Ticaret mallarında zekâtın farz olduğu bilinen bir
gerçektir. İslâm bilginleri bu hükme,
zekâtı farz kılan nassların genelinden (umumu) ulaşmışlardır. Çünkü ilgili
nasslarda zikredilen varlıkların geneli
içerisine öncelikle ticaret malları girer.
Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Onların mallarından sadaka (zekât) al ki, bununla onları temizleyip arıtmış olasın. Ve onlara dua et. Şüphesiz ki senin duan onlar için bir sükûnettir. Allah; işitendir, bilendir." et-Tevbe, 9/ 103
"Onların mallarında yoksullar ve muhtaçlar için de bir hak
vardır." ez-Zâriyât,
51/19
"Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızık olarak size yerden
çıkardıklarımızdan hayra harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan almayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye
kalkışmayın. Biliniz ki Allah
zengindir, övgüye lâyıktır." el-Bakara, 267
Semure b. Cudeb'in (r.a.) rivayet ettiği "Hz. Peygamber satışa arz
ettiğimiz mallarımızdan zekât vermemizi
emrederdi" Ebû Dâvud, "Zekât", 2 mealindeki hadis de ticaret malından zekâtın verilmesinin gerekli olduğunu gösterir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Deve, sığır ve kumaş gibi mallardan zekât gerekir".
ed-Dârekutnî, II, 100
Nevevî der ki: "İsabetli olan ticaret mallarında zekâtın farz olduğu şeklindeki
görüştür. Sahabe, tabiîn ve onlardan sonra gelen İslâm âlimlerinin tümü bu
görüştedir. İbnü'l-Münzir, bütün ilim ehlinin ticaret mallarında zekâtı farz
gördüğünü, Hz. Ömer, İbn Abbas (r.a.), Medine'nin meşhur yedi fakîhi ve dört
imamla birlikte birçok fakihden de bu görüş nakledilmiştir."
Ticaret mallarına gelince onlar için zekât farzdır. Zira İbnü'l-Münzir
şöyle demiştir: Üzerinden bir yıl geçen ticaret mallarından zekât gerekir.
Bu görüş Hz. Ömer ve oğlu, İbn Abbas,
yedi Medine fakîhi, Hasenu l-Basrî, Câbir b. Zeyd, Meymûn b. Mehrân,
Tavus, Nehâ'î, Sevrî, Evza'î, Ebû Hanife, Ahmed b. Hanbel, İshak b. Râhuye ve
Ebû Ubeyd gibi İslâm bilginlerinden nakledilmiştir.
Ebû Davud'un kitabında Semure'den (r.a.) şöyle bir rivayet yer alır:
"Hz. Peygamber (s.a.v.) ticaret için ayırdığımız mallardan zekât vermemizi emrederdi." Ebû
Dâvud, "Zekât", 2
Hammâs'dan da şöyle bir bilgi nakledilir: "Bir gün Hz. Ömer bana uğradı ve,
"Malının zekâtını ver" dedi. Ben
de malım yalnızca okluk ve tabaklanmış derilerden oluşuyor" dedim. Bunun üzerine
"Değerini belirle ve zekâtını ver" dedi. İbn Kudâme, el-Muğnî,
IV, 249
İmam Mâlik ve onun yolunu izleyenlere göre işadamları
iki kısma ayrılır: Birincisi bekleyen diğeri ise işini sürdürendir. Bekleyenden
şu kişi kastedilir: Kişi malı alır, piyasaları gözetler, öyle olur ki bazen bu
mal yıllarca satılmaksızın o kişinin elinde kalabilir. İşte bu şekildeki
bekleyen tacire bu mal için zekât gerekmez. Ancak mal satıldığında, satıldığı
yılın zekâtını verir.
Mâlik'in dayanağı şudur: Zekât çoğalan mallarda farz
kılınmıştır. O tüccar, dükkânında bekleyen mal için her yıl zekât verirse -ki
bu malın talep yetersizliğinden dolayı değeri de düşebilir-maliyetinin altına
düşer ve bu durumda o kişi zarar eder. Oysa mal satıldıktan sonra verilen
zekât, malda birikmiş olan kârın zekâtıdır. Kâr nisaba ulaşmazsa zaten zekât
gerekmez, nisabı aşan miktarın ise az olsun çok olsun zekâtı verilmelidir.
İşini sürdürene gelince, o malı yıl içerisinde, yanında bekletmeksizin
satar ve dolayısıyla yıl içindeki bütün kazancından zekâtını verir. Kendisine
zekât hesaplayacağı bir tarih belirler ve bu tarih gelince elindeki ticaret
mallarını, nakitleri ve ödeme gücü bulunan güvenilir kişilerdeki garantili
alacaklarını hesaplar ve bakiye, bir dirhem dahi olsa zekâtını verir. Eğer
malı nakit satmamış; bedel o yıl içinde tahsil edilmeyecekse bu durumda o malın zekâtını o yıl içinde vermesi
gerekmez."
Dolayısıyla kendisine zekât farz olan kişi şöyle bir
yöntem takip etmelidir. Zekât vermeyi kararlaştırdığı ay girince, dükkanındaki
mevcut ticaret malları, nakitleri ve insanlardaki garantili alacaklarını
toplar, bu malların piyasa fiyatından değerini belirler ve bu miktara yıl
içinde elde ettiği kâr, tasarruflar ve garantili alacaklarından oluşan
nakitlerini ekler ve varsa borçlarını öder sonra kalanın %2,5'u oranında
zekâtını verir.
Örneğin, zekât vermek isteyen bir tüccar Ramazan ayı
girince mal varlığını hesaplıyor ve sonuçta dükkânda piyasa değeri 120 bin
Lira olan satılmamış mal, kasada nakit 40 bin Lira, 65 bin Lira garantili
alacak ve 25 bin Lira da borcunun bulunduğunu görüyor. Bu kişinin mallarının
değeri ile nakit ve alacakları toplamının 225 bin Liraya ulaştığı görülür.
Toplam meblağdan borçlar ödenince geriye 200 bin Lira kalır. İşte bu kişi,
kalan 200 bin Liranın %2,5 luk kısmını zekât olarak verir ki bu da 5 bin Lira
tutar.
Ancak şurası önemle belirtilmeli ki raf, dekor ve makine-donanım gibi
işyeri için gerekli olan malzemeler zekât malı kapsamına girmez. Örneğin, iş
yerinde kullanılmak üzere araba, buzdolabı, depo, bina, vb. eşyalar olsa
bunlar zekât malı kapsamında hesaplanmaz. Zira zekât ticarete ayrılmış ve devri
daim eden mallardan verilmelidir. Nitekim Semure b. Cündeb'-in rivayet ettiği
hadiste Hz. Peygamber "Satışa arz edilmiş olan mallarda zekâtı
emrettiği" belirtilir.
Fukahanın çoğunluğuna göre zekâtı verilmek üzere malların
değeri hesaplanırken, o günün toptan satış fiyatı esas alınır. Tüccarın
zekâtını, ticaretini yaptığı malların bizzat kendisinden vermesi caizdir.
Örneğin, gıda maddeleri satan bir tüccar zekâtını pirinç, un ve şekerden
verebilir.