İstiaze, Arapça âze’den türetilmiş bir mastardır. Azdıran zarar ve tehlike arz eden amel ve güçlerden Allah’a ve O’nun dinine iltica ve hicret etmek, sığınmak anlamındadır. Şifa niyetiyle takıldığı için muskaya ûze denilmiştir. İstiaze eden mümin, bütün insan, cin, şeytan, görünen, görünmeyen şer güçlerden Allah’a iltica etmektedir.
Sığınma mümin için manevî bir zırh ve kalkan konumundadır.
Mümin Allah’a sığınmakla zayıf ve korunmaya muhtaç olduğunu itiraf etmekte ve
Allah Teâlâ’nın sonsuz güç ve kudretine sığınmaktadır. İstiaze, müminin şeytan
ve şeytan avenesine karşı dik duruşunu ifade etmektedir. Bu bakımdan tüm meşru
eylemlere girişmeden önce Allah’a sığınmak, yani istiaze etmek müminin
şiarlarındandır.
Kur’an istiaze
edilmesi ve korunması gereken iki tehlikeye dikkat çeker.
1.Şeytan ve onun şerrinden: “Eğer şeytanın fitlemesi seni
dürterse hemen Allah’a sığın.”
2. Cahiller güruhundan olmaktan: “ …Cahiller güruhundan
olmaktan Allah’a sığınırım.”
Şeytan ve cahil olmak birbirinden tehlikeli iki şer ve iki
tehlikedir. Bugun
-inşallah- cahiller arasında yer almanın tehlikesini ve ondan Allah’a
sığınmanın önemini ele alacağız.
Kur’an’da cehl
kelimesinin türevleri
Kur’an’da cehl mastarı geçmemektedir. Ancak cehlin türevleri, cahil , cehul ,
cehalet ve cahiliyye kelimeleri geçmektedir. Kur’an’da geçen bu ifadelerin
kısaca açılımı şöyledir:
Cahil: Bilgisiz ilimsiz kişi demektir, ilimden mahrum kalma
anlamına gelen cehl mastarının ism-i failidir. Kuran’da üç anlamda
kullanılmıştır:
1. Cahil, “Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında
(incitmeksizin) “Selam!”derler geçerler.” âyetinde olduğu gibi, beyinsiz ve
kendini bilmez anlamındadır. Her türlü bilmezlik cehalettir. Müslüman’ın cahile
iltifat etmemesi, yüz çevirmesi, bir filozof veya bilgenin bir çocuk ya da akıl
hastasından yüz çevirmesi ve ona iltifat etmemesi gibidir.
2. Cahil, “De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk
etmemi mi emrediyorsunuz?” âyetinde olduğu gibi, müşrik anlamındadır. Cahiliye
toplumları şirk toplumlarıdır. Bu nedenle İslam öncesi Mekke ve Medine’ye şirk
toplumu anlamına gelen Daruş’ş-Şirk denilmiştir. Cahilliğin bir türü de, şirk
ve onun türevlerine özenmektir.
3. Cahil, “… Bilmeyen kimseler iffetlerinden dolayı onları
(fakirleri) zengin zanneder.” âyetinde olduğu gibi herhangi bir konuda bilgisiz
ve gafil kişi anlamındadır. İffetli ve istemekten sıkılan bazı kimseler toplum
tarafından bilinmediğinden, fakir olmalarına rağmen zengin olarak bilinirler.
Cehul: Cehl mastarının mübalağa ism-i failidir. “Doğrusu insan
çok zalim, çok cahildir.” âyetinde geçtiği gibi cehul, aşırı derecede bilgisiz
anlamındadır. Cehul kelimesinin geçtiği tek âyet budur.
Cehalet: Arap dilinde simaî mastarlardandır. “…Allah’ın kabul
edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra da tez elden tövbe
edenlerin tövbesidir…” âyetinde olduğu gibi, bilgisizlik, gaflet, inanç
zafiyeti, saldırgan gibi anlamlara gelir.
Buna göre her günah cehalettir, her günahkâr cehalet
işlemiştir. Ne var ki Müslüman cahil değildir; zira cahil kalıcı bir vasıftır;
cehaletle karışık bazı eylemlere karışabilir. Mümin, hata ya da günah
işlediğini fark edince beşer olması hasebiyle, “Takvaya erenler var ya, onlara
şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda Allah’ın (emir ve yasaklarını)
hatırlayıp hemen gerçeği görürler.” âyetinde de belirtildiği gibi, hatasını
anlar, yüz çevirir ve tövbe eder.
Cahiliye: Cehl mastarından türetilmiş kavramlardan bir
tanesi de cahiliyedir. Cahiliye, Allah’ın indirdiği hükümleri kabul etmeyip,
bunların yerine insanların ortaya koydukları hüküm ve düşünce sistemlerini
tercih etmektir. Cahiliyenin karakteristik özelliği, zulüm ve şirk üzerine
kurulmuş olması ve onlardan beslenmesidir. Cahiliye enformatik ve sistematik
cahilliktir.
Cahiliye kavramı, münafık kavramında olduğu gibi, İslam
öncesi cahiliye döneminde kullanılmayıp ilk olarak Kur’an tarafından
kullanılmıştır. Hz. Ömer’in, cahiliyeyi bilmeyen bir kesim ortaya çıkınca,
İslamî şiarlar yavaş yavaş hayattan kaybolacaktır, vecizesi şerrinden korunmak
gayesiyle cahiliyeyi öğrenmenin önemine vurgu yapmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, cahiliye kavramını İslam karşıtı
tasavvurlar için kullanır. Ahlâkta, adet ve geleneklerde, ailede hüküm vermede
cahiliyet söz konusudur. “Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu
gibi, açılıp saçılmayın.” âyeti cahiliyeyi;
a) İlk dönem cahiyesi,
b) Eski dönem cahiliyesi olmak
üzere ikiye ayırmaktadır.
Âyet, mefhum-u muhalifiyle de yeni ya da sonradan gelecek
bir cahiliyenin söz konusu olduğuna işaret etmektedir. Günümüzde görülen
gelenek, adet, eğitim, ahlâk ve ahkâmın çoğu cahiliyeyi temsil etmektedir.
“Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi, açılıp saçılmayın.”
âyetinin dikkat çektiği gibi, cahiliyenin belirtilerinden birisi çıplaklık
kültürüdür. Cahiliye tüm kurum ve kuruluşlarıyla çıplaklığı özendirir ve ona
davet eder. İffeti pazarlama konusu yapar. İnsanlarda kişiliği değil, dişiliği
öne çıkarır. “O zaman inkâr edenler kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu
yerleştirmişlerdi...” âyeti cahiliyenin küfür ve yanlışta ısrar etme özelliğine
dikkat çekmektedir.
Cahiliye toplumları erdemlik, hizmet ve takva gibi değerler
üzerine değil, sınıf, ırk ve rengi esas alır; vahdet yerine sınıflaşmayı,
dayanışma yerine ayrışma ve kavgayı ön plana çıkarır. İslam öncesi müşrik Arap
toplumu ırk ayırımcılığı üzerine kurulmuştu. Cahiliye toplumları, kavgalı sanal
ve geçicidir.
Cahiliyenin sergilendiği alanlardan birisi de ahkâm; yani
idaredir. “Yoksa onlar (İslam öncesi ) cahiliye idesini mi arıyorlar? İyi
anlayan bir bir topluma göre hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?”
âyeti iki türlü idarenin varlığına dikkat çekmektedir; Allah’ın ortaya koyduğu
ve razı olduğu ahkâm ve idare ve onun dışında kalan tüm idare biçimleri.
Allah’ın ahkâmı fıtratı esas alırken, cahiliye ahkâmı uygulamada ahkâm
koyucularının özelliklerini ortaya koyar, intikam ve kin insan zafiyetini öne
çıkarır.
Cahilin psikozu
Cehalet uyuşturur; bu uyuşturmanın neticesidir ki, cahil insanlar din adına
helalleri haram, haramları helal kılarlar; masumları suçlu, suçluları masum
ilan ederler, kimileri vecibeleri kaldırır, kimileri de yeni farzlar ortaya
koyar; bazı insanları tekfir eder, bazılarını da bid’atçı ve fasık ilan
ederler.
Cahil, dinden, dünyadan hatta kendisinden, yaratılış
gayesinden habersizdir. Cehalet, karanlık, taklit, illet, zillet ve ölümdür. Bu
bakımdan cahil zelildir, ruhu karanlıktır ve yürüyen ölüdür.
Tarihte, Haşaviye adındaki bir azınlık dışında, ilmi,
delili ve araştırmayı dışlayan olmamıştır. Haşaviye, tahkik ve araştırmayı hoş
karşılamamış, haram olarak algılamış, ilim tahsilini gereksiz görmüştür,
kendilerini helak ettikleri gibi başkalarını da helak olmasına sebebiyet
vermişlerdir.
Cahilin yaptığı her eylemin fesadı salahından çoktur.
Günahkâr bir âlim ile cahil bir abid imtihana tabi tutulmuş. İlkin cahil abide,
“Allah, üçün üçüncüsüdür.” denilmiş. Abid taklitten gelen bir direnç göstermiş.
Kendisine, “okuduğumuz âyettir,” denilince, bocalayıp kalmış ne yapacağını
şaşırmış ve çaresiz kalınca “Âyet karşısında ne yapabiliriz ki ?” diyerek şirke
gitmiştir. Abidi imtihan eden zat bu defa günahkâr âlime gitmiş. O esnada içki
içmekle meşgulmüş. Cahile sorduklarının aynını kendisine de sormuş. Sarhoş âlim
kızmış, elindeki kadehi soruyu sorana fırlatmış ve “evet âyettir ancak âyeti
eksik okuyorsun” deyip âyeti olduğu gibi aktarmış: “Muhakkak ki Allah üçün
üçüncüsüdür diyenler kâfir olmuşlardır.” (Mâide, 5/73.)
Hariciler örneğinde olduğu gibi, cahil insanlar, cihat ve
davet adına katliamlar yapar, kan dökerler. Nitekim Hariciler, ilim öğrenmeden
ibadete, fıkıh öğrenmeden cihad yaptıklarını iddia ettiler. İlimsiz ibadet
olsaydı onların abit ve zahit olması gerekirdi. Onlar kadar ibadet eden, doğru
söz söyleyen bir kesim yoktu. Hz. Ali’yi şehit eden Abdurrahman b. Mulcem
geceleri ibadetle geçirir, şehit edince de şükür secdesine kapanır, menfur
eylem için kadir gecesini seçer, eylemi gerçekleştirdikten sonra şükür secdesine
kapanır. Yezit ve avenesi, Hz. Hüseyin’i tekbir ve sevinç çığlıklarıyla şehit
ettiler. Miladi 930’lu yıllılarda Karmatılar, Arap Yarımadası’nın doğusunu ele
geçirirler. Haceru’l-Esved’i yerinden söküp götürürler. Aylarca teşhir ettiler.
“Yanlış ve haksız isek, Ebraha’nın ordusuna saldıran Ebabil Kuşları bizlere de
saldırır,” iddiasında bulundular. Haceru’l-Esved’i yirmi yıl ellerinde kaldı.
Daha garibi, iğrenç hareketi Allah adına, O’na yaklaklaşmak ve memleketi
bereketlendirmek gayesiyle yapmış olmalarıydı.
Karşılaşılan musibet ve kargaşaların tamamı, ya cehaletten
ya da eksik ilimden kaynaklanmaktadır. Hz. Ali’nin, “Belimi iki kesim büktü.
Günahkâr âlim ve cahil abid” vecizesi cahil ve cehaletin vahametine dikkat
çekmektedir. Cehalet, ölüm ve körlük olduğundan sahibini hem komik hem de garip
durumlarla karşı karşıya bırakmakta, onarılmaz hata ve tehlikeli uçurumlara
yuvarlatmaktadır.
Cahillerin İslam
toplumunda açtığı yaralar
Her fesat, fitne ve musibetin nedeni cehalet olduğu gibi, her hayır ve saadetin
nedeni de ilimdir. Cehalet neticesinde maruf münker, münker maruf hâline
gelmekte; sünnet bid’at, bid’at de sünnet olarak algılanmakta, batıl hak
yerine, hak da batıl yerine geçmektedir.
İslam, şu dört
kesimden gördüğü zararı kimseden görmemiştir:1.Bildikleri
hâlde bildikleri ile amel etmeyenlerden.2.Bilmedikleriyle amel etmeyenlerden.3.Bilmedikleri
hâlde öğrenmeyenlerden.4.İnsanları öğrenmekten alıkoyanlardan.
Peygamberlerin karşılaştıkları en büyük muhalefet, cahil ve
mukallitlerden gelmiştir. Cehalet, hidayetin önünde en büyük perdedir,
hidayetin kalbe girmesini önler, gözü köreltir, dili kurutur, kulağı sağır
eder. Kimisinin gözü ceylan gözü gibi olduğu halde görmez. İbn Mektum örneğinde
olduğu gibi, kimisinin baş gözü görmediği halde kalp gözü görür. Ebu Cehil
örneğinde olduğu gibi, kimisinin de baş gözü olduğu halde, kalp gözü görmez.
Ebu Cehil, Mekke toplumunda az sayıda okuma yazma bilen holding sahibi ve
sayılı entelektüel kişilerdendi. Bu özellikleri kendisinden Cahillerin Babası
sıfatını kaldırmaya yetmedi. Böyleleri, “Onların kalpleri vardır, onlarla
kavramazlar, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla
işitmezler…” ; “…Ama gerçek şudur ki gözler kör olmaz, lâkin göğüsler içindeki
kalpler kör olur.” âyetlerine muhataptırlar.
Allah’tan başkasına ibadet etmenin tek nedeni cehalet ve
bilgisizliktir. “Müşriklerden biri senden eman dilerse Allah’ın kelamını işitip
dinleyinceye kadar ona eman ver.” âyeti şirke düşmenin önemli bir nedeninin
Kur’an’dan uzak durmaktan kaynaklanan cehalet olduğunu göstermektedir. Kıyameti
inkâr edenler cehalet ve yersiz şüphelerden inkâr etmişlerdir. Hz. İsa’nın
öldürüldüğünü iddia edenler cehaletten dolayı bu iddiada bulunmuşlardır. “Zanna
uymaktan başka hiçbir bilgileri yoktur. Kesinlikle onu öldürmemişlerdir.”
Çocuklarını öldürenler cehaletten dolayı öldürmüşlerdir. “Bilgisizlikleri
yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler muhakkak ki zarara uğramışlardır.”
Allah’tan başkasına ibadet etmenin en önemli nedeni de
bilgisizliktir. “Müşriklerden biri senden eman dilerse Allah’ın kelamını işitip
dinleyinceye kadar ona eman ver” âyeti, şirke düşmenin önemli bir nedeninin
Kur’an’dan uzak durmak olduğunu göstermektedir.
Cehalet uyuşturur. Bu uyuşturmanın neticesidir ki cahil insanlar suçluları
masum, masumları suçlu ilan ederler; kimileri vecibeleri kaldırır, kimileri de
yeni farzlar ortaya koyar; kimisini tekfir eder, kimilerini bid’atçi,
kimilerini fasık ilan ederler.
Cahil, hakkıyla Allah’ı,
Peygamberi bilmez, hatta kendisinden bile habersizdir. Cahil başta kendisinin,
sonra da toplumun kısacası bilmediği her şeyin düşmanıdır.
Bilen, donanımlı askeri, cahil ise eli boş olarak cepheye
koşan askeri andırır, her an mağlup olması mukadderdir. Âlime, melekler selam
dururken, cahilden şeytan bile uzaklaşıp, Allah’a sığınmaktadır.
Cahil, toplumun bünyesinde
zararlı bir unsurdur. Cahilin topluma zararının farkında olan İmam Şafii, yaşı
ilerlemiş birine, “Hadis ve fıkıh ve İslam tarihinden bazı sorular yöneltir.
“bilmiyorum” cevabını alınca, “Allah müstahakkını versin, hem kendini hem de
İslâm’ı mahvettin” der.
Cahil ve cehaletin yerilmesi
İlmin tüm güzel vasıfları cehalet de tüm kötü vasıfları
barındırır. Nitekim bir âlime, ey cahil, denildiği zaman kızar. Cahile de âlim
olmadığı hâlde, ey âlim, denilince sevinir. İbn Cevzi herhangi bir gerekçe
olmadan yıllarca secde-i sehiv yapan bir abitten bahseder. Kendisine, “gereksiz
sec-deleri neden yaptın?” sorulduğunda “ihtiyat için” yaptığını söylermiş.
Bunun üzerine bir fakih kendisine, “kılmış olduğun tüm namazlar geçersizdir,
zira namazdan olmayan bir şeyi ona ilave etmişsin,” demiştir.
İslâm hukukunda kadına özgü bir hak olarak, kendisiyle
evlenecek eşinin ilim bakımından ondan düşük bir pozisyonda; yani cahil
olmaması gerek. İlim bütün mesleklerden daha üstündür. Zengin bir erkek, âlime
bir kadına denk olmaz.
Geçmişte suç işleyen âlimleri cahillerin yanına hapsetmekle
en büyük ceza verilmiş olurdu. Şeybani, “eğer el yazmıyorsa, el değil ayaktır ”
diyerek yazmayan elin ayaktan farklı olmadığını söylemiştir. Keza Abdullah b.
Mekhul, “Yazmayan elin diyeti yoktur,” demekle yazı yazmayan elin hiçbir
kıymete haiz olmadığını vurgulamak istemiştir. “Şimdi, Rabbinden sana
indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse kör olan kimse gibi olur
mu?” âyeti, ilmin aydınlık ve basiret, cehaletin ise körlük ve karanlık
olduğuna işaret etmektedir. Bu nedenle başta şeytan olmak üzere tüm şer güçler,
insana tahakküm etme yolunun cehaletten geçtiğini iyi bilirler.
İslâm, cahilin münazaraya girmesini yasaklamışken, âlimin
münazaraya girmesine müsaade etmiştir. Cehaletin ölüm olduğunu şu âyetten
öğreniyoruz: “Ölü iken dirilttiğimiz, insanlar arasında yürümesini sağlayan bir
aydınlık verdiğimiz kişi, içinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan kişi gibi
olur mu hiç?” âyet, ilim sahibi olmayanın; yani cahilin ölüler mesabesinde
olduğunu belirtmektedir. “Tıpkı şeytanın meseli gibi ki, insana: “İnkâr et!”
dedi de, inkâr edince: “ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan
Allah’tan korkarım dedi.” âyeti de şeytanın bile cahilin düştüğü konuma düşmek
istemediğini ve cahilin kötülüğünden Allah’a sığındığına dikkat çekmektedir.
Âlime, melekler selam dururken, cahilden şeytanın bile uzaklaşıp, Allah’a
sığınması manidardır. Hz. Peygamber, yaralı olduğu hâlde teyemmüm etmeyip suyla
abdest aldığı için vefat eden sahabi hakkında şöyle buyurdu, “Adamcağızı
öldürdüler, Allah da canlarını alsın. Kalbin ilacı soru sormaktır. Bilmedilerse
neden sormadılar?”
Hulasa, dünyada hayır, güzellik adına ne varsa ilmin
neticesi olduğu gibi, isyan, günah ve çirkinlik adına da ne varsa cehaletin
eseri ve neticesidir. Cehalet musibetlerin en kötüsü, ilim de haz ve nimetlerin
en güzelidir. İlim din olduğu gibi din de ilimdir. Bu nedenle ulemanın en büyük
güç ve en önemli özellikleri ilimdir.