıd, s.198
[49] Zeyl el-Muduât, s.203
[50] Mevduât, s.83
[51] 4/31
[52] el-Mecmû, 1/465
[53] Zeyl el-Ahâdis el- Mevdûa, s.203
[54] Ebû Nu’aym, Târîh Isbahân, 2/115
[55] 1/70
[56] ed-Deylemî, Musned el-Firdevs.
[57] Tezkira.
[58] Ehâdisu’l- Mevdûa, s.9.
[59] el-Makâsıd.
[60] es-Sagânî,
Ehâdis el-Mevdûa, s.4-5
[61] İbn Mâce (2/495); el-Hâkim (4/441);
İbnu’l-Cevzî, el-Vâhiyât (1447); İbn Abdi’l-ber, Câmiu’l-İlm
(1/155).
[62] el-Âhâdisu’l-Mevdûa, (s.195)
[63] Fethu’l-bâri, (6/385)
[64] el-Ceddu’l-Hasis, s.168.
[65] Keşfu’l-Hafâ, 1/458.
[66] ed-Dârekutnî el-Efrâd, 2/26; ed-Deylemî,
4/84; İbnu’l-Cevzî el- Vâhiyat, 1431.
[67] Feyzu’l-Kadir.
[68] Ebû Dâvud, 2/207-208; İbn Mâce, 2/519;
el-Hâkim, 4/557.
[69] ed-Deylemî, Musnedu’l-Firdevs, 4/98.
[70] 2/141.
[71] Neylu’l-Evtâr, 2/166-167.
[72] el-Bid’a ve’n-Nehyu Anhâ, (s.12)
[73] Ebû Dâvut (1/230), et-Tirmîzî (4/255) (hasen olduğunu
söylemiştir), İbn Hibbân (2334), el-Hâkim (1/547), el-Beyhâkî (2/253) . ez-Zehebî’nin
de ifâde ettiği gibi hadisin isnadı sahihtir
[74] Emâlî el-Ezkâr, 1/84.
[75] Ebû Dâvut, 1/230; et-Tirmizî, 4/277-278; İbn
Hibbân, 2330.
[76] S.103
[77] et-Tirmizî (4/274), Ebû Bekr eş-Şâfii el-Fevâid
(83/255/1), el-Hakîm (1/547).
[78] Takrîb.
[79] Müslim, 8/83-84; et-Tirmizî, 4/274, (sahih olduğunu
söyler); en-Nesâî, Amel el-Yevm ve’l-Leyle, 161-165; İbn Mâce, 1/23;
Ahmed, 6/325 ve 429-430.
[80] İbn Ebi Şeybe, Musannaf , 2/89/2; iyi
bir senedle rivâyet etmiştir.
[81] el-Fethu’l-Bâri, 2/327
[82] Muvatta, 1/126
[83] 1/217
[84] Lisân el-Mizân, 3/244
[85] s.110
[86] 2/159
[87] 2/83
[88] 2/256
[89] s.111
[90] 2/257
[91] s.124
[92] Ebû Nuaym, el-Hilye, 3/201-202; ed-Deylemî,
4/106.
[93] s.7
[94] Temmâm, el-Fevâid, 2/148; Ebû
Ya’lâ; et-Taberânî el-Evsat; İbn Şâhin.
[95] el-Mevdûât, 3/77.
[96] el-Mevdûât , s.106-107.
[97] et-Tâberânî, el-Evsat , 1/191/2/3502.
[98] İbn Hibbân, Duafâ, 1/298; ed-Darekutnî, Sunen,
s.153; el-Beyhakî, 2/404.
[99] Nasbu’r-Râye, 1/212.
[100] el-Hulâsa.
[101] el-Hâtib, 9/330; İbnu’l-Cevzî, 2/75.
[102] 1/320.
[103] 8/55.
[104] 7/430.
[105] s.12.
[106] 2/332.
[107] 2/185/2.
[108] et-Taberânî, el-Kebir.
[109] Mevdûât
, 2/105.
[110] Hâkim, el-Müstedrek, 4/87, Ma’rifetu Ulûm
el-Hadis, s.161-162; el-Ukaylî Duafâ, s.327; et-Taberânî el-Kebir,
3/122/1, el-Evsat ; el-Beyhakî, Şuabu’l-İmân.
[111] el-Mevdûât, 2/41.
[112] et-Taberânî, el-Evsat , 2/285/1/9301.
[113] el-Mahacce; 1/57.
[114] Tezih eş-Şerîa, s.209.
[115] Hucurât 13.
[116] Ahmed,
5/411, sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
[117] Ebû Nuaym, Ahbâru Isbahân, 2/340; Ebu Ya’lâ, Müsned
3/402/1881.
[118] Ahmed, 4/107; et-Tirmizî, 4/392,
(et-Tirmizî hadisin sahih olduğunu söylemişti); Hadisin aslı Müslimdedir,
7/48; el-Buhâri, et-Tarih es-Sagir, s.6.
[Konu hakkında daha
fazla malumata sahib olmak için, Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiye’nin Türkçeye
terceme edilen Sırât-ı Mustakîm adlı kitabına bakılabilinir.]
[119] İbn
Asâkir, Tarih Dımışk, 2/282, 10/287
[120] el-Makâsıd
[121] et-Tayalisi, Musned, 655; Ebû Davut, 3761;
et-Tirmizî, 1/329.
[122] İbn Mâce, 3260.
[123] Müslim, Ebû Davut, et-Tirmizî.
[124] et-Tirmizî, 4/46; ed-Dârimî, 2/456
[125] 3/154
[126] İbn Bukeyr, Fadlu men ismuhu Ahmed ve Muhammed,
1/58
[127] el-Mevdûât, s.109
[128] Ebu eş-Şeyh, el-Azame, 1/297/42
[129] el-Mevdûât, 3/144
[130] ed-Deylemî, Müsned, 2/46
[131] ed-Darekutnî s.161,;el-Hakim 1/246; el-Beyhakî, 3/57.
[132] Ebû Davut; İbn Mâce; ed-Darekutnî; el-Hakim;
el-Beyhakî.
[133] Ebu Nuaym, Ahbâr Asbahân, 2/190; İbn Asakir,
11/132.
[134] İbn Hibbân, el-Mecrûhun, 3/90.
[135] 6/163
[136] İbn Adiy, 1/44 ; İbn Asâkir, 13/295/2; İbn Ebî Hâtim,
2/295
[137] Mukaddimetu Ulûm el-Hadis, s.18
[138] Bu söz bazı mukallid fukahanın sözüne benzemektedir, onlar şöyle
derler: « İçtihad dördüncü asırdan
itibaren kesilmiştir, dolayısıyla taklidten başka bir şey yoktur. »
Buna rağmen onlar bazen içtihad ederler, keşki isabet etseler, ancak
nerede. Onlar aslında mukallidtirler, nasıl içtihad edeceklerini bilemezler.
Çünkü ellerinde içtihad aletleri yoktur. İlim ehlince bilinen ; sünnetin
sahihini zayıfından temyizi ve usulu’l-Fıkh’ın bilinmesi gibi bir çok vasıtaya
sahib değillerdir.
Tahkik ehlinden bir çok kişi İbnu’s-Salâh’ın mezhebinin hilâfına
açıklamada bulunmuştur. Konuyla ilgili en-Nevevi’nin et-Takrîb adlı kitabına
(s.4) bakılabilir.
[139] el-Buhârî; Müslim.
[140] el-Feth,
1/290.
[141] İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, 2/271; İbn Adiy, el-Kâmil,
6/2261.
[142] İbn Asâkir, 5/700.
[143] ed-Darekutnî, el- Efrâd.
[144] İbn Ebî Şeybe, 2/205/2.
[145] Musned el-Firdevs, 1/97.
[146] İbn Adiy, 2/20.
[147] el-Muhamilî, el-Emâlî, 2/41; el-Hatîb, Târih,
11/251.
[148] el- Mevdûât, 3/58 ; ed-Deylemî, 2/31.
[149] İbn Asâkir, 4/291/1-2.
[150] ed-Deylemî, 2/32.
[151] İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât, 1/57 ; İbn
Hibbân, ed-Duafâ, 3/153.
[152] Tahrîc el-İhyâ, 3/9.
[153] et-Tabakât el-Kubrâ, 4/162.
[154] Tahrîc el-İhyâ, 3/69.
[155] et-Taberânî, el-Evsat, 2/225/1/8477; Ebû
Nuaym, et-Tıb, k 24/ 1,2.
[156] Tahrîc el-İhyâ, 3/75.
[157] el-Beyhakî, eş-Şuab, 2/158/1; el-Münzirî,
et-Tergîb, 3/124.
[158] İbn Adiy, 1/172; İbn Sâd 1/286.
[159] İbn Adiy, 33/1-2 ; İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûât
3/74 .
[160] es-Suyûtî, el-Lâlâî, 2/283.
[161] Ebu Ya’lâ, Müsned, 10/385/5982; İbn
Hibban, ed-Duafâ, 2/150.
[162] et-Tirmizî, 3/11 ; el-Ukaylî, ed-Duafâ,
s.288 ,İbn Adiy, 2/243.
[163] el-Buharî ; Müslim.
[164] el-Heysemî, 8/131.
[165] Zeyl el-Ehâdîsi’l-Mevdûa, s.203.
[166] s.9
[167] es-Sahîha, 1856
[168] el-Makâsıdu’l-Hasene, s.154.
[169] et-Taberânî, es-Sagîr, s188; Ebu Nuaym, Ahbâr
Isbahân, 2/252.
[170] Ed-Deylemî.
[171] el-Hâkîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl.
[172] 15/167.
[173] 4/31.
[174] Ed-Deylemî; el-Beyhakî, eş-Şuab; İbn Cemî, el-Mu’cem,
s.149; el-Kudâî, el-Müsned, 1/47.
[175] Tahrîc el-Keşşâf, 4/25.
[176] Ebû Ya’lâ, el-Müsned, 4/1602; İbn es-Sünni, Amelu’l-Yevmi
ve’l-Leyle, 200/617.
[177] 6/95.
[178] El-Beyhakî, eş-Şuab.
[179] İbn Adiy, el-Kâmil, 2/90; İbn Beşrân, el-Emâlî,
1/93, 2/141.
[180] Ebû Nuaym, el-Hilye, 8/200; et-Taberânî, el-Evsat,
2/31/5746.
[181] İbn Nasr, es-Sünne, s.9; et-Taberânî, el-Kebîr,
1/76/3; Ebû Dâvûd, 4341; et-Tirmizî, 2/177; İbn Mâce, 4014; İbn Hibbân, 1850.
et- Tirmizî « hadis hasendir » der.
[182] Temmâm, el-Fevâid, 1-2 /207 No. 2210; İbn Adiy, 2/221; el-Beyhakî, ed-Delâil,
6/75.
[183] Ebû el-Abbâs el-Asam, Hadis, 3/153;
et-Tâberânî.
[184] Et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 8/289/7946.
[185] Ebû Dâvud, 2/346; Ahmed, 5/252; İbn Mâce, 2/431.
[186] el-Buhârî, el-Edebu’l-Mufred, 136; et-Tirmizî,
4/7, (sahih olduğunu söylemiştir); Ahmed, 3/132.
[187] el-Hâkim, 4/479.
[188] 1/377
[189] et-Tirmizî, 3/328; İbn Adiy, 1/59, 1/69; el-Hâkim,
3/14.
[190] s. 317
[191] et-Taberânî, el- Mu’cemu’s-Sagir, s.210.
[192] s. 473
[193] İbn el-Furâtî
[194] el-Hâkim, 3/129; el-Hatîb, 4/219.
[195] Ahmed, 3/155, et-Taberânî, el-Evsat, 2/23/2/5576.
[196] 5/483
[197] 4/8
[198] et-Tirmizî, 2/7; İbn el-A’râbî, el-Mu’cem,
2/116 K; İbn Adiy, el-Kâmil, 1/116, 2/103 K; el-Beyhakî, eş-Şuab,
3/61/2872.
[199] Ebû Nuaym, el-Hilye, 8/188; el-Hatîb, et-Tarîh,
1/237-238.
[200] Ed-Deylemî, el-Müsned, 2/88.
[201] ez-Zeyl,
s. 23, n. 116.
[202] İbn Mâce, 2/179; er-Râfii, Ahbâr el-Kazvîn, 1/6-7.
[203] 2/55.
[204] İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf, 1/105/1.
[205] Senedden sahabeye varıncaya kadar iki veya daha fazla
râvinin birbiri ardınca düştüğü hadise denir. Hadis Terimleri sözlüğü,
s.246.
[206] Tâbi’inden birinin, isnadında sahabiyi atlayıp
Peygamber (s.a.s.) buyurdu ki, veya şunu yaptı gibi benzeri ifadelerle isnadını
Peygamber (s.a.s.)’e ulaştırarak ondan rivâyette bulunmasına denir. A.g.e.
s.164.
[207] Tahrîcu’l-Minhâc.
[208] Feyzu’l-Kadir.
[209] et-Taberânî, el-Evsat, 1/173/2; İbn Adiy, el-Kâmil,
2/287; İbn Hibbân, ed-Duafâ, 2/99.
[210] el-İhtiyârât, 123-124.
[211] el-Mevdûât, 2/106.
[212] el-La’il-Masnu’a, 2/27.
[213] Tenzîhu’ş-Şerî’a, 2/237.
[214] el-Hâkim, el-Müstedrek, 3/32.
[215] İbn Hibbân, ed-Duafâ, 1/144
[216] 2/460.
[217] Buhârî ve Müslim.
[218] et-Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 3/59/2, el-Evsat,
1/40/1/685.
[219] Keşfu’l-Hafâ, 1/390, 51.
[220] 3/85.
[221] Müslim, 6/169; Ebû Dâvud, 2/307; et-Tirmizî, 4/29; İbn
Mâce, 2/404.
[222] S.37.
[223] İbn Hibbân, el-Mecruhîn, 1/349; el-Hatîb, et-Târîh,
5/106; İbn Asâkir, Tarîh Dımaşk, 12/263/2.
[224] el-Hulâsa, 2/54.
[225] Zâdu’l-Meâd, 3/305-307.
[226] İbn Adiy, 2/207; Ebû Nuaym, Ahbâr Asbahân,
2/106; el-Hatîb, et-Târîh, 9/364; İbn Abdu’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm,
1/7-8.
[227] et-Taberânî, 3/107/2; ed-Dârekutnî, s.68.
[228] 2/132.
[229] Ali b. Ca’d, Hadîs; 12/177/1.
[230] İbn Adiy, 1/308 K.
[231] 2/272.
[232] el-Ukaylî, s.381; İbn Adiy, 1/156 K.
[233] İbn Adiy, 1/38; Ebu Nuaym, Ahbâr Asbahân, 2/34;
el-Hâkim, 4/291.
[234] et-Taberânî, el-Kebîr, 108,109.
[235] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, 1/82.
[236] 1/154.
[237] et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 3/112/1;
ed-Dârekutnî, Sünen, s.148.
[238] İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf, 1/107/1.
[239] S. 30.
[240] 1/473.
[241] Keşfu’l-Estâr,1/210/416.
[242] el-Beyhakî, 2/30, el-Bezzâr, Zevâid, 268,
et-Taberânî, el-Kebîr, 22/49/118 .
[243] Mevdûât,
s. 66.
[244] Ebu Muhammed el-Hallâl, Fadlu Receb, 15/1/2;
el-Hatîb, 8/281.
[245] Mevdûât,
1/214.
[246] et-Taberânî, el-Evsat, 1/45-46/780;
ed-Dârekutnî, Sünen, s.343,349; el-Beyhakî, 8/102.
[247] Ahmed, n. 6692, 5716; İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf,
11/26/2; et-Tirmizî 1/312, hadisin hasen olduğunu söyler. İbn Huzeyme de sahih
olduğunu beyan etmiştir. Hafız b. Hacer de Bulûgu’l-Merâm da isnadının hasen
olduğunu ifade eder.
[248] İbn Ebî Şeybe, 1/27/11; Abdurrazzak, 18514; Ebû
Davûd, el-Merâsîl, 207/250; et-Tahâvî, 2/111; ed-Dârekutnî, 245;
el Beyhakî, 8/20-21.
[249] 12/221.
[250] 12/220.
[251] 2/57.
[252] el-İrvâ,
799.
[253] el-İrvâ,
800.
[254] Kitâbu’l-Âsâr, s. 52.
[255] İbn Hibbân, ed-Duafâ, 2/103.
[256] el-Mevdûât, 1/131.
[257] Fetih, 4
[258] İbn Mâce, 1/414.
[259] el-Bûsirî, ez-Zevâid, K 1/85
[260] İbn Nasr, Kıyâmu’l-Leyl, s.33.
[261] Ebû Hâtim, el-İlel, 1/78.
[262] et-Tirmizî, 2/299 ;
İbn Mâce, 1/355 ; İbn Nasr, s.33.
[263] ed-Dârekutnî, es-Sünen, s.157.
[264] Nasbu’r-Râye, 1/37.
[265] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1/92; el-Beyhakî, 1/141.
[266] Bkz. Fethu’l-Bârî, 1/222-224.
[267] Ebû Dâvud,
1/389 ; el-Hatîb, et-Telhîs, 1/78.
[268] Bkz. İbn Mulakkan, el-Hulâsa, 1/73.
[269] Yâsîn, 41, 42.
[270] Bkz. el-İrvâ, 1194.