بسم الله الرحمن الرحيم
Rahmân ve
Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…
İbn-i Kayyım el-Cevziyye
rahimehullah, “Hâdi’l-Ervâh” adlı eserinde şöyle demiştir:
“Şaşarım akıllı uslu postuna
bürünmüş beyinsizlere; halim-selim görünen geri zekâlılara! Şaşarım o kimseye
ki:
- Değersiz ve fanî nasipleri, pek
nefis ve bâki nasiplere tercih etmiştir.
- Eni gökler ve yer kadar geniş
cenneti satmış, yerine salgın hastalıklara uğramış kimseler ve belalılar
arasında dar bir zindanı almıştır.
- Altından ırmaklar akan Adn
Cennetleri’ndeki güzel güzel evleri vermiş, yerine sonu harap ve helakten
başka bir şey olmayan, pislik dolu su kenarlarını almıştır.
- Yâkut ve mercân gibi olan şen
şakrak, sevecen, her biri aynı yaşta bakireleri satmış, yerine kirli, pis,
kötü huylu; ya fuhuş yapan ya da kırık barındıran kadınları almıştır.
- İçenler için sırf lezzet olan
cennet içkilerini satmış, yerine aklı gideren, dini ve dünyayı mahveden
murdar içkileri almıştır.
- Azîz ve Rahîm olan Allah’ın
vechine bakma lezzetini, pis ve çirkin suratlıları görüp gönül
eğlendirmeye değiştirmiştir.
- Rahman’ın hitabını dinlemeyi,
çalgılar, şarkılar ve dımbırtılar dinlemeye tercih etmiştir. Her şeyin
fazlaca verileceği “mezid” gününde inci, yakut ve zebercedden minberler
üzerine kurulmayı, şirret şeytanların katıldığı, fısk-ı fucur
meclislerinde oturmaya değişmiştir!”
BİR
KARŞILAŞTIRMA
Fudayl b. Iyad rahimehullah, şöyle
demiştir:
“Şayet dünya, elden çıkacak bir
altın, ahiret ise elde kalacak bir çömlek olsa, (aklı olan bir kimse) elde
kalacak çömleği, elden çıkacak altına tercih eder. Peki, dünya yok olacak bir
çömlek, ahiret ise baki kalacak altın olduğuna göre, durum nasıl olur?”
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma der
ki:
“Cennetteki nimetler, dünyadaki
nimetlere sadece isim bakımından benzerler”[1]
Sadece isimler aynı; isimlerin
dışındaki her şey farklı… Manası, şekli, tabiatı… Her şeyi farklı.
Şimdi sana cennet nimetlerinden bazı
örnekler sunmaya çalışacağım. Dünya nimetleri ile onlar arasındaki
karşılaştırmayı ise sana bırakıyorum. İşte onlardan bazıları:
1- Cennetteki Üzümler: İbn-i Abbas radıyallahu anhuma’dan
rivayet edildiğine göre sahabe, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’le
birlikte kusûf namazı kılmıştı. Namaz bitince Peygamberimize:
− “Ya Rasulallah! Namazda iken
bulunduğun yerden bir şeyi almaya çalıştığını sonrasında da geri çekildiğini
gördük. Bunun sebebi nedir?” diye sordular. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
− Şüphesiz ki ben cenneti gördüm ve
oradan bir üzüm salkımı almaya yeltendim. Eğer bir alabilseydim, dünya durduğu
sürece ondan yerdiniz.”[2]
Subhanallah! Tebarekallah!
Bu üzüm salkımının aynısı, esir
düştüğü zaman Hubeyb b. Adiy radıyallahu anh’ın yanında da vardı. Şöyle ki:
Mekkeli müşrikler onu, bir evde hapsetmişler ve demir (prangalarla) kendisini
bağlamışlardı. Bir seferinde ismi “Maviyye” olan küçük bir kız çocuğu Hubeyb’in
yanına girmiş ve gördüklerini şöyle anlatmıştı:
“Mekke’de hiçbir meyvenin
olmadığı bir dönemde onun elinde bir üzüm salkımı gördüm ki, bir tanesi sanki
bir insanın başı kadar büyüktü ve o, bu halde iken demirlerle bağlıydı!”
Hubeyb’in elindeki bu salkım, hiç
şüphe yok ki cennet salkımlarından birisi idi. Gönlünü rahatlatmak ve kalbini
pekiştirmek amacıyla Allah, bu mübarek şehide kerameten bu salkımları
bahşetmişti.
Abdullah İbn-i Ömer radıyallahu
anhuma’nın bu salkımlar hakkında ne dediğini gel beraberce düşünelim. O, bu
salkımlardan söz ederken biraz daha detaya inmiş ve olayı çok daha fazla
somutlaştırarak bize anlatmaya çalışmıştır:
Kendisi Şam’da bir yerde otururken
şöyle demişti:
“Cennet salkımlarından bir salkım,
hiç kuşkunuz olmasın ki, buradan taaa (Yemen’in başkenti) Sana’ya kadar
uzanmaktadır.”
NÜKTELİ BİR
SÖZ
Yahya b. Muaz der ki:
“Allah’ım! Cenneti yarattın…
Kâfirler ondan ümidini kesmiştir. Melekler ona muhtaç değil. Sen ise cennetten
müstağnisin. O halde cenneti kime vereceksin?”
2- Cennet Ağaçları ve Hurmalıklar: Cennetteki ağaçlar ne mükemmel
ağaçlardır! Cennet ağaçları dünya ağaçlarından çok farklıdır. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in cennet ağaçları hakkında söylediği şu kesin ve te’kidli
sözüne bir kulak ver istersen:
“Cennette hiçbir ağaç yoktur ki,
gövdesi altından olmasın.”[3]
Bu, ağacın gövdesi…
Uzunluğuna gelince; Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurur ki:
“Cennette bir ağaç vardır ki, bir
süvari güçlü ve bakımlı bir atla onun gölgesinde yürümeye kalksa tam yüz yıl
giderde yine de bitiremez.”[4]
Acaba aklın bu büyüklüğü düşünmeye
güç yetirebilir mi?
Veya Allah’ın yarattığı şeyler
arasında böylesi şeylerin olması hiç aklına gelir miydi?
Şimdi sana tüm bunlardan daha ilginç
bir haber aktaracağım. Humeyd b. Hilal, cennetteki hurma ağaçlarının şöyle
olduğunu haber verir:
“Cennet hurmalarının kökleri
yakuttan, çayırları altındandır. Yaprakları ipek tarzı bir elbise gibidir.
Meyveleri kardan daha beyaz, köpükten daha yumuşak ve baldan daha tatlıdır.”
BİR HURMA
AĞACI DİK
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Her kim
وَبِحَمْدِهِ سُبْحَانَ اللَّهِ الْعَظِيمِ
“Subhanallahi’l-Azîm ve bihamdihi” derse onun için cennette bir hurma
ağacı dikilir.”[5]
3- Cennet Kadınları: Cennet kadınları hûrilerdir. Bilir
misin hûri nedir?
İri ve siyah gözlü, son derce güzel
ve çekici, namusu hiç lekelenmemiş bakire kadınlardır.
Bakışları masum, güzellikleri göz
kamaştırıcı, işveli ve nazlıdırlar.
Gözleri sürmeli, konuşmaları tatlı,
ağızları ballı, yaratılışları ilginç, güzel ahlaklıdırlar.
Ziynetleri göz kamaştırıcı,
elbiseleri şıktır; sevgileri çok, cefaları yoktur.
Gözlerini sana dikmiş, senden
başkasını görmemişlerdir. Canının istediği her halde sana yaklaşacaktır.
Gecenin zifiri karanlığında tırnağı
gözükse, dolunayın ışığı sönerdi. Şayet bileği görünse tüm insanlığı büyülerdi.
Bilezikleri açığa çıksa, yeryüzünden karanlık giderdi.
Hûrilerinin her gün sana “Allah’ım!
Dinin hususunda ona yardım et. Kalbini itaatine yönlendir. İzzetinle onu bize
ulaştır. Ey merhametlilerin en merhametlisi” diye dua ettiklerini biliyor
muydun? Onlar sana her gün dua ediyorlar; lakin sen bunu işitmiyorsun. Çünkü
gaflet kulaklarını tıkamış…
İbn-i Abbas radıyallahu anhuma bir
hutbesinde şöyle demişti:
“Cennet ehlinden bir kadının
tükürüğü şayet yedi denize bulansa, bu yedi denizin hepsi baldan tatlı olurdu.”
Şehr İbn-i Hûşeb, şu sözleriyle seni
bu kadınlarla evlenmeye teşvik etmektedir. O der ki:
“Cennet ehlinden bir adam, bir
tarafına döner ve eşlerinden bazıları ile konuşur. Bu, ortalama yetmiş yıl
sürer. Derken öbür tarafına döner… Tam bu esnada bir kadın kendisine:
− “Bize zaman ayırmayacak
mısın?” diye seslenir. Bunu duyan adam:
− “Sende kimsin?” diye sorar. Kadın:
− “Ben, Allah’ın
لَهُمْ مَا يَشَاءُونَ فِيهَا وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ
“Onlara orada diledikleri her şey
vardır; (ama) katımızda daha fazlası vardır.” (Kâf, 35) buyruğunda kendilerinden söz ettiği
kimselerdenim” der.
Sonra adam onunla konuşmaya koyulur…
Bir zaman sonra öbür tarafına döner. Tam bu esnada başka bir kadın kendisine:
− “Bize zaman ayırmayacak
mısın?” diye seslenir. Bunu duyan adam:
− “Sende kimsin?” diye sorar. Kadın:
− “Ben de, Allah’ın
فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَا أُخْفِيَ لَهُمْ مِنْ قُرَّةِ
أَعْيُنٍ
“Hiçbir kimse onlar için göz
aydınlatan ne nimetler saklandığını bilemez.” (Secde, 17) buyruğunda kendilerinden söz ettiği
kimselerdenim” diye karşılık verir.”
Halid b. Mi’dan, savaş esnasında
hûrilerin neler yaptığını sana şöyle anlatır:
“Hûriler, savaş vuku bulduğunda
süslenir, kokulanır ve askerî bir saf gibi olana dek inerde inerler. İçlerinden
bir tanesi diğer arkadaşlarına:
“Bakın, benim kocam sizin kocalarınızı
nasılda geçiyor?” der. Eğer
kocasına bir hamle yapılıp vücudunun bir kısmı açığa çıksa, hûri utanır, yüzünü
kapatır ve “Tüh, bedeni gözüktü” der. Şayet eşi öldürülse hemen onu
alır, damlayan bütün kanlarını avucunda toplar sonra da onu bağrına basar.”
Bütün bu nitelemelerden sonra
sana ve genç arkadaşlarına seslenen Hasan el-Basrî’nin şu seslenişine kulak
ver.
“Ey gençler! Hûrilere özlem duymuyor
musunuz?”
MİHİR BU;
PEKİ, YA DAMAT NEREDE?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurur ki:
- “Gereğini yapmaya gücü yettiği
halde öfkesini yenen kimseyi Allah, Kıyamet günü herkesin gözü önünde
çağırır, hûriler arasından dilediğini seçmekte serbest bırakır.”[6]
- Şehid için Allah katında yedi
haslet vardır. Bunlardan birisi de şudur: 72 hûri ile evlendirilir.”[7]
MİHİR
KUR’ÂNDIR
Seleften bazıları (rüyasında)
Kur’an’ı 30 kere hatmetme karşılığında hurilerden birisi ile evlendiğini
görmüştür. Onlardan birisi anlatır: Adet edindiği virdini bitirmeden uyuya
kalmıştı. Uyuduğu esnada rüyasında bir huri kendisine şöyle diyordu:
“Benim
gibisini nişanlıyor, sonra uyuyakalıyorsun,
Oysa bize
vurgun olanların uyuması haramdır.
Bizler ancak
namazı çok olan ve orucun,
Kendisini
bitkin düşürdüğü adamlar için yaratılmışızdır.”
4- Cennet Bulutları: Kuseyyir b. Murra, Kâf Suresi 35.
ayette geçen (وَلَدَيْنَا مَزِيدٌ/Ve
Ledeynâ Mezîd) “katımızda daha fazlası vardır” ayeti hakkında
şöyle demiştir:
“Bize anlatıldığına göre bir bulut
cennet ehline uğrayacak ve “Size ne yağdırmamı istersiniz” diye soracak. Onlar
her ne isterse mutlaka kendilerine yağdırılacaktır. Kuseyyir devamla şöyle
demiştir: Allah’a yemin ederim ki, eğer Rabbim o yeri bana nasip ederse, ben o
buluttan mutlaka bana hûri yağdırmasını isteyeceğim.” İşte bu nimet, ayette
anlatılan “Mezîd”dendir.
Bizlerde, bu yağmurla bizi
rızıklandırması ve o bulutla bizi gölgelendirmesi için Allah’a dua ediyoruz.
Bizler Allah’a hüsnü zan ediyor ve güzel ameller işlemeye çalışıyoruz. Kimin
durumu bu şekilde olursa şimdiden yarın isteyeceği yağmur için nefsini (hayırlı
işlerle) meşgul etsin
NÜKTELİ BİR
ARAP ŞİİRİ
“Allah’ı
razı edecek ameller işlersen eğer,
Varacağın
yer Cennatu Adn’dir.
Gevşeklik
gösterirsen şayet,
Varacağın
yer ateştir.
İnsanların
bu iki yerden yoktur başka gidecek yeri
Kendine bir
nazar eyle acaba sen hangisini tercih ediyorsun.”
5- Cennet Arazisinin Genişliği: Rabbimiz şöyle buyurur:
“Rabbinizin mağfiretine ve
muttakiler için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.”
(Al-i İmran, 133)
Bu ayette genişlik zikredilmiştir;
çünkü geniş olan bir şey her daim uzun olandan daha kısadır.
Genişlik göklerle yer arası kadar
ise acaba uzunluğu nasıldır?
(Bedir Gazvesi esnasında) Umeyr b.
Hümam radıyallahu anh bu ayeti işitince sevinçli ve mesrur bir şekilde “Çok
iyi, çok iyi” diye diye gitti. Bunu duyan Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem onu böyle demeye sevk eden şeyin ne olduğunu sordu. O: “Olur ki onun
ehlinden olurum” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
“Sen onun ehlindensin” buyurdu. Bu müjdeyi kapan Umeyr kendisi ile cennete
girmesinin arasında sadece kılıçla vurulmaktan başka bir engel kalmadığını
anladı. Elinde birkaç tane hurma vardı. Cennetteki şeylerin daha hayırlı ve
daha kalıcı ve cennet hurmalarının daha tatlı olduğunu hatırlayınca dünyayı
elinden attı ve: “Bu hurmaları yiyecek kadar beklemem çok uzun bir süredir”
dedi ve hızlıca giderek savaştı… Sonunda öldürüldü ve cennete girdi.
NÜKTELİ BİR
SÖZ
Muhammed b. Hanefiyye şöyle
demiştir:
“Sizin şu bedenlerinizin karşılığı
ancak cennettir; o halde onları sakın ha başka bir şey karşılığında satmayın.”
6- Cennet Kokusu: Cennetin kokusunu Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle anlatmıştır:
“Onun kokusu tam 500 yıllık bir
mesafeden bile hissedilebilir.”[8]
Umeyr b. Hümam radıyallahu anh’ı
cennetin genişliği yerinden oynatmıştı. Enes b. Nadr’ı ise cennetin kokusu
harekete geçiriyor.
Enes b. Nadr radıyallahu anh, Uhud
gününde cennetin kokusunu koklamış ve insanlar arasında “Cennetin kokusu ne
güzel, ne hoş! Vallahi ben onun kokusunu Uhud’un arkasında alıyorum” diye
bağıra bağıra yürümeye başlamıştı. Kokusunu aldıktan sonra cennete olan bu
arzusu onu yerinden oynattı. Beklemeye sabredemedi. Güzel bir imtihanla imtihan
edildi ve cesedine tam seksen küsür kılıç, ok ve mızrak darbesi aldı. Bacısı
onu ancak parmak uçlarından tanıyabildi. Allah onun zikrini kıyamete kadar baki
kılacak ve onun hakkında şu sözünü indirecekti:
“Müminler içinde öyle yiğitler
vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde durmuşlardır. İşte onlardan kimi,
sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar
hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir” (Ahzab, 23)
BACIM! AMAN
HA SAKIN!
Değerli bacım; eğer Rasululllah’ın
söz ettiği şu iki guruptan birisinde yer alırsan, ne cennete girebilir ne de
onun kokusunu alabilirsin. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurur:
“Cehennemliklerden
iki grup vardır ki, ben onları henüz görmedim: Onlardan biri, sığırkuyrukları
gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri de, giyinmiş oldukları
halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye zorlayan ve
başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cennete
giremeyeceklerdir. (Hatta) onlar cennetin kokusunu bile alamayacaklardır. Oysa
cennetin kokusu şu kadaaaar uzak mesafeden bile hissedilebilir.”[9]
GERÇEK CİMRİ
Ümmü’l-Benîn şöyle demiştir:
“Asıl cimri Cenneti satın alma
konusunda nefsine cimrilik edendir.”
7- Cennet Evleri: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Cennet evlerinin yapısı, bir kerpici altından, bir kerpici gümüştendir.
Harcı keskin kokulu misk, çakılları inci ve yakut, toprağı za’ferandır. Oraya
girenler nimetler içersinde refah bulur, sıkıntı çekmezler. Ebedî olurlar,
giydikleri eskimez, gençlikleri yok olmaz.”[10]
Bu söz, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in haber verdiği sahih bir hadistir.
Rica etsem dönüp tekrar okur musun?
Tekrar tekrar oku ve her kelimesini
iyiden iyiye düşün.
Ben sana bu kelimeler içerisinden
sadece “Yakût” kelimesini seçeceğim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
bunu vasfederken ne buyuruyor, bir kulak ver:
“Rükün ve makam Cennetin
yâkutlarından iki yâkuttur ki, Allah onların nurunu almıştır. Eğer onların
nurunu almamış olsaydı, onlar doğu ile batı arasını aydınlatırlardı.”[11]
Sen cennetteki evini milyonlarca
hatta milyarlarca evin arasından bileceksin. Onu, görmediğin ve hiç gitmediğin
halde dünyada iken ikamet ettiğin evden daha iyi tanıyacaksın. Allah gönlüne
onu tanıma bilgisini yerleştirecektir. Bunun böyle olacağına dair Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem yemin etmiştir. O şöyle buyurur:
“Muhammed’in canını elinde tutan
Allah’a yemin ederim ki, sizden biriniz cennetteki evini dünyadaki evinden daha
kolay bulacaktır.”[12]
O HALDE
CENNETTEKİ EVİNİ NASIL YAPTIRIRSIN?
Hasan el-Basrî şöyle demiştir:
“Melekler, Âdemoğulları için
cennette çalışırlar. Ağaç dikerler, ev yaparlar… Gün olur çalışmayı bırakırlar.
Onlara: “Hayırdır, neden işi bıraktınız?” diye sorulur. Onlar şöyle cevap
verirler: “Bize gelen harcamalar tükendi, para gelene dek çalışmayız.” Hasan
el-Basrî devamla der ki: “Anam babam size feda olsun. Haydi, onlara
amellerinizi gönderin.”
BİR NÜKTE
Amr b. Tufeyl radıyallahu anh, günün
birinde Hz. Ömer’in bir meclisine katılmıştı. Amr’ın eli Yemâme savaşında
kopmuştu. Onlar oturmakta iken yemek getirildi. Bunu gören Amr, hemen yemekten
uzaklaştı. Olayı fark eden Hz. Ömer kendisine bakarak:
− “Elin kesik olduğu için mi
uzaklaşıyorsun?” diye sordu. Amr radıyallahu anh,
− “Evet” dedi. Bunun üzerine Ömer
radıyallahu anh:
− “Vallahi, elinle şu yemekten
yemediğin sürece ondan asla ağzıma almayacağım” dedi ve ekledi:
“İçimizde senden başka bedeninin bir
parçası şu an cennette olan kimse yok!”
8- Cennetin Kapıları: Cennetin kapılarının sayısı
sekizdir. Bunun delili Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözüdür: “Cennetin
tam sekiz kapısı vardır.”[13]
Bu kapıların genişliği ise, tıpkı
cennetteki diğer şeyler gibi insanın aklına gelmeyecek şekildedir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Cennet kapılarından iki tanesinin
arası kırk yıllık mesafe kadardır. Ve orada (bu büyüklüğe rağmen) izdiham
yaşanacak gün olacaktır.”[14]
Bu kalabalık içerisinde olmayı
arzuluyor muyuz?
Acaba bunun için ne yaptın?
Amel defterlerin nerede?
İmanının göstergesi nerede?
Cennet kapılarını açacağın anahtar,
salih amellerindir.
Temenniler değil…
Düşler değil…
Dilin söylediği sözler değil…
Amellerinden başka bir şey değil…
O halde anahtarlarını şimdiden
yapmaya koyul ey yiğit!
SIDDÎK DOĞRU
SÖYLER
Ebu Bekir radıyallahu anh, cennete
sekiz kapısından da girmeyi murad etmiş ve bunun için makbul bir amel takdim
etmişti. Neticede bu isteği oldu.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurur:
“Kim Allah yolunda bir çift mal
infak ederse, cennet kapılarından kendisine şöyle seslenilir: Ey Allah’ın kulu
(senin yaptığın) bu şey gerçekten bir hayırdır. Namaz ehlinden olanlar
namaz kapısından çağrılır. Cihad ehlinden olanlar cihad kapısından çağrılır.
Oruç ehlinden olanlar Reyyân kapısından çağrılır. Sadaka ehlinden olanlar da
sadaka kapısından çağrılır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem böyle buyurunca Ebu Bekir radıyallahu anh:
“Acaba bu kapıların tamamından
çağrılacak biri var mıdır ey Allah’ın Rasulü?” diye sordu. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet, senin onlardan olmanı ümit
ediyorum, dedi.”[15]
KAPALI
KAPILAR
Salim b. Abdillah şöyle anlatır:
“Rüyamda bir kapı hariç, cennetin
sekiz kapısının da açık olduğunu gördüm. ‘Bu kapının durumu nedir/neden
kapalıdır?’ diye sordum. Bana: ‘Bu cihad kapısıdır; sen ise cihad etmedin’ diye
cevap verildi. Bunu görünce sabah ilk işim üzerinde cihad edeceğim bir at almak
oldu.”
9- Cennette Uyku: Kişi şu dünyada yorgunluğun,
bitkinliğin, halsizliğin ve perişanlığın ne demek olduğunu çok iyi bilir. Ama
bu kelimelerin, ebedî rahatın söz konusu olup hiçbir yorgunluğun olmadığı,
sonsuz huzurun olup hiçbir keder ve hüznün bulunmadığı cennet lügatinde yeri
yoktur.
Cennetlikler yorulmayacaklarından
dolayı uyumayacaklardır da. Çünkü uyku ancak yorulanların ve çalışanların
dinlenmesi içindir; orada ise ne çalışma olacaktır, ne de yorulma!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Uyku ölümün kardeşidir.
Cennetlikler ise asla ölmeyeceklerdir.”[16]
10- Cennetin Aydınlığı: Cennette uyku olmayacağı için geceye
de gerek olmayacaktır. Dolayısıyla cennette gece yoktur. Cennette ardı arkası
kesilmeyen ve aralığı olmayan bir aydınlık nur olacaktır. Kurtubî ve başka
âlimler şöyle demiştir:
“Cennette gece ve gündüz, güneş veya
ay olmayacaktır. Cennetlikler daimî bir aydınlık içerisinde olacaklardır.
Gecenin miktarını ancak perdelerin çekilip kapıların kapatılmasından; gündüzün
miktarını ise perdelerin kaldırılıp kapıların açılmasından bileceklerdir.”
11- “Bizim Katımızda Daha Fazlası
Vardır” (Kâf, 35) Müfessirler,
bu ayette zikredilen fazladan verilecek nimetin Yüce Allah’ın güzel yüzüne
bakmak olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu nimet, cennet nimetlerinin en güzeli,
memnuniyetin zirvesi, lezzetlerin en üstünüdür. Hiçbir nimet buna muadil
olamaz. İnsanoğlunun ne lügati ne de kelimeleri asla bunu vasfetmeye ve
anlatmaya yetmez.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Cennetlikler cennete girdiklerinde
Allah onlara:
− ‘Artırmamı istediğiniz bir şey var
mı?’ diye sorar. Onlar:
− ‘Yüzümüzü ak etmedin mi?
Bizi cennete koyup ateşten korumadın mı? (daha ne isteyelim ki)’ derler. Bunun üzerine Yüce
Allah (kullarının kendisini görmelerine engel olan) hicabı kaldırır...
Onlar Rablerinin yüzüne bakmaktan daha güzel bir nimete mazhar olmamışlardır.”[17]
Nasıl olurda yüzüne bakma nimetine
mazhar kılmasını Allah’tan istemezsin?
Nasıl olurda Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den nakledilen şu dua ile dua etmezsin:
“Allah’ım! Senden bitmek tükenmeyen
bilmeyen bir nimet, ardı arkası kesilmeyen göz aydınlığı[18] ve kerîm olan yüzüne bakma
lezzetini istiyorum.”
12- Allah’ın Razı olması Tüm Korku
ve Üzüntüleri Yok Edecektir: Korku, ileride olabilecek bir şeyden kaynaklanan
endişedir; üzüntü ise geçmişte olmuş bir şeyin neticesidir. İnsanoğlu dünyada
rızkı için korkar, kendisi için korkar, ailesi için korkar; zulümden korku
duyar, bilinmeyen bir şeyden korku duyar, ölümden korku duyar, fakirlikten
korku duyar… Ve bununla birlikte çocuğunu kaybedince, rızkı elden gidince,
sevdiği biri ölünce, bir yakını düşmanlık edince, çocuktan mahrum kalınca ve
benzeri belalara da üzülür.
Bütün bu olanlar, ya bir günahın
cezasıdır ya da Allah’ın kendisi sayesinde müminlerin derecelerini yükselteceği
bir denemedir. Tabii bu dünya için böyledir. Ahrete gelince; orada ne ceza
vardır ne de imtihan! Aksine orada kendisi ile korkunun yok olacağı rahmetler
ve hoşnutluk vardır.
Dolayısıyla cennette hiçbir korku ve
hiçbir üzüntü yoktur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurur:
“Cennetlikler cennete girdiklerinde
Allah onlara: ‘Artırmamı arzuladığınız bir şey var mı?’ diye sual
buyurur. Onlar da: ‘Ya Rab! Bize verdiklerinden daha büyük ne olabilir ki?’
derler. Bunun üzerine Allah: ‘Benim rızam/hoşnutluğum (bütün bunlardan)
daha büyüktür’ buyurur.”[19]
NÜKTELİ BİR
SÖZ
Ahmed b. Harb der ki:
“İçimizden birisi gölgeyi güneşe
tercih ediyor. O halde bize ne oluyor da cenneti cehenneme tercih edemiyoruz?”
13- Cennete Girenlerin En Sonuncusu:
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’den nakledilen bir hadiste geçtiği üzere, cennete en son
girecek kimseye Allah azze ve celle şöyle buyuracak: “Dile benden ne
dilersen!” Adam istedikçe isteyecek, diledikçe dileyecek. Hatta Allah,
kendi lutfu ve keremi ile istemiş olduğu bu şeyleri bir bir ona hatırlatacak.
Adamın bütün istekleri son bulunca Allah azze ve celle ona şöyle diyecek: “Bütün
bu istediklerin bir katı fazlası ile sana verilecektir.”
Bu hadisi Ebu Hureyre radıyallahu
anh’den nakleden Ata b. Yezid der ki:
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh,
Ebu Hureyre radıyallahu anh ile birlikte oturuyordu ve naklettiği hadisten
hiçbir şeye itiraz etmiyordu. Ta ki Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisi: “Bütün
bu istediklerin bir katı fazlası ile sana verilecektir” şeklinde
nakledinceye kadar… Ne zaman ki Ebu Hureyre hadisi bu şekilde nakletti, Ebu
Said radıyallahu anh, hemen: “Bir katı fazlası ile değil, tam on katı
fazlası ile verilecektir ey Ebu Hureyre!” diyerek itiraz etti. Ardından da
şöyle dedi: “Şehadet ederim ki, ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “İstediklerin
senindir ve senin için tam on katı fazlası vardır’[20]
buyurduğunu ezberledim.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh der ki:
“Bu adam cennete en son girecek adamdır.”
TEBRİKLER
SANA EY SAÎD!
Hişam b. Yahya el-Kinanî anlatır:
“Seksen üç senesinde Rum
topraklarında savaşıyorduk. Başımızda Mesleme b. Abdulmelik emir olarak
bulunuyordu. Bizimle beraber Saîd İbn-i Haris isminde bir adam daha vardı ki,
ibadet ehli biriydi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. Ben onu
gece veya gündüz her ne zaman görsem, mutlaka bir gayret içerisinde olurdu.
Namaz vakti değilse veya yolda gidiyor olsak yine Allah’ı zikretmekten ve
Kur’an okumaktan geri kalmazdı. Rum kalelerinden birini kuşatmışken bana ve ona
aynı anda bir gece nöbet denk geldi. Bu nöbet bize ağır gelmişti. Bunun üzerine
ben Saîd’e: “Biraz uyu. Düşman tarafından ne olacağını bilmiyorsun; eğer
herhangi bir şey olursa en azından canlı olursun” dedim. Bunun üzerine çadırın
bir tarafına yattı. Bende bulunduğum yerde mevzimi korumaya koyuldum. Ben tam
bu hal üzereyken, birden Saîd’in sesini işittim. Uykuda konuşuyor, gülüyordu.
Sonra sanki bir şeyler alırcasına sağ elini uzattı. Ardından yumuşak bir
şekilde gülerek elini geri çekti. Sonra da “Bu gece olsun, bu gece olsun” dedi.
Sonra sıçrayarak uyandı. Tekbir getirmeye, Lâ ilâhe illallah, demeye başladı ve
Allah’a hamdetti. Ben:
− “Ebu Velid! Hayırdır ne oldu?
(Uykudayken) sende ilginç şeyler gördüm. Ne olur gördüklerini bana anlat”
dedim. Saîd:
− “Beni bu konuda mazur gör,
(anlatamam)” dedi. Ben:
− “Arkadaşlık hakkı için anlat”
dedim. (Beni kırmadı) ve anlatmaya başladı:
“Uykuya daldığımda iki adam geldi.
Onlar gibi güzelini ve kâmilini hiç görmedim. Bana:
“Ey Saîd! Müjdeler olsun! Allah,
günahlarını affetti, çalışmalarını şükranla karşıladı. Amellerini makbul
buyurdu ve dualarına icabet etti. Haydi, bizimle gel de, Allah Teâlâ’nın senin
için hazırladığı nimetleri sana gösterelim” dediler. Onlarla birlikte çıktım…
Acaba Cennette Ne Gördü?
Saîd gördüğü sarayları ve hûrileri
bir bir anlatıyor… Şöyle devam ediyor:
“Büyük bir sarayın önüne geldik.
Saray sanki saf gümüştendi ve parlayan bir nurdu. Kapısına gelince açılmasını
istemeden açıldı. Özelliklerini kimsenin sayamayacağı bir yere girdik. Öylesi
yer hiçbir beşerin hayaline bile gelmez. Sarayda tıpkı Allah Teâlâ’nın “Sıralanmış
inciler.” (Tur, 24) dediği, yıldız gibi kadın ve erkek
hizmetçiler vardı. Onlar bizleri görünce çeşitli güzel sözler, nağmeler söylemeye
başladılar. Ve şöyle dediler:
“Bu Allah’ın velisidir. Allah’ın
velisi geldi. Allah’ın velisine merhaba…”
Yürüdük ve altından yapılmış
tahtların olduğu bir meclise geldik. Mücevherlerle süslenmişlerdi. Etraflarına
altından mamul sandalyeler dizilmişti. Her tahtın üzerinde bir kadın vardı ki,
Allah’ın mahlûkatı içerisinde hiçbir kimse onları vasıfedemez. Ama ortalarında
bir tanesi vardı ki, hem yer olarak, hem güzellik bakımından hem de kusursuzluk
olarak diğerlerinden çok üstündü. Beni götüren iki adam:
“Bu senin evin, bunlar da ailen.
Rabbinin katında büyük rızaya işte burada kavuşacaksın” dediler ve geri dönüp
gittiler. Kızlar bana doğru koşuştular. “Merhaba” diyerek saygı gösteriyorlar
ve müjde veriyorlardı. Tıpkı gurbetten gelen birisinin ailesi tarafından
karşılanması gibi…
Ortadaki tahta oturtana kadar beni
kucakladılar. Ortadaki hatunun yanına oturttular. “Bu senin hanımındır. Onun
gibi bir hanımın daha var. Seni bekleyişimiz çok uzun sürdü ey Saîd!” dediler.
Ben onunla, o da benimle konuşmaya başladı.
− Neredeyim?
− Me’vâ cennetindesin.
− Sen kimsin?
− Ben senin ebedî hanımınım.
− Peki, diğeri nerede?
− Diğer sarayında.
− Neyse. Bugün senin yanında
kalırım, yarın da onun yanına giderim” dedim ve elimi ona doğru uzattım. Elimi
yavaşça geri itti ve:
− Bugün olmaz. Sen dünyaya
döneceksin, dedi.
− Dönmek istemiyorum.
− Gitmen lazım. Orada üç gün
kalacaksın. Üçüncü gece inşaallah yanımızda iftar edeceksin.
− Bu gece olsun! Bu gece olsun!
− Bu, hükme bağlanmış bir meseledir.
(Israr etme).
Sonra yerinden kalktı. Onun
kalkmasıyla ben de yerimden fırladım ve baktım ki uyanmışım…
Bu durumu gören Hişam ona:
“Kardeşim! Allah’a şükret. Allah,
amelinin sevabını şimdiden sana göstermiş” dedi.
Hişam devamla der ki: sonra Saîd
bana şöyle dedi:
− Senden başkası bu olayı gördü mü?
− Hayır.
− O zaman, Allah için senden
istirham ediyorum; hayatta olduğum müddetçe bu olayı gizli tut.
− Tamam.
− Arkadaşlarımız ne yapıyor?
− Bazıları savaşıyor, bazıları
ihtiyaç gideriyor…
Sonra Saîd kalktı, soyundu, yıkandı,
koku sürünüp silahını aldı ve savaş yerine gitti. Yine oruçluydu. Akşama kadar
savaştı. Arkadaşlarıyla beraber döndü. Arkadaşları bana:
“Bu adam öyle şeyler yaptı ki, daha
önce o hareketlerin yapıldığını hiç görmedik. Şahadete hırsla atıldı. Kendisini
okların, atılan taşların altına attı. Bütün bunların hiç biri ona isabet
etmedi” dediler. Kendi kendime: “Onun durumunu bilseydiniz, aynısını yapmak
için yarışırdınız” dedim.
Biraz yemekle iftar etti. Gece yine
kıyamdaydı. Sabahleyin tekrar oruç tuttu. Dün yaptığının aynısını bugünde
yaptı. Günün sonuna doğru döndü. Arkadaşları dün anlattıklarını bugünde
anlattılar. Böylece üçüncü güne geldik…
İki gece geçmişti. Üçüncü gün
(olacakları merak ettiğim için) bende onunla çıktım. Kendi kendime: “Onun
durumunu görmem lazım” dedim. O, düşman arasında fırtınalar estiriyordu. Ben
ise uzak bir yerden onu gözlüyor, ona yaklaşamıyordum. Güneş batmaya yaklaşana
kadar böyle devam etti. O en canlı halindeyken birden kale duvarının üzerinde
bir adamın ona ok hedeflediğini gördüm. Ok gelip onun göğsüne saplandı ve
hızla yere düştü. Ben ona bakakaldım. Ve hemen (yardım etmeleri için) insanları
çağırdım. Gelip onu hızla alıp çektiler. Henüz ölmemişti. Onu görünce: “Bu gece
kendisiyle iftar edeceğin şeyler sana afiyet olsun. Keşke ben de seninle
beraber olsaydım” dedim. Alt dudağını açtı. Bana işaret ederek durumunu
gizlememle ilgili verdiğim sözü gülerek hatırlattı. Sonra şöyle dedi: “Bize
verdiği sözü yerine getiren Allah hamdolsun.” Vallahi bundan başka bir şey
söylemedi. Sonra da ruhunu teslim etti.
Hişam şöyle devam eder:
En yüksek sesimle bağırdım “Ey
Allah’ın kulları! Amel edenler bunun gibi amel etsinler. Kardeşinizin durumu
hakkında size söyleyeceklerimi iyi dinleyin” İnsanlar bana doğru toplandılar.
Olayı onlara anlattım. O an ağlayanlardan daha çok ağlayan hiç kimse görmedim.
Sonra askerleri sarsan bir tekbir getirdiler. İnsanlar birbirlerine olayı anlatmaya
başladılar. Olay her tarafa yayıldı. Onun cenaze namazını kılmak için
toplandılar. Olay Mesleme b. Abdulmelik’e de ulaşmıştı. O da geldi. Namazı
kıldırması için onu öne geçirdik. Ama o: “Bilakis onun durumunu bilen arkadaşı,
namazını kıldırsın” dedi.
Hişam şöyle devam eder:
“Onun namazını kıldırdım. Sonra onu
defnettik ve kabrini kapattık. İnsanlar onun olayını konuşarak gecelediler.
Kimisi kimisini teşvik ediyordu. Sonra sabahladılar ve kaleye yenilenmiş
niyetlerle, Allah’a kavuşmaya iştiyak duyan kalplerle saldırdılar. Gün kuşluk
vaktine kavuşmadan, Allah onun bereketiyle kalenin fethini bize nasip etti.”
CENNET ÖZLEM
DUYMAKTADIR
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurur:
“Şüphesiz ki cennet şu üç kişiye
özlem duymaktadır: Ali, Ammar ve Selman.”[21]
- Allah yolunda harcadığın
paraları gözünde çok büyüttüğün, çarşıya gittiğinde ise umursamayacak
kadar az gördüğün sürece,
- Allah’a itaatle geçirdiğin
saatleri sıkıcı ve uzun; bir futbol maçında iken veya bir filim
izlediğinde ise ne kadar çabuk geçtiğine inandığın sürece,
- Bir maçın uzamasına sevindiğin,
hutbe biraz fazla uzadığında ise sıkıldığın sürece,
- Bir maçı veya her hangi bir
programı izleyebilmek için ön tarafta yer alma adına sıkışmayı kabul
ettiğin, namazda ise en arka safta durmak için çabaladığın sürece,
Sen cennete henüz özlem duymuyorsun
demektir!!!
Kardeşim!
O’nun cennetini arzulayabilmek için
vaktinden ne kadarını ayırdın?
Gündüz iş-aş derdi, gece uyku
telaşı…
Zayıf kalbin günlerin ve yılların
derdi ile ucuzluk, pahalılık telaşıyla, çoluk, çocuk sıkıntısıyla ve yaz
gelmeden yaz, kış gelmeden kış endişesi ile meşgul olmaktadır. Acaba kalbinin
dertlerinden ahiret için ne bıraktın?
Kız yetiştirdin, erkek evlat
everdin.
Peki, yolculuk günü için ne
hazırladın?
Ne yaptın?
Ne ile hazırlandın?
Belkıs’ın tahtı gitti…
Züleyha’nın güzelliği yok oldu…
Karun’un mülkü yere battı…
Geriye Musab’ın zühdü, Ömer’in adli
ve Ebu Bekir’in takvası kaldı.
Buluşmak cennette güzeldir.
Orada görüşmek dileği ile…
SÖZÜN ÖZÜ
Fuday b. İyad şöyle dermiş:
Âhh, ahh! Firdevs’e gitmek istiyor;
peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salihlerle cennetinde Rahman’a konuk
olmayı arzuluyorsun. Peki, bunu neyle elde edeceksin?
İşlediğin bir amelle mi?
Terk ettiğin bir şehvetle mi?
Yendiğin bir öfkeyle mi?
Yaptığın sıla-i rahim ile mi?
Kardeşinin affettiğin hatası ile mi?
Allah yolunda uzaklaştırdığın yakın
veya yakınlaştırdığın uzak ile mi?
Hangisi ile?
Şimdi burada önüne seni cennete
götürecek bazı şeyler koyacağım ki, bunlar birle sınırlı değil, birçok şeyden
müteşekkildir:
- Eşine İtaat: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur.
“Bir bak, eşine karşı hangi durumdasın.
(Unutma ki) o senin cennetin veya cehennemindir.”[22]
- Yoldan Eziyet Veren Şeyleri
Kaldırmak: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Bir yol üzerinde insanlara sıkıntı
veren bir ağaç dalı vardı. Adamın birisi onu kaldırdı ve bu sebeple cennete
girdirildi.”[23]
- Üç Kere Cenneti İstemen: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Müslüman bir kul, Allah’tan üç kere
cenneti istediğinde cennet: ‘Allah’ım! Onu cennete koy’ diye dua eder.”[24]
- Dili ve Avret Mahallini
Korumak: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim bana iki çenesi ile iki
bacağının arasını garanti ederse, bende ona cenneti garanti ederim.”[25]
- Sabah ve İkindi Namazını
Kılmak: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim iki serinlik namazını (sabah ve
ikindi namazını) kılarsa cennete girer.”[26]
- Anneye İtaat: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurur:
“Ayağına sarıl/ondan ayrılma; işte
cennet oradadır!”[27]
- Tartışmayı ve Yalanı Terk Etmek
ve Güzel Ahlaklı Olmak: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurur:
“Ben,
1- Haklı
bile olsa çekişip didişmeyi terk eden kimseye cennetin alt tarafında bir köşk
verileceğine,
2- Şakadan
bile olsa yalan söylemeyi terk eden kimseye cennetin ortasında bir köşk
verileceğine
3- İyi
huylu/güzel ahlaklı kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk verileceğine
kefilim.”[28]
- Onurlu Olmak ve İnsanlara
Muhtaç olmamak: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
“Kim insanlardan hiçbir şey
istememeyi bana garanti ederse, ben de ona cenneti garanti ederim.”[29]
[1] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5410.
[2] Sahihtir. Bkz. Buharî, 748.
[3] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5647.
[4] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 2125.
[5] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6429.
[6] Hasendir. Bkz.
Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6518.
[7] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5182.
[8] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5988.
[9] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3799.
[10] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3116.
[11] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 1633.
[12] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 510.
[13] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 3119.
[14] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 5590.
[15] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6109.
[16] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr, 6808.
[17] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 523.
[18] İslam âlimleri, bu hadiste yer alan “Göz aydınlığı” ifadesinden ne
kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimileri “Bu salih bir
nesildir” derken, kimileri de “namaz” demiştir. Bazıları ise bununla cennette
ki sevabın kastedildiğini ifade etmiştir. Her bir gurubun kendine göre
delilleri vardır. En doğrusunu ise bilen Allah’tır.
[19] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 524.
[20] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 7033.
[21] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1598.
[22] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1509.
[23] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 4458.
[24] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 5630.
[25] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6617.
[26] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6337.
[27] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1248.
[28] Hasendir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 1464.
[29] Sahihtir. Bkz. Sahîhu’l-Camii’s-Sağîr. 6604.