NAMAZ
ÖNCESİ TEMİZLİK
Şüphe yok ki namaz ibadeti kalbi
bütün kötülüklerden temizleyen bir ibadettir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Muhakkak ki namaz hayasızlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar.” (Ankebut:45)
Bildiğimiz gibi bir müslümanı
manevi bütün kötülüklerden arındıran namaz ibadetine başlamadan önce maddi bir
takım temizlikleri de yapması lazımdır. Vücudun, elbisenin ve namaz kılınacak
olan yerin temiz olması yapılması gereken bu temizliklerin başında gelir.
Dolayısıyla namaz insanı hem maddi ve hem de manevi kirlerden arındıran bir
kalkan vazifesi görmektedir. Namaz ile ilgili konumuza tuvalet adabından
başlamayı uygun gördük. Zira bu âdâba riayet etmeden gerçek temizlik olmaz,
gerçek temizlik olmayınca da namaz olmaz.
TUVALETE
ÇIKMA ÂDABI
- İstinca ve
İsticmar:
İstinca;
her iki yoldan çıkan pisliğin eserinin su ile temizlenmesi,
isticmar ise; taş, mendil, kumaş parçası ve benzeri şeylerle pisliğin hükmen
temizlenmesidir.
İhtiyacını gidermek isteyen kişi bu ihtiyacını göreceyi yere gitmeden
önce yanına temizleneceği su veya taş ve taşa benzer kuru şeyler almalıdır.
İhtiyacını gidereceği yerde bunlar varsa buna gerek yoktur. İstinca veya
isticmar yaparken sağ eli kullanmak caiz değildir. Bir fıtrat dini olan islam
insan fıtratının sevdiği temizlik konusuna büyük önem vermiştir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Muhakkak ki Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri
sever.” (Bakara:222)
“Orada öyle kimseler vardır ki temizlenmeyi severler
Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe:108)
Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
“Temizlik imanın yarısıdır.”
Helâya girerken:
“Bismillahi eûzü billahi minel hubsi ve’l
habais” demek müstehaptır.
“Allah’ın adıyla! Pislikten
(kötülüklerden) ve pislikler (şeytanlar) den sana sığınırım.”
Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
“Tuvalete girdiği zaman adem oğlunun avret
mahalli ve cinler arasındaki örtü o kulun bismillah demesidir”
Kişinin tuvaletten çıkarken ise «غُفْرَانَكَ» “Ğufrâneke” yani (Bağışlamanı dilerim!) demesi
müstehaptır. Enes’ten (r.a)
şöyle rivayet edilir:
“Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
helâdan çıktığında «Ğufrâneke» derdi.”
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi
ve Sellem)’in İbn-i Mâce’nin Enes (r.a) den rivayet etmiş olduğu hadiste
heladan çıktıktan sonra şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bana eziyet veren şeyi benden giderip bana afiyet
veren Allah’a hamd olsun.”
Helaya sol ayakla girip, sağ
ayakla çıkmak müstehaptır. Camiye veya
eve girerken sağ ayakla girilir. Ayakkabı giyerken sağ ayakla başlanır.
Giyecekleri giyerken sağ ayak veya sağ kolla başlanır. Bu durum, temiz ve iyi yerlere girerken sağ
ayak, kötü pis yerlere girerken sol ayağın kullanılması sünnetine kıyaslanmıştır.
Allah’ın Resûlü tuvalet esnasında
kıbleyi öne veya arkaya almayı, sağ elle istinca yapmayı, üç taştan azıyla veya
pislik veya kemikle istinca yapmayı
yasaklamıştır. Selman’ın (Allah ondan razı olsun) Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e intisap ettiği bir hadiste Peygamberimizden
şöyle haber verir:
“Allah’ın
Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük veya küçük tuvalet esnasında kıbleye
yönelmekten veya kıbleyi arkaya almaktan, sağ elle istinca yapmaktan, üç taştan
azıyla istinca yapmaktan, kuru hayvan pisliği ve kemikle istinca yapmaktan bizi menetmiştir.”
Helaya oturan kişinin ağırlığını sol ayağının üzerine vermesi
müstehaptır. Tabarâni’nin El-Mû’cem’de Sürâka Bin Malik’ten rivayet ettiği
hadiste Sürâka şöyle söyler:
“Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ağırlığımızı sol ayağımızın üstüne
verip sağ ayağımızı uzatmamızı emretti.”
Aynı zamanda arazide helaya çıkan
kişi kendisini kimsenin görmemesi için gerektiği ölçüde uzaklaşması
müstehaptır. Ebu Davud’un Cabir’den rivayet ettiği bir hadiste şöyle haber
verilir:
“(Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)) büyük tuvaletine çıktığında birileri tarafından görülmemek için ta
uzaklara kadar giderdi.”
Yine helaya çıkanın -özellikle alt
taraflarının- birileri tarafından görülmesini engellemek için en azından
vücudun alt kısımlarını taş, ağaç, tepe arkası gibi engellerle gizlemek
müstehaptır. Fakat kişi görülme ihtimali yüksek bir konumda ise mutlaka en
azından avret yerlerini örtecek önlemleri almalıdır. Ebu Hureyre’den rivayet
edilen hadiste:
“Kim helaya giderse kendini gözlerden saklasın” buyurulmaktadır.
Arazide helaya giden kişi sidiğin
kendisine sıçramaması için kumlu veya yumuşak zeminli bir yer seçmelidir.
Evlerde ki tuvalet taşlarının ise sidiğin sıçrama tehlikesine karşı derin
olması lazımdır. Kişi tuvalette sidiğin kendi üstüne sıçramaması için elinden
geldiği kadar bu duruma dikkat etmelidir. Bir hadiste şöyle buyurulur:
“İçinizden biriniz bevlettiği zaman sidiğini
kendi üzerine sıçratmasın.”
Erkek bir kişi bevlini yaptıktan
sonra, sol elinin baş ve orta parmağı ile
zekerini (tenasül uzvunu) kökünden tutup hafifçe bastırarak başına doğru
çekerek zekerin içinde kalan sidiği boşaltması ve bu işlemi üç kez tekrarlanması
iyidir. Fakat Şeyhu’l-islam İbn-i Teymiye bütün bu işlemlerin bidat olduğunu
söylemiştir.
Özellikle insanlar tarafından
görülme tehlikesi olunan yerlerde daha
eğilmeden elbisesinin kaldırılması mekruhtur. Tuvalette iken konuşmak
veya selam almak mekruhtur. Fakat bir kişinin tehlikeye düştüğü görülürse insan
tuvalette de olsa onu uyarmalıdır. Tuvalette hapşırası gelen kişi, hapşırdıktan
sonra içinden “elhamdülillah” der. Kara parçası üzerinde herhangi bir deliğe
veya yarığa veya boş bir kabın içine bir zaruret olmadığı müddetçe bevletmek
mekruhtur. Zira bu durum bu gibi yer ve
kapları mesken edinmiş olan böcek ve sürüngen hayvanlara eziyet verecektir.
Bevlederken kişinin tenasül uzvunu sağ eli ellemesi mekruhtur. Yine istinca ve
isticmarda sağ eli kullanmak mekruhtur. Ebu Gatâde’den rivayet edilen
hadiste şöyle buyurulur:
“İçinizden hiç
bir kimse bevlini yaparken sağ eli ile zekerini tutmasın ve tuvalette
sağ elini kullanarak silinmesin.”
Kişinin ihtiyacını giderirken aya
veya güneşe doğru yönelmesi mekruhtur. Zira bunlarda Allah’ın nuru vardır.
İhtiyaç giderirken -binaların içinde olmak hariç- kıbleye doğru yönelmek veya
kıbleye arka dönmek haramdır. Ebu Eyyûb’un Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem)’e intisap ettirerek rivayet
ettiği hadiste şöyle buyurulur:
“Tuvalete çıktığınızda kıbleyi arkanıza veya
önünüze almayın. Fakat doğuya veya batıya dönün.”
Kıbleden hafif bir şekilde başka
bir yere dönmek yeterlidir. Kişi ile kıble arasında belli bir engelin olup
olmaması bu hükmü değiştirmez. İstinca yaparken kıbleye dönmek mekruhtur.
Tuvalette gereksiz yere beklemek caiz değildir. Zira avret mahalli gereksiz
olduğu halde açık tutulmuş olunmaktadır. Bu durumun aynı zamanda da tıbbî
açıdan zararlı olduğu uzmanlar tarafından ifade edilmiştir.
Kullanılan yol veya insanların
gölgelendiği, güneşlendiği veya toplandığı yerlere, meyveli bir ağacın dibine
ve su kaynaklarına küçük veya büyük ihtiyacı gidermek caiz değildir. Her ne
kadar taş ve benzeri kuru şeylerle temizlenmek yeterli olsa da taşlarla
silindikten sonra suyla yıkamak daha uygundur. Zira Peygamberimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) taşla silindikten sonra suyla yıkanır ve bunu müminlere
tavsiye ederdi. Fakat dışkılanan madde normal bölgenin haricinde diğer yerlere
yayılmışsa bu durumda taş ve benzeri şeylerle silinmek yeterli olmayıp mutlaka
su gerekir.
İsticmar
yapılan maddelerin taş, odun, kumaş v.b. şeylerden olması, temiz ve temizleyici
olması ve kullanılması mübah olan şeylerden olması gerekmektedir. Temiz de olsa
kemik, hayvan pisliği, yiyecek, ilim kitapları veya bir hayvanın cismine
birleşik durumda olan kuyruk ve tüy ile isticmar yapılması haramdır.
Silme sayısı en az üç olmalıdır,
yani kullanılacak taşların adedi en az
üç olmalıdır. Fakat kullanılan taşın kenarları üç kenarlı veya daha fazla
olurda bu kenarların kullanımı ile temizlik sağlanabilmiş olursa bu taş üç taş
yerine geçer. Zira burada önemli olan silme sayıları olup taşların adedi
değildir. İsticmar temizlenmesi ancak su ile mümkün olabilecek seviyeye gelene
kadar silme işlemiyle temizlik yapma gayretidir.
Üç taş ile temizlik mümkün olmazsa
beş taş, beş yeterli olmazsa yedi kullanılmalıdır. Yani kullanılan taşların
adedi daima tek sayılı olması sünnettir. Her iki dışkılama yolundan yellenme
haricinde çıkan her türlü madde için su veya taş v.b. şeylerle istinca
(temizlik) yapmak farzdır. Bunları yapmadan alınan abdest veya alınan teyemmüm
geçerli olmaz. Buhari ve
Müslim’de Migdâd’dan rivayet edilen hadis şöyle buyurulur:
“O önce zekerini (tenasül uzvunu) yıkar daha
sonra abdest alırdı.”
Dışkılanan maddeler şayet normal yollardan gelmezse
bu durum da istinca yapmadan da abdest alınabilir.
MİSVAĞIN
ÖNEMİ
Sivak ve misvak, ağız temizliğinde
kullanılan bir çeşit ağaç köküne verilen addır. Sivak; hem erak, zeytin, urcun
v.b. güzel kokulu ağaç köklerine verilen ismin, hem de bu kökü kullanarak
yapılan ağız temizliği işlemine verilen isimdir. Her hangi bir vakitte misvak
kullanmak sünnettir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle
buyurur:
“Misvak kullanmak ağzı temizler ve Rabbin
rızasını kazandırır.”
Özellikle gece veya gündüz uykusundan kalkıldığında
misvak kullanmak sünnettir. Huzeyfe’den rivayet edilen hadiste şöyle buyurulur:
“Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
gece namazına kalktığında ağzını misvakla fırçalardı.”
Uzun süre konuşulduğunda, uzun
süre açlık ve susuzluk durumlarında misvak kullanmak müstehaptır. Zira bu
durumlarda misvak ağızda meydana gelecek kokuları giderecektir.
Abdest
almadan önce veya namazdan hemen önce misvak kullanmak müstehaptır. Bu konuda
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis şöyledir:
“Ümmetime zor geleceğinden korkmasaydım onlara
her abdest öncesi misvak kullanmalarını emrederdim.”
Kuran okumaya başlamadan önce de misvak kullanmak
müstehaptır. Hz.Ali’den merfû olarak rivayet edilen hadiste şöyle buyurulur:
“Ağızlarınız Kur’anın yollarıdırlar onları
misvakla güzel kokulu yapınız.»
Başka bir hadiste şöyle buyurulur:
“Sizden biriniz gece namaza kalktığınızda
misvak kullansın, zira; o kişi namazda
okumaya başladığında bir melek gelip ağzını bu kişinin ağzına dayar ve onun
ağzından dökülen her şey (Kur’an ve zikirler) o meleğin karnına girer.”
ABDEST
Allâh Teâlâ'nın kulları olan müminlerin
üzerine kıldığı en önemli amel, namaz ibâdetidir.
Bu namazın şartları vardır, ancak bu şartlarla namaz sahih olur.
En önemli şartıda abdesttir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
(Ey iman edenler! Namaz
kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar
ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı
yıkayın) (Mâide, 6).
Her kim namaz kılmak isterse, abdest alması gerekir.
Çünkü Peygamberimiz (sallâllâhu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
«Allâh abdestsiz kılınan namazı kabul etmez».
«Abdesti olmayanın namazı da yoktur».
Abdestin bir çok fazileti ve sevâbı vardır.
Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurur:
«Müslüman bir kul abdest aldığında, onun günahları
kulağından, gözünden, iki eli ve ayağından çıkar. Oturduğunda günahları
affedilmiş olarak oturur.»
Yine şöyle buyurur:
«Her kim abdest alırda abdestini
güzelleştirirse, günahları cesedinden , hatta tırnaklarının altından dahi
çıkar.»
Abdesti nasıl alacağımızı
öğrenmeden, abdestten önce çok kere yaptığımız önemli bir şeyi öğrenmemiz
gerekmektedir. O da, hâcetimizi nasıl gidereceğimizdir.
Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bunun adâbını bizlere
öğretmiştir.
Dolayısıyla her
kim hâcetini gidermek (helâya gitmek) isterse
şöyle yapması gerekir:
1-Helâya girmek
istediğinde bu duâyı okuyup;
(ALLAHUMME İNNÎ EÛZU BİKE MİNEL HUBUSİ VE’L-HABÂİS)
sol ayağı ile
girmesi .
2-Beraberinde Kur'ân veya Kur'ândan
sayfalar olmaması.
3-İdrarının elbisesine değmesi veya
sıçramasından sakınması.
4-Hâcetini bitirdiği esnada idrarının
kesildiğinden emin olması.
5-Küçük veya büyük abdestini yaptıktan
sonra necâseti su ile temizlemesi.
6-Kağıt ile necâseti temizlemek istediğinde, kağıtta âyet veya hadislerin
olmadığından emin olması gerekir. Böyle bir kullanım haram olduğundan üzerinde
yazı bulunan her türlü kağıttan sakınması.
7-Küçük veya büyük abdestten sonra, necâsetin temizlendiğine, bu necâsetin tamamen
giderildiğine emin olması.
8-Necâsetin giderilmesi esnasında sol elin kullanılması. Sağ
elini ise, su dökmek için kullanması.
9-Hâcetini giderdikten
sonra sağ ayağı
ile çıkar ve ( غُفْرَانَكَ)
(GUFRÂNEKE) der.
Hâcetini
giderdikten sonra, abdest almak istediğinde şu şekilde abdest
alması gerekir:
1-Abdest niyetini kalbinden yapıp, dili ile niyet etmemesi. Çünkü Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurur: «Ameller niyetlere göredir».
2-Abdestine
Allâh’ın ismini söyleyerek başlar ve (بِسْمِ اللهِ)
(BİSMİLLAH) der. 3-İki elini üç kere yıkar.
4-Sağ eli ile üç kere mazmaza yapar. Mazmaza: Ağzın yıkanıp suyun ağızda
hareket ettirilmesidir.
5-Sağ eli ile üç kere istinşâk yapar. İstinşâk: Suyun burun içine ulaştırılıp nefes ile çekilmesidir.
6-Birden üç kereye kadar suyu burna çekip
hınkırır (istinsâr).
İstinsâr: Burnuna suyu çektikten sonra üç kere (sol el ile) hınkırmasıdır.
7-Yukarıdan başındaki saçının bittiği
yerden başlayarak yüzünü üç kere yıkar, aşağıya doğru, çene altına kadar,
yanlarda dahil iki kulak memesine varıncaya kadar ulaşır.
8-Kollarını parmaklarının uçlarından
başlayarak dirsekleriyle birlikte üç kere yıkar. (Sağ kolundan başlar sonrada
sol kolunu yıkar).
9-İki eliyle birlikte bütün başını arkaya
doğru mesheder, sonrada ellerini öne doğru getirir.
10-Sonrada iki kulağını mesheder, çünkü
ikisi de başın parçasıdır. (Tekrar
su almasına gerek
yoktur. İşaret parmağını kulağının içine koyar, baş parmağıyla da
kulağının arkasını mesheder).
11-Son olarak iki ayağını parmak
uçlarından başlayarak topuklarına kadar yıkar.
Bütün bunları yaptın ise abdestin
tamamlanmıştır.
Abdesti bitirdikten sonra aşağıdaki duâyı okumak sünnettir:
(EŞHEDU EN LÂ İLÂHE
İLLALLÂHU
VAHDEHÛ LÂ ŞERÎKE LEHU, VE EŞHEDU ENNE MUHAMMEDEN ABDUHÛ VE RASÛLUHÛ, ALLÂHUMME
İC'ALNİ MİNETTEVVÂBÎNE VEC'ALNİ MİNELMUTETAHHİRÎN)
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurur:
«Her kim abdest alırda abdestini güzelleştirir sonra da
şöyle derse (yukarıdaki duayı zikreder); ona cennetin sekiz kapısı açılır,
hangisinden isterse oradan (cennete) girer.»
Burada bazı önemli konulara değinmek
istiyorum:
1-Abdest alanın bütün abdest azalarını
üçer kere yıkaması sünnettir. Ancak suyun, yıkanması gereken bütün uzuvlara
ulaşması şartıyla iki veya bir kerede yıkanabilir.
2-Abdest alanın misvak kullanması
müstehabtır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
«Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydı, onlara her
abdestte misvağı emrederdim».
3-Abdest alanın fazla su kullanması
caiz değildir. Çünkü bu israftır, israfta mümine yakışmaz.
4-Bir çok insan ensesini mesheder, ancak
ensenin meshi hakkında sahih bir hadis yoktur.
5-Abdest esnasında herhangi bir duanın
okunması, sünnette sabit değildir.
Ancak daha öncede işaret edildiği gibi,
abdestten sonra dua okumak sünnettir.
Abdesti bozan şeyler:
1-Helâya gidip, küçük veya büyük
hâcetini giderdiğinde.
2-Yellendiğinde.
3-Uyuduğunda.
4-Deve eti yediğinde. Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
«Herkim deve eti yedi ise, abdest
alsın».
(Tenbih):Bazı insanlar, kan akmasının
abdesti bozduğunu zannederler. Bu kanaat doğru değildir. Çünkü kanın akması
abdesti bozan şeylerden değildir.
Abdestten Sonra
İki Rekat Namaz: Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim güzel bir
şekilde abdest alır ve sonra da kalbi ve yüzü ile yönelerek iki rekat namaz
kılarsa cennet ona vacip olur.”
İsraftan
Kaçınmak: Suyu iktisatlı kullanmak sünnettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kimi zaman
organlarını birer kere, kimi zaman ikişer kere ve kimi zaman da üçer kere
yıkamıştır.
Teyemmüm, suyun olmadığı veya su
olmasına rağmen kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda toprakla yapılan ve
abdest veya gusül abdesti yerine geçen
vacip bir temizliktir. Allahu Teâlâ şöyle
buyurur:
“Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın.
Eğer hasta veya yolculuk halinde bulunursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse,
yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsi temasta bulunmuşsanız) ve bu hallerde su
bulamamışsanız temiz topraklarla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere
kadar) ellerinizi onunla meshedin…”
(Maide:6)
Teyemmüm Nasıl Yapılır?
Teyemmüm alacak kişi öncelikle
normal abdest için mi, yoksa gusül abdesti için mi teyemmüm yapacağına niyet
eder. Sonra toprağa veya toprak cinsinden bir şeye iki elinin içi ile vurarak
bununla yüzünü ve ellerini mesh eder. Bazı alimlere göre eller kollarla beraber
mesh edilmelidir. Fakat âyette elleriniz manasına gelen “eydikum” lafzı
geçmektedir. Başka bir âyette:
“Erkek veya dişi hırsızın ellerini kesin.”
buyurulmaktadır. Ayette “ellerini
kesin” manasına gelen “eydiyehuma”
lafzı geçmektedir. Hırsızın ellerinin bileğinden kesileceği konusunda şüphe
yoktur. Öyleyse ellerden kasıt kollar olmayıp sadece kolların el bileklerine
kadar olan kısmıdır.
Teyemmüm, suyun olmadığı veya
kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda namaz abdesti ve gusül abdesti için
yeterlidir. Zira Allahu Teâlâ küçük ve büyük temizliği zikrettikten sonra:
“Temiz toprakla teyemmüm edin.” buyurmaktadır.
Allahu Teâlâ âyette şöyle buyurur:
“Allah size bir güçlük çıkarmak istemez fakat
sizi tertemiz kılmak ister.” (Maide:6)
Bazı alimler teyemmümün
temizleyici değil sadece ibadeti mübah kılıcı olduğunu ifade etmişlerdir. Fakat
teyemmüm mübah kılıcı değil hükmen temizleyicidir.
Bu ayette teyemmümün temizleyici
olduğuna işaret vardır. Bu iki söz arasındaki fark şudur: Teyemmüm mübah
edicidir diyenler şöyle diyorlar: “Teyemmüm belli bir zaman ve belli bir çeşit
için geçerlidir, yani bir insan belli bir namaz için teyemmüm alsa o namazın
vaktinin çıkması ile teyemmümü de bozulmuş olur. Yine bir bu görüşe göre; bir
insan nafile namaz kılmak için teyemmüm alsa, bu teyemmümle farz bir namaz
kılamaz. Zira farz namaz çeşit olarak nafileden farklıdır. Fakat doğru görüşe
göre teyemmüm temizleyicidir ve dolayısıyla nafile namaz için alınan teyemmümle
farz namazlar da kılınabilir ve namaz vaktinin çıkması ile teyemmüm bozulmaz.
Şayet bir kişi abdesti bozacak bir iş yapmadığı takdir de almış olduğu
teyemmümle beş vakit namazın beşini dahi kılabilir.
Teyemmümden
kaynaklanan bu temizlik su bulununcaya kadardır. Su bulunulduğunda teyemmümün
sağladığı temizlik ortadan kalkar. Örneğin cünüplükten dolayı teyemmüm yapan
biri su bulduğunda hemen gusül almalıdır.
Buhari’de Ümran bin El-Husayn’nin
rivayetiyle aktarılan şöyle bir kıssa geçer. Müslümanlar (bir sefer esnasında)
susuz kalmışlardır. Sonunda bir müşrik kadının yanında su bulunur Allah’ın
Resûlüne getirilir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında
sahabeler vardır. Hepsi bu sudan içip susuzluklarını giderirler ve sonra
develerini de sularlar. (Bu olaydan önce) Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) sahabeler arasından birinin onlarla beraber namaz kılmadığını
görür o kişiye sorar:
“Seni bizimle namaz kılmaktan alı koyan nedir?”
“Şöyle cevap verir: Ey Allah’ın Resûlü bana
cünüplük isabet etti ve gusül almam için
su da yok.”
“Allah’ın Resûlü der ki:Toprakla teyemmüm yapman
senin için yeterlidir.”
Daha sonra su gelir ondan bir miktar su artar.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o kişiye şöyle der:
“Bu suyu al ve üzerine dök.”
Burada dikkat çeken bir durumda gusülde tertibin
şart olmadığıdır. Zira Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sahabiye
önce şunu yap, sonra şunu yap dememiş, sadece suyu alıp üstüne dökmek suretiyle
normal olarak yıkanmasını öğütlemiştir.
MEST VEYA ÇORAP
ÜZERİNE MEST YAPMAK
Mest, deri ve benzeri maddelerden
yapılmış olup ayağa giyilen bir ayakkabı türünden bir giysidir. Zamanımızda
bazı Müslümanlar genelde soğuktan korunmak için bunu giyerler ve temizliğini
sağlamak için de mestin üzerine onu koruyacak bir deri, plastik ve benzeri
maddelerden imal edilmiş başka bir ayakkabı daha giyerler. Her ne kadar abdeste
mest üzerine, mest edebilmek için bu koruyucu ayakkabı şart olmasa da bazı
müslümanlar temizliğinden daha emin olabilmek için bu ikinci ayakkabıyı giymeyi
uygun görürler.
Çorap, ayağa giyilen yün, pamuk
veya benzeri maddelerden yapılmış bir ayak giysisidir.
Mest, çarık ve çorap üzerine mest yapmanın hükmü:
Ayağa giyilen çarık ve çorap
türünden şeylerin üzerine mesh yapmak
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sünnetidir. Kim ki bunları
abdestli iken giymişse bunların üzerine mest etmesi ayaklarını yıkamasından
efdaldır. Buna delil ise Muğire Bin Şûbe’den rivayet edilen şu hadistir:
«Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) abdest alıyordu. Çarıklarını çıkarmak için hareketlenmiştim bana:
“Onları bırak ben onların ikisini de temiz (abdestli) olarak giydim” dedi ve çarıklarının üzerine mest etti.»
Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız
zaman yüzlerinizi, ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayınız, başlarınızı mesh
edip ayaklarınızı topuklarınıza kadar yıkayın.” (Maide:6)
«« وَأَرْجُلَكُمْ kelimesi konusunda iki sahih kıraat (okuyuş)
vardır. Birincisinde bu kelime « «وُجُوهَكُمْ kelimesine atfedilmiştir. Bu kıraata göre ayakların
yıkanması emredilmiştir. İkincisi: « « وَأَرْجُلِكُمْ kelimesi بِرُءُوسِكُمْ»» kelimesine
atfedilmiştir. Bu kıraata göre mana
ayakların meshedilmesini ifade etmektedir. Bu durumda ayakların yıkanması mı
yoksa mest edilmesi mi gerektiğini sünnet belirtmektedir. Allah’ın Resulü
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ayakları açıksa onları yıkar ve şayet çorap veya
çarıkla kapalı ise üzerine mest ederdi.
İmam
Ahmed Bin Hanbel ayaklara mest etme konusunda hiç bir şüphesi olmadığını zira
bu konuda kırk tane hadis olduğunu beyan etmiştir.
Çarığa (ayakkabı, çizme) mest etmenin şartları:
1. Kişi
abdestli iken çarıklarını giymiş olması: Delili, Allah’ın Resulü
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Muğîre için:
“Onları bırak ben
onların ikisini temiz (abdestli)
olarak giydim” demiştir.
2. Çarık
veya çorapların temiz olması: Şayet temiz olmazlarsa mest yapılmaz. Bir gün Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) sahabesi ile ayaklarında çarıkları ile beraber namaz kılarken onları
ayağından çıkarmış ve daha sonra ashabına Cebrail’in kendisine gelerek çarıklarında
necaset olduğunu haber verdiğini bu haber üzerine onları çıkartmak zorunda
kaldığını haber vermiştir.
3. Mest
sadece namaz abdesti gibi normal abdestte yapılmalıdır. Cünüp kimse ayaklarını mest edemez, böyle bir kişi
su bulduğu takdirde bütün vücudunu yıkamalıdır. Bunun delili ise şu hadisi
şeriftir: Safvan Bin Assal’ın (Allah
ondan razı olsun) Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yaptığı şu
rivayette şöyle der:
“Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)
yolculukta olduğumuzda, cünüplük durumları hariç, büyük ve küçük ihtiyaca çıkma, uyuma durumlarında, geceleri
ile beraber üç gün çarıklarımızı çıkarmamamızı
emrederdi.”
4.
Mestin müsaade edilen zaman dilimi
dışında yapılması: Mestin müddeti yolcular için
geceleri ile birlikte üç gün, yolcu olmayanlar için gecesi ile birlikte bir
gündür. Ali Bin Ebi Talib’den şöyle
rivayet eder:
“Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mest
müddetini yolcu olmayan için gecesiyle birlikte bir gün, yolcular için geceleri
ile birlikte üç gün olarak kılmıştır.”
Mestin
müddeti ne zaman başlayıp ne zaman biter?
Mestin müddeti abdestli olarak mesti giydikten sonra bu
abdesti bozup ardından alınacak olan ilk abdestte yapılacak olan mest ile
başlar. Mestin süresi yukarıda beyan edilen normal sürede biter fakat sürenin
bitmesi abdesti bozmaz. Kişi abdestini bozana kadar abdestli sayılır.
HASTA NASIL TEMİZLENİR?
1.
Kişi sağlıklı
olsun, hastalıklı olsun küçük veya büyük tuvalete çıktıktan sonra her
iki yolun çıkışında bulunan pislikleri
su ile temizlemesi gerekir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) su ile
temizlenirdi.
A-Bu temizlik iki yolla olacaktır:
2. İsticmar: Taş, odun parçası, kumaş parçası, mendil v.b.
şeylerle yapılan temizliktir. Bu şeyler manevi kıymeti olan şeylerden
olmamalıdır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
3.
“İçinizden biri büyük tuvaletine çıktığında
yanına üç tane taş alıp bunlarla temizlensin, bu onu temizler.”
4.
Özrü olmayan
hastanın suyla temizlenmesi gerekir.
Yani özrü olmayan hasta küçük hades (bevletmek gibi) meydana geldiğinde abdest
almalı, cünüplük ve hayız gibi durumlardan sonra da gusül abesti almalıdır.
5.
Şâyet
imkansızlık, korku veya hastalık sebebi ile suyun kullanması mümkün olmazsa teyemmüm
yapılır.
6.
Kişi abdest
almaya veya teyemmüm yapmaya gücü yetmezse bir başkası tarafından kendisine
abdest veya teyemmüm aldırılır.
7.
Abdest
azalarından bazılarında sakat olup suyun değmesi sakıncalı olursa eller
ıslatılarak yaralı olan bölümün üzeri mest edilir. Şayet bu şekilde mest
edilmesi de sakıncalı ise bu su sürülmeyen bu yerin yerine geçmek üzere
teyemmüm eder.
8.
Abdest
azalarından birinde sargı veya alçıya alınmışsa el ıslatılarak sargı üzerine
mest yapılır.
9.
Duvar ve
benzeri temiz şeylerle teyemmüm etmek caizdir. Şayet duvar boyalı toprak cinsinden olmayan bir
madde ile boyalı ise üzerinde toprak tozu olması gerekir.
10. Şayet toprak bulunamazsa teyemmüm etmek için bir
kaba veya mendile toprak konulabilir.
11. Teyemmümlü biri abdestini bozmadıkça abdestli
sayılır ve belli bir namaz vaktinde almış olduğu bir teyemmümle başka namazları
da kılabilir. Cünüplükten teyemmüm eden biri cünüplük gerektirecek başka iş
yapmadıkça gusül abdestli sayılır. Böyle bir kişi küçük abdesti bozacak işler
yaptığında abdest gerektiren işler için teyemmüm almalıdır.
12. Hasta gücü yeterse bedenini her türlü pislikten
temizlemeli veya temizletmelidir. Şayet buna gücü yetmezse bulunduğu hal üzere
ibadetlerini yapabilir.
13. Kişi temiz bir şeyin üzerinde namaz kılmalıdır.
Şayet namaz kıldığı yer kirli ise o yeri temizlemelidir. Şayet buna gücü
yetmezse o hal üzerine namazını eda edebilir.
G U S Ü L L E A L A K A L I K O N U L A R
İSLAMA GİREN KİMSENİN GUSLETMESİ
… Ebu Hureyre r.a şöyle dedi :
Sumatetü’l-Hanefi esir olmuştu. Müteakiben İslam’a girdi. Resulullah s.a.v ona
yıkanmasını emretti. Sumame de yıkandı ve iki rekat namaz kıldı. Bunun üzerine
Resulullah s.a.v : Kardeşinizin İslam‘ı güzel oldu, buyurdu. İbni Huzeyme : 253 - İbni Hibban : 1238-el-İhsan - Abdurrezzak : 9834 -
Beyhaki : 1/171
“ … Abdirrahman rivayet etti ve dedi ki : Bana Ebû Hureyre
rivayet etti. Dedi ki : Annem'i İslâm'a davet ediyordum. Kendisi müşrik idi.
Bir gün onu davet ettim de bana Resûlullah s.a.v hakkında hoşlanmadığım sözler
işittirdi. Bunun üzerine ağlayarak Resûlullah s.a.v’e geldim :
- Yâ Resûlallah ! Ben annemi İslâm'a davet
ediyordum da kabulden çekiniyordu. Bugün kendisini yine davet ettim ; bana
senin hakkında hoşlanmadığım sözler işittirdi. Şimdi Ebû Hureyre'nin annesine
hidâyet vermesi için Allah'a duâ et !
dedim. Bunun üzerine Resûlulah :
-
Allah'ım ! Ebû Hureyre'nin annesine hidâyet ver, diye duâ etti. Ben Nebi
s.a.v’in duasına sevinerek çıktım.Eve gelerek kapıya dayandığımda onun kapalı
olduğunu gördüm. Derken annem ayak seslerimi işitti ve :
- Yerinde dur ey Ebû Hureyre ! dedi. Bir de suyun şırıltısını işittim.
Annem yıkandı, gömleğini giydi. Acele baş örtüsünü sardı. Arkacığından kapıyı
açtı. Sonra şunu söyledi :
- Yâ Ebâ
Hureyre ! Ben Allah'dan
başka ilâh olmadığına
şehâdet ederim. Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna da şehâdet
ederim. Ben hemen Resûlullah s.a.v'e döndüm. Sevincimden ona ağlayarak geldim
ve dedim ki :
- Yâ Resûlallah, müjde ! Allah senin duanı kabul etti
ve Ebû Hureyre'nin annesine bidayet verdi. Bunun üzerine Allah'a hamdü sena etti. Ve hayırlı
sözler söyledi.
- Yâ Resûlallal ! Annemle beni mü'min kullarına,
onları da bize sevdirmesi için Allah'a duâ et ! dedim. Resûlullah :
-
Allah'ım ! Şu kulcağızını - yâni Ebû Hureyre'y'ı - ve annesini mü'min
kullarına, mü'minleri de bunlara sevdir !, diye duâ etti. Artık yaratılmış
hiç bir mü'min yoktu ki, beni işitsin veya görsün de benî sevmemiş olsu. “Müslim : 7.c.2491.n
… Husayn b. Kays dedesi Kays b. Asım r.a’nun İslam’a
girişini şöyle anlatıyor : Kays İslam’a girdiğinde Resulullah s.a.v ona su ve
sidir ile gusül etmesini emretti. Ebu
Davud : 355 - Nesei : 188 - Tirmizi : 605 - Beyhaki : 1/171 - Ahmed : 2/221-286 Albani : 1 28-el-İrva
CİMA EDEN KİMSENİN GUSLETMESİ
Allah’u Azze ve Celle Abdest Ayet’inin bir kısmında şöyle buyurmaktadır :
“ …… Veya kadınlara dokunmuş iseniz ….. “MAİDE : 6.AY.
Yani, “ Ey iman edenler ! ………… Eğer cünüpseniz temizlenin. Hasta, yahut yolcu
iseniz, yahut biriniz ayak yolundan gelmişse, yada kadınlara
dokunmuş - yani ilişki kurmuş - su bulamamış iseniz, bu durumda temiz bir
toprakla teyemmüm edin ……… “ buyurmaktadır.
Bu Ayet’i celileden hareketle kimileri ;
buradaki “ lems “ den kasıt “ hakiki manadaki dokunmaktır “ demiş
ve bir erkeğin kadına dokunmasıyla abdestinin bozulacağını söylemişlerdir.
Kimileri de ; hayır ! “ Karine bulunursa
lafız hakiki manasından mecaza aktarılır “
ve bunun karinesi de :
“ Ey iman edenler ! inanan kadınları
nikahlayıp da henüz onlara
dokunmadan
boşarsanız …… “Ahzab : 49
Ayetidir. Dolayısıyle buradaki “ dokunmaktan “ kasıt “
“ cimadan kinayedir “ demiş ve kadına dokunmanın abdesti
bozmayacağını söylemişlerdir.
Dolayısıyla bu meselede zikri
geçen mesh kelimesinin mantuku dokunmak.
Bunun mefhumu ise cima’dır. - yani
cinsel ilişkidir - Çünkü biraz önce de
ifade edildiği gibi :
“ Karine bulunursa lafız
hakiki manasından mecaza aktarılır “ demiştik.Ve bunun karinesi de :
“ Ey iman edenler ! inanan kadınları
nikahlayıp da henüz onlara
dokunmadan boşarsanız …… “Ahzab : 49
Ayet’i kerimesi olduğu gibi, Aişe validemizden rivayet edilen şu hadisi
şeriftir :
… Aişe
r.a’ya Abdullah ibnu Zübeyr gelir ve der
ki : " Ey mü'minlerin annesi, Allah Rasulü s.a.v. hanımlarından bazılarına
dokunup abdest almadan gidip namaz kılar mıydı ? Bunun üzerine Aişe validemiz tebessüm ederek
" O hanımlarını öper ve abdest
almadan namaz kılardı " diyerek cevap verir. İBNİ MACE : 2.C.502.N - TİRMİZİ : 1.C.
86.N - EBU DAVUD : 1.C. 178.N
… Meymune
r.anha şöyle dedi : Nebi s.a.v’i
perdeledim cünüplükten dolayı gusledip yıkandı. İbnu’l-Carud (97-100) Buhari
(249-Ter:370(257-259-260-265-266-274-276-281) Müslim (317/37-38) Ebu Avane
(1/299) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Darimi (1/191) Beyhaki
(1/173-177) Beğavi(248-eş-Şerh) Tabarani (23/1023-1027) Tayalisi (1628)
Abdurrezzak (998) Humeydi (316) ibni Hibban (1190-el-İhsan) Ahmed (6/329-330)
… Ebu
Hureyre r.a dan Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Erkek kadının dört şubesi arasına oturur ve gayret sarf ederse gusül
abdesti vacip olur. Buhari : 392 Müslim 348/87 Ebu Avane 1/288 Ebu Davud 216
Nesei 191-192 Darimi 1/194) İbni Mace 610 Dare kutni (1/113) Beyhaki (1/163)
Tayalisi (2449) Ebu Yağla (6227) İbni Hibban (1174-el-İhsan) İbni Ebi Şeybe
(1/108) Ahmed (2/247-270) Albani
(1/122-163 el- İrva)
SU ANCAK SU’DAN
DOLAYI İCABEDER HÜKMÜ
VE NESH’İ
…
Abdurrahman b. Ebi Saîd el - Hudrî'den, o da babasından naklen rivayet etti
demiş ki : Pazartesi günü Resûlullah
s.a.v ile birlikte - kuba'ya gitmek üzere yola çıktım Benî Salim’in
bulunduğu yere vardığımız zaman Resûlullah s.a.v Itbâ'nın kapısı önünde durarak
ona seslendi, İtbân esvabını sürükleyerek çıktı. Resûlullah s.a.v : Adama acele ettirdik. buyurdu, İtbân :
Ya Resûlallah ne buyurursun, bir adam karısı İle cima halinde iken acele
ettirilirde meni indirmezse ona ne lâzım gelir ? dedi.
Resûlullah s.a.v : Su ancak sudan dolayı
icab eder, buyurdular. Müslim :
1.c.343.N
…
Ebû Saîd-i Hudri den o da peygamber s.a.v’den. Peygamber s.a.v : Su ancak sudan dolayı icab eder, buyurmuşlar. Müslim
: 1.c.343 / 81.N
…
Ebu Saîd'i Hudri'den naklen rivayet etti ki : Resûlüllah Sallallahü Aleyhi ve
Selem ensardân bîr zatın yanına uğramış ta kendisini çağırtmış. O zat başından
su damla-yarak çıkmış bunun üzerine Peygamber s.a.v : Galiba sana acele ettirdik, buyurmuş. O zat : Evet Ya
Resûlullah, mukabelesinde bulunmuş, Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Selem : Şayet acele ettirilir veya meninin
tıkanmasına maruz kalırsan, sana gusül lâzım değil, yalnız abdest icab eder,
buyurmuşlar.
İbni Beşşar : Acele
ettirilir veya meninin tıkanmasına maruz bırakılırsan, demiştir.Müslim : 1.c.345.N
…
Ubey b. Ka'b'dan, o da Resûlullah s.a.v’den naklen rivayet etti.
Resûlullah s.a.v ehliyle cima' edip de
meni indirmeyen erkek hakkında : Zekerini
yıkar ; ve abdest alır, buyurmuşlardır. Müslim : 1.c.346.N
… Bana
Ebû Seleme haber verdi, ona da Atâ' b. Yesâr haber vermiş, ona da Zeyd b. Hâlid
el - Cühenî haber vermiş, ki Kendisi Osman b. Affan'a şunu sormuş ; Bir adam karısı ile cima' ederde menisini
indirmezse ne buyurursun ?, ve o da şöyle demiştir : Namaz abdest alır gibi abdest alır ve zekerini yıkarsın. Ve
ayrıyeten de şunları ilâve etti : Ben
bunu Resûlullah s.a.v den işittim. Müslim
: 1.c.347.N
SÜNNET YERİ SÜNNET
YERİNE DEĞDİĞİNDE GUSLÜN
VACİP OLACAĞI
…
Ebû Hureyre r.a’dan. Nebi s.a.v buyurdular ki : Erkek kadının dört şu'besi arasına oturup da onu yorarsa kendisine
yıkanmak vacib olur, buyurmuşlar.
Matar'ın hadîsinde
ise : Meniyi indirmese bile, kaydı
vardır. Râvilerden Züheyr de : Kadının
dört eş'ubu arasına, diye rivayet etti. Müslim : 1.c.348.N
Bu Hadîs-i Buhâri «Katâbü-I - Gusl» de, Ebû Dâvûd (202 - 275)
Nesâi (215 - 303) ve İbni Mâce (209 - 273) de «Kitabü-t Tahâre» babında tahrîc
etmişlerdir.
…
Ebû Mûsâ r.a şöyle demiştir : Bu bâbta Muhacirlerle Ensâr'dan bir cemaat
ihtilâf ettiler. Ensâr ; Gusl ancak
defkden yahut meniden dolayı lâzım gelir, dediler. Muhacirler ise : Hayır, iki uzuv birbirine değdiği zaman
gusl vacibdir, mukabelesinde bulundular.
Râvi diyorki, Ebu
Musa devamla şöyle dedi : Ben sizi bu münakaşadan kurtarayım dedim ve kalkarak,
Aişe'nin yanına girmek için izin istedim. Bana izin verildi. Aişe'ye dedim ki
; Ey anneciğim ; yahut ey müminlerin annesi ! Ben sana birşey sormak
istiyorum, ama senden de utanıyorum. Aişe : Seni doğuran annene sorabileceğin
bîrşeyi bana sormaktan utanma ; çünkü ben de senin annenim, dedi ben : Öyle ise
guslü icab eden şey nedir ? , dedim Aişe :Bu işi tam bilene rastladın ;
Resûlullah s.a.v bu konuda buyurdular ki : Erkek
cadının dört şu'besi arasına oturur da sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse
gusl vacib olur. Müslim : 1.c.349.N
… Ümmü
Külsüm r.anha’dan, o da Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in zevcesi
Âişe'den naklen haber verdi : Âişe şöyle demiştir : Bir adam, ResûluIIah
s.a.v'e, zevcesi ile cima' yaparak menisini inzal etmiyen kimsenin hükmünü
sorarak ; bu karı kocaya gusl vacip olur mu ? dedi. Ben Aişe'de orada
oturuyordum. Resûlullah s.a.v : Şununla
ben, ikimiz bunu yapıyoruz, sonra yıkanıyoruz, buyurdular. Müslim : 1.c.350.N
KİŞİNİN KESL’ DEN DOLAYI
GUSLETMESİ
… Nebi
s.a.v’in eşi Aişe r.anha şöyle dedi : Bir kimse Resulullah s.a.v’e, eşiyle cima
eden sonra kesl - sebebiyle inzal - olmayan kimseyi sordu. Bu erkek ve kadına
gusül gerekli midir, dedi. Aişe de orada oturuyordu. Resulullah s.a.v : Şüphesiz ben bunu yapıyorum, ben ve şu
ondan sonra yıkanıyoruz,buyurdu. Müslim
: 350/89.N
AÇIKLAMA : Kesl kelimesinin sözlük anlamı tembellik demektir.
Burada kastedilen kesl, kişinin ehliyle münasebeti halinde kendisinde arız olan
isteksizlik durumudur. İslam’ın ilk yıllarında böyle durumlarda tenasül uzvu
yıkanıyor, sadece abdest alınıyordu.
Bu hüküm
Resulullah s.a.v in : Kişiye, kadının dört şubesi arasına
oturduğu ve sünnet yeri sünnet yerine dokunduğu vakit gusül abdesti gereklidir.
Hadisiyle neshedilmiştir. Ebu Davud : 215 - Tirmizi : 110 - İbni Mace
: 609 - Ahmed : 5/115-116
İHTİLAM OLAN
KİMSENİN GUSLETMESİ
… Ümmü
Seleme r.anha şöyle dedi :Ümmü Süleym, Nebi s.a.v’e gelerek : Bir kadın
rüyasında erkeğin gördüğünü görürse ne yapar ? dedi. Resulullah s.a.v : Suyu gördüğü müddetçe gusül abdesti alır,buyurdu.
Ümmü Seleme r.anha utanarak dedi ki : Ya rasulallah kadın hiç ihtilam olur mu
? Bunun üzerine Resulullah s.a.v bana : İki elin topraklansın, - böyle bir şey
olmasa - onun çocuğu kendisine neyle benzer, buyurdu. İbnu Carud : 88 - Malik : 1/51/85 - Buhari : 130-Ter:283(282 - Müslim
: 313/12 - Ebu Avane : 1/291- Nesei : 1/114-115 - Tirmizi : 122 - İbni Huzeyme
: 235 - İbni Hibban : 1165-el-İhsan - Beğavi : 244-eş-Şerh – Abdurrezzak : 1049
- Humeydi : 298 - Beyhaki : 1/167-168
… Aişe r.anha şöyle dedi : İhtilam olduğunu
hatırlamadığı halde önünde ıslaklık bulan bir kimse hakkında Resulullah s.a.v’e
sorulduğunda : 0 kimse gusül abdesti
alır,buyurdu. Uykusunda İhtilam olduğunu gören ancak önünde ıslaklık
bulamayan bir kimse hakkında sorulduğunda : Onun gusül abdesti alması gerekmez, buyurdu….. İbnu Carud : 89 - Darimi : 1/195-196 - Ebu Davud : 236 - Tirmizi : 113
- İbni Mace : 612 Beyhaki : 1/168 - Ahmed : 6/256
ŞEHVETLE ÇIKAN MENİDEN
DOLAYI GUSLEDİLMESİ
… Ali
b. Ebi Talib r.a şöyle dedi : “..... Resulullah s.a.v : “….. Eğer meni çıkarırsan gusül abdesti al,buyurdu.
Ebu Davud : 206 - Nesei : 194 - İbni
Hibban : 1 102-el-İhsan - Ahmed : 1028 - Albani : 562-S. Cami
AÇIKLAMA : Şehvetle meninin çıkışı guslü gerektirir. Bu
ister bakmak şekliyle, ister düşünmek şekliyle, ister dokunmak şekliyle, ister
istimna şekliyle, ister başka bir şekilde olsun hüküm aynıdır. Bu haller kendisinde meydana gelen kimsenin
gusül abdesti alması gerekir.
HAYIZ
VE NİFASLI KADININ
GUSLETMESİ
… Hamne b. Cahş r.a şöyle dedi : Resulullah
s.a.v buyurdular ki : “ ..... Altı veya
yedi gün Allah‘ın sana - ve diğer kadınlara - bildirdiği müddet kendini hayızlı kabul et ; sonra yıkan ........
Ebu Davud : 287 – Tirmizi : 128 - İbni
Mace : 627 – Dare kutni : 1/214/48 - Hakim : 1/172 Beyhaki : 1/338 - Tahavi :
3/300- el-Müşkil - Ahmed : 6/381-382-439-440 - Albani : 1 88 -el-İrva
CUMA GÜNÜ GUSLETMENİN GÜZELLİĞİ
… Ebu Said el-Hudri r.a den Resulullah s.a.v
şöyle buyurdu : Cuma günü guslet-mek,
buluğ çağına gelen her kimse için vaciptir. Malik (1/122/4) Buhari : (895
Müslim 846/5 Ebu Davud 341) Nesei (3/93) Darimi (1/361) İbni Mace (1089) İbni
Huzeyme (1742) Beyhaki (11294) , (3/188) Beğavi (331-eş-Şerh) Şafli
(1/154-el-Umm) Ahmed (3/60) Albani (143-el-İrva)
… Ebu Hureyre r.a şöyle
tahdis etti : Bir cuma günü Ömer r.a hutbe okurken mescide Osman b. Affan
çıkageldi. Ömer ona ta’riz ederek : Bazı insanlara ne oluyor ki ezandan sonra
gecikiyorlar ! dedi. Osman :Ya Emirel müminin, ezanı işitince sadece abdest
alıp buraya geldim,dedi. Ömer : Sadece abdest aldın öyle mi ? Resulullah
s.a.v’in : Herhangi biriniz Cuma
namazına geleceyiğinde yıkansın, buyurduğunu işitmediniz mi ? dedi.
Başka bir rivayette “ ... Bir de Resulullah s.a.v in yıkanmayı
emrettiğini bilip dururken, sadece abdest aldın öyle mi ? dedi. ”Müslim : 845/4-3) Buhari : 878-Ter:852 -
Malik : 1/101-102/3
… Semure bin Cündüb r.a dan.Resulullah s.a.v
buyurdularki : Cuma günü kim abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Kim
de yıkanırsa bu daha efdaldir. Ebu Davud
: 1.c.354.N – Tirmizi : 1.c.496.N
… Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurduki : Her kim abdeste
davranıp onu noksansız aldıktan sonra Cuma namazına gelir,sesini çıkarmaz,
hutbeyi dinlerse…. Müslim : 3.c.857/27.N
- Ebu Davud : 2.c.1050.N – Tirmizi : 1.c.497.N
İSTİHAZE
KANI İÇİN GUSLETME
… Hamne b. Cahş r.anha şöyle dedi : Çok fazla
hayız görüyordum. Bu durumu haber verip fetva istemek için kardeşim Zeyneb’in
evinde bulunan Resulullah s.a.v’e geldim. Dedim ki :
- Ya Resulallah, ben çok fazla hayız gören bir kadınım. Bu duruma ne
dersin? Beni bu durum namazdan ve oruçtan men etti. Resulullah s.a.v :
- Sana pamuğu öğütlerim, zira o kanı
giderir, buyurdu. Ben :
- Kan bundan daha çoktur dedim. Resulullah s.a.v :
- Bez kullan dedi. Ben :
- Kan bundan daha fazladır, fişkırır gibi geliyor dedim. Resulullah s.a.v
bunun üzerine şöyle buyurdu :
- İki hüküm söyleyeyim, hangisini
yaparsan sana yeter. Eğer ikisini de yaparsan ne ala, orasını sen daha iyi
bilirsin. Bu durum şeytanın darbelerinden bir darbedir. Altı veya yedi gün
Allah’ın sana - ve diğer kadınlara - bildirdiği müddet kendini hayızlı kabul et
; sonra yıkan. – Hayızdan - temizlenip arındığına kanaat getirdiğin de yirmi üç
veya yirmi dört gün namaz kıl ve oruç tut. Çünkü bu sana yeter. – Normal -
kadınlar nasıl hayız günlerinde hayız, temizlik günlerinde de temizleniyorlarsa
sen de her ay öyle yap. Öğleyi tehir edip ikindide acele ederek yıkanır ve iki
namazı cem eder kılarsın. Akşamı tehir edip yatsıda acele ederek sonra yıkanır
ve iki namazı cem eder kılarsın. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan - ve o
şekilde namazını kıl -. Gücün yeterse oruç tut. Bu - şekilde yapman - bana göre
iki işin daha sevimli olanıdır. Ebu Davud (287) Tirmizi (128) İbni Mace (627)
Dare kutni (1/214/48) Hakim (1/172) Beyhaki (1/338) Tahavi (3/300-el-Müşkil)
Ahmed (6/381-382-439-440) Albani (1 88-el-İrva)
… Aişe r.anha şöyle dedi : Fatıma b. Ebi Hubeyş, Nebi s.a.v’e geldi ve şöyle
dedi : Ya Resulallah, ben müstehaze olup temiz kalamayan bir kadınım. Namazı
terk edeyim mi ? Resulullah s.a.v : Hayır,
o ancak bir damar kanıdır, hayız değildir. Sen hayız olduğun günlerde namazdan
uzak kal. Sonra güslet ve her namaz için abdest al, buyurdu.
İbni Mace (624) Ebu Davud (298) Nesei (363) Tirmizi
(125)
CENAZE YIKAMADAN
DOLAYI GUSLETMEK
… Ebu Hureyre r.a
dan,o şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki : Kim ölüyü yıkarsa , yıkansın. Kim de onu taşırsa, abdest alsın. Ebu
Davud : 4.c.3161 – İbni Mace : 4.c.1463 – Tirmizi : 2.c.998 – İbni Hibban : 751
– Ahmed : 2/280-433-454 - Tayalisi : 2314 - Albani . Cenaiz : 71.s .ter: 37.s –
Tahricu Mişkat : 541 – el-İrva : 144
… Ali r.a dan şöyle dediği rivayet edilmiştir :
Ebu Talib vefat edince Peygamber s.a.v’e
gidip şöyle dedim : Senin o yaşlı [sapık] amcan ölmüş bulunuyor. [ Onu
kim gömsün ] Peygamber : Git onu göm ve
yanıma gelinceye kadar da başka hiçbir şey yapma,dedi. Ali dedi ki : Ama o
müşrik olarak öldü. – Resulullah
s.a.v - : Git onu göm, diye buyurdu.
Ali dedi ki : Onu gömdüm, sonra ona gittim. Git guslet, sonra yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma dedi. Ali
devamla dedi ki : Guslettim sonra
onun yanına gittim. Bana bazı dualar yaptı ki onların karşılığında kırmızı ve siyah tüylü develere sahib olmak beni
sevindirmez. Hadisi Ali r.a'den rivayet eden dedi ki : Ali ölüyü yıkadı mı
kendisi de guslederdi. Ebu Davud :
4.c.3214 – Nesei : 1.c.192 – Beyhaki : 3/398.1.c.1497.n - Ahmed : 807 ve oğlu
Müsned'in zevaid'in de : 1074'de Ebu Abdu'r-Rahman es-Sülemi'den, o Ali'den
diye rivayet etmiştir. El-Albani cenaiz : 94.s Derim ki senedi sahihtir.
… İbni Ömer r.a şöyle dedi : Biz ölü yıkıyorduk. Bizden bazı kimseler -
bundan dolayı - gusül abdesti alıyor,bazı kimseler de gusül abdesti almıyordu.
Beyhaki kebir : 1/306 -Albani : 72.s .Cenaiz – Dare kutni : 2/72 - Hatib :
5/424-et-Tarih – İbni Ebi Şeybe : 3/267-268 – Abdurrezzak : 3/407 – İbni Hacer
Telhis : 1/239 Sahih der.
…
İbni Abbas r.a dan Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Ölünüzü yıkadığınız zaman, onu yıkamanızdan
dolayı sizin gusül abdesti almanız gerekmez. Çünkü ölünüz necis değildir.
Ellerinizi yıkamanız size yeterlidir. İbni Şahin : 295-296 Nasih ve Mensuh -
Hakim Müstedrek : 1/386 - Beyhaki : 3/398
Albani Cenaiz : 72.s
AÇIKLAMA : Her ne
kadar İbni Abbas tan gelen bir önceki hadisi delil göstererek “ cenaze yıkamadan dolayı gusletmenin “
nesh olduğunu söyleselerde,ehli tahkik alimleri bu hadisin merfuan zayıf
olduğunu bildirmişlerdir.Yani,bu ifadeler Resulullah s.a.v’in ifadeleri
değildir.
Ama bunun mevkufen sahih olduğunu ifade
etmişlerdir. Yani,bu ifadeler sahabi sözüdür. Beyhaki süneni kübra : 1.c.1504 - 1505.n
Burada
dikkat edilmesi gereken husus ; cenazeyi yıkayanın gusletmesi ile alakalı hüküm
; sahabenin bazılarına göre emir değil muhayyerlik ifade eden bir hükümdür .
Çünkü İbni Ömer r.a dan gelen rivayet : Biz
ölü yıkıyorduk. Bizden bazı kimseler
gusül abdesti alıyor,bazı kimseler de almıyordu,şeklindedir.
Dolayısıyla,cenaze yıkayanlar bu hususta sahabenin uygulamasını kendilerine
örnek alabilirler. Ama unutmayalım ki,diğer taraftan Resulullah s.a.v’in : Kim ölüyü yıkarsa , yıkansın. Kim de onu
taşırsa, abdest alsın,ifadesi bir emirdir. Aslında bu, Ali r.a ya ; Git guslet ifadesinden de
anlaşılmak-tadır.Allah en iyisini bilendir.
GUSLÜN KEYFİYETİ
… Aişe
r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüplükten yıkanmaya şöyle başlardı. Önce
ellerini yıkardı. Sonra sağ eliyle suyu sol eline boşaltır ve fercini yıkardı.
Sonra namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra suyu alır ve parmaklarını saç
köklerine sokar, tamamıyla suyun ulaştığına kani oluncaya kadar başını yıkardı.
Sonra suyu elleriyle alır ve başının üzerine üç defa bolca dökerdi. Sonra
vücudunun kalan yerleri üzerine su akıtırdı. -
sonra da ayaklarmı yıkardı. -
Buhari (248-Ter:370) Müslim (316/35) Ebu Davud (242) Nesei (421)
Abdurrezzak (999) Humeydi (163) Darimi (1/191) Beyhaki (1/171-173) İbni Huzeyme
(242) İbni Hibban (1 196-el-İhsan) Malik (1/44) Ahmed (6/52)
… Ümmü Seleme r.anha şöyle tahdis etti : Ben Resulullah s.a.v’e
: Ya Resulallah, ben başımın saç örgüsü
çok olan bir kadınım. Gusül abdesti alırken saçımın örgüsünü çözeyim mi ?
dedim. Resulullah s.a.v : Hayır, başına
üç kere su dökmen yeterlidir. Sonra bedeninin tamamına su akıtırsın ve
temizlenmiş olursun - veya işte temizlendin gitti - buyurdu. Müslim 330/58 Ebu Davud 251 Nesei 241
Tirmizi 105 İbni Mace 603
… Cubeyr b. Mutim r.a şöyle
dedi : Resulullah s.a.v’in yanında yıkanma hususunda münakaşa ettiler.
Cemaatten biri : Bana gelince ben başımı şöyle şöyle yıkarım dedi. Bunu üzerine
Resulullah s.a.v : Bana gelince, ben
başımın üzerinden üç avuç su akıtırım,buyurdu. Müslim 327/54
…
Meymune r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v gusül abdestini şöyle aldı.
Fercini yıkadı, sonra elini yere - veya duvara - sürtüp ovaladı. Sonra namaz
abdesti gibi abdest aldı. Sonra başına ve vücudunun tamamına suyu akıttı. Sonra
oradan kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Kurulanması için kendisine bez
parçası verdim. 0 bunu almaktan imtina etti. Eliyle şöyle yaptı ve ona
dokunmadı.
İbnu’l-Carud (100) Buhari (260-Ter:376) Müslim (317/37-38) Ebu
Avane (1/290) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Humeydi (316)
Abdurrezzak (998) İbni Huzeyme (1/120) İbni Hibban (1190-el-İhsan) Beyhaki
(1/173-184) Beğavi (248-eş-Şerh) Darimi (1/191) Tayalisi (1628) Tabarani (23/1023—1027
, 24/35)
GUSLEDERKEN PERDELENMEK
… Meymune
r.anha şöyle dedi :Nebi s.a.v’i perdeledim cünüplükten dolayı gusledip yıkandı.
İbnu Carud (97-100) Buhari
(249-Ter:370(257-259-260-265-266-274-276-281) Müslim (317/37-38) Ebu Avane
(1/299) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Darimi (1/191) Beyhaki
(1/173-177) Beğavi (248-eş-Şerh) Tabarani (23/1023-1027) Tayalisi (1628)
Abdurrezzak (998) Humeydi (316) İbni Hibban (1190-el-İhsan) Ahmed (6/329-330)
GUSÜL YAPILACAK SUYUN
MİKTARI
… Sefine
r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v bir
sa’ su ile yıkanır ve bir müd su ile de abdest alırdı. Müslim 326/52 Tirmizi 56
İbni Mace 267 Ahmed 5/22
Bir Sa’, takriben dört buçuk ile beş
buçuk litre hacimli bir ölçektir. Müdd
ise, yarım litre veya biraz daha fazla hacimli bir ölçektir.
EŞLERİN AYNI KAPTAN
BERABERCE YIKANMALARI
… Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v bir kase ile yıkanıyordu.
Ben ve Resulullah s.a.v bir kaptan yıkanıyor idik. Müslim (317/41) Buhari
(273-Ter:382) Nesei (1/128-201) İbni Mace (376) İbni Hibban (1194-el-İhsan)
İbni Huzeyme (238-239) Abdurrezzak (1034) Beyhaki (1/188-193) Ahmed (6/37)
GUSÜL ABDESTİ İLE
NAMAZ KILINACAĞI
… Aişe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v gusül abdesti aldıktan
sonra – namaz kılmak için yeniden bir - abdest almazdı. Tirmizi (107)
Ebu Davud (250) Nesei (252) İbni Mace (579) Hakim (1/153) Beğavi
(305-el-Mesabih
Gusül
abdesti ile namaz kılmak için burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O
da ; Guslederken namaz abdesti gibi abdest aldıktan sonra gerek tepeden aşağı
su dökünürken ve gerekse kurulanıp giyinirken avret mahalline dokunmamak
gerekir. Çünkü arada engel olmadan erkek, zekerine kadın da fercine dokunursa
abdestleri bozulur.
… İbni
Amr r.a dan.Şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki : Kim zekerine dokunursa abdest alsın.Herhangi bir kadın da fercine
dokunursa o da abdest alsın. İbni Carud : 19.n – Dare Kutni : 1/147 – Ahmed : 2
/ 223 – Beyhaki : 1/132 – El-Albani S.Camiu’s Sağir :2722.N
… Salim şöyle dedi : Babam Abdullah bin Ömer’i
gusül ettikten sonra abdest aldığını görünce ona : Gusül abdest yerine geçmez mi ? dedim. O :
- Evet geçer,ama ben bazen zekerime dokunuyorum da onun için
abdest alıyorum, dedi. Malik Muvatta : 1.c.105.S
CÜNÜP KİMSEYE MUBAH
OLAN ŞEYLER
… Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüp olarak yemek veya
uyumak isterse, namaz abdesti gibi abdest alırdı. Müslim (305/22) Buhari (286-Ter:390) Ebu Avane (1/277-278) Ebu Davud
(224-222) Nesei (1/138-139) İbni Mace (584) Beyhaki (1/200) Beğavi
(265-eş-Şerh) İbni Huzeyme (213) İbni Hibban (1217-el-İhsan) Abdurrezzak (1073)
… Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüp olarak bir şey yemek
istediği zaman,sadece ellerini yıkar sonra yerdi. İbni Huzeyme : 1/218 – İbni
Hibban : 2.c.1215 – Dare Kutni : 1/447- 448
… Abdullah
b. Ömer r.a dedi ki : Ömer r.a Resulullah s.a.v’e : Birimiz cünüp iken,
uyuyabilir mi ? dedi. Resulullah s.a.v : Abdest
alsın, isterse uyusun, isterse yesin, buyurdu. Buhari : 287-Ter:390 - Müslim : 306/23-24 - Tirmizi : 120 - İbni Mace :
585 – İbni Hibban : 2/1213 – İbni Huzeyme : 1/211 – Ahmed : 1/166
… Ebu
Said el-Hudri r.a den Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Herhangi biriniz ehline geldiği ve sonra - tekrar ona - dönmek istediği vakit abdest alsın.
Müslim (308/27) Ebu Avane (1/280) Ebu Davud (220) Nesei (1/142) Tirmizi (141)
İbni Mace (587) Beyhaki (1/204) Beğavi (271 -eş-Şerh) İbni Huzeyme
(219-220-221) İbni Hibban (1211 -el-İhsan) Ahmed (3/28)
CÜNÜP DE OLSA MÜSLÜMAN
NECİS DEĞİLDİR
… Huzeyfe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v ben
cünüp olduğum halde bana karşı geldi. Musafaha yapmak için bana uzandı. Ben
cünübüm dedim. Resulullah s.a.v : Müslüman
necis olmaz,dedi. İbni Hibban
(1369-el-İhsan) Müslim (372/116) Ebu Avane (1/275) Ebu Davud (230) Nesei
(1/145) İbni Mace (535) İbni Huzeyme (1359) Beyhaki (1/189) Ahmed (5/384- 402)
… Ebu Hureyre r.a
dan,o şöyle dedi : Ebu Hureyre cünüp iken Medine sokağının birinde kendisini
Peygamber s.a.v karşılamıştı. – Ebu Hureyre diyorki – yanından savuşup gittim.
Ebu Hureyre gidip yıkanıp geldi.Peygamber s.a.v ona : Sen nerede idin ya eba Hureyre ? diye sordu. Ebu Hureyre de : Cünüp
idim teharetsiz olarak seninle oturmak istemedim,diye cevap verdi. Bunun
üzerine Allah resulü s.a.v : Subhanallah
! mü’min necis olmaz , buyurdular. Buhari
: 1.c.389.s - Müslim : 1.c.371.n
Ezan arkasından bu dua okunur. |
Allahümme rabbe hazihi'd-davet'it-tâmmeh,
ve's-salâti'l-kaimeh, âti Muhammeden'il-vesilete ve'l-fazilete veb'ashu
makâmen mahmuden'illez'i vaadteh. |
RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NAMAZ KILMA ŞEKLİ
|
||||
* Müslüman namaz kılacağı zaman,
kıble (Mekke'de bulunan Kabe)'ye döner, ( الله أكبر ) "ALLAHU EKBER" der. Bunlar olmazsa namazın olmıyacağı şartlardandır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Namaza kılmak
istediğinde, abdest azalarını güzelce yıka, sonra kıbleye dön, ve tekbir
getir ("Allahu Ekber" de). Bu hadisi Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir.
*Bunu diliyle söyleyip, sesini
yükseltmesi gerekmez. *Eğer kişi dilsiz ise kalbiyle
niyet eder.
|
||||
|
|
|
||
* Sağ elini resim de görüldüğü gibi sol
bileğinin üzerine ve resim de görüldüğü gibi göğsünün üzerine gelecek şekilde
koyar. Vail bin Hucr radiyallahu anhu'nun hadisi bunun delilidir.
O, "Rasulullah tekbir 'Allahu Ekber' deyip, sağ elini sol eli
üzerine bilek ile dirsek arasına koydu" diye rivayet etmiştir. Bu
hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip
Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir. s, 88. Elleri bu şekilde (sağı sol üzerine) koymayı emrederdi.
Malik Muvatta Beyan yay. c. 1 s.272, Buhari Sahih Ötüken yay. c, 2 s,755, Ebu
Avane
. |
||
Vail bin Hucr'un hadisine göre "ellerini göğsünün üzerine
koyardı" Bu hadisi İbnu Huzeyme rivayet edip, Albani senedinin sahih
olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir.
s, 88. Önemli bir açıklama: Her ne kadar Hanefilerde, elleri
kaldırma ve ellerin konacağı yerlerde erkeklerle kadınlar arasında farklılık
olsa da, sahih olan, kadın ve erkeklerde bu konuda bir farklılık yoktur. |
|
|
* Aişe radiya'llahu anha'dan
rivayet edilen hadise göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini
secde edeceği yerden ayırmadı. Bu hadisi el-Beyhaqi rivayet edip, Albani
senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda
tahriç etmiştir. s, 88. Bu hadise göre namaz kılan kişi namaz kılarken
bakışlarını secde edeceği yere diker. Teşehhüd (Ettahıyyatu lillahi diye
başlayan duayı okuduğumuz yer) oturuşu müstesna, bu oturma esnasında
bakışlarını şahadet parmağına diker.
* Sonra istiftah (namaza
başlangıç) duasını okur. Bu dualar çok çeşitlidir. bunlardan en yaygın olanı: "Subhâneke'llâhumme ve bihamdik, ve tebâreke'smuk, ve
teâlâ cedduk, ve lâ ilâhe ğayruk".
Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip
Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir. s, 93. "Allahım! Seni överek tesbih ederim. Senin İsmin
mubarektir. Şanın yücedir. Senden başka İlah yoktur." "Allâhumme bâ'id beynî ve beyne khatâyâye kemâ bâ'adte
beyne_lmaşriqi ve_lmağrib, Allâhumme naqqinî min khatâyâye kemâ
yunaqqa_ssavbu_lebyadu mine_ddenesi, Allâhumme_ğsilnî bi_lmai ve_sselci
ve_lberedi."Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir. "Allahım! Doğu ile batı arasını
uzaklaştırdığın gibi, beni de hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise
kirden temizlendiği gibi, beni de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve
dolu ile benim hatalarımı yıkayıp temizle." * Sonra kovulmuş şeytanın
şerrinden Allahu Teala'ya sığınır. ve "Eudzu bi_llâhi mine_şşeytânirraciym" der. "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım." veya "Euzu bi_llâhi_ssemî'il_alîmi mine_şşeytanirracîm" "Şeytanın şerrinden her şeyi en iyi işiten ve
bilen Allah'a sığınırım." veya "Euzu bi_llâhi_ssemî'il_alîmi mine_şşeytanirracîmi min
hemzihi ve nefkhihi ve nefsih." "Kovulmuş şeytanın
dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden her şeyi en iyi işiten ve bilen
Allah'a sığınırım." derdi. * Sonra
"Bismillâhirrahmânirrahîm" der. |
|
*Sonra Fatiha suresini
"Elhamdu lillâhi Rabbi_lâ'lemîn" diye başlayan sureyi okur.
Fatiha suresini namazının her rekatında okur. Bir imama uymuş olsa da bile
okuması gerekir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem "Fatihayı
okumayanın namazı yoktur" buyurmuştur. Buhari ve Muslim. Bu namazın
erkanından birisidir. Bu olmayınca namaz olmaz. *Eğer namaz kılan kişi Fatihayı
bilmiyorsa, Kur'an'dan kolayına geleni okur. Bunu da bilmiyorsa "Subhânallah, velhamdu lillâh, ve la ilahe illallâhu vallâhu ekber,
ve la havle ve la quvvâte illa billâh" bunları
der. Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu
söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir. s, 98. (Bunların hepsini diyemiyorsa birisini dese de olur.
Tercüme eden.) Bu arada Fatiha suresini ezberlemeye çalışması gerekir. *Fatiha'dan sonra Kur'an'dan
kolayına geleni okur. Ya bir sure veya bir kaç ayet. |
|
* Sonra Allahu Ekber diyerek ve
ellerini omuzları hizasına kadar kaldırarak. Ruku eder. Ruku resim de
görüldüğü gibi düz olması gerekir.
görüldüğü gibi avucu ile parmakları açık şekilde diz
kapaklarının üzerine koyar. *Rukusunda "Subhâna
Rabbiya_l-Azîm" "Yüce olan Rabbim sen her
türlü noksanlıktan uzaksın." der.
Bu zikri en azından bir kere demenin farz olduğunu alimler zikretmişle.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu ve benzeri zikirleri ruku ve
secde de çok çok yaptığı sahih olarak rivayet edilmiştir. Rukuda dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi,
vücudun mafsalları ruku edildiğinde hepsi yerine oturması gerekir, yani
kişinin eğilişle doğrulması bir olmaması gerekir. İkincisi, Rukuda
Kuran okunmaması. Rukuda da gözler secde mahalline dikilir. Şu zikirleri de söylemesi sünnettir.
"Subhâneke_llâhumme ve bi hamdik. Allâhumme_ğfirlî." Buhari ve
Muslim. "Allahım! Seni överek tesbih ederim. Beni
bağışla." veya "Subbûhun, Quddûsun, Rabbu_l-Melâiketi ve_r-Rûh."
Muslim. "Her türlü kötülükten beri olan, Mübarek olan,
Meleklerin ve Rûh'un Rabbi."
|
|
*Sonra "semi'a-llâhu limen
hamideh" "Allah hamd edenin
hamdini işitir" diyerek doğrulur Resim 1 ve 2 de olduğu gibi ellerini kaldırır ve
"Rabbenâ leke_l-Hamd" veya "Rabbenâ ve leke_l-Hamd"
"Allâhumme Rabbenâ leke_l-Hamd" veya "Allâhumme Rabbenâ ve
leke_l-Hamd" der. İlahi, Rabbi tüm övgüler sana
mahsustur.
*Şu duayı ziyade etmesi de sünnettir. "Mil'e_s-semâvâti ve_l-Ardi ve mil'e mâ şi'te min
şey'in ba'di, Ehle_s-Senai ve_l-Mecdi, ehaqqu mâ qâle_l-Abdu, ve kullunâ leke
abdun, Allâhumme lâ mânia limâ a'teyte vel'a mu'tiye limâ mana'te, velâ
yenfa'u za_l-ceddi minke_l-ceddu." Muslim 477. |
|||
Rukudan doğrulurken elleri bu
şekilde kaldırmak yanlıştır |
|
|
|
|
* Sonra "Allahu Ekber"
diyerek secdeye gider.
*Ellerinden önce dizlerini
koyar deki resimde görüldüğü gibi. Sunen sahiplerinin sahih olarak
rivayet etmiş oldukları Vail bin Hucr hadisinde rivayet olunduğu gibi. Eller Üzere Secdeye Kapanmak
"Hz. Peygamber sav dizlerini yere koymadan önce,
ellerini yere koyardı." (İbnu Huzeyme, Darequtni, Hakim rivayet etmişler
ve buna aykırı olan hadisin sahih değildir.) Hz. Peygamber sav, böyle yapmayı
da emrederek şöyle buyururdu: "Sizden biri secde ettiği zaman deve gibi
çökmesin; dizlerinden önce ellerini koysun. Bundan anlaşıldığına göre secdeye giderken önce eller
konur ve daha sonra dizler konur. * Secdenin yedi aza üzere
yapılması gerekir. Bunlar; iki ayak, iki diz, iki el ve yüzü (burun ve
alın)dır. Secde esnasında bu azalardan bir tanesini kaldırması caiz değildir.
Eğer secde etmek için bir özrü varsa secde şekline elinden geldiği kadar
yaklaşmaya çalışır.
*Secde ettiği zaman pazılarını
vücudundan ayırır (yani dirseklerini yanlarından uzaklaştırı.)
Rasulullah sav secdeye vardığı zaman dirseklerini öyle kaldırırdı ki koltuk
altı gözükürdü. Buhari ve Muslim. Ancak kollarını açması yanındakilere eziyet
etmemesi gerekir. Eğer eziyet varsa duruma göre davranır.
*Secdede karnını baldırlarından
uzaklaştırırdı. *Secdede dizlerini birbirinden
ayırır. Ayakları ise birbirine yapıştırır. Rasulullah sav secdede ayak
topuklarını diker parmaklarını da kıbleye döndürürdü. Bu hadisi İbnu Huzeyme
rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın
Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir. s, 142.
|
|
* 9. resimde görüldüğü gibi dirseklerini
ve bileklerini yere yapıştırmaz. Böyle yapmayı Rasulullah sav yasaklamıştır.
"Sizden biriniz secde ettiğinde köpeğin yayıldığı gibi (kollarını)
yaymasın." Eger secdenin uzunluğundan yorulursa dirseklerini dizine
yapıştırabilir. Resim 10. *Secdede ( سبحان ربي
الأعلى ) (SUBHÂNE RABBİYEL Â’LÂ) der. "Yüce olan Rabbim Her türlü noksanlıktan
uzaktır" Rukuda olduğu gibi bu zikri en azından bir kere demesi
gerekir. Eğer ziyade ederse sünnete uymuş olur. *Secdede şu duaları demesi de
sünnettir. "Subhâneke_llâhumme ve bi hamdik.
Allâhumme_ğfirlî." Buhari ve Muslim. "Allahım! Seni överek tesbih ederim. Beni
bağışla." veya "Subbûhun, Quddûsun, Rabbu_l-Melâiketi ve_r-Rûh."
Muslim. "Her türlü kötülükten beri olan, Mübarek olan,
Meleklerin ve Rûh'un Rabbi." |
|
*Sonra başını birinci secdeden (ALLÂHU EKBER)
doğrulur ve iki elini omuzları hizasında kaldırır
sonra
dizlerinin üzerine koyar, sağ ayağını resim
de görüldüğü
gibi diker parmaklarını kıbleye döndürür.
*bu oturuşunda şöyle der: (RABBİGFİRLİ) *Şöyle demesi de sünnettir. (RABBİGFİRLİ
VERHAMNİ VEHDİNİ VEÂFİNİ VERZUKNİ) |
Bu
hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip
Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda tahriç etmiştir. s, 153. |
|
* Ellerini diz baldırlarının üzerine, parmak uçları da diz
kapaklarına gelecek şekilde koyardı. Resimlerde de görüldüğü gibi diz
kapaklarını avuçlar şekilde de koyabilir. *Sonra ALLAHU EKBER diyerek ellerini omuzları hizasına kadar
kaldırır ve
resim de
görüldüğü gibi ikinci secdeye gider. Birinci secdede yaptığını burada
da yapar. *İkinci secdeyi de bitirince, başını (ALLAHU EKBER)
diyerek kaldırır ve sağ ayağını dikip sol ayağını yayarak üzerine hafifçe
oturur. *Sonra ikinci rekata dizlerine dayanarak kalkar.
*Sonra ikinci rekatta, birinci rekatta yaptığını tekrar eder.
Sadece bu rekatlarda başlangıç dualarını okumaz. *İkinci rekatı bitirince resimlerde
de görüldüğü gibi, aynen birinci
rekatın iki secde arasında oturduğu
gibi oturur ve sol elini dizi üzerine koyar, sağ
eliyle
de parmaklarını sıkarak yalnız işaret parmağını kaldırır ve hareket
ettirerek şöyle der: |
* Selam oturuşu teverruk olur
Eğer kılacağı namaz üç (akşam) veya dört rekat (öğlen, ikindi
ve yatsı) ise 16. ve 17. resimde görüldüğü gibi oturur. Elleri aynen ilk teşehhüd oturuşunda
olduğu gibi resim 14 15 de olduğu gibidir. o oturuştaki duaları da burada okur.
(ETTEHİYYÂTU LİLLÂHİ VESSALAVÂTU VETTAYYİBÂTU
ESSELÂMU ALÂNNEBİYYİ
VERAHMETULLÂHİ VE BEREKÂTUHU ESSELÂMU ALEYNA
VE ALÂ İBÂDİLLÂHİ ESSÂLİHÎN. EŞHEDU EN
LA İLÂHE İLLALLÂHU VE EŞHEDU ENNE
MUMAMMEDEN ABDUHU VE RASÛLUHU.)
(ALLÂHUMME SALLİ ALÂ MUHAMMEDİN VE
ALÂ ÂLİ MUHAMMED,KEMÂ SALLEYTE
ALÂ İBRÂHİME VE ALÂ ÂLİ İBRÂHÎM İNNEKE
HAMÎDUN MECÎD)
(ALLÂHUMME BÂRİK ALÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂLİ MUHAMMED,KEMÂ
BÂREKTE ALÂ İBRÂHÎME VE ALÂÂLİ İBRÂHÎME İNNEKE HAMÎDUN
MECÎD)
* Son rekatta salatu selamdan
sonra şu duayı okuması sünnettir:
(ALLÂHUMME İNNİ EÛZU BİKE MİN AZÂBİ CEHENNEM, VE MİN
AZÂBİLKABRİ VE MİN FİTNETİLMEHYA VELMEMÂT, VE
MİN ŞERRİ FİTNETİLMESÎH EDDECCÂL.)
(Allah'ım cehennem azabından sana sığınırım, kabir azabından
sana sığırım, hayat ve ölüm
fitnesinden sana sığınırım, mesih deccal fitnesinden sana
sığınırım.)
Sonra istediği gibi dua eder.
(ALLAHUMME E'INNI ALA ZİKRİKE VE ŞUKRİKE VE HUSNİ İBADETİK)
(Allah'ım seni hatırlamak, sana şükretmek ve sana güzel ibadet
edebilmem için bana yardım et)
*Sonrada başını sağ tarafa
çevirerek (ESSELÂMUALEYKUM VE RAHMETULLAH) der,
sonrada sol tarafına aynı şekilde çevirerek selam verir.
* Sonra Rasulullah sav'den varit olan zikirleri söylemeye çalışır.
misal: üç kere (ESTAGFİRULLÂH)
(ALLAHUMME ENTESSELÂMU VE MİNKESSELÂMU
TEBÂREKTE YÂ ZELCELÂLU VEL-İKRÂM)
Namazın kılınış şekli erkek olsun,kadın olsun aynıdır.Kesinlikle bir
değişiklik yoktur.
Abdullah İbnu Zubeyr (R. A.) her nama/m selamından sonra şöyle
derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l-mülkii ve
lehii'l-hamdu ve hüve ala külli şey'in kadir. La havle ve la kuvvete illa
billah. La ilahe illalah. Ve la na'budu illa iyyah. Lehu'n-ni'metü ve
lehii'l-fadlu ve lehü's-senau'l-hasen. La ilahe illallahu muhlisine lehü'd-dine
ve lev kerihe'l-kafirun.
Ve Abdullah İbn Zubeyr: Resûlullah (S.A.V.)'in her namazdan
sonra bu lafızları tehlil ederdi. (Yani bu kelimeleri yüksek sesle söylerdi)
… Her namazın arkasından şöyle
demeyi terketmemeni sana vasiyyet ediyorum" dedi. Ellahumme e'inni ala zikrike ve şükrike ve husni ibadetike.
"Her namazın akabinde otuz üç kere
Subhanellah, otuz üç kere Allahu ekber, otuz üç kere Elhamdu lillah,
dersiniz" buyurdu.
Her farz namazın ardından otuz üç kere subhanallah,
otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere allahu-ekber dersiniz.
(Bu hadisi Müslim (596) rivayet etmiştir.)
NAMAZLARIN AKABİNDE SÖYLENEN TEsBİH, TAHMİD VE
TEKBİRİ SAĞ ELLE YAPMANIN SÜNNET OLDUĞU
FARZ VE NAFlLE HER NAMAZIN AKABİNDE AYET'EL-KÜRSİ'NİN OKUNACAĞI
Kim ki, her namazın arkasından ayet'el-kürsiyi
okursa, cennete girmesine tek engel ölümdür" dedi. (Bu hadisi İbnu
Sünni (S/121)
HER NAMAZIN AKABİNDEN MUAVEZAT'IN OKUNACAĞININ
EMİR OLDUĞU
Resûlullah (S.A.V.) bana
her namazın arkasından muavezat'ı okumamı emretti.
NAMAZIN AKABİNDEKİ ZİKRE ŞEYTANIN MANİ'
OLMAK İSTEDİĞİ
"İki haslet veya iki hal vardır ki, müslüman bir kul
bunları muhafaza ederse behemehal cennete girer. O iki şey çok kolaydır ama
onlarla amel eden azdır. (Her farz namazın) akabinde on defa subhanallah, on
defa elhamdu lillah on defa allahu ekber der. İşte bunlar dilde
yüz elli, fakat mizanda bin beşyüzdür. Yatma yerini aldığın vakitte, otuzdört
defa allahu ekber, otuz üç defa elhamdu lillah, otuz üç defada subhanallah
der. İşte bunlar dilde yüzdür. Fakat mizanda bindir." Abdullah dedi
ki: "Resûlullah (S.A.V.) bunları (sağ) elinin parmaklarıyla yaptığım
gördüm."Dediler ki: "Bu kadar kolay şeyleri yapan az olur. Sizden
biriniz yatacağında şeytan ona gelir uykusunu getirir bunları yapmadan uyur. Ve
sizden birinize namazında gelirde ona bazı ihtiyaçlarını hatırlatır. Namazı
bitirir bitirmez hemen ihtiyaçlarının peşinden giderde yapamaz."(Bu
hadisi Ebu Davud (4065) Tirmizi (3407)
Namazların Farz ve
Müekked (Ratib) Olan Sünnetlerini
Gösteren Çizelge:
Namazların Adı |
İlk Sünnetler |
Farzlar |
Son Sünnetler |
|
1 |
Sabah |
2 |
2 |
- |
2 |
Öğle |
4 |
4 |
2 |
3 |
İkindi |
- |
4 |
- |
4 |
Akşam |
- |
3 |
2 |
5 |
Yatsı |
- |
4 |
2 |
Cuma Namazı |
Tahiyyet’ül- Mescid namazı 2 rekat |
2 |
Evde kılınırsa 2, camide kılınırsa 2+2 |
NAMAZIN
SÜNNETLERİ
1.
İftitah
Tekbirinde, ve her tekbirlerde elleri omuz hizasına kadar kaldırmak.
2.
Elleri
bağlarken sağ eli sol elin üzerine koyarak göğüs üzerine bağlamak.
3.
Namazın
başında açılış duası okumak. Bu konuda Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) den değişik dualar varid olmuştur. Sübhaneke duası gibi.
4.
İlk okumaya
başlandığında kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak. Yani (sesziz olarak “Eûzü billahimineşşeytanirracîm” demek sünnettir.
5.
Fatihanın
sonunda “Amin!” demek.
6.
Fatihadan
sonra küçük bir sûre veya okuyabildiği kadar Kur’andan âyetler okumak.
7.
Rükûdan
kalkış hariç bütün eğilip doğrulmalarda tekbir getirmek.
8.
Beli düz
tutup başı belin hizasında tutmak, parmakları açık tutmak kaydıyla ellerin iç
kısımları ile iki diz kapağına dayayarak destek almak.
9.
Rükûda üç
defa «سُبْحَانَ رَبِّيَ العَظِيمِ » demek.
10.
Rükûdan
kalkınca «سَمِعَ اللهُ لِمَنْ حَمِدَهُ اللَّهُمَّ
رَبَّنَا لَكَ الحَمْدُ» demek.
11.
Rükuda şu durumlara dikkat edilmelidir:
12.
Secdede alın,
burun, eller yere değmelidir. İşâret parmakları kulak hizasında olmalıdır. El
ve ayak parmakları kıble yönünde yere yapışık bir şekilde uzatılır.
13.
Secdede yapılan zikirler:
“Sübhane Rabbiye'l-âlâ” (üç defa).
Şu duayı Peygamberimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) rüku ve
secdesinde çok yapardı:
14.
“Sübhaneke Allahümme Rebbenâ ve bihamdike, Allahümmeğfirli.”
15.
“Allahım!
Rabbimiz! Sana hamd ederek seni tesbih ederim. Allahım! Beni bağışla.!”
16.
İki secde arasında oturuş şekli:
17.
Sol ayak sağa
doğru yatırılarak üzerine oturulur. Sağ
ayak dikilerek parmaklar kıbleye döndürülür.
İki
secde arasında yapılan dualar:
18.
“Allahümmeğfirli, ve'rhamnî, ve'cburnî,
ve'rfa’nî, ve'hdinî, ve âfini, ve'rzugnî.”
Manası:“Allahım!
Beni bağışla, bana merhamet et, itaatine beni mecbur kıl, beni yükselt, bana
hidayet et, bana afiyet ver, beni rıızıklandır.”
19.
Dinlenme Oturuşu: İkinci secdeden sonra bir sonra ki rekata kalkarken çok kısa bir zaman
oturmak sünnettir.
20.
Teşehhüdde oturuş şekli: Hadiste şöyle buyurulur:
21.
“Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) teşehhüde oturduğunda sağ
elini sağ dizinin üstüne, sol elini ise sol dizinin üstüne koyardı. Sağ işâret parmağı ile işâret ederdi ve
gözü işaretinden ayrılmazdı.” (Müslim).
22.
Başka bir hadiste şöyle buyurulur:
23.
“Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) işâret parmağını kaldırdığında onu
hareket ettirir ve böylece dua eder ve şöyle derdi: Bu işâret parmağının, bu
işâreti şeytana demir (şişten) daha şiddetli
gelir.”
24.
Teşehhütte
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e salat ve selam getirmek.
25.
Vitir namazında
kunut duası okumak sünnettir.
26.
Musibet
indiğinde beş vakit namazda kunut duası
yapmak sünnettir.
27.
İkinci
teşehhütte sol kalçanın üzerine oturarak sol ayağın parmaklarını sağ bacağın altından çıkarmak ve sağ ayağı
parmaklar kıbleye yönelecek şekilde dik tutmak sünnettir.
28.
Selam vermeden
önce şu duaları yapmak sünnettir:
“Allahumme innî euzü bike min azâbi cehennem
ve min azâbi‘l-kabri ve min fitneti’l-mehya ve'l-memat ve min
el-Mesihi’d-Deccal.”
Manası:“Allahım! Cehennem ve kabir
azabından, hayatın ve ölümün ve Mesihi’d-Deccal’in fitnelerinden sana
sığınırım!”
“Allahümme! İnnî zalamtü nefsî zulmen kesîran
vela yağfirü'z-zünûbe illa ente, feğfirlî mağfireten min indeke, verhamni
inneke ente’l-ğafûrü'r-rahîm.”
Manası: “Allahım! Ben nefsime çok
zulüm ettim, günahları senden başka af edecek olan da yoktur. Katından
vereceğin bir bağışla beni bağışla! Bana merhamet et! Muhakkak ki sen
bağışlamayı seversin ve çok merhametlisin!” (Buhari –Müslim)
NAMAZDA HUŞU
Huşusuz namaz kuru ağaca benzer. Huşusuz namaz
sahibini münkerden korumaz. Namazda huşudan kasıt kalbin hazır bulunmasıdır.
Kalbin hazır bulunduğu bir namaz cennete giriş sebeplerindendir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:
“Mü’minler felaha ermişlerdir. Ki onlar namazlarında huşu
içindedirler.” (Mü’minûn:1-2).
“Haşiûn” kelimesinin
manası “korku duymak ve sükûnete ermek manalarına gelmektedir. İbn-i Kesir
huşuyu şu şekilde açıklıyor: Huşu, sükûnete ermek, huzur bulmak, vakar ve
tevâzu göstermek, Allah’tan korkmak ve O’nun murakabesini hissetmektir.
HUŞUYU GİZLEMEK
Huzeyfe (Allah ondan razı olsun) şöyle der:
“Nifak
huşusuna karşı dikkatli olun. Ona dediler ki: Nifak huşusu nedir? Dedi ki:
Cismi korkulu gördüğün halde kalbin korkmamasıdır.”
Fudayl Bin İyad kişinin cisminin kalbinden
daha huşulu görünmesi mekruh olduğunu ifade eder.
Salihlerden biri, namaz kılan
birinin omuzlarını yukarı doğru çekmiş bir halde namaz kıldığını görünce:
“Ey filan kişi huşu omuzları
çekmekte değil, huşu kalptedir” demiştir.
Başka bir
ayette şöyle buyurulur:
“Allah’a saygı ve bağlılık içinde
namaz kılın” (Bakara:3)
Namaz
islamın en önemli şartıdır ve onu huşulu bir şekilde eda etmek şeriatın
isteğidir. Bu yüzden insan oğlunu büyük ibadetten alıkoymak için elinden gelen
bütün gayreti gösterir. Şeytan şöyle der:
“Daha
sonra olara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim.”
Şeytan
her türlü vesileyi kullanarak insanların ecirlerini azaltmak için gayret eder.
Huzeyfe (Radıyellahu anhü) şöyle der:
“Dininizden ilk
olarak kaybedeceğiniz şey namazınızdaki huşu, ondan sonra kaybedeceğiniz ise
namazın kendisidir. Ne namaz kılanlar vardır ki onlarda hayır yoktur, öyle
zaman gelir ki mescide girip huşulu bir şekilde namaz kılan bir kişi dahi
bulamazsınız.”
NAMAZDA HUŞULU OLMAYA YARDIMCI OLAN
BAZI VESİLELER
1.
Namaz için
yapacağımız ön hazırlığı en iyi şekilde
yapmak.
2.
Namazda rükû,
secde ve diğer hareketlerin hakkını vererek sünnete uygun bir şekilde yapmak.
3.
Namazda ölümü
düşünmek.
4.
Okumuş
olduğumuz âyetlerin ve yapmış olduğumuz duaların manalarını düşünmek.
5.
Ayetlerin
manasını daha iyi düşünebilmek için ayetleri arasında durmak.
6.
İmamın
okurken, tecvit kaidelerine uygun olarak sesini güzelleştirmesi.
7.
Kişinin namaz
esnasındaki yakarışlarına Allahu Teâlâ’nın cevap vereceğinin bilincinde olması.
8.
Namaz
kılarken önümüzde bir duvar direk gibi herhangi bir engelin olması.
9.
Kıyamda sağ
eli sol elin üzerine koyarak göğüs üzerinden bağlanması.
10.
Namazda secde edilecek yere bakılması.
11.
Teşehhüt oturuşlarında şahadet parmağını ileri doğru dikçe tutarak
hareket ettirmek. Unutulmamalıdır ki bu hareket şeytan için ona demirle
vurmaktan daha ağırdır.
12.
Namazda okuduğumuz sureleri ve duaları çeşitli kılmak yani her zaman hep
aynı sureleri okumamak.
13.
Secde ayeti okuduğumuz yerde tilavet secdesi yapmak.
14.
Şeytandan
Allah’a sığınmak.
15.
Gelip geçmiş
salih insanların namazlarında gösterdikleri büyük huşu örneklerini örnek almak.
16.
Huşu ile
kılınan namazın ecrinin ne kadar büyük olduğu bilinmeli.
17.
Özellikle
secdede ihlasla dua etmek.
18.
Namazdan
sonra sünnette varit olan duaları mutlaka yapmak.
19.
Namaz kılınan
yerde insanı namazda meşgul edecek ne varsa onları kaldırmak gerekir.
20.
Kişinin namaz
kıldığı elbise her türlü nakış, şekil ve resimlerden uzak olmalı.
21.
Bevl veya büyük
tuvalet olduğu durumlarda namaza durulmamalı.
22.
Namazı
uykunun bastıracağı bir vakte kadar ertelememek.
23.
Uykulu
birinin arkasında namaz kılmamak.
24.
Şayet toprak
üzerinde namaz kılınıyorsa namazda secde yerini düzlemekle uğraşmamak.
25.
Okuyuşu sesli
yaparak başkalarına rahatsızlık vermemek.
26.
Namazda sağa,
sola ve göğe doğru bakmamak.
27.
Namazda
esnememeye çalışmak.
28.
Namazı kısa
tutmaya çalışmamak.
29.
Elbiseyi
yerlerde süründürmemek.
TİLAVET SECDESİ
Bir
mümin secde âyeti okuduğu zaman tilavet secdesi eder. Kur’an-ı Kerim’de secde
âyetlerinin yan tarafına secde âyetleri oldukları belirtilmiştir. Bir
müslümanın üzerine düşen bu ayetlerden birine uğradığında secde yapmaktır.
Tilavet
secdesi nasıl yapılır?
Tekbir getirilerek normal secdeye
gider gibi yedi ağza ile beraber secde yapılır. Secdede:
“Subhane rabbiyel
âlâ.” Manası: En yüksek olan Rabbimi
tesbih ederim.”Denir. Daha sonra dilerse:
«Sübhaneke’l-llahüme
Rabbena ve bihamdik. Allahümme’ğfirlî.»
Manası:
“Allahım!
Rabbimiz seni hamd ile tesbih ederiz! Allah’ım beni bağışla!”
Şayet dilerse
şu meşhur dua da yapılabilir:
“Allahümme leke
secettü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü. Secede vechi lillahi’llezi
halagahu ve savverahu ve şagga sem'ahu ve basarahu bi havlihi ve guvvetihi.
Allahumme uktüb li biha hayran ve tegabbelhü minnî kema tegabbelteha min abduke
Davud.”
Manası:
“Allah’ım sana secde ettim! Sana iman
ettim! Sana tevekkül ettim. Yüzüm onu yaratan, ona şekil veren, kuvvetiyle onun kulaklarını ve gözlerini yaratan Allah’a
secde etti. Allahım bu secde vesilesi ile bana hayır yaz, onun vesilesi ile
günahlarımı sil, onu senin yanında birikmiş bir hasene bana ulaştır. Bu secdeyi
Davud (a.s.)’dan kabul benden de kabul buyur.”
Daha sonra namazda ise tekbir
getirerek ayağa kalkar namazda değilse
tekbirsiz ve selamsız olarak kalkar. (Bu bir içtihattır)
SEHİV SECDESİ
Sehiv
secdesi kişinin namazında eksiklik, fazlalık veya şüphe duyması sonucu hatanın
telafisi için yapılması gereken secdeye verilen isimdir. Namaz kılan kişi
rekat, rükû, secde sayısında bir eksiklik veya fazlalık yaparsa veya fazla veya
bu konuda kuvvetli bir şekilde şüphe duyarsa sehiv secdesi yaparak oluşan bu
hatayı telafi edebilir. Sehiv secdesi üç durum sebebi ile olur:
Bir: Fazlalık: Rükû, secde veya rekât adedinde bir fazlalık olduğu
durumdur. Örneğin bir rekatta iki rükû veya üç secde yapmak, dört rekatlı bir
namazı beş kılmak gibi. Böyle durumlarda sehiv secdesi selam verdikten sonra
yapılır.
Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dört rekatlı öğle
veya ikindi namazının ikinci rekatından sonra selam vermiş sahabenin
uyarısı üzerine dörde tamamlamış ve sonra selam vermiş ve ardından da sehiv
secdesi yapmıştır.
İki: Eksiklik: Namazda vaciplerin biri unutulursa bunun telafisi
için selam vermeden önce secde yapılır. Örneğin kişi dört rekatlı bir namazda
ikinci teşehhüdü unutmak, secdede “Subhane
Rabbiye’l- a’lâ” demeyi, veya rükûda “Subhane Rabbiye’l-azîm” demeyi unutmak gibi durumlarda
selamdan önce sehiv secdesi yapılmalıdır. Abdullah İbn-i Buhayne’den rivayet
edilen bir hadiste Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) öğle namazını
kılarken birinci teşehhüde oturmayı unutur ve ikinci teşehhütte selamdan önce
iki secde yapar ve daha sonra selam vererek namazı bitirir.
Üç: Şüphe: Kişinin
namazında eksik mi veya fazlalık mı olduğunu bilmemesi durumudur. Bu durumu
iki gurupta inceleyebiliriz:
Birinci Durum:Kişinin namazında yapmış olduğu fazlalık veya
eksiklik konusunda her hangi birinin ağır basması durumu. Bu durumda ağır basan
ihtimalin üzerine hareket eder ve selam verdikten sonra secde eder.
İkinci Durum: Şayet kişi namazında eksik mi yaptı yoksa fazlalık
mı yaptı bunu bilmiyorsa ve bu konuda iki ihtimalden hiç biri diğerine üstün
gelemiyorsa bu durumda kişi namazını eksik kılma ihtimalini dikkate alarak
tamamlar ve selam vermeden sehiv secdesi yapar.
NAMAZI
BOZAN ŞEYLER
1. Bilerek
yemek içmek. Bu konuda farz namazda icmâ vardır. Nafile bir namazda Yemek
alimlerin çoğuna göre namazı bozar.
2. Maslahat
olmadan bilerek konuşmak.
3. Namazın
erkanından veya şartlarından birini bilerek terk etmek.
4. Çok
hareket etmek.
5. Gülümsemek
veya gülmek.
NAMAZDA
MEKRUH OLAN ŞEYLER
1. Namazın
sünnetlerinden her hangi birini terk etmek mekruhtur.
2. Namaz
kılınacak elbise veya bedenin kirli olması. (Zaruret hariç)
3. Elleri
tam göbeğin üstünden bağlamak.
4. Namazda
yukarıya veya göğe doğru bakmak.
5. Ağzı
kapamak, elbiseyi yere değecek kadar uzun tutmak.
6. Kişi aç
iken sofra kurulması halinde kişinin namaza başlaması.
7. Kişinin
tuvaleti olduğu halde namaza durması.
8. Gece
namazına kalkındığında insanın aşırı uykusu olması.
9. Mescitte
kendine özel bir yer hazırlayarak burada namazını eda etmesi.
NAMAZ
VAKİTLERİ
Her
namazın belli bir vakti vardır. Her namaz kendi vaktinde kılınmalıdır. Allahu
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Abdullah Bin Amr şöyle der: Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve
Sellem) şöyle buyurur:
Manası:
“Öğle namazının
vakti:Güneş tam ortada iken batıya doğru biraz meyletmesi ile başlar. Bir cismin
gölgesi kendi boyuna eşit oluncaya kadar, (yani) ikindi vakti girene kadar
sürer. İkindi namazının vakti; güneş iyice sararıncaya kadar devam eder. Akşam
namazının vakti; güneşin batmasıyla başlar şafağın kırmızılığının kaybolması
ile sona erer. Yatsı namazının vakti: Şafağın kırmızılığının kaybolması ile
başlar gece yarısına kadar devam eder. Sabah namazının vakti: Fecrin doğması
ile başlar güneşin doğması ile sona erer. Güneş doğduğunda namaz kılınmaz zira
güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar.” (Müslim)
NAMAZ KILINMASI
YASAK OLAN VAKİTLER
Namaz
kılınması yasak olan vakitler üçtür:
1.
Sabah
namazından sonra güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılınmaz.
2.
Güneş tam
ortada iken namaz kılınmaz. Güneş bir eğildikten sonra namaz kılınabilir.
3.
İkindi
namazından sonra güneş batana kadar namaz kılınmaz.
Kişi vakte ait farz namazı bu
yasak vakitlerde hatırlarsa hatırladığı anda kılabilir.
Cemaat farz namaza durduğunda
fertlerin nafile namaz kılmaları doğru değildir.
İMAMLIKTA
EFDAL OLAN KİŞİ
Allah’ın
kitabı olan Kur’anı en iyi okuyan kişi imamlıkta önceliklidir. Şayet imam
olabilecek kişiler Kur’anı güzel okumada eşit iseler Peygamberimiz (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) sünnetini daha iyi bilen kişi imam olmalıdır. Bunda da eşit iseler en önce
hicret eden kişi imam olmalıdır. Şayet bun dada eşit iseler daha yaşlı olan
imam olmalıdır.
KİMLERİN
İMAMLIĞI GEÇERLİ OLUR
1. En az
yedi yaşında, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek çağdaki çocuğun kıldırdığı
namaz makbuldür.
2. Gözleri
görmeyen bir kişinin imamlığı makbuldür.
3. Farz
namaza niyet etmiş birinin arkasında nafileye niyet etmiş biri nafile namaz
kılabilir. Zira Sahabelerden Muaz Allah’ın Resûlünün imamlığında, yatsı
namazını cemaatle kıldıktan sonra kendi kavmine dönüp onlara yine yatsı namazında
imamlık yapmıştır. Bu durumda Muaz’ın ikinci namazı nafile namaz olurken
kavminin namazı farz namaz olmuştur.
4. Teyemmümlü
insanın abdestli insana imamlık yapması caizdir.
5. Yolcunun
yolcu olmayana imamlığı caizdir.
6. Oturarak
namaz kılmak durumunda kalan kişinin imamlığı caizdir.
CEMAATLE
NAMAZ KILMAK
*Allah’ın
Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir
hadiste şöyle buyurur:
“Erkeğin cemaatle
kıldığı namaz evde veya iş yerinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha
efdaldır.”
*Allah’ın Resûlü (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) İbn-i Mace’nin rivayet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyurur:
“Ezanı duyduğu
halde özürsüz olarak namaza gelmeyenin namazı kılınmamış gibidir.”
HASTANIN NAMAZI
Ø Hasta durumda olan bir kişi şayet gücü yeterse
namazını ayakta kılmalıdır. Ayakta durmak kendisine zor gelirse duvar değnek
v.s. her hangi bir şeye yaslanarak da ayakta durabilir.
Ø Eğer buna da gücü yetmiyorsa namazını oturarak
kılar. Bağdaş kurularak oturulması efdaldir.
Ø Buna da gücü yetmezse kıbleye dönmek şartıyla yan
tarafına yatarak kılar. Sağ tarafa yatması efdaldır. Kıbleye dönmek zor gelirse
kıbleye dönmesi şart değildir.
Ø Bu şekilde de kılması mümkün olmazsa ayaklarını
kıble tarafa yönelterek sırt üzeri yatarak ta kılabilir. Şayet mümkün olursa
başı hafifçe kaldırmak efdaldır.
Ø Hasta şayet gücü yeterse rüku ve secdeleri esas
şekliyle yapmalıdır. Şayet buna gücü yetecek durumda değilse rüku için başını
hafifçe eğer, secde yapmak için ise başını rükudakinden biraz daha fazla olarak
eğer. Şayet hasta kişi sadece rüku ve ya secdeden birini gerçek şekliyle
yapmaya gücü yetecek durumda ise gücü yettiğini gerçek şekliyle yetmediğini de
ima ile yapar.
Ø Şayet başıyla da ima edecek durumu yoksa rüku için
göz kirpiklerini biraz yumar secde içinse öncekinden biraz daha yumar.
Ø Bunlardan hiçbirine gücü yetemiyorsa niyeti, tekbirleri,
okumaları kıyam, rüku ve secdeleri hepsi için niyet ederek kalbiyle yapar.
Ø Şayet hasta namazlarını vaktinde kılmaya gücü
yetmiyorsa iki namazı bir arada kılarak öğle ile ikindiyi ikisinden birinin
vaktinde, yine akşam ile yatsıyı da ikisinin birinin vaktinde eda eder. Sabah
namazı başkasıyla cem olmaz.
NAMAZ
KILANIN ÖNÜNDEN GEÇMEK İSTENDİĞİNDE ENGELLEYİN
Allah’ın
Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
“Şayet namaz kılanın önünden geçen kişi
kendisine hangi cezanın verileceğini bilseydi kırk… boyunca ayakta durmasının
namaz kılanın önünü kesmekten daha hayırlı olacağını görecektir.”
Ebu En-Nasr şöyle der: Bilmiyorum, kırk gün mü, yoksa kırk ay mı,
yoksa kırk sene mi dedi!
(Buhari namaz kılanın önünü kesmek
babında rivayet etmiştir.)
SEFERİ (YOLCU) NAMAZI
Seferde namazi kisaltmanin vucubiyeti; Allah
Azze ve Celle buyuruyor ki; ”Yeryuzunde sefere ciktiginiz zaman kafirlerin
size kotuluk etmelerinden endise ederseniz, namazi kisaltmanizda size bir gunah
yoktur.”(Nisa 101)
Ibni Abbas r.a.’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Azze ve
Celle’nin korkusu disinda hicbir korku olmadigi halde Medine’ye yolculuk yapar,
donunceye kadar namazlari iki rekat kilardi.” (Ibni Ebi Seybe, Tirmizi(547)
Nesai(3/117) sahihtir. Bkz.; el Irva(3/6))
Harise Ibnu Vehb (radiyallahu anh) anlatiyor: ”Rasulullah (aleyhissalatu
vesselam) Mina'da bize, sayica en cok oldugumuz ve en ziyade guven icinde
oldugumuz bir zamanda namazi iki rek'at kildirdi.” (Buhari, Taksir 2, Hacc
84; Muslim(696) Ebu Davud(1965) Tirmizi(882) Nesai(3.119.120))
Ya'la b. Umeyye'den soyle dedigi rivayet edilmistir: Ben Omer b. el-Hattab'a: ”Yeryuzunde
sefere ciktiginiz zaman eger kafirlerin size bir fenalik yapmasindan
korkarsaniz, namazi kisaltmanizda uzerinize bir vebal yoktur.” (en-Nisa,
4/101) buyrugu ile ilgili olarak insanlar artik iman etmis (ve guvenlige
kavusmus) bulunuyorlar, dedim. Bana su cevabi verdi: Senin hayret ettigin seye
ben de hayret ettim, bunun uzerine Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem'e
buna dair soru sordum, soyle buyurdu: ”Bu Allah'in size verdigi bir
sadakadir. O'nun sadakasini kabul ediniz.” (Muslim(686) Ahmed(1/25) Ebu
Ya’la(1/163) Beyhaki(3/134) Safii el Umm(1/179) Abdurrazzak(2/517)
Fesevi(2/205) Ebu Davud(1199) Tirmizi(3034) Nesai(3/116) Ibni mace(1065)
Darimi(salat 179))
Aise (radiyallahu anha) anlatiyor: ”Allah namazi (ilk defa farz ettigi zaman
iki rek'at olarak farz etmisti. Sonra onu hazer icin (dorde) tamamladi. Yolcu
namazi ilk farz edildigi sekilde sabit tutuldu.” (Buhari(3935) Muslim(685)
Muvatta(1/146) Ebu Davud(1198) Nesai(1/225).)
Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem'in ister hacca gitmek, ister umre
yapmak, isterse de gaza yapmak uzere butun seferlerinde namazlarini kasr ile
kildigina dair haberler tevatur derecesindedir. Ibn Omer dedi ki: Ben
Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yolculuklarda bulundum.
Yuce Allah vefat ettirinceye kadar iki raketten fazla kilmadi. Ebu Bekir ile de
yolculuklarda bulundum, o da Allah vefat ettirinceye kadar iki rekatten
fazlasini kilmadi. Omer ile de birlikte oldum, o da Allah vefat ettirinceye
kadar iki rekatten fazla kilmadi. Daha sonra Osman ile birlikte yolculuklarda
bulundum. O da Allah vefat ettirinceye kadar iki rekatten fazla kilmadi. Yuce
Allah da: ”Andolsun ki sizin icin... Rasulullahda guzel bir ornek vardir.”
(el-Ahzab, 33/21) diye buyurmaktadir. (Buhari(1101) Muslim(689) Nesai(3/121 ))
Abdullah b. Mesud dedi ki: ”Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem ile
birlikte Mina'da (farzi) iki rekat olarak kildim. Ebu Bekir es-Siddik ile
birlikte Mina'da iki rekat kildim, Omer ile birlikte Mina'da iki rekat kildim.
Dort rekat kilmak yerine, keske kabul olunan iki rekat nasib olsa.”
(Muslim(695))
Muverrik el Icli’den; Ibni Omer r.a.’ya seferde namazdan soruldu. Dedi ki; ”Ikiser
ikiser kiliniz. Kim sunnete muhalefet ederse kufre sapar.” (sahihtir.
Ahmed(2/83,400) Abdurrazzak(4281) Tahavi(1/422) Beyhaki(3/140) Mecmauz
Zevaid(2/154) Busayri Ithaf(1805) Ibni Hacer Metalibul Aliye(649) Ibn Kesir
Camiul Mesanid(28/321) Satibi el-Itisam(1/102))
Bisr Bin Harb’den; Ibni Omer radiyallahu anhuma’ya; ”Yolcunun namazi nasil
olacak ey Ebu Abdurrahman?” diye sordum. Dedi ki; ”Eger Peygamberiniz
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sunnetine uyacaksaniz size haber vereyim,
peygamberinizin sunnetine uymayacaksaniz haber vermeyeyim.” Biz de; ”En
hayirli sunnet peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sunnetidir ey Ebu
Abdurrahman!” dedik. Bunun uzerine dedi ki; ”Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Medine’den ciktigi zaman donunceye kadar iki rekat kilardi.”
(Ahmed(2/124) isnadi sahihtir.)
Seferilik mesafesi; namazin kisaltilmasi icin
ne seferilik mesafesi ne de muddeti sinirlandirilmamistir. (Ibni Kudame el
Kafi(1/201) Menarus Sebil(1/133) Ibni Kayyim Zadul Mead(3/562)) Sayet bunun bir
siniri olsaydi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mutlaka bunu beyan
ederdi.”[/b]Ey Mekke halki dort beridlik mesafeden azinda namazi
kisaltmayin" seklinde rivayet edilen sozun ise Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’e ait olmadigi tesbit edilmistir. (Ibni Teymiye Mecmuatur
Resail(2/6) Elbani Daife(439))
Enes (radiyallahu anh) 'in anlattigina gore kendisine Basra’dan Kufe’ye giden
kisinin kasru's-salat yani namazini kisaltmasi hakkinda sorulmustu. Soyle cevap
verdi: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) uc millik (
Enes r.a.’e Basra’dan Kufe’ye giden kisi hakkinda soruldugu icin, bu hadisin "Belki
orada konaklayip yolculuguna devam ediyordu, yolculugunun son duragi
degildi" seklinde yorumlanamaz. Aksi halde Enes r.a.’in boyle bir
soruya karsi uc mil gibi bir mesafeden bahsetmesi anlamsiz kalirdi. (bkz.
Fethul Bari(2/567) el Irva(3/15))
Su’be’nin sekke dustugu seyi su rivayetler gidermektedir; Ebu Said r.a.’den; "Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem Medine’den cikip bir fersah(
Abdurrahman Bin Harmele’den; "Said Bin Museyyeb’e Medine’ye bir beridlik (
Muhammed Bin Zeyd Bin Huleyde’den; Ibni Omer r.a. dedi ki; "Uc mil (
Leclac der ki; "Omer Bin el Hattab r.a. ile sefere ciktik uc millik
(5541 metrelik) mesafede namazi kisaltiyorduk." (Ibni Ebi Seybe(2/333)
Sahiha(1/260) hasendir.)
Muharib Bin Disar’dan; Ibni Omer r.a. dedi ki; "Gunduz vakti bir
saatlik yola ciksam bile namazi kisaltirim." (Ibni Ebi Seybe(2/334)
isnadi sahihtir. Bkz.: Fethul Bari(2/567) Irva(3/18) Sahiha(1/259)) Yine Ibni
Omer r.a. der ki; "Bir millik (1847 metrelik) mesafeye gitsem bile
namazi kisaltirim." (Sahihtir. Fethul Bari(2/567) Irva(3/18)
Sahiha(1/259))
Nafi dedi ki; "Ibni Omer r.a. Mekke’de ikamet ederdi. Mina’ya ciktigi
zaman namazi kisaltirdi." (Ibni Ebi Seybe(2/334) isnadi sahihtir.
Irva(3/18) Sahiha(1/259)) Mekke ile Mina arasi bir fersah (
Ibnu'l-Munzir dedi ki: Kendisinden ilim belledigimiz herkes icma ile sunu ifade
etmistir. Yolculuga cikmak isteyen bir kimse ancak yolculuga cikacagi kasabanin
evlerinin disina ciktigi vakit namazini kasredebilir. (Ibn Kudame,
el-Mugni(2/260))
Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: "Medine 'de ogle namazini Rasulullah
(aleyhissalatu vesselam) ile dort rek'at kildik. Mekke 'ye gitmek uzere yola
cikip Zulhuleyfe 'ye gelince ikindiyi iki rek'at kildi.''
(Buhari(1039,1471–1073) Muslim(690) Ebu Davud(1202) Tirmizi(546) Nesai(1/237)
Ahmed(3.111.117, 186,268))
Seferilik muddeti; Cabir (radiyallahu anh)
anlatiyor: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) Tebuk'de yirmi gun
ikamet etti ve namazlari hep kasretti." (sahihtir. Ebu Davud(1235)
Ibni Hibban(546-Mevariduz Zaman) Sahihu Suneni Ebu Davud(1094) Irva(574)
Ahmed(3/295) Ibni Ebi Seybe(2/342) Abdurrazzak(4335) Ibni Hibban(2738-41)
Beyhaki(3/152) Ibni Hazm Muhalla(5/26) Zeylai Nasbur Raye(2/186))
Enes r.a’den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Mekke’de bir
ay kaldik ve namazlari kisalttik.” (Buhari(2/34))
Ibn Omer radiyallahu anhuma’dan; "Biz kar yollari kapattigi icin
Azerbaycan’da alti ay kaldik ve namazlari ikiser rekat kildik."
(Isnadi sahihtir. Ahmed(2.83.154 no:5552,6424) Mecmauz Zevaid(2/158) Ibn Kesir
Camiul Mesanid(28/58) Ibni Hacer ed-Diraye(129) Zeylai Nasbur Raye(2/185)
Irva(3/28) Zadul Mead(3/562) Ibni Muflih el-Mubdi(2/115) Ibni Teymiye
Fetava(24/142) Ibni Kudame el-Mugni(2/68) el-Kafi(1/201) Kessaful Kina(1/518)
Telhisul Habir(2/47) Bedrul Munir(507))
Bazilari; "Belki bugun yarin cikarim diye niyet etmemislerdir"
seklinde yorumladilar. Ancak bu gorus hatadir. Zira alti ay Azerbaycan’da kalan
Ibni Omer r.a.’in bu cesit karlarin birkac gunde eriyecek bir sey olmadigini
takdir etmemis olmasi dusunulemez. Enes r.a.’in Sam’da iki sene kalip namazi
kisaltmasi(Beyhaki(3/152) isnadi salihtir.), bir grup sahabenin Ramehurmuz’de
yedi ay kalarak namazlari kisaltmalari (Beyhaki(3/152) Ebu Hatem Merasil(s.240)
Zadul Mead(3/562) Ibni Muflih el Mubdi(2/115) Ibni Teymiye Fetava(24/142) Ibni
Kudame el Mugni(2/68) el Kafi(1/201) Kessaful Kina(1/518)) da bunun gibidir.
Osman et Tavil’den; Ebul Aliye (Rufey Bin Mihran) er Riyahi dedi ki; "Bize
Ebubekr r.a. soyle bir hutbe okudu; "Evinde oturan icin namaz dort
rekat, yolcu icin iki rekattir. Benim dogum yerim Mekke, hicret yerim
Medinedir. Medine’den cikinca Zulhuleyfe’den oteye iki rekat olarak kilarim. Bu
ona donunceye kadar boyle devam eder." Rufey Bin Mihran’a dedim ki; "Ben
memlekete geliyor iki ay kaliyorum. Namazi kisaltmali miyim?" dedi ki;
"Evet! Orada elli yil kalsan bile donunceye kadar kisaltirsin."
(isnadi hasendir. Mervezi Musnedi Ebu Bekr(135) Ebu Nuaym Hilye(2/222) Osman et
Tavil disindaki ravileri guvenilirdir. Osman hakkinda Buhari cerh ve tadil
zikretmeden bahsetmistir.(Tarihul Kebir(2/3/258) Ebu Hatem ise sadece; "Seyhtir"
demistir.(Cerh ve Tadil(3/1/173))
Hasen r.a.’den; Enes Bin Malik r.a. Nisabur’da bir veya iki sene kaldi
namazlari kisaltti.( Ibni Ebi Seybe(2/341) Ibni Kudame Mugni(2/68) Cemul
Fevaid(1944))
Simak Bin Seleme Ibni Abbas r.a.’dan; "Bir beldede bes ay kaldim ve
namazi kisalttim." (Ibni Ebi Seybe(2/341))
Abdurrahman Bin Misver’den; "Sa’d Bin Malik ile Umman’da iki ay kaldik
ve namazi kisalttik" (Ibni Ebi Seybe(2/341) Abdurrazzak(4350) Tahavi
Serhu Maanil Asar(1/420) sahih isnad ile.)
Ebu Cemre Nasr Bin Umran’dan; "Ibni Abbas r.a.’ya; "Horasan’da
kalmaya devam edersek ne dersin?" diye sordum. Dedi ki; "On
sene kalacak olsan bile namazi iki rekat kil." (Ibni Ebi Seybe(2/341))
Hasen r.a.’den; "Abdurrahman Bin Semure Kabil’de bir veya iki kis
gecirdi, namazlari kisaltti." (Ibni Ebi Seybe(2/341) Abdurrazzak(4352)
Fikhus Sunne(1/242) sahihtir.)
Malik r.a.’den; "Cabir Bin Zeyd’e; "Bir veya iki sene Kesker’de
kalsam oranin halkindan sayilirim" dedim. O da; "Namazlari
kisalt" dedi. (Ibni Ebi Seybe(2/341))
Ebu Vail’den; "Mesruk ile Silsile’de iki yil kaldim. Namazlari
kisaltiyordu." (Ibni Ebi Seybe(2/342))
Ibrahim en Nehai’den; "Alkame ile Havarizm’de iki yil kaldik, namazlari
kisaltiyordu." (Ibni Ebi Seybe(2/342))
Zekeriya Bin Amir’den; "Alkame Merv’de iki yil kaldi ve namazlari
kisaltti." (Ibni Ebi Seybe(2/341))
Eger bir yerde ikamet etmeye, orasini vatan edinmeye niyet ederse artik seferi
olmaz; Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Rasulullah (Mekke
'de) ondokuz gun ikamet etti ve namazlari kasretti. Biz de (bundan boyle) sefer
yapip ondokuz gun ikamet ettik mi namazlari hep kasrederdik, ondokuzdan fazla
kaldik mi artik dorde tamamlardik." (Buhari, Taksir 1, Megazi 52, Ebu
Davud(1230, 1231, 1232) Tirmizi(549) Nesai(3/121)) Yukarida naklettigimiz Cabir
r.a. hadisi ve diger rivayetler dikkate alindiginda bu anlasilmaktadir. Eger o
yerde ikamete niyet etmezse, orada kaldigi surece seferidir.
Seferinin cemaatle namaz kilmasi: Musa
Bin Seleme’den; Ibni Abbas r.a’ya; "Mekke’de iken cemaatle kilmazsam
nasil kilayim?" diye sordum. Dedi ki; "Ebul Kasim sallallahu
aleyhi ve sellem’in sunneti (seferde) iki rekat kilmaktir." (Ahmed(1862.1996.2632)
Muslim(688) Nesai(3/119) Ibni Huzeyme(951) Beyhaki(3/153))
Sa’bi’den; "Ibni Omer r.a. Mekke’de namazi yalniz iken ikiser rekat
kiliyor, cemaatle kildiginda ise imam kac rekat kilarsa o kadar kilardi."
(Ibni Huzeyme(954) sahihtir.)
Omer r.a. Mekke’ye geldiginde onlara iki rekat kildirdiktan sonra dedi ki; "Ey
Mekke halki! Namazinizi tamamlayiniz. Zira biz seferiyiz." (Malik
Muvatta(1/149) sahihtir.)
Seferde nafile namaz; Muekked namazlar
seferde kilinmaz. Ancak seferde duha, teheccud gibi diger nafile namazlar
kilinabilir. (bkz. Fethul bari(2/578) Avayse Mevsuatul Fikhil Muyessere(2/342))
Ibnu Omer (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Rasulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a (onsekiz defa) refakat ettim. Ancak, sefer sirasinda nafile
kildigini hic gormedim. Allah Teala hazretleri soyle buyurmustur: "Rasulullah'ta
sizin icin guzel ornek vardir" (Ahzab 21 ). Ibnu Omer devamla der ki: "Eger
nafileyi kilsaydim namazi da tam kilardim." (Buhari, Taksiru's-Salat
11; Muslim(689); Muvatta(1,150) Ebu Davud(1223); Tirmizi, Salat 391,
Nesai(3/122; 123).)
Nafi anlatiyor: "Ibnu Omer (radiyallahu anh), oglu Ubeydullah'i seferde
nafile kilarken gorurdu de bundan dolayi onu kinamazdi." (Muvatta,
Kasru's-Salat, 24 (1,150).)
Amir r.a.’den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gece seferdeyken
binegi uzerinde nafile kiliyordu, binegi nereye donerse aldirmiyordu."
(Buhari(1104) Muslim(700))
Cuma gunu yolculuga cikmak; Eger
Cuma ezani okunmamissa sefere cikmak caizdir. Okunmussa sefere cikmamasi
gerekir. (bkz.: Temamul Minneh(s.320)) Cuma gunu yolculuktan mutlak olarak
alikoyan sahih bir sey -bildigimiz kadariyla- varit olmamistir.
Ebu Hureyre r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Seferi
olana Cuma namazi yoktur." (Tarikleri ve sahitleriyle sahihtir. Bkz.:
el Irva(592,594))
Esved Bin Kays babasindan naklediyor; Omer Bin el Hattab r.a. yolculuk
hazirliginda olan birini gordu ve onun soyle deigini isitti; "Sayet
bugun Cuma olmasaydi yola cikacaktim." Bunun uzerine Omer r.a dedi ki;
"Yola cikabilirsin. Zira Cuma yolculuktan alikoymaz." (Ibni
Ebi Seybe(2/205) isnadi sahihtir.)
Gemide veya Ucakta Namaz Kilmak
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gemide nasil namaz kilinacagi soruldu.
Dedi ki: "Ayakta durarak namaz kil. Ancak bogulmaktan korkarsan hayir
(yani oturarak namaz kilabilirsin)." (Bezzar (68) Abdulgani
el-Makdisi, Sunen(2/82) Hakim sahih oldugunu soylemis, Zehebi de ona muvafakat
etmistir. Not: Ucakta namaz kilmanin hukmu gemide namaz kilmanin hukmu gibidir.
Yani gucu yeterse ayakta kilar, degilse oturarak kilar, ruku ve secdelerini
imayla yapar.)
"Yaslandiginda ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kildigi
yerde bir direk diktirmis ve ona yaslanmistir." (es-Sahiha(319),
el-Irva (383))
NAMAZIN TERKİ
Bu mevzuda delil
olan âyeti kerimelerin
“Hep Allah’a dönüp
itaat edin, O’ndan korkun ve namazı kılın da müşriklerden olmayın.”Rûm Sûresi: 31
“Haram olan aylar
Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu’l-evvel çıktığı zaman, artık o mişrikleri
nerede bulursanız öldürün: Onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit
yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekatlarını verirlerse,
kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gâfur ve Rahim’dir.Tevbe Sûresi: 5
Sübhanehu ve teâlâ,
Rasûlüne ve mü’minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle
mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah Azze ve Celle
katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip
hapsedilmelerini, kadınlarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet olarak
alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç
şart zikrediyor:
1- Şirkten avdet
ederek tevbe etmek yani “kelime-i şehadeti” lisanen ikrar etmesi.
2- Namaz kılarak,
tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.
3- Zekatı edâ etmesi.
Bu üç şartı yerine
getirdikleri an malları ve canları müslümanlara haram olur, zira müslüman
olmuşlardır.
Namazı terkedenin
müşrik olduğunu beyan eden hadis-i şeriflerin zikri.
Ebu Süfyan’dan, dedi
ki: Ben Cabir’den duydum şöyle diyordu: Ben Allah Rasûlü (s.a.v.)’den işittim
şöyle buyuruyordu: “Şübhesiz ki, kişi ile şirk ve küfür arasındaki şey sadece
namazı terketmektir.Bu hadisi Müslim
(82), Ebu Davud (4678), Tirmizi (2619), Nesei (465) ve İbnu Mâce (1078) rivâyet
etmişlerdir.
Cabir (r.a.)’dan
(şöyle dedi):
Allah Rasûlü
(s.a.v.)’den, buyurdu ki: “Namazı terketmek şirktir.”
Bu hadisi Abdurrezzak, Musannef’de (5009); Muhammed bin Nasr,
Kitabu’s-Salat’da (888); Hibetullah et-Taberi, Usulu’s-Sunne’de (1513) ve
Âcurri, Şeria’da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Enes (r.a.)’dan,
(şöyle dedi): Allah Rasûlü (s.a.v.) buyurdu ki: “Kişi ile şirk arasında namazı
terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman (Allah’a) şirk
koşmuştur.”
Bu hadisi İbnu Mâce (1080) ve Muhammed bin Nasr, Kitabu’s-Salat’da
(897) rivâyet etmişlerdir. Şeyh Elbani, İbnu Mâce’nin Sahih’inde (880) tahric
etmiştir.
Rasûlullah
(s.a.v.)’in azadlısı Sevban (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle derken
işittim dedi: Allah Rasûlü (s.a.v.) buyurdu ki: “Kul ile küfür ve iman arasındaki
şey, namaz’dır. Onu terkettiği zaman (Allah’a) şirk koşmuştur.
Bu hadisi Hibetullah et-Taberî, Usulu’s-Sünne’de (1521) sahih bir
senedle rivâyet etmiştir. Ayrıca Şeyh Elbani Terğib’in Sahih’inde (566) tahric
etmiştir.
Yukarıda zikredilen
âyet ve hadisler, namazı terkedenin Allah’a şirk (ortak) koştuğunu yâni müşrik
olduğunu isbat eden münakaşa götürmeyen açık delillerdir.
Sübhanehu ve teâlâ
ise, kendisine şirk yâni ortak koşanları affetmeyeceğini haber veriyor.
“Muhakkak ki Allah,
kendine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bu günahdan (şirkten) başkasını, dilediği
kimseden bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa doğrusu uzak bir dalâlete
sapmıştır.”Nisa Sûresi: 116
Başka bir âyet-i
celilede de kendisine ortak koşanların ebedi cehennemde kalacaklarını haber
veriyor.
“Şübhesiz ki, kim
Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır. Ve barınacağı yer de
cehennemdir. Zâlimlerin hiç bir yardımcısı yoktur.”Maide Sûresi: 72
Bu babdaki âyet ve
hadislerden çıkan hükümlerin hülasası,
1- Namazı terkedenin
Allah’a şirk koştuğu,
2- Allah’a ortak
koşanın da hiç mağfiret olunmayacağı,
3- Mağfiret
olunmayan müşrikin de ebedi cehennemde kalacağı.
NAMAZI TERKEDENİN KÂFİR OLDUĞU BÂBI
Bu mevzuda Allah
Rasûlü (s.a.v.)’den rivâyet edilen hadisler.
Ebû Süfyan’dan, dedi
ki: Ben Câbir’den duydum şöyle diyordu: Ben Nebi (s.a.v.)’den, şöyle derken
işittim: Şübhesiz ki, kişi ile “şirk ve küfür” arasındaki şey sâdece namazı
terketmektir.
Bu hadisi Müslim (82), Ebû Dâvud (4678), Tirmizi (2619), Neseî
(465) ve İbnu Mâce (1078) rivâvet etmişlerdir.
Câbir (İbnu
Abdillah) (r.a.)’dan, (şöyle dedi:) Nebi (s.a.v.)’den, buyurdu ki: “İman ve
küfür arasındaki şey namazı terketmektir.
Bu hadisi Tirmizi (2618), Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî
Kitabu’s-Salatta (887) ve İbnu Ebi Şeybe İman’da (44) İbnu Batta İbane’de sahih
senedle rivâyet etmişlerdir.
Bureyde (r.a.)’dan,
şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: Bizlerle onların (yâni münafıkların) arasındaki ahd (onlarla
mukatele etmemize mâni olan) namaz’dır. Kim bu namazı terkederse küfretmiş
olur.
Bu hadisi Tirmizî (2623), Neseî (1/231), İbnu Mâce (1079) ve Ahmed
(5/346) sahih olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albanî Tergib’in
Sahih’inde (564) tahric etmiştir.
Enes İbnu Mâlik
(r.a.)’dan, şöyle dedi:
Nebi (s.a.v.) şöyle
dedi: “Her kim ki, kasten namazı terkederse açıkca küfre düşmüştür.”
Bu hadisi Taberanî Evsatta (524) rivâyet etmiştir. Heysemî
Mecmau’z-Zevaid’de (1/295) tahric etmiştir.
Enes (r.a.)’dan,
Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle derken işittim, dedi: “Kişi ile küfür veya şirk
arasındaki şey namazdır. Namazı terkettiği zaman kâfir olur.”
Bu hadisi Muhammed İbnu Nasr, Kitabu’s-Salat’ta (899) ve İbnu
Batta İbane’de (882) rivâyet etmiştir.
RASÛLULLAH (S.A.V.)’İN ASHABININ CEMİSİNİN DE NAMAZI TERKETMENİN
KÜFÜR OLDUĞUNA KAİL OLDUKLARI BÂBI:
Ebû Hureyre
(r.a.)’den, şöyle dedi:
Rasûlullah
(s.a.v.)’in ashabı namazdan başka hiç bir amelin terkini küfür olarak
göstermezlerdi.
Bu eseri Hâkim, Müstedrek’te (1/7) ve Lale Kai Usulü’s-Sünne’de
(4/829) rivâyet etmişlerdir.
Abdullah İbnu Şakik
el-Ukeylî (r.h.’dan, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı namazdan başka
hiç bir amelin terkini “küfür” olarak görmezlerdi.
Bu eseri Tirmizî (2622), İbnu Ebi Şeybe, Musannaf’da (10495) ve
İman’da (137) ve Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (948) sahih
olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albâni, terğibin Sahih’inde (564)
tahric etmiştir.
Mücahid İbnu Cebr
(r.h.)’dan, (o da) Câbir İbnu Abdullah (r.a.)’dan ki o Allah Rasûlü’ne
arkadaşlık yapmış birisidir. Kendisine; Allah Rasûlü (s.a.v.)’in zamanında,
sizce amellerden, küfür ile imanın arasını ayıran ne idi diye sordum. O da
“namaz” diye cevab verdi.
Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî Kitabu’s-Salat’ta (893-948)
ve Hibetullah et-Taberi, Usulu’s-Sünne’de (1538) ve İbnu Batta İbane’de (876)
Hasen olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albânî Terğib’in Sahih’inde
(1/227) tahirc ederek Hasen demiştir.
Hasan (r.a.)
kendisine şöyle ulaştığını haber verdi: Allah Rasûlü’nün ashabı kişi ile şirk
ve küfretmekliğin arasında hiçbir özür olmadan namazı bırakmak vardır
diyorlardı.
Bu eseri İbnu Batta İbane’de (877) Hibetullah et-Taberî
Usulü’s-Sünne’de (1503) rivâyet etmiştir.
İbnu Mes’ud
(r.a.)’dan, “Kim namazı terkederse kâfir olur” dedi.
Bu eseri Taberânî Mu’cemü’l-Kebir’de (8939) ve Acurrî, Şeria’da
(133) sahih olarak rivâyet etmişlerdir.
Câbir İbnu Abdillah
(r.a.)’dan, “Namaz kılmayan kâfirdir” dedi.
Bu eseri İbnu Abdi’l-Ber, Temhid’de (4/225) sahih bir senedle
rivâyet etmişlerdir.
İbnu Abbas
(r.a.)’dan, şöyle dedi: “Her kim ki namazı terkederse kâfir olmuştur.”
Bu eseri Muhammed İbnu Nasır el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (939)
ve İbnu Abdi’l-Ber, Temhid’de (4/225) sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir.
Ali İbnu Ebi Tâlib
(r.a.)’dan şöyle dedi: “Her kim ki namazı kılmazsa o kâfirdir.”
Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (933);
Acurri, Şeria’da (135); İbnu Ebi Şeybe, Musannaf’da (10485); ve İman’da (126);
Beyhakî, Şuabu’l-İman’da (41); Buhari, Tarihu’l-Kebir’de ( ) ve İbnu Batta İbane’de (899) rivâyet
etmişlerdir.
TÂBİ’İ ÂLİMLERİ DE NAMAZI TERKEDENİN KÂFİR OLDUĞUNA KÂİL İDİLER
Leys dedi ki; Said
bin Cubeyr (r.a.) şöyle dedi: “Her kim müteammiden (kasten) namazı terkederse
kâfir olmuştur.”
Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadru’s-Salat’ta (919) ve
Hibetullah et-Taberi Usulü’s-Sünne’de (1540) rivâyet etmişlerdir.
Mâkel bin Ubeydullah
şöyle dedi:
Nafi (r.a.)’e dedim
ki: Adamın birisi Allah’ın indirdiğini ve Allah Rasûlü (s.a.v.)’in beyan
ettiğini ikrar ediyor. Ve sonra namazı Allah’dan bir hak olduğunu biliyorum ve
terkediyorum diyor. (Buna ne dersin). O (adam) kâfirdir dedi ve elini elimden
çekerek kızgın bir halde yürüdü gitti.
Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadru’s-Salat’ta (977)
rivâyet etmiştir.
Hasan el-Basri
(r.a.)’dan, şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ashabından bana ulaşan kişi
ile şirk koşmak ve küfretme arasında özürsüz olarak namazı terketmek olduğudur.
Bu eseri Hibetullah et-Taberî Usulü’s-Sünne’de (1503) İbnu Batta
(877) rivâyet etmiştir.
Ubeyd el-Kelâi’den
şöyle dedi:
Mekhul eş-Şâmi
(r.h.) elimden tutarak “Ya Eba Vehb! Farz bir namazı kasten bilerek terk eden
birisi için ne diyorsun?” dedi. Ben de âsi bir mü’mindir dedim. Elimi daha
fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: “Yâ Eba Vehb! İmanın şânı nefsinden daha azim
olsun. Kim ki farz bir namazı kasten bilerek terkederse Allah’ın zimmeti ondan
beri olmuştur. Kimden de Allah’ın zimmeti beri olduysa o kâfir olur.”
Bu eseri İbnu Ebi Şeybe İmanda (129) ve Abdurrezzak Musannef’de
(5008) sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albâni yukardaki
rakamda tahric etmiştir.
SELEF ÂLİMLERİNİN NAMAZI TERKETMENİN KÜFÜR OLDUĞUNDA İCMA
ETTİKLERİ BÂBI:
Ebu Abdillah (r.h.)
İshak bin Rahevey’in (r.h.) şöyle dediğini işittim dedi:
Namazı terkedenin
kâfir olduğu Allah Rasûlü (s.a.v.)’den bize sahih olarak ulaşmıştır.
Peygamberden zamanımıza kadar olan ilim ehlinin görüşü de budur. (Yâni) hiç bir
özrü olmadan bilerek ta namazın vakti çıkana kadar kılmayan kâfirdir.
Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadiu’s-Salat’ta (990) ve
Abdu’l-Ber Temhid’de (4/226) rivâyet etmişlerdir.
Eyüb (es-Sahtiyani)
(r.a.)’dan şöyle dedi: Namazı terketme üzerinde ihtilaf olunmayan bir küfürdür.
Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (978)
rivâyet etmiştir. Ayrıca Şeyh Nasır Terğib’in Sahih’inde (1/230) tahric
etmiştir.
Yahya bin Main
(r.h.)’dan, şöyle dedi: Abdullah İbnu Mubarek’e, onlar ikrar ettikten sonra
oruç tutmayan, namaz kılmayan mü’min ve kâmil bir iman sahibidir diyorlar diye
soruldu. Abdullah İbnu Mübârek (r.h.) cevaben biz onların dediği gibi
demiyoruz. Her kim bilerek özürsüz olarak namazı ta başka bir vakit girene dek
kılmaz, terkederse o kâfirdir.
Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (981)
rivâyet etmiştir.
İbnu Ebi Şeybe şöyle
dedi:
Allah Rasûlü
(s.a.v.) “Kim namazı terkederse küfretmiştir” demiştir.
Bu eseri Muhammed İbnu Nasır el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (988)
rivâyet etmiştir.
Şeyhu’l-İslâm İbnu
Teymiye (r.h.) diyor ki:
Sahabe ve Tabii’nden
Selef’in cumhurundan meşhur olan söz namazı terk edenin teklifini kâfir olduğudur.
Mecmau’l-Feteva (20/97)
Muhammed bin Nasr
el-Mervezî (r.h.) şöyle dedi:
Bize Allah Rasûlü
(s.a.v.)’den namazı terkedenin tekfiri, İslâm milletinden çıktığına kılmaktan
imtina edenin öldürülmesinin mübahlığına dair haberler gelmiştir. Sonra sahabeden
de aynı haberler geldi, bunun hilafına hicbirisinden bize birşey ulaşmış
değildir.
Sonra, ilim ehli
Allah Rasûlü ve sahabeden gelen rivâyetleri tevilde namazı terkedenin
tekfirinde ve edasından imtina edenin öldürülmesinde ihtilaf ettiler.
Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (2/925)
rivâyet etmiştir.
Namaz
Kılan Bir Kimse, Rükûdan Doğrulduktan Sonra Ellerini Nereye Koymalıdır?
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve
sellem-’den bildirilen sahîh sünnetin delâlet ettiği gibi, Rasûlullah-sallallahu
aleyhi ve sellem- namazda ayaktayken sağ elini sol elinin üzerine koyarak
bağlar, ashâbına da böyle yapmayı emrederdi.
İmam Buhârî-Allah ona rahmet
etsin- Sahîhinde “Namazda sağ elin sol elin üzerine konulması” bölümünde şöyle
der:
“Abdullah b. Mesleme Mâlik’ten,
Mâlik de Ebu Hâzım’dan, Ebu Hâzım da Sehl b. Sa’d’den-Allah hepsinden râzı
olsun- rivâyet ettiğine göre şöyle der:
“İnsanlar (sahâbe) namazda iken
sağ ellerini, sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.”
Ebu Hâzım:
“Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu
aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka bir şey bilmiyorum” der.
Bu sahîh hadîste, namaz kılan
kimsenin ayakta iken rükûdan önce ve sonra sağ eli, sol kolun üzerine koymanın
câiz olduğuna delâlet eden yönü, Sehl b. Sa’d’ın:
“İnsanlar (sahâbe) namazdayken
sağ ellerini, sol kolları-nın üzerine koymakla emrolunurlardı” diye haber
vermesidir.
Bilindiği
gibi sünnet olan, namaz kılan kimsenin, rükûda ellerini dizlerinin üzerine,
secdede ise omuz veya kulaklarının hizâsına gelecek şekilde yere koymasıdır.İki
secde arasındaki oturuşla teşehhüd oturuşunda uyluklarla dizlerin üzerine
koymasıdır.Bunları sünnette açıklandığı gibi yapar.Geriye, ayakta dururken
ellerin nereye konulması meselesi kalıyor ki, Sehl b. Sa’d’in naklettiği
hadîste kaste-dilen şeyin bu olduğu anlaşılmış olur.Câiz olan, namaz kılan
kimsenin ayaktayken sağ elini, sol elinin veya sol kolunun üzerine
koymasıdır.Bu durum, rükûdan önce olsun, rükûdan sonra ayakta dururken olsun
aynıdır.Çünkü bildiğimiz kadarıyla Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den
iki durum arasında fark olduğu hususunda bir şey sâbit olmamıştır.
İki durum arasında fark olduğunu
iddiâ edenin delîl getirmesi gerekir.
Vâil b.Hucr’dan rivâyet
olunduğuna göre, o şöyle der:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem- namazda ayakta dururken, sağ elini sol elinin üzerine bağlardı.”
Yine, Vâil b.Hucr’dan rivâyet
olunan başka bir hadîste, o şöyle der:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in
iftitâh tekbirini aldıktan sonra, sağ elini sol elinin bilek ve kolunu kavrayacak
şekilde üzerine koyduğunu gördüm.”
Bu hadîste, rükûdan önceki ve
sonraki ayakta duruş arasında bir ayırım yapılmamıştır.Böylece bu hadîsin,
rükûdan önceki ve sonraki her iki ayakta duruşu kapsadığı açıkça anlaşılmış
olur.
Hâfız İbni Hacer-Allah ondan râzı olsun-
“Fethu’l-Bârî ” adlı eserinde Buhârî’nin az önce adı geçen konu başlığı ile
ilgili olarak şöyle demiştir:
«Hadîste
geçen “(Namazda ayaktayken) sağ elin sol elin üzerine konulması bölümü” ile
“İnsanlar (sahâbe) namazdayken, sağ ellerini sol ellerinin üzerine koymakla
emrolunurlardı” sözü,merfû hükmündedir. Çünkü; ileride de açıklanacağı gibi
sahâbeye emreden bizzât Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.»
“Kolun
üzerine” sözünde, kolun neresine konulacağı açıklanmamıştır.Vâil b.Hucr’dan
rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:
«…sonra sağ elini sol elinin üzerine, bilek ve
kolunu kavrayacak şekilde koydu…»
[ الرُّسْغُ
]er-Rusğ kelimesi; bilek demektir.
Namaz
bölümünün sonunda, Hz.Ali’den-Allah ondan râzı olsun- buna benzer bir hadîsi
zikredeceğiz.
Yine az önce belittiğimiz
hadîste ellerin bedenin neresine konulacağı hususunda bir açıklama
yapılmamış-tır. Başka bir rivâyette İbn-i Huzeyme-Allah ona rahmet etsin- Vâil
b.Hucr’dan “ellerini göğsünün üzerine koydu” diye rivâyet etmiştir.
Bezzâr-Allah ona rahmet etsin-
ise “göğsünün yanına (koydu)” diye rivâyet etmiştir.İmam Ahmed de-Allah ona
rahmet etsin- Hulb et-Tâî’den buna
benzer bir hadîs rivâyet etmiştir.
Yine, “Ziyâdâtu’l-Müsned”
(Müsned’in Ziyâdeleri) adlı eserde, Hz. Ali’den nakledilen “ellerini göbeğinin
altına koydu” şeklindeki hadîsin isnâdı zayıftır.
ed-Dânî-Allah ona rahmet etsin-
“Etrâfu’l-Muvattâ” adlı eserinde Ebu Hâzım’a itirâz ederek “Bu hadîs,
illetlidir. Çünkü Ebu Hâzım zanna
dayanarak söylemiştir” demiş, ardından da; “Eğer Ebu Hâzım:(Ben,onun bunu
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka birşey
bilmiyorum) dememiş olsaydı, hadîs merfû’ hükmünü alırdı.Çünkü sahâbenin
“bununla emrolunuyorduk” sözünün zâhirine bakılarak, onlara emredenin bizzât Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğu
sonucuna varılır.Çünkü sahâbî, şeriatı tanıtıcı konumundadır.Dolayısıyla onlara
emredenin hüküm koyan konumunda olan Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-
olduğuna hükme-dilir.Hz.Âişe’nin-Allah ondan râzı olsun-: “Bizler,
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında âdet görür, orucu kazâ
etmekle emrolunur, namazı ise kazâ etmekle emrolunmazdık.”
hadîsi bunun gibidir.Çünkü bu
şekilde emredenin Peygamber -sallallahu
aleyhi ve sellem- olduğuna hükmedilmiştir.
Beyhakî de-Allah ona rahmet
etsin- bir genelleme yaparak: “Bu hususta, âlimler arasında hiçbir ihtilâf
yoktur.Yine de Allah daha iyisini bilir ” demiştir.
Ebu Dâvud ve Nesâi’nin sünenleri
ile İbni Seken’in -Allah onlara
rahmet etsin- sahîhinde emreden ile emrolunanın tâyini hususunda, Abdullah b.
Mes’ud’dan-Allah ondan râzı olsun-konuya ışık tutan şu hadîs nakledilmiştir:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem- (namazda) sol elimi sağ elimin üzerine koyduğum halde görünce, sol
elimi çekip sağ elimi sol elimin üzerine koydu”
Denildi ki:
“Eğer hadis merfû’ olsaydı, Ebu
Hâzım: «Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd
etmesinden başka bir şey bilmiyorum» demesine gerek duymazdı.”
Buna şöyle cevap verebiliriz:
“Ebu Hâzım, bu sözüyle emredenin
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- olduğunu açıklamak istemiştir.Çünkü
birincisine merfû’ hükmündedir, denir ancak “merfû’” denilmez.
İslâm
âlimleri, “Namazda Elleri Bağlamanın” hikmetini şöyle izâh etmektedirler :
1. Bu davranış, mütevâzi olarak
Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.
2. Bu davranış, elleri boş
şeylerle oyalanmaktan alıkoymaktır.
3. Bu davranış, huşû içerisinde
Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakarmaya daha
uygundur.
İmam
Buhârî de bunu idrâk etmiş olmalı ki,
bunun ardından “Huşû Bölümü” diye bir bölüm zikretmiştir.
“Namazda Elleri Bağlamak” ile
ilgili söylenen güzel sözlerden birisi de bazılarının dediği gibi:
“Kalp, niyetin yeridir.
Bilindiği gibi insan, bir şeyi korumak istediği zaman, ellerini o şeyin üzerine
koyarak onu korur”.
İbni
Abdilberr de-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem-’den ellerin bağlanması hususunda aykırı bir şey rivâyet olunmamıştır”
Bu, sahâbe ve tabiînin
çoğunluğunun görüşüdür.
İmam Mâlik de-Allah ona rahmet
etsin- “el-Muvattâ” adlı eserinde bunu zikretmiştir.İbnul-Münzir ve başkaları,
İmam Mâlik’ten bundan başka birşey rivâyet etmemişlerdir. Ancak, İbnul-Kâsım,
İmam Mâlik’ten ellerin salınacağını rivâyet etmiş, Mâlikî âlimlerinin çoğu da
bu görüşü benim-semişlerdir.
Yine İmam Mâlik’ten, farz ile
nâfile arasında ayırım yaptığı da rivâyet edilmiştir.Mâlikîlerin bir kısmı da
el bağla-mayı mekrûh görmüşlerdir.İbnul-Hâcib, bunun dinlenmek amacıyla
yapılması halinde mekrûh olduğunu nakletmiştir.
Hafız İbn-i Hacer’in-Allah ona
rahmet etsin- söylediği şeyler, bu konuda rivâyet edilenleri açıklamaya tam
anlamıyla yeterlidir.
İmam İbn-i Abdilberr’den-Allah
ona rahmet etsin- rivâyet edilen, “sağ elin sol elin üzerine bağlanması”
namazda iken el bağlamanın, kıyâm halinde olduğuna delâlet eder.Bu, İslâm
âlimlerin çoğunun görüşüdür.İmam İbn-i Abdilberr rükûdan önceki ve sonraki
kıyâm arasında bir ayırım yapmamıştır.
İmam İbn-i Kudâme-Allah ona
rahmet etsin- “el-Muğnî”, İbn-i Müflih-Allah ona rahmet etsin-“el-Furû’” adlı
eserlerinde ve diğer âlimlerin, İmam Ahmed’in-Allah ona rahmet etsin–; “Namaz
kılan kimsenin rükûdan doğrulduktan sonra ellerini bağlamakla salmak arasında
serbest olduğu” görüşünde olduğunun dînî bir delîli olduğunu bilmiyorum.Bilâkis
daha önce zikredilen sahîh hadîslerin açık manaları, iki duruşta da el
bağlamanın sünnet olduğuna delîl teşkil etmektedir.
Ayrıca,
bâzı Hanefîlerin; “rukûdan doğrulduktan sonra elleri salmak daha faziletlidir”
yönündeki görüşleri de, daha önce zikredilen hadîslere muhalif olduğundan dînî
delîlden yoksundur.İslâm âlimlerinin belirttikleri gibi “istihsân” hadîs-lere muhâlif olursa, ona itibâr
edilmez.
İbn-i
Abdilberr’in-Allah ona rahmet etsin– Mâlikîlerin çoğun-luğunun “rükûdan önceki
ve sonraki duruşta elleri salmak daha faziletlidir” demelerine gelince,
şüphesiz ki Mâlikîlerin bu görüşü, daha önce de belirtilen sahîh hadîslere ve
ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüne aykırı olduğundan tercih edilmemiştir.
Vâil b. Hucr ile Hulb
et-Tâî’nin-Allah her ikisinden de râzı olsun-naklettikleri hadîsler, namazda
ayakta dururken elleri göğsün üzerine koymanın daha fazîletli olduğuna delîl
teşkil etmektedir.Daha önce de belirttiğimiz gibi bu iki hadîsi de İbn-i Hacer
nakletmiştir.Her iki hadîs de ‘ceyyid’-iyi- olup, senedleri zararsızdır.
Birinci hadîsi, (Vâil’in hadîsi)
İmam İbn-i Huzeyme rivâyet etmiş ve “hadîs, sahîh” demiştir.İmam Şevkânî de
“Neylu’l-Evtâr” adlı eserinde zikretmiştir.İkinci hadîsi ise (Hulb et-Tâî’nin
hadîsi) İmam Ahmed hasen bir senedle rivâyet etmiştir.
Ebu Dâvûd-Allah ona rahmet
etsin- Tâvûs’tan, o da Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den Vâil ve
Hulb’un hadîsle-rine uygun bir hadîs rivayet etmiştir.Bu hadîs “mürsel” olup,
senedi ise ‘ceyyid’dir.
Şayet Ebu Dâvûd’un, Hz.
Ali’nin-Allah ondan râzı olsun-“namazda sünnet olan,elleri üst üste koyup
göbeğin altına koymaktır” dediğini nakletmiştir, diyecek olursan biz de bu
hadîse Hâfız İbn-i Hacer’in “hadîs, zayıftır” dediğini belirtiriz.
Hadîsin zayıf olmasının sebebi
ise; Abdurrahman b. İshak el-Kûfî veya el-Vâsıtî denilen şahsın rivâyet etmiş
olmasıdır.
Bu şahıs, ilim ehlinin nazarında
zayıf olup, rivâyet ettiği hadîslere itibâr edilmemiştir.
İmam Ahmed, Ebu Hâtim, Yahyâ b.
Maîn ve başkaları bu şahsın “zayıf” olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Dâvûd’un, Ebu
Hureyre’den-Allah ondan râzı olsun- merfû’ olarak rivâyet ettiği; “Namazda
elleri üst üste göbeğin altına koydu” hadîsi zayıftır.Çünkü; hadîsin râvileri
arasında, durumunu yukarıda belirttiğimiz Abdurrahman b. İshak vardır.
Şeyh Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsul-Hak
“Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd” adlı eserinde şöyle der:
“Tâvûs’tan mürsel olarak rivâyet
edilen Hulb ve Vâil’in hadîsleri, namazda elleri göğsün üzerine koymanın
müstehap olduğu-na delâlet eder.Doğru olan da budur.Elleri göbek altından veya
üstünden bağlamaya gelince, bu hususta Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem-’den herhangi bir hadîs sâbit olmamıştır.”
Durum, geçen hadîsler hakkında
söylediği gibidir.
Şayet, âlim M. Nâsıruddin Elbânî
“Sıfetu Salâtin-Nebî -sallallahu
aleyhi ve sellem- (Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in namaz kılış
şekli)” adlı eserinin 6. baskı, 145. sayfasının dipnotunda:
“Ayakta dururken (rükûdan sonra)
elleri göğsün üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğundan şüphe etmiyorum.Çünkü
namaz ile ilgili hadîsler o kadar çok olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus
zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olmuş olsaydı herhangi bir yoldan bize
ulaşırdı. Seleften hiç kimsenin, bildiğim kadarıyla da hiçbir hadîs imamının
zikretmemesi bu görüşü doğrulamaktadır.” demektedir, diyen olursa, ona şöyle
cevap verilir:
Evet, faziletli kardeşimiz M.
Nâsıruddin Elbânî adı geçen kitabının dipnotunda yukarıda anılan görüşleri
belirtmiştir.
Buna
bir kaç yönden cevap verilir:
1. Rükûdan sonra, sağ eli sol
elin üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğunu kesin bir dille ifâde
etmesi,açık bir hatadır.Bildiğimiz kadarıyla hiçbir ilim ehli bunu
söyleme-miştir.Bu, daha önce zikredilen sahîh hadîslere aykırıdır.Ben, onun
ilminden, faziletinden, geniş araştırmasından ve sün-nete verdiği değerden hiç şüphe
etmiyorum.Allah Teâlâ onun bilgi ve başarısını arttırsın.Ancak kendisi bu
meselede açıkça hatâ etmiştir.
İmam
Mâlik’in-Allh ona rahmet etsin-:
“Bizden hiç kimse yoktur ki
başkasının görüşlerini, başkası da bizim görüşlerimizi reddetmiş olmasın.(Peygamber-sallallahu
aleyhi ve sellem-’i) göstererek ancak şu kabirde yatanın sözü müstesnâdır
(reddedilmez)”
buyurduğu gibi, her âlimin sözü
kabul edilir veya reddedilir.Ondan önceki ve sonraki âlimlerin hepsi böyle
demişlerdir.Bu davranış, onların değerlerini eksiltmek veya makamlarını
düşürmek demek değildir.
Bilâkis onlar,
Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den müctehidin hükmü hususunda sahîh bir
hadîste:
“Müctehid, içtihad eder ve
içtihadında doğruyu bulursa iki ecir, ictihad eder ve ictihadında hata ederse
bir ecir alır.”
buyurduğu gibi, bir veya iki
ecir kazanmaktadır.
2. Daha önce zikredilen (Sehl,
Vâil ve başkalarından rivâyet edilen) hadîsleri iyice araştıran kimse, bu
hadîslerin namazda, rükûdan önce ve sonra sağ eli sol elin üzerine koymanın câiz
olduğuna delîl teşkil ettiğini açıkça görür. Çünkü hadîste rükûdan önce ve
sonra diye bir açıklama yapılmamıştır.O halde esas olan, iki davranış arasında
ayırım yapmamaktır.
Yine Sehl’in hadîsinde, namazda
sağ eli sol kolun üzerine koymakla ilgili emir vardır.Ancak namazın neresinde
böyle yapılacağı belirtilmemiştir.
O
halde, hadîslere dikkatle baktığımızda, namazda sünnet olan; elleri rükûda
dizlerin üzerine, secdede yere, teşehhüdde ise uyluklarla dizlerin üzerine
koymaktır. Geriye, ayakta dururken ellerin konulacağı yer kalıyor ki, Sehl’in
hadîsinde kastedilenin bu olduğu anlaşılmış oluyor. Bu da gayet açıktır.
Vâil’in hadîsine gelince, o :
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem-’i namazda ayakta iken sağ elini sol elinin üzerine koyarak bağladığını” gördüğünü açıkça belirtmiştir.
Şüphesiz
ki Vâil’in bu ifadesi, rükûdan önceki ve sonraki her iki duruşu da
kapsamaktadır.Konunun başında da belirttildiği gibi, iki duruş arasında ayırım
yapanın delîl getirmesi gerekir.
3. Hâfız İbn-i Hacer’in-Allah ona
rahmet etsin- daha önce zikredilen sözünde olduğu gibi, İslâm âlimleri sağ eli
sol elin üzerine bağlamanın hikmeti hakkında şöyle demişlerdir:
* Bu davranış, mütevâzi olarak
Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.
* Elleri boş şeylerle oyalanmaktan alıkoymaktır.
* Huşû içerisinde Allah Teâlâ’ya
yalvarıp yakarmaya daha uygundur.
Namaz
kılan kimse, bunu rükûdan önce de sonra da yerine getirmesi gerekir.Kabul edilmesi gereken,açık bir delîl
olmadan iki duruş arasında bir ayırım yapmamaktır.
Allâme kardeşimizin:
“Namazla ilgili hadîsler pekçok
olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olsaydı
herhangi bir yoldan bize ulaşırdı”
sözüne gelince, buna şöyle cevap
verilir:
Bu
husus, sizin dediğiniz gibi değildir.Bilâkis daha önce belirtildiği gibi Sehl,
Vâil ve başkalarından rivâyet edilen hadîsler buna delîl teşkil etmektedir.Bu
hadîslerden kastedilen mananın dışına çıkanın, bunu ispat etmek için delîl
getirmesi gerekir.
Allâme kardeşimizin:
“Seleften hiç kimsenin bunu yapmaması ve
bildiğim kadarıyla da hadîs imamlarından hiçbirisinin bu hususu zikretmemesi bu
görüşü doğrulamaktadır.”
sözüne gelince, buna şöyle cevap
verilir:
Bu sözünüz çok gariptir.Neye
dayanarak seleften hiç kimsenin bunu yapmadığını söyleyebiliriz ki ?
Bilâkis doğru olan, bu durum
selefin rükûdan doğrul-duktan sonra ellerini bağladıklarını gösterir.Eğer bunun
tersini yapmış olsalardı bu haber bize ulaşırdı.Çünkü daha önce zikredilen
hadîsler, ayakta dururken rükûdan önce ve rükûdan sonra el bağlamanın câiz
olduğuna delâlet eder.
Nitekim İmam Buhârî-Allah ona
rahmet etsin- sözümüzün başında naklettiğimiz konu başlığı da bunu
gerektirmekte-dir. Hâfız İbni Hacer’in bu konu başlığı ile ilgili sözü de aynı
doğrultudadır.Bundan daha önemlisi Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in
rükûdan doğrulduktan sonra ellerini saldığı da rivâyet edilmemiştir.Çünkü böyle
yapsaydı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in bundan daha az öneme hâiz
söz ve fiillerini, sahâbe bize nakletmiş oldukları gibi bunu da bize naklederlerdi.
İbni Abdilberr’in:
“Peygamber-sallallahu aleyhi ve
sellem-’den el bağlama hususunda aykırı
bir şey naklonulmamıştır”
dediğini daha önce belirtmiştik.
Hâfız İbn-i Hacer de onun bu
sözünü onaylamıştır. Başkalarının da buna aykırı bir şey söylediklerini
bilmiyoruz. Söylediklerimizden açıkça anlaşılmaktadır ki kardeşimiz fazîletli
âlim M. Nâsıruddin Elbânî, sözlerine dikkatle bakıp ilim ehlinin uyguladıkları
kurallara göre incelediğimizde söylediği sözler onun lehine değil, bilâkis
aleyhine delîl teşkil eder.
Allah Teâlâ, bizi ve onu
bağışlasın ve hepimize affıyla muâmelede bulunsun.Burada sunduğumuz delîlleri
okuduktan sonra kendisinin hakkı açıkça görüp ona dönmesini ümit ederim.Çünkü
hak, mü’minin yitik malıdır, onu ne zaman bulursa alır.Allah’a hamd olsun ki,
kendisi hakkı arzu edenlerden olup, ona koşan, hakkın açığa çıkması için büyük
gayretler sarfeden ve hakka dâvet edenlerdendir.
C U M A
N A M A Z I
Cumanın Farziyeti :
Değerli
Müslümanlar ! bilindiği gibi Cuma namazı Allah’ın mü’minler üzerine farz
kıldığı mühim bir ibadettir… Allah c.c kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
” Ey iman
edenler Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış
verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için
daha hayırlıdır. ”Cuma : 9
“ … Ömer r.a şöyle dedi : Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dili üzere sefer namazı iki
rekattır. Cuma namazı iki rekattır. Fıtır ve Kurban bayramı namazları iki
rekattır. Tamamdır, noksan değildir.” Nesei 1419 İbni Mace 1064 İbni Huzeyme
1425 Ahmed 1/37 Albani 638-el-irva
Cuma Gününün Fazileti :
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
selllem şöyle buyurdu : İçerisinde
güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Adem o günde yaratıldı, o günde cennete
girdirildi, o günde oradan çıkartıldı ve o günde kıyamet kopacaktır. 0 günde
öyle bir saat var ki, müslüman bir kul o saate denk getirerek Allah‘tan hayırlı
bir şey isterse, Allah onun isteğini verir.”İbnu’l-Munzir 1714-el-Evsat Müslim
854/17-17 Ebu Davud 1046 Tirmizi 491 İbni Huzeyme 1729 İbni Hibban 2772 Malik
1/108-109 Hakim 1/278 Beğavi 1050 Abdurrezzak 5583 Ahmed 10307 Albani
3/227-el-İrva
“ … Ebu Hureyre r.a şöyle rivayet etti : Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem cuma gününü anlattı ve şöyle buyurdu : Onda öyle bir saat var ki müslüman bir kul
o saate denk getirerek namaz kılıp Allah’u tealadan bir şey isterse, Allah ona
isteğini mutlaka verir.”İbnu’l-Munzir 1716-el-Evsat - Malik 1/108
- Buhari : 935 - Müslim : 852/13
“ … Ebu Hureyre, Ribiyyibni Hıraş ve Huzeyfe r.a dan.
Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : Allah’u teala bizden önceki kimselere cuma gününü kaybettirdi.
Dolayısıyla Yahudilerin özel günü cumartesi, Hıristiyan’ların özel günü pazar
oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve cuma gününü Allah bize hidayet ederek
gösterdi. Böylece cuma, cumartesi, pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu.
İşte bunun gibi kıyamet gününde de onlar bize ittiba edecektir. Biz dünya
ehlinin sonuncularıyız, kıyamet gününde ise herkesten önce lehine hüküm
verilenlerin ilkleri biz olacağız. “Müslim 856/22 Nesei 1367 İbni Mace 1083
Albani 1017-S. Cami
Cuma namazı günahlara kefarettir :
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Büyük günahları işlemedikçe beş vakit namaz
ve cuma, öbür cumaya kadar aralarında işlenen günahlara kefarettir. ”Müslim
233/14 Ebu Avane 2/20 Tirmizi 214 Ibni Mace 1086 İbni Huzeyme 314 İbni Hibban
1733 Tayalisi 2470 Beybaki 21467 Begavi 345 Ahmed 2/484
“ … Selman el Farisi r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu
aleyhi ve selem buyurdu ki : Bir kimse cuma günü yıkanıp elinden
geldiğince temizlenir ve yağından yağlanır veya evindeki kokusundan sürünür
sonra cumaya çıkar, yan yana oturan iki kişinin arasını açmaz, sonra kendisi
için takdir olunan miktarda namaz kılar ve daha sonra imam hutbede konuştuğunda
susar dinlerse, muhakkak o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları mağflret
edilir, buyurdu.”Buhari Ter : 855
Darimi 1/362 İbni Mace 1097 İbni Huzeyme 1763 İbni Hibban 2776 Ahmed 5/181
Cuma namazını terk etmenin tehlikesi :
“ … Abdullah b. Mesud r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem cuma namazına gelmeyen kimseler için : Yemin olsun ki ; birisine emredeyim insanlara namaz kıldırsın, sonra
cuma namazına gelmeyen kimselerin evlerini
- kendileri orada iken - yakıvereyim istedim, buyurdu.”Müslim : 652 /
254 - Ahmed : 3743 – 3816 - 4007- 4295 – 4398 - Albani : 5142-S. Cami
“ … İbni Ömer ve Ebu Hureyre r.a dan Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i minberinin ağaçları üzerinde : Bir takım insanlar cuma namazlarmı terk etmekten ya vazgeçer veya Allah
onların kalplerini muhakkak mühürleyecek de kendileri gafiillerden
olacaklardır, buyururken işittiklerini rivayet ettiler.” Müslim 865/40 Nesei 3/88 İbni Hibban 2785 Beğavi 1054 Ahmed 2132
“ … Ebi’l-Cağd ed-Damuri r.a dan. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Kim
küçümseyerek üç cumayı - peş peşe - terk ederse, Allah onun kalb ini mühürler.”
Ebu Davud 1052 Nesei 1368 Tirmizi 500
İbnj Mace 1125
“ … Rasulullah s.a.v buyurdu ki : “ Kim peşpeşe üç cuma namazını terk ederse
o, islami arkasına atmıştır.” Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 174 / 10
Cuma
Namazı Kendisine Vacip Olmayanlar :
“ … Tarık b. Şihab r.a dan. Nebi s.a.v şöyle buyurmuştur :
Cuma namazı haktır ve her müslümana
cemaatle - onu eda etmesi - farzdır.
Dört kişi müstesnadır : Köle veya kadın veya çocuk veya hastadır.”Ebu Davud
1067 Dare kutni 2/3 Hakim 1/288 Beyhaki 3/183-172 Albani 592-el-İrva
Cuma Günü İçin Gusül Abdesti Almanın önemi
:
“ … Ebu Said el-Hudri r.a’den Rasulullah s.a.v şöyle
buyurmuştur : Cuma günü gusletmek, buluğ
çağına gelen herkese vacibdir.”Buhari Ter : 895 Müslim 846/5 Ebu Davud 341
Nesei 3/93 Darimi 1/361 İbni Mace 1089 Malik 1/122/4 İbni Huzeyme 1742 Beğavi
331 Beyhaki 1/294 Ahmed 3/60 Albani 143-el-İrva
“ … İbni Ömer r.a’dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Herhangi biriniz cumaya gideceği vakit
gusül etsin.”Buhari Ter : 851 Müslim 844/1 Nesei 1375 Malik 1/102/5 Beğavi 332
Albani 458 S. Cami
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu : Her yedi günde
bir gün gusül edip başını ve bütün vücudunu yıkamak her müslüman üzerine
Allah‘in bir hakkıdır.”Müslim 849/9 Buhari 897- 898 Abdurrezzak 5298 İbni
Huzeyrne 1761 Beğavi 337
“ … Aişe r.anha şöyle dedi : İnsanlar köylerden ve Medine
civarındaki evlerden cumaya iştirak ediyordu. Sırtlarında ki abalara toz toprak
isabet etmiş halde gelirlerdi. Bu halde onlardan ter kokusu çıkardı. Rasulullah
benim yanımdayken onlardan biri Ona geldi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
selem : Keşke bu cuma gününüz için yıkansanız, buyurdu.”Buhari Ter : 868 Müslim 847/6 Ebu Davud 1055 Nesei 3/93-94 İbni
Huzeyme 1745 İbni Hibban 1237
“ … Semure b. Cundeb’den Rasulullah s.a.v şöyle
buyurmuştur : Bir kimse cuma günü abdest
alırsa o, makbuldür, iyidir. Kim de gusül abdesti alırsa, gusül abdesti daha
faziletlidir.”Ebu Davud 354 Nesei 1379 Tirmizi 497 Darimi 1/362 İbni Huzeyme
1757 İbnu’l- Carud 285 Beğavi 2/164 Beyhaki 1/295 Ahmed 5/88-11-17-22
“ … Ebu Hureyre r.a şöyle tahdis etti : Bir cuma günü Ömer
b. el-Hattap hutbe okurken mescide Osman r.a çıkageldi. Ömer ona tariz ederek :
Bazı insanlara ne oluyor ki ezandan sonra gecikiyorlar ! dedi. Osman : Ya
emirel mü’minin, ezanı işitince sadece abdest alıp buraya geldim, dedi. Ömer
r.a : Sadece abdest aldın öyle mi ? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in :
Herhangi biriniz cuma namazına
geldiğinde yıkansın, dediğini işitmediniz mi ? dedi. ”
Başka bir rivayette ise : “...Bir de Rasulullah’ın
yıkanmayı emrettiğini bilip dururken sadece abdest aldın yıkanmadın öyle mi ?
dedi. ”Buhari : 878 - Müslim : 845 / 4-3
Cumaya Erken Gitmenin fazileti :
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu : Cuma günü mescidin
kapılarından her kapının önünde melekler ilk gelenleri yazarlar. İmam minbere
çıkıp oturunca, yazdıkları sayfaları dürer ve hutbeyi dinlerler. İlk
gelen deve kurban eden kimse gibidir. Bundan sonra gelen, sığır kurban eden
gibidir. Rasulullah : Tavuk ve
yumurtaya varana kadar zikretti.”Buhari
Ter : 890 Müslim 850/25 Nesei 363-1384 İbni Mace 1092 Darimi 1/362 Malik 1/101
Tayalisi 2384 İbnu’1-Can 286 Ibni Huzeyme 3/133 Ahmed 2/239
Cuma Günü farz’dan önce kılınan ratibe namaz :
“ … Selman el Farisi r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi
ve selem buyurdu ki : Bir kimse cuma günü yıkanıp elinden
geldiğince temizlenir ve yağından yağlanır veya evindeki kokusundan sürünür
sonra cumaya çıkar, yan yana oturan iki kişinin arasını açmaz, sonra
kendisi için takdir olunan miktarda namaz kılar ve daha sonra imam hutbede konuştuğunda
susar dinlerse, muhakkak o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları mağflret
edilir, buyurdu.”Buhari Ter : 855 Darimi 1/362 İbni Mace 1097 İbni Huzeyme 1763 İbni
Hibban 2776 Ahmed 5/181
“ … Safiye şöyle dedi : Safiye b. Huyiy’i - bu hanım
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerinden biridir ve Muaviye’nin
velayeti döneminde vefat etmiştir - İmam
minbere çıkmadan önce dört rekat namaz kılarken gördüm.
Safiye r.anha cuma namazım imamla iki rekat kıldı.” Albani el-Ecvibe : 35.s
- İbni Sa’d 8/360
“ … İbni Munzir : İbni
Ömer r.a dan rivayet ettiğimize göre o, cumadan önce on iki rekat namaz
kılıyordu dedi.” Albani el-Ecvibe : s.35
- İbni Kayyım 1/421-Zadü’l-Mead
“ … İbni Mesud r.a cumadan önce ve cumadan
sonra dört rekat namaz kılardı.”
Abdullah İbni Mübarek ve Sufyan es-Seyri de böyle yaparlardı. “Albani el-Ecvibe : s.35 - İbn Ebi Şeybe 2/40/1 - İbni Kayyım
1/421-Zadü’l-Mead
“ … İbni Abbas r.a “
Kendisi cumadan önce sekiz rekat namaz kılardı.”Albani el-Ecvibe : s.35 - İbn
Ebi Şeybe 2/40 İbnu’l Munzir 4/97-el-Evsat İbni Kayyım 1/424- Zadü’l Mead
Cuma günü imam minber’de iken tahiyatu’l
mescid namazı kılma :
“ … Ebu Katade’den. Resulullah s.a.v buyurdular ki : sizden biri mescide geldiğinde - namaza durması müstesna -
oturacaksa iki rekat namaz kılsın.
“Buhari : 444 Ter : 540 Müslim : 2.c.714.n - Ebu Avane 1/4l5 - Ebu Davud 467
Nesai 729 Tirmizi : 315.n - İbni Mace : 3.c.1013.n - Darimi : 1/323
“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe okurken bir kimse mescide
girdi ve oturdu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona : iki rekat namaz kılmaktan seni alıkoyan
nedir ? Kalk namaz kıl buyurdu. “Müslim : 54 ,55, 56,57,58-875 - Buhari :
ter.891
“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. Şöyle dedi : Benim peygamber
s.a.v üzerinde bir alacağım vardı.Kendisi borcunu bana daha fazlasıyla ödedi.
Mescide yanına gittiğimde bana : iki
rekat namaz kıl, buyurdu. “Müslim :
2.c.715.n
“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. Şöyle dedi : Peygamber s.a.v
bir Cuma günü hutbe yaparken bir adam geldi. Peygamber s.a.v o kimseye : Ey fulan sen namaz kıldın mı ? diye
sordu. O zat hayır dedi. Bunun üzerine s.a.v : Öyleyse kalk iki rekat namaz kıl, buyurdu. “Buhari : 2.c.891.s
“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. O şöyle dedi : Resulullah s.a.v
yolculukta benden bir deve satın aldı. Medine ye gelince, mescide gelmemi ve iki rekat namaz kılmamı emir buyurdu.
“Müslim : 2.c.715 / 72.n
“ … Ka’b İbnu Malik r.a dan. Şöyle dedi : Resulullah s.a.v gittiği her
seferden muhakkak gündüzleyin kuşluk vaktinde gelirdi. Geldiği zaman da evvela
mescide girer ve orada iki rekat namaz kılar sonra otururdu. “Müslim : 2.c.716.n
“ … Ebu Katade’den. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Oturmadan evvel iki rekat namaz kılarak mescidlerin hakkını verin.
“Camiu’s Sağir : 1.c.666.n
“ … Cabir r.a şöyle dedi : Bir adam cuma günü Rasulullah
s.a.v hutbe okurken mescide girdi. Rasulullah s.a.v ona : Namaz kıldın mı ?, Dedi. Adam Hayır dedi. Rasulullah : Kalk iki rekat namaz kıl, buyurdu. “İbnu’l- Carud 293 Buhari 930-Ter:1 166
Müslim 875/55 Ebu Davud 1115 Nesei 1394 Tirmizi 510 Darimi 1/364 İbni Mace 1112
İbni Huzeyme 1833 İbni Hibban 2504 İbn Ebi Şeybe 2/20 Tayalisi 1695 Ebu Yala
1830 Beyhaki 3/193 Beğavi 4/263
Bu konudaki zayıf rivayet :
“ … İbni ömer r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdularki : Sizden biriniz imam minberin üzerinde iken
camiye girerse, imam hutbesini bitirinceye kadar namaz kılamaz ve konuşamaz.
“Bu hadisi Taberani zikretmiştir.
İbni Ömer r.a dan zikredilen bu
hadisi şerif, sahih değildir. Hadis alimlerinden Ebu Zur’a ve Ebu Hatim ; bu
hadisin münkerul hadis olduğunu
söylemişlerdir.
Cuma Gününün Adabı :
“ … Abdullah b. Busr r.a şöyle dedi : Cuma günü minberin
yanında oturuyor idim. Rasulullah s.a.v insanlara hutbe okuyordu. - o esnada - bir adam insanların omuzunu eze
eze geldi. Rasulullah s.a.v ona : Otur,
gerçekten eziyet ettin ve geç kaldın, buyurdu”İbni Hibban 2790 Ebu Davud 1118 Nesei 1398 İbni Mace 1115 İbni Carut
294 İbni Huzeyme 1811 Ahmed 4/188
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur :
Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına
sus desen dahi, yine lağv etmiş olursun.”Buhari Ter : 894 Müslim 851/11 Ebu
Davud 1112 Nesei 1400 Tirmizi 512 Darimi
1/364 İbni Mace 1110 İbn Ebi Şeybe 2/33/4 İbni Huzeyme 1805 İbni Hibban 2793
Malik 1/103 Abdurrezzak 5414 Tayalisi 2365 Ebu Yala 5846 Humeydi 966 Tabarani
9163-M. Evsat) Beyhaki 3/218 Ahmed 2/244-285 Albani 619-el-İrva
“ … Muaz b. Enes r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem cuma günü imam hutbe okurken ‘
Hibve ’ oturuşunu yasakladı.” Ahmed
15630 Ebu Davud 1110 Tirmizi 514 Hakim 1069 Albani 6876-S. Cami
İZAH : “ Hibve “ oturuşu kalçayı yere koyup dizleri
birleştirerek dikmek ve elleri dizlerin ön kısmında birleştirmektir.
“ … Ebu Hureyre r.a den Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : “... Kim - namaz’da - çakıl taşlarıyla
oynarsa dahi lağv etmiş olur.”İbni Mace 1025 Müslim 857/27 Tirmizi 498 Beğavi
336
“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’i işittim şöyle buyuruyordu : Biriniz
cuma günü mescidde uyukladığı vakit oturduğu yeri başka bir yerle değiştirsin.
”Ebu Davud 1119 Tirmizi 526 İbni Ebi Şeybe 2/29 İbni Huzeyme 1819 İbni Hibban
571-el-Mevarid Hakim 1/291 Beyhaki 3/237 Ahmed 2122 Albani 468-es-Sahiha
“ … Aişe r.anha şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
cuma günü insanlara hutbe okudu. Müteakiben onların üzerinde Nimar - denen
elbiseleri - gördü : Biriniz maddi bir
genişlik bulduğunda iş elbisesinden hariç cuması için iki elbise edinse ne
olur, buyurdu.”İbni Mace 1096-1897
Ebu Davud 1078 İbni Huzeyme 1765 İbni Hibban 568-el-Mevarid Albani 77-el-Meram
“ … Cabir r.a dan. Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Sizden biri cuma günü sakın kardeşini
yerinden kaldırıp sonra onun yerine geçerek oturmasın, fakat yer açın
genişleyin desin.”Müslim 2178/30 Ahmed 342 Albani 1302-es-Sahiha
“ … İbnı Abbas r.a dedi ki : Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Şüphesiz ki bugün bayramdır. Allah bu günü müslümanlar için - bayram - yapmıştır. cumaya gelen kimseler
yıkansrn. Eğer güzel kokusu varsa ondan sürünsün. Misvaka ise, iltizam
gösteriniz. ”İbni Mace 1098 Tabarani 1/129-1/269 M.Sağir
Cuma Günü Ezan :
“ … Es-Saib b. Yezid r.a şöyle dedi : Cuma günü ezan önceleri
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir ve Ömer’in zamanlarında imam
minbere oturduğu zaman okunurdu. Osman r.a nun zamanında insanlar çoğaldı. 0 da
Zevrada okunan üçüncü ezanı ziyadeleştirdi.”Buhari Ter : 876 Ebu Davud 1087 Nesei 1391 Tirmizi 516 İbni Mace 1135
İbnu’l- Carud 290 İbni Huzeyme 1773 Beyhaki 3/192 Beğavi 984-el-Mesabih Ahmed
3/450
Cuma Günü Hutbe :
“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü minberine çıktığı
vakit onun yanındaki kimselere selam verir sonra minberin üzerine çıkardı.
İnsanlara yüzünü döndüğü vakit onlara selam verir ve otururdu.” İbnu’l-
Münzir : 1799 - el-Evsat - Beyhaki :
3/205
“ … Süleyman b. Neşit r.a şöyle dedi : İbni Zübeyr cuma günü minbere çıkar onun üzerinde kaim olunca insanlara
selam verir sonra da otururdu.” İbnu’l Münzir 1800-el-Evsat Beyhaki 3/205
“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem ; cuma günü iki hutbe irad eder
ve aralarında otururdu.”Buhari Ter : 890 Müslim 861/33 Ebu Davud 1092 Nesei
1415 Tirmizi 506 İbni Mace 1103 Darimi 1/366 İbni Huzeyıne 3/142 Beğavi : 4/246
- Tayalisi : 1858) İbn Ebi Şeybe 2/23 İbnu’l- Carud 295 Beyhaki 3/197 Ahmed 2135 Albani 604-el-İrva
“ … Cabir b. Semure r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayakta hutbe okurdu. Sonra –
biraz - oturur sonra tekrar kalkardı. Ayet’ler okur Allah’ı sena ederdi.
Hutbesi ve namazı vasat idi. - yani ne
uzun ne de kısa idi - ”Müslim 866/41 Ebu Davud 1093 Nesei 1417 Tirmizi 507 İbni
Mace 1105-1106 Darimi 1/366 Tayalisi 757 Begavi 4/251 İbnu’l- Canıd 296 - İbn
Ebi Şeybe 2121 Beyhaki 3/207 Ahmed 5/87-88 Albani 3/71-el-İrva
“ … AmMar bin Yasir r.a dedi ki : Rasulullah s.a.v’i işittim
buyuruyordu ki : Namazın uzunluğu,
hutbenin kısa - ve özlü - oluşu kişinin fıkhındandır. Dolayısıyla namazı uzun,
hutbeyi kısa tutun. Şüphesiz ki beyan -
yani güzel konuşma - da sihirdendir. “Müslim 869/47 Darimi 1/365 Hakim 3/393
İbn Münzir 1797-el-Evsat İbn Ebi Şeybe 2124/4 Albani 61 8-el-İrva Beyhaki 3/208
Ahmed 4/262
“ … Cabir b. Abdullah r.a şöyle dedi : Nebi s.a.v’in hutbesi
Allah’a hamd ve Ona övgü ile başlardı – yani şöyle derdi : İnne’l-Hamde Lillah Nahmeduhu Ve Nesteinuhu Ve Nestağfiruh. Ve Nea zu
Billahi Min Şururi Enfusina Ve Min Seyyiatu A‘malina Men Yehdihil lahu Fela
Mudille Leh. Ve Men Yudlil Fela Hadiye Leh. Eşhedu Ella İlahe İllallahu Vahdehu
La Şerike Leh. Ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhu Ve Rasuluh... “Müslim 867/44
Ebu Davud 2118 Nesei 1403 Abdullah b. Mesud’dan Ebu Yala 5233 Tayalisi 338
Tabarani 10079-M. Kebir
“ … Binti Harise b. en-Nuğman r.a şöyle dedi : Ben Kaf Suresini sadece Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in ağzından ezberledim. 0 her cuma bu sureyi
hutbede okurdu.”Müslim 873/51 Ebu Davud 1100 Nesei 1410 Ebu Yala 7/50 İbni
Huzeyme 3/144/1786 Beyhaki 3/211 Ahmed 6/463
Cuma Günü Hutbede Dua etmek :
“ … Enes b. Malik r.a şöyle dedi : Bir kimse Cuma günü
minberin karşısındaki kapıdan içeriye girdi. Resulullah sallallahu aleyhi ve
sellem ayakta hutbe okuyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
karşısında dikilip ; ya Rasulellah !
davarlar helak oldu ve yollar kesildi. Allah’a dua et de imdadımıza yetişsin
dedi. Enes dedi ki : Rasulullah elini kaldırdı ve ‘Allah umme Eskına, Allah umme Eskına, Allah umme Eskına’ dedi.
Enes devamla şöyle dedi : Allah’a yemin ederim ki, o sırada biz, gökyüzünde ne
kalın ne de ince buluttan bir şey görmüyorduk. Bizimle Seli Dağı arasmda o
zaman hiçbir ev hiçbir konak da yoktu. Enes dedi ki, derken Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasından kalkan şeklinde bir bulut belirdi.
Semanın ortasına ulaşınca yayıldı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Enes dedi ki :
Allah’a yeminle söylüyorum, biz altı gün güneşin yüzünü göremedik. Sonra öbür
Cuma günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem yine ayakta hutbe okurken, aynı
kapıdan bir kimse girdi, Rasulullah’ın karşısında dikilip ; ya Rasulallah !
Mallar helak oldu, yollar da kesildi. Allah’a dua et de bu yağmuru durdursun
dedi. Enes dedi ki : Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
ellerini kaldırdı ve : Ey Allah etrafımı za, üzerimize değil Ey Allah‘ım ! Tepelere,
dağlara, kırlara, bayırlara, derelere ve ağaçlıklara yağdır’ buyurdu. Enes
dedi ki : Bunun üzerine yağmur kesildi. Namazdan çıktığımızda güneş altında
yürüyorduk .....Buhari Ter: 967 Müslim
897/8 Malik 1/191 Ebu Davud 1174 Nesei 1514 İbnu’l-Carüd 256) İbni Hibban 992
Beyhaki 3/353-355 Ahmed 3/104-187-194 Albani 41 6-el-İrva
Cuma Namazının Kıraati :
“ … Numan b. Beşir r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ; her iki bayram
namazında ve Cuma namazında ‘ Sebbihisme Rabbike‘l-A’la ile Hel Etake Hadisu’l
-Gaşiye’ ayetleriyle başlayan sureleri okurdu.”Müslim 878/62 Ebu Davud 1122
Tirmizi 533 Darimi 1/368 İbni Mace 1281 İbni Huzeyme 921 İbn Ebi Şeybe 2/50/1
İbnu’l Carud 265 Humeydi 921 Tayalisi 795 Beyhaki 3/294 Beğavi 4/272 Ahmed 4/271-272
“ … İbni Ebi Rafi şöyle dedi : Mervan, Ebu Hureyre’yi
Medine’de yerine halef yaptı Mekke’ye gitti. Bu sebeple Cuma namazını bize Ebu
Hureyre kıldırdı. Ebu Hureyre birinci rekat te Cuma Suresini okudu, ikinci
rekatta Munafikun Suresini okudu. Namazdan ayrılırken Ebu Hureyre’ ye yetiştim
ve : Sen bu gün Ali b. Ebi Talibin Kufe’de okuduğu sureleri okudun. Ebu Hureyre
: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Cuma günü bunları okurken
işittim, dedi...”Müslim 877/61 Ebu Davud
1124 Tirmizi 519 İbni Mace 1118 İbnu’l-Carud 301 İbni Huzeyme 3/170-171 Ahmed
2/430
Cuma’dan sonra kılınan sünnet Namazı
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Biriniz cumayı kıldığı vakit, ondan sonra
dört rekat de sünnet kılsın.”Müslim 881/67 Ebu Davud 1131 Nesei 2425 Darimi
1/370 İbni Mace 1132 İbni Hibban 2477 Tayalisi 2406 Beyhaki 3/239 Ebu Nuaym
7/334-el-Hilye Ahmed 2/499 Albani 625-el-irva
“ … İbni Ömer r.a Rasulullah’ın sünnet namazlarını vasfederek
şöyle dedi : Rasulul-lah sallallahu
aleyhi ve sellem cuma günü farz namazını kıldıktan sonra - evine dönene kadar
- namaz kılmazdı. Müteakiben evinde iki
rekat namaz kılardı.”Müslim 882/71 Ebu Davud 1132 Nesei 1426-1427 Tirmizi 521
Darimi 1/369 İbni Mace 1131 Malik 1/166 Ahmed 21103
“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cumadan sonra namaz kıldığınız vakit dört
rekat daha namaz kılınız.”
Ravilerden Amr’in rivayetinde şu ziyade vardır : İbni İdris ona da Suhey
şöyle dedi : “ Bir şey seni acele ettirirse sünneti mescidde iki rekat kıl iki
rekatı da – varacağın yere - döndüğünde
kıl.”Müslim : 2.c.881/68.n
“ … Nafi’ şöyle dedi : Abdullah
b. Ömer r.a cumanın farzını kıldığı zaman gider evinde iki rekat namaz kılardı.
Sonra İbni Ömer şöyle dedi : Rasulullah s.a.v de işte böyle yapardı.”Müslim :
882/70.n
C U M A
N A M A Z I K I L M A Y A N L A
R A
Değerli
Müslümanlar ! bilindiği gibi Cuma namazı Allah’ın mü’minler üzerine farz
kıldığı mühim bir ibadettir. Allah c.c kerim kitabında
şöyle buyurmaktadır :
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي
لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن
كُنتُمْ تَعْلَمُونَ
” Ey iman edenler Cuma günü namaza
çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz
gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. ”
Cuma : 9
Allah’u
Teala bu ibadeti kitabında farz kılmasına rağmen, ne yazık ki bugün bu ibadeti
birtakım insanlar delilsiz, mesnedsiz, zanni gerekçelerle sulandırmış ve terk
etmişlerdir…
Halbuki
basiretli bir müslümana yakışan ; ardına düştüğü meseleleri sahih delillere dayandırmasıdır. Eğer dini
meselelerde gerçekten Allah’tan hakkıyla korkuluyorsa, bunu böyle yapması
gerekir… Yani iddia ettiği gerekçeleri, sahih delillere dayandırıp ona göre
hareket etmesi gerekir.
Allah’u azze ve
celle inananlara körü körüne hareket etmemeleri sık sık kitabında zimretmiştir.
Bu konuda şöyle buyurur :
وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ
السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً
{
Bilmediğin bir şeyin ardına düşme ; zira kulak, göz ve gönül bunların
hepsi de ondan mes’uldür. }İsra : 36
“... Allah’tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha
sapık kim olabilir ?...“İsra : 50
“ Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse ile, kötü işi
kendisine süslen-dirilen ve keyfine uyan gibi olur mu hiç ?. “Muhammed : 14
“ Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadan, Allah’ın Ayet’leri
üzerinde tartışırlar. Bu çirkin iş ise, gerek Allah’ın yanında ve gerekse
mü’minlerin arasında büyük bir kızgınlık
doğurur. Allah her kibirli zorbanın kalbini mühürler. “Mü’min : 35
İşte
Allah’u Azze ve Celle bu ve bununla eş manalı Ayeti celileleri, inananlara
bilinçli ve şuurlu hareket etmelerini, körü körüne bir şeylerin ardına
düşmemelerini ve bu şekildeki bilinçsiz ve şuursuz hareketlerinden dolayı da
hesaba çekileceklerini bildirmektedir…
İmamların
aldığı maaşı, attıkları imzayı, burası daru’l harb tir sözünü veya idarecileri
bahane ederek bu ibadeti terk edenlerin dikkatine şunu sunmak isterim : acaba
Cuma’nın terki için
öne sürdüğünüz bu gerekçeler herhangi bir delile dayanıyor
mu ?. Veya bunların siz ce mazeret olması Allah indinde de mazeretmidir ?.
Öyleyse
her konuda olduğu gibi bu konuda da Müslümanlar uyanık olmalı ve yaptıkları her
şeyi delile dayandırmalıdırlar. Hele hele bu konudaki hadisleri akıl-larından
asla çıkarmamaları gerekir. Çünkü Cuma namazını kılmayanların, Allah tarafından
kalplerinin mühürleneceyi anlatılmaktadır..
“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cumaya
gelmeyen bir kavim için : Vallahi bir
adama cemaate namaz kıldırmasını emretmeyi, sonra da cumaya gelmeyenlerin
evlerini üzerlerine yakmayı arzu ettim,” buyurmuşlardır. Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 169 / 1
“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki : Kim özürsüz üç cumayı terk ederse
Allah onun kalbini mühürler…. Kim özürsüz üç cumayı terk ederse o
münafıktır.”Sahih Terğib : 726 – Ter : 2 / 171 / 3 – İbni Hibban ve İbni
Huzeyme
“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki : “ Kim peşpeşe üç cuma namazını terk
ederse o, islami arkasına atmıştır.”Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 174 / 10
Burası daru’l harp’tir diyenlerin biraz
insaflı ve adil olmaları gerekmez mi ? Sizler rahatınızdan hiç taviz vermeden,
kimseyle de savaşmadan yan gelip yatıyorsunuz… Bu nasıl darul harp se !! … Hem
cumayı kılmıyor, hem iddia ettiğiniz harpten kaçıyorsunuz ! Allah’tan korkun ve
bu konuyu güzel düşünün.
Bununla
beraber hür değiliz diyen beyefendilerin dikkatine şunu da sunmak iste-rim ;
sizler tacirler, memurlar, amirler olarak yaptığınız işleri veya seyahatleri
acaba köle olarak mı yapıyorsunuz ? … Efendisinin malı olan, alınıp satılan köleye
bile bu namaz haram değilken, sizi cami’den, Müslümanlardan ve cemaatten
koparan şey nedir ? … Ve yine kendinizi köle kabul ederken, acaba
hanımlarınızın da cariye olduğunu hiç düşündünüz mü ?
Bana
kalırsa ümmet içerisinde körü körüne estirilen bu ayrılık rüzgarından yakanızı
kurtarın ve basiretli bir şekle konuyu düşünün. Eğer düşünemiyor,
anlayamıyorsanız,ya da bu şekildeki Müslümanlardan ayrılık size hoş geliyorsa,
bilin ki Allah’ın elçisi yalan söylememiştir. Yani kalbinizi kontrol edin, çünkü
doğruları anlama hususunda kapanmış olabilir.
“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur : “ Bir takım kimseler Cuma
namazlarını terk etmelerinden ya yaz geçerler, yahut da Allah onların kalpleri
üzerine muhakkak mühür vuracak sonra da kendileri muhakkak surette gafillerden
olacaklardır. “Müslim : 3.c.865.n - Sahihu’t Terğib : 724 ter. 2/170/2
CUMA NAMAZININ FARZ
OLMADIĞI KİMSELER
{ … Tarık bin Şihab r.a dan gelen haberde Rasulullah
s.a.v şöyle buyurdu : Cuma cema her
müslümanın hakkı ve ödevidir. Dört sınıf hariç ; köle, kadın, çocuk ve hasta..
“ }Ebu Davud : 2.c.1067.N
CUMA NAMAZI SİYASİ
VE DEVLET NAMAZI
DEĞİLDİR
Değerli Müslümanlar unutmayınız ki Cuma
namazı ne devlet namazıdır ve ne de siyasi bir namazdır… Cuma namazı, daha
islami bir idare yokken de kılınmıştır. Hatta şehirlerde de kılınmış köylerde
de kılınmıştır.
“ … İbn-i Abbas r.a‘dan Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurdu ki : Bid’atlere
göre amel eden kişi bid’ati terkedinceye kadar, Allah onun amelini kabul
etmekten yüz çevirir. “Sahihu’-Tergib : 1/51 ter. 1/110-11
CUMA NAMAZI KILMAYANLARIN
ÖNE SÜRDÜKLERİ DELİL
"... Câbir bin Abdillah r.a’an
; Şöyle demiştir : Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem
bize şu hutbeyi irad buyurdu : Ey
İnsanlar ! Ölmeden Önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul olmadan önce sâlih
amellere koşunuz. Rabbinizi çok anmakla ve gizli - açık bol sadaka ( vermek )
ile O'nun, sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki nzıklan asınız,
yardım olunasınız ve İslah olunasınız. Bilmiş olunuz ki içinde bulunduğum bu
yılın bu ayının bu gününde ve burada kıyamet gününe kadar Allah size Cuma
namazını şüphesiz farz kıldı. Ben hayatta İken veya benden sonra, başında âdil
veya zâlim bir devlet başkanı varken kim Cuma namazını küçüm-siyerek veya
farziyetini inkâr ederek bırakırsa Allah onun işini düzene sokmasın ve işinde
ona bereket vermesin. Bilmiş olunuz ki tevbe etmedikçe böylesinin ne namazı, ne
zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hiç bir hayrı sahihtir. Kim de tevbe ederse Allah
tevbesini kabul eder - veya kabul eylesin -. Bilmiş olunuz ki, hiç bir kadın
hiç bir erkeğe namaz kıldıranı az. Hiç bir bedevi hiç bir muhacire imam olamaz.
Hiç bir fâsık, hiç bir mü'mine namaz kıldıramaz. Meğer ki fâsık zor kullanır,
mümin de onun kılıcından ve copundan korktuğu zaman mü'min uyar. "Zayıf
….. İbni Mace :
Ne yazık ki
davalarını üzerine bina ettikleri bu hadis sahih değildir. Çünkü Hadisin
ravilerinden Ali bin Zeyd bin Cüd’an Ve Abdullah bin Muhammed el Adevi zayıf
oldukları için isnadın zayıflığı zevaid de bildirilmiştir.
NAFİLE
NAMAZLAR
Salavatut
Tatavvu (Nafile namazlar): bileşik kelime ve isimlerdir. Bunları
önce tek tek tarif ettikten sonra izafe edilmiş şekliyle bileşik olarak ele
alacağız.
Salavat: Salat
(namaz) kelimesinin çoğuludur. Sözlük anlamı dua demektir. Şer’î anlamı ise;
anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir ve bitişi selam vermek olan söz ve fiiller
bütünüdür.
Tatavvu
(nafile): sözlük anlamı Salih amel işlemek, ihtiyaçtan fazla olarak
yardımda bulunmak veya lüzumlu olmayan fazlalık demektir. Tatavvu’nun sadece
hayır ve iyilik hakkında olacağı söylenemez. Şer’î anlamı ise; İslam hakkı
olarak vacip kılınan şeyler üzerine fazlalıktır. Bu fazlalığın vacip olup
olmaması fark etmez.
İslam
hakkı olarak vacip kılınan namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazı
olarak günde beş vakit kılınan namazlardır. Tatavvu (nafile) ise, farzlar
üzerine, vacip olup olmaması eşit olan fazlalıklardır.
O halde
nafile namazlar; vacip olsun olmasın fark etmeden, farz namazlardan fazla
olarak kılınan namazlardır. İslam’da günde beş vakit olarak vacip kılınan farz
namazlardan fazla olarak kılınması meşru olan namazlar “Tatavvu (nafile)
namazlar” kapsamındadır.
Allah
izin verirse, beş vakit farz namazın dışında kalan bazı namazların vacip
hükmünde olmakla beraber, nafile namazlar arasında sayılmasının bir çelişki
olmadığını göreceksin. Zira onun vacip oluşu zatı itibarıyla değildir. Bununla
ilgili emir daha hafif olup her müslüman erkek ve kadına, seferde ve mukim iken
farz olan beş vakit namazla aynı hükümde değildir. Bu beş vakit namazın vacip
oluşu, ancak İslam’ın hakkı olmasındandır. Fakat bundan başka namazlardan vacip
olanı, mescide girip oturmayı istemek gibi farklı sebeplerden dolayıdır.
Şüphesiz bu, “tahiyyetul mescid” namazının vacip olmasına sebeptir. Çünkü adağı
yerine getirmek vacip olduğundan, adanmış bir namazı eda etmek de vaciptir.
Bunun gibi...
2- Nafile Namazların Çeşitleri
Nafile
iki çeşittir;
Birincisi; Dinin
bir sınır belirlemediği mutlak nafile. Mesela; Allah yolunda yarım hurma bile
olsa dilediğin kadar nafile sadaka verebilir, gece ve gündüz ikişer rekat olmak
üzere nafile namaz kılabilirsin.
Lakin
bu mutlak nafileye, revatib sünnetlere devam edildiği gibi devam edilmemesi
gerekir. Aksi halde bu bir bidat halini alır veya bidat ehline benzemiş olunur.
İkincisi: Dinde
bir sınır belirlenmiş olan mukayyed nafile. Mesela; kim sabah namazının
sünnetini kılmak isterse, bunu ancak vakti girdikten sonra sabah namazının
farzından önce, sabah namazının sünneti niyetiyle iki rekât kılmakla
gerçekleşir. Yine, kim küsuf (güneş tutulması) namazı veya bayram namazlarını
kılmak isterse bu ancak, meşru şekliyle olursa yerine gelmiş olur. Dinin vasıflarını
tayin ettiği diğer sünnetler de böyledir.
3- Nafile Namazların Fazileti
Nafile namazların fazileti hakkında pek çok hadis varid olmuştur. Bunlardan
bazıları şöyledir;
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki;
“Şüphesiz insanların kıyamet
gününde ilk hesaba çekilecekleri amelleri namazdır. Rabbimiz Azze ve Celle en
iyi bilen olduğu halde meleklere buyurur ki;
“Kulumun namazına bakınız, tam mı yoksa eksik mi?” Eğer tam ise onun için
tam olarak yazılır. Şayet onlardan bir şey eksikse buyurur ki;
“Bakınız, kulumun nafilesi var mı?” Eğer onun nafilesi varsa
“Kulumun farzlarını nafilelerinden tamamlayın” buyurur. Sonra aynı şekilde
diğer amellerine geçilir.” Bunu Ahmed ve dört sünen sahipleri
rivayet etmişlerdir.
Bu hadiste nafile namazların meşru kılınmasının hikmetlerinden biri
açıklanmıştır.
2- Rabia Bin Ka’b Bin Malik el-Eslemî’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ile birlikte akşamlardım. Ona abdest alması ve haceti için gittiğimde
bana;
“İste” dedi. Ben de; “Senden
cennette bana arkadaş olmanı isterim” dedim.
“Başka bir şey var mı?” buyurdu. “Sadece bu”
dedim.
“O halde çok secde etmekle kendin için bana yardımcı
ol” buyurdu. Bunu Müslim ve Sünen sahipleri rivayet ettiler.
3- Ma’dan Bin Ebi Talha el-Ya’merî’den; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in azatlısı Sevban radıyallahu anh ile karşılaştım
ve ona;
"Bana, yaptığım takdirde Allah'ın beni cennete
koyacağı bir amel bildir" veya "Allah'ın en sevdiği ameli söyle"
dedim. Sustu. Tekrar sordum. Yine sustu. Üçüncü defa sorduğumda dedi ki;
"Ben
de bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sormuştum. Buyurdu ki; "Sana
secdeleri artırmanı tavsiye ederim. Zira Allah için yaptığın her secdeden
dolayı Allah bir dereceni yükseltir, bir de hatanı siler" Ma’dan dedi
ki;“Sonra Ebud Derdâ radıyallahu anh ile karşılaştım ve ona da sordum. O da
Sevban radıyallahu anh’ın söylediğinin aynısını söyledi.”
Burada
secdeler ile kastedilen; nafile namazlardır. Zira namaz harici ve sebepsiz
olarak sadece secde talep edilen bir şey değildir. Sücûd kelimesi farz namaz
manasına da gelebilirse de farz namazlar her müslümanın borcu olduğundan burada
nafile namaz anlamında kullanılmıştır. Zira Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem onu umduğuna nail kılacak husûsi bir şeye irşad etmek istemişti.
Bu iki
hadis, nafile namazları artırmanın faziletini göstermektedir.
REVATİB SÜNNETLERRevatib Sünnetlerden Kastedilen:
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in beş vakit farz
namazlardan önce veya sonra beraber kıldığı veya kılınmasını teşvik ettiği
namazlardır.
1- Revatib Sünnetlerin Faziletleri
Revatib sünnetlerin faziletleri hakkında hadisler varid
olmuştur. Onlardan bazıları mücmel olarak revatib sünnetlerin faziletleri
hakkında olup, bazıları da tek tek faziletleri hakkındadır.
1- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı Ümmü
Habibe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle
buyururken işittim;
“Hiç bir
müslüman kul yoktur ki, Allah için her gün farz dışında, nafile olarak on iki
rekât namaz kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yapmasın! Veya cennette, ona
bir ev yapılmasın” Müslim rivayet etmiştir.
Tirmizi ve Nesai’nin rivayetlerinde ise bu on iki rekât
şöyle açıklanmıştır;
“Dört rekât
öğle namazından önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşamdan sonra, iki
rekât yatsıdan sonra ve iki rekât de sabah namazından önce”
Bu hadis, günde on iki rekât nafile namaz kılmaya devam
etmenin müstehap olduğuna delil olmaktadır. Kim her gün on iki rekât ve daha
fazla namaz kılarak revatib sünnetleri muhafaza ederse, bu hadiste anlatılan
fazilete ulaşır. Yine bu hadiste, hadiste genel ve özel olarak zikredilen
revatib sünnetlere devam etmenin fazileti vardır. Vallahu a’lem.
Nitekim revatib sünnetler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in fiili olarak sabit olmuş, kavlî ve fiilî sünnet bir araya gelmiştir.
2- İbn Ömer
radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den on rekât
(nafile) ezberledim; öğleden önce iki ve sonra iki rekât, akşam namazından
sonra evinde kıldığı iki rekât, yatsıdan sonra evinde kıldığı iki rekat ve
sabah namazından önce kıldığı iki rekat. Bu, öyle bir saatti ki, o saatte,
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına girilmezdi. Bana, (kız kardeşi)
Hafsa Radıyallahu anha anlattı ki; “
“Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem müezzin ezan okuyup fecir doğunca iki rek'ât namaz
kılardı.”
Buharî’nin ve
Müslim’in benzer rivayetinde şu ziyade vardır; “ve Cuma namazından sonra iki
secde.”
Müslim’in diğer
bir rivayetinde; “Akşam, yatsı ve Cuma namazının (nafilelerini) Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber evinde kıldım.” Şeklindedir.
Tirmizi’nin
rivayetinde ise; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bir gece ve
gündüzde kıldığı on rekât namaz ezberledim” şeklinde geçmektedir.
2- Ratibe Sünnetlerin Vasfı ve Hükümleri
Bu bölüm, beş vakit farz namazlarla beraber kılınan
ratibe sünnetlerin açıklamasını içermektedir. Her farz namazla ilgili
ratibelere bağlı olan meseleler beş bahis altında değerlendirilecektir.
Birincisi; Hükmü: Sabah namazının sünneti, te’kid edilmiş ratibe sünnetlerdendir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu namaza devam etmiş, hazarda ve
seferde terk etmemiştir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bunun vacip
olduğunu gösteren sahih bir şey gelmemiştir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu iki rekâtı
seferde de kıldığının delili, Ebu Meryem’in rivayet ettiği şu hadistir; Ebu
Meryem dedi ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber bir
seferde idik. Gece boyu yola devam ettik.
Sabaha karşı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir yerde konakladı ve
uyudu, insanlar da uyudular. Ancak güneşin üzerimize doğmasıyla uyanabildik.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem müezzine emretti ve ezanı okudu. Sonra
sabahın farzından önce ki iki rekât sünneti kıldık. Sonra emriyle kamet
getirildi ve insanlara sabah namazını kıldırdı. Sonra da bize kıyamete kadar
olacak şeyleri anlattı.”
Bu hadis, Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in sabah namazının farzıyla beraber sünnetini de seferde
kıldığını göstermektedir.
Yine, sabah namazının vaktini
kaçırınca onu kılmanın meşru olduğunu da gösterir. Şüphesiz böyle durumda
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi, sabah namazının
sünnetini, sonra da farzını kılmak meşrudur.
İkincisi; Vasfı ve Fazileti; Sabah namazının sünneti, farzından
önce kılınmak üzere iki rekâttır. Bunun fazileti hakkında varid olan hadisler
şu şekildedir;
1- Aişe radıyallahu anha’dan;
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Sabahın iki rekâtı dünyadan ve içindekilerden
hayırlıdır (Muhakkak ki bu iki rekât benim için bütün dünyadan sevimlidir.)”
Müslim rivayet etmiştir.
Hadis sabah namazının iki rekâtının müstehap oluşuna
delildir ve buna teşvik etmektedir.
2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in sabah namazının iki rekatı kadar ısrarla devam ettiği başka
bir nafile yoktu.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Hadis sabah namazının iki rekâtına devam etmenin te’kid
edildiğine delildir.
Nitekim bu ratibe, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in teşvik edici kavlî sünnetini ve buna devam ettiğine dair fiilî
sünnetini bir araya getirmiştir.
3- Yine Aişe radıyallahu anha demiştir ki; “Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğleden önce dört rekatı ve sabah namazından önceki
iki rekatı terk etmezdi.” Bunu Buhari ve Nesai rivayet etmiştir.
Bu hadis sabah namazının iki rekât (sünnetinin)
faziletini göstermektedir. Şüphesiz o, en çok tekid edilen ratibe (sünnet)
namazdır.
Üçüncüsü; Hafifletilmesi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti sabah namazının
sünnetini hafif iki rekât olarak kılıp, onda kıraati uzatmamaktır. Buna delil
olan hadisler şu şekildedir;
1- Müminlerin annesi Hafsa radıyallahu anha dedi ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, müezzin, sabah namazı için okuduğu
ezanı (bitirip) sustuğu ve sabah (vakti girdiği) vakit (farz) namaz kılınmadan
evvel hafif iki rekat (nafile) kılardı.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem sabah namazından önceki iki rekatı öyle hafif kılardı ki,
“Ümmül Kitab’ı (Fatiha’yı) okudu mu?” derdim. Buhari ve Müslim rivayet
etmiştir.
Bu iki hadis sabah namazının iki rekât sünnetini hafif
kılmanın meşru olduğunu göstermektedir.
Bazı alimler Aişe radıyallahu anha hadisinden, sabah
namazının sünnetinde sadece Fatiha suresini okumanın meşru olduğu hükmünü
çıkarmışlardır. Fakat hadiste buna delil yoktur. Sadece Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in bu namazda kıraati hafiflettiğine işaret etmiştir. Nitekim
bir sonra açıklanacak mesele bu sözümüzü desteklemektedir.
Dördüncüsü; Bu İki Rekâtta Ne Okunur:
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem sabahın iki rekâtında; “De ki: ey kâfirler!” (Kafirun)
ve “De ki: O Allah birdir!” (İhlâs) surelerini okurdu.”
2- İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rekâtlık sünnetinin ilk
rekâtında Bakara’daki “Allah'a ve bize indirilen şey'e iman ettik; deyin”(Bakara
136) ayet-i kerimesini ikinci rekâtta da Âl-i İmran’daki “Biz, Allah'a iman
ettik. Şahit ol ki, biz Müslümanlarız”(Âl-i İmran 52) âyet-i kerimesini
okurdu.”
Diğer rivayette; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
sabah namazının iki rekât sünnetinde “Biz, Allah'a ve bize indirilene iman
ettik; deyin!”(Bakara 136) âyet-i kerimesi ile “Sizinle aramızdaki
müsâvî bir kelimeye gelin!”(Âl-i İmran 64) âyetini okurdu”
Bu iki hadis, sabah namazının sünnetinde birinci rekâtta
İhlâs, ikinci rekâtta da Kafirun surelerini okumanın müstehap olduğuna
delildir. Yine aynı şekilde Bakara suresinden bir ayet ve Al-i İmran suresinden
bir ayet okumanın müstehap oluşunu da gösterir. O halde müslüman bazen onu
bazen bunu okuyarak sünneti tatbik eder.
Beşincisi; Sabah Namazının Sünnetinden Sonra Yatmak: Müslümanın evinde sabah namazının sünnetini kıldıktan
sonra sağ yanı üzerine yatması müstehaptır. Bu konuda varid olan hadisler şu
şekildedir;
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki; Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Biriniz sabah namazının iki rekât sünnetini
kıldıktan sonra sağ yanı üzerine yatsın.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.
Bu hadis sabah namazını kıldıktan sonra yatmanın meşru
oluşuna delildir. Yine burada emrin gereği olarak vacip oluşuna da delalet
vardır. Lakin aşağıda gelecek olan rivayetler, bu vacip hükmünü müstehaplık
hükmüne çevirmektedir.
2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem sabah namazının sünnetini kıldığı zaman ben uyanmışsam benimle
konuşur, uyanmamışsam namaz için ezan okunana kadar yatardı.” Bunu Buhari
rivayet etmiştir.
Bu hadis, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sabah
namazının sünnetini kıldıktan sonra sağ yanı üzere yatmayı bazen terk ettiğini
belirtmektedir. Şayet vacip olsaydı terk etmezdi.
Birincisi; Hükümleri: Öğle namazının ratibesi, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlî
ve fiilî olarak sabit olan müstehap sünnetlerdendir. Vacip olduğuna dair bir
delil gelmemiştir.
İkincisi; Şekli ve Fazileti: Gerek öğle namazından önce dört ve sonra dört rekât olarak, gerek öğle
namazından önce dört ve sonra iki rekat olarak ve gerekse öğle namazından önce
iki ve sonra iki rekat olarak kılınabilir. Müslüman bunlardan birini öğlenin
ratibesi (sünneti) niyetiyle yaparsa, bu sünneti eda etmiş olması için yeterlidir.
Bu şekillerin
meşru oluşuna delil olan rivayetler şöyledir;
1- Ümmü Habibe radıyallahu anha dedi ki; Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim;
“Kim öğleden önce dört ve sonra
dört rekât kılmaya devam ederse Allah onu cehenneme haram eder.” Bunu
Tirmizi ve İbn Mace rivayet etmiştir.
Bu hadis öğle namazından önce dört ve sonra dört rekat
namaz kılmaya devam etmenin müstehap olduğunu göstermektedir.
2- Abdullah Bin Şakik radıyallahu anh’den; “Aişe
radıyallahu anha’ya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından
sordum. Dedi ki;
“Evimde öğleden
önce dört rekât kılar, sonra çıkıp insanlara namazı kıldırırdı. Sonra eve gelip
iki rekât daha kılardı. İnsanlara akşam namazını kıldırdıktan sonra eve gelip
iki rekât daha kılardı. İnsanlara yatsı namazını kıldırdıktan sonra evime gelip
iki rekât kılardı. Gece vitir de dâhil olmak üzere dokuz rekât namaz kılardı.
Bazı geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bazı geceler de oturarak uzun
kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayakta iken rükû' ve sücûd eder; otururken
okursa, oturduğu yerden rükû' ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekât (nafile
namaz) kılardı.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.
Bu hadis öğleden önce dört ve sonra iki rekât kılmanın
meşru olduğuna delildir. Hadisin zahiri Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in bunları dört rekât olarak eda edilen namazlar gibi, selam ile ara
vermeden iki teşehhüdü birleştirerek kıldığını gösteriyor.
Üçüncüsü; Öğlenin Farzından Önceki Dört Rekâtı Kaçırmak: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bu namazı
öğleden önce kaçırdığı zaman, öğleden sonra kıldığı varid olmuştur.
Aişe radıyallahu anha’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem öğleden önceki dört rekâtı kılamadığı zaman öğle namazından sonra
kılardı.” Bunu Tirmizi ve İbn Mace rivayet etmiştir.
Bu hadis, öğle namazının farzından önceki dört rekâtı
kaçıranın öğlenin farzından sonra kılabileceğine mutlak olarak delil
olmaktadır.
Dördüncüsü; Öğlenin Farzından Sonraki İki Rekâtı Kaçırmak:
İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı Küreyb’den;
“Abdullah Bin Abbas, Abdurrahman Bin Ezher ve Misver Bin Mahrame (radıyallahu
anhum) Küreyb’i Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı Aişe
radıyallahu anha’ya göndermişler ve demişler ki;
“Ona hepimizden selam söyle ve İkindi namazından sonra
kıldığı iki rekatı sor. De ki; “Bize haber verdiler ki sen bu iki rekâtı
kılarmışsın. Fakat Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bunu yasakladığı
bize ulaşmıştır.” İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki;
“Ben Ömer İbnul Hattab radıyallahu anh ile beraber bu
yüzden insanları döverdim.” Küreyb dedi ki;
“Onun yanına girdim ve gönderildiğim şeyi ona
ulaştırdım.”
“Ümmü Seleme’ye sor” dedi. Ben de onlara gidip ne
söylediğini bildirdim. Beni bu sefer Ümmü Seleme radıyallahu anha’ya, Aişe
radıyallahu anha’ya gönderdikleri aynı sebepten gönderdiler. Ümmü Seleme
radıyallahu anha dedi ki,
“Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bundan yasakladığını duydum. Sonra onun
kıldığını gördüm. Onları kıldığında vakit, ikindi idi. Sonra benim yanıma
girdi, yanımda Ensâr’dan Benî Haram kabilesinden bâzı kadınlar vardı,
Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu iki rekâtı o zaman kıldı. Ben,
kendisine kızı göndererek:
“Resûlullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanı başına dur da, ona de ki: “Ümmü Seleme; “Ey
Allah’ın Rasulü! Ben, senin bu iki rekâtı kılmaktan nehiy buyurduğunu
işitiyorum. Hâlbuki şimdi onları kendinin kıldığını görüyorum” diyor.” Şayet
eliyle işaret ederse geri çekil!” Kız dediğimi yaptı. Resûlullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem eliyle işaret etti. O da geri çekildi. Namazdan çıkınca (bana
hitaben):
“Ey Ebû Umeyye'nin kızı! İkindiden sonra
kıldığım iki rekâtı sormuşsun. Bana Abdülkays kabilesinden bir takım kimseler
kavimlerinden ayrılarak müslüman olmak İçin geldiler de, öğle namazından sonra
kılmakta olduğum iki rekât nafileden beni alıkoydular, işte bu iki rekât, o
rekâtlardır.” buyurdular.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
3-
İkindi Namazının Sünneti:Sahih olarak bir rivayet gelmemektedir.
Birincisi; Hükmü: Akşamın sünneti, müslümanın devam etmesi müstehap olan revatib
sünnetlerdendir. Nitekim bu sünnet Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den
kavlen ve fiilen sabit olmuştur.
İkincisi; Şekli ve Fazileti: Akşamın sünneti iki rekâttır. Akşamın farzından sonra kılınır. Bu
konudaki rivayetler daha önce de geçmişti;
Ümmü Habibe radıyallahu anha’dan; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her
gün farz dışında, nafile olarak on iki rekât namaz kılsın da, Allah, ona cennette
bir ev yapmasın! Veya cennette, ona bir ev yapılmasın” (Dört rekât öğle
namazından önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşamdan sonra...)
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’den on rekât ezberledim; öğleden önce iki ve sonra iki rekât,
akşamdan sonra evinde kıldığı iki rekât…”
Abdullah Bin Şakik’ten; “Aişe radıyallahu anha’ya
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından sordum. Dedi ki;
“Evimde öğleden
önce dört rekât kılar, sonra çıkıp insanlara namazı kıldırırdı. Sonra eve gelip
iki rekât daha kılardı. İnsanlara akşam namazını kıldırdıktan sonra eve gelip
iki rekât daha kılardı…”
Üçüncüsü; Evlerde Kılınmasının Te’kid Edilmesi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti,
herhangi bir durum olmazsa nafileleri evinde kılması şeklinde devam etmiştir.
Akşamın sünnetinin evlerde kılınması hususunda ise Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem’den te’kid varid olmuştur;
Mahmud Bin Lebid’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem Abdul-Eşhel oğulları kabilesine geldi ve onlara akşam namazını kıldırdı.
Selam verince buyurdu ki;
“Şu iki rekât (sünneti) de evlerinizde kılınız.”
Bunu Ahmed rivayet etmiş ve İbn Huzeyme de sahih olduğunu söylemiştir.
Ka’b Bin Ucra radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Abdul-Eşhel oğulları mescidinde akşam namazını kıldırdı.
Namazdan sonra insanlar nafile kılmak için kalktılar. Bunun üzerine Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:
“Bu
namazı evlerinizde kılmanız gerekir” Bunu Ebu Davud ve Nesai rivayet
ettiler.
5- Yatsı Namazının
Sünneti:
Birincisi; Hükmü: Yatsının sünneti revatib
sünnetlerdendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den fiilen sabit olduğu
gibi teşvik eden kavliyle de sabit olduğu için, Müslümanın buna devam etmesi
müstehaptır.
İkincisi; Şekli ve Fazileti: Bu konudaki hadisler daha önce de geçen
hadislerdir;
İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’den on rekat ezberledim;…ve yatsıdan sonra evinde kıldığı iki rekat”
şeklinde geçmişti.
Abdullah Bin Şakik hadisinde ise; ““Aişe radıyallahu anha’ya Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından sordum. Dedi ki;
“…ve insanlara yatsı namazını
kıldırdıktan sonra evime gelip iki rekât daha kılardı.”
Bir de Ümmü Habibe radıyallahu anha hadisinde; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her
gün farz dışında, nafile olarak on iki rekât namaz kılsın da, Allah, ona
cennette bir ev yapmasın! Veya cennette, ona bir ev yapılmasın… ve yatsıdan
sonra iki rekat…” şeklinde geçmişti.
Bu hadisler yatsının farzından sonra kılınan iki rekat sünnetin ratibe
olduğunu gösterir.
GECE NAMAZI VE VİTİR
Gece namazı ve vitir’in fazileti hakkında bazı hadisler varid olmuştur.
Bunlardan bazıları aşağıdaki şekildedir;
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki;
“Oruçların Ramazan’dan sonra en
faziletlisi Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulanıdır. Namazların farzlardan
sonra en faziletlisi ise gece namazıdır.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.
2- Ebu Umame el-Bahilî radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem buyurdu ki;
“Size gece kıyamını tavsiye
ederim. Zira o sizden önceki Salihlerin adeti, Rabbinize bir yakınlaşma
(vesilesi), kötülüklere örtücü ve günahları silicidir.” Bunu Tirmizi ve
Hakim rivayet etmiştir.
3- Abdullah Bin Amr Bin el-Âs radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Şüphesiz Allah size bir namaz
daha artırmıştır. O halde bu namaza devam ediniz. O vitir namazıdır.” Bunu
Ahmed ve İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir.
geçen bu hadisler gece namazının
faziletini ve vitir namazına devam etmenin müstehap olduğunu gösterir.
2- Gece Namazı ve Vitir’in Hükmü:
Gece namazı müstehap bir sünnettir. Bunun sonunda vitir kılmak ise müekked
bir sünnettir. Buna delil olan hadisler şu şekildedir;
1- Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem buyurdu ki;
“Gece namazınızın sonunu tek
(vitir) yapınız.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
2- Abdullah Bin Bureyde, babasından rivayet ediyor; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Vitir bir haktır.” Bunu
Ahmed ve Ebu Davud rivayet etti.
3- Ebu Eyyub el-Ensari radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem buyurdu ki;
“Vitir, her müslümana bir haktır. Kim beş rekât ile vitir yapmak
isterse yapsın, kim üç rekât ile vitir yapmak isterse yapsın ve kim de tek
rekât ile vitir yapmak isterse yapsın.”
Bir rivayette şöyle geçer; “Vitir haktır. Dileyen
yedi rekât ile vitir yapsın. Dileyen beş rekât ile vitir yapsın. Dileyen üç
rekât ile vitir yapsın, dileyen bir rekât ile vitir yapsın. Dileyen
de ima ile kılıversin “
Ali radıyallahu anh dedi ki; “Vitir, mektubun
sonundaki mühür gibi değildir. Lakin o, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in koyduğu bir sünnettir.” Bunu Nesai rivayet etti.
3- Gece Namazı ile Vitir’in İlk ve Son
Vakitleri:
Gece namazı ve vitir’in ilk vakti yatsı namazından
sonra başlar, fecrin doğuşuna kadar devam eder. Buna dair deliller şu
şekildedir;
1- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların “ateme” dedikleri yatsı namazını
bitirdikten sonra, sabah namazına kadar on bir rek'ât namaz kılardı. Her iki
rekât arasında selâm verir; bir rekâtla da vitir yapardı. Sabah namazında
müezzin (Ezanı okuyup) sustuğu, sabahın olduğunu iyice anladığı ve kendisine
(haber vermek için) müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rekât namaz
kılardı. Sonra ikamet için müezzin
gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.” Bunu Müslim rivayet etti.
2- Ebu Basratul Gıfari’den; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Şüphesiz Allah size bir namaz artırmıştır. O
da vitir’dir. Onu yatsı namazı ile sabah namazı arasında kılınız.” Bunu
Ahmed rivayet etmiştir.
Derim ki, bu iki hadisin zahiri, gece namazı ve
vitir’in insanların “ateme” dediği yatsı namazından sonra başlayıp, sabah
namazına kadar devam ettiğini göstermektedir.
Son vaktinin sabah vakti olduğunu Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olan şu hadis pekiştirmektedir; “Sizden
biri sabah olacağından korkarsa, bir rekât kılsın! Bu onun kılmış olduğu namazı
vitir yapar.”
4- Gece Namazı ve Vitir’in Rekât Sayısı ve
Şekli:
Gece namazı ve vitir on bir rekâttır. Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan fazla kılmamıştır. Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’den bu namaz çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir. Müslüman
bu şekillerden herhangi birini yaparak kılarsa ona yeterli olur. Bu şekiller
şöyledir;
a- Gece Namazı İkişer İkişer ve Vitir Tek
Rekat Olarak;
Abdullah Bin
Ömer radıyallahu anhuma’dan; Birisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e,
gece namazını sordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Gece namazı ikişer ikişerdir. Biriniz
sabah olacağından korkarsa, bir rekât kılsın! Bu onun kılmış olduğu namazı
vitir yapar.” Buyurdu. Bir rivayette; “Bir adam kalktı ve dedi ki; “Ey
Allah’ın Rasulü! Gece namazı nasıldır?” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
bu hadis gece namazının ikişer rekat olarak
kılındığını, gece namazının sonunda da vitir olmasının meşru olacağını
gösterir. Bir rekatlık vitir’in ayrı olup gece namazından önce kılınması da
meşrudur.
b- Tek Rekat İle Vitir Yapmak;
Tek rekât ile vitir yapmak meşrudur. Bunun delilleri şu
şekildedir;
1- Daha önce geçen şu hadis; “Gece namazı ikişer
ikişer rekâttır. Sabah olacağından korkarsan tek rekât ile vitir yap.”
2- Daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisi;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Vitir her müslümana bir
haktır. Dileyen dokuz rekat ile vitir yapsın, dileyen yedi rekat ile vitir
yapsın, dileyen beş rekat ile vitir yapsın dileyen üç rekat ile vitir yapsın ve
dileyen tek rekat ile vitir yapsın. Kime (uyku) galebe çalarsa ima ile kılsın.”
3- İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Vitir gecenin sonunda tek rekâttır.” Bunu
Müslim rivayet etti.
Üç rekât kılınırsa vitirin meşru olan iki şekli vardır.
Bunlardan birini yapsan yeterlidir;
Birincisi; bu üç rekâtı iki rekât kıldıktan sonra selam
verirsin ve bir rekat daha kılarsın.
İkincisi; sadece en sonuncusunda oturmak üzere arada
(teşehhüde) oturmadan bitişik olarak üç rekât kılarsın.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den sabit olduğuna göre şöyle
demiştir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Üç rekât vitir
kılarak onu akşam namazına benzetmeyin! Lakin beş, yedi, dokuz veya on bir
rekât vitir kılın.” Bunu Hâkim rivayet etmiştir.
Arada (teşehhüd için) oturma olmaksızın sadece sonunda
oturarak bitişik üç rekat eda edilmesi, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’den sabit olmuştur. Nitekim Übey Bin Ka’b radıyallahu anh’den rivayet
şöyle gelmiştir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir’de “Yüce
Rabbinin adını tesbih et.“(A’lâ 1) suresini, ikinci rekâtta; “De ki; ey
Kâfirler!”(Kafirun 1) suresini, üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah
birdir.”(İhlâs 1) suresini okur, sadece son rekâtta selam verirdi.” Bunu
Nesai rivayet etmiştir.
Aişe radıyallahu anha dedi ki; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem üç rekat vitir kılar, sadece sonunda selam verirdi.” Bunu
Hâkim rivayet etti. Bu bazı sahabelerden de rivayet edilmiştir.
Üç rekât ile vitir kılmanın meşru olmasının delillerinden
biri de daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisidir; “Kim üç rekât
vitir kılmak isterse yapsın.”
c- Beş Rekat İle Vitir Kılmak;
Beş rekât olarak vitir kılmak meşrudur. Bunu iki şekilde
kılabilirsin;
Birincisi; iki rekât kılarsın, sonra iki rekât daha ve
sonra bir rekât daha kılarsın.
İkincisi; bitişik olarak beş rekât kılar, sadece son
rekâtta oturursun.
Bunların
delili şu şekildedir;
1-
Daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu
anh hadisi; “Kim beş rekât vitir kılmak istiyorsa yapsın.”
2-
İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde
geçmiştir; “Gece namazı ikişer ikişer rekâttır. Biriniz fecir doğacağından
korkarsa bir rekât ile vitir yapsın.”
3-
Aişe radıyallahu anha’dan; dedi ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece on üç rekât kılardı. Bunda beş
rekât vitir yapardı ve sadece sonunda otururdu.” Bir rivayette; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rekât (nafilesi) ile birlikte
on üç rekât kılardı.” Bunu Müslim rivayet etti.
4-
Yine Aişe radıyallahu anha dedi ki;
“Şüphesiz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beş rekât ile vitir yapar,
sadece sonunda otururdu.” Bunu Ebu Avane rivayet etti.
d- Yedi Rekat İle Vitir Kılmak;
Yedi
rekât vitir kılmak meşrudur. İki şekilde kılınır;
Birincisi;
ikişer ikişer altı rekât kılıp sonra tek rekât ile vitir yapılır.
İkincisi;
bitişik olarak yedi rekât kılınır, sadece altıncı rekâtta teşehhüd için
oturulur, selam vermeden kalkılıp yedinci rekat kılınır ve selam verilir.
Bunlara dair deliller şu şekildedir;
1-
Ebu Eyyub
radıyallahu anh hadisinde; “Vitir bir haktır, dileyen yedi rekât kılar…”
şeklinde geçmişti.
2-
Ümmü Seleme
radıyallahu anha’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem on üç rekât (gece
namazı) kılardı. İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rekât vitir kılardı.” Bunu
Tirmizi ve Nesai rivayet ettiler.
3-
Daha önce geçen
İbn Ömer radıyallahu anh hadisi; “Gece namazı ikişer ikişerdir…”
4-
Aişe
radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dokuz rekât
vitir kıldığı zaman ancak sekizinci rekâtta oturur, Allah’ı hamd ederek
zikreder ve dua ederdi. Sonra selam vermeden kalkar dokuzuncu rekâtı kılar,
oturur, Allah Azze ve Celle’yi zikreder, dua eder selam verirdi. Selam verirken
bunu bize işittirirdi. Sonra oturduğu yerde iki rekât kılardı. İhtiyarlayıp
zayıflayınca yedi rekât vitir kılmaya (başladı). Sadece altıncı rekâtta oturur,
sonra selam vermeden kalkar, yedinci rekâtı kılar, sonra selam verirdi. Sonra
da oturduğu yerde iki rekât kılardı.” Bunu Müslim ve Nesai rivayet etmiştir.
e- Dokuz Rekat İle Vitir Kılmak;
Müslümanın dokuz rekât vitir kılması meşrudur. Bunun
iki şekli vardır;
Birincisi; ikişer ikişer sekiz rekât kılar, sonra tek
rekât vitir yapar.
İkincisi; bitişik olarak dokuz rekât kılar, sadece
sekizinci rekâtta teşehhüd için oturur, sonra dokuzuncu rekâtı kılar bunda da
ikinci teşehhüd için oturur ve sonra selam verir.
Bunların delilleri şu şekildedir;
1- Daha önce geçen şu hadis; “Gece namazı ikişer
ikişerdir. Biriniz sabah olmasından korkarsa bir rekât daha kılar. Bu, kılmış
olduğu namazı vitir yapar.”
2- Sa’d Bin
Hişam’dan; “Dedim ki; “Ey Müminlerin annesi! (yani Aişe radıyallahu anha) Bana
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ahlakından haber ver.” Dedi ki;
“Kur’an
okumuyor musun?”
“Evet” dedim.
“Şüphesiz
Allah’ın peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ahlakı Kur’an idi.” Dedi.
Bunun üzerine ben kalkmaya davrandım ve (bundan sonra) ölünceye kadar kimseye
bir şey sormamaya niyet ettim. Sonra aklıma geldi de;
“Bana,
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gece namazını anlat!” dedim. Âişe
radıyallahu anha:
“Sen Müzemmil
suresini okuyorsun değil mi?” dedi.
“Evet okurum!”
cevâbını verdim. Âişe radıyallahu anha:
“İşte Allah
Azze ve Celle bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile ashabı bir sene gece namazına
kalktılar. Allah, bu surenin sonunu on iki ay semâda tuttu. Nihayet bu sûrenin
sonunda tahfifi indirdi de artık gece namazı farzdan sonra kılınan bir nafile
oldu.” dedi. Ben:
“Ey Mü'minlerin
annesi! Bana, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vitir’inden haber ver”
dedim. Âişe radıyallahu anha:
“Biz, onun
misvakını ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da, onu geceleyin ne zaman uyandırmak
dilerse, uyandırırdı. Bunu müteakip misvak tutunur; abdest alır ve dokuz rekât
namaz kılardı. Bu rekâtların yalnız sekizincisinde oturur da, Allah'ı
zikreder; ona hamd eder ve duada bulunurdu. Sonra selâm vermeden ayağa kalkar,
dokuzuncu rekâtı da kılardı. Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamd eder ve
duada bulunurdu. Sonra bize işittirecek derecede selâm verirdi. Selâm
verdikten sonra oturduğu yerden iki rekât namaz kılardı. İşte ey oğlum bu
namaz on bir rekâttır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaşlanıp et
tutunca vitri yedi rekât kılmaya başladı. Bu İki rekâtı yine eskiden kıldığı
gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rekât oldu ey oğlum!...” Bunu Müslim rivayet
etti.
f- On Bir Rekat İle Vitir Kılmak;
Müslümanın on bir rekât vitir kılması meşrudur. Bu iki
şekilde olur;
Birincisi; ikişer ikişer on rekât kılınır sonra bir
rekat ile vitir yapılır.
İkincisi; dört rekât, dört rekât kılınır ve üç rekât
daha kılınır.
Bunların delilleri şu şekildedir;
1- Ebu Seleme
Bin Abdurrahman, Aişe radıyallahu anha’ya; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in Ramazan’da namazı nasıldı?” diye sorunca Aişe radıyallahu anha dedi
ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ne ramazanda, ne de ramazandan
başka gecelerde on bir rekâttan fazla namaz kılmış değildir. Dört rekât namaz
kılardı. Artık onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra dört rekât (daha)
kılardı; onların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra üç rekât namaz
kılardı. Ben:
“Ey Allah’ın
Rasulü! Vitir’i kılmadan mı uyuyorsun” dedim, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem;
“Ey Âişe!
Şüphesiz benim gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz” buyurdu.” Bir rivayette;
“On üç rekât namaz
kılardı, önce sekiz rekât olarak kılar; sonra vitir yapar; sonra oturduğu
yerden iki rekât daha kılardı. Rükû'a varmak istedi mi, ayağa kalkar da, öyle
rükû ederdi. Sonra sabah namazında ezanla ikamet arasında iki rekât namaz
kılardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet ettiler.
2- Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem gece on bir rekât namaz kılar bunu içerisinde bir rekât ile
vitir yapardı. Bitirdiği zaman, müezzin gelinceye kadar sağ yanına uzanıp
yatardı. Sonra hafif iki rekât kılardı.”
Diğer rivayette; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem, insanların “ateme” dedikleri yatsı namazını bitirdikten sonra, sabah
namazına kadar on bir rek'ât namaz kılardı. Her iki rekât arasında selâm
verir; bir rekâtla da vitir yapardı. Sabah namazında müezzin (Ezanı okuyup)
sustuğu, sabahın olduğunu iyice anladığı ve kendisine (haber vermek için)
müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rekât namaz kılardı. Sonra ikamet için müezzin gelinceye kadar
sağ tarafına yaslanırdı.” Bunu Müslim rivayet etti.
Gece namazı ve
vitir on bir rekât ile son bulur.
Bir Mesele: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vitirden sonra oturduğu
yerde kıldığı iki rekâtın hükmü nedir?
Bu meseleye cevap olarak şunu söylerim;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki;
“Gece namazınızın sonunu vitir yapın.” Buhari ve Müslim rivayet
etmiştir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bazen vitirden sonra
oturduğu yerde hafif iki rekât daha kıldığı geçmişti.
Binaenaleyh, “Gece namazınızın sonunu vitir yapınız”
hadisin rağmen bunu yapması, ancak en faziletli olana irşad etmek için öyle
buyurduğunu gösterir. Müslümanın vitirden sonra iki rekât kılması da mubahtır,
bunda bir sıkıntı yoktur.
Sevban radıyallahu anh’ın rivayet ettiği şu hadis bunu
pekiştirmektedir; “Biz Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber
yolculukta idik. Buyurdu ki;
“Şüphesiz şu
yolculuk, zorluk ve ağırlıktır. Sizden biriniz vitir namazı kıldığı vakit iki
rekât (daha) kılsın. Sonra şayet gece kalkarsa (bir, üç, beş... rekât kılıp bu
iki rekâtı vitir yapar). Aksi halde (yani gece kalkamazsa), bu iki rekât onun
hesabına (yazılmış olur)" Bunu Darimi, İbn Huzeyme ve İbn Hibban
rivayet etmişlerdir.
Bu, gece namazının sonunu vitir yapmaya dair emirden
kastedilenin bir rekâtlık vitir’in ihmal edilmemesi olduğunu gösterir ve ondan
sonra iki rekat kılmak buna çelişmez. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in
fiili ve emri bu şekilde sabit olmuştur. Vallahu a’lem.
Nitekim İbn Huzeyme rahimehullah, Sevban radıyallahu
anh hadisini kaydettiği yere şu başlığı vermiştir;
“Vitirden sonra namaz kılmanın, dileyen herkes için
mubah olduğunun, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vitirden sonra
kıldığı iki rekâtın ümmetinden maada kendisine has olmadığı ve Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize vitirden sonra iki rekât kılmayı emrettiğinde
bu emrin farz veya vacip değil mendupluk veya fazilet ifade ettiğinin delilinin
zikri babı.”
Müslümanın vitir’in birinci rekâtında A’lâ suresini,
ikinci rekâtta Kafirun suresini ve üçüncü rekâtta İhlâs suresini okuması
meşrudur. Bazen İhlâs suresi ile beraber Muavizeteyn (Felak ve Nas) surelerini okuyabilir.
Bunun delili şu şekildedir;
Übey Bin Ka’b radıyallahu anh’dan; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir’de “Yüce Rabbinin adını tesbih et.“(A’lâ
1) suresini, ikinci rekâtta; “De ki; ey Kâfirler!”(Kafirun 1) suresini,
üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.”(İhlâs 1) suresini okurdu.
Rükûdan önce kunut yapardı. Bitirdiği zaman üç defa; “Subhanel Melikil
Kuddus” derdi. Sonuncusunda uzatırdı.” Bunu Nesai rivayet etmiştir.
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç rekât vitir kılar, birinci rekâtta “Yüce Rabbinin
ismini tesbih et” (A’lâ suresini), ikinci rekâtta “De ki ey kâfirler”
(Kafirun suresini) ve üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.” (İhlâs)
suresini okurdu.” Bunu Nesai rivayet etti.
Abdulaziz Bin Cüreyc’den; “Aişe radıyallahu anha’ya;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ne ile vitir yapardı?” diye sordum.
Dedi ki;
“Birinci rekâtta “Yüce Rabbinin ismini tesbih et”
(A’lâ sûresi), ikinci rekatta; “De ki ey kafirler!” (Kafirûn suresi),
üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.” (İhlâs suresi) ve
Muavizeteyn’i (yani Felak ve Nas surelerini) okurdu.” Bunu Tirmizi rivayet
etmiştir.
Birincisi; Vitirde Kunutun Hükmü:
Vitirde kunut okumak müstehaptır, vacip değildir.
Müstehap olduğunun delili; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir kılar bazen kunut
yapmazdı. Bu da vitirde kunutun vacip olmadığını gösterir. Şayet vacip olsaydı,
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu bazen terk etmezdi. Vallahu a’lem.
Yine bunun delillerindendir ki, bazı sahabe ve
tabiinden vitirde kunutu yıl boyunca terk edip, sadece Ramazan’ın yarısında
okudukları, diğerlerinin de yıl boyunca vitirde kunut yaptıkları sabit
olmuştur.
Bu farklı davranışları, onların (sahabelerin) hepsine
göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in her vitir kıldığında kunut
okuduğunun sabit olmadığını düşündürüyor. Burada da Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in vitirde kunutu bazen terk ettiğine delil vardır. Vallahu
a’lem.
Bu ihtilafı nakledenlerden biri olan et-Tirmizî dedi
ki; “İlim ehli vitirde kunut hakkında ihtilaf etmişlerdir. Abdullah bin
Mes’ûd radıyallahu anh’ın görüşü, bütün sene vitirde kunutun rükû’dan önce
yapılmasıydı. Bu aynı zamanda bazı ilim ehlinin de görüşüdür. Sûfyân es-Sevrî,
İbn’ül Mübarek, İshak ve Küfeliler bu görüştedirler.
Fakat Ali bin
ebî Talip radıyallahu anh’den, sadece Ramazan’ın ikinci yarısında rükû’dan
sonra kunut yaptığı rivayet edilmiştir. Şafiî ve Ahmed gibi bazı ilim ehli de
bunu tercih etmişlerdir.”
İkincisi; Vitir’de Kunutun Yeri:
Kunut, son rekâtta kıraatten sonra ve rükûdan önce
okunabilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olduğuna göre
genellikle böyle yapmıştır. Bazen de rükûdan sonra kunut yapmıştır. Vallahu
a’lem.
Bunun delili şu şekildedir;
1- Ubey Bin Ka’b radıyallahu anh’den; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir kılar, rükûdan önce kunut yapardı.” Bunu İbn
Mace rivayet etti.
2- Alkame’den; “İbn Mesud ve Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in ashabı vitirde rükûdan önce kunut yaparlardı.” Bunu İbn Ebi
Şeybe rivayet etti.
Ubey Bin Ka’b
radıyallahu anh hadisinde ve Alkame’nin rivayet ettiği eserde, vitirde kunutun
kıraatten sonra ve rükûdan önce olmasına delil vardır.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bazen
vitirde rükûdan sonra kunut yaptığının deliline gelince;
Abdurrahman Bin Abd el-Kârî dedi ki; “Bir ramazan
gecesinde Ömer bin el-Hattab Radıyallahu anh ile birlikte mescide çıktık.
İnsanlar dağınık dağınık idi. Kimisi kendi kendisine namaz kılıyor, kimisi
namaz kılarken ona bir gurup da uymuş oluyordu. Ömer radıyallahu anh şöyle
dedi:
“Benim görüşüme göre eğer bunları tek bir imamın
etrafında toplayacak olursam daha güzel olur.” Sonra bu kararını verdi ve
onları Ubey bin Ka’b radıyallahu anh’ın etrafında topladı. Daha sonra onunla
bir başka gece çıktım. İnsanlar önlerindeki imama uymuşlardı. Ömer şöyle dedi:
“Bu ne güzel bir başlangıç! Bununla birlikte
uyuyanların namazı daha faziletlidir.” Bununla gecenin nihayetinde kılanları
kastediyordu. İnsanlar ise gecenin ilk vakitlerinde (bu namazı) kılıyorlardı."
Bir rivayette şu fazlalık vardır;
“Ramazan’ın yarısında kâfirlere lanet ederek şöyle
diyorlardı;
“Allah’ım!
Senin yolundan alıkoyan, Rasulünü yalanlayan ve vaadine iman etmeyen kâfirleri
katlet! Onların arasını ayır, kalplerine korku at! Azabını üzerlerine gönder!”
Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzerine
salat eder, güçleri hayra yettiğince Müslümanlara dua ederlerdi. Sonra müminler
için bağışlanma dilerlerdi. Kafirlere lanet, Peygambere salat ettikten, mümin
erkek ve kadınlar için bağışlanma diledikten sonra şöyle istekte bulunurlardı;
“Allah’ım!
Ancak sana kulluk ederiz, senin için namaz kılar ve secde ederiz. Ancak sana
(kulluk) için çalışır ve koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da
korkarız. Zira senin azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşıcıdır." Sonra
tekbir alır ve secdeye giderlerdi.”
“Sonra tekbir
alır ve secdeye giderlerdi” sözündeki delil olma yönü; vitirde kunut duasının
rükûdan sonra olmasıdır. Şayet dua, kıratten sonra olsaydı, secde için değil,
rüku için tekbir aldıkları belirtilirdi. Muvaffak kılan Allah’tır.
Üçüncüsü; Vitir’de Kunutun Şekli;
Varid olan rivayetler düşünüldüğü zaman ortaya çıkar
ki, vitirin kunutunda vakti tayin edilmiş bir şey yoktur. O sadece dua ve
bağışlanma dilemekten ibarettir.
Vitirin kunutunda okunacak en hayırlı dualar şu
şekildedir;
Hasen Bin Ali radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana vitir namazında (kıraati bitirdikten sonra)
Kunut duası olarak okumam için şu duayı öğretti:
"Allahım! Beni hidayet verdiklerinden kıl, afiyet
verdiklerinden eyle, beni, işlerini üzerine aldıkların arasına koy.
Verdiklerini hakkımda mübarek kıl. Olmasına hükmettiğin şerlerden beni koru.
Sen dilediğin hükmü verirsin, kimse seni mahkum edemez. Sen kimin işini üzerine
aldıysan o zelîl olmaz. Düşmanın da izzet bulamaz. Mübareksin ve yüceler
yücesisin Ey Rabbimiz (Senden başka kendisine sığınılacak yoktur)"
Aynı şekilde az önce geçen Abdurrahman Bin Abd el-Kari
rivayetinde sabit olan duayı da okumak meşrudur; “Ramazan’ın yarısında
kâfirlere lanet ederek şöyle diyorlardı;
“Allah’ım!
Senin yolundan alıkoyan, Rasulünü yalanlayan ve vaadine iman etmeyen kâfirleri
katlet! Onların arasını ayır, kalplerine korku at! Azabını üzerlerine gönder!”
Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzerine
salât eder, güçleri hayra yettiğince Müslümanlara dua ederlerdi. Sonra müminler
için bağışlanma dilerlerdi. Kâfirlere lanet, Peygambere salat ettikten, mümin
erkek ve kadınlar için bağışlanma diledikten sonra şöyle istekte bulunurlardı;
“Allah’ım!
Ancak sana kulluk ederiz, senin için namaz kılar ve secde ederiz. Ancak sana
(kulluk) için çalışır ve koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da
korkarız. Zira senin azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşıcıdır."
Ali Bin Ebi Talib radıyallahu anh’den sabit olmuştur
ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
vitir namazının sonunda şöyle dua ederdi:
“Allah’ım! Gazabından rızana sığınırım,
cezalandırmandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Seni övebilecek
kelimeleri sayamam. Sen kendini övdüğün gibisin.”
bu siyak ile Tirmizi, “Vitir’de Dua” babında,
Nesai “Vitir’de Dua” babında, Ebu Davud “Vitir’de Kunut” babında ve İbn Mace
“Vitir’de Kunut Hakkında Gelenler” babında rivayet ettiler.
Es-Sindî’nin Nesai haşiyesinde
dediği gibi; “Vitir namazının sonunda” ifadesi, bunun muhtemelen son kıyamda
olduğunu gösterir ki bu da kunuttur. Musannif’in sözü de bunu gerektirir. Bir
ihtimal de, bunu teşehhüd oturuşunda söylemiş olmasıdır ki lafzın zahiri
budur.”
Lakin Nesai bunu “Amelul Yevm
vel-Leyle”de ve İbnus Sünnî şu metinle rivayet ettiler;
Ali Bin Ebi Talib radıyallahu
anh’den; “Bir gece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile kaldım. Ben onun
namazı bitirip yatağına yönelirken şöyle dediğini işitiyordum;
“Allah’ım! Gazabından rızana sığınırım,
cezalandırmandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Allah’ım! Gayret
etsem de seni övmeye güç yetiremem. Lakin sen, kendini övdüğün gibisin.”
7- Vitir Kılmadan Uyuyup Kalan Veya Unutan;
Gece namazına uyanamayan hakkında, onun niyet edip
kılacağı namaz için Ebud Derda radıyallahu anh’den şu rivayet gelmiştir;
“Gece namazını
kılmak niyeti olduğu halde yatan kimse, gözlerine yenik düşüp sabaha kadar
uyanamaz ise, ona niyet ettiği şeyin sevabı yazılır. Onun uykusu da Rabbi Azze
ve Celle’nin ona bir sadakasıdır.” Bunu Nesai ve İbn Mace rivayet ettiler.
Müslümanın uyuyakaldığı takdirde veya vitiri
kılamadığı zaman gündüz bunu kılması meşrudur. Rekât sayılarında şu iki
şekilden birini tercih edebilir;
Birincisi; her zaman kıldığı vitir gibi kılar. Bu, Ebu
Said radıyallahu anh’ın rivayet ettiği şu hadisten alınmıştır; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Vitiri
kılmadan uyuyakalan veya unutan, onu hatırladığı zaman kılsın.” Bunu Ebu
Davud ve Tirmizi rivayet ettiler.
İkincisi; gündüz on iki rekât olarak kılar. Bu da Aişe
radıyallahu anha’nın Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den naklettiği
fiildir;
“Şayet kendisine uyku veya bir acı galebe çalar da,
gece namazını kılamazsa (onun yerine) gündüz on iki rekât namaz kılardı…” Bunu
Müslim rivayet etmiştir.
8- Ramazan’da Gece Namazını Cemaat İle
Kılmanın Meşru Oluşu;
Ramazan’da gece namazını cemaat ile kılmanın meşru
oluşu, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlî ve fiilî olarak sabit
olmuştur.
Kavlî olana gelince; Cübeyr Bin Nüfeyr, Ebu Zer
radıyallahu anh’den rivayet ediyor; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile
beraber oruç tuttuk Ramazan ayının son haftasına kadar bize farz namazdan başka
bir namaz kıldırmadı. Bundan sonra kalkıp bize gecenin üçte biri geçinceye
kadar namaz kıldırdı. Altıncı gün namaz kıldırmadı. Beşinci gün gecenin
yarısına kadar bize namaz kıldırdı. Bizde ona dedik ki:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Bu gecenin geri kalan kısmında da
bize nafile namaz kıldırsanız?” Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Her kim imam
namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılarsa ona gece kıyamı sevabı yazılır.”
Sonra Ramazan ayının son üç günü kalıncaya kadar bize
namaz kıldırmadı. Üçüncü gün kıldırdı. Ailesini ve hanımlarını da çağırdı ve
“Felah” geçirme korkusuna düşünceye kadar bize namaz kıldırdı. Ebû Zerr’e;
“Felah” nedir? Dedim.
“Sahur” dedi.”Bunu Tirmizi, Nesai ve İbn Mace rivayet
ettiler.
Tirmizi, bu hadisle ilgili izahında der ki; “İbnul
Mübarek, Ahmed ve İshak Ramazan da gece namazının imamla kılınmasını tercih
etmiştir. Eş-Şafiî ise, eğer okuması düzgün ise kendi başına kılınmasını tercih
etmektedir.”
Ebu Zerr
radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bu hadis, gece namazının cemaat ile
kılınmasının meşru olduğuna dair Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den
kavlî bir nastır. Hatta bunun faziletini de açıklamaktadır.
Gece namazının cemaat ile kılınmasına dair fiilî
hadise gelince; Aişe radıyallahu anha’nın şu sözleridir;
“Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem geceleyin (evden) çıkarak mescitte namaz kıldı.
Bâzı kimseler de, onun namazına uyarak namaz kıldılar. Derken halk bu mesele
üzerinde konuşmaya başladılar. Bu sebeple öncekilerden daha çok cemaat toplandı.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikinci gece de mescide çıktı ve cemaat
de ona uyarak namaz kıldılar. Cemaat (yine) bunu anlatmaya başladılar. Derken
üçüncü gece mescidin cemaati çoğaldı ama Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem yine çıkarak cemaate namaz kıldırdı. Dördüncü gece olunca artık mescit
cemaati almaz oldu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, cemaate çıkmadı.
Nihayet sabah namazına çıktı. Sabah namazını kılınca, cemaate doğru döndü,
sonra şehâdet getirerek, şöyle buyurdu:
“Bundan sonra, (malûmunuz olsun ki) hâliniz
bana gizli kalmış değildir. Lâkin ben gece namazının size farz kılınır da, onu
kılamazsanız diye endişe ettim.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Hafız İbni Hacer bu hadis için faideler zikrettiği
esnada der ki; “Burada gece kıyamının özellikle Ramazan’da cemaat ile kılmanın
mendupluğu vardır. Zira Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in endişe ettiği
şey, vefatı ile ortadan kalkmıştır. Bu sebepten ötürü Ömer Bin el-Hattab
radıyallahu
9- Bir Gecede İki Vitir Olmaz;
Kays Bin Talk Bin Ali dedi ki; “Bir Ramazan gününde
Talk bin Ali radıyallahu anh bizi ziyaret etti ve yanımızda akşamladı. Sonra
bize gece namazı ve vitir kıldırdı. Sonra mescidine gitti ve arkadaşlarına
namazı kıldırdı. Geriye vitir kaldı. Birisine gelip; “Arkadaşlarına vitiri
kıldır. Zira ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle buyurduğunu
işittim;
“Bir gecede
iki vitir olmaz.” Bunu Ebu Davud ve sahih kaydıyla İbn Hibban rivayet
etmiştir.
İşrak Namazı
Bu, duha namazı vaktinde kılındığı için ilk duha
(kuşluk) namazıdır. Güneşin doğmasıyla vakti başlar. Bu vakitte kuşluk namazına
dâhil olan bu namaza bu ismin verilmesi, İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın
sözüyle sabit olmuştur.
Abdullah Bin el-Haris Bin Nevfel’den; “İbn Abbas
radıyallahu anhuma kuşluk namazı kılmazdı. Onu Ümmü Hani radıyallahu anha’nın
yanına götürdüm ve;
“Bana haber verdiğini buna da söyle” dedim. Dedi ki;
“Fetih günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
evime geldi, su istedi ve bir kap getirtti. Sonra bir örtü istedi. Onunla benim
aramda o örtüyü perde yaptım, o da gusletti. Sonra evin etrafına serpiştirdi.
Sonra sekiz rekât namaz kıldı. Bu kuşluk vaktinde idi. Kıyamı, rükûsu, secdesi
ve oturuşu birbirine yakın eşitlikteydi.” Bunun üzerine İbn Abbas radıyallahu
anhuma şöyle diyerek çıktı;
“İki kapak arasını (Kuran’ı) okudum, duha (kuşluk)
namazını ancak şimdi gördüm; “akşam ve işrak vakti onunla birlikte tesbih
ederlerdi.”(Sad 18) ben de işrak namazı nerede?” diyordum. İşte bu işrak
namazıdır.” Bunu tefsirinde et-Taberi ve Hakim rivayet ettiler.
Duha namazını ilk vaktinde –ki bu işrak namazıdır –
kılmanın fazileti hakkında şu hadis varid olmuştur;
Ebu Umame radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
من صلى صلاة الصبح في مسجد جماعة ، يثبت
فيه حتى يصلي سبحة الضحى ؛ كان كأجر حاج أو معتمر تاماً حجته وعمرته
“Kim
sabah namazını mescitte cemaat ile kılıp, duha namazını kılıncaya kadar orada
kalırsa onun ecri tam bir hac veya tam bir umre sevabı gibidir.” Bunu
Taberani rivayet etmiştir.
Diğer
rivayette; “Kim sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğuncaya kadar
oturup zikrederse…” şeklindedir. Bunu da Taberani rivayet etti.
Duha (Kuşluk) Namazı
Duha
namazının fazileti hakkında bazı hadisler varid olmuştur. Bunlar arasında şu
hadisleri zikredebiliriz;
Ebu Zer
radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Her
birinizin her eklemi için bir sadaka vermesi gerekir. Her tesbih (Subhanallah
demek) bir sadakadır, her tahmid (elhamdülillah demek) bir sadakadır, her
tehlil (la ilahe illallah demek) bir sadakadır, her tekbir (Allahu ekber demek)
bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir
sadakadır, iki rekât kuşluk namazı kılmak bunu karşılar” Müslim rivayet
etmiştir.
Ebud Derda ve Ebu Zer radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu;
“Ey
Âdemoğlu! Gündüzün başında benim için dört rekât namaz kıl, günün kalanında
sana yeteyim.” Bunu Tirmizi rivayet etti.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Duha
namazına ancak evvab (Allah’a yönelen) kimse devam eder.” Yine buyurdu ki;
“O evvabin (Allah’a yönelen kimselerin) namazıdır.” Bunu İbn Huzeyme ve
Hakim rivayet ettiler.
2- Duha Namazının Hükmü
Geçen hadisler ve benzerleri kuşluk vaktinde kılınan
namazın sevilen bir hasene olduğunu gösteriyor. Bu hadislerde ayrıca bu namaza
devam etmenin meşru oluşunun hükmü vardır.
Fakat vacipliğine delalet eden bir şey sabit
olmamıştır.
3- Duha Namazının Vakti
Duha namazının vakti, güneşin doğmasından başlar,
zeval vaktine kadar devam eder. En faziletli vakti güneşin ısıtmaya başladığı
vakittir.
Bunun delilleri şu şekildedir;
İlk vaktine daha önce geçen Ebud Derda ve Ebu Zer
radıyallahu anhuma’nın rivayet ettikleri hadis delildir. Delil olan kısmı; “Gündüzün
evvelinde benim için dört rekât namaz kıl…” ifadesidir.
Aynı şekilde Enes radıyallahu anh’den de şu hadis
gelmiştir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Kim sabah
namazını cemaat ile kılar ve oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikrederse,
sonra da iki rekât namaz kılarsa onun ecri tam bir hac ve umre, tam bir hac ve
umre, tam bir hac ve umre gibidir.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.
Ebu Umame radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Kim sabah
namazını mescitte cemaat ile kılıp, duha namazını kılıncaya kadar orada kalırsa
onun ecri tam bir hac veya tam bir umre sevabı gibidir.” Bunu Taberani
rivayet etmiştir.
Diğer rivayette; “Kim sabah namazını cemaatle kılar
ve güneş doğuncaya kadar oturup zikrederse…” şeklindedir. Bunu da Taberani
rivayet etti.
Zeval ile vaktinin çıkmasına gelince; şüphesiz o
kuşluk namazı olduğu için böyledir.
Faziletli
vaktine gelince; Zeyd Bin Erkam radıyallahu anh’den rivayet buna delildir. O,
bazı kimselerin duha namazı kıldıklarını görünce şöyle demiştir; “Bunlar pekâlâ
bilirler ki, bu saatten başka zamanda namaz kılmak daha faziletlidir. Çünkü
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının
ayakları yandığı zaman kılınır.”
Buyurmuştur.” Bunu Müslim rivayet etti.
4- Duha Namazının Rekât Sayısı ve
Şekli
Müslümanın kuşluk namazını iki, dört, altı, sekiz veya on iki rekât kılması
meşrudur. Dilerse bunları iki rekât iki rekât olarak kılar.
Bu namazın iki rekât kılınmasının delili; Ebu Zer radıyallahu anh
hadisidir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Her birinizin her eklemi için bir sadaka vermesi gerekir... iki rekât
kuşluk namazı kılmak bunu karşılar” Müslim rivayet etmiştir.
Dört rekât kılınmasının delili; Ebud Derda ve Ebu Zer radıyallahu
anhuma’nın rivayet ettikleri hadistir;
“Ey Âdemoğlu! Gündüzün başında
benim için dört rekât namaz kıl, günün kalanında sana yeteyim.” Bunu
Tirmizi rivayet etti.
Altı rekât kılınmasının delili; Enes Bin Malik radıyallahu anh hadisidir;
“Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem altı rekat kuşluk namazı kılardı.” Bunu
Tirmizi, eş-Şemail’de rivayet etti.
Sekiz rekât kılınmasının delili Ümmü Hani radıyallahu anha hadisidir;
“Kendisi Mekke'nin fethedildiği sene Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Mekke'nin yukarısında bulunduğu bir sırada onun yanına gelmiş, Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem yıkanmaya kalkmış, Fatıma radıyallahu anha da onun
üzerine perde tutmuş. Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem elbisesini alarak
ona sarınmış, sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kılmış.” Bunu Buhari ve
Müslim rivayet etmiştir.
On iki rekât kılınmasına da Ebud Derda radıyallahu anh hadisi delalet
etmektedir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Kim kuşluk namazını iki rekât
kılarsa gafillerden yazılmaz. Dört rekât kılan abidlerden yazılır. Altı rekât
kılana o gün için kâfi gelinir. Sekiz rekât kılan kânitîn’den (Allah’a boyun
eğenlerden) yazılır. On iki rekât kılana Allah cennette ev yapar. Hiçbir gün ve
gece yoktur ki, onda Allah’ın kullarına ihsan ettiği bir iyiliği olmasın. Allah
kuluna, kendisini zikretme ilhamı vermesi gibi daha faziletli bir ihsan
vermemiştir.” Bunu Taberani rivayet etti.
bu hadisleri, mutlak olmasına
hamleden Aişe radıyallahu anha, kendisine Muaze radıyallahu anha’nın;
“Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kuşluk namazını ne kadar kılardı?” diye
sorunca şöyle cevap vermiştir;
“Dört rekât idi ve Allah’ın dilediği kadar artırırdı.” Bunu Müslim rivayet
etmiştir.
3- Zeval Namazı
Bu namaz öğle namazından önceki ratibe namaza dahildir. Nitekim daha önce
buna işaret etmiştik. Burada faziletine dair varid olan bazı hadisleri
zikrediyorum;
Ebu Eyyub radıyallahu anh’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki; “Öğlenin farzından önce… kılınan dört rekat nafile var ya
bunların önünde sema kapıları açılır.” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet
etti.
Abdlullah İbnu's-Sâib radıyallahu anh’den: "Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem güneşin zevalinden sonra dört rek 'at namaz kılardı ve derdi
ki:
"Şimdi sema kapılarının açıldığı bir vakittir. Bu anda salih bir
amelimin oraya yükselmesini isterim'' Bunu Tirmizi rivayet etti.
4- Eve Giriş ve Çıkış Namazı
Müslümanın evine girerken ve evinden çıkarken iki rekât namaz kılması
meşrudur.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki; “Evine girdiğin zaman iki rekât namaz kıl. Bu seni kötü girişten
alıkoyar. Evinden çıkacağın zaman da iki rekât namaz kıl. Bu seni kötü çıkıştan
alıkoyar.” Bunu Bezzar rivayet etti.
5- Abdest Aldıktan Sonra İki Rekât Namaz
Müslümanın abdest aldığı zaman iki rekât namaz kılması meşrudur. Kalbi ve
bütün benliği ile yönelmek şartıyla bu namazın bol fazileti ve hayrının çokluğu
sabit olmuştur.
Ukbe Bin Amir radıyallahu anh’den;
“Üzerimizde deve gütme vazifesi vardı. Nöbetim gelince akşamları develeri
ağıllarına götürdüm. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ayakta
cemaate bir şeyler söylerken yetiştim. Yetiştiğim sözü şudur:
“Eğer bir Müslüman güzelce abdest
alır, sonra kalkarak iki rekât namaz kılar, kalbi ve benliğiyle o iki rekâta
yönelirse o kimseye cennet vacip olur.”
buyurdular. Ben:
“Bu ne güzel şey” dedim. Birde baktım
Önümde biri:
“Bundan önceki daha güzeldi” diyor!
Baktım ki Ömer radıyallahu anh! (bana) dedi ki:
“Ben seni demin gelirken gördüm
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sen gelmeden Önce şöyle buyurdular;
“Eğer sizden biriniz abdest alır,
onu yerli yerince (yahut tastamam) yapar da sonra:
"Ben Allah'tan başka ilâh
olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna şehadet ederim."
derse o kimseye cennetin sekiz kapısı (birden) açılır. Onların hangisinden
dilerse ondan girer.” Bunu Müslim rivayet etti.
Osman radıyallahu anh'ın azatlısı
Humrân’dan; “O, şöyle görmüş; Osman bin Affan Radıyallahu anh’ın abdest suyu
isteyerek abdest aldı ve ellerini üç defa yıkadı. Sonra mazmaza ve istinşak
yaptı (yani ağzına ve burnuna su verdi). Sonra yüzünü üç defa yıkadı, sonra sağ
kolunu dirsekleri ile beraber üç defa sonra sol kolunu aynı şekilde üç defa
yıkadı. Sonra başına mesh etti. Sonra sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa
sonra sol ayağını da aynı şekilde (üç defa) yıkadı. Osman radıyallahu anh
sonra şöyle dedi:
“Ben Rasulullâh Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm. Sonra Rasulullâh
Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Her kim benim şu abdestim gibi abdest alır
da kalkar ve gönlünden bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş
günahları affolunur.” Buyurdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Bu iki hadis, abdest aldıktan sonra iki
rekât namaz kılmanın müstehap olduğunu gösterir. Bununla beraber “Kalbi ve
tüm benliği ile yönelmek” ve “gönlünden bir şey geçirmemek” şartıyla
kayıtlıdır. Bu konuyla ilgili bir hadisin sonunda Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in; “Aldanmayın!” buyurduğu da sabit olmuştur.
6- Tahıyyetul Mescid Namazı
Müslüman’ın, orada oturmak niyetiyle mescide
girdiği zaman iki rekat namaz kılması vaciptir. Bu namazın vacip olduğuna delil
olan hadislerden bazıları şu şekildedir;
Ebu Katade es-Sülemî’den; Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Sizden biriniz mescide girdiği zaman
oturmadan önce iki rekât namaz kılsın.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet
etmiştir.
Diğer rivayette; “Sizden biriniz mescide girdiği zaman iki rekat namaz
kılmadan oturmasın.”
2- Mescidul Haram’ın Tahıyyesi
Nedir?
Yukarıdaki hadisin umumiliğinden Mescidul Haram’ı çıkaran bir delil yoktur.
Yani Mescidul Haram’a girince bunu diğer mescidlerden ayıran özel bir
tahıyyetul mescid namazı yoktur.
3- Namaz İçin Kamet Okunurken Mescide
Girmek:
Mescide girildiğinde kamet okunuyorsa, kameti okunmakta olan namaza
girilmesi gerekir. Tahıyyetul mescid namazı bu kimseden düşer.
Bunun delili şu şekildedir;
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki;
“Namaz ikin kamet okunduğu zaman
mektube (vaktin farzı olan) namazdan başka namaz yoktur.” Bunu Müslim
rivayet etmiştir.
Buradaki şahid; “…başka namaz yoktur” kısmıdır. Delil olma yönü ise; namaz
için ikamet okunmasıyla başka bir namazın meşruiyetinin kalkmasıdır.
4- İmam Cuma Hutbesinde İken Mescide
Girmek:
Müslüman, mescide imam Cuma hutbesi
okurken girerse, hafif iki rekat tahıyyetul mescid namazı kılmadan oturamaz.
Bunun delili şudur;
Cabir Bin Abdullah radıyallahu anh’den; “Süleyk el-Gatafanî Cuma günü
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hutbedeyken geldi. Ona buyurdu ki;
“Ey Süleyk! Kalk iki rekât namaz kıl. Ama onları hafif tut!” buyurdu. Sonra şunları söyledi:
“Biriniz
cuma günü imam hutbe okurken gelirse hemen iki rekât namaz kılsın ve onları
hafif tutsun!” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
7- Ezan ve Kamet Arasındaki Namaz
Müslümanın ezan ile kamet arasında namaz kılması
müstehaptır. Bunun delilleri şu şekildedir;
Abdullah Bin Mugaffel radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Her iki
ezan (ezan ile kamet) arasında bir namaz vardır, her ezan ile kamet arasında
bir namaz vardır” sonra üçüncüsünde; “Dileyen için” buyurdu.” Bunu
Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Bunun müstehap oluşunu, Akşam namazı için ezan ile
kamet arasındaki namaz hakkında gelen rivayet de destekler;
Abdullah Bin Mugaffel radıyallahu anh’den; Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Akşam
namazından önce (nafile) namaz kılınız.” Üçüncü seferinde insanların onu
sünnet edinmesini istemeyerek; “Dileyen kılsın” buyurdu.” Bunu Buhari
rivayet etmiştir.
Ebu Davud’un rivayetinde şöyle geçer; “Akşam
namazından önce iki rekât namaz kılınız.” Sonra insanların onu sünnet edinmesi
korkusuyla buyurdu ki; “Akşam namazından önce iki rekât namaz kılınız. Dileyen
kılsın.”
8- Tevbe Namazı
Müslümanın, Allah’tan sakınıp bu halini sürekli
kontrol ederek günaha düşmemesi gerekir. Eğer günah işlerse derhal tevbe edip
Allah’a yönelmelidir.
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tevbe
anında bu namazın kılınmasını meşru kılmıştır.
Esma Bintul Hakem el-Fezari’den; Ali radıyallahu
anh’den şöyle dediğini işittim:
“Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem’den bir hadis işittiğimde Allah o hadisten beni dilediği şekilde
faydalandırırdı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından biri bana
hadis söyleyince ona yemin ettirirdim. Şayet yemin ederse onu tasdik ederdim.
Ebû Bekir radıyallahu anh bana bir hadis söyledi. Ebû Bekir radıyallahu anh
doğru söyledi. Şöyle demişti; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den
işittim şöyle buyurmuştur;
“Bir kimse bir günah işler, sonra kalkar
abdest alır, namaz kılar, sonra Allah’tan bağışlanmasını isterse Allah onu
mutlaka affeder.” Sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şu ayeti
okudu:
“Onlar ki, utanç verici bir iş
yaptıklarında veya (günah işleyerek) nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı
hatırlar ve günahlarının affı için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim
günahları affedebilir. Onlar yaptıkları (hatalı işlerde) bilerek ısrar
etmezler.”(Al-i İmran 135)
9- Cuma Namazının Sünneti
1- Cuma Namazından Önce Sünnet
Namaz Var mıdır?
Cuma namazından önce belirlenmiş bir sünnet namaz sabit olmamıştır. Ama
mutlak nafileye gelince buna delil olan rivayetler şu şekildedir;
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki;
“Bir kimse gusül eder, sonra
Cuma’ya gelir ve kendisine mukadder olan namazı kılar, sonra hatip hutbesini
bitirinceye kadar dinler, sonra onunla beraber cuma namazını kılarsa, o kimsenin
o Cuma ile öbür Cuma arasındaki günahları; üç günlük de fazla günahı affolunur.”
Bunu Müslim rivayet etti.
Ebu Davud’un rivayeti şu şekildedir; "Kim cuma günü gusül eder, en
güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku sürünür, sonra da cumaya gelip
insanların omuzlarına basmaz ve Allah'ın kendisine yazdığı (tahiyyetul-mescid
namazı)nı kılar, imam (hutbe için) çıktığı zaman namazını bitirinceye kadar
(konuşmaz) susarsa, bu cuma ile geçmiş cuma arasındaki (hata)lar örtülür."
Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki; “Fazladan da üç gün” ve yine dedi ki;
“Şüphesiz iyilikler on kat karşılık görür.”
2- Cuma Namazından Sonraki Sünnet
Daha önce İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde şöyle geçmişti; “…ve evinde
Cumadan sonra kıldığı iki rekat”
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
buyurdu ki;
“Biriniz Cuma’yı kıldığı zaman
bundan sonra da dört rekât namaz kılsın.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.
Diğer rivayette; “Sizden her kim cumadan sonra namaz kılıyorsa dört
rekât kılsın.”
bu iki hadis, Cuma namazından sonra
iki veya dört rekat namaz kılmanın meşru olduğunu gösterir. Yani müslümanın
bununla amel etmesi caizdir. Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisinde geçenlerden
dolayı Cuma namazından sonra dört rekat namaz kılmak daha faziletlidir.
Bu sünnetin iki veya dört rekât olması fark etmeksizin evde kılınması,
açıklamaya gerek olmadan, mutlak olarak daha faziletlidir.
10- Tesbih Namazı
Meşru namazlardan biri de Tesbih namazıdır. Bu, aşağıdaki İbn Abbas
radıyallahu anhuma hadisinde gelmiştir;
İbnu
Abbâs radıyallahu anhumâ) anlatıyor: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem Abbâs İbnu Abdilmuttalib radıyallahu anh'e dediler ki:
"Ey
Abbas, ey amcacığım! Sana bir iyilik yapmayayım mı?" Sana bağışta
bulunmayayım mı? Sana ikram etmeyeyim mi? Sana on haslet(in hatırlatmasını)
yapmayayım mı? Eğer sen bunu yaparsan, Allah senin bütün günahlarını
önceki-sonraki, eskisi-yenisi, hatayla yapılanı-kasten yapılanı,
küçüğünü-büyüğünü, gizlisini-alenisini yani hepsini affeder. Bu on haslet
şunlardır:
Dört
rek'at namaz kılarsın, her bir rekâtta, Fatiha suresi ve bir sure okursun.
Birinci rekâtta kıraati tamamladın mı, ayakta olduğun halde on beş kere
"Subhanallahi velhamdülillahi ve lailahe illallahu vallahu ekber"
diyeceksin. Sonra rükû yapıp, rükûda iken aynı kelimeleri on kere
söyleyeceksin, sonra başını rükûdan kaldıracaksın, aynı şeyleri onar kere
söyleyeceksin. Sonra secde edip, secdede iken onları onar kere söyleyeceksin.
Sonra başını secdeden kaldıracaksın, onları onar kere söyleyeceksin. Sonra
tekrar secde edip aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra başını kaldırır,
bunları on kere daha söylersin. Böylece her bir rekâtta bunları yetmiş beş defa
söylemiş olursun.
Aynı şeyleri dört rekâtta yaparsın. Dilersen bu
namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada bir kere yap, haftada
yapamazsan her ayda bir kere yap. Ayda olmazsa yılda bir kere yap. Yılda da
yapamazsan hiç olsun ömründe bir kere yap." Bunu Ebu Davud ve İbn Mace
rivayet etmiştir.
Tirmizî,
Vitir, 19; İbn Mace, ikâme, 190; Ebû Dâvud, Tatavvu, 14; et-Tergib ve't-Terhib,
I, 467, 469. Bu hadisi Ebû Dâvûd, İbnu Mâce, İbnu Huzeyme, Taberani rivayet
etmiştir. Hafız şöyle demiştir: Bu hadis birçok yoldan rivayet edilmiştir. Ve
sahabeden bir cemaat tarafından da rivayet edilmiştir. İbnu Mübarek şöyle
demiştir: "Teşbih namazı teşvik edilmiş olup, teşbih namazını her zaman
âdet haline getirmeli ve ondan gafil olmamalıdır."
Tesbih Namazı 4 rek'atlı bir namazdır. Bu namazı
kılabilmek için aşağıdaki tesbihi ezber bilmek gerekir.
"Sübhânallâhi
vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym"
Tesbih
Namazının Kılınışı : Sübhâneke'den sonra 15 kere Rüku tesbihinden sonra 10 kere
Rükûdan doğrulunca 10 kere, Secde tesbihinden sonra 10 kere, "Allâhü
Ekber" diyerek namaza başlanır. Zamm-ı sureden sonra 10 kere Secdeden doğrulunca 10 kere, 2.secde de tesbihden sonra 10 kere, okunur
Böylece birinci rek'at kılınmış olur. İkinci rek'ate kalkılınca Fâtiha-i
şerîfe'den önce yine 15 kere, diğer yerlerde de, tarif edildiği gibi 10'ar kere
okunarak 4 rek'at tamamlanır. Tesbih namazının diğer tarafları aynen diğer
namazlarda olduğu gibidir. Fark sadece okunan tesbihlerdir. Tesbih namazında
beher rek'atte okunan tesbih adedi 75'dir. Dört rek'atte 300 tesbih okunmuş
olur.
Arapça
bir kelime olan "tesbih", Allah Teâlâ'yı noksan sıfatlardan tenzih,
kemâl sıfatlarla tavsif etme ve ululama manasına gelir Dört rek’at olan bu
namazda üçyüz defa "Sühhânallâhi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu
vellâhu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym" dendiği
için bu ismi almıştır.
Tesbih namazının muayyen-belli bir
vakti yoktur Kerahet vakitlerinin dışında her zaman kılınabilir.
11-
Seferden Dönüş Namazı
Ka’b
Bin Malik radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem seferden
dönünce önce mescide uğrar, iki rekât namaz kılar, sonra insanlarla beraber
otururdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Bu
hadisten kişinin, seferden dönünce, eğer abdestli ise evinden önce mescide
gitmesinin ve orada namaz kılmasının, sonra da oradakilerle oturmasının
müstehap olduğu anlaşılmaktadır.
12-
İstihare Namazı
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ümmetine, hayatlarında başlarına gelen işleri
Allah’a havale etmeleri ve Allah’tan bu şaşkınlıklarını gidermesini talep
etmeleri için bu namazı meşru kılmış, cahiliye döneminde yapmakta oldukları
falcılık, ok çekme gibi batıl işlerin yerine, istihare namazını öğretmiştir.
Bu
namaz hakkında şu hadis varid olmuştur;
Câbir
radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize,
Kur'àn'dan -bir süre öğrettiği gibi her işte istiharede bulunmamızı öğretirdi.
Derdi ki:
"Biriniz
bir işi yapmaya arzu duyduğu zaman, farzlar dışında iki rek'at namaz kılsın,
sonra şu duayı okusun:
"Allah’ım!
Senden hayır talep ediyorum, zira sen bilirsin. Senden hayrı yapmaya kudret
talep ediyorum, zira sen vermeye kâdirsin. Rabbim! Yüce fazlını da talep
ediyorum. Sen her şeye kâdirsin, ben âcizim. Sen bilirsin, ben cahilim. Sen
gaybları bilirsin. Allah’ım, eğer biliyorsan ki bu işi bana dinim, bayatım ve
sonum için -veya hal-i hazırda ve ileride demişti- hayırlıdır, bunu bana takdir
et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda mübarek kıl. Eğer bu işin, bana
dinim, hayatım ve âkibetim için -veya hal-i hazırda ve ileride dedi-
zararlıdır; onu benden çevir, beni de ondan çevir. Hayır ne ise bana onu takdir
et, sonra da bana onu sevdir!" Câbir r.a. dedi ki:
"Bu
duadan sonra yapacağı işi zikrederdi.'' Bunu Buhari rivayet etmiştir.
13- Küsuf (Güneş Tutulması) ve Husuf (Ay
Tutulması) Namazları
1- Küsuf ve Husuf Namazlarının
Hükmü
Güneş ve ay tutulması namazları müekked bir sünnettir. Müslümanın bunu
yapması müekked bir müstehaptır.
Bunun delilleri aşağıda geldiği gibidir;
Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu. Ama kıyamı uzattı. Sonra rükû' etti,
rükû'u da çok uzattı. Sonra başını rükû'dan kaldırdı, bu kıyamı da çok uzattı.
Yalnız, bu ikinci kıyam, birinciden daha kısa idi. Sonra tekrar rükû'a gitti ve
rükû'u çok uzattı. (Ama) bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra secde etti.
Sonra kalktı ve yine kıyamı uzattı. Yalnız bu kıyam, birinciden daha kısaydı.
Sonra rükû'a vardı, rükû'u da uzattı. Fakat bu rükû' birinciden daha kısaydı.
Sonra başını rükû'dan kaldırarak dikildi, kıyamı da uzattı. Ancak bu kıyam da
birinciden azdı. Sonra rükû' etti. Ve rükû'u uzattı. Fakat bu rükû' birinciden
daha kısa sürdü. Sonra secdeye vardı. Sonra namazdan çıktı, güneş de açılmıştı.
Cemaate bir hutbe okudu, Allah'a hamdu sena ettikten sonra şunları söyledi:
“Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın
ayetlerindendir. Bunlar, hiç bir kimsenin hayatı veya ölümü için tutulmazlar.
Siz bunları tutulmuş görürseniz, hemen tekbir alın, Allah'a dua edin, namaz
kılın ve sadaka verin. Ey ümmeti Muhammed! Erkek veya kadın kulunun zinasından
dolayı Allah Teâlâ'nın kıskançlığı kadar hiç bir kimse kıskanç olamaz. Ey
ümmet-i Muhammed! Vallahi benim bildiğimi bir bilseniz, mutlaka çok ağlar ve
mutlaka az gülerdiniz.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
hadisin delil olma yönü, emir, tekbir, dua ve
sadakaya bağlı olarak gelmiştir. Tutulma anında sadaka, tekbir ve duanın vacip
olduğu söylenemez. Burada icma ile emir, müstehaplık içindir. Tutulma namazı da
bu emre bağlı olarak müstehaptır. Muvaffak kılan Allah’tır.
2- Tutulma
Namazının Şekli ve Rekât Sayısı
Birinci
Mesele; Tutulma Namazı İçin Ezan ve Kamet Okunmaz:
Tutulma namazı için ezan ve kamet
okunmayacağında âlimler ittifak ettiler. Müstehap olan; “es-Salatu Camiatun”
(namaz toplayıcıdır” diye seslenmektir.
Bunun delili, Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma’dan sabit olan şu
rivayettir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında güneş tutulunca
“Şüphesiz namaz toplayıcıdır” diye nida edildi.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet
etti.
İkinci Mesele; Tutulma Namazının Rekât
Sayısı:
Güneş tutulması namazı ikişer rükûlu iki rekât olarak kılınır. Bunun
delili, az önce geçen Aişe radıyallahu anha hadisidir. Yine Abdullah Bin Abbas
radıyallahu anhuma’dan gelen rivayet de buna delildir;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
namaza durdu. Ama Bakara suresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yaptı. Sonra
uzun bir rükû' yaptı, sonra başını rükû'dan kaldırdı ve uzun uzadıya ayakta
durdu. Yalnız bu kıyam birinciden daha kısaydı. Sonra uzun bir rükû' yaptı
fakat bu da birinci rükû'dan daha kısaydı. Sonra secde etti, sonra (tekrar)
uzun bir kıyam yaptı fakat bu da birinci kıyamdan kısa idi. Sonra uzun bir
rükû' yaptı ama bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra başını kaldırarak uzun
bir kıyama durdu. Bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı:
Bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra secde etti, sonra namazdan çıktı.
Gerçekten güneş açılmıştı. Müteakiben şöyle buyurdu;
“Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın
ayetlerinden iki ayettirler. Bunlar bir kimsenin hayatı veya ölümü için tutulmazlar.
Siz böyle bir şey görünce hemen Allah'ı zikredin.” Ashâb:
“Ey Allah’ın Rasulü! Şu makamında seni
bir şey almak için uzandığını, sonra bundan vazgeçtiğini gördük” dediler.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
“Ben, cenneti gördüm de, ondan bir salkım
üzüm koparmaya el uzattım. Eğer ben o salkımı almış olsaydım, dünya durdukça
siz ondan yerdiniz. Ben cehennemi de gördüm; Bugünkü gördüğüm manzara gibi
(şimdiye kadar) hiç bir manzara görmüş değilim. Cehennemliklerin çoğunluğunun
kadınlar olduğunu da gördüm” buyurdular. Ashap:
“Ey Allah’ın Rasulü bunun sebebi
nedir?” diye sordular.
“Küfretmeleri sebebi ile”
cevabını verdi.
“Kadınlar Allah'a
küfreder mi?” diyenler oldu;
“Evet, onlar
kocalarına karşı nankörlük ederler, iyiliğe karşı nankörlük ederler. Onlardan
birine daima iyilik etsen, sonra senden bir şey görse hemen: “Senden hiç bir
hayır görmedim” der” buyurdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Aişe ve İbn Abbas radıyallahu anhum hadislerinde, tutulma
anında hutbenin, namazdan sonra yapılmasının müstehap olduğuna delil vardır.
Üçüncü Mesele; Tutulma Namazında Kıraat
Sesli Olur:
Tutulma namazında kıraat, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in yaptığı gibi cehrîdir.
Aişe radıyallahu anha’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi
ve Sellem husuf namazında sesli okudu. Kıraatini bitirince tekbir alıp rükû
etti. Rükûdan kalkarken; “Semîallahu limen hamideh, Rabbena ve lekel hamd”
dedi. Sonra küsuf namazındaki kıraatine döndü. İki rekâtta dört rükû ve dört
secde yaptı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Dördüncü Mesele; Mescitte Cemaatle
Kılınması:
Küsuf namazının mescitte kılınması sünnettir. Bunun
delilleri şu şekildedir;
1- Küsuf namazı için “es-Salatu camiatun” diye
seslenilmesinin meşru olduğu daha önce geçmişti.
2- Bazı sahabenin bu namazı mescitte cemaatle kıldığı
varid olmuştur.
3- Daha önce geçen Aişe ve İbn Abbas hadisleri,
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu namazı mescitte cemaat ile
kıldığını düşündürmektedir. Hatta Aişe radıyallahu anha’nın rivayetinden
birinde şöyle geçer;
“Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatında güneş tutuldu. Bunun üzerine
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescide gitti, tekbir alıp namaza durdu
ve insanlar arkasında saf tuttular…”
Beşinci Mesele; Bir Rekâtta İki Rükûdan
Birinin Kaçırılması:
Küsuf namazı iki rekât olup her rekâtta iki rükû ve iki
secde vardır. Yani bu namazda toplam iki rekâtta dört rükû ve dört secde
vardır.
Birinci rekâtta ikinci rükuya yetişen kimse, kıyamı,
kıraati ve rükuyu kaçırmış olacaktır. Binaenaleyh, küsuf namazının iki rekâtından
birini eksik yapmış olacaktır. Bu rükuyu iade etmez. İmam selam verdikten
sonra, sahih hadislerde sabit olduğu gibi, iki rükûlu bir rekât kılar.
Bunun delili; Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri;
“Kim emrimiz
olmayan bir amel işlerse o reddolunur” hadisidir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emrinde küsuf
namazının bir rekatında bir rükû yoktur. Vallahu a’lem.
3- Ay Tutulması Namazı da Güneş
Tutulması Namazı Gibidir
Ay tutulması (Husuf) namazı, güneş tutulması (Küsuf)
namazı gibi kılınır. Bunun delili; “Şüphesiz güneş ve ay Allah’ın
ayetlerinden iki ayettir. Her hangi birinin ölümü veya hayatı için tutulmazlar.
Bunu gördüğünüz zaman ise Allah’a dua edin, tekbir edin, namaz kılın ve sadaka
verin” hadisidir. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneş tutulunca küsuf namazı kılmış ve bize ay
tutulunca da aynı şekilde kılmamızı emretmiştir. Bu ortadadır. Vallahu a’lem.
İbnul Münzir dedi ki; “Ay tutulması namazı da güneş
tutulması namazı gibi kılınır.”
14- Bayram Namazı
1- İki Bayram Namazının Hükmü:
Bu namaz gücü yeten her erkek ve kadın müslümana ikamet
mahallinde kılınmak üzere emirdir. Bunun delili şöyledir;
Ümmü Atiye radıyallahu anh dedi ki; “(peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize bayramlarda kocaya gitmemiş genç kızlarla,
örtülü hanımları namazgâha çıkarmamızı; hayızlı kadınlara da Müslümanların
namazgâhından biraz uzaklaşmalarını emir buyurdu.”
Hafsa Bintu Sirin’in Ümmü Atiye’den bir rivayetinde de
şöyle geçer; “Bayramlarda örtülü hanımlar ve bakire kızlarla beraber namazgâha
çıkmamızla emrolunurduk. Hayızlılar da çıkar fakat cemaatin arkasında
bulunurlar; cemaatle beraber tekbir alırlardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet
etti.
“Bil ki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayram
namazına devam etmiş, bu namazı hiçbir bayramda terk etmemiştir. İnsanlara bu
namaza çıkmalarını, hatta genç kızların ve hayızlı kadınların dahi namazgâha
gelmelerini emretmiştir. Hayızlılara namazdan ayrı durup, bu hayra ve
Müslümanların dualarına katılmalarını emretmiştir. Öyle ki, dış örtüsü olmayan
kadının ödünç alarak çıkmalarını emretmiştir.
Hitap fehvasınca, namaza çıkma emrinin gereği olarak,
erkeklerle beraber kadınlara emir daha önceliklidir.
2- Bayram Namazının Vakti ve Şekli:
Birinci Mesele; Bayram Namazının
Vakti:
Yezid Bin Humeyr er-Rahabî’den; Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in sahabesi Abdullah bin Büsr, Fıtr (Ramazan) veya kurban
bayramı günü insanlarla birlikte çıktı. İmamın gecikmesini yadırgayıp
"Biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk.” “Bu vakit
tesbih (kuşluk) vaktidir" dedi.” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etti.
Bu hadis bayram namazının vaktinin güneşin doğmasından
sonra başladığını ve namaza giderken tekbir getirmenin müstehap olduğunu
göstermektedir.
Son vaktine gelince, çoğunluğa göre zeval vaktine
kadardır. Vallahu a’lem.
İkinci Mesele; Bayram Namazı İçin
Ezan ve Kamet Okunmaz:
Bayram namazı için ezan ve kamet okumak meşru olmadığı gibi “es-Salatu
camiatun” diye de nida etmek meşru değildir. Bunun delili şu şekildedir;
İbn Cürayc, Atâ’dan, o da İbn Abbas radıyallahu anhuma ve Cabir Bin
Abdillah el-Ensarî radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; ikisi dediler ki;
“Ne Ramazan bayramında ne de kurban
bayramında ezan okunmazdı.” (İbni Cüreyc diyor ki:)
“Bir müddet sonra ben, Atâ'ya bu
meseleyi yine sordum, bana haber vererek, dedi ki:
“Bana Câbir bin Abdillâh eI-Ensâri
haber verdi ki, Ramazan Bayramı günü gerek İmam minbere çıkarken gerekse
çıktıktan sonra namaz için ezan, kamet, nida ve hiç bir şey yokmuş. O gün ne
ezan varmış ne de kamet.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Cabir Bin Semura radıyallahu anh’den;
“Ben, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bayram namazlarını
bir değil, İki değil; birçok defalar ezan ve kametsiz olarak kıldım.” Bunu
Müslim rivayet etmiştir.
Üçüncü Mesele; Bayram Namazının
Rekât ve Tekbir Sayıları:
Bayram namazı iki rekâttır. Birinci rekâtta kıraatten önce yedi tekbir,
ikinci rekâtta da intikal tekbirlerinden hariç olarak kıraatten önce beş tekbir
alınır.
Bunun delili şu şekildedir;
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem
Ramazan bayramında iki rekât kıldı. Ne öncesinde ne sonrasında namaz kılmadı.
Sonra Bilal ile birlikte kadınlar tarafına gitti ve onlara sadaka vermelerini
emretti. Bilâl elbisesini açmış, bekliyordu. Derken kadınlar yüzük, halka ve
(kıymetli şeylerini) atmaya başladılar.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
Ömer radıyallahu anh demiştir ki; “Kurban
bayramı namazı iki rekâttır. Ramazan bayramı namazı iki rekâttır, yolcu namazı
iki rekâttır. Cuma namazı iki rekâttır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in dili ile bunlar noksansız böylece ikişer rekât olarak kılınırlar.”
Bunu Nesai rivayet etmiştir.
Tekbirlerin deliline gelince;
Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Ramazan ve kurban bayramlarında birinci rekâtta yedi tekbir,
ikinci rekâtta ise (rükû tekbiri hariç) beş tekbir getirirdi.” Bunu Ebu Davud
rivayet etti.
Abdullah Bin Amr Bin el-As radıyallahu anhuma’dan;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Ramazan bayramında tekbir ilk rekâtta yedi, son rekâtta de beş'tir. Her
ikisinde de kıraat tekbirlerden sonradır.” Ebu Davud
rivayet etmiştir.
Dördüncü Mesele; Bayram Namazında
Kıraat:
Her iki rekâtta da Fatihatul Kitab okunur. Zira Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem; “Fatihatul Kitab’ı okumayanın namazı yoktur”
buyurmuştur. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Her iki rekatta Fatiha’dan sonra kolayına gelen sure okunur. Bu iki rekatta
Kaf ve Kamer surelerini okumak müstehaptır. Kıraat seslidir. Veya A’lâ ve
Gaşiye sureleri okunur.
Bunun delilleri şu şekildedir;
Ubeydullah Bin Abdullah Bin Utbe, Ebi
Vakıd el-Leysî’den; “Ömer İbnul Hattab radıyallahu anh bana;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem, bayram namazlarında ne okuyordu?” diye sordu. Dedim ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
onlarda İnşikak ile Kaf surelerini okurdu.” Bunu Müslim rivayet etti.
En-Nu’man Bin Beşir radıyallahu
anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayramlar ile Cuma’da A'lâ ve
Gâşiye surelerini okurdu. Bayramla cuma aynı güne tesadüf ederse, bu sureleri
her iki namazda okurdu.” Bunu Müslim rivayet etti.
3- Sünnet
Olan Bayram Namazını Namazgâh’ta Kılmaktır:
Sünnet olan, imamın bayram namazı için
naibi ile beraber namazgâha çıkması ve özür haricinde mescitte kılınmamasıdır.
Bunun delilleri şu şekildedir;
1- Ümmü Atiye radıyallahu anha
hadisinde, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in namazgaha çıkmayı
emrettiği geçmişti.
2- İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayram günü çıktığı zaman harbenin
getirilmesini emrederdi. Bu harbe onun önüne dikilir, kendisi ona doğru namaz
kılar, cemaat de arkasında dururlardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
bunu seferde de yapardı. Emirlerin harbe taşıması buradan kalmıştır.”
Diğer rivayet; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem Ramazan ve kurban bayramlarında önüne harbe diker, sonra namaz
kılardı.”
Diğer bir rivayet; “Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazgâha çıkar, önünde namazgâha aneze taşınır ve
önüne dikerek ona doğru namaz kılardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
4- Hutbe
Bayram Namazından Sonra Okunur:
İki bayram namazında hutbe namazdan
sonra okunur. Bunun delilleri şu şekildedir;
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan;
“Bayram namazında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Bekir, Ömer ve
Osman (radıyallahu anhum) ile beraber bulundum. Hepsi onu hutbeden önce kılar,
sonra hutbe okurlardı.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma
bayram namazlarını hutbeden önce kılarlardı.” Buhari ve Müslim rivayet etti.
5- Bayram ve Cuma Aynı Güne Tesadüf
Ederse:
Bayram ve Cuma aynı günde birleşirse,
bayram namazı kılan kimseden Cuma namazının vücubiyeti düşer. Bunun yerine
yalnız olarak öğle namazı kılar.
Bunun delilleri şu şekildedir;
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Sizin şu gününüzde iki bayram bir araya
geldi. İsteyen(e bayram namazı yeter) cumayı kılmayabilir ama biz cumayı
kılacağız” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etti.
Ata Bin Ebi Rabah’tan; “Cumaya
rastlayan bir bayram gününde İbnu'z-Zübeyr bize günün evvelinde (Bayram namazı
vaktinde Bayram namazını) kıldırdı. Sonra biz cumaya gittik, fakat
İbnu'z-Zübeyr gelmedi. Biz de namazımızı teker teker kıldık. O zaman İbn Abbas
Taif'te idi. Gelince durumu kendisine anlattık.
“Sünnete isabet etmiş” dedi.” Bunu Ebu
Davud rivayet etti.
6- Bayram Namazı Kaçırılırsa İki
Rekât Namaz Kılınır
Müslüman bayram namazını kaçırırsa,
imamın bayram namazı kıldığı gibi iki rekât namaz kılar. Bunun delili aşağıdaki
hadistir;
Ubeydullah Bin Ebi Bekir Bin Enes Bin
Malik (Rasulullah’ın hizmetçisi)’den; “Enes radıyallahu anh bayram namazını
imamla birlikte kılmayı kaçırırsa, aile halkını toplar ve onlara imamın bayram
namazı gibi namaz kıldırırdı.” Bunu Beyhaki rivayet etmiştir.
İbn Cürayc, Atâ’dan naklediyor; Atâ
radıyallahu anh dedi ki; “İki rekat namaz kılınır ve tekbirler getirilir.” İbn
Ebi Şeybe rivayet etmiştir.
Nitekim Buhari, Sahih’inde; “Bayram
namazı kaçırılırsa iki rekât namaz kılınır” diye bir bab başlığı açmıştır.
İbnul Münzir dedi ki; “Bayram namazını
kaçıran, imamın kıldığı gibi iki rekât namaz kılar”
7- Eğer Bayram Olduğu Ancak
Zevalden Sonra Öğrenilirse
Bayram olduğu, zevalden sonra ancak
öğrenilmişse, ertesi gün bayrama çıkılır. Bunun delili aşağıda geldiği gibidir;
Ebu Umeyr Bin Enes, Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından olan amcalarından naklediyor:
“Binekliler Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip akşam hilali
gördüklerine şahitlik ettiler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara
oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram için namazgâha çıkmalarını
emretti.” Bunu Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace rivayet etti.
8- Seferde Bayram Namazı Yoktur
Yolcu olana bayram namazı meşru kılınmamıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem birçok sefere çıkmış olmasına, sahabelerini seriyyeler halinde
göndermiş olmasına rağmen seferde bayram namazı kıldığı veya seferdeki
sahabelerine bayram namazı kılmalarını emrettiği nakledilmemiştir.
15- İstiska (Yağmur İsteme) Namazı
Allah Tebarek ve Teala, yağmursuz kaldıkları ve yer çoraklaştığı zaman
Müslümanların Allah’a yönelip tevbe etmeleri ve bağışlanma dileyerek
kendisinden yağmur istemeleri için bunu meşru kılmıştır. Allah Azze ve
Celle’den yağmur istemenin meşru şekillerinden biri de İstiska namazıdır.
1- İstiska Namazının Hükmü:
Bu, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnet kıldığı, müstehap bir
namazdır.
2- İstiska Namazının Vakti ve
Şekli:
Birinci Mesele; İstiska Namazının Vakti:
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneş ışınları görünmeye başlarken
İstiska namazına çıkmıştır.
Aişe radıyallahu anha’dan; “İnsanlar
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun
üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir minber konulmasını emretti
ve musallaya kendisi için bir minber konuldu. Yağmur duasına çıkacağı günü
ahaliye bildirdi. (Kararlaştırılan gün gelince) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve
Sellem güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce gidip minberin üzerine çıktı.
Tekbir aldı. Allah Azze ve Celle’ye hamd etti, sonra;
"Siz memleketinizin
kuraklığından ve yağmurun ilk zamanından geciktiğinden şikâyet ettiniz.
Hâlbuki Allah Azze ve Celle size, kendisine duâ etmenizi emretti ve duanızı
kabul edeceğini vâdetti" buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:
"Hamd âlemlerin rabbi, rahim ve
rahman, kıyamet gününün tek hâkimi olan Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh
yoktur. O dilediğini yapar.
"Ey Rabbim! Sen Allahsın, senden
başka ilâh yok. Sen zenginsin biz muhtacız, bize yağmur indir. İndirdiğini
bize kuvvet ve bir zamana ulaştıracak azık kıl.”
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem ellerini kaldırdı, bu kaldırışa koltuklarının beyazı görününceye kadar
devam etti. Bilâhare sırtını cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları
yaparken elleri hâlâ havadaydı. Daha sonra insanlara doğru döndü, minberden
inip iki rekât namaz kıldırdı. Hemen akabinde Allah bir bulut meydana getirdi
bunun peşinden gök gürledi, şimşek çaktı, sonra Allah'ın izni ile yağmur yağdı.
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem (yollardan) seller akıncaya kadar
mescidine gelmedi. İnsanların (yağmurdan korunmak için) kuytuya koştuğunu
görünce azı dişleri görünceye kadar güldü ve şöyle buyurdu:
"Şehâdet ederim ki Allah, her
şeye kadirdir, ben de Allah'ın kulu ve resulüyüm." Bunu Ebu Davud
rivayet etti.
Hükümlerinin çoğu bayram namazı gibi olsa da burada bu namaz için vakit
tayin edildiğine dair bir delil yoktur. Lakin özel bir güne tahsis edilmemesi
ile bayram namazından ayrılır.
İkinci Mesele; İstiska Namazı İçin Ezan ve Kamet Okunmaz:
İstiska namazı için ezan ve kamet okumak meşru kılınmamıştır. Fakat imam ve
naibi sadece, insanlara çıkacakları günü bildirerek sözleşirler ve birlikte
namaz için çıkarlar.
Bunun delili az önceki Aişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiği hadiste
geçmiştir; “İnsanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan
şikâyet ettiler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir
minber konulmasını emretti ve musallaya kendisi için bir minber konuldu.
Yağmur duasına çıkacağı günü ahaliye bildirdi. (Kararlaştırılan gün gelince)
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce
gidip minberin üzerine çıktı…” Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
İbn Battal dedi ki; “İstiska namazında ezan ve kamet okunmayacağında icma
edilmiştir.”
İbn Kudame dedi ki; “İstiska namazında ne ezan ne de kamet sünnet
kılınmamıştır. Bu konuda bir muhalefet bilmiyoruz.”
Bu sahabenin fiili olarak sabit olmuştur.
Ebu İshak’tan; “Abdullah Bin Yezid el-Ensari, el-Bera Bin Âzib ve Zeyd Bin
el-Erkam radıyallahu anhum birlikte İstiska için çıktılar. Abdullah, minber
olmadan ayağa kalktı, bağışlanma diledi, sonra kıraatini sesli yaptığı iki
rekât namaz kıldırdı. Ne ezan okundu ne de kamet.” Ebu İshak dedi ki; “Abdullah
bin Yezid radıyallahu
Üçüncü Mesele; İstiska Namazı, Bayram Namazı Gibi
Kılınır:
İstiska (Yağmur İsteme) namazı, bayram namazı gibi, rüku tekbirleri dışında
birinci rekatta yedi, ikinci rekatta beş tekbir alınarak kılınır. Bu tekbirler
kıraatten önce olur.
İstiska namazında da, bayram namazında olduğu gibi kıraat sesli olur. Bunun
delilleri şu şekildedir;
İshak Bin Abdullah Bin Kinane’den;
“Velid bin Utbe Medine valisi iken, beni Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in yağmur duasında kıldığı namazını sormam için İbn Abbas radıyallahu
anhumâ'ya gönderdi. Gidip İbn Abbas radıyallahu anhuma'ya sordum. O da şöyle
dedi:
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski
elbisesini giymiş, mütevazı bir vaziyette, yakarır bir halde musallaya kadar
geldi. Minberin üzerine çıktı. Sizin şu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fakat
dua, tazarru ve tekbire devam etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekât namaz
kıldı.” Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti.
3- İstiska Namazı, Namazgâh’ta
Kılınır:
İstiska namazında sünnet olan, daha önce geçen hadislerin gösterdiği gibi,
namazgâhta kılınmasıdır. Ancak Mekke halkı bundan hariçtir. Onlar, Mescidul
Haram dışında kılmazlar. Selef radıyallahu anhum’un uygulaması böyle devam
edegelmiştir.
İstiska namazının namazgâhta kılınmasının delillerinden bazıları;
1- Daha önce Aişe radıyallahu anha hadisinde şöyle geçmiştir; “İnsanlar
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun
üzerine namazgâha kendisi için bir minber konuldu…” Bunu Ebu Davud rivayet
etti.
2- Daha önce İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisinde şöyle geçmiştir;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski elbisesini giymiş, mütevazı bir
vaziyette, yakarır bir halde namazgâha kadar geldi…” Sünen sahipleri rivayet
etmiştir.
3- Abdullah Bin Zeyd radıyallahu anh hadisinde şöyle geçmiştir; “Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazgâha namaz için çıktı…” Bunu Buhari ve Müslim
rivayet etti.
4- Namazgâha Çıkış Şekli, Dua ve
İstiska Namazından Önce Hutbe Okunması:
Yağmur duasına çıkışta sünnet olan; sade kıyafet, tevazu, tazarru ve
meskenet içinde Allah’a dua ederek, O’ndan yağmur isteyerek, tekbir getirerek
ve Allah’a hamd ederek çıkmaktır.
İmam ve cemaat ellerini dua ederek kaldırırlar.
İmamın yağmur duasında ellerini, koltuk altı görünecek kadar fazlaca
kaldırması meşrudur.
Aynı şekilde, imamın namazgâha çıkarken insanlara hitap ederek yağmura olan
ihtiyaçlarını hatırlatması ve dua etmeye yönlendirmesi, dua etmesi ve kıbleye
yönelmesi de meşrudur.
Geçen şekilden başka sıfatta hutbe okumak meşru değildir. Bunun delilleri
aşağıda geldiği gibidir;
1- Daha önce geçen İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisinde şu şekilde geçer;
““Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski elbisesini giymiş, mütevazı bir
vaziyette, yakarır bir halde musallaya kadar geldi. Minberin üzerine çıktı.
Sizin şu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fakat dua, tazarru ve tekbire devam
etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekât namaz kıldı.” Bunu Ebu Davud
rivayet etti.
2- Aişe radıyallahu anha hadisinde şu
şekilde geçmişti; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneşin kaşı (ilk
ışınları) görününce gidip minberin üzerine çıktı. Tekbir aldı. Allah Azze ve
Celle’ye hamd etti, sonra;
"Siz memleketinizin
kuraklığından ve yağmurun ilk zamanından geciktiğinden şikâyet ettiniz.
Hâlbuki Allah Azze ve Celle size, kendisine duâ etmenizi emretti ve duanızı
kabul edeceğini vâdetti" buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:
"Hamd âlemlerin rabbi, rahim ve
rahman, kıyamet gününün tek hâkimi olan Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh
yoktur. O dilediğini yapar.
"Ey Rabbim! Sen Allahsın, senden
başka ilâh yok. Sen zenginsin biz muhtacız, bize yağmur indir. İndirdiğini
bize kuvvet ve bir zamana ulaştıracak azık kıl.”
Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, bu
kaldırışa koltuklarının beyazı görününceye kadar devam etti. Sonra sırtını
cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları yaparken elleri hâlâ havadaydı.
Daha sonra insanlara doğru döndü,..” Bunu Ebu Davud rivayet etti.
3- Abdullah Bin Zeyd el-Ensarî radıyallahu anh’den; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem insanlarla beraber yağmur duası için çıktı. Kalktı ve ayakta
Allah’a dua etti. Sonra kıbleye döndü ve cübbesini ters çevirdi.” Bunu Buhari
ve Müslim rivayet etti.
4- Enes radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yağmur
duasından başka hiçbir duasında ellerini kaldırmazdı. Yağmur duasında
koltuklarının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırırdı.” Bunu Buhari ve
Müslim rivayet etti.
5- Buhari, “İnsanların imamla birlikte yağmur duası için ellerini
kaldırmaları babı” diye başlık açmış ve orada muallâk olarak Enes Bin Malik
radıyallahu anh’ın şu sözünü nakletmiştir;
“Bir bedevi Cuma günü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e geldi ve
dedi ki; “Ey Allah’ın rasulü! Hayvanlar helak oldu, aileler helak oldu,
insanlar helak oldu.” Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
ellerini kaldırarak dua etti. Cemaat de onunla beraber ellerini kaldırarak dua
ettiler…”
5- İmamın Yağmur Duası Esnasında Cübbesini Ters Çevirmesinin Meşru Oluşu:
İmamın yağmur duası esnasında cübbesini ters çevirerek giymesi meşrudur.
Fakat yanındaki cemaat için bu meşru kılınmamıştır.
1- Aişe radıyallahu anha, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yağmur
duası ve insanlara İstiska namazı kıldırmak için çıkışını anlatırken şöyle
demişti; “Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, bu
kaldırışa koltuklarının beyazı görününceye kadar devam etti. Bilahare sırtını
cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları yaparken elleri hâlâ havadaydı.
Daha sonra insanlara doğru döndü, minberden inip iki rekât namaz kıldırdı…”
2- Ebu Davud’un, Abdullah Bin Zeyd el-Mazinî’den rivayet ettiği hadiste şu
şekilde geçmişti; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlarla beraber
yağmur duası için çıktı. Kalktı ve ayakta Allah’a dua etti. Sonra kıbleye döndü
ve cübbesini ters çevirdi.”
Diğer rivayette şöyledir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ridâsını
çevirip, sağ tarafını sol omuzu üzerine, sol tarafını da sağ omuzu üzerine
koydu. Sonra Azîz ve Celîl olan Allah'a dua etti.”
Bir diğer rivayet ise şu şekildedir; “Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem üzerinde Hamîsa denilen siyah elbisesi olduğu halde yağmur duasına
çıktı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (önce) elbisesinin aşağısını yukarıya
koymak istedi. Fakat ağır gelince, sağ tarafını sol, sol tarafını da sağ omuzu
üzerine koydu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti. Lafız Ebu Davud’un
rivayetindendir.
16- Cenaze Namazı
1- Cenaze Namazının Hükmü ve
Fazileti:
Ölen müslüman için namaz kılmak farzı kifayedir. Zira Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’den bunu emreden hadisler gelmiştir. Bunlardan bazısı şu
şekildedir;
Zeyd Bin Halid el-Cühenî radıyallahu anh’den; “Hayber savaşında Peygamber
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından biri öldü. Bu Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’e söylenince:
“Arkadaşınızın namazını kılın.” Buyurdu. Bunun üzerine insanların
yüz ifadeleri değişince şöyle buyurdu;
“Şüphesiz arkadaşınız, Allah yolunda savaşırken ganimet malından
çalmıştır” Biz de onun eşyalarını kontrol ettik, iki dirhemi geçmeyecek
değerde bir Yahudi boncuğunu ganimet mallarından aşırdığını gördük.” Bunu Ebu
Davud ve Nesaî rivayet etti.
Hadisin delil olma yönü şudur ki, şayet cenaze namazı farzı ayn olsaydı, bu
namazı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kılar ve “Arkadaşınızın
namazını kılın” demekle yetinmezdi.
Cenaze namazının faziletine gelince,
Amir Bin Sa'd Bin Ebî Vakkas,
babasından naklen rivayet ediyor; babası Abdullah bin Ömer radıyallahu
anhuma'nın yanında oturuyordu. Birden Maksûre'nin sahibi Habbâb çıka geldi
ve;
“Ey Abdullah bin Ömer! Ebu Hüreyre'nin
ne söylediğini duymuyor musun? Baksana Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in;
“Her kim cenaze ile birlikte onun evinden
çıkar da; namazını kılar, sonra defnedilinceye kadar cenazenin arkasından
giderse, o kimseye iki kırat ecir vardır. Her bir kırat Uhud Dağı kadardır.
Cenaze namazını kılıp da, dönen kimseye ise Uhud Dağı kadar bir ecir vardır.”
dediğini işitmiş” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer, Habbâb'ı Ebu Hüreyre'nin
söylediklerini sorarak, gelip kendisine haber vermek üzere Âişe'ye gönderdi.
İbni Ömer mescidin çakıllarından bir avuç almış, onları elinde evirip
çeviriyordu. Nihayet elçi dönüp geldi ve Âişe'nin:
“Ebu Hüreyre doğru söylemiş” dediğini
bildirdi. Bunun üzerine İbni Ömer elindeki çakılları yere vurarak:
“Vallahi biz birçok kıratlardan geri
kaldık” dedi.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
2- Cenaze Namazında Cemaat:
Cenaze namazında cemaat vaciptir. Çünkü
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu namazı cemaatle kılmaya devam etmiş
olup, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in;
“Namazı benim kıldığımı gördüğünüz şekilde
kılınız” hadisinin genel hükmüne dâhildir. Bu hadisi Buhari rivayet
etmiştir.
Namaz kılanların sayısının kırk olması
müstehaptır. İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı Küreyb, Abdullah Bin
Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; “İbni Abbâs'ın Kudeyd'de yahut
Usfân'da bir oğlu vefat etti. Bunun üzerine İbni Abbâs radıyallahu anhuma:
“Ey Küreyb! Bak oğlumun cenazesine ne
kadar cemaat toplanmış?” dedi. Küreyb diyor ki: “Bunun üzerine ben dışarıya
çıktım. Bir de baktım ki oğlunun cenazesine bir hayli cemaat toplanmış. Bunu
kendisine haber verdim, İbni Abbâs:
“Bu toplananların kırk kişi olduğunu
tahmin eder misin?” dedi. Ben:
“Evet” dedim.
“O halde cenazeyi çıkarın. Zira ben
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim:
"Bir müslüman ölür de onun cenazesi üzerine Allah'a hiçbir şeyi şirk
koşmayan kırk adam (namaz kılmak üzere) durursa mutlaka Allah
onların onun hakkındaki şefaat dileklerini
kabul eder." Bunu Müslim
rivayet etti.
Eğer yüz
müslüman toplanırsa Allah onları ölü hakkında şefaatçi kılar. Aişe radıyallahu
anha’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
"Herhangi bir ölüye müslümanlardan sayısı yüze ulaşan bir topluluk
namaz kılacak ve hepsi de ona şefaat dileyecek olurlarsa mutlaka onun hakkında
şefaat dilekleri kabul olunur." Bunu Müslim rivayet etti.
Malik Bin
Hubeyre hadisinde olduğu gibi, üç saf tutmak müstehaptır; Malik Bin Hubeyre
dedi ki; “Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
"Bir müslüman ölür de onun üzerinde müslümanlardan üç saf namaz
kılacak olursa mutlaka vacip olur" "Bundan dolayı Malik cenaze sahiblerinin sayısını az gördüğü
takdirde onları –bu hadis sebebiyle- üç safa ayırırdı." Bunu Ebu Davud ve
Tirmizi rivayet etti.
3-
İmamın Duracağı Yer:
İmam, meyyit
erkek ise başının hizasında, kadın ise orta kısmının hizasında durur. Bunun
delili:
Ebu Galib’den
rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Enes bin Malik radıyallahu anh'ın bir
erkeğin cenaze namazını kıldırdığına şahid oldum. Baştarafında durdu. Bu cenaze
kaldırılınca bu sefer Kureyş'ten bir kadının cenazesi getirildi. Ona:
“Ey Ebu
Hamza! bu cenaze filanın kızı filan hanımın cenazesidir. Onun namazını kıldır.”
Dediler. O da namazını kıldırdı. Cenazenin orta tarafında durdu. el-Ala bin
Ziyad el-Adevi şöyle dedi:
“Ey Hamza'nın
babası! Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu şekilde senin durduğun gibi
kadının cenazesi için de durduğun yerde mi duruyordu?” Enes radıyallahu anh;
“Evet” dedi.
Bitirince de:
“İyice
belleyin” dedi." Bunu Tirmizi ve Ebu Davud rivayet etti.
İmamla
beraber bir kişiden başka kimse yoksa, diğer namazlarda sünnet olduğu gibi onun
hizasında değil, imamın arkasında durur. Bunun delili:
Abdullah Bin
Ebi Talha rivayet ettiği hadisinde şöyle demektedir: "Ebu Talha
radıyallahu anh, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i, Umeyr Bin Ebi Talha
vefat ettiğinde (cenaze namazını kılmaya) çağırdı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem yanına gitti ve evlerinde onun cenaze namazını kıldı. Rasûlullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem öne geçti, Ebu Talha radıyallahu anh onun arkasında
idi. Ümmü Süleym radıyallahu anha da Ebu Talha'nın arkasında idi.
Beraberlerinde başka kimse de yoktu." Bunu Hakim ve Beyhaki rivayet etti.
Erkek ve kadın olarak birden fazla cenaze bir
arada olursa, üzerlerine tek cenaze namazı kılınır. Erkekler -yaşları küçük
olsalar dahi- imama yakın yerleştirilir. Kadınların cenazeleri ise kıble
tarafında bırakılır. Bunun delili:
Nafi, İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan naklediyor: "İbn Ömer
radıyallahu anhuma dokuz cenaze üzerine birlikte namaz kıldırdı. Erkekleri
imama yakın, kadınları da kıble tarafına yakın yerleştirdi. Kadınları tek bir
saf yaptı. Ali radıyallahu anh'ın kızı ve Ömer bin el-Hattab radıyallahu anh'ın
hanımı olan Ümmü Külsum'un cenazesi ile Zeyd adındaki bir oğlu ile birlikte
konuldular. İmam o gün Said bin el-As idi. Cemaat arasında da İbn Abbas, Ebu
Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade radıyallahu anhum vardı. Çocuğu imama yakın
yerde koydu. Bir adam: “Ben bunu uygun görmedim. Bunun için İbn Abbas, Ebu
Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade'ye baktım ve: “Bu da ne?” diye sordum. Onlar:
“Bu sünnettir” dediler." Bunu Nesai rivayet etti.
4- Cenaze Namazının Şekli:
Birinci Mesele; Cenaze Namazı İçin Temizlik:
Cenaze namazı
için taharet (abdest) şarttır. Zira
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
“Hades
vaki olanın (abdesti bozulanın) namazı, abdest alıncaya kadar kabul edilmez.” Buyurmuştur. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Yine
buyurmuştur ki; “Namazın
anahtarı temizlik (abdest), başlangıcı tekbir ve bitişi de selamdır.” Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti.
Nitekim
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cenaze için kılınan namaza “Arkadaşınız üzerine (cenaze) namazı
kılınız” buyurarak, “salat = namaz”
ismini vermiştir. Yine; “Kim
cenaze ile beraber (cenaze) evinden çıkarsa, onun namazını da kılsın. Buyurmuştur. Bu namazda tekbir ve selam olduğundan
“Namazın anahtarı…” diye başlayan hadis delildir. Her başlangıcı
tekbir ve bitişi selam olan namazın anahtarı temizliktir.
İkinci
Mesele: Şekli Ve Bu Namazın Tekbirleri:
Cenaze namazı
ayakta kılınır. Bu namazda rükû, secdeler ve oturuş yoktur.
Cenaze üzerine dört yahut beş tekbir,
hatta altı, yedi ve dokuz tekbire kadar tekbir alır. Bütün bu
sayılar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olmuştur. Hangisini
yaparsa yeterli olur. Fakat daha uygunu çeşitlendirmektir. Tekbirleri dokuza
kadar çıkarabilir. Eğer mutlaka
bunlardan bir türüne bağlı kalmak istiyorsa o vakit dört tekbire bağlı kalır.
Çünkü bu husustaki hadisler daha fazladır.
Bunun delilleri şu şekildedir;
İbn
Hazm dedi ki; “Cenaze namazının ayakta kılınıp, bunda rüku, secdeler, oturuş ve
teşehhüd olmadığı hususunda ihtilaf yoktur.”
Tekbirlerin
deliline gelince;
Dört
tekbirin delili Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisidir; “Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem, Necaşî'nin vefatını halka, günü gününe haber verdi. Sonra
cemaati namazgâha çıkarıp saf yaptı ve dört tekbir alarak cenaze namazı kıldı.”
Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Üçüncü
Mesele; İlk Tekbirde Ellerin Kaldırılması ve Sağ Elin Sol El Üzerine Konması:
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in cenaze namazında ilk tekbirde ellerini
kaldırdığı sabit olan bir sünnettir.
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu namazın diğer tekbirlerinde ellerini
kaldırdığı sabit olmamıştır. Fakat Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma’dan
diğer tekbirlerde de ellerini kaldırdığı sabit olmuştur.
Tekbirden
sonra, müslüman sağ elini sol eli üzerine mi bağlar, yoksa salar mı? Bu kesin
bir şekilde sabit olmamıştır. Bazı ilim ehli cenaze namazında sağ elin sol el
üzerine bağlanacağını müstehap gördüler.
İlk tekbirde
elleri kaldırmanın delili; Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen hadistir;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cenaze için tekbir alır ve ilk tekbirde
ellerini kaldırırdı…” Bunu Tirmizi rivayet etti.
Tirmizi
rahimehullah “Cenaze Namazında Elleri Kaldırmak Hakkında Gelenler Babı”nda dedi
ki; “İlim ehli bu meselede ihtilaf etti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in sahabelerinden ve diğerlerinden olan ilim ehlinin çoğunluğu, kişi
cenaze namazında her tekbirde elleri kaldırır dediler. Bazı ilim ehli de sadece
ilk tekbirde kaldırılacağı görüşündedirler. Bu da es-Sevrî’nin ve Kufe’lilerin
görüşüdür.
Dördüncü
Mesele; Cenaze Namazında Kıraat:
Müslümanın
ilk tekbirden sonra Fatiha okuması sünnettir. Kıraat sessiz olur. Cenaze
namazında istiftah subhaneke ve benzeri başlangıç duaları yoktur.
Bunun delili,
Talha Bin Abdullah Bin Avf’ın şu rivayetidir; “Ben İbn Abbas radıyallahu
anhuma'nın arkasında bir cenaze namazı kıldım. Fatiha'yı okudu. Ve dedi ki;
“Bunun bir
sünnet olduğunu öğrenmeniz içindir." Bunu Buhari rivayet etti.
Nesai’nin rivayetinde
hadis şu şekilde geçer; “Ben İbn Abbas (r.a)'ın arkasında bir cenaze namazı
kıldım. Fatiha'yı ve bir sureyi okudu. Bize işittirecek kadar sesini yükseltti.
Namazını bitirince elini tuttum ve ona sordum. O dedi ki:
“Sesimi
yükseltmemin sebebi bunun bir sünnet ve bir hak olduğunu öğrenmeniz
içindir."
Beşinci
ve Altıncı Meseleler; İkinci ve Üçüncü Tekbirlerden Sonra Ne Söylenir?:
Cenaze namazında müslüman, ikinci tekbiri
aldıktan sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salat eder. Bu salavatın,
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabına (radıyallahu anhum)
öğrettiği siga üzere olması müstehaptır.
Üçüncü
tekbirden sonra ve diğer tekbirlerden sonra ölü için samimi şekilde dua edilir.
Bu duada müstehap olan, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den cenaze için
yaptığı nakledilen duaların edilmesidir.
Bunların
delili şöyledir;
Ebu Umame Bin
Sehl, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından birinden
naklediyor; "Cenaze üzerine namaz
kılmakta sünnet olan; imamın tekbir getirmesi, sonra birinci tekbirin akabinde
kendi kendisine gizlice fatiha suresini okuması, sonra Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’e salavat getirmesi, sonra (üçüncü) tekbirde cenazeye ihlas ve
samimiyetle dua etmesidir. Bunların hiçbirisinde (Kur'ân) okumaz. Sonra kendi
kendisine gizlice selam verir." Bunu eş-Şafiî el-Ümm’de rivayet etti.
Hakim’in Ebi
Umame Bin Sehl Bin Huneyf’ten rivayetinde; ona Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in ashabından biri cenaze namazını şöyle haber vermiş; “İmam tekbir
alır, sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salavat okur ve bunda
ihlaslı olur, sonra üç tekbir getirir, sonuncusundan az sonra da selam verir.
Sünnete uygun olan, arkasında bulunanların da imamlarının yaptığı gibi
yapmasıdır."
Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Cenazede Okuduğu Sabit Olan Dualar:
Avf bin Malik radıyallahu anh'den gelen
rivayette, o şöyle demektedir: "Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir
cenaze üzerine namaz kıldı. Onun okuduğu dualar arasında şu söylediklerini
belledim:
"Allah'ım! Ona mağfiret buyur, ona
merhamet eyle, ona afiyet ver, onu affet, onun konaklayacağı yeri şerefli kıl,
gireceği yeri genişlet, su, kar ve dolu ile onu yıka, onu günahlardan beyaz
elbise kirlisinden ayrıldığı gibi ayır. Ona şimdiki yurdundan daha hayırlı bir
yurt, ailesinden daha hayırlı bir aile, zevcesinden daha hayırlı bir eş ver.
Onu cennete girdir ve onu kabir azabından, -veya- cehennem ateşinin azabından
koru." Avf bin Malik radıyallahu anh
dedi ki:
"O ölmüş kişi ben olsaydım diye temenni
ettim." Bunu Müslim rivayet etti. Diğer rivayette; “…ve onu kabir fitnesinden ve kabir
azabından koru” ziyadesi
vardır.
Yedinci Mesele; Cenaze Namazında Selam:
Cenaze
namazında diğer namazlarda olduğu gibi iki selam vermek sünnettir. Sadece sağ
tarafa selam vermekle de yetinebilir, bu caizdir. Selam sessizce olmalıdır.
Bunun delilleri şu şekildedir;
Abdullah Bin
Mesud radıyallahu anh’den; “Şu üç şeyi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem
yaptığı halde insanlar terk ediyorlar; bunlardan birisi; namazdaki selam gibi
cenaze namazında da selam vermektir.” Bunu Beyhaki rivayet etti.
Ebu Hureyre
radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadis; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem cenaze üzerine dört tekbir alır ve tek selam verirdi.” Bunu Darekutni
rivayet etti.
Ebu Umame Bin Sehl Bin Huneyf
hadisinde; “Sonra sessizce kendi kendine selam verir” şeklinde geçmişti. İbnul
Carud’un ondan diğer rivayetinde ise; “Sonra kendi kendine sağ tarafına selam
verir” şeklinde geçmiştir.
17- İki Rekât
Tavaf Namazı
1- İki Rekât Tavaf Namazının Hükmü:
Her yedi
şavtta iki rekât tavaf namazı kılmak vaciptir. Bunun delili aşağıda geçtiği
gibidir;
Allah Azze ve
Celle buyuruyor ki; “Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve
güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin
(orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar,
rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.”(Bakara 125)
Bu ayetteki; “…namaz yeri edinin”
emri vacip olduğunu göstermektedir.
Eğer; “Burada musalla (namaz yeri)
edinin emri, iki rekât tavaf namazı olabileceği gibi, kıble ve dua için yer
anlamına da gelebilir” denilecek olursa, bunun cevabı şöyledir;
Buradaki emir ile kastedilenin iki
rekât tavaf namazı olduğuna dair delil, Cabir et-Tavil’in, Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in haccını anlattığı şu rivayettir; o der ki; “…Sonra İbrahim
Aleyhisselâm’ın makamına ulaşarak:
“İbrahim'in makamından namaz yeri
edinin!”(Bakara 125) ayetini okudu. Makamı, kendisiyle Beyt-i şerif arasına
aldı… kıldığı iki rek'at namazda İhlâs ile Kâfirûn surelerini okuyordu…” Bunu
Müslim rivayet etti.
2- Nerede Kılınır?:
Müslüman, Ka’be’yi tavaftan sonra makamın arkasında iki
rekât tavaf namazını kılar. Eğer buna imkân bulamazsa Harem mescidinde dilediği
yerde kılar.
Bunun delilleri şu şekildedir;
Allah Azze ve Celle; “İbrahim'in
makamından namaz yeri edinin!”(Bakara 125) buyurmuştur.
Humeyd Bin Abdurrahman Bin Avf’dan;
Abdurrahman Bin Abd el-Kârî şunu haber verdi; “O, Ömer Bin el-Hattab
radıyallahu anh ile beraber sabah namazından sonra tavaf yapmış. Ömer
radıyallahu anh tavafını bitirince bakmış, güneşin henüz doğmadığını görünce
bineğiyle Zi-Tuva’ya kadar gitmiş ve orada iki rekat namaz kılmış.” Bunu Malik
Muvatta’da rivayet etti.
3- Bu İki Rekâtta Neler Okunur?
Bu iki rekâtta İhlâs ve Kafirun
surelerinin okunması sünnettir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in
haccını tarif eden Cabir radıyallahu anh hadisinde tavaf namazı kılışı
anlatılırken; “İki rekâtta İhlâs ve Kafirun surelerini okuyordu” dediği
geçmişti. Bunu Müslim rivayet etmiştir.
18- Kuba
Mescidinde Namaz
Useyd Bin Zuheyr el-Ensarî’den;
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Kuba mescidinde namaz kılmak, umre gibidir.”
Bunu Tirmizi ve İbn Mace rivayet etti.
Sehl Bin Huneyf radıyallahu anh’den;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
“Kim çıkar da şu mescide – Kuba mescidine –
kadar gelir de, burada namaz kılarsa, ona umre yapmış gibi sevap vardır.”
Bunu Nesai ve İbn Mace rivayet etti.
Bu iki hadis Kuba mescidinde namaz
kılmanın faziletini ifade etmektedir.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kuba mescidine binekli olarak ve
yürüyerek de gelir, orada iki rekât namaz kılardı.”
Diğer rivayette; “Peygamber Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in her cumartesi oraya geldiğini gördüm.” Dedi. Buhari ve
Müslim rivayet etti.
Nafileleri
Evde Kılmak Daha Faziletlidir
Zeyd Bin Sabit radıyallahu anh’den;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan’da bir oda edindi (Zeyd
radıyallahu anh’den nakleden ravi der ki; “zannediyorum ki “hasırdan” dedi.)
Birkaç gece çıkıp orada namaz kıldı. Ashabından bazı kimseler gelerek onun namazına
uydular. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu öğrenince oturmaya
başladı. Sonra onların yanına çıkarak buyurdu ki;
“Görmüş olduğum davranışlarınızı
öğrendim. Ey insanlar! Bunu evlerinizde kılınız. Çünkü farz namaz dışında
kişinin kıldığı en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
Az da Olsa Nafile
Namaza Devam Etmek Daha Faziletlidir
Aişe radıyallahu anha dedi ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir hasırı vardı. Onu geceleyin
kendine hücre yapar da, içinde namaz kılardı. Gündüzün ise (yere) yayardı.
Derken cemaat de onun namazına uymaya başladılar. Ve bir gece toplandılar.
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
“Ey insanlar! Siz gücünüzün yeteceği
amellere bakın! Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah katında amellerin en
sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.” Buyurdu. Âl-i Muhammed, bir şey
yaptılar mı, artık ona devam ederlerdi.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.
hadis, müslümanın devam etmeye güç
yetirebileceği ibadetlere yönelmesini göstermektedir. Hadisin mefhumu, gücün
yetmediği ibadeti yüklenmekten yasaklamadır.
Seferde Nafile Namaz Kılmak
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde (yolculukta) sünneti,
sadece farzları kılması idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde,
vitir ve sabah namazının sünneti dışında, farz namazlardan önce veya sonra
sünnet namaz kıldığı rivayet edilmemiştir. Vitiri ve sabah namazının sünnetini
ise ne mukim iken, ne de seferde terk etmemiştir.
Nafile Namazı Farz İle Bitiştirmek
Ömer Bin Atâ Bin Ebil-Huvar’dan; Nâfi'
b. Cübeyr, kendisini Sâib ibni Uht-i Nemir'e göndererek Muâviye radıyallahu
anh’ın namaz hususunda onda gördüğü bir şey'i sordurmuş. Sâib şu cevabı
vermiş;
“Evet, ben onunla birlikte Maksure’de
Cuma namazını kıldım. İmam selâm verince ben olduğum yerde ayağa kalkarak namaz
kıldım. (Muâviye) içeriye girince bana;
“Bir daha böyle yapma! Cuma’yı kıldığın
vakit konuşmadıkça yahut oradan çıkmadıkça ona başka namaz ekleme. Çünkü
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize, bunu (yani )konuşmadıkça yahut
mescidden çıkmadıkça hiç bir namazın, başka namaza eklenmemesini emretti.”
Diye haber gönderdi.” Bunu Müslim rivayet etti.
bu hadis, arada konuşmadan veya bulunduğu
yerden ayrılmadan, bir namazı diğer namaza bitiştirmenin caiz olmadığını
göstermektedir.
Nafile
Namazda Cemaat
Devam edilen bir adet haline getirilmemesi ve evde kılınması şartıyla
nafile namazı cemaat ile kılmak meşrudur.
Bunun delilleri şu şekildedir;
1- Gece namazını cemaat ile kılmanın meşru oluşuna dair deliller daha önce
geçmişti.
2- Enes Bin Malik radıyallahu anh’den;
Enes'in ninesi Müleyke, kendi yaptığı bir yemeğe Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem'i davet etmiş. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de o yemekten
yemiş, sonra; “Haydi, kalkın da size namaz kıldırayım!” buyurmuş. Enes
radıyallahu anh demiş ki; “Bunun üzerine ben kalkarak çok kullanılmaktan kararmış
bir hasırımızı getirmeğe gittim ve onun üzerine biraz su serptim. Ardından
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun üzerine namaza durdu. Yetim ile ben
de arkasına saf olduk. İhtiyar kadın da arkamıza durdu. Böylece Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize iki rekât namaz kıldırdı. Sonra oradan
ayrıldı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.
İbn Hacer rahimehullah dedi ki; “Bu
hadiste bazı faideler vardır…nafile namazın evde cemaat ile kılınabilir. Bu
rivayette, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ev halkına namazın nasıl
kılınacağını öğretmiştir. Çünkü ihtiyar nine, uzak bir yerde oturduğu için
namaz ile ilgili bazı detayları bilmiyordu.”
Mahmud Bin
er-Rabî el-Ensarî’den; o, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte
Bedir savaşına katılmış bir sahabe olan Itban Bin Malik el-Ensarî radıyallahu
anh’ın şöyle dediğini işitmiş; “Ben Salim oğulları'nda kendi cemaatime namaz
kıldırırdım. Onlarla benim aramda bir dere vardı ki, yağmurlar geldiği zaman
aramıza engel oluyor ve onların mescidi tarafına geçmek bana zorluk veriyordu.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e geldim ve O'na şöyle dedim:
“Ben
gözümden hoşnut değilim. Benimle cemaatim arasında bulunan dere, yağmurlar
geldiği zaman akıyor ve benim o dereyi geçmem zor oluyor. Arzu ettim ki, Sen
gelsen de evimden bir yerde namaz kıldırsan, ben de orayı namazgâh edinsem!”
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
"Yapacağım"
buyurdu. Ertesi sabah gündüz şiddetlendikten sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi
ve Sellem ile Ebû Bekr radıyallahu anh bana geldiler. Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem içeri girmeye izin istedi. Ben de O'na izin verdim. Eve
girdiğinde oturmadan;
"Evinin
neresinde namaz kılmamı istersin?" buyurdu. Ben kendisine, içinde
namaz kılmasını istediğim yeri işaret edip gösterdim. Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem namaza durdu ve tekbir aldı. Biz de O'nun arkasında saf olduk.
İki rekât namaz kıldırdı, sonra selâm verdi. O selâm verdiği zaman biz de selâm
verip, namazdan çıktık. Ben Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için
yapılmış olan bir hazîr yemeğini yemesi için O'nu alıkoydum…” Bunu Buhari
rivayet etti.
Buhari, “Cemaat ile nafile namaz babı” diye bir başlık koymuş ve orada Enes
ile Aişe radıyallahu anhuma’nın peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den
rivayetini zikretmiş, sonra da Mahmud Bin er-Rabî hadisini isnadıyla beraber
uzunca nakletmiştir.
işaret edilen Enes radıyallahu anh
hadisi az önce naklettiğim ve içinde; “Ben ve yetim arkasında safa durduk…”
şeklinde geçen rivayettir.
Aişe radıyallahu anha hadisi ise, daha önce geçmiş bulunan, Rasulullah
Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mescidde gece namazı kılması ile ilgili
rivayettir.
İbn Teymiye rahimehullah dedi ki; “Eğer devam edilmezse bazen nafileleri
cemaat ile kılmak için toplanmak müstehaptır. Bunda, yalnız kıldığı zaman güzel
kılamamak veya yalnız kıldığında hevesi olmaması gibi maslahatlar varsa, yine
devam etmemek şartıyla, cemaat ile kılmak daha faziletli olur. Başka bir sebep
yoksa, bunun evde olması da daha faziletlidir.”
Kıraati Uzun Olan Namaz Daha
Faziletlidir
Cabir radıyallahu anh’den;
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Namazın en faziletlisi
kunût'u uzun olandır.” Bunu Müslim rivayet etti.
bu hadis, namazda Kuran okumak için
kıyamı (ayakta duruşu) uzatmanın faziletini göstermektedir. Bu fazilet nafile
ve farz namazları da kapsar.
Nafile Namazlarla İlgili Bidatler
Bir amelin Allah Azze ve Celle katında kabul görmesi için iki şart vardır;
Birincisi; Allah rızası için halis olması
İkincisi de; Doğru olmasıdır. Doğru olması ise sünnete
uygun olup muhalif olmamasına bağlıdır.
Muhakkik âlimler katında üzerinde karara varılmış bir
hususlardan birisidir ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kavliyle
meşru olduğunu bize belirtmediği ve kendisinin bizzat fiiliyle Allah’a yakınlık
sağlamadığı her ibadet, O’nun sünnetine aykırıdır. Zira sünnet iki kısımdır;
Sünnet-i Fiiliye ve Sünnet-i Terkiye. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in
terk ederek yapmadığı bu ibadetler, terk edilmesi sünnet olan şeylerdir.
Görmez misin ki, bayram namazı ve cenazede ezan, Allah
Azze ve Celle’yi zikir ve O’na tazim olmakla birlikte, bu namazlarda ezan
okuyarak Allah’a yakınlaşmaya çalışmak caiz değildir. İşte bunun gibiler,
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in terk edilmesini sünnet kıldığıdır.
Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in
sahabeleri bunu iyi kavradıkları için yerinde zikredileceği üzere, bidatlerden
şiddetle sakındırmışlardır. Hatta Huzeyfe Bin el-Yeman radıyallahu anh der ki;
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinin yapmadığı hiçbir ibadet
yapılamaz”
İbn Mesud radıyallahu anh der ki; “Tabi olun, bidat
çıkarmayın! Bu size yeter. Size ilk durum(a uymak) gerekir.”
Allah’ın, ibadetinde kendisinin rızası için ihlâslı
olmayı ve peygamberinin sünnetine tabi olarak, bidat karıştırmamayı nasip
ettiği kimseye mübarek olsun!
Eğer böyleyse, Allah Azze ve Celle’nin taatini kabul
edişi ve cennetine girdirmesi ile sevinsin! Allah bizleri, sözü dinleyip en
güzeline tabi olanlardan eylesin.
Bil ki, işaret edilen bidatlerin
sebepleri şunlardır;
Birincisi; delil getirilmesi ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e
nispet edilmesi caiz olmayan zayıf hadisler. Bize göre, bunun gibi hadislerle
amel etmek caiz değildir.
İkincisi; Bazı fakihlerin fark edemeden üzerine hüküm bina ettiği uydurma
ve aslı (isnadı) olmayan hadisler. İşte bu, bidatlerin ve sonradan
çıkarılanların can evinden vuranıdır!
Üçüncüsü; Bazı fakihlerden özellikle sonrakilerinden sudur eden, dayanağı
ve şer’î bir delili olmayan ictihat ve ihtihsanlar. Bunlar delile dayanmak bir
tarafa, bazı işlerin kabul edilmesine yol açmış, sonra da birer sünnet gibi
tabi olunur hale gelmişlerdir!
Dininde basiret sahibi olana, bu bidatlere uyulamayacağı hususu gizli
kalmaz. Çünkü ancak Allah şeriat koyar. İstihsan yapan, eğer Müçtehit ise (yani
bir delile dayanarak hüküm çıkarırsa), Allah’ın onu muaheze etmemesi için,
istihsan ettiği o ameli kendisinin işlemesi caizdir.
Dördüncüsü; Şer’î bir delili olmayan ve aklın da uygun bulmadığı,
gelenekler ve hurafeler. Her ne kadar bunu cahiller yapmış olsa da, bu yol
edinilmektedir. Bunlar, ilim ehlinden olduğunu iddia edip, âlimlerin suretinde
görünen birinin kendilerini desteklediğini görünce ellerinden kaçırmazlar.
Bilinmelidir ki, bu bidatlerin tehlikesi tek değil, aksine dereceleri
vardır. Bidatlerden bazısı az sonra göreceğin gibi şirk ve açık küfür olup,
bazısı bundan daha aşağıdır. Lakin bidat oluşu ortaya çıktıktan sonra, kişinin
dinde işlediği en küçük bir bidatin, haram olduğunun bilinmesi gerekir. Bidat,
bazılarının zannettiği gibi sadece mekruh rütbesinde olan bir şey değildir.
Öyle olsaydı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Her bidat sapıklıktır,
her sapıklık (sahibi) da cehennemdedir.” Buyurur muydu?
Bu meseleyi İmam Şatıbî rahimehullah, “el-İtisam” adlı önemli kitabında en
güzel şekilde tahkik etmiştir.
Bu yüzden, bidatin tehlikesi gerçekten büyüktür. İnsanların çoğu bu
tehlikeden gafil kalmaya devam etmektedirler. Bunu sadece ilim ehlinden
bazıları bilmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisi
şerifi, bidatin tehlikesine delil olarak sana yeter; “Şüphesiz Allah,
bidatini terk edinceye kadar her bidat sahibini tevbeden alıkoyar.” Bunu
Taberani ile el-Ehadisul Muhtara” adlı eserinde Ziyaul Makdisi ve başkaları
sahih senedle rivayet etmişlerdir. Münziri “Hasen” demiştir.
Bu cümlelere, önceki Müslümanların âlimlerinden, İmam Ahmed Bin Hanbel
rahimehullah’ın ashabından, hicri 329 yılında vefat eden büyük imam, Şeyh Hasen
Bin Ali el-Berbeharî’nin, okuyuculara nasihat olması için takdim edeceğim şu
sözleriyle bitiriyorum;
El-Berbeharî rahimehullah der ki; “(Dinde) sonradan çıkarılanların
küçüklerinden bile sakın! Zira küçük bidatler, büyük bidatlere dönüşür. Aynı
şekilde, bu ümmette çıkarılan her bidatin başlangıcı, hakka benzeyen küçük
şeyler şeklinde olmuştur. Bu kapıdan girenler aldanmışlar, sonra içinden
çıkamamışlardır. Sonra bu iş büyüyerek din edinilir hale gelmiştir.
Allah sana rahmet etsin, özellikle zamanında sözlerini işittiğin kimselere
bak! Acele etme! Hemen onların arasına girme! Orada Rasulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinden veya âlimlerden birinin konuşulup
konuşulmadığını sor. Eğer onlardan bir eseri orada bulursan ona sarıl, onu aşma
ve ondan ayrılma! Aksi halde cehenneme düşersin!
Allah sana rahmet etsin, bil ki, kulun Müslümanlığı, tabi olucu, tasdik
edici bir müslüman olmadıkça tamam olmaz. Kim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem’in ashabının İslam dininden bize yetmeyen bir şey bıraktığını iddia
ederse onları yalanlamış olur. İşte bu, onların yolundan ayrılış ve onlara
hakaret olarak yeter! İşte o kimse İslam’da olmayanı ona sokan, sapık ve
saptırıcı bir bidatçidir!”
Allah, “Bu ümmetin öncekileri neyle
ıslah olduysa, sonrakilerini de ıslah edecek olan ancak odur. O gün (sahabeler
zamanında) dinden olmayan, bugün din olamaz!” diyen İmam Malik’e rahmet
eylesin.
Bidat Olan Nafile Namazlar:
1- Ramazan’ın sonlarında, geçmiş yıllarda kaçırılmış namazlara kefaret
olması için kılınan namaz. (es-Sünen vel-Mubtediat s.17)
2- Kur’anı ezberlemek için dua namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.124)
3- Hacet namazı; “Kimin Allah’tan
bir haceti olursa….” (es-Sünen vel-Mübtediat s. 124)
4- En’am suresini okuyarak bir rekât namaz kılmak. Ramazanda veya başka
zaman, bunun için bir gece tayin edilsin veya edilmesin bidattir. Bazı insanlar
bunu vitir namazının son rekâtı olarak kılıp bu sureyi okurlar, insanlara bunu
uzatır da uzatırlar, çirkin bir şekilde sayıklamaya başlarlar. (Muhtasaru
Fetaval Mısriye(s.81)
5- Mescitte toplanıp yüz rekâtlık namaz kılarak 1000 ihlas okumak bidattir.
Bunu müstehap gören olmamıştır. (Muhtasaru Fetaval Mısriye(s.81)
6- Kaçak ve kayıp namazı (es-Sunen vel-Mubtediat s.127)
7- Yolculuğa azmedenin namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.129)
8- Akşam ile yatsı arasında “evvabin namazı” kılmak (es-Sünen vel-Mübtediat
s.130)
9- Akşam ile yatsı arasında “gaflet namazı” kılmak; (es-Sünen vel-Mübtediat
s.130)
10- Kifayet namazı kılmak (es-Sünen vel-Mübtediat s.132)
11- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i görme namazı (es-Sünen
vel-Mübtediat s.132)
12- Aşure namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.134, 180)
13- Mirac gecesi namazı
14- Receb ayının her gecesinde namaz(es-Sünen
vel-Mübtediat s.140-143)
15- Receb ayında Regaib gecesi namazı (es-Sünen
vel-Mübtediat s.156, İlmu Usulil Bid’a s.149, 150, 151)
16- Şaban’ın ortasında Berat gecesi namazı (es-Sünen
vel-Mübtediat s.144, İlmu Usulil Bid’a s.115, 149, 150)
17- Belaların def edilmesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat
s.145)
18- Şa’ban ayının her gecesinde namaz (es-Sünen
vel-Mübtediat s.140, 143, 156)
19- Kadir Gecesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.156)
20- Ramazan ve kurban bayramlarının gündüz ve gecesinde
kılınan namaz (Muhtasaru Fetaval Mısriye s.78, es-Sünen vel-Mübtediat s.161,
172, 180)
21- Arefe günü namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.172)
22-
Haftanın günlerinde kılınan namazlar (Muhtasaru Fetaval Mısriye s.78, es-Sünen
vel-Mübtediat s.179)
23-
Yıllık namazlar (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78)
24-
Recebin başında ve Şaban’ın ortasında kılınan Elfiye namazı (Muhtasaru Fetaval
Mısrıye s.78)
25-
Recebin ilk (perşembeyi) Cuma(ya bağlayan) gecesinde on iki rekât namaz kılmak
26-
Recebin 27. gecesinde namaz (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78, es-Sünen
vel-Mübtediat s.180)
27- Üç
aylar namazı (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78-79)
28-
(Hacda Merve ileSafa arasında) Sa’yden sonra iki rekât namaz kılmak (Mulhaku
Bidaul Hac vel- Umre vez-Ziyare- Haccetun Nebi Kitabının sonunda(s.121)
29-
Bütün geceyi ihya etmek (İlmu Usulil Bid’a(s.86, 108)
30-
Nafile bir namazı cemaat ile kılmaya devam etmek (Muhtasaru Fetaval Mısrıye
s.81)
31-
Düzenli olarak mescidde toplanarak belirlenmiş bir namaz kılmak (Muhtasaru
Fetaval Mısrıye s.81)
NİÇİN
NAMAZ KILIYORUZ
Namaz, Şehadet Kelimelerinden Sonra İslam'ın En Büyük
Rüknüdür
Allah Teala müşrikler hakkında buyuruyor ki; "Eğer tevbe eder,
namazı kılar ve zekatı verirlerse, onlar sizin din kardeşlerinizdir."(Tevbe
11)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de buyuruyor ki; "İslam, şu beş
şey üzerine kurulmuştur; Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah
rasulü olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, beyti (Kabeyi)
haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak."
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz radıyallahu anh'ı Yemen'e
gönderirken buyurdu ki; "Şüphesiz sen ehli kitap bir kavme gidiyorsun.
Onları davet edeceğin ilk şey, Allah Azze ve Celle'ye kulluk olsun. Bunu
öğrendiklerinde onlara Allah'ın kendilerine bir gün ve gecede beş vakit namazı
farz kıldığını bildir."
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;
"İnsanlarla Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah rasulü
olduğuna şahitlik edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar
savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman İslam hakkı olarak canlarını ve
mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir."
Ebu Said radıyallahu anh'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ganimetleri
paylaştırırken birisi; "Ey Allah'ın Rasulü! Allah'tan kork!" dedi.
Bunun üzerine buyurdu ki; "Sana yazıklar olsun! Allah'tan korkmak için
yeryüzü üzerinde benden daha layığı var mı?!" Halid Bin Velid radıyallahu
anh; "Şunun boynunu vurayım mı ey Allah'ın Rasulü?" dedi. Buyurdu ki;
"Hayır, belki de o namaz kılıyor."
Namaz Dinin En Önemli Emridir
Muhakkak ki namaz, tevhidden sonra dinin üzerine bina edildiği şeylerin en
önemlisidir. Onun dindeki yeri, bedendeki başın misali gibidir. Başsız bir
vücutta hayat olamayacağı gibi, namazı olmayanın da dini olmaz. Müminlerin
emiri Ömer Bin el-Hattab radıyallahu anh her tarafa şöyle yazıp göndermişti;
"Bana göre işlerinizin en önemlisi namazdır. Kim onu korursa dinini
korumuş olur. Kim onu kaybederse, her şeyini kaybetmiştir. Namazı terk edenin
İslam'dan nasibi yoktur."
Namaz, dinin diğer rükünlerine yardımcıdır. Zira kula rabbin yüceliğini,
kulluğun zilletini, sevap ve cezaya eriştiren işleri hatırlatarak, itaat için
boyun eğmesini kolaylaştırır. Bunun için Allah Teala buyurur ki; "Sabır
ve namazla yardım isteyiniz"
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "İşin başı
İslam'dır. Onun direkleri namaz, zirvesi Allah yolunda
cihaddır."(sahihtir.)
Namaz, çadırı ayakta tutan direk gibi, dini ayakta tutan direğidir. Bin
tane kazığı çakılmış bir çadır, ortasında direk olmadan ayakta durur mu hiç?
Misver Bin Mahrame r.a. diyor ki; "Ömer Bin el-Hattab r.a.'ın yanına
girdiğimde örtünmüş halde yatıyordu. "Onun halini nasıl
buluyorsunuz?" dedim. "Gördüğün gibi" dediler. "O'nu namaz
için uyandırın. Zira sizler ona namazdan daha korkunç gelen bir şeyle
uyandıramazsınız" dedim. "Namaz! Ey müminlerin emiri" dediler.
Bunun üzerine; "Tamam o zaman! Namazı terk edenin İslam'dan nasibi yoktur."
Dedi ve yarasından kan damladığı halde namazı kıldı." (sahihtir.)
Namaz, Farzların ve Rükünlerin Bağıdır
Şüphesiz namaz, Kur'an-ı Kerim'de en çok zikredilen ibadettir; bazen şu
ayette olduğu gibi zikir ile beraber teşvik edilir; "Gündüzün iki
ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl."(Hud 114) Şu ayette
olduğu gibi bazen de sabırla birlikte anılır; "Ey iman edenler! Sabır
ve namaz ile yardım isteyin."(Bakara 153)
Şu ayetteki gibi bazen zekât ile birlikte anılır; "Namazı kılınız,
zekâtı veriniz."(Bakara 43, 110, Nisa 77)
Şu ayette olduğu gibi bazen de cihad ile birlikte anılır; "Ey iman
edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki
kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin."(Hac
77-78)
Aişe radıyallahu anha'dan; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki; "Şu üç şeye yemin ederim; İslam'da payı olanı Allah Teala,
hiçbir payı olmayan gibi tutmaz. İslam'ın payları ise şu üçüdür; namaz, oruç ve
zekat." (Sahihtir.)
Noksanlardan münezzeh olan Allah, namazı diğer farzlarla birlikte
andığında, namazı hep öne geçirmiştir. Nitekim namaz, el-Mü'minun ve el-Mearic
surelerinde görüldüğü gibi, iyi amellerin başlangıcında ve hatimesinde
zikredilmiştir.
Namaz
İbadetlerin Anasıdır.
Nitekim kul, gizli ve açık bütün hallerinde, kalbi, dili ve organları ile
kendini vererek namazı eda etmekle mükellef kılınmıştır. Allah Teala buyuruyor
ki; "Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın."(Bakara
238) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de; "Şüphesiz namazda
meşguliyet vardır." Buyurmuştur.
Namaz esnasında yemek, içmek, başka tarafa yönelmek ve (namaz fiili
olmayan) hareket yasaktır. Namaz dışındaki ibadetler ise böyle olmayıp, sadece
bazı organlara farz kılınmıştır. Oruç tutan kişi, konuşabilir ve hareket
edebilir. Cihad eden, başka tarafa yönelebilir ve konuşabilir. Hac yapan yiyip
içebilir. Fakat namaz, kalp, akıl, beden ve dile yönelik ibadet türlerini
kapsayan bir ibadettir.
Dile yönelik olanlar; iki şehadet, tekbir, sığınma, besmele, Kuran okuma,
tesbih, tahmid, istiğfar ve dualardır. Organların ki; ayakta durmak, rükuya
eğilmek, secdeleri yapmak, itidal, iniş, kalkış ve oturuştur. Akla yönelik
olanlar; tefekkür, düşünme, kavrama ve anlamadır. Kalbe yönelik olanlar; huşu,
incelik, korku, ümit, manevi tat almak, boyun eğmek ve ağlamaktır.
İbnul Kayyım rahimehullah diyor ki; "Namaz, kıraat, zikir ve dua gibi
bütün yönlerden kulluk cüzlerini kapsadığı için, tek olarak kıraat, zikir ve
duadan daha faziletlidir. Çünkü diğer bütün uzuvların kulluğunu bir arada
toplamaktadır."
Namaz Allah Teala'nın Emridir.
Onu Allah Azze ve Celle emretmiştir, O’nun emrine itaat edilmesi gerekir.
Allah Teala buyuruyor ki; “Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has
kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât
vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”(Beyyine 5)
“İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar”(İbrahim 31)
“Namazı kılınız”(Nur 56)
“Namazlara ve orta namaza devam edin.”(Bakara 238)
El-Haris el-Eşarî r.a., Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyor;
“Yahya a.s. toplanmış olan İsrail oğullarına dedi ki; “Şüphesiz Allah Tebarek
ve Teala amel etmem için beş kelime emretti ve sizlerin de onlarla amel
etmenizi emretmemi söyledi.” Bu şekilde başlayan hadiste şu da geçmektedir;
“Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira
Allah yüzünü, namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı
müddetçe.”(Sahihtir.)
Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği
zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.”(Ahzab 36)
Namaz Allah’ın ve rasulünün emridir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur; “Benim emrime muhalefet edenlere zillet ve küçülme
yazılmıştır.”(Sahih)
Namaz, Rasulullah (S.A.V.)’in Son Vasiyetidir
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, dünyaya veda etmeden önceki son
anlarında, ölüm sıkıntıları şiddetlendiğinde dahi namazı vasiyet etmiştir. Ali
r.a. diyor ki; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in son sözleri şunlar
oldu; “Namaz, namaz! Elleriniz altındakiler hakkında Allah’tan korkun.”(Sahih)
Enes Bin Malik r.a.’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
dilinden çıkan son vasiyeti şuydu; “Namaz! Namaz! Elleriniz altında bulunanlar
(kadın ve köleler) hakkında Allah’tan korkun!”(sahih)
Namaz, Müslüman'ın Amel Aynası ve Müminin Kalbinde Din’e Saygısının Bir
Ölçüsüdür
Namaz, tıpkı doktorun hastasının ateşini ölçtüğü termometre gibi insanın
imanını artırmak veya eksiltmek için uyacağı amellerin ölçüsüdür.
Enes r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kulun
kıyamet gününde hesaba çekileceği şeylerin ilki namazdır. Eğer namazı düzgün
çıkarsa diğer amelleri de düzgün sayılır, namazı bozuk çıkarsa onun diğer
amelleri bozuk sayılır.”(Sahih)
“Doğru ölçü, insanların, ilim ve zekâ gibi diğer üstünlüklerden önce
namazdaki üstünlüklerine göre değerlendirilmeleridir. Onunla kişinin dinine ve
İslam’daki yerine hükmedilir. Tarihte kalıcı hatıraları olanların kendi
çağlarındaki akranlarına olan fazileti, ancak bu namazdaki seçkinlikleri ve
ihsan derecesine ulaşmış olmaları sebebiyledir.”[1]
Diğer taraftan, namazı hafife alan ve bu konuda gevşeklik gösterenler,
İslam’ı hafife almış ve onda gevşeklik göstermiş olurlar. Zira kişinin
İslam’dan nasibi, namazdan nasibi kadardır.
İslam’daki rağbetinin miktarını öğrenmek istersen, namaza olan rağbetine
bak. Kalbinde İslam’ın kıymeti, kalbinde namazın kıymeti gibi olduğuna göre,
bir kulun imanını ölçmek istersen, namaza olan tazimine bak.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Kim Allah
katındaki durumunu bilmek isterse, Allah’ın kendi katında durumu nedir ona
baksın.”(hadis hasendir)
El-Hasen (el-Basrî) dedi ki; “Ey Âdemoğlu! Namazını önemsemiyorsan,
dininden hangi şey sana aziz olabilir?!”
Namaz, Bütün Semavi Dinlerin Direğidir
Namaz en eski ibadettir. Zira o, imanın gereklerinden olup, hiçbir din
onsuz olmamış, dinden neshedilenler içinde hiç nesh edilmemiştir. O halde namaz
olmayan bir dinde hayır yoktur. Bu yüzden Allah’ın bütün rasulleri ve
peygamberleri –Allah’ın salat ve selamı onların ve peygamberimizin üzerine
olsun- hep namaza teşvik etmişlerdir.
Allah Azze ve Celle İbrahim a.s.’ın şöyle dua ettiğini bildiriyor; “Ey
Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle”(İbrahim
40)
İsmail a.s. hakkında da şöyle
buyuruyor; “Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk
kazanmış bir kimse idi.”(Meryem 55)
Allah Subhanehu, Musa a.s.’a hitaben şöyle buyuruyor; “Muhakkak ki ben,
yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak
için namaz kıl.”(Taha 14)
Melekler İsa a.s.’ın annesi Meryem a.s.’a şöyle nida etmişlerdir; “Ey
Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber
sen de eğil.”(Al-i İmran 43)
İsa a.s. noksanlardan münezzeh olan Rabbinin nimetlerini dile getirerek
şöyle diyor; “Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece
bana namazı ve zekâtı emretti.”(Meryem 31)
Allah Azze ve Celle, İsrail oğullarından misak aldığında namaz kılmayı en
önemli şart kılmıştır; “Vaktiyle biz, İsrail oğullarından: Yalnızca Allah'a
kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik
edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın,
zekâtı verin" diye de emretmiştik.”(Bakara 83)
Allah Azze ve Celle, peygamberlerin sonuncusu sallallahu aleyhi ve sellem’e
hitaben şöyle buyurmuştur; “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam
et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç,
takvâ iledir.”(Taha 132)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur; “Biz
peygamberler topluluğu… ve namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzerine
bağlamakla emrolunduk.”(Sahih)
Namaz, İslam Diyarının Şiarıdır.
Nasıl bir kimsenin küfür hükmü namaz ile kalkıyorsa, şu hadiste olduğu
gibi; “Kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimizi yerse, işte
o müslümandır, Allah’ın ve Rasulünün zimmetindedir. Allah’a zimmeti hakkında
bekçilik yapmayın”(Buhari rivayet etmiştir)
Aynı şekilde bir devletin de küfür hükmü, başta namaz olmak üzere İslam’ın
şiarlarını ve hükümlerini izhar etmeleriyle kalkar. Böylece onun için İslam
kimliği sabit olur. Bir beldede ezan sesi işitilmezse, mescidler bulunmazsa bu
o ülkenin küfür ülkesi olduğunu gösterir. Ezan sesi işitilir, mescidleri
bulunursa işte onun İslam ülkesi olduğuna karar verilir.[2]
Enes Bin Malik r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir kavme
savaşa çıkacağı zaman sabaha kadar bekler, ezan sesi işitirse onları bırakırdı.
Eğer ezan sesi işitmezse onlarla savaşırdı.” (Buhari rivayet etmiştir.)
İsam el-Muzenî r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir seriye
gönderirken; “Mescid görürseniz veya ezan sesi işitirseniz sakın kimseyi
öldürmeyin!” buyururdu.”
Namaz İmandır
Allah Azze ve Celle şu ayette namazı iman olarak isimlendirmiştir; “Allah
imanlarınızı (yani beyt yanındaki namazlarınızı) zayi edecek değildir.”(Bakara
143) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de aynı şeyi şu hadisinde ifade
etmiştir;
“Sizlere dört şeyi emrediyor ve dört şeyden yasaklıyorum; sizlere bir olan
Allah’a iman etmeyi emrediyorum. Bilir misiniz bir olan Allah’a iman nedir?
Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah rasulü olduğuna şahitlik etmek,
namazı kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetlerden beşte bir
vermektir.”(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Bu hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı, bir olan Allah’a
iman olarak saymıştır. Beyhaki rahimehullah diyor ki; “İbadetler içerisinde
imandan sonra küfrü kaldırıcı, Allah Azze ve Celle’nin iman diye isimlendirdiği
başka bir ibadet yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de terki küfür
olan şeyin ancak namaz olduğunu belirtmiştir.”
Yine diyor ki; “Allah Azze ve Celle iman ve namazı zikrederek, yanında
başka bir şey zikretmemiştir. Bu da namazın imana has kılındığını
göstermektedir. Buyurmuştur ki; “İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru
kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı.”(Kıyamet 31)
“Onlar, kendilerine: "Allah'ın huzurunda eğilin!" denildiği
vakit eğilmezler: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline! Onlar artık
bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?”(Murselat 48-50)
Onlar, namazı terk etmekten dolayı imanı terk etmiş gibi kınanmaktadırlar.
Nitekim Allah Azze ve Celle burada sadece namazı zikrederek dindeki amellerin
direğinin namaz olduğuna işaret etmektedir.“ Bunun diğer bir benzeri de şu
ayettedir;
“Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya
devam ederler.”(En’am 92)
Namaz, Nifaktan Uzaklaşmaktır
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Kim Allah için
kırk gün ilk tekbire yetişerek cemaatle namaz kılarsa, ona iki güvence yazılır;
cehennemden güvence ve nifaktan güvence”(Hadis hasendir.)
Ebu Said r.a. dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle
söylerken işittim; “Rabbimiz baldırını açar, her mümin ve mümine ona secde
eder. Ancak dünyada gösteriş ve duyurmak için secde edenler geride kalır. Secde
etmeye çalışır fakat sırt üstü kapaklanır.” (Buhari rivayet etmiştir)
Allah Azze ve Celle, secdeleri, müminleri münafıklardan ayırıcı vasıf
kılmıştır. Bundan dolayı şöyle buyurmaktadır; “O gün baldırdan açılır ve
secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş
bir halde kendilerini zillet bürür.”(Kalem 42-43) Müminler Rablerine baktıkları
zaman derhal secdeye kapanırlar. Münafıklar secdeye çağırılır, secde etmeye güç
yetiremezler. Dünyada iken Allah için secdeyi terk etmelerinin cezası olarak
onların önüne engel konulur. Hâlbuki dünyada iken; “onlar, secdeye davet
ediliyorlardı, sapasağlam oldukları halde (secde etmiyorlardı)”(Kalem 43)
Namaz, Müminlerin Yolu, Kurtulmuş Olan Allah Taraftarlarının ve Merhamet
Olunmuş Dostlarının Şiarıdır
Kim namaz kılmıyorsa o, hüsrana uğrayanlardan, Allah’ın, Rasulünün ve
müminlerin düşmanı olan şeytan taraftarlarındandır. Çünkü Allah’ın dostları
ancak namaz kılanlardır. Allah Teala buyuruyor ki; “Mümin erkeklerle mümin
kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten
alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat
ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet
sahibidir."(Tevbe 71)
İbrahim ve Mücahid (r.a.)'den nakledildiğine göre onlar, Allah Teala'nın;
"Sabah akşam Rablerine dua edenlerle birlikte sebat et."(Kehf 28)
ayetinin tefsiri hakkında; "Kastedilen beş vakit namazdır."
Demişlerdir.
Amr Bin Murre el-Cuhenî r.a.'den; "Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem'e gelip dedi ki; "Ey Allah'ın rasulü! Allah'tan başka ilah
olmadığına, senin Allah rasulü olduğuna şehadet eder, beş vakit namazı kılar,
zekâtı öder ve ramazan orucunu tutarsam ben kimlerden sayılırım?" buyurdu
ki; "Sıddîklardan ve şehitlerden sayılırsın." (sahihtir.)
İşte bu namaz kılanlar, kendilerine korku olmayan ve mahzun da olmayacak
olan Allah dostlarıdır! Onlar, Rablerine kavuştuklarında, ayrılıklarına göğün
ve yerin ağladığı kimselerdir. Onlar; "Allah'ın kendilerine lütuflarda
bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir."(Nisa
69) Onlar, bir günde on yedi defa yollarına iletilmeyi istemeyi Allah'ın bize
farz kıldığı kimselerdir; "Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve
ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu
değil!"(Fatiha 6-7)
Namaz, Yaratılmışların Kulluğu Arasında Ortak Paydır
Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır; "Göklerde ve yerde
bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her
biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta
olduklarını hakkıyla bilir."(Nur 41) yani; bütün namaz kılan ve tesbih
edenler mükellef oldukları kendi dua ve tesbihlerini öğrenmişlerdir. Zemahşerî
diyor ki; "Akıl sahiplerinin kavrayamadığı diğer incelikli ilimlerin ilham
edildiği gibi, Allah'ın kuşlara dua ve tesbihlerini de ilham etmiş olması uzak
ihtimal değildir."
Ayetin zahiri, kuşlar tesbih ettiklerini ve bizim bilmediğimiz fakat
Allah'ın onlara öğrettiği tesbihlerle namaz kıldıklarını ifade ediyor. Tıpkı
Allah Teala'nın şu kavlindeki gibi; "O'nu övgü ile tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız."(İsra
44)
Cinler de aynı şekilde insanlar gibi namaz kılmakla mükelleftirler. Allah
Teala buyuruyor ki; "Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler
diye yarattım."(Zariyat 56) Şeyhulislam İbn Teymiye (rahimehullah)
diyor ki; "Cinler, usul ve füru'dan kendi haseplerince sorumludurlar. Zira
onlar had ve hakikat bakımından insanlarla aynı değillerdir. Had bakımından onlar
emrolundukları ve yasaklandıkları şeyler hususunda insanlarla eşit olamazlar.
Lakin emre, yasağa, helale ve harama mükellef olma bakımından insanlarla
ortaktırlar."
Melekler de namaz kılmaktadırlar. Nitekim Allah Teala onlar hakkında şöyle
buyuruyor; "Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin
yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O'nu tesbih ederler."(Fussilet
38) Yine onların şöyle dediklerini bildiriyor; "Şüphesiz biz, orada
sıra sıra dururuz."(Saffat 165)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle buyurmuştur;
"Siz meleklerin Rableri huzurunda saf bağladığı gibi saf teşkil etmez misiniz?"
Sonra onların nasıl saf tuttuklarını anlatarak; "Öndeki safları
tamamlarlar ve safta sıkışık dururlar" buyurdu."(Buhari rivayet
etmiştir)
Sahih-i Müslim'de geçtiği gibi Allah, bizleri diğer ümmetlere melekler gibi
saf tutmamızla üstün kılmıştır.
Hakiym Bin Hizam radıyallahu anh dedi ki; "Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem sahabeleri arasında iken onlara; "İşittiğimi sizler de
işitiyor musunuz?" deyince, "Biz bir şey duymuyoruz" dediler.
Buyurdu ki; "Şüphesiz ben semanın çatırdamasını işitmekteyim.
Çatırdamasında da haklıdır. Zira onda bir karışlık bir yer bile yoktur ki,
üzerinde secde eden veya kıyam halinde olan bir melek
bulunmasın."(sahihtir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "Şüphesiz ben
sizlerin görmediğini görüyor ve işitmediğinizi işitiyorum. Sema çatırdamaktadır
ve bu onun hakkıdır da. Onun üzerinde bir parmaklık bir yer bile yoktur ki, bir
melek alnını Allah için secdeye koymuş olmasın."(Sahih)
Miraç hadisinde de şöyle buyurmuştur; "…Benim için Beytul Mamur
kaldırıldı, Cebrail'e onu sordum. Dedi ki; "Bu Beytul Mamur'dur. Onda her
gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktıkları zaman bir daha
dönemezler."(Buhari rivayet etmiştir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Cibril bana
geldi imam oldu ve ben de onunla namaz kıldım. Sonra tekrar onunla namaz
kıldım, sonra tekrar kıldım, sonra tekrar kıldım ve sonra tekrar onunla namaz
kıldım." böyle derken parmaklarıyla beş vakit namazı hesapladı.(Buhari
rivayet etmiştir.)
Melekler müminlerle beraber namaz kılmışlardır; Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "Cuma günü geldiği zaman, mescidlerin
kapılarının hepsi üzerinde melekler bulunur ve ilk gelenleri sırayla yazarlar.
İmam (hutbede) oturduğu zaman sayfalarını dürerler ve zikri dinlemeye
gelirler."(Buhari rivayet etmiştir)
Namaz Konulmuş Şeylerin En Hayırlısıdır
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Namaz, konulmuş
şeylerin en hayırlısıdır. Kim onu çoğaltabilirse çoğaltsın."(hadis
hasendir.)
Yani; namaz, Allah'ın meşru kıldığı ibadetlerin en üstünüdür. Ondan farz
kıldığını farzların en üstünü ve nafilelerini de nafileler arasında en faziletlisi
kılmıştır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;
"Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namazdır."(Müslim
rivayet etmiştir.)
Yine buyurmuştur ki; "Dosdoğru olunuz! (bunun sevabını)
sayamazsınız/hakkından gelemezsiniz. Bilin ki amellerinizin en hayırlısı
namazdır. Sürekli abdestli olma halini sadece mü'min korur."(Sahihtir)
Ma'dan Bin Talha el-Ya'merî dedi ki; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in azatlısı Sevban ile karşılaşmıştım. Ona dedim ki; "Bana,
yaptığım takdirde Allah'ın beni cennete koyacağı bir amel bildir" veya
"Allah'ın en sevdiği ameli söyle" dedim. Sustu. Tekrar sordum. Yine
sustu. Üçüncü defa sorduğumda dedi ki; "Ben de bunu Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e sormuştum. Buyurdu ki; "Sana secdeleri artırmanı
tavsiye ederim. Zira Allah için yaptığın her secdeden dolayı Allah bir dereceni
yükseltir, bir de hatanı siler"(Müslim rivayet etmiştir.)
Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kabre
uğradı ve; "Bu kabir kime ait?" diye sordu. "Falanındır"
dediler. Bunun üzerine buyurdu ki; "İki rekat namaz bunun için dünyanızın
kalan kısmından daha sevimlidir." Diğer rivayette; "Sizin
küçümsediğiniz ve nafile olarak kıldığınız İki hafif rekatlık bir namazın bu
kişinin ameline eklenmesi, onun için kalan dünyanızdan daha sevimli
olurdu."(Sahihtir)
Sabit Bin Elsem r.a. şöyle derdi; "Namaz yeryüzünde Allah'ın
hizmetçisidir. Şayet ondan faziletli bir şey olsaydı, Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmazdı; "Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle
nida ettiler"(Ali İmran 39)
Namaz, Allah Azze ve Celle'ye Yakınlaşma Vesilesidir
Namaz, müminlerin miracı, âlemlerin Rabbine münacat mahalli ve namaz kılan
ile Rabbi arasındaki vasıtadır. Ondan muhabbet tesiri ortaya çıkar. Zira
sevenin katında, isteğine kavuşmak için sevgili ile yalnız kalmaktan daha güzel
bir şey yoktur.
Kudsi hadiste Allah Teala şöyle buyuruyor; "Kulum Bana kendisine farz
kıldığım amellerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Kulum nafile amellerle
de yaklaşmaya devam ederse Ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun duyan
kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben’den bir şey
istediğinde verir, Bana sığındığında korurum."(Buhari rivayet etmiştir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ka'b Bin Ucre'ye de şöyle
buyurmuştur; "Namaz yakınlıktır"(hadis hasendir)
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur; "Biriniz namaz kılmaya kalktığı
zaman önüne tükürmesin. Zira namazda bulunduğu sürece ancak Allah Tebarek ve
Teala'ya münacat etmektedir." (Buhari rivayet etmiştir.)
Abdullah Bin Mesud r.a. dedi ki; "Namazda olan, hükümdarın kapısını
çalmaktadır. Hükümdarın kapısını çalana da kapının açılması yakındır."
Yine bir Kudsi hadiste Allah Tebarek ve Teala buyuruyor ki; "Kulum
beni zikretmek için dudaklarını hareket ettirdiği sürece ben kulumla
beraberim."(Sahihtir)
Bu beraberlik, Allah'ın Salih dostlarına, yardımı, hıfzı, koruması, Tevfik
ve muhabbeti ile desteklediği yakın kullarına özel bir beraberliktir.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır; "Gördün mü şu namaz
kılarken bir kulu men edeni?"(Alak 9-10) "Hayır! Ona uyma!"(Alak
19) Yani; namazı terk etmeye çağırana uyma!
"Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!"(Alak 19)
Yani; Allah için namaz kıl ve O'na taat, ibadet ve dua ile yakınlaş. Zira
secdeler, namaz kılanın Allah'a en yakın olduğu ve O'nun en sevdiği halidir.
Nitekim Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Kulun
Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. O halde secdede duayı
artırınız"(Müslim rivayet etmiştir.)
Secdeleri artıran, Allah Teala'ya yakınlığını artırır.
Çünkü secde, kulluk ve zilletin son noktası, Allah için izzetin hedefidir.
Miktarı ölçülemeyen izzet O'na aittir. Kul izzet sıfatından uzaklaştıkça,
Rabbinin cennetine yakınlaşır, azaları da O'nun diyarına yaklaşır. Kim Allah
için tevazu gösterirse Allah onu yükseltir. Secdeden öte tevazu yoktur.
Namaz, Ahlakî Okuldur
Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız)
yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân
verildiğinde ise pinti kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar.”(Mearic
19-22)
Kötü ahlak sahiplerinden namaza devam edenler istisna edilmiştir. Şeyh Ebul
Hasen en-Nedvi –Allah ona rahmet eylesin- Namazın ahlak ve mizaca tesirini
açıklayarak diyor ki;
“Kelime-i Tevhid’den sonra namazdan başka nefsi, çirkin ahlaktan,
kötülüklerden ve ruhsatlardan faydalanmaktan alıkoymada daha etkili bir şey
yoktur. Bunun için Allah Teala şöyle buyuruyor; “Sana vahyedilen Kitab'ı oku
ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.
Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebut
45) Bu şekilde namaz, sahibini bir cihetten diğer bir cihete, bir zevkten diğer
bir zevke, bir istekten diğer bir isteğe, bir fikirden diğer bir fikre ve düşük
işlerden yüce işlere yöneltir. İmanı ona sevdirir ve kalbinde süsler. Küfürden,
günahlardan ve isyandan nefret ettirir. İşte namaz böyle gerçekleşirse, tesiri
hayata yansır, samimiyet ve kuvveti artırır. Bu yüzdendir ki, Şuayb a.s.’ın kavmi
tevhide, fazilete, takvaya, üzerinde bulundukları zulüm, pislik ve haksızlığa
karşı çıkmaya davet ile karşılaştıklarında, Şuayb a.s.’ın hayatına yönelerek bu
değişimin ve farklılığın kaynağını araştırmaya başladılar. Nitekim bu, kendi
içlerinden, kendi kavimlerinden, kendi beldelerinden doğup yetişmişti. Onun
kendilerine karşı olan bu mücadelesinin mahiyeti neydi? Onun hayatında görüp
şahit oldukları namazdan daha belirgin bir şey bulamadılar. Namazın güzelliği
ve uzunluğuna taaccüp ederek dediler ki; “Ey Şuayb! Babalarımızın
taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk
etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!”(Hud
87)
Şüphesiz namaz, ameli düzelten ahlak okuludur. Nefiste bir zapt edici
olarak, düzenliliği sevmek için eğitir. Hayatın meselelerinde ince düzenlemeler
yapmaya götürür. Kişi, onunla ağırbaşlılık, yumuşaklık, sakinlik ve vakar
hasletlerini öğrenir. Namaz vakitlerini kaçırmamak, namazın şartları, abdestli
bulunmak ve onu bozacak şeylerden kaçınmak etrafında yoğunlaşarak zihnini
faydalı şeylerle meşgul eder. Yine Kuran-ı Kerim’in manası, Allah Teala’nın
azameti ve namazın anlamını düşünerek uyanık bulunur.
Namaz, Rahatlık, Mutluluk ve Gözlerin Nurudur
Nefsin namazda büyük bir rahatlığı, ruhî itminanı ve bu hayatta insanı
tehlikeye gönderecek gafletten kurtuluş vardır. Şayet, tabipler, nefsin
sıhhatinin namazdan kaynaklandığını anlasalardı, hastalarına ilaç yazmazlardı.
Şüphesiz namazda ruhî görevler ve insanlığın yaratıcısının koyduğu sıhhat aşısı
vardır. Onun sırlarını ruhi susuzluğu gideren, ilaçların gideremediği nefsin
şevklerini doyurarak huzura götüren Allah’tan başka kimse bilemez. Nitekim
insanlık nesli ve selim akıllar, tabiplerin yönlendirme ve tavsiyelerine,
sınırlı tecrübelerine ve zandan kaynaklanan tahminlerine boyun eğmişlerdir… “O
halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?”(Saffat 87) “O, her
şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir”(Taha
50) “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her
şeyden haberdardır.”(Mülk 14)
O Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor; “De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini
saptırır, kendisine yöneleni de hidayete erdirir. Bunlar, iman edenler ve
gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak
Allah'ı anmakla huzur bulur.”(Ra’d 27-28) Namaz Allah Azze ve Celle’nin
zikri ve O’na kulluk ile doludur. Bunun için göğüslere genişlik verir ve
sıkıntıyı giderir. Allah Teala’nın; “Onların söyledikleri şeyler yüzünden
senin canının sıkıldığını and olsun biliyoruz. O halde Rabbini hamd ile tesbih
et ve secde edenlerden ol!”(Hicr 97-98) bu kavlini düşünürse bunun böyle
olduğunu anlar.
Şüphesiz kim namazın hakkıyla kılarsa nefsinde hafiflik bulur ve ondan yüz
çevirdiği zaman konulmuş bir ağırlık hisseder. Öyle bir sevinç, rahatlık ve
ferahlık bulur ki namazdan hiç ayrılmamayı temenni eder. Zira o, gözlerinin
nuru, ruhunun nimeti, kalbinin cenneti ve dünyadaki mola yeridir. O dünyada namaza başlayıncaya kadar dar bir
hapishanede gibi olmaya devam eder. Namazda ise başka bir şeyde bulamadığı
rahatlığı bulur. Sevenler tıpkı imamları ve önderleri olan Allah rasulu
sallallahu aleyhi ve sellem gibi; “Namaz kılıyor ve namazımızla rahatlık
buluyoruz” derler. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Bilal r.a.’e
şöyle buyurmuştu;
“Ey Bilal! Namaz için ikamet oku da bizi ferahlat”(Sahihtir.) Yine
şöyle buyurmuştur;
“Gözümün nuru namazda kılındı”(sahihtir)
Kalpte sevgili olanı anlatmak için onun göz nuru olmasından daha güçlü bir
vasıf bulunamaz.
Bunun için öncekilerin namaza olan hasreti, onun uğruna hayatları tehlikede
olmasına ve bu (namaza düşkünlükleri) müşrikler tarafından bilinmesine rağmen
beşeri nefsin sevdiği şeylere karşı namazı tercih ettirmiştir. Müslim, Cabir
r.a.'den rivayet ediyor; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile
beraber Cuheyne kavmine karşı savaştık. Onlar çok şiddetli
savaşıyorlardı." Bu hadiste şu ifadeler de geçmektedir; "Müşrikler
dediler ki; "Onlara namaz vakti geldiği zaman, namaz onlara çocuklarından
bile sevimli gelecektir."
Namaz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in göz nuru olduğu için
kıyamını ve teheccüd namazını uzatır, onu bundan ayırmaya güç yetmezdi.
Huzeyfe r.a.'den; "Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile
beraber namaz kıldım. Bakara suresini okuyarak başladı. Kendi kendime "yüz
ayet olunca rükuya gider" dedim. Sonra devam etti. Herhalde Bakara
suresiyle bu rekati tamamlar dedim. Fakat o okumaya devam etti. "Bundan
sonra rükû eder" dedim. Sonra Nisa suresine başladı ve onu okudu. Sonra
Âl-i İmran suresine başladı ve onu da okudu. Tane tane okuyordu. Tesbih ayetine
gelince tesbih ediyor, istek ayetine gelince istiyor ve sığınma ayeti okuduğu
zaman Allah'a sığınıyordu. Sonra rükû etti ve "Subhane Rabbiyel Azim"
dedi. Rükûsu da kıyamı gibiydi. Sonra "Semiallahu limen hamideh, Rabbena
lekel hamd" dedi. Rükusu gibi uzun müddet kıyamda durdu. Sonra secde etti
ve "Subhane rabbiyel a'lâ" dedi. Secdesi de kıyamı gibi uzun
idi." (Müslim rivayet etmiştir.)
Nesai'nin metninde şu şekilde geçmektedir; "Korku veya Allah'a ta'zim
içeren ayete geldiğinde zikretmeden geçmiyordu." Selefi salihin erleri de
bu şekilde O'na uymuşlar, nefisleri namazda kaybolmuş, kalplerine namaz
hükmetmiş ve hatta etraflarından habersiz hale gelmişlerdir;
Abdullah Bin ez-Zubeyr r.a. Abdulmelik Bin Mervan ordusu tarafından
muhasara altına alındığında Ka'benin içinde namaz kılıyordu. Kubeys dağından
atılan mancınık darbeleri onu ve kendisine tabi olanları hapsetmişti. Büyük bir
taş parçası onun sakalı ile gırtlağı arasından geçmiş, o yerinden kıpırdamadığı
gibi, görünüşünden buna bir önem verdiğine dair bir belirti de görülmemişti.
Namazını bitirene kadar ne kıraatini kesti ne de rükûsunda değişiklik oldu.
Hatta darbeler durunca o namaz kılarken serçeler, Harem'in en yüksek
yerinden bir duvar veya kopmuş bir dal zannederek onun sırtına konuyor, güven
içinde inip kalkıyorlardı.
Bir seferinde de o rükûda iken arkadaşlarından biri Kuran okuyordu.
Arkadaşı Bakara, Al-i İmran, Nisa ve Maide surelerini okuyup kıraatini bitirene
kadar, İbn Zübeyr r.a. rükûsundan kalkmamıştı.
Yine ondan rivayet edildiğine göre, bir gün evinde namaz kılıyordu. Çatıdan
bir yılan oğlu Haşim'in karnı üzerine düştü. Kadınlar çığlık atıp ev halkı
panikledi. Yılanı öldürmek için toplandılar ve öldürdüler. Böylece çocuk
kurtuldu. Onlar bütün bunlarla meşgul iken İbn Zübeyr r.a. namaza devam etmiş,
dönüp bakmamıştı bile. Namazını bitirinceye kadar olanlardan haberi dahi
olmamıştı.
Ebu Müslim el-Havlanî rahimehullah, ibadette çok gayretli idi. Şöyle derdi;
"Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının bunu bizim dışımızda
kendilerine ayırdıklarını mı zannediyorsunuz? Hayır! Vallahi onlar buna öyle
izdiham yaparlardı ki peşlerinden birileri kovalıyor zannederlerdi."
Adiy Bin Hatim r.a. dedi ki; "Namaz vakti geldiğinde mutlaka ben onu
iştiyakla beklemişimdir." Nasıl böyle olmasın ki! Nitekim Sadıkul Masduk
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Allah'ın
gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde yedi kişi Allah'ın gölgesinde
olur." Bu hadiste sayılan yedi kişiden birisi de "Mescidden
çıktığında tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan
kişidir."(Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu hadiste "kalbi mescide
bağlı olan kişi" ile kastettiği; bütün namaz vakitlerinde namazını ancak
mescitte kılan, ondan çıktığında ona dönüp tekrar namaz kılmak için diğer namaz
vaktini bekleyen, bedeni dışarıda olsa da kalbiyle mescitte kalmaya devam eden
kimsedir. O kimse, ancak suda yaşayabilen balık gibidir. Sudan çıkacak olsa,
suya muhtaç olmaya devam eder. Hasretle ona dönmek için kaçar. İşte bu anlamda
namaz bir göz nuru ve bir ferahlıktır.
Bunun içindir ki onlardan biri, ölümden sonra namazlarının kesintiye
uğramış olmasına üzüldükleri gibi başka kaybettikleri hiçbir şeye üzülmezlerdi.
Ebud Derda r.a. dedi ki; "Şu üç şey olmasaydı, bir gün bile yaşamayı
istemezdim; sıcaklarda (oruç tutarak) susuz kalmak, gecenin ortasında yapılan
secdeler, hurmanın iyisini seçer gibi sözlerin en güzelini seçen toplulukla
oturmak."
Amir Bin Abdikays ölüm hazırlığındayken ağlamaya başladı. Ona; "Neden
ağlıyorsun?" denilince dedi ki; "Ölüm endişesinden veya dünya
hırsından ağlamıyorum. Sıcaklarda (oruç tutarak) susuzluktan ve kış gecelerinde
namazdan ayrılacağıma üzüldüğümden ağlıyorum."
Ebu Reca r.a. dedi ki; "Dünya
işlerinden olarak özleyeceğim tek şey, yüzümü her gün beş kere Aziz ve Celil
olan Rabbim için toprağa bulamaktır."
Hatta Sabit r.a. şöyle dua etmiştir;
"Allah'ım! Eğer bir kimseye kabrinde namaz kılmak için izin vermişsen bana
da nasib et!"
Bazıları da bu nimetler ve Allah'ın zikriyle namazdaki göz aydınlığını
ifade etmek için şöyle demişlerdir; "Şayet sultanlar ve ileri gelenler
bizde olanı bilselerdi, kılıçlarla bize vururlardı." Diğer biri de şöyle
dedi; "Muhakkak ki bana öyle vakitler gelir de şöyle derim; cennet ehli
bunun gibi bir durumdaysa şüphesiz onlar hoş bir yaşantı içerisindeler
demektir."
Bir başkası da şöyle demiştir; "Dünya ehlinin miskinleri, dünyadan
ayrılırken hayatın lezzetini ve ondaki en hoş şeyi tatmadan ayrılırlar."
Yine bir diğeri de şöyle der; "Dünyada bir cennet vardır ki, ona girmeyen
ahiret cennetine giremez"
Allah Teala güzel hayatı Allah'a iman eden ve Salih amel işleyenler için
kılmıştır. Namaz ise Salih amellerin başıdır. Allah Teala buyuruyor ki; "Erkek
veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile
yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile
veririz."(Nahl 97) İman ve Salih amel ehli, dünyada güzel hayatın bir
parçasını yaşamakta olup daha güzeline kıyamet gününde kavuşacaklar, böylece
iki cihanda en güzel hayatları yaşayacaklardır.
Namaz Bir Nur, Bir Burhan ve Bir Aydınlıktır.
Namaz, sapkınlık ve batılın karanlığını gideren bir nurdur. O sahibinin
yüzünü dünyada aydınlatır, ona hislerin şahit olduğu gibi bir güzellik ve baha
giydirir. Kalbini nurlandırır. Zira ondan marifet nurları parlamaktadır. Ebud
Derda r.a.'ın dediği gibi kabrindeki karanlığı nurlandırır. O demiştir ki;
"Kabirdeki karanlık için karanlık gecede iki rekat namaz kılınız."
Aynı şekilde namaz kılanın yüzü kıyamet gününde de parlar. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem; "Namaz nurdur" buyurmuştur.(Müslim)
Yine; "Namaz burhandır." Buyurmuştur.(Sahih) Yani, sahibinin
imanını ispatlayan delil demektir.
Namaz yüzü aydınlatır ve parlatır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur;
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı
çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken
görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki
secde izidir."(Fetih 29)
Allah Azze ve Celle'nin; "Onların nişanları yüzlerindeki secde
izidir." Kavli hakkında şöyle denilmiştir; namaz yüzlerini
güzelleştirmiştir. İbn Abbas r.a.; "güzel görünüş demektir" dedi.
Mansur, Mücahid r.a.'ın bu ayet hakkında "Huşu kastediliyor" dediğini
nakletmiştir. Dedim ki; "Yüzünde bu izin görüldüğü kimseler hakkında ne
dersin?" Bunun üzerine şöyle dedi; "O bazen kalbi Firavun'un
kalbinden daha katı olan kimselerde de görülür"
İşte bu alamet namaz kılanların yüzlerinde beliren aydınlık, parlama,
temizlik ve berraklıktır. İbadetin solgunluğunun latif bir aydınlığı vardır. O
ancak kalpteki huşu'nun ve nefisteki sükûnetin yüze taşan eseridir. Nasıl ki
tevazu ve âlicenaplık, kendini beğenmişliği, kibir ve atılganlığı gizliyorsa,
berraklık, temizlik ve aydınlık da onun gibi belirginleşir. Hafif bir
solgunluk, müminin yüzündeki aydınlığı ve güzelliği artırır.
Böylece namaz kılan kişide huşunun, korku ve ümidin, hamd ve tesbihin neticeleri
ortaya çıkar. Tıpkı ahirete gidip insanlara orada gördüklerini anlatan veya
önceki insanlar arasından sıçrayıp aramıza gelen, asrımızda yaşayan bir kimse
gibi olur.
Büreyde r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Karanlıklarda mescidlere yürüyenleri, kıyamet gününde tam bir nur ile
müjdeleyin!"(sahihtir)
Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Şüphesiz Allah karanlıkta mescide gelenleri kıyamet gününde parlak bir
nur ile aydınlatacaktır."(Hasendir.)
Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma'dan; "Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem bir gün namazı anlatarak şöyle buyurdu; "Kim onlara devam ederek
muhafaza ederse onun için kıyamet gününde bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş
olur. Kim de onu muhafaza etmezse, onun için bir nur, bir burhan ve bir
kurtuluş olmaz. Ve o kıyamet gününde Karun, Haman, Firavun ve Ubey Bin Halef
ile beraber olur."(sahihtir)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kıyamet gününde ümmetimden
her bir kimseyi tanırım" buyurunca; "O kadar kalabalık içinde nasıl
tanırsın ey Allah'ın Rasulü?" dediler. Buyurdu ki; "Ne dersiniz? Bir
adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde
kendi atını tanımaz mı?” Sahâbe: "Evet, tanır, ey Allah’ın Resûlü"
dediler. Buyurdu ki; “İşte onlar da secdelerden dolayı yüzleri nurlu, abdestten
dolayı el ve ayakları parlak olarak gelecekler."(Sahih)
Namaz Hidayet Sünnetlerindendir
İbn Mesud r.a. demiştir ki; “Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem bize hidayet sünnetlerini öğretti. Muhakkak ki ezan okunan mescidlerde
namazı kılmak da hidayet sünnetlerindendir.”(Müslim rivayet etmiştir.)
Yine İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki; “Kim yarın Allah ile Müslüman
olarak karşılaşmaktan mutluluk duyarsa ezan okunduğunda şu beş vakit namaza
devam etsin. Zira o hidayet sünnetlerindendir. Şüphesiz Allah peygamberiniz
için hidayet sünnetleri koymuştur. Ömrüme yemin olsun ki, hepiniz namazı
evlerinizde kılsanız, peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz.
Peygamberinizin sünnetini terk ettiğiniz zaman da mutlaka saparsınız. Biz
cemaatle namazdan geri kalanları, ancak nifağı bilinen münafıklardan görürdük.
Ben birinin safa girinceye kadar iki kişi arasında meyledip durduğunu
gördüm.”(sahihtir.)
Namaz Rabbani Ayrıcalıktır
Namaz, diğer farzlardan sayılamayacak kadar çok özellikleriyle ayrılır.
Nitekim Allah Azze ve Celle ona bizzat cevap vererek, namazın şanının büyütmüş
ve kadrini yüceltmiştir. Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Mirac gecesinde
arada bir vasıta olmaksızın onu Allah’tan almıştır. Bu, Allah Azze ve
Celle’nin, peygamberi ve Halil sallallahu aleyhi ve sellem’e büyük buluşma
gecesinde hediye ettiği rabbani bir ayrıcalıktır. İşte bu, Rabbi Azze ve
Celle’ye sadık kulluğunun bir mükâfatıdır. Onu kimse geçememiş ve kimse de ona
yetişemeyecektir.
Namaz, Allah Azze ve Celle’nin Nimetlerine Şükretmektir
Akıl sahipleri, nimet verene şükredilmesi gerektiği hususunda ihtilaf
etmezler. Allah Subhanehu ve Teala, şükrü, daha fazla vermek için bir sebep
kılmıştır. Şükür, mevcut olan nimeti bağlar, elde olmayanı da elde etmeyi
sağlar. Düzgün nefisler, Fazl sahibinin fazlını itiraf ve ona şükretme mizacına
sahiptir. Bu şükür arttıkça nimetler de artar ve çeşitlenir. Bizleri yoktan var
edip açık ve gizli nimetlerine boyayan Allah’tan daha büyük nimet verici
yoktur; “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından
çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”(Nahl
78)
Bizi akıl ve düzgün fıtrat ile keremlendirmiş, İslam ile aziz kılmış, imana
hidayet etmiş ve bizleri bağış ve ihsanları ile doldurmuştur. “Allah’ın
nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız”(Nahl 18)
Allah’ın üzerimizdeki sayılamaz nimetleri, bize kesintisiz bağışlar tahsis
etmesi, üzerimize bağışlarını saçması, dinmeyen yağmurlar gibi bol nimetlerini
yağdırması söz konusu olunca, şüphesiz Allah Teala’nın üzerimizdeki hakkı, ona
meleklerin yaptığı gibi kesintisiz ibadette bulunmamızı gerektirir. “Onlar,
bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.”(Enbiya 20)
Lakin yeryüzünde halifelik vazifeleri bizleri sürekli rüku ve secdede
bulunmaktan, kesintisiz tesbih ve usanmaksızın zikirden alıkoymaktadır. Namaz
ise bu kainatta bize has, bizi hedef alan durumumuza uygun olarak, Allah’ın
üzerimizdeki nimetlerine şükrünü bir parça olsun gerçekleştirebilmemiz için
emredilmiştir. Allah Teala buyuruyor ki;
“O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.”
(Ankebut 17)
“Allah'ın nimetine şükredin, eğer gerçekten O'na ibadet edecekseniz.”(Nahl
114)
“Ey Davud ailesi! Şükredin.”(Sebe 13)
Namaz amellerin en faziletlisi olup, Allah’ın nimetlerine şükrü en güzel
ifade edenidir. Allah Tebarek ve Teala, halîl’i Muhammed aleyhis salatu
ves-selam’ı “Sana kevseri verdik” buyurarak müjdeleyince – ki o büyük bir
iyilik olan cennetteki Kevser nehridir. – Allah Subhanehu ona bu nimet için
nasıl şükredeceğini şöyle bildirmiştir; “Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve
ellerini göğsüne bağla”(Kevser suresi)
Allah Teala ona Mekke’nin fethi gibi büyük bir fetih ile nimetlendirince,
bu büyük nimetin şükrünü yerine getirmek için Ümmü Hani Binti Ebi Talib’in
evine girerek gusletti ve Allah Teala’ya şükür olarak sekiz rekât fetih namazı
kıldı.(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
El-Mugira bin Şu’be r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Ona; “Allah seni geçmiş ve gelecek
günahlardan korumuştur” denilince buyurdu ki; “Şükreden bir kul olmayayım mı?”
Atâ dedi ki; “Ubeyd Bin Umeyr ile birlikte Aişe r.a.’nın yanına girdim.
Ubeyd Bin Umeyr dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de gördüğün ve
en çok hoşuna giden bir şeyi bize haber ver” bunun üzerine ağladı ve dedi ki;
“Bana ayırdığı gecelerden birinde kalktı ve; “Rabbime ibadet etmem için bana
müsaade eder misin?” dedi. Ben de; “Vallahi ben senin yakınlığını ve seni mutlu
eden şeyi severim” dedim. Kalktı ve abdest aldı. Sonra namaz kıldı. Odası
ıslanana kadar ağlamaya devam etti. Sonra tekrar ağlamaya başladı ve yer
ıslanana kadar ağladı. Ardından Bilal r.a. namaz için ezan okumaya geldi. Onun
ağladığını görünce dedi ki;
“Ey Allah’ın Rasulü! Allah seni geçmiş ve gelecek günahlardan koruduğu
halde ağlıyor musun?” O da buyurdu ki; “Şükreden bir kul olmayayım mı? Bana bu
gece bir ayet indi ki onu okuyup da onun hakkında düşünmeyene yazıklar olsun; “Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılışında… deliller vardır”(Bakara 164) (Müslim’in
şartına göre isnadı kuvvetlidir)
Ebu Zerr radıyallahu anh’den; peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki; “Her birinizin her organı için bir sadaka vermesi gerekir. Her tesbih (subhanallah
demek) bir sadakadır, her tahmid (elhamdulillah demek) bir sadakadır, her
tehlil (la ilahe illallah demek) bir sadakadır, her tekbir (Allahu ekber demek)
bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir
sadakadır, iki rekat kuşluk namazı kılmak bunu karşılar”(Müslim ve başkaları
rivayet etmiştir.)
Ebu Bureyde radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
şöyle derken işittim; “İnsanda üç yüz altmış eklem vardır. Her eklem için bir
sadaka gerekir.” Dediler ki; “Buna kimin gücü yeter ey Allah’ın Rasulü?”
buyurdu ki; “mescitte balgamı gömmek ve yoldan bir şeyi kaldırmak, buna da gücü
yetmezse iki rekat kuşluk namazı kılmak bunu karşılar.”(sahihtir.)
Ey dünya meşguliyeti yüzünden namazı zayi edenler! Allah’ın üzerinizdeki
nimetlerine, sağlık, afiyet, rızk ve mala aldanmayın! Allah’ın üzerinizdeki
nimetlerinin kıymetini bilin ve O’na hakkıyla şükredin. “Şükreden ancak
kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye
muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.”(Lukman 12) Allah’ın
nimetlerini ona itaat ve onun razı olduğu işlerde değerlendirin; “Bana
şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!”(Bakara 152)
Seleften birisi şöyle demiştir; “Kim kendisinin yaratılışını tefekkür
ederse bilir ki eklemleri ancak ibadet için gevşer” isyan ve nankörlüğe kuvvet
bulamaz.
Namaz, Kâfirleri Kızdırır ve Din Düşmanlarının Burnunu Sürter
Allah Azze ve Celle’ye, dostları tarafından düşmanlarının burnunun
sürtülmesi ve onların öfkelenmesi gibi sevimli bir şey yoktur. Bu yüzden şöyle
buyurmaktadır; “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok
güzel yer ve bolluk (imkân) bulur.”(Nisa 100)
“İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa
duçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana
karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir
amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”(Tevbe
120)
Allah Teala, halili Muhammed sallallahu aleyhi ve selemi ve sahabelerini
şöyle vasfediyor; “Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu
kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki
bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle
kâfirleri öfkelendirir.”(Fetih 29) Kâfirlerin öfkelendirilmesi, Rab Azze ve
Celle’nin sevdiği ve istenen bir gayedir. Bunu gerçekleştirmek kulluğun
kemalindendir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, namazda yanılan kimsenin iki secde
ile sehiv secdesi yapmasını meşru kılmıştır. Müslim ve başkalarının rivayetinde
şöyle buyurmuştur; “Şayet namazı tam ise bu secdeler şeytanın burnunu sürter”
diğer rivayette; “Şeytan için burun sürtme olur” buyrulmuştur. Böylece bu
secdeleri “iki burun sürtücü” olarak isimlendirmiştir. Kim Allah için ibadet
ederek O’nun düşmanının burnunu sürterse, kulun Rabbine olan sevgisi, ona
yakınlığı ve düşmanlarına olan düşmanlığı miktarınca bereketli bir hisseyle
sıddıklığa tutunmuş olur. Bu burun sürttürmeden nasibini alır. Düşmanın burnunu
sürtmek için (savaşta) iki saf arasında gururlanmak ve büyüklenmek, kendisini
Allah’tan başka kimsenin görmediği yerde gizli sadaka verirken gururlanmak
övülür. Çünkü bunları kişi sevdiği şeylerden, canından ve malından Allah Azze
ve Celle için feda ettiğinden Allah düşmanlarını, şeytanı hor kılar.
Bu insanlardan çok az kimsenin bildiği bir kulluk kapısıdır. Bunu bir
tadan, geçmiş günlerde kaçırdıklarına ağlar.”
Namaz kılan, şeytana baktığı zaman, namazı kılarak ve onun hudutlarını
koruyarak onun öfkesini artırdığı gibi, onun burnunu böyle sürtmesi diğer bir
ibadet olur.
Şüphesiz şeytan, insanları namazdan engellemek için çok hırslıdır. Allah
Teala buyuruyor ki; "Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza
düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"(Maide 91) Şeytan, kulu
rabbinin önünde secde ederken görünce öfkelenir ve haset ederek ona
düşmanlığını ilan eder:
Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Âdemoğlu secde ayeti okuyup secde ettiğinde şeytan ağlayarak uzaklaşır ve
der ki; "Bana yazıklar olsun! Âdemoğlu secde ile emrolundu ve secde etti.
Ona cennet vardır. Ben ise secde ile emrolundum fakat yüz çevirdim. Bana da
cehennem var!"(Müslim rivayet etmiştir.)
Şeytan insanları namazdan alıkoyamayınca bu sefer namazı bozmaya veya
sevabını azaltmaya çalışır. Sahabeden biri Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'e gelmiş ve ona şöyle demişti; "Şeytan namazla benim arama girdi ve
kıraatimi şaşırttı." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu; "İşte o, "Hınzeb" denilen şeytandır. Onu
hissettiğin zaman ondan Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tükür."
Sahabe dedi ki; "Ben de öyle yaptım ve Allah onu benden uzaklaştırdı."(Müslim
rivayet etmiştir.)
Kul, namazına başlayınca şeytan ona vesvese vermek için yönelerek onu
Allah'a itaatten alıkoyar, dünya işlerini ona hatırlatır. Nitekim Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Şüphesiz şeytan, ezanı
işitince yellenerek ezan sesini duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bittiğinde
döner ve vesvese vermeye devam eder. İkameti işitince onu duyamayacağı yere
kadar uzaklaşır. İkamet bittiğinde tekrar döner ve vesvese verir."(Müslim
rivayet etmiştir.)
Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği diğer metinde şu şekilde geçer;
"Ezan ve ikamet bitince gelir ve kişi ile nefsi arasına girerek;
"şunu hatırla, şunu da hatırla" der. Aklında daha önce hiç olmayan
şeylerle vesvese verdiğinden (buna kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek
hale gelir."
Şeytan, kulu yalnız başına takıntıları ve üfürmeleriyle alıkoymaktan aciz
kalırsa, ona orduları ile belirerek türlü desiselerle askerlerini musallat
eder. Namaz kılmaya özen gösterdikçe, şeytan da alçak kışkırtmalarına özen
gösterir. "Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu
yaparlar"(Maide 58) bazen onunla eğlenirler, bazen alay ederler ve
bazen de onun hakkında birbirlerine işaret ederler. "İşte onlar
şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar."
(Mücadele 19)
Şüphesiz namazları kılmak ve onu ilan etmek, toplumu Allah'ın boyasıyla
boyamaktır ve İslam'ın şiarlarını izhar etmektir. Müslümanların İslam ile
övüncü cisimleşir, insanların Rablerine dönmelerinden tedirgin olan din
düşmanları, onların dinlerinin şiarlarını meydana çıkarmalarına öfkelenir.
Aişe radıyallahu anha'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki; "Yahudiler sizin selamınıza ve (namazda Fatihadan sonra) âmin demenize
haset ettikleri gibi başka bir şeye haset etmezler."(sahih)
Amin demeleri dışında, ezanın ilanı, mescidlerin imar edilmesi, sık saf
tutarak namaz kılanlar, rüku edenler, secde edenler, huşu sahipleri nasıl haset
ettirmesin onları!?
Allah Teala buyuruyor ki; "Namazları ve orta namazı muhafaza edin"
Muhafaza; çarpışma ve dövüşme gibi ancak iki kişi arasında karşılıklı olur.
O yüzden burada bu kelime seçilmiştir. Zira bu muhafaza kul ile rabbi arasında
karşılıklıdır. Sanki şöyle buyrulmaktadır; "Namazı koru ki, onu emreden
Allah da seni korusun." Bu Allah Teala'nın şu kavli gibidir; "Beni
zikredin ki ben de sizi zikredeyim." Ve şu ayetlerdeki gibidir; "Ahdime
vefa gösterin ki ben de sizin ahdinize vefa göstereyim." "Eğer
Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder." Şüphesiz karşılık,
yapılan amelin cinsindendir.
Veya buradaki muhafaza, namaz kılan kimse ile namaz arasındadır. Sanki
şöyle denilmektedir; "Namazı koru ki, namaz seni korusun." Namaz,
sahibini birkaç açıdan korur; şu ayette olduğu gibi günahlardan korur; "Şüphesiz
namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." Namazın koruması,
namazın hayâsızlıktan alıkoymasıdır.
Yine namaz, belalardan ve mihnetlerden korur. Allah Teala buyuruyor ki;
"Sabır ve namaz ile yardım isteyin." Namaz, kabir azabından ve
kıyamet gününde cehennem azabından da korur.
Namaz kılan kimse Allah'ın himayesi altındadır. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Kim sabah namazını kılarsa Allah'ın
garantisindedir. Allah'ın garantisinde olan bir şeyin peşine düşmeyin. Zira kim
Allah'ın garantisinde olanın peşine düşerse Allah onu yakalar ve yüzüstü
cehennem ateşine atar." (Müslim rivayet etmiştir.)
Kim namazı muhafaza etmezse Allah'ın vaad ettiği tehlikeye kendisini atmış
olur. Allah ondan yardımını ve desteğini çeker. Hiçbir sığınağı kalmaz… Allah
onu terk ettikten sonra kendisini sadece şeytanın oyuncağı olarak bulur.
Salihlerden biri der ki; "Mevla seni yalnız bırakmadıkça düşmanın sana
düşmanlık etmez. Düşmanın sana galip geldiğini zannetme. Fakat Koruyucun olan
Allah senden yüz çevirmiştir." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyuruyor ki; "Kim sabah namazını cemaatle kılarsa o Allah'ın
garantisindedir. Kim Allah'ın garantisini ihlal ederse Allah onu yüzüstü ateşe
atar."(Hasendir.)
Diğer bir hadiste de; "Kim sabah namazını kılarsa o Allah'ın
garantisindedir. Ey Âdemoğlu! O halde dikkat et ve Allah'ın garantisinde olanı
ihlal etme" Bu rivayetlerde sabah namazını kılan müminlere eziyet edene
tehdit vardır. Zira o Allah'ın himayesi altında olanın hürmetini ihlal
etmektedir. Nitekim kudsi hadiste Allah Teala şöyle buyuruyor; "Kim benim
dostuma düşmanlık ederse ona harp ilan ederim."(Buhari rivayet etmiştir.)
Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki; "Altı meclis ve içinde olanlar Allah'ın korumasındadır;
cemaat mescidi, hastayı ziyaret edenler, cenazeye katılanlar, evinde
(uzlette)kiler, adaletli yöneticiye nasihat veya teşekkür için gidenler ve
cihada katılanlar."(Hasendir.)
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Üç
kişi vardır ki Allah'ın koruması altındadır. Yaşarsa rızıklanır ve onunla
yetinir. Vefat ettiği takdirde Allah onu cennete koyar." Böyle devam eden
hadiste şu ifade de geçer; "Mescide giden kişi de Allah'ın koruması
altındadır."(sahihtir.)
Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Evinden çıkmak istediğinde iki rekat namaz kılarsan bu iki rekat seni
kötü çıkıştan (yani evin dışındaki kötülükten) seni korur. Evine girince de iki
rekat namaz kılarsan evin içindeki kötülüklerden seni korur."(Hasendir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Şüphesiz Allah
buyurdu ki; “Ey Adem oğlu! Gündüzün başında dört rekat namaz kılarak beni gözet
ki ben de kalan gününde seni gözeteyim.”(sahihtir.)
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in arkasındaydım. Bana dedi ki; “Ey delikanlı! Sana bazı şeyler
öğreteyim; Allah’ın hakkını gözet ki o da seni gözetsin. Allah’ın hakkını
muhafaza et ki onu önünde bulasın. Rahatlık zamanında Allah’ı tanı ki, zorluk
anında o da seni tanısın.”(sahihtir.)
Bu hadiste geçen “Allah’ı gözet” ibaresi, O’nun hudutlarını ve hakkını
gözetmek, emirlerine uymak, yasaklarından uzaklaşmak demektir. Kim böyle
yaparsa o, Allah Teala’nın kitabında övdüğü “Allah’ın hududunu koruyanlar”dan
olur. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “İşte size vâdedilen cennet! Ki o,
daima Allah'a yönelene, (O'nun buyruklarını) koruyana…”(Kaf 32) Bu ayetteki
“hafiz; koruyan” kelimesi Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve günah
işlediğinde de ondan tevbe ederek koruyan” diye tefsir edilmiştir.
Allah’ın korunması gereken en büyük emirlerinden biri de namazdır. Allah
onun muhafaza edilmesini emretmiştir. Buyuruyor ki; “Namazları ve orta
namazı koruyun.”(Bakara 238) şu ayette de namazı muhafaza edenler övülüyor;
“ve onlar namazlarını muhafaza ederler.” Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyuruyor; “Kim Allah’ın kendisi üzerindeki ahdini muhafaza
ederse onu cennete koyar.”(sahihtir.)
Diğer bir hadiste de; “Kim namazlara devam ederse onun için kıyamette bir
nur, bir burhan ve bir kurtuluş olur.” Buyrulmuştur.(Sahihtir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazın anahtarı olan temizlik
hakkında; “Abdesti ancak mümin muhafaza eder” buyurmuştur.(sahihtir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Allah’ı gözet ki, o da seni
gözetsin” kavlinin anlamı; kim Allah’ın hududunu muhafaza eder, haklarını
gözetirse Allah da onu muhafaza eder demektir. Zira karşılık, Allah Teala’nın
şu kavlindeki gibi işlenen amelin cinsinden olur; “Ahdime vefa gösterin ki
ben de sizin ahdinize vefa göstereyim."(Bakara 40) "Beni
zikredin ki ben de sizi zikredeyim."(Bakara 152) "Eğer Allah'a
yardım ederseniz O da size yardım eder."(Muhammed 7)
Allah’ın Kulunu Muhafazası İki Çeşittir;
Birincisi; bedeni, çocuğu, eşi ve malı hakkında muhafası gibi dünya
işleriyle ilgili koruması. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Onun önünde ve
arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır.”(Ra’d
11) İbn Abbas r.a. diyor ki; “Onlar Allahın emriyle onu koruyan meleklerdir.
Kader geldiği zaman onu korurlar.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah ve akşam şöyle dua ederdi;
"Allah'ım! Beni, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden
muhafaza et." Kim çocukluğunda ve kuvvetli zamanında Allah'ın hakkını
muhafaza ederse, yaşlanıp kuvveti zayıfladığında da Allah onu muhafaza eder.
Onu işitmesiyle, görmesiyle, kuvvetiyle ve aklıyla faydalandırır.
Nitekim Allah, kulun Salih olması sebebiyle ölümünden sonra da neslini
muhafaza eder. Allah Teala'nın şu ayetinde buyrulduğu gibi; "ve ikisinin
babası Salih idi." Şüphesiz o iki kişi babalarının Salih olması
sebebiyle muhafaza edilmiştir. Said Bin el-Müseyyeb oğluna şöyle demiştir;
"Şüphesiz senin muhafaza edilmen suretiyle gözetileceğimi umarak namazımı
artırıyorum." Sonra şu ayeti okudu "ve ikisinin babası Salih idi."
Ömer Bin Abdulaziz rahimehullah da şöyle demiştir; "Herhangi bir mümin
öldüğünde Allah mutlaka onun geride kalan neslini korur."
İbnul Münkedir ise şöyle der; "Şüphesiz Allah Salih kimseyi, çocuğunu,
torununu ve komşularını korur, Allah'ın koruması ve onların kötülüklerini
örtmesi devam eder."
Şaşılacak işlerdendir ki, Allah Teala, tabiatında eziyet vericilik olan
hayvanları bile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in azatlısı Sefine'nin
başından geçtiği gibi, eziyete karşı bir koruma yapmaktadır. Sefine r.a.'ın
bineği parçalanınca bir adaya çıkmıştı. Birden orada bir arslan gördü. Onunla
beraber yürümeye başladı ve aslan ona yol gösterdi. O durduğu zaman aslan
çağırır gibi hareket ediyordu.(Bunu Taberani ve sahih kaydıyla Hakim rivayet
etmiştir. Zehebî, Hakimin tashihini onaylamıştır.)
Allah'ın emrini gözetmeyeni ise Allah, o kimse fayda umsa bile zarara veya
sıkıntıya uğradığında gözetmez.
El-Fudayl (Bin Iyad) rahimehullah diyor ki; "Şüphesiz Allah'a isyan
ettiğimi, kölemin ve hayvanımın huysuzluk etmesinden anlayabiliyorum."
Muhafazanın ikinci çeşiti ise – ki bu daha şereflidir- Allah'ın kulunu dini
ve imanı hakkında muhafaza etmesidir. Onu saptırıcı şüphelerden, haram
şehvetlerden ve ölümü anında imansız gitmekten korur. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem uyuyacağı zaman şöyle derdi; "Eğer (uykuda) canımı
alırsan ona rahmet eyle. Şayet bırakırsan Salih kullarını hıfzettiğin gibi
muhafaza eyle" (Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Ömer r.a.'e şöyle dua etmesini öğretmiştir; "Allah'ım! Ayaktayken beni
İslam ile muhafaza et. Otururken beni İslam ile muhafaza et. Yatarken beni
İslam ile muhafaza et. Beni hasetçi düşmanların diline
düşürme!"(hasendir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yolculuğa çıkmak istediğinde veda
ederken şöyle derdi; "Dinini, emanetini ve amelinin sonucunu Allah'a
emanet ediyorum."(Hasendir.) yine şöyle buyurmuştur; "Bir şey Allah'a
emanet edilirse onu korur."(sahihtir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in; "Allah'ın hakkını gözet ki,
Onu önünde bulasın" sözünün anlamı şudur; Kim Allah'ın hududunu korur,
haklarını gözetirse, bütün hallerinde Allah'ın yardımını, muhafazasını,
muvaffak kılmasını ve desteğini yanında bulur. "Şüphesiz Allah takva
sahipleriyle beraberdir. Onlar ki iyilik eden kimselerdir." Katade der
ki; "Kim Allah'tan korkarsa Allah onun yanında olur. Allah kimin yanında
olursa yenilmez bir orduyla, uyumayan koruyucu ile ve sapmayan hidayet edici
ile beraber demektir."
Namaz, İslam’ın Başı ve Sonudur
Kelimei şehadetten sonra İslam’ın farzlarının ilki namazdır. Nitekim bu
daha önce açıklanmıştı. Kıyamet günün de Allah’ın kulu hesaba çekeceği şeylerin
ilki de namazdır. Ebu Hureyre r.a.’den; Rasulullah salllahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işitim; “Şüphesiz kulun kıyamette ilk hesaba çekileceği ameli
namazdır. Eğer düzgün çıkarsa kurtulur. Eğer namazı bozuk çıkarsa kaybeder ve
hüsrana uğrar. Eğer farzlarda bir eksiklik çıkarsa Allah şöyle buyurur; “Bakın
kulumun nafilesi var mı?” böylece nafilelerle farzların eksiği tamamlanır. Sonra
aynı şekilde diğer amellerine geçilir.”(Sahihtir.)
Aynı şekilde namaz, dinden en son kaybedilecek şeydir; Zeyd Bin Sabit r.a.
rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “İnsanlardan
ilk kaldırılacak şey emanettir. Dinlerinden son kalacak şey ise namazdır. Nice
namaz kılanlar vardır ki Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.”(Hasendir.)
Ebu Umame r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“İslam’ın kulpu halka halka eksilecektir. Her halka eksildikçe insanlar bir sonrakine
tutunacaktır. İlk eksilen halka; hüküm, son eksilecek olan ise
namazdır.”(Sahihtir.)
Namazın gidişinden sonra ise ne İslam ne de din kalır. Zira namaz İslam’ın
başı ve sonudur. Başı ve sonu gidenden geriye bir şey kalmaz.
Namaz, İlahî Yardımın ve Dünya İle Ahirette Kurtuluşun Sebebidir
Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar
ki, namazlarında huşû içindedirler.”(Mü’minun 1-2) “Ve onlar ki,
namazlarına devam ederler.”(Mü’minun 9) “Doğrusu feraha ermiştir
temizlenen, Rabbinin adını anıp namaz kılan.”(A’la 14-15) Namaz bu
ayetlerde “felah=kurtuluş” olarak isimlendirilmiştir. Ezanda da felah’a çağrı
yapılır; “Haydi namaza, haydi kurtuluşa” Felah; murad edilene ulaşmak, hayır
içinde kalmak demektir.
Namaz ile Allah’ın yardımına kavuşulur. Allah Teala buyuruyor ki; “Sabır ve
namaz ile yardım isteyin.”
“Ey iman edenler! (harpte) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat
ediniz ve Allah’ı çokça zikrediniz. Umulur ki felaha erersiniz.” Kenetli ve
silahlı halde korku namazı kılmaları emredilerek, bu namazın Allah’ın yardımını
çekeceğine işaret edilmektedir. Sa’d r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki; “Şüphesiz Allah bu ümmete ancak zayıflarının duaları,
namazları ve samimiyetleri sebebiyle yardım eder.”(sahihtir. Buharinin
rivayetinde “samimiyetleri” lafzı yoktur.)
Birisi el-Hasen radıyallahu anh’e; “Bana nasihat et” deyince o da şöyle
dedi; “Allah’ın emrine kıymet ver ki, o da seni aziz kılsın. Allah Teala
buyuruyor ki; “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve
ayaklarınızı sabit kılar.”
Allah Teala başka bir ayette şöyle buyurur; “Ve Allah dedi ki; eğer
namazı kılar, zekatı verirseniz şüphesiz ben sizinleyim.” Anlamı; “Eğer siz
namazı kılar, zekatı verirseniz ben de yardımım ve desteğim ile sizinle
beraberim. Allah kiminle beraberse o Allah’ın dostudur. Allah Azze ve Celle
düşmanını aziz kılmaz ve dostunu zillete düşürmez. Aksine zillet onun emrine
isyan eden içindir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Emrime muhalefet
edene zillet ve küçülme yazıldı” buyurmuştur.(Sahih.)
Allah bazı kulları ile düşmanlarını cezalandırır, onların eliyle azap eder
ve cihadlarında yardım eder. Allah Teala buyuruyor ki; “Bunlardan ilkinin
zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik.”(İsra 5) Bu
kulluk ile ahir zamanda taşlar müslümanı tanıyarak nida edecek; “Ey Müslüman!
Ey Allah’ın kulu! İşte Yahudi ardımda gel öldür” diyecektir.”(hadisi Müslim
rivayet etmiştir.)
Allah onlara fetih verdiği zaman insanların takdim ettiklerinin en büyüğü
namaz kılmak olur; “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar
verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten
nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.”(Hac 41)
Namaz, Kabir Azabından Kurtuluştur
Şüphesiz Allah Azze ve Celle’ye taat, insanın öne geçirdiği ve kabrine
götüreceği iyiliktir. Allah Teala buyuruyor ki; “Kim inkâr ederse, inkârı kendi
aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (yerlerini)
hazırlamış olurlar.”(Rum 44) Mücahid; “Kabirlerindeki yerlerini hazırlamış
olurlar” demektir” dedi.
Enes r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Ölüyü üç
şey takip eder, ikisi geri döner biri kalır. Onu yakınları, malı ve ameli takip
eder, yakınları ve malı geri döner, ameli ise onunla kalır.”(Buhari ve Müslim
rivayet etmiştir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrinde mümin ile Salih amelinin
ayrılmadan onunla nasıl arkadaşlık edeceğini detayları ile anlatmıştır. Bera
r.a.’ın rivayet ettiği uzun bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,
mümin hakkında şöyle buyurmuştur; “Ona güzel koku getirilir ve kabri gözünün
alabildiği yere kadar genişletilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokulu
birisi ona gelerek; “Kolaylık, Allah’ın hoşnutluğu, içinde kalıcı nimetler olan
cennet ve vaad olunduğun bu gün ile sevin” der. Mümin; “Allah seni de hayır ile
müjdelesin. Sen kimsin? Senin yüzün kendisinden ancak hayır gelecek kimsenin
yüzüdür.” der. O da; “Ben senin Salih amelinim. Senin hakkında ancak Allah’a
itaatte hızlı olduğunu, O’na isyanda ise geri kaldığını biliyorum. Allah sana
hayırlı karşılık versin” der. Sonra ona cennetten bir kapı açılır.”(Sahihtir.)
Namaz, sahibini kabir azabından korumak için Salih amellerin önünde gelir.
Ebu Hureyre r.a.’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyuruyor; “Ölü kabrine konduğu zaman, gelip gidenlerin ayak
seslerini işitir. Eğer mümin ise, namaz başının yanında, oruç sağında, zekat
solunda, sadaka, sılayı rahim, insanlara iyilik gibi hayırlı amelleri de ayakları
tarafında olur. Başı tarafından gelindiğinde namaz der ki; “benim tarafımdan
giriş yoktur”, sonra sağından oruç; “Benim tarafımdan giriş yoktur “, solundan
zekat; “Benim tarafımdan giriş yoktur”, ayakları tarafından da hayırlı
amelleri; “bu taraftan da giriş yoktur” derler…”(Hasendir.)
Namaz, Ölülerin ve Azap Görenlerin Temennisidir
Ebu Hureyre r.a.’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yeni
defnedilmiş bir kabre uğradı ve buyurdu ki; “Sizin küçük gördüğünüz iki hafif
rekatlık bir namazın bu kimsenin ameline eklenmiş olması, bu kimse için
dünyanızın kalan kısmından daha sevimli olurdu.”(Sahih)
İbrahim Bin Zeyd el-Abdî der ki; “Riyah el-Kaysî bana geldi ve şöyle dedi;
“Ey Ebu İshak! Benimle gel de ahiret ehlinin yanına gidelim.” Beraber bir kabristana
gittik ve bu kabirlerden birinin yanında oturduk. Dedi ki; “Ey Ebu İshak! Ne
dersin şimdi bu ne temennî ediyordur?” dedim ki; “Allah’ın kendisini dünyaya
döndürmesini, böylece orada Salih amellerde bulunmayı istiyordur” Dedi ki;
“Bunu biz de isteriz” Sonra kalktı, çabaladı, yoruldu. Az bir süre sonra öldü.”
Şüphesiz ölüm, bu dünya ile karar yurdu arasındaki fasıladır ve imtihan
yurdu ile neticelerin zuhur edeceği diyar arasındaki sınırdır. Ölümden sonra
artık mazeret kabul edilmeyecek, iyiliklere bir ekleme ve kötülüklerden bir
çıkarma yapılamayacaktır. Ne hile, ne fidye, ne altın ve ne de gümüş geçerli
olmayacaktır. Allah Teala buyuruyor ki; “Nihayet onlardan (müşriklerden)
birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" Ta ki
boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım. Hayır! Onun söylediği
bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri
güne kadar (süren) bir berzah vardır.“(Müminun 99-100)
“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan
alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi
birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de
sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan
harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır.”(Münafıkun 9-11)
“Azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı? dediklerini
görürsün.”(Şura 44) Onlar tekrar dünyaya dönmeyi isteyeceklerdir. Aynı şeyi
cehennem üzerinde durdurulduklarında da isteyeceklerdir. Allah Azze ve Celle
buyuruyor ki; “Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya
geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan
olsak!" dediklerini bir görsen!..”(En’am 27) Rablerine arz edildikleri
zaman da bunu temenni edeceklerdir; “O günahkârların, Rableri huzurunda
başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi
(dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık"
diyecekleri zamanı bir görsen!”(Secde 12)
Bu dönüş istekleri cehennem onları kuşattığı zaman da tekrar edecektir.
Allah Teala buyuruyor ki; “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce)
yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek
kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi?
(Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.”(Fatır
37)
“Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de
günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler.”(Mümin
11)
Katade r.a., “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında:
"Rabbim! der, beni geri gönder;" Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi
iş (ve hareketler) yapayım. Hayır!” ayeti hakkında şöyle dedi; “el-A’
Bu yüzdendir ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize şöyle tavsiyede
bulunmuştur; “Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz; ihtiyarlıktan önce
gençliği, hastalıktan önce sıhhati, fakirlikten önce zenginliği, meşguliyetten
önce boş vakti ve ölümden önce hayatı”(sahihtir.)
Amel etme ve ahiret azığı artırmaya imkan varken bu fırsatı kaçıranların
geri kaldıkları ve ihmal ettikleri amelleri temenni etmeleri fayda vermez. Kim hayatı
zamanında amel etme fırsatını kaçırırsa, ölümden sonra o fırsatı yakalayamaz.
İşte o zaman amel etmek için dönmeyi arzular fakat iş işten geçmiştir. O gün
çok büyük pişmanlık çeker de bu nedameti gideremez; “Artık, bundan önce
benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde
çekilmiştir.”(Sebe 54) Yani arzu ettikleri geri dönüş ve tevbedir. Yine Allah
Teala buyuruyor ki; “Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden
önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız,
itiraz da edemezsiniz. Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların
üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.”(Şura 47-48)
Namaz, Allah Teala’nın Azabından Kurtuluştur
Abdullah Bin Mesud r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki; "İşlediğiniz günahın ateşiyle yandıkça yanarsınız. Sabah namazını
kıldığınızda o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz günahların ateşiyle yandıkça
yanarsınız. Öğle namazını kıldığınızda bu namaz o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz
günahların ateşiyle yandıkça yanarsınız. İkindi namazını kıldığınızda bu
namaz o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz günahların ateşiyle yandıkça
yanarsınız. Akşam namazını kıldığınızda bu namaz o ateşi söndürür. Sonra
işlediğiniz günahların ateşiyle yandıkça yanarsınız. Yatsı namazını
kıldığınızda bu namaz o ateşi söndürür, günahlarınızı affettirir. Sonra
uyursunuz, artık uyanıncaya kadar size günah yazılmaz."(Hasendir.)
Enes Bin Malik r.a.'den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki; "Şüphesiz Allah'ın bir meleği vardır ki, her namaz vaktinde;
"Ey Ademoğulları! Kalkın yaktığınız ateşinizi söndürün" diye nida
eder."(Hasendir.)
İbn Mesud r.a. dedi ki; "Şüphesiz Allah şu iki kişiye güler; bunlardan
birisi, soğuk bir gecede yatağından ve büründüğü örtüsünden kalkıp abdest alan
sonra namaz kılan kişidir. Allah Teala meleklerine şöyle der; "Kulumun
böyle yapmasının sebebi nedir?" Melekler de; "Ey Rabbimiz! Senin
katındakileri ümit ediyor ve yine senin katındakinden korkuyor" derler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle
şöyle buyurur; "Muhakkak ki ona umduğu şeyi verdim, korktuğu şeyden de
emin kıldım."(Hasendir.)
Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma dedi ki; "Rüyamda her birinin
elinde demirden birer tokmak ile iki melek geldi. Sonra elinde demirden tokmak
olan bir melekle daha karşılaştım. "Sana korku yok. Şayet gece namazlarını
artırsaydın sen ne güzel bir kimse olacaktın." Dediler. Sonra beni
cehennemin kenarına götürdüler."(Buhari ve Müslim)
Abdurrahman Bin Semure r.a.'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir;
"Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi. Biz
Medine'deki Suffe'de idik. Buyurdu ki; "Dün gece şaşırtıcı bir şey gördüm…
Ve meleklerin azaba götürmek istediği ümmetimden bir adam gördüm. Namazı geldi
onu ellerinden kurtardı."
Nitekim Allah Azze ve Celle, sabah ve ikindi namazlarını muhafaza edenleri
cehennemden kurtaracağına dair güvence vermiştir. Umare Bin Ruveybe r.a.,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir;
"Güneş doğmadan önce ve batmadan önce namaz kılan bir kimse cehenneme
girmeyecektir."(Müslim rivayet etmiştir.)
Namazı terk etmeyen isyan ve fesat ehli, günah işlemelerine rağmen
namazlarının faydasını görürler. Namaz onların, günah işlemeleri yüzünden
girdikleri cehennemden kurtulmalarına sebep olur. Ebu Hureyre r.a.'den;
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Allah kulları
arasında hükmetme işini bitirince, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet
edenlerden merhamet etmek istediklerini cehennemden çıkarmayı diler. Allah
onların çıkarılmalarını emreder. Onlar secde izlerinden tanınırlar. Allah
cehenneme ademoğullarından secde izlerini yemesini haram kılmıştır. Korkmuş bir
halde çıkarılırlar. Üzerlerine hayat suyu denilen su dökülür. Böylece selin
daneyi yeşerterek bitirdiği gibi yenilenirler."
Allah Teala buyurur ki; "Namazı kılın, zekâtı verin, önceden
kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız."(Bakara
110) Namaz sahibini koruyacak ve ona şefaat edecektir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kim öğle
namazından önce dört ve sonra dört rekat namaz kılmaya devam ederse cehenneme
haram kılınır."(Sahihtir.)
Namaz Dereceleri Yükseltir
Allah Teala buyuruyor ki; "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana
mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer
bir makama göndereceğini umabilirsin."(İsra 79) Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e gece namazı sayesinde makam-ı mahmud verilmiş ve en şerefli
makama nail olmuştur.
Muaz Bin Cebel r.a. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellm'e; "Bana
cennete girmeme vesile olacak bir amel söyle" deyince buyurdu ki;
"Aferin! Önemli bir mesele sordun. O Allah'ın kolaylaştırdığı kimselere
kolaydır; Farz kılınmış namazı kıl, farz kılınmış zekatı ver ve Allah'a hiçbir
şeyi ortak koşma"(Hasendir.)
Ka'b Bin Ucra r.a.'den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
yanımıza geldi. Biz yedi kişiydik. Dört kişi azatlılarımızdan, üç kişi de
Araplardan idi. Onun mescidinde bize gözükmesini bekliyorduk. Buyurdu ki;
"Neden oturuyorsunuz?" biz de; "Namazı bekliyoruz" dedik.
Bir müddet sustuktan sonra bize dönerek buyurdu ki; "Rabbiniz ne buyuruyor
biliyor musunuz?" "Hayır" dedik. "Şüphesiz Rabbiniz;
"Kim namazı vaktinde kılar ve buna hakkını hafife almadan ve zayi etmeden
devam ederse, onun bende onu cennete koyacağıma dair ahdi vardır. Kim de
vaktinde kılmaz, hakkını hafife alıp zayi eder, muhafaza etmezse onun bende bir
ahdi yoktur. Dilersem azap ederim, dilersem onu bağışlarım."(Hasendir)
Amr Bin Murre el-Cuhenî r.a. dedi ki; "Birisi Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e geldi ve; "Ey Allah'ın Rasulü! Ne dersin, Allah'tan
başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet eder, beş
vakit namazı kılarsam, zekatı verir, Ramazan orucunu tutarsam ben kimlerden
sayılırım?" dedi. Buyurdu ki; "Sıddıklardan ve
şehidlerden!"(Sahihtir.)
Rebîa Bin Ka'b dedi ki; "Gece peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ile kalırdım. Onun abdest suyunu getirir, ihtiyaçlarını görürdüm. Bana;
"Benden iste" dedi. Ben de; "Cennette seninle beraber olmak
isterim" dedim. "Bundan başka?" dedi. "Sadece onu
isterim" deyince buyurdu ki; "O halde kendin için çok secde etmekle
bana yardımcı ol"(Müslim rivayet etmiştir.)
Abdullah Bin Amr r.a.'dan; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki; "Cennette dışından içi gözüken, içinden de dışı gözüken bir oda
vardır." Ebu Malik el-Eşarî; "Ey Allah'ın Rasulü! O kimler
içindir?" diye sordu. Buyurdu ki; "Güzel konuşan, yemek yediren ve
insanlar uykudayken geceyi ibadetle geçirenler için"(Sahihtir.)
Ukbe Bin Amir r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Herhangi bir kimse en güzel şekilde abdest alır, tüm kalbi ve yüzü ile
ona yönelerek iki rekat namaz kılarsa cennet ona vacip olur."(Müslim
rivayet etmiştir.)
Ebu Musa r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"İki serinlik (sabah ve ikindi) namazını kılan cennete girer"(Buhari
ve Müslim)
Ebu Umame r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
"Namaz ardından namaz kılıp ikisi arasında boş iş yapmayan İlliyyin (yüceler)den
yazılır."(Hasendir.)
Sa'd Bin Ebi Vakkas r.a. dedi ki; " İki erkek kardeş vardı.
Bunlardan biri diğerinden kırk gün kadar önce vefat etti. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in yanında bunlardan birincinin faziletleri zikredildi. Bunun
üzerine Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm;
"Diğeri müslüman değil miydi?" diye sordu.
"Evet, müslümandı ve zararsız bir kimseydi!" dediler. Buyurdu
ki;
"Öldükten sonra, namazının ona ne kazandırdığını biliyor musunuz?
Namazın misali, sizden birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş kere
girip yıkandığı suyu bol ve tatlı bir nehir gibidir. Bu (nehrin) onun üzerinde
kir bıraktığını göremezsiniz. Siz ona namazının neler ulaştırdığını
bilemezsiniz."(Sahih)
Ebu Hureyre r.a.'den; "Kudae kabilesinin mahallelerinden Beliy'den
iki kişi vardı. Bunlardan biri Allah yolunda şehid edildi. Diğeri ise ondan
sonra bir yıl daha yaşayıp vefat etti. Talha Bin Ubeydullah dedi ki;
"Rüyamda sonra vefat edenin cennete şehitten önce girdiğini gördüm ve buna
hayret ettim. Sabah olunca bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e
anlattım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Sonra vefat
eden onun ardından ramazan ayı boyunca oruç tutmadı mı, bir yıl boyunca altı
bin şu kadar rekatlık namaz kılmadı mı?" İbni Hibban Sahih'inde bunu şu
fazlalık ile rivayet etmiştir; "İkisinin arasında göklerle yer arası kadar
mesafe vardır."(Sahihtir.)
Ebu Hureyre r.a.'den; "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah
namazı vakti Bilal'e dedi ki; "Ey Bilâl! Müslüman olduktan sonra yaptığın
ibadetler arasında en fazla sevap beklediğin hangisidir? Çünkü ben cennette,
senin ayakkabılarının tıkırtısını önümde duydum” diye sordu. Bilâl de:
"Gece veya gündüz abdest aldıktan sonra bu abdestle kılabildiğim kadar
namaz kılarım. En fazla sevap beklediğim ibadet budur, dedi."(Buhari
rivayet etmiştir)
Ebu Hureyre r.a.'den; "Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdu
ki; "Dikkat edin! Size Allah'ın onlar sebebiyle hataları sildiği ve
dereceleri yükselttiği şeyleri bildireyim mi?" dediler ki; "Evet ey
Allah'ın Rasulü!" şöyle buyurdu; "Güçlükler de olsa abdesti güzelce
almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı
beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur”(Müslim ve başkaları
rivayet etmiştir.)
Yine Ebu Hureyre r.a. rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki; "Kim sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip
gelişinde Allah Taâlâ o kimseye cennetteki yerini hazırlar"(Buhari ve
Müslim)
İbni Abbas radıyallahu anhuma Allah Teala'nın; "And olsun Zikir'den
sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye
yazmıştık."(Enbiya 105) ayeti hakkında şöyle demiştir; "Cennete
beş vakit namazı cemaat ile kılanlar varis olacaklar demektir." Yine;
"İşte bunda, (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır."(Enbiya
106) ayeti hakkında da; "Namazları cemaat ile kılanlar burada müjdelenen
abidlerdir" dedi.
Namaz, Sahibini Cennette Allah'ın Cemalini Görmeye Layık Kılar
Cennetliklerin Rableri Tebarek ve Teala'yı görmeleri, işe canla başla
girişenlerin ona koşuşturacağı, mücadele edenlerin onun için mücadele edeceği,
yarışanların onun için rekabet edeceği bir gayedir. Böyle bir şey için çalışsın
çalışanlar! Cennetlikler ona nail oldukları zaman diğer nimetleri unuturlar.
Cehennemliklerin ise ondan mahrum edilmesi ve perdelenmeleri onlara cehennem
azabından daha şiddetli gelecektir.
El-Hasen (el-Basrî) rahimehullah diyor ki; "Şayet âbidler kıyamet
gününde Rablerini göremeyeceklerini bilseler, elbette (bunun üzüntüsünden)
ölürlerdi." Yine ondan gelen diğer bir rivayette şöyle der; "elbette
canları erirdi."
Arap yarımadasının abidlerinden Nafi şöyle derdi; "Keşke Rabbim,
amelimin karşılığı olarak kendisine bakmamı nasip eylese ve sonra "Ey
Nafi! Toprak ol" dese."
Kalıbı ve ruhuyla namazları muhafaza etmek ve nafileleri artırmanın, kalbin
safâsı, nefsin tezkiyesi, vicdanın temizliği, ruhun yücelmesi ve kutsal aleme
ulaşması bakımından başka şeylerde görülmeyen bir tesiri vardır. Namaz nefsi,
uhrevî tecellîlerle karşılaşmaya, ilahi nefhalara yönelmeye ve özellikle de
Allah Teala'yı ahirette görmeye layık hale getirir.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rab Tebarek ve Teala'yı
görmek ile namazı birbiri ile alakalandırmıştır. Cerir Bin Abdullah el-Becelî
r.a. diyor ki; "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik.
Dolunay halindeki aya baktı ve buyurdu ki;
"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz
göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça
görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size
galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın,
vaktini geçirmeyin)."
Cerir der ki: "Resûlullah, sonra şu ayeti okudu: "Rabbini
güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et" (Tâ-ha
13)"(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)
Enes Bin Malik r.a.'den; Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki:
"Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler.
Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle
güzellikleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler.
Hanımları:
"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz
artmış!" derler. Erkekler de:
"Vallahi sizler de bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!"
derler."(Müslim rivayet etmiştir)
Onlar "Mezid günü"nde Cuma namazı vaktinde toplanmışlardır.
Bazı hadislerde Allah'ın onlara o gün tecelli edeceği ve onlardan her birinin
orada bulunacağı rivayet edilmiştir.
Namazın
Terki Küfürdür.
Allah Teala müşrikler hakkında şöyle buyuruyor; "Eğer
tevbe eder, namazı kılar, zekatı verirlerse onlar sizin din kardeşlerinizdir."(Tevbe
11) Yani, şirklerinden ve küfürlerinden tevbe ederler, namazların farz olduğuna
inanarak kılarlar, şartlarını yerine getirirlerse ve farz olan zekatı
verirlerse onlar İslam dininde kardeşlerinizdir. Ayetin mefhumu; şirkinde,
namazı terk etmede veya zekatı terkte ısrar eden sizin İslam'da din
kardeşleriniz değildir demektir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
"İnsanlarla "La ilahe illallah deyinceye, namazı kılıncaya ve zekatı
verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde kanlarını ve
mallarını benden ancak İslam hakkıyla korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a
aittir."(Buhari ve Müslim)
Cabir Bin Abdullah r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem buyurdu ki; "Kişi ile küfür arasında namazın terki
vardır."(Müslim)
Yine buyurdu ki; "Kişi ile şirk ve küfür arasında
namazın terki vardır."(Müslim)
Diğer metninde şöyle geçer; "Kul ile küfür arasında
ancak namazın terki vardır." Diğer bir hadiste de şöyle buyurmuştur;
"Bizimle onlar arsındaki ahit namazdır. Kim onu terk ederse kafir
olur."(sahihtir.)
Mihcen Bin el-Edra el-Eslemî, Peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem'in bulunduğu mecliste namaz için ezan okudu. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem namaza kalktı, Mihcen ise yerine döndü. Ona; "Sen
müslüman değil misin? Neden bizimle namaz kılmıyorsun?" buyurdu. Dedi ki;
"Ben evde kılmıştım" bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu;
"önceden kılmış olsan da buraya geldiğinde insanlarla beraber namaz
kıl."(Sahih) bunun anlamı; "Eğer müslüman isen kılarsın"
demektir.
Müminlerin emiri Ömer Bin el-Hattab r.a. dedi ki;
"Namazı terk edenin islamdan bir nasibi yoktur." Diğer bir rivayette
şöyle demiştir; "Namazı terk edenin İslam'da bir hakkı yoktur."
İbn Mesud r.a. dedi ki; "Namazı terk edenin dini
yoktur."(Hasendir.)
Abdullah Bin Şakik Ebu Hureyre r.a.'den rivayet ediyor;
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabeleri namazın terki
dışında bir amelin terkini küfür olarak görmezlerdi."(Sahihtir)
Ebud Derda r.a.'den; "Namazı olmayanın imanı,
abdesti olmayanın da namazı yoktur."(sahihtir.)
İbrahim en-Nehaî dedi ki; "Namazı terk eden kafir
olmuştur." Eyyub dedi ki; "Namazı terk edenin kafir olduğu konusunda
ihtilaf edilmemiştir."
İmam Ahmed rahimehullah dedi ki; "Kişinin namaz
kılmayan, cünüplükten gusletmeyen ve Kuran öğrenmeyen eşiyle kalmasının helal
olmamasından korkarım."
İbnul Cevzi rahimehullah diyor ki; "Bedeni sıhhatli
olmasına rağmen namaz kılmayanın şahitliği geçersizdir. Müslümanın onu
yedirmesi, kızını onunla evlendirmesi, onunla aynı çatı altına girmesi helal
olmaz."
Farz olduğuna inandığı halde tembelliğinden dolayı namazı
terk edenin küfrünün dinden çıkaran küfür olmasında alimler ihtilaf ettiler. O
halde biz namazı terk edenin kulağına şunu fısıldayalım;
Tevhid dini olan İslam dinine mensup olman ve Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetinden olmanın alimler arasında ihtilaf
sebebi olması seni razı eder mi? Bir grup alim; "Sen kanı, malı helal olan
kafirsin, müşriksin, sen yaşamayı hak etmiyorsun! Müslümanların veliyul-emri
seni mürted olduğun için öldürmelidir. Senin müslüman bir kadınla evlenmen caiz
değildir. Şer'an çocuklarının velisi de olamazsın. Sen ne varis olabilir, ne de
miras bırakabilirsin. Sen ölünce yıkanmaz, cenaze namazın kılınmaz ve
Müslümanların kabristanına gömülemezsin! Sen firavun, haman, Ubey Bin Halef ve
diğer din düşmanlarıyla beraber sonsuza kadar cehennemde kalacaksın"
derlerken, diğer bir grup alim; "Bilakis sen (kafir olmasan da) fasık,
isyankar, günahkar birisin. Namazı terk etmede ısrar edersen ceza olarak
öldürülmen gerekir!.." diyor.
Namazın Terki En Büyük Günahtır
Muhammed Bin Nasr el-Mervezî'den; İshak (Bin Rahuye)
şöyle dedi; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den namazı terk edenin
kafir olduğuna dair rivayetler sahih olarak sabit olmuştur. Aynı şekilde
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından ilim ehli, özürsüz olarak
kasten bir namaz vaktini kılmadan geçirenin kafir olduğu görüşündedirler."
İmam İbn Hazm rahimehullah der ki; "Şirkten sonra
vakti çıkıncaya kadar namazın kılmamaktan ve haksız yere bir mümini öldürmekten
büyük bir günah yoktur."
Muhakkik İmam İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah diyor
ki; "Müslümanlar farz namazın kasten terk edilmesinin en büyük günah
olduğunda ihtilaf etmemişlerdir. O Allah katında, bir kimseyi öldürmenin
günahından, hırsızlıktan, zinadan ve içki içmekten daha büyük bir günahtır.
Namazı terk eden, Allah'ın gazabına, dünyada ve ahirette aşağılanmaya
maruzdur."
İmam Zehebi rahimehullah diyor ki; "Namazı vaktinden
erteleyen büyük günah sahibidir. Bir vakit namazı hiç kılmayan zina etmiş veya
hırsızlık yapmış gibidir. Zira namazı terk etmek veya onu kaçırmak büyük
günahtır. Bunu yinelerse o büyük günah ehlinden olur. Ancak tevbe ederse o
başka. Şüphesiz namazı terk etmeye devam etmek, onu hüsrana uğrayan bahtsız
mücrimlerden yapar."
Namazın Terki Nifaktır
Allah Teala buyuruyor ki; "Şüphesiz münafıklar
Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına
çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler."(Nisa 142)
Yani; onlar gösteriş için namaz kılarlar ve bu onlara ağır gelir. Ondan sevap
ummazlar ve terkinden dolayı uğrayacakları cezaya inanmazlar.
İbn Abbas r.a.'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir;
"Kişinin namaza üşenerek kalkması çirkin görülmüştür. Lakin güler yüzle,
azimle, istekle ve sevinerek kalkması gerekir. Çünkü Allah ile münacat
yapacaktır. Allah şüphesiz kendisine yöneleni affeder ve dua ederse duasını
kabul eder."
Allah Azze ve Celle münafıklar hakkında şöyle buyurur;
"Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve
Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek
harcamalarından başka bir şey değildir."(Tevbe 54)
İbn Abbas r.a. diyor ki; "Onlar eğer cemaat arasında
olurlarsa namazı kılarlar. Yalnız iken ise kılmazlar." Onlar namazın
sevabını ummazlar ve terk etmenin cezasından korkmazlar. Nifak ibadette
üşengeçlik meydana getirir. Onların namaza rağbeti sadece insanların
hoşnutluğunu kazanmak, iman ettikleri görüntüsü vermek, kınanmaktan kaçmak ve
ganimet kazanmak içindir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkar ve onu da
huşu ve kalp huzuru ile kılmazlar. Onlar Yaratıcıdan yaratılmışlara
kaçanlardır! Tıpkı Allah Teala'nın onlar hakkında buyurduğu gibi; "Yazıklar
olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, Ve hayra da
mâni olurlar."(Maun 4-7)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı
geciktirenleri şöyle kötülüyor; "Bu münafığın namazıdır! –bunu üç defa
tekrarladı – biriniz oturur, güneşi gözetler, şeytanın boynuzları arasına
gelince – veya; şeytanın boynuzları üzerine gelince dedi – kalkar ve gagalar gibi
dört rekat kılar ve onda da Allah'ı çok az zikreder"(Müslim)
En kötü münafık bile namazı üşenerek kılar, vaktini
geciktirerek de olsa kılarken, ya hiç namaz kılmayanın, alnını Allah için
secdeyle tanıştırmayanın hali ne olur !!?
Abdullah Bin Mesud r.a. cemaat ile namaz hakkında şöyle
diyor; "Ancak münafıklığı bilinenlerin cemaatten geri kaldığını görürdük.
Hasta olan adam bile iki kişi arasında gelir safa dururdu."(Müslim)
İbn Ömer r.a. dedi ki; "Biz bir kimseyi sabah ve
yatsı namazlarında göremezsek onun hakkında kötü zanda
bulunurduk."(Sahihtir)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıkların yatsı
namazı ile ilgili durumu hakkında şöyle buyurmuştur; "Şayet onlardan biri
yağlı bir kemik bulacağını bilse mutlaka gelirdi."(Müslim) Yani; şayet
alabilecekleri bir dünyalık görseler ve buna emin olsalar mutlaka gelirler.
Yine onların işlerinden ve adetlerindendir ki; "Haydi şehvetlere
gelin" desen, koşa koşa gelirler. Ama haydi namaza deyince üşenerek
kalkarlar. Onlar günah konusunda sebatlıdır fakat taat konusunda
hareketsizlikte sebatlıdırlar.
Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki; "Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı ve sabah
namazlarıdır. Şayet bu namazlarda olanı bilselerdi, sürünerek de olsa
gelirlerdi. Ezan okutup namaza başlamayı, sonra
halkın namazını kıldırması için yerime birini bırakmayı, sonra da
beraberlerinde odun desteleri olan bir grup erkekle namaza gelmeyenlere
gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm."(Buhari ve Müslim)
Kurtubi rahimehullah diyor ki; "Yatsı namazına
gelmelerinin ağır gelmesi, gündüz çalıştıklarından yoruldukları içindir. Sabah
namazında ise uyku daha tatlı geldiğinden ağır gelir. Şayet kılıç korkusu
olmasa yine gelmezlerdi."
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in onlar hakkında
şöyle demesi ne kadar doğrudur; "Şüphesiz Allah her kibirli kaba saba
kimseden, oburdan, sokaklarda bağıran, geceleri ceset gibi yatan gündüzleri
merkep gibi çalışandan ve dünya işlerinin alimi olup ahiret işlerinin cahili
olan kimseden nefret eder."(Sahihtir)
Münafıklar geceleri odun, gündüzleri gürültücü olur. Gece
karanlığı onları örtünce odun gibi uyurlar. Ne Allah'ı zikrederler ne de namaz
kılarlar. Sabah olunca dünya hırsı ve tamahı ile gürültüye başlarlar. Bu yüzden
onlar hakkında; "Gece ceset gibi yatan, gündüzleri merkep gibi olan"
buyrulmuştur. Böyle denmesinin sebebi, gün boyunca dünya işi için çalışıp gece
boyunca da ölü gibi hareketsiz yattıkları içindir. Katade r.a. diyor ki;
"Münafık gece kalkamaz"
Münafıklar, kıyamet gününde müminlerin rablerine yaptıkları
secdelere katılmak isteyecekler, buna güç yetiremeyeceklerdir. Onlardan her
hangi biri secde etmeye çalıştıkça sırt üstü kapaklanacaktır. Zillet ve
aşağılık içinde kalacaklardır. Allah Teala buyuruyor ki; "O gün
baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. Gözleri
horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar,
sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı)."(Kalem
42-43)
Namazın Terki, Karalık, Karanlık ve
Dünya İle Ahirette Helak Sebebidir
Namazı terk etmek, kalbi karanlıklaştırır ve yüzü
karartır. Zira taat nurdur, günah karanlıktır. Karanlık kuvvetlendikçe
şaşkınlık artar. Öyle ki namazı terk eden yalnız başına karanlığa çıkan kör bir
kimse gibi farkında olmadan sapıklıklara düşer. Bu karanlık kuvvetlendikçe
gözde belirir, sonra yüzü kaplar. Basiret ehlinin fark edeceği şekilde kararır.
İşte o zaman kendisiyle hayırlı insanlar arasında bir soğukluk meydana gelir.
Bu soğukluk arttıkça onlardan uzaklaşır, onlardan faydalanma bereketinden
mahrum kalır. Rahman'ın taraftarlarından uzaklaştığı oranda şeytanın
taraftarlarına yakınlaşır. Bu hal, Cebbar ve Melik olan Allah'a arz olunacağı
günde kötü arkadaşlarla beraber olmaya ve şerlilerden olmaya kadar sürer;
"İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları
hep kayıptadırlar."(Mücadele 19)
Abdullah Bin Amr r.a. peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor; "Kim namazı muhafaza ederse
onun için kıyamet gününde bir nur ve bir burhan olur. Namazı muhafaza etmeyen
için ise kıyamet gününde nur, burhan ve kurtuluş olmaz. O kıyamet gününde
Karun, Firavun, Haman ve Ubey Bin Halef ile beraber olur."(sahihtir.)
Bazı ilim ehli şöyle der; “Namazı terk eden bu dört
kimseyle haşrolunur. Çünkü namazı terk edeni, ya malı, ya reisliği, ya
memuriyeti, ya da ticareti engeller. Namaz kılmaktan malı engelleyenler
Karun’la beraber, saltanatı engelleyenler Firavunla beraber, memuriyet ve
vezirliği engelleyenler, Haman ile beraber ve ticareti engelleyenler Mekke
kafirlerinin tüccarı olan Ubey Bin Halef ile beraber haşrolurlar.”
Allah'ın peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve
Salihlerle arkadaşlık ile nimetlendirmesini, yukarıda sayılanlara arkadaşlık
karşılığında satanlar ne kadar akılsız kimselerdir! Allah'ın gazabı ve laneti
onlar üzerinedir. Onlar için kötü bir varış yeri olan cehennem hazırlanmıştır!
Namazı Terk Etmek Kötü Sona Sebeptir
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;
"Ameller ancak sonuçları iledir" buyurmuştur.(Buhari)
Yine buyurmuştur ki; "Her kul hangi halde öldüyse
onunla diriltilir"(Müslim)
Namazı kötü kılmak kötü sonu hazırlayan sebeplerden
olunca, onu hiç kılmamak nasıl olur?!! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
rükusunu tam yapmayan, secdesini de gagalar gibi yaparak namaz kılan birini
görünce şöyle buyurur; "Şayet bu durumda ölseydin, Muhammed'in (sallallahu
aleyhi ve sellem) dini dışında bir din üzere ölmüş olurdun."(Hasendir)
Namazı terk edenlerin ölüm hallerine şahid olan nice
kimseler bundan ibret almışlar, durumun ciddiyeti onlara gizli kalmamıştır.
Kalbi Allah'ın zikrinden gafil olan, hevasına uyan ve işi ihmalkarlık olan
kimse nasıl güzel sona muvaffak olabilir? Namazı zayi eden ve onu terk etmekte
ısrar eden kimse nasıl kötü sona uğramaz?!!
Namazı Terk Etmek Kabir Azabına
Sebeptir
Allah Teala buyuruyor ki; "Kim de benim
‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır”
(Tâhâ, 124) Bu ayette geçen sıkıntılı geçim ifadesi kabir azabı olarak tefsir
edilmiştir. Şüphesiz kabir azabı sıkıntılı hayattandır ve Allah onu dünyada,
berzahta ve kıyamet gününde zikrinden yüz çevirenlere musallat edecektir. İbnul
Kayyım rahimehullah diyor ki; "Allah Teala'nın; "İyiler muhakkak
cennettedirler, Kötüler de cehennemdedirler."(İnfitar 13-14) ayetini
yalnızca kıyamet gününe has zannetme. Aksine onlar hayatlarının üç devresinde
de nimetler içinde, diğerleri ise hayatlarının üç devrelerinde de
azaptadırlar."
Namazı terk eden,
cehennem ehli günahkarların amelini işlemektedir. Şayet Allah'a Nasuh tevbesi
ile tevbe edemeden ulaşırsa Allah korusun kötü son ile ölür. Sonra kötü ameli
ona kabrinde arkadaşlık etmek için gelir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem günahkar kimsenin gömüldükten sonraki durumu hakkında şöyle
buyurmuştur;
"Ona çirkin suratlı, çirkin elbiseli, kötü kokulu
bir adam gelir ve der ki; "Kötülüklerinle müjdelerim seni. Bu senin vaad
olunduğun gündür." O da; "Allah da seni şer ile müjdelesin. Sen
kimsin? Yüzün ancak şer getiren kimsenin yüzü gibidir" der. "Ben senin
pis amelinim" diye karşılık verir."(Sahihtir.)
Kıyamet gününe kadar elim azap içinde kalır. Semura Bin
Cundeb r.a.'den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Gece
iki kişi gelip elimden tutup götürdüler…" bu şekilde başlayan hadiste şu
ifadeler de geçer; "Derken uzanıp yatmakta olan bir adamın yanına vardık.
Bir adam onun başucunda durmuş bir kayayı başına atıyor ve onun başını taş
yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, tekrar gelip onu yakalıyordu. Bakıyor ki
başı tekrar eski haline sapasağlam olarak gelmiş. Yine vuruyor, yine yarılıyor.
Taş geliyor ve onu eski halinde sapasağlam buluyor…" hadis böyle devam
ediyor. iki melek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gördüğünü şöyle
açıklıyorlar; "Hani o gördüğün o başı taşla yarılan adam var ya, o adam
Kuran'ı alıp okumadan bir kenara bırakıyordu. Farz namazdan yana uykudaydı,
kılmıyordu."
Namazı Terk Etmek "Sekar"
Ashabının Şiarıdır
"Sen biliyor musun sekar nedir? Hem (bütün bedeni
helâk eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten)
vazgeçmez o. İnsanın derisini kavurur. Üzerinde on dokuz (muhafız melek)
vardır.`(Müddessir 27-30)
"Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;
Ancak sağdakiler başka. Onlar cennetler içinde günahkârların durumunu sorarlar.
Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? Diye Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz
kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Bâtıla) dalanlarla birlikte
dalıyorduk`(Müddessir 38-45)
Namazı terk edenler sekar'dadır. Allah Azze ve Celle'ye
rüku etmekten kibirlenenler ve namaz vakitlerini geçirenlere veyl vardır. Allah
Azze ve Celle buyuruyor ki; "Onlara "Ruku edin" denildiginde
rukua varmazlar. O gün, (hakikatleri) yalan sayanlara veyl vadır!"(Mürselat
48-49)
"Fakat veyl o namaz kılanlara ki, Onlar
namazlarını ciddiye almazlar."(Maun 4-5)
Namazı zayi ve ihmal edenlere "el-gayy" vardır.
Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; "Sonra bunların arkasından bozuk bir
güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler; bunlar da
Gayya kuyusunu boylayacaklardır."(Meryem 59)
Ey namazı terk eden! Bir günde beş vakit namaz kılmanın
sayılamayacak kadar çok olan faziletleri, irin içmekten, demirlerle
doğranmaktan ve şiddetli azaba düçar olmaktan daha iyi değil mi?
Namazı
Terk Etmek Şehvetlere Batmanın Sebebidir
Burada namazı zayi etmenin, şehvetlere batmanın,
hatalarla kirlenmenin sebebi olduğu açıklanacaktır. Nitekim Allah Teala,
babaları hidayet üzere iken, namaza sarılmışlar, onu muhafaza etmişlerken ve
Allah'a yakın kimseler iken arkalarından gelen neslin namazı terk ettiklerini
haber vermiştir; "Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh geldi,
namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler; bunlar da Gayya kuyusunu
boylayacaklardır."(Meryem 59)
Namazı terk eden herkes mutlaka şehvetlerinin kölesi
olmaktadır. Bir kötülüğü diğer bir kötülük takip eder.
İmam Beyhaki rahimehullah der ki; "Peygamberler ve
öncekiler, kendilerine Rahman'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye
kapandıkları zikrediliyor ve övülüyorlar. Sonra da onların yolundan ayrılıp
kötülenenler zikrediliyor; "Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh
geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler." Sonra
varacakları kötü akibeti haber veriyor; "bunlar da Gayya kuyusunu
boylayacaklardır." Yani – Allahu a'lem – namazı terk ederek işlerini
düzeltmediler lakin yoldan döndüler. Onlar böyle devam ettikçe bir fesattan
diğer fesada düştüler. Yoldan sapıp da bir helakten diğer helake sürüklenen
kimse gibi fesadının sonu gelmez. Bu bize namazın değerinin büyüklüğünü ve
ibadetler arasındaki önemli yerini gösteriyor. Vallahu a'lem"
Namazın faydalarından birisinin hayasızlıktan ve
kötülükten alıkoyması olduğu gibi, hayasızlık ve kötülük de namazdan alıkoyar.
Bu hayasızlık ve kötülükler; insanı şehvetlere köle eden, namazdan alıkoyan
içki ve kumar gibi şeyleri getirir. Allah Teala buyuruyor ki; "Şeytan
içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"(Maide
91) Bu sebeple sarhoş olmak yüzünden namazı terk eden kimsenin musibeti büyük
olmuş ve cezası katlanmıştır;
Abdullah bin Amr r.a.'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem buyurdu ki; "Kim sarhoşlukla bir defa namazı terk ederse,
dünyayı ve içindekileri çalmış gibidir. Kim sarhoşluk sebebiyle dört defa
namazı terk ederse Allah'ın onu tıynetul habaldan içirmesi hak olur."
Denildi ki; "Tıynetul habal nedir ey Allah'ın Rasulü?" buyurdu ki;
"Cehennemliklerin akıntılarıdır."(sahihtir)
Namazı Terk Etmek Musibet Ve Beladır
Nevfel Bin Muaviye r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem buyurdu ki; “Kim namazı kaçırırsa sanki o ailesini ve malını yitirmiş
gibidir.”(sahihtir)
Abdurrazzak’ın rivayetinde hadisin metni şu şekildedir;
“Şüphesiz birinizin ailesini ve malını yitirmesi namaz vaktini kaçırmasından
hayırlıdır.”
İbn Ömer r.a.’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki; “İkindi namazını kaçıran sanki ailesini ve malını yitirmiş
gibidir.”(Buhari ve Müslim)
Ailesinden ve malından eksilenin buna şiddetle üzülmesi
gibi, namazı kaçıran işlediği günahtan ve kaçırdığı sevaptan ötürü üzülmelidir.
Bureyde r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i şöyle derken işittim; “Kim ikindi namazını terk ederse amelleri boşa
gider, iptal olur.”(Buhari)
Nitekim Allah Azze ve Celle zikrinden yüz çevirenleri
şöyle tehdit ediyor; “Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun
sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”(Taha
124)
Namazı terk eden, Allah ile harp halinde olma, hayatının
kötüleşmesi, kalbinin kirli olması, zihninin dağılması, fakirlik, durumunun
bozulması ve daha şiddetli ve aşağılayıcı olan ahiret azabı ile
müjdelenmektedir.
Namazı terk ederek günah işleyenlerin, mesuliyetinin
önemini, yaptığının kötülüğünü hissetmeyen ve Allah’ın cezalandırmasını
umursamayan kimselere dönüştüğü görülmektedir. “Ölümünü duyurmak ölüyü
yaralamaz.” Bil ki akibetlerin en şiddetlisi bilinen fakat ihmal edilendir.
Zira sahibi musibetinden gafildir. O sarhoş veya uyuşturulmuş gibi acının
farkında değildir. Kendisini bundan kurtarmaya da çalışmaz. Allah Teala buyuruyor
ki; “Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu
kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”(Haşr 19) “Onlar
Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!”(Tevbe 67) Allah Azze ve
Celle’ye itaate ilgisiz kaldıkları için Allah onların kalplerine gaflet
musallat eder ve tevbeye de muvaffak kılınmazlar.
Ebu Hureyre ve İbn Ömer r.anhum rivayet ediyorlar;
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minberi üzerinde şöyle buyurdu; “Ya bazı
kimseler cemaati terk etmeye son verecekler ya da Allah onların kalplerini
mühürleyecek ve gafillerden olacaklardır.”(Müslim). Böylece ahiretlerini harap
etseler de dünyalarını ıslah etmek için çalışacaklar ve yaptıklarını da güzel
zannedecekler.
El-Hasen (el-Basrî) dünya ehli hakkında diyor ki;
“Vallahi onlardan biri dünya için dirhem ödeneceğini duysa sana ağırlığını
haber verir de namaz kılmayı güzel bulmaz.”
Ebu Bekir Bin Ayyaş dedi ki; “Dünyayı sevenlerin miskini,
parasını düşürse “Biz Allah’tan geldik ve yine ona dönücüleriz” diyerek gününü
karartır da ömründen ve dininden eksilene üzülmez.”
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından
birisi de şöyle idi; “Musibetimizi dinimiz hakkında kılma!”(Hasendir)
Kul kaçırdığı her şeyi telafi edebilir ama Allah’ın
hakkını kaçırırsa asla onu telafi edemez. Şöyle bir kudsi hadis rivayet
edilmiştir; “Ey Ademoğlu! Seni bana ibadet etmen için yarattım, oyalanma!
Rızkına kefil oldum boşa yorulma! Ey Ademoğlu! Beni istersen bulursun. Beni
bulduğunda her şeyi bulmuşsun demektir. Beni kaybedersen her şeyi kaybedersin.
Ben sana her şeyden daha sevgiliyim.”
Namazı Terk Etmek, Şeytanın Kulu Eline
Geçirmesine Sebeptir
Allah Teala buyuruyor ki; “Kim Rahmân'ı zikretmekten
gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu
şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda
olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına:
Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü
arkadaşmışsın! der. Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda
sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta
ortaksınız." denir.”(Zuhruf 36-39)
Kim namazı zayi ederse Allah da onu zayi eder, onu terk
eder ve şeytanı ona arkadaş yapar. O ondan ne otururken ne giderken ayrılmaz. O
onun dostu ve kardeşi olur. Ne kötü bir dost ve ne kötü bir kardeş! Hastalık
kalbine yerleşerek orasını mesken edinir. Onu şöyle diyerek karşılar ve
selamlar; “Sana ne dünyada ne de ahirette kurtulamayacağın bir arkadaş olarak
verildim.”
Ebud Derda r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki; “Herhangi bir yerde üç kişi bulunur da içlerinde namaz kılan
olmazsa şeytan onları ele geçirir. Size cemaati tavsiye ederim. Zira kurt ancak
(sürüden) uzaklaşanı yer.”(Hasendir.)
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın
insanın kurdu ve en şiddetli düşmanı olduğunu beyan etmiştir. Tıpkı kuşun
yükseldikçe afetlerden uzaklaşması ve alçaldıkça afetlere yaklaşması gibi koyun
da çobana yakın oldukça kurttan selamette olur ve çobandan uzaklaştıkça da
helake yaklaşır. En güvence de olan koyun çobana en yakın olandır. Kurt ancak
çobandan en uzakta olan koyunu alır.
Selef’ten biri der ki; “Kulu Allah subhanehu ile şeytan
arasına atılmış gördüm. Allah’tan uzaklaştıkça şeytana yaklaşır, Allah’a
yaklaşırsa şeytan ona güç yetiremez.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, şeytanın mümini
Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymak için yaptığı tuzaklardan birini ve bu
tuzağı nasıl iptal edeceğimizi bize göstererek açıklamıştır. Ebu Hureyre r.a.
rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Şeytan
sizden birinin başı tarafına oturur ve o kimse uyursa üç düğüm atar. Her düğümü
atarken; “sen yat gece uzundur” der. Eğer uyanır ve Allah’ı zikrederse bir
düğüm çözülür. Eğer abdest alırsa ikinci düğüm de çözülür. Eğer namaz kılarsa
düğümlerin hepsi çözülmüş olur. Sabah olduğunda zinde ve gönül hoşluğu içinde
sabahlar. Bunları yapmazsa kötü bir halde ve tembellikle kalkar.”(Buhari ve
Müslim)
Uyuyup da namaz kılmayan şeytanın düğümlerine ve
vesveselerine teslim olur. Nefsini düşmanının eline kendisi teslim etmiş olur.
İbn Mesud r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında
birisinden bahsedildi ve; “O sabaha kadar uyur, namaza kalkmaz” denildi.
Buyurdu ki; “Şeytan onun kulaklarına bevletmiştir.”(Buhari) İbn Hibban’ın
rivayetinde onun farz namazı kılmadan uyuduğu geçmektedir.
Anlamı şudur; şeytan onu ele geçirmiş ve onu bevlini
edeceği bir helâ gibi hafife almıştır. Bir şeyi önemsemeyenlerin adeti onun
üzerine bevl etmektir.
Namazı Terk Etmek Emanete Hıyanettir
Allah Teala buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Allah'a ve
Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş
olmayasınız.”(Enfal 27) Bütün günahlar ve özellikle en önde namazın terki Allah
Azze ve Celle’ye hıyanettir.
Allah Subhanehu buyuruyor ki; “Allah size, mutlaka
emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman
adaletle hükmetmenizi emreder”(Nisa58)
“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de
onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan
yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”(Ahzab 72)
Allah Teala müminleri vasfederken şöyle buyuruyor; “Yine
onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler”(Muminun
8, Mearic 32)
Buradaki manası ile emanet, mücerred olarak emanet edilen
bir şeyi korumaktan daha geniş kapsamlıdır. O da Allah’ın kullarına emanet ve
emrettiği dinî yükümlülüklerdir. Bunları yerine getirdikleri zaman emaneti
ödemiş olurlar, yapmadıkları zaman da cezasını görürler. Ebul Âliye diyor ki;
“Emanet; emrolunan veya yasaklanan şeylerdir.”
Namaz Allah’ın bize korumamızla mükellef kıldığı
emanetlerin en önemlisidir. Onu zayi eden Allah Azze ve Celle’ye ihanet etmiş
ve ahdini bozmuş olur:
“Allah'ın size olan nimetini, "Duyduk ve kabul
ettik" dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü
hatırlayın.”(Maide 7)
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur; “Emaneti olmayanın imanı yoktur. Ahdi olmayanın da dini yoktur.”(Sahihtir.)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kimseyle
vedalaşırken; “Dinini, emanetini ve amelinin sonucunu Allah’a emanet ederim”
derdi.(Sahihtir.) Böyle derdi çünkü yolculuk meşakkatli olduğundan bazen bazı
şeylerden alıkoymaktadır.
Namazı Terk Etmek, Peygamberlere,
Meleklere Ve Diğer Salih Kullara Karşı Bir Suçtur
Zira teşehhüdde
şöyle demek gerekmektedir; “Allah’ın Salih kullarına selam olsun” Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Bunu söylediği zaman gökte ve
yerde olan bütün Salih kullara ulaşır.”(Buhari ve Müslim) Namazı terk eden,
Allah’ın Salih dostlarına ulaştırılan bu güzel selamı da terk etmiş olacaktır.
Namazı Terk Etmek İki Cihanda Allah’ın
Cezasına Düçar Olur
Muaz radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir; Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem bana şunu tavsiye etti; “Öldürülsen ve yakılacak
olsan da Allah’a hiçbir şeyi ortak koşma! Sana aileni ve malını elinden
çıkarmanı emretseler de ana babana isyan etme. Farz namazı kasten terk etme!
Zira kim farz bir namazı kasten terk ederse Allah’ın zimmetinden uzak
olur.”(Hasen ligayrihi)
Yani; dünyada azarlanmayı hak etmekten ve kınanmaktan
yana, ahirette de cezayı hak etmekten yana Allah Teala’nın güvencesinde olmaz.
İbn Hacer der ki; “Bu, onun hürmetinin düşmesine kinayedir. Zira bunu terk
etmesiyle kendini hapsedilme cezasına, alimlerden bir topluluğa göre de kafir
olarak değil de namazı zaruri vaktinden çıkarmasından dolayı had cezası olarak
öldürülmesine arz etmiş olur. Zamanımızdaki İmamlarımıza göre iş böyledir. İmam
Ahmed Bin Hanbel ve diğer alimlere göre ise o kafir olarak öldürüldüğünden
cenaze namazı kılınmaz ve Müslümanların kabristanına gömülmez.”
BAZI LÜZUMLU TENBİH VE TAVSİYELER
Dinde
Fakih Olmaya Çalışmak
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki;
“İlim talep etmek her müslümana farzdır.”(Hasendir.) Burada bahsedilen ilim,
kendisiyle farzların yerine getirildiği ilimdir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah
kimin hayrını dilerse onu dinde anlayışlı (fakih) kılar.”(Buhari ve Müslim) O
halde ey Müslüman kardeşim, din fıkhını öğrenmeye koş! İbadetinin özellikle de
namazın nasıl doğru olacağını öğren. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur; “Namazı, benim nasıl kıldığımı görüyorsanız öyle
kılınız.”(Buhari ve Müslim) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu
ancak alimlere sorularak ya da ilim kitaplarını mutalaa ederek öğrenilir.
Özellikle taharet ve namaz bilgileri Şeyh Nasıruddin el-Albanî’nin Sıfatu
Salatin Nebi (Peygamber S.a.v.’in Namaz Kılma Şekli) adlı eseri gibi kolay
öğrenilebilecek şekilde özetlenmiştir.
Namaz
Konusunda Nasihatleşmek
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi
“Din, nasihat” olduğundan ve namazında dindeki yeri aşikar olduğundan dolayı
namaz hakkında kusurlu olanı gördüğünde ona nasihat etmesi ve Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı düzgün kılmayan kimseye yaptığı gibi
öğretmesi müslümana vaciptir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem düzgün
namaz kılmayan kimseye; “Dön ve namaz kıl. Sen namaz kılmış olmadın” buyurmuş,
bu üç sefer tekrar etmiş sonunda şöyle demiştir; “Seni hak ile gönderene yemin
olsun bundan güzelini beceremiyorum. Bana öğret!” Bunun üzerine Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ona namazın gereklerini öğretmiştir.(Bu rivayeti
Buhari ve Müslim nakletmiştir.)
Meymun Bin Mihran der ki; “Bir kimsenin namazı düzgün
kılmadığını gören ve onu nehyetmeyen kimse, onu yılan ısıracakken uyur halde
görüp de uyandırmayan gibidir.” İmam Ahmed Bin Hanbel’e nisbet edildiğine göre
şöyle demiştir; “İyi bilin ki, bir kimse namazı güzelce ahkamına göre kılar,
sonra namazı düzgün kılmayan veya onu zayi eden birini görür de sükut ederse,
ona namazdaki hatasını bildirmez, bundan nehyetmez ve nasihat etmezse onun
kötülüğüne ortaktır. Eğer nehyetmez ve nasihat etmezse namazını güzel kılan da
kötü kılanın kötülüğüne ortaktır.”
İbn Kesir diyor ki; “Haccac b. Yusuf, bir defasında Said
b. Müseyyeb'in yanı başında namaz kıldı. Haccac, o zamanlar yetkisi olmayan bir
kimseydi. Namazda imamdan önce elini kaldırıyor ve yine imamdan önce secdeye
varıyordu. Selam verdikten sonra Said b. Müseyyeb, onun abasının yakasından
tuttu. Namaz sonrası zikrine devam etti. Haccac da yakasını onun elinden
kurtarmaya çalışıyordu. Nihayet Said, zikrini tamamladı ve Haccac'a dönüp şöyle
dedi:
"Ey hırsız, ey hain! Sen namazı böyle mi kılarsın?
Namazı bu şekilde kılarken şu ayakkabıyla senin suratına vurmak istedim."
Haccac, ona cevap vermedi, çekip gitti. Haccını yaptı, sonra dönüp Şam'a gitti.
Bilahare vali olarak Hicaz'a geldi. İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra vali olarak
Medine'ye geldi. Mescid-i Nebevî'ye girdiğinde Said b. Müseyyeb'in etrafında
insanlar oturmuşlardı. Haccac, ona doğru gitti. İnsanlar, Said'e zarar
vermesinden korktular. Gidip Said'in önünde oturdu ve ona:
"O sözlerin sahibi sensin değil mi?" dedi.
Said de eliyle göğsüne vurup:
"Evet." dedi. Haccac da ona:
"İyiliği öğretip iyi yolda terbiye verdiğin için
Allah sana hayır mükafat versin. Senden sonra her namaz kılışımda, bana
söylemiş olduğun o sözleri mutlaka hatırlardım." dedi. Sonra kalkıp
gitti.”
Eğer namazdan çalanın suçunu bir düşünürsen velayetin
altında olanlara bu suçun bulaşmasını istemezsin ve kendine olan şefkatin seni
ona nasihat etmemekten alıkoyar. Zira yöneticiler bozulursa yönetilenler de
bozulur. Fudayl Bin Iyaz diyor ki; “Malik Bin Dinar birisinin namazını düzgün
kılmadığını gördü ve; “Onun çoluk çocuğuna acıyorum” dedi. Deiler ki; “Ey Eba
Yahya! O namazını düzgün kılmıyor fakat sen çoluk çocuğuna acıyorsun öyle mi?”
dedi ki; “Bu onların büyüğüdür. Onlar bundan bu şekilde öğreniyorlar.”
Namazı
İlk Vaktinde Kılarak Muhafaza Etmek
Allah Teala buyuruyor ki; “Namaz müminler üzerine
vakitleri belli bir farzdır.”(Nisa 103) Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyuruyor ki; “Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan
namazdır.”(Buhari ve Müslim)
Kuran ve Sünnette namazı ikame etmekle geçen bütün naslar
namazı ilk vaktinde kılarak muhafaza etmeyi kastetmektedir.
Allah Teala buyuruyor ki; “Sonra bunların arkasından
bozuk bir güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler;
bunlar da Gayya kuyusunu boylayacaklardır. “(Meryem 59)
Ömer Bin Abdulaziz rahimehullah der ki; “Namazın zayi
edilmesi terk edilmesi değil, vaktini zayi etmektir.” Mesruk rahimehullah da
şöyle der; “Bir kimse beş vakit namazı muhafaza etmezse gafillerden yazılır.
Onu vaktinde kılmayarak geri kalmak ise helaktir.”
Allah Teala buyuruyor ki; “Yazıklar olsun o namaz
kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.”(Maun 4-5) Sa’d Bin Ebi
Vakkas r.a. der ki; “Namazı vaktinden çıkıncaya kadar ciddiye almazlar.” Oysa
bu namaz kılan kimselerdendir. Namaz kılarak veyl’den kurtulurlar fakat
vaktinde kılmayanlar veyl’i hak ederler.
Sabah
Namazını Mescitte Cemaatle Kılmaya Devam Etmek
Eğer Müslümanlar topluluğu olarak Allah Azze ve Celle
yanında ihmalkarlığımızın boyutunu kıyaslamak istersen sabah namazındaki
safların boşluğuna bak. Ancak Allah’ın merhamet ettiği azınlığı göreceksin.
Allah Teala’nın şu ayetini bir düşün; “Ne yazık şu kullara!”(Yasin 30)
Sanki sabah namazı bizden başkalarına farz kılınmış, sanki sabah namazı bizden
kaldırılmış gibi! Hayır! Aksine kalpler katılaşmış, gözler donmuş, gayretler
dinmiş!
İslam’a mensup olanlar arasında nispeten namaz kılanlar
ne kadar azaldı! Namaz kılanlar arasında da cemaate katılanlar azaldı. Sabah
namazını mescitte cemaatle kılanlar ise daha az. Hatta evlerinde yalnız namaz
kılanlar da daha az. Aman ya rabbi! İslam ehlinin uğradığı musibet nedir?! En
hayırlı olan bu ümmetin uğradığı bela nedir?!
Günahlarımızın bize musallat edilmesi ve merhamet
olunmamamız Allah’ın adaletinden değil midir? Durumumuz böyle olduğu halde
bizim izzet, yardım ve temkin umuyor olmamız, Kerim olan Rabbimiz ile
aldanmamız demek değil midir?!
Gafletten uyanacak mısın? Yoksa uyumaya devam mı
edeceksin? Ya da bu donukluk ve sönüklükten hareket ve gayrete geçecek misin?
Ölümden hayata, katılık ve durgunluktan uyanış ve
canlanışa geçmeyecek misin? “Bir toplum kendilerindeki özellikleri
değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”(Ra’d 11)
Şüphesiz kurtuluşa ve temkine giden yol mihraptan başlar. Allah ile beraber
ıslahata girişmemiz, üzerimize gazabı inmeden öfkesi bize mustehak olmadan önce
O’na yönelmemiz zorunludur.
Sabah
Namazını Muhafaza Etmeye Götüren Sebepler
Birincisi: kalp hastalıklarını araştırmak, teşhis etmek
ve çaresini bularak tedavi etmek. Zira kalp düzelirse bütün vücut düzelir. O,
kendisi doğru olursa organlardan oluşan ordusunun da doğru olacağı bir
komutandır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir; “Kulun imanı, kalbi düzgün olmadıkça düzgün olmaz.” Kalpteki iman
ağacını Kuranı Kerim besler, Allah’ı zikretmek sular, Allah’ın hududlarını
korumak ve emir ve yasaklarını gözetmek onu gövdesi üzerinde ayağa kaldırır.
İkincisi: genel olarak namazı ve özel olarak da sabah
namazını muhafaza etmeye teşvik eden ayet ve hadisleri okumak. Nitekim bir
kısmı daha önce nakledildi. İşte sana onlardan bazıları daha;
Allah tebarek ve Teala buyuruyor ki; “Gündüzün güneş
dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de
sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.”(İsra 78) Sabah namazına
gece melekleri ve gündüz meleklerinin şahitlik ettiği kastedilmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Karanlıklarda mescitlere
yürüyenler kıyamet gününde tam bir nur ile müjdelenmiştir.” O nur onları her
yönden kuşatacaktır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Güneş
doğmadan önce ve batmadan önce namaz kılan kimse cehenneme
girmeyecektir.”(Müslim)
Yine buyurmuştur ki; “Sabah namazını kılan Allah’ın
himayesindedir. Ey Ademoğlu! Dikkat et, Allah, bizzat himayesinde olan bir
konuda seni sorguya çekmesin.” diğer rivayette şöyle geçer; “Kim O’nun
himayesinde olan bir şeyin peşine düşerse Allah onu yakalar ve yüzüstü
cehenneme atar.”(Müslim rivayet etmiştir.) O halde sabah namazını kılan için
kefil olunan bu vaadi iyi düşün! Tehdit ise ona ilişen ve eza eden
kimseleredir.
Sabah ve ikindi namazları en faziletli namazlar ve en
önemli taatler olduğuna göre onları muhafaza eden en faziletli bağışlara nail
olacaktır. Dikkat edin! O cennette Allah Azze ve Celle’yi görmektir! Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Siz şu ayı güçlük çekmeden
gördüğünüz gibi, Rabbinizi de açıkça göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan
önceki namazları kaçırmamak elinizden geliyorsa, kesinlikle kaçırmayıp
kılınız.” Sonra şu ayeti okudu; “Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce
de Rabbini hamd ile tesbih et.”(Kaf 39)”(Buhari ve Müslim)
Sabah namazının nafilesi “dünya ve içindekilerden hayırlı”
ise, ya farzı nasıl olur?!
Bütün bunlardan ve müminin şeytanın vesvesesine ve nefsin
kötülüğü süsleyerek emretmesine galip gelip sabah namazına uyanmaya olan
ihtiyacının fazlalığından dolayı fecr vaktinin girişinden önce birinci ezan
meşru kılınmıştır. Müminin kalbine elektrik akımı gibi nüfuz edecek, uykuyu
kovacak ve namaz için harekete geçirecek şu veciz ibare de ona eklenmiştir;
“Namaz uykudan hayırlıdır!” Yani; namazın tadı zevk ehlinin ve şevk ashabının
katındakilerden, uykunun lezzetinden üstündür. Onu işitip de kalbinde onu
işlemeyene gelinde, o dünya lezzetlerini ahiret nimetlerine tercih etmiştir. O
şeytanın kulağına işemesi ile karşılaşır ve canı sıkkın, tembel bir vaziyette
sabahlar.
Üçüncüsü; Yatsı namazını ve ondan sonraki sünnetini
kıldıktan sonra vitir namazı için azmederek ve gece sohbetinden sakınarak
gecenin başında yatmakta acele etmek. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem yatsı namazından önce uyumayı ve ondan sonra konuşmayı çirkin
bulurdu.(Buhari rivayet etmiştir.)
Gece uyanmak adeti olup uyanabileceğini biliyorsa, ilim
müzakere ederek, misafirleriyle sohbet ederek, yanında uyanık bulunan ailesiyle
konuşarak geçirebilir. Ama uyanamayacağını ve namazı geçireceğini tahmin
ediyorsa gece sohbeti yapmamalı hatta sabah namazına katılması riske girecekse
gece namazına da kalkmamalıdır. Kudsi hadiste; “Kulum bana kendisine farz
kıldığım şeyle yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle yakınlaşamaz”
buyrulmuştur.(Buhari)
Ebu Bekir Bin Süleyman Bin Ebi Hasme’den; Ömer bin
el-Hattab r.a. Süleyman Bin Ebi Hasme’yi sabah namazında göremedi. Süleyman’ın
evi çarşı ile Mescidi Nebevi arasında idi. Ömer r.a. çarşıya doğru gitti ve
Süleyman’ın annesi Şifa’ya uğradı. Ona dedi ki; “Süleyman’ı sabah namazında
göremedim” annesi de; “O geceyi namaz kılarak geçirdi ve gözlerine yenik düştü
uyuyakaldı.” Dedi. Bunun üzerine Ömer r.a.; “Cemaatle sabah namazına katılmam
benim için geceyi namazla geçirmemden daha sevimlidir” dedi.(İmam Malik
Muvatta’da rivayet etmiştir.)
Kim gece namazında çok yorulup da sabah namazına bitkin
gelirse münafıkların şu hasletine benzemiş olur; “Namaza ancak üşenerek
gelirler.”
Sabah namazını kaçırmış olmayı umursamayan ve gece
sohbeti veya gece namazı ile sabah namazının ihmal edilmesine sebep olan
misafirlikten sakınmalıdır. Eş-Şabî rahimehullah diyor ki; “Kim sabah namazının
iki rekatını kaçırırsa insanlar ve cinler ona lanet eder.”
Dördüncüsü; çalar saat, telefonla uyandırma servisi gibi
modern cihazları edinmek, komşulara birbirlerini uyandırmalarını rica etmek ve
böylece bu sebeplerle değil, kalbi Allah’a bağlamak için iyilik ve takvada
yardımlaşmak.
Beşincisi: Uyuma ile ilgili edeplere ve zikirlere
özellikle Ayetel Kürsi’yi ve muavizeteyn’i yatarken okumaya devam etmek.
Altıncısı: Sabah namazına, kardeşlerinin kendisi olmadığı
zaman fark etmeleri, namazı kaçıracak olursa kendisine nasihat etmeleri için
aynı mescitte katılmaya devam etmek. Zira şüphesiz şeytan insanın kurdudur.
Kurt ancak uzaklaşan koyunu yer. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyuruyor; “Kavminden Salih bir kimseden çekindiğin gibi Allah’tan haya etmeni
tavsiye ederim.” (hadis ceyyid (sahih)dir)
Mücahid der ki; “Şayet Müslüman, kardeşinden ondan
çekinmiş olması sebebiyle günahına engel olması dışında bir şey görmese bile bu
ona yeter.”
Yedincisi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu
kavlini uygulamaya çalışmak; “Kim Allah için kırk gün ilk tekbire yetişerek
cemaatle namaz kılarsa ona iki güvence yazılır; cehennemden güvence ve nifaktan
güvence.” (Hasendir) Gücü yettiği kadarıyla ilk tekbire yetişmeye çalışırsa
“Ameller niyetler iledir” ve Salih selefe uymakla müminin niyeti amelini geçer.
Kim Salih selefin bu meseledeki gidişatlarını mutalaa ederse şaşırtıcı şeyler
görür:
Nitekim selef, ilk tekbiri kaçırdıkları zaman üç gün,
cemaati kaçırdıkları zaman ise yedi gün kendileri için yas tutarlardı.
Hatem el-Esam der ki; “Dinin musibeti dünyanın
musibetinden daha büyüktür. Benim kızım ölmüştü on binden fazla kimse taziyeye
geldi. Fakat cemaati kaçırdığımda kimse taziyeye gelmedi.”
Onlardan cemaatle ilk tekbiri kaçırdığı için ağlayanlar,
cemaatle namazı kaçırdığı için hastalananlar vardı. Onlardan doksan yaşı
civarında olan bir şöyle demiştir; “İki defa haricinde hiçbir farz namazı
yalnız kılmadım. O iki defayı da kılmamış gibi kabul ediyorum.”
Onlardan bir diğeri kırk sene boyunca cemaatle namazı hiç
kaçırmamış, yalnız bir defasında annesi vefat etmiş olduğundan onun techiziyle
uğraşması sebebiyle katılamamıştır.
İşte Said Bin el-Museyyeb! Talebesi Ebu Vedaa onun
hakkında şöyle diyor; “Kırk seneden beri o eviye mescit arası dışında bir yerde
görülmedi.” İşte Süleyman Bin Mihran el-A’meş! Vekî Bin el-Cerrah onun hakkında
şöyle diyor; “El-A’meş yetmiş seneye yakın zamandır ilk tekbiri kaçırmazdı.”
Faydalı
Olan Namaz Huşulu Olandır.
Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten müminler
kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”(Müminun 1-2)
Sonra Allah Teala namazda huşuyu onun rükünlerine ve farzlarına bağlıyor. Bu da
namazda huşunun vacip olduğunu gösterir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
namazlarında gözlerini semaya kaldıranları şöyle tehdit ediyor; “Ya buna son
verecekler ya da gözleri alınacaktır.”(Buhari)
Huşu, manası kalpte olup organların sükunet içinde olması
ve Allah Azze ve Celle için boyun eğmektir. Allah Teala peygamberler hakkında
şöyle buyuruyor; “Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar,
umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı (Huşu) derin saygı
içindeydiler.”(Enbiya 90)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem rükusunda şöyle
derdi; “Kulağım, gözüm, kemiklerim, sinirlerim ve ayaklarımın taşıdığı her şey
alemlerin rabbi olan Allah için huşu içindedir.”(Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem duasında “huşu
duymayan kalpten” Allah’a sığınırdı. Yine buyurmuştur ki; “Bu ümmet’ten ilk
kaldırılacak şey huşudur. Hatta içlerinde huşu sahibi bir kimse
görülmeyecek.”(hasendir.)
Huşu ve kalp huzurunun önemi hakkında Allah Teala buyurur
ki; “Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilinceye kadar sarhoş olduğunuz
halde namaza yaklaşmayın!” dünya sevgisiyle sarhoş olup ne söylediğini
bilmeyen, kaç rekat kıldığının farkında olmayan içki sebebiyle sarhoş olup ne
söylediğini bilmeyene benzer.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mescide giderken
koşarak gitmeyi yasaklamıştır. Zira koşarken kendine dikkat edeceğinden huşudan
mahrum olacaktır. Aynı şekilde yemek hazırken ve abdesti sıkışık iken namaz
kılmak yasaklanmıştır. Çünkü bunlar huşuya engel olur.
Huşuyu sağlayan bazı sebepler; kalpten namaz dışındaki
düşünceleri boşaltarak kalp huzurunu sağlamak, işlerini namazdan önce bitirmek,
ahireti hatırlayarak kendini yenilemek, Allah Azze ve Celle’nin huzurunda
olduğunu düşünmek. Kalp namazdan kaybolursa bunun sebebi iman zayıflığıdır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem abdest alan kimse için şöyle
buyurmuştur; “…eğer kalkar namaz kılar, Allah’a hamdu sena eder, Onu temcid
eder ve kalbini Allah için boşaltırsa anasından doğduğu gündeki gibi
günahlarından kurtulur.”(Müslim)
Huşu sebeplerinden birisi de Allah Teala ile
karşılaşacağı hususunda emin olmaktır. Allah Subhanehu buyuruyor ki; “Sabır
ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o, Allah'a saygıdan kalbi
ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Onlar, kesinlikle
Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.”(Bakara
45-46)
Huşu sebeplerinden bir diğeri; veda eden kimsenin namazı
gibi namaz kılmaktır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurmuştur ki; “Namazında ölümü hatırla. Kişi namazında ölümü hatırlarsa
namazını güzelleştirir. Bir daha namaz kılamayacağını zanneden kimsenin namazı
gibi namaz kıl. Bundan mazeret gerektiren her işten sakın.”(hasendir.) yine;
“Veda eden kimsenin namazı gibi namaz kıl” buyurmuştur.(hasendir.)
Bir diğer huşu sebebi; Kuran kıraatini uzatmaktır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Namazların en faziletlisi
kunutu uzun olanıdır.”(Sahihtir.) Yani manasını düşünerek kıraati uzatmak.
Kulak ve gözü meşgul edecek şeylerden uzaklaşmak, kıbleye
yaklaşmak, secde edeceği yere bakmak ve namazda nakışlı yerlere bakmamak da
huşuya sebep olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üzerinde alametler
olan bir elbise içinde namaz kılmış, sonra onu çıkararak şöyle buyurmuştur; “Bu
beni az önce namazımdan alıkoydu.”(Buhari ve Müslim)
Nafileleri
Zayi Etmemek
Allah Azze ve
Celle kudsi hadiste şöyle buyuruyor; “Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam
eder. Ta ki onu severim. Onu sevdiğim zaman işiteceği kulağı, göreceği gözü,
tutacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu
veririm. Eğer bir şeyden bana sığınırsa ondan korurum.”(Buhari)
Bu nafile namazlar korunmak için kazılan hendekler veya
şehrin etrafına örülen surlar gibidir. Kötülük oradan giremez, düşman tuzağa
düşmeden bu hendekleri aşamaz ve surları aşmadan şehre giremez. Nafilelere
farzlarla birlikte devam eden kimsenin farzlardan eksiği nfile namazlardan
giderilecektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Kıyamet
gününde kulun ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Namazı düzgün çıkarsa
kurtulur. Bozuk çıkarsa hüsrana uğrar. Farzlarından bir şey eksik çıkarsa Rab
Teala; “Bakın kulumun nafilesi var mı” buyurur ve nafilelerle farzdan eksiği
tamamlanır. Sonra aynı şekilde diğer amellerine geçilir.”(Sahihtir.)
Yine buyurmuştur ki; “Kim tamamlamadan namaz kılmışsa onu
nafile kılarak tamamlasın.”(sahihtir.)
Çocuklarımız
ve Namaz
Ey Müslüman kardeş! Çocuklarını kulluk binası işinde
namaz rüknü ile ilgili, yetiştirme konusunda örnek alacağın bazı tembihler
bulacaksın.
1-
Çocuklar, büyüklerinin her yaptığının
doğru olduğuna inanır. Onlara göre babaları insanların en kamili ve en
üstünüdür. Bu yüzden onları taklit eder ve onlara uyarlar. Büyük yaşlarda ise
önlerinde Salih bir örnek bulamadıkları zaman telkinlerden etkilenmezler. Bunun
için baba namaza devam ederse çocuğun derinine işler.
2-
Babanın, İbrahim a.s.’ın yaptığı gibi
Allah Azze ve Celle’ye dua ederek yardım istemesi gerekir; “Ey Rabbim! Beni
ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle”(İbrahim 40)
3-
Baba, çocuğun alışması, daha sonra
zorlanıp da terk etmeyi avantaj görmemesi için bedenî şartlarını öğrenmelidir.
4-
Baba, çocuğuna abdest almayı, tahareti
açıklayarak öğretmeli sonra uygulayarak tekrar etmesini istemeli, onun önünde
uygularken müsamahalı olmalı, hata yaparsa usandırmadan güzelce düzeltmelidir.
Abdesti benimsemesi, onu bir şiar kabul etmesi sağlanmalıdır.
5-
Ona abdestin faziletleri öğretilerek
sevabını kazanması için teşvik edilmelidir.
6-
Erken yaşlardan itibaren namazı
öğreterek alıştırmalı, evde çocukların göreceği yerlerde nafile namaz kılarak
çocuğun derinlerine etki etmesi sağlanmalıdır. Çocuk, babasını Allah Azze ve
Celle için yüzünü secdeye koyar halde, ayakta huşu içinde, namaza konsantre
olmuş, etrafından alakasını kesmiş halde gördüğü zaman nefislerine Allah
Subhanehu’nun azameti yerleşir. Aynı şekilde bu yol ile namaz amellerini
öğrenmiş olurlar ve severler.
7-
Baba, çocuğa temyiz çağından önce namaz
için tahareti ve tesettürü emretme konusunda şiddetli olmamalı, onu kendi
haline bırakıp örnek olacak büyüklerini taklit etmesini sağlamalıdır. Zira
henüz mükellef olmadığı o yaşta zorlarsa namazdan nefret ettirmiş olur.
8-
Yedi yaşına geldiği zaman (Hicri
takvime göre) babanın ona namazı emretmesi gerekir. Çünkü Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem; “Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namazı emredin” buyurmuştur.(Hadis
hasendir.) aynı şekilde ona namazın taharet, tesettür gibi şartları da
emredilir.
9-
İş, yedinci yaşı tamamlayan tarihin
gelip çatmasına bırakılmamalı, aksine öncesinden bu önemli işe hazırlanması
sağlanmalıdır. Yedinci yaşına geldiği zaman ilk farzı kılmalı, babası ona
arkadaşlarını ve kardeşlerini toplayıp bu münasebetle sevindirmelidir. Mesela
ona namazı vaktinde kıldığı için bir kol saati almalıdır.
10-
Namazı düzenli olarak kılmalı, ona bu
hatırlatılmalı bıktırmadan namaz emri tekrar edilmelidir. Babanın bulunmadığı
veya meşgul olduğu zaman başkası onun namaza uyarılması için görevlendirilmeli,
kendisinin yokluğunda da kılması sağlanmalıdır. İbn Mesud r.a.’ın şöyle dediği
rivayet edilmiştir; “Çocuklarınızı namaza devam etmek konusunda yetiştirin,
hayra alıştırın. Zira şüphesiz hayır, alışkanlık yapar.”
11-
Namazdaki düzenliliği sebebiyle
ödüllendirilmesinde sakınca yoktur. Fakat buna, her seferinde hediye beklentisi
içinde olabileceği şekilde devam edilmemelidir.
12-
Baba, namazı sevdirecek işler yapmalı,
mesela ikindi veya akşam namazını kılmak karşılığında gezmeye götürmeli böylece
teşvik etmelidir. Onların sevdiği şeylere bağlayarak namazı vaktinde kılmaları
sağlanmalıdır.
13-
Namaz vakitleriyle çocuklarına vaad
ettiği her şeyi yerine getirmeli, vakitlerini namaz vakitlerine göre ayarlamayı
onlara öğretmelidir.
14-
Kuran-ı Kerimden ve sünneti şerifeden
namazın faziletleri hatırlatılmalı ki, zihinlerinde namaz ve önemi yerleşsin.
15-
Çocuk özellikle on yaşından sonra farz
namazlarla beraber sünnet namazlara da alıştırılmalıdır. Az da olsa gece
namazına teşvik edilmelidir. Baba, gece namazına hangi vakitte kalkacağını
duyurmalı, o vakitte babası uyandırmadan kendi uyanması için hazır olmasını
sağlamalı, iradesini güçlendirmeli ve kendilerine güvenmelerini sağlamalıdır.
Eğer ona uyku gelirse yumuşaklıkla davranıp uyumasını söylemelidir.
16-
Eğer çocuk on yaşından sonra da namaz
kılmazsa baba, ona namaz hakkındaki ayet ve hadisleri hatırlatarak nasihat
etmeli, terk etmeye devam ederse sertleşmeli, ona küsmeli, onunla şakalaşmamalı,
sevdiği bazı şeylerden mahrum etmelidir. Baba onu cezalandırmakla gözünü
korkutmalı, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in; “On yaşına geldiklerinde
namaz kılmazlarsa dövünüz”(hasendir.) kavlinden dolayı şartlarına göre bedeni
ceza da vermelidir.
17-
Eğer baba yedi yaşında iken namazı
emretmemişse, on yaşından sonra da yeniden alışana kadar bedenî ceza
vermemelidir.
18-
Çocuk küçüklükten beri namazı cemaat
ile kılmaya alıştırılmalı, kalbi mescitlere bağlanmalıdır. Orada alimlerle
tanıştırılmalı, ilim meclislerinin edeplerini uygulayarak öğrenmelidir. Bu,
büyüklerin yaptıklarına katılma konusunda onları teşvik eder, çocukta oralara
gelip gitmek için tabii bir meyil sağlar.
19-
Mescide gitmeden önce onu hazırlamalı,
beklemediği bir şeyle karşılaşmaması için ona anlatmalı, bütün güzel şeyleri
mescide bağlayarak anlatmalı, mesela; “Şu tatlıyı mescidin yakınındaki yerden
aldım” demelidir. Onunla beraber mescit yanından geçerlerse; “Bak şu bina ne
kadar güzel! İşte orası mescittir. Sonra beraber orada namaz kılmaya gidelim
tamam mı?” demelidir.
20-
Onu mescide götürmeden önce imam,
müezzin ve cemaatten bazıları ile ona sevecen davranmaları ve şakalaşarak
ünsiyet göstermeleri için anlaşmalı, mescit ehliyle huzur bulması
sağlanmalıdır. Bu münasebetle ehemmiyet verdikleri her iş gibi onun nefsinde
namazın önemi de yer etmelidir.
21-
Eğer imam namazı uzatıyorsa, bunun
sünnete muhalif olduğu hatırlatılarak uzatmaması için uyarılmalıdır.
22-
Kuran-ı Kerim ezberlemek ve onun
tecvidini öğrenmek için halkaya katılmasında imamla beraber yardımcı
olunmalıdır.
23-
Mescit ve mescit ehliyle bağının
sağlamlaştırılması için çocuklar teşvik edici uygulamalar yoluyla faydalı
şeylerle eğlendirilmelidir.
24-
Onun önünde Cuma namazına ehemmiyet
verilmeli, onun edepleri, hükümleri ve ona saygı gösterme gereği
anlatılmalıdır.
25-
Fakat Cuma namazı konusunda onun
gücünün yetmeyeceği şeye zorlanmamalıdır. Zira onun abdestini muhafaza etmesi
veya hutbenin uzunluğu kendisine zor gelebilir. Ebu Hureyre r.a.’den rivayet
edilmiştir; O bir defasında Cuma günü mescide girmiş, orda bir çocuk görmüş ve
ona; “Ey çocuk! Git oyun oyna” demiş. O da; “Ben sadece mescide geldim” demiş.
Ebu Hureyre r.a. tekrar; “Git oyun oyna” demiş. O da yine; “Ben ancak mescide
geldim” demiş. Bunun üzerine; “İmam çıkıncaya kadar oturabilecek misin?”
deyince o da; “Evet” demiş. Babanın çocuğu on yaşından önce Cuma namazı için
zorlamaması gerekir. Teşvik etmesi, fakat korkutmaması gerekir. On yaşına
gelinceye veya az bir zaman kalıncaya kadar onu kendi haline bırakmalı, Cuma
namazına yönelirse birlikte devam etmelidir.
26-
Hutbenin çocukların ahlakı
üzerinde-özellikle hutbeyi anlar ve düşünürse derin tesiri olduğundan baba,
araştırarak hatibi seçmelidir. Hutbeden sonra onlara hutbenin konusu hakkında
sorular sormakta sakınca yoktur. Cumaya gitmeden önce ona güzelce dinlemesi
teşvik edilmeli, hutbe hakkında soru soracağını söyleyerek hutbeye konsantre
olması sağlanmalıdır.
RAMAZAN
AYI VE ORUÇ
Bilindiği gibi
ramazan ayı Allah’u Azze ve Celle’nin Müslümanlara ikram etmiş olduğu çok
değerli bir aydır.
Rabbimiz kerim kitabında ramazan ayı için
şöyle buyurmaktadır :
“ Ramazan ayı öyle bir aydır ki, biz
o ay da insanlara yol gösteren,hidayet veren,doğruyu ve yanlışı birbirinden
ayırdeden Kur’anı indirmişizdir........”
BAKARA : 185.AY.
Bu ay,şeytanların
zincire vurulduğu,Cennetin kapılarının açıldığı,Cehennemin kapılarının
kapandığı ,sevabın ve mağfiretin bol olduğu bereketli bir aydır….
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurmuştur :” Ramazan ayının ilk gecesi olunca
şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurulur. Cehennemin kapıları kapatılır
da hiç biri açılmaz.Cennetin kapıları açılır da hiç biri kapatılmaz. Ve bir
nidacı :
- “Ey hayır isteyen-hayır işlerine-yönel ve ey şer isteyen kimse sende
kendine sahip ol. –çünkü bu ay’da- Allah tarafından ateşten azad edilenler olur
“ diye nida eder. Bu nida ramazanın her gecesinde yapılır. ) İBNİ MACE
:4.C.1642.N TİRMİZİ :
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :” Ramazan girdiği vakit ; cennetin kapıları
açılır,cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur “ )
BUHARİ :
Dolayısiyle,senede bir sefer kapımızı çalan böyle değeri yüce bir aya
erişen bir müslümanın bu aydan gafil olması, onu değerlendirememesi,- veya
başka bir tabirle - bu ay’da kendisini affettirip kesesini dolduramaması büyük
bir kayıp ve büyük bir gaflettir….
Değerli kardeşlerim! Elbetteki Ramazan
ayı denildiği zaman,aklımıza ilk önce oruç gelir.Yani bu ay’da yapılması
gereken ilk şey,üzerimize farz olan oruçu tutmaktır.
Öyleyse bu güzel
ibadetin faziletini,onun tarifini, nasıl tutulması gerektiğini, şartlarının neler olduğunu ve onun
bozulmasına vesile olan şeyler nelerdir ? bunları Allah resulü s.a.v’in örnek
yaşantısından öğrenmeye çalışalım.
ORUÇ NEDİR ? : Oruç: İslamın tarif ettiği zaman
içerisinde Allah’a ibadet niye-tiyle yiğip içmekten,cinsi münasebetten ve kavlu’z zur dediğimiz çirkin söz ve
davranışlardan uzak durmak demektir.
ORUCUN
FARZİYETİ
ORUÇ … Akıllı,buluğ çağına ermiş,mukim ve gücü yeten her
müslümanın üzerine farzdır… Rabbimiz şöyle buyurmaktadır :
“ Ey inananlar! Sizden öncekilere oruç farz
kılındığı gibi size de farz kılın-dı.Umulur ki korunursunuz “BAKARA : 183.AY.
( ... İbn Ömer r.a dan. Resulullah s.a.v
şöyle buyurdu : “ İslam beş şey üzerine
kurulmuştur:Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah’ın re-sulü
olduğuna şehadet etmek,namaz kılmak,zekat vermek,hacc etmek ve ramazan orucunu
tutmak “ ) BUHARİ :
( ... Enes İbn Malik r.a dan.Dedi ki
:Resulullah s.a.v’e bir şey sormaktan nehyo-lunmuştuk.Bundan dolayı çöl
ahalisinden akıllı bir kimsenin gelipte resulullah s.a.v’e soru sormasını ve
bizim de bunu dinlememiz hoşumuza giderdi.Bir gün çöl ahalisinden biri geldi ve
şöyle dedi :
- Ey Muhammed ! Elçin bize geldi ve
seni Allah’ın resul olarak gönderdiğini bize haber verdi. Resulullah s.a.v :
- Doğru
söylemiştir, buyurdular. Adam :
............................................................
- Elçin,her sene ramazan ayında orucun üzerimize farz olduğunu söyledi
? Resulullah s.a.v :
- Doğru
söylemiştir, buyurdular.) MÜSLİM :
ORUCUN FAZİLETİ
ORUÇ … Günahların affedilmesi için bir sebep
ve kötülüklerden koruyan güzel bir kalkandır.
( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v
şöyle buyurdular :Her kim inanarak ve
sevabını umarak ramazan orucunu tutarsa,o kimsenin geçmiş günahları mağfiret
olur. ) BUHARİ : 4.C.1863.S
( … Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Beş vakit namaz, cu-maya kadar Cuma,ramazana kadar ramazan,büyük
günahlardan sakınıldı-ğı müddetçe,aralarında işlenen günahlar için
kefarettirler. ) MÜSLİM:1.C.233-16
( … Huzeyfe r.a dan.Dedi ki :Ben peygamber
s.a.v’den işittim,buyurdular ki :İn-sanın
ehli,malı ve komşusu yüzünden uğrayacağı fitneye namaz kılması, oruç
tutması,sadaka vermesi kefaret olur. ) BUHARİ : 4.C.1770.S
ORUÇ … İnsanı cehennem ateşinden koruyan bir
kalkandır.
( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v
buyurdular ki :Oruç bir kalkandır. ) MÜSLİM: 3.C.361.S
( … Ebu Said el-Hudri r.a dan.
Resulullah s.a.v buyurdular ki: Her
hangi bir kul Allah rızası için bir gün oruç tutarsa,bu günün orucu sebebiyle
Allah o kulun yüzünü ateşten yetmiş sonbahar uzaklaştırır. ) MÜSLİM :
( … Cabir r.a dan. Resulullah s.a.v
buyurdular ki : Oruç, kulun ateşten
korun-masını sağlayan bir kalkandır. ) AHMED – MÜSNED: TABERANİ- KEBİR:
ORUÇ … Kıyamet
günü şefaatçi olacaktır.
( …Abdullah İbn Ömer r.a dan.
Resulullah s.a.v buyurdular ki :Oruç ve
Kur’an kıyamet günü kula şefaat ederler.Oruç şöyle der:Ey rabbim!gündüz bu kulu
yemeden-içmeden- ve şehvetten men ettim.Ona şefaat etmem için izin ver.Kur’an
da şöyle der:Bu kulunu gece uykudan men ettim,ona şefaat etmem için izin
ver.Böylece her ikisi de şefaat ederler. ) AHMED : 2 .
ORUÇ … İnsanın cennete girmesine vesile
olan en güzel amellerden birisidir.
( …. Huzeyfe r.a dan. Resulullah s.a.v
buyurdularki : Oruçlu iken ölen kimse
cennete girer. ) C.SAĞİR : 3.C.3634.N
( … Sehl b.Sa’d r.a dan.Resulullah s.a.v
şöyle buyurdular :Cennette reyhan
denilen bir kapı vardır.Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer;
o kapıdan oruç tutanlardan başka hiç kimse giremez.O gün “oruç tu-
3
tanlar nerede? ” denilir.Oruç tutanlar kalkarlar ve o
kapıdan girerler. Onlar girdiği zaman kapı kapatılır,artık bu kapıdan hiç kimse
giremez. ) BUHARİ :
ORUÇ … Şehevi
arzu ve isteklere karşı bir siperdir.
( … Abdullah İbn Mes’ud r.a dan.Dedi ki:
Bizler peygamber s.a.v’in beraberin-de bulunuyorduk.Peygamber s.a.v buyurdular
ki :Kim evlenmeye güç yetirirse
evlensin.Çünkü evlenmek,gözü haramdan en çok koruyan ferci de en sağ-lam
muhafaza edendir.Kimin evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun.Çünkü oruç, oruçlu
için şehvet kırıcıdır. ) BUHARİ :
Şüphesiz ki orucun daha bir çok faydaları vardır.Biz birkaç örnekle
yetinerek bundan sonraki sayfalarımızda da bu ibadetin ahkamından bahsedelim.
Yani oruca ne zaman başlanır, nasıl tutulur, oruçlunun dikkat etmesi gereken
şeyler nelerdir,orucu neler bozar ve oruçluya mubah olan şeyler nelerdir
…...bunları delilleri ile beraber zikretmeye çalışalım.
ORUÇ AYI
RAMAZAN AYI’DIR
Oruç,bilindiği gibi şaban ayından sonra gelen ramazan
hilalinin görülme-siyle başlar….. Rabbimiz kerim kitabında şöyle
buyurmaktadır :
“ …… O halde kim –ramazan- ayına erişirse oruç tutsun ) BAKARA : 185.AY.
( … İbni Ömer r.a dan. Resulullah s.a.v
ramazanı zikretti ve şöyle buyurdular : Hilali görmedikce oruca başlamayınız.Ve yine hilali
görmedikçe de iftar etmeyiniz. Eğer hilal size karşı bulutla örtülürse,o
zaman takdir yapınız. Yani,şaban ayını otuza tamamlayınız. ) BUHARİ :
( … Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v
şöyle buyurdular :Ramazan hilalini
gördüğünüz vakit oruç tutunuz.Şevval hilalini gördüğünüz vakitte iftar edi-niz.
Eğer hilal görülmez ise,şaban ayını otuza tamamlayın. ) BUHARİ:
( … Abdullah b. Ebi Kays r.a’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :Aişe
r.a nın şöyle dediğini işittim :
Resulullah s.a.v başka ayların günlerini sayma tekellüfünde bulunmadığı
halde,şaban ayının günlareni sayma tekellüfünde bulunmuştu.Sonra ramazan
hilalini görünce oruç tutardı,eğer hilal gizli kalırsa şabanı otuza tamamlar,sonra
oruç tutardı. ) EBU DAVUD :3.C.2325.N
RAMAZANI KARŞILAMA
ORUCU YASAKTIR
Toplum arasında yapılan yanlışlıkladan
birisi de,ramazanı karşılama orucudur. Halbuki Allah resulü s.a.v bunu
yasaklamıştır.
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v
şöyle buyurdular : Sizden hiç kimse, bir
veya iki gün oruç tutarak ramazanın önüne geçmesin)BUHARİ :
ŞEK GÜNÜN
DE ORUÇ TUTMAK
HARAMDIR
ŞEK GÜNÜ DEMEK : Şaban ayının
otuzuncu günüdür.Ramazan hilali görül-mezse,Ramazandan mıdır ? yoksa Şabandan
mıdır ? diye şüphe edildiği için bu güne şek günü denilmiştir.
( … Sıla İbni Züfer’den rivayet
edilmiştir;dedi ki:Ammar b.Yasir’in yanında idik; kızartılmış bir koyun getirdi
ve “ yiyin “dedi. Cemaatten biri,”ben oruçlu-yum “ diyerek kenara
çekildi. Bunun üzerine Ammar dedi ki:
Şek gününde oruç tutan,muhakkak ki Ebu’l Kasım’a isyan etmiştir. ) TİRMİZİ :
BİR VEYA BİRDEN
FAZLA KİMSELERİN ŞAHİTLİĞİ İLE ORUCA BAŞLAMA
Müslümanlardan ister bir kişi,isterse birden fazla kişiler hilali
gördüklerine şahitlik ettiklerinde,oruca başlanır.
( … İbni Ömer r.a’dan. Şöyle dedi : İnsanlar ayı görmek için toplandılar.
Resulullah s.a.v’e ayı gördüğümü haber verdim.Bunun üzerine kendisi oruca
başladı,insanların da oruç tutmalarını emretti. )
EBU DAVUD : 3.C.2342.N
( … Abdurrahman b.Zeyd b. El-Hattab
r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu-lar : “ …….. İki Müslüman ramazan hilalini gördüklerine şahitlik ederlerse
oruç ve bayram yapın “ ) NESEİ :
BAŞKA BELDEDEN
HİLALİ GÖRENLERİN ŞAHİTLİĞİ İLE ORUCA BAŞLAMA
( … Resulullah s.a.v’in ashabından bir
kimse şöyle buyurdu:Ramazanın son gü-nünde insanlar ihtilafa düştüler.İki
bedevi geldi,dünkü günün akşamı ayı gör-düklerine yemin ettiler. Bunun üzerine resulullah s.a.v insanlara
oruçlarını bozmalarını emretti…… ) EBU DAVUD : 3.C.2339.N
( … Ebu Umeyr b. Enes b.Malik r.a dan.Dedi
ki :Resulullah s.a.v’in ensardan olan
sahabilerinden
amcalarım,bana hadis anlatarak
dediler ki: Şevval ayının
hilali,havanın bulutlu olması nedeniyle
görülmedi.Bu sebeple –ramazanın otuzuncu günü- oruçlu olarak sabahladık.O gün
akşama doğru bir cemaat gele-rek :Dün hilali gördüklerine Peygamber s.a.v’in
yanında şahitlik ettiler.Bunun üzerine
resulullah s.a.v sahabilere oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazına
çıkmalarını emretti. ) İBNİ MACE : 4.C.1653.N
Bu hadislerden anlaşıldığı gibi ; ister ramazan orucuna başlamak
için,isterse bayram yapmak için –eğer hava bulutlu olupta hilal görülmez
ise-başka belde-lerden gelen kimselerin şahitliği ile oruç tutulup bayram
yapılabilir.Çünkü ,riva-yetlerde
görüldüğü gibi, Medine’de insanlar
havanın bulutlu olması nedeniyle
oruca devam etmişlerdir.Ama ne zaman ki
başka bir beldeden gelen kimseler hilali gördüklerine şahitlik ettiler,işte o
zaman Allah resulü s.a.v insanlara oruç-larını derhal bozmalarını ve bayram
yapmalarını emretmiştir.
ORUCA NİYET
VE BAŞLAMA ZAMANI
Farz olan oruçlarda şafak sökmeden niyet etmek farzdır. Allah resulü s.a.v
bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır :
“ Fecirden önce oruca niyetlenmeyenin orucu yoktur “E. DAVUD :3.C.2454. N
NESEİ:
Diğer bir rivayette ise şöyle
buyrulmaktadır :
“ Oruca geceden niyetlenmeyen kimsenin orucu yoktur “NESEİ :
Oruç,fecri sadık’tan başlayıp güneşin batışına kadardır. Allah’u
Azze ve Cel-le kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
“ .......... Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden
ayırdedilinceye kadar yiyin ve için,sonra geceye kadar orucu tamamlayın
........... “BAKARA : 187.AY.
Fecir ; Fecri kazib, Fecri sadık diye iki türlüdür.
Fecri kazib :Yani,yalancı fecir.Bu fecir de sabah
namazının vakti girmiş olmaz. Oruç tutacak olan bir kimsenin bu vakitte yemesi,
içmesi ve cinsi münasebette bulunması haram değildir. Bu fecrin alameti;ufukta
dimdik duran,kurt kuyruğu şeklindeki uzun bir aydınlıktır.
Fecri sadık : Bu vakit,ufuk boyunca dağların ve
tepelerin üzerinde yaygın bir beyazlığın bulunduğu vakittir.Bu vakitte sabah
namazının vakti girmiş olur ki, artık yiğilip içilmez.
( ... Semure b.Cündüb bir hutbesinde şöyle dedi : Resulullah
s.a.v buyurdular ki: Sizi seher
yemeğinden Bilal’in ezanı ve etrafa yayılmadıkça ufuktaki şöyle –dikine-
beyazlık alakoymasın ) MÜSLİM :
( ... Abdullah İbn Mes’ud r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle
buyurdular :Sizden bi-rinizi sahur
yemeyinden Bilal’in ezanı sakın alakoymasın.Bilal o saatte ezan okur ki,
teheccüd kılanınız istirahata dönsün,uyuyanlarınız da uyansın. Fecir –yahut
sabahın- zahir oluşu böyle değildir,taki
böyle oluncaya kadar fecir olmaz.
Ravi Zuheyr : Resulullah ,”fecrin
zahir oluşu böyle değildir” derken par-maklarını yukarı kaldırıp sonra
diklemesine aşağı indirdi. “ta ki böyle
oluncaya kadar fecir olmaz” derken de şehadet ve orta parmaklarını üst üste
koyup sağa ve sola uzattı,dedi. ) BUHARİ
:
( ... Kays b.Talk’ın babasından rivayet ettiğine göre
Resulullah s.a.v şöyle buyurmuşlardır :
Yiğiniz,içiniz,yukarı yükselerek parlayan –yalancı fecr- sizi yiyip içmekten
sakın menetmesin.Ta ki, ufukta kırmızılık enine yayılana kadar. ) TİRMİZİ :2.C.
701.N E.DAVUD:3.C.2348.N
SAHUR
YEMEĞİ VE ONA
TEŞVİK
Oruç tutacak
olan kimse,sahur yemeği ile gündüze hazırlanması gerekir. Allah resulü s.a.v’in
sahur yemeği ile alakalı bir çok teşvik edici sözleri mevcuttur.İşte bunlardan
bazıları :
( ... Amr İbn As r.a’dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Bizim orucumuz ile ehli kitabın orucu arasındaki fark,sahur
yemeğidir. ) MÜSLİM :
( ....... Enes r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle
buyurdular : Sahur yemeği yiğiniz. Çünkü
sahur yemeğinde bereket vardır. ) MÜSLİM :
( ... Abdullah b. El-Haris,bir sahabeden şöyle naklediyor :Nebi
s.a.v’in yanına girdim.O sahur yemeği yiyordu. Ve bana şöyle buyurdu : Sahur, Allah’ın size ihsan ettiği bir
berekettir.Onu terketmeyiniz. ) NESEİ : 4.C.2162.N
( .... Resulullah s.a.v yine şöyle buyurdular : Sahur bereket yemeğidir,
biriniz bir şey bulamayıp bir yudum su içse bile onu terketmeyiniz.Çünkü sahur yemeği yiyenlere melekler dua
eder,Allah c.c da mağfiret eder. ) AHMED.
MÜSNED :
( ... Ebu Hureyre r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Hurma,mü’minin en güzel sahur yemeğidir.
) EBU DAVUD : 3.C.2345.N
SAHUR YEMEĞİNİN SON VAKTİ
Sahur
yemeği,sabah namazı için okunan ezandan 15-20 dakika
öncesine kadar yenilebilir.
( ....... Enes b. Malik’ten; O da Zeyd
b.Sabit’ten.Zeyd b. Sabit şöyle demiştir:Biz
peygamber s.a.v in beraberinde sahur yemeği yedik.Sonra
peygamber .s.a.v sabah namazına kalktı. Enes dedi ki: Ben de Zeyd’e :
- Sabah ezanı ile
sahur arasında ne kadar zaman bulundu ? diye sordum. Zeyd :
- Elli Ayet
okunacak vakit kadar,diye cevap verdi. )
BUHARİ :4.C.1789.S MÜSLİM:3.C.1097.N
TİRMİZİ :
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Sizden biriniz elinde bardağı olduğu halde –sabah- ezanını
işittiğinde ondaki ihtiyacını bitirmeden yere koymasın. ) EBU DAVUD :
3.C.2350.N
MÜSLÜMAN BÜTÜN
AZALARI İLE ORUÇ
TUTMALIDIR
Şuurlu bir
Müslüman bütün azaları ile oruç tutmalıdır.Yemeği,içmeği ve cinsi münasebeti
terk ettiği gibi,bütün çirkin söz ve davranışları da terk etmelidir.
Oruç tutan bir
Müslüman her şeyden önce dilini yalan,iftira,gıybet,dedikodu ve boş şeylerden
uzak tuttuğu gibi,elini harama uzatmaktan,ayağını haram yollardan da uzak
tutması gerekir….. Ve yine oruçlu bir Müslüman,gözünü harama
bakmaktan,kulaklarını da haram seslerden uzak tutması gerekir.
( … Ebu Hureyre r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Kavlu’z Zur’u yani,yalan söz ve ameli- terk etmeyenin
yeme ve içmesini terk etmesine Allah’u Tealanın ihtiyaci yoktur. ) BUHARİ :
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki :……………… Her hangi biriniz oruç tuttuğu
zaman, artık o kimse kötü söz ve fiillerde bulun-masın. Düşmanlık –veya bağırıp
çağırma da – yapmasın ) BUHARİ :
( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Oruç bir kalkandır, sizden biriniz oruçlu
olduğu vakit,çirkin sözler söylemesin,cahillik etmesin. Eğer bir kimse onunla
vuruşur veya ona söverse ben oruçluyum,ben oruç-luyum desin. ) MÜSLİM :
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Oruç,sadece yememek ve içmemek
değildir.Bununla beraber oruç,hayırsız ve fahiş söz-den de oruç tutmaktır.Biri
sana sövdüğü veya cahilce davrandığı zaman, “ben oruçluyum,ben oruçluyum” de. )
İBNİ HUZEYME :
Zikri geçen bu
hadisi şeriflerden anlaşıldığı gibi,oruç tutmak demek sadece yemeği ve içmeyi
terk etmek demek değildir.
Oruç tutmak demek ; yemeden içmeden uzak durmak olduğu gibi …..
cinsi münasebetten ….. yalandan ….. gıybetten …..harama bakmaktan ….
Hara-ma el uzatmaktan ……harama
yürümekten ….. kavgadan gürültüden …..
….. ve bütün hayasız, edebsiz söz ve davranışlardan da ….. ….. uzak durmak demektir.
Eğer bir Müslüman hem oruç tutup hem
de azalarından bu gibi çirkin söz ve
tavırlar sudur ederse,Allah
korusun, Resulullah s.a.v’in şu ifadelerinde buyur-duğu gibi boşuna aç
ve susuz kalanlardan oluruz.
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Nice oruç tutan kimseler vardır ki,bu
oruçlarından kendilerine aç kalmaktan başka bir şey yoktur.Ve yine nice gece
kalkıp namaz kılanlar vardır ki,bu namazlarından kendilerine uykusuzluktan
başka bir şey yoktur. ) İBNİ MACE :
ORUCU
BOZAN ŞEYLER
KASITLI YEMEK VE İÇMEK : Bilinçli bir
şekilde yemek ve içmek orucu bozar. Ama unutarak, hata ile yiğip içenin orucu
bozulmaz.Bu kimseye kaza veya kefarette gerekmez.
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutup da
yediği ve içtiği zaman,orucunu –bozmayıp-tamamlasın.Çünkü o oruçluya ancak
Allah yedirmiş ve içirmiştir. ) BUHARİ :
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v’e bir adam geldi ve
: Ya rasulallah ben oruçlu olduğum halde unutarak yedim ve
içtim,dedi.Resulullah s.a.v :
- Seni Allah
doyurdu ve Allah suladı, buyurdu. )
EBU DAVUD : 3.C.2398.N
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Ramazanda unu-tarak orucunu yiyen kimseye
kaza da yoktur,kefaret de yoktur. ) İBNİ HİBBAN :
CİNSEL İLİŞKİ : Oruç tutan bir mükellefin cinsel ilişkide bulunması orucu bozar. Bu duruma
düşen bir kimse,orucunu kaza edeceği gibi,gücü nisbetinde de kefaret ödemesi
gerekir.
( …. Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle demiştir: Bizler peygamberin
yanında oturmuş bulunduğumuz sırada o na bir kimse geldi de :
- Ya Rasulallah helak oldum ! dedi.
Resulullah s.a.v ona :
- Sana ne oldu ki ? diye sordu. O kimse :
- Oruçlu olduğum halde kadınımın
üzerine düştüm,dedi.Resulullah s.a.v :
- Hürriyete kavuşturacağın bir köle bulabilir misin ? buyurdu.O zat :
- Hayır bulamam,dedi.Resulullah
s.a.v :
- Öyle ise iki ay üst üste oruç tutmaya gücün yeter mi?diye sordu. O
zat :
- Hayır buna güç
yetiremem,dedi.Resulullah s.a.v :
- Altmış yoksulu doyurmak yolunu bulabilir misin?buyurdu.O zat :
- Hayır bulamam,dedi.
Ebu Hureyre dedi ki :Peygamber bir
süre bekledi.Bizler de bu bekleyiş üzerinde iken Peygamber’e içinde hurma dolu
bir arak getirildi.Arak mıktel
demektir. Peygamber s.a.v :
- O meseleyi soran kimse nerededir? Buyurdu. O zat :
- Benim – buradayım diye ayağa
kalktı-. Peygamber s.a.v :
- Bu hurmayı al da fakirlare sadaka et, buyurdu. O adam:
- Bu hurmaları benden daha fakir
olana mı vereceğim,ya rasulallah ? Allah’a yemin ederim ki,Medine’nin iki kara
taşlığı arasında benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur,dedi.
- Ravi: İki labe ile,iki kara
taşlığı kasdediyor,demiştir.
Bu sözü üzerine peygamber,azı dişleri görününceye kadar güldü.Sonra da o
zata :
- Haydi bu hurmayı al da ailene yedir,buyurdu. ) BUHARİ :
( …. Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle dedi :
Bir adam geldi.Ramazan’da orucunu bozmuştu. Resulullah s.a.v bir zenbil
getirdi,onun içinde beş sa’ hurma vardı.O kimseye dedi ki :
- Onu sen ye ve aile fertlerine de yedir, bir gün oruç tut ve Allah’a
istiğfar et. ) EBU DAVUD : 3.C.2393.N
( …. İbni Müseyyeb şöyle dedi :Bir adam
nebi s.a.v’e geldi ve :Ben orucumu bozdum,dedi. Nebi s.a.v ona :
- Sadaka ver,Allah’a istiğfar et ve onun yerine bir gün oruç tut,
dedi. ) İBNİ EBİ ŞEYBE:2.515-1
ALBANİ-EL-İRVA:4.92.N
Bu delillerden anlaşıldığı gibi
ramazan’da bilinçli bir şekilde orucunu bozan bir kimse,gününe gün oruç
tutacağı gibi,kefaret olarak da –hadisler de zikredil-diği şekilde - Ya iki
ay üst üste oruç tutma …. Ya köle azad etme …. Ya altmış fakiri doyurma …. Ya
da bir şeyler tasadduk etme …. gibi,gücü han-gisine yetiyor ise onu kefaret
olarak yerine getirmesi gerekir.Bunlardan hiç birine gücü yetmeyen ise,Allah’a
istiğfar etmesi gerekir.
Ama şuurlu bir müslümanın şunu da asla unutmaması gerekir ki;Ramazan’da
terk edilen bir orucun yerini,sene boyu oruç tutmak doldurmaz.
( ……. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Bir kimse Allah’ın verdiği ruhsatlar
haricinde Ramazandan bir günü yerse,bir sene oruç tutsa onun yerini tutmaz. )
BUHARİ : 4 . C. 1802 . S EBU
DAVUD:3.C.2396.N İBN MACE :
HAYZ VE NİFAS : Oruçlu bir
kadının hayz ve nifas hali orucu bozar.Bu durum-daki bir kadın,namazı da orucu
da terk eder.Ama sonra namazını değil orucunu kaza eder.
( ….. Ebu Said el-Hudri r.a’dan.
Resulullah s.a.v : ………….. kadın hayız gör-düğü zaman namaz da kılmaz
oruç ta tutmaz ………… ) BUHARİ:4.C.1820.S
( …. Aişe r.a dan. Şöyle demiştir :Biz,peygamber s.a.v’in yanında iken-ramazan
da adet görürdük. Temizlendikten sonra bize orucu kaza etme-mizi emrederdi. )
İBNİ MACE :4.C.1670.N
İSTEYEREK KUSMAK : Oruçlu bir
kimsenin isteyerek kusması da orucu bozar. Ama irade dışı kusma orucu bozmaz.
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v
şöyle buyurdu :Kim elinde olmadan
kusarsa orucu bozulmaz. Kim kusmaya kendini zorlayarak kusarsa oru-cunu kaza
etsin. ) EBU DAVUD :
ORUÇLU İÇİN
MUBAH OLAN ŞEYLER
MİSVAK KULLANMAK : Oruçlu bir
kimsenin misvak kullanmasında bir sakınca yoktur.
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah
s.a.v şöyle buyurdular : Ümmetime
meşakkat vermeyeceğini bilseydim, her abdest alışlarında onlara misvak
kullanmalarını emrederdim. ) MÜSLİM :
Buhari r.h der ki : Resulullah
s.a.v bu hadisinde oruçluyu oruçsuzdan ayırma-mıştır.
( …. Amr b.Rabia’dan. O şöyle demiştir :Ben
peygamber s.a.v’i oruçlu olduğu halde misvakla dişlerini temizlerken
sayamıyacağım kadar çok gördüm. ) TALİK OLARAK
….. BUHARİ :
KUCAKLAŞMAK VE ÖPMEK : Oruçlu
bir kimsenin kucaklayıp öpmesinde de oruç bozulmaz.Yalnız tedbir açısından -özellikle gençlerin-bu gibi hallerden
uzak durmaları tavsiye edilmiştir.
( …. Hakim İbni İkal dedi ki :Ben
Aişe’ye:Ey mü’minlerin annesi! Ben oruçlu iken bana kadınımın hangi uzvu haram
olur? Dedim. Aişe r.a : Ferci,diye
cevap verdi. ) TALİK ….
BUHARİ:4.C.1794.S
( …. Aişe r.a şöyle demiştir : Peygamber
s.a.v oruçlu iken öper ve sarılıp derisini kadının derisine dokundururdu.
O,sizin içinizde nefsine en fazla hakim olanınızdı. ) BUHARİ : 4.C.1794.S
( …. Aişe r.a : Resulullah s.a.v oruçlu
iken kadınlarının bazısını muhakkak öperdi,demiş;sonra da gülmüştür. ) BUHARİ : 4.C.1795.S
( …. Ebu Hureyre r.a’dan.Bir adam
Resulullah s.a.v’e oruçlunun mubaşere-tinden sordu.Ona ruhsat verdi.Ona başka
birisi geldi - aynı şeyi sordu - onu men etti. O zaman, kendisine ruhsat
verdiği kimse ihtiyardı,men ettiği kimse ise gençti. ) EBU DAVUD :
YEMEKLERİN TADINI KONTROL ETMEK : Yemek pişirenlerin,gırtlağa gitmemesi şartıyla yemeklerin tadını tuzunu
kontrol etmeleri de orucu bozbaz.
( …. İbni Abbas r.a dan.O şöyle demiştir
:Oruçlu bir kimsenin,boğazına gitmediği sürece sirke veya bu gibi şeylerin
tadına bakmasında bir beis yoktur. )
TALİK … BUHARİ :
Delilleri ile beraber zikrettiğimiz bu hususların yanı sıra ; yine
oruçlu bir kim-senin …. kan aldırmasında
….. kan vermesinde ….. diş çektirmesinde ….. irade dışı ihtilam olmasında ….
İğne vurulmasında …. Yıkanmasında …. Saç kesmesinde …. Tırnak kesmesinde ….
Sürme çekmesinde …. bir sakınca yoktur.
Aslında kaide olarak ; orucu
bozan şeyler zikredilir,bozmayanlar değil.
Benim bu hususları zikretmemdeki sebep ise,toplumumuzda –her hangi bir
delile dayanmadan - bu gibi şeylerin orucu bozduğuna dair söylenen sözlerdir.
RAMAZANDA RUHSAT
VERİLEN KİMSELER
HASTA İÇİN RUHSAT : Ramazan da
hasta olan bir kimseye oruç tutmama
ruhsatı verilmiştir.Hastalığı geçici olan kimseler, tutamadığı günleri
sağlığına kavuş-tuğunda kaza ederler.Şayet hastalık müzmin bir hastalık ise,-
yani geçici olmayan bir hastalık ise- tutamadığı gün sayısınca fakirlere fidye
verir.
Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :
“ …… Sizden kim o ay’a erişirse oruç tutsun.Kim hasta olur,yahut seferde
bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.Allah sizin
için kolaylık ister,güçlük istemez …………. “BAKARA : 185.AY.
“ …………. Oruca dayanamayanlar ise bir fakir doyumu fidye vermeleri
gerekir ………… “BAKARA : 184.AY.
YAŞLI İÇİN RUHSAT : İslam,oruç
tutmaya gücü yetmeyen yaşlılara da oruç tut-mama ruhsatı vermiştir.Yalnız bu
kimseler de tutamadığı gün sayısınca bir fakiri doyuracak miktarda fidye vermeleri
gerekir.
“ …………. Oruca dayanamayanlar ise bir fakir doyumu fidye vermeleri
gerekir ………… “BAKARA : 184.AY.
“ Hafız ebu Yala’nın müsnedinde
zikredildiğine göre; Enes İbn Malik r.a
oruç tutmaya güç yetiremedi. Bir çanak tirit yaptı ve otuz miskini çağı-rarak
onlara –fidye olarak- yedirdi. “İBNİ KESİR :
“ İbni Abbas r.a dan : Resulullah
s.a.v :Çok yaşlı ihtiyara iftar izni veril-miştir. O,her gün için bir fakir
doyurur. Daha sonra kaza etmeside gerekmez. “HAKİM :
HAMİLE VE EMZİKLİ KADIN İÇİN RUHSAT : Gerek hamilelik dönemlerinde ve
gerekse bebeklerini emzirme dönemlerinde kadına oruç tutmama ruhsatı
veril-miştir.Bu durumdan dolayı tutamadığı günler sayısınca başka gün tutarlar.
( …. Enes İbni Malik r.a.dan. Resulullah
s.a.v şöyle buyurdular : Sıhhatine zarar
gelmesinden korkan hamile kadın ile çocuğuna zarar gelmesinden korkan emzikli
kadının oruç tutmama izni vardır. NESEİ
. SÜNEN :
YOLCU İÇİN RUHSAT : Seferde olan
bir kimseye de oruç tutmama ruhsatı veril-miştir.Bu kimse de tutamadığı günler
sayısınca başka günler tutar.
“ …… Sizden kim o ay’a erişirse oruç tutsun. Kim ………… seferde bulunursa
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.Allah sizin için
kolaylık ister,güçlük istemez …………. “BAKARA : 185.AY.
( …. Aişe r.a şöyle dedi :Hazma b.Amr
el-Eslemi,Peygamber s.a.v’e :Seferde oruç tutabilir miyim? dedi. - o,çok oruç
tutan birisiydi - Resulullah s.a.v ona :
- İstersen oruç tut,istersen ye,
buyurdular. ) BUHARİ :
( …. İbni Abbas r.a dan.Dedi ki:Resulullah
s.a.v Medineden Mekke ye doğru yola çıktı.Usfan’a ulaşıncaya kadar yolda oruç
tuttu.Sonra biraz su istedi.İnsan-ların onu görmesi için suyu eliyle iyice
yukarı kaldırdı ve orucunu açtı.İbni Abbas devamla dedi ki : Resulullah s.a.v seferde bazen oruç tutmuştur bazende
tutmamıştır.Sahabelerden de isteyen seferde oruç tutar,isteyen tutmazdı. )
BUHARİ :
ORUÇLUNUN İFTAR
VAKTİ
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız çizgide oruç tutanların ilk sevinci,
elbet-teki iftar sevincidir.Çünkü Allah resulü s.a.v bir hadisi şeriflerinde
şöyle buyurur :
“ …….. Oruçlunun iki sevinci vardır.Bunlardan ilki iftar ettiği zaman ki
se-vinci,diğeri ise Rabbiyle karşılaştığı zaman ki sevincidir. “
BUHARİ : 4.C.1776.S
İftara acele etmek,Allah resulü’nün sünnetindendir.Bundan dolayıdır ki
oruçlu bir Müslüman iftar anı gelir
gelmez orucunu bozmalıdır.
( ….. Sehl İbni Sa’d r.a dan.Resulullah s.a.v
buyurdular ki : İnsanlar iftar için
acele ettikleri müddetçe hayır üzeredirler.Onun için iftara acele edin. Çünkü
Yahudi ve Hıristiyanlar geciktirirler. ) BUHARİ :
( …. Resulullah s.a.v buyurdular ki :Ümmetim,iftarlarında yıldızların çıkmasını
beklemedikçe benim sünnetim üzeredirler. )
İBNİ HİBBAN :
Şuurlu bir müslüman iftar hususunda dikkatli olacağı gibi,o anı
değerlendir-mede de uyanık davranmalıdır.Çünkü oruçlunun iftar anındaki
duası,icabet edi-len bir dua’dır.
( …. Ebu Hureyre r.a.dan.Resulullah s.a.v
buyurdular ki : Üç sınıf insan vardır ki
duası Allah katında reddolunmaz: “……….. İftar edinceye kadar oruç-lunun duası.
Mazlumun duası …………………)İBNİ MACE :
GÜNEŞ BATINCA
İFTAR EDİLİR
( …. Ömer r.a şöyle demiştir :Resulullah
s.a.v şöyle buyurdu : “ ………. Güneş battığı
zaman oruç tutan orucunu açar. ) BUHARİ :4.C.1823.S MÜSLİM:3.C.1100.N
Oruçlu,her işte olduğu gibi yemeğe de besmele ile başlar ve yemeğini namazdan önce acele etmeden
yer.Yemekten sonra ise şu duayı yapar :
( ….. İbni Ömer r.a şöyle demiştir
:Resulullah s.a.v orocunu açtığı zaman şöyle derdi : “ Zehebe’z
zamau , vebtelleti’l urug ,ve
sebete’l ecru inşaallah “
Susuzluk giti,damaklar ıslandı ve ecir de sabit oldu inşaallah. ) EBU DAVUD :
Eğer oruçlu kimse başkalarının evinde iftar ederse,ev sahibi için şu
duayı eder:
( … Abdullah İbni Zübeyr şöyle
dedi:Resulullah s.a.v Sa’d bin Muaz’ın yanında iftar etti.Sonra şöyle dua etti
: Eftara indekumu’s saimun, ve ekele
taamukumul ebrar,ve sallat aleykumul melaikeh.
Yanınızda oruçlular iftar etsin,yemeğinizi Salih kimseler yesin ve melekler
de duacınız olsun. ) İBNİ MACE :
TERAVİH NAMAZI
Allah’a hamd olsun orucu tuttuk,iftarımızı da ettik.Hadiste zikredildiği
gibi, inşaallah ecir de sabit olmuştur.Şimdi ise bu ayın gecelerinde müslümana
başka ecir kazandıran bir ibadetten bahsedeceğiz,o da teravih namazı.
Teravih namazı, sünneti seniyede zikredildiği gibi ramazan gecelerinde
yatsı namazından sonra kılınan namazın
adıdır.Ve sekiz rekattır.
( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v
buyurdular ki : “Farz olan namazlardan
sonra en faziletli namaz geceleyin kılınan namazdır. ) MÜSLİM :
( … Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle dedi: Ben
Resulullah s.a.v den işittim,ramazan için şöyle buyuruyordu : İnanarak ve sevabını umarak ramazan da
–oruç ve namaz-ibadetini yerine getiren kimsenin geçmiş günahları mağfiret
olunur.) BUHARİ : 4.C.1862.S
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v
kesin emir vermeksizin ramazanda teravih namazına teşvik ederek buyurdular ki : Kim inanarak ve sevabını umarak ramazanı
ihya ederse geçmiş günahları affolunur.) MUVATTA:1.C.204.S
( …… Ebu Seleme,Aişe’ye :
- Resulullah’ın ramazandaki gece namazı
nasıl idi? Diye sordu. Aişe şöyle
dedi :
- Resulullah ne ramazanda, ne de ramazandan başka gecelerde on bir
rekattan fazla kılar değildi.Resulullah
evvela dört rekat kılardı.Artık o rekatların güzelliğinden ve uzunluğundan
sorma ! Sonra dört rekat daha kılardı.Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan
sorma ! Sonra üç rekat –vitir- kılardı …………………….. ) BUHARİ :
( … Cabir İbn Abdullah r.a dan.Şöyle dedi : Resulullah s.a.v bize ramazanda sekiz
rekat –teravih- sonra da vitr namazı kıldırdı ) TABERANİ. M.SAĞİR:1.C.370.N
Teravih konusunda her ne kadar sekiz
rekattan fazla kılındığını ifade eden rivayetler olsa da, bu rivayetler sağlıklı rivayetler değildir.Bu
konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynaklara bakabilirler.
KADİR GECESİ
Değerli kardeşlerim ! Ramazan ayında gafil olunmaması gereken
zaman-lardan birisi de,bu ayın son on günüdür. Çünkü bu ayın son on gününün
tekli gecelerinin içerisinde bin ay’dan daha hayırlı bir gece vardır ki o da, kadir gecesidir.
Rabbimiz kerim kitabında bu gece ile
alakalı şöyle buyurmaktadır :
“ Biz o - Kur’anı – kadir gecesinde
indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin ? Kadir gecesi bin
aydan daha hayırlıdır. Melekler ve ruh,o gece rablerinin izniyle her iş için
iner de iner.Esenliktir o gece,ta tan yeri ağarıncaya kadar “KADİR :
1.2.3.4.5.AY.
( …. Enes İbni Malik’ten gelen bir
hadislerinde ise Allah resulü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Bu aya girmiş bulunuyorsunuz.Unutmayın ki onda bin aydan daha
hayırlı olan bir gece vardır.Bu geceden mahrum olan bir kimse hayrın tümünden
de mahrum olmuş olur. Bu gecenin hayrından ancak saadetten payı olmayan kimse
mahrum kalır. ) İBNİ MACE : 4.C.1644.N
( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v
şöyle buyurdular : “ …………. Her kim iman
ederek ve ecrini de yalnız Allah dan umarak kadir gecesini ibadetle geçirirse
geçmiş günahları mağfiret edilir “ )
BUHARİ : 4.C.1868.S
( …. Ebu Said r.a şöyle dedi :Peygamber
s.a.v bize bir hutbe yaptı ve şöyle dedi: Bana
kadir gecesi gösterildi ve sonra da o bana unutturuldu. Sizler kadir gecesini ramazanın
son on gününün tekli gecelerinde arayınız) BUHARİ :
Kadir gecesinin kadrini kıymetini anlatan daha bir çok deliller
mevcuttur. Biz bu kadarı ile iktifa ederek tekrar diyoruz ki;Madem ki Ramazan
ayı ve onun içerisindeki bin aydan daha hayılı olan kadir gecesi Allah’ın
kullarına ihsan ettiği büyük bir lütuftur,öyleyse bunu fırsat bilmeli,o geceyi
yakalamak için son on günü iyi değerlendirmeliyiz. Ve yine bu gecelerde Allah’a bol bol ibadet ederek,bizi
bağışlaması için O’na yalvarmalıyız.
Çünkü O’ndan başka ne sığı-nacak bir yerimiz var ve ne de gidecek bir kapımız
var ……………….
FİTRE
ZEKATI
Ramazanı gece ve
gündüzü ile ihya eden samimi Müslümanların bu ayın sonunda da fıtır zekatı ile
kendilerini temizlemeleri gerekir.Çünkü fıtır zekatı, oruçluların ramazan
içerisinde kullanmış oldukları lüzumsuz sözlerinden ve çirkin tavırlardan doğan günahları için onları
temizleyen bir vesile kılınmıştır.
( …. İbni
Abbas r.a dan. O şöyle demiştir:
Resulullah s.a.v fıtır zekatını, oruçlulara lüzumsuz sözden ve sövmekten
temizleyici bir vesile ve fakirler için de bir yiyecek kıldı. Kim fıtır
zekatını namazdan önce eda ederse,bu makbul bir zekat olur.Kim de namazdan
sonra eda ederse,bu da sadaka-lardan bir sadaka olur. ) EBU DAVUD :
( …. İbni
Ömer r.a şöyle demiştir : Resulullah
s.a.v fıtır zekatını Müslüman-lardan köle,hür,erkek,kadın,küçük,büyük üzerine
hurmadan bir sa’ yahut arpadan bir sa’ olarak farz kıldı.Ve bu zekatın,
insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini de emretti. ) BUHARİ :
3.C.1434.S
Fıtır zekatı,durumu iyi olan her
müslümanın mutlaka yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir. Bunu yerine
getirme şekli ise arpa’dan, buğday’dan, hurma’dan,kuru üzüm’den veya yoğurt
kurusu -yani lor, peynir- gibi yiyecek maddelerinden yaklaşık üç kilo olarak
fakirlere verilmesidir…….Mükellef,bu sayılan yiyecek maddelerinin hangisinden
dilerse ondan fıtresini verebilir…..
Gaye fakirlere yardım amacı taşıdığı için,bu belirtilen gıda maddelerinin
ücretlerini de vermekte bir sakınca olmaz.
UMRENiN YAPILIŞI
Rahman ismiyle, yarattığı her canlıya Dünya ve Ahiret’te, Rahim ismiyle de
Ahiret’te mümin kullarına merhamet eden Allah’ın adıyla.
*Bize Mescidi Haramı ziyaret yeri ve yöneleceğimiz bir kıble olarak kılan
Yüce Allaha şükürler olsun. Yüce Allah: ”Şübhesizki âlemlere bereket ve hidayet
kaynağı olarak insanlık için kurulan ilk ev (mabet) Mekkedeki (Kâbe) dir”(Ali
İmran suresi 96. ayet) diyerek Mekkeyi ve evini kutsamıştır.
*İnsanın yapabileceği salih ameller arasında en efdal olanlarından biride
hac ve umre yapmak, Mescidi Haramde namaz kılmaktır. Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Umre,
kendisinsen önceki umre ile arasındaki (küçük) günahlara keffarettir” (Buhari
ve Muslim rivayet etmişlerdir). Ve şöyle buyurmuştur: “Kim eve (Kâbe’ye) gelir
ve her hangi bir cinsellikle alakalı bir şeyde bulunmaz haram olan şeylerden
biri ile meşgul olmaz ise anasından doğduğu gün gibi günahlarından temizlenmiş
olarak döner” (Muslim rivayet etmiştir) Ve şöyle buyurmuştur: "Mescidi
Haremde kılınan bir namaz diyer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan daha
efdaldir” (Ahmed ve İbnu Macid rivayet etmişlerdir).
*Müslümanın umre yapmaktan maksadı Yüce Allahın rızasını kazanmak olması,
bu sebebtende umre ve haccını gerektiği gibi, tam bir şekilde eksiksiz bir
biçimde eda etmesi gerekmektedir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” (Bakara suresi 96. ayet).
Umre yapacak kişinin umreye başlamadan önce umrenin nasıl
yapılacağını öğrenmesi, Peygamber
efendimizin emrettiği gibi, sünnette varid olduğu üzere umresini
tamamlası gerekmektedir. Bu konu hakkında Peygamber efendimiz şöyle
buyurmuştur: "...Benden menasiklerinizi nasıl yapacağınızı öğrenmeniz
için...” (Muslim rivayet etmiştir)
UMRENiN YAPILIŞI |
1)- İHRAM GİYMEK |
·
İhram giymek umre yapacak kişinin bu ibadetine başlangıç esnasında yapılması gereken, bu şekilde bu ibadetin
icraatı esnasında kulun kendi nefsine
çeşitli yasaklar koyduğu umrenin rukunlarındandır. Umre yapmak isteyen kişi ilk
önce güzel bir yıkanır ve temizlenir (yani eğer avret mahallinde yada koltuk altlarında kıl ve benzeri şeyler varsa onları
temizler). Bu temizlik Yüce Allahın bu
ibadete verdiği önem, Yüce Allahın evini ziyaret esnasında bu rabbinin
yüceliğinden dolayı sünnettir, bu ibadete başlanılmadan önce temizlik yapılması
el verdiğince gerekmektedir. Kadınlar dahi bu temizlik işlemini yaparlar. Hayız
halinde olmaları yada doğum sonrası
nifas kanın geliyor olması buna engel
değildir. Peygamber efendimiz Aişe validemize hayız olduğu halde, Esma bintu
Umeys (radıyallahu anhuma)’ya nifas olduğu halde bu şekilde davranmalarını
emretmiştir. Umre yapacak olan eğer erkek ise güzel kokular sürünür. Kadınların
koku sürünmeleri caiz değildir. Koku bedene sürülür ihram elbisesine koku
sürmek caiz değildir. Eğer yıkanmak ve tamizlenmek imkânı olmayacak olursa
bunda her hangi dini bir sakınca yoktur. Kişinin yıkanamadığından ötürü
teyemmüm alması dinen caiz değildir. Umre yapacak erkek iç çamaşırlarını diyer
bütün elbiseleri ile beraber çıkarır ve ihram elbisesini giyer ihram iki
kısımdan oluşmaktadır: İzar göbekten aşağısını örten kısmıdır. Rida ise
omuzların üzerine alınan kısımdır. İzar ve ridanın beyaz renkte ve temiz olmaları ıercih edilmelidir. İhram giyilirken
başın açıkta kalmasına dikkat edilmelidir. Kadınlar ise süslü olmayacak,
ziynetlerini göstermeyecek, erkeklere ve kâfir kadınlara benzemeyecek bir
şekilde normal, günlük elbiseleri içinde ihrama girerler. Buna rağmen kadın
eldiven ve nikab (kadınların yüzlerini örtmek için kullandıkları sadece
gözlerin görüldüğü bir örtüdür) giymez yüzlerini herhangi başka bir şeyle
örterler. Daha sonra umre için niyet edilir. Kalble niyet edilen dil ile telaffuz edilir ve şöyle
söylenir “LEBBEYK ALLAHUMME UMRA”. Bu söz söylenirken kıble istikametine
yönelmek daha uygundur. Umreye girdiğini, umre niyetini yaptığını belirten
başka her hangi bir sözü söylamekte caizdir.
Bu söz söylendikten sonra artık
umre ibadetine giriş yapılmış olur. Enes (radıyallahu anh) Peygamber
efendimizin haccında şu şekilde yaptığını söylemiştir: “sonra bineğine bindi ne
zamanki (Medine civarında bulunan düz bir
arazi olan) Beyda’ya ulaştığında Allaha şükretti, tesbih etti. Daha sonra hac ile beraber umreye
niyet ettiğini bildirecek şekilde sesini yükseltti ve (beraberinde bulunan)
insanlarda aynı şekilde seslerini yükselttiler (niyetlerini açıktan
getirdiler)” (Buhari rivayet etmiştir). Eğer umrenin tamamlanamayacağından
korkulacak olursa niyetini söylerken şu şekilde şart öne sürmesi iyi olur “Eğer
her hangi bir şey umremi tamamlamama engel olacak olursa benim ihramdan
çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer olsun”
yada bu manayı ifade eden başka her hangi bir sözde söyleyebilir. Bunun delili
ise Duba’a bintu Zubeyr ibnu Abdulmuttalib (radıyallahu anha)’nın Peygamber
efendimize: Ya Resulullah ben hac etmek istiyorum velakin rahatsızım (yani
hastayım ve hastalığımın beni haccımı tamamlamaktan alı koyacağını
zannediyorum) dedi. Peygamber efendimiz de Ona: “Haccını eda et ve şart koş
Benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile
karşılaştığım yer olsun” de diye buyurmuştur (Hadis muttefekun aleyhtir). İhram
namazı diye bir namaz yoktur. Velakin ihram giyildiği esnada eğer farz namaz
kılınma zamanı gelecek olursa namazdan sonra niyet yerine getirilir. Peygamber
efendimiz bu şekilde yapmıştır. Kendisi öğle namazını kıldıktan sonra hacca
niyet etmiştir (bu şekilde bir hadis Buhari ve Muslimde bulunmaktadır). Daha
sonra telbiye geririr. Telbiye: “LEBBEYK ALLAHUMME LEBBEYK LEBBEYKE LA
ŞERİYKE LEKE LEBBEYK İNNEL HAMDE VEN Nİ’
2)- TAVAF |
Tavaf yapacak kişinin tavafa başlamadan önce büyük abdest, gusul
gerektirecek biir durum üzere olmaması, abdest almış bir vaziyette bulunması
gerekmektedir. Peygamber efendimiz Aişe validemizi hayız kanı geldiği yüzünden tavaf yapmasını engellemiş,
kanın kesilmesini beklemesini daha sonra yıkanıp tavaf etmesini emretmiştir (bu
rivayet Buhari ve Muslimde bulunmaktadır). İbnu Ömer’den gelen bir rivayete
göre: Peygamber efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ziy Tuva denilen yerde gecelemiş sabh namazını kıldıktan
sonra yıkanmış ve gündüz vakti hareme girmiştir (Bu hadis Buhari rivayet
etmiştir). Aişe validemiz Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk önce abdest aldığını daha
sonrada tavafa başladığını söylemiştir (Hadis Buharide geçmektedir).
·
Tavaf yapılırken
avret mahalinin açılmamasına dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü tavaf aynı namaz
gibidir. Peygamber efendimiz bu konuda
şöyle buyurmuştur: “Çıplak bir şekilde hiç bir kimse evi tavaf etmesin” (Hadis muttefekun
aleyhtir). Ve şöyle buyurmuştur: "Evi tavaf namaz kılmaktır. Tek fark siz
tavaf ederken konuşabilirsiniz” (Bu hadisi Tirmizi ve İbnu Huzeyme ve Hakim
rivayet etmiş Şeyh Albani sahih olduğunu söylemiştir). Erkekler için tavaf
esnasında sağ omuzun açık sol omuzun kapalı olması mustehab olan amellerdendir.
·
Mescide geldikten
sonra Kâbeyi görünce telbiyeyi keser ve Hacerul Esvedi tam karşısına alarak
elini Ona doğru elini uzatarak “Bismillah
Vallahu Ekber” der. Eğer imkânı olursa Hacerul Esvedi öper yada elini sürer. Elbetteki bu esnada da
kimseye bir zarar vermez. Orda bululanları elden geldikçe rahatsız etmemeye
çalışır. Hacerul Esvede doğru uzattığı elini yada işaret etmek için kullandığı
her hangi bir şeyi öpmez. Bu dinimizde olmayan bir şeydir. Daha sonra her
defasında daha önce belirttiğimiz üzere yapmak, Kâbeyi sol tarafına almak
sureti ile yedi defa çevresinde döner.
Ruknul Yemaniye geldiği vakit elini sürer ve “Bismillah Vallahu Ekber”der.
Eğer elini sürmeye imkân bulamayacak olursa ne elini Ona doğru uzatır, nede
tekbir getirir.
Hacerul Esvedi her dönüşte imkân olursa öpmek, eğer imkân olmassa elini
sürüp yada başka bir şeyi Hacerul Esvede sürüp daha sonrada elini yada o sürmüş
olduğu şeyi öpmesi uygundur. Çünkü Peygamber
efendimizden Ebu Tufeyl Amir ibnu Vaile (radıyallahu anhu) şöyle rivayet
etmiştir: “Peygamber efendimiz
beraberindeki bastanunu Hacerul Esvede sürdükten sonra bastanunu öpmüştür”. Ve
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Hacerul Esvede (el) sürmek günahları (tek tek) döker” (İbnu Hibban ve İbnu
Huzeyme güçlü bir senedle rivayet etmişlerdir). Erkeklerin tavafın ilk üç
dönümü esnasında remel etmeleri
(adımları bir birine yakın bir surette atıb hızlı bir şekilde yürümektir) uygun
olur. Yalnızca bu remel esnasında Ruknul Yemani ve Hacerul Esved arasında
sakince yürür. Tavaf edecek kişi sıhhi nedenlerden ötürü bir bineğe binmek
zorunda kalırsa her hangi bir sakınca yoktur. Peygamber efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) Ummu Seleme rahatsızlığından şikâyet edince Ona: “İnsanların
arkalarında, binek üstünde olmak üzere tavaf et” diye buyurmuştur (Buhari ve
Muslim rvayet etmiştir). Tavaf mescidin her tarafında olur. Mescidin tavanında
koridorlarında tavaf etmekte her hangi bir beis yoktur. Tavaf yapan kişi
yorulduğunda dinlenebilir, su içebilir, imamla beraber namaz kılabilir. Bu Onun
tavafını yarıda bırakmadığı tavafını kesmeyeceği için tavafa tekrardan
başlaması gerekmez. Tavaf esnasında bolca zikir çekmek, dua etmek gerekir. Bu
esnada kimseyi sesi ile rahatsız etmemeye dikkat etmesi uygun olur.
Tavafa ait özel bir dua, özel bir
zikir yoktur. Kul Yüce Allaha istediği
gibi dua eder ve istediği gibi Onu zikreder. Yalnızca Ruknul Yemani ve Hacerul
Esved arasına gelince şu duayı söylemesi iyi olur
﴿رَبَّنَا
آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ
النَّار﴾ {سورة البقرة الآية: 201}
ِ “Rebbena
Atina fid Dünya Haseneten ve fil Ahireti Haseneten ve Kına Azaben Nar”
(Ey Rabbimiz! bize bu dünyadada ahirettede iyilikler, güzellikler ver) .
Yedinci dönüşün sonunda Hacerul Esvedi ya öper, ya elini sürer ve elini öper
veya başka bir şeyi sürer ve onu öper yada Ona doğru elini uzatır ve tekbir
getirir. İbnu Abbastan şu şekilde rivayet olunmuştur: ”Peygamber Evi deve
üzerinde tavaf etmiştir. Hacerul Esvede her ulaştığı sırada elinde bulunan bir
şeyle Ona doğru işaret etmiş ve tekbir getirmiştir” (Buhari rivayet etmiştir).
Tavafı bitirdikten sonra ridayı omuzların ikisinide kapatacak bir şekilde
koymak gerekir.
Tavaf bittikten sonra Makamı İbrahimin arkasına geçerken
﴿وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى﴾
{سورة البقرة الآية:125}
”Vettehızu min makamı ibrahime
musalla” (İbrahimin makamını namaz kılma yeri edinin) (Bakara suresi125. ayet)
ayetini okur. Makamın arkasında eğer fırsat bulabilirse iki rekât namaz kılar.
Eğer kalabalıktan ötürü yer bulamayacak olursa mescidin her hangi başka bir
yerinde namaz kılabilir. Namazın birinci rekâtında kâfirun suresini ikinci
rekâtında ise ihlas suresini okuması mustehabtır. Namazı kılarken başka
surelerinde okunmasında her hangi bir sakınca yoktur.
Namazı bitirdikten sonra Hacerul
Esvede gelib sağ elini sürmesi uygun olur. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
Muslimde geçen bir rivayete göre bu şekilde yapmıştır. Bunun dışında Hacerul
Esvedi öpmek yada uzaktan el ile işaret etmek caiz değildir. Eğer kalabalıktan
dolayı yaklaşamayacak olursa kimseye zarar vermemek maksadı ile bu işten vaz
geçer.
3)- SA’Y |
·
Daha sonra Safa
tepesine çıkar. Tepeye yaklaşınca:
﴿إِنَّ
الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوْ
اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ
خَيْرًا فَإِنَّ اللَّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ﴾{سورة البقرة الآية:158} “İnnes
Safa vel Mervete min şeâirillah femen haccel Beyte evi’temera fela cünaha
aleyhi en yettavvafa bihima ve men tetavvaa hayran fe innellaha Şakirun Alim” (Bakara
suresi 158.ayet) (Şübhesizki Safa ve Merve Allahın koyduğu nişanlardandır. Her
kimBeytullahı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine
bir günah yoktur. Şübhesizki Allah yapılan ibadetleri kabul eder ve O her şeyi
hakkıyla bilir). Sa’y ederken abdestli olmak mustehabtır. Amma velakin
abdestsizde sa’y edebilir. Tepenin üzerine çıkılır (tepenin üzerine çıkmak daha
efdaldir ama her hangi bir özürden ötürü
çıkılmasada olur) ve kıbleye doğru yönelir. Eli ile Kâbeye doğru işaret etmeden
şu şekilde söyler:
“La ilahe illallahu vallahu ekber. La ilahe illallahu vahdehu la
şeriyke leh lehul mulku ve lehul hamdu ve huve ala kulli şey’in Kadir. La ilahe
illahu vahdeh enceze va’deh ve nasara abdeh ve hezemel ahzaba vahdeh” daha
sonra ellerini kaldırarak dua eder. Bu zikir üç defa tekrar edilir. Daha sonra
tepeden aşağıya doğru inilip, Merve istikametinde yürülür. Erkekler vadiye
geldiklerinde (şu an yeşil ışıklar ile belirtilmiştir) iki yeşil ışık arasında
hızlıca koşuşurlar. Kadınların vadide koşmaları caiz değildir. Merve tepesine
gelince eğer imkân olursa üzerine çıkar. Yok eğer imkân olmaz ise tepenin
başlangıç yerinde durur. Safa tepesinde ne yaptı ise aynısını burda yapar tek
fark bu tepe üzerinde biraz önce zikrettiğimiz ayet okunmaz. Daha sonra safa
tepesine doğru yönelir Merveye gelirken yaptığı şekilde yapar. Safa ile Merve
arası bir şavt, Merve ile Safa arası da bir şavt sayılır. Bu şekilde yedi defa
tekrar edip, en son olarakta Merve tepesi üzerinde sa’y sona erdirilir. Binek
üzerinde de sa’y edilebir, ama yürüyerek
sa’y etmek daha efdaldir. Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlar kendisini rahatlıkla
görebilsinler diye bineği üzerinde tavaf ve sa’yını eda etmiştir (Bu rivayet
Muslimde geçmektedir). Mescidin üst katlarında tazaf ve sa’y edilmesinde her
hangi bir sakınca yoktur. Eğer sa’y esnasında namaz kılmak, su içmek gibi
zorunluluklardan ötürü sa’y yarıda kesilmek zorunda kalınırsa sa’yı yarıda
kalmış olduğu yerden tamamlar. Sa’y yapılırken elden geldiğince dua ve zikirle
uğraşmak gerekir. Bu arada okunması gereken özel bir dua yoktur. Öylede sa’ya
hususi özel bir namaz yoktur. Namaz tavaf için meşru kılınmıştır.
4)- SAÇI KAZIMA
YADA KISALTMA |
·
Erkekler sa’yı
bitirdikten sonra saçlarını ya tamamen kökten kazıtırlar yada tamamen
kısaltırlar. Çünkü Yüce Allah başın bir kısmını diğerinden ayırt etmemiştir.
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) ve ashabı ya başlarının tamamını kazıtıyorlar yada kısaltıyorlar idi. Saçı kökten kazıtmak en
efdal olanıdır. Çünkü Yüce Allah kitabında saçı kazıtmayı kısaltmadan daha önce
zikretmiştir. Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)’de saçını kazıtanlara Allahın rahmetini
kazanmaları için üç defa, saçlarını kısaltanlar için ise bir defa dua etmiştir. Çünkü saçı kazımak bu yapılan
ibadette daha fazla fedakârlıkta bulunmaktır. Kul için yazılan ecir, kulun
ibadet esnasındaki fedakârlığına göre farklılık gösterir. Velakin eğer yapmış
olduğu umre hac zamanına yakın bir zamanda yapılmış ve hac yapmakta isteniyor
ise saçı kısaltmak daha efdaldir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda
haccında beraberinde bulunan sahabelerden temettu haccına niyet etmiş olanlara
umreyi tamamladıktan sonra saçlarını kısaltmalarını emretmiştir (Buhari ve
Muslim rivayet etmiştirler). Umre yapan kadınlar ise saçlarını toplayıp 2 cm
kadar kısaltırlar. Saçlar kazınıp ve kısaltılırken başın sağ tarafından
başlamak sünnettir. Çünkü Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda haccında böyle yapmıştır
(Muslim rivayet etmiştir). Bu zikrettiğimiz her şeyi tam bir şekilde yapan
kimsenin umresi en kâmil bir şekilde tamamlanmış olur.
SANA GEREKLİ OLAN BAZI HÜKÜMLER |
·
Umre her zaman yapılabir. Ama umre için en efdal zaman ramazan ayıdır. Çünkü
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ramazan ayında yapılan umre bir
hacca bedeldir” (Buhari rivayet etmiştir). Elbettelki bu ecir yönü iledir. Hiç
bir zaman umre hac borcunu ödemez.
Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine umre yapmanın ayrı bir özelliği olduğuna
dair her hangi bir şey gelmemiştir. Öylede receb ayında umre yapmanın bir
özelliği olduğuna dair de Peygamber efendimizden her hangi bir şey gelmemiştir.
Bu sebebten bir özelliği olduğunu düşünerek bu şekilde bir umre yapmanın
dinimizde her hangi bir yeri yoktur. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve
sellem) zul kıde ayında umre yaptığı rivayet olunmuştur.
·
Bir kadın kendi başına, yanında kendine umre yaparken eşlik edecek bir
yakın erkek akrabası (babası, kocası, abisi, oğlu, dayısı, amcası, dedesi gibi)
olmaksızın, umre yapmak maksadı ile yolculuğa çıkamaz. Ve eğer bu
akrabalarından her hangi birini kendisini umre yapmaya götürmek için
bulamayacak olursa kendisinden umre ibadeti düşer. Çünkü Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kadın mahremsiz
yolculuğa çıkamaz” bunun üzerine bir kişi kalkıp: Ey resulullah! Benim karım
hac yapmak niyeti ile yolculuğa çıktı ve
bende filan savaşa katılmak üzere yazıldım. Dedi bunun üzerine Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Git ve hanımınla
beraber hac yap” dedi (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir). Mahrem ise
kadının kocası ve kendisi ile nikâh düşmeyen bütün erkeklerdir.
·
Mekkeye umre maksadı ile giden her kes miykat mahallini geçmeden önce
ihramlarını giymiş olmalıdır. Eğer miykat mahallini ihramsız bir şekilde
geçecek olursa bir kurban kesmesi ve Mekke ehline dağıtması gerekir. Miykat
mahallini karadan yada havadan yada denizden geçme arasında her hangi bir fark
yoktur. Mekkeye umre maksadı ile gitmeyen kişilerin ihram giymeleri şart
değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekkenin
fethi esnasında başında miğfer olmak üzere, ihramsız bir şekilde şehre
girmiştir.
·
Miykat mahalleri şunlardır: Zul huleyfe (Ebyar Ali- Medine
yakınlarındadır), Cuhfe (Rabiğ yakınlarındadır), Yelemlem (Yemen yolu üzerinde
Sa’diyye civarındadır), Karnul menazil (Seyl Kebir- Vadi Muhrim olarakta
bilinir. Taif yolu üzerindedir), Zatu Irk (Dariybe olarakta bilinir. Mekkenin
kuzey doğu istikametine düşer)
·
Miykat sınırları içinde oturanlar umre yapmaya niyet ettikleri yerde
ihramlarını giyerler. Mekkede harem sınırları içerisinde oturanlar ise, harem sınırları dışına çıkıp daha sonra
ihram giyerler. Çünkü Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Huneyn savaşından geri Mekkeye
döndüğü zaman Cu’ rane mıntıkasına gelince ihram giymiş daha sonrada umresini
tamamlamıştır. Öylede Aieşe (radıyallahu anha) haccı bitirib daha sonrada umre
yapmak isteyince Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ona kardeşi ile beraber Ten’ıme gitmesini ve
ordan ihrama girmesini söylemiştir (Bu rivayet Buhari ve Muslimde geçmektedir).
·
Haremin sınırları
bellidir: Hudeybiyye, Arafa, Cu’rane ve Mekkeye en yakın yer olan Ten’im
haremin sınırlarını oluşturmaktadır. Öylede Mina ve Muzdelife harem sınırları
içinde kalmaktadır.
·
Umre yapmak
maksadı ile ihram giyecek olanın şunlara dikkat etmesi gerekmektedir: Cinsel
ilişki ve ilişki kurmaya davet edici her şeyden salınmalı, kız isteme ve
evlilik sözleşmesi imzalamamalı, (Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhrim
evlenmez, kız istemez ve evlendirmez” Muslim rivayet etmiştir), koku sürünmemeli, tırnak kesmemeli, saçından bir şey koparmamalı,
avlanmamalı ({kara hayvanlarını avlamak size ihramlı iken haram kılınmıştır}
Maide suresi 96.ayetinde geldiği üzere kara hayvanlarından yenilebilinenlerinin
avlanması caiz değildir), dikili elbise giyilmemeli, eldiven takmamalı, başı ve
yüzü örtmemelidir. Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhrim gömlek, sarık,
pantalon, cubbe ve üzerine zaferan ve veres sürülmüş elbise giymez (Za’feran ve
veres bir çeşit bir bitkidir. Bu bitkilerin kokusu olduğundan ötürü, bu bitkilerin
sürülmüş olduğu elbiselerin giyilmesi yasaklanmıştır)” (Buhari ve Muslim
rivayet etmiştir). Arafede ihramlı iken kendisini hayvanın çiğnemesi sonucu
ölen sahabi için: “Onu sidir ve su ile yıkayın ihram elbiseleri ile kefenleyin,
koku sürmeyin ve başını örtmeyin” diye buyurmuştur. Başka bir rivayette ise:
“Başını ve yüzünü örtmeyin. Çünkü O Kıyamet günü telbiye getirerek
haşrolonacaktır” (Muslim rivayet etmiştir) demiştir. Kadınlar ise eldiven ve
nikab (yüzü örten sadece gözlerin görülmesini sağlayan bir örtüdür) giymez
bunun dışında vucudunu göstermeyecek ve fitneye sebebiyet vermeyecek şekilde
istediği gibi giyinebilir. Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İhram
giyen kadın eldiven giymez ve yüzünü nikab ile örtmez” (Buhari rivayet
etmiştir). Peygamber efendimizin
(sallallahu aleyhi ve sellem) pantalon ve şalvar türü şeylerin giyilmesini
yasaklaması, kadınların yüzlerini açmaları, erkek ve kadınların avret yerlerini
açabilecekleri manasına gelir diye bir mana anlaşılması yanlıştır. Çünkü Hz.
Aişe validemiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bizler (yani kadınlar) muhrimler
(umre yada hac için niyet etmiş) olarak Allahın resulu ile beraberken
hayvanlarına binmiş vaziyetteki insanlar geçerdi. Bizde onlar bize yaklaşırken
çarşaflarımızın uçlarını yüzlerimize
doğru indirir ve bu şekilde yüzlerimizi örterdik. Bizden uzaklaştıklarında da
yüzlerimizi açardık” (Ahmed, Ebu Davud ve İbnu Mace rivayet etmişlerdir).
Fatıma bintu Munzir (radıyallahu anha)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Bizler
muhrimler olarak Ebu Bekrin kızı Esmanın yanında iken yüzlerimizi (her hangi bir şeyle) örterdik”
(İmam Malik rivayet etmiştir)
·
İhramlı kişi
yıkanabilir, saçını tarayabilir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Aişe
validemize ihramlı iken yıkanmasını ve saçlarını taramasını emretmiştir (Hadis
Buhari ve Muslimde geçmektedir). Umre esnasında şemsiye ve benzeri bir
şeylerle gölgelenmekte her hangi bir
sakınca yoktur. Çünkü Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Arafede kendisi için kurulmuş
olan çadırda istirahet etmekte, cemreleri taşlarkende Bilal (radıyallahu anhu)
ve Usame (radıyallahu anhu) bir elbise ile Onu gölgelendirmekte idi (Muslim
rivayet etmiştir). İhram esnasında kan bağışında bulunulabilir. Çünkü
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) ihramlı iken hacamat (vucuttan belli bazı yollarla kan aldırmaya
hacamat denir) olmuştur (Buhari ve Muslim
rivayet etmişlerdir).
·
Her hangi bir
zorunluluktan ötürü ihram yasaklarından biri işlenmek zorunda kalınırsa her
hangi bir günah yoktur amma velakin karşılığında ceza ödemesi gerekmektedir.
Örnek vermek gerekirse rahatsizlıktan ötürü başını ihramlı iken tıraş etmek
zorunda kalan kişi başını tıraş eder ve karşılığında ceza öder.
·
İhram
yasaklarından birini bilmeden yada unutarak yada kendisine zorla yaptırılan
kişiye her hangi bir şey yoktur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey
Rabbimiz! Bizi unutarak yada hata ile yaptıklarımızdan sorumlu tutma” (Bakara
süresi 286. ayet). Elbetteki bir şeyin haramlığını bilen bir kimse için, haramı
işlemesi sonucunda nasıl bir ceza ile karşılaşacağını bilmemesi Onun için bir
özür sayılamaz. İşte bu sebebten ötürüdür ki Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
ramazanda gündüz vakti hanımı ile cinsel ilişkiye giren kişiye bu yapmış
olduğundan pişman olmasına rağmen
keffaret (yani bir köle azadı yada atmış bir gün oruç yada atmış
yoksulun karnını doyurmak bu yapılan günahın keffaretidir) tayin etmiş Onun bu keffaretin hükmünü bilmemesini
bir özür olarak görmemiştir.
·
İhram esnasında
dikişli elbise giyenler yada saçını tıraş edenler yada tırnaklarını kesenler:
üç gün oruş yada altı fakirin karnını doyurmak yada bir kurban kesip Mekke
ehline dağıtmak arasında seçim yaparlar. Bu onların yapmış oldukları yasak olan
işlerin keffaretidir. Yüce Allah saçını
zorunluluktan ötürü tıraş etmek zorunda kalan kimse için şöyle buyurmuştur:
"sadaka vererek yada oruç tutarak veya kurban keserek fidye versin”
(Bakara suresi 196. ayet). Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
Kâ’b ibnu Acera (radıyallahu anh) için şöyle buyurmuştur: "Seni başındaki (bitler) rahatsızmı ediyor? Oda cevab
olarak: Evet dedi. bunun üzerine Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona başını tıraş et (kazıt)
sonrada ya üç gün oruç tut veya altı kişiye sadaka dağıt (karnını doyur) yada
bir kurban kes (kurbandan kasıt küçük baş hayvandır) dedi” (Buhari ve muslim
rivayet etmişlerdir). Sahabenin büyük alimlerinden İbnu Abbas (radıyallahu
anhuma) tavaf ve sayını yaptıktan sonra saçını tıraş edip ihramdan çıkmadan
önce hanımı ile cinsel ilişkiye giren
kişi için: ”Onun sadaka vererek
yada oruç tutarak veya kurban keserek fidye ödemesi gerekir” demiştir (Beyhaki
mevkuf olarak rivayet etmiştir). Amma velakin ihrama girip daha tavaf ve sayını
yapmamış bir kimse hanımı ile cinsel ilişkiye girecek olursa onun umresi iptal
olur. Bu şekilde umresini tamamlayıp daha sonra bir kaza umresi yapmak ve ceza
kurbanı kesmek zorundadır. Bunun dışında ihramlı iken eğer kara hayvanlarından
birini avlayacak olursa avlamış olduğu hayvanın kıymetinde bir hayvanı ceza
olarak kurban olarak keser. Bu konu da Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey
iman edenler! İhramlı iken (av hayvanı) öldürmeyin. Içinizde kim kasten bilerek
avlanırsa öldürdüğü hayvanın dengi onun için cezadır (o kıymette bir hayvanı
kurban olarak keser). (Bu kesilen hayvan) Kâbeye (ehline) ulaşacak bir şekilde
içinizden iki adalet sahibi tarafından bu hayvanın kıymetine karar verilir.
Yahut (avlanmanın cezası olarak) oruç tutar veya fakirlerin karnını doyurmak
sureti ile keffaret öder” (Maide suresi 95. ayet).
·
Başkasının yerine umre yapacak kişi ihramını giyerken yerine umre yapacağı
kişinin adını zikreder.daha sonra yapacağı işlerde tekrardan o şahsın adını
zikretmez, aynı kendi için umre yapıyormuş gibi davranır. Bu konuda şöyle bir
kıssa geçmektedir: Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir
kişinin: Ben Şubrume (bir kişinin adıdır) için ihrama giriyorum dediğini duymuş
bunun üzerine Ona: Kendi yerine hac yaptınmı? diye sormuştur. Oda ccvap olarak hayır deyince Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): İlk önce kendi yerine hac yap daha
sonra Şubrume yerine hac yap” buyurmuştur (Ebu Davut ve İbnu Mace rivayet etmişlerdir). Başkası yerine hac
yapmak caiz olursa hac yapmakta caiz olur. Amma velakin başkasının yerine tavaf
yada sa’y yapmak yalnız başına caiz değildir. Bunun da delili Hz. Aişe
validemiz ay başı kanı geldiğinden ötürü tavaf yapamamasına rağmen
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) Onun yerine başka birinin tavaf yapmasını emretmemesi tavafın başka
biri yerine yapılamayacağına delalet eder.
·
Kadın erkeğin,
erkek kadının yerine hac ve umre yapabilir. Çünkü Peygamber efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) bir
kadın şöyle bir soru sormuştur: Ya Resulallah! Şübhesizki Allah (hac ibadetini) kulları üzerine farz
kılmıştır. Benim babam yaşlı bir
ihtiyardır. Onun hac yapmaya ve yolculuğa çıkmaya gücü yetmez. Onun yerine hac
yapabilirmiyim? Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ona: “ Evet Onun yerine hac yapabilirsin” diye
buyurmuştur (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir).
·
Kadınlar umreyi
aynı erkeklerin yaptıkları gibi yaparlar. Yalnızca tavaf ve sa’y esnasında koşmazlar ve saçlarını kazıtmazlar.
·
Çocukların yapmış
oldukları oldukları umre geçerlidir. İbnu Abbas (radıyallahu anhu) onüç yaşında
iken Peygamber efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem) ile hac yapmıştır. Saib ibnu Yezid (radıyallahu anhu)’dan
gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Ben daha yedi yaşında iken
resulullah ile hac yaptırıldım” (Buhari rivayet etmiştir). Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda
haccından dönerken bir kadın bineğinin üzerinden (eskiden kadınların binekleri
üzerine gölgelenmeleri için kulube benzeri bir şey koyulurdu) bir bebeği
uzatmış ve: Bu çocuk hac yapabilirmi diye sormuştur. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona:
”Evet Senin içinde ecir yazılır” buyurmuştur (Muslim rivayet etmiştir).
·
Umrenin olmazsa
olmaz üç büyük rüknu vardır. Bunlar: İhram giymek, tavaf ve sa’y yapmaktır. Umrenin yapılması gereken iki
vacibi vardır: Miykat mahallinden ihrama girmek ve saçı kazıtmak yada
kısaltmaktır. Eğer bu vaciblerden birini yerine getirmeyecek olursa Mekkenin
fakirlerine dağıtılmak üzere bir kurban
kesilir. İbnu Abbas şöyle buyurmuştur: "Kim umrenin gereklerinden birini terkederse kan akıtması (kurban
kesmesi) gerekir” (İmam Malik rivayet etmiştir. Şeyh Albani hadisin mevkuf
olarak sahih olduğunu söylemiştir). Umre yapan kişi eğer saçını kesmediğini
unutur, asıl yerleşim yerine ulaşıncaya kadar hatırlamayacak olursa bulunmuş
olduğu yerde kurban keser. Eğer bilmeden sa’yı tavaftan önce yapacak olursa
sa’yı tekrar etmez. Çünkü bu ibadete gereğinden fazla zorlaştırmak olur. Çünkü
Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem) hac esnasında bazı amellerin diğerleri üzerine takdim edilmesinin
her hangi bir sorun çıkarmayacağını söylemiştir (Bu hadis Buhari ve Muslimde
rivayet edilmiştir).
·
Mescidi Hareme
girerken söylenecek özel bir dua, özel bir zikir yoktur. Haremin kendisine özgü yapılması
gereken bir ibadet çeşiti yoktur. Harem’de aynı diğer mescidlerde yapılması
gereken, mescide girerken söylenecek dua ve mescidde kılınacak iki rekât mescid
namazından başka bir ibadet sarfedilmez. Hareme girildiği için tavaf ve benzeri
şeyler yapılmaz.
·
Günümüzde umre
ibadeti eda edilirken bir çok yanlışlıklar yapılmaktadır. Örneğin: sağ omuzun
bütün umre boyunca açıkta tutulması, tavaf ve sa’ya başlarken sesli bir şekilde
niyet edilmesi, tavafın ve sayın her şavtı için özel bir dua söylenmesi, Makamı
İbrahimin yanında dua edilmesi, başka birisinin etmiş olduğu duanın aynen
tekrar edilmesi (kitabtan dua okumakta yada başkasının duasına amin demekte bir
sakınca yoktur), Hacerul Esvedin dışında başka bir şeyi öpmek, işaret etmek,
Onun ve Ruknul Yemanin dışında başka bir yere el sürmek, tavafın dışında başka
zamanlar Hacerul Esvedi öpmek yada el sürmek yada Ona doğru el ile işaret etmek
caiz değildir. Kâbe ve Mescidi Harem kendi zatlarında her hangi bir özellikleri
yoktur. Yüce Allah bize emrettiği için biz orada bir takım ibadet çeşitlerini yalnızca
Yüce Allaha has kılaraktan eda ediyoruz. Hz. Ömer (radıyallahu anhu) Hacerul
Esved için şöyle buyurmuştur: "Vallahi Ben Seni öpüyorum. Ve Ben
biliyorumki Sen sadece bir taşsın. Ne fayda, nede zarar verebilirsin. Eğer Ben
Resulullahı Seni öperken görmese idim Seni kesinlikle öpmezdim” (Buhari ve
Muslim rivayet etmiştir).
·
Eğer tavaf ve say
esnasında namaza durulacak olursa sende onlarla namaza dur daha sonra kaldığın
yerden devam et. Daha önceden namazı kılmış olman cemeatle namaz kılmana engel
değildir. Çünkü Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Namaz için ikamet
getirildiğinde cami içinde olduğun vakit namaz kıl (cemeate iştirak et). Ben
daha önceden kılmıştım, bu sebebten namaz kılmıyorum deme” diye buyurmuştur (Muslim rivayet
etmiştir). Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) hacda Onunla beraber namaz kılmayan iki kişiye:
“Böyle yapmayın. Eğer yolculuğunuz esnasında namaz kıldı idiyseniz daha sonra
içinde cemeatle namaz kılınan bir camiye geldiğinizde onlarla beraber cemeate
uyun. Çünkü yolculuğunuz esnasında kıldığınız namaz sizin için nafile sayılır”
(Ebu Davut ve Tirmizi ve Nesai rivayet etmişlerdir). Elbetteki bu şu an Haremde
sıkca görülen kamet getirildikten sonra bütün herkesin cemeatle namaz kılmak
maksadı ile izdiham oluşturması bunun sonucu olarakda namazın tadil ve erkânına
riayet edilmeden, secdesi rukusu düzgün bir şekilde yapılmadan, bazende namazı
ima ederek kılmak caiz değildir. Böyle bir durumda namazın cemeatle kılınmasından tek başına kılınması
daha iyidir.
·
Eğer bir kimse
tavaf ve sa’y esnasında kaç defa döndüğünü karıştıracak olursa, kendince hangi
sayıda kaldığını zannediyorsa o sayından itibaren devam eder ve tavafını ve
sayını tamamlar. Eğer her hangi bir rakamdan kesin emin olamayacak olursa
aklında bukunan en küçük rakam üzerine tamamlar. Örneğin: eğer tavafın kaçıncı
dönüşünde olduğumuzu karıştıracak olursak ve bizcede diyelimki altıncı şavtta
isek o zaman altıncı şavt üzerine devam ederiz. Ve eğer hangi şavtta
olduğumuzdan da emin değil isek o zamanda tavafını yapmış olduğumuz en küçük
rakam üzerine tamamlarız. Diyelimki üçüncü şavtı döndüğümüzden kesin emin isek
üçten itibaren devam ederiz.
·
Kadınların umre
esnasında adet kanlarının gelmesini engelleyecek ilaçlar kullanmaları eğer
sıhhatlerine zarar vermeyckse caizdir. Eğer adet ve nifas kanı tavafı yaptıktan
sonra gelecek olursa sayını yapar ama say bittikten sonra cami içinde durmadan
dışarı çıkar. Eğer umreyi tamamlayamadan yolculuğa çıkmak zorunda kalırsa ve
yakın bir zamanda geri döneceğinden emin olursa ihramdan çıkmadan bekler, geri
döndüğünde üzerine düşen umresinden geri kalan diğer vazifeleri yerine getirir.
Eğer geri dönemeyeceğini düşünürse tavafını ve sayını yapar daha sonra saçından
bir parça kısaltarak ihramdan çıkar. Elbetteki tavaftan sonra kılınan namazı
kılmaz. Devamlı bir şekilde bir kişide abdesti bozucu küçük abdestini tutamama,
kadınlara gelen istihaze kanı gibi durumlarda tavafını ve sayını kesintiye
uğratmadan tamamlar. Çünkü Peygamber
efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Size
bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz” (Buhari ve
Muslim rivayet etmişlerdir)
·
Umre yapmak
maksadı ile ihrama giren kimse başına hastalık yada kaza veya buna benzer bir
şey gelecek olursa, eğer umresini yakın bir zamanda tamamlayacağını düşünürse
ihramdan çıkmadan bekler, daha sonra umresini tamamlar. Yok eğer umresini
tamamlayamayacağını düşünürse bir kurban keser ve başını tıraş edip ihramdan
çıkar. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "(Hac ve umre yapmaktan
alıkonulursanız) kolayınıza gelen bir kurban kesin. Saçınızı kurban, yerine
ulaşıncaya kadar tıraş etmeyin” (Bakara suresi 196. ayet). Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) umre
yapmak maksadı ile Mekkeye gitmiş, ama Mekke müşrikleri izin vermeyince
beraberinde getirmiş olduğu kurbanı kesip saçını tıraş etmiştir. Eğer ihrama
girerken şart öne sürmüş yani “Eğer her hangi bir şey umremi tamamlamama engel olacak olursa benim
ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer
olsun” sözünü söylemiş ise her hangi bir problemle karşılaşacak olursa kurban
kesmeden saçını tıraş eder ve ihramdan çıkar. Bu konuda Duba’a hadisi delil
olarak kullanılabilir. Çünkü Duba’a bintu Zubeyr ibnu Abdulmuttalib (radıyallahu
anha) Peygamber efendimize: Ya Resulullah ben hac etmek istiyorum velakin
rahatsızım (yani hastayım ve hastalığımın beni hacımı tamamlamaktan alı
koyacağını zannediyorum) dedi. Peygamber efendimiz de Ona: “Haccını eda et ve
şart koş Benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile
karşılaştığım yer olsun” de diye buyurmuştur (Hadis muttefekun aleyhtir).
·
İhrama giren kişi eğer ihram esnasında vefat edecek olursa Ona ihramlı
muamelesi yapılır. Yani koku sürülmez ve ihramı içine kefenlenir.
·
Bir seferde birden fazla umre yapmak Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in yapmamış olduğu bir şeydir. Kimseye izin vermemiş, bu şekilde
yapmalarını da söylememiştir. Eğer böyle bir şey olmuş olsa idi Hz.Aişe
validemizle beraber kardeşi Abdurrahmanı gönderirken Ona umre yapmasını
söylerdi. Büyük alimlerden hiç kimse bir umre için yola çıktıktan sonra birkaç
tane daha umre yapılabileceğini söylememiştir.
·
Tavaf ve sonrasındaki iki rekât namaz her zaman için geçerlidir. Yani her
zaman yapılabilir. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekkenin
fethinden sonra ihramlı olmadığı halde
tavaf yapmıştır (hadis Ebu Davutta geçmektedir). Ve şöyle buyurmuştur:
"Kim evi tavaf eder sonrada iki rekât namaz kılacak olursa köle azat etmiş
gibi ecir alır” (İbnu Mace sahih bir sentle rivayet etmiştir).
·
Hıcr’de (Kâbenin
dış tarafında bulunan çıkıntılı kısım) namaz kılınabilir. Çünkü Hz. Aişe validemiz Kâbenin içinde namaz
kılmak istemiş bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
Ona: “Hıcr’de namaz kıl. Çünkü Hıcr evden bir parçadır”
diye söylemiştir (Buhari ve Muslim
rivayet etmişlerdir)
·
Yılın her zamanında Allah rızası için bir kurbanı kesip Mekke ehline
dağıtmak caizdir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)
Hudeybiye umresinde bu şekilde yapmıştır.
·
Zemzem içmek, Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
sünnetidir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) haccı
esnasında kudum tavafını yaptıktan ve
veda tavafını yaptıktan sonra zemzem suyundan içmiştir. Zemzem hakkında şöyle
buyurmuştur: "O doyurucu bir yemek, hastalığın şifasıdır” (Ebu Davut
rivayet etmiştir). Zemzem suyu ile yıkanılmasında her hangi bir beis yoktur.
·
Umreyi bitirdikten sonra bir müddet daha Mekkede kalınacak olunursa Kâbenin
çevresi tavaf edildikten sonra yolculuğa çıkılır. Bu tavaftan normal diğer
tavaflardaki gibi iki rekât namaz kılınır. Bu tavafdan sonra say yapılmaz. Bu
konuda Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"İçinizden hiç kimse (Mekkeden ayrılmadan önce) son olarak evi (tavaf
etmeden) yola çıkmasın” (Muslim rivayet etmiştir). Ve şöyle buyurmuştur:
"Umrende de aynı haccında yaptığın gibi yap” (Buhari ve Muslim rivayet
etmişlerdir). Tavaf yapıldıktan sonra Mekkede fazlaca durmadan yola çıkmak
gerekir. Eğer biraz gecikelecek olunursa sorun değildir.
HACC
VE UMRENİN YAPILIŞ ŞEKLİ VE HACC ÇEŞİTLERİ
Üç türlü hacc vardır:
1-Temettü. 2-
İfrad. 3- Kıran.
1-Temettü Haccı: Bu hacc türünde hacı, hacc aylarında umre yapmak için ihrama girer,
Mekke’ye ulaştığında Kâbe’yi tavaf eder, Safa ve Merve arasında sa’y eder, daha
sonra saçını tıraş eder veya kısaltır. Bu şekilde umresini bitirerek ihramdan
çıkar. Daha sonra Zilhiccenin 8. günü olan tevriye günü geldiğinde ise bu sefer
sadece hacc yapmak için yeniden ihrama girerek gerekli bütün farzları yerine
getirir.
2-İfrad Haccı: Bu hacc türünde sadece hacc yapmak üzere ihrama girilir. Hacı Mekke’ye
vardığında kudüm tavafını ve ardından haccın say’ini yapar. Say’dan sonra, tâki
bayramın birinci günü, Akabe cemresine yedi taş atana kadar tıraş olmaz, saçını
kısaltmaz ve de ihramdan çıkmaz. Hacı, say’ini haccın tavafından sonraya da
bırakabilir.
3-Kıran Haccı: Hacının bir ihramla hem umresini hem de haccını yapmasıdır. Bu hacc
türünde hacı, ihrama girerken umre ve haccı aynı ihramla yapmaya niyet eder
veya önce umreye niyet eder ama umrenin tavafını yapmadan haccı da aynı ihramla
yapmaya niyet eder. İfrad haccı yapacak olanlarla kıran haccı yapacak olanların
yapacakları işler aynıdır fakat kıran haccına niyet edenlere kurban gerekirken
ifrat haccına niyet edenlere kurban gerekmemektedir.
Hacc çeşitlerinin en efdali temettü haccıdır.
Zira Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabına bu haccı tavsiye
etmiştir onları bu hacc için teşvik etmiştir. Bir kişi ifrad veya kıran haccına
niyet etmiş olsa da -umresinin tavaf ve say’ini yapmış olsa bile- ihramını umre
ihramına çevirerek temettü haccına niyet edebilir. Zira Allah’ın Resûlü
(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) umrenin tavaf ve say’ni yaptıktan sonra hacc için
yanlarında kurbanları olmayan kişilere umreyle yetinmelerini emretmiş ve
ihramdan çıkmalarını isteyerek şöyle buyurmuştur:
“Şayet ben kurban getirmemiş olsaydım size
emretmiş olduğum gibi hareket ederdim.”
UMRENİN YAPILIŞI
Umre için ihrama girmek isteyen kişi öncelikle bütün
elbiselerini çıkartır, gusül alır ve ardından başına veya sakalına güzel
kokular sürer. İhramlı iken bu kokuların eserinin vücutta kalmasında bir
sakınca yoktur.
İhram esnasında
gusül almak hem erkek, hem de kadın için sünnettir. Hayız veya nifaslı
kadınların da ihram esnasında gusül almaları sünnettir.
Gusül alındıktan
sonra güzel koku sürülür ardından da ihram elbiseleri giyilir. Daha sonra vakit
namazı kılınmamışsa onu eda eder ve şayet vakit namazını daha önce kılmışsa iki
rekat abdest namazı kılar. Fakat hayız veya nifaslı kadınlar hiçbir namaz
kılmazlar.
Namazdan sonra
ihrama şöyle diyerek niyet edilir: “Lebbeyke Umreten” (Umreye niyet
ettim). “Lebbeyke Allahümme lebbeyke! Lebbeyke, la şerike leke lebbeyke!
İnnel’hamde ve’n ni’mete leke ve mülkü, la şerike leke!” Erkekler
seslerini yükseltebilirler fakat kadınlar sadece yanlarındaki kişiler duyacak
kadar ses çıkartabilirler.
İhramlı kişi
daima telbiye getirmeye özen göstermelidir ve özellikle bir yerden bir yere
giderken, akşam olurken, sabah olurken, inişte, çıkışta buna önem vermelidir.
Hacı telbiyenin ardından Allah’ın rızasını dilemeli, cennetini
kazanıp cehenneminden sakınmak için bol bol dualar yapmalıdır. Umre yapan bir
kişi ihram giydikten sonra tavaf yapmaya başlayana kadar telbiye getirmesi
meşrudur. Hac yapan kişinin ise ihrama girdikten sonra başlayıp bayramın
birinci günü Akabe cemresini taşlayana kadar telbiye getirmesi meşrudur.
Hacı, Mescid-i
Haram’a girerken sağ ayağı ile girer ve şu duayı yapar:
“Allah’ın adıyla.. Allah’ın Resulüne salat ve
selam olsun. Allahım! Günahlarımı bağışla! Rahmet kapılarını bana aç! Kerim
olan vechi ile, ezeli olan sultanıyla kovulmuş şeytanın şerrinden büyük olan
Allah’a sığınırım!”
daha sonra Haceru’l-Esved’e yönelerek sağ elini oana
sürerek tavafa başlar. Şayet el sürmek mümkün olmazsa ona yönelerek eli ile ona
işaret eder ve işaret ettiği elini öpmez.
Efdal olan hacının ne başkalarına eziyet etmesi ne de
başkalarından eziyet görmesidir. Hacerü’l- Esved’e el sürerken şöyle der:
“Allahın adı ile..
Allah en büyüktür. Allahım! Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, emrine
uyarak, Resulün Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’im sünnetine uyarak
başlarım.”
Daha sonra Kâbe’yi sağ tarafına alarak tavafa başlar.
Yemani köşesine geldiğinde şayet kalabalık değilse onu öpmeksizin elini bu
köşeye sürer. Bu köşe ile Haceru’l- Evsed’in bulunduğu köşe arasında şöyle dua
eder:
“Rabbimiz! Bize
dünyada iyilik ver, ahirette iyilik ver! Bizi cehe
nnem azabından koru! Allahım! Ben, Senden hem dünyada hem
de ahirette affımı ve afiyetini dilerim!”
Hacerü’l- Esved’e her ulaşıldığında tekbir getirilir.
Tavafın geri kalan kısmında istediği zikir ve duaları yapar, Kur’an-ı Kerim
okur. Kâbe’nin tavafı, Safa-Merve say’i, cemrelere taş atma işlemi ve diğer
işler sadece Allah’ı zikretmek için konmuştur.
Tavafın başında kişi şu iki şeyi yapmalıdır:
Birincisi: Ittıbaa (sağ omuzu açık bırakmak). Ittıbaa;
tavaf esnasında üst tarafa giyilen ridanın ortasını sağ koltuğun altına
getirmek, iki ucunu da sol omuzun üstüne
koymak suretiyle sağ omuzu açık bırakma işlemidir. Tavaf bitince açık bırakılan
omuz tekrar kapanır zira bu işlem sadece tavafa ait bir işlemdir.
İkincisi: İlk üç dönüşte remel yapmak. Remel: Adımları
kısaltarak hızlı bir yürüyüş yapmak manasına gelir. Diğer kalan turlarda remel
yapılmaz ancak normal bir yürüyüşle tavaf bitirilir. Kâbe’nin etrafında yedi kez
dönerek tavafı bitirdikten sonra Makamı İbarahim’e gelir ve şu ayeti okur:
…
“İbrahim’in makamından bir namazgah edinin.” (Bakara:125)
Daha sonra burada kısa olarak iki rekat namaz kılar. Birinci rekatta fatiha
suresinden sonra Kâfirun suresini, ikinci rekatta ihlas suresini okur. Namazı
bitirdikten sonra mükün olursa Haceru’l-Esved’e gelerek ona el sürer. Daha
sonra say etmek için say sahasına gelir. Safa tepesinin dibine gelince şu ayeti
okur:
….
“Safa ve Merve Allah’ın şiarlarındandır.” (bakara:158)
daha sonra Kâbe’yi görebileceği bir yere gelene kadar Safa tepesinin üstüne
çıkar, Kabe’ye yönelir, ellerini açarak Allah’a hamd eder ve istediği duaları
burada yapar. Burada Peygamberimizin yaptığı dualardan birisi şuydu:
“Allahdan başka
ilah yoktur. Sadece o vardır.Asla onun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd ona
aittir. O Her şeye kadirdir. Allah’dan başka ilah yoktur. Sadece O vardır.
Vaadini gerçekleştirmiş, kuluna yardım ederek onu muzaffer kılmış ve tek başına
bütün gurupları hezimete uğratmıştır.”
Bu duayı üç kere
tekrarlar ve bunların arasında da istediği duaları yapmıştır.
Daha sonra Safa’dan Merve’ye yürüyerek olmak
üzere iner. İki yeşil işaretin arasına gelince insanlara eziyet etmeden elinden
geldiği kadar hızlı bir yürüyüş yapar. Rivayetlere göre Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu bölümde öyle bir süratli yürürdü ki izarı dizlerine
dolanır ve bu yüzden diz kapakları bile ortaya çıkardı. Allah’ın Resulü şimdi
iki yeşile boyanmış çizgilerle beyan edilen bu bölgeyi geçtikten sonra Merveya
kadar normal bir yürüyüşle yürür ve oraya vardığında Merve tepesine çıkarak
kıbleye döner ve orada da ellerini açarak Safa’da yaptığı duaların aynısını
burada yapardı. Daha sonra tekrar Safa’ya doğru normal bir yürüyüşle yürür,
remel yapacağı yerde de remel yapardı. Safa’ya varınca birinci kez yaptığı
işleri tekrarlar ve yine Merve’de de ilk kez yaptıklarını tekrarlardı. Bu
şkilde yedi şavtını tamamlardı. Safa’dan, Merve’ye gidiş bir şavt oradan dönüş
de ikinci şavttır. Bu şekilde dört gidiş üç gelişle say tamamlanmış olunur.
Alahın Resulü say ederken aklına gelen
duları, zikirleri yapar Kur’an-ı Kerim okurdu. Say bittikten sonra erkekler
tıraş olurlar veya saşlarını kısaltırlar, kadınlar ise zülüflerinden parmak ucu
kadar keserler. Erkeklerin tıraşı veya saç kısaltmaları başın bütününü
kapsamalıdır. Erkekler için tıraş olmak saçları kısaltmaktan daha efdaldir.
Fakat hacc yapacak olan kişi için hacc günü yakın olup da saçların bitmesine
fırsat bırakmayacaksa bu sefer saçları kısaltmak daha evladır. Zira hacc
ihramından çıkarken tıraş olacak saçlarının kalması ve bunların tıraşla
alınması efdal olanıdır.
İşte bu saydığımız
fillerle birlikte umre ibadeti de bitmektedir. Bunun ardından kişi ihramdan
çıkar ve ihramsızların yapacağı her şeyi yapabilir; dikişli giymek, güzel koku
sürünmek ve eşlerle cinsi münasebete girmek gibi.
HACCIN YAPILIŞ ŞEKLİ
Zilhiccenin 8.
günü olan tevriye günü hacı Mekke’de bulunduğu yerden hacca niyet ederek ihrama
girer. Umre için ihrama girerken ne yaptı ise burada bunları aynen bir daha
yapar. Yani gusül alır, güzel kokular sürünür ve abdest sonrası namazı kılar.
Daha sonra hacc için “Lebbeyke haccen” (hac için niyet ettim) diyip niyet
ederek ihrama girerek telbiye getirmeye başlar. Bu telbiye şöyledir:
“Lebbeyke Allahümme lebbeyke! Lebbeyke, la
şerike leke lebbeyke! İnnel’hamde ve’n ni’mete leke ve mülkü, la şerike leke!”
“Davetine
icabet ederek sana geldim ey Allahım sana geldim! Sana geldim, senin hiçbir
ortağın yoktur, sana geldim. Hamd, nimet ve mülk sana aittir, senin hiçbir
ortağın yoktur.”
Hacı adayı,
haccını engelleyebilecek bir engel vuku bulmasından korkuyorsa şöyle şart
koşar:
“Eğer bir engel çıkar da haccımı tamamlamazsam
orada ihramdan çıkmış sayılırım.”
Şayet bir korkusu yoksa bu şartı dile
getirmesine gerek yoktur. Hacı adayı daha sonra Mina’ya giderek orada öğle,
ikindi akşam ve yatsı namazlarını cem yapmadan her birinin kendi vaktinde
kısaltarak kılar. Zilhiccenin 9. günü olan arafe günü güneş doğunca doğruca
Arafat’ın yolu tutulur. Burada Mümkünse Nemira bölgesinde konaklar, mümkün
olmazsa Arafat’ın her hangi bir yerinde vakfesini yapabilir. Zira Nemira
bölgesinde konaklamak sünnettir.
Hacı, güneşin zevaliyle öğle vakti girince,
ve ikindiyi ikişer rekat olarak öğle vaktinde kılar ki vakfe dualar için daha
geniş bir vakit kalsın. Namazdan sonra kıbleye dönerek ellerini açar, bol bol
zikir ve dua yapar, Allah’a boyun bükerek günahlarının af edilmesi için
yalvarır ve Allah’dan ne arzu ediyorsa bunları niyaz eder. Bu vakfe esnasında
rahmet dağı arka tarafta kalsa da fark etmez zira sünnet olan bu tepeye değil
kıbleye yönelmektir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in vakfede şu
duayı çok yapardı:
“Allahdan başka
ilah yoktur. Sadece o vardır.Asla onun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd ona
aittir. O Her şeye kadirdir.”
Şayet hacı dua etmekten biraz usanırsa faydalı konularda
arkadaşları ile sohbet yapmasında, özellikle Allah’ın keremini, fazlını konu
alan konuları işleyen kitaplar okumasında bir sakıncada yoktur. Böyle bir
dinlenmeden sonra akşama doğru yeniden dua ve yalvarma ve yakarışlara devam
etmesi elzemdir. Zira duaların en hayırlısı Arafat’ta yapılan duadır.
Bu şekilde
yapılan dualarla birlikte güneşin batmasıyla Müzdelife’ye doğru yola çıkılır.
Müzdelife’ye varınca orada akşam ve yatsı namazını birlikte kılar. Müzdelife’ye
gece yarısından sonra ulaşacağını sanırsa namazını Müzdelefe’ye varmayı
beklemeden kılmalıdır. Zira yatsı namazını gece yarısından sonraya bırakmak
caiz değildir. Müzdelife’de geceler ve fecrin doğuşu ile birlikte ezan ve
kaametle sabah namazını kılar ve mümkün olursa Meş’ari’l-Haram’a (Mescidin
yerin’e) gider. Burada Allah’ı birler ve tekbir getirir ve hava aydınlanana
kadar istediği duaları yaparak Allah’a yalvarır. Dua ederken kıbleye yönelinir
ve eller kaldırılır. Hava aydınlanınca güneş doğmadan Mina’ya doğru yola
çıkılır ve yolda Muhassir vadisinden geçerken hızlı geçilir.
Mina’ya varınca Mekke’ye en yakın cemre olan Akabe
Cemresi’ne her keresinde “Allahuekber” diyerek ardı ardına, nohut tanesi
büyüklüğünde olan taşlardan yedi taş atar. Bu işlem bittikten sonra kurban
kesilir, tıraş olunur veya saçlar kısaltılır. Kadınlar sadece saçlarının
ucundan bir tutam alırlar. Daha sonra hacı Kâbe’ye gider haccın tavafını ve
sayını yapar. Akabe cemresini taşlayıp tıraş olduktan sonra Mekke’ye inerken
güzel koku sürünmek sünnettir. Hacı, tavafını ve sayini sonra gecelemek üzere gecelemek
üzere Mina’ya gelir. Zülhicce ayının 11. ve 12. geceleri Mina’da gecelenir. Taş
atmaya giderken yürüyerek gitmek daha efdaldir fakat isteyen binek üzerinde de
gidebilir. Hacı, Zilhiccenin 11. günü, öğleden sonra Mekke’ye en uzak kalan,
Mescid-i Hayf tarafında olan küçük cemreye yedi taş atar. Her atıştan sonra
“Allahuekber” der. Yedi taşı da attıktan biraz ilerler ve orada uzunca istediği
duaları yapar. Uzun müddet ayakta durması zor oluyorsa sünnet yerini bulsun
diye kısa bir müddet de olsa duada bulunabilir. Daha sonra hacı, orta cemreye
gidip aynı şekilde her atışın ardından tekbir getirmek üzere yedi taş atar.
Daha sonra sol tarafa doğru gidip kıbleye döner ve orada gücü yettiği ölçüde
uzun dualarda bulunur.
Daha sonra Akabe Cemresine gelir ve orada ardı ardına
tekbir getirerek yedi taş atar ve burada dua etmeden gider. Hacı 12. gün de bu
şekilde taşlamaları yaptıktan sonra isterse güneş batmadan Mina’dan çıkar ve
isterse 13.gün de orada kalarak aynı taşlamaya aynı şekilde tekrarlar. 13. gün de
Mina’da kalmak efdal olanıdır. 13. gün Mina’da kalmamak için 12.gün güneş
batmadan Mina’yı terk etmek gerekir.
Artık ülkesine dönmek isteyen bir hacı mutlaka veda
tavafı yapmalıdır. Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:
“Allah’ın evini son iş olarak tavaf etmeden
kimse ülkesine dönmesin.”
Hayızlı veya nüfesa olan kadınların veda tavafı yapmasına
gerek yoktur.
Bilinmesi
Gerekli Bazı Bilgiler
Hac veya
umre için ihrama girmiş olan kişi şu işleri bilmesi gerekir:
1-Namazlarını
vaktinde cemaatle kılmak gibi Allah’ın kendisine farz kıldığı emirleri yerine
getirmelidir.
2- Allah’ın
yasak kıldığı işlerden sakınmalı. Hanımına yaklaşmak, fasıklık ve her türlü
isyandan sakınmalıdır.
…
“Kim ki o
aylarda hac için ihrama girerse bilsin ki hacda kadınlara yaklaşmak, günah
fiillere yaklaşmak ve gavga etmek yoktur.” (Bakara:197)
3-Kutsal
yerlerde ve diğer bölgelerde hacılara söz, fiille eziyet edilmemelidir.
4-İhramlının
yapmaması gerek işlerden sakınmalıdır:
A-Saçından
bir tel dahi koparmaz ve tırnaklarını kesmez, koparmaz. Fakat batan bir dikeni
çıkarmakta bir beis yoktur.
B- İhrama
girdikten sonra bedenine veya elbisesine koku sürmez, kokulu sabun kullanmaz.
İhram öncesi sürülen kokuların eserinin ihramdan sonra da devam etmesinde bir
beis yoktur.
C-Av
hayvanı öldürmez. Burada av hayvanından kasıt yenmesi helal vahşi kara
hayvanıdır.
D-Hanımı ile
cinsi ilişkide bulunmaz.
E-Hanımına
şehvetle dokunmaz veya şehvetle öpmez.
F-Kendisine
veya başkasına nişan veya nikah yapmaz.
G-Ellerine
eldiven giymez fakat ellerine bir kumaş parçası ile sarmasında sakınca yoktur.
Bu sayılan yedi
madde hem ihramlı erkek ve hem de kadınlar için geçerlidir.
SADECE İHRAMLI ERKEKLERE YASAK OLAN İŞLER
1-İhramlı bir
erkek asla başıyla temas eden bir örtü ile örtmez. Ancak güneşten sakınmak için
kullanılan şeysiye, araba, ev veya çadırların tavanı altında olmakta ve de baş
üzerinde bir yük taşımakta bir beis yoktur.
2-Gömlek,
sarık, palto, şalvar ve ayakkabı giymez. İzar bulamazsa şalvar, terlik
bulamazsa ayakkabı giyebilir.
3- Önceki
maddede de söylendiği gibi dikişli her türlü giysiyi giyemez. Pardüsü, kaban,
takke ve fanila v.s. Terlik giymek, yüzük, gözlük, kulağa takılan ses
yükselticisi ve saat v.s. takmak ve para ve önemli evrakların taşındığı keseler
taşımak caizdir. Kokulu olmayan sabun, şampuan gibi temizlik maddelerini
kullanmak, başı ve bedeni kaşımak caizdir. Kaşıma esnasında kendiliğinden düşen
saçlar veya tüylerin bir zararı yoktur.
Kadınların
yüzlerini örtmek için taktıkları ve göz kısımları açık durumda olan nikap veya
burkuu takmaları caiz değildir. İhramlı kadınların yüzlerini açmaları
sünnettir. Ancak kendilerini mahremi olmayan erkeklerin görmesi tehlikesi
olursa bu durumda -ihramlı ve yada ihramsız olsun fark etmez- yüzünü
kapamalıdır.
Z E K A T L A A L A K A L I K O N U L A R
بسم الله الرحمن الرحيم
ZEKATIN FARZİYETİ
{ … Ömer r.a şöyle
dedi : Bir gün biz Rasulullah’ın yanında bulunuyor iken birden yanımıza
elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri olmayan ve bizden
kendisini kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Nihayet Nebi s.a.v’in yanına
oturdu. İki dizini onun dizine dayadı, iki elini dizlerinin üzerine koydu ve :
Ya Muhammed, bana İslam’dan haber ver dedi. Rasulullah s.a.v :
İslam, Allah‘tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah‘in Rasulü
olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman,
yoluna gücün yeterse Beyti hac etmendir, buyurdu. 0 adam : Doğru söyledin dedi.
Ömer dedi ki : Biz buna hayret ettik, hem soruyor hem de Rasulullah’ı tasdik
ediyordu…..... }Müslim (8/1) Ebu Davud (4695) Nesei (8/97) Tirmizi (2610) İbni
Mace (63) İbni Mende (1) Tayalisi (20) Ahmed (1/52)
{ … İbni Ömer r.a
dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : İslam beş esas üzere kurulmuştur :
Allah‘tan başka ilah olmadığına ve Muhammed‘in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet
etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve hac etmektir.
}Müslim (16/22) Buhari (8-Ter: Nesei (8/108) Tirmizi (2609) İbni Huzeyme (308)
İbni Hibban (158-1446) İbni Mende (40-el-İman) Humeydi (703) Tabarani
(13203-M.Kebir) Ebu Nuaym (3/62-el-Hilye) Beyhaki (1/358) Beğavi (6) Ahmed
(2/143) Albani (781-el-İrva)
{ … İbni Abbas r.a
şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle
buyurdu : Şüphesiz ki sen, ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun, onların yanına
vardığın vakit önce onları La İlahe İllallah Muhammedu’r Rasulullah‘a şehadet
ge- tirmeye davet et. Eğer onlar şehadet getirmede sana itaat ederlerse,
Allah‘ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namaz kılmayı farz kıldığını
haber ver. Onlar bu beş vakit namaz kılma – hususunda - da sana itaat
ederlerse, Allah’ın kendilerine zekatı farz kıldığını ve bu zekatın onların
zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini de haber ver. Onlar bu zekat
hususunda da sana itaat ederlerse, onların yanında en kıymetli olan malı zekat
malı olarak almaktan sakın ve mazlumun bedduasından da kork. Çünkü mazlum ile
Allah’ın arasında perde yoktur – yani duasına icabet eder - } Buhari
(1496-Ter1423 Müslim (19/29) Ebu Davud (1584) Nesej (2434) Tirmizi (625)
Darinıi (1/379) İbni Mace (1783) İbni Hibban (156-el- Mevarid) İbni Mende
(116-el-iman) Tabarani (12408-M. Kebir) Ahmed (1/233) Dare kutni (2/136)
Beyhaki (4/96-101) Beğavi (1557)
{ … Ebu Hureyre
r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v vefat ettiği zaman Ebu Bekir halife oldu.
Arap kabilelerinden bazıları ktifre dönüp irtidat ettiler. Ebu Bekir onlara
karşı ordu gön dermeye başladığında Ömer, Ebu Bekir’e şöyle dedi : Sen bu
insanlarla nasıl savaşırsın ? Oysa Rasulullah s.a.v : Ben insanlar La İlahe
İllallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim bu sözü söylerse o
kimse İslam hukukunun dışında benden malını ve canını korumuş olur. - Haddi
gerektirmeyen günahlarının - hesabı ise Allah‘a aittir,buyurdu. Ebu Bekir :
Allah’a yemin ederim ki, ben namaz ile zekat vermenin arasını ayıran kimselerle
savaşırım. Çünkü zekat malın üzerindeki bir haktır. Vallahi onlar Rasulullah’a
zekat olarak verdikleri dişi oğlağı bana vermezlerse, o dişi oğlağı vermeleri
için elbette onlarla savaşırım dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi : Vallahi bu
- savaş isteği - Allah’ın Ebu Bekir’in gönlünü açmasından başka bir şey
değildi, ben bildim ki bu haktır. }Buhari (1399-Ter:1325) Müslim (20/32) Ebu Davud
(1556) Nesei (2442) Tirmizi (2607) İbni Hibban (216) İbni Mende 215-el-İman)
Abdurrezzak (18718) Beyhaki 4/104) Ahmed (2/528)
ZEKATINI VERMEYENLERİN
GÜNAHI
{ … Ebu Hureyre
r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu :
Altın ve gümüşün zekat hakkını ödemeyen kimseler, kıyamet günü olduğunda o
altın ve gümüşleri kendileri için ateşten levhalar haline getirilir ve cehennem
ateşinde iyice kızdırılır. Sonra bu kızgın levhalarla onların böğrü, alnı ve
sırtı dağlanır. Levhalar soğudukça azap için kızdırma tekrar iade olunur. Bu
azaplandırma, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde kullar arasındaki
haklar ödeninceye kadar devam eder. Neticede o kimseye ya cennete ya da
cehenneme giden yol gösterilir. Denildi ki : Ya Rasulallah ! Zekatı verilmeyen
develerin durumu nedir ? Rasulullah s.a.v : Develerinden zekat hakkını ödemeyen
her deve sahibi de ,kıyamet gününde geniş ve düz bir araziye yatırılır. Develer
en semiz oldukları halde,onlardan bir tek yavru dahi eksilmeksizin hepsi
ayaklarıyla onu çiğner ve ağızlarıyla da ısırırlar. Develerin sonuncusu ona
uğrayıp geçince, baş tarafı o kimseye tekrar uğratılır. Bu azaplandırma,
miktarı elli bin sene olan bir gün içinde kullar arasındaki haklar ödeninceye
kadar devam eder. Neticede o kimseye ya cennete ya da cehenneme giden yol
gösterilir,buyurdu. Ya Rasu-lallah ! Zekatı verilmeyen sığır ve davarların
durumu nedir ? denildiğinde, Rasulullah s.a.v : Sığır ve davarlardan zekat
hakkını ödemeyen her sığır ve davar sahibi de geniş ve düz bir araziye
yatırılır. Bu hayvanlardan da hiçbiri kaybolmaksızın içlerinde iki boynuzu kıvrık, boynuzsuz ve
boynuzu kırılmış olanın hepsi, o kimseye toslayacak ve ayaklarıyla o kimseyi
çiğneyeceklerdir. Bu sürünün de baş tarafı onun üzerinden geçtiğinde sonu
tekrar geri döndürülür. Bu azaplandırma, miktarı elli bin sene olan bir gün
içinde kullar arasındaki haklar ödeninceye kadar devam eder. Neticede o kim
seye ya cennete ya da cehen-neme giden yol gösterilir,buyurdu.Ya Rasulellah !
Zekatı verilmeyen atların durumu nedir denildiğinde, Rasulullah : Atlar üç
kısımdır : At bazı kimseler için günah, bazı kimseler için bir Perde, bazı
kimseler için de sırf hayırdır. At’ın kendisi için günah olan kimseye gelince
o, atını gösteriş övünüp böbürlenmek ve müslümanlara savaş için besler. İşte bu
at o kimse için büyük günahtır.At’ın kendi ihtiyacı için bir perde olana
gelince, o kimse atını, Allah yolunda bağlar, sonra da gerek hayvanların
sırtındaki Allah‘ın hakkını – yani cihat için binmek veya bindirmek – yahut da
Allah’ın hakkı olan sadakayı unutmaz. İşte bu at o kimse için bir perdedir.
At’ın kendisi için hayır olana gelince, o kimse de atını müslümanların lehine
Allah yolunda - cihat maksadıyla - bağlamıştır. Atı bol otlu geniş bir
çayırlıkta beslenirse, atın bu bol otlu çayırlıktan yediği bitkilerin sayısınca
sahibi için bir çok haseneler yazılır. Atın gübre ve bevli için de ona
haseneler yazılır. Atın yuları kopsa şahlanarak bir veya iki yüksek tepeye raks
ederek neşeyle koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve gübreleri
sayısınca sahibine Allah haseneler yazar. Hayvan bir nehre uğrayıp ondan su
içse, sahibi sulamak istememiş olsa bile - Allah o kimse için atının içtiği su
sayısınca hase-neler yazar,buyurdu. Ya Rasulallah ! Zekatı verilmeyen eşeklerin
durumu nedir ? denildiğinde, Rasulullah : Eşekler hakkında bana bir şey
indirilmedi. Ancak bana her hükmü içeren, emsalsiz :
{ Her kim zerre
miktarı bir hayır işlerse onu görecek. Her kim zerre miktarı bir şer işlerse
onu görecektir } ZİLZAL : 7-8 . ayeti
indirildi,buyurdu. }Müslim (987/24) Ebu Davud (1658) Nesei (5/12) İbni Huzeyme
(2252) İbni Hibban (3253) Beyhaki (4/119) Beğavi (1562) Abdurrezzak (6858)
Ahmed (2/262-276-3 83)
{ … Ebu Hureyre
r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her kim Allah kendisine mal verir de o
malın zekatını vermezse, kıyamet gününde zekatı verilmeyen o mal, sahibi için
çok zehirli bir yılan şekline dönüşür. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta
vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır.
Sonra yılan ağzı ile
sahibinin çenesini iki tara-fından yakalar. Sonra ona : Ben senin - çok
sevdiğin - malınım, ben senin hazinenim der. Ebu Hureyre dedi ki : Bundan sonra
Rasulullah s.a.v :
{ Allah’ın
kereminden kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı
sanmasınlar. Bilakis o kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler,
kıyamet günü boyunlarına dolandırılacaktır. Göklerin ve yerin mirası
Allah’ındır. Allah yaptıklarınızı haber alandır. } Ali İmran :180. ayetini okudu. }Buhari : 1403-Ter:1329 -
Nesei : 2481 - Beyhaki : 7/4 - Beğavi : 1560
{ … Ebu Hureyre
r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Deve sahibi devesinin zekat hakkını
ödemediği zaman, kıyamet günü o deve en kuvvetli ve besili haliyle sahibinin
üzerine gelir ve onu ayaklarıyla çiğner. Koyun sahibi de koyunlarının zekatını
vermediği zaman, kıyamet günü o koyunlar en kuvvetli ve besili halde sahibinin
üzerine gelir,onu ayaklarıyla çiğner ve boynuzlarıyla ona toslarlar. Nebi s.a.v
devamla : Bu hayvanların haklarından
biri de , sütlerinin sağılması ve fakirlere ondan içirilmesidir. Hiç biriniz
kıyamet günü zekatını ödemediği davarı omzunda meler bir halde : Ya Muhammed,
bana yardım et diyerek yanıma gelmesin. Çünkü o vakit ben ona, ben senin için
bir şey yapmaya malik değilim, ben sana bu günü tebliğ etmiştim derim. Ve yine
sizden hiç kimse, zekatını vermediği devesi omuzunda böğürür bir halde : Ya
Muhammed, bana yardım et diyerek yanıma gelmesin. Çünkü o vakit ben ona, ben
senin için bir şey yapmaya malik değilim, ben sana bu günü tebliğ etmiştim derim.
Buhari : 1402.Ter:1328 - Nesei : 2447
ZEKATINI VERMEYENLERLE
SAVAŞILIR
{ … Ebu Hureyre
r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v vefat ettiği zaman Ebu Bekir halife oldu.
Arap kabilelerinden bazıları küfte dönüp irtidat ettiler. Ebu Bekir de onlara
karşı ordu göndermeye başladığında Ömer, Ebu Bekir’e şöyle dedi : Sen bu
insanlarla nasıl savaşırsın ? Oysa Rasulullah s.a.v : Ben insanlarla La İlahe
İllallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim bu sözü söylerse o kimse
islam hukukunun dışında benden malını ve canını korumuş olur. - Haddi
gerek-tirmeyen günahlarının - hesabı ise Allah‘a aittir,buyurdu. Ebu Bekir :
Allah’a yemin ederim ki, ben namaz ile zekat vermenin arasını ayıran kimselerle
savaşırım. Çünkü zekat malın üzerindeki bir haktır. Vallahi onlar Rasulullah’a
zekat olarak verdikleri dişi bir oğlağı bana vermezlerse, o dişi oğlağı
vermeleri için elbette onlarla savaşırım, dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi :
Vallahi bu iş, Allah’ın Ebu Bekir’in gönlünü açmasından başka bir şey değildi,
ben bildim ki bu haktır. }Buhari :
1399-Ter : 1325-1326 - Müslim : 20/32 :
Ebu Davud : 1556
Z E K A T I N N İ S A BI
DEVELERİN ZEKATI
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak
gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir
rahim Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve
Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her
kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını
versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin. Devenin yirmi dört tanesi
ve daha aşağısında, koyundan her beş
devede bir koyundur. Deve sayısı yirmi beşe erişince, otuz altıya kadar bir
Bintu mahad, Otuz altıya erişince, kırk beşe kadar bir Bintu lebun,Kırk altıya
erişince, altmışa kadar bir Hıkka, Altmış bire erişince, yetmiş beşe kadar bir
Cezea,Yetmiş altıya erişince, doksana kadar iki Bintu lebun, Doksan bire
erişince, yüz yirmiye kadar iki Hıka, zekat vermek vacibdir. Deve sayısı yüz
yirmiden daha fazla olursa, her kırk devede bir Bintu lebun ve her elli devede
bir Hıkka zekat vardır. Yanında dört deveden gayri bulunmayan kimseye gelince,
o miktardaki deveye zekat yoktur. Ancak deve sahibi kendi vermek isterse bu
müstesnadır. Deve adedi beşe ulaştığında ondan bir koyun zekat vermek vaciptir.
………………………. }Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni Mace
(1800) İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla (1 27)
Dare kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed (1/11)
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’e - onu zekat amili yap-tığında -
Allah’ın, Rasullüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı.
- 0 mektupta - : Kimin zekat bedeli Bintu mehad’a ulaşır ve mal sahibinin
yanında Bintu mehad bulunmaz ve onun yanında Bintu lebun olursa, o kabul
edilir. Zekat amili, mal sahibine - yaş farkı olarak - yirmi dirhem veya iki
koyun verir. Mal sahibinin yanında Bintu mehad bulunmaz ve onun yanında İbnu
Lebun bulunursa, o kabul edilir. Mal sahibine - yaş farkı olarak - bir şey
verilmez. }Buhari : 1448-Ter:1373
İbnu Mehad : bir
yaşını doldurmuş ve iki yaşına basmış erkek deve. Bintu Mehad : bir yaşını
doldurmuş ve iki yaşına basmış dişi deve. İbnu Lebun : iki yaşını doldur-muş ve
üç yaşına basmış erkek deve. Bintu Lebun
: iki yaşını doldurmuş ve üç
yaşına basmış dişi deve.Hıkk : üç yaşını
doldurmuş ve dört yaşına basmış erkek deve. Hıka : üç
yaşını doldurmuş ve dört yaşına basmış dişi deve. Cez’a : dert yaşını doldurmuş
ve beş yaşına basmış erkek deve. Cezea :
dört yaşını doldurmuş ve beş yaşına basmış dişi deve.
KOYUNLARIN ZEKATI
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak
gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir
rahim Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve
Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her
kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını
versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin ……………..Yay-lakta kalan
koyunun zekatında, koyun sayısı kırk olunca, yüz yirmiye kadar bir koyundur.
Yüz yirmiden fazlada iki yüze kadar iki koyundur. Koyun sayısı iki yüzden fazla
olursa, üç yüze kadar üç koyundur. Koyun sayısı üç yüzden fazla olursa, her yüz
koyunda bir zekat vardır. Bir kimsenin yayılır koyunu, kırktan bir koyun noksan
olursa, bu noksan koyunda zekat yoktur. Ancak sahibi diler verirse bu
müs-tesnadır……………. }Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni
Mace (1800) İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla
(1 27) Dare kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed
(1/11)
GÜMÜŞÜN ZEKATI
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak
gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir
rahim Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve
Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her
kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını
versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin ……………..iki yüz dirhem
gümüşün onda birinin dörtte biri - yani
kırkta bir - miktarında zekat vacibdir Gümüş miktarı yüz doksan dirhem olursa
bunda da zekat yoktur. Ancak gümüş sahibi diler verirse bu müstesnadır.
} Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni Mace (1800)
İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla (1 27) Dare
kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed (1/11)
{
… Ebu Said el-Hudri r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Beş ukiyyeden az miktar
gümüşte zekat yoktur. En aşağı üç yaşındaki beş deveden aşağısında zekat
yoktur. Beş vesk ,niktarının aşağısındaki hububatta da zekat yoktur. }Buhari
(1405-Ter:1331) Müslim (979/1) Malik (1/244)) Ebu Davud (1558) Nesei (2473)
Tirmizi (626) Darimi (1/384) İbni Mace (1793) İbni Huzeyme (2294) İbni Hibban
(3282) İbn Carud Abdurrezzak (7258)
Ahmed (3/6)
Bir ukiyye : kırk dirhemdir. Beş ukiyye ise iki yüz
dirhem eder. Vesk : Bir vesk Rasulullah’in Sa’ı ile 60 sa’ miktarıdır. Bir sa’
: 1040 dirhem ayarındaki bir ölçektir. Beş vesk ise net 1000 gram etmektedir.
SIĞIRLARIN ZEKATI
.{ … Muaz b. Cebel
r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v onu yemene gönderdiği vakit sığırdan her otuz
sığıra zekat farizası olarak iki yaşında erkek - yahut dişi - dana almasını ;
her kırk sığıra üç yaşında erkek - yahut dişi - dana almasını…… emretti. }Ebu
Davud (1576) Nesei (2449-2450) Tirmizi (623) Darimi (1/382) İbni Mace (1803)
İbni Huzeyme (2268) İbni Hibban (794-el-Mevarid) İbn Carud (343) Dare kutni
(2/94) Hakim (1/398) Beyhaki (4/98) Beğavi (107ı) Abdurrezzak (6841)
YER MAHSÜLLERİNİN
ZEKATI
{
… İbni Ömer r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Semanın ve pınarların veya
sulanmaksızın kendi damarlarıyla
topraktan su emip yetişmiş olan mahsuller için uşr - yani onda bir - zekat,
kuyu ve dolapla sulananlarda ise yirmide bir zekat vardır..... }Buhari
(1483-Ter: 1412) Müslim (980/7) Ebu Davud (1596) Nesei (2487-2488) Tirmizi
(640) İbni Mace (1817) İbni Huzeyme (2308) İbni Hibban (3285) İbnu Carud (348)
Tabarani (2/1 14-M. Sağir) Dare kutni (2/130) Beyhaki (1/130) Beğavi (1580)
BAL’IN ZEKATI
{ … Ebu Seyyare
el-Mukti r.a şöyle dedi : Ben Rasulullah s.a.v : Ya Rasulellah, benim arılarım
var dedim. Rasulullah : Onlardan - çıkan balın - onda birini zekat olarak
öde,buyurdu. Ben : Ya Rasulallah, arıları benim için himaye ettir dedim.
Rasulullah s.a.v onları benim için
himaye ettirdi. }İbni Mace : 1823-1824 – İbn Carud : 350 - Ebu Davud : 1600 -
Nesei : 2498 - İbni Huzeyme : 2325 - Ebu Ubeyd : 1489 - Albani : 810 el-İrva
{ … İbni Ömer r.a
dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bal da her on zikka da bir zıkka zekat
vardır. }Tirmizi : 629
Zikka : içine sıvı maddeler konan deriden yapılma bir
kaptır.
MADENLERİN ZEKATI
{ … Ebu Hureyre
r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Hayvanın zarar ve ziyanı hederdir,
kuyunun zararı hederdir, madenin zararı hederdir – yani tazminat lazım gelmez -
Rikazda beşte bir oranında vergi vardır. }Buhari (1499-Ter:1429) Müslim
(1710/45) Malik (1/249 Ebu Davud (3085) Nesei : 2494 Tirmizi (1377) Darimi
(1/393) İbni Mace : 2509 – İbn Carud (372) İbni Hibban (6005) Dare kutni
(3/151) Tayalisi (2305) Beyhaki (4/155) Ahmed (2/239) Albani (812-İrva
Rikaz : gömülü
olan herhangi bir maden, hazine vesaire gibi şeylerdir.
KENDİSİNDEN İSTİFADE
EDİLEN MALLARIN ZEKATI
{ … İbni Ömer r.a
dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her kim bir mal - elde eder ve on - dan
istifade ederse, onun üzerinden bir sene geçmedikçe o mala zekat yoktur.
}Tirmizi : 631.Ter : 626 - Malik : 1/246/1 - Beyhaki : 4/104 - Beğavi : 1576 -
Albani : 3/254-el-İrva)
ZEKAT OLARAK
VERİLMEYECEK MALLAR
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir Enes’e - onu zekat amili yaptığında -
Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı.
– Onda – “ …...Zekat verirken malın yaşlısı, kusurlusu, damızlık döl hayvanı
çıkarılmaz. Ancak zekat amilinin bunları kabul etmesi müstesnadır. }Buhari :
1455. Ter: 1382
Yani , Zekat için
verilen hayvan yaşlı ve kusurlu olur, zekat toplayan memur da onu zekat
farizası olarak kabul ederse bu müstesnadır. Hakeza zekat farizası olarak eda
edilen damızlık hayvan olur zekat mükellefi de onu gönülden gelerek veriyor
ise, yine bu da müstesnadır, yani kabul edilir.
ZEKAT MALI TOPLU
İSE AYRILMAZ AYRIK İSE TOPLANMAZ
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir Enes’e - onu zekat amili yaptığında -
Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı.
- 0 mektupta - : “ …...Zekat verme
endişesiyle, ayn ayrı bulunan zekat malları bir araya toplanmaz. Toplu
bulunanların arası da ayrılmaz….}Buhari : 1450-Ter : 1375
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’e - onu zekat amili yaptığında -
Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı.
- 0 mektupta - : “…..İki karışık sürüden oluşan sürünün zekatında, bu karışık
sürünün sahipleri kendi aralarında adaletli bir seviyede muracaat ederler.
}Buhari : 1451-Ter : 1376
{ … Suveyd b.
Gafele r.a şöyle dedi : Ben - zekat amili olarak - gittiğimde - yahut
Rasulullah’ın zekat amili ile giden haber verdi - Rasulullah’ın - yazdığı zekat
- ahdi şöyle idi : Sütlü hayvanları alma, ayrık olanları birleştirme, toplu
olanların arasını da ayırma…… }Ebu Davud : 1579 - Nesei : 2456 - İbni Mace :
1801
AÇIKLAMA : Zekat
vermekten kaçıyormuş zannına kapılıp ayrı olan ve zekat nisabına erişmeyen
mallar birleştirilerek zekat verilmez. Ortaklık sebebiyle birleştirilmiş, zekat
nisabına baliğ olan mallar da zekat vermek endişesiyle ayrılmaz. Birleştirilmiş
mallar eğer zekat nisabına eriyorsa ondan zekat verilir. Ortaklar zekat için
ödenen malları aralarında eşit şekilde paylaşırlar. Mesela iki ortağın beş
devesi olsa, ona zekat olarak bir koyun verirler. Zekat olarak verilen koyun
ortaklardan kimin malından verildi ise, diğeri ona koyunun yarı bedelini para
olarak öder. İki ortağın kırk koyunu olsa, bunda da zekat olarak bir koyun
vardır. Bu koyun kimin malından zekat olarak verildi ise, diğeri ortağına
koyunun yarı bedelini para olarak öder. Dolayısıyla ortaklardan her biri
verilen zekata iştirak etmiş olur. Bölünebilen mallarda durum, daha kolaydır.
ZEKAT AMİLLERİNİ
MEMNUN ETME
{ … Cerir b.
Abdullah r.a şöyle dedi : Bedevilerden bazı kimseler Rasulullah s.a.v’e gelip :
Zekat amilleri bize geliyor ve bizlere zulmediyor dediler. Bunun üzerine
Rasulullah s.a.v : Zekat amillerini - zekatlarınızı güzellikte ödeyerek - razı
ediniz, buyurdu. }Müslim (989/29) Ebu Davud (1589) Nesei (2459) Beğavi (1
253-el-Mevarid) Ahmed (19228) Albani (901 -S. Cami)
ZEKAT VERENLERE
ZEKAT AMİLLERİNİN DUA ETMESİ
{ … Abdullah b.
Ebı Evfa r.a şöyle dedi : Herhangi bir kavim Nebi s.a.v’e zekatlarını getirdiği zaman, Nebi s.a.v
onlara şöyle dua ederdi : Allahumme Salli Ala FuIan. Babam Ebu Evfa zekatını getirdiğinde, Nebi
s.a.v ona : Allahumme Salli Ala Ebi
Evfa. diye dua etti.}Buhari (1497-Ter. 1424) Müslim (1078/) Ebu Davud (1590)
Nesei (2458 - İbni Mace : 1796
ZEKAT AMİLLERİNİN
ZEKAT VERENLERE ZULMETMEMESİ
{ … İbni Abbas r.a
şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle
buyurdu : Şüphesiz ki sen, ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun, onların yanına
vardığın vakit önce onları La İlahe İllallah Muhammeden resulullah‘a şehadet
ge- tirmeye davet et. Eğer onlar şehadet getirmede sana itaat ederlerse,
Allah’ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namaz kılmayı farz kıldığını
haber ver.Onlar bu beş vakit namaz kılma hususunda sana itaat ederlerse
Allah’ın kendilerine zekatı farz kıldığını, bu zekatın onların zenginlerinden
alınıp fakirlerine verileceğini de haber ver. Onlar bu zekat hususunda da sana
itaat ederlerse, onların yanında en kıymetli olan malı zekat malı olarak
almaktan sakın ve mazlumun bedduasından da kork. Çünkü mazlum ile Allah’ın
arasında perde yoktur. }Buhari : 1496 – ter : 1423 - Müslim : 19/29 - Ebu Davud
: 1084 - Nesei : 2434 - Tirmizi : 625 - Darimi : 1/379-384 - İbni Mace : 1783
: İbni Hibban : 156 - İbni Mende :
214-el-iman - Tabarani : 12207-12408-M.Kebir : Dare kutni : 2/136 - Beyhaki :
7/12 - Beğavi : 1557 - Ahmed : 1/233
TAHSİL EDENE KADAR BORÇ PARA ÜZERİNDE ZEKAT
YOKTUR
{ … Aişe r.anha
dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Borç parada onu alana kadar zekat vermek yoktur.
}İbni Ebi Şeybe : 3/54 - Albani : 784 – İrva
KÖLE’YE VE
BİNEĞE ZEKAT YOKTUR
{ … Ebu Hureyre
r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Müslüman kimseye atı ve kölesi için zekat
yoktur. }Buhari : 1463-Ter 1390 - Müslim (982/8 - Malik 1/277 - Ebu Davud :
1595 - Nesei (2469) Tirmizi (628) Darimi (1/384) İbni Mace (1812) İbni Huzeyme
(2285) İbni Hibban (3273) İbn Carud (355) Abdurrezzak (6878) Tayalisi (2527)
Humeydi (1073) Ebu Nuaym (8/356) Dare kutni (2/27) Beyhaki (4/117) Beğavi
(1073) Ahmed (2/242)
VAKTİ GELMEDEN ZEKAT VERMENİN CAİZLİĞİ
{ … Ebu Hureyre
r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Ömer’i zekat toplamak için gönderdi. İbnu
Cemil, Halit b. Velid ve Rasulullah’ın amcası Abbas’ın zekatlarını vermediği
kendisine söylendi. Rasulullah s.a.v : İbnu Cemil zekattan nasıl imtina
edilebilir ki ? O fakir iken Allah kendisini zengin etmişti. Halid’e gelince
siz ona haksızlık ediyorsunuz. Halid zırhını ve bütün silahlarını Allah yolunda
hap-setmiştir. Abbas b. Abdulmuttalib‘e gelince onun zekatı - daha önce
verilmiş olup - bir misli ile beraber benim üzerimdedir, buyurdu ...... }Müslim : 983/11 - Buhari : 1468-Ter : 1397
: Nesei : 2463-2464
{ … Ali b. Ebi
Talib r.a şöyle dedi : Abbas b. Abdulmuttalib, Rasulullah s.a.v’e zekatını henüz vakti gelmeden acele edip ödeme
hususunda talepte bulundu. Rasulullah s.a.v de ona bu hususta ruhsat verdi.
}İbn Carud : 360 - Ebu Davud (1624) Tirmizi (679) Darimi (1/385) İbni Mace
(1795) Hakim (3/332) Beyhaki (4/111) Albani (857- el-İrva)
ZEKATIN VERİLECEĞİ
YERLER
Allah-u teala şöyle buyuruyor : { Sadakalar
– yani zekatlar - Allah’tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekat
amillerine, kalpleri İslam’a ısındırılacak olan-lara, kölelik altında
bulunanlara, borçlulara,Allah yolunda cihat edenlere ve yolculara mahsustur. Allah bilendir, hüküm
ve hikmet sahibidir. } TEVBE : 60
ZENGİNLERE ZEKAT
VERİLMEZ
{ … İbni Ömer r.a
dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Zekat almak, zengin ve uzuvlarında noksan
olmayan kimselere helal değildir.}İbn Carud (363) Buhari (3/329-T.Kebir) Ebu
Davud (1634) Nesci (2592) Tirmizi (652) Darimi (1/386) İbni Mace (1893) İbni
Ebi Şeybe (3/97/1) Abdurrezzak (71 55) Tayalisi (2271) Dare kutni (2/119) Hakim
(1/407) Beyhaki (7/13> Beğavi (1599 - Albani (877 – İrva
EHLİ BEYT
ZEKAT AMİLLİĞİ YAPMAZ
{ … Abdulmuttalib
b. Rab b. el-Haris rivayet edip şöyle dedi : Rabia b. el-Haris ve Abbas b.
Abdulmuttalib toplanıp : - Beni ve Fadl’ı kast ederek - Vallahi şu iki oğlanı
Rasulullah’a göndersek, bunlar Onunla konuşsalar, o da bunları zekat üzerine amil
tayin etse. Zekat amili kimselerinin yaptıklarını yapsalar, onların aldığı
ücreti bunlar da alsalar, şeklinde konuştular. Abdulmuttalib dedi ki : Onlar bu
şekilde konu-şurlarken, Ali b. Ebi Talib geldi ve önlerinde durdu. Bu meseleyi
ona da söylediler. Bunun üzerine Ali b. Ebi Talib : bunu yapmayın. Vallahi
Rasulullah bunu yapmaz dedi. Rabia b. el-Haris itiraz edip : Vallahi sen bunu
bize hasedinden yapıyorsun. Sen Rasulullah’ın damatlığına eriştin de biz seni
asla haset etmedik dedi. Ali : Peki iki oğlanı gönderin dedi. İkisi çıkıp
gittiler, Ali de yan üstü uzandı. Abdulmuttalib dedi ki : Rasulullah s.a.v öğle
namazını kıldırınca ondan önce hücresine gidip hücrenin yanında durduk. Nihayet
Rasulullah geldi ve kulaklarımızı tuttuktan sonra : İçinizde sakIadığınız
şeyleri çıkarın,buyurdu. Sonra hücreye girdi, biz de yanına vardık. Kendisi o
gün Zeyneb b. Cahş’ın yanındaydı. Biz her ikimiz de sözü diğerimize havale edip
söze başlamasını bekledik. Sonra birimiz şöyle konuştu : Ya Rasulallah ! Sen
insanların en iyisisin ve insanlara pek çok iyilikler ulaştırırsın. Bizler
buluğ çağına varmış haldeyiz. Biz sana şu zekatlardan bazısına bizleri zekat
memuru tayin etmen için geldik. Eğer memur tayin edersen, onların eda ettiği
görevi biz de eda ederiz, onların isabet ettiği gelire biz de isabet ederiz
dedi. Rasulullah uzun müddet, hatta biz tekrar konuşmak isteyinceye kadar sukut
etti. Tam bu sırada Zeyneb, perdenin arkasından bizlere : Rasulullah ile
konuşmayın diye işaret etmeye başladı. Bundan sonra Rasulullah s.a.v : Şüphesiz
bu zekat amilliği Muhammed’in ailesine yaraşmaz. Sadaka insanların kirleridir.
Mahmiyyeyi - Ki bu şahıs ganimetlerden
alınan beşte bir gelirin sorumlusu idi - ve Haris b. Abdulmuttalib oğlu Nevfeli
bana çağırın,dedi. Bunlar yanına geldiklerinde. Rasulullah Mahmiy-yeye, - Fadl
b. Abbas’ı göstererek - : Kızını bu gence nikah et,buyurdu. Mahmiyye kızını
FadI’a nikahladı. Sonra Rasulullah Nevfel b. el-Haris’e : Kızını bu gence
nikahla,buyurdu. 0 da kızını bana nikahladı. Müteakiben Rasulullah s.a.v
Mahmiy-yeye : Bu gençler için kızlara humus malından şu kadar, şu kadar mihir
ver, buyurdu. }Müslim (1072/167 - Ebu Davud (2985) Nesei (2608) Ebu Ubeyd (841)
Beyhaki (7/31) Ahmed (17521) Albani (879-el-İrva)
EHLİ BEYTİN
ZEKAT ALMASI YASAKTIR
{ … Ebu Hureyre
r.a şöyle dedi : Ali’nin oğlu Hasan zekat hurmasından bir hurma alıp ağzına
koydu. Bunun üzerine Nebi s.a.v : Kıh kıh onu at, dedi. Sonra da : Sen bizim
zekat malından yemediğimizi bilmiyor musun ? , buyurdu. }Müslim (1069/161)
Buhari (1491-Ter:1419) Darimi (1/386) Tayalisi (2482) İbni Hibban (3294) Beğavi
(1605) Ahmed (2/444)
{ … Ebu Hureyre
r.a şöyle dedi : Nebi s.a.v’e yiyecek bir şey getirildiğinde, bu hediye midir,
yoksa sadaka mıdır diye sorardı. Eğer sadakadır denirse, asha-bına yiyin der
kendisi yemezdi. Eğer hediyedir denirse elini ona vurur ashabı ile beraber
ondan kendisi de yerdi. }Buhari (2576-Ter:2373) Müslim (1077/175) İbni Hibban
16382> Beyhaki (7/33) Beğavi (1608) Ahmed (2/492)
{ … Enes b. Malik
r.a şöyle dedi : Berire r.a kendisine sadaka olarak verilmiş olan bir et
parçasını Rasulullah’a hediye etti. Rasulullah : Bu et Berire’ye bir sadakadır,
bize ise bir hediyedir, buyurdu. }Müslim : 1074/170 - Buhari : 1495-Ter : 1422
- Ebu Davud : 1655 - Nesei : 3454 - İbni Hibban : 5115 - Tayalisi : 1417
TESETTÜR
HAKKINDA
Te’lif; HUSEYİN
EBU EMRE
Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında
hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan
eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda,
yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef
ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi:
“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş
yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay
haline!...” (Sad Suresi (38)/27)
Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını
haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için
yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri
mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.
Ama ne var ki bizim için
yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını
bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun
ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani
bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne
için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış
itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir.
Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için
yaratılmıştır diye. Bu da aynen:
“Ben
cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”
(Zariyat(51)/ 56)
Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini
emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana
kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor:
İsteyerek veya
istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye
yarattım.
Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor
insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya
bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler,
gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmezlikten gelmesi o gerçeğin
mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen
insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını,
akılsızlığını, eblehliğini gösterir.
Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı
gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece
gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok
değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi
değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:
“Sizi biz yarattık, o halde tasdik
etmeniz gerekmez mi?” (Vakıa(56)/ 57)
İnsanoğlu ister kabul etsin ister
etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar
etmesi ve -Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey
değiştirmiyor.
Çünkü insan yokken var olan bir
mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster
bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu
sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle
sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu
varidenin mevcut oluşunu gösterir.
Aynen
evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbi de devrede
olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir
zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi,
birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi
kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları
birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın
kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi
bundan daha aptallığını ifade eder.
Bunu itiraf etse de etmese de onu
Allah yaratmıştır. Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu
da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun
hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar,
insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli
safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah
Subhanehu Teala şöyle buyurur:
“Biz insanı en güzel
bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç, onu,
aşağıların en aşağısına ittik.” (Tin Suresi(95)/ 4 – 6)
Güzel bir şekilde yaratılan; güzel
hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların
aşağısına -Esfeli safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni
(yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi
tutulduğunu gösterir.
Demek ki insanoğlu yaratılış
itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir
kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini
devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki
eder ki Alâyı illiyyine çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı
bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse –esfeli safilin–
aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar,
diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle
buyuruyor:
“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan
yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri
vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla
işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet
içinde olanlar bunlardır.” (Araf Suresi (7)/ 179)
Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu
organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu
Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın
sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin
hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için
yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış
olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeple kim Allah’a itaat
ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de
hayvanlar daha iyidir. Bu sebeple Allah (c.c) “Onlar hayvanlar
gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.
Ve yine bir ayeti kerimede:
“Yoksa sen onlardan
çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan
gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.” (Furkan
Suresi (25)/44)
Durumları otlamaya giden
hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar
ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir
başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak
koşmaktadırlar.
Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde
yükselmeye ve alçalmaya muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor.
Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine
ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri fıtratlarının,
tabiatlarının gereği olmuştur.
Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların
en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da
kadınlardır.
Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve
erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç
duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle
yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri
tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;
“Size, kendi nefsinizden,
kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet
koyması da O’nun delillerindendir.” (Rum Suresi (30)/ 21)
Allah
(c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır.
Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak
üzere kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve
gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.
Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı
cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda
neden bunu yaptık diyor. –Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete
kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeten ve rahmeten” bir
sevgi ve rahmet kıldık, diyor.
“Mevedde” kelimesini ele aldığımızda
ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece
iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik arz eden fiziki yönleridir.
Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani
muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde” kişileri birbirine karşılıksız
bağlayan esaslardır.
Yani nasıl ki gençliğinde birbirine
ihtiyaç sahibi iseler, ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri
kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve
aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki
ediliyor.
Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan
“mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun
ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret
almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.
Yukarıda zikrettiğimiz ayette
öncelikle şunu vurguluyor;
“İnsanoğlu kabul etse de etmese de, tasdik
etse de etmese de, inansa da inanmasa da onu biz yarattık, diyor. (Vakıa
(56)/ 57)
Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah
ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan
insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hem de sizin cinsinizden
halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım
parça. Ve hem de bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine
meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği
yaratılmışlar.
Bunu birbirine bağlamada kasıt şu;
Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen
Allah (c.c.)’ın sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize,
kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün
olmazdı.
Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı
muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur.
Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi
için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok
meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu
karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle
mükafatlar var, demiyor.
Ama çocuğun ana – babaya karşı yaptığı
her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda
almış. Onlara:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk
etmenizi, ana–babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de
senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile – deme, onları azarlama ikisine de
güzel söz söyle.”[3]
Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti
çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül
edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile-
demeyin , diyor.
Yani ananın babanın çocuğa yaptığı
karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana babasına yaptığı bir itaat ve
isyan meselesidir.
Aynen insanlığın devamı bekası için
kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir
gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir
şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda
“mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.
İşte böyle birbirine muhtaç olarak
yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.
Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman
müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada
da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate
parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Kul evlendiği zaman dinin yarısını
tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.”[4]
Yukarıdaki
sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet
yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün
oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da
bir yarımlılık sayılıyorlar.
Hadiste de, kul evlendiğinde dininin
yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet
telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde
ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan
korksunlar diyor.
Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire
çizmiştir. Burada erkeğin kendine de böyle Allah’ın çizdiği bir şer’i
daire yok mudur? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele
alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden?
Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.
Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an
ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak
toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı
kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir
payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu
bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi
manasını çıkarmıyor.
Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın
düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki
payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının
salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının
salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istidadı vardır.
Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç
bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır.
İkisine de çekirdek olacak istidattadır kadın.
Çünkü, içtimai yönden yani sosyal
hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır.
Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh
toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.
Kadının salahında yani iyi olmasında
toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma
nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun
ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına
kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir
mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da kadının salahına
bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı
olanınızdır” diyor.[5]
Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da
özelleştirilmiş şekle indiriyor.
Yani neden erkeğin iyi olması, kadına
iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar
erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi
davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara
iyi davranmanıza bağlı.”
Onun için toplumun salahı kadınların
salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli,
orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa
olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde
işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otomatikman erkekte
ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan
erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından
daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Benden sonra erkekler için
kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.[6]
Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere
en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız
bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı itham edici
bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından
büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı
gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar,
ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.
Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki
yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan
manasında. “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani
onların ifsat olması.”
Bu, mefhumu muhalifi doğurur. Şimdi
bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat
edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz.
“Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin için de çok büyük bir hayır
manası taşır.”
Bu söz yani fitne kelimesi
kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de
kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne
olmaz? –Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.
Mesela; benim elimin üzerinde yarım
santimlik bir yarık olsa bir de kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık
olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine
göre elin üzerindeki yarım santimlik yarığın ne önemi var.
Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt
edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının
fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey
çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin
Allah’ın Resulu (sav) – “Benden sonra size kadından daha büyük fitne
bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz
değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.
Toplumun salahı kadının salahına
orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir
sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
“... İnsan vücudunda bir et parçası
vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset
bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.[7]
Yani nasıl kalbin salahı cesedin
salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece
toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.
Kadının gündeme gelmesi değerli
olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir
değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için
zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden
bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir
çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının
şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama
kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla
erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte
illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.
Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve
erkeğe - alın buna bakın – deyin. İkiniz de eşitsiniz deyin. Erkek buna iki
gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun
fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir
cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele
alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği
kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde
olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen
ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir
cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.
Burada ilk koyacağımız nokta şu.
Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü
tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ
değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının
çekiciliğidir.
Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi
ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:
“Göbekle diz kapağı arasıdır.”[8]
Bu bunun haddidir. Onun dışında bir
çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın
Resulu (sav)’in dediği gibi,
“Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa
çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”[9]
Avret dediğimizde yani kadın çekici ve
cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece
“göbekle diz kapağı arası” gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır.
Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele
alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.
Bir amelin kabulü için iki şart
vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere
alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka
bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu
yaşadığımız ortam farklı gösterir.
Türkiye ortamında genç bir kız
kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine
bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa
imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan.
Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer,
başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla
gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına
delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.
Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın
verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması onun şuurlu olduğunu
gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun
imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi
bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş
bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.
Bizim işte bu gibi bir toplumdaki
kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun
erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş
şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız
iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala
emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana –
babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.
Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla
yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe
zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir
şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla
yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil
imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun
için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i
ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez.
Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan
ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir
payı yoktur.
Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi?
Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren
unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda
ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması
gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık
cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.
Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda
yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre
indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın
gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın
yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde
yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda
hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.
Onun için insanlığın devamının
bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık
ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın
“mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu Teala’nın
koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara
karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun
zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir.
Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için
olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine
alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile
olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu
(sav) efendimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde
gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine
gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”[10]
Ve yine bir hadisi şerifte:
“Kadın bütün olarak cazibedir.
Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tanzim eder” diyor.[11]
O
çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman
şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve
hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.
Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in
bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani
bu mevzuda salah mevkiinde oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani
kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim
olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın kendinden
veriyor.
“Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın
Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş.
Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş.
Sonra Ashabının yanına çıkarak:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde
gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine
gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir” buyurmuştur.[12]
Bakın bu misali kendisinden veriyor.
Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiyle de olsa böyle bir cazibenin
dairesine girebilir. Binaenaleyh şer’i ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde.
Yani kadın da olsa şer’i çerçeve çiziliyor, erkek de olsa. Kadın için ama
başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme
geliyor.
Yani kadın hem kendisini koruyor hem
de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin
işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.
Onun için kadını fitnede odak noktası
yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil.
Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu
daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Kim bir kimseyi öldürürse, onun,
insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun
insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)
Yani insanın bu hareketi hem hayra hem
de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır
şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.
Yine bakıyorsun hadisi şeriflere
Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: “Cennet anaların
ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada
“ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında”
demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani
ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı
olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;
“Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev
,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım
eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir
kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama
erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle
bir ifade vardır. “Haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayalısı iyidir
ama haya kadında daha güzeldir”[13]
diyor.
Yani hayanın kadına kazandırdığı değer
çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha
çoktur.
Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın
Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu
(sav):
“Anandır” dedi. Adam: - Sonra
kim? – Anan. –Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ?
deyince. – Babandır, buyurdu.”[14]
Bütün
bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi
müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?
Önce bir insan olarak ele alınıyor
kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak alıyor. Ondan sonra
tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen
ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadta kullanmak mümkündür.
ifsat ve fitne kelimeleri
kullanılırken bakın şimdi:
“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız
ancak birer fitnedir.”(Enfal (8)/ 28, Tegâbün
(64)/ 15)
“Ey iman edenler! Eşleriniz ve
çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)
Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın
eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan
ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki,
kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık
onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.
Kadını en önce varlık olarak ele
alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana”
olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:
“Size benden sonra en büyük fitne
kadınları bıraktım.” derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana”
ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak
mümkün değil. Ama;
“Cennet anaların ayakları
altındadır.”[15]
Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz
onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir
tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi?
Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. – Ana – Saliha bir
eş –gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet
bağlandığı yeri anladınız değil mi?
Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına
bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma
manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.
Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü
ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin
başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek
dolanacak. Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği
gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda
açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı
arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede
meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen
değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu
değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.
Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında
rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu
mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir
olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.
Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir.
Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir
durumda olması:
“Erkekler, kadınların yöneticisi ve
koruyucularıdır.”[16]
“...Erkeklerin kadınlarından bir
üstün derecesi vardır.” (Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:
Kays bin Said (r.a)’dan rivayet
edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.)
ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime;
Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e
geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde
ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha
layıksın, dedim. Resullullah (sav):
“Sakın
bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde
etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan
dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.[17]
Ona maddi yönden verilen üstünlük.
(Teşbihte hata olmaz.) Hadi senin de hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir
değerin yanında – sen de ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için
verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek
gerekir.
Yani erkeğe verilen evinde hakim
olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak
için bir pay sayılır arkadaşlar.
Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının
küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına karşılık verilen
dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin
ondan sonra da seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, senin de hatırın
olsun, senin de seviyen olsun, senin de gönlün olsun der gibi. Kendi evinin
reisi ol. İşte denmiş.
Şimdi birisi gelip de neden onlara
evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de
neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın
geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye.
Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye
başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen
bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi,
eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek
olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.
Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın
eşitlik iddiasında, erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip
olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen ben de sahip olmak
istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne
almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri,
mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş. Birisi çiklet satacak, müstehcen bir
kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir
kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer
yok.
Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir
malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir. Bilakis değeri
verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce
gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.
Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın
kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa,
bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu
hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.
Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü
fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz
olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin
bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez.
Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir.
Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında
gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şer’i ıstılah ifadeleri adil kullanılsa
bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.
Bunu anlamanız için şöyle bir misal
verebilirim. Şer’i hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek
isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile
her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler
farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı
düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla
çıkmış, Müslüman da olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen
gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama şer’i hukukta aynı adı veriyor.
İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı
birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı
tesir aynı değildir.
Erkeğe de bu isim verilir ama sanki
değerinden bir şey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha
kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.
Bu vakıalar tesettürü ele alırken
düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip
olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.
Şekli olan tesettürde bakın böyle çok
kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar
açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafir de olsa aniden
önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde
hassasiyeti geliştirir.
Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde
aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu
kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur.
Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu,
Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namaz da böyledir. Sair ibadetler
de böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti
olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre
yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun
neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.
O meseleler sana ister ispat etme,
ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın.
Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet
gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.
Bunu şöyle izah
edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu
adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki
peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu
askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil
hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun
ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti,
kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o
kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı
hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Bir de o ortamda bir harbi patlatacak
bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.
Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir
şekil değil, Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız.
Ve o emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi küllünde de
hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini
haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak
kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi
olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler var. (Ahzab
suresi 32. ayeti okuyun ve düşünün).
“Ey Peygamber kadınları! Siz, sâir
kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan sakınıyorsanız, edalı
konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan kimse, kötü ümitlere kapılır.
Daimâ uygun söz söyleyin.”
İslamın hassasiyeti vardır. İslamı
yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı
tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi
kadın ve erkek tokalaşıyor[18]
hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor.
Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla
oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laçkalaşmış
ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür
şekilden öteye geçememiştir.
Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim
için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:
“Peygamberin eşlerinden bir şey
istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz
için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”[19]
Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar
derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey
isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim
olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle
alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:
“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun
eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun
cariyelerini, amcanın ve halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber
hicret eden kızlarını sana helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve
Peygamberinde kendisini nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal
kıldık. Bu hüküm diğer müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi 50)
Bakın, Peygamberden
sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı
haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz
annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.
Nikahı haram, anne
mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar.
Sahabeye bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat
edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.
Yani, onlardan bir şey,
istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin kalpleriniz için en
hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar. Çok ama çok istifade
edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.
Peygamberin hanımları,
müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı karşıya
kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez bile.
Peygamberin arkadaşları,
Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı
olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün
mü? Buda değil.
Bütün bunun yanında “sizin
ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti
anladınız değil mi arkadaşlar.
Bakın karşı karşıya
kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız haram
biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile takınacağınız
tavır işte bu.
Sana nikahı haram olmayan
annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı.
Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani
küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.
Neden misaller itaatlerde
isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:
“Ey iman edenler!
Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız aleyhine de
olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”(Nisa suresi 135)
Bir insanın babası
aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de
kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.
Nikahı haram, anan
hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan oluyor. Eğer
Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu
çok açıktır _ Bilene ___
Birisi dese şimdi;
“canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık
menfide mi olur, müsbetlikte mi olur?” Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya
çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?
Yani kapanmayı Peygamberin
hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının yanında kapanma has mı
olur. Annelerinin yanında onların kapanması has mı olur. Değildir. Tam aksine
buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların
daha çok kapanmaları gerekir.
Önce bu ayetleri bu yönlü
ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir.
Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı
yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet
ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:
“Eğer sizin iman
ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz
çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık
içindedirler...” (Bakara suresi 137)
Sizin iman ettiğiniz gibi
iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor
da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.
Çünkü sahabenin iman ettiği
Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu
mevzuda tek örnek verilecek insandır.
Onların iman ettiği gibi derken, onların
örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti
böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların
Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir
arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini
inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.
Yani bu iman meselesi tesettürde
düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak
hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız.
Bu çok açıktır.
Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten
delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru
yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.
Çünkü KUR’AN ve SÜNNET
doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti
olması gerekir. Herkes “KİTAB ve SÜNNET” diyor. Aksini
diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB ve SÜNNETİN” üzerinde
olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi
iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc
ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların
namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.
Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine
Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor. (Ahzab suresi 59)
Burada ki hicab emri birine farklı
birine farklı mı, yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına,
kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin
hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı
örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu
hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:
“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı
kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine
herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha
hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor. (Nur
suresi 60)
Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe
ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama
taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.
Yani bakın çok dikkat edin.
Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir
çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu
onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim! biz nankör kulların sana ne
kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan
uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Ya Rabbi! bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl,
kalplerimizi dininde sabit kıl __AMİN__
Şimdi başa aldığımız zaman,
bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle açıklıyor;
“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde,
kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin
istesinler.” (Nur suresi 59)
Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa
erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından
diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
“ Çocuk on beş yaşına geldiğinde,
artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”[20]
Buluğ çağına erdiği andan itibaren
örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa
erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu
şekilde lakayt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık
olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.
On iki – on üç yaşına gelmiş bir kızın
o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk
anasından babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası
olur bakın.
Ama küçükken çocuk buna alışmış
kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün
tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman
geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.
Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız
çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor.
Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir
bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi
bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider
evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan
yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın
Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.
“Kırda yaşayan kabalaşır, av
peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”[21]
Yine,
“Her Peygamber muhakkak koyun
çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”[22]
Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre
özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam
edelim. İnşallah,
“Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün
hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları,
yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan
kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi
sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”[23]
Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim
yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı
kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali
yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde
etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.
O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından,
fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü
evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç
erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O
terbiyeyi Kur’an da bile verirken;
“Ey İman edenler! Ellerinizin
altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına
erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin
istesinler.” (Nur suresi 58)
Anaların babaların odalarına girerken bile
izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek
erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının
verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık
ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar
telafi edilemez.
Anadolu’ya baktığımızda bir
kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir
beladır bunun farkında bile olmaz. Kimse de bunu halletme yoluna gitmez. Bakın
Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?
“Tek başlarına iken, kadınları
ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. –Ya Resulullah, ya
koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki – Koca tarafından
akraba olursa o ölümdür.”[24]
Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik
vardır.
“...bir erkek bir kadınla baş başa
kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”[25]
Görüyorsunuz İslam’daki hassasiyeti.
Bir de bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi İslam esaslarından tamamen nasıl
uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok
müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş.
Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.
Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz
ki bizden sonraki gelenler daha rahat İslam’ı yaşayacakları ortamı
bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani
kurtulamamamız meselenin hep şekliyle meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.
Bir hadis daha zikretmek istiyorum.
Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?
“Kocaları yanında olmayan kadınları
ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı
gibi dolaşmaktadır. Biz – Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benim de. Fakat şeytana
karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğdi.”[26]
Evet, misaldeki dersi alabildik değil
mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım-
bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.
Buluğa ermiş bir çocuğa elini
yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak
demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.
İnanın şu ortamda kapandığı halde,
peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader,
enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar
vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi
veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz
bize ne nasihat ediyor:
“Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden
her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”[27]
İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu
yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim
başımıza gelecek demektir.
Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas
yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab
suresindeki:
“Ey peygamber! Müminlerin
annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir
kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı
olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Ahzab Suresi
(33)/ 59)
İfade bu. Cilbablarıyla
demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi
bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk
hadisesine bir bakalım.
“Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah
yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı.
Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten
sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere
indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu
gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde
konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman
ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı
bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki
Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı
aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı
yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum
deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman
kadınlar hafif hafif idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları
ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler
hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben
gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim.
Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak
üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken
uyumuşum.
Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani
arkadan gelmekte, kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine
götürerek sahiplerine vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha
kadar yürümüş. Benim bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce
benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür
idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:
“ İnna lillahi ve inna ileyhi
raciun” (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.
Uyanınca hemen feraceme bürünüp
yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende
ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime
işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına
bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü.
Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...”[28]
Aişe annemiz ne diyor, istirca
sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni
Hicab’tan öncede tanırdı diyor.
Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz
durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın,
sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde
olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi
Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü
örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık
saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.
Misal mi, Allah’ın Resulu (sav),
Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor
dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile.
Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada
Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) – Kızım gerdanını kapat
diyor.[29]
Yani bakın daha Mekke’de iken
bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden
evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün
kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü.
Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve
yüzünü kapatıyor.
Şimdi ayetle tanınıp eziyet
edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı
alakalandırdınız değil mi?
Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu
kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık.,
sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:
“Biz ihramlı olarak
Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi.
Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından
örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “[30]
Yine bir hadisi şerifte,
“Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan
– Ümmü Hallad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi.
Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi
ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi.
Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete
uğradım.” Cevabını verdi...”[31]
Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin
yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten
kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):
“İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın
ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.[32]
Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan
evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?
Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren
nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden
bir tanesi şu:
“Mümin erkeklere söyle de, gözlerini
haramdan sakınsınlar...”
“Mümin kadınlara da söyle, onlarda
gözlerini haramdan sakınsınlar...” (Nur suresi 30- 31)
Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak
diyor ki; şimdi “gözlerini yere diksinler” den maksat ne? Demek ki diyor. –
gözlerini yere dikmeleri yüzü açık ta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki
yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O
ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.
Gelelim bu topluma bu toplumda bu
mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri
korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse
birileri de görse – Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş – manasını
çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne
zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden
çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.
“Bir gün Allah’ın Resulu’nün
huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. – Ya Resurullah!
Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini
kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...”[33]
Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç
duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne
bakabilir.
“Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben
Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir
kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O
kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu;
öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde bir küçüklük
vardır.” [34]
Onun
yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:
“Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi
ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü
sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.[35]
Gelen bir müşkülatı böyle defetmen
mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların
iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar
basit. Gerisi hiç önemli değil.
Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi
Rabbilalemin.
“Ey İman edenler sizi, size hayat
verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki
Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp
toplanacaksınız.” (Enfal Suresi(8)/24)
HUSEYİN EBU EMRE
Sakal
bırakmanın hükmü
Sözlükte Ve Şeriatte Sakalın Ölçüsü:
Sakal: Yanaklar ve çene arasında çıkan kılların ismidir.
Bıyık dışında, çene, iki çene kemiği altı, iki yanak ve
boynun iki yanında biten tüm yüz kılları sakaldır.
Sakal bırakmanın hükmü: Sakal bırakmak akıl baliğ bütün
müslüman erkeklere farzdır. Bunu, bırakılmasını emrederek, kesilmesini veya bir
kabzadan fazlasının kısaltılmasını yasaklayarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem farz olduğunu bildirmiştir. Mevzu, asru saadette nasıl bir önem ve
ehemmiyete sahip idiyse bu günde yine aynı öneme sahiptir.
Öyleyse Allah resul’u s.a.v ‘in nasıl bu önemli sünneti seniyesini ihlal
edenlere karşı mevzunun
önemini ciddi bir şekilde
anlatmaktır.
Çünkü sakalı gerek
kazıyarak irtikab edilen
edilen günah gerekse ona
istedikleri şekli kazandırma günahı etrafa
korkunç bir şekilde yayılmıştır.
Kafirleri bir kenara bırakın din adamları ,şeyhler,müderrisler, tefsir ve
hadis okutmaya çalışanlar bile bu
cürmün içerisinde rahatlıkla yüzmektedirler. Bunlarla beraber islami
ilimler tahsil etmeye çalışan
talebeler bile sakallarını kazımakta
veya ona istedikleri şekli (kirli sakal vb) vermektedirler.
“Allah resul’ü
s.a.v’in : Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin .Eğer
eliyle değiştirmeye gücü yetmezse
diliyle değiştirsin.Ona da gücü yetmezse
kalbiyle buğz etsin buda imanın en zayıf olanıdır.(Müslim=1.c.49.n.).
Hadisi geregince…….bu tehlikeli cürme karşı
konuyla ilgili hakikatin ortaya konulması ve buna engel olunması gerektirttiği
kanaatindeyim.Konuyu çeşitli başlıklar halinde
ele almadan önce ben hasetsen , toplumun nazarında yanlış
telaki edilen bir hususu izah etmek istiyorum.Buda “sünnet” kavramı çünkü toplumumuz bu kavramı iyi bilmedikleri için
ona çok kısır bir mana yüklemişlerdir…Böyle
bir telakkiden dolayı’da ister
istemez bir çok çarpıklıklar içerisine düşmeleri kaçınılmaz olmuştur.Onlar
nazarında “sünnet” denildiği zaman bunu nafileler olarak telakki
etmektedirler.İşte bundan dolayıda
islamın bir çok emirleri nafile
olarak gördükleri için onu yapıp yapmama
onlar için bir önem
arzetmemektedir.
Bahsini edeceğimiz sakal konusuda bunlardan bir tanesidir.
Oysaki”sünnet:”Kelime olarak takip edilen yol, usül, adet ve çığır
manalarındadır”
Istılahi olarak “sünnet: Resulullah s.a.v.’in takip ediği
yoldur….Yani onun kaviller,fiilleri ve takrirleri manasındadır.Bina
enaleyh sünnet denilince ilada nafile olan şeyler değil , bununla beraber
emirler,nehiyler dahi bunun içerisine girmektedir…
Daha açık bir ifadeyle
sünnet;Allah resul’ü s.a.v ‘in emrettiği ,nehy ettiği ve muhayyer
bırakmış olduğu tüm şeylerdir.Öyleyse
bunların içerisinde nafile olanlar olduğu gibi emir olup(yani farz olup) bizi ilzam
edici olanlarda vardır…..
İşte üzerinde
durmaya çalışacağımız sakal konusu da , bizleri ilzam edici emir
mahiyetinde olan sünnetlerdendir.Yani
sakal emir siğa sında geldiği için farz
olan bir sünnettir.Ki zaten
konunun üzerinde durmamıza
neden olanda budur….
SAKAL İBADETİ FARZ’DIR.
Başta buhari ve Müslim
olmak üzere pek çok hadis kitaplarında bir çok sahabeden nakledilen
hadisler, sakalın emir
siğasıyla geldiğini açıkça
ifade etmektedir…
Ehlince malumdur ki emir, şeriat nazarında vucubiyet
ifade eder.(yani emir ,veya vacip farz demektir.bakınız imam şafii’nin
er-risale).
Abdullah ibni ömer’den rivayet
ettiği bir hadisi şerifte Allah resul’ü s.a.v şöyle buyurdu: bıyıkları kısaltın
, sakalları çokça ve uzunca
bırakın..(Müslim 1.c.259.n)
Abdullah ibni ömer’den r.a
Allah resul’ü s.av ‘in bıyıkları kısaltmak ve sakalı bolca ve
uzunca bırakmakla emir buyurduğunu haber vermiştir.(a.g.e)
İbni ömer r.a şöyle dedi :Resulullah s.a.v buyurduki : “müşriklere
muhalefet ediniz,bıyıkları kısaltın ,sakalları çokça ve uzunca bırakın.
(a.g.e.)
Ebu hureyra r.a şöyle dedi:resulullah s.a.v buyurdu ki:”bıyıkları kesin
,sakalları salıverin, mecüsilere muhalaefet edin” (a.g.e) :görüldüğü gibi
bıyıkları kesmek ve sakalıda affetmek
alakalı hadisler emir siğasında gelmiştir.
Sakal konusunda
emir ,değişik lafızlarla gelmiş olup
beş nevidir.Bunlar
1.
Affedin,bağışlayın……
2.
Hür bırakın ,azad edin……
3.
Salıverin,sarkıtın…
4.
Yayın (yani,sağından solundan almayın)
Not: Bu kelimelin Arapça karşılığına Müslim cilt:1 sayfa.335’de bakabilirsiniz.
Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi emir, memura (yani emr
olunana)vacip olmakta ,bu sebeblede yerine getirene sevap ,terk edenede azap
gerekmektedir.
İmam nevevi r.h
tefsirinde bu konuda ki emir siğasının
nehiyle varid olduğunu ,bu sebeplede
vacip bulunduğu
belirtmiştir.Çünkü nehy(yani yasak)fiilden isteği mendir.Sakal hususundaki emir siğasıda
nehiyle varid olmuştur.
Peygamberimizin a.s affedin,bağışlayın sözü: “sakalınızı affedin,bağışlayın-yani
ona dokunmayın -:manasınadır…Öyleyse nehy ,kaçınmayı gerekli kılar.Muhalefet
ise azabı celbeder.Rabbimizin bir ayeti kerimesinde buyurduğu gibi:
Resul size neyi
verdiyse onu alın , sizi neyden nehy ettiyse ondan da kaçının. Allah’tan
korkun,çünkü Allah’ın c.c azbı
şiddetlidir.**haşr-7**
Yine bir ayeti kerimesinde :
“Resulün
emrine muhalefet edenler , kendilerine
bir fitnenin isabet etmesinden yahut
elim bir azaba uğramalarından sakınsınlar.**nur-63**
Buyurmaktadır. Allah
resulü s.v.a ise hadisi şeriflerinde
şöyle buyuruyor:
“Size neyi
emretti isem onu alınız ve sizi neyden nehyetti
isem ondan da uzak durunuz” (ibni mace :1C.1n.
Herkim benim
sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir.(Müslim:4:c.1401.n.
Bizden
başkasının sünnetini yapan bizden
değildir.(deylemi.m.firdevs)
“kim bir kavme
benzerse o ondandır”(ebu davud:4.c.4031.n)
Bu ve bununla eş manalı ayet ve hadis’lerin ifade
etmiş olduğu mana gayet açık ve nettir. Bu da şudur:”sakal ibadeti Allah’ın
bir emridir.Dolayısıyla bu
emre muhalefet isyandır”.
SAKALIN HÜR
BIRAKILMASINI EMREDEN HADİSLER..
· İbni ömer r.a ‘dan :Peygamberimiz s.a.v
şöyle buyurmuştur:”Bıyıklarınızı kesin sakallarınızıda
affedin(bağışlayın)(müslim01.c.259)(nesei=8.c.5191)
· Ebu hureyre r.a’dan; Resulullah s.a.v
şöyle dedi:Bıyıkları kesin sakallarınızı azad edin(hür
bırakın)..(Müslim:1:c.260.n)
· Resulullah s.a.v şöyle buyurdu
:……….Sakallarınızı yayın(sağından
solundan almayın)bıyıklarınızı
kesiniz.(buhari:13.c5926.n)
· Enes r.a ‘dan şöyle dedi: resulullah
s.a.v. bir gün oturan bir ensar
topluluğun yanından geçerken
birinin sakalın bembeyaz olduğunu
görür, ve ona: -bunları kınala ,Yahudi ve hıritiyanlara muhalefet et,buyurdu.Dedilerki:-Peki ey
Allah’ın resul’ü s.a.v
,onlar sakallarını kısaltıyorlar
bıyıklarını uzatıyorlar,buna ne dersin .allah resul’ü s.a.v buyurdular ki :-Siz sakalınızı hür bırakın.(yani ona dokunmayın
)bıyıklarınızı ise kısatın.(ahmed ibni hanbel
müsnedinde)(elbani-silsiletu’s-sahiha )’da rivayet etmişlerdir.
“RESUL’ÜN S.A.V
SAKALI”
Allah azze ve celle
‘nin sakal konusunda ki emrinin ,resul s.a.v deki uygulama keyfiyetine gelince oda şöyledir:
· Enes r.a ‘dan ;o şöyle dedi :
Resulullah s.a.v ‘in sakalı , onun göğsünü doldurmaktaydı.(taberani.m.kebir)ve
(ibni asakir)de rivayet etmişlerdir.
· Bera ra.’dan :resulullah s.a.v yiğit
,orta boylu .iki omzunun arası geniş , kaba sakallı ve al yanaklı idi. Saçları kulak yumuşaklarına kadar inerdi.(nesei:8.c.5197)
SAKALI
HÜR BIRAKMAK KAFİR’LERE
MUHALEFETTİR.
Mevzu’nun önemli noktalarından biriside , sakal
ibadetiyle Yahudilere , hiristiyanlara
,Mecusi ve müşriklere muhalefet
etmektir.hatta buradaki muhalefet
şeklini iyi dikkat edilirse, manzara ,sakal
bırakmak şeklinde değil bilakis ,
sakala dokunmama şeklinde tezahür
etmektedir.
Kaldı ki – hadislerinde ifadelerinden anlaşılacağı gibi –muhalefet edilmesi gereken insanların zaten sakalı vardı .
Yani buradaki
muhalefet , onlar sakalarını kısaltıp
bıyıklarını uzatıyorlar.Bizim ise onun tam tersi olan , sakalları hür
bırakma ,bıyıkları kısaltma şeklinde olmalıdır.
· İbni
ömer r.a ‘dan dedi ki: resulullah s.a.v
şöyle buyurdu: Müşriklere muhalefet ediniz .Bıyıkları kısaltın,
sakalları hali üzere terk edin (müslim1.c .259.n)
· Ebu hureyre r.a ‘dan;resulullah s.a.v
şöyle buyurdu:bıyıkları kesin ,sakallarıda hür bırakın ,mecüsilere muhalefet edin.(Müslim.1.c.260.n)
· Ebu hureyre r.a’dan resulullah s.a.v
şöyle buyurdu:Muhakkak ki ehli kitap
bıyıklarını uzatıp sakallarını keserler.siz ise onlara muhalefet edin
Sakallarınızı affedin (bağışlayın ) bıyıklarınızı kesin.(hasen bir
hadis)(bezzarın müsnedi)de rivayet edilmiştir.
SAKAL
FITRAT’TANDIR .BİNAENALEYH ŞERİAT’İN İZNİ OLMADAN ALLAH’IN YARATTIĞI ŞEYİ DEĞİŞTİRMEK HARAMDIR.
Allah azze ve celle insan oğlunu şerefli bir mahluk olarak yaratmıştır.
Binaleyn onun ,yaratılışında her hangi bir değişiklik yapması için, rabbinin
izni olması gerekir;onun izni olmadan
yapılan değişikler ise şeytanın
emridir.Bu hususta şeytan şöyle demiştir:Onlara
emredeceğim Allah’ın yaratışını degiştirecektir.nisa 119 Bu sebeb ten dolayıdır
ki şar ile müsle yapanlara yani yüzlerinden kıl alanlara , yaratılışını
değiştirenlere lanet edilmiştir.Yani
yüce allah’ın izni olmadan şeytanın emrine uyarak allah’ın yaratığını
değiştirmek ona karşı isyandır.Konuyla
alakalı bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
Abdullah ibni
mesud r.a şöyle demiştir: Allah şunlara lanet etmiştir.Bedenlerine döğme
yapanlar,yaptıranlar,yüzünün tüylerini yolanlar,seyrek dişli güzel görünmek
için dişlerinin arasının yontan
sırıtkanlar,allahın yarattığını değiştirenler .
Abdullah’ın bu hadisi esed oğullarından ummi Yakup
denilen bir kadının kulağına ulaştı hemen
ibni mesud’a geldi ve senin şöyle ,şöyle yapanlara lanet ettiğin haberi
bana ulaştı dedi.İbni mesud’ta ona:Ben resullahın lanet ettiği
kimselere niye lanet etmeyeyim dedi:Kadın and olsun ki
ben kuranın iki kabağı
arasında ne varsa okudum fakat senin söylemekte olduğun şeyi
onda bulamadım dedi .İbni mesuda ona :
yemin olsun sen onu okumuş isen
elbette onu bulmuşsundur. Allah’ı teala :Resul size neyi verdiyse onu
alın ,size neyi yasak ettiyse ondanda sakının
buyurduğunu okumadın mı dedi. Kadın: evet dedi .İbni mesud:şüphesiz ki ,
resulullah s.a.v ondan nehy etti,cevabını verdi.Kadın : Ben senin ehlinin
bunu yapmakta olduğunu görüyorum dedi. İbni mesud: Ehlime git bak dedi.Kadın
ona gitti ,baktı, fakat düşünmüş
olduğu hacetinden bir şey göremedi .(Kadın dönüp gelince)ibni
mesud:Eğer eşim böyle yapmış olaydı ,o bizimle arkadaşlık
etmezdi,dedi. (buhari.10.c.4846)
SAHABE’NİN
RESUL’E S.A.V MUHALİF DÜŞEN FİİLERİ, BİZE DELİL OLURMU?
Sahabi söz ve uygulamaları ile alakalı işlenen yanlışlıklardan
biride, bu mevzudaki yanlışlıktır.. Yani, sahabelerden bir ikisinin
sakallarını kısaltmaları, sanki bu ibadetin bir beyanı imiş gibi kabul edilerek ,sakalların kısaltılması
yanlışlığıdır.
Halbuki sahabe söz ve uygulamaları, ilk önce resul s.a.v baz
alınarak değerlendirilir. Eğer
kendilerinden südur eden söz ve
uygulamaları resul’un s.a.v söz ve uygulamalarına muhalif ise o söz ve uygulama ,dinde
huccet kabul edilemez .Şu nokta çok
önemlidir:”Sahabe söz ve uygulamaları,
bazen resul’ün bir meseledeki beyanını
izah mahiyetinde geldiği
için bu kabul edilmiştir.-Tabi ki bu,
resul’un s.a.v o konuda bir izahı
veya uygulaması olmaması
halindedir.
Bazen de resul’e ters düşen
sahabi söz ve uygulamalarını, bir
önceki kaideye benzeterek , o söz ve uygulamayı –Resule ters düştüğü halde bile – resulden bir beyanat
olarak telakki etmektedirler
ki, bu kesinlikle doğru değildir
.Neden ?
Çünkü burada resul’e
muhalefet söz
konusudur.Öyleyse bizim bu konuda gayet
uyanık olma mecburiyetimiz vardır.
Dini meselelerde
bizleri ilzam edici söz ve uygulamalar muhakkak ki resul’ün s.a.v
söz ve uygulamalarıdır.Çünkü Allah azze ve celle ‘nin bizler
için örnek kıldığı tek şahsiyet ,
resul’dür s.a.v. Onun söz ve uygulamalarına
ters düşen bütün söz ve uygulamalar, yapanı ve söyleyeni kim
olursa olsun batıldır.(bilmemek umu men mazerettir.),uyulması gereken bir şey
değildir.
Bir not:Peygamber s.a.v on şey fıtrattandır,bunlardan bir tanesi
de sakalın uzatılmasıdır.(Müslim)
Sakal
Tıraşının Haram Olduğuna Dair Deliller:
1) Allah’ın
yarattığını değiştirme: Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
“Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” (Rum,
30/30)
Yani Allah’ın yaratışında ve sizi yarattığı şekilde
değişiklik yoktur. Allahu Teâlâ İblis’in şöyle dediğini naklediyor:
“Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa, 4/99).
Bu nas açıkça, şerî bir izin olmaksızın, Allah’ın
yarattığını değiştirmenin, şeytanın emrine itaat olduğunu göstermektedir. Sakal
tıraşının Şeytan’ın sevdiği ve emrettiği bir yaratılışı bozma eylemi olduğunda
hiç kuşku yoktur.
Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kendilerini güzelleştirmek için dövme yapan ve yaptıran, yüzden kıl alan
(kaşlarını incelttiren), dişlerinin seyrekleştirmek için dişlerinin arasını
yontturan kadınlara Allah lanet etmiştir. Allah’ın yaratmış olduğu şekli
bozanlara da lanet etmiştir.”[36]
Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem bütün bu davranışları Allah’ın yaratmış olduğu şekli
bozmak olarak kabul etmiştir. Sakal tıraşının da güzellik için işlenilen bir
yaratılışı bozma eylemi olduğunda şüphe yoktur. Ve bu davranış da, yaratılışı
bozmaya yönelik diğer davranışlar ile, laneti gerektiren illette müşterektir.
Sakal tıraşı Allah’ın yarattığına itiraz demektir. Zira Allahu Teâlâ insanı en
mükemmel surette yaratmıştır. Allah azze
ve celle şöyle buyurdu:
“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.” (Tegabun, 64/3)
“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” (İsra, 17/70)
“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin,
95/4)
“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml, 27/88)
Şüphesiz sakalın kesilip atılması bu büyük nimeti inkar
anlamına gelir.
2) Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem’in emrine muhalefet: Yukarıda örnek
verdiğimiz hadislerde Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem açıkça sakalın uzatılmasını emretmiş ve kesilmesini
yasaklamıştır. Emir ise, emredilen şeyin yapılmasını gerektirir. Emre uyan
sevap, uymayan ceza görür. Usulü fıkıhta emir, karine ile lafzın zahiri anlamının
kast edilmediğinin anlaşılması hali hariç, vücub ifade eder. Burada ise tüm
karineler vücubu tekid etmektedir. Bütün bunlardan sakal tıraşının Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in açık ve
kesin emrine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
“Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.” (Ahzab, 33/36).
“Artık kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi
gibilerle birlikte) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cinn, 72/23).
3) Kafirlere benzemek: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem birçok sahih hadisinde “Mecusilere muhalefet edin...” “Müşriklere
muhalefet edin...” ve “Ehli kitaba
muhalefet edin...” buyurmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sakal tıraşının müşriklerin adeti
olduğunu ve müslümanların onlara muhalefet etmelerini ve benzememeleri
gerektiğini bildirmiştir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.
“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.”[37]
Sakal tıraşı bugün çoğu kafir miletlerin şiarı olmuştur.
Bu çirkin adet bize onlardan geçmiştir. Efendimiz şöyle buyurdu: “Başkasının sünneti ile amel eden bizden
değildir”[38]
4) Kadınlara benzemek: Açık bir gerçektir ki Allah’ın
erkekleri kadınlardan ayırdığı en önemli şeylerden biri sakaldır. Bunun tıraş
edilmesi de erkeklerle kadınlar arasında ileri derecede benzerlik meydana
getirir. Erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlar ise, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in diliyle
lanetlenmişlerdir.
“Erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlar lanetlenmişlerdir”[39]
Eğer sakal tıraşı kadınlara benzemek değilse, kadınlara
benzemek ya ne ile olur?! Sakalın erkekler için birçok faydaları vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır: Süstür, vakardır, heybettir ve kadın ile erkek
arasındaki farktır.
5) Fıtrata aykırılık: Allahu Teâlâ şöyle buyurdu
“(Rasûlum!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat
üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte
dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)
Fıtrat: Yani sünnet. Yani Allah’ın insanları yarattığı saf,
temiz hal. İnsanlar buna eğilim duyarlar, buna aykırı şeylerden kaçınma eğilimi
üzerine yaratılmışlardır. İnsan fıtrattan gelen bu hasletleri terk ettiği
takdirde, insanlığından bir şey kalmaz. Sakal Peygamberlerin seçtikleri ve
şeriatlerin üzerinde müttefik oldukları eski bir sünnet ve fıtrattan gelen bir
haslettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem Hulefai Raşidin, Sahabe ve Tabiin’in tamamı uzun sakallı idiler.
Sakal tıraşı; israf, vakit kaybı ve günahı açığa
vurmaktır: Sakal tıraşı için jilet, tıraş sabunu ve saire şeylere masraf
yapılmaktadır ki bu da Allah’ın bize emanet olarak verdiği malı uygun olmayan
işlerde harcamaktır. Yarın Allah, kıyamet gününde bunun hesabını soracaktır. Bu
iş için harcanan paranın fazla bir şey olmadığı söylenemez. Zira Allahu Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl, 99/9)
Aynı şekilde müslümanın vakti de çok kıymetlidir. Böylesi
haram işler ile zayi edilmemesi gerekir. Sakal tıraşı açıkça günah işlemek ve
bunu herkese göstermektir. Günahını izhar edenlerin günahları
affolunmayacaktır. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bütün ümmetim affolunur, ancak günahlarını açıktan işleyenler hariç.”
İmamların
Sakal Tıraşı Konusundaki Sözleri:
Bütün fakihler sakal tıraşının haram olduğunu
belirtmişlerdir. İbn Hazm “Meratibu’l İcmaa” da şöyle diyor: “Sakal tıraşının
caiz olmayan çirkin bir davranış olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Yüz,
Allah’ın yaratıcılık kudretinin ileri derecede ifadesini bulduğu bir organdır.
Dolayısıyla bu organa saygı duyulması ve korunması gerekir; çirkinleştirilmesi
veya ihanete uğratılması değil! Abdullah b. Yezid el-Ensarî radiyallahu anhü’den “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yağma ve
ibret amacıyla organların kesilmesini yasakladı.”[40]
* İbn Teymiyye “İhtiyaratu’l-İlmiyye” de şöyle der: “Sahih
hadislerde belirtildiği üzere sakal tıraşı haramdır. Kimse mübah görmemiştir.”
* Hanefilerden İbn Abidin “Reddü’l-Muhtar” da şöyle der:
Erkeğin sakalını kesmesi haramdır.
* İmamı Şafi de “el-Ümm” de sakalı tıraşın haram olduğunu
belirtmiştir.
* Malikilerden de el-Adevi, İmam Malik’den, sakal
tıraşının mecusilerin işlerinden olduğunu nakletmiştir. İbn Abdilber de
“Temhid” de sakal tıraşının haram olduğunu ve bunu ancak kadınlara benzeyen
kadınsı erkeklerin yaptığını belirtmiştir.
HZ. PEYGAMBER'İN HAYATI
Buradan, insanın peygamberi tanımaya,
onun haber verdiklerini tasdik etmeye ve emrettiği hususlarda ona uymaya
zorunlu olduğunu öğrenmekteyiz. Zira iyi ve kötüyü ayrıntılı olarak bilmenin
yolu ancak peygamberler vasıtasıyla mümkündür. Onlar tercih edilen ölçülerdir
ki, diğer sözler, karakterler ve davranışlar onların söz, davranış ve
karakterleriyle ölçülür. Hangi zaruret ve ihtiyaç farzedilirse edilsin, kulun
peygamberlere olan ihtiyaç ve gereksinimi ondan çok daha fazladır.
İnsanın dünya ve âhiret mutluluğu Hz.
Peygamber'in rehberliğine/örnekliğine (hedy) uymaya bağlıdır. Öyleyse, kendi
iyiliğini düşünen, kurtuluşunu ve mutluluğunu isteyen herkesin, kendisini
cahillikten kurtarıp, Allah Elçisi'nin tâbiîleri, taraftarları ve grubu arasında
sayılacak kadar onun örnekliğini ve yaşam biçimini tanıması gerekir. Bu hususta
kimi insanlar, Peygamber'in yaşam biçimine ilişkin engin bilgiye, kimileri çok
bilgiye sahip iken kimileri de böyle bilgiden yoksundurlar. Lütuf ve ihsan,
Allah'ın elindedir; onu dilediğine bağışlar; zira Allah, sınırsız lütuf
sahibidir.
1 . Hz. Peygamber'in Nesebi/Soy Kütüğü
Hz. Peygamber'in nesebi, zirve
noktasındadır. Bu nedenle en şerefli kavim onun kavmi, en şerefli kabile onun
kabilesi ve en şerefli aşiret onun aşiretidir. Onun soy kütüğü şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib
b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Gâlib b.
Fihr b. Mâlik b. en-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b.
Nizzâr b. Mead b. Adnân. Buraya kadar olan kısmı doğru olarak bilinmektedir ve
bu konuda nesep uzmanları arasında görüş birliği vardır. Ayrıca, Adnân'ın Hz.
İsmâil'in çocuklarından olduğuna dair hiçbir ihtilaf yoktur. Hz. İsmâil ise,
sahâbe, tabiûn ve daha sonraki âlimlerce doğru kabul edilen görüşe göre,
(babası Hz. İbrâhim tarafından) kurban edilmek istenen kişidir.
2 . Hz. Peygamber'in Doğumu ve Peygamber Olarak Gönderilmesi
Hz. Muhammed, Fil Va'kas'ının meydana
geldiği senede[41] Mekke'de doğdu. Fil olayı vesilesiyle Allah, peygamberi Hz. Muhammed'e ve
evi Kabe'ye bir armağan sunmuştur. Yoksa fil sahipleri Ehl-i kitap
hıristiyanlardı ve onların dini o zamanki Mekke halkının dininden daha iyi idi,
zira Mekkeliler putperest idiler. Bununla birlikte Allah, Mekke'den çıkacak
olan Hz. Peygamber'i koruma ve ona bir armağan olması ve Kabe'yi yüceltme
amacıyla, Ehl-i kitaba karşı Mekkelilere, hiçbir beşerin rol oynamadığı bir
yardımda bulunmuştur.
Hz. Peygamber, ana karnında iken
babası öldü. Annesi ise, Muhammed'in dayılarını ziyaret edip Medine'den dönerken
Mekke ile Medine arasındaki Ebvâ'da vefat etmiştir. Hz. Muhammed o zaman henüz
yedi yaşını tamamlamamıştı. Bakımını dedesi Abdülmuttalib üstlendi, dedesi
öldüğünde Hz. Muhammed sekiz yaşlarında idi. O vakit Hz. Peygamber'in altı veya
on yaşında olduğu da söylenmektedir. Daha sonra bakımını amcası Ebû Tâlib üstlendi.
Hz. Peygamber on iki yaşına gelince,
amcası onu Şam'a götürdü. O zaman dokuz yaşında olduğunu söyleyenler de vardır.
Bu yolculukta rahip Bahîrâ onu gördü ve yahudilerden ona bir zarar gelir
korkusuyla amcasına onu Şam'a götürmemesini tavsiye etti. Bunun üzerine amcası,
onu hizmetçilerinden biriyle Mekke'ye gönderdi. Hz. Muhammed yirmi beş yaşına
gelince, bir ticaret kervanı ile Şam yolculuğuna çıktı. Busrâ'ya kadar vardı,
sonra geri döndü. Döndükten sonra Huveylid'in kızı Hatice ile evlendi. Bu
evlilik sırasında kendisinin otuz veya yirmi bir yaşlarında olduğuna ilişkin görüşler
de vardır. Hatice, hem evlendiği ilk eşi hem de ölen ilk hanımıdır. Hz.
Muhammed, Hz. Hatice varken bir başkasıyla evlenmemiştir. Cebrâil, Rabbinden
Hatice'ye selam getirdiğini söylemesini Hz. Peygamber'e emretti.
Daha sonraları Hz. Muhammed'e yalnızlık
ve Rabbine ibadet etmek sevdirildi. Hira mağarasında yalnızlığa (halvete)
çekilir, orada pek çok gece ibadet ederdi. Putlardan ve toplumunun yaşam
biçiminden (dininden) nefret ettirildi. Onun nazarında bunlardan daha iğrenç
bir şey yoktu.
Kırk yaşını tamamlayınca, üzerinde
peygamberlik nurları parladı. Allah Teâlâ ona elçilik görevini ihsan etti ve
onu bütün insanlığa peygamber olarak gönderdi. Peygamber olarak gönderildiği
günün Pazartesi olduğunda hiçbir ihtilaf olmamakla birlikte, peygamber olarak
gönderildiği ay hakkında ihtilaf söz konusudur. Bu ayın, Fil Vak'ası'nın meydana
gelişinin kırk birinci senesinin Rebîülevvel ayının sekizinci gününde olduğuna
dair bir görüş de vardır. Bu görüş, çoğunluk tarafından benimsenmektedir. Bir
diğer görüşe göre bu ay, Ramazan ayıdır. Bu görüşte olanlar "(Bu ay) Kur'an'ın indirildiği Ramazan
ayıdır."[42] âyetini delil olarak ileri sürmektedirler. Bir başka görüşe göre ise,
peygamber olarak gönderilişi Recep ayında olmuştur.
3 . Vahyin Geliş Şekilleri
Yüce Allah, Hz. Peygamber'e birçok
şekilde vahyetti:
a) Sâdık rüya: Vahyin başlangıcı bu şekilde idi. Gördüğü
rüya sabah aydınlığı gibi gerçekleşirdi.[43]
b) Vahiy meleği, görünmeksizin Hz. Peygamber'in aklına ve
kalbine vahyi yerleştirirdi. Nitekim Allah Resûlü şöyle demektedir: "Rûhu'l-Kudüs (Cebrail), hiç kimsenin
rızkını tamamlamadan asla ölmeyeceğini zihnime esinledi. Öyleyse Allah'a karşı
saygılı olun, rızkınızı arama hususunda iyi davranın. Rızkın yavaşlığı/gecikmesi
sizi Allah'a isyan ederek onu aramaya sevketmesin! Zira Allah'ın katındakilere
ancak O'na itaatle ulaşılabilir."[44]
c) Vahiy meleği, Hz. Peygamber'e insan şeklinde görünür,
onunla konuşur ve Allah elçisi de onun söylediklerini ezberlerdi. Vahyin bu
durumunda sahabe de bazen (insan suretindeki) meleği görürlerdi.
d) Vahiy bazen zil sesi şeklinde gelirdi.
Bu şekilde gelen vahiy, Hz. Peygamber'e en ağır geleniydi. Melek ona iyice
sokulur, soğuğu şiddetli günde bile alnından ter boşanırdı. Hatta eğer deve
üzerinde ise devesi yere çökerdi. Bir seferinde bu şekildeki vahiy geldiğinde,
baldırı/dizi Zeyd b. Sâbit'in dizi üzerindeydi. O kadar ağır gelmişti ki,
Zeyd'in dizi neredeyse kırılacaktı.
e) Hz. Peygamber,
vahiy meleğini yaratıldığı aslî suretinde görür, melek Allah'ın iletmesini
istediği âyetleri ona bildirirdi. Bu olgu, Allah'ın Necm sûresinde zikrettiği gibi iki kez meydana gelmiştir.
f) Hz. Peygamber
göklerin ötesinde iken, Allah'ın Mi'râc gecesinde namazın farz kılınması vb.
hususları ona vahyettiği şekil.
g) Hiçbir melek
aracılığı olmadan -Allah'ın Hz. Musa'ya doğrudan konuştuğu gibi- Allah'ın Hz.
Muhammed'e bizzat kendisinin konuştuğu şekil. Bu şekil, Hz. Musa için Kur'an
âyeti ile tespit edilmişken,[45] Peygamberimiz için İsrâ hadîsi ile sabittir.
Kimi bilginler sekizinci bir şekil olarak, Allah'ın onunla hiçbir engel bulunmadan
karşı karşıya konuşmasını ilave etmektedirler. Bu görüşte olanlara göre, Hz.
Peygamber Rabbi Allah Teâlâ'yı görmüştür. Bu görüş, -her ne kadar sahabenin
çoğunluğu, hatta tamamı Hz. Aişe ile aynı görüşü paylaşsalar da- selef ve halef
âlimleri arasında tartışmalıdır. Nitekim Osman b. Saîd ed-Dârimî sahabenin bu
hususta icmâ ettiklerini aktarmaktadır.
Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin
Mesrûk'tan rivâyet ettiğine göre Mesrûk şöyle demiştir: Hz. Aişe'ye: Ey
müminlerin annesi! Hz. Muhammed Rabbini gördü mü? diye sorunca Hz. Aişe:
"Fesübhanallah! Sorduğun şeyden dolayı tüylerim diken diken oldu! Şu üç
şey hakkında sen ne biliyorsun ki! Bunları sana anlatan muhakkak yalan
söylemiştir:
"Ey Elçi! Sana Rabbinden indirileni bildir! Eğer (bu görevini)
yapmayacak olursan, (çok iyi bil ki), sen, o takdirde O'nun mesajını
bildirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz ki, Allah, kafirler topluluğunu doğru yola
ulaştırmaz." [el-Mâide
4 . Hz. Peygamber'in Sünnet Olması
Bu konuda ihtilaf
olup, üç görüş vardır:
a) Hz. Peygamber,
sünnetli ve göbeği kesik doğmuştur. Bu hususta Ebu'l-Ferec ibnü'l-Cevzî'nin el-Mevzûât isimli eserinde kaydettiği
ancak sahih olmayan bir hadis vardır. Bu hususta hiçbir sahih hadis yoktur. Bu
şekil doğma Hz. Peygamber'e has bir durum değildir; zira pek çok kişi sünnetli
olarak doğmaktadır.
b) Sütannesi
Halime'nin yanında iken meleklerin kalbini yardığı gün sünnet edilmiştir.
c) Dedesi
Abdülmuttalib, doğumunun yedinci günü onu sünnet ett(ird)i, yemek ziyafeti
verdi ve ona "Muhammed" ismini koydu. Ebû Amr b. Abdülber şöyle
demektedir: "Bu konuda isnadı garîb bir hadis vardır. Bu mesele, iki değerli
âlim arasında tartışma konusu haline geldi. Bunlardan biri olan Kemaleddin b.
Talha, Hz. Peygamber'in sünnetli doğduğuna dair bir eser yazdı ve eserinde aslı
astarı olmayan bir çok hadis topladı. Kemaleddin b. Nedîm ise, ona reddiye
yazmış ve bu reddiyesinde Hz. Peygamber'in Arap âdetine göre sünnet edildiğini
ve söz konusu âdetin bütün Araplar arasında yaygın olmasından dolayı bu konuda
belli bir nakil bulunmasına ihtiyaç duyulmadığını izah etmiştir. Yine de en
doğrusunu Allah bilir.
5.
Hz. Peygamber'in Sütanneleri
a) Süveybe: Ebû Leheb'in câriyesi idi. Hz.
Peygamber'i günlerce emzirdi. Oğlu Mesrûh'un sütü ile hem Hz. Peygamber'i hem de
Abdullah b. Abdülesed el-Mahzûmî'yi ve hem de Hz. Peygamber'in amcası Hamza b.
Abdülmuttalib'i emzirdi. Süveybe'nin müslüman olup olmadığı tartışmalıdır.
Doğrusunu Allah bilir.
b) Halîme es-Sa'diyye: Oğlu Abdullah'ı
emzirirken Hz. Peygamberi de emzirdi. Abdullah, Hars b. Abdüluzzâ b. Rifâa
es-Sa'dî'nin çocukları olan Üneyse ve Cüzâme yani Şeymâ'nın kardeşidir. Hz.
Peygamber'in sütannesinin ve sütbabasının müslüman olup olmadıkları hususu
tartışmalıdır. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Halîme, Hz. Peygamber'le birlikte,
önceleri Hz. Muhammed'in azılı düşmanı olup Mekke'nin Fethi senesinde müslüman
olan amcası oğlu Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Abdülmuttalib'i de emzirdi.
Peygamber'in amcası Hz. Hamza da süt emzirilmesi için Sa'd b. Bekir oğulları
arasında idi. Hamza'nın annesi, Resûlullah'ı, sütannesi Halime'nin yanında bir
gün emzirdi. Buna göre Hamza, hem Süveybe hem de Halîme es-Sa'diyye tarafından
emzirildiği için Allah Elçisi'nin sütkardeşidir.
6 . Hz. Peygamber'in Dadıları
a) Annesi Amine: Vehb b. Abdimenâf b. Zühre b. Kilâb'ın kızıdır.
b) Süveybe.
c) Halîme.
d) Halîme'nin Kızı Şeymâ: Şeymâ, Hz.
Peygamber'in süt kardeşi olup, annesi ile birlikte ona dadılık yapardı. Hevâzin
heyeti içinde Hz. Peygamber'in huzuruna çıkmıştı. Hz. Muhammed ona saygı için
için ridasını (üst elbise) yere serip üzerine oturttu.
e) Ümmü Eymen Bereke: Habeşli, saygın ve faziletli olan bu hanım (cariye
olduğundan) babasından miras kalmıştı ve onun dadısı idi. Hz. Peygamber, onu
çok sevdiği Zeyd b. Hârise ile evlendirdi. Bu evlilikten Üsâme dünyaya geldi.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Ümmü Eymen'in
yanına girdiler, o ise ağlıyordu. Dediler ki: "Ey Ümmü Eymen! Neden
ağlıyorsun? Allah katında olanlar Peygamberi için daha hayırlıdır." O
şöyle cevap verdi: "Allah katında olanların Peygamberi için daha hayırlı
olduğunu elbette biliyorum. Ağlayışımın asıl sebebi, artık göğün haberlerinin
kesilmesidir!" Bu sözleriyle onları ağlattı.[46]
7 . Hz. Peygamber'e İndirilen İlk Vahiy
Hz. Muhammed'in
peygamberliği ilk olarak rüya şeklinde başladı. Gördüğü her rüya mutlaka sabah
aydınlığı gibi meydana çıkardı.[47] Bu rüya sürecinin altı ay, peygamberlik döneminin ise
yirmi üç sene olduğu alındığı için bu rüyanın, peygamberliğin kırk altıda biri
olduğu söylenmektedir. En doğrusunu Allah bilir.
Sonra Allah Teâlâ
ona peygamberlik görevini lütfetti. Hira mağarasında bulunduğu bir sırada melek
geldi. Kendisi uzlete çekilmeyi severdi. Ona indirilen ilk âyetler şöyledir: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı
'alak'dan yarattı."[48] Bu, Hz. Aişe ve çoğunluğun görüşüdür. Câbir ise, "Ey örtünüp bürünen (Peygamber!). Kalk
da uyar. Rabbini yücelt."[49] âyetlerinin ilk indirilen âyetler olduğu görüşündedir.
Doğru olan Hz. Aişe'nin görüşüdür.
8 . Davetin Aşamaları
a) Peygamberlik, b) Yakın akrabalarını uyarması, c) Kavmini uyarması, d) Kendisinden önce hiçbir uyarıcının
gelmediği bir kavmi, yani bütün Arap toplumunu uyarması ve e) Kıyamete kadar davetin ulaştığı bütün cinleri ve insanları
uyarması. Bundan sonra Hz. Peygamber üç sene insanları gizlice Allah'a davet
etti. Daha sonra "Artık sana
emredileni açıkça tebliğ et ve müşriklere aldırış etme!"[50] âyeti inince davetini herkese ilan etti. Kavmi
düşmanlığını açıkça gösterdi ve hem ona hem de müslümanlara karşı yapılan eza
şiddetini artırdı ve nihayet Hz. Peygamber onlara (Habeşistan'a) iki kez hicret
etme izni verdi.
9 . İki Hicret (Habeşistan ve Medine'ye Hicret)
Müslümanlar çoğalıp kâfirler onlardan
korkmaya başlayınca Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yönelik işkencelerinin
şiddetini artırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü, müslümanların Habeşistan'a
hicret etmelerine izin verdi ve şöyle buyurdu: "Orada, yanında insanlara zulüm edilmeyen bir hükümdar
vardır." On iki erkek ve dört kadın hicret etti. Aralarında Hz. Osman
da vardı.
Hz. Peygamber'in kızı olan hanımı Rukiyye de
beraberinde ilk hicret eden idi. Müslümanlar Habeşistan'da en iyi yerlerde
ikamet ettiler. Kureyş'in müslüman olduğuna dair yalan haber kendilerine
ulaşınca Mekke'ye geri döndüler. Durumun öncekinden daha şiddetli bir hal
aldığı haberi yolda onlara ulaşınca, bir kısmı geri döndü, diğer bir kısmı ise
Mekke'ye girdi; Kureyş'in çok şiddetli eziyetiyle karşılaştılar. Mekke'ye
girenler arasında Abdullah b. Mes'ûd da vardı.
Daha sonra Hz. Peygamber, müslümanların Habeşistan'a
ikinci kez hicret etmelerine izin verdi. Seksen üç erkek ve on sekiz kadından
oluşan bir topluluk oraya hicret ettiler ve Necâşî'nin yanında en güzel şekilde
ikamet ettiler. Bu durum Kureyş'e ulaşınca, Necâşî'nin nazarında müslümanları
tuzağa düşürmek amacıyla derhal Amr b. el-Âs ve Abdullah b. Zübeyr
el-Mahzûmî'yi bir heyet ile gönderdiler. Allah heveslerini kursaklarında koydu.
Bunun üzerine Resûlullah'a eziyetleri daha arttı; onu ve ailesini Ebû Tâlib
mahallesinde üç sene -bir başka görüşe göre iki sene- kuşatma altına
aldılar/tecrit ettiler. Hz. Peygamber bu kuşatmadan çıktığında kırk dokuz -bir
başka görüşe göre kırk sekiz- yaşındaydı.
Bundan birkaç ay sonra amcası Ebû
Talib, ardından da eşi Hz. Hatice vefat etti. Kafirlerin eziyet ve işkenceleri
artarak devam etti. Bunun üzerine Allah'a davet etmek üzere Zeyd b. Hârise ile
birlikte Taif'e gitti. Orada günlerce kaldı. Davetine olumlu cevap vermedikleri
gibi ona eziyet ettiler ve onu beldelerinden çıkardılar, yol kenarlarına iki
sıra olup onu taşladılar, topuklarını kana bulattılar. Hz. Peygamber, oradan
ayrılıp tekrar Mekke'ye geri döndü. Yolda Hıristiyan Addâs ile karşılaştı ve
Hz. Peygamber'e iman etti. Yine yolda iken Nahle
denilen yerde Nusaybinlilerden yedi
kişilik bir cin grubu gönderildi ve Kur'an dinlediler. Yine bu yolda Allah
"dağların meleği"ni gönderip, kendisine itaat etmesini ve şayet
isterse Mekke'nin iki büyük dağını kavminin üzerine geçireceğini söyledi. O
ise, "Hayır, aksine onlara zaman
tanınmasını istiyorum. Belki Allah, onların nesillerinden O'na hiçbir şeyi
ortak koşmadan ibadet edecek kişiler yaratır."[51] demişti. Yolda iken şu duayı yapmıştı: "Allah'ım! Gücümün
zayıflığından ve çaresizliğimden Sana yakınıyorum." Sonra Mut'ım b.
Adiy'in himayesinde Mekke'ye girdi.
Daha sonra ruhu ve bedeniyle Mescid-i Aksâ'ya gece götürüldü. Oradan
göklerin ötesine bedeni ve ruhuyla yüce Allah'ın huzuruna çıkarıldı. Allah onunla
konuştu ve ona beş vakit namazı farz kıldı. Bu durum bir kere oldu. Görüşlerin
en doğrusu budur. Bu hâdisenin uykuda meydana geldiği de söylenmektedir.[52] Hz. Peygamber Mekke'de kaldığı sürece kabileleri Allah'a davet ediyor ve
Rabbinin elçiliğini onlara tebliğ etmek için her (hac) mevsiminde onlara
kendisini arzedip barındırmalarını, isteğini yerine getirmeleri durumunda
cennete gireceklerini söylüyordu. Fakat hiçbir kabile onun bu çağrısına olumlu
cevap vermedi!!
Yüce Allah, dinini açığa çıkarmak, va'dini yerine getirmek, peygamberine
yardım etmek, kelimesini yüceltmek ve düşmanlarından intikam almak isteyince
-kendilerine bir şeref bahşetmek istemiyle- ensârı Hz. Peygamber'e gönderdi.
Onlardan altı kişilik -sekiz kişi oldukları da söylenmektedir- bir grubun hac
mevsiminde Mina'da Akabe mevkiinde
başlarını tıraş ederlerken yanlarına vardı ve oturdu; onları Allah'a davet etti
ve onlara Kur'an okudu. Bunun üzerine Allah ve Elçisi'nin davetini kabul edip
Medine'ye döndüler. Toplumlarını İslâm'a davet ettiler ve İslâm aralarında
yayıldı. Resûlullah'dan bahsedilmeyen hiçbir ensâr evi kalmadı. Medine'de içinde
Kur'an okunan ilk mescid Züreykoğulları mescididir.
Ertesi sene aralarında önceki altı
kişiden beşinin de bulunduğu on iki erkekten oluşan bir ensâr topluluğu
Mekke'ye gelip Akabe'de Hz. Peygamber'e kadınlarla da biat etmek üzere biat
ettiler; sonra Medine'ye geri döndüler. Bir sonraki yıl yetmiş üç erkek ve iki
kadın -son Akabe ehli olarak- Hz. Peygamber'e gelip kadınlarını, çocuklarını ve
kendilerini korudukları gibi onu da koruyacaklarına dair biat ettiler. Bunun
üzerine Hz. Muhammed ve ashabı onların yanına hicret ettiler. Allah Resûlü onlardan
on iki temsilci (nakîb) seçti. Ashabının Medine'ye hicretine izin verdi. Bunun
üzerine birbirini takiben topluluklar halinde yola çıktılar. Ensârın evinde
konuk oldular, muhacirleri evlerinde barındırdılar, onlara ikramda bulundular
ve böylece İslâm Medine'de yayıldı.
Sonra Allah, Elçisi'ne hicret izni
verdi. Hz. Muhammed Rebîülevvel ayının -bir görüşe göre bu ay Safer idi - bir
pazartesi günü Mekke'den yola çıktı. Resûlullah o zaman elli üç yaşında idi.
Beraberinde Hz. Ebû Bekir ve onun kölesi Âmir b. Füheyre de vardı. Kılavuzları
Abdullah b. Uraykıt el-Leysî idi. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir[53] Sevr mağarasına girip orada üç gün kaldılar. Sonra sahil yolunu
tutular. Medine'ye ulaşınca -o gün Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi olan
Pazartesi idi-, Medine'nin üst taraflarında Kuba denilen yerde Amr b.
Avfoğulları'nın konuğu oldu. -Bir görüşe göre Gülsüm b. el-Herem'in, bir diğer
görüşe göre ise Sa'd b. Hayseme'nin konuğu olduğu söylense de- birinci görüş
daha meşhurdur. Hz. Peygamber, Amr b. Avfoğulları'nın yanında on dört gün kaldı
ve Kuba Mescidi'ni inşa etti.
Sonra cuma günü yola koyuldu. Cuma
vaktinde Sâlimoğulları'nın bulunduğu yere vardı. Beraberinde bulunan yaklaşık
yüz müslümana cuma namazı kıldırdı, sonra devesine binip yola koyuldu. İnsanlar
kendilerinin yanında konuk olması için onunla konuşmaya ve devesinin yularını
tutmaya başladılar. Bunun üzerine o şöyle diyordu: "Devenin yolunu açın!
Zira o nerede duracağına dair gerekli emri almıştır." Deve bugünkü Mescid-i Nebevî'nin bulunduğu yerin yakınına
çöktü. -Burası Neccâroğulları'ndan Sehl ve Süheyl adında iki çocuğun hurma
kuruttukları bir yerdi.- Allah Resûlü deveden inip Ebû Eyyub el-Ensârî'nin
evine konuk oldu. Daha sonra hurma kurutulan bu yerde arkadaşlarıyla beraber
hurma dalları ve kerpiçten kendi eliyle mescidini (Mescid-i Nebevî'yi)
inşa etti. Sonra da mescidin yanına kendisinin ve hanımlarının odalarını yaptı.
Kendisininkine en yakın olanı Hz. Aişe'nin odası idi. Ebû Eyyub'un evinde yedi
ay kaldıktan sonra kendi evine taşındı.
Habeşistan'daki arkadaşlarına Hz.
Muhammed'in Medine'ye hicret ettiği haberi ulaşınca, onlardan otuz üç kişi geri
döndü. İçlerinden yedisi Mekke'de alıkonuldu/hapsedildi. Diğerleri Medine'de
Allah Resûlü'ne ulaştılar
10. Hz. Peygamber'in Çocukları
İlk çocuğu Kâsım'dır. Daha sonra sırasıyla Zeynep, Rukiyye, Ümmü Gülsüm,
Fâtıma ve Abdullah dünyaya gelmiştir. Bunların hepsi Hz. Hatice'den olmuştur.
Hz. Peygamber'in ondan başka bir hanımından çocuğu olmamıştır. Çok sonraları
Medine'de hicretin sekizinci yılında cariyesi Mâriye'den oğlu İbrâhim
doğmuştur; fakat o daha süt çocuğu iken ölmüştür. Fâtıma dışında bütün
çocukları kendisinden önce vefat etmiştir. Hz. Fâtıma ise, kendisinden altı ay
sonra vefat etmiştir.
11 . Hz. Peygamber'in Amcaları ve Halaları
Amcalarının isimleri şöyledir: a) Şehidlerin efendisi Hamza b.
Abdülmuttalib. b) Abbâs. c) Ebû Tâlib. d) Ebû Leheb. e) Zübeyr.
f) Abdülkabe. g) Mukavim. h) Dırâr. i) Kusem. j) Muğîre. k) Aydâk.
Bazıları bu listeye Avvâm'ı da ilave
ederler. Bunlardan yalnızca Hz. Hamza
ve Hz. Abbâs müslüman olmuşlardır.
Halalarının isimleri de şöyledir: a) Safiyye: Zübeyr b. Avvâm'ın
annesidir. b) Atike. c) Berre. d) Ervâ. e) Ümeyye: Hakîm
el-Beyzâ'nın annesidir. Bunlardan sadece Safiyye
müslüman oldu, Atike'nin müslümanlığı tartışmalı olup, bazıları ise Ervâ'nın
müslüman olduğunu doğrulamışlardır.
12 . Hz. Peygamber'in Hanımları
a) Hz. Hatice: Hanımlarından ilki olan Hz. Hatice Kureyşli Huveylid'in kızıdır. Hz.
Muhammed onunla peygamber olmadan önce, Hatice kırk yaşında iken evlendi. Bu hanımı
ölünceye kadar bir başkasıyla evlenmedi. Zira bu hanım, peygamberlik görevinde
Hz. Muhammed'e yardım eden, onunla birlikte üstün gayret gösteren, canını ve
malını onun yoluna koymuştu. Hicretten üç sene önce vefat etti.
b) Hz. Sevde: Resûlullah, Hz. Hatice'nin
vefatından günlerce sonra Kureyşli Zem'a'nın bu kızı ile evlendi. Hz. Sevde
Hz. Peygamber'le geceleme hakkını Hz. Aişe'ye devretmişti.
c) Hz. Aişe: Hz. Ebû Bekir'in kızıdır.
Hicretin birinci senesinde Hz. Peygamber onunla zifafa girdi. Ondan başka
bâkire ile evlenmedi. Hanımlarının en fakihi/anlayışlısı ve kendisine en
sevimlisi idi. Sahâbenin pek çoğunun fetvâ kaynağı idi. (Ona iftira
atıldığında) suçsuzluğu vahiy ile tespit edildi.
d) Hz. Hafsa: Ömer b. Hattâb'ın kızıdır. Ebû Dâvûd, Hz. Peygamber'in onu boşadığını
fakat daha sonra ona geri döndüğünü zikretmektedir.[54]
e) Hz. Zeyneb: Kays kabilesinin Hilâl b. Amiroğulları'ndan Huzeyme b. el-Hâris'in
kızıdır. Hz.Peygamber'in bu hanımı, evlendikten iki ay sonra vefat etmiştir.
f) Hz. Ümmü Seleme Hind: Kureyşli Mahzûmoğulları'ndan Ebû Ümeyye'nin kızıdır. Ümmü Seleme,
Allah Resûlü'nün en son ölen hanımıdır.
g) Hz. Zeyneb bt. Cahş: Esedoğulları'ndandır. Bu hanım, halası Ümeyye'nin kızıdır. Şu âyet onun
hakkında inmiştir: "Zeyd o kadınla
beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik." Bu âyet nedeniyle Hz. Peygamber'in
diğer hanımlarına karşı övünerek şöyle derdi: "Sizi aileleriniz
evlendirdi. Beni ise yedi kat ötesinden Allah evlendirdi!"[55] Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında vefat etti.
h) Hz. Cüveyriye: el-Hâris'in kızıdır. Bu hanım Mutsalikoğulları'ndan esir alınanlar
arasında idi. Hz. Peygamber'e gelerek ondan kölelikten azât sözleşmesi
(mükâtebe) ile yardım istedi. Hz. Muhammed onun adına kölelikten kurtulma parasını
ödedi ve onunla evlendi.
i) Hz. Ümmü Habîbe: Kureyş'in Emeviler kolundan Ebû Süfyân'ın kızıdır. Abdullah b. Cahş ile
evli iken, birlikte Habeşistan'a hicret etmişlerdi. Abdullah orada hıristiyan
oldu, Ümmü Habîbe ise müslüman olarak kaldı. Bunun üzerine Hz. Muhammed,
Necâşî'ye bir heyet göndererek Ümmü Habîbe'ye talip oldu. Necâşî, Hz.
Muhammed'le onu nikahladı. Necâşî, Hz. Peygamber adına Ümmü Habîbe'ye mehir
verdi. Bu olay hicretin yedinci senesinde meydana geldi.
j) Safiyye: Nadîroğulları'nın reisi olan Huyey b. Ahtab'ın kızıdır. Hârûn b.
İmrân'ın soyundan gelmektedir. Bu hanım, Hz. Peygamber'e Safî'den bir câriye
olarak gelmişti. Allah Resûlü onu azât etmiş ve azâdını mehri saymıştı. Böylece
bu durum ümmet için sünnet/ gelenek oldu. Buna göre, kişi câriyesini azât eder
ve azâdını onun mehri kabul ederdi.
k) Hz. Meymûne: Hilâloğulları'ndan el-Hâris'in kızıdır. Bu hanım, Hz. Muhammed'in
evlendiği en son kadındır. Hz. Peygamber'in bu hanımla evliliği, Mekke'de kaza
umresi sırasında ihramdan çıktıktan sonra gerçekleşmiştir.
13 . Hz. Peygamber'in Köleleri
a) Zeyd b.
Hârise: Allah Resûlü'nün aşığı. Hz. Peygamber onu azât edip câriyesi Ümmü Eymen
ile evlendirdi. Bu evlilikten Üsâme doğdu. b)
Elsem. c) Ebû Râfi'. d) Sevbân. e) Ebû Kebşe Süleym. f)
Şükrân: İsmi Sâlih'tir. g) Rebâh
'Nûbî'. h) Yesâr 'Nûbî': Urenîler
tarafından öldürülmüştür. i) Mid'am.
j) Kirkire 'Nûbî'. k) Enceşe el-Hâdî. l) Sefîne b. Ferrûh: Asıl ismi Mihrân olup Hz. Muhammed ona Sefine
ismi koymuştur. Çünkü yolculukta eşyalarını ona taşıtıyorlardı. m) Enîse: Künyesi Ebû Meşrûh idi. n) Eflah. o) Ubeyde. p) Tahmân. r) Huneyn. s) Sender. ş) Fudâle
'Yemânî'.
Kadın köleleri
ise şunlardır: a) Selmâ Ümmü Râfî'. b) Meymûne bt. Sa'd. c) Hudayra. d) Radvâ. e) Reyşeha. f) Reyhâne.
14 . Hz. Peygamber'in Hizmetçileri
a) Enes b. Mâlik: Peygamberin ihtiyaçlarını görürdü. b) Abdullah b. Mes'ûd: Ayakkabısına ve
misvağına sahip olurdu. c) Ukbe b.
Âmir el-Cühenî: Katırına sahip olur, onu yolculuklarda sürerdi. d) Esla' b. Şerîk: Devesine göz-kulak
olurdu. e) Ebû Zerr el-Gıfârî. f) Eymen b. Ubeyd: Temizlik ve tuvalet
işlerine bakardı. g) Müezzin Bilâl
b. Rebâh. h) Sa'd. Son ikisi Hz. Ebû
Bekir'in azâtlı köleleri idi.
15 . Hz. Peygamber'in Katipleri
a) Ebû Bekir. b)
Ömer. c) Osmân. d) Ali. e) Zübeyr. f) Âmir b. Füheyre. g) Amr b. Âs. h) Übeyy b. Ka'b. i)
Abdullah b. Erkam. j) Sâbit b. Kays
b. Şemmâs. k) Hanzala b. Rebî'
Esedî. l) Muğîre b. Şu'be. m) Abdullah b. Revâha. n) Hâlid b. Velîd. o) Hâlid b. Saîd b. Âs. Bu kişinin Hz. Peygamber'in ilk kâtibi
olduğu söylenmektedir. p) Muâviye b.
Ebû Süfyân. r) Zeyd b. Sâbit. Bu
işle en çok ilgilenen ve en uzman olanları idi.
16 . Hz. Peygamber'in İslam Hukukuna İlişkin
Müslümanlara Yazdırdığı Mektupları
a) Hz. Ebû Bekir'in yanında bulundurduğu zekat konularını
içeren mektubu: Hz. Ebû Bekir, Enes b. Mâlik'i Bahreyn'e gönderdiğinde bu
mektubu yazdı.
b) Yemenlilere gönderdiği mektup: Ebû Bekir b. Amr b.
Hazm'ın rivâyet ettiği mektuptur. Aynı şekilde bu mektubu Hâkim Sahih'inde, Nesâî ve diğerleri. rivâyet
etmişlerdir. Bu kapsamlı bir mektup olup fıkhın çeşitli konularını içermektedir.
c) Züheyroğulları'na gönderdiği mektup.
d) Hz. Ömer'in yanında bulunan mektup: Zekat nisabını ve
benzeri konuları içermektedir.
17 . Hz. Peygamber'in Hükümdarlara Gönderdiği
Mektupları ve Elçileri
Hz. Muhammed, Hudeybiye'den dönünce
çeşitli yerlerdeki hükümdarlara mektuplar ve elçiler gönderdi. Bu cümleden
olarak Rûm hükümdarına mektup gönderdi. Kendisine "Onlar mühürsüz hiçbir
mektubu okumazlar!" denilince, bir gümüş mühür/yüzük edinip üzerine "Muhammed" bir satır, "Resûl" bir satır ve "Allah" bir satır olmak üzere
üç satır yazdırdı. Hükümdarlara gönderdiği mektupları bununla mühürledi.
Hicretin yedinci yılının Muharrem ayında bir günde tam altı kişiyi elçi olarak
gönderdi.
a) Amr b. Ümeyye Damrî: Bu elçiyi Necâşî'ye gönderdi.
-Necâşî'nin asıl ismi Eshame olup Arapça'da atıyye* anlamındadır.- Necâşî, Hz. Peygamber'in mektubuna saygı gösterip sonra
müslüman oldu. Böylece hakkın şahâdetine şâhitlikte bulundu. İncil'i en iyi
bilenlerdendi. O Habeşistan'da öldüğü gün Allah Resûlü Medine'de cenaze
namazını kıldırdı. Vâkıdî ve benzerlerinin de içinde bulunduğu bir grup tarihçi
böyle demekteyse de durum bunların dediği gibi değildir. Zira Resûlullah'ın
cenaze namazını kıldırdığı Necâşî Eshame, Peygamberin kendisine mektup
gönderdiği kişi değildir. Müslüman olarak ölen birincisinin aksine, bu
ikincisinin müslüman olduğu bilinmemektedir.
Nitekim Müslim Sahîh'inde Katâde yoluyla Enes'in şöyle dediğini rivâyet
etmektedir: "Rasûlullah, Kisrâ'ya, Kayser'e ve Necâşî'ye birer mektup
yazdırıp gönderdi. Bu Necâşî, Allah Elçisi'nin cenaze namazını kıldırdığı
Necâşî değildir."[56] Muhammed b. Hazm: "Resûlullah'ın Amr b.
Ümeyye Damrî'yi elçi olarak gönderdiği bu Necâşî müslüman olmadı."
demektedir. Birincisi İbn Sa'd vb. tarihçilerin tercihidir. Açık olan ise İbn
Hazm'ın görüşüdür.
b) Dıhye b. Halîfe Kelbî: Rûm hükümdarı
Kayser'e gönderdi. Hükümdarın ismi Hirakl (Heraklius) idi. Müslüman olmayı
düşündü, neredeyse olacaktı fakat olmadı. Ebû Hâtim ve İbn Hibbân Sahîh'inde Enes b. Mâlik'ten şu rivâyeti
nakletmektedirler: "Resûlullah: 'Şu
mektubumu kim Kayser'e götürüp karşılığında cenneti kazanmak ister?' diye
sordu. Topluluktan biri: "Mektubu ya kabul etmezse?" dedi. Hz.
Peygamber: "Kabul etmese de (cennet
var)" buyurdu. Kayser Beyt-i Makdis'e gelirken elçi ona rastladı.
Mektubu halının üzerine attı ve yana çekildi. Kayser:
-Bu mektubun
sahibi kimse güvendedir! diye nida etti. Elçi:
-Benim, dedi. Kayser:
-(Memleketime) geldiğinde bana gel,
dedi. Elçi memleketine gelince yanına gitti. Derken Kayser sarayının
kapılarının kapatılmasını emretti. Sonra tellala "Haberiniz olsun! Kayser,
Muhammed'e uydu, Hıristiyanlığı terk etti!" şeklinde nida etmesini
emretti. Bunu duyan ordusu silahlarını kuşanıp geldiler. Bunun üzerine
Resûlullah'ın elçisine şöyle dedi: "Görüyorsun, memleketimden
korkuyorum/tahtım elden gidecek!". Sonra tellalına "Dikkat! Kayser,
bu davranışınızdan hoşnut oldu." Kayser, Hz. Peygamber'e "Ben
müslümanım" diye mektup yazdı ve ona dinarlar gönderdi. Hz. Muhammed
"Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Müslüman olmayıp Hıristiyanlık üzere
devam etmektedir." buyurdu ve kendisine gönderilen dinarları dağıttı.
c) Abdullah b. Huzâfe Sehmî: Bu elçiyi
Kisrâ'ya gönderdi. Kisrâ'nın ismi, İbrevîz b. Hürmüz b. Enûşirvân'dır. Bu
hükümdar Allah Elçisi'nin mektubunu parçaladı! Bunun üzerine Resûlullah: "Allahım! Onun saltanatını
parçala!" diye bedduada bulundu. Allah hem onun hem de toplumunun
saltanatını parçaladı.[57]
d) Hâtib b. Ebî Beltea': Bu elçiyi
Mukavkıs'a gönderdi. Mukavkıs'ın ismi, Cüreyc b. Minâ olup İskenderiye kıralı
ve Kıptîlerin lideri idi. Mukavkıs, iyi şeyler söyleyip yakınlık gösterdi.
Fakat müslüman olmadı. Hz. Peygamber'e Mâriye ile onun kız kardeşleri Sîrîn ve
Kayserâ'yı hediye olarak gönderdi. Allah Elçisi Mâriye'yi odalık edinip Sîrin'i
Hassân b. Sâbit'e hediye etti. Mukavkıs ayrıca, bir başka câriye, bin miskâl
altın, Mısır kubâtî kumaşından yirmi parça elbise, Düldül isimli bir boz katır , Ufeyr
isimli bir boz eşek , Mâbûr adında
bir hadım köle -bu kölenin Mâriye'nin amcasının oğlu olduğu söylenmektedir-, Lizâz isimli bir at , bir cam kadeh ve
bir miktar bal hediye olarak göndermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Pis adam, saltanatına kıyamadı,
saltanatı sürekli olmayacaktır." buyurdu.
e) Şucâ' b. Vehb Esedî: Belkâ kralı Hâris
b. Ebû Şemir el-Gassânî'ye gönderdi.
f) Selît b. Amr: Yemâme'deki Hevze b. Ali el-Hanefî'ye
gönderdi. Hevze elçiye ikramda bulundu. Bir başka görüşe göre, Hz. Peygamber,
Selît b. Amr'ı İbn Hevze ve Sümâme b. Ünâl el-Hanefî'ye gönderdi. Hevze
müslüman olmadı, Sümâme ise daha sonra müslüman oldu. İşte Allah Resûlü'nün
aynı günde gönderdiği söylenen altı elçi bunlardır.
g) Amr b. Âs: Hicretin sekizinci yılının Zilkade
ayında Umman'daki Ezdoğulları'ndan el-Cülendî'nin oğulları Ceyfer ile
Abdullah'a gönderdi. Bu ikisi müslüman olup Hz. Peygamber'in peygamberliğini
tasdik ettiler ve Amr'a hem zekat/sadaka toplama hem de aralarında hükmetme
yetkisi tanıdılar. Amr, Allah Elçisi'nin vefat haberi kendisine ulaşıncaya
kadar onların yanında kaldı.
h) Alâ b. Hadramî: Resûlullah, Ci'râne'den ayrılmadan önce
-bir görüşe göre Mekke'nin fethinden önce- Bahreyn kralı el-Münzir b. Sâvâ
el-Abdî'ye gönderdi. Bu kral müslüman olup, Hz. Peygamber'in peygamberliğini
tasdik etti.
i) Muhâcir b. Ebû Ümeyye Mahzûmî: Yemen'deki el-Hars
b. Abdikülâl el-Hımyerî'ye gönderdi. Hars: "Durumumu iyiden iyiye düşünüp
taşınacağım." dedi.
j) Ebû Mûsâ Eşarî ve Muâz b. Cebel: Tebuk seferinden
dönerken -bir görüşe göre hicretin onuncu senesinin Rebîülevvel ayında- bu iki
sahâbîyi İslâm'a davet etmek üzere Yemen'e gönderdi. Yemen halkının geneli
savaşsız, gönüllü olarak müslüman oldu.
k) Ali b. Ebû Tâlib: Yemenlilere gönderdi. Hz. Ali veda
haccı esnasında Mekke'de müslümanlara katıldı.
l) Cerîr b. Abdullah Becelî: Zü'l-Kelâ'
el-Hımyerî ile Zû Amr'a onları İslâm'a davet etmek için gönderdi. Bu kişiler
müslüman oldu. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Cerîr, onların yanında idi.
m) Amr b. Ümeyye Damrî: Bir mektupla
Müseylemetü'l-Kezzâb'a gönderdi. Ayrıca ona Zübeyr'in kardeşi es-Sâib b.
el-Avvâm ile bir başka mektup daha gönderdi, fakat müslüman olmadı.
n) İslâm'a davet etmek için Ferve b. Amr el-Cüzâmî'ye bir
elçi gönderdi. Bu kişiye Hz. Peygamber'in elçi göndermediği de söylenmektedir.
Ferve, Kayser'in Maan valisi idi; müslüman oldu ve Hz. Peygamber'e İslâm'ı
kabul ettiğine dair bir mektup gönderdi. Ferve, Mes'ûd b. Sa'd ile Hz. Peygamber'e
Fıdda adında bir boz katır, Darb adında bir at ve Yagfûr adında bir de eşeği hediye olarak
gönderdi. Ayrıca değişik kumaşlar ve altın işlemeli ipek bir kaftan gönderdi.
Allah Resûlü hediyelerini kabul etti ve Mes'ûd b. Sa'd'a on iki ukiyye ve güzel
koku bağış yaptı.
o) Ayyâş b. Ebû Rebîa Mahzûmî: Bir mektupla Himyer'den
el-Hars, Mesrûh ve Nuaym b. Abdikülâl'a gönderdi.
18 . Hz. Peygamber'in Müezzinleri
Hz. Peygamber'in müezzinleri dört tane
olup ikisi Medine'de idi: a) Bilâl
b. Rabâh: Allah Elçisi'nin ilk müezzinidir. b) Kureyşli Âmiroğulları'ndan Amr b. Ümmü Mektûm. c) Kuba'da Sa'd Karaz: Ammâr b.
Yâsir'in azâtlısı idi. d) Mekke'de
Ebû Mahzûre: İsmi Evs b. Muğîre Cumhî'dir.
Ebû Mahzûre, ezanda terci'* yapar ve kâmeti iki kere tekrarlardı. Bilâl ise, terci' yapmaz, kâmeti bir
kez söylerdi.
19 . Hz. Peygamber'in Valileri
a) Bâzân b. Sâsân: Hz. Peygamber, Kisrâ'dan sonra onu bütün Yemen halkının başına geçirdi.
İslâm'da Yemen'e tayin edilen ilk vali olup, aynı zamanda Arap olmayan
krallardan ilk müslüman olandır. Allah Elçisi, Bâzân'ın ölümünden sonra San'a
ve civarına oğlu Şehr b. Bâzân'ı atadı. Daha sonra Şehr öldürülünce Hz.
Muhammed, Hâlid b. Saîd b. el-Âs'ı San'a'ya vali olarak atadı.
b) Muhâcir b. Ebû Ümeyye Mahzûmî: Kinde ve Sadif'e vali tayin etti. Resûlullah vefat
ettiğinde daha görev yerine gitmemişti. Bunun üzerine Ebû Bekir onu dinden
dönen (mürted) bir takım insanlarla savaşması için (bir müfrezenin başında)
gönderdi.
c) Ziyâd b. Ümeyye Ensârî: Hadramevt'e tayin etti.
d) Ebû Musâ Eş'arî: Zübeyd, Aden ve Sâhil'e tayin etti.
e) Muaz b. Cebel: Cened'e tayin etti.
f) Ebû Süfyân Sahr b. Harb: Necrân'a tayin etti.
g) Ebû Süfyân'ın Oğlu Yezîd: Teymâ'ya atadı.
h) Attâb b. Esîd: Mekke'ye tayin etti ve hicretin sekizinci senesi müslümanlara hac
ibadeti yaptırma görevini ona verdi. O zaman yirmi yaşından küçüktü.
i) Ali b. Ebû Tâlib: Humusları (beşte birlik vergileri) toplama ve kadılık görevini icra
etmek üzere Yemen'e gönderdi.
j) Amr b. Âs: Ummân ve çevresine vali olarak atadı. Zekat toplama işine pek çok grup
görevlendirdi. Zira her kabilenin zekatlarını toplayan bir görevli vardı.
k) Ebû Bekir: Hicretin dokuzuncu senesi hac ibadetini yaptırmakla görevlendirdi ve
onun ardından Hz. Ali'yi Berâe (Tövbe)
sûresini okumak üzere gönderdi.
20 . Hz. Peygamber'in Muhafızları
a) Sa'd b. Muâz: Bedir savaşında gölgelikte uyurken Hz. Peygamber'in muhafızlığını
yapmıştır.
b) Muhammed b. Mesleme: Uhud savaşında muhafızı idi.
c) Zübeyr b. Avvâm: Hendek savaşında muhafızlığını yapmıştır.
d) Abbâd b. Bişr: Muhafızlık işlerine bakan bu kişiydi.
Bunların
dışında daha pek çok kişi Hz. Muhammed'in korumacılığını yapmışlardır. "Allah seni insanlardan korur"[58] âyeti inince insanların karşısına çıktı, âyeti onlara
okudu ve korumaları gönderdi.
21 . Hz. Peygamber'in Şairleri ve Hatipleri
Hz.
Peygamber'in İslâm'ı müdafaa eden şâirleri şunlardır: a) Ka'b. Mâlik. b)
Abdullah b. Revâha. c) Hassân b.
Sâbit. Kafirlere karşı en sert olanı Hassân idi. Ka'b b. Mâlik ise, onları
inkar ve şirkleriyle ayıplardı. Hz. Peygamber'in hatîbi ise, Sâbit b. Kays b.
Şemmâs idi.
22 . Hz. Peygamber'in Yolculukta Şarkı Söyleyenleri
a) Abdullah b.
Revâha. b) Enceşe. c) Âmir b. Ekva'. d) Amcası Seleme b. Ekva'. Sahîh-i
Müslim'de, Allah Elçisi'nin güzel sesli, şarkı söyleyen bir deve
sürücüsünün olduğu rivâyet edilmektedir. Hz. Peygamber ona: "Yavaş ol Enceşe! Cam kaseleri
kırmayasın." buyurdu. Hz. Peygamber el-kavârîr kelimesiyle "kadınların zayıflığı"nı
kastetmektedir.[59]
23.
Hz. Peygamber'in Silahları ve Eşyası
Hz. Muhammed'in dokuz kılıcı vardı.
Bunlardan biri Zülfikâr isimli kılıçtı.
Onu yanından hemen hiç ayırmazdı. Kabzası, kabzasının pervazesi, halkası, tepe
kısmı, süs için olan halkaları ve kınının dilciği hep gümüştendi. Yedi zırhı,
altı yayı, Fütak ve Zelûk isimli iki kalkanı, beş mızrağı, Neb'a isimli bir hançeri, Beyzâ isimli daha büyük bir başka
mızrağı vardı. Bastona benzeyen bayramlarda önüne alarak yürüdüğü, önüne
koyduğu küçük bir mızrağı daha vardı. Bu mızrağını namaz kıldığı tarafa diktiği
sütre edinmişti. Yine bu mızrakla zaman zaman yürürdü.
Muvaşşah ve Mesbûğ
adlarında iki demir miğferi vardı. Savaş esnasında giydiği üç cübbesi vardı.
Savaşta yeşil ince ipekten bir cübbe giydiği de söylenmektedir. Siyah bir bayrağı
vardı. Ebû Dâvûd'un Sünen'inde
rivâyet edildiğine göre sahâbeden biri şöyle demiştir: "Resûlullah'ın bayrağını sarı olarak gördüm."[60]
Allah Resûlü'nün beyaz sancakları vardı. Bazen bunlara siyah desenler verirdi. "Kin" adında büyük bir kıl
çadırı vardı. Kendisiyle yürüdüğü, onunla (devsine) bindiği ve üzerinde iken
devesinin önüne astığı ucu çengelli bir bastonu vardı.
Gümüş zincir
takılmış bir kadeh ile cam bir kadehi vardı. Bir yağ şişesi, ayna, tarak, makas
ve misvakını koyduğu orta büyüklükte bir sandığı, ayakları Hind ardıcından olan
bir divanı ve dolgu maddesi lif olan deri bir yatağı vardı.
Dört kişinin aralarında taşıdığı dört
halkası bulunan Gurâ adında büyük
tas/kazan/bir yemek tepsisi, kilimi/halısı, gece içine küçük abdest bozduğu
hurma ağacından yapılmış bir kabı vardı.
Allah Elçisi'nin yüz koyunu vardı. Bu
sayıdan daha fazla olmasını istemezdi. Çobanı her ne zaman bir kuzu doğduğunu
haber etse, yerine bir koyun keserdi. Bedir savaşında Ebû Cehil'in, burnunda
gümüş bir halka bulunan ve attan hızlı giden bir devesini ganimet olarak ele
geçirdi. Müşrikleri öfkelerinden çatlatmak için bu deveyi Hudeybiye günü birine
hediye olarak verdi.
24 . Hz. Peygamber'in Elbiseleri
Altına takke giydiği sarığı vardı. Ancak kimi zaman takkeyi sarıksız, kimi
zaman da sarığı takkesiz giyerdi. Sarık sardığı zaman sarığını omuzlarının
arasına sarkıtırdı. Nitekim Müslim Sahîh'inde
Amr b. Hureys'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Resûlullah'ı minberde, başında iki ucunu omuzları arasına
sarkıttığı siyah bir sarığı ile gördüm."[61] Yine Müslim'de Câbir b. Abdullah'tan rivâyet edildiğine göre, Allah
Elçisi, (Fetih günü) Mekke'ye başında siyah bir sarıkla girdi.[62] Câbir'in rivâyet ettiği bu hadiste sarığın ucu zikredilmemiştir. Bu da,
Hz. Peygamber'in sarığının ucunu daima omuzları arasına sarkıtmadığını
göstermektedir.[63] Hz. Peygamber'in Mekke'ye üzerinde savaş takımı ve başında miğferi ile
girdiği, buna göre her yerde uygun olanı giydiği söylenebilir.
Hz. Muhammed en sevdiği giysi olan
gömlek giymiştir. Gömleğin kolu bileğine kadardı. Cübbe, -kaftana benzer (ense
tarafından yırtmaçlı bir elbise) olan gerrûc ve ferâce giymiştir. Ayrıca kaftan
da giymiştir. Yolculukta yenleri dar bir cübbe giymiştir. İzâr (belden aşağı
giyilen peştemale benzer giysi) ve ridâ (bedeni örten üsten giyilen şala benzer
giysi) giymiştir.
Allah Resûlü, kırmızı hülle giymiştir. Hülle, izâr ve ridâdan oluşan takıma
denir. Bu iki giyeceğe birlikte hülle denir. Hz. Peygamber'in hüllesinin,
başka renk katışmamış sade kırmızı olduğunu sananlar yanılmışlardır. Kırmızı
hülle, diğer Yemen bürdelerinde olduğu gibi siyahla karışık, kırmızı desenlerle
dokunmuş iki Yemen bürdesinden oluşmaktaydı. Kırmızı çizgiler bulunduğundan
dolayı bu adla tanınmaktadır. Yoksa sade kırmızı şiddetle yasaklanmıştır. Sahîh-i Buhârî'de rivâyet edildiğine
göre Hz. Peygamber, kırmızı eğerin kullanılmasını yasakladı.[64]
Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Abdullah b.
Ömer'den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber Abdullah'ın üzerinde usfurla
boyalı bir rayta (düz desenli dikişsiz pelerine benzer giysi) gördü. "Üzerindeki bu rayta nedir?!"
diye sordu. Beğenmediğini anladım. Ailemin yanına geldiğimde tandır
yakıyorlardı, raytayı tandıra attım. Ertesi gün Hz. Peygamber'in yanına
geldiğimde: "Abdullah, raytayı ne
yaptın?" dedi. Yaktığımı söyledim. Bunun üzerine: "Hanımlarından birine giydirseydin ya! Zira onu kadınların
giymesinde bir sakınca yoktur." buyurdu.[65]
Siyah elbise giydi. İmam Ahmed ve Ebû
Dâvûd'un rivâyet ettikleri gibi, ayrıca kenarlarına ince ipek çekilmiş kürk de
giymiştir. Mest ve ayakkabı giyinmiş; yüzük takmıştır. Sahîh-i Müslim'de rivâyet edildiğine göre Hz. Ebû Bekir'in kızı
Esmâ: "İşte bu, Allah Resûlü'nün cübbesidir." dedi ve arkasından ipek
cepli ön ve arkasının aşağı kısmındaki yırtmaçları ipek olan İran
hükümdarlarına has kalın şal cübbe çıkarttı. Ardından şöyle dedi: "Bu
cübbe, vefatına kadar Hz. Aişe'nin yanında idi. O vefat edince ben aldım. Hz.
Peygamber bunu giyerdi."[66]
Gömleği pamuktan olup kısa boylu, kısa
yenli idi. Heybe gibi sarkan yenli gömlekleri ne Hz. Muhammed ne de ashabından
herhangi biri giydi! Zira bunlar, Resûlullah'ın sünnetine aykırıdır. Bu gibi
elbiselerin giyiminin caizliği tartışmalıdır. Çünkü bunlar kibir cinsindendir.
En çok beğendiği renk beyaz idi. O bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Elbiselerinizin en hayırlısı beyaz
olanıdır. Öyleyse beyaz giyinin ve ölülerinizi onunla kefenleyin."[67]
Enes,
üzerlerinde şal (tayâlise) bulunan bir grup insan gördü ve "Hayber
yahudilerine ne kadar da benziyorlar!!" dedi.
Buradan hareketle, selef ve haleften
bir kısım âlim, şal giyilmesini mekruh saymıştır. Zira Ebû Dâvûd'un ve Hâkim'in
Müstedrek'te İbn Ömer'den rivâyet
ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber: "Kim
bir topluluğa/kavme benzerse, o da onlardandır.",[68] Tirmizî'nin rivâyet ettiği hadiste de: "Bizden başka bir kavme benzeyen bizden
değildir." [69]
buyurmuştur.
Hz. Peygamber'in giyecekler konusundaki
tutumu, kolayına geleni giyinme tarzındaydı. Bu yüzden bazen yünlü, bazen
pamuklu, bazen de ketenli giyerdi.
Yeni bir elbise giyindiğinde adını
belirterek şu duayı okurdu: "Allah'ım!
Bu gömleği, yahut ridayı yahut ta sarığı Sen bana giydirdin. Hem onun hayırlı olmasını
ve hem de yapıldığı amaçta hayırla kullanılmasını Senden dilerim. Yine hem onun
şerrinden ve hem de kötü maksatla kullanılmasının şerrinden Sana
sığınırım."[70]
Gömleğini giymeye sağından başlardı. Nesâî'nin Sünen'indeki bir rivâyete göre, Hz. Aişe Hz. Peygamber'e yünden bir
hırka ördü. Peygamber onu giydi. Terleyip yünün kokusunu hissedince onu çıkardı.
Güzel kokuyu severdi.
Ebû
Dâvûd'un Sünen'indeki bir rivâyete
göre İbn Abbas: "Allah Resûlü'nün
üzerinde olabilecek en güzel bir hülle (takım elbise) gördüm."
demiştir.[71] Zahidlik
ve kendini daha çok ibadete adama amacıyla Allah'ın mübah kıldığı
giyeceklerden, yiyeceklerden ve kadınlardan/evlilikten uzak duranlar olduğu
gibi, tam aksine, en güzel elbiseleri giyen, en leziz yemekleri yiyenler
vardır. Bunlar, katı giyinme ve yemeyi kibir ve böbürlenme olarak
görmemektedirler.
Her iki grubun tutum ve davranışı da Hz. Peygamber'in tutum
ve davranışına aykırıdır. Bu nedenle seleften bazıları: "Eskiler, birinci
sınıf (lüks) elbise ile âdî (indirimli) elbisenin iki meşhur türünü hoş
görmezlerdi" demişlerdir. Sünen'de
İbn Ömer'den gelen bir rivâyete göre Hz. Peygamber: "Kim şöhret elbisesi giyerse Allah ona kıyamet günü zillet
elbisesi giydirir, sonra da onun içinde ateşe atılır."[72] buyurmuştur. Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen bir
hadiste Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır: "Bir
kimse çalım satarak eteklerini yerde sürürse, Allah kıyamet günü o kişinin
yüzüne bakmayacaktır."[73]
Aynı şekilde âdî
elbise giymek de bir yerde kınanmış, bir yerde övülmüştür: Şöhret ve çalım
satmak için olursa yerilmiş, tevazu ve alçak gönüllülükten giyinilmişse övülmüştür.
Nitekim pahalı elbiseler giyinmek şayet kibir, böbürlenme ve çalım satmak
içinse yerilmiş, güzelleşmek ve Allah'ın nimetini göstermek içinse övülmüştür.
Müslim'in Sahîh'inde geçen bir hadiste şöyle
buyurulmaktadır: "Kalbinde hardal
tanesi ağırlığında kibir bulunan kimse cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi
ağırlığında iman bulunan kimse de cehenneme girmez." Bunun üzerine bir
adam: "Ey Allah'ın Elçisi! Doğrusu ben, elbisemin ve ayakkabımın güzel
olmasını severim. Bu da kibir midir?" diye sordu. Hz. Peygamber cevaben: "Hayır! Allah güzeldir ve güzelliği
sever. Kibir ise, hakkı kabullenmemek ve insanları küçümsemektir." [74] buyurdu.
HZ. PEYGAMBER'İN ÖRNEKLİĞİ
1.
Hz. Peygamber'in Yemesi ve İçmesi
Mevcut olanı
reddetmez, bulunmayanı araştırmazdı/zorlamazdı: Önüne konan güzel yiyecekleri
yerdi. Ancak beğenmediği bir şey olursa kendisi yemez, başkasına da haram
kılmazdı. Hiçbir zaman bir yemeğe kusur bulmamıştır. İştahı olursa yer, olmazsa
yemezdi. Nitekim alışık olmadığı için keler yememiş, fakat ümmeti için de haram
kılmamıştı. Hatta sofrasında gözü önünde keler yediler.
Onun tutumu hazır
bulduğunu yemekti. Şayet yemek bulamazsa sabrederdi. Hatta açlıktan karnına taş
bağladığı olurdu. Aylar geçerdi de evinde ateş yandığı olmazdı. Yolculukta
çoğunlukla yemeğini yere serdiği sofrasının üzerine kordu.
Suyu oturarak
içmesi onun tavrıydı. Suyu ayakta içtiği de olmuştur: Nitekim bir defasında
zemzem kuyusuna geldi, birileri oradan su çekiyorlardı, su istedi, su kovasını
ona verdiler, o da ayakta suyu içti.[75]
Hz. Peygamber'in: "Biriniz su içtiğinde, yudumlayarak
içsin." şeklinde buyurduğu rivâyet edilmektedir.
Müslim'in Sahîh'inde Hz. Peygamber'in suyu üç
yudumda/nefeste içtiği ve şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Susuzluğu gideren, sıhhat ve afiyet
veren Allah'tır."[76] İçme esnasındaki teneffüsünün anlamı, bardağı ağzından
uzaklaştırıp nefesini bardağın dışına vermesi, sonra tekrar içmeye devam
etmesidir. Nitekim şu hadiste bu durum açıkça ifade edilmektedir: "Biriniz su içtiğinde nefesini bardağın
içine vermesin, fakat bardağı ağzından çeksin."[77] Tirmizî de
ise şu rivâyet vardır: "Devenin
içtiği gibi, suyu bir solukta içmeyin! Fakat iki veya üç yudumda için. İçmeye
başladığınızda besmele çekin, bitirdiğinizde ise Allah'a hamd edin."[78]
Resûl-i Ekrem dayanarak yemek yemezdi. Yemeğin
başında besmele çeker, sonunda da Allah'a hamd ederdi. Su içtiğinde, sol
tarafındaki kendisinden daha yaşlı/büyük biri bulunsa bile, bardağı sağındakine
verirdi.
2 . Hz. Peygamber'in Ailesiyle İlişkisi
Sahih bir senetle
Enes'ten rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber: "Dünyanızdan bana kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Gözümün
aydınlığı da namaza bağlandı." [79] buyurmuştur.
Hz. Peygamber bir
gecede hanımlarını dolaşırdı. Geceleme, yanlarında kalma ve nafaka konularını
eşleri arasında taksim ederdi/eşitliğe uyardı. Sevgi konusunda ise: "Allah'ım! Gücümün yettiği konulardaki
taksimim bu. Gücümün yetmediği hususlarda ise beni kınama!"[80] diye duada bulunmuştur. Hz. Peygamber, boşamış, ric'at
yapmış (boşadığı eşine geri dönmüş) ve bir ay süreli îlâ yapmıştır. Fakat eşlerine
asla zıhâr yapmamıştır.[81]
Hz. Muhammed,
eşlerine karşı iyi davranır ve onlarla iyi geçinirdi. Ensârın kızlarını gruplar
halinde beraber oynamaları için Hz. Aişe'ye gönderirdi. Hz. Aişe, sakıncası
olmayan bir şey istediği zaman, o konuda Hz. Aişe'ye tâbi olurdu. Hz. Aişe, bir
bardaktan su içtiği zaman kendisi o bardağı eline alır, ağzını eşinin ağzının
değdiği yere kor, sonra su içerdi. Hz. Aişe'nin kucağına yaslanır, bazen
hayızlı olup, başı onun kucağında iken Kur'an okurdu. O hayızlı iken ona
peştamal tutmasını söyler sonra onunla münasebet kurardı. Oruçlu olduğu halde
onu öperdi. Hz. Aişe, Peygamber'in omuzlarına dayanmış bakar bir vaziyette iken
ona mescidinde oynayan Habeşlileri seyrettirmiştir. Hz. Peygamber, yolculuk
esnasında Hz. Aişe ile iki kez koşu yarışı yaptı. Bir keresinde de evden
çıkarlarken itiştiler.
Yolculuğa çıkmak
istediğinde hanımları arasında kura çeker, kimin şansına çıkarsa onu beraberinde
götürür ve şöyle buyururdu: "Sizin
en hayırlınız, hanımına karşı en iyi davranandır. İzinizde ailesine karşı en
iyi davranan benim."[82] Ara sıra hanımlarından birine diğerlerinin yanında elini
uzattığı olurdu. İkindi namazını kılınca, hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp
hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca geceleme sırası kendine gelen hanımının
odasına gider, bütün geceyi ona tahsis ederdi. Bu hususta Hz. Aişe şöyle
demektedir: "Resûlulah, hanımları arasında yaptığı
paylaştırmada/gecelemede onların yanında kalma hususunda bizi birbirimizden
üstün tutmazdı."[83] Hz. Peygamber dokuzuncu hanımı hariç, sekiz hanımı
arasında geceleme taksimi yapardı. Dokuzuncu hanımı Hz. Sevde idi. Sevde yaşlanınca, geceleme sırasını Hz. Aişe'ye
bağışladı. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü hem de Hz.
Sevde'nin gününü tahsis ederdi.
Resûlullah, gerek
gecenin sonunda gerekse başında hanımına yaklaşırdı. Gecenin başında cinsel
ilişkiye girdiğinde kimi zaman gusledip uyur, kimi zaman da abdest alıp uyurdu.
Hanımlarını bir gusülle dolaştığı gibi, bazen de her birinin yanında
guslederdi.
Geceleyin
yolculuktan dönüp şehre girdiği zaman kendisi ailesinin yanına girmez,
başkalarını da ailelerinin yanına girmekten yasaklardı.
3 . Hz. Peygamber'in Uyuma ve Uyanma Şekli
Bazen yatakta, bazen hasır üzerinde,
bazen divanda, bazen de yerde yatardı. Aynı şekilde bazen yere ve bazen de hasır
üzerine otururdu. Bundaki hikmet, hem sertliği tercih etme hem de Allah'ın
nimetinden yararlanmadır. Bununla Hz. Peygamber, nefsinin özel bir şeye
alışmamasını istediği gibi, özel bir yiyeceğe ve içeceğe alışarak onunla sıhhat
bulup, esiri olmaktan ve nimetle azgınlaşarak zamanın beklenmedik olaylarına
karşı direnç gösteremeyeceği şekilde onunla kuşatılmaktan kendisini koruyordu.
Bu, hayatta orta yolu izleme, terbiyede iktisatlı olma ve toplumda faydalı olan
şeylerin en hayırlısıdır. Yatağının dolgu maddesi lif idi.
Uyumak için yatağına yattığında: "Senin adınla Allah'ım, dirilirim ve
ölürüm!" diye dua ederdi.[84] Sağ tarafına yatar, sağ elini sağ yanağının altına kor sonra: "Allah'ım! Kullarının diriltileceği
günde beni azabından koru!" diye dua ederdi.[85] Uykusundan uyandığı zaman ise: "Bizi
öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun! Yeniden diriliş sadece O'nun
huzurunda olacaktır."[86] der sonra dişlerini misvakla temizlerdi. Gecenin evvelinde uyur, sonunda
da kalkardı. Müslümanların işleriyle uğraştığı zamanlarda gecenin evvelini
uykusuz geçirirdi. Gece boyu oyun ve eğlence sebebiyle uykusuz kalıp ümmete
ahlâkı bozma ve maslahatları yok etmenin dışında bir şey kazandırmayanlar
bundan ibret alsınlar. Gözleri uyur
fakat kalbi uyumazdı. Uyuduğunda kendisi uyanıncaya kadar başkaları onu
uyandırmazdı.
4 . Hz. Peygamber'in Hayvana Binme Şekli
Hz. Muhammed,
atlara, develere, katırlara ve eşeklere binmiştir. Kimi zaman eğerli, kimi
zaman da çıplak ata binmiştir. Bazı zamanlar atı koşturduğu da olurdu. Çoğunlukla
hayvana yalnız binerdi. Bazen de terkisine bir kişi, önüne bir kişi bindirirdi!
Böylece devenin üzerinde üç kişi olurlardı. Kimi erkekleri terkisine bindirdiği
gibi, kimi eşlerini de terkisine bindirmiştir. Çoğunlukla bineği at ve deve
idi. Katır ise zaten Arap memleketinde yaygın değildi. O'na dişi bir katır
hediye edilince: "Atları eşeklere aştıralım mı? diye sormaları üzerine: "Bunu ancak bilgisizler yapar."[87]
cevabını verdi. Çünkü bilmeyenler, atı ve atın kendi cinsinden neslini
korumazlar. At, savaşta büyük bir kuvvettir! Ata önem vermemiz için Allah atın
savaşa ilişkin niteliklerine yemin ederek şöyle buyurmaktadır: "Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken
tırnaklarını yere vurarak) kıvılcımlar çıkaran, sabah erkenden baskın yapan,
orada tozu dumana katarak düşman topluluğunun ortasına dalan (atlara)
andolsun." [el-Adiyât
"(Ey inananlar!) Onlara (kâfirlere) karşı gücünüz yettiğince kuvvet ve
savaş atları hazırlayın; çünkü, (böyle hareket etmekle), hem Allah'ın düşmanını
hem de sizin düşmanınızı korkutup caydırmış olursunuz." [el-Enfâl
5 . Hz. Peygamber'in Ticaret Ahlâkı
Hz. Peygamber, hem satmış, hem satın
almıştır, hem kiraya vermiş ve hem de kiralamıştır. O'ndan bize intikal eden
yalnızca peygamber olmadan önce ücretle koyun sürüsü gütmesi ve bir yolculuğu
esnasında Hz. Hatice'nin malını Şam'a götürmesi olaylarıdır.
Allah Elçisi, ortaklık yapmıştı, ortağı
yanına gelince ona: "Beni tanıyor
musun?" diye sormuş, o da: "Sen
ortağım değil miydin? Hem de ne güzel ortaktın, aldatmaz ve münakaşa etmezdin."
demişti.[88] Metinde geçen "aldatmazdın" kelimesi 'hemzeli' olarak, hakkı
savunma anlamındaki müdârae
kökündendir. 'Hemzesiz' olarak ise, en güzel şekilde savuşturma anlamındaki müdârâ kökündendir.
Hz. Peygamber, vekil tayin etmiş, vekil
olmuştur. Hediye vermiş, hediye kabul etmiş ve hediye ile mükafâtlandırmıştır.
Bağış yapmış, bağış kabul etmiştir. Seleme b Ekva'nın payına ganimetten bir
câriye düşmüştü; Peygamber ona: "Onu bana bağışla" deyince o da
bağışlamıştır. Hz. Peygamber, o câriyeyi müslüman esirleri kurtarmak için Mekke
müşriklerine fidye olarak vermiştir. Gerek rehin karşılığı, gerek rehinsiz borç
almıştır. Hem ödünç almış, hem de gerek peşin, gerekse veresiye alış-veriş
yapmıştır. Rabbinden bir takım amellere karşı özel bir garanti (kefâlet) almış
ve amelleri işleyenin cennete gitmesine kefil olacağını bildirmiştir. Genel
olarak da, vefat edip de geride borcunu karşılayacak mal bırakmayan
müslümanların borçlarını ödemiştir.
Bu hükmün, Hz. Peygamber'den sonra gelen
devlet başkanları için de geçerli olup, devlet başkanının da yeterli mal
bırakmayan müslümanların borçlarını devlet hazinesinden ödeyeceğine ilişkin
genel bir hüküm olduğu söylenmiştir. Bu hususu şöyle ifade etmektedirler:
Hiçbir mirasçı bırakmadan ölen kişinin malı nasıl devlet hazinesine kalıyorsa
(devlet başkanı ona mirasçı oluyorsa), borcunu karşılayacak kadar yeterli mal
bırakmadan ölen kişinin borcunu da devlet başkanı öder. Yine aynı şekilde,
hayatta iken kendisinin geçimini (nafakasını) sağlayacak kimsesi bulunmayan
kişinin geçimini devlet yöneticisi temin eder.
Resûlullah, sahibi
olduğu bir araziyi vakfedip Allah yoluna sadaka olarak bağışladı. Hem arabuluculuk
yaptı hem de araya aracılar sokularak kendisine müracaat edildi. Berîre isimli
kadın, ayrıldığı kocası Mugîs'e geri dönmesi için Hz. Peygamber tarafından
yapılan arabuluculuk girişimini kabul etmedi. Buna rağmen, Allah Elçisi o
kadına ne kızdı ne de azarladı. Hz. Muhammed, bazen yemin ederken (inşallah
diyerek) istisna yapar, bazen herhangi bir nedenle geri dönmek istediğinde
yeminine kefâret öder, bazen de yeminini devam ettirirdi. Yani, devam ettirme
hayırlı olduğu zaman o yemini devam ettirirdi; dönmeyi hayırlı gördüğü zaman
ise, yeminden döner ve kefâret öderdi. Bu durum, maslahata göredir. Nitekim
Allah çeşitli âyetlerde şöyle buyurmaktadır: "Yeminlerinizden ötürü, iyilik yapmanıza, (kötülükten) sakınmanıza
ve insanların arasını bulmanıza Allah'ı engel yapmayın! Allah çok iyi işiten,
çok iyi bilendir." [el-Bakara
"Allah, sizi düşünmeden ettiğiniz yeminlerden dolayı değil, fakat isteyerek
kendinizi bağladığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Kefâreti ise, ailenize
yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut
bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Kim, (bunları) bulamazsa, üç gün oruç
tutar. İşte bunlar, yemin ettiğinizde yeminlerinizi (bozmanın) kefâretidir.
Ancak siz, (her şeye rağmen yine de) yeminlerinizi tutun! Allah, şükretmeniz
için, size âyetlerini böylece açıklamaktadır." [el-Mâide
Allah Elçisi, şakalaşır ve şakasında
yalnızca hakikati söylerdi. Tevriyeli konuşur, fakat tevriyesinde hakikatten
başkasını söylemezdi. Sözgelimi, gitmek istediği bir yöne doğru yola çıktığında
o yönle ilişkisi olmayan "Yolu nasıldır?", "Suları
nasıldır?" ve "Güzergahı nasıldır?" gibi sorular sorardı. Hem
istişâre eder, hem de kendisiyle istişâre edilirdi. Hastaları ziyaret eder,
cenazeye katılır, davete icâbet eder, dul kadınların, kimsesizlerin ve
düşkünlerin ihtiyacını giderirdi. Şiir dinler ve mükafatını verirdi. O, hakikat
olan şiire ödül verirdi. Kendisi koşu yarışı yaptı ve güreşti. Ayakkabısını
kendi eliyle onardı, elbisesini dikti ve kovasını tamir etti, koyununun sütünü
sağdı, giysisini temizledi, ailesinin ve kendisinin hizmetini gördü, Mescid-i Nebevî'nin inşasında kerpiç
taşıdı, hem misafir oldu hem de misafir ağırladı ve hastaya zarar verecek
şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).
Hz. Peygamber davranış bakımından
insanların en iyisi idi. Ödünç aldığı zaman ondan daha iyisiyle öderdi. Bir
kişiden borç aldığında o kişinin borcunu öder, ona dua eder ve: "Allah ailene ve malına hayırlar
versin. Borcun karşılığı yalnızca teşekkür etmek ve ödemektir." derdi.
Bezzâr'ın zikrettiğine göre Resûl-i
Ekrem bir kişiden kırk sa'* borç aldı. Borç aldığı ensarlı buna ihtiyaç duydu ve Hz. Peygamber'e
geldi. Allah Resûlü: "Henüz bize bir
şey gelmedi." buyurdu. Bunun üzerine o kişi laf etmek isteyince, Hz.
Peygamber: "İyilikten başka bir şey
söyleme. Ben borç alanların en hayırlısıyım." dedi ve kırkı borcu
karşılığı kırkı da fazladan olmak üzere toplam seksen sa' verdi.
Hz. Peygamber, bir deve ödünç almıştı.
Sahibi borcunu almak için geldiğinde Allah Elçisi'ne ağır sözler sarf etti,
bunun üzerine ashabı o kişiye haddini bildirmek isteyince o: "Bırakın onu, hak / mal sahibinin söz
söyleme hakkı vardır."[89] buyurdu.
Ebû Dâvûd'un rivâyet ettiğine göre
Allah Resûlü bir keresinde bir şey satın almıştı. Fakat yanında parası yoktu.
Kendisine kâr teklif edilince onu sattı, kârını Abdülmuttaliboğulları'na sadaka
olarak verdi ve: "Bundan sonra
yanımda para olmadan bir şey satın almayacağım." [90] buyurdu. Bu hadîs, bir müddete kadar borçlanarak alış-veriş yapmaya aykırı
olmadığını ifade eder. Çünkü o borca almak başka, satmak başkadır. Bir
alacaklısı Allah Resûlü'nden borcunu almak üzere geldi ve sert konuştu. Bunun
üzerine Hz. Ömer adamı haklamak istedi. Hz. Peygamber: "Yavaş ol ey Ömer! Sen, bana borcumu ödememi emretmene; ona da
sabırlı olmasını emretmene daha çok ihtiyacımız var." buyurdu. Bir
yahudi Hz. Muhammed'e bir müddete kadar veresiye bir şey sattı. Yahudi
süresinden önce parasını almaya gelince Resûlullah: "Henüz süresi dolmadı." dedi. Bunun üzerine yahudi:
"Ey Abdülmuttaliboğulları! Siz borcunuzu geciktiriyorsunuz."
dedi. Sahabe o yahudiyi haklamak isteyince Hz. Peygamber onlara engel oldu. Bu
durum ancak onun yumuşak huyluluğunu artırdı. Bunu gören yahudi: "Sendeki
peygamberlik alâmetlerinden hepsini tanıdım. Yalnızca biri kalmıştı. O da
kendisine karşı yapılan aşırı câhilâne tavırların, ancak onun yumuşak
huyluluğunu artırmasıydı. Onu da tanımak istedim." dedi ve hemen
müslüman oldu. Allah Teâlâ'nın ona şahitliği yeter: "Sen, şüphesiz, çok yüce bir ahlâk üzeresin." [el-Kalem
6 . Hz. Peygamber'in Yürüme, Oturma ve Bir Yere Yaslanma
Şekli
Ebû Hureyre şöyle anlatmaktadır: Allah
Elçisi'nden daha hızlı yürüyen bir kimse görmedim. Sanki yer onun için
dürülüyordu. Biz kendimizi ona yetişmek için zorlardık. O aldırmadan yürürdü.[91] Hz. Ali şöyle demektedir: Resûlullah, yürüdüğü zaman, sanki bir yokuştan
iniyormuşçasına vücudu dik olarak yürürdü. Arkadaşlarıyla yürürken, arkadaşları
önünde, kendisi ise onların arkasında yürür ve: "Arkamı meleklere bırakın!" derdi.[92] Bu nedenle bir hadiste: "Arkadaşlarını öne sürerdi."
denilmektedir. Kimi zaman yalın ayak kimi zaman da ayakkabıyla yürürdü.
Arkadaşlarıyla yürürken bazen tek bazen de toplu olarak yürürdü. Bir keresinde
yaptığı savaşların birinde yürürken parmağı yaralandı ve kan aktı. Bunun
üzerine şu beyti söyledi:
Sen sadece kanayan bir parmak değil
misin?
Allah yolunda gelmiştir başına gelen.[93]
Yolculukta arkadaşlarının gerisinden
gider, güçsüz kişiyi terkine bindirir ve onlara dua ederdi. Hz. Peygamber, kimi
zaman yere, kimi zaman hasıra, kimi zaman da kilim/halı üzerine otururdu. Adiy
b. Hâtim yanına geldiğinde onu evine davet etti. Câriye ona oturması için bir yastık
verdi, o ise yastığı kendisi ile Adiy'in arasına koyup yere oturdu. Adiy:
"Onun kral olmadığını anladım." dedi.
Allah Elçisi, bazen sırt üstü yatıp
uzandığı olduğu gibi, bazen de ayak ayak üzere atardı. Yastığa dayanarak
otururdu. Kimi zaman sol yanına, kimi zaman da sağ yanına yaslanırdı. Halsiz
kaldığı durumlarda, dışarı çıkma ihtiyacı hissettiğinde arkadaşlarından birine
dayanarak çıkardı.
7 . Hz. Peygamber'in Tuvâlet Adabı
Allah Resûlü tuvalete girerken şu duayı
okurdu: "Allah'ım! Görünen-görünmeyen,
maddî-manevî bütün pisliklerden ve kovulmuş şeytandan sana sığınırım."[94] Çıkınca da: "Bağışla,
Rabbim!"[95] derdi. Tuvalet temizliğini (istincâ) bazen su ile, bazen taşlarla, bazen
de her ikisiyle birlikte yapardı.
Yolculuk esnasında tuvalete gideceği zaman arkadaşları tarafından
görülmeyecek kadar uzağa giderdi. Tuvaletini yaparken kimi zaman yüksek bir
yerin, kimi zaman hurma ağaçlarının, kimi zaman da vadideki ağaçların arkasına
gizlenirdi. Sert bir yerde küçük abdest bozacağı zaman yerden bir odun alır,
toprağın nemi belirinceye kadar onunla yeri eşeler sonra abdestini bozardı.
Küçük abdest bozmak için yumuşak topraklı yer arardı. Çoğunlukla küçük abdestini
oturarak yapardı.
Müslim, Huzeyfe'den, Hz. Peygamber'in
küçük abdestini ayakta yaptığına dair bir hadis rivâyet nakletmiştir.[96] Allah Resûlü, bir kabilenin süprüntülerini attıkları bir çöplüğe
uğradığında bu şekilde küçük abdestini bozmuştur. Bu gibi yerlere "çöplük
(mezbele)" denir ve burası yüksek olur. Şayet bir kimse oraya oturarak
küçük abdest bozsa, idrarı üzerine sıçrar. Oysa Hz. Peygamber, mezbeleyi,
kendisini gizleyecek şekilde, kendisi ile duvar arasına alırdı. Elbette bu
durumda ayakta küçük abdest bozacaktır. Tuvaletten çıkar Kur'an okurdu.
Temizlik anında suyu ve taşları sol eliyle kullanırdı. Vesveseye kapılanların
zekeri çekme ve öksürme gibi hususların hiçbirisini yapmamıştır.
Ebû Ca'fer el-Ukaylî şöyle demektedir:
Hz. Peygamber küçük abdestini bozarken birisi kendine selam verdiğinde, selamını
almazdı. Bunu Müslim Sahîh'inde İbn
Ömer'den rivâyet etmiştir. Bezzâr Müsned'inde
bu olayda Hz. Peygamber'in selamı aldığını ve sonra: "Selam verdim, selamımı almadı demenden korktuğum için selamını
aldım. Bir daha beni bu halde görürsen selam verme. Zira selamını almam!"
buyurduğunu rivâyet etmiştir. Su ile temizlendikten sonra, elini yere/toprağa
vururdu. Tuvaletini yapmak için oturduğunda yere yaklaşmadan elbisesini kaldırmazdı.
8 . Hz. Peygamber'in Beden Temizliği
Allah Resûlü, ayakkabı giyerken, saçını tararken, temizlenirken, bir şey
alıp verirken sağdan başlamaktan hoşlanırdı. Yeme, içme ve temizlik konularında
sağ elini; tuvalet vb. gibi necaseti/pisliği giderme hususlarında ise sol elini
kullanırdı.
Başını tıraş ederken, ya tamamını
bırakırdı ya da tamamını tıraş ederdi. Bıyıklarını kısaltırdı. Tirmizî,
Resûlullah'ın: "Bıyığını kısaltmayan
bizden değildir."[97] buyurduğunu ve bu hadisin sahih olduğunu söylemektedir. Müslim'in Sahîh'nde ise şu rivâyet vardır: "Bıyıkları kısaltın, sakalları uzatın,
böylece mecûsîlere muhalefet edin."[98] Buhârî ve Müslim'de de: "Müşriklere
muhalefet edin: Sakalları uzatın, bıyıkları kısaltın."[99] rivâyeti mevcuttur. O, güzel kokuyu sever ve çokça koku sürünürdü. Bir
kısım sahabe, Hz. Peygamber'in çokça güzel koku kullandığından saçı
kızıllaşmıştı. Bundan dolayı da kına yakınmadığı halde yakınmış zannedilirdi,
demişlerdir.
Câbir b. Semüre'ye Hz. Peygamber'in
başında beyazlık olup olmadığını sormaları üzerine şöyle cevap verdi: Başındaki
saç ayırımı yerindeki birkaç saç telinden başka beyazlık yoktu. Onların
beyazlığını da saçını yağladığı zaman, yağ ortaya çıkarırdı. Buhârî'de Hz.
Peygamber'in kendisine sunulan güzel kokuyu geri çevirmediği rivâyet
edilmektedir.[100] Müslim'de ise Allah Resûlü'nün:
"Kendisine fesleğen sunulan kimse onu geri çevirmesin. Zira o, hoş kokulu,
yükü hafif bir bitkidir."[101] buyurduğu rivâyet edilmektedir. Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Sünenlerinde: "Kendisine güzel koku sunulan kimse onu geri çevirmesin. Zira o,
yükü hafif, hoş kokulu bir bitkidir."[102] şeklinde rivâyet edilmiştir.
Bezzâr'ın Müsned'inde: "Allah
güzeldir, güzelliği sever; temizdir, temizliği sever; naziktir, nazikliği
sever; cömerttir, cömertliği sever. Öyleyse avlularınızı (iç bahçe) ve
meydanlarınızı (evinizin önünü) temizleyin. Süprüntüleri evlerinde biriktiren
Yahudilere benzemeyin!" rivâyeti vardır.
Hz. Peygamber'den sahih olarak şu hadis
rivâyet edilmiştir: "Haftada bir gün
banyo yapması Allah'ın her müslüman üzerindeki bir hakkı olduğu gibi, güzel
koku sürünmesi de hakkıdır."[103] Dişlerini misvakla fırçalamayı severdi. Misvak kullanımında oruçlu olup
olmaması fark etmezdi. Uykudan uyandığında, abdest alırken, namaz kılacağı
zaman ve eve girdiğinde misvak kullanırdı. Bu iş için misvak ağacından yapılan
ağaç çubuk kullanırdı.
Buhârî ve Müslim'de Hz. Peygamber'in: "Ümmetime sıkıntı vereceğimi
bilmeseydim, onlara her namaz kılacağı zaman misvak kullanmalarını
emrederdim."[104] buyurduğu rivâyet edilmiştir. Buhârî ayrıca "Misvak kullanmak hem ağzı temizler hem de Allah'ın hoşnutluğunu
sağlar."[105] şeklindeki rivayeti de muallak olarak zikretmiştir. Bu konuda pek çok
hadîs vardır. Misvakla ilgili pek çok faydadan bahsedilmektedir:
Ağzı temizler, dişetlerini
sağlamlaştırır, oyukları giderir/doldurur, okumaya ve zikre canlılık verir.
Misvak kullanmak her vakitte müstehab olup, namaz ve abdest anında daha
kuvvetli müstehabtır. Ağız kokusunu giderir. Bu husustaki hadislerin geneli
ve oruçlunun buna ihtiyacı olmasından dolayı, gerek oruç tutmayan, gerekse oruç
tutan kişi için her zaman müstehaptır. Sünen'de
Amir b. Rebîa'dan rivâyet edildiğine göre şöyle demektedir: "Allah
Resûlü'nü oruçlu iken, sayamayacağım kadar çok misvakla ağzını fırçaladığını
gördüm."[106] Buhârî de İbn Ömer'in şöyle dediğini nakletmektedir: "Hz. Peygamber, gündüzün başında ve sonunda misvak kullanırdı."[107]
İnsanlar, oruçlunun zorunlu ve/veya
isteyerek ağzını su ile çalkalaması (mazmaza) gerektiğine dair icma
etmişlerdir. Mazmaza, misvak kullanmaktan daha önemlidir. Ne kötü koku ile
Allah'a yakınlaşmada herhangi bir gaye olabilir ne de ibadetin meşru kılındığı
cinsten olabilir. Bu nedenle, Kıyamet gününde oruçlunun ağız kokusunun Allah
yanında daha güzel kokacağı zikredilmiştir. Böyle buyrulmasının nedeni,
oruçlunun misvak kullanmasını teşvike yöneliktir, yoksa ağız kokusunun devam
ettirilmesine teşvik söz konusu değildir.[108]
Misvak kullanmak, Kıyamet gününde,
Allah yanında ağız kokusuna engel değildir. Aksine, oruç tuttuğunun bir
göstergesi olarak oruçlu, miskten daha güzel kokarak ağız kokusuyla Allah'ın
huzuruna gelecektir. Tıpkı yaralının, Kıyamet günü kanıyla ve kokusu da misk
kokarak gelecektir. Halbuki dünyada bu kanı gidermekle emredilmişti. Aynı
şekilde oruçlunun ağız kokusu, misvakla gitmez, çünkü onun sebebi kalıcı
olmasıdır. Bu koku, midede yemek olmayışından meydana gelmektedir. Yemeğin
artıkları ancak, diş ve dişetleri üzerine toplandığı zaman gider.
Keza aynı şekilde, Allah Resûlü,
ümmetine oruçta müstehab olanlar ile mekruh olanları öğretti. Oruçlunun misvak
kullanmasını mekruh addetmedi. O, ümmetinin bunu yaptıklarını biliyordu. Genel,
kapsamlı ve etkili kelimelerle ümmetini misvak kullanmaya teşvik etti. Sahabe
de Hz. Peygamber'i oruçlu iken defalarca misvak kullandığını görmüşlerdi. Yine
o, ümmetinin buna uyacaklarını biliyordu ve onlara hiçbir zaman: "Öğleden
sonra dişlerinizi misvakla fırçalamayın." demedi. Açıklamayı ihtiyaç
anından sonraya bırakmak yasaktır/uygun değildir. Allah en iyi bilendir.
9 . Hz. Peygamber'in Konuşması, Susması,
Gülmesi ve Ağlaması
Hz. Peygamber, Allah'ın yaratıkları
arasında en fasih ve en tatlı konuşanı idi. Hz. Aişe der ki: Allah Resûlü,
sizin şu konuşmalarınız gibi sözü peş peşe sıralamazdı.[109] Açık bir sözle tane tane konuşur, meclisinde bulunanlar konuştuklarını
ezberleyebilirdi. Çoğu zaman iyi anlaşılsın diye sözü üç kez yinelerdi. Uzun
zaman susardı. Gereksiz yere konuşmazdı. Söze avurtlarıyla başlar yine onlarla
bitirirdi. Konuşmalarında az sözle çok mânâ ifade edecek cümleler kullanırdı.
Lüzumsuz konularda konuşmazdı. Yalnızca sevabını umduğu konularda konuşurdu.
Bir şeyi beğenmediğinde yüzünden anlaşılırdı. Sözleri ve davranışları arasında
aşırı ve çirkin şeyler bulunmazdı; gürültücü ve bağırarak konuşan biri değildi.
Gülüşü tebessüm idi. En fazla güldüğünde azı dişleri görünürdü. Gülünecek
şeylere gülerdi.
Gülmesi nasıl kahkaha ile değildiyse, ağlaması
da, bağırarak, feryat ederek değildi. Ancak gözleri yaşla dolar, boşalırdı.
Göğsünden bir inilti duyulurdu. Ağlaması, bazen ölüye merhametinden, bazen
ümmeti için korktuğundan ve onlara olan şefkatinden, bazen Allah korkusundan,
bazen de Kur'an dinlerken olurdu. Kur'an dinlerken ağlayışı; korku ve haşyet
ile dopdolu olan bir özlem, sevgi, saygı ve eşlik etme ağlayışıdır. Oğlu
İbrahim öldüğünde gözleri yaşla doldu ve ona olan merhametinden ağladı ve: "Göz yaşla dolar, kalp hüzünlenir. Rabbimizi
hoşnut etmeyecek söz sarf etmeyiz. Biz senin için üzülüyoruz, ey İbrahim!"
buyurdu. Kızlarından birini ruhunu teslim edeceği zaman gördüğünde de
ağladı. İbn Mes'ûd ona Nisâ sûresini
okurken "Her ümmetten bir şâhit
getirdiğimizde ve seni de (ey Muhammed) bunların aleyhine şâhit getirdiğimizde
ne olacak halleri?!"[110] âyetine geldiğinde Allah Elçisi ağladı.[111] Güneş tutulduğunda ağladı ve küsûf namazı kıldı, namazında ağlamaya
başladı. Kimi zaman gece namazında da ağlardı.
10 . Hz. Peygamber'in Hutbe Okuması
Allah Resûlü, yerde, minber üzerinde,
erkek ve dişi develer üzerinde hutbe okumuştur. Hutbe okuduğu zaman gözleri
kızarır, sesini yükseltir, sanki bir orduyu uyarıyormuşçasına öfkesi artardı.
Şöyle derdi: "Allah'a hamdden sonra, sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabıdır.
En iyi yol, Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan uydurulup dine
sokulandır. Dine sonradan sokulan her bid'at sapıklıktır."[112]
Hutbesini Allah'a hamd ederek başlardı.
Pek çok fakih ise: Yağmur duası hutbesine istiğfarla, bayram hutbelerine de
tekbirle başlardı." deseler de Hz. Peygamber'den bu konuda onları
destekleyecek bir tek sünnet bile asla nakledilmemiştir. Onun sünneti bunun
aksini, yani bütün hutbelere
"Elhamdülillah" ile başlamıştır. Hutbeyi ayakta okurdu. Atâ gibi
bir takım tâbiîlerin mürsel rivâyetlerine göre Hz. Peygamber, minbere
çıktığında yüzünü cemaate çevirir ve "es-selâmü
aleyküm" diye selamlardı. Şa'bî şöyle demektedir: "Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer de böyle yapardı."
Allah Resûlü hutbesini istiğfarla
bitirirdi. Çoğu zaman hutbelerinde Kur'an'la vaaz
ederdi. Müslim'in Sahîh'inde Ümmü
Hişâm bt. Hârise'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Kâf sûresini
yalnızca Hz. Peygamber'in dilinden öğrendim. Her cuma minberde halka hitap
ederken bu sûreyi okurdu."[113] Ebû Dâvûd, Hz. Peygamber'in şahâdet getireceği zaman şöyle
derdi:
"Hamd
Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlanma dileriz.
Nefislerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola
ilettiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez.
Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed O'nun kulu
ve Kıyâmet öncesi müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdiği elçisidir.
Allah'a ve Resûlü'ne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense,
yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez."[114]
Hutbelerinin ağırlıklı konuları
şöyleydi: Verdiği nimetleri ve kemal vasıfları sebebiyle Allah'a hamd ve O'nu
övme; İslâm'ın temel prensiplerini öğretme; cennet, cehennem ve âhiret
hallerini anlatma; Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi emretme;
Allah'ın kızdığı ve hoşnut olduğu hususları açıklama.
Muhataplarının ihtiyaç ve faydalarının
gerektirdiği her zaman hutbe okurdu. Okuduğu her hutbede mutlaka her iki
şahâdeti söyler ve şahâdet esnasında kendini özel ismiyle (Muhammed) anardı.
Hutbe okurken kimi zaman bir sopaya,
kimi zaman da bir yaya dayanırdı. İnsanların ihtiyacına göre hutbeyi bazen kısa
tutar, bazen de uzatırdı. Bayramlarda kadınlara ayrıca hutbe okur, onları
sadaka vermeye teşvik ederdi.
Allah Elçisi'nin Cuma'daki hutbesine
bak! Sadece sözün kafiyesine ve karmaşıklığına önem veren ve zaman, mekan ve
muhatapların durumlarının dikkate alınmadığı eski hatiplerin divanlarına sıkıca
yapışan hatipler bundan ibret alsınlar. Bu hatiplerin, halkın/avamın anladığı
ve ruhlarını etkileyen şeyleri söylemeleri gerekir. Kendisinde rehberin en
büyüğü, öğüdün en yücesi ve tesirin en kuvvetlisi olan Kur'an'a göre hutbeyi
inşa etmede Peygamberlerinin metoduna uysunlar. Okudukları her âyeti ve rivâyet
ettikleri her hadîsi açıklasınlar. Ümmetin doğruluğunun kendilerinin
doğruluğuna bağlı olduğunu bilsinler. Okudukları her hutbeden Allah katında
sorumludurlar. İnsanları etkiledikleri ve insanların da vaazlarından
etkilendikleri oranda mükafât alacaklardır. Allah hepimizi ıslah etsin ve
müslümanları uyarmak için bizi faydalı ve anlayışlı hatipler yapsın!
Ehli Sünnetin Esasları
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ،
وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ
أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ
هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ
لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ
تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ
مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا
كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ
إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا
قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ
وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا.
أما بعد :
فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر الأمور
محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار
"Hamd, ancak Allah (celle celaluhu) içindir. O'na hamd
eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden,
amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah (celle celaluhu) kimi hidayete
erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah (celle celaluhu)'dan başka ibadete layık ilah
olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki,
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve Rasulü'dür.
"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi
korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!.." (Ali İmran 3/102);
"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da
eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden
sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve
akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize
gözetleyicidir." (en-Nisa 4/1);
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en
doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş
olur." (el-Ahzab 3/70-71)
Muhakkak ki, sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolların
en hayırlısı Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yoludur. İşlerin en
kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. (Sonradan uydurulup dine sokulan) her
bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir." Bu hadisin ilk bölümü
Nesai, Cuma, 24, ayetlerden sonraki kısmı ise Müslim, Cuma, 13 ve diğer hadis
mecmualarında nakledilmiştir.
Mukaddime
Ey Rabbimiz, bizlere tarafından büyük bir rahmet ihsan eyle,
işlerimizi kolaylaştır ve hakikate yönelt! Bizleri doğruluk ve iyilikten
ayırma.
Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem'e ve O'nun ev
halkına salât ve selamlar eyle.
Sonsuz hamd ü senalar olsun O yüce Allah'a ki, dostlarına
Celal ve Cemal sıfatlarıyla zuhur edip kendi zatı ve sıfatları hakkında onların
kalblerini aydınlatmış, kemal sıfatlarının müşahadesiyle onları kemale erdirip
bahtiyar etmiştir. Aynı zamanda Kendisini onlara nice nimet ve lütuflarıyla
tanıtmış, kulları içinde o dostlarını ilim ve marifetle seçkin kullar
kılmıştır. Böylece onlar da O'nu, eşi ve benzeri olmayan, hiçbir eksiği ve
ihtiyacı bulunmayan bir Zat olarak tanımışlar, O'nu zatında, sıfatlarında ve
fiillerinde ortakdan tenzih edip birlemişler; O'nu O'nun istediği ve Kitab'ında
emredip öğrettiği şekilde tevhid etmişlerdir. Her ne kadar O, haddi zatında
Zat'mm künhü ve özü itibariyle hakkıyla bilinemese de, Zat'ına ait sıfatları ve
fiilleri hakkında kendi dostlarını haberdar kılıp onları seçkin eylemiş ve bu
en mühim konuda ifrad ve tefride düşmekten sağa-sola sapmaktan korumuştur.
Şüphesiz ki kullardan hiç biri, hakkıyla Allah'ı bilip
tanıyamaz. Hiç bir kul hakkıyla O'na kulluk edemez! Allah kendisinin bildiği ve
Övdüğü gibidir. Nitekim bütün kullara kulluğun kılavuzu olarak gönderilen ve
bütün Allah elçilerinin en keremlisi ve en şereflisi kılınan efendimizin
mübarek lisanından çıkan' bir mübarek sözde de böyle ifade edilmiştir.
Ancak bu; O'nu zatıyla, zatının künhü ve özüyle tanımak
bakımındandır. Yoksa Zatına ait sıfatlar ve fiiller itibarıyla O'nu, O'nun
enbiyası ve evliyası tanımakta ve bu tanıyış ile seçkin kılınmış
bulunmaktadırlar, İşte bu tanıyış iledirki, başkalarına tanıtmanın
kılavuzluğunu da yapmış bulunmaktadırlar. Nitekim Allah Rasulu sallallahu
aleyhi ve sellem'in en büyük ve ebedi mucizesi bulunan yüce kitabımızın nice
ayetleri bunun açık delili ve beyanı olduğu gibi, Allah Rasulu sallallahu
aleyhi ve sellemin hadislerinde de bunun örnekleri çoktur.
Sahih bir hadise göre, şöyle buyurmuştur:
"Ey Allah'ım, sen evvelsin, senden evvel bir şey
yoktur! Sen ahirsin, senden ahir bir şey yoktur! Sen zahirsin, senden zahir bir
şey yoktur! Sen batınsın, senden daha yakın bir şey yoktur." Müslim. Ebu
Davud. Tirmizi, 3481
İşte biz, bu ve benzeri dini tabirlere dayanarak inanıyor ve
diyoruz ki: Allah evveldir, öyle bir evveldir ki, O'ndan evvel bir şey yoktur;
Allah ahirdir, Öyle bir ahirdir ki, O'ndan ahir hiç bir şey yoktur; Allah
zahirdir, O'ndan daha zahir hiç bir şey yoktur; Allah batındır, öyle bir
batındır ki, O'ndan daha batın, bize ve bütün eşyaya O'ndan daha yakın hiçbir
varlık yoktur.
İnanıyor ve diyoruz ki: Allah her şeyi bilir ve hiçbir şey
O'na gizli, kalamaz. Allah Hayy u Kayyûm'dur: Diri ve kendiliğinden var
olandır. Kendi Zatına ait ezelî bir hayatla diri olup varlığı kendisiyle
kaimdir ve diğer bütün varlıkları ayakta tutan da 'O'dur. Ezelî olduğu gibi
Ebedîdir de. O'ndan başka ezelî bir varlık bulunmadığı gibi, O'nun yaratmasıyla
varlığa kavuşan yaratıklardan Ebedî ve Bakî olan da yoktur. Her mahluk mutlaka
ölümü tadıcı ve zevale ericidir yok olucudur.
Evet biz, sünnet ve cemaat ehli müslümanları olarak inanıyor
ve biliyoruz ki: Allah aynı zamanda işitici ve görücüdür. Kullarının
ihtiyaçları muhtelif ve dilekleri çeşitli olduğu halde O, her bir kulunun her
bir ihtiyacını bilmekte, dilek ve duasını işitmektedir. O'nun indinde hiç bir
şey, hiç bir şeye perde olmaz. O'na niyaz edenlerin sesleri Ve dilekleri asla
birbiriyle karışmaz. O, kullarının ısrarla kendisinden istemelerinden asla
usanmaz. O; bütün bunları bilen ve işiten bir Zat olduğu gibi, aynı zamanda
karanlık bir gecede mermer bir kaya üzerinde yürümekte bulunan kara karıncanın
ayak seslerini de işiten ve görendir. Şüphesiz bundan daha gizli ve güzel olanı
da O'nun, bir kulunun kalbinin en küçük hareketini dahi bilmesi ve görmesidir.
Kulu, kalben O'na en küçük bir meyil gösterse, O da kuluna güzel kabul yüzünü
gösterir. Kulu kalben "Rabbim." dese, O da hemen "buyur
kulum" diyerek karşılar. Kulu şayet O'na arka çevirse, kulunu hemen
düşmanına havale etmez ve kolay kolay kulunu terketmez. Aksine kuluna son
derece merhametli davranır. Zaten kulunun O'na en küçük bir meyil göstermesi,
O'nun kuluna olan ikbal ve merhameti neticesindedir.
O'nun kuluna olan ikbal ve merhameti o kadar büyüktür ki,
çok şefkatli bir annenin büyük bir şefkat ve merhametle büyütmeye ve korumaya
çalıştığı yavrusuna karşı duyduğu merhametten, kıyas edilemeyecek derecede daha
çok ve daha fazladır. O'na arka çeviren ve O'nun emrine aykırı giden bir kulu,
bu kusuruna pişman olup da tevbe ettiği zaman kulunun bu tevbesinden o kadar
sevinir, o kadar razı olur ki; O'nun bu sevinci ve rızası yanında, korkunç bir
çölde her şeyini üzerine yüklediği binitini kaybedip de bulamayınca helak
olacağına kesin gözüyle bakan bir yolcunun, ölmek üzere uzandığı yerde, bir ara
gözünü açtığında kaybettiği binitini başucunda bulunca duyduğu sevinç bir zerre
bile değildir...
Elbette kuluna bu derece yakın olan, bu kadar onun iyiliğini
isteyen ve kolay kolay kulunu bırakmayan yüce Allah'ın emir ve yasaklarına hiç
aldırmayan, Allah'a olan isyan ve tuğyanında ısrar edip hiçbir pişmanlık
duymayan ve hiç bir şekilde O'nun rahmet ve rızasına vesile olacak şeylere
yanaşmayan, Allah'ın düşmanı olan şeytanla tam bir sulh ve barış içinde bulunan
bir kul da, tam helak olmayı haketmiş olur.
Allah'ın kullarına olan rahmet ve ikbalinin böylesine
büyüklüğü ve sonsuzluğu karşısında illa da şeytana olan dostluğunda sonuna
kadar ısrar eden bir kulun, bu tutum ve anlayışı karşısında bütün insanlar
hayretler içinde kalsalar, elbette yeridir. Zaten böylelerinden başka helak
olanlar da yoktur.
Doğrusu ben, Allah'ın bütün bu kullarına olan lütuf ve
ihsanını, ikbal ve merhametini ruhumun ta derinliğinden duyarak, O'na olan iman
ve teslimiyetimi, yine O'nun bana olan müstesna bir nimeti sayarım. O'nun her
nevi lütuf ve ihsanlarına karşı acizane O'na hamdler ederim. O'na olan iman ve
şahadetimin islamî bir ifadesi bulunan kelime-i şehadetimizi tekrarlayarak iman
ve irfanımı tazeler ve yenilerim. Ben şehadet ederim ki: "Allah'tan başka
hiç bir ilah yoktur! Allah birdir, O'nun hiç bir ortağı yoktur! Ö, her bakımdan
bir ve eşsizdir! O'nun hiç bir dengi ve benzeri bulunmamaktadır. O, ehad ve
samed'dir. Her şey O'na muhtaç, fakat O hiç bir şeye muhtaç değildir."
Ben Allah'ı hem ehadiyet'le (birliğiyle), hem de samediyetle
(hiç bir şeye muhtaçsızlığıyla) tevhid ederim. Bir dileğim olduğunda veya başım
darda kaldığında, hep O'na yönelir, O'ndan yardım isterim. O'nu bırakıp da haşa
mahluklardan herhangi birine teveccüh etmem. Kalbim ve ruhumla, O'ndan
başkasına asla sığınmam. O ortağı, eşi, benzeri, misli, niddi ve zıddı
bulunmayan yüceler yücesi Rabbime; hiç bir eş ve ortak koşmam. O'nu daima bütün
ortaklardan, kusur ve eksikliklerden münezzeh ve mukaddes bilirim. Hep böyle
inanır, böyle derim. Amel ve fiillerimde de hep böyle davranır, böyle hareket
etmeye dikkat ve gayret gösteririm. Kıldığım namazlarda, ettiğim niyazlarda da
hep beni bunda muvaffak kılmasını O'ndan isterim.
Yalnız kendi adıma değil, bütün tevhid ehli kulları adına
bunu O'ndan ister, samimi ve şuurlu bir şekilde: "Ey bütün alemlerin
Rabbı, Rahman ve Rahîm olan, din gününün yegane Malik'i ve Hakim'i bulunan yüce
Allah; bizler ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz. Bizleri
doğru yol üzerinde sabit ve daim eyle." diyerek O'na yalvarıp yakarırım.
Hiç şüphesiz, O'nun sevgilisinin ifadesiyle: "Onun
verdiğini geri çevirebilecek olan yoktur. O'nun vermediği bir şeyi te'mine güç
yetirecek olan da yoktur. Hiç bir kimse O'nun emrine karşı duramaz ve hiç bir
varlık O'nun hükmünü geçersiz kılamaz."
Mealen gördüğümüz bu hadis-i şerifte ifadesini bulan bu yüce
iman hakikatinin, bir ayi celilede de yine gayet açık bir şekilde ifadesini
bulmuş olduğunu görüyor ve bütün bunlarla islamî iman ve tevhidimizi
yeniliyoruz. İşte o ayetin meali de şöyledir:
"...Allah bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri
çevirecek olan yoktur! Zaten bütün kulların, O'ndan başka koruyup kollayanları
da yoktur.". Ra'd Suresi: 11
Ben yine bütün varlığımla inanır ve derim ki: "Allah
Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem
Allah'ın kulu ve rasulüdür." İlahi emirlerin ve hakların yerine
getirilmesinin kaimi, davetçisi ve eminidir. Allah'ın yarattığı kulların da en
hayırlısıdır. Allah onu alemlere rahmet olarak göndermiş, Allah'a karşı saygılı
olanların önderi kılmıştır. Kafirler ise O'nu kendilerîne düşman edinmiş, O'nun
getirdiği nuru söndürmek için durmadan çalışıp didinmiştir. Fakat asla O'nun
nurunu söndürememişlerdir. Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem ise küfrün
ve şirkin kalelerini yıkmış, bütün alemlere hak ve hakkaniyetin, güzelim
islamiyetin kahramanı ve hücceti olmuştur.
Evet, bir fetret devresi sonrasında son peygamber olarak
gönderilen Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem insanları yolun en doğrusu
ve en açığına davet edip kavuşturmuştur. O, Allah'ın elçisi olduğundan Allah
O'nun candan sevilmesini, O'na can ü gönülden itaat edilmesini, O'nu büyükleyip
haklarına riayette bulunmayı kulları üzerine farz kılmıştır. Cennete giden
bütün yolları da O'nun yolundan geçirmiştir. Eğer herhangi bir yol O'nun yoluna
uğramadan devam edip gidiyorsa, kesinlikle bilinsin ki o yol çıkmaz yoldur ve
asla cennete uğramayacaktır. Yolcularına da hiç bir iyilik ve saadet
getirmeyecektir.
Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem, öyle bir Allah
elçisidir ki, Allah yüce Kur'an'ındâki "elem neşrah leke" suresini
O'nun hakkında indirmiştir. Gerçekten O'nun göğsünü açıp genişletmiş,
arkasındaki yükünü indirmiş, O'nun adını ve şanını çok yüce kılmıştır. O'na
karşı çıkıp muhalefet edenleri ise alabildiğine alçaltmıştır.
Evet, O öyle bir Allah elçisidir ki, yüce Allah O'nun hakkında:
"Ey Rasülüm, senin ömrüne andolsun ki onlar, kendi sarhoşlukları içinde
bocalıyorlardı!" buyurarak and içmiştir. O'nun adını kendi adına
yaklaştırıp Kendisi anıldıkça onu da andırmıştır. Nitekim kelime-i
şehadetlerde, hutbelerde ve ezanlarda bu hep böyledir.
Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem de, Allah'ın elçisi
sıfatıyla Allah yolunda öylesine çalışmış, öylesine mücadele etmiştir ki,
hiçbir kimse ve hiçbir kuvvet kendisini bu yoldan çevirememiştir. İnsanlar fevc
fevc İslama girip hidayete erinceye, alemler O'nun nuruyla doluncaya kadar
mücadelesine devam etmiştir. Sonra daveti tamam olunca da yüce Allah azze ve
celle O'nu dünyasından göçürüp yanına almıştır. O da her fanî gibi Allah'ın
rahmetine kavuşmuş, Allah'ın kendisi için hazırladığı ilahi lütuf ve nimetlere
ermiştir. Kısaca özetlemek gerekirse O; elçilik görevini yerine getirmiş,
emaneti eda etmiş, insanlara tebliğ ve nasihatta bulunmuş, Allah yolunda
hakkıyla mücahede ederek bütün mücahidlere hakkıyla imam ve önder olmuştur.
Neticede Allah'ın dinini hakim kılıp dimdik ayakta tutmuştur. Ahirete göçmezden
önce bütün müslümanları, gecesi gündüz gibi aydınlık bulunan bir yola ve dine
kavuşturmuştur. Gayet haklı olarak, yüce Kur'an'ımızın da haber verdiği gibi,
bu hususta şöyle buyurmuştur:
"İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah'a
basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar işte hep böyleyizdir. Allah'ı
tenzih ve takdis ederim. Ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim!"
Yusuf Suresi: 108
Ben bütün bunlara inanan ve şehadet getiren biri olarak tam
bu noktada diyorum ki: Yüceler yücesi Allah, kullarını yaratıp da başıboş
bırakmış değildir. Bilakis onları sorumlu ve yükümlü kılmıştır. Onlara emretmiş
ve nehyetmiş, emir ve nehiylerini yanlışsız ve eksiksiz olarak anlamalarını ve
uygulamalarını onlardan istemiştir. Neticede kimi kazanmış, kimi de
kaybetmiştir. Kullarına güzel ve yeterli bir istidat vermiş, ilmin ve amelin
imkan ve iktidarını onlara bahşetmiş; kalb, akıl, göz ve kulak gibi uzuvlarla
kendilerini donatmıştır.
Bütün bunlar, O'nun kullarına olan büyük nimet ve
lütuflandır. Kuluna ise, bu nimetleri veren yüce Rabbine şükür ve kulluk etmek
gerekir. Her kim Allah'ın verdiği nimet ve imkanları Allah'a itaat yolunda
kullanır, kulluğunun özü ve cevheri ile Allah'ı tanımak ve O'na O'nun kendisini
tanıttığı şekilde arif ve alim olmak istikametinde ilerlerse; hem Rabbine
şükretmiş, hem de O'nun rızasını kazanmış olur.
Her kim de, Allah'ın kendisine verdiği bu imkan ve
nimetleri, kendi nefsinin istek ve arzuları istikametinde kullanırsa, şüphesiz o
da dalalet ve hüsran yolunu tutmuş olur. Bir kimse ki yaratanını tanımamış ve
O'nun kendisine verdiği imkanları O'nun yolunda değil de, nefsinin arzuları
istikametinde kullanmışsa; böylesinin hüsrandan başka nasibi olamaz. Böyle bir
kimse sonunda hiç bir kimseye kabahat yükleyemez. Sonunda iman ve amele göre
ceza ve mükafatın bulunduğunda ise hiç şüphe yoktur! İşte o hesab ve ceza
gününde kul; kendisine verilen akıl, kalb, göz ve kulaktan birer birer sorguya
çekilecektir. Her nevi kusur ve eksikliklerden yüce ve münezzeh bulunan yüce
Rabbimizin bir ayeti de, bu islami ve ilahi hakikati ne güzel açıklamaktadır:
"Sakın bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak,
göz ve gönül, evet bunların hepsi ondan (o yaptığı şeyden) mutlaka
sorumludur." İsra Suresi: 36
İnsana bahşedilen çeşitli organların merkezi ve mihveri
durumunda olan kalbdir. Kalb; tıpkı askerleri üzerinde her emrini icra eden ve
onları kendisine itaat ettiren bir hükümdar gibidir, insanın bütün organlarının
ahvali, hareket ve istikameti tamamen kalbe bağlı bulunmaktadır. Allah Rasulu
sallallahu aleyhi ve sellem bu hususu, bir hadislerinde şöyle beyan
buyurmuşlardır:
"Haberiniz olsun ki, bir insanın kalbi iyi ve
istikametti oldu mu, onun bütün bedeni ve azaları da iyi ve istikametli
olur." Buharı, Kitabü'l-lman: 1/19.
Görüldüğü gibi, beden mülkünün meliki, bedenin ve bütün
organların merkezi ve emredicisi kalbdir. Beden mülkünde emrini infaz eden
kalbdir. Kalbin emri, kasdı ve niyeti olmadıkça bir iş meydana gelmez. Bu
itibarla esas sorumluluk kalbe aittir. Bu sebeble iyi ve istikametli, selim ve
sıhhatli olmasına ihtimam gösterilecek olan da kalbdir.
İşte bunu bildiği içindir ki Allah'ın düşmanı olan İblis,
bütün imkanı ve dikkatiyle insanoğlunun kalbini çeşitli vesveseler, vehimler ve
şehvetlerle doldurmak ister. Onu doğru yoldan sapıtabilmesi için pek çok hile
ve tuzaklar kurar. Allah'ın kullarını Allah'ın rızası ve tevfıkinden mahrum
bırakmak için olanca kuvveti ve şeytanatı ile çalışır durur. Bir kul; devamlı
Allah'ın inayet ve hidayetine sığınmadıkça şeytanın hile ve tuzaklarından
kurtulamaz. Bunun için bizler devamlı Allah'a sığınmak, Allah'ın rızası ve
tevfıkine vesile olan hayırlı ve salih amellere sımsıkı sarılmalıyız. Bütün
dikkat ve gayretimizle Allah'a kullukta kusur etmemeye çalışmalıyız, İşte o
zaman, bizler de yüce Allah'ın şu fermanındaki kulları katarına katılmış
oluruz:
"Ey İblis! Benim Öyle halis kullarım vardır ki, senin
onlara karşı bir gücün yoktur! Sen ancak, sana uyan azgınları azdırabilmiş
olacaksın." Hicr Suresi: 42
İşte bu ayette Yüce Allah'ın "kullarım" dediği
kullar, Şeytan'ın tesir sahasının dışındadırlar. Çünkü onlar alemlerin Rabbına
karşı kullukta samimi ve ihlaslıdırlar. Ubudiyet makamının gereklerini
gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar. Onların kalbleri iman ve tevhid nuruyla
nurlanıp şuurlanmış, işleri ihlaslı olmuş, yakın ve tahkikleri de devamlı
bulunmuştur. Artık onlar, taklidden kurtulup tahkike ermişlerdir. Allah indinde
"mukarrabîn"den (Takva ve ubûdiyyet ile evliya derecesinde)
olmuşlardır. Bu sebebten yüce Allah azze ve celle onları bir ayetinde de şu
şekilde müstesna kıldırmıştır. Yani kendilerine zarar veremeyeceğini Iblis'e
itiraf ettirip onun dilinden bildirerek ederek şöyle buyurmuştur: "Ancak
ya Rabbi, kendilerine ihlas verilmiş kulların müstesnadır! Benim onları
etkileyip de azdırmam mümkün olmayacaktır." Hicr Suresi: 40.
Ben hiç şüphe etmiyorum ki, bütün amellerin ve hallerin iyi
veya kötü oluşlarının esas medarı kalbdir! Kalbdeki kasıd ve niyetin iyi veya
kötü oluşudur... Bizler bazen, kişinin kalben ve manen "ölmüş"
olduğundan bahsederiz. Aslında bu nedir ve nasıl olmaktadır? Şüphesiz
başlangıç, kalblerin düşmanları bulunan şeytanların vesveseleridir.
Bazı kalbler, şeytanî vesveseleri kabullenmekte, sonra bu
vesveseler kalblerde meyvelerini vermektedir. Sonra da bu iş ve amel olarak
ortaya çıkmaktadır. İş ve amellerin kötü oluşu da tekrar kalbleri
karartmaktadır. Yani şeytanların vesvesesi yüzünden kasıd ve niyetlerinde az da
olsa bozulmalar meydana gelen gönüller bulunmakta, sonra bu kötü amele dönüşmekte,
kötü işler de kalbin fesadına sebeb olmaktadır. Neticede kalb tamamen bozulup
kararmakta; hastalık bir diğer hastalığa sebebiyet vererek artmakta ve sonunda
kalb ölmektedir. Artık o kalbde, hiç bir hayat ve nur kalmamaktadır. İşte bu
kitap akide inancını sağlamlaştıracak ve bozulan kalpler tekrar hayat bulacak.
Akîde kelimesi lügatte: ‘Akd’ kelimesinden alınmıştır.
Bu kelime sıkı sıkıya yapışmak, bağlamak, sağlamlaştırmak, kesinlik ve eksiksiz
yapmak demektir.
Istılahta ise: Yüce Allah’a kesin şüphesiz bir şekilde ve tevhidin
gereklerine uygun olarak iman etmek, Meleklerine, Kitaplarına, Rasûllerine,
Ahiret Gününe, hayır ve şerriyle Kadere iman etmek ve dinin esasları kapsamına
giren diğer hususlara da iman etmektir.
Nitekim Seleften birçok kimse
Sahih Akîdeyi, es-Sunne diye isimlendirmişlerdir. Bununla sapık fırkaların
akide ve görüşlerini birbirinden ayırmışlardır. Zira Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’in
Akîdesi olan Sahih Akîde; Kur’ân’ın açıklayıcısı olan Allah Rasulu sallallahu
aleyhi ve sellem’in Sünnet’inden alınmıştır.
Seleften bazıları Akîde hakkında
yazdıkları kitaplara es-Sunne ismini vermişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel’in
es-Sunne adlı eseri ile İbn Ebî ‘Asım’ın ve başkalarının es-Sunne adlı eserleri
bunlardandır.
Yine bazı âlimler de Akîdeye Usûlu’d-Dîn adını vermişlerdir.
Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in dini; İtikadîyyât ve Amelîyyât
olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Amelîyyât ile kastedilen; namaz, zekât,
alışveriş gibi amellerin keyfiyetine dair kurallar ve hükümlerdir. Bunlar;
Fer‘îyye veya Fur‘û diye isimlendirilir. Bu da Akîde ilminin Fer‘î’dir. Zira
Akîde itaatlerin en şereflisidir ve ameli ibadetlerin kabulü, Akîdenin sahih
olmasına bağlıdır. Akîde bozulduğu zaman ibadet kabul edilmez ve ecri de
geçersiz olur.
Kulların buna ihtiyaçları herşeyden çoktur. Hiçbir şeyle
kıyas edilmeyecek kadar buna zorunlu olarak muhtaçtırlar. Çünkü kalpler
rab’lerini, ma’budlarını ve kendilerini yoktan yaratıcılarını isim, sıfat ve
fiilleriyle tanımaksızın hayat bulamazlar. Bütün bunlarla birlikte kalplerin
herşeyden çok onu sevmeleri gerekir ve bütün gayretleri diğer yaratıklar bir
tarafa, sadece O’na kendilerini yakınlaştırmaya yönelik olmalıdır.
Akılların kendi başlarına bunları etraflı bir şekilde bilip,
idrâk etmeleri imkânsız bir şeydir. Bundan dolayı aziz ve rahim olan Allah,
rahmetinin gereği olarak kendisini tanıtan, yoluna çağıran, çağrılarını kabul
edenleri müjdeleyen, kendilerine muhalefet edenleri korkutup uyaran
peygamberler göndermiş; onların davetinin anahtarını, risaletlerinin özünü,
şanı yüce ma’bûdu isim, sıfat ve fiilleriyle tanımak olarak tesbit etmiştir.
Zira risaletin başından sonuna kadar bütün gerekleri bu bilgi üzerine bina
edilir.
Sonra bunun arkasından iki
önemli esas gelir:
Birincisi kendisine ulaştıran yolun tanımıdır. Bu da emir ve
yasaklarını ihtiva eden şeriatidir.
İkincisi kendisine ulaşmalarından sonra bu yolu izleyenlere
verilecek olan ebedî nimetleri bildirmektir.
Buna göre insanlar arasında Allah’ı en iyi tanıyanlar
kendisine ulaştıran yola en çok uyan ve huzuruna varacakları vakit O’nun yolunu
izleyenlerin durumunun ne olacağını en iyi bilen kimselerdir. İşte bundan
dolayı yüce Allah, Rasûlüne indirdiklerine "ruh" adını vermiştir.
Çünkü gerçek hayat buna bağlıdır. Diğer taraftan hidayet bulmak da O’na bağlı olduğundan
ötürü yine bu yolu "nur" diye adlandırmıştır.
Usûlu’d-Dîn ilmi, ilimlerin en şereflisidir. Zira her bir
ilim dalının şerefi, konusunun şerefindendir.
Bu ise fer’î hükümlerin fıkhına nispetle en büyük fıkıh, Fıkh-ı
Ekber’dir. Bu yüzden İmam Ebû Hanife
dinin Usûlu’d-Dîn ile ilgili sayfalarda topladığı sözlerini
Fıkhu’l-Ekber diye adlandırmıştır. Kulların buna olan ihtiyaçları her şeyden
çoktur. Her şeyden çok buna zorunlu olarak muhtaçtırlar. Zira kalpler
rablerini, mabudlarını ve kendilerinin yoktan yaratıcısını isim, sıfat ve
fiilleriyle tanımaksızın hayat bulamazlar. Bütün bunlarla birlikte kalplerin
her şeyden çok O’nu sevmeleri gerekir ve bütün gayretleri diğer yaratıklar bir
tarafa, sadece O’na kendilerini yakınlaştırmaya yönelik olmalıdır. Bazı âlimler
böylece Akîdeye Fıkhu’l-Ekber ismini vermişlerdir. Çünkü Akîde, dinin aslıdır.
Amelî fıkıh ise daha önce geçtiği gibi Fıkhu’l-Asgar ve Furu’îh: Küçük Fıkıh ve
Dalları diye isimlendirilmiştir. İmam Ebû Hanife de Akîde risalesini
Fıkhu’l-Ekber diye isimlendirmiştir.
Ehli Sünnet ve’l-Cemaat:
Onlar, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in
sahâbeleri ve kıyamet gününe kadar onlara doğru bir şekilde tabi
olanlardır. Onlar, bidat ve hurafelerin
şübhesinden uzak, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde
bulunduğu ve ashâbının üzerinde ittifak
ettikleri sahih Akîdeye sarılanlardır.
Ehli Sünnet isminin verilmesinin
sebebi, amellerinin; Kur’ân’ın açıklayıcısı olan Allah Rasulu sallallahu aleyhi
ve sellem’in Sünnet’ine uygun olması ve Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve
sellem’in şu hadisiyle amel etmelerindendir:
‘Benim sünnetime ve
benden sonra kendilerine hak yol gösterilmiş olan Raşit halifelerimin sünnetine
uyun. Ona hırsla sarılın.’ Tirmizî, 2676,
Ehli Sünnet
ve’l-Cemaat şeklindeki isimlendirme doğru bir vasıftır. Allah Rasulu sallallahu
aleyhi ve sellem’e tabi olan sahih Akîde mensupları ile Allah Rasulu sallallahu
aleyhi ve sellem’in yolundan başka yol tutan diğer fırkaları bu vasıf ayırır.
Bu fırkalardan olanlar Akîdelerini insanların akıllarından ve Yunan
felsefesinden varis oldukları kelam ilminden alırlar. Böylece bu Akîdelerini
Allah azze ve celle’ın kelamının ve Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in
Sünnet’inin önüne geçirerek, sabit şer‘î nasları reddederler veya sırf bazı
beşeri akılların kabul etmediği veya akılların bu nasların delalet ettiği
anlamları mümkün görmediği için tevil ederler. Felsefeciler, Kaderîyye,
Maturidîyye, Cehmîyye, Mu‘tezile ve bazı görüşlerinde Cehmîyye’yi taklit eden
Eş‘ârîler bu fırkalardandır.
Sözlükte
Sünnet:Sözlükte
fiil olarak: “Senne’l-emra” bir işi açıkladı anlamındadır.
Sünnet, ister övülen, ister yerilen olsun izlenen yol ve
gidiş anlamındadır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şu hadisinde bu
anlamıyla kullanılmıştır: “Sizden öncekilerin yollarına (senen) karış karış ve
arşın arşın uyacaksınız.” (Buharî ve Müslim) Yani din ve dünya ile ilgili
yollarını izleyeceksiniz.
Peygamber efendimizin şu hadisinde de bu anlamda
kullanılmıştır: “Kim İslam’da güzel bir sünnet ortaya koyarsa, ona hem o
sünnetin ecri, hem de ondan sonra onunla amel edenlerin ecri -onların
ecirlerinden bir şey eksiltilmeksizin- verilir. Kim de İslam’da kötü bir sünnet
ortaya koyarsa...” (Müslim) yani bir
yaşayış şekli, tarzı ortaya koyarsa demektir.
Terim
Olarak Sünnet: Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ve ashabının ilim, itikad, söz, davranış ve
takrir (yapılıp ta itiraz etmedikleri) hususlarda izledikleri yol demektir.
Sünnet aynı zamanda ibadet ve itikadlardaki sünnetler
hakkında da kullanılır. Sünnetin karşıtı bid’attir. Peygamber -sallahu aleyhi
ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Gerçek şu ki sizden benden sonra yaşayacak
olanlar pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim ve doğru yolda hidayet üzere
bulunan halifelerin sünnetine bağlanmanızı tavsiye ederim.” Süneni Ebu Davud
Cemaat: Sözlük anlamıyla cemaat,
bir şeyin parçalarını birbirine yaklaştırmak suretiyle, katmak ve eklemek demek
olan cem’den alınmıştır. Ben onu cem ettim o da cem oldu, denilir.
Cemaat, içtimâdan türemiştir. Ayrılıp dağılmanın ve ayrılığın
zıttıdır.
Cemaat çok sayıdaki insan topluluğu demek olduğu gibi, belli
bir maksat etrafında toplanmış bir kesim insan anlamında da kullanılır.
Yine cemaat herhangi bir iş üzere toplanmış olan topluluk
demektir.
Terim
Olarak Cemaat: Müslümanların
cemaati demek olup, bunlar da ashab, tabiîn ve kıyamet gününe kadar onlara
güzel bir şekilde uyan, kitab ve sünnet etrafında toplanmış, Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-’ın zahiren ve batınen gittiği yolu izleyen bu
ümmetin selefi demektir.
Yüce Allah mü’min kullarına cemaat olmalarını, birbirleriyle
kaynaşıp yardımlaşmalarını emr ve teşvik etmiş, onlara tefrikayı, ayrılığı ve
birbirini boğazlamayı yasaklamıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Allah’ın
ipine topluca sarılın ve ayrılmayın.” (Al-i İmran, 3/103);”Siz kendilerine
apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.”
(Al-i İmran, 3/105)
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların
yetmişikisi ateşte, bir tanesi ise cennette olacaktır ki o da cemaattir.”
Süneni Ebu Davud
“Cemaatle birlikte olmaya bakınız, tefrikadan uzak durunuz.
Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. İki kişiden ise nisbeten
uzaktır. Kim cennetin geniş yerini istiyor ise o halde cemaatten ayrılmasın.”
Ahmed
Yüce sahabi Abdullah b. Mes’ud -radıyallahu anh- da şöyle
demiştir: “Cemaat tek başına olsan dahi hakka uygun düşen şeydir.” Lâlekâî,
Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti Ve’l-Cemaa
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat birtakım nitelik ve özellikleriyle
diğerlerinden ayrılırlar. Bunların bazıları şunlardır:
Ehl-i sünnet ve’l-cemaat ister itikad, ister ahkâm, ister
yaşayış bakımından ifrat ile tefrit, aşırı gitmek ile katılık arasında vasat ve
itidal üzere olanlardır. O halde bu ümmet diğer ümmetler arasında vasat olduğu
gibi, onlar da bu ümmetin fırkaları arasında vasat olanlardır.
Dinin hükümlerini sadece kitab ve sünnetten alırlar. Bunlara
gereken önemi verirler. Bunların nasslarına teslim olur ve selef yönteminin
gereklerine göre bunları kavrarlar.
Onların, sözlerinin tamamını aldıkları ve ona uymayan
herşeyi bir kenara bıraktıkları, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın
dışında tazim ettikleri herhangi bir imamları yoktur. Rasûlullah’ın hallerini,
sözlerini ve fiillerini insanlar arasında en iyi bilenler onlardır. Bundan
dolayı insanlar arasında sünneti en çok seven, ona tabi olma gayretini en çok
ortaya koyan ve bu sünnet ehlini en çok sevenler de onlardır.
Din hususunda düşmanlıkları terkederler, düşmanlık
yapanlardan uzak kalırlar. Helal ve haram meselelerinde tartışmayı bir kenara
bırakırlar, dinin tamamını esas alır ve kabul ederler.
Selef-i salih’i tazim eder, selef yolunun en esenlikli, ilme
en uygun ve en muhkem olduğuna inanırlar.
Tevili kabul etmezler, şeriata teslim olurlar. Bununla
birlikte nakli, akıldan (zihni tasavvurlar) öncelikli kabul ederler ve
ikincisinin, birincisine boyun eğmesini sağlarlar.
Aynı mesele ile ilgili değişik nassları birlikte ele alırlar
ve müteşabih olanları muhkem’in ışığında anlamaya çalışırlar.
Hak üzere sebatları, akide hususları üzerinde ittifak edip,
değişip duran kanaatlere sahib olmamaları, ilim ve ibadeti şahıslarında
toplamaları, Allah’a tevekkül etmekle birlikte sebeplere yapışmaları, dünya
nimetlerini elde ederken dünyaya karşı zâhidâne yaşayışları, korku ile ümit,
sevgi ile buğz duygularını birlikte taşımaları, mü’minlere karşı merhametli ve
yumuşak olmakla birlikte, kâfirlere karşı ise sert ve şiddetli olmaları, zaman
ve mekânın değişmesi ile birlikte değişikliğe uğramamaları suretiyle hakka
hidayet eden ve dosdoğru yolu gösteren salihlerin önderleridirler.
Onlar İslam, Sünnet ve Cemaatin dışında herhangi bir isim
almazlar.
Sahih akideyi, dosdoğru dini yaymaya, insanlara bunları
öğretip, doğruya iletmeye, onlara içten nasihat edip, onların işleriyle
ilgilenmeye önem verirler.
İnsanların sözlerine, inançlarına ve davetlerine karşı,
insanlar arasında en çok sabredenler, tahammül gösterenler onlardır.
Cemaate ve kaynaşmaya çokça gayret ederler, buna davet eder,
insanları buna teşvik ederler. Ayrılıkları ve tefrikayı bir kenara bırakırlar,
insanları bunlardan sakındırırlar.
Yüce Allah onları birbirlerini tekfir etmekten korumuştur.
Başkaları hakkında da ilme ve adalete uygun olarak hüküm verirler.
Birbirlerini severler, birbirlerine karşı merhametlidirler.
Kendi aralarında yardımlaşırlar, birbirlerini tamamlarlar. Ancak dini esaslara
bağlı olarak başkalarını dost ya da düşman bilirler.
Özetle ehl-i sünnet ve’l-cemaat, insanlar arasında huyları
en güzel olanlar, yüce Allah’a itaat etmek suretiyle nefislerini temizlemeye en
çok gayret gösterenlerdir. En geniş ufuklu insanlar, en uzak görüşlüler,
başkalarının görüş ayrılıklarına en çok tahammül gösterenler, bunun adabını ve
usulünü en iyi bilenler onlardır.
Akîdelerini çoğu zaman heva üzerine
kuran şeyhlerinin ve imamlarının görüşlerinden alan Sufîyye, Rafızîyye gibi
fırkalar da bunlardandır. Onların sözlerini, Allah azze ve celle’nın kelamının
ve insanların en hayırlısı olan Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in kelamının önüne geçirirler.
Yine bu fırkalardan kimisi
Akîdelerini tesis eden ve esaslarını koyarak inşa eden önderlerine nispet
edilmiştir. Mesela Cehmîyye; Cehm b. Safvân’a, Eş‘ârîler; Ebû’l-Hasen Eş‘ârî’ye
ve Ebadîyye; Abdullah b. Ebâd’a nispet edilerek bu ismi almışlardır. Her ne
kadar Eş‘ârî bu Akîdeden dönerek Ehli Sünnet ve’l-Cemaate katılmışsa da
taklitçileri onun dönüş yaptığı; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in
yoluna muhalif olan Akîdesi üzerinde devam etmişlerdir.
Bu fırkalardan kimisi de Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve
sellem’in yoluna aykırı olan Akîdevî görüşlerine veya bazı kötü fiillerine
nispet edilmişlerdir. Mesela Rafîzîler; Ebû Bekir ve Ömer’in imamlıklarını inkâr edip onlardan
uzak oluşları sebebiyle bu ismi almışlardır. Kaderîyye; kaderi inkâr
etmelerinden dolayı, Haricîler; yöneticilere karşı ayaklanmaları sebebiyle bu
isimlere nispet edilmişlerdir.
Allah azze ve celle, Ehli Sünneti hata ve yanlıştan korunmuş
olan, semadan vahiyle desteklenmiş olan, hevasından konuşmayan, ancak kendisine
bildirilen vahiyle konuşan Rasûlüllâh Muhammed b. Abdullah’in Sünnet’inden
başkasına tabi olmaktan ve nispet edilmekten korumuştur. Onların es-Sunne’den
başka nispet edildikleri bir isimleri yoktur
Bazı âlimler Ehli Sünnet’e, Hadis Ashâbı veya Hadis Ehli
ismini vermişlerdir. Zira onlar Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in
hadislerine gerek rivayet ve gerekse dirayet bakımından önem gösterir,
hadislerde gelen akide ve hükümlere tabi olurlar.
Selef kelimesi lügatte; önceki
topluluklar demektir. Selefe - Yeslufu
denilerek geçmiş kastedilir. ‘Kişinin
Selefi’ denildiğinde geçmiş babaları ve ataları kastedilir.
Istılahta ise; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbeleri ve
onlara tabi olarak, üstün kılınan üç asırda yaşayıp onların yolunda yürüyen din
imamları demektir.
Halef kelimesi lügatte; sonraki demektir ve geçenlerden sonra gelen kimse
hakkında kullanılır. Istılahtaki anlamı ise; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve
sellem’in ve sahâbelerinin yoluna Akîde konusunda muhalefet eden; Haricîler,
Rafızîler, beşeri aklı, şer‘î nasların önüne geçiren Kelamcılar, Cehmîyye,
Mu‘tezile, Eş‘ârîyye, Kaderîyye, Mürcie ve benzerleri gibilerdir.
Ehli Sünnet ve’l-Cemaat; Selefin menheci, metot ve yöntemi
üzerinde yürüyenlerdir. Onların önünde Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve
sellem’in sahâbeleri, başlarında Raşîd Halifeler olan Ebû Bekir, Ömer,
Osman ve ‘Alî vardır.
Selefî Sâlihîn’in Akîdesi –
Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbelerinin ve onların menheci
üzerinde gidenlerin akîdesidir ki bu da- daha önce geçen hadisteki gibi; Allah
Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur.
Halef menheci, metot ve yöntemi üzerinde gidenlere ise:
Halefî denilmiş ve Halef, bu isimlendirmeyi ikrar etmiştir. Hatta onlardan pek
çoğu Halefin mezhebini; önünde Rasûlüllâh’in
sahâbesi olan Selefin mezhebinden daha üstün tutma cüretini
göstermişlerdir. İşte bu, onların yolunun Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve
sellem’in başında olduğu sahâbelerinin yoluna muhalif oluşunun açık bir itirafıdır.
Bu itiraf, Sahih Akîdeden yüz çevirmek olarak yeterlidir.
SÜNNETE
UYMAK VE ONUNLA ÇELİŞEN SÖZLERİ TERK ETMEK HAKKINDA MÜÇTEHİT ÂLİMLERİN GÖRÜŞLERİ
Müçtehit âlimlerin bu konuyla ilgili görüşlerinden ulaşabildiklerimizi
veya bir bölümünü aktarmamız faydalı olacaktır. Belki bu görüşler, onları
hatta daha alt seviyede olanları körükörüne taklit eden ve onların mezheplerine
ve görüşlerine gökten inmiş açık hüküm ve delil gibi sarılan insanlara
bir nasihat ve uyarı olur. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Rabbinizden
size indirilene uyun. O’nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin.
Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” A’raf, 3
1- Ebû Hanife
İmam Ebû
Hanife Numan b. Sabit’tir. Mezhebinden olanlar, ondan çeşitli söz ve ifadeler
nakletmişlerdir. Hepsi de aynı sonuca götürmektedir ki, o da, “Hadisle amel
etmenin ve imamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olmasıdır.”
1- “Hadis sahih
olduğunda, o benim mezhebimdir.” İbn Abidin, “Hâşiye” (1/63), “Resmü’l-müftî,
Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.4) ve Şeyh Sâlih Fullânî, “Îkâz’ul-himem” (s.62) ve
başkaları nakletmişlerdir. Ayrıca İbn Abidin “Şerhu’l-hidaye”de, İbnu’l-Hümam’ın
hocası İbnu’ş-Şahna Kebîr’den onun şöyle dediğini nakleder:
“Hadis sahih
olduğunda, mezhebin görüşüne ters de olsa hadisle amel edilir. Bu durumda o
kişinin mezhebi, amel ettiği o hadisin hükmü olur. Hadisle amel etmekle kişi,
Hanefî olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebû Hanife’nin “Hadis sahih olduğunda, o benim
mezhebimdir.” sözü sabit olmuştur. İbn Abdülberrr bu sözü, Ebû Hanife’den ve
başka âlimlerden rivâyet etmiştir.”
Bu, onların ilim ve takvadaki
olgunluklarından ileri gelmektedir. Çünkü onlar sünnetin tamamını
bilmediklerine işaret etmişlerdir. İleride geleceği üzere, İmam Şafiî bunu
açık bir şekilde dile getirmiştir. Bazen kendilerine ulaşmamış bir sünnete
ters görüş beyân etmişler; fakat bizlere sünnete uymamızı ve o sünneti onların
görüşü ve mezhebi olarak kabul etmemizi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet
etsin.
2- “Nereden aldığımızı
bilmedikçe hiç kimseye bizim görüşümüzle amel etmesi helâl değildir.”
Bir başka
rivayette: “Delilimi bilmeyen kimsenin görüşlerimle fetva vermesi haramdır.”
İbn Abdülberr, “İntikâ fî fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ” (s. 145); İbn
Kayyim, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/309); İbn Abidin “Bahru’r-râik”e yaptığı
“Haşiye” (6/293), “Resmü’l-müftî” (s.29,32); Şa’rânî, “Mîzân” (1/55), ikinci
rivâyet. Üçüncü rivâyeti ise, Abbas Dûrî, İbn Main’in “Târîh”inde (6/77/1),
İmam Züfer’den sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Benzer bir söz de Ebû
Hanife’nin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid’den rivâyet
edilmiştir; bkz. “Îkâz”, s. 52. İbn Kayyim, Ebû Yusuf’tan gelen rivâyetin
kesinlikle sahih olduğunu söyler (2/344). “ Îkâz”a yapılan yorumda yer alan
fazlalık (s.65), İbn Abdülberr ve İbn Kayyim’den rivâyet edilmiştir.
Delillerini bilmeyenler hakkında
müçtehid âlimlerin sözleri böyle ise, görüşlerinin delile muhalif olduğunu bile
bile onların sözlerini esas alarak, delile aykırı fetva verenlerin durumu nedir
acaba! Bunun üzerinde düşün. Çünkü bu söz bile tek başına, kör taklidi yıkmaya
yeterli belgedir. Bundan dolayı bir taklitçi hoca, delilini bilmeden Ebû
Hanife'nin görüşüyle fetva verip de ben onun bu fetvasını Ebû Hanife'nin
yukarıdaki sözüyle reddettiğimde bu sözün ona ait olduğunu kabul etmemiştir.
Bir başka rivayette: “Çünkü biz
insanız. Bugün bir söz söyler, yarın ondan vazgeçebiliriz.” şeklinde ziyade
vardır.
Bir
diğer rivâyette: “Aman ey Yakub (Ebû Yusuf)! Benden duyduğun her şeyi yazma.
Çünkü ben bugün bir görüş dile getirir, yarın onu terk edebilirim. Yarın bir
görüş dile getirir, öbür gün ise onu terk edebilirim.” Ebû Hanife, çoğu zaman
görüşlerini kıyasa dayandırıyordu. Sonra daha güçlü bir kıyası görünce veya o
konu hakkında kendisine Hz. Peygamber’in bir hadisi ulaşınca, hadisi esas
alıyor ve önceki görüşünü terk ediyordu.
Şa’rânî “Mîzân”
(1/62)’da özetle şöyle demektedir: “İmam Ebû Hanife hakkında bizim ve her
insaf sahibi insanın kanaati şudur: Şayet o, şer’î deliller derlenip
düzenlendikten, bu amaçla hadis hafızlarının çeşitli bölgelere yaptıkları
seyahatler bittikten sonra yaşamış ve bu hadislere ulaşmış olsaydı, kesinlikle
hadisleri esas alır, hadise ters kıyasları terk ederek, hadisle amel ederdi.
Bu takdirde diğer mezheplerde az olduğu gibi onun mezhebinde de kıyas az
bulunurdu. Ancak şer’î deliller, onun döneminde ve tabiûn ve tebeu’t-tabiîn
dönemlerinde çeşitli şehir ve bölgelerde dağınık bir hâlde bulunuyordu. Böyle
olunca, zorunlu olarak, onun mezhebinde kıyas sayısı diğer mezheplere oranla
daha fazla olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselelerde, diğer müçtehit âlimlerin
aksine o delile sahip değildi. Diğer müçtehit âlimlerin dönemlerinde hadis
hafızları çeşitli şehir ve bölgelere yaptıkları yolculuklar sonunda hadislerin
toplama işini bitirmişler ve onları ilmî bir disiplin altında biraraya
getirmişlerdi. Böylece toplanan hadisler, sorunların da çözümünü getirmişti.
Kıyasın sayısının onun mezhebinde çok, diğer müçtehitlerin mezheplerinde
ise az olmasının nedeni budur.”
Bu bilgilerin
büyük bir bölümünü Ebü’l-Hasenât, “Nâfiu’l-kebîr” adlı kitabında nakletmiş
(s.135) ve bunu açıklayıcı ve destekleyici bilgilerle zenginleştirmiştir.
Dileyen oraya baksın.
Eğer Ebû
Hanife’nin bazı sahih hadislere muhalif fetva vermesinin ardındaki özrü bu
olunca -kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir özürdür; çünkü Allah hiç kimseyi
gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz- bazı cahillerin yaptığı gibi bu
konuda onu eleştirip, kötülemek doğru olmaz. Aksine ona karşı daha terbiyeli
olmak gerekir. Çünkü o, bu dinin korunmasına ve bize kadar ulaşmasına sebep
olan büyük âlimlerden biridir. Ayrıca hata da etmiş, doğruya da ulaşmış olsa
her halükarda sevap kazanmıştır. Ona saygı duyanların, onun, sahih hadislere
ters olan görüşlerine bağlı kalmaya devam etmeleri de doğru değildir. Çünkü
belirlediği genel prensibe göre, sünnete ters bu görüşler onun mezhebi
değildir. Onlar bir tarafta, bunlar bir tarafta; hak ise onlarla bunların
arasındadır. “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi
bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz!
Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)
3- “Allah’ın
Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o
görüşümü almayın.” Fullânî, “Îkâz” s.50. Bu görüşü İmam Muhammed’e nisbet etmiş
ve şöyle demiştir:
“Elbetteki bu ve
benzeri sözler müçtehit âlimler için söylenmemiştir. Çünkü müçtehit âlimin bu
konuda onların görüşlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu görüş, mukallitler
hakkında geçerlidir.”
Şa’rânî “Mîzân”da bu söze
istinaden şöyle demiştir (1/26): “Şayet müçtehit âlim vefat ettikten sonra,
sahih olduğu ve onun bunlarla amel etmediği belli olan hadisleri ne yapayım?
dersen, buna şöyle cevap verilebilir: Senin hadislerle amel etmen gerekir. Çünkü
mezhep imamın, bu hadislere ulaşsa ve bunlar onun kriterlerine göre sahih
olsaydı, kesinlikle sana bunlarla amel etmeni emrederdi. Çünkü imamların
hepsi dine ileri derecede bağlıdırlar. Bu şekilde yapan hayrı iki eliyle
avuçlamış olur. “Mezhep İmamımın amel etmediği bir hadisle ben amel etmem.”
diyen kimse, pek çok hayrı elinden kaçırmış olur. Nitekim mezhep
mukallitlerinin çoğununun durumu böyledir. Halbuki onlara düşen, mezhep
imamlarının vasiyetlerini yerine getirerek onlardan sonra, sahih olduğu belli
olan her hadisle amel etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki, onlar yaşasalar ve
kendilerinden sonra sahih olduğu anlaşılan hadisleri elde etselerdi,
kesinlikle hadisleri esas alarak, gereğiyle amel ederler ve yapmış oldukları
bütün kıyasları ve ileri sürmüş oldukları tüm görüşleri bırakırlardı.
2- Malik b. Enes
İmam Malik şöyle demiştir:
1- “Ben bir insanım; doğruya
ulaştığım da olur, yanıldığım da olur. Benim görüşlerime bakın; onlardan
Kitap ve Sünnet’e uyanları alın, onlara uymayanları bırakın.” İbn Abdülberr,
“Câmi” (2/32). Ondan naklen İbn Hazm, “Usûlü’l-ahkâm” (6/149). Ayrıca bkz.
Fullânî (s. 72).
2- “Allah Rasûlü (s.a.v.)’nden başka herkesin sözü alınır da, terk edilir
de. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun dışındadır.” Bu sözün İmam Malik’e ait
olduğu, sonradan gelen âlimler arasında meşhurdur. İbn Abdülhâdî,
“İrşâdü’s-sâlik” (1/227) adlı kitabında bu sözün ona ait olduğunu
doğrulamıştır. İbn Abdülberr “Câmi” (2/ 91)’de, İbn Hazm “Usûlü’l-ahkâm”
(6/145,179)’da bunu Hakem b. Uteybe ile Mücahid’in sözü olarak nakletmişlerdir.
Takıyuddin es-Subkî de “Fetâvâ” (1/148)’da bunu İbn Abbas’ın sözü olarak
nakletmiş ve çok güzel bir söz olduğunu dile getirerek, şöyle demiştir:
“Bu sözü İbn
Abbas’tan Mücahid, o ikisinden de İmam Malik almıştır. Daha sonra onun sözü
olarak meşhur olmuştur.”
Sonra da onlardan İmam Ahmed
almıştır. Ebû Davud “Mesâilu’l-İmam Ahmed” (s. 276) adlı kitabında şöyle der:
“Ahmed’in şöyle dediğini işittim: Hz. Peygamber (s.a.v.) dışında her insanın
bazı görüşleri alınıp, bazı görüşleri terk edilebilir.”
3- İbn Vehb şöyle demiştir: İmam
Malik’e, abdest alırken ayak parmaklarının aralarını yıkama meselesi
sorulduğunda şu cevabı verdiğini duydum: “Bu, insanlar için, yapmaları zorunlu
olan bir şey değildir.” İnsanlar çevresinden dağılıncaya kadar bekledim.
Sonra ona: “Bu konuda bizde bir sünnet var.” dedim. “Nedir o?” dedi. Dedim
ki: “Leys b. Sa’d, İbn Lehia ve Amr b. Haris’in bize haber verdiğine göre;
Yezid b. Amr Meâfirî, Ebû Abdurrahman Hubulî’den Müstevrid b. Şeddad’ın şu
sözünü nakletmiştir: “Allah Rasûlü’nü
(s.a.v.) serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovalarken gördüm.” İbn
Vehb şöyle dedi: [Malik dedi ki:] “Bu hasen bir hadistir, ilk defa şimdi
duyuyorum.” Artık kendisine bu mesele sorulduğunda, insanlara parmak aralarını
ovalamayı emrettiğini duydum. İbn Ebû Hatim, “Cerh ve’t-ta'dil” isimli
kitabının önsözü (s. 31, 32). Beyhakî “Sünen”de (1/81)’de bunu tam olarak
rivâyet etmiştir.
3- İmam Şafiî
İmam Şafiî’ye gelince; bu konuda
ondan gelen nakiller daha fazla ve daha güzeldir. İbn Hazm şöyle demiştir
(6/118): “Taklit edilen fakihlerin bizzat kendileri taklidi kabul
etmemişlerdir. Onlar, öğrencilerini taklitten sakındırmışlardır. Bu hususta
en fazla titizlik gösteren de İmam Şafiî’dir. Çünkü o, sahih hadislere uyma ve
hadislerin gereğince amel etme konusunda kimsenin ulaşamadığı seviyeye
ulaşmış ve tümüyle taklit edilmekten de uzak olduğunu açıkça ilan etmiştir.
Allah bu davranışından dolayı onu mükâfatlandırsın ve sevabını ona bol bol
versin. O birçok hayrın sebebiydi.”
Şafiî mezhebinin müntesipleri,
bu nakillerle en fazla ve en iyi şekilde amel eden insanlar olmuşlardır. Bu
konudaki sözlerinden bazıları şunlardır:
1- “Her insana Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) istisnasız
tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirlediğim
prensiplerde, Allah Rasûlü’nün
sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Rasûlü’nün hadisi, benim görüşümdür.”
Hâkim bunu İmam Şafiî’ye ulaşan bir rivâyet zinciri ile rivâyet etmiştir. Bkz.
İbn Asâkir, “Târîhu Dımaşk” (15/1/3); “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 363-364) ve
“Îkâz” (s.100).
2-
“Müslümanlar şu konuda ittifak etmişlerdir: Allah Rasûlü’nün (s.a.v.)
sünneti açıkça belli olduktan sonra onu başka birinin sözü için terk etmesi
helâl değildir.” İbn Kayyim (2/361); Fullânî (s.68).
3- “Kitabımda Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünnetine
ters bir şey bulursanız, Allah Rasûlü’nün
(s.a.v.) sünnetiyle amel edin; benim görüşümü bırakın.” (Bir başka rivayette:
“Ona uyun; başkasının sözüne itibar etmeyin.”) Herevî, “Zemmü’l-kelâm”
(3/47/1); Hatîb, “İhticâc bi’ş-Şâfiî” (8/ 2); İbn Asâkir (15/9/1); Nevevî
“Mecmû” (1/63); İbn Kayyim (2/ 361); Fullânî (s.100). Diğer rivâyet için bkz.
Ebû Nuaym “Hilye” (9/107); İbn Hibbân “es-Sahîh” (3/284 - İhsân) sahih bir senedle.
4- “Hadis sahih
olduğunda, o benim mezhebimdir.” Nevevî, a.y.; Şa’rânî (1/57) (Bu sözü, Hâkim
ve Beyhakî’ye dayandırmıştır); Fullânî (s.107). Şa’rânî şöyle demiştir: “İbn
Hazm şöyle dedi: “Yani hadis, ona veya başka âlimlere göre sahih olduğunda.”
Onun bu
açıklamasının hemen ardından gelen sözü, bu anlamı açıkça dile getirmektedir.
Nevevî özetle şöyle der: “Mezhep kitaplarından bilindiği üzere mezhebimizin
âlimleri, tesvib meselesinde ve hastalık özürüyle ihramdan çıkmanın şart
koşulması hususunda bununla amel etmişlerdir. Mezhep âlimlerimizden hadisle
fetva verdiği bildirilenlerden ikisi şunlardır: Ebû Yakub Buveytî, Ebü’l-Kasım
Dârekî. Bu sözle amel eden muhaddis âlimlerimizden biri de İmam Ebû Bekr
Beyhakî’dir. Bu sözü kullanan daha başka muhaddis âlimlerimiz de vardır.
Mezhebimizin ilk âlimlerinden bir grup, bir meselede Şafiî’nin mezhebi hadisle
çeliştiğinde hadisi esas alır ve onunla amel eder ve “Şafiî’nin mezhebi, hadise
uygun olandır.” diyerek hadisin gereğince fetva verirlerdi.
Şeyh Ebû Amr şöyle
demiştir: “Şafiîlerden biri kendi mezhebine ters düşen bir hadisle
karşılaştığında bakar: Şayet mutlak olarak veya sadece o konuda yahut meselede
içtihat etme şartları onda tam olarak mevcutsa, bağımsız olarak o hadisle amel
eder. Fakat bu şartlar onda tam olarak bulunmuyorsa ve hadise muhalefet için
kalbi tatmin edecek bir cevabı bulunmayıp, bu yüzden hadise muhalefet etmek ona
ağır geliyorsa, İmam Şafiî’den başka bir âlim de o hadisle amel etmişse, o da
onunla amel eder. Bu durum, kendi imamının mezhebini bırakma hususunda onun
için mazeret kabul edilir. Bu söylediği, bilinen güzel bir şeydir. Allah daha
iyi bilir.”
Burada İbn
Salâh’ın değinmediği başka bir mesele var.
O da şudur: Bu
kimse, hadisle amel eden birini bulamazsa, bu durumda ne yapacaktır?
Takiyyüddin es-Subkî: “Ma’nâ kavli’ş-Şafiî izâ sahha’l- hadîs” (c.3, s.102)
isimli kitabında bu soruya şu cevabı veriyor:
“Bu durumda en
doğru olan, hadisle amel etmektir. İnsan kendini Hz. Peygamber’in huzurunda ve
hadisi ondan işittiğini kabul etmelidir. Böyle olunca, hadisle amel etmekten
geri kalabilir mi? Allah’a yemin olsun ki, hayır… Herkes anladığı kadarıyla
amel etmekle mükelleftir.”
Bu konuda geniş bilgi ve
araştırmayı, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 302, 370) ve Fullânî’nin “Îkâzü himemi
uli’l-ebsâr li’l-iktidâi bi-seyyidil-muhâcirîn ve’l-ensâr ve tahzirihim
ani’l-ibtidâi’ş-şâi fi’l-kurâ ve’l-emsâr min taklîdi’l-mezâhib maa’l-hamiyyeti
ve’l-asabiyyeti beyne fukahâi’l-a’sâr” adlı kitabında bulabilirsin. Bu,
alanında eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin anlayarak ve üzerinde
titizlikle düşünerek bu kitabı okuması gerekir.
5- “Siz hadisleri ve ricali benden daha iyi
bilirsiniz. Sahih hadis olduğunda onu bana bildirin. Kûfeli, Basralı veya
Şamlı, hangi diyardan olursa olsun, sahih olduğunda ona gideyim.” Burada hitap
İmam Ahmed b. Hanbel’edir. Bkz. İbn Ebû Hâtim “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s.94-95); Ebû
Nuaym “Hilye” (9/106); Hatîb “İhticâc biş-Şâfiî” (8/1); ondan naklen İbn Asâkir
(15/9/1), İbn Abdülberr “İntikâ” (s.75); İbnü’l-Cevzî “Menâkibü’l-İmâm Ahmed”
(s.499); Herevî (2/47/2). Bunlar, üç ayrı senedle Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel’in, babasından, İmam Şâfiî’nin böyle dediğini naklettiğini rivâyet
etmişlerdir. Bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğu doğrudur. Bu yüzden İbn Kayyim
“İ’lâm” (2/325) ve Fullânî “Îkâz” (s.152)’de bu sözün İmam Şâfiî’ye ait
olduğunu kesin bir şekilde dile getirmişler ve şöyle demişlerdir:
“Beyhakî şöyle demiştir: Bu yüzden İmam Şafiî çoğunlukla hadisi esas almıştır.
O, Hicazlıların, Şamlıların, Yemenlilerin ve Iraklıların ilmini kendisinde
toplamıştır. Birini diğerine kayırmaksızın ve kendi beldesindeki halkın
mezhebine meyletmeksizin, kendine göre sahih olan hadisleri almış ve onlarla
amel etmiştir. Hakikat, başkasının veya kendisinden önce yaşamış olup da sadece
belde halkının mezhebiyle yetinip, muhalif olduğu hadislerin sağlamlık
derecesini öğrenmek için gayret göstermemiş olan âlimlerin görüşlerinde ortaya
çıkmış olsa da durum aynıdır. Allah bizi de, onu da bağışlasın.”
6- “Hadis âlimleri
tarafından benim görüşlerime aykırı olarak sahih hadis rivayet edilecek
olursa, ben hadise muhalif o görüşlerimden sağlığımda da, öldükten sonra da
vaz geçtim.” Ebû Nuaym, “Hilye” (9/107), Herevî (47/1), İbn Kayyim, “İ’lâmü’l-muvakkiîn”
(2/363), Fullânî (s.104).
7- “Hz. Peygamber’den (s.a.v.)
sabit olan sahih bir hadise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi
görürseniz bilin ki, aklım gitmiştir.” İbn Ebû Hâtim, “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s. 93);
Ebû’l-Kâsım es-Semerkandî, “Emâlî”; ondan nakille Ebû Hafs Müeddib, “Müntekâ”
(1/234); Ebû Nuaym “Hilye” (9/106) ve İbn Asâkir (15/10/1) sahih senedle
rivâyet etmiştir.
8- “Hz. Peygamber’in (s.a.v.)
hadisine muhalif olan bütün söz ve görüşlerimde, Hz. Peygamber’in (s.a.v.)
hadisi uyulmaya daha layıktır; beni taklit etmeyin.” İbn Ebû Hâtim (s.93); Ebû
Nuaym ve İbn Asâkir (15/9/2) sahih bir senedle rivâyet etmiştir.
9- “Benden duymamış olsanız dahi
Hz. Peygamber’den rivayet edilen her hadis benim görüşümdür.” İbn Ebû Hâtim
(s.93-94).
4- Ahmed b. Hanbel
İmam Ahmed’e gelince; o,
müçtehit âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve onlara en çok bağlanan
kişidir. Hadise bağlılıkta o kadar ileriydi ki, dinin ayrıntı ve reyle ilgili
konularında kitap kaleme alınmasını hoş görmezdi.” İbnü’l-Cevzî, “Menâkıb”
(s.192).
O, hadise bağlılık hususunda
şöyle demiştir:
1- “Beni taklit etme. Malik’i
de, Şafiî’yi de, Evzaî’yi ve Sevrî’yi de taklit etme. Onlar bilgiyi nereden
aldılarsa, sen de oradan al.” Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm”
(2/302).
Bir başka rivâyette şöyle demiştir:
“Dininde bunlardan hiç kimseyi taklit etme. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) ve
ashabından ne gelmişse, onu al ve onunla amel et. Onlardan sonraki nesil olan
tâbiûndan gelenlere gelince, kişi onların görüşleriyle amel edip etmemekte serbesttir.”
Bir keresinde de şöyle demiştir:
“İttibâ, kişinin, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) ve ashabından gelene tâbi olmasıdır.
Tabiûndan sonra kişi, dilediğine tâbi olmakta serbesttir.” Ebû Davud,
“Mesâilü’l-İmâm Ahmed” (s.276-277).
2- “Evzaî’nin görüşü, Malik’in
görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü... Bunların tümü birer görüşten ibarettir ve bana
göre hepsi eşittir. Delil sadece eserlerdedir.” İbn Abdülberr, “Câmi” (2/149).
3- “Kim Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) hadisini
kabul etmezse, o helâkın eşiğindedir.” İbnü’l-Cevzî (s.182).
İşte bunlar, müçtehit âlimlerin
sünnete sarılmayı emreden ve kendilerini basiretsiz bir şekilde taklit etmeyi
yasaklayan sözleridir. Bunlar yorum ve tartışma kabul etmeyecek derecede gayet
açık ve net sözlerdir. Bundan dolayı, sünnetle sabit olan bir şeyi yapan
kimse, böyle yapmakla o konuda kendi mezhep imamının bazı görüşlerine aykırı
düşse dahi, onun mezhebinden ve yolundan çıkmış olmaz. Tam aksine müçtehit
imamların hepsine birden tâbi olmuş ve kopması mümkün olmayan sağlam kulpa
tutunmuş olur. Ancak müçtehit âlimlerin görüşlerine aykırı olmasından ötürü,
sabit sünneti terk eden kimsenin durumu bundan farklıdır; o, âlimlere karşı
gelmiş ve onların yukarıda geçen sözlerine aykırı davranmıştır. Allah Teâlâ
şöyle buyuruyor:
“Hayır, Rabbine andolsun ki
aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin
hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” Nisa, 65.
“Bu sebeple, onun emrine aykırı
davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir
azap isabet etmesinden sakınsınlar.” Nur, 63.
Hafız İbn Receb (rah.a.) bu
konuda şöyle demiştir:
“Kendisine, Rasûlullah’ın
(s.a.v.) emrinin ulaştığı ve onu bilen her insanın yapması gereken ve onun
hakkında vacip olan şudur: İleri gelen bir âlimin görüşüne aykırı olsa dahi bu
emri halka duyurup açıklamak ve onlara öğüt verip, Hz. Peygamber’in emrini
yerine getirmelerini emretmek.
Çünkü Allah Rasûlü’nün emri, yüceltilmeye ve uyulmaya, bazı konularda yanılarak
sünnete aykırı düşebilen herhangi bir büyük âlimin görüşünden daha lâyıktır. Bu
sebeple sahâbîler ve onlardan sonra gelen nesiller, sahih sünnete aykırı
davranan herkesi eleştirmişler ve bazen bu eleştirinin dozunu çok
yükseltmişlerdir. Bu tutumu babalarına ve âlimlerine karşı da göstermişlerdir.
Nitekim Tahâvî “Şerhu Meâni’l-âsâr”da (1/372) ve Ebû Ya’lâ da “Müsned”inde
(3/1317) ravileri güvenilir olan sahih bir senedle Sâlim b. Abdullah b.
Ömer’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“Mescidde İbn Ömer’le
oturuyorduk. Derken Şamlılardan bir adam geldi ve ona temettü haccını sordu.
İbn Ömer: “Bu, güzel bir şeydir.” dedi. Adam: “Fakat baban bunu yasaklıyordu.”
dedi. İbn Ömer adama: “Yazıklar olsun sana! Babam bunu yasaklamış olabilir;
ama Resûlullah (s.a.v.) bunu yapmış ve yapılmasını emretmiştir. Şimdi sen Resûlullah’ın
emrine mi yoksa babamın yasağına mı uyarsın?” karşılığı verdi. Adam:
“Resûlullah’ın emrine uyarım.” dedi. İbn Ömer: “Artık git.” dedi. Bu rivâyetin
bir benzerini de İmam Ahmed (Hadis no: 5700) rivâyet etmiştir. Tirmizî de
“Şerhü’t-Tuhfeti” (2/82) bunu rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn
Asâkir (1/51/7) de İbn Ebû Zi’b’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Sa’d b.
İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf’ın oğlu), bir adam hakkında Rebia b. Ebû
Abdurrahman’ın görüşüyle hüküm verdi. Bu hüküm adamın aleyhine idi. Ben ona,
Resûlullah’tan, bu hükümle çelişen bir hadis aktardım. Bunun üzerine Sa’d,
Rebia’ya: “Bu İbn Ebû Zi’b’tir. Bana göre güvenilir bir ravidir. Bana,
Resûlullah’tan, verdiğim hükmün aksine bir hadis nakletti.” Dedi. Rebia ona:
“Sen içtihat ettin ve hükmün geçerli oldu.” dedi. Sa’d ise: “Ne acayip durum!
Ben Resûlullah (s.a.v.)’ın hükmününü bırakacağım, Sa’d’ın hükmüyle
hükmedeceğim, öyle mi?! Bilakis Sa’d’ın hükmünü bırakıyor ve Resûlullah
(s.a.v.)’ın hükmüyle hükmediyorum.” dedi. Ardından davayı yazdığı kağıdı
getirterek, onu yırttı ve adamın lehine hüküm verdi.”
Bunu ise, o insanlara kin ve
nefret duydukları için yapmamışlardır. Aksine onlar, sevip, değer verdikleri
insanlardır. Ancak gönüllerinde Hz. Peygamber’in sevgisi daha ileri ve onun
emri bütün yaratıkların emrinin üstündedir. Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) emri ile
başkalarının emri çatışınca, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) emri öne alınıp
uyulmaya daha lâyıktır. Yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olsa bile,
Allah Rasûlü’nün emrine muhalif
görüş bildiren âlimlere duyulan sevgi ve saygı, Hz. Peygamber’in emrine uymaya
engel olamaz. Bilakis o bu içtihadından dolayı ecir alacaktır. Çünkü Resûlullah
(s.a.v.): “Hakim için, içtihat ederek meseleyi veya davayı inceleyerek hüküm
verip isabet ettiği zaman iki ecir, yanıldığı zaman bir ecir vardır.”
buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî, Müslim ve başkaları rivâyet etmiştir.
Aksine yanlış içtihadının sorumluluğu
bağışlanmış olan o âlimler, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) görüşüyle
çeliştiği zaman kendi görüşlerinin aksine hareket edilmesini çirkin
görmemişlerdir.
Diyorum ki: Mademki yukarıda
geçtiği üzere müntesiplerine bunu emretmişler ve kendilerinin sünnete aykırı
görüşlerini terk etmeyi gerekli kılmışlarken, kendi görüşlerinin aksine
hareket edilmesini ne diye çirkin görsünler? Hatta İmam Şafiî kendi
müntesiplerine, kendisi onu almamış veya aksini almış olsa bile sahih sünneti
kendisine atfetmelerini emretmiştir. Araştırmacı büyük âlim İbn Dakik İyd,
dört imamdan herbirinin sahih hadise teker teker ve topluca muhalif olan
görüşlerini çok büyük bir cilt hâlinde biraraya getirdiği kitabının önsözünde
şöyle der:
“Bu meseleleri müçtehit âlimlere
atfetmek haramdır. Onları taklit eden fakihlerin, bunları onlara atfederek kendilerine
iftirada bulunmamaları için bu meseleleri bilmeleri gereklidir.” Fullânî
(s.99).
MEZHEB İMAMLARINA İTTİBA EDENLERİN SÜNNETE UYMAK İÇİN
ONLARIN BAZI GÖRÜŞLERİNİ ALMAMASI
Bütün bu sebeplerden
dolayı, müçtehit âlimlere bağlı olanlar (“(Onların) çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerdendir
Vakıa, 13-14), bağlı oldukları âlimlerin görüşlerinin hepsini almamışlardır.
Aksine onların pek çok görüşünü, sünnete aykırı olduğu anlaşılınca terk
etmişlerdir. Hatta Allah her ikisine de rahmet etsin, İmam Muhammed b. Hasan
ve İmam Ebû Yusuf, “Hanefi mezhebinin üçte biri kadar konuda” hocaları Ebû
Hanife’ye ters düşmüşlerdir. Fıkhın ayrıntı meselelerini konu edinen kitaplar,
bu durumu açıkça ortaya koyan belgelerdir. İmam Şafiî’nin yolunu izleyen
Müzenî ve başkaları için de benzer sözler söylenmektedir. Bunların
örneklerini aktarmak, sözü uzatacağı gibi bizi anlatımı kısa tutma
hedefimizden de saptırır. Bu nedenle sadece iki örnek vermekle yetineceğiz:
1- İmam Muhammed
“Muvatta” adlı kitabında şöyle der (s.158): “Ebû Hanife’ye gelince, Allah ona
rahmet etsin; ona göre, yağmur duasında namaz yoktur. Bize göre ise; imam
cemaate iki rekât namaz kıldırır, dua eder ve cübbesini ters giyer.”
2- İmam Muhammed’in
arkadaşlarından ve İmam Ebû
Yusuf’un öğrencilerinden İsam b. Yusuf Belhî. “O da çoğunlukla Ebû Hanife’nin görüşlerinin
tersine fetva veriyordu, çünkü onun delilini bilmiyordu. Başkasının delilini
görüyor ve o delil gereğince fetva veriyordu.” Bu sebeple “rükûya
giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırıyordu.”
Nitekim Allah Rasûlü’nden
(s.a.v.) gelen mütevatir sünnette de durum budur. Bu yüzden üç imamın bu
sünnete muhalif görüş bildirmiş olmaları, onu bu sünnetle amel etmekten
alıkoymamıştır. Yukarıda geçtiği üzere, dört mezhep imamının ve başka
âlimlerin de tanıklıklarıyla, her bir müslümanın yapması gereken de işte budur.
Özetleyecek olursak; mezhep müntesiplerinden hiç
kimsenin bu kitabın metodunu kötüleme ve mezhebe muhalif olduğu iddiasıyla
içindeki sünnetlerden istifadeyi terk etme yönünde bir girişimde
bulunmayacağını umarım. Bilakis müçtehit imamların, sünnetle amel etmenin vacip
olduğuna ve sünnete muhalif görüşlerinin terk edilmesine dair yukarıda geçen
sözlerini hatırına getirmesini dilerim. Şunu bilsin ki, bu metodu kötülemek,
hangisi olursa olsun, taklit ettiği imamı kötülemesi demektir. Zira biz
yukarıda da açıkladığımız üzere bu metodu onlardan aldık. Kim, bu yolda
onların yol göstericiliğinden yüz çevirirse, o büyük bir tehlikeyle karşı
karşıyadır. Çünkü bu tavır beraberinde, sünnetten yüz çevirmeyi getirir.
Halbuki bize, anlaşmazlık durumunda sünnete başvurmamız ve onun hükmüne teslim
olmamız emredilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda
seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın
(onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” Nisa, 65
Allah’tan, bizleri,
haklarında şöyle buyurduğu kullarından yapmasını niyaz ederim: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve
Rasûlü'ne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak “İşittik ve itaat
ettik” demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve
Rasûlü'ne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl
bunlar mutluluğa erenlerdir.” Nur, 51-52.
Ey Rabb'imiz. Bize dünyâda da bir güzellik ver, âhirettede
bir güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru”(Bakara: 201).
“Ey Rabb 'imiz! Hesâb günü, ayağa kalkacağımız gün bana, ana
ve babama ve bütün imân edenlere mağfireteyle” (İbrâhîm:41).
Velhamdulillahi Rabbil Alemin Vesselâtü
Vesselâmü Alâ Rasûlünâ Muhammed'in Ve Alâ Âlihî Ve Sahbihî Ecmaîn
Ehli Sünnetin Esasları
- İmam Ahmed Bin Hanbel
Ebu Ya’la el Hanbeli der ki; “Bu (kitabı) aramak için Çin’e
bile yolculuk yapılsa, yine az gelirdi.”
İmam Ahmed r.a. dedi ki; “İndimizde sünnetin esasları
şunlardır;
1-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve ashabının üzerinde bulundukları
şeye sıkı sarılmak
2-
Onlara uymak
3-
Bidatleri terk etmek
4-
Her bidati dalalet (sapıklık) olarak bilmek
5-
Heva ehli bidatçilerle tartışmayı ve onlarla oturmayı terk etmek.
6-
Dînî hususlarda çekişmeyi, tartışmayı ve düşmanlığı terk etmek
7-
Bize göre sünnet; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet
edilenlerdir.
8-
Sünnet, Kur’an’ı tefsir eder ve Kur’an’ın delilidir.
9-
Sünnette kıyas olmaz, ona darbı mesel yapılmaz, heva ve akıllar onu tam olarak
kavrayamaz. Şüphesiz bu ancak tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir.
11-
Sünnetin gereklerinden bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun
ehlinden olamaz.
12-
Kadere hayrı ve şerri ile iman etmek, bu konudaki hadisleri tasdik etmek,
onlara inanmak gerekir. “niçin?” “nasıl?” diye sorulmaz. Ona iman ve tasdik
ancak budur. Hadisin açıklamasını bilmeyen, ona akıl erdiremeyen, bunun
hükmünde iman etmek ve teslim olmak ile yetinir. Böyle bir kimsenin, “sadıkul
masduk”’un hadisinde, kader, rü’yet, Kur’an gibi konularda varid olan
sünnetlerde konuşmaktan yasaklanmıştır. Sünnetle konuşsa bile, tartışmayı
bırakıp teslim oluncaya ve gelen rivayetlere iman edinceye kadar Ehli Sünnet
ashabından olamaz.
13-
Kur’an Allah Kelamıdır, mahluk değildir. “O mahluk değildir” demekte gevşeklik
gösterilmez. Şüphesiz Allah’ın Kelamından hiçbir şey mahluk değildir. Bu konuda
tartışmaya girmekten sakın! Onun lafzı ve başka şeyler hakkında konuşan
veya “Mahluk mu değil mi bilmem.”
Diyerek tevakkuf eden de, “O mahluktur” diyen de bidat sahibidir. Şüphesiz o
ancak Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir.
14-
Allah’ın kıyamet gününde görüleceğine iman etmek. Nitekim bu Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih hadislerle gelmiştir.
15-
Şüphesiz peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini görmüştür. Bu,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiştir. Bunu Katade,
İkrime’den, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. El Hakem,
Eban’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Yine Ali Bin
Zeyd, Yusuf bin Mihran’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet
etti. Bize göre bu hadis Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den zahirinde
geldiği gibidir. Bu konuda kelama dalmak bidattir. Lakin biz zahirinde geldiği
gibi iman eder, bu konuda kimseyle tartışmayız.
16-
Kıyamet gününde mizana iman ederiz. Geldiği gibi; kul kıyamet gününde tartılır
da sivri sinek kadar ağırlık taşımaz. Eserde geldiği gibi kulların amelleri
tartılır. Ona iman ve tasdik etmek, bunu kabul etmeyenden uzaklaşmak ve
tartışmayı terk etmek gerekir.
17-
Şüphesiz Allah, kıyamet gününde kullarıyla arada bir tercüman olmadan
konuşacaktır. Buna iman edilir ve tasdik edilir.
18-
Havz’a iman etmek gerekir. Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
kıyamet gününde, ümmetinin ona uğrayacağı bir havzı olacaktır. Genişliği de
boyu gibi bir aylık mesafedir. Üzerindeki kapların sayısı gökteki yıldızlar
kadardır. Bundan başka bu konudaki sahih olan haberlere iman ederiz.
19-
Kabir azabına iman etmek gerekir.
20-
şüphesiz bu ümmet kabirlerinde imtihan olunacak, imandan, islamdan, rabbinin
kim olduğundan, peygamberinin kim olduğundan sorulacaklardır. Allah nasıl
dilemiş ve nasıl murad etmişse o şekilde münker ve nekir melekleri gelecektir.
Buna iman ve tasdik ederiz.
21-
kömür gibi oluncaya kadar cehennemde yandıktan sonra bir kavmin Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle oradan çıkacaklarına iman etmek.
Onlara cennetin kapısındaki nehre girmeleri emrolunur. Bu Allah nasıl dilerse
öyle olur. Buna ancak iman eder ve tasdik ederiz.
22-
Mesih Deccal’in çıkacağına, iki gözünün arasında kafir yazılı olacağına iman
etmek. Bu konuda hadisler gelmiştir. Bunların olacağına iman etmek gerekir.
23-
şüphesiz Meryem oğlu İsa aleyhisselam, nüzul ederek deccali Lüd kapısında
öldürecektir.
24-
İman kavil ve ameldir. Artar ve eksilir. Tıpkı rivayette; “İman bakımından
müminlerin en kamili, ahlakça en güzel olanıdır” buyrulduğu gibi.
25-
“Kim namazı terk ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel
yoktur.” Kim namazı terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal
kılmıştır.
26-
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu
Bekr es Sıddık, sonra Ömer bin el Hattab, sonra Osman bin Affan radıyallahu
anhumdur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabının öne geçirdikleri
gibi biz de bunları öne geçiririz. Bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Bu üçünden
sonra beş şura ashabı; Ali bin Ebi Talib, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve
Sa’d radıyallahu anhum gelir. Bunların hepsi hilafet için uygundur. Hepsi de
imamdır. Bu konuda mezhebimiz İbni Ömer radıyallahu anhuma hadisidir;
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken, ashabı şöyle sıralanırdı;
Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra susardık.” Bundan sonra Muhacirlerden
ve Bedir ehlinden olan şura ashabı gelir. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in Ensar’dan olan Bedir ehli ashabı gelir. Bundan sonra hicretteki
önceliklerine göre sıralanırlar.
27-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sahabelerinden sonra insanların en
üstünleri, O’nun gönderildiği asırda yaşayıp, O’nunla bir sene, veya bir ay,
veya bir gün veya bir saat sohbet eden veya O’nu gören her bir sahabedir.
O’nunla beraber sahabelik yapan, onu işiten ve onu gören, sahabeliğine göre
sıralanır. Onların sahabelik bakımından en altta olanı, topladığı bir çok
amellerle Allah’a kavuşsa bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i
görmeyenlerden üstündür. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabelik
edenler, O’nu görmüşler, onu dinlemişlerdir. Onu gözüyle görüp iman eden kimse,
bir saatlik görse de, sahabeliği sebebiyle, bütün hayırlı toplamış olan
tabiinden üstündür.”
28-
İyi de olsa, günahkar da olsa ümmetin, insanların etrafında toplanıp razı
oldukları, ve kılıçla halifeliğini kabul ettikleri, müminlerin hilafet
makamındaki emirini dinleyip itaat etmeleri gerekir.
29-
Kıyamet gününe kadar iyi ve facir emirlerle birlikte gazaya çıkmak terk
edilmez.
30-
Fey’in taksimi ve hadlerin ikamesi imamlara aittir. Hiç kimse onlara bu hususta
hakaret edemez ve onlarla çekişemez.
31-
Zekatları onlara vermek caiz ve geçerlidir. Zekatını onlara veren kimsenin
zekatı, imamları iyi yada facir olsun yerini bulur.
32-
halifenin ve onun tayin ettiği kimsenin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir,
tamdır ve iki rekat olarak kılınır. Bu namazı eksik görüp iade eden bidatçidir,
eserleri (hadisleri) terk ederek sünnete muhalefet etmiş olur. İmamların
iyisinin ve facirinin ardında namaz kılmayı caiz görmezse, o kimseye Cuma’nın
faziletinden bir nasip yoktur. Sünnet ise, namazı onlarla beraber iki rekat
olarak kılmaktır. Bu eksiksiz bir namazdır, gönlünde bu hususta bir şüphe
olmasın.
33-
İnsanların, ister halifeliğini razı olarak kabul ettikleri, ister zorla
etrafında toplanmış oldukları Müslüman ümmetten olan bir İmam’a karşı çıkan
kimse, Müslümanların birliğini bozmuş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den gelen rivayetlere muhalefet etmiş olur. Bu şekilde ölürse cahiliye
üzere ölmüş olur.
34-
Sultana karşı savaşmak helal değildir ve insanlardan hiç kimsenin onlara karşı
çıkması caiz değildir. Kim böyle yaparsa sünnetin ve doğru yolun haricinde bir
bidatçidir.
35-
Kişinin canına ve malına saldırırlarsa, canını ve malını korumak için
hırsızlara ve haricilere karşı savaşmak caizdir. Gücü yettiği kadar onlara
karşı kendini müdafaa eder. Onlar bırakıp giderlerse onları takip etmez. Bunu
ancak Müslümanların imamı yapabilir. Kişinin sadece bulunduğu yerde kendisini
savunması ve kimseyi öldürmemeye niyet etmesi gerekir. Şayet canını ve malını
müdafaa esnasında saldırganı öldürürse Allah’tan uzak olanı öldürülendir. Şayet
canını ve malını savunurken öldürülecek olursa, hadislerde geldiği gibi o
kimsenin şehid olmasını umarım. Bu konudaki bütün hadisler, saldırgan ile
çarpışmayı emreder fakat, onu öldürmeyi ve arkasını takip etmeyi emretmez. Eğer
onu yaralarsa veya esir alırsa o öldürülmez. Ona had cezası da uygulanmaz. Onun
durumu Allah’ın kendisine yetki verdiği kimseye havale edilir ve buna o
hükmeder.
36-
kıble ehlinden herhangi bir kimsenin işlediği bir amel sebebiyle onun cennetlik
veya cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih kimse için ümit besleriz ve
günahkar kimse için de korkar, onun için Allah’ın rahmetini umarız.
37-
kim Allah’ın huzuruna cehennemi gerektiren bir günahta ısrar etmemiş ve ondan
tevbe etmiş olarak çıkarsa, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. O,
kullarının tevbesini kabul edendir, kötülüklerini bağışlayandır.
38-
bu günahından dolayı kendisine had uygulanmış olarak Allah’ın huzuruna çıkan
kimseye gelince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayette
olduğu gibi, onun günahına kefaret olur.
39-
ceza gerektiren bir günaha tevbe etmeden Allah’ın huzuruna çıkan kimseyi, Allah
dilerse azab eder, dilerse bağışlar.
40-
kafir olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimse azaba uğrar, bağışlanmaz.
41-
evli iken zina eden kimse bunu itiraf ederse veya zina ettiğine dair delil
ortaya konursa, onun recm edilmesi haktır.
42-
nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem recim cezası uygulamıştır.
43-
Raşid imamlar da recim cezasını uygulamışlardır.
44-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birini küçük gören
veya yaptığı bir şeyden dolayı onlardan birine buğzederek kötülüklerini dile
dolayan, ashabın hepsini rahmetle anmadıkça ve kalbi onlar için selim olmadıkça
bidatçi olur.
45-
Nifak küfürdür. Bu; kişinin Allah’ı inkar etmesi ve O’ndan başkasına ibadet
etmesidir, bununla beraber müslümanmış gibi görünmesidir. Tıpkı Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki münafıklar gibi.
46-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Şu üç şey kimde bulunursa o
münafıktır” hadisine gelince, bu vebalin ağırlığını anlatmak içindir. Bunları
öylece rivayet ederiz, yorum yapmayız.
47-
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Benden sonra birbirinizin
boyunlarını vurarak sapık kafirlere dönmeyin” hadisi, “iki Müslüman kılıçlarıyla
çarpışırsa öldüren de, öldürülen de ateştedir” hadisi ve “Müslüman sövmek
fasıklık, onu öldürmek küfürdür” hadisi, “kim kardeşine ey kafir derse bu küfür
ithamı ikisinden birini bulur” hadisi ve “zayıf bir ihtimal ile dahi olsa
nesebden uzak olduğunu belirtmek, Allah’ı inkardır” hadisine gelince;
48-
bu ve bunlar gibi sahih olarak ezberlenmiş hadislere, yorumunu bilmesek de
teslim oluruz. Bunlar hakkında konuşup mücadeleye girmeyiz. Bu hadisleri ancak
böyle rivayet edilen hadislerle açıklarız. Bunları en uygun olan anlamına
hamlederiz.
49-
Cennet ve Cehennem Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen; “Cennete
girdim ve orada bir köşk gördüm”, “Kevseri gördüm”, “Cennet halkının çoğunun
şunlar şunlar olduğuna muttali oldum..”, “Cehennem’e şöyle muttali oldum..”
hadislerinde olduğu gibi yaratılmışlardır, şuan mevcutturlar. Kim onların
yaratılmamış olduğunu iddia ederse Kur’anı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in hadislerini yalanlamış olur. Böyle bir kimsenin cennete ve cehenneme
de inandığını sanmam.
50-
Kim kıble ehli bir muvahhid olarak ölürse, onun cenaze namazını kılarız ve onun
için bağışlanma dileriz. İşlediği küçük yada büyük günah sebebiyle onun cenaze
namazını ve ona bağışlanma dilemeyi terk etmeyiz. Onun işini Allah’a havale
ederiz.
000000000000------------00000000000000
FIKHUL EKBER ASIL ŞERHİ METNİ
Ebû Hanîfe
-Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Kûfî “Fıkh-ı Ekber” adlı kitabına şu sözleri ile başlamıştır:
Tevhidin
aslı ve itikatta sağlam dayanak mükellefin söylemesi farz olan şu esaslardır:
Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeğe,
kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, inandım.
“Allahu
Teâlâ zatında birdir. Fakat bu birliği
sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir.”
Allah azze
ve celle İhlâs sûresinde şöyle buyuruyor:
“De ki: O, Allah birdir.Allah sameddir.O,
doğurmamış ve doğmamıştır.Onun hiçbir dengi yoktur..”
Allah'ın
yarattığı şeylerden hiçbir varlık ona benzemez.
Allah azze
ve celle geçmişte ve gelecekte Zatî ve Fi’lî sıfatlar ile vasıflanmıştır.
Allah'ın
Zatî sıfatları şunlardır: Hayat, Kudret, İlim, Kelâm, Semi', Basar, İrade.
Allah'ın
fi'lî sıfatları ise tahlîk, terzîk, inşâ, ibda', sun', ihya, ifna, inbat,
inmâ, gibi iş ile ilgili olan sıfatlardır. Tahlîk, yaratmak demektir. Tarzîk,
yaratıkları rızıklandırmaktır. İnşâ ilk başta yaratmak, ibda',
eşsiz bir şekilde yaratmaktır. Sun', Allah'ın sanatı demektir. İhya
diriltmek, ifna yok etmek, inmâ büyütmek, üretmek; tasvir
eşyaya şekil vermek demektir.
Allah
Teâlâ'nın isimleri ve sıfatları vardır. O'nun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı
hadis değildir.
Yâni Allah'ın bütün
sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı yoktur. Ebedîdir, sonu yoktur.
Allah
Teâlâ'nın ilim sıfatı ile eşyayı bilmesi gerçektir. İlim sıfatı ezelde Allah'ın
sıfatıdır.
Allah her
şeyi ezelî sıfatı olan bilgisi ile bilir, cehaleti doğuran bilgi ile değil.
Allah'ın ilmi ezelidir, ebedîdir, ziyade ve noksanı kabul etmekten
münezzehtir. Bilgi sahiplerinin bilgisi böyle değildir. Artma ve eksilme kabul
eder.
Allah
Teâlâ'nın isimleri ve sıfatları vardır. O'nun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı
hadis değildir.
Yâni
Allah'ın bütün sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı yoktur. Ebedîdir,
sonu yoktur.
Kudret sıfatı ile Allah'ın her şeye gücü yeter. Kudret
sıfatı Allah'ın ezelî sıfatıdır.
Allah'ın
sıfatları, ezelde yaratılmış değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış
olduğunu söyleyen, yahut bu konuda duraklama gösteren, yahut şüpheye düşen
kimse kâfir-i billâhtır.
Kur'an-ı
Kerîm, mushaflarda yazılıdır, kalblerde mahfuzdur, lisanlarda okunan kelâmdır.
Kur'an-ı
Kerim, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallellahu aleyhi vesellem üzerine
indirilmiştir.
Bizim
Kur'an'ı telâffuz edişimiz yaratılmıştır. Kur'an'ı yazmamız ve onu okumamız da
yaratılmıştır.
Allah'ın Kelâmı
Nefsisi olan Kur'an Allah kelâmıdır, yaratılmış değildir.
Allah azze ve celle'nın Kur'an'da, Musa aleyhisselâm'dan,
diğer peygamberlerden, Firavun'dan ve şeytan'dan bahsettiği hususların hepsi
Allah Teâlâ'nın kelâmıdır. Onlardan haber vermektedir.
Allah
Teâlâ'nın kelâmı yaratılmış değildir. Mûsa aleyhisselâm ve diğer yaratıkların
sözleri ise yaratılmıştır. Kur'an, Allah
Teâlâ'nın Kelâmıdır, onların sözü değildir.
Musa
âleyhisselâm, Allah Teâlâ'nın kelâmını işitmiştir. Bu konuda Allah azze ve
celle şöyle buyuruyor:
“Ve Allah Musa ile vasıtasız konuştu.”
Musa ile konuşmadan önce Allah Teala Mütekellim idi yani
konuşan idi. Allah Teala mahlukatı yaratmadan öncede yaratıcı idi.
Sonra Allah
azze ve celle'nın:
“Hiçbir şey Allah gibi değildir.”
Allah; Musa aleyhisselâm ile konuşunca, ezelde kendisinin
sıfatı olan Kelâm ile konuşmuştur.
Allah ın bütün sıfatları mahlukun sıfatlarının hilafınadır.
Kelâm sıfatı Allah Teâlâ'nın sıfatlarındandır.
Allah'ın
bütün sıfatları ezelde vardır. Yaratıkların sıfatları böyle değildir. Allah
bilir, fakat bizim bilgimiz gibi değil. Allah'ın gücü yeter, fakat bizim
gücümüz gibi değil. Allah görür, fakat bizim gördüğümüz gibi değil. Allah,
konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Bizler âletler, uzuvlar ve harfler
yardımı ile konuşuruz. Allah Teâlâ ise aletsiz ve harfsiz olarak konuşur.
Harfler yaratılmıştır. Allah Kelâmı ise yaratılmış değildir.
Allah azze ve celle bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi
değildir. Burada Allah bir şeydir, sözünden kasdedilen, yani Allah zatı ile ve
sıfatı ile vardır. Ancak Allah Teâlâ, zat ve sıfat bakımından yaratılmış eşya
gibi değildir.
Allah
Teâlâ'nın diğer eşyaya benzemeyen bir şey olduğunu ifade etmenin manası,
cisimsiz, cevhersiz ve arazsız olarak varlığını ispat etmektir.
Allah Teâlâ'nm sınırı yoktur. Zıddı yoktur. Benzeri yoktur.
Onun gibisi yoktur.
Allah
Teâlâ'nın zatına ve sıfatına lâyık bir şekilde eli vardır, yüzü vardır, nefsi
vardır. Allah'ın Kur'an'da zikrettiği yüz, el, ve nefs kelimeleri bunların
hepsi keyfiyetsiz olarak Allah'ın sıfatlarıdır.
Elden
maksat
Allah'ın kudreti, yahut nimetidir, denilemez. Zira bu türlü tevillerde
Allah'ın sıfatlarını iptal vardır. Allah'ın sıfatlarını iptal ise Kaderiye ve
Mutezile taifesinin sözleridir. Lâkin Allah'ın eli, keyfiyetsiz olarak sıfatıdır.
Allah'ın gazap ve rızası da yine keyfiyetsiz olarak Allah'ın sıfatlarıdır.
Yâni bu sıfatların nasıl olduğunu biz bilemeyiz, ancak Allah kendisi bilir.
Allah Teâlâ,
eşyayı, hiçbir şey olmaksızın maddesiz olarak yaratmıştır.
Eşya var olmadan evvel Allah Teâlâ, ezelde eşyayı biliyordu.
Eşyayı
takdir eden ve takdirine göre hüküm veren
Allah'tır.
Dünyada ve
âhirette Allah'ın dilemesi, kaderi, kazası, bilgisi yazgısı ve Levh-i Mahfuz'da
yazısı olmaksızın hiçbir şey var olmaz. Ancak, Allah'ın yazması, o şeyi vasf
etme şeklinde olup hükmetmek suretiyle değildir.
Kaza, kader
ve meşîet sıfatları keyfiyetsiz olarak Allah Teâlâ'nın ezeldeki sıfatlarıdır.
Allah Teâlâ,
yok olan şeyi yokluk halinde yok olarak bilir. Ve o şeyi var ettiği zaman nasıl
olacağını da bilir. Var olan şeyi, varlık halinde mevcut olarak bilir. Yine
Allah Teâlâ, var olan şeyin nasıl yok olacağını bilir. Allah Teâlâ, ayakta
olanı ayakta bilir, oturduğu zaman oturma halinde bilir. Allah'ın bilgisinde
bir değişiklik olmaz. Allah için sonradan bir bilgi de hasıl olmaz, ancak
sonradan kulların durumlarında değişiklik meydana gelir.
Allah Teâlâ,
yaratıkları, küfür ve imandan boş olarak yarattı, sonra onları emir ve yasaklar
ile muhatap kıldı. Kâfir olan kendi işiyle ve inkârıyla kâfir oldu, Allah,
yardımını ondan esirgeyerek kâfir oldu. İman eden de kendi fiili, ikrar ve
tasdiki ile iman eder. Allah ona yardım edip imanda muvaffak kılar.
Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ın zürriyetini, küçük zerre
şeklinde, Âdem aleyhisselam'ın neslinden yaratmış, onlara akıl vererek hitab
etmiş, emir ve yasaklarda bulunmuştur. Kullar da, O’nun Rableri olduğunu ikrar
etmişlerdir. Kulların bu ikrarları iman olmuştur. Bu sebeple bütün kullar, bu
İslâm fıtratı üzerine doğarlar.
İmandan
sonra her kim Allah'a olan sözünü bozarak küfreder fıtri olan imanını
değiştirmiş olur. Kim imanını açıklarsa ve bu açıklamasını kalbi ile tasdik
ederse, İslâm dini üzere sabit olur ve devam eder.
Allah Teâlâ,
yarattıklarından hiçbirini küfür, yahut iman üzerine zorlamamıştir.
Allah Teâlâ,
kulların hiç birini mümin, yahut kâfir olmaya zorlamadığı gibi, yaratırken
mümin, yahut kâfir olmaya zorlayarak yaratmamıştır. Belki Allah kullarını
şahıslar olarak yaratmıştır. İman ile küfür, kulun kendi işleridir. Allah
Teâlâ, kâfir olanı küfür halinde iken kâfir olarak bilir. Küfrü irtikab
ettikten sonra iman ederse, ilminde ve sıfatında bir değişiklik olmaksızın iman
halinde mümin olarak bilir.
Kulların,
hareket ve durma gibi bütün işleri hakikaten kendi kazançları mahsulü olan
işlerdir. Allah Teâlâ ise o işlerin yaratıcısıdır.
Kulların
bütün işleri Allah'ın dilemesi, bilgisi, kazası ve kaderi ile meydana gelir.
Tâat ve ibadetlerin hepsi Allah'ın emri, mahabbeti rızası, bilgisi, dilemesi,
kazası ve kaderi ile sabit olur. Bütün kötülükler de Allah'ın bilgisi, kazası,
takdiri ve dilemesiyle olur. Fakat, Allah Teâlâ bunlara razı değildir, bu
işleri istemez.
Bütün
Peygamberler küçük ve büyük günah işlemekten, küfürden ve çirkin işlerden
korunmuşlardır.
Peygamberlerden
bir kısmının bazı kusur ve hataları olmuştur.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah'ın elçisidir.
Nebisidir. Kuludur. Seçtiğidir. Göz açıp kapayıncaya kadar zaman dahi Allaha
şirk koşmamıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem büyük-küçük Hiç Bir
Günah İşlememiştir.
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanların en faziletlisi Ebû Bekr, sonra
Ömer b, Hattab, sonra Osman b. Affan, sonra Ali b. Ebû Tâlib -Allah onlardan
razı olsun-.
Geçmişte
olduğu gibi bu dört halife hak üzerinde bakîdirler. Hak ile beraber daimdirler.
Onların hepsini severiz.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabîlerini
yalnız hayır ile anarız.
Ne kadar
büyük olursa olsun, helâl olduğuna inanmadıkça hiçbir müslüman, işlediği
herhangi bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz, îman ismini onlardan yok etmeyiz.
Biz, büyük
günah işleyen kimseye gerçekten mümin deriz. Bir kimsenin kâfir olmaksızın
fâsık bir mümin olması caizdir.
Mestler
üzetine mesh etmek sünnettir.
Ramazan
ayında Teravih namazı kılmak sünnettir.
Müminlerden Allah'a itaat eden ve etmeyen herkesin arkasında
namaz kılmak caizdir.
Biz, Mümine
işlediği günahlar zarar vermez demiyoruz; işlediği günah sebebiyle Cehennem
ateşine girmez, demiyoruz; fâsık da olsa dünyadan mümin olarak çıktıktan sonra
Cehennemde ebediyyen kalacak, demiyoruz.
Murcie taifesinin söylediği gibi, demiyoruz ki, yaptığımız
iyilikler kabul edilmiştir, kötülükler de affedilmiştir. Ancak biz şunu
söylüyoruz: Şartlarına uygun bir şekilde açık ayıplardan ve gizli kusurlardan
uzak kalarak kim iyi bir amel işlerse ve dünyadan çıkıncaya kadar yaptığı bu
ameli iptal etmezse, Allah Teâlâ onun bu amelini zayi etmez, belki fazlı ve
Keremi ile bu ameli kabul edip mükâfatlandırır. Allah'a eş koşmaktan başka
mümin olarak fakat tevbe edemeden öldüğü kötülükleri ise Allah Teâlâ'nın
dileğindedir. İsterse, affeder, dilerse azab eder. Fakat ebedî olarak Cehennem
ateşinde bırakmaz. Herhangi bir amelde gösteriş, yahut yaptığı işte kendini
beğenmek gibi haller vuku bulursa, o amelin mükâfatını iptal eder.
Peygamberler
için mucizeler, veli kullar için de kerametler haktır.
Hadislerde haber verildiği üzere, Firavun, İblis, Deccal
gibi Allah düşmanlarında görülen harikalara mucize adını vermeyiz. Bunlara,
ihtiyaçlarının giderilmesi ismini veririz.
Allah'ın
düşmanları, kendilerine verilen bu harikalar ve nimetler sebebiyle değişirler
ve isyanlarını yahut küfürlerini artırırlar. Bunların hepsi caiz ve mümkündür.
Allah Teâlâ, hiç bir şeyi yaratmadan evvel de yaratıcı idi.
Kimseye rızık vermeden evvel de rızık verendi.
Allah Teâlâ ahirette görülecektir. Müminler Allah Teâlâyı
cennette teşbihsiz ve keyfiyetsiz görecektir. Müminler Allah Teâlâ'yı
gördükleri zaman, yakınlık ve uzaklık bakımından bir sınır içinde bulunmayacak.
İman, dil ile ikrar, kalb ile tasdikten ibarettir.
(Ebu Hanife burada ehli sünnete muhalif kalmıştır. İman kalp
ile tastik dil ile ikrar azalar ile ameldir. Artar ve eksilir.)
Gök ve yer
ehlinin imanı ne artar, ne eksilir.
Bütün müminler iman ve tevhid noktasında eşittirler. Ancak amel bakımından
farklıdırlar.
İslâm,
içtenlikle Allah'ın emirlerine teslim olmak, görünüşte de boyun eğmektir.
Lügatte ise iman ile İslâm arasında fark vardır. Fakat İslâmsız iman olmaz,
imansız da İslâm olmaz. Bunlar insanın sırtı ile karnı gibidir.
Din, iman
ile islâmın her ikisine verilen isimdir. Bütün şeriatlara da din denilir.
Allah Teâlâ'yı, kendini tanıttığı şekilde, hakkıyle tanırız.
Hiçbir kimse, Allah Teâlâ'ya lâyık olduğu şekilde ibadet
etmeğe güc yetiremez. Ancak emrettiği şekilde O'na ibadet eder.
Allah'ı
tanımada, din işleri ile ilgili kesin bilgide, Allah'a tevekkülde, Allah ve
Rasûlünü sevmede, kaza ve kaderine rıza göstermede, Allah'ın azabından
korkmada, rahmetini ummada ve iman hususunda bütün müminler eşittirler. Ancak
tasdik ve ikrarın dışında amel, derece ve makam yönünden farklılık
gösterirler.
Allah Teâlâ, kullarından bazılarına fazlı ile muamele eder.
Bazılarına da adaletiyle muamele eder. Bazen dilediği kullar için lâyık
olduğunun kat kat üstünde sevabı fazlı ile ve keremi ile verir. Kulun günahına
karşılık adaleti ile yalnız lâyık olduğu cezayı verir. Bazı kullarına azab
etmeyip fazlı ile affeder.
Peygamberlerin
ve bizim Peygamberimizin müminlerin günahkârlarına ve büyük günah işleyenlere
şefaat etmeleri haktır.
Kıyamet gününde amellerin özel bir tartı aleti ile
tartılması haktır.
Kıyamet
gününde hasımlar arasında kısas haktır.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallellahu aleyhi
vesellem'in havzı haktır. Cennet ve Cehennem de şimdi yaratılmışlardır.
Cennet ve
Cehennem ehlinin hayatları sona ermeyecek, ebediyen kalacaklardır.
Allah'ın sevabı da azabı da ebediyyen fani olmaz.
Allah Teâlâ
fazlı icâbı dileyeni doğru yola iletir, adaleti icabı dileyeni saptırır.
Allah'ın
saptırması, kuluna yardım etmemesidir. Allah Teâlâ, kendi yolunu istemeyen,
küfür ve isyan da bulunmak isteyen kullarını razı olduğu amellere muvaffak kılmaz.
Bu da Allah'ın adaleti icabıdır.
Allah Teâlâ
kimi hidayet yolunda bırakmak isterse, kalbini Tevhid inancı için genişletir
ve nurlandırır. Bunun alâmeti ölmeden evvel âhiret için hazırlanmak, gurur evi
olan dünya hayatından uzaklaşmak ve ebedî kalış yurduna intisab etmektir.
Sapıklığı isteyen kişiye yardım etmemesi adaleti icabı
olduğu gibi böyle kimselere yaptıkları kötülükten dolayı azab etmesi de adaleti
icabıdır. Biz demiyoruz ki, şeytan mümin kulun kalbinden imanı zorla yok eder.
Ancak biz diyoruz ki: Kul kendi arzusu ile imanı terk eder. Terk edince şeytan
onu bu kuldan yok eder.
Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru sorması haktır.
Kabirde ruhların kullara iadesi de haktır. Kabrin kafirler
için daralması ve gerek kâfirlere gerekse müslimlerin bir kısmına kabirde azab
edilmesi haktır.
İlim adamlarının söyledikleri gibi, Allah'ın sıfatlarını,
Arapçadan başka sözlerle, meselâ, farsça ile söylemek caizdir.
Yaratıklara benzetmeksizin ve bir keyfiyet belirtmeksizin
Allah'ın yüzü manasında “Rûy-i Huda”demek caizdir.
Yani ilim adamlarının çeşitli lügatlerle zikrettikleri gibi,
Allah'ın isim ve sıfatlarında yabancı dillerdeki karşılığını bizler de Allah
Teâlâ hakkında zikredebilir, onlara uyabiliriz.
Ancak, Kitap ve Sünnette geldiği üzre “Allah'ın eli”
manasında (Yedullah) tâbirini farsça, yahut başka bir yabancı dille zikretmek
caiz değildir.
Allah
Teâlâ'ya yakınlık ve uzaklık, mesafe uzunluğu ve kısalığı manasında olmadığı
gibi,keramet ve alçaklık ihsan ve zillet manasında da değildir.
Ancak
Allah'a itaat eden keyfiyetsiz olarak O'na yakındır; isyan eden de yine
keyfiyetsiz olarak O'ndan uzaktır.
Uzaklık,
yakınlık ve yönelme halleri Allah Teâlâ'ya yalvaran kulda da bulunur.
Cennette
Allah Teâlâ'ya komşu olmak, Allah'ın huzurunda bulunmak da keyfiyetsiz
olacaktır.
Kur'an-ı Kerîm Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
sallellahu aleyhi vesellem'e indirilen, mushaflarda yazılı olan Allah
Kelamıdır.
Kur'an-ı
Kerîm'in bütün âyetleri Allah'ın kelâmı manasında olup fazilet,azamet
bakımından eşittirler.
Ancak
bazılarında zikir, bazılarında mezkur fazileti vardır.
Meselâ,
Âyet'Kürsî gibi. Ayet Kürsî'de Allah'ın Celâli, azamet ve sıfatı mezkurdur.
Âyet'el Kürsî'de iki türlü fazilet vardır. Biri zikir faziletidir, diğeri ise
mezkûr faziletidir.
Kâfirlerin
hallerini vasfeden âyetlerde ise yalnız zikir fazileti var olup mezkûr fazileti
yoktur. Çünkü bunlarda mezkûr olan kâfirlerdir.
Kâfirler
için fazilet yoktur. Bunun gibi Allah'ın bütün isimleri ve sıfatları da
fazilet ve azamet bakımından eşittirler, aralarında bir fark yoktur.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iman özerinde ölmüştür.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin anne ve babası İslâm
gelmeden önce ölmüşlerdir.
Amcası Ebû Talib kafir olarak ölmüştür.
Kasım, Tâhir, ve İbrahim, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem'in oğulları idi. Fatma, Zeynep, Rûkiyye ve Ümm-i Gülsüm de kızları
idiler. Allah hepsinden razı olsun.
Bir kimse Tevhid ilminin ince noktalarında bir şüphe içine
girerse, soracağı bir âlim buluncaya kadar o durumda, Allah katında en doğrusu
hangisi ise ona inanıyorum, demesi gerekir. Kendisinden bilgi öğreneceği ilim
adamını aramak işini tehir etmek caiz değildir. Böyle bir kişi, sorup
araştırmadan beklediğinden ötürü mazur kabul edilemez.
Allah'ın sıfatlarından herhangi biri hakkında bilgi sahibi
olmadığı halde bir ilim adamını araştırmayıp beklerse, bir şüphe mânasına
geleceği için böyle bir kimse kafir olur.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in Miraç haberi haktır.
Miracı inkâr eden bidatçı, sapıktır.
Deccalın çıkması, Ye'cüc ile Me'cüc'ün çıkması, güneşin batıdan
doğması, İsa aleyhisselâmın gökten inmesi ve sağlam haberlerle geldiği üzre
diğer Kıyamet alâmetlerinin ortaya çıkması haktır, olacaktır.
Allah dileyeni doğru yola sevk eder.
000000000000000-----0000000000
Sünnet
İslam’dır, İslam Sünnet’dir
Bil ki; İslam Sünnet, Sünnet de İslam’dır. Biri olmadan
diğeri (mevcud) olmaz.
Hassan ibni Atiyye (rahmetullahi aleyh), bu hususta şöyle
demiştir: "Cibril (aleyhi selam), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)'e Kur’an'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, Sünnet’i de öylece getirir ve
öğretirdi." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlm, 2/191)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kim benim Sünnet’imden yüz çevirirse benden değildir!.." (Buhari; Müslim;
Nesai; Darimi; Ahmed)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan naklonulduğuna göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İmtina
edenler hariç, bütün ümmetim Cennet'e girecektir! Sahabe-i Kiram: İmtina
edenler de kim? dediler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Kim bana
itaat ederse Cennet'e girer, kim asi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş
demektir! buyurdular.” (Buhari)
Ebu Bekir es-Sıddk (radiyallahu anh) diyor ki: “Sünnet
Allah’ın sapasağlam ipidir. Onu terkeden bir kimse kendisiyle Allah arasındaki
ipi koparmış olur.” (İbni Batta, eş-Şerhu ve’l İbane, 120)
Nakledidiğine göre İmam Malik (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi:
“Sünnet, Nuh (aleyhi selam)’ın gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Ona binmeyen
boğulur.” (Şeyh'ul Islam İbni Teymiyye, Mecmu el-Feteva, 4/57; Suyuti,
Miftah'ul Cenne fil İ'tisam bi's Sünne, 53)
Tabiin döneminin büyük Alimleri'nden İmam Zühri (rahimehullah)
şöyle dedi: "Geçmiş Ulema'mız derlerdi ki; Sünnet’e sarılmak kurtuluş
(vesilesi)dir. İlim, süratli bir şekilde alınıp yok edilir. Bu sebeple ilmin
ayakta tutulması, din ve dünyanın devamı (demektir). İlmin (yok olup)
gitmesinde ise bütün bunların (yok olup) gitmesi (söz konusudur.)"
(Darimi; Abdullah İbn'ul Mübarek, Kitab'uz Zühd, 281)
Hasan el-Basri (rahmetullahi aleyh) demiştirki; “Allah’a
yemin olsun Sünnetler’iniz haddi aşanla, haktan uzak kalan arasında kalmıştır.
O Sünnetler’e uymada sabrediniz. Zira Sünnet Ehli, eskiden insanların en azı
idiler, gelecekte de insanların en azı olacaklardır. Sünnet Ehli; ne haddi
aşanlarla azgınlıklarına gider, ne de Bi’datçilerle Bi’datlerine… Bilakis
onlar; Rablerine kavuşuncaya kadar Sünnet’e uymada sabreden kimselerdir. O
halde İnşallah siz de böyle olunuz!..” (Darimi; Şerh'ul Akidetu Tahavi)
Abdullah İbn'ud Deylemi şöyle dedi: “Bana ulaştı ki dinin (yok olup) gitmesinin başlangıcı Sünnet’in terk
edilmesi (ile olacakdır). İpin bir büklüm bir büklüm (daha çözülerek yok olup)
gitmesi gibi din de bir Sünnet bir Sünnet (derken yok olup) gider.”
(Darimi; Muhammed ibni Vaddah el-Kurtubi, el-Bid'at ve'n Nehyu Anha, 1/66)
Sünnet
Cema'at’e Tutunmaktır
Cema'ate
tutunmak (da) Sünnet’tendir.
İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayete göre,
şöyle demiştir: Ömer (radiyallahu anh), Şam’ın bir bölgesi olan Cabiye’de bize
bir Hutbe vererek şöyle konuştu: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
bize söylediği bazı şeyleri size söylemek üzere aranızdayım. O bize şöyle demişti:
“Size Ashabım'ı sonra onların peşinden
gelenleri sonra da onların peşinden gelenlerin yaşantılarını tavsiye ederim
bunlardan sonraki nesillerde yalan yayılacaktır. O derece ki kendisinden yemin
etmesi istenmediği halde insanlar yemin edecekler, şahidlikleri istenmediği
halde insanlar yalan şahidliği yapacaklardır. Dikkat edin bir erkek bir kadınla
tek başına kalmasın; üçüncüleri Şeytan'dır. İslam Cema'atinden ayrılmayın,
ayrılıklardan sakının çünkü Şeytan cema'ate katılmayıp tek kalanlarla beraberdir.
Cema'atten olan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet'in en güzel yerlerinden köşk
sahibi olmak isterse; İslam Cema'atinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik
sevindiriyor ve kötülükleri de üzüyorsa o kimse Mü’mindir.” (Tirmizi; İbni
Mace; Ahmed, Müsned; Hakim; Kenz'ul Ummal, 1/1033)
Enes ibni Malik (radiyallahu anh)’dan nakledilen bir
Hadis'in metni şu şekildedir; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: “İsrailoğulları yetmiş bir
fırkaya ayrıldı. Onların yetmiş tanesi helak oldu, bir tanesi helak oldu, bir
tanesi de kurtuldu. Benim ümmetim de yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan
yetmiş bir tanesi helak (Cehennemlik) olacak, bir tanesi de kurtulacaktır. Ya
Rasulullah! O kurtulacak olanlar kimlerdir? diye sordular. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) de: Onlar cema'attir, cema'attir, buyurdu.”
(İbni Mace; Ahmed)
İmam Kurtubi der ki: "Bize Yahya bin Abd'ul Hamid
anlattı (...) eş-Şa'bi'den, O, Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu anh)'dan
rivayetle dedi ki: "Topluca
Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin!" (Al-i İmran 3/103)
buyruğu cema'at olun! demektir. Yine ondan ve başkalarından çeşitli yollarla
böyle bir açıklama rivayet edilmiştir. Bütün bunların manası birbirine yakın ve
birbiriyle iç içedir. Şüphesiz yüce Allah, birbirimizle kaynaşmamızı emretmekte
ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) helak olmaktır, cema'at
ise kurtuluştur. Şöyle diyen (Abdullah) İbni Mübarek'e Allah'ın rahmeti olsun:
"Şüphesiz cema'at, Hablullah’tır
(Allah'ın ipidir). Ona yapışın, O’nun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun."
(Kurtubi, el-Cami li Ahkam'ul Kur’an, 4/156)
Herkim Cema'at'ten gayrısını ister ve ondan
ayrılırsa; İslam boyunduruğunu boynundan çıkarıp atmış, sapan ve başkalarını
saptıran birine çevrilmiş olur.
Bu konuda varid olan bazı Hadisler şöyledir: "Cema'atten ayrılan, cahiliye ölümü üzere
ölür." (Buhari; Müslim; Ahmed)
İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayete göre,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah benim ümmetimi -veya Muhammed Ümmeti'ni- dalalet (sapıklık)
üzerine bir araya getirmeyecektir. Allah’ın yardımı cema'at ile beraberdir. Her
kim cema'atten ayrılırsa Cehennem'e ayrılmış olur.” (Tirmizi)
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den dedi ki:
Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Her kim emirinden hoşuna gitmedik bir şey
görürse sabretsin. Çünkü cema'atten bir karış kadar dahi ayrılıp ta ölen bir
kimsenin o ölümü cahiliye ölümüdür." (Buhari; Müslim) Bir başka
rivayette: "İslam’ın boyunduruğunu
boynundan çıkartmış olur." (Tirmizi; Ahmed) denilmektedir. (Şerh'ul
Akidetu Tahavi, 379-382)
Ashab
Cema'at’in Esasıdır
Cema'atin
üzerine bina edildiği esas, Muhammed sallahu aleyhi ve sellem Ashabı'na -Allah
tümüne rahmet etsin- dayanır. Onlar Sünnet ve Cema'at Ehli (Ehl-i Sünnet ve’l
Cema'at)’dir.
Tirmizi'de Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’den
rivayet edilen Hadis'de şöyle denilmektedir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) buyurdu ki: “İsrailoğulları
yetmişiki fırkaya ayrılmıştı benim ümmet'im ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.
Bunlardan biri hariç gerisinin tamamı Cehennemlik'tir. Bunun üzerine Ashab; O
tek fırka hangisidir? diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de;
Benim ve Ashabım'ın üzerinde bulunduğu fırkadır, buyurdu.” (Tirmizi)
(Dini ve İlmi) onlardan almayan her kimse,
sapkın ve Bid’atçidir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Benim ve benden sonraki hidayete
ermiş Raşid Halifeler'in Sünnet’ine uyunuz, ona azı dişlerinizle sımsıkı bir
şekilde sanrılınız.” (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Darimi; Ahmed, Müsned;
İbni Ebu Asım, es-Sünne, 54)
Her Bid’at
Dalalet, her Dalalet ve (Dalalet) Ehli de ateştedir.
Cabir (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den nakleder: "Sözün en
hayırlısı Allah (Subhenahu ve Teala)’nın Kitabı'dır. Yolların en hayırlısı
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’ in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan
ortaya çıkarılmış olan Bid’atlardır. Her Bid’at Dalalet'tir, sapıklıktır.”
(Müslim; İbni Mace; Nesai)
Ebu Şame diye bilinen Ebu Muhammed, Abd'ur Rahman ibni
İsmail'in (665H) şu açıklaması, ne kadar da güzeldir! O, şöyle der:
"Görüldüğü gibi, cema'atten ayrılmamak kesinlikle
emredilmiş bulunmaktadır. Bundan maksat, hakka tabi olup asla ondan
ayrılmamaktır. Hakka tabi olanların sayısı az, muhalefet edenlerin sayısı çok
olsa da, bu böyle olmalıdır! Çünkü itibar, hakka tabi olanların sayısına değil,
hakkın kendisinedir. Ve hak, saadetli peygamberimizin zamanındaki ilk
cema'atin, Ashab-ı Kiram'ın üzerinde bulunduğu yoldur. Onlardan sonra, bu yola
muhalefet edenlerin sayıca çokluğu ise, asla muteber değildir. (Kitab'ul
Havadis ve'l Bida, 19; İbni Kayyım, İğaset'ul Lahfan, 69/70 terc, 1/133;
Şerh'ul Akidetu Tahavi)
Sünnet
ve Cema'at ile Bütün Meseleler Aydınlatılmıştır
Ömer İbn'ul Hattab radiyallahu anh demiştir ki: “(Ne kendisinin) hidayet üzere olduğunu
düşünerek sapan kimsenin ne de dalalet olduğunu düşünerek hidayeti terk eden
kimsenin özrü (mazareti) yoktur. Zira, emirler açıkça konulmuş, hüccetler
tespit edilmiş ve özür (mazeret) kalkmıştır."
Kişinin kendisini Hak üzere zannetmesinin onu sorumluluktan
kurtarmayacağı açıktır. Allah (celle ve celaluhu) şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz bu
Şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını
sanırlar." (ez-Zuhruf 43/37);
"Allah, bir
kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah’ı
bırakıp Şeytanlar'ı dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını
sanıyorlardı." (el-A’raf 7/30)
Hüccet'in ulaşmasına dair ise; İrbad ibni Sariye (radiyallahu
anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu
nakletmektedir: “Sizi beyazlık üzerine
terk ettim, gecesi gündüzü gibidir, benden sonra ondan ancak helak olan sapar!”
(İbni Mace; Ahmed, Müsned; Hakim)
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın torunlarından ve
alimler tarafından Raşid Halifeler'in beşincisi olarak nitelenen Ömer ibni
Abd'ul Aziz (rahimehullah) şöyle demektedir: “Sünnet’ten sonra hiçkimseye, kendisini hak üzere olduğunu düşünerek
hata edip sapmasına mazeret yoktur.” (el-Mervezi, es-Sünne, 95; Ebu Nu’aym,
Hilyet'ul Evliya)
Bu; Sünnet ve cema'atin, dinin tamamını sağlamlaştırıp
korumasındandır. İnsanlara bu açıklan(ıp aydınlatıl)mıştır dolayısıyla
insanlara düşen (dinden) razı olup tabi olmaktır.
İbni Mesud (radiyallahu anh) diyor ki: “Tabi olunuz, Bid’at çıkarmayınız. Bu size yeter. Her Bid’at
sapıklıktır.” (Darimi; Lalekai, es-Sünne, 1/96; Mervezi, es-Sünne, 28; ibni
Vaddah, el-Bida ve'n Nehyu Anha, 43; Ebu Heyseme, Kitab'ul İlim, 540)
Bil ki -Allah sana rahmet
etsin!- şüphesiz din Allah tebareke ve te’aladan gelendir.
İnsanların akıl ve görüşlerine terk edilmiş birşey değildir.
(Din'in) ilmi, Allah (celle celaluhu) ve Rasulu (sallalahu aleyhi ve sellem)
katındadır. Hevandan (nefsinden) kaynaklanana uyma ki böylelikle dinden çıkar
ve İslam’dan ayrılırsın (Allah katında) hüccetin de olmaz. Zira, Rasulullah
sallalahu aleyhi ve sellem ümmetine Sünnet’i beyan etmiş ve Ashabı'na
açıklamıştır. Onlar (Ashab), Cema'attir ve Sevad'ul Azam (insanların ekseriyeti
olan büyük topluluk; Hak üzere olan Cema'at)’dır; Sevad'ul Azam Hak'tır ve Ehli
de (Hak üzeredir).
Enes (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ümmet'im dalalet üzere İttifak etmeyecektir. Siz bir ihtilaf
gördüğünüzde Sevad-ı Azam’a (insanların ekseriyeti olan büyük topluluğa;
cema'ate) tabi olunuz." (İbni Mace; Ahmed, Müsned)
Ebu Umame el-Bahili (radiyallahu anh) rivayet ederek dedi
ki: "Sevad-ı Azam’a tutunun! Bir adam dedi ki: Sevad-ı Azam nedir? Ebu
Umame (radiyallahu anh) bunun üzerine dedi ki: Nur Suresi’ndeki şu Ayet:
"Eğer yine yüz
çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen,
sorumluluğunuz da size yüklenendir." (en-Nur 24/54)" (Ahmed,
Müsned)
İbni Mes'ud (radiyallahu anh) diyor ki: "Cema'at, hak üzere olandır, isterse bir
kişi olsun!.." (İbni Asakir, Tarihi Dımeşk, 13/322 2)
"İmam İshak ibni Rahavey’e adamın birisi Sevad'ul
Azam’ın kim olduğunu sordu. İshak ibni Rahavey cevaben dedi ki: Muhammed ibni
Eslem (et-Tusi), onun arkadaşları ve ona tabi olanlardır. Sonra şöyle dedi:
Adamın biri (Abdullah) ibni Mübarek’e sordu: Ey Ebu Abd'ur Rahman, Sevad'ul
Azam kimdir? (Abdullah ibni Mübarek) dedi ki: Ebu Hamza es-Sukkeri’dir. Sonra
İshak dedi ki: Yani o zaman Ebu Hamza’ydı bugün Muhammed ibni Eslem ve onun
takipçileridir. İshak sonra dedi ki: Cahillere Sevad'ul Azam kimdir? diye
sorarsan diyecekler ki: İnsanların çoğunluğudur. Onlar; cema'atin, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hadisleri'ne ve Sünnet’ine uyan (alim) bir
şahıs olduğunu bilmezler. Herkim onunla birlikte olur ve ona tabi olursa işte
cema'at odur, herkim de ona muhalefet ederse o da cema'atten ayrılmıştır. Sonra
İshak şöyle dedi: Ben, elli yıldır Muhammed ibni Eslem’den daha alim birini
duymadım." (Ebu Nu’aym, Hilyet'ul Evliya)
İbni Kayyım, Ebu Şame'den naklen şunları aktarır:"Amr
ibni Meymun el-Evdi şöyle der: Ben Yemen'de bulunduğum müddetçe hiç Muaz
(radiyallahu anh)'dan ayrılmadım. Onun vefatından sonra, insanların en fakihi
İbni Mes'ud (radiyallahu anh)'a arkadaşlık ettim. Ve onun şöyle dediğini
işittim:
"Sakın
cema'atten ayrılmayınız, çünkü Allah'ın eli cema'atin üzerindedir."
Bir başka gün ise şöyle diyordu: "Yakında idarecileriniz, namazı geciktirerek kıldıracak. Siz namazınızı
vaktinde kılınız, bu farzdır! Sonra onların arkasında da kılınız, bu ise
nafiledir. Ben dedim ki: Ey peygamberin ashabı! Hem bize, cema'atten
ayrılmamamızı emrediyorsunuz, hem de böyle söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir? O
bana şu karşılığı verdi: Ey Amr, ben seni şu kasabanın en anlayışlısı
sanıyordum. Sen, cema'at ne demektir, bilmiyor musun? Bil ki, insanların çoğu,
cema'ati terketmiştir. Cema'at, hakka uygun olandır! Tek başına da olsan, hakka
uyduğun zaman, cema'ate uymuş olursun..."
Nu'aym bin Hammad da bu hususta şöyle demiştir: "O şunu demek istemiştir: Cema'at, haktan
ayrılıp bozulduğu zaman, sen, bu cemaatin bozulmazdan önce tabi bulunduğu hakka
uy! İşte bu takdirde tek başına da olsan, sen cema'at sayılırsın!"
Bunu, Beyheki ve diğerleri rivayet etmiştir." (Ebu Şame, Kitab'ul Havadis
ve'l Bida, 19; İbni Kayyım, İğaset'ul Lahfan, 69/70 terc, 1/133)
Herkim Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemin
Ashabı'na –dini meselelerden birşeyde- muhalefet ederse Küfr'e düşer.
Allah (azze ve celle) sadece Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’e muhalefet etmeye karşı uyarmakla yetinmiyor bundan başka,
Kur’an’ın üzerlerine indiği ve dini direk olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’den öğrenen ilk Mü’minlerin, Sahabe'nin takip ettiği yoldan başka
bir yol edinen kimseleri de şiddetle uyarıyor ve bu tutumun kişiyi yönelteceği
acı azaba şöylece değiniyor:
“Kim kendisine
'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve
Mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve
Cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..” (en-Nisa 4/115)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ashabı'na eziyet
edenlere lanet ederek şöyle buyurmaktadır: “Ashab'ım hakkında Allah’tan korkun! Ashab'ım hakkında Allah’tan korkun!
Benden sonra onları kendinize hedef haline getirip düşmanlık etmeyin! Kim
onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim de onlara kin beslerse
bana olan kininden dolayı böyle yapar. Kim onlara eziyet ederse bana eziyet
etmiş olur. Kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş demektir. Her kim de
Allah’a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belasını verir.” (Ahmed,
Müsned)
Herkim Sahabe'nin yolunu terkeder ve bundan başka bir yola
saparsa, Allah’dan başka –sahte- ilahlar ihdas eden Rafıziler'in, Batiniler'in
ve Hulul Ehli Sufiler'in küfre düştüğü gibi küfre düşer. Yolları tıpkı
kendilerinin bu dünyada kendi yollarını Sahabe'den ayırdıkları gibi Allah
tarafından Ahiret'te Sahabe'nin yolundan ayrılır.
Dinde
Sonradan Ortaya Çıkarılan Herşey Dalalet'tir
Bilki; insanlar Sünnet’den bir benzerini terk etmedikçe
Bid’at çıkarmazlar. Bid'atlardan kaçın, zira:Sonradan ortaya çıkarılan herşey
Bid’attır, her Bid’at dalalettir ve dalalet ve (dalalet) ehli de ateştedir.
Hassan ibni Atiyye (rahmetullahi aleyh) dedi ki: "Bir topluluk dinleri hakkında bir Bid’at çıkardılar mı, mutlaka onun
benzeri olan bir Sünnet, Allah tarafından onların arasından çekilip alınır ve
Diriliş Günü'ne kadar onlara döndürülmez." (Darimi; Lalekai, Şerhu
Ehli Sünne ve’l Cema'at; Ebu Nu'aym, Hilye, 6/73)
Bütün
Büyük Bid’at ve Sapkınlıklar Küçük ve Önemsiz-Değersiz Birşey Olarak
Başlamıştır
Küçük (görünen bütün) Bid’atlardan sakın çünkü (küçük
Bid'at) büyük (bir Bid’at ve sapkınlık) olana kadar büyür.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hakkında “Kur’an’ı şu dört kişiden alınız: İbni
Mes'ud...” (Buhari; Müslim) diyerek adını ilk zikrettiği, Sünnet-i
Seniyye’ye son derece önem veren ve bu uğurda gayret sarfeden ve Bid’atlara
karşı mücadele eden büyük sahabi Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) Kufe’de
muallim olarak bulunduğu dönemde vuku bulan ve birçok farklı yoldan bizlere
ulaşan bu olay büyük Bid’at ve sapkınlıkların küçük ve önemsiz birşey olarak
başladığını ortaya koyan en güzel örneklerden biridir:
"Ömer ibni Yahya dedesinden nakletmiştir: Sabah
namazından önce Abdullah ibni Mesud (radiyallahu anh)'ın kapısında oturuyorduk.
Evinden çıkınca beraber mescide yürüyecektik. Ebu Musa el-Eş'ari (radiyallahu
anh) yanımıza geldi: Abdullah daha çıkmadı mı? diye sordu. Hayır dedik. O da
bizimle beklemeye başladı. Derken Abdullah (ibni Me'sud) evinden çıktı. Hepimiz
kalkıp etrafını sardık. Ebu Musa (radiyallahu anh) ona dedi ki: Ey Abdullah!
demin mescitte garibime giden bir olay gördüm. Fakat, bereket versin ki hayırlı
bir iş olarak görünüyordu. Abdullah (ibni Mes'ud) neydi o iş? diye sordu. Ebu
Musa: Yaşarken (beklersen) sende görürsün dedi. Sonra şöyle anlattı: Mescitte
halka olmuş cema'atler gördüm. Her halkadan bir adam, elinde çakıl taşları
olduğu halde komut veriyordu. Yüz defa Tekbir, cema'at yüz Tekbir getiriyordu.
Sonra adam: yüz defa La-ilahe illallah
diyordu. Cema'at emrin gereğini yerine getiriyordu. Sonra adam yüz defa
Subhanallah diye komut veriyor, ve cema'at yine emre uyuyordu. Abdullah: Sen
onlara bir şey söylemedin mi? diye sordu. Ebu Musa: Hayır hiç bir şey demedim.
Senin görüşünü almak istedim dedi. Abdullah: Sen onlara: Siz o çakıl taşlarıyla günahlarınızı sayın!.. Ben size hayrınızı
eksiltmeyeceğine garanti vereyim, diyemedin mi? dedi. Sonra Abdullah
(radiyallahu anh) Mescite yürüdü. Biz de beraber gittik. Mescite girince bu
halkalardan birine rastladı. Tepelerine dikildi. Nedir sizin şu yaptığınız?
dedi. Onlar: Ey Abdullah, bunlar çakıl taşları, Tekbir, Tehlil ve
Tesbihlerimiz'i sayıyoruz dediler. Abdullah: Siz o taşlarla günahlarınızı
sayın!.. Ben size hayrınızın eksilmeyeceğine
garanti vereyim. Ey Muhammed ümmeti! Helakınız ne de hızlı yaklaşıyor. Hem de
aranızda bu kadar Sahabe varken, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in
kefeni daha nemlenmişken, yemek tabağı henüz kırılmamışken... Beni Kudreti'yle
saran Allah adına söyleyin: Siz, Muhammed ümetinden daha mı fazla hidayette
olan bir ümmetsiniz?... Yoksa siz dalalet kapısını açanlar mısınız?...
Onlar: Ey Abdullah, Allah'a andolsun ki, bizim hayır işlemekten başka bir
niyetimiz yok dediler. Abdullah: Nice hayır uman insanlar var ki asla umduğu
hayrı bulamamıştır. Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Kur'an okuyan,
fakat okudukları kalplerine işlemeyen bir topluluk tarif etmişti. Andolsun ki,
sanki o tarife uyanların çoğunluğu sizin aranızda... Sonra onlardan yüz çevirip
gitti… Amr ibni Seleme dedi ki. Nehrevan olayında bu adamların çoğunluğunu,
Hariciler'le beraber bize saldırırken gördük." (Darimi; Abd'ur Rezzak,
Musannef; Taberani, Mucem'ul Kebir, 3/179, 3050; Münziri, et-Terğîb ve’t
Terhib, 42, 246; Heysemi, Mecma'uz Zevaid, 1/280, 1001; Suyuti, el-Cami'us
Sağir, 2/139; Münavi, Feyz'ul Kadir, 6/23)
Bu rivayetin bir benzeri de İbni Vaddah el-Kurtubi’nin,
rivayet zincirinde Tebei Tabiun'dan Salet ibni Behram ile İbni Mesud
(radiyallahu anh) arasında inkıta olan ve bu sebeple zayıf sayılan (İbni Hacer,
et-Tehtib'ut Tehzib) şu Asar'dır: "İbni Mesud (radiyallahu anh)
boncuklarla Tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar. Sonra da
taşlarla Tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der:
Çok ileriye gittiniz! Karanlık Bid’atlara daldınız! Muhammed (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in Ashabını ilimde geçtiniz!.." (İbni Vaddah el-Kurtubi,
el-Bid’at ve’n Nehyu Anha, 12)
Bu, ümmetin
içerisinde ortaya çıkarılan her Bid’at da aynı şekilde olmuştur. Önceleri küçük
birşey olarak ve hakka benzer biçimde çıkmış ve bu sebeple de bunları
işleyenler sapmış ve bunu terk edememiştir. (Zamanla) büyüyerek onların
kendisine uydukları bir din halini aldı dolayısıyla Sırat-ı Mustakim’den
saptılar ve İslam’dan çıktılar.
Burada şuna da işaret etmekte fayda vardır. Bilindiği üzere
Bid’atlar çeşit çeşittir. Bu sebeple ulema, Bid’at'ul Mukeffire (kişiyi İslam
Dini’nden çıkartan Bid’atlar) ile kişiyi İslam Dini’nden çıkarmayan Bid’atları
birbirinden ayırmış ve Bid’atları farklı kategoriler halinde ele almıştır.
Buradaki genel ifadeden hareketle her Bid’at işleyenin Kafir olduğu sonucuna
varılmamalıdır. Zira burada Şeyh'in kişiyi İslam Dini’nden çıkartan Bid’atları
kasdettiği aşikardır.
Dini
Meseleleri Ciddiye Almanın Gerekliliği
Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- kendi döneminden olan
kimselerin sözlerini dikkatle inceleki, böylelikle; Nebi sallalahu aleyhi ve
sellemin Ashabı'ndan herhangi biri yahut herhangi bir alim bu mesele hakkında
konuşmuş mu? (Bunu) soru(şturu)p görene kadar amel etmede acele etmeyesin ve
(bir yanlışın) içine girmeyesin! Eğer onlardan delil olacak bir nakil bulursan
ona sarıl; hiç birşey yüzünden bu sınırı aşma ve hiç birşeyi ona tercih etme
(Cehennem) ateş(in)e düşersin!..
İmam Evzai’den şöyle dediği nakledilmiştir: "İlim; Muhammed (sallalahu alehi ve
sellem)’in Sahabeleri'nden gelendir ve hiçbir Sahabe'den gelmeyen şey, ilim
değildir." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlm, 2/36)
Hak
Yoldan Sapmanın İki Yolu
Bil ki; Hak yoldan sapmak iki şekilde olur:
İlkinde; hayırdan başka bir
isteği olmayan bir adam hak yoldan sapar bu adamın hatasına uyulmaz çünkü helak
olmaya götürür.
(İkincisinde) bir adam hakka karşı
inat eder ve kendinden önce gelen (Selef'den) muttakilere muhalefet eder, işte
bu adam sapan (ve başkalarını) saptıran; bu ümmetin içindeki Asi Şeytan'dır.
Onu tanıyanların, insanları ona karşı uyarmak ve onun Bid’atlarına düşerek
helak olmamaları için onun durumunu insanlara açıklamak (görev/sorumluluk
manasında) bir haktır.
İslam
Tamdır ve Teslimiyet İster
Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- kulun İslam’ı, (hakka)
uymayıncaya, (onu) doğrulamayıncaya ve (ona) teslim olmayıncaya kadar
tamamlanmaz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı tarafından (gücü
yettiği halde açıklamamak suretiyle) İslam’da yeterince açıklanmamış bir şey
kaldığını iddia eden kimse onları yalanlamış (hatalı bir biçimde itham etmiş),
onlardan ayrılmış ve onları ta'n etmiştir. Bu (şahıs ise); İslam’da olmayan
birşeyi ihdas eden bir Mubtedi (Bid’atçı), (kendisi) sapmış ve başkalarını (da)
saptıran bir kimsedir.
İbni Mesud (radiyallahu anh) şöyle rivayet etmiştir: “Allah Te'ala kullarının kalplerine baktı.
Onların arasında en hayırlı kalp olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in kalbini gördü. O’nu kendisi için seçti ve peygamber olarak gönderdi.
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kalbinden sonra kullarının kalplerine
baktı. Kulları arasında Ashabı'nın kalplerini en hayırlı kalpler olarak gördü.
Ve dini için savaşan kimseler olarak onları Nebisi'ne vezir kıldı.
Müslümanlar'ın güzel gördükleri Allah (celle celaluhu) katında da güzeldir.
Onların kötü gördükleri Allah katında da kötüdür.” (Ahmed, Müsned; Hakim,
el-Müstedrek, 3, 78)
Sünnet’de
Kıyasa Yer Yoktur
Bil ki -Allah’ın rahmeti üzerine olsun!- Sünnet’de kıyas
yoktur ve ne de misaller verilerek mantık yapmak yoktur ve onda hevaya (nefsi
isteklere) uyulmaz.
Burada kıyas ile kasdolunan fasid analoji, akli çıkarımlar
ve düşünce ile mantıkdır. Buna başvurmanın gerekçesi ise, Şeri'at Ahkamı'ndan
hoşnut kalmayan kimselerin dini kendi heva ve heveslerine uygun hale getirme
çabalarıdır. İmam İbni Cerir Taberi ve ibni Kesir’in el-A’raf Suresi 7/12
Ayeti'nin Tefsiri'nde naklettiğine göre Hasan el-Basri ve İbni Sirin şöyle
demişlerdir: "İlk kıyası yapan
İblis'tir.” İblis (lanetullahi aleyh), ateşten yaratılan kendisi ile insan
arasında bir kıyas yapmış, ateşin topraktan üstün olduğunu iddia ederek,
Allah’a olan itaatsizliğini haklı çıkarmak, Adem (aleyhi selam)’a secde
etmemesinin doğru olduğunu ispat etmek istemiştir.
Aksine, Rasulullah
sallalahu aleyhi ve sellemden gelen nakilleri, "nasıl?" demeden keyfiyetsiz (nasıl olduğu sorulmadan) ve şerhsiz (nasıl ve neden olduğu sorgulanmaksızın ve açıklama olmaksızın)
doğrulamaktır.
Dinde
Kelam, Husumet Cedel ve Çekişmenin Yerilmesi
Kelam,
Husumet, Cedel ve çekişme –kişi hakka ve Sünnet’e ulamış olsa bile- kişinin
kalbine şüphe düşüren bir Bid’attır.
Kelam ilmi, Kur’an ve Sünnet’ten kaynaklanmayan, Mu'tezili
fırkası alimlerinin mülhidlere ve felsefik düşünce akımlarına karşılık vermek
gayesiyle tesis ettikleri bir ilimdir. Mülhidlere kendi düşünce sistemleri ile
(kelam-felsefe) cevap vermek isteyen Mu'tezile neticede İslam’ın birçok sabit
hükmünü kelamın gereği olarak terketmek durumunda kalmışlardır. Kelam, alimler
tarafından yerilmiş ve birçoğu yanında ilim olarak dahi kabul görmemiştir.
İshak ibni İsa dedi ki: Malik derdi ki: "Kim dini kelamla öğrenmek isterse Zındıklık
etmiş olur. Kim kimya ile uğraşırsa iflas eder, kim de Hadis'in garibini elde
etme isterse yalancı olur.” (el-Herevi, Zemm'ul Kelam, K-173)
İmam Malik dedi ki: "Şayet; kelam bir ilim olsaydı, Sahabe ve Tabiin, ahkam hakkında
konuştukları gibi, kelam hakkında da konuşurlardı. Ancak o bir batıla delalet
eden bir batıldır." (Beğavi, Şerh'us Sünne)
İmam Şafii dedi ki: "Kelam erbabı hakkında benim hükmüm şudur: Onlara sopa
atmalı, develerin üzerine başaşağı ters bindirip aşiretler ve kabileler
arasında dolaştırarak: Kitab ve Sünnet'i bir yana bırakıp da kelamı alanın
cezası işte budur, diye nida edilmelidir!" Rebi, İmam Şafii’nin şöyle
dediğini nakleder: "Bir kimse ilmi
kitaplarını vasiyet etse, kitapları arasında kelam kitapları da bulunsa, kelam
kitapları bu vasiyete dahil olmaz." (Razi, Menakıb-ı Şafiî)
Abdullah ibni Ahmed dedi ki: "Babam, Ubeydullah ibni
Yahya ibni Hakan’a bir mektup yazarak şöyle dedi: Ben kelam sahini mütekellim
değilim ve kelamın da herhangi bir değeri olduğunu zannetmiyorum. Allah’ın
Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’nden başka birşey kabul etmiyoruz. Bunun dışında
bir şeyde söz söylemek hoş değildir.” (el-Herevi, Zemm'ul Kelam, K-216)
İmam Ahmed şöyle demiştir: "Sünnet’i müdafaa ediyor olsa dahi Kelam Ehli ile oturma!"
(İbn'ul Cevzi, Menakib'ul İmam Ahmed, 205)
İmam Eşari, Cuveyni ve Gazali ve hatta Razi gibi çok sayıda
alim, kelam ile geçen dönemleri için Allah’tan af ve bağışlanma dileyerek tevbe
ettiklerini söylemişlerdir.
Dinde
Cedel genel manada yerilmiştir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:
"Allah'ın
Deliller'i hakkında, ancak Kafir olanlar çekişirler.” (Gafir/Mü'min 40/4)
Ebu Umame (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurdular ki: Bir kavm, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu,
mutlaka cedel sebebiyle olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
bunu söyledikten sonra, delil olarak) şu ayeti okudu:
"Onlar: Bizim İlahımız mı yoksa O mu daha iyidir?
dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar
şüphesiz münakaşacı bir millettir!.." (ez-Zuhruf 43/58)" (Tirmizi;
İbni Mace)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Biz kader hususunda münakaşa ederken,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin
hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Bize
şöyle çıkıştı: Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi
gönderildim!?! Bilin ki, sizden öncekileri, dini meselelerdeki münakaşalarını
çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri ihtilafları helak etmiştir."
(Tirmizi; İbni Mace)
Adamın biri Hasan el-Basri (rahmetullahi aleyh)’e gelerek:
Ey Ebu Sa’id (Hasan el-Basri)! Din konusunda münazara edelim deyince, İmam
Hasan el-Basri ona şöylece mukabelede bulunmuştur: "Ben, kendi dinimi biliyorum, eğer sen dinini yitirdiysen git de dinini
(tartışma mevzusu edip) ara-bul!.." (Acuri, eş-Şeri’a, 57; Lalekai,
Usul İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/144 215; İbni Batta, el-İbanet'ul Kubra, 586)
Ömer ibni Abd'ul Aziz (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir:
"Dinini münakaşaya açan (bir akide
üzere sabit kalmaz) sık sık değişir!.." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul
Beyan'il İlm, 2/113; Bağdadi, el-Fakih ve'l Mutefakkih, 1/235; Darimi, 1/91)
Allah
Hakkında Kelam Yapmak Sapkın Bir Bid’attır
Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Bil ki; Rab te'ala hakkında
kelam yapmak, muhdes (sonradan ortaya çıkmış), Bid’at (uydurulmuş) ve
dalalettir. Rab hakkında, O’nun kendisini Kur’an’da vasfettiği ve Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı'na açıkladığı dışında hiç birşey
söylenmemelidir. O (Allah) celle senauhu, Tek'dir.
“O'nun benzeri gibi
olan hiçbir şey yoktur. O, Semi (işiten)'dir, Basir (gören)'dir.” (eş-Şura
42/11)
Allah,
Evvel ve Ahir’dir İlmi Herşeyi Kuşatmıştır
Rabbimiz öncesi olmayan Evvel, sonrası olmayan Ahir’dir.
Gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. Arş’ına İstiva etmiştir. İlmi heryeri
kuşatmıştır ve O’nun İlmi'nden uzak hiçbir mekan yoktur.
Müellif bu ibaresiyle, Cehmiyye’nin, Allah’ın Zat’ı ile her
yerde olduğuna dair inancını inkar etmektedir. Ehli Sünnet’in bu husustaki
inancı –müellifin de vurguladığı üzere- Allah’ın Zat’ı ile Arş’ın üzerine
İstiva ettiği ve İlmi'nin de her yanı kapladığı yönündedir.
Kelamullah
ve Allah’ın Sıfatları
Rabb’in Sıfatları hakkında Allah’dan şüphe eden şüpheciden
başkası "nasıl?" ve "niçin?" demez. Kur’an, Kelamullah
(Allah’ın Kelamı), (indirdiği) Vahyi ve Nuru'dur. Kur’an mahluk (yaratılmış)
değildir. Kur’an Allah’dandır ve
Allah’dan olan birşey yaratılmış değildir. Bu, Malik ibni Enes, Ahmed ibni
Hanbel ve onlardan önce ve sonraki fakihlerin dediğidir ve bu konuda tartışmak
Küfür'dür.
Kur’an
Allah’ın Kelamı'dır. Kelam Allah’ın Sıfatları'ndandır. Allah’ın bütün Sıfatları
Ezeli ve Ebedi'dir.
İmam Malik (rahimahullah) Kur’an’ın mahluk olmayıp
yaratılmadığını söylemiştir: "Kur’an
Allah’ın Kelamı'dır ve yaratılmamıştır." (Lalekai, Şerh Usul'us Sunne,
414)
İmam Ahmed ibni Hanbel (rahimahullah) kendisine Kur’an’ın
mahluk olduğunu söyleyen kimse hakkında sorulduğunda "Kafir'dir." demiştir. (Lalekai, Şerh Usul'us Sunne, 449)
Kur’an’ın mahluk olmayıp yaratılmadığı ile alakalı Ehli
Sünnet alimlerinin sözleri ve kitapları çoktur.
Ehli Sünnet ve’l Cema'at, Kur’an’ın Kelamullah (Allah’ın
Kelamı) olduğuna i'tikad eder. Lakin bu hususta Ehli Bidat’in hücumuna
uğrarlar. Bunun yanında, Eşariler ve Maturidiler de, Zahir'de Kur’an’ın
Kelamullah olduğunu söyleseler de, elimizdeki Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia
etmek suretiyle Ehli Sünnet’e muhalefet etmektedirler.
Ru'yetullah
Kıyamet Günü’nde Ru'yet'e (Mü’minlerin Allah’ı görmesine)
İman. (Mü’minler) Allah’ı baş gözleriyle göreceklerdir.
Allah (subhenahu ve teala) şöyle buyurmaktadır: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır.
Rableri'ne bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).” (Kıyamet 75/22-23)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den gelen ve
Ru’yetullah’a delalet eden Hadis-i Şerifler ile Ashabı'nın bu husustaki sözleri
mütevatirdir. Bu Hadisler'i Sahih, Müsned ve Sünen te’lif eden Hadis alimleri
eserlerinde rivayet etmişlerdir.
Cerir ibni Abdullah el-Beceli (radiyallahu anh)’tan rivayete
göre, o şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda
oturmakta idik. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dolunay durumundaki
Ay'a baktı ve şöyle dedi: “Siz
Rabbiniz'in huzuruna varacaksınız ve şu Ay'ı gördüğünüz gibi O’nu görecek ve
görme konusunda bir zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacaksınız. Dolayısıyla gün
doğmadan önceki namaza ve gün batmadan önceki namaza gücünüz yettiği sürece
devam edin dedi ve şu Ayet'i okudu: “…Güneşin doğmasından ve batmasından
önce Rabbi'nin sınırsız Kudret ve yüceliğini tüm eksiksiz övgüleriyle an…”
(Ta-Ha 20/130)” (Buhari; Müslim; Tirmizi)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’tan ve ayrıca Ebu Sa’id
el-Hudri (radiyallahu anh)’tan rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmuştur: “Dolunay
gecesi Ay'ı görmekte güçlük çeker misiniz? Veya her zaman güneşi görmekte bir
güçlükle karşılaşır mısınız? Ashab: Hayır! diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Siz Rabbiniz'i dolunay gecesinde
gördüğünüz gibi rahatlıkla görecek ve hiçbir zorlukla karşılaşmayacaksınız
buyurdu.” (Buhari; Müslim; İbni Mace; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai; Ahmed,
Müsned; İbni Huzeyme; İbni Hibban)
Suheyb (radiyallahu anh)’tan rivayete göre, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem); “İyi ve yararlı işler yapmakta devamlı ve
kararlı olanlara karşılık olarak iyisi ve ziyadesi (ondan daha fazlası)
vardır.” (Yunus 10/26) ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Cennetlikler Cennet'e girdiklerinde bir tellal: Sizin için Allah’ın
verdiği bir sözü vardır diye bağıracak… Cennetlikler de diyecekler ki: Bizim
yüzümüzü ak etmedi mi? Bizi ateşten kurtarmadı mı? Bizi Cennet'e sokmadı mı?
Melekler: Evet! diye cevap verecekler. Bundan sonra perde açılacaktır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle sözünü sürdürdü: Allah’a yemin
ederim ki, Allah o gün Cennetlikler'e, Kendisi'ni görmekten daha sevimli bir
şey vermemiştir.” (Müslim; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned)
Ehli Sünnet Akidesi'nin ele alındığı her eserde yer bulan bu
meseleyle alakalı daha fazla Türkçe bilgi için Tahavi Akidesi’nin İbnu Ebi’l
İzz tarafından yapılan Şerhi'nin Ru'yetullah'la alakalı bölümüne ve ayrıca İbni
Kayyım’ın Türkçeye “Cennetteki Hayat” adıyla çevrilen “Had'il Ervah” isimli
eserinin ilgili bölümüne ve yine Hafız ibni Hacer el-Askalani’nin “Feth'ul Bari
bi Şerhi Sahih el-Buhari” isimli eserinde Darekutni’nin Ru'yetullah hakkındaki
yirmiden çok Hadis'i topladığı, İbni Kayyım’ın arttırarak otuzdan çok Hadis
derlediği ve bu Hadisler'in çoğunluğunun ceyyid olduğunu Yahya ibni Ma'in’in
Ruyetullah hususunda onyedi Sahih Hadis olduğunu belirttiği bölüme (Feth'ul
Bari, 17/448) müracaat edilebilir.
Ru'yetullah hususunda da, Mu'tezili ve diğer bazı Bidat Ehli
ile Eşariler de Zahiren Ru'yetullah’ı kabul etmelerine karşın Mu'tezile ile
Selef arasında telifçi bir yaklaşım tarzıyla bazı açılardan bu hususta Ehli
Sünnet ve’l Cema'at’e Muhalefet etmektedirler.
Allah
onları perdesiz (Kendisi adına hareket eden bir kimse olmaksızın) ve
tercümansız hesaba çekecektir.
Adiyy ibni Hatim (radiyallahu anh) şöyle demiştir:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizlerden herbir kişiye Kıyamet Günü’nde
Allah muhakkak Kelam söyleyecektir. Öyle bir halde ki, kendisiyle Allah
arasında hiçbir tercüman bulunmaz." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ahmed,
Müsned; Nevevi, Riyaz'us Salihin)
Mizan’a
İman
Kıyamet Günü’nde Hayr'ın (iyiliğin) ve Şerr'in (kötülüğün)
tartıldığı -iki kefesi ve lisanı olan- Mizan’a iman1 (etmek gerekir).
Allah-u Te'ala şöyle buyurmaktadır: "İşte, kimin
tartıları ağır basarsa, artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin
tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası (son durağı) Haviye'dir
(uçurum/Cehennem)." (el-Karia 101/6-9)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İki söz vardır ki onlar dile hafiftirler,
terazide ağırdırlar; Rahman olan Allah'a sevimlidirler, bunlar: Subhanellahi ve
bihamidihi (Allah'a Hamd ederek O'nu noksanlıklardan Tenzih ederim),
Subhanellah'il Azim (Yüce Allah'ı Tenzih ederim)." (Buhari)
"Bitaka Hadisi" olarak bilinen meşhur Hadis'de,
Abdullah ibni Amr ibn'ul As (radiyallahu anhuma ecmain) Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah Te'ala benim ümmetimden bir kişiyi Kıyamet Günü’nde Mahluklar'ın
gözü önünde kurtarır. O kişi hakkında doksandokuz defter açılır. O defterlerin
herbiri gözün alabileceği kadar büyüktür. Sonra Allah Te'ala o kişiye der
ki:
Bu defterde yazılanlardan bir şeyi inkar ediyor musun?
Hafaza Melekler'im sana zulmettiler mi?
Hayır, ya Rab!
Senin herhangi bir özrün var mı?
Hayır, ya Rab!
Evet! Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Muhakkak ki
bugün sana zulüm yok!
Allah Te'ala bir kağıt çıkarır. O kağıtta Eşhedu en La-ilahe
illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasulullah (Allah'tan başka -tapılmaya
layık- İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasulü olduğuna Şahidlik ederim)
yazılıdır. Bunun üzerine kul sorar:
Bu kağıt, şu defterlerin yanında ne yapabilir ya Rab?
Sana zulüm yapılmayacaktır!
Bunun üzerine defterler terazinin bir kefesine, o kağıt öbür
kefesine defterler konur. Defterler havalanır, o kağıt ağır basar; zira
Allah'ın İsmi'nin karşısında hiçbir şey ağır gelemez." (Tirmizi; Ahmed,
Müsned)
"Ebu İshak şöyle demiştir: ez-Zeccac’ın ifadesine göre
Ehli Sünnet; Mizan'ın (terazinin) varlığına, Kıyamet Günü kulların amellerinin
tartılacağına, terazinin bir dili iki kefesinin bulunacağına ve bunların
ameller ile inip kalkacağına iman noktasında icma etmişlerdir. Mu'tezile,
teraziyi inkar etmiş ve bu, "Allah’ın
Adaleti'nden ibarettir!" demiş, böylece Allah’ın Kitabı’na ve Sünnet’e
muhalif olmuştur." (Hafız ibni Hacer el-Askalani, Feth'ul Bari bi Şerhi Sahih'ul
Buhari, 17/628; Tercüme, 14/652)
Tartının iki kefesi olduğunu Hak Ehli kabul etmekteyken
Bidat Ehli ise inkar etmiştir. Bidat Ehli tartı ve kefelerinin hakiki değil
mecazi olduğunu ileri sürmüştür. (Ebu'l Hasan el-Eşari, Makalat'ul İslamiyyin)
Kabir
Azabı'na, Sorgu Melekleri Nekir ve Münker’e İman
Kabir Azabı'na, Münker ve Nekir (isimli sorgu meleklerin)’e
iman (etmek gerekir).
Ebu’l Hasan el-Eşari (rahmetullahi aleyh)’in belirttiği
üzere, Kabir Azabı'na iman hususunda Ehli Sünnet’te icma vardır. (Risale ila
Ehl-i Sağir, 279)
Kabir
Azabı, sadece; Hariciler'den ve de Bağdad'lı Mu'tezile’den bir grup tarafından
inkar edilmiştir.
Ebu Abdullah (İmam Ahmed) kendisine Kabir Azabı ve sorgu
Melekler'i hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Bunların hepsine iman ediyorum ve bunlardan birini her kim inkar ederse
o, Cehmi’dir.” (Neysaburi, Mesail'ul İmam Ahmed, 2/156 1879)
Mü’minlerden olan ölülere Cennet kapıları açılır ve Cennet
kendilerine gösterilir. Onlar ni'met içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu bir
şekilde Kabir hayatını yaşarken Kafir veya Münafık olanlara ise Cehennem
kapıları açılır, oradaki azab kendilerine gösterilir ve kabirlerinde azab
görürler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu üzere: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir
veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)
Kabirde
Azab'ın olacağını şu Ayet-i Kerime ifade eder:
"Firavun ve
adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyamet’in kopacağı gün de denilir ki;
Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun!.." (Ğafir/Mümin,
40/46)
Rasulullah (sallallahu alehi ve sellem) Sahih bir Hadis'de:
"Allah, iman
edenlere bu dünya hayatında ve Ahiret'te, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan
eder." (İbrahim 14/27) Ayeti'nin, Kabir Nimeti hakkında indiğini
açıklamıştır. (Buhari)
Bazı Hadisler'de, İsrafil (aleyhi selam)'ın birinci ile
ikinci Sur'a üfleyişi arasındaki süre içerisinde Kabir Azabı gören kimselerden
azabın hafifletileceği haber verilmiştir. Nitekim azab görenler kabirlerinden
kalktıkları zaman şöyle diyeceklerdir:
"(Yeniden dirilişi inkar edenler pişmanlık içerisinde)
bize yazıklar olsun! Bizi kabirlerimizden kim kaldırdı (çıkardı)? derler.
(Onlara cevap olarak şöyle denilecektir:) Bu, Rahman (olan Allah)'ın vadettiği
ve doğru sözlü peygamberlerin haber verdikleri şeydir (Ba's/yeniden
diriliştir)!" (Ya-Sin 36/52)
Bunun
dışında, Kabir Azabı süreklidir.
Kabir Azabı ile ilgili Hadis kitaplarında pek çok Hadis
zikredilmektedir. İmam Beyheki, İsbat Azab'ul Kabr başlığı altında konuyla
alakalı ikiyüzkırk rivayeti derlemiştir. Sorgu-sual, Kabir Azabı ve onun
Ni'metleri hakkındaki Hadisler, muhtelif lafızlarla varid olmuştur, sayıca
çoktur ve mana bakımından mütevatire ulaşmıştır. (Kemal ibni Ebi Şerif,
el-Musemara bi Şerh'il Museyara, 228)
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Kabir Azabı'ndan
Allah (subhenahu ve teala)’ya sığınmamızı ve namazlarda son oturuşta okumamızı
bizlere tavsiye etmektedir. “Allah’ım!
Cehennem Azabı'ndan Sana sığınırım. Kabir Azabı'ndan Sana sığınırım. Hayat ve
ölüm fitnesinden Sana sığınırım. Mesih Deccal’in şerrinden Sana sığınırım.”
(Buhari; Nesai; İbni Hibban)
Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)'den rivayet
olunan Hadis'de, o şöyle demiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden
dolayı azab çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri
hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yaş bir dal almış, ortadan ikiye
bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören Ashab,
niye böyle yaptığını sorduklarında şöyle buyurdu: Bu iki dal kurumadığı sürece,
o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhari; Müslim;
Ebu Davud)
Bera ibni Azib (radıyalahu anh)'dan rivayet olunduğuna göre,
o şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte
Ensar'dan bir adamın cenazesini defnetmek için çıktık, kabre geldiğimizde kabir
henüz kazılmamıştı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) oturunca, biz de
onun meclisine saygıdan dolayı sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz
hareketsiz bir şekilde onun etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve
düşünceli bir şekilde çubuğun bir ucuyla yeri eşeliyordu. Başına kaldırdı ve
-iki veya üç defa-:
"Kabir Azabı'ndan Allah'a sığının!.. buyurdu. Sonra
şöyle buyurdu: Mü’min kul, dünyadan ayrılmak ve Ahiret'e yönelmek üzere olduğu
zaman ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan beyaz yüzlü Melekler iner.
Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun görebileceği yere
otururlar. Sonra Ölüm Meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: Ey güzel
ruh, çık ve Rabbi'nin Mağfiret'ine ve Rızası'na gel! Bunun üzerine o ruh,
tulumun ağzından damlayan bir damla gibi çıkar ve Ölüm Meleği onu alır. Ölüm
Meleği, Mü'min kulun ruhunu aldığında, Melekler onu göz açıp kapayacak kadar
Ölüm Meleği'nin elinde bırakmazlar. Onu Ölüm Meleği'nin elinden alırlar ve bu
kefene koyarlar. O ruhtan, yeryüzünde bulunan en güzel mis kokusu gibi bir koku
çıkar. Onu Melekler arasından geçirirken: Bu güzel ruh nedir? derler. Dünyadaki
en güzel isimlerini söyleyerek: Falan oğlu falandır! derler. en yakın göğe
(dünya semasına) ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Melekler onun için kapının
açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Bunun üzerine yedinci semaya
ulaşıncaya kadar her semada bulunan Allah'a yakın Melekler o ruha eşlik
ederler. Nihayet Allah (azze ve celle) şöyle buyurur:
"Kulumun Amel defterini, İlliyyin'e yazın ve
ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Çünkü Ben, onları ondan (topraktan) yarattım ve
yine ona döndüreceğim. Bir defa daha onları (hesaba çekmek üzere) topraktan
çıkaracağım."
Bunun üzerine Mü'min kulun ruhu bedenine iade edilir.
Ardından iki Melek yanına gelip onu oturturlar ve:
Rabb'in kimdir? derler.
Mü'min kul: Rabbim Allah'tır, der.
Onlar: Dinin nedir? derler.
Mü’min kul: Dinim İslam'dır, der.
Onlar: Size gönderilen adam hakkında ne dersin? derler.
Mü’min kul: O Allah'ın elçisidir, der.
Onlar: Sana bunları bildiren nedir? derler.
Mü’min kul: Allah'ın Kitabı'nı okudum, ona inandım ve onu
tasdik ettim, der.
Bunun üzerine semadan bir ses gelir: Kulum doğru söyledi.
Cennet'ten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu Cennet elbiselerinden
giydirin ve ona Cennet'ten bir kapı açın, der. Bunun üzerine ona Cennet'in
esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir, gözünün görebileceği yere kadar
kabri genişletilir. Sonra ona, güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokular
içerisinde olan birisi gelir ve seni mutlu edecek şeyle sevin. Bugün sana Va'd
olunan gündür, der. Bunun üzerine o: Sen kimsin? Senin o Hayır'lı yüzün nedir,
der. O: Ben, senin salih amelinim der. Bunu işitince, Ya Rabbi! Kıyamet'i çabuk
kopar ki, aileme ve malıma kavuşayım, der.
Kafir kul, dünyadan ayrılmak ve Ahiret'e yönelmek üzere
olduğu zaman, yanlarında kaba ve sert elbise olan siyah yüzlü Melekler gelir ve
onun görebileceği bir yerde otururlar. Sonra Ölüm Meleği onun yanına gelip
başucunda oturur ve ona: Ey çirkin ruh, haydi çık! Allah'ın öfkesine ve
gazabına gel! der. Bunun üzerine ruhu bedenine dağılır ve ıslak yüne dolaşan
pıtrağın (dikenli tohumları hayvanların kıllarına ve insanların giysilerine
takılan bir yıllık ve otsu bir bitki) yünden çekilip çıkarıldığı gibi, Ölüm
Meleği onun ruhunu bedeninden çekip alır (Ruhu bedeninden güçlükle ayrılır).
Ölüm Meleği ruhunu alınca da, Melekler onu göz açıp kapayacak kadar Ölüm
Meleği'nin elinde bırakmazlar. Onu Ölüm Meleği'nin elinden alırlar ve kaba ve
sert elbisenin içine koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en pis leş kokusu gibi
bir koku çıkar. Onu semaya yükseltirler. Her semada bulunan meleklerin yanından
geçerken onlar: Bu pis ruh kimindir? derler. Melekler, dünyadaki en kötü ismini
söyleyerek: Falan oğlu falandır, derler. en yakın göğe (dünya semasına)
gelince, onun için semanın kapılarının açılmasını isterler, fakat ona kapılar
açılmaz. Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu Ayet'i okudu:
"(Öldükleri zaman) onlar(ın ruhların)a gök kapıları
açılmaz ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar Cennet'e giremezler.
Suçluları işte böyle cezalandırırız." (el-A'raf 7/40)
Allah (azze ve celle) şöyle buyurur: "Onun amel
defterini Siccin'e (en aşağı tabakaya) yazın!.." Sonra onun ruhu, gökten
yere fırlatılıp atılır. Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu
Ayet'i okudu:
"Kim Allah'a Şirk (ortak) koşarsa, sanki o, gökten
düşüp de parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgar onu uzak bir yere
sürükleyip atmış kimse gibidir." (Hac 22/31)
Ardından ruhu bedenine iade olunur da (Münker ve Nekir adlı)
iki Melek ona gelip yanına oturur ve:
Rabbin kimdir? derler.
Kafir kul: Şey şey, bilmiyorum, der.
Onlar: Dinin nedir? derler.
Kafir kul: Şey şey, bilmiyorum, der.
Onlar: Size gönderilen adam hakkında ne dersin? derler.
Kafir kul: Hah…Hah… Bilmiyorum, der.
Bunun üzerine semadan bir ses: Yalan söyledi, ona
Cehennem'deki yerini hazırlayın ve ona Cehennem'den bir kapı açın! der.
Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgarından gelir ve
kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır. Çirkin yüzlü, kötü
elbiseli ve pis kokulu bir adam ona gelir ve şöyle der: Seni üzecek şeye sevin!
Bugün, va'd olunduğun gündür. Kafir ruh ona: Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük
getirdi, der. O da: Ben senin çirkin amelinim, der. Bunun üzerine: Rabbim!
Kıyamet'i koparma!.. der." (Ahmed, Müsned)
Başka bir Hadis'de şu şekilde ifade edilir: "Ölü mezara
konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki Melek
gelir; ölüye derler ki: Şu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) denilen zat
hakkında ne dersin? O da şöyle cevap verir. O, Allah'ın kulu ve Rasulü'dür. Ben
şahitlik ederim ki Allah'tan başka İlah yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve
elçisidir. Bunun üzerine Melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte
idik, derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu
ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra Melekler ölüye: Yat ve
uyu! derler. O da: Aileme gidin de durumu haber verin der. Melekler ona: zifafa
giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, Mahşer
Günü'ne kadar sen uyumana devam et derler.
Eğer ölü Münafık olursa, Melekler şöyle der: Şu Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem) denilen zat hakkında ne dersin? Münafık da şöyle
cevap verir: Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de
onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona: Böyle
diyeceğini zaten biliyorduk derler. Daha sonra yere: Bu adamı alabildiğine
sıkıştır! diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse
kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer Günü'ne kadar bu sıkıntı
devam eder." (Tirmizi)
Semura ibni Cundeb (radiyallahu anh) şöyle anlatır:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Sabah Namazı'nı kıldırdığı zaman
yüzünü bize döner ve: Bu gece sizden kim rüya gördü? diye sorardı. Eğer birisi
rüya görmüş ise onu anlatır, o da: Maşaallah! derdi. Yine bir gün bize: Bu gece
sizden kim rüya gördü? diye sordu. Biz de: Gören yoktur! dedik. Bunun üzerine O
(sallallahu aleyhi ve sellem):
Ama ben bu gece bana gelen iki adamı gördüm. Elimden tutup
beni Mukaddes Toprağa çıkardılar. Bir de baktım, orada, oturan bir adamla
elinde demir çengel olan ayakta bir adam var. Bu adam çengeli avurtunun içinden
ensesine kadar sokuyordu. Sonra da avurtunun diğer kenarına sokup aynısını
yapıyordu, bu arada diğer tarafı iyi olunca, o zaman bu tarafa dönüp tekrar
aynısını yapıyordu. Ben: Bu nedir? dedim.
Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda sırt üstü uzanmış bir adama
vardık. Başucunda ise ayakta elinde bir taş bulunan bir adam vardı, taşla
başını eziyordu. Taşı vurduğunda taş yuvarlanıp gidiyor, o da taşı almak için
arkasından gidiyordu, tekrar geri geldiğinde başı iyi olup eski halini alıyor,
adam tekrar gelip başına vuruyordu. Ben: Bu da kimdir? dedim.
Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda tandır gibi bir deliğe
vardık, üstü dar, altı geniş olup altında ateş yanıyordu. Ateş
yaklaştırıldığında (alevler yükseldikçe) içindekiler de yükseliyor, neredeyse
dışarı çıkacak oluyorlar, ateş sakinleşince tekrar içerisine dönüyorlardı.
Buranın içerisinde çıplak kadınlar ve erkekler vardı. Ben: Bunlar da kimdir?
dedim:
Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde ortasında bir
adam bulunan kandan bir nehre vardık. Nehrin kıyısında önünde birtakım taşlar
bulunan bir adam vardı. Nehirdeki adam gelip dışarı çıkmak istediğinde nehrin
kıyısındaki adam onun ağzına bir taş atarak onu bulunduğu yere gönderiyordu.
Adam çıkmak için geldiğinde her defasında ağzına bir taş atıp yerine
döndürüyordu. Ben: Bu da nedir? dedim:
Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde büyük bir ağacın
bulunduğu yemyeşil bir bahçeye vardık. Ağacın dibinde yaşlı bir adamla birtakım
çocuklar vardı. Bir de baktım ki ağacın yakınında, önünde yakıp tutuşturduğu
ateş bulunan bir adam var. Sonunda beni ağacın içinden yukarı çıkararak bir eve
girdirdiler ki bu evden daha güzelini asla görmedim. Evin içerisinde
yaşlısından gencine birtakım erkekler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni
buradan çıkarıp yine ağaçtan yukarı kaldırdılar ve bir eve girdirdiler ki bu ev
daha güzel ve daha değerli idi. Yine buranın da içerisinde yaşlılar ve gençler
vardı. Ben: Bu gece beni gezdirip dolaştırdınız, şimdi gördüklerimin ne
olduğunu bana haber verin bakalım, dedim.
Olur, dediler.
Avurtu yarılıp parçalandığını gördüğün adam, yalancıdır.
Yalan konuşur, kendisinden her tarafa yalan taşınırdı. İşte bu sebeple Kıyamet
Günü’ne kadar ona böyle azab edilir. Başının taşla parçalandığını gördüğün
adam, Allah kendisine Kur’an'ı öğrettiği halde, uykuyu Kur'an'a tercih eder,
gündüz de Kur’an-ı Kerim'e göre yaşamazdı. İşte bu nedenle ona Kıyamet Günü’ne
kadar böyle azab edilir. Deliğin içinde gördüğün erkekler ve kadınlar,
zinakarlardır. Nehirde gördüğün adam faiz yiyenlerdir. Büyük ağacın altında
gördüğün yaşlı adam İbrahim (aleyhi selam)'dır. Çevresindeki çocuklar
insanların çocuklarıdır. Ateşi yakan ise Cehennem'in bekçisi Malik’tir. İlk
girdiğin ev, bütün müslümanlar'ın evi, bu ev ise şehitlerin evidir. Ben
Cebrail’im. Bu da Mikail’dir. Başını yukarı kaldır! dedi.
Başımı kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir
şey duruyor. Bana: İşte bu de senin evindir, dediler. Ben: Beni bırakın da
evime gireyim, dedim.
Ama senin henüz tamamlamadığın bir ömrün var, şayet
tamamlamış olsaydın, evine girerdin, dediler." (Buhari)
İbni Kayyım günahkar Müslümanlar'ın da Kabir Azabı'na tabi
tutulmalarına dair der ki: "Bazı durumlarda belirli bir süreye kadar azab
edildikten sonra Kabir Azabı kesilir. Bu azab türü, günahları az olan bazı
günahkar Mü'minler içindir. Bu kimseler, günahlarına göre azab görecekler,
-aynı Cehennem'de azab görüp de sonra onlardan azabın giderileceği gibi-, daha
sonra azab onlardan hafifletilecektir. Ölünün yakın akrabası veya başkası
tarafından kendisi için yaptığı dua, verdiği sadaka, yaptığı istiğfar veya
haccın sevabının kendisine ulaşmasından dolayı Kabir Azabı ölüden
kaldırılabilir." (İbni Kayyım, er-Ruh, 89)
Ayet'te geçen مَعِيشَةً ضَنكًا "sıkıntılı bir
hayat" (Ta-Ha 20/124) tabirinin Kabir Azabı olduğu belirtilmiştir. İbni
Kesir, Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) ve Ebu Hureyre (radiyallahu
anh)’dan rivayet edilen Hadisler gereğince Kabir Azabı olarak kabul edilmesi
gerektiğini söyler. İbni Hibban’ın Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet
ettiği Hadis'de, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bunu Kabir Azabı
olarak açıkladığı bildirilmektedir. (İbni Hibban, Sahih, 3109)
Kabir Azabı, Sünnet Ehli tarafından İcma ile kabul edilmiş
ve buna muhalefet eden olmamıştır. Mu’tezile’ye gelince, onlar Cennet ve
Cehennem’in henüz yaratılmadığı iddası ile, Kabir Azabı’nı da inkar
etmişlerdir.
Îmânın Lügat ve Istılâh
Mânâsı:
“Îmân” kelimesi lügatte: “Emniyet ve tasdîk”
olmak üzere iki mânâya gelir. Emniyet: “Güven vermekve güven içinde
olmak” demek olup, korkunun zıddıdır. Nitekim âyet-i kerîme’de şöyle
buyrulmuştur: “Allâh onları korkudan emin kıldı.” (Kureyş: 106/4)
Tasdîk ise: “Doğrulama ve onaylama”
demek olup, yalanlamanın zıddıdır. Nitekim âyet-i kerîme’de şöyle buyrulmuştur:
“Onların size inanacaklarını mı
umuyorsunuz.” (Bakara: 2/75)
İslâmî ıstılâhta ise: “Îmân: Kalb ile
tasdîk, dil ile söylemek ve âzâlarla amel etmektir. Artar ve azalır.”
Buna göre îmân: Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem’in Allâh’u Teâlâ’dan getirdiklerini kalb ile kabul etmek,
bunları dil ile söylemek ve gerektirdikleriyle amel etmektir. İbâdetlerle
artar. Günâhlarla azalır. [Bak: “E-m-n” Maddesi, İsfahânî, el-Müfredat;
Firûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab; Cevherî, es-Sıhâh;
İbn Fâris, Mucemu Makâyisi’l-Luğa…]
Ehl-i Sünnet Âlimleri
Îmânın Tanımında İcmâ Etmişlerdir:
Ehl-i Sünnet âlimleri îmânın kalb ile
tasdîk, dil ile ikrâr ve âzâlarla amel etmek olduğunda ve itaatlerle artıp,
masiyetlerle azalacağında icmâ etmişlerdir. Nitekim:
1. İmâm Sufyân bin Uyeyne rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmân, söz ve
ameldir. Bizden öncekilerden onu, söz ve amel olarak aldık. Amel olmadan söz
olmaz.” [Abdullâh bin Ahmed, es-Sünne: 1/346; İbn Battâ, el-İbâne: 2/855;
el-Acurrî, eş-Şeria: 2/604.]
2. İmâm Şâfiî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Sahâbe, tabiin ve onlardan
sonra bizim kendilerine yetiştiğimiz kimseler: ‘Îmân: Söz, fiil ve niyettir. Bu
üçünden birisi diğeri olmadıkça geçerli değildir’ diye icmâ ettiler.”
[el-Lalekâî, Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s-Sünne: 5/956; İbn Teymiyye,
Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/209.]
3. İmâm Ahmed bin Hanbel rahîmehullâh şöyle demiştir: “Tabiinden,
Müslümanların imâmlarından, selef imâmlarından ve çeşitli ülkelerin fıkıhçılarından
doksan kişi Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in vefat ettiği esnadaki
sünnetine göre: ‘Îmân: Söz ve fiildir. İtaatle artar, masiyetle eksilir’ diye
icmâ ettiler.” [İbn Receb, Tabakatu’l-Hanabile: 1/130.]
4. İmâm İbn Abdilberr rahîmehullâh şöyle demiştir: “Fıkıhçılar ve
hadîsçiler îmânın söz ve amel olduğu üzerinde icmâ ettiler. Niyetsiz amel
olmaz. Onlara göre îmân itaatle artar, masiyetle azalır. Onların nazarında
bütün itaatler îmândır.” [İbn Abdilber, et-Temhîd: 9/238.]
5. İmâm Buhârî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Çeşitli ülkelerden binden
fazla âlimle karşılaştım. Hiç kimsenin îmânın söz ve fiil olduğunda, artıp
eksilebileceğinde ihtilaf ettiğini görmedim.” [İbn Hacer, Fethu’l-Bârî:
1/47; Alûsî, Rûhu’l-Meânî: 5/156.]
6. İmâm el-Acurrî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh size ve bize
merhamet etsin. Biliniz ki Müslüman âlimlerin üzerinde icmâ ettikleri esasa
göre îmân, bütün insânlara farzdır. O da, kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr ve
âzâlarla amel etmektir.
Ve yine biliniz ki beraberinde dilin
söylemesi olmadıkça sadece kalb ile bilmek ve tasdîk etmek yeterli değildir.
Âzâlarla amel etmek olmadıkça da kalb ile bilmek ve lisân ile söylemek yeterli
değildir. Bu üç haslet bir kimsede eksiksiz bulunduğu zaman mü’min olur.
Kur’ân, Sünnet ve Müslüman âlimlerin görüşleri buna delâlet eder.” [Acurrî, eş-Şeria: 2/611.]
7. İmâm el-Beğavî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Sahâbeler, tabiinler ve
onlardan sonra gelen sünnet âlimleri amellerin îmândan bir cüz olduğu konusunda
görüş birliği içindedirler… Onlar dediler ki: Îmân söz, amel ve akidedir.”
[el-Beğavî, Şerhu’s-Sünne: 1/38.]
8. İmâm İbn Battâ rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh size rahmet etsin,
bilin ki! Allâh’u Teâlâ kalblerin kendisini tanımasını ve kendisini,
rasûllerini, kitâblarını ve sünnetin getirdiği her şeyi tasdîk etmesini,
dillerin bunu söylemesini ve söz olarak bunu ikrâr etmesini, bedenlerin ve
âzâların emrettiği her şeyi yapmasını farz kıldı. Amelleri farz kıldı.
Bunlardan herhangi birisi diğerleri olmadıkça geçerli değildir. Kul bunların
hepsini kendisinde bulundurmadıkça mü’min olamaz. Ta ki kalbiyle inanmış, dili
ile ikrâr etmiş ve âzâları ile amel etmiş olsun. Bununla beraber yine de mü’min
olamaz. Ancak bütün söylediklerinde ve yaptıklarında sünnete uygun olduğu,
bütün sözlerinde ve amellerinde Kitâb ve ilme uyduğu zaman mü’min olur. Size
açıkladığım her şey Kur’ân’da ve Sünnet’te geçmektedir ve ümmetin âlimleri
bunun üzerinde icmâ etmiştir.” [İbn Battâ, el-İbâne: 2/778.]
9. İmâm Ebû Ubeyd Kâsım bin Sellâm rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh
Teâlâ îmânın ancak şartlarına uygun bir amelle gerçek bir îmân olacağını
belirlemiştir. Amel olmaksızın sadece sözle îmân iddiasında bulunanı gerçek
mü’min olarak kabul eden kimse Allâh’ın Kitâbı’na ve Sünnet’e inatla karşı
çıkıyor demektir. Allâh’u Teâlâ’nın insânları sözün fiille tasdîk edilip
edilmediğiyle imtihan ettiğini ve amel olmaksızın sadece sözden razı olmadığını
görmedin mi? Böylece birini diğerinin bir parçası kılmış olmadı mı? Allâh’ın
Kitâ-bı’ndan, Rasûlü’nün Sünneti’nden ve ondan sonraki selefin metodundan sonra
artık başka hangi şeye uyulur? Ki örnek alınacak ve güvenilecek kimseler
onlardır. Şu kitâbımızda naklettiğimiz şeylerden âlimlerimizin belirlediği bize
göre sünnete uygun olan hüküm şudur: Niyet, söz ve amelin hepsi birden îmândır.”
[Kâsım bin Sellâm, Kitâbu’l-Îmân: 32-34.]
10. İmâm İbn Receb rahîmehullâh şöyle demiştir: “Âlimlerin çoğunluğu şunu
söylemişlerdir. Îmân söz ve ameldir. Bu selefin tamamının ve hadîs âlimlerinin
icmâsıdır. Şâfiî bu konuda sahâbenin ve tabiinin icmâ ettiklerini belirtmiştir.
Ebû Sevr de bunun üzerinde icmâ olduğunu ifâde etti. Evzâî dedi ki: Seleften bu
dünyadan geçip gidenler îmân ile amel arasında ayırım yapmazlardı. Bunu birden
fazla selef âlimi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten naklettiler. Fudayl bin Iyâd ve
Veki el-Cerrah da bunu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten nakledenlerdendir. ‘Îmân
söz ve ameldir’ diyenlere gelince bunlardan bazıları şunlardır: Hasen el-Basri,
Said bin Cubeyr, Ömer bin Abdulaziz, Ata, Tavus, Mücâhid, Şâbî, Nehâî ve Zührî.
Bu, Sevrî, Evzâî, İbn Mübarek, Mâlik, Şâfiî, Ahmed, İshâk, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr
ve diğerlerinin de görüşüdür… Îmânın artması ve eksilmesi, âlimlerin cumhurunun
görüşüdür.” [İbn Receb, Câmiu’l-Ulûm: 1/104.]
Kalb İle Tasdik Etmenin
Delîlleri:
Îmânın sahîh olabilmesi için kalb ile
tasdîk edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok delîl vardır. Onlardan
bazıları şöyledir: Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Îmân henüz kalblerinize girmedi
(yerleşmedi).” (Hucurât: 49/14)
Bu âyet-i kerîme kalb ile tasdîk etmeden
îmân iddiasının geçerli olmayacağının ve îmânın ancak kalben tasdîk ile sahîh
olacağının en açık delîllerindendir. Zîrâ âyette menfaat peşinde koşarak
münafıklık yapan bazı bedevîlere “Îmân henüz kalblerinize girmedi” buyrularak
kalben yakînî olarak îmân etmedikçe mü’minlerden olamayacakları
bildirilmektedir. Nitekim âyetin baş tarafında şöyle buyrulmaktadır:
“Bedevîler, dedi ki: ‘İman ettik.’ De ki: ‘Siz îmân etmediniz; ancak ‘İslâm
(teslim) olduk’ deyin. (Zîrâ) Îmân henüz kalblerinize girmedi.”
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir âyet-i
kerîme’de şöyle buyurmaktadır:
“Ey Rasûl! Kalbleri inanmadıkları halde
ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar
seni üzmesin.” (Maide: 5/41)
Bu âyet-i kerîme de bir önceki âyet-i kerîme
gibi îmânın sıhhati için kalb ile tasdîk etmenin şart olduğunun en büyük
delîllerindendir. Âyette kalben inanmadıkça dil ile söylemenin kişiye fayda
vermeyeceği beyân olunmaktadır. Zîrâ âyetin sonunda “İnanmadıkları halde
ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar”
hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Onlara dünyada bir rüsvaylık (en aşağılayıcı
bir zillet), ahirette ise yine onlara büyük bir azâb vardır.”
Îmânın sahîh olabilmesi için kalb ile
tasdîk edilmesinin gerekli olduğunu ifâde eden birçok hadîsi şerîf vardır.
Onlardan bazıları şöyledir:
“Ebû Said el-Hudrî radıyallâhu anh’dan
rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra Allâh
Subhânehu ve Teâlâ: ‘Kalbinde hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (cehennemden)
çıkarın!’ buyurur.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (22); Müslim
(146)…]
Bu hadîs-i şerîf, kalb ile tasdîk etmeden
îmânın sahîh olmayacağını ve kurtuluşun ancak kalbte bulunan tevhîdî bir îmân
ile mümkün olacağını açık olarak bildirmektedir. Nitekim hadîste: “Kalbinde
hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (cehennemden) çıkarın!” buyrulmuştur.
“Enes bin Mâlik radıyallâhu anh’dan
rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
(Allâh Azze ve Celle) ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammeden Rasûlullâh’a samimi bir
kalble şahitlik eden herkese cehennem ateşini haram kılar’.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (128); Müslim (32) …]
Kalbten yakînî olarak şehâdet edilen
kelime-i tevhid’in, cehennem ateşinde ebedî olarak kalmaya mânî olacağı ifâde
edilen bu hadîs-i şerîf, bir önceki hadîste zikredilenleri takviye ederek kalb
ile tasdîk etmedikçe îmân iddiasının geçerli olmayacağı hakkında açık bir
nassdır.
İmâm İbn Kayyim rahîmehullâh kalbin
tasdîki hakkında şöyle demiştir: “Îmânın hakikati söz ve fiilden oluşur. Söz
iki kısımdır: Kalbin sözü ki bu itikattır (kalbin inanması, bağlanmasıdır),
dilin sözü ise İslâm kelimesini konuşmaktır (kelime-i tevhîd’i söylemektir).
Fiil de iki kısımdır: Kalbin fiili ki bu niyet ve ihlâstır. İkincisi organların
fiilidir. Bu dördü bulunmadığı zaman îmân kemâliyle bulunmaz. Kalbin tasdîki
bulunmadığı zaman kalan kısımların faydası olmaz.” [İbn Kayyim
Kitâbu’s-Salât: 56.]
Dil İle İkrâr Etmenin
Delîlleri:
Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î
özürler haricinde- dil ile ikrâr edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok
delîl vardır. Onlardan bazıları şöyledir: Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle
buyurmaktadır:
“Deyin ki: ‘Biz Allâh’a ve bize indirilene
inandık’.” (Bakara: 2/136)
Allâh’u Teâlâ, bu âyet-i kerîmesinde îmân
esasları kalben tasdîk edildikten sonra, bunların dil ile de ikrâr edilmesini
emretmiştir. Bu da dil ikrâr etmenin farz olduğuna açık olarak delâlet eder. Bu
sebeble -ikrah hali müstesna- dili ile îmânını ikrâr etmeyen bir kimsenin îmânı
sahîh değildir. Nitekim İmâm Ebû Hanîfe rahîmehullâh şöyle demiştir: “Bir
kimse Allâh’ı tanır, O’nun tasdîk eder ve imkânına rağmen dili ile ikrâr
etmeden ölürse küfür üzere ölmüştür.” [el-Usûlu’l-Munife li’l İmâm Ebî
Hanife: 120.]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, diğer bir âyet-i
kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allâh’tır’
deyip sonra doğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku
yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Ahkâf: 46/13)
Allâh’u Teâlâ, bu âyet-i kerîmesinde ise
tevhîdi dil ikrâr ederek bunun gereklerini istikâmet üzere yerine getirenlerin
mahzun olmayacaklarını beyân etmektedir. Ancak ilk olarak zikrettiği şey,
îmânın dil ile ikrâr edilmesidir. Bu da ikrârın amelden önce olduğuna açık
olarak delâlet etmektedir.
Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î
özürler haricinde- dil ile ikrâr edilmesinin gerekli olduğunu ifâde eden birçok
hadîsi şerîf vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
“Târık bin Abdullâh el-Muhârî radıyallâhu
anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdular: Ey İnsanlar! ‘lâ ilâhe illallâh/Allâh’tan başka -ibâdete layık hak-
ilâh yoktur’ deyin kurtuluşa erin.” [(SAHÎH HADÎS): Ahmed
(16603); İbn Huzeyme (159)…]
Hadîs-i şerîfte ‘lâ ilâhe illallâh’
kelime-i tevhîdini ikrâr edenlerin kurtulacağı; ikrâr etmeyenlerin ise dünyâ ve
âhiret kurtuluşa eremeyeceği bildirilmektedir. Bu da dil ikrâr olmadan îmânın
sahîh olmayacağı gerçeğine şüphe bırakmayacak bir şekilde delâlet etmektedir.
“Enes bin Mâlik radıyallâhu anh’dan
rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
İnsânlar ‘lâ ilâhe illallâh/Allâh’tan başka -ibâdete layık hak- ilâh yoktur’
deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim Allâh’tan başka ilâh yoktur
derse meşru bir gerekçesi dışında canını ve malını benden korumuş olur. Onun
hesabı -bundan sonra- Allâh’a aittir’.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (6924); Müslim (20)…]
Bu hadîs-i şerifin, ‘lâ ilâhe illallâh’
kelime-i tevhîdinin yani îmânın dil ikrâr edilmesinin gereğine delâlet etmekte
olduğu açıktır. Îmânlarını dil ile ikrâr etmeyen kimselerin savaş ehlinden
sayılmaları ise dil ile ikrâr etmenin îmânın sıhhat (geçerlilik) şartı olması
dolayısıyladır.
İmâm İbn Battâ rahîmehullâh, îmânının
sıhhat şartlarını kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr ve azarla amel olarak
belirterek şöyle demiştir: “Bilin ki! Allâh’u Teâlâ kalbe Allâh’ı
tanımasını, Allâh’ı, rasûllerini, kitâblarını ve sünnetin getirdiği her şeyi
tasdîk etmesini; dillere bunu söylemelerini ve bunu sözlü olarak ikrâr
etmelerini; bedenlere ve âzâlarla ise emrettiği her şeyi yapmalarını farz
kılmıştır. Bunlardan herhangi birisi diğerleri bulunmadıkça geçerli değildir.
Kul bunların hepsini birlikte yapmadıkça mü’min olmaz. Yani hem kalbiyle
inanmalı, hem diliyle ikrâr etmeli, hem de organlarıyla amel etmelidir. Sonra
söylediği ve yaptığı her şey Sünnet’e uygun olmadıkça, bütün sözlerinde ve
amellerinde Kitâb’a ve ilme tabi olmadıkça yine mü’min olmaz. Size açıkladığım
şeylerin hepsi Kur’ân’da zikredilmiştir; Sünnet’te geçmektedir ve ümmetin
âlimleri de bunlar üzerinde icmâ etmişlerdir…” [İbn Battâ, el-İbâne:
2/761.]
Azalarla Amel Etmenin
Delîlleri:
Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î
özürler haricinde- îmânın gerektirdikleriyle amel edilmesinin gerekli olduğunu
beyân eden birçok delîl vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle
buyurmaktadır: “Allâh sizin îmânlarınızı asla zayi etmez.”
(Bakara: 2/143)
Bu âyet-i kerîmedeki îmândan maksadın
namaz olduğu hususunda icmâ edilmiştir. Allâh Azze ve Celle âyet-i kerîmesinde
namaz amelini îmân olarak isimlendirerek îmândan saymıştır. Nitekim İmâm
Kurtubî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Âlimler bu âyetin, Beyt-i Makdis’e
doğru namaz kılıp da ölen kimsenin hakkında inmiş olduğu hususu üzerinde
ittifak etmişlerdir… Görüldüğü gibi burada niyet, söz ve ameli kapsadığından
dolayı namaza ‘îmân’ adı verilmektedir.
İmâm Mâlik rahîmehullâh şöyle demiştir:
Ben bu âyet-i kerîme vesilesiyle (amelleri îmândan saymayan sapık) Mürcie’nin:
‘Namaz îmândan değildir’ şeklindeki sözlerini hatırlıyorum (da böyle bir sözü
nasıl söylediklerine şaşıyorum).” [Kurtubî, el-Câmiu li
Ahkâmi’l-Kur’ân: 2/157.]
İmâm Şâfiî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmân;
söz amel ve kalble itikattır. Görmez misin ki Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor:
‘Allâh sizin îmânlarınızı asla zayi etmez.’ Yani ‘Mescidi Aksa’ya doğru
kıldığınız namazları zayi etmeyecektir’ demektir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, bu
âyette namazı, îmân olarak isimlendirmiştir. Namaz da söz amel ve itikattır.”
[İbn Abdilber, el-İntika: 81.]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle
buyurmaktadır:
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allâh’a, ahiret
gününe, meleklere, kitâb ve nebîlere îmân edenlerin; mala olan sevgilerine
rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından
dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru
kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve
zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum
ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allâh’a karşı
gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara: 2/177)
İmâm el-Evzâî rahîmehullâh şöyle demiştir:
“Îmân ancak söz ile istikâmet bulur (:doğrulanır). Îmân ve söz ancak amel
ile istikâmet bulur. Îmân, söz ve amel ise ancak Sünnet’e uygun niyetle
istikâmet bulur. Seleften geçip gitmiş olanlar ameli îmândan, îmânı amelden
ayırmıyorlardı. Îmân şu dinlerin kendi isimlerini kapsadığı gibi kapsayıcı bir
isimdir ve amelin onu tasdîk etmesini de kapsar. Her kim ki dili ile îmân eder,
kalbi ile tanır, ameli ile de bunu doğrularsa işte bu kopmayan bir kulptur. Her
kim de dili ile söyler, kalbi ile tanımaz, ameliyle onu doğrulamazsa, onun
îmânı kabul edilmez ve ahirette kaybedenlerden olur.” [el-Lalekâî, a.g.e:
5/956; İbn Battâ, el-İbâne: 2/807.]
İmâm Süfyân es-Sevrî rahîmehullâh ise
şöyle demiştir: “Îmân söz, amel ve niyettir; artar eksilir. İtaatle artar,
masiyetle eksilir. Amelle birlikte olmadıkça sadece söylemek câiz değildir.
Niyetle beraber olamadıkça sadece söz ve amel câiz değildir. Sünnete uygun
olmadıkça sadece söz, amel ve niyet de câiz değildir.” [el-Lalekâî, a.g.e:
1/170; İbn Battâ, el-İbâne, 6/32; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/296.]
Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î
özürler haricinde- îmânın gerektirdikleriyle amel edilmesinin gerekli olduğunu
beyân eden birçok hadîs-i şerîf vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
“İbn Abbas radıyallâhu anh’dan rivâyet
edildiğine göre: Beni Abdulkays heyeti Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e
gelince Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem onlara (önce) Allâh’a îmân
etmeyi emretti ve onlara: ‘Allâh’a îmân nedir biliyor musunuz? Dedi. Onlar
‘Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir’ dediler. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve
sellem (Yalnızca Allâh’a îmân etmek:) ‘Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve
Muhammed’in Allâh’ın rasulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât
vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini (İslam devlet
hazinesine) vermeniz demektir’ buyurdu.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (87); Ebû Dâvud (4677)…]
Bu hadîsi şerîf, amellerin îmâna dâhil
olması hakkında en açık olan hadîslerden biridir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi
ve sellem kendisine dini öğrenmek için gelen heyete îmânı emretmiş ve “Allâh’a
îmân etmek Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın rasûlü
olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve
ganimetin beşte birini (İslâm devlet hazinesine) vermektir” buyurarak Allâh’a
îmân için gerekli olan şeyleri bildirmiştir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve
sellem namaz, oruç, zekât ve ganimetin beşte birini İslam devlet hazinesine
vermek gibi amelleri Allâh’a îmân olarak öğretmiştir. Hadîsin diğer bir
metninde gelen heyete “Bunları ezberleyin ve geride kalanlarınıza da bildirin”
şeklinde buyurarak, ibâdetlerin Allâh’a îmân etmek için gerekli olduğunu
insânlara bildirmelerini emretmiştir. Eğer ibâdetler îmâna dâhil olup
hakikatinden olmasaydı, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine dini
öğrenmek için gelen bu kimselere ibâdetleri îmân olarak öğretmez ve
öğretmelerini de emretmezdi.
İmâm İbn Ebi’l-İzz rahîmehullâh bu hadîs-i
şerîfi zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Amellerin îmânın müsemmasına
(kapsamına) dâhil olduğuna bu delîlin üstünde başka hangi delîl olabilir? Bu
hadîste îmân ameller olarak tefsîr edilmiş ve tasdîk söz konusu edilmemiştir.
Çünkü inkâr ile birlikte bu amellerin bir faydasının olmadığı bilinen bir
husustur.” [İbn Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahavîyye: 2/487.]
“Ebû Hureyre radıyallâhu anh’dan rivâyet
edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Îmân yetmiş
küsur şubedir. En yükseği ‘lâ ilâhe illallâh’ sözüdür. En aşağısı eziyet veren
şeyi yoldan kaldırmaktır. Hayâ îmândan bir şubedir.” [(SAHÎH HADÎS): Müslim (37), Ebu Dâvud (4676)…]
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, bu
hadîste îmânın şubelerini ifâde etmiş ve amelleri de bu şubelere dâhil
etmiştir. Bu da açık olarak göstermektedir ki, ameller îmânın müsemmasına
dâhildir. Nitekim İmâm Beğavî rahîmehullâh bu konudaki ittifaktan bahsederek
şöyle demiştir: “Sahâbe, tabiin ve onlardan sonra gelen Ehl-i Sünnet
âlimleri amellerin îmândan olduğu hususunda… İttifak etmişler ve şöyle
demişlerdir: Îmân; söz, amel ve inançtır. İtaatle artar, masiyetle eksilir.
Îmânın arttığını bizzat Kur’ân söylemiştir. Eksilmesi ise kadınların
vasfedildiği hadîste geçmektedir.” [Beğavî, Şerhu’s-Sunne: 1/38-39.]
Îmânın Artıp,
Eksilmesinin Delîlleri:
Kur’ân ve Sünnet’te îmânın artıp
eksileceğine dair birçok delîller vardır. Nitekim İmâm İbn Ebi’l-İzz
rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmânın artıp eksildiğine dair Kitâb ve
Sünnet’ten delîller ile seleften gelen rivâyetler gerçekten çoktur…” [İbn
Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akîdedi’t-Tahavîyye: 2/479.]
Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:
“Îmân edenlerin îmânını artırsın…” (Müddessir: 74/31)
Alî bin Ebî Tâlib radıyallâhu anh şöyle
demiştir: “Îmân kalbte bir nükte şeklinde ortaya çıkar. Îmân arttıkça bu
nükte de artar.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/224.]
İmâm İbn Cerir et-Taberî rahîmehullâh ise
şöyle demiştir: “Îmân, söz ve amel midir, artar ve eksilir mi veya onda
artma ve eksilme olmaz mı? Bu konuda söylenecek söze gelince; îmân söz ve
ameldir, artar ve eksilir diyenlerin görüşü doğrudur. Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem’in ashâbından bir topluluğun bu görüşte olduğu haber
verilmiştir. Geçmişte dîn ve fazilet sâhibi kimseler bu görüşü
benimsemişlerdir.” [Taberî, Sarihu’s-Sünne: 25.]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir âyet-i
kerîme’de şöyle buyurmaktadır:
“Mü’minler o kimselerdir ki, Allâh
anıldığı zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman
îmânlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal: 8/2)
İmâm İbn Kesîr rahîmehullâh, bu âyet-i
tefsîr ederken şöyle demiştir: “Buhârî ve diğer imâmlar îmânın artıp
eksildiğine ve kalblerdeki îmânın farklılığına bu ve benzeri âyetlerle delîl
getirmişlerdir. Hatta Şâfiî, Ahmed ve Ebû Ubeyd gibi birden fazla imâm bu
konuda icmâ olduğunu haber vermişlerdir. Nitekim ben bunu -Allâh’a hamd olsun-
Buhârî’ye yaptığım şerhin başında uzun uzun açıkladım (arzu edenler oraya
bakabilir).” [İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm: 4/12.]
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir
âyet-i kerîme’de şöyle buyurmaktadır:
“Onlar öyle kimselerdir ki halk
kendilerine: ‘Düşmanlarınız olan insânlar size karşı ordu hazırladılar, aman
onlardan korkun’ dediklerinde, bu tehdit onların îmânlarını artırmış ve ‘Allâh
bize yeter. O ne güzel vekildir’ demişlerdir.” (Ali İmran: 3/173)
İmâm İbn Ebi’l-İzz rahîmehullâh bu âyeti
zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerîme ile ondan önceki âyet
hakkında; buradaki artıştan kasıt, kendisine îmân edilen hususların artışıdır,
nasıl denilebilir? İnsânların söyledikleri bir söz olan; ‘Düşmanlarınız olan
insânlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan korkun’ sözünde teşrî
olarak bildirilen bir artış var mıdır? Mü’minlerin kalblerine huzur ve sükûnun
indirilmesinde teşrî bakımından bir artış var mıdır?” [İbn Ebi’l-İzz,
Şerhu’l-Akîdedi’t-Tahavîyye: 2/479.]
Îmânın artıp, eksileceğine delâlet eden hadîs-i
şerîflerden bazıları şöyledir:
“Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh’dan
rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra Allâh
Subhânehu ve Teâlâ: ‘Kalbinde hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (cehennemden)
çıkarın!’ buyurur.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (22); Müslim (146)
…]
Bu hadîs-i şerîf îmânın azaldığını beyân
eden nassların en açık olanlarındandır. Nitekim hadîste ifâde edildiği üzere
îmân azalır; ta ki hardal tanesi kadar kalır…
Bu ve benzeri nasslara binâen sahâbelerden
Abdullâh bin Abbâs, Ebû Hureyre ve Ebû’d-Derdâ radıyallâhu anhum şöyle
demişlerdir. “Îmân artar ve eksilir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1016.]
Cundub bin Abdillâh el-Becelî radıyallâhu
anh ise şöyle demiştir: “Biz yiğit delikanlılar olarak Rasûlullâh sallallâhu
aleyhi ve sellem ile beraber bulunuyorduk. Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmeden önce
îmânı öğrendik. Sonra Kur’ân-ı Kerîm’i öğrendik ve onunla îmânımızı artırdık.” [el-Lalekâî,
a.g.e: 5/1019; İbn Battâ, el-İbâne: 2/845; Acurrî, Kitâbu’ş-Şeria: 2/583;
Hallal, es-Sünne: 5/48; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/505.]
“Ebû Umâme radıyallâhu anh’dan rivâyet
edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Kim Allâh
için sever, Allâh için buğz eder, Allâh için verir ve Allâh için mânî olursa
îmânını tamamlamış olur.” [(SAHÎH HADÎS): Ebû
Dâvud (4681); Taberânî (Kebir: 7613)…]
Hadîs-i şerîfte ifâde edildiği üzere kişi,
Allâh için sever, Allâh için buğz eder, Allâh için verir ve Allâh için mânî
olursa îmânı artış göstererek tamamlanır; kemâle erer. Bu itibarla diğer
ibâdetler de îmânın tamam olmasında ve kemâlata ulaşmada pay sâhibidirler.
Nitekim sahâbelerden Umeyr bin Habib el-Hutamî radıyallâhu anh şöyle demiştir: “Îmân
artar ve eksilir. Denildi ki: Onun artması ve eksilmesi nedir? Dedi ki: Allâh’ı
zikrettiğimiz ve O’na hamd ettiğimiz ve tesbih ettiğimiz zaman bu, îmânın
artmasıdır. Gaflet ettiğimiz ve unuttuğumuz zaman bu, îmânın azalmasıdır.”
[el-Lalekâî, a.g.e: 5/1019; İbn Battâ, el-İbâne: 2/845; Acurrî, Kitâbu’ş-Şeria:
2/583; Hallal, es-Sünne: 5/48; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/505.]
Bilinmelidir ki! Ümmetin sünnet ve cemaat
ehli imâmları, îmânın söz, itikat ve amel olduğunda icmâ ettikleri gibi, artıp
eksileceği hususunda da icmâ etmişlerdir. Nitekim İmâm Ebû’l-Hasan el-Eş’arî
rahîmehullâh, selefin üzerinde icmâ ettiği esaslardan söz ederken şöyle
demiştir: “Onlar îmânın itaatle arttığı, masiyetle azaldığı konusunda icmâ
ettiler.” [Risâletun ila Ehli’s-Sağr: 155.]
Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahîmehullâh
ise şöyle demiştir: “Îmân artar eksilir, sözü sahâbelerin sözüdür. Bu söze
muhalefet eden herhangi bir sahâbe bilinmemektedir.” [İbn Teymiyye,
Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/224.]
Îmânın artıp eksildiğine dair ümmetin
imâmlarından birçok rivâyetler naklolunmuştur. Onlardan bazıları şöyledir:
1. Edu Derda radıyallâhu anh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.”
[el-Lalekâî, Şerhu Usulu İ’tikad: 5/1015; İbn Battâ, el-İbâne: 2/848.]
2. Ebu Hureyre radıyallâhu anh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.”
[el-Lalekâî, a.g.e: 5/1016; İbn Battâ, el-İbâne: 2/844.]
3. İmâm Mücâhid rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lalekâî,
a.g.e: 5/1023; İbn Battâ, el-İbâne: 2/806.]
4. İmâm Süfyan İbn Uyeyne rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.”
[el-Lalekâî, a.g.e: 5/1028; İbn Battâ, el-İbâne: 2/813.]
İmâm’a “Îmân artar ve eksilir mi?” diye
sorulduğunda şöyle demiştir: “Siz Kur’ân-ı Kerîm’i okumuyor musunuz? Allâh’u
Teâlâ, şöyle buyurur: ‘Bu onların îmânlarını artırmıştır.’ (Ali İmran:
3/173) Birden fazla yerde îmânın arttığına işaret edilir…” “Eksilir mi?” diye
sorulduğunda ise şöyle demiştir: “Eksilmeyen bir şey artmaz” [İbn Battâ,
el-İbâne: 2/850; Acurri, Kitâbu’ş-Şeria: 2/605.]
5. İmâm İbn Cüreyc rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lâlekâî,
Şerhu Usûlu İ’tikâdi Ehli’s-Sunne: 5/1029.]
6. İmâm Süfyân es-Sevrî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar
eksilir.” [el-Lâlekâî, a.g.e: 1/170; İbn Battâ, el-İbâne: 2/850.]
7. İmâm Mâlik rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve eksilir.”
[İbn Abdilberr, el-İntika: 34; el-Lâlekâî, a.g.e: 5/1028.]
8. İmâm Şâfiî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir… Îmânın
(kişiden kişiye göre değişen) halleri, dereceleri ve tabakaları vardır.
Bunların bir kısmı tam ve eksiksizdir. Bir kısmı eksiktir ve eksiği apaçık
bellidir. Bir kısmı da bu ikisinin ortasında olup, bir tarafı ağır
basmaktadır.” [Beyhakî, Menakibu’ş-Şâfiî: 1/387.]
9. İmâm Ahmed bin Hanbel rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve
eksilir.” [Abdullâh İbn Ahmed, es-Sünne: 1/307; İbn Battâ, el-İbâne:
2/813.] İmâm’a îmânın nasıl eksildiği sorulunca şöyle demiştir: “Nasıl
artıyorsa öyle eksilir.” [el-Hallal, es-Sunne: 3/588.]
10. İmâm Eş’ârî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve eksilir. Bu
konuda adalet sâhibi sika (güvenilir) ravilerin yine adaletli ravilerden
rivâyet ederek Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’de son bularak
sahâbelerin, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den naklettikleri
rivâyetleri kabul ederiz.” [el-Eş’arî el-İbâne an Usuli’d-Diyâne: 27.]
Rasulullah
(sallalahu aleyhi ve sellem)’in Havzı’na İman
Rasulullah
sallalahu aleyhi ve sellem’in Havzı’na iman (etmek gerekir).
Havz hakkında varid olan hadisler otuzdan çok Sahabe
tarafından rivayet olunmuş ve mütevatir derecesine ulaşmıştır. Mevzubahis
Hadisler'in çoğu Buhari ve Müslim tarafından nakledilmiştir.
Tahavi Akidesi Şarihi’nin ifade ettiği üzere: "Havz’dan
söz eden Hadisler tevatür derecesine ulaşır. Bu Hadisler'i otuz küsur Sahabi
rivayet etmiştir. Hocamız İmad'ud Din İbni Kesir, "el-Bidaye ve’n
Nihaye" adını taşıyan tarihe dair büyük eserinin son taraflarında bu
rivayetlerin bütün yollarını tesbit etmiş bulunmaktadır.
Bu Hadisler'den birisini Buhari rivayet etmektedir.
Enes ibni Malik (radiyallahu anh)‘dan rivayete göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim Havz’ımın ölçüleri Eyle ile
Yemen’deki San’a arası kadardır. Onda bulunan ibrik’lerin sayısı ise semadaki
yıldızların sayısı kadardır." (Buhari; Müslim)
Yine ondan gelen rivayete göre Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ashabım'dan
bir takım insanlar Havz’ın etrafında yanıma geleceklerdir. Ben onları
tanıyacağım ama benden uzaklaştırılmış olacaklardır. Bu sefer ben:
Arkadaşlarım? diyeceğim, bana şöyle diyecek(ler): Senden sonra ne gibi
Bid’at’ler ortaya çıkardıklarını bilmezsin!.." (Buhari; Müslim) Bu
hadisi Müslim rivayet etmiştir.
İmam Ahmed’in rivayetine göre de Enes ibni Malik
(radiyallahu anh) şöyle demiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir
uykuya daldı, tebessüm ederek başını kaldırdı. Ya o kendilerine söyledi, yahut
onlar ona: "Ne diye güldün? diye sormaları üzerine Rasulullah (sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: Az önce bana bir Sure indirildi. Sonra da:
"Bismillahirrahmanirrahim. Muhakkak Biz sana Kevser’i verdik"
(el-Kevser) Sure'sini sonuna kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu: el-Kevser’in
ne olduğunu bilir misiniz? Onlar: Allah ve Rasulu daha iyi bilir, dediler.
Şöyle buyurdu: O aziz ve celil olan Rabbim'in bana Cennet'te vermiş olduğu bir
nehirdir. Onun üzerinde pek çok hayırlar vardır. Kıyamet Günü’nde ümmetim o
nehre geleceklerdir. Onun üzerindeki kaplar yıldızların sayısı kadardır.
Onlardan bir kul (ona yaklaşmaktan) alıkonulunca, ben şöyle diyeceğim: Rabbim,
o benim ümmetimdendir. Şöyle denilecek: Senden sonra ne Bid’atler
çıkardıklarını bilemezsin!.." (Ahmed, Müsned)
Bu Hadisi Müslim de şu lafız ile rivayet etmiştir: "O Rabbim'in bana va'adettiği bir nehirdir.
Üzerinde pekçok hayır vardır. O Kıyamet Günü’nde ümmetimin kendisine
gelecekleri bir havuzdur." (Müslim) geri kalan bölümleri ise az önceki
rivayet gibidir.
Bunun anlamı şudur: Bu Kevser’den Havz’a doğru iki kanal bol
bol su akıtmaktadır. Havz ise Sırat’tan önce Arasat’tadır. Çünkü ondan
ayrılmaktadır ve topukları arkasına gerisin geri dönmüş bir takım kimseler ona
yaklaştırılmayacaktır. Bu gibi kimseler ise Sırat’ı da geçemeyeceklerdir.
Buhari ve Müslim, Cündeb ibni Abdullah el-Beceli
(radiyallahu anh)’dan böyle dediğini rivayet etmektedirler: Ben Rasulullah
(sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken dinledim: "Ben sizden önce Havz’a ulaşmış olacağım."
(Buhari; Müslim)
Buhari’deki rivayete göre Sehl ibni Sa’d el-Ensari
(radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurdu: "Şüphesiz sizden önce
Havz’a varmış olacağım, benim yanıma gelen (ondan) içer. İçen ise ebediyyen bir
daha susamaz. Benim yanıma hiç şüphesiz kendilerini tanıdığım, kendilerinin de
beni tanıdıkları bir takım kimseler de gelecektir. Sonra benimle onların
arasına engel konulacaktır."
Ebu Hazim dedi ki: Ben onlara bu Hadis'i anlatırken,
en-Nu’man ibni Ebi Ayyaş benim sözlerimi işitince dedi ki: Sen bunu Sehl’den
böylece mi dinledin, ben: Evet, dedim. O da dedi ki: Ben de şahitlik ederim ki
Ebu Sa'id el-Hudri (radiyallahu anh)’dan bunu dinledim ve o fazladan şunları da
söylüyordu: "Bunun üzerine ben
şöyle diyeceğim: Onlar benim ümmetimdendirler. Bana: Senden sonra neleri
(Bid’at olarak) ihdas ettiklerini bilmezsin denilecek, bu sefer ben: Benden
sonra değişiklikler yapanlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar."
(Buhari; Müslim)" (İbni Ebi’l İzz, Muhazzebu Şerh'il Akidet’it Tahaviyye)
Salih aleyhi selam dışında her Nebi’nin Havzı vardır; onun
Havzı ise devesinin memesidir.
Her peygamber kendisine tabi olanlarla, kendi Havzından su
içer Salih (aleyhi selam) ve kavmi ise, dişi devenin memesinden su içer. Lakin;
Salih (aleyhi selam)’ın Havzı olmadığı ve onun Havzı'nın devesinin memesi
olduğuna dair nakiller Sahih olmayıp bu konuda Sahih bir nakil bize ulaşmış
değildir. İbn'ul Cevzi, Zehebi ve İbni Hacer gibi çok sayıda alim bu gibi
haberlerin Münker ve uydurma olduğu kanaatindedir. (İbn'ul Ukeyli, ed-Duafa
el-Kebir, 3/64; İbn'ul Cevzi, el-Mevzuat, 2/417; Zehebi, Lisan'ul Mizan, 4/52;
ibni Asakir, Tarih, 10/458)
Tahavi Şarihi de istisna olmaksızın herbir peygamberin bir
Havzı olduğuna dair Hadisler bulunduğunu belirterek şöyle der: "Bazı
Hadisler'de de varid olduğuna göre: "Herbir peygamberin bir Havzı vardır.
Peygamberimizin Havzı ise bunların en büyüğü, en değerlisi ve gelip su içeceklerinin
sayısı en fazla olanlarıdır." Lütuf ve Keremi'yle Yüce Allah bizi onlardan
kılsın." (İbni Ebi’l İzz, Muhazzebu Şerh'il Akidet'it Tahaviyye)
Rasulullah
(sallalahu aleyhi ve sellem)’in Şefaat Edeceğine İman
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kıyamet Günü’nde
(Mü’minlerden) mücrimlere (suçlu günahkarlara) –Sırat (Köprüsü) üzerinde
olanların Cehennem’den çıkmasına sebebiyet vermek için- şefaat edeceğine iman
(etmek gerekir). Her Nebi'nin şefaatı vardır keza sıddıkların, şehidlerin ve
salihlerin de (şefaatı vardır). Bundan sonra, Allah (kendilerinden razı olup)
dilediklerine lütufta bulunacak ve yanıp kömüre dönmüş kimseler Cehennem’den
çıkartılacaktır.
Şefaat'in birçok çeşidi vardır. Diriliş Günü vuku bulacak
olan Şefaat altı kısımdır. Delillerle ispatlanmış bu altı kısımdan üçü
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’e hastır. Şeri'at nezdinde ispatlanmış
ümmet tarafından ittifak ile kabul edilmiş altı çeşit Şefaat'i şu şekilde
sıralayabiliriz:
Şefaat'ul Uzma (Büyük Şefaat): İnsanoğlunun efendileri olan
Rasul ve Nebiler arasında; "Seyidil
Enbiya ve'l Mürselin", "Hatem'ul
Enbiya" ve "Eşref-i
Mahlukat" olan Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’e hastır.
Cennet
Ehli’nin, Cennet’e girmesi için Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in
Şefaati.
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in, amcası Ebu
Talib’in Cehennem'deki azabının hafiflemesi için Rasulullah (sallalahu aleyhi
ve sellem)’in şefaati. Bu şefaat türü Rasullulah (sallalahu aleyhi ve
sellem)’in yalnızca amcası Ebu Talib’e has kılınmıştır. Ebu Talib dışındaki
diğer Kafirler için şefaat söz konusu değildir. Allah Te'ala Kafirler'in Hesap
Günü’ndeki hallerinden bahsederek şöyle buyurmaktadır:
"Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar
sağlamaz." (el-Müddessir, 74/48)
Amelleri
sebebiyle Cehennem’e girmeyi hakeden kimselerin Cehennem’e girmemeleri için
yapılacak şefaat.
Cehennem’e girmiş kimselerin Cehennem’den çıkmaları için
yapılacak şefaat.
Cennet’e girmiş kimselerin Cennet'deki derecelerinin
yükseltilmesi için yapılacak şefaat. Bu tür şefaat, Rasulullah (sallahu aleyhi
ve sellem), diğer Nebi ve Resuller, salih kimseler, Melekler ve Mü’minlerin
küçük yaşta ölmüş çocukları tarafından yapılacaktır.
Bütün bu şefaat türleri Ehli Tevhid için sözkonusudur. Ehli
Tevhid’den olup da Cehennem’e girmiş kimseler orada ebedi olarak kalmayacak ve
Cehennem’de arındıktan sonra çıkartılıp Cennet’e sokulacaklardır.
Rasulullah (sallalahu aleyi ve sellem)’den Sahihayn’da
nakledildiği üzere yanıp kömür olduktan, kavrulup karardıktan sonra Hayat
Irmağı’na atılan bazı kimselere şefaat edilmek suretiyle Cehennem’den
çıkartılıp Cennet’e sokulacaklardır.
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in –Harici ve
Mut'ezili gibi Ehli Bid’at fırkalarının inkarının aksine- büyük günah işlemiş
Müslümanlara şefaat edeceği ile alakalı zikredilen Hadisler mütevatire
ulaşmıştır.
Unutulmamalıdır ki; hiç kimse Allah (azze ve celle)
kendisine izin vermedikçe ve onun için belli bir sınırı tesbit etmedikçe şefaat
edemeyecektir.
Şefaat hususunda Ehli Sünnet’e muhalefet edenler genel
manada iki grupta değerlendirilebilir. İlk olarak şefaati inkar edenler ki
bunlar Harici ve Mu’tezililerdir. İkinci olarak Sufiler ve kabirperestler ki
onlar, kabirlere yönelmiş ve onlardan yardım ve şefaat talep etmişler tıpkı
önceki Cahiliye dönemi insanları gibi Allah katında şefaatçileri olmaları için
onlara ibadet sunmak suretiyle onları Allah’a ortak koşmuşlardır.
Sırat’a
İman
Cehennem üzerinde olan Sırat’a iman (etmek gerekir). Sırat
(Köprüsü), Allah’ın dilediklerini tutacak, Allah’ın dilediklerinin geçmesini
sağlayacak ve (Allah’ın) dilediklerinin Cehennem’e düşmesini sağlayacaktır.
(Üzerinden geçen) insanlar, imanları ölçüsünde nurlanacaktır.
Allah (Celle Celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Sizden ona
(Cehennem’e) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbi'nin kesin olarak üzerine
aldığı bir karardır. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz
üstü çökmüş olarak bırakıveririz." (Meryem 19/71-72)
Peygamberler'e
ve Melekler'e İman
Nebiler'e
ve Melekler'e iman (etmek gerekir).
Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır: "Peygamber, kendisine
Rabbi'nden indirilene iman etti, Mü'minler de (iman etttiler). Tümü, Allah'a,
Melekleri'ne, Kitabları'na ve Rasulleri'ne inandı. O'nun elçileri arasında hiç
birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı
(dileriz). Varış ancak Sana'dır! dediler." (el-Bakara 2/285)
Ebu Hureyre r.a.’den; Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Muhammed’in(sallallahu aleyhi ve
sellem) ruhu, kudreti ile yaşayan Allah’a yemin olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan,
beni işitip de haberdar olan, sonra beraber gönderilmiş olduğum hükümlere
inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki ateş ehlinden olmasın!”[115]
Allah Azze ve Celle buyurur ki; “Ey
İman edenler! Allah’a, Rasulüne ve peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce
indirdiği kitap(lar)a iman(da sebat)
edin! Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü
inkar ederse, o takdirde doğrusu (haktan) uzak bir dalalet ile sapmış olur.”[116]
“Şüphesiz ki iman edip sonra
inkar edenler, sonra inanıp, tekrar inkar eden, sonra da inkarında aşırı
gidenler yok mu, (bu inkarlarında devam ettikleri müddetçe) Allah onları ne
bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir.”[117]
Katade r.a. der ki; “Bu
ayet Yahudiler hakkındadır. Onlar Hz. Musa’ya iman ettiler, sonra buzağıya
tapmak suretiyle kafir oldular. Sonra Musa a.s. dönünce tekrar iman ettiler,
daha sonra İsa a.s.’ı inkar ettiler, sonra da Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem’i inkarları sebebiyle küfürleri arttı.” Taberi de bu şekilde tefsir
etmiştir.
İbni Abbas r.a.;
münafıklar da bu ayetin hükmüne dahildir demiştir.[118]
“Allah’a ve Rasulüne sadık
kaldıkları takdirde, zayıflara da, hastalara da sarf edecek bir şey
bulamayanlara da (cihaddan geri kalmalarından dolayı) bir günah yoktur.”[119]
Bu ayette Allah Azze ve
Celle, mazeret sahiplerinin mazeretini, ancak kendisine ve Rasulüne bağlı
kalmaları şartıyla kabul edeceğini beyan etmektedir.
“Mü’minler ancak o kimselerdir
ki; Allah’a ve Rasulüne iman etmişlerdir, ictimai bir iş için Onunla beraber
bulundukları zaman ondan izin almadan gitmezler…”[120]
Allah Azze ve Celle,
rasulüne iman etmeyi ve rasulünden izin alınarak hareket edilmesini imanın
özelliklerinden saymışken, O’na iman etmeyenlerin mümin olması düşünülebilir
mi?
“(Ey Habibim!) De ki; “Ey
insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin
olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O
öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki,
Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki,
hidayete eresiniz.”[121]
Bu ayet, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğinin bütün halk için umumi oluşunu
açıklar.
“Şüphesiz ki Biz seni, bir şahid,
bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak gönderdik. Ta ki Allah’a ve Rasulüne
iman edesiniz ve Ona (dinine ve peygamberine) yardım edesiniz…”[122]
“Celâlim için, sen o kitap
verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi
olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin
kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından
sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz,
sen de zâlimlerden olursun.”[123]
Bu ayet, Ehli Kitabın
boş ümitlerini kesmek için indirilmiştir. Çünkü Yahudiler Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’i aldatmak için; “eğer (Kudüs’e yönelerek) bizim kıblemize
devam etseydin, senin beklemekte olduğumuz peygamber olacağını ümit ederdik”
dediler. Yahudiler ve Hristiyanlar birbirlerinin kıblesine dönmezler. Zira her
iki grup da İsrailoğullarından olmalarına rağmen, aralarında şiddetli ihtilaf
ve düşmanlık vardır.
“Halbuki kim Allah’a ve Rasulüne
iman etmezse, hiç şüphesiz ki Biz, o kafirler için alevli bir ateş
hazırlamışızdır.”[124]
Bu ayet, Allah’a iman etse bile, rasulüne iman
etmedikçe kişinin kafir olduğunu belirtir.
“Mü’minler ancak o kimselerdir
ki, Allah’a ve Rasulüne iman ederler, sonra şüpheye düşmezler…”[125]
“O halde Allah’a , Rasulü’ne ve
indirdiğimiz o nur’a iman edin!..”[126]
Allah Azze ve Celle,
kendisine, Rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ve Kur’anı Kerim’e
iman edilmesini şart koşmakta, bunlara imanı, kendisine iman ile bir tutmaktadır.
“Onlar için ister mağfiret dile,
ister mağfiret dileme (fark etmez). Eğer onlar için yetmiş defa da istiğfar
etsen, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu şüphesiz ki onların, Allah’ı ve
Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir…”[127]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem’e iman; O’nun sadece bir peygamber olduğuna inanmanın ötesinde bir anlam
ifade eder. Bu da; Onun Allah’tan alıp bize bildirdiklerinin bütününü, Onun her
bakımdan örnek alınmasını ve Ona itaati de gerektirir.
Peygamber efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem’e imanın farz olduğunu ifade eden hadis-i şeriflere gelince,
bunlardan birkaçı şöyledir;
Ebu Hüreyre radıyallahu anh, merfuan
rivayet ediyor;
“İnsanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına
şehadet edinceye, Bana ve getirdiğim hükümlere iman edinceye kadar savaşmakla
emrolundum…”[128]
“Kul kabire konulup yakınları
kabrin başından ayrıldıklarında ayaklarının sesini işitir. Ona iki melek gelir
ve konuşturur; “Muhammed hakkında ne diyorsun?” derler…sonra kafir ve münafığa
gelirler…kafir der ki; “Bilmiyorum, halkın söylediğini söylüyordum.” Sonra
demir balyozlarla ensesine vurulur. Bir çığlık atar ki onu insan ve cinlerden
başka her şey işitir.”[129]
“İslam beş (temel) üzerine bina
edilmiştir; Allah’tan başka ma’bud olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve
Rasulü olduğuna şehadet, namazı dosdoğru kılmak, hak sahiblerine zekatı vermek,
Beyt’i haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”[130]
Peygamber Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem’e imanı emreden birçok ayet varken, bunun aksini iddia edenler
Bakara suresindeki şu ayeti delil gösteriyorlar;
“Şüphesiz ki, (zahiren) iman
edenler, Yahudi olanlar, hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah’a ve ahiret
gününe iman edip Salih bir amel işleyenlerin
Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur ve mahzun da
olmazlar.”[131]
Halbuki ayetin nüzul sebebi
şöyledir; “Selman radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
yanına gelince, kendi halkının ibadetlerinden ve dini yorumlarından haber
vermeye başladı. Dedi ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar namaz kılıyor, oruç
tutuyor, sana iman ediyor ve senin peygamber olarak gönderileceğine iman
ediyorlardı.” Selman radıyallahu anh, onları övmeyi bitirince Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem, “Ey Selman! Onlar cehennem ehlidirler.” Buyurdu.
Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[132]
İbni Abbas radıyallahu anhuma’nın
tefsiri; “Bundan murad, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmezden
evvel, Yahudilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından uzak olarak Hz. İsa
aleyhisselam’a inanmış olan kimselerdir. Mesela; Kuss Bin Saide, Rahib Bahira,
Habibun Neccar, Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl, Varaka Bin Nevfel, Selman-ı Farisi,
Ebu Zerr el Gıfari ve Necaşi’nin heyetindeki kimseler gibi… Buna göre sanki Hak
Teala şöyle demektedir;
“Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce Yahudilerin batıl dini üzere ve
hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hz. Muhammed peygamber olarak
gönderildikten sonra Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Peygambere iman eden herkes
için Rableri katında mükafat vardır.”[133]
Bu ayetin nüzulünden sonra Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; “Kim beni duymadan İsa’nın dini
üzere, İslam üzere ölürse o, hayır üzeredir. Ama her kim bugün beni duyduğu
halde bana iman etmezse şüphesiz ki o helak olmuştur.”[134]
Kur’an, Kitap ehli olanlardan Tevrat
ve İncil’de yazılı buldukları elçiye tabi olanları över, onlar için ve bütün
insanlar için kurtuluş yolunun ancak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e
iman ve ittiba etmek olduğunu belirtir;
“Yanlarındaki Tevrat ve
İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte
o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz
şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki
zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve
onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa
erenler onlardır.
(Ey Habibim!) De ki; “Ey
insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin
olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O
öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki,
Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki,
hidayete eresiniz.”[135]
Ayrıca Ehl-i Kitap
olanların Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ettikleri
takdirde rahmetten iki kat nasib alacakları belirtilir;
“(Ey geçmiş peygamberlere) iman
edenler! Allah’tan korkun ve Rasulüne iman edin ki, size rahmetinden iki kat
nasib versin ve sizin için bir nur kılsın ki onunla (doğru yolu bulup)
yürürsünüz. Günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, Gafurdur, Rahimdir.”[136]
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem’e uymayanlar sadece heveslerine uymuş olurlar ki, onlar şu tehdide
muhatapdırlar;
“Allah’tan bir yol gösterici
olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir.”[137]
Ehli Kitab’ın Peygamber Efendimiz’e
iman etmedikleri takdirde akibeti cehennemde sonsuza kadar kalmaktır;
“Kitab ehlinden ve müşriklerden
kafir olanlar, kendilerine apaçık bir hüccet gelinceye kadar (bulundukları
dinden) ayrılacak değillerdi.
(istedikleri bu delil)
Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir ki (onlara) temiz kılınmış
sahifeleri (Kur’an’ı) okur.
Onda dosdoğru yazılar
(hükümler) vardır.
Böyleyken o kitap
verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştü.
Halbuki ancak dinde
ihlaslı olmaları, hakka yönelmişler olarak O’nun (rızası) için yalnız Allah’a
kulluk etmeleri, namazı hakkıyla eda etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu.
İşte bu ise doğru
dindir. Şüphesiz ki, kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler cehennem
ateşindedirler.
Orada ebedi
kalacaklardır. İşte mahlukatın en şerlileri onlardır.”[138]
HZ . PEYGAMBERİN NESEBİ
Babası Abdullah , Annesi Amine Hatundur.
ZEVCELERİ; Hatice ,Aişe ,Hafsa, Zeynep binti Caşh , Ümmü Seleme ,
Safiyye , Ümmü Habibe, Meymune , Sevde
ve Cüveyriye (r a)
CARİYELERİ; Mariye , oğlu İbrahim in annesi , Reyhane , Zeyneb Binti
Caşhın bağışladığı bir cariye , bir savaştan Ona düşen güzel bir cariye.
ÇOCUKLARI; Kasım , Zeynep ,
Rukiye, Ümmü Gülsüm , Fatıma , Abdullah ve İbrahim , ( İbrahim hariç hepsi Hz
Hatice r a nındır.
AMCALARI; Hz Hamza ,
Abbas , Ebu Talib , (adı Abdü menaftır) Ebu Leheb (adı Abdüluzza dır) Zubeyr,
Abdulkabe , Muvakım , Dırar , Kusem ,
Muğıre , (lakabı : Haceldir ) Gaydak
(adı Musabdır _ Nevfel olduğuda
söylenmiştir) Avvam . { bunlardan yanalız Hamza ve Hz Abbas( r a ) Müslüman
olmuştur.}[Amcalarının en yaşlısı Haris ,
en küçüğü Hz Abbas (r a) dır]
HALALARI ; Safiyye, (Zübeyr Bin Avvam’ın annesidir) Atike , Berra ,
Erva , Ümeyme , Ümmü Hakim el Beyza {bunlardan Safiyye ve Erva Müslüman
olmuştur.}
TEYZELERİ ; Erva, Berre , Ümeyye , Ümmü Hakim ,
ANANNESİ; Abdul Uzza kızı Berre ,
Berrenin annesi Esed kızı Ümmü Habib onun annesi de Avf kızı Berre dir.
Böylece soy ağacı uzar gider.
BABANNESİ; Amr kızı Fatma dır . Amr babası Aid , Aidin babası İmran ,
onun ki de Mahzundur. Böylece soy ağacı gider.
***Allah Rasulu (sav) sizden biriniz uykudan uyandığı zaman elini
yıkasın çünkü onun nerede gecelediğini
bilmez buyurmuştur.
( Tirmizi 24
Ebu Hureyre)
GİYİNİŞİ
*Elbisesini , gömleğini ,
ayakkabısını . yani ne yaparsa sağdan başlamayı severdi.Yeni bir elbise
giydiğinde “ Allah’ım bu gömleği Sen
bana giydirdin . Onun hayırlı olmasını ve yapıldığı amaçta kullanılmasını
senden dilerim .Onun şerrinden ve kötü amaçla yapılmışsa onun şerrinden Sana
sığınırım “ derdi.(Ebu Davud 4020 _
Tirmizi 1767)
*Yün giymeyi severdi . Hz Aişe (r a) yün bir hırka ördü .
Onu giydi terleyip yünün kokusunu duyunca (hissedince ) çıkardı. Hoş kokuyu
severdi. (Ebu Davud 4074)
Elbiseyi bir kimse çalım satarak eteklerini yerde sürürse ,
Allah kıyamet günü onun yüzüne bakmaz buyurmuştur.( Müslim 2085)
*İbni Mesut[ra]dan _Bir adam
ey Allah’ın Rasulü [sav] doğrusu ben elbisemin ve ayakkabımın güzel
olmasını severim,buda kibirmi dir ? diye sordu
Hz Peygamber cevaben _Hayır Allah güzeldir,güzelliği
sever.Kibir gururdan dolayı hakkı kabullenmemek ve insanları hor görmektir
(Müslim,Ebu Davud,İbni Mace/4173)
** *YEMEK MEVZUSU
Yemek konusunda var
olanı reddetmez,bulunmayanı araştırmazdı.Hoş yiyeceklerden ne konulursa
yer,tiksindiği bir şey olursa kendisi yemez,başkalarına da haram kılmazdı.
Hiçbir zaman bir
yemeğe kusur bulmamıştır.Dayanarak yemek yemezdi,bağdaş kurarak yemek yediği
hiç görülmemiştir (Buhari, ,İbni Mace 3263,Tirmizi1830)
*Namazda oturduğu gibi veya dizini kaldırarak oturur
yerdi,yüzü koyun yatarak yemeyi de yasaklamıştır (İbni Mace 3370,Ebu Davud
3775)
*Yemeğin başlangıcında besmele çeker,sonunda hamd
ederdi.Yemeği bitirince ‘Elhamdülillah’ derdi.(İbni Hibban 1352)
*Bazende yediren içiren kolaylıkla boğazdan geçiren Allah’a
hamd olsun derdi (Ebu Daavud 3851)
*Misafirse,Allah’ım onlara verdiğin rızkları bereketlendir,
*Onları bağışla ve onlara acı derdi (Müslim 2024) Veya yemeğinizi iyi kişiler yediler,melekler
size dua okudu da derdi.(Ebu D avud 3854)
*Ey çocuk! Besmele
çek,sağ elinle ye ve önünden ye (Müslim 2022)
*Oturarak su içerdi,ayakta içeni men ederdi(Müslim 2034)
*Kendisi içtiğinde
solunda daha büyük birisi bulursa,bardağı sağındakine uzatırdı.(Buhari
74/13
*Enes (ra)dan gelen bir rivayette Rasulullah (sav) üç
solukta içer ve böylesi daha kandırıcı,elemden salim kılıcı ve daha kolay
akıcıdır dedi.(Müslim 2028)
*Rasulullah Sizden biriniz su içerken kaba solumasın,fakat
soluduğunda kabı ağzından uzaklaştırsın dedi.(İbni M ace 3427)
*Ayrıca Rasulullah (sav) kapları örtünüz,kırbaların ağzını
bağlayın.Çünkü sene içinde öyle bir gece vardır ki o gecede veba hastalığı iner
.Üzerinde örtü bulunmayan bir kaba veya üzerinde bağı bulunmayan bir kaba
uğrarsa,muhakkak bu vebadan oraya iner.
(Cabir bin Abdullah Müslim 2014)
*Hz.Peygamber (sav)bir çöple bile olsa kapların örtülmesini
emretmiştir(Müslim 2012)
*Allah Rasulü(sav)su kabının ağzından içmeyi yasaklamıştır
(Buhari 10/79,Ebu Davud 3721)
*Ayrıca kırık kaptan,kırık bardaktan su içilmesini ve
içeceğe üflenmesini yasaklamıştır (Ebu Said el-Hudri(ra) Ebu Davud 3722)
***UYKU HALİ
Kimi zaman yatakta,kimi zaman post üzerinde,hasır
üzerinde,yerde,divanda,siyah kilim üzerinde uyurdu.Abdullah b.Temim (ra) Allah
Resulü (sav) mescidde bir ayağını diğerinin üzerine koyarak arkası üstü
yattığını gördüm diyor (Müslim 2100)
Yatağı tabaklanmış
deri olup dolgu maddesi lif idi.Sözün
özü hz.Peygamber (sav)yatakta uyudu,üzerini yorganla örttü ve
Hanımlarına da ‘’Ben Aişe dışında sizlerden biriyle bir
yorgan altında iken Cebrail bana gelmedi’’ dedi.(Buhari 51/7,8-62/30,)
*Uyumak için yatağa yattığında ‘’Bismikallahümme ehya ve
emutu’’Senin adınla Allah’ım dirilirim ölürüm derdi’’ (Buhari 80/7,8,16,Müslim
2711,Tirmizi 34/3)
*Avuçlarını birleştirir içlerine üfler
İhlas,Felak,Nas,surelerini okur,sonra bedeninin ön kısımlarından ,başı ve
yüzünden başlamamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine
sürerdi.Bunu üç kere yapardı.(Buhari 11/107,Ebu Davud 5056)
*Sağ yanına yatar,uyur,sağ elini sağ yanağının altına koyar
sonra ‘’Allah’ım kullarını yeniden dirilteceğin günde beni azabından koru
‘’diye dua ederdi.(Ebu Davud 5045)
*Yatağına girdiğinde ‘’Bizi yediren içiren,bizi koruyan bize
sığınak olan Allah’a hamd olsun.Nice kimseler vardır ki kendisine yeterli
olacak,onu koruyacak,barındıracak kimsesi yoktur’’derdi (Müslim 2715)
*Uykudan uyanınca’’Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd
olsun,kıyamette onun huzurunda haşr olacağız’’derdi
(Müslim 2711) Sonrada dişlerini misvakalardı (Müslim 763)
***
EVLİLİK MEVZUSU
Rasulullah (sav)ümmetini evlenmeye teşvik etmiş ve ‘’Evlenin
çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla
övüneceğim’’ demiştir.(Ebu Davud 2050)
*Rasulullah(sav) ‘’Ben kadınlarla evlenirim,hem uyurum,hem
de gece namaza kalkarım,hem oruç tutarım ve hem de tutmam.
Benim sünnetimden yüz çeviren benden
değildir.demiştir.(Müslim 1401)
*Abdullah b.Mesud(ra) Gençler
evlenmeye gücünüz yetenler evlensin,gözü engeller,namusu korur,gücü yetmeyenler
oruç tutsun oruç onun şehvetini kırar.(Müslim 1400)
*Evlenirken kadının
malı,nesebi,güzelliği ve dindarlığı dolayısı ile nikah edilir.Dindar olanı
seçmezsen,fakirliğe düşersin
demiştir (Müslim 1466)
*Cinsi birleşmeden
evvel‘’Bismillahi Allahümme Cennibişşeytane ve Cennibişşeytane ma razektane
(Sizden biriniz eğer eşiyle
cima edeceğinde ‘’Bismillah
Allah’ım bizi şeytandan ve şeytanıda bizi rızıklandırdığın şeyden uzak eyle’’
derse Allah bir çocuk verirse şeytan ona ebedi olarak zarar veremez.
*Rasulullah
karısı ile oynar ve onu öperdi (Ebu Davud 2386)
* CABİR (ra) Rasulullah
(sav)oynaşmadan birleşmeyi yasaklamıştır.Birleşme şekillerinden en güzeli
oynaşma ve öpüşmeden sonra ...Birleşme zürriyet yeri olan birtek yerdenolur.
(müslim 1435_3002 Ebu davut 2163_4804 İbni
Mace 1923 Tirmizi 3395_135)
*Ebu Said El Hudri den “Rasulullah (sav) Sizden biri eşiyle birleşir
sonra yeniden birleşmek isterse abdesh alsın “
buyurmuştur.
*** TUVALET ADABI
Hz Peygamber (sav) gerek toprak üzerine , gerek hasır ve halı
üzerine otururdu .Zaman zaman sırt üstü yatıp uzandığı olurdu .Bazen ayak ayak
üzerine otururdu.
Tuvalete girerken “Allah ım görünen _ görünmeyen bütün
pisliklerden , Kovulmuş şeytandan sana sığınırım (müslim 375) >
Çıkıncada “ Bağışla Rabbım “ derdi(Tirmizi 7 _Ebu Davud 30 )
*Küçük Abdesh bozmak için
yumuşak topraklı yer arardı. Hz Aişe (ra)
“ size kim Hz Peygamber (sav )
ayakta bevlederdi diye söylerse onu tastik
etmeyin . O daima oturarak bevlederdi .(
Tirmizi 12 _İbn M ace 307)
****SELAM
MEVZUSU
Abdeshi bozarken biri Ona selam
verirse , onun selamını almazdı . (müslim 370)
*Selam konusunda ; Hz Ali
insanların Allah a en evlası , selama ilk başlayandır. (Tirmizi 2695)
*Bir topluluk geçtikleri zaman
içlerinden birisinin selam vermesi onlara kafi gelir. Oturanlara da içlerinden
birisinin selamı cevaplandırması yeterlidir
buyur ulur(Ebu Davud 5210)
*Enes (ra) Nebi (sav) oynamakta
olan çocukların yanından geçti de onlara selam verdi . (müslim 2169)
*Ebu Hureyre (ra) dan ;Biriniz
bir meclise vardığı zaman selam versin , oradan kalkmak istediği zamanda selam versin .( Ebu Davud 5208 )
***AKSIRANA
DUA
Biriniz hapşırdığı zaman
_ELHAMDÜLİLLAH _ desin , arkadaşları ; _YERHAMUKALLAH _ desin . oda ;
YEHDİKUMULLAHU VE YASLEHU BALEKUM desin (Ebu Davud 5033_ Buhari edep bölümü 10/502)
***MECLİSTE
ZİKR MEVZUSU
Bir meclisten kalkarken
‘’Subhanekallahümme ve bi hamdike eşhedü ellailahe illa ente
estağfiruke ve etübü ileyh’’ derse Allah onun bu mecliste olan hatalarnı
örter buyurmuştur.(TİRMİZİ 2429)
*Ebu Hüreyre (ra) ‘’Bir mecliste
oturup da orada Allah’ı zikretmeden kalkan hiçbir topluluk yoktur ki
oradan,eşeğin leşi gibi kalkmış olmasınlar.
En büyük zarar da onlar
içindir’’demiştir.(4855)
***ÖFKELENDİĞİ
ZAMANKİ TAVRI
Rasulullah (sav) öfkelendiği
zaman Euzü çekerdi .(Müslim 2610)
*Atiyye ibni urve (ra) Öfke
şeytandandır şeytan ateşten yaratılmıştır ,ateş su ile söner,Biriniz
öfkelendiği zaman abdest alsın
demiştir.(Ebu Davud 4784)
*Başka bir hadiste öfkelenen
kişi ayakta ise oturmasını,oturuyor ise yatmasını emretmiştir.(Ebu Davud 4782)
*** KOKU
MEVZUSU
Allah Rasulu kendisine sunulan
güzel kokuyu geri çevirmezdi (MÜSLİM 2253)
*Kıymetli koku bulunan bir kabı
vardı,ondan sürünürdü en çok sevdiği koku misk idi,kına çiçeğinden de hoşlanır
idi.(Ebu Davud 416)
***BIYIK
,SAKALVE TIRNAK MEVZUSU
Bıyıkları kısaltmada tutumu ise
şu hadisler açıklamaktadır ‘’Bıyıkları kısaltın,sakalları bırakın,böylece
mecusilere muhalefet edin’’buyurmuştur.(Müslim 260)
*Enes (ra) Hz.Peygambere bıyığı
kısaltma ve tırnakları kesme konularında bize vakit sınırlaması getirdi.Bu
,işleri kırk gün kırk geceden fazla aksatmama sınırı
koydu.(Müslim 258)
***KONUŞMASI,GÜLÜŞÜ,AĞLAMASI
*Konuştuğu zaman,konuşması
kalplerin anlayacağı şekilde tane tane idi (MÜSLİM 2493)
*Çoğunlukla gülüşü tebessüm
idi,kimi zaman ağlar,ağlarken bağıra bağıra ağlamaz ancak gözleri yaşla dolar
boşalırdı.
Kimi zaman ölüye
merhametinden,kimi zaman ümmeti için korktuğundan,kimi zaman Allah
korkusundan,kimi zaman Kuran dinlerken,korku,muhabbet ve saygı
İle ağlardı.(Müslim 2315)
*Nisa suresi 41.ayeti
okunduğunda ağlamıştır.(Müslim 800)
*Güneş tutulduğunda
ağlamıştır.Kusuf namazı kılarak da ağlamış ve ‘’Rabbim sen bana ben onların
arasında iken ve onlar bağışlanma dilerken onlara azap etmeyeceğini vaat
edmemişmiyidin ?diye dua etmiştir (Nisa 3/137 Ebu Davud 1194)
*Kızlarından birinin mezarı
üzerine oturduğunda da ağlamıştır.(Buhari 27 / 72)
***TEBRİKDE TUTUMU
*İnsanları evlendirdiği zaman
tebrik eder şöyle derdi:’’Allah sana mübarek eylesin,ikinizede mübarek olsun.Allah
aranızı hayırla birleştirsin.(Ebu Hüreyre Tirmizi 1031)
***YENİ DOĞAN ÇOÇUĞUN KULAĞINA EZAN OKUNMASI
*Ebu
Rafi (ra)Rasulullah (sav)Alinin oğlu Hsan doğduğunda kulağına ezan
okutturdu.(Tirmizi 1514,Ebu Davud 1500)
***EŞEK ANIRMASI VE HORAZ SESİ
*Eşek anırmasını duyduğunuz
zaman şeytandan Allah’a sığınınız,zira o şeytanı görmüştür,Horoz sesi
duyduğumuz zaman ise Allah’ın fazlını isteyiniz
Zira o melek
görmüştür..demıştır.(Ebu Hureyre(ra) Müslim 2729)
***BELA UĞRAYAN I GÖRENİN DUASI
*Belaya uğramış birini gören
kimse:senin tutulduğun beladan bana afiyet veren Yaratılanlardan bir çoğuna
beni faziletli kılan Allah’a hamd olsun derse
ona bu bela isabet etmez(Ebu
Hüreyre (ra)Tirmizi 3428)
ZAMANA SÖVMEDE NEHY
*Rasulullah(sav)Sizden biri
zamana sövmesin ,sizden biri vay zamanın musibetine demesin demiştir.(Müslim
2246)
***İĞRENDİM DEMENİN YASAKLIĞI
*Hz Peygamber kişinin iğrendim
demesini yasaklamış ve midem bulandı demesini tavsiye etmiştir(Müslim 2251)
***KEŞKE DEMEYİN
*Bir şeyi kaçırdıktan sonra
‘keşke şöyle şöyle yapsaydım’ diyen kişinin böyle söylemesini yasaklamış ‘Keşke
sözü,şeytanın ameline yol’ açar buyurmuştur
‘’Bunu Allah taktir etti,O
dilediğini yapar,’’de diye tavsiye etmiştir.(Müslim 2664 İbni Mace 79)
Veya Allah’ım endişe ve
hüzünden,acizlik ve tembellikten,cimrilik ve korkaklıktan,borç yükünden ve
insanların galebesinden sana sığınırım (Buhari 80/36,Tirmizi 3480)
***EVE
GİRERKEN VE EVDEN ÇIKARKEN Kİ
TUTUMU
*Evinden çıktığında:Allah’ın
adıyla Allah’a tevekkül ettim ,Allah’ım
sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten,ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından
Zulmetmekten ve zulme
uğramaktan,cehalete düşmekten veya cahil görünmekten sana sığınırım.(Tirmizi
3423/Ebu Davud 5094)
*Hz Aişe (ra) Eve onları
şaşırtacak şekilde farkına varmadan ansızın girmezdi,aksine ailesi girişinden
haberdar olarak girerdi.Onlara selam verir,hal hatır sorardı.(Müslim 1154)
***BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ BAKMAK
*Allah Rasulü(sav)’Kim bir
gurubun bulunduğu eve,onların izni olmaksızın bakarsa ,onlara o kişinin gözünü
çıkarmaları helal olur .(Müslim 2158)
*Yine şayet bir adam izinsiz
olarak senin evinin içine baksa sen ona çakıl atsan,böylece onun gözünü
çıkarmış olsan hiçbir günaha girmiş olmazsın (Müslim 2158)
*Yine bir kişi izinleri
olmaksızın bir grubun bulunduğu eve o bakan kişinin gözünü çıkarırsa bundan
dolayı ne diyet ne kısas vardır(Nesei 6/61)
***İZİNDEN ÖNCE SELAM VERİLMESİ MEVZUSU
Allah
Rasulu (sav) izin istemeden önce selam vermeyi emr etmiş,nitekim bir adam
kendilerinden izin istedi ve gireyimmi dedi
Rasulullah(sav)başka birine ‘’bu
adamı çıkart ve izin istemeyi öğret ‘’dedi.Adam o şahsa’’ selam ver ve izin
iste ‘’dedi O şahısta Esselamü Aleyküm
girebilirmiyim ? dedi.Bunun üzerine Rasulullah (sav)izin verdi(Ebu Davud
5177/Müslim 1479)
*Biriniz bir meclise girdiği zaman
selam versin ve Allah’ım bana Rahmet kapılarını aç desin.Çıktığı zaman ise
Allah’ım senin fazlını diliyorum desin.(Ebu Humeyd (ra) Müslim 713)
***HASTALIĞA DUA
Osman
İbni Ebil-As(ra)rivayet edildiğine göre vücutta bir ağrıdan şikayet edildi.Nebi
(sav)elini vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç defa’’ Bismillah’’de yedi defa da
hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden Allah’a ve kudretine sığınırım’’de
(Müslim 2202)
*Hz.Aişe (ra)Ey İnsanların Rabbi
!Rahatsızlığı gider,şifa ver.Şafi sensin şifandan başka şifa yoktur.Hastalık
bırakmayan şifa ver derdi
ve sağ eliyle mesh ederdi
(Müslim 2191)
***KABİR ZİYARETİNDEKİ TUTUMU
*Kabirlere gittiğinde ‘’Müslüman ve
Müminlerden oluşan ey diyar sakinleri!Size selam olsun,inşeallah bizlerde
sizlere ulaşacağız
Allah’tan bize de,size de afiyet
dileriz.(Müslim 975)
***RÜZGAR VE GÖKGÜRÜLTÜSÜNDE TUTUMU
Rüzgar estiği zaman ‘’Allah’ım
senden onun hayırlısını isterim,O rüzgarla gönderdiğinin hayırlısını
dilerim.Onun şerrinden sana sığınırım Onunla gönderdiğinin şerrinden sana
sığınırım diye dua etmiştir.(Hz.Aişe Müslim 899)
*Gökgürlediği zaman konuşmayı
bırakır ve Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederim derdi.Ka’b (ra)löyle
diyor:Bunu kim üç defa
söylerse gök gürültüsünden emin
olur (selamet bulur ) (Muvatta
2/992,Buhari Edebül Müfred 2/186)
***İLİMLE İLGİLİ
*Ubey bin Ka’b
(ra):Rasulullah(sav)şöyle buyururdu ; Musa (as) İsrailoğullarına hutbe okumak
için ayağa kalkınca kendisine insanların en alimi kimdir ? diye bir soru
soruldu ; En alimi benim dedi . Bu yüzden Allah onu kınadı. Çünkü Allah bilir
demeliydi.(buhari ve müslim)
***HAYVANLARA İŞKENCENİN
YASAKLANMASI
* İbni Ömer (ra) ; herhangi bir
insan serçe veya daha büyüğünü haksız yere öldürürse ; muhakkak Allah ona bu
hareketini sorar. Serçenin hakkı nedir Ya Rasulallah ? dediler : Efendimiz ;
keser yersin , başını koparıp atmazsın buyurdu. ( Nesei _ve hayvanlara
işkenceyi yasaklamıştır.)
*** RIZIK TALEBİNDE ORTA YOLU TUTMAK
*İbn Mesud (ra) SAV den şöyle
buyurdu ; Benim emrettiğim ameller dışında cennete yaklaştıran hiçbir amel
yoktur ve Benim yasak ettiğim ameller hariç cehenneme yaklaştıran hiçbir amel
yoktur. Sizden hiç biri rızkını gecikmiş
saymasın , Çünkü Cebrail (as) benim kalbime hiç kimsenin rızkını tastamam
almadan dünyadan çıkmaz, ölmez diye ilham
etti . Ey insanlar Allah tan korkunuz ve rızkınızı talep etmede güzel
bir yol tutunuz . Sizden biri rızkını gecikmiş sayarsa onu haram yollardan
Allah a karşı masiyet işleyerek taleb etmesin Şüphesizki Allah ın ihsanına Ona
karşı masiyet işleyerek ulaşılmaz ( Terhib ve Tergıb)
*Ebu Hureyre (ra) Rasulullah sav den şöyle dua ettiğini rivayet etmiştir ; Allah ım
faydasız ilimden , korkmayan kalpten , doymayan nefisten ve kabul olmayan
duadan sana sığınırım ( İBN Mace_ Nesei_ Müslim ve Tirmizide Zeyd Bin Erkam dan ilim babında rivayet
edilmiştir )
*******02********
Cennet
ve Cehennem’in Hak Olduğuna ve Her İkisinin de Yaratılmış Olduklarına İman
Cennet’in
ve Cehennem’in hak olduğuna iman (etmek gerekir).
Cennet ve Cehennem’in halihazırda yaratılmış olduğu
hususunda Ehli Sünnet ve’l Cema'at arasında farklı bir görüş sözkonusu
değildir. Cennet ve Cehennem’in halihazırda yaratılmamış oldukları ve Kıyamet
Günü’nde yaratılacağını iddia eden bazı Mu'tezili ve Kaderiler dışında bu
hususta farklı bir kanaat ileri süren de olmamıştır. Bu görüşleri icmaya
muhalif olduğu gibi delilden de yoksundur. İbni Kayyım el-Cevziyye ‘Hadi'l
Ervah İla Bilad'il Efrah’ isimli eserinde meseleyi detaylıca ele almakta,
‘Rasulullah’ın Ashabı, Tabiin ve Tebe-i Tabiin, Sünnet ve Hadis Ehli hiç
istisnasız olarak ve her çağda İslam Fakihler'i, Tasavvuf ve Zühd bu inanç ve
bu inancı ispat üzere olmuşladır’ dedikten sonra ehli Ehli Sünnet ve’l
Cema'atin görüşünü ispatlayıp, bu hususta ‘Müşebbihe ve Cehmiyye özellikleri
taşıdıklarını’ ifade ettiği Mu'tezili ve Kaderilerin görüşünü reddetmektedir.
Cennet ve Cehennem’in her ikisi de mahluktur
(yaratılmışdır). Cennet semanın (gök yüzünün) yedinci katındadır, onun tavanı
Arş’tır.
Ehli Sünnet ve’l Cema'at arasında Cennet'in semanın (gök
yüzünün) yedinci katında olduğu hususunda fikirbirliği vardır. Zahiriler'den
İbni Hazm ise, Cennet'in semanın altıncı katında olduğunu söylemişse de bu
reddedilmiştir. Kelamcılar'dan Taftazani ve ona tabi olan bazı Eşariler ise,
doğru olan bunun ilmini Allah’a havale etmektir diyerek Tevafuk yolunu seçmiş
ve bu görüşleriyle Ehli Sünnet ve’l Cema'atten ayrılmışlardır.
Cehennem (ise) yerin yedi kat altındadır. Her ikisi de
yaratılmıştır. Allah Te'ala, Cennet Ehli’nin sayısını ve oraya girecekleri ve;
Cehennem Ehli’nin sayısını ve oraya girecekleri (de) bilir. (Cennet ve
Cehennem’in) her ikisi de ebediyen yok olmazlar. Her ikisi de Allah ile
ebediyyen baki kalacaktır.
Metinde yer alan: '(Cennet ve Cehennem’in) her ikisi de
ebediyen yok olmazlar. Her ikisi de Allah ile ebediyyen baki kalacaktır.'
şeklindeki ifadenin ilk kısmı olan ‘(Cennet) fani değil sonsuzdur. Allah ile
ebediyyen baki kalacaktır.’ şeklindeki yargı, bütün Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin
İcma ile kabul ettikleri bir husustur. Bu ifadedeki ikinci önerme olan:
‘(Cehennem) fani değil sonsuzdur. Allah ile ebediyyen baki
kalacaktır.’ şeklindeki yargı hususunda ise Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin iki
görüşü bulunmaktadır. Birinci görüşe göre; Cehennem tıpkı Cennet gibi sonsuz
olacaktır, bu Cumhr'un görüşüdür. Bu husustaki ikinci görüş ise; Ömer
(radiyallahu anh), İbni Me’sud (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu
anh), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu
anh) gibi Sahabeler'den ve Selef'den birçokları tarafından dile getirilen,
Cehennem'in çok uzun zaman geçtikten sonra içerisindekileri de yiyip yutarak
son bulacağı görüşüdür. Bu konuyla alakalı geniş bilgi, İbni Kayyım
el-Cevziyye’nin ‘Had'il Ervah İla Bilad'il Efrah’ isimli eserinde ve yine
Tahavi’nin Akide’sine İbni Ebi’l İzz el-Hanefi tarafından yapılan Şerh'de ve
başka kaynaklarda bulunabilir.
Adem
(aleyhi selam) Cennet’teydi ve İtaatsizlik Ettiği İçin Oradan Çıkarıldı
Adem aleyhi selam sonsuza kadar kalacak olan ve
(halihazırda) yaratılmış olan (mükafat yurdu) Cennet’teydi lakin Allah’a asi
olmasından (itaatsizlik etmesinden) sonra oradan çıkarıldı.
Adem (aleyhi selam)’ın mükafat yurdu olan Cennet’ten mi
yoksa, başka bir Cennet'ten mi çıkarıldığı hususunda iki farklı görüş vardır.
Meşhur olan görüş, Adem (aleyhi selam)’ın mükafat yurdu olan Cennet’ten
çıkarıldığı yönündedir ancak bazıları da başka bir Cennet'ten çıkarıldığını
söylemişlerdir. İkinci görüşte olanlar da iki görüşe ayrılmış; kimileri bu
Cennet'in yeryüzünde olduğunu söylemişken diğerleri ise semanın yedinci katında
olduğunu söylemiştir. Bundan başka İbni ebi Hatib ve ayrıca Fahr ed-Din er-Razi
gibi bazı Kelamcılar ise bu konuda Tevafuk (sessiz kalmak) görüşünü ortaya
atmışlar ve böylelikle bu meseledeki doğruya dair ilmi Allah’a havale
ettiklerini söylemişlerdir.
Mesih
Deccal
Mesih Deccal'a (Deccal'ın geleceğine) iman (etmek gerekir).
Mesih Deccal’la alakalı çok sayıda Sahih Hadis alimler
tarafından kaydedilmiştir. Bu konuda varid olan hadisler mütevatire ulaşmıştır.
Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhum ecmain)'den rivayet
edilmiştir ki: "Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Veda Haccı
sırasında bir ara: Halk susup dinlesin! buyurdu. Sonra Allah'a Hamd ve Sena'da
bulunup, arkadan Mesih (İsa) ve (Mesih) Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve
buyurdular ki: Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti
(ona karşı uyardı). Nuh (aleyhi selam) ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra
gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli
kalmayacak. Rabbiniz'in tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü
kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm tanesi
gibidir. İki gözünün arasında "Kafir" yazılmış olacaktır. Bunu her
Müslüman okuyacaktır." (Buhari; Müslim)
Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) anlatıyor:
"Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) bize Deccal üzerine uzun bir
Hadis buyurdu. Bize anlattıkları içinde şöyle buyurmuştu: Deccal, Medine
geçitlerine girmesi kendisine Haram kılınmış olarak ortaya çıkacak. Derken
Medine civarındaki bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en
hayırlısı olan –veya en hayırlılarından– bir kimse onun karşısına çıkar ve: Sen
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in bize haber verdiği Deccal'sın! der.
Oradakiler: Hayır! derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman
adam: Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha
basiretli olmamıştım! der. Deccal onu tekrar öldürmek isteyecek, fakat musallat
edilmeyecek." (Buhari; Müslim)
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Kehf Suresi’nin baş tarafından on ayet ezberleyen kimse Deccal’den
korunur!.." (Müslim)
Reb’i İbni Hıraş şöyle dedi: Ebu Mes’ud el-Ensari ile
birlikte Huzeyfe İbni Yeman (radiyallahu anh)’ın yanına gittim. Ebu Mes’ud ona:
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’den Deccal hakkında duyduklarını söyle,
dedi. Huzeyfe (radiyallahu anh) da şunları söyledi: “Deccal, yanında bir su ve
bir de ateş olduğu halde ortaya çıkacak. Bazılarının onun yanında gördüğü su
gerçekte su olmayıp yakıcı ateştir. Bazılarının onun yanında gördüğü ateş de
gerçekte ateş olmayıp soğuk, tatlı bir sudur. Sizden Deccal’e kim yetişirse,
ateş olarak gördüğü tarafta bulunsun. Zira o, tatlı, içimi güzel bir sudur. Ebu
Mes’ud el-Ensari (radiyallahu anh), Huzeyfe’nin böyle söylediğini ben de
duydum, dedi." (Buhari; Müslim)
Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Mekke ile Medine dışında, Deccal’in ayak basmadığı bir yer kalmaz.
Mekke ile Medine’nin bütün yollarında saf tutmuş Melekler bu iki şehri korur.
Deccal kumlu, çorak bir yere iner. Ardından Medine üç defa sarsılır; Allah
Te'ala orada bulunan Kafir ve Münafıklar'ı dışarı çıkarır.” (Buhari;
Müslim; İbni Mace)
Yine Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsfahan Yahudileri'nden Taylasan'lı yetmiş bin kişi Deccal’in ardından
gider.” (Müslim)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Biriniz namazda Tahiyyat'ı
bitirdiği zaman, dört şeyden Allah’a sığınarak şöyle desin: Allah'ım, Cehennem Azabı'ndan ve Kabir
Azabı'ndan, hayat ve ölüm Fitnesi'nden, Mesih Deccal’in Fitnesi'ne uğramaktan
Sana sığınırım.” (Müslim; Ebu Davud; Nesai)
Allame es-Sefferani el-Hanbeli’nin de dikkat çektiği üzere,
alimler; Mesih Deccal hakkındaki Hadisler'i çocuk-talebe yetiştiren ilim
adamlarına –bu fitneden çocuk ve talebelerin korunabilmeleri için bu husustaki
ilme vakıf olmalarına sebebiyet vermek maksadıyla- verilmesi gerekliliğine
işaret etmişlerdir. (es-Seferani, Levami'ul Envar'il Behiyye, 2/106)
İsa
(aleyhi selam)’ın Nüzulü
Meryem oğlu İsa aleyhi selam’ın nüzulüne (tekrar yeryüzüne
geleceğine) iman (etmek gerekir). (İsa Peygamber) nüzul edecek, Deccal’ı
öldürecek, evlenecek ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin soyundan olan
Müslümanlar'ın lideri (Mehdi)’nin arkasında namaz kılacaktır. (Daha sonra İsa
Peygamber) vefat edecek ve Müslümanlar tarafından defn edilecektir.
es-Seffarini el-Hanbeli, İsa (aleyhi selam)’ın nüzulu hususunda
İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını belirtir: "Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa (aleyhi
selam)'ın nüzul edeceği (ineceği) hususunda ittifak etmiştir. Şeri'at Ehli'nden
hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır." (es-Seffarini, Levami'ul
Envar'il Behiyye, 2/94-95)
İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne tekrar inmesi ile alakalı
olarak İbni Kesir en-Nisa Suresi 4/159 numaralı Ayet'de şu bilgilere yer verir:
“Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)'ın Ahir Zaman'da, Kıyamet
Günü’nden önce gökten yeryüzüne ineceğine ve onun tek ve ortağı olmaksızın
sadece Allah'a ibadete da'vet edeceğine dair varid olan Hadisleri' zikredelim;
İmam
Buhari herkesçe kabule mazhar olmuş Sahih'inin el-Enbiya (Peygamberler)
bölümünde şöyle der: Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü Babı:
Bize İshak İbni İbrahim'in... Ebu Hureyre (radiyallahu
anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdular: "Nefsim elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki; Meryem oğlu
aranıza adaletli hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, Cizye
koyacaktır. Mal gelecek de hiç kimse kabul etmeyecektir. Nihayet bir secde
dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlı olacaktır. Sonra Ebu Hureyre
(radiyallahu anh) şöyle ekler: Dilerseniz
"Kitab Ehli'nden
hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak olmasın. O da Kıyamet Günü
aleyhlerinde şahit olacaktır." (en-Nisa 4/159) ayetini okuyunuz."
Hadisi Müslim de Hasan el-Hulvani ve Abd İbni Humeyd
kanalıyla Ya'kub'dan rivayet etmiş; Buhari ve Müslim, Süfyan ibni Uyeyne kanalıyla
Zühri'den tahric etmişlerdir. Buhari ve Müslim aynı Hadis'i Leys kanalıyla
Zühri'den de rivayet etmişlerdir.
İbni Merduyeh'in Muhammed ibn Ebu Hafsa kanalıyla... Ebu
Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet ettiğine göre; Rasulullah (sallalahu
aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır: "Meryem oğlunun sizin hakkınızda
adaletli bir hakem olması yakındır. O, Deccal'i ve domuzu öldürecek, haçı
kıracak, Cizye koyacaktır. Mal akıp çoğalacak ve secde sadece alemlerin Rabbı
Allah'a mahsus olacaktır. Ebu Hureyre (radiyallahu anh) der ki: Dilerseniz,
"Kitab Ehli'nden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak
olmasın" ayetini okuyunuz. Bu sözü Ebu Hureyre (radiyallahu anh) üç kere
tekrarlamıştır.
Bu Hadis'in Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan, başka bir
kanalla rivayeti şöyledir: İmam Ahmed der ki: Bize... Ebu Hureyre (radiyallahu
anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), şöyle
buyurdular: "Meryem oğlu İsa er-Ravha'da Hacc ve Umre için ya da her ikisi
için birden Tehlil getirecektir." Bu Hadi'si Süfyan İbn Uyeyne, Leys İbni
Sa'd ve Yunus İbni Yezid kanalıyla Zühri'den sadece İmam Müslim rivayet
etmiştir.
İmam Ahmed der ki: Bize Yezid'in... (radiyallahu anh)'dan
rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır:
"Meryem oğlu İsa inecek, domuzu öldürecek, haçı imha edecek ve onun için
namazda toplanılacaktır. Kabul edilmeyecek kadar kendisine mal verilecek ve
Harac koyacaktır. Ravha'ya inecek ve oradan Hacc’a gidecek, ya da Umre yapacak
veya her ikisini birleştirecektir. Bundan sonra Ebu Hureyre (radiyallahu anh):
"Kitab Ehli'nden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak
olmasın." ayetini okumuştur. Hanzala, Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'ın:
"İsa (aleyhi selam)’ın ölümünden önce ona inanacaktır." dediğini
sanmıştır. Ancak ben, hepsinin Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in
Hadis'i mi, yoksa Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'ın söylediği bir kısmı var
mıdır bilmiyorum.
Aynı Hadis'i İbni Ebu Hatim de babası kanalıyla... Zühri'den
rivayet etmiştir
Hadis'in başka bir kanaldan rivayeti şöyledir: Buhari der
ki: Bize İbni Bükeyr'in... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre;
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İmam'ınız
sizden olduğu halde, Meryem oğlu Mesih aranıza indiğinde siz ne olacaksınız?
Hadis'i rivayette Ukayl ve Evzai de ona tabi olmuşlardır." Hadis'i, İmam
Ahmed de Abd'ur Rezzak kanalıyla... Zühri'den rivayet etmiş; Müslim ise Yunus,
Evzai ve ibni Ebu Zi'b kanalıyla tahric etmiştir.
Hadis'in başka bir kanaldan rivayeti şöyledir: İmam Ahmed
der ki: Bize Affan'ın... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre;
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: "Peygamberler
üvey kardeşlerdir. Anneleri değişik, dinleri birdir. Ben, Meryem oğlu İsa'ya
insanların en layıkiyim. Zira benimle onun arasında (başka bir) peygamber
yoktur. O inecektir. Onu gördüğünüzde tanırsınız: Kırmızı ve beyaza çalar
renkte birisidir. Üzerinde hafif sarı renkte iki elbise vardır. Kendisine
yaşlık isabet etmemiş olsa bile, başından su damlar gibidir. Haçı kıracak,
domuzu öldürecek, Cizye koyacak, insanları İslam'a da'vet edecektir. Onun
zamanında Allah Te'ala İslam dışında bütün Dinleri kaldıracak ve onun zamanında
Mesih Deccal'i helak edecektir. Sonra yeryüzünde emniyyet hasıl olacak da
aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlarla birlikte otlayacak,
çocuklar yılanlarla oynayacak da onlara zarar gelmeyecektir. İsa (aleyhi selam)
kırk sene kalacak, sonra vefat ederek Müslümanlar onun üzerine (cenaze) namazı
kılacaklardır."
Bu Hadis'i Ebu Davud da Hüdbe İbni Halid'den, o da Hemmam
İbni Yahya'dan rivayet etmiştir. İbni Cerir'in bu ayetin tefsirinde -ki ondan
başkası bu ayetin tefsirinde bu Hadis'i zikretmemiştir- Bişr ibni Mu’az
kanalıyla... rivayetinde şu fazlalık vardır: "İslam üzerine insanlarla
harbedecektir." (İbni Kesir, Tefsir)
İbni Kesir Ayet'in Tefsir'inin devamında Kıyamet
Alametleri’ni ele alırken İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne tekrar inmesi ile
alakalı olarak bilgilere yer verir. İlgili yere müracaat ediniz.
Ehli Sünnet ve’l Cema'at i’tikadına dair bütün kitaplarda,
İsa (aleyhi selam)’ın nüzuluna değinilir. Konuyla alakalı Ayetler ve Hadisler
ilim adamlarınca kaynak gösterilmek suretiyle bu hususta bir şüphe olmadığı
ifade edilmiştir. Zahiriler'den İbni Hazm, en-Nisa 4/157 Ayeti'nin Tefsir'inde
İsa (aleyhi selam)’ın öldürüldüğünü söyleyen kimsenin Mürted ve(ya) Kafir
olacağını söyler. (İbni Hazm, İlm'ul Kelam, 56-57)
İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten sonra evleneceğine
dair Sahih bir nakil yoktur yalnızca birtakım zayıf-uydurma rivayetler ve bazı
alimlerin bu yönde açıklamaları bulunmaktadır.
Nu’aym ibni Hammad, İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten
sonra Kudüs’e döneceği ve orada Şu’ayb (aleyhi selam)’ın kavminden olan ve Musa
(aleyhi selam)’ın eşinin soyundan gelen bir hanımla evleneceği ve bir erkek
çocukları olacağı ve dokuz yıl kalacağı (Nu’aym ibni Hammad, el-Fiten, 2/578,
1616) yönünde bilgiler ifade eden bir görüşe yer verir. Lakin bu rivayetin
dayandığı bir kaynak olmadığı gibi, senedinde yer alan Yahya ibni Sa’id
el-Attar ‘Zayıf’ (et-Takrib, 7608); Süleyman ibni Musa el-Siczi ‘yalancı’
(Mizan'ul İtidal, 3/308) olmakla itham edilmişlerdir.
Hadis olarak İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) yoluyla
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen bir başka rivayetde
ise, İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten sonra kırkbeş yıl kalacağı bu
süre zarfında evleneceği ve bir çocuğu olacağından bahsedilmektedir. Hadis'in
devamında ise, İsa (aleyhi selam)’ın öldükten sonra Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in mezarına gömüleceği, Diriliş Günü’nde Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve İsa (aleyhi selam)’ın, Ebu Bekir
(radiyallahu anh) ile Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) arasındaki mezardan
birlikte diriltileceği geçmektedir. İbn'ul Cevzi, Hadis'in Sahih olmadığını ve
rivayet zincirinde yer alan el-Ifriki’nin ‘tamamıyla Zayıf’ olduğunu (İbn'ul
Cevzi, el-İl'el'ul Mutenehiye, 2/915, 1529) söylerken Hafız Zehebi de, Abd'ur
Rahman ibni Ziyad el-Ifriki’nin tercümeyi halinde bu ve benzeri Hadisler'i
naklettikten sonra "Bunlar Münker'dir, (doğru olmaları) muhtemel
değildir" (Zehebi, Mizan'ul İtidal, 4/281) demiştir.
İman;
İkrar, Amel ve Tasdik'tir, Artar ve Eksilir
İman'ın; söz ve amel, amel ve söz, niyet ve isabet (Sünnet’e
uygun) olduğuna iman (etmek gerekir). (İman) artar ve eksilir. Allah’ın
dilemesi ile artar ve imandan hiç birşey kalmayıncaya kadar da eksilebilir.
Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, kendilerine insanlar: Size karşı insanlar
topla(n)dılar, artık onlardan korkun! dedikleri halde imanları artanlar ve:
Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir! diyenlerdir." (Al-i İmran 3/173);
"Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman
katıp-arttırsınlar diye, güven duygusu ve huzur indiren O'dur. Göklerin ve
yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir."
(el-Feth 48/4);
"Bir Sure indirildiğinde onlardan bazısı: Bu, hanginizin
imanını arttırdı? der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını
arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler." (et-Tevbe 9/124)
Abd'ur Rezzak es-Sanani şöyle demiştir: "Yetmiş tane
şeyh ile karşılaştım ki onlardan bazıları şunlardır: Ma’mer, Evzai, Sevri,
Velid ibni Muhammed el-Kureyşi, Yezid ibn'us Saib, Hammad ibni Seleme, Hammad
ibni Zeyd, Sufyan ibni Uyeyne, Şu'ayb ibni Harb, Veki ibni Cerrah, Malik ibni
Enes, İbni Ebi Leyla, İsmail ibni Ayyaş, Velid ibni Müslim ve daha adını
zikretmediğim birçokları, bunların hepsi şöyle demiştir: İman; söz ve ameldir,
artar ve eksilir." (Lalikai, Şerh Usul el-İ’tikad Ehl-i Sünne, 5/958 1737)
Abdullah ibni Ahmed (ibni Hanbel) babasından nakleder:
"Babam (Ahmed ibni Hanbel) bana nakletti: Ebu Seleme el-Huzai bize
naklederek dedi ki; Malik, Şerik, Ebu Bekir ibni Ayyaş, Abd'ul Aziz ibni Ebi
Seleme, Hammad ibni Seleme ve Hammad ibni Zeyd şöyle demiştir: İman; i’tikad, söz ve ameldir."
(es-Sünne, 612)
Ukbe ibni Alkeme şöyle demiştir: "Evzai’ye iman
hakkında sordum (dedim ki) artar mı? Dedi ki: Evet ta ki dağlar kadar büyüyene
kadar artar. Dedim ki: Eksilir mi? Dedi ki: Evet ta ki, hiçbirşey kalmayıncaya
kadar..." (Lalikai, Şerh Usul el-İ’tikad Eh-li Sünne, 5/959 1740)
İmam Laleka’i Ebu Sevr’den şöyle dediğini nakleder: “Amelin
imandan olmadığını iddia eden fırkaya gelince onlara şöyle deriz: Allah (azze
ve celle) kullarına ‘namaz kılın!’ ve ‘zekat verin!’ diye buyurduğunda onlardan
ne istemektedir? Bunları (yalnızca) ikrar etmelerini mi istedi? Yoksa hem ikrar
etmelerini ve hem de amel etmelerini mi istedi? Eğer, ‘Allah ikrar etmelerini
istedi, amel etmelerini değil’ derlerse Küfr'e düşerler zira şüphe yok ki İlim
Ehli'ne göre; ‘şüphesiz ki Allah kullarından namaz kılmalarını, zekat
vermelerini istememiştir’ diyen kimse Küfr'e düşmüştür. Eğer derlerse ki,
(Allah) onlardan hem ikrar etmelerini hem de amel etmelerini istemiştir bu
durumda deriz ki: Onlardan her iki fiili birlikte istiyorsa o halde bu
ikisinden biri olmadan (yalnızca) diğerini ifa etmekle kişinin Mü’min olduğunu
nasıl oluyorda iddia ediyorsunuz? Halbuki (Allah) onların her ikisini(n ifa
edilmesini) de istemektedir.
Birisi, ‘Allah’ın emrettiği herşeyi yapıyorum lakin onları
ikrar etmiyorum’ derse böyle bir kimse hakkında ne düşünürsünüz? Böyle bir
kimse (size göre) Mü’min olur mu? Eğer hayır (Mü’min olmaz) derlerse onlara
deriz ki: Allah’ın emrettiği herşeyi ikrar ediyorum lakin (hiçbirini)
yapmıyorum diyen kimsenin hali nasıldır: (Bu haliyle) Mü’min olur mu? Eğer evet
(Mü’min olur) derlerse onlara deriz ki: (İkisi arasındaki) fark nedir? Kendiniz
(kabul edip) dediniz ki, Allah (ayette) bu işin her ikisini de kasdetmiştir.
Eğer (size göre) kişi bunlardan birini ifa edip diğerini terketmekle Mü’min
olabiliyorsa bu durumda kişi ikrar etmeden (yalnızca) amel etmekle de Mü’min
olması gerekir. Bunların arasında fark yoktur.”
İmam Ebu Sevr şöyle demiştir: “Bil ki iman, kalp ile tasdik,
dil ile söylemek ve azalarla amel etmektir. Böyle olduğu için eğer bir adam:
Ben Allah’ın birliğine ve peygamberlerin getirdikleri şeylerin hak olduğuna
şahitlik ederim derse ve bütün şer’i hükümleri kabul ettiğini diliyle ikrar
etse, sonra da kalbim bunlardan hiçbir şeye inanmadı ve (bunların) hiçbirini
tasdik etmiyorum derse bu adamın Müslüman olmadığı hususunda ilim adamları
arasında ihtilaf yoktur. Eğer “Mesih Allah’tır” derse ve İslam’ın hükmünü inkar
ederse, kalbim buna inanmadı (inanmadan söyledim) dese bile, bunu (Küfrü) izhar
ettiği, açığa vurduğu için Kafir'dir, Mü’min degildir. Zira kalben tasdik
etmeden sırf dille ikrar ederek Mü’min sayılmayacağı gibi, diliyle ikrar
etmeden sırf kalbiyle tasdik etmesi de onu Mü’min kılmaz.” (İmam Laleka’i,
Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti ve’l Cema'at, 4/932 1590)
Ashab’ın
Faziletliler'i
Nebimiz (Muhammed’in vefatın)’dan sonra bu ümmetin en
hayırlısı Ebu Bekir (radiyallahu anh) sonra Ömer (radiyallahu anh) sonra da
Osman (radiyallahu anh)’dır.
Fazilet sıralaması hususunda Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve
Ömer (radiyallahu anh) hususunda ümmet arasında icma vardır. Ehl-i Sünnet
dışındaki Bidat Ehli ve Kelamcılar –Havaric, Mu'tezile, Şia’dan bazıları- da bu
hususta Ehli Sünnet ile mutabakat halindedir.
Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh)’dan
sonra kimin en faziletli olduğu hususunda ise farklı görüşler ortaya çıkmıştır.
Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin çoğunluğu Osman (radiyallahu anh)’ın bu ikisini
takip ettiğini söylemektedir. İmam Malik’den nakledilen meşhur görüşüne göre
İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed gibi büyük İmamlar da bu kanaattedir.
Kelamcıların çoğunluğu -Mu'tezile, Eşariler, Kerramiye, Kullabiye- da bu
görüştedir.
Kufe ehli ise, Ali (radiyallahu anh)’ın fazilet bakımından
Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra geldiği ve Ali
(radiyallahu anh)’ın Osman (radiyallahu anh)’dan fazilet bakımından üstün
olduğu görüşündedir. Süfyan es-Sevri ve Ebu Hanife bu görüştedir. Sonraları bu
görüşten döndükleri de söylenmektedir Allahu A'lem. Zehebi; A'meş'in, Ebu
Hanife'nin, Şu'be'nin, Abd'ur Rezzak'ın ve Abd'ur Rahman ibni Ebi Hatim'in bu
görüşte olduğunu nakleder. (Zehebi, Mizan, 2/588)
Süfyan, İmam Malik’den nakledilen bir görüşe göre İmam
Malik, Yahya el-Kattan ve Yahya ibni Main’in aralarında olduğu bir grup ise bu
hususta Tevaffuk etmeyi tercih etmişlerdir.
Ehli Sünnet ve’l Cema'atin çoğunluğunun görüşü olan Osman
(radiyallahu anh)’ın Ali (radiyallahu anh)’dan fazilet bakımından üstün olması
hususu aynı zamanda Sahabe'nin görüşüdür. İmam el-Berbehari’nin de alıntıladığı
İbni Ömer (radiyallahu anh)’dan nakledilen Hadis de bunun delilidir. Bir başka
delil de, Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra Halife seçiminde Abd'ur Rahman ibni
Avf (radiyallahu anh)’ın tutumunda görülmektedir. Zira o, Halife seçiminin
tamamlandığı süreçte üç gün üç gece boyunca; Muhacirler, Ensar ve Mü’minlerin
anneleri ile istişare etmiş ve sonunda Osman (radiyallahu anh)’ın bu göreve en
layık olan kimse olduğuna karar vermiştir.
Hallal’ın aktardığına göre, Abdullah ibni Mübarek’e birisi,
Osman (radiyallahu anh) ile Ali (radiyallahu anh) arasında hangisinin daha
faziletli olduğu yolunda bir soru sormuş, büyük imam da: Abd'ur Rahman ibni Avf
(radiyallahu anh) bunun cevabını bize verdi şeklinde cevap vermiştir.
(el-Hallal, es-Sünne, 2/389)
Bu, İbni Ömer (radiyallahu anhum ecmain)’den naklolunandır,
(ki o) şöyle demiştir:
“Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta iken insanlar arasında fulan fulandan
hayırlıdır, fulan da fulan kimseden hayırlıdır, diye konuşurduk; (önce) Ebu
Bekir (radiyallahu anh), sonra Ömer (radiyallahu anh), sonra Osman (radiyallahu
anh), hayırlıdır, derdik. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu duyar ancak
bizi eletirmezdi.” Buhari; Ahmed, Müsned; İbni Asım, es-Sünne, 574-578, 1193
Onlardan sonra en
hayırlılar Ali (radiyallahu anh), Talha (radiyallahu anh), Zubeyir (radiyallahu
anh), Sa’d (ibni Ebi Vakkas), Sa’id (ibni Zeyd), Abd'ur Rahman ibni Avf
(radiyallahu anh), (ve Ebu Ubeyde Amir ibn'ul Cerrah). Hepsi hilafete layıktı.
Onlardan sonra (insanların) en hayırlıları; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in (bunlardan başka) Sahabeleri'dir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in kendilerine (peygamber olarak) gönderildiği ilk nesil (Sahabe),
Muhacir ve Ensar, her iki Kıble'ye (Kudüs ve Mekke) yönelerek namaz kılanlar,
onlardan sonra en hayırlılar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir
gün, bir ay, bir yıl yahut bundan az veya daha çok Sahabelik edenlerdir.
Allah’tan onlara rahmet emesini dileriz. Onların faziletlerinden bahseder,
onların yaptıkları hatalar hususunda susar ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in buyurduğu üzere onlardan hiçbiri hakkında hayırdan başka birşey
söylemeyiz:
“Ashabım zikredildiğinde (onların hataları hususunda) sessiz kalın!”
Taberani, el-Mucem'ul Kebir, 10/198; el-Haris bin Ebu Usame, Müsned, 2/478; Ebu
Nu’aym, Hilye, 4/108
Süfyan ibni Uyeyne (rahimehullah) şöyle demiştir:
“Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashabı hakkında birtek (olumsuz) kelime
konuşan Heva (Bid'at) Ehlindendir!”
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle
buyurmuştur: “Ashabım yıldızlar gibidir,
hangisine uyarsanız doğru yola iletilirsiniz.”
Şeyh'in Hadis olarak naklettiği bu rivayet hakkında
alimlerin bazı itirazları olmuştur. Rivayetler birbirine yakın ifadeler ile şu
şekillerde nakledilmiştir:
“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz.” (İbni Abd'il Berr, Cami'ul Beyan'il İlmi ve Fazlihi, 2/90-91; İbni
Hazm, el-İhkam, 6/82; Abd ibni Humeyd, Müsned; İbni Adi, Kamil; Suyuti,
Menahil'ul Safa, 193; 1027; Suyuti, Cami'us Sağir, 4603);
”Ashabım'ın misali yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız
hidayete erersiniz.” (el-Kuda'i, Müsned'ul Şihab, 109/2);
”Hakikaten Ashabım yıldızlar gibidir, bundan dolayı eğer
onlardan işittiğiniz herhangi bir sözü kabul ederseniz, hidayete erersiniz.”
(İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlmi ve Fazlihi, 2/90-91; İbni Hazm,
el-İhkam, 6/82; Abd ibni Humeyd, el-Muntehab min'el Müsned, 86/1; Darakutni,
Feza'il'ul Sahabe)
İlk rivayet için şunlar söylenmiştir:
Sellam ibni Suleym, şöyle demiştir: el-Haris ibni Gusay bize
Ameş'den o Ebu Süfyan'dan o da Cabir (radiyallahu anh)'dan o da Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet etmiştir.
İbni Abd'il Berr bu hüccetin kaim olmadığı bir senettir
(yani bu senet ile hüccet kaim olmaz). Çünkü senetteki Haris ibni Gusay
Meçhul'dur, diyor. Aynı senetle gelen rivayet için İbni Hazm bu sağlam olmayan
bir senettir. Ebu Süfyan Zayıf'tır; bahsi geçen Haris ibni Gusay, Ebu Vehb
es-Segafi'dir ki Meçhul biridir, Sellam ibni Süleyman uydurma Hadis rivayet
eden biridir -hiç şüphe yokki bu da onlardan biridir- demektedir. İbni Hibban
ise Haris bin Gusay'dan es-Sika'da güvenilir raviler arasında bahsetmektedir.
“Hakikaten Ashabım
yıldızlar gibidir, bundan dolayı eğer onlardan işittiğiniz herhangi bir sözü
kabul ederseniz, hidayete erersiniz.“
İbni Abd'il Berr bu rivayeti Muallak bir şekilde nakleder ve
İbni Hazm da ondan aktarır; tamamlanmış Hadis zinciri şöyledir:
Ahmed İbni Yunus bana haber verdi: Ebu Şihab el-Hannat bize
Hamza el-Cazre o da Nafii’den oda İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den o
da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bize bildirdi. (Abd İbni
Humeyd, el-Muntekab min'el Müsned, 86/1)
Aynı zamanda İbni Batta, Ebu Şihab’dan baska bir rivayet
zinciriyle rivayet etmiştir. (İbni Batta, el-İbane, 4/11/2)
Beyheki bu rivayete yer verdikten sonra, Müslim'de geçen Ebu
Musa (radiyallahu anh) Hadisi'nin bu rivayeti güçlendirdiğini söyler. Ebu Musa
(radiyallahu anh)’ın naklettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur: “Ben de Sahabeler'in emniyetiyim… Sahabeler'im de ümmetimin
enmiyetidir.” (Beyheki, el-İ’tikad, 160) İbni Hacer, Beyheki’nin sözleri
hakkında şöyle der: "Beyheki doğru söylemektedir. (Ebu Musa Hadis'i) genel
manada Sahabeler'in yıldızlara benzemesi hususunun doğruluğunu gösterir lakin
(Sahabeler'den herhangi birini) izleme meselesinde bu husus Ebu Musa
(radiyallahu anh) Hadis'inde açık değildir." (İbni Hacer, Telhis'ul Habir,
4/351)
İmam Ebu'l Hattab el-Kelvezani el-Hanbeli şöyle der: “Burada
kasdedilen Müslüman'ın onlardan dilediğini taklit etmesinin Caiz olduğu yahut
da ‘benden rivayet ettiğinde hangisini izlerseniz hidayet erişirsiniz’
demektir.” (et-Temhid fi Usul'il Fıkh, 4/331)
Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de şöyle der: “el-Kadı (Ebu
Ya’la), Sahabe'nin iki görüşünden biri üzerinde icma etmesi hususunda dedi ki:
(Bununla) ihtilaf aradan kalkmaz (…) çünkü Acurri kitabında İbni Ömer
(radiyallahu anhuma ecmain)’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine
uyarsanız hidayete erersiniz.” Bunun üzerine ona denildi ki: Bu Hadis'i ne için
delil olarak getiriyorsun? Oysa İsmail ibni Sa’id şöyle der: (İmam) Ahmed’den
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Ashabım yıldızlar gibidir,
hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” sözlerini delil getiren kimse hakkında
sordum ve şöyle cavep verdi: "Bu Hadis Sahih değildir!" Ona şöyle
cevap veririz: (İmam) Ahmed Sahabeler'in fazileti hususunda bunu delil getirir
ve buna (bu hususta) itimad eder. Ebu Bekir el-Hallal, es-Sünne isimli
kitabında şöyle der: Ubeydullah ibni Hanbel ibni İshak ibni Hanbel bize
bildirdi, babam bana dedi ki, Ebu Abdullah (Ahmed ibni Hanbel)’i şöyle derken
işittim: Haddi aşmak Muhammed (sallalalhu aleyhi ve sellem)’in Ashabı'nı (şerr
üzere) anmaktır. Çünkü Rasulullah (sallalalhu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
“Sahabeler'im (hakkında size) Allah’ı, Allah’ı (hatırlatırım), onları
(haklarında kötü sözler söylemek suretiyle) hedef etmeyin.” Yine (Rasulullah)
şöyle de demiştir: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete
erersiniz.” (Kadı Ebu Ya’la) şöyle dedi: Bu lafzı delil getirmiştir, böylelikle
bu, (Hadis'in) ona göre Sahih olduğunu gösterir.” (Musevvede fi Usul'il Fıkh,
326)
Son olarak Hadis'in mana olarak doğru olduğunu
söyleyenlerden birisi de Aliyy'ul Kari’dir. O Şifa Şerhi'nde Kadı İyad’ın bu rivayete
yer vermesi üzerine şu yorumlarda bulunur: Belki Kadı İyad bir senete
ulaştığından yada çok sayıda Zayıf rivayetin birbirini kuvvetlendirmek
suretiyle Hasen derecesine ulaştığını düşündüğünden, kendisince rivayeti güzel
bulduğundan (yahut da) mevzubahis etmeye dahi gerek duyulmayan, Zayıf
Hadisler'in amellerin faziletleriyle alakalı kullanılabileceği (prensibi)nden
dolayı bu rivayete yer vermiş olabilir. (Şerhu Şifa 2/91) Aliyy'ul Kari bir
başka yerde de Hadis'in manasının:
"Bilmiyorsanız Zikir Ehli'ne sorun!" (en-Nahl
16/43) Ayeti ile uyum içerisinde olduğunu belirtir. (el-Esrar, 372)
Allah
(azze ve celle)’nin Sevip Razı Olduğu İşlerde Emir Sahiplerine İtaat
Allah’ın sevip razı olduğu işlerde (Emir sahiplerini)
işitmek ve (onlara) itaat etmek (gerekir). Herkim insanların icması ile ve
kendisinden razı olmaları ile halife olursa, o kimse Emir'el Mü’minin’dir.
Ehli Sünnet emir sahiplerine itaatin sınırlarını çizmekte ve
"Allah'a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itaat'in olmayacağı"
yönündeki prensibe de bu ifadesiyle sadık kalmaktadır. Bu prensip Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)
vasıtasıyla nakledilen Hadis'de geçmektedir: "Masiyet de (Allah'a isyan söz konusu olan yerde) kula itaat yoktur.
İtaat ancak Ma'rufta (iyilik ve hayırda)dır." (Buhari; Müslim;
Tirmizi; Ebu Davud; Nesai)
Bir
Kimsenin Biatsız Gecelemesi Caiz Değildir
Dolayısıyla, hiçkimse için kendisinin (tabi olduğu) –Birr
(iyi; salih) olsun, facir olsun- bir İmam'ı (kendisi üzerinde yasal bir İmam
olarak) tanımadan geceleyeceği bir tek gün geçirmesi Helal (Caiz) değildir.
Müslümanlar'ın başında, Şeri'at Ahkamı'nı icra eden ve
Müslümanlar'ın kendisini emir seçtikleri veya emir kabul ettikleri bir
İmam/Emir bulunduğunda hiçbir Müslüman'ın İslam Cema'atinden ayrılarak, emir
sahibinin velayetini reddetmesi Caiz değildir. Bu hususta varid olmuş birçok
Hadis vardır. Bu Hadisler; Müslümanlar'ı, yöneticilerine karşı isyan edip
ayaklanmaktan, anarşik ortamlara zemin hazırlamaktan sakındırmaya yönelik emirler
içermektedir. Bu Hadisler, zalim de olsa Müslüman yöneticilere -Allah’a isyan
sözkonusu olmadığı müddetçe- itaat etme fikrini ön plana çıkarır. Bu Hadisler
aynı zamanda, Müslümanlar'ın emirine itaatten çıkan kimselerin İslam bağını
boyunlarından çözmüş olacakları ve Cahiliye ölümü üzere ölecekleri tehditini
içerirler. Zira bu tutum aynı zamanda, Müslümanları'n birliğini bozmaya yönelik
bir harekettir ve bu nedenle şiddetle kınanmıştır. Bu hususta bizlere ulaşan
Hadisler'den bazıları şunlardır:
İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim dedi: “Her kim bir eli taatten çıkarırsa Kıyamet
Günü’nde Allah'a hiç bir hücceti olmadığı halde kavuşur. Ve her kim boynunda
bir bey'at olmadığı halde ölürse, Cahiliyyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.“
(Müslim)
İbni Abbas (radiyallahu anhunma ecmain)’den nakledilen bir
başka rivayette Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu
nakledilmiştir: “Kim emirinden hoşuna
gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Zira insanlardan herhangi bir kimse,
sultana bir karış kadar bile karşı çıksa ve bu halde ölse, mutlaka Cahiliyye
ölümü ile ölmüş olur!” (Müslim; Ahmed, Müsned)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“…Size beş şeyi emrediyorum ki, onları
Allah bana emretti. Cema'atleşmek, söz dinlemek, itaat etmek, hicret etmek,
Allah yolunda cihad etmek. Kim cema'atten bir karış ayrılırsa, İslam’ın bağını
boynundan çözmüş olur. Ancak cema'ate tekrar katılırsa o hariç. Kim Cahiliye
davasını güderse, bu Cehennem'e diz çöküştür. Dediler ki, ya Rasulullah, namaz
kılsa, oruç tutsa da mı? (Rasulullah) buyurdu ki, namaz kılsa da, oruç tutsa da
ve Müslüman olduğunu zannetse de…” (Ahmed, Müsned)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet edilen bir başka
hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Üç
kişi vardır ki Kıyamet Günü’nde Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize de
çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır. Bunlardan (…) ikincisi; sırf
dünya çıkarı için bir İmam'a biat edip eğer İmam kendisine istediklerini
verirse biatına vefa gösterip istediğini elde edemezse biatından dönen kimse
(…)” (Buhari)
Emir
Sahiplerinin Arkasında Namaz Kılınır ve Onlarla Birlikte Hacc ve Cihad’a
Katılınır
Hacc ve Gazve (Cihad) emir sahibinin liderliği altında
yerine getirilir. Cuma Namazı'nı (Fasık İmamlar) arkasında kılmak Caiz'dir
bundan sonra altı rekat -ikişer rekatlar halinde- kılınmalıdır. Bu Ahmed ibni
Hanbel (rahimehullah)’ın sözüdür.
Ubeydullah ibnu Udey, Osman (radiyallahu anh)'a: "Sen
bütün halkın İmamı'sın ve başına bu gördüğün durum geldi. Bize de fitne öncüsü
(bu işlerin başını çeken kişi) namaz kıldırıyor. Ancak onun arkasında namaz
kılmakta zorlanıyoruz dedi. Osman (radiyallahu anh): Namaz insanların
yaptıklarının en güzelidir. İnsanlar güzel bir şey yaptıklarında sen de onlarla
birlikte güzel şey yap. Onlar kötülük yaptıklarında sen onlarla birlikte
kötülük yapmaktan çekin! dedi." (Buhari)
İmam Tirmizi'nin beyanına göre, İmam Şafii ve Ahmed ibni
Hanbel Cuma (namazın)’dan sonra kılınacak olan Sünnet'in iki rekat olduğu
görüşündedirler. İmam Ebu Hanife'ye göre bu Sünnet, dört rekat; talebesi İmam
Ebu Yusuf'a göre ise altı rekattır. (Tirmizi, Sünen, Salat, 376)
Cuma (namazın)’dan sonra kılınacak olan Sünnet'in ikişer
rekatlı toplam altı rekat olduğuna dair görüş İmam Ahmed’den nakledilen ve
kendisinin de tercih ettiği bildirilen görüşüdür.
Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel babasının şöyle dediğini
aktarır: "Babama, Cuma Namazı’nın ardından ne kadar (rekat) kılmalıyım
diye sordum. Dilersen dört (rekat) kıl, dilersen –ikişerli olmak üzere- altı
rekat kıl (ki) bu benim tercihimdir lakin dört kılmanda da bir sakınca yoktur
dedi." (Mesail, 446)
Ebu Davud, Ahmed ibni Hanbel’in şöyle dediğini işittiğini
nakleder: "Cuma Namazı’ndan sonra kılınan namaz (hususunda) eğer bir
kimse; dört (rekat) kılarsa iyidir, iki (rekat) kılarsa iyidir." (Mesail,
59)
Bu görüş aynı zamanda Ashab'dan Ali ibni Ebu Talib
(radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh) ve Abdullah ibni Ömer
(radiyallahu anhuma ecmain)’i ve İmamlar'dan Süfyan es-Sevri, Ebu Yusuf, Ata ve
Tahavi’nin de görüşüdür.
İbni Şeybe’nin rivayetine göre, Ebu Abd'ur Rahman demiştir
ki: "İbni Mes’ud (radiyallahu anh) bizim yanımıza geldi ve bize Cuma
(namazın)’dan sonra dört rekat kılmamızı emrederdi. Yanımıza Ali ibni Ebi Talib
(radiyallahu anh) geldiğinde altı (rekat) kılmamızı emretti. Ali ibni Ebi Talib
(radiyallahu anh)’ın sözünü alıp (buna göre amel ettik) İbni Mes’ud
(radiyallahu anh)’ın sözünü terk ettik." (ibni Şeybe, Musannef, 4/117)
Ata'dan rivayet edildiğine göre; "İbni Ömer
(radiyallahu anhuma ecmain) Mekke'de olduğu zaman, Cuma’yı kılınca biraz
ilerleyip iki rekat, sonra yine ilerleyip dört rekat daha kılardı. Medine'de
olduğunda ise, Cuma’yı kılar sonra evine döner ve (evinde) iki rekat namaz
kılardı. ‘Mescid'de (birşey) kılmazdı. Kendisine (bu farklılığın sebebi)
soruldu: Rasulullah (sallallalahu aleyhi ve sellem) böyle yapardı’ cevabını
verdi." (Ebu Davud, 1130; Beyheki, es-Sünen'ul Kübra, 3/240)
İbni Mes'ud (radiyallahu anh), Abdullah ibni Mübarek,
Alkame, Nehai, İshak ve Ebu Hanife'ye göre Cuma’nın son Sünnet'i dört rekattir.
Bu görüşte olanların delili Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet edilen şu
Hadis olmuştur: "Sizden Cuma’dan sonra namaz kılan dört rekat kılsın."
(Müslim; Tirmizi; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned, 249, 252)
Tirmizi’de geçtiğine göre Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu
anh) Cuma’dan evvel dört, sonra da dört rekat namaz kılardı. (Tirmizi, Cuma,
24)
Taberani’nin Ubeyde'den rivayetine göre: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Cuma’dan önce dört ve Cuma’dan sonra yine dört
rekat namaz kılardı." (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, 4/244-253)
Hilafet
İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü'ne Kadar Kureyş’de Kalacaktır
Hilafet, İsa ibni Meryem aleyhi selam Nüzul edene kadar
Kureyş’de kalacaktır.
İsa (aleyhi selam)’ın Allah tarafından Ref edilmesi (katına
yükseltilmesi) ve Nüzulü (Kıyamet’e yakın, Ahir Zaman’da tekrar yeryüzüne
indirilmesi) geçmişte Mu'tezili ve diğer Kelam Ehli ile bugün onların takipçisi
durumunda olan modernistler tarafından inkar edilmektedir.
İsrailoğulları İsa (aleyhi selam)’ı yalancılıkla suçlamış
peygamber olduğunu inkar etmiş ve neticesinde onu çarmıha germek teşebbüsünde
bulunmuş bunun üzerine Allah onu kurtararak kendi katına yükseltmiştir (Al-i
İmran 3/55; en-Nisa 4/157-158). İsa (aleyhi selam)’ın Kıyamet’e yakın, Ahir
Zaman’da tekrar yeryüzüne indirileceğine dair başta Sahihayn ve Kütübü Sitte’de
yer alan diğer Sünenler’de ayrıca İmam Ahmed’in Müsned’inde olmak üzere Hadis
Kitablar'ında çok sayıda Hadis bulunmaktadır. Bu Hadisler'de hadiseler çok
detaylı biçimde işlenmektedir.
Mevzubahis
Hadisler'in dışında Ulema:
"Ehl-i Kitab'dan herbiri ölümünden önce ona muhakkak
iman edecektir." (en-Nisa 4/159) Ayet'indeki "ölümünden önce" ve:
"O, Kıyamet’in kopacağını bildirir" (ez-Zuhruf
43/61) ifadelerindeki "o" zamirinin İsa (aleyhi selam)'a raci
olduğunu, dolayısıyla İsa (aleyhi selam)'ın Kıyamet’in habercisi olduğunu
kaydetmektedirler.
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Hureyre
(radiyallahu anh), Katade Malik ibni Dinar ve Dahhak'a nisbet edilen
kıraatlarda ez-Zuhruf Sure’si 43/61 nolu Ayet'te geçen "ilm" kelimesi
"alem" şeklinde okunmaktadır. Bu duruma göre Ayet'e: "O, Kıyamet
için bir alamettir" şeklinde mana verilmektedir. (Kurtubi, el-Cami,
16/105)
‘İsa
(aleyhi selam)’ın Nüzulü’ hususunda varid olmuş bazı Hadisler şunlardır:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa’ya ulaşacağımı umuyorum. Eğer ecelim acele
gelirse, sizden ona ulaşan selamımı söylesin!..” (Ahmed, Müsned)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, adil bir hakim olarak inecektir.
O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, Cizye'yi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar
artacak ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah'a bir kere secde etmek dünya
ve dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır.” (Buhari; Müslim;
Ebu Davud; Tirmizi; Ahmed, Müsned)
Cabir ibni Abdullah (radiyallahu anh)’tan rivayet edildiğine
göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden
bir cema'at Kıyamet Günü’ne kadar hakka yardımcı ve hizmetçi olarak devam
edecektir. Nihayet Meryemoğlu İsa iner, Müslümanlar'ın emiri: ‘Gel, bize namaz
kıldır’ der. İsa (aleyhi selam) ‘Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak
sizin bir kısmınız diğer kısmı üzerine emirlersiniz’ der.” (Müslim)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) dedi ki: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İmamı'nız (devlet reisiniz)
kendinizden olduğu halde Meryem oğlu (İsa aleyhi selam) içinize indiği
(İmam'ınıza iktida ettiği) zaman acaba nasıl olursunuz?" (Buhari; Müslim)
Nevvas ibni Sem’an el Kilabi (radiyallahu anh)’dan rivayete
göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Deccal’den bahsederken şöyle
buyurmuştur: “...Sizin için korktuğum şey Deccal’den başkadır. Eğer
Deccal ben sizin aranızda iken çıkarsa onu sizin yerinize ben delillerle mağlub
ederim. Ben aranızda yokken çıkarsa her Müslüman kendi delilleriyle kendisini
savunacaktır. Ben tüm Müslümanlar'ı onun şerrinden Allah’a emanet ediyorum.
Deccal, kıvırcık saçlı bir delikanlı şeklindedir, gözü dışarıya çıkmış
şekildedir. Abd'ul Uzza ibni Katan’a benzer. Sizden kim onunla karşılaşırsa
Kehf Suresi’nin ilk Ayetleri'ni okusun… Deccal, Şam ile Irak arasından
çıkacaktır, sağ sol her tarafı çabucak bozmaya çalışacaktır. Ey Allah’ın
kulları o günleri görürseniz Allah’ın dini üzerinde kalmaya özen gösterip dininizde
sebat ediniz… (Deccal yeryüzünde) kırk gün kalacaktır; bir günü bir sene
uzunluğunda, bir günü bir ay uzunluğunda, bir günü de bir hafta uzunluğunda
olacak diğer günleri ise sizin bu günkü günleriniz durumunda olacaktır…
(Deccal’ın yeryüzündeki hızı) rüzgarın önüne kattığı bulut gibi olacak bir
topluma gelip onları kendisine inanmaya çağıracak onlarda onu yalanlayacaklar
ve sözlerini reddedeceklerdir. Bu kimselerin malları Deccal’ın arkasından
gidecek sabahladıkları vakit ellerinde bir şey kalmamış olacaktır. Sonra başka
bir topluma gelecek onları da Dav'et edecektir. Onlar da Deccal’e
inanacaklardır. Deccal göğe yağmur yağdırmasını emredecekde gök yağmurunu
indirecektir. Toprağa bitkileri bitirmesini emredecek toprakta bitki
çıkaracaktır. O toplumun küçükbaş ve büyükbaş hayvanları o gün her zamankinden
daha fazla etlenmiş semiz durumda memeleri sütle dopdolu olarak döneceklerdir…
Deccal bir harabeye uğrayıp hazinelerini çıkar diyecek ve oradan ayrılıp
gidecek oradaki hazineler de arıların arı beyini takip ettikleri gibi Deccal’ın
peşinden gidecektir. Sonra Deccal genç sağlam atik birini çağıracak ve kılıç
darbesiyle iki parça edecektir. Sonra onu çağıracak oda yüzü parlayarak ve
gülerek gelecektir. Tam bu esnada Meryem oğlu İsa (aleyhi selam); Şam’ın
doğusunda beyaz minarenin yanında iki güzel elbise içersinde ellerini iki
Melek'in kanatlarına koymuş olarak inecektir. Başını eğdiğinde başından
damlayarak başını kaldırdığında ise başından gümüş suyu kadar berrak inci
taneleri gibi su damlacıkları dökülecektir… Onun nefesinin rüzgarı Kafirler'den
her isabet ettiği kimseyi öldürecektir. Onun nefesinin rüzgarı gözünün
görebildiği yere kadar ulaşacaktır. İsa (aleyhi selam); Deccal’ı arayacak ve
onu Kudüs’ün yakınlarındaki Lud Kapısı’nda ona ulaşarak onu öldürecektir. Sonra
Allah’ın dilediği vakte kadar böylece devam edecektir. Sonra Allah; İsa (aleyhi
selam)’a kullarımı Tur Dağı'na doğru götür diye vahyedecek çünkü ben, bazı
kullarımı indirdim ki onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez ki bunlar Ye’cuc
ve Me’cuc Kavmi'dir. Bunlar her bir tepeden seller gibi akarcasına inip
yeryüzüne dağılacaklardır. İlk grup Taberiyye Gölü’ne inecek ve oranın suyunu
içip bitireceklerdir. İkinci gurup o göle uğrayacaklar ve önceden burada su
vardı diyeceklerdir. Sonra Beyti Makdis Dağı'na varıncaya kadar yürüyecekler ve
şöyle diyecekler: Yeryüzündekilerle savaştık ve hepsini öldürdük haydin şimdide
gökyüzündekileri öldürelim diyecekler oklarını fırlatacaklar da Allah onların
oklarını kana bulanmış olarak geri çevirecektir. Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)
ve çevresindekiler kuşatılacaktır. O gün bir öküz başı sizin için yüz dinardan
daha kıymetli olacaktır. Sonra Meryem oğlu İsa (aleyhi selam) ve arkadaşları
Allah’a dua edecekler de Allah o kavmin boyunlarında kurtçuklar meydana getirecek
ve tek bir kişinin ölümü gibi ölüp yok olacaklardır. İsa (aleyhi selam) ve
arkadaşları bulundukları yerden dağılacaklar da yeryüzünde ölüp yok olan Ye’cuc
ve Me’cuc kavminin yağlarının kokmuş etlerinin ve kanlarının bulunmadığı bir
karış yer bile bulamayacaklardır. İsa (aleyhi selam) ve arkadaşları tekrar
Allah’a dua ve niyaz edecekler de Allah o leşlerin üzerine deve boyunlarına
benzeyen kuşlar gönderecek bu kuşlar onların leşlerini derin bir çukura atarak
yeryüzünü temizleyeceklerdir...” (Müslim; İbni Mace; Tirmizi)
Mücemma ibni Cariye el-Ensari (radiyallahu anh)’dan işittim
şöyle diyordu: “Meryem oğlu İsa (aleyhi selam), Deccal’ı “Bab-ı Lud (Lud
Kapısı)” denilen yerde öldürecektir.” (Tirmizi; Ebu Davud) Tirmizi bu hadisi
naklettikten sonra şunları da söylemiştir: “Bu konuda İmran ibni Husayn
(radiyallahu anh), Nafi ibni Utbe, Ebu Berze (radiyallahu anh), Huzeyfe ibni
ebi Useyd, Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Keysan, Osman ibni Ebi’l As
(radiyallahu anh), Cabir (radiyallahu anh), Ebu Umame (radiyallahu anh), İbni
Mes’ud (radiyallahu anh), Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain), Semure
ibni Cündüb (radiyallahu anh), Nevvas ibni Sem’an (radiyallahu anh), Amr ibni
Avf (radiyallahu anh) ve Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu anh)’dan da Hadis
rivayet edilmiştir.”
Huzeyfe ibni Useyd (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, o
şöyle demiştir: Biz aramızda Kıyamet’i müzakere ederken Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) üst kattan bize baktı ve şöyle buyurdu: “On alamet görülmeden
Kıyamet kopmayacaktır; Güneşin batıdan doğması, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması,
en-Neml Suresi’nin 82. Ayet'inde belirtilen Dabbe’nin çıkması, biri doğuda biri
batıda bir diğeri de Arap yarımadasında meydana gelecek yere batma hadisesi,
çöküntüler, Aden’den çıkacak bir ateş ki daima insanlarla beraber olacak,
onlarla beraber gelip gidecek ve onlarla beraber istirahat edecektir...” (İbni
Mace)
Ebu Musa Muhammed ibni Müsenna; Ebu Nu'man el-Hakem ibni
Abdullah el-Icli vasıtasıyla Şu’be’den, Furat’dan, Ebu Davud’un, Şu’be’den
rivayeti gibi rivayet ederek şu ilaveyi yapmışlardır: “Onuncusu ise ya onları
denize dökecek olan bir rüzgar veya Meryem oğlu İsa’nın inişidir.” Tirmizi: “Bu
konuda Ali (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Ümmü Seleme
(radiyallahu anha) ve Safiye binti Huyey (radiyallahu anha)’dan da Hadis
rivayet edilmiştir. Bu Hadis Hasen Sahih'tir.” demiştir.
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Rumlar, A'mak ve Dabık
nam mahallere inmedikçek Kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine`den bir ordu
çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri
savaşmak üzere saf saf düzen alınca, Rumlar: Bizden esir edilenlerle aramızdan
çekilin de onları öldürelim! derler. Müslümanlar da: Hayır! Vallahi sizinle,
kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz!. derler. Bunun üzerine (Müslümanlar)
onlarla harb eder. Bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların
tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en
faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye
düşmezler. Bunlar İstanbul'u da fethederler. (Fetih'ten sonra) bunlar,
kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, Şeytan aralarında
şöyle bir nida atar: Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı! Bunun
üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar.
Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet
okunur. Derken İsa İbni Meryem (aleyhi selam) iner ve onlara gitmek ister.
Allah'ın düşmanı, İsa (aleyhi selam)'ı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi,
erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar
eriyecekti. Ancak Allah onu eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını
gösterir." (Müslim)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Vallahi Meryem oğlu
(İsa), Fecc'ur Ravha nam mevkide, Hacc yapmak veya Umre yapmak yahut da her
ikisini de yapmak için Telbiye getirecektir." (Müslim)
İmamlar'ın -bir başka
deyişle Halifelerin- Kureyş'ten olması hususu; Ehli Sünnet Uleması arasında,
-Sahabe'den varid olan ittifak üzere- icmaya yakın çoğunlukla gerek mütekaddim
ve gerekse de müteahhir herkesce benimsenmiş ve cumhuru ulema İmam için Kureyşli
olmanın şart olduğuna hükmetmiştir.
Bu hususta Dört Mezheb İmamı'ndan ittifakla nakillere yer
verilmiş; Eşari ve Maturidi akaidinin imamları Ebu’l Hasan Ali ibni İsmail
el-Eş’ari ve Ebu Mansur Muhammed ibni Muhammed el-Maturidi de aynı kanaati paylaşmış,
el-Farku beyn'el Firak sahibi Bağdadi, el-Ahkam'us Sultaniyye isimli eserin
müellifi el-Maverdi bundan başka Zahiriler'in önde gelen alimi İbni Hazm ve
bundan başka İmam Gazali onlardan sonra gelenlerden Nesefi, Begavi, Şehristani,
Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye hep aynı görüşü dile getirmiştir. Hülasa,
Selefi'nden Eşari'sine, Maturidi'sine, Zahiri'sine, Şafisi'nden, Hanefi'sine,
Maliki'sine, Hanbeli'sine bu görüş kabul görmüştür. Bu zatları ayrı ayrı
saymamızın sebebi, modernist düşünceli kimselerin bu ve benzeri meseleleri
inkara yeltenmeleri ve, Selef-i Salihin'in ısrarla üzerinde durduğu böyle
görüşleri küçük bir azınlığa nisbet ederek değersizleştirme çabasında
bulunmalarıdır. Çeşitli menhec ve mezheb sahibi bu atlat fikir birliği ederek,
Halifelik'de Kureyş şartını kabul etmiştir. Ehli Sünnet ve’l Cema'atin ittifak
ile kabul ettikleri bu husus; tarihte Mu'tezile ve Havaric ve günümüzde onların
devamı olarak sayılabilecek modernistler dışında; iman, takva, zühd ve ilim
sahibi hiç kimsenin üzerinde ihtilaf etmediği bir meseledir.
Bu hususta çok sayıda Hadis ve rivayetlere Hadis
Kitabları'nda yer verilmiş bundan başka Fıkıh, Tarih ve diğer İslami ilim
dallarında yazan alimler, değişik ilim dallarına ait kitaplarda bu hususa
işaret etmişlerdir. En mühim Siyer kaynaklarında; Vakidi (Kitab'ur Ridde ve
Nebze min Fütüh’ul Irak), İbni Hişam (es-Siret'un Nebeviyye), İbni Kuteybe
(İmame ve’s Siyase), Taberi (Tarih'ul Umem ve’l Muluk), Busti (Ahbar'ul Hulefa)
Suyuti (Tarih'ul Hulefa) Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın Halife seçilmesiyle
alakalı kısımda bu rivayetlere genişçe yer verilmiştir.
İmam Maverdi, “Bütün Müslümanlarca kabul edilen bu delile
karşı bir şüphe mevcut değildir; aksi bir rivayet ve bir söz de yoktur.”
(Maverdi, el-Ahkam'us Sultaniyye, 7) demektedir. Ebu Ya’la el-Hanbeli, Kureyş’e
mensubiyet şartını açıklarken Ahmed ibni Hanbel’in “Kureyş dışından Halife
olmaz!..” sözüne dayanmıştır. (Ebu Ya’la el-Ferra, el-Ahkam'us Sultaniyye, 20)
“İmamlar
Kureyş'tendir” rivayetinin tevatür derecesine yükselmiş olduğu söylenmektedir.
(Kettani, Nazm'ul Mütenasir min'el Hadis'il Mütevatir, 103) Bu hususta rivayet
edilen bütün Hadisler bir arada değerlendirildiğinde sıhhatinden şüphe
edilemeyecek bir rivayet özelliğini taşımaktadır. Bu mevzudaki Hadisler
arasında şunları nakledelim:
Cabir (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da
şerrde de Kureyş’e tabidir." (Müslim)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah
(sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e
tabidirler. Müslümanları, Müslüman olanlarına; Kafirleri, Kafir olanlarına
tabidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar Fıkhı
öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri
insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilafına) içine düşmedikçe
buna talib olmazlar." (Buhari; Müslim; Taberani, el-Mu’cem'ul Evsat;
Hakim, Müstedrek)
İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) anlatıyor: Rasulullah
(sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bu iş (emirlik) insanlardan
iki kişi baki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam edecektir." (Buhari; Müslim)
"İmamlar Kureyş’tendir!.." (İbni Ebi Şeybe,
Musannef; Tayalisi, Müsned; Beyheki, es-Sünen'ül Kübra)
“İmamlar Kureyş'tendir. Onların sizin üzerinizde hakkı
vardır; sizin de onların üzerinde hakkı vardır.” (Ahmed, Müsned; İbni Ebi
Şeybe, Musannef; Tayalisi, Müsned; Beyheki, es-Sünen'ül Kübra; Taberani,
el-Mu’cem'ul Kebir; ez-Ziya'ul Makdisi, el-Ehadis'ul Muhtara)
“İmamlar Kureyş'tendir. Kim cema'atten bir karış ayrılırsa,
boynundan İslam ipini çıkarıp atmıştır.” (İbni Ebi Şeybe, Musannef)
Humeyd ibni Abd'ur Rahman, Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın
bey’at günü Ensar’a karşı Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
dediğini rivayet eder: “İnsanlar bir tarafa, Ensar başka bir tarafa gitse; ben
Ensar’ın gittiği yoldan giderim. Ebu Bekir (radiyallahu anh) bu sözü
naklettikten sonra Sa’d ibni Ubade (radiyallahu anh)’a dönüp şöyle diyor: Ey
Sa’d! Sen de biliyorsun ki Rasulullah şöyle demişti; -çünkü sen o zaman oturmuş
bu sözü dinliyordun- ‘Kureyşun, Vulatü haza'l Emr (Kureyş bu işin
valileridir)!..’ İnsanların iyileri Kureyş’in iyilerine, insanların kötüleri de
Kureyş’in kötülerine tabidir. Sa’d ibni Ubade (radiyallahu anh), Ebu Bekir (radiyallahu
anh)’ı şu sözüyle tasdik eder: Doğru söyledin; biz Vüzera'yız (Vezirler),
sizler de Umera'sınız (Emirler).” (Ahmed, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid;
Suyuti, Tarih'ul Hulefa)
İbni Hacer şu rivayeti de kaydeder: "Bu iş,
Himyeriler'in elinde idi. Allah onlardan alıp Kureyş'e verdi. Tekrar onlara
dönecektir."
Mevzuya dair Hadisler'i toplu halde verecek olursak: “Kureyş
İmamet Ehli'dir…” (İmam eş-Şafii, el-Umm), “Melik Kureyş'tedir…” (Heysemi,
Mecma’uz Zevaid), “Siz bu işe (emirlik) insanların en layık olanlarısınız…”
(Beyheki, es-Sünen), “Bu iş (emirlik) Kureyş'tedir.” (Buhari; Ahmed, Müsned;
Darimi; Beyheki, Sünen; İbni Hazm, el-Muhalla; Heysemi, Mecma'uz Zevaid),
“İnsanlardan iki kişi var olduğu müddetçe, bu iş (emirlik), Kureyş’te devam
edecektir.” (Buhari; Müslim; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, es-Sahih; Beyheki,
Sünen; İbni Hazm, el-Muhalla; Ebu Ya’la, el-Müsned; Ali ibni Ca’d, el-Müsned;
Ebu Avame, el-Müsned) “Kureyş’ten bir vali var olmaya devam edecektir.”
(Heysemi, Mecma'uz Zevaid), “Vülat (valiler) Kureyş'tendir.” (Beyheki,
es-Sünen), ”Kureyş, hayırda ve şerrde Kıyamet’e kadar insanların valileridir.”
(Tirmizi), “Ey Kureyş topluluğu! Benden sonra bu işin valileri sizlersiniz.”
(Ahmed, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid; Abd'ur Rezzak, el-Musannef; Şafi’i,
el-Umm), “Bu iş, sizdedir. Birtakım marifetler çıkartmadığınız müddetçe, bu
işin valileri de sizsiniz...” (Tayalisi, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid),
“Hilafet Kureyş’tedir…” (Ahmed, Müsned)
Müslümanlar'ın
Emirine Başkaldıran Hariciler'dendir
Müslümanların emirine başkaldıran Hariciler'dendir7;
Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmış, (Müslümanlar arasında Vahdet'in
gerekliliğine dair varid olan) Asar'a (nakillere) muhalefet etmiş ve (bu hal
üzere ölürse) Cahiliye ölümü üzere ölmüştür.
Müslümanlar'ın emirine başkaldıranların Hariciler'den
olduğuna dair bu ifade gerek mezhebleri fıkhi/ameli olsun gerekse
i'tikadi/siyasi düşünce ekolleri yahut dini-politik hareketleri ele alarak
i'tikadi oluşumların inanç ve düşünce biçimlerini, i'tikadi ve siyasi mezhebler
ile siyasal dini akımları tasnif eden alimlerce bir başka deyişle; fırka,
mezheb ve akımları ele alan fırak müellifleri ayrıca diğer din ve mezheblerin
görüşlerini inceleyen Mile'l ve Nihal müellifleri ile batıl ve sapkın kabul
edilen görüşleri red etmek, hak ve doğru addedilen fikirleri ispat etmek
amacıyla kaleme alınan Makalat müllefileri'nin bir kısmı tarafından da
paylaşılmıştır:
Şehristani (H548) bu fikri genelleştirir ve şu şekilde dile
getirilir: “Cema'atin ittifak ederek
aralarından seçtiği hak üzere olan devlet başkanı İmam'a isyan eden her kişi
Harici ismiyle anılır. İsyanın Sahabe'nin yaşadığı devrede Raşid İmamlar'a
karşı veya onları takip eden Tabiun devresinde yahut bütün devirlerdeki
İmamlar'a karşı olmasında bir fark yoktur.” (el-Mile'l ve'n Nihal, 132)
İmam Eşari (H324) de Makalatın’da şöyle der: “Onlara Harici adı verildi; çünkü Onlar, Ali
ibni Ebi Talib (radiyallahu anh)’a karşı çıktılar.” (Eşari, Makalat'ul
İslamiyyin ve İhtilaf'ul Musallin, 4-5)
Hariciler İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkmış olan bir
siyasi akımdır. Genel manada; Ali (radiyallahu anh) ile Mu'aviye (radiyallahu
anh) arasında cereyan eden Sıffin Savaş’ı ve Tahkim Olayı başlangıç olarak
kabul edilir. Şehristani, İblis’in Allah’a itaatten çıkması ile Haricilik'in teşekkülü
arasında bir ilişki kurar ve Haricilerin, İblis’in sözlerini örnek aldıklarını
belirtir. Bu manada Hariciliğin kökü İblis’e kadar dayandırılmaktadır.
(Şehristani, el-Mile'l, 1/31; 1/133) İbn'ul Cevzi, İbni Hazm ve Şehristani gibi
bazı Alimler ise Zu'l Huveysira’nın Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
adaletini ta'n etmesi (Buhari; Müslim) Hadis'ine istinaden Haricilik'in kökünü
Zu'l Huveysira’ya dayandırmaktadır. Başka bazı alimler ise Osman (radiyallahu
anh)’a karşı ayaklanıp onu şehit eden kimselerin Haricilik'in kökü olduğunu
belirtir.
Hariciler, Bedevi Araplar'dan müteşekkil olup, şiddet
ve tassup ehlidirler. Aynı zamanda ibadete düşkün kimselerdir. Alınları;
secdeye çok varmaktan şişmiş, elleri; kuru ve yakığı toprağa varmaktan deve
ayağı gibi sertleşmiş kimselerdir.
Osman ibni Affan (radiyallahu anh), Ali ibni Ebi Talib
(radiyallahu anh), Mu'aviye ibni Ebu Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain) başta
olmak üzere, Mü'minlerin annesi Aişe (radiyallahu anha) ayrıca Talha
(radiyallahu anh) ve Zubeyir ibni Avvam (radiyallahu anh) ile onlarla birlikte
Cemel Olayı'nda bulunanları ve de Ebu Musab el-Eşari (radiyallahu anh) ve onu
hakem seçip hükmüne razı olan Sahabe ve Müslümanları Tekfir ederler. Kebair'den
bir Kebire (büyük günah) işleyen Müslümanları da Tekfir ederler.
Hariciler
hususunda Ulema'nın birbirinden farklı yaklaşımları ve görüşleri vardır. Cumhur ulema
Haricileri Tekfir etmemiştir. Hattabi, İbni Battal bu konuda icma olduğunu ve
cumhurun bu görüşte olduğunu belirtmiştir. (Hallal, es-Sünne, 113; Kadı Iyad,
eş-Şifa, 2/1057; eş-Şafii, el-Umm, 4/3229; Nevevi, Şerhi Müslim li’n Nevevi,
2/50; İbni Kudame, el-Muğni, 8/106; 12/239; İbni Hacer, Feth'ul Bari,
12/300-301; 12/314; İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 5/241-245; 13/210; 28/518;
İbni Teymiyye, Minhac'us Sünne, 5/247; Şatibi, İtisam, 2/185) Şeyh'ul İslam
İbni Teymiyye de ümmetin, Hariciler'in kınanmaları ve sapıklıkta oldukları
noktasında müttefik olduğunu ancak Tekfir edilmeleri hususunda meşhur iki
görüşe sahip olduğunu söyledikten başka Malik, Ahmed ve Şafii'ye göre
Küfürler'inde tartışma vardır, demiştir. Ahmed ibni Hanbel ve Ehli Kelam'dan;
İmam'ul Harameyn Ebu’l Me’ali, Bakillani, Gazali gibi alimler'in de Tekfir'den
kaçındıkları kaynaklarda belirtilmiştir. (Hallal, es-Sünne, 145-146; İbni
Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 12/486; Kadı İyad, eş-Şifa, 2/1058; İbni Hacer,
Feth'ul Bari, 12/314; Gazali, et-Teferruk Beyn'el İman ve’z Zenedika) Diğer
yandan Müfessirler'in Şeyhi İmam Taberi, Muhaddisler'in İmamı Buhari, ayrıca;
Ebubekr el-Arabi, Şafiiler'den Rafii, Ebu’l Abbas Kurtubi, Abd'ul Kahir
el-Bağdadi ve Takıy ed-Din es-Subki gibi bazıları da Haricileri Tekfir
etmiştir. (İbni Batta, el-İbane es-Suğra, 152; Rawdat'ut Talibin, 10/52; İbni
Hacer, Feth'ul Bari, 12/289-300; Kadı Ebubekir İbni Arabi, Şerh'ut Tirmizi;
Nevevi, Şerhi Müslim li’n Nevevi, 7/160; Subki, Feteva; Kurtubi, el-Müfhim;
Kadı İyad, eş-Şifa, 2/1057; İbni Kudame, el-Muğni, 12/239) Hariciler'in Tekfir
edilmesi gerektiğine dair görüşlere Makdisi ve İbni Teymiyye’de kitaplarında
yer vermiştir.
Siyasi bir mezheb olarak tarihte yerini alan Hariciler zalim
olan idarecilere karşı ayaklanmayı Vacib kabul ederler. Görüşlerinin ekserisi
Hilafet ve Halifeler'le alakalıdır. Hariciler; Emeviler ve Abbasiler döneminde
de zalim hükümdarlara/Halifeler'e karşı ayaklanmışlardır.
Hariciler; Haruriye, el-Muhakkime, Sürat ve pekçok
farklı isim ve lakaplarla anılmışlardır. Günümüzde –resmi olarak- bu mezhebe
bağlı olanlar Umman Krallığında ve Zengibar çevresinde bulunmaktadırlar.
Gizli
Hariciler olarak tanımlanabilecek bazı gruplara ise; yakın dönemde Mısır’da
gün yüzüne çıkan Tekfir ve’l Hicre isimli Cema'at ile bu topluluğun dağıtılması
neticesinde yeryüzünün farklı noktalarında teşekkül edip kendilerine
sorulduğunda Tekfir ve’l Hicre ile Haricilik fikrini ısrarla ret etmelerine
karşın usül olarak aynı usüle mensup olup bir Haram'ı açıktan işlemenin onu
meşrulaştrımak olduğunu ve dolayısıyla –İstihlal olmaksızın- bir Haram'ı
açıktan işleyenin Kafir olduğuna hükmeden bazı cema'atlerde rastlamak
mümkündür.
Hariciler
çok sayıda alt kollara ayrılmıştır. Bugün halihazırda –resmi Harici
Mezhebi olarak- bulunan İbadiyye ayrıca Ezarika, Necedat, Sufriyye, Sebiyye ve
Acaride en çok bilinen Harici kollarıdır. Bu kollardan başka; Meymuniyye ve
Yezidiyye olarak bilinen Harici kolları ise İslam dini dairesi içinde
sayılmamaktadır.
Müellif ‘cahiliye ölümü üzere ölmek’ tabiriyle meşru
Halife'ye biat etmeksizin ölenlerin hükmüne dair rivayetlere işaret etmektedir.
Bu konuda değişik Hadis rivayetleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Her kim boynunda bir bey'at olmadığı halde (bir
Halife'ye biat etmeden) ölürse, cahiliyye ölümü (gibi bir ölüm) ile ölür.”
(Müslim);
"Kim itaatten dışarı çıkar ve cema'atten ayrılır
ve bu halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.” (Buhari; Müslim; Nesai; İbni
Mace);
"Kim ki emirinde (çirkin) bir şey görürse sabretsin,
muhakkak ki cema'atten bir karış ayrılıp ta ölen ancak cahiliye ölümüyle
ölür." (Buhari)
Müslüman
Sultana Karşı –Zalim Bile Olsa- ne Savaşmak ne de Başkaldırmak Caiz Değildir
Müslüman sultana (emir, yönetici) karşı –zalim bile olsa- ne
savaşmak ne de başkaldırmak Caiz değildir. Bu(nun böyle oluşu) Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ebu Zerr el-Gıfari (radiyallahu anh)’a:
“Habeşli bir köle
dahi olsa sabret!” Müslim ve Ensara:
“Havza erinceye kadar
sabredin!” Müslim demesindendir. Sultana (yöneticiye) karşı savaşmak Sünnet’de
yoktur. (Yöneticiye karşı savaşmak) dinin ve dünya işlerinin fesadına
(yokolmasına) yolaçar.
Huzeyfe (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'e halk hayırdan sorardı. Ben ise, bana da
ulaşabilir korkusuyla, hep şerr'den sorardım. (Yine bir gün): Ey Allah'ın
Rasulü! Biz Cahiliye devrinde ierr içerisinde idik. Allah bize bu hayrı verdi.
Bu hayırdan sonra tekrar şerr var mı? diye sordum. Evet var! buyurdular. Ben
tekrar: Pekiyi bu şerden sonra hayır var mı? dedim. Evet, var! Fakat onda duman
da var! buyurdular. Ben: duman da ne? dedim. Bir kavim var. Sünnet'imden başka
bir Sünnet edinir; hidayetimden başka bir hidayet arar. Bazı işlerini Ma'ruf
(iyi) bulursun, bazı işlerini Münker (kötü) bulursun! buyurdular. Ben tekrar:
Bu hayırdan sonra başka bir şerr kaldı mı?" diye sordum. Evet! buyurdular.
Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o kapıya dogru
giderse, onlar bunu ateşe atarlar! buyurdular. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Ben (o
güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz? dedim: Müslümanların cema'atine ve
imamlarına uy, onlardan ayrılma. İmam sırtına (zulmen) vursa, malını
(haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et! buyurdular. O zaman ne cema'at ne
de imam yoksa? dedim: O takdirde bütün fırkaları terket (kaç)! Öyle ki, bir
ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o
vaziyette kal! buyurdular." (Buhari; Muslim; Ebu Davud)
Selef
İmamları'nın ve Dört Mezheb İmamı'nın isyandan meneden görüşleri
nakledilmiştir. Bu cumhurun görüşüdür.
Ebu Bekir el-Hallal, İmam Ahmed İbni Hanbel’in kan dökmekden
kaçınmayı emrettiğini ve isyan çıkarmayı da şiddetle yasakladığını belirtir.
(el-Hallal, Sünne, 87)
Hanbeli alimlerinden İbni Akil ve İbn'ul Cevzi’nin bunu Caiz
gördüklerini İbni Muflih belirtmiştir. (İbni Muflih, el-Furu, 10/180-181)
Ebu Hanife’den ise bu konuda iki farklı görüş
nakledilmiştir. İmam Tahavi, Hanefi alimlerinin de diğer mezheb imamları gibi
zalim dahi olsa Emir sahiplerine karşı ayaklanmayı ve onların aleyhine dua
etmeyi Caiz görmediğinden bahseder. (Tahavi Akidesi, 24) Ebu Bekir el-Cessas
ise, Ebu Hanife’nin zalimlere ve fasık imamlara karşı savaşmak gerektiği
görüşünde olduğunu söyler. (Cessas, 1/86) Abdullah ibni İmam Ahmed ibni Hanbel,
Ebu Hanife’nin buna Cevaz verdiğine dair iki farklı rivayete yer verir. İlkinde
Abdullah ibni Mübarek’in huzurunda bir adamın Ebu Hanife’nin buna Cevaz
verdiğine dair kelam etmesine karşın Abdullah ibni Mübarek’in buna muhalefet
etmediği şeklindeki rivayetdir. Bir diğer rivayet ise bizzat Ebu Hanife’nin en
önemli iki talebesinden biri olan Ebu Yusuf’un, Ebu Hanife’nin buna Cevaz
verdiğini söylediğine dair rivayettir. (Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel,
es-Sünne, 1/181-182)
Ebu Hanife, Abbasiler'den gelen kadılık teklifini şiddetle
reddetmesi ve Zeyd ibni Ali’nin Abbasiler'e karşı ayaklanmasını, fetvası ile
desteklemesi onun da diğer imamlar gibi esasında bu fiili caiz görmeyip ancak
şartların yerine gelmesi durumunda yani elde edilecek faydanın, zarardan çok
olması durumunda Cevaz verdiği şekilde yorumlanabilir ki bu diğer alimlerden de
nakledilmiştir.
İmam eş-Şafii de emir sahiplerine karşı isyan etmenin Caiz
olmadığı kanaatindedir. Maverdi (Ahkam el-Sultaniyye isimli eserinde) bunun
aksini İmam Şafii’ye nispet etmiştir. Şafiiler'den İmam el-Harameyn el-Cuveyni
de bu görüştedir. (İbni Muflih, el-Furu, 10/180-181; ez-Zubeydi, İthaf'us
Sadet'il Muttakin bi Şerhi İhya-i Ulum ed-Din, 2/233)
Zahiriler'den
İbni Hazm’ın da zalim emir sahiplerine karşı ayaklanmanın Caiz olduğu görüşünde
olduğu söylenmiştir.
İbni Ebi’l İzz, Tahavi Şerhi’nde bu yasağın hikmetine temas
etmektedir. Zulmetseler dahi emir sahiplerine itaat etmenin gereği, itaatin
dışına çıkıp, ayaklanmanın sebep olacağı kötülüklerin onların zulümlerinden
hasıl olacak kötülüklerden kat kat fazla olmasıdır. (Muhazzebu Şerhi’l
Akidet'it Tahaviyye ve Şerhi, 318)
Bundan başka; İmam Buhari (Lalekai, Şerh Usul İ’tikad Ehli
Sünne, 2/172), Sabuni (Akidetu Selef ve Ashab'ul Hadis), ibni Kudame (Lumuat'ul
İ'tikad), İbni Teymiyye (el-Akidetu Vasıtiyye), İbni Kayyım (İlam'ul
Muvakkikin) ve Muhammed ibni Abd'i’l Vehhab (Kasımilere Mektup) hep bir ağızdan
bunun Caiz olmadığını söylemektedirler. Diğer alimler de aynı isstikamette
görüş bildirmiştir.
Son olarak, Mu'aviye (radiyallahu anh), Hüseyin (radiyallahu
anh), Abdullah ibni Zubeyir (radiyallahu anhuma ecmain) ve sonrasındaki başka
örneklerde görüldüğü gibi bu tarz ayaklanmalara yol açan Müslümanlar bundan
dolayı kınanmamıştır. Bunun sebebi de alimlerin bu eylemleri bir ictihad
meselesi olarak değerlendirmesi ve zafere ulaşılacağına dair oluşan şiddetli
inanç gösterilebilir. Bir de Yezid örneğinde olduğu gibi, fıskın ve zulmün
ayyuka çıkması bir başka gerekçe olarak zikredilebilir.
Hariciler'le,
Müslümanlara Saldırmaları Durumunda Savaşmak Caiz'dir
Haricilerle savaşmak, onların insanlara, mallarına veya
müslümanların ailelerine saldırmaları durumunda Caiz'dir ancak; eğer
(saldırıdan) vazgeçer ve kaçarlarsa bu durumda ne kovalanırlar ne de yaralıları
öldürülür ne de esir olarak alınanları öldürülür (ne ganimetleri alınır) ne de
kaçanları takip edilir.
Hariciler'le savaşmanın meşrutiyetine dair birtakım Hadisler
varid olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Ben onlara yetişmiş olsa idim, Ad Kavmi'nin tepelendiği gibi
tepelerdim." (Buhari; Müslim); “Eğer onlara yetişirsem, Semud Kavmi’nin
katledilmesi gibi onları katlederim.” (Buhari; Müslim); “Onlarla nerde
karşılaşırsanız onları katledin çünkü onları katledene Kıyamet’te ecir vardır.”
Ali (radiyallahu anhu) buna binaen şöyle demiştir: “Eğer onları katletmekte ne
kadar ecir olduğunu bilseydiniz, onları öldürdükten sonra amel etmeye ihtiyaç
duymama hissine kapılırdınız.” (Muslim)
İmam Nevevi, Müslim Şerhi’nde Rasulullah (sallalllahu aleyhi
ve sellem)’in; “Semud Kavmi’nin katledilmesi gibi onları katlederim” buyurduğu
Hadis'in açıklamasında bu Hadis'in, Hariciler'in asileriyle savaşma hususunda
apaçık bir delil olduğunu ve bu konuda Müslümanlar'ın icması olduğunu belirtir.
(Nevevi, Şerh Müslim li’n Nevevi, 7/169-170)
Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de, Rasulullah (sallalllahu
aleyhi ve sellem)’in Raşid Halifeler'den biri olan Ali ibni Ebu Talib
(radiyalalhu anh)’ı Haricilerle savaşmak üzere görevlendirdiğini söyledikten
sonra Sahabe'den dinin imamları, Tabi’in ve onlardan sonra gelenlerin onlara
karşı savaşılması hususunda fikirbirliği ettiklerini söyler. (İbni Teymiyye,
Mecmu'ul Feteva, 3/282) Başka bir yerde ise; Mü’minlerin emirleri ve onun yanındakilerin
Hariciler'le savaştıklarını, Selef'den ve imamlardan hiç kimsenin –Sıffin ve
Cemel Hadiseleri'nde olduğu gibi- onlarla savaş hususunda ihtilafa
düşmediklerini söyler. Hariciler'in saflarında hiçbir Sahabe'nin yer almadığını
ve hiçbir Sahabe'nin onlarla savaşılmasından men eden bir sözü bulunmadığını da
ekler. (İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 28/512-513) Şeyh'ul İslam, bir başka
yerde, Haricileri yol kesen haydutlarla kıyaslayıp Sahabeler'in ve ulemanın
onlarla savaşma hususunda icma ettiklerini belirtir. (İbni Teymiyye, Minhac'us
Sünne, 5/243-44)
Bunun gerekçesi, asilerin hala Müslüman olarak kabul
edilmesidir. Zaruret'in sözkonusu olmadığı durumlarda ise bir Müslüman'la
savaşmak, onu öldürmek Caiz değildir.
Kadı İbni Arabi kaçtıklarında kovalanmamaları, yaralılarının
öldürülmemesi, esir olarak alınanlarının öldürülmemesi, ganimetlerinin
alınmaması ve kaçanlarının takip edilmemesinin hikmetini çok güzel
özetlemiştir. Esirlerin öldürülmemesinin, kaçanlarının takip edilmemesinin
sebebi buradaki maksadın onları defetmek oluşunda olup asıl maksadın onları
öldürmek olmamasındadır. Ashab böyle durumlarda karşılaştığında hiçbir zaman bu
halde olan kimselerin peşine düşmemiş, esirleri yahut yaralıları öldürmemiştir
ne de savaşta öldürdükleri kimseler yada telef ettikleri mala karşılık fidye
ödememişlerdir. İbni Arabi bu halin Sahabe'nin hali olduğunu ve onların bizler
için örnek (ve hüccet) olduğunu belirtir. (İbni Arabi, Ahkam'ul Kur’an, 4/154)
Kadı İyad, cumhurun görüşünün Hariciler'in hayvanları ve
silahlarının ganimet olarak alınmaması yönünde olduğunu ancak Ebu Hanife’nin
buna izin verdiğini söyler. (Nevevi, Şerh Muslim li’n Nevevi, 7/170)
Alimler'den bir kısmı ise, ortaya attıkları Bid'atları ve
fitneyi ortadan kaldırmak gibi sebeplere binaen Hariciler saldırmasa dahi
onlara saldırmanın, onlarla savaşmanın ve onları öldürmenin meşru olduğunu
söylemişlerdir.
Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye, Haruriler gibi Hariciler'den
olan ve Rafiziler'in ve benzerlerinin öldürülmesi hususunda fukaha arasında iki
görüş bulunduğunu ve İmam Ahmed’den de bu konuda iki görüş nakledildiğini
söyler, onları savaş durumunda öldürmenin Meşru olduğunu bildirir. (İbni
Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 28/499)
İbni Kudame el-Makdısi ise, bu konuda doğru olanın
Hariciler'i öldürmenin meşru oluşudur der bu hükme iki gerekçe ileri sürer:
Hariciler'le savaşma ve onları öldürme bizzat Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve
sellem)’in emri doğrultusunda olmaktadır ve onları öldürmekten dolayı büyük bir
mükafat elde edilecektir. (İbni Kudame, el-Muğni, 8/107)
Kullara
İtaat Ancak İyi İşlerdedir
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah’a masiyette hiçbir
insana itaat yoktur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu düsturu
bildirmiştir:"Allah'a isyan edildiği yerde İtaat olmaz, itaat sadece iyi
işlerde olur." (Buhari; Müslim);
"Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her
hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, Masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o
hariç, eğer Masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok." (Buhari;
Müslim; Tirmizi; Ebu Davud)
Hiç Kimsenin
Cennet Yahut Cehennem Ehli Olduğuna Şehadet Etmemek
İslam Milleti’nden hiç kimse için (Cennet’lik yahut
Cehennem’lik olduğuna), işlediği bir kötü yahut iyi amel sebebiyle şehadet
edilmez zira onun ölümden önceki son durumunun ne olacağını bilmezsin. Onun
için Allah’ın rahmetini umar ve onun günahları yüzünden onun için korkarsın
(onun lehine olanı umut eder aleyhine olana karşı korkarsın). Onun ölüm anında
neyin kader kılındığını bilmezsin, tevbeye dair ve Allah’ın onun için eğer
İslam üzere ölürse neyi kader kıldığını bilmezsin. Onun için Allah’ın rahmetini
umar ve onun günahları sebebiyle onun için korkarsın!
Mikdad ibni Esved (radiyallahu anh) şöyle der: “Ben, bir
adamın sonunu görmeden onun hakkında iyi veya kötü bir şey söylemem! Çünkü buna
dair Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bir şey işittim. Kendisine
nedir duyduğun denilince şöyle dedi: Ademoğlunun kalbi (ateşin üzerindeki)
tencere gibi (kaynayan bir şeydir) sürekli değişir (ondan daha fazla değişen
bir şey yoktur)!” (Ahmed; Hakim; ibni Ebi Asım, es-Sünne, 226)
Enes (radiyallahu anh) der ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyurdu: “Sonunu görmeden, hiç kimsenin amelinden hoşnut
olmayın!” (Ahmed; Hakim; ibni Ebi Asım, es-Sünne, 347-353)
Allah
(celle ve celaluhu) Bütün Günahlar İçin Tevbe'yi Kabul Eder
Kulun tevbe edemeyeceği hiçbir günah yoktur.
Zina
Cezası Olarak Recm Hak’tır
Recm doğru
ve haktır.
Ubade ibni Samit (radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Benden öğrenin! Benden öğrenin!..
Allah o (kadı)nlara (çıkar) bir yol halketti (yarattı). Bekarla bekar (zina
ederse) yüz değnekle bir sene sürgün; evli ile evliye yüz değnek ve Recm
(var)!” (Müslim; İbni Mace)
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) dedi ki: "Ömer
ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'ı hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:
"Allah Te'ala Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i hak (din ile)
gönderdi ve ona Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında 'Recm Ayeti' de
vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) zina yapana Recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik
ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp:
‘Biz Kitabullah'da Recm cezasını görmüyoruz!..’ (deyip inkara sapabilecek ve)
Allah'ın Kitabı'nda indirdiği bir farzı terkederek dalalete düşebilecektir.
Bilesiniz, Recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya
hamilelik veya itiraf yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi
gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a Kasem (yemin) ile söylüyorum,
eğer insanlar: ‘Ömer Allah’ın Kitabı'na ilavede bulundu’ demeyecek olsalar,
Recm Ayet'ini (Kitabullah'a) yazardım." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu
Davud; Malik, Muvatta)
Hariciler'in büyük çoğunluğu ve Mutezile’den bazıları Recm'i
inkar etmektedir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in evli olarak zina
edenlere Recm uyguladığı tevatüre ulaşan Hadisler ile sabit olmuştur. Ayrıca
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) Medine’de minberden Recm'i açıkca ilan
etmiş Sahabe'den çok sayıda kimse bulunmasına karşın hiç kimse buna itiraz
etmemiştir.
Mestler
Üzerine Mesh Etmek
Mestler
üzerine Mesh etmek Sünnet’dir.
Mestler üzerine mesh etmek fıkhi bir mevzu olmasına karşın
i’tikada dair olan bu eserde ve İmam Tahavi’nin Akide isimli eseri gibi
i’tikada dair diğer eserlerde yer bulmuştur. Mütevatir Sünnet ile sabit olan bu
mesele Ehli Sünnet ve’l Cema'at nezdinde kabul bulmuş, Ehli Bidat dışında inkar
eden olmamıştır. Ehli Sünnet ve’l Cema'at ile Ehli Bid'at arasındaki
farikalardan biri olması sebebiyle i’tikad ve akaide dair eserlerde mestlerin
mesh edilmesinin Sünnet olduğu inancı dile getirilmiştir.
ÇORAP
VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ HADİSLER
Muğire b. Şu'be şöyle rivayet etmiştir: Nebî (s.a.v) abdest
aldı ve çorapları ve ayakkabıları (mestler) üzerine mesnetti. Ebû İsa
et-Tirmizî ''Bu hadis hasen sahihtir." demiştir. (Bu lafız, et-Tirmizi'ye
aittir.)
1. Haddesenâ Hennâd ve Mahmud b. Gaylân kâlâ:
Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b.
Şu'be. 2. Haddesenâ Ali b. Muhammed, sena Vekî', sena Sufyan an Ebî Kays
el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 3. Haddesenâ
Muhammed b. Yahya, sena Mualla b. Mansur ve Bişr b. Adem kâlâ sena İsa b. Yunus
an İsa b. Sinan an ed-Dahhak b. Abdirrahman b. Arzeb an Ebî Musa el-Eş'arî. 4.
Haddesenâ Osman b. Ebî Şeybe, an Vekî' an Sufyan, Haddesenâ es-Sevrî an Ebî
Kays el-Evdî (huve Abdurrahman b. Servan) an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b.
Şu'be. 5. Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Vekî', sena Sufyan an
Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 6. Ahberanâ Ebû
Tahir, Nâ Ebû Bekr, sena Bundar ve Muhammed b. el-Velid kâlâ: Haddesenâ Ebû
Asım, Nâ Sufyan, Nâ Selem b. Ca'de, Nâ Vekî' an Sufyan Haddesenâ Ahmed b. Meni'
ve Muhammed b. Râfi kâlâ: Haddesenâ Zeyd b. el-Hubab, Nâ Sufyan es-Sevrî an
Ebi'1-Kays el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 7.
Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebi'1-Kays an Huzeyl an Muğîre b. Şu'be.
ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE
İLGİLİ SAHABENİN UYGULAMASI
Ka'b b. Abdillah şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ali'yi bevledip
(daha sonra da abdest alırken) çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine )
meshettikten sonra namaz kıldığını gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a
aittir.)
Hadisin Senedîeri1. Abdurezzak an
es-Sevrî an ez-Zeberkân an Ka'b b. Abdillah. 2. Haddesenâ Ebû Bekr b. Ayyaş an
Abdillah b. Saîd an Culas b. Amr kale: Raeytu aliyyen bale summe meseha ala
cevrabeyhi ve na'leyhi. 3. Haddesenâ Veki' an Sufyan an ez-Zeberkân el-Abdî an
Ka'b b. Abdillah enne aliyyen bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyni
ve'n-na'leyni. 4. Haddesenâ Vekî' kale Haddesenâ Yezid b. Merdanebe an el-Velid
b. Serî an Amr b. Kureyb enne Aliyyen teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.
Halid b. Sa'd şöyle rivayet etmiştir: Ebû Mes'ud el-Ensarî
kıldan örülmüş çoraplara ve ayakkabılara (mestlere) meshediyordu. (Bu lafız,
Abdurrezzak'a aittir.)
Hadîsin Senedleri1. Abdurrezzak an
es-Sevrî an Mansur an Hâlid b. Sa'd. 2. Abdurrezzak ani's-Sevrî, ani'l-A'meş an
İbrahim an Hemmam b. Haris an Ebî Mes'ud. 3. Haddesenâ Ebû Bekr kale: Nâ Numeyr
ani'l-A'meş an İbrahim an Hemmam enne Ebâ Mes'ud kâne yemsehu ale'l-Cevrabeyn. 4.
Haddesenâ Vekî ani'l-A'meş ani'l-Müseyyib b. Râfi' an Busr b, Amr kale raeytu
Ebâ Mes'ud bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.
Ebu Culas'in rivayetine göre İbn Ömer çoraplarına ve
ayakkabılarına (mestlerine) meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)
Hadisin Senedleri1. Abdurrezzak
ani's-Sevrî, an Yahya b. Ebî Hayye an Ebi'l-Culas an İbn Ömer. 2. Abdurrezzak
an Ebî Ca'fer an Yahya el-Bukâl kale: Semi'tu İbn Ömer yekûlu: el-Meshu
ale'l-cevrabeyn kel meshi ale'l-huffeyn.
D) Enes B. Malik'm Uygulaması:
Katâde'ye Enes b. Malik'in çoraplara meshedip etmediği
sorulduğunda:
"Evet mestlere meshettiği gibi çoraplara da
meshetmiştir." demiştir. (Bu lafız Abdurrezzak'a aittir.)
Hadisin Senedleri1. Ahberanâ
Abdurrezzak kale: Ahberanâ Ma'mer an Katâde an Enes b. Malik. 2. Haddesenâ
Vekî' an Hişam an Katâde an Enes ennehu kâne yemsehu ale'l-cevrabeyn. 3.
Haddesenâ İbn Mehdî an Sufyan an Vasıl an Saîd b. Abdillah b. Dırar enne Enes
b. Malik teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.
E) Berâ B. Azib'in Uygulaması:
İsmail b. Raca babasından şöyle rivayet etmiştir: Berâ
b. Azib'in çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) meshettiğini
gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)
Hadisin Senedleri1. Abdurrezzak
ani's-Sevrî ani'l-A'meş an İsmail b. Raca an Ebihi.2. Haddesenâ es-Sekafî an
İsmail b. Umeyye kale belağanî en-nel-Berâ b. Azib kâne la yerâ be'sen bilmeshi
ale'l-cevrabeyn, ve beleğanî an Sa'd b. Ebî Vakkas ve Saîd b. el-Museyyib
ennehuma kâna la yereyan be'sen bilmeshi ale'l-cevrabeyni. 3. Haddesenâ Veki'
ani'l-A'meş kale Haddesenâ İsmail b. Raca an Ebîhi kale raeytu Berâ teveddae
femeseha ale'l-cevrabeyn.
Culas b. Amr şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ömer Cuma
günü abdest aldı ve çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) mesnetti. (Bu
lafız, Abdurrezzak'a aittir.)
Hadisin Senedi1. Haddesenâ Vekî' an
Ebî Hubab an Ebîhi an Culas b. Amr enne Ömer.
İbrahim şöyle rivayet etmiştir: İbn Mes'ud mestlerine
ve çoraplarına meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir)
Hadisin
Senedi.
Abdurrezzak an Ma'mer ani'l-A'meş an İbrahim.
“Misafir için üç gece mukiym için gecedir,meshin müddeti.”
Müslim taharet-85-
-Ebu Davud-157-Tirmizi No95-Nesei-İbn Mace –552,553-Darimi- -
Ahmed
–1/96.100.113,118,120,123,146,149,2/27,4/240,5/213
Çoraplar üzerine mesti, Sahâbe'den intikal eden Sünnete dayanmaktadır: Ömer b. EI-Hattab, Ali,
Ebû Mes'ûd, Berâ, Enes, Ebû Ümame, Sehl, Amr b. Hureys, İbn Abbâs, İbn Ömer,
İbn Ebî Vakkâs, Ammâr, Bilâl, İbn Ebî Evlâ, Muğîre ve Ebû Musa (Allah onlardan
razı olsun) bu Sahâbe'den bazılarındır. Çoraplar üzerine mesh, ayni şekilde
Tabiînden de menkuldür: Katâde, İbnü'i-Müseyyeb, İbn Cüreyc, Ata, Nehaî, Hasen,
Hilâs, İbn Cübeyr ve Nâfi (Allah onlara rahmet eylesin)
Çoraplar üzerine mesh hadîsini Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed b.
Hanbel, İshak, Dâvûd-i Zahirî ve ibn Hazm kabul etmişlerdir.
Kadı Ebu Ya'la el-Hanbeli, İmam Ahmed’den "Ehli Sünnet
ve'l Cema'atten olan Mü’minin Özellikleri"ni naklederken bunların arasında
İmam Ahmed’in "Sefer'de olsun hazarda (Mukim olarak) olsun mestlerin
üzerine mesh eder." dediğini de nakletmektedir. (Ebu Ya'la, Tabakat'ul
Hanabile, 1/294-295)
Yine Kadı Ebu Ya'la, İmam Ahmed’den "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Vefat Ettiğinde Üzerinde Bulunduğu
Sünneti" tarif ederken, "Mestler üzerine mesh etmek." dediğini
de nakletmektedir. (Ebu Ya'la, Tabakat'ul Hanabile, 1/131)
İbn'ul Cevzi de İmam Ahmed’in dilinden "Ehl-i Sünnet
ve’l Cema'at Akidesi"ni aktarırken mesh etmeyi dile getirir:
"Çoraplar üzerine mesh etmek (seferi için) üç gün ve gece, mukim için bir
gün ve gecedir." (İbn'ul Cevzi, Menakib'ul İmam Ahmed ibni Hanbel,
167-171) "İmam Ahmed bin Hanbel'in İ'tikadı"na aşağıdaki link
vasıtasıyla ulaşabilirsiniz:
Şeyh'ul
Ümme Ahmed ibni Hanbel'in Akidesi
Laleka’i, İmam Abdullah et-Tusteri’nin kendisine yöneltilen
bir kimsenin Sünnet ve Cem'aat üzere olduğunu nasıl bilinir şeklindeki soruya
verdiği cevapta on husustan bahsetmekte olduğunu ve bunlardan birisi olarak da
"Mestler üzerine mesh etmeyi terketmez." dediğini nakleder. (İmam
el-Laleka’i, Şerh Usuli İ’tikadi Ehl'is Sünneti ve'l Cema’at, 2/182-183)
"Zahid İmam Sehl ibni Abdullah et-Tusteri'nin Akidesi"ne aşağıdaki
link vasıtasıyla ulaşabilirsiniz:
Zahid İmam
Sehl ibni Abdullah et-Tusteri'nin Akidesi
Yolculukta
Kasr-ı Salat
Yolculukta Kasr-ı Salat (namazı kısaltma) Sünnet’dir.
“Abdullah b. Abbas
şöyle demiştir:”Allah c.cPeygamberin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört
rekat, yolcu iken iki rekat ve korku
anında bir rekat olarak farz kılmıştır. Ebu Davud K.Salah 287.bab –1247no.Müslim,K.Salatin
Misafirun babı Salatün Havf N.143-687 no.Nesei K.Salatil –Havf N. 1533-İbni Mace -Buhari 3c 1060
“Ömer(R A)’a
“Kafirlerin size kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir
günah yoktur.” Ayetini okudum.Ve”Bugün artık insanlar güven içindedirler.
Namazı yine kısaltacaklar mı? Dedim. Ömer(r a) şöyle dedi.”Senin hayret ettiğin
bu hususta bende hayret etmiş ve bunu Resulullah’ a (s a v)
sormuştum.Resulullah (s a v) ; Bu, Allah’ın size verdiği bir sadakadır.
Sadakasına kabul edin.” Buyurdu.Müslim-K.Misafirun 4.bab 686 no- Ebu Davut
k. Sefer bab 1 1199 no-Nesei-1433 Tirmizi-3224-İbn Mace K.İkametil-salat
bab 113-İbn mace 1065
“Aişe(r a) dan:...Namaz ilk farz olduğunda iki rekat olarak
farz kılındı. Hicretten sonra, sefer namazı olduğu gibi bırakıldı.Hazar namazı
ise dörde tamamlandı.Nesei-452-456-Müslim,muhtasar 202 no-(685 no)-Ebu
Davud-K.Salat 1198 no-Buhari K.Taksir,B.5-3c 1060sy
“Ebu Bekr (ra)dan:...Ben doğduğum yer Mekke,hicret ettiğim
yer Medine, Medine’de derdum mu Zul
Huleyfe’den öteye dönünceye kadar iki kılarım.Sahabi’nin biri ( Ebul
Ali’ye) Ey Allah’ın Resulu ben memleketime gidiyorum ve iki ay kalıyorum namazı
kısaltacak mıyım? Diye sorar. Resulullah SAV “-Evet, orada elli yılda kalıncaya
kadar seferisin dedi.”Ebu Bekr müsned-135
“Sa’d ile beraber Şam’ın bazı köylerinde 40 gün kaldık, O
namazları kısaltıyordu.”Abdulrezzak , Musennaf 4350
İbn Ömer(r a) Azerbeycanda namazlarını altı ay iki rekat
kıldı.Abdurrezzak, Musennaf 4339,Beyhaki 3/152,H. İbn Hacer Telhis
2/47.A.Hambel 5552,Heysani Mecmauz, Zevail 2/158
“Enes b.Malik (r a) Şamda iki sene yolcu namazı kılmıştır.” Abdurrezzak,
Musennaf 4354,İbn Ebu Şeybe 517.
“Enes (r a) “ Resulullah S A V’ in Ashabı Ram Hürmüz’de yedi
ay kalmışlar ve namazı kısalttılar .Beyhaki-3/2
“Hasan’i-Basri “ Kabul” da Abdurrahman b.Samure(r a) ile
beraber iki sene ikame ettim namazı kısalttım.Abdurrezzak-4352
“Abdullah İbn Ömer(r a)’dan” Resulullah S A V ehlinden
ayrıldığı zaman dönünceye kadar iki rekat kılardı.”İbn Mace 1067 no
“Enes(r a)dan, Resulullah S A V üç mil mesafeye çıktımı
farzları iki rekat kılardı.”Ebu Davud 1201, Müslim, K. Misafirun - Müsned –3/129
Yolculukta
Dileyen Oruç Tutar, Dileyen Oruç Tutmaz
Yolculuk sırasında oruç tutmaya gelince, dileyen tutar ve
dileyen de tutmaz.
Yolculukta
isteyen yavaş gidebilir, isteyen hızlanabilir. Yolculukta orucu ister tutar,
ister bozabilir. Daha sonra kaza eder. Yolculukta oruç tutmayanı eleştirmesin.
“Ebu Hureyre(r a)’dan Resulullah S A V “Otlu yolda sefer
ettiğiniz vakit deveye hakkını verin. Orada otlatın,kurak otsuz yerde sefer
ettiğiniz vakit süratle seyredin.Hayvan zaafa düşmesin, gece sonunda seherde
istiharat için inmek istediğinizde, yol kenarına sapın.’’dedi.Ebu Davud-K.Cihad
63. Bab-2569-Müslim-K. İmaret 1926 – Tirmizi,K.edeb – Nesei-
İbn Mace
Enes(r a) dan,” Resulullah S A V “ Yolculuğu gece yapın,
yeryüzü gece dürülür” buyurdu.Ebu Davud 2571-Tirmizi –
“Yolculuk azabtan bir parçadır. Sizden birisinin uyumasına,
yemesine, içmesine mani olur. İşini gören ailesine dönmeye acele etsin.Buhari,
umre- -Müslim, İmaret 1179 -Muvatta 4c 375 sy
“Aişe(r a) dan , Resulullah S A V ile beraber yaya olduğum
halde koşuya girdim, onu geçtim. Şişmanladığım vakit yine onunla koşuya girdim,
bu sefer Resulullah S A V beni geçti. Ve benim bu koşuyu kazanışım, senin
kazandığın o koşuya karşılıktır.” Buyurdu.Ebu Davud, K. Cihad 68.bab-2578 no
– İbn Mace K.nikah-1979-Ahmed b. Hanbel, Müsned 39-129
“Cabir(r a) dan Resulullah S A V, şöyle buyurdu:”Güneş
battıktan sonra, yatsı’nın zifiri karanlığı gidene kadar, hayvanlarınızı
bırakmayın. Güneş battığı zaman yatsı’nın karanlığı gidene kadar şeytanlar
yeryüzünde fesat çıkarırlar.”Ebu Davud-K.Cihad 83.bab – 2604- Müslim
K.Eşribe 2013 – Müsned, 14393, 15319
“Aişe(r a) dan Eslemli Hamza Resulullah S A V ‘e sordu “ Ben
devamlı oruç tutarım, seferde de tutayım mı? Dedi. Resulullah S A V dilersen
tut dilersen tutma dedi.Ebu Davud-2402, Buhari K.savm seferde oruç
babı- -Müslim-1121 – Tirmizi
- Nesei 2296- İbn Mace 16
Geniş
ve Bol Pantolon İle Namaz Kılmak
Geniş ve bol pantalon (şalvar) giyilerek namaz kılmada bir
beis yoktur.
Münafıklık,
Küfrü Gizleyerek İman İddiasında Bulunmaktır
Nifak (Münafıklık), küfrü içinde gizleyerek İslam’ı dil ile
sergilemektir.
Nifak (Münafıklık; ikiyüzlülük, olduğundan başka görünmek)
iki çeşittir:
İ'tikadi
Nifak:
Müellifin burada kasdettiği Nifak türüdür. "Kalben inanmadığı halde
müslüman gibi görünmektir" şeklinde tarif edebileceğimiz bu tür Nifak
kişiyi İslam Dini'nden çıkaran Nifaktır.
İ'tikadi
Nifak;
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'i yalanlamak, Rasulullah (sallalahu
aleyhi ve sellem)'in getirdiklerinin bir kısmını yalanlamak, Rasulullah
(sallalahu aleyhi ve sellem)'e buğzetmek, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in
getirdiklerinin bir kısmına buğzetmek, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve
sellem)'in getirdiği dinin başarısızlığını görünce bundan sevinç duymak,
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in dininin başarı kazanmasına üzülmek,
bundan rahatsızlık duymak olmak üzere altı çeşittir.
Ameli
Nifak:
Kalbi imanı tasdik ettiği ve imanın bütün şartlarını yerine getirdiği halde,
nefsine uyduğundan dolayı münafıkların yaptığı haram olan bazı fiilleri
işlemektir ve beş çeşittir. Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyuruyor:
"Münafığın
alameti üçtür; Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine
birşey emanet edilince ihanet eder." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ahmed,
Müsned)
Hadisin başka bir lafzında ise bunlara ilave olarak şöyle
buyurulmuştur:
"Husumet ettiği zaman haktan ayrılır. Ahdedince ahdini
bozar." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Ahmed, Müsned)
Dünya,
Dar'ul İslam ve Dar’ul İman’dır
Bil ki, dünya; İslam ve İman yurdudur.
Alimlerin çoğunluğu yeryüzünü Dar’ul İslam ve Dar’ul Küfür
olmak üzere iki kategoride değerlendirir.
Hanbeliler'den İbni Muflih (rahimehullah), yeryüzünü ikiye
ayırarak Dar’ul İslam ve Dar’ul Harb olmak üzere tasnif eder ve şöyle der:
“Yalnızca Dar’ul İslam ve Dar’ul Harb (şeklinde) iki taraf vardır. İslam
şeria’tinin hakimiyeti bulunan yer, Dar’ul İslam; küfür kanunlarının hakimiyeti
bulunan yer ise Dar’ul Küfür'dür, yalnızca bu iki grup/taraf vardır.”
(el-Edeb'uş Şeri’a, 1/190)
Ala ed-Din el-Kasani şöyle der: “Her dar, İslam’a yahut
küfre nisbet edilir. Bir yer, ancak İslam şeri’atinin uygulanması ile ve
İslam’ın egemenliği sebebiyle İslam’a atfedilir ve küfür kanunlarının
uygulanması ile ve kafirlerin kendi kanunlarının egemenliği sebebiyle küfre
atfedilir. Tıpkı senin; mükemmeliyet sebebiyle, Cennet esenlik yurdudur; yıkım
sebebiyle, Cehennem hüsran yurdudur demen gibi.” (Bedai’us Sena’i, 9/4375) Yine
şöyle der:
“Bizim Dar’ul Küfür ve Dar’ul İslam tabirimiz, dar’ın küfür
yahut İslam’a izafe edilmesidir. Bir yerin İslam’a yahut küfre izafe edilmesi,
İslam yahut küfrün üstün ve egemen olmasından dolayıdır. Bir yerde küfür
kanunları egemense orası Dar’ul Küfür’dür (bu şekilde dar’ın küfürle
oluşturduğu) tamlama da doğru olur. Bundan dolayı, bir yer başka hiçbir şart
aranmaksızın İslam ahkamının egemenliği ile Dar’ul İslam olur hakeza küfür
kanunlarının egemenliği ile de Dar’ul Harb olur.” (Bedai’us Sena’i, 7/131)
Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmeti'nden Hükmen Mü’min ve Müslümanlar
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetinde; hükümleri,
mirasları, hayvan boğazlamaları ve cenaze namazları (hukukunda, hükmen) Mü’min
ve Müslümanlar vardır.
Bir
Kimsenin Kamilen Mü’min Olduğuna Şehadet Etmemek
Lakin, İslam’ın bütün şer'i emirlerine riyaet etmedikçe hiç
kimsenin kamilen Mü’min olduğuna şehadet etmeyiz. Kişi eğer (İslam’ın şer'i
emirlerini) yerine getirmede eksiklik gösterirse tevbe edene kadar imanında
nakıs sayılır. Kişinin imanının tam yahut nakıs oluşu –İslam’ın şer'i
emirlerine riyaet etmediği amellerinde görünenler müstesna- Allah Te'ala‘ya
kalmıştır.
Ehli
Kıble’nin Cenaze Namazını Kılmak Sünnet’tir
Ehli Kıble’den ölen bir kişinin cenaze namazını kılmak
Sünnet’tir. Recm ile öldürülen zinakar erkek yada kadın, intihar eden kimse,
Kıble Ehli’nden olan diğerleri, sarhoş ve başkaları, onların (cenaze) namazını
kılmak Sünnet’tir.
Müslim ve Nesai’de yeralan Cabir ibni Semure (radiyallahu
anh) kanalıyla rivayet olunan bir Hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) intihar ederek hayatına son veren bir müslümanın cenaze namazını
kılmayı reddetmiştir. Cabir ibni Semura (radiyallahu anh)'dan rivayete göre o
şöyle dedi:
"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e kendini oklarıyla
öldüren (intihar eden) bir adam getirdiler de, onun cenaze namazını
kılmadı." (Müslim, 978)
İmam Evzai (rahimehullah) ve Ömer ibni Abd’il Aziz (rahimehullah)
bu Hadisi delil alarak intihar eden bir müslümanın cenaze namazının
kılınmayacağını söylemektedirler.
İmam Nevevi hadisin şerhinde, Hasan el-Basri (rahimehullah),
İbrahim en-Nehai (rahimehullah), Katade (rahimehullah), İmam Malik
(rahimehullah), Ebu Hanife (rahimehullah), İmam eş-Şafii (rahimehullah) ile
Kadı İyad (rahimehullah) ve cumhurun, intihar eden müslümanın cenaze namazının
kılınacağını söylediklerini bildirmektedir.
Cumhur, İmam Evzai (rahimehullah) ve Ömer ibni Abd’il Aziz
(rahimehullah)’ın kendi görüşlerine dayanak yaptıkları sahih Hadisin intihar
eden müslümanın cenaze namazı kılınmayacağına dair bir delil olmadığını
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cenaze namazını kılmamasına karşın
ashabın bu şahsın cenaze namazını kıldığını söylemektedir. Buna göre Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in intihar eden şahsın cenaze namazını kılmaması,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e has bir uygulamadır. (İmam Nevevi,
Sahih-i Müslim Şerhi, 7/47)
Mü’min
Vasfı Ancak Kati Birşey ile Kaldırılır
Allah‘ın Kitabı'ndan bir ayeti inkar etmedikçe, yahut
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Asarları'ndan (Hadis, nakil ve
rivayetler) birini inkar etmedikçe veya Allah’tan başkasına namaz kılmadıkça;
ya da Allah’tan başkasına kurban kesmedikçe Ehli Kıble’den hiç kimse İslam’dan
çıkmaz. Bunlardan herhangi birini yaparsa, onu İslam’dan çıkarmak (Tekfir
etmek) senin üzerinde bir yükümlülüktür. Eğer bunlardan herhangi birini
yapmadıysa, -hakikatte (batında) öyle olmasa da- o ismen (hükmen) Mü’min’dir,
Müslüman’dır.
İbadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına
yönelten kimse onu Allah’a ortak koşmuş ve ilahlaştırmış olur. Müellifin örnek
olması babında zikrettiği namaz kılmak ve kurban kesmek ibadet
çeşitlerindendir. İbadet çeşitlerinden bazıları ise şunlardır:
الدعاء
Dua, الاستعانة İstiane (yardım istemek), الاستغاثة İstigase (medet ummak), ذبح
القربان Zebh'ul Kurban (boğazlamak), النذر Nezr (adak adamak), الخوف Havf
(korkmak), الرجاء Reca (umut etmek), التوكل Tevekkül, الإنابة İnabe (yönelmek),
المحبة Muhabbet (sevgi), الخشية Haşyet (bilerek, titreyerek korkmak), الرغبة
Rağbet (sevap umarak yönelmek), الرهبة Rahbet (azabından korkmak), التأله
Teelluh (ilah edinmek, ibadet etmek), الركوع Rüku, السجود Secde, الخشوع Huşu
التذلل Tezellül (küçüklüğünü itiraf ederek ona yönelmek), التعظيم Tazim
(yüceltmek)...
Hakikatine
Vakıf Olunmasa da, Allah (azze ve celle) ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den Nakledilenlerin Kabul Edilmesi
Kişinin nakillerde geçen, duyduğu herşeyi –hakikatına vakıf
olmasa da- kabul etmesi, onaylaması ve Tevfid (keyfiyyetini araştırmaksızın
hakikatini Allah’a havale ederek nakilde işittiği gibi kabul) etmesi gerekir.
(Tıpkı:) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:
“Kulların kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.“
Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
Allah’ın parmakları olduğunu Ehli Sünnet ve’l Cema'at kabul
etmekteyken, Ehli Bid'at ise inkar yolunu tercih etmiştir. İbni Huzeyme
“Tevhid” isimli eserinde, İmam Acurri “eş-Şeria” isimli eserinde, İbni Batta
“el-İbane” isimli eserinde, İbni Ebi Asım “es-Sünne” isimli eserinde, İbni
Mende “Redd’ul Cehmiyye” isimli eserinde Darakutni “es-Sıfat” isimli eserinde,
Herevi “el-Erbain fi Delail'ut Tevhid” isimli eserinde, İmam Beğavi “Şerh’us
Sünne” isimli eserinde, İbni Kuteybe “Tevilu Muhtelif'ul Hadis” isimli eserinde
Allah’ın parmakları olduğunu isbat etmekte ve Ehli Bid'atın inkarına reddiye
vermektedir.; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:
“Şüphesiz Allah –Tebareke ve Teala-, en yakın göğe (dünya semasına) iner.“
Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Allah’ın nüzulu hususunda, Ebu
Ömer et-Telmanki’den ümmetin selefinin icmasını nakleder. (Mecmu'ul Feteva,
5/577) ve:
“(Allah), Arafe Günü’nde
iner.“ ve:
“Allah, Kıyamet
Günü’nde iner.“ Bu hususta Darimi’nin Redd ale’l Cehmiyye (72) isimli eserine
bakınız. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:
“Rabbin geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey
ortaya çıkacaktır).” (el-Fecr 89/22) ve:
“Allah –azze ve
celle- ayağını Cehennem’e koymadıkça Cehennem dolmaz.“ Buhari ve Müslim
tarafından rivayet edilmiştir. ve Allah –azze ve celle-‘nin kuluna buyurduğu:
“Bana yürüyerek
gelirsen sana koşar adım gelirim.“ ve (Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in) sözü:
“Allah, Adem (aleyhi
selam)’ı kendi suretinde yarattı.“ Buhari ve Müslim ile İbni Ebi Asım,
es-Sünne’de, Darekutni ise Kitab’us Sıfat’da (58) nakletmiştir.
Allah’ın suretinin olması selef arasında ihtilaf olmayan bir
husustur. Selefin nazarında buradaki zamir Allah’a aiddir dolayısıyla Allah’ın
sureti olduğuna iman etmek vacibdir. Bu suretin keyfiyyeti, niceliği malum
değildir aksine meçhuldur.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye’nin bildirdiği üzere Cehmiyye
Fırkası’nın ortaya çıkması ile birlikte üçüncü yüzyıldan itibaren hadisin
metninde geçen “kendi suretinde” ifadesindeki “kendi” zamiri Allah’a atıfken
Adem (aleyhi selam)’a döndürülmek suretiyle tevil ve inkara varmıştır. Bu tarz
yaklaşımlar Ebu Sevr, İbni Huzeyme ve Ebu’ş Şeyh el-Asbahani gibi ilim
adamlarından da nakledilmiştir. (Beyan Telbis'il Cehmiyye fi Tesisi Bidaihim
el-Kelamiyye, 6/373-377)
İbni Kuteybe şöyle demektedir: “Benim kanaatim odur ki: Hiç
şüphesiz en iyi bilen Allah’tır, suret; iki el, parmaklar ve gözden daha çok
şaşılacak birşey değildir. Bunlara olan alışkanlığımız sadece bunların
Kur'an'da zikredilmesi sebebiyledir. Suret kelimesinden ürkülmesi ise, bu
kelimenin Kur'an'da bulunmayışındandır. Biz, bütün bunların (eller, parmak, göz
ve suret) hepsine inanır, onlardan hiçbirinin ne keyfiyyeti, ne de haddi
(sınırı, şekli) olduğu hakkında herhangi birşey söyleriz.” (Tevilu Muhtelif'ul
Hadis, 322) ve Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:
“Muhakkak ki, ben
Rabbimi en güzel suretde gördüm.“ Tirmizi ve Ahmed, Müsned’de, İbni Ebi Asım,
es-Sünne’de ve Abdullah ibni Ahmed, es-Sünne’de (1117) nakletmiştir. sözünde ve
bunun gibi diğer hadislerde olduğu gibi. Bunlardan hiçbirini aklınla/hevanla
tefsir etme zira bunlara iman etmek vacibdir. Bunlardan herhangi birini hevasıyla
tefsir eden yahut inkar eden Cehmi’dir.
Allah’ı
Bu Dünyada Gördüğünü Söyleyen Küfre Düşmüştür
Rabbini bu dünyada gördüğünü iddia eden Allah’a küfretmiştir
(kafir olmuştur).
Ehli Sünnet burada İslam dininin sınırlarını aşmış sufilere,
Allah’ın mahlukatı ile bir olduğunu iddia eden yahut Allah’ın mahlukatı ile bir
olmasının mümkün olduğunu iddia eden veyahut da Allah’tan kendi şahıslarına has
bilgi aldıklarını iddia eden ve Allah’ı uyanık kalple dünya gözüyle gördüğünü
iddia eden zındıklara dikkat çekmektedir. Allah (subhenahu ve teala) müşrik
zındıkların iddialarından münezzeh ve yücedir.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye şöyle demektedir: “Ümmetin
selefi ve imamları, mü'minlerin ahirette yüce Allah'ı gözleriyle görecekleri,
dünyada ise bunun mümkün olamayacağı konusunda icma etmişlerdir. Bu konuda
sadece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında farklı görüşler vardır.
Onun sahih hadiste şöyle buyurduğu sabit olmuştur:
"İyi bilin ki,
sizden biriniz ölünceye kadar Rabbi Azze ve Celle'yi katiyyen göremeyecektir.."
(Müslim; Tirmizi)
Kim evliya, ya da onlardan başka kimseler dünyada gözleriyle
Allah'ı görür derse, o kişi bid'atçi ve sapıktır. Kitab'a, Sünnet'e ve Ümmetin
selefinin icmasına muhalefet eder. Bunlar, bu gibi kimselerin Musa (aleyhi
selam)'dan daha faziletli olduğunu ileri sürecek olurlarsa, tevbe etmeleri
istenir. Ederlerse ne ala, değilse öldürülürler." (Şeyh'ul İslam İbni
Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 6/512)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkındaki ihtilaf
ise, Mirac’da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah (azze ve
celle)’yi dünya gözü ile görüp görmediği hususundadır. Şeyh’ul İslam İbni
Teymiyye aynı yerde şöyle demektedir:
"Sahih naslarla ve ümmetin selefinin ittifakıyla sabit
olan şudur: Dünyada yüce Allah'ı hiçbir kimse gözüyle göremez. Şu kadar var ki
bazı kimseler Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rabbini
(Mirac’da) görüp görmediği konusunda ihtilaf etmiştir. Tek istisna budur.
Bununla birlikte bunlar mü'minlerin Kıyamet Günü’nde, tıpkı (dünyada) güneşi ve
ay'ı gördükleri gibi, Allah'ı görecekleri konusu üzerinde ittifak
etmişlerdir." (Mecmu'ul Feteva, 6/512)
Allah’ın bu dünyada gözle görülmesi mümkündür ancak
sözkonusu olmayacağı bildirilmiştir. İbni Ebi’l İzz el-Hanefi şöyle der:
"Kadı İyad (rahimehullah)’ın dediği bu söz haktır, çünkü dünyada (Allah’ı)
görmek mümkündür, çünkü eğer mümkün olmasaydı Musa (aleyhi selam) onu
sormazdı." (Şerh’ul Akideti’t Tahaviyye, 224)
Allah
Teala'nın Zatı Hakkında Düşünmek Bid'attir
Allah'ın zatı hakkında düşünmek bid'attir, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu üzere:
“Mahlukat üzerine
tefekkür edin, Allah’ın zatı hakkında tefekkür etmeyin!..“
Bu manada birbirine yakın birçok rivayet vardır. Ebu’ş Şeyh
(el-Azamet, 5) ve Ebu’l Kasım el-Asbahani (et-Tergib, 2/73, 174), Suyuti
(Cami'us Sağir, 1/132) Ebu Zerr (radiyallahu anh)’dan ve İbni Abbas
(radiyallahu anh)’dan zayıf bir rivayet olarak nakletmişlerdir. Ancak Ebu
Nu’aym (el-Hilye, 6/66-67) Abdullah ibni Selam (radiyallahu anh)’dan merfu
olarak bu hadisin şahidini rivayet etmiştir ki böylelikle hadis hasen
olmaktadır. Bundan başka Taberani, İbni Ebi Şeybe, İsfehani, Beyhaki’nin
rivayet ettikleri şahidleri vardır ki hepsi zayıftır. (Acluni, Keşf’ul Hafa,
1/311, 357-358, 449)
Burada kınanan ve yasaklanan tefekkür Allah’ın zatı hakkında
tefekkür edip, nasıl, neden gibi sorular sorarak bunların cevabını bulmaya
çalışmaktadır. Acluni’nin rivayet ettiği bir hadisde: “Allah’ın mahlukatını
tefekkür edin, Kendisini değil. Çünkü buna güç yetiremezsiniz!..“ buyrulmaktadır.
(Acluni, Keşf’ul Hafa, 1/311) Çeşitli varyasyonlarıyla hadis, felsefenin
aşıladığı yaratıcıya karşı şüpheci yaklaşım ve sorgulama üzerine kurulu
sistemine de bir reddiye manası taşımaktadır. Bunların yanısıra, Allah’ın
yaratmış olduğu mahlukat, Allah’ın nimetleri, Esma ve Sıfatları üzerine
tefekkür ise yasaklanmış değildir. Bilakis hadisde buna teşvik vardır.
Zira
Allah’ın zatı hakkında tefekkür kalpte şüpheye yolaçar.
Bütün
Mahklukat Allah’ın Emri Doğrultusunda Hareket Eder
Bil ki; sürüngenler, yırtıcı (av) hayvanlar(ı) ve bütün
hayvanlar örneğin minik karınca, sinek ve de karınca emrolundukları üzere
hareket etmektedirler. Allah (tebareke ve teala)’nın izni dışında hiçbir şey
yapmıyorlar.
Allah’ın
İlmi, Henüz Vuku Bulsun-Bulmasın Herşeyi Kuşatmıştır
Allah’ın zamanın başlangıcından beri olacak yahut olmayacak
herşeyi bildiğine, herşeyi hesapladığına ve olacak herşeyi kuşattığına iman
etmek gerekir. “(Allah) olmuş yahut olacak şeyleri bilmez!“ diyen azamet sahibi
Allah’a küfretmiştir (kafir olmuştur).
Bu apaçık küfür olan sözler, Hişam ibni el-Hakem isimli
dalalet önderi olan bir şahsa aittir. Hişam ibn'ul Hakem, Allah (celle
celaluhu)’nun yaratana kadar mahlukat hakkında ilim sahibi olmadığını iddia
etmektedir. Euzubillah...
Velisiz
Nikah Yoktur
Velisiz, iki adil şahitsiz ve az olsun çok olsun mehirsiz
nikah yoktur. Velisi olmayanın velisi sultandır.
Velisiz nikahın olmayacağı prensibi Ebu Musa (radiyallahu
anh) tarafından rivayet edilen bir hadise dayanmaktadır. Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Velisiz nikah yoktur.“ (Ebu Davud;
Tirmizi)
Velisi olmayanın velisinin sultan olduğu prensibi de bir
Hadis'e dayanır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah olmaz. Bu
şekilde kıyılmayan nikah batıldır. Anlaşamazlarsa sultan velisi olmayanın
velisidir.” (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned)
Üç
Talakla Boşamak, Kadını Haram Kılar
Birisi karısını üç defa ayrı ayrı talakla boşarsa, karısı
ona Haram olur. Bir başka adamla evlenip, boşanıp tekrar ilk kocası ile
evlenmeden kadın adama Helal olmaz.
Müslümanın
Kanı(nı Dökmek) Üç Durum Dışında Haramdır
Allah’tan başka tapılmaya layık bir İlah olmadığına,
Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet eden bir müslümanın kanı üç
durum dışında dökülmez: Evlendikten sonra zina etmek, iman ettikten sonra
irtidat etmek ve haksız yere bir müslümanı öldürenin buna karşılık olarak
kanının dökülmesi. Bunun dışında, müslümanın kanı, Kıyamet kopana değin Haram'dır.
Bu hususlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
Sahihayn’da nakledilen bir Hadis'de bildirilmiştir:
"Allah'tan başka (ibadete layık) ilah bulunmadığına ve
benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı
Helal olmaz, ancak şu üç şeyden biri ile Helal olur: Maktulün hayatı
karşılığında öldürülmesi, zina edenin evli olması, İslam Dini'nden çıkıp
müslüman cema'atini terketmesi!" (Buhari; Müslim)
Mahlukattan
Bazıları Yokolacak, Bazıları Allah’ın Dilemesi İle Yokolmayacaktır
Allah’ın yokolmasını vacib kıldığı herşey muhakkak
yokolacaktır. Cennet ve ateş (Cehennem) yokolmayacaktır, ne Arş ne de Kürsi,
(ne) Levh ve Kalem, ve (ne de) Sur yokolacaktır. Bunlardan hiçbiri
yokolmayacaktır. Sonra Allah, Kıyamet Günü öldükleri hal üzere mahlukatı
yeniden diriltecektir. (Allah) dilediği gibi onları hesaba çekecek; onlardan
bir kısmı Cennet’e ve diğer bir kısmı ise “es-Seir (tutuşturulmuş ve alevlenmiş
yakıcı ateş, Cehennem)’e“ (girecek), ebedi kalmak için yaratılmamış olan diğer
mahlukata (Allah): “Toz-toprak olun!“ diyecek.
Allah
Bütün Kullarına Adalet İle Hükmedecektir
Kıyamet Günü’nde bütün mahlukat arasında; ademoğlu,
sürüngenler, (yırtıcı) av hayvanları hatta karıncalar arasında bile ta ki
Allah’ın, bütün kulları arasındaki adaleti tesis edene kadar; Ehli Cennet’in
Ehli Cehennem’den, Ehli Cehennem’in Ehli Cennet’den, Ehli Cennet’in
birbirlerinden ve Ehli Cehennem’in birbirlerinden (alıp-vereceği hakkı
kalmayacak şekilde) kısasın olduğuna iman (etmek gerekir).
Abdullah ibni Uneys (radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah, Kıyamet
Günü kullarını -yahut insanları- çıplak olarak, sünnetsiz olarak ve (bühmen)
eşyasız olarak biraraya toplayacaktır. Biz dedik ki: Bühm ne demektir?
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İnsanların
beraberlerinde hiç bir şeyleri olmamaktır. Böylece uzakta olan kimsenin
duyacağı bir sesle onları şöyle çağıracaktır (zannedersem, o şöyle demişti:
Yakında olan kimse O’nu duyduğu gibi, uzaktaki de O’nu duyacaktır): Gerçekten
Sahib, Sultan benim; Cennet ehlinden hiç kimseye, Cehennemliklerden birinin
zulümden ötürü ona davacı olması halinde, Cennet’e girmek layık değildir.
Cehennem ehlinden de hiç kimseye, Cennetliklerden birinin zulümden ötürü ona
davacı olması halinde, Cehennem’e girmek layık değildir. (Cennet veya
Cehennem’e girmeden önce, bunlara hakları verilir). Dedim ki: Bu nasıl olur?
Biz Allah'a çıplak olarak varlıksız şekilde gideceğiz, (haklan nereden ve nasıl
verebiliriz)? Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): Sevablarla ve
günahlarla.. buyurdu.” (Ahmed, Müsned; Buhari, el-Edeb el-Müfred, 970)
Kul’un
Amelleri, İhlas ile ve Şirkden Uzak Olmalıdır
İhlaslı
amel Allah içindir.
Allah’ın
Kazasını Kabul Etmek ve bundan Razı Olmak
Allah’ın kazasından razı olmak, Allah’ın hükmüne karşı
sabırlı olmak, Allah’ın buyurduklarına iman etmek, Allah’ın takdir ettiklerinin
tümüne; hayrıyla şerriyle, acısıyla tatlısıyla iman (etmek gerekir), Allah
kullarının ne yapacaklarını ve hangi istikamete doğru gittiklerini bilir. Onlar
Allah’ın ilminden kaçıp-kurtulamazlar. Ne yerlerde ne de göklerde Allah’ın
bilmediği birşey yoktur. Bilmelisin ki; sana isabet eden (hayır yahut şerr)
şaşmayacaktır ve sana isabet etmeyen (hayır yahut şerr) sana isabet etmeyecektir.
Ebu’l Abbas Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma
ecmain)’den şöyle dediği rivayet edildi: “Bir gün Peygamber (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in arkasındaydım bana buyurdu ki: Ey çocuk sana birkaç kelime öğreteceğim: Sen Allah’ı(n dinini) koru ki,
Allah’ta seni korusun, sen Allah’ı(n dinini) koru ki, Allah’ı karşında
bulursun. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan
yardım dile. Bilki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana
ancak Allah’ın senin lehine yazdığı şey ile fayda verebilirler, ve eğer
sana birşey ile zarar vermek üzere toplansa ancak Allah’ın senin aleyhine
yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve ve
sahifeler kurudu.” (Tirmizi; Ahmed, Müsned; Nevevi, 40 Hadis; Abd ibni
Humeyd, Müsned)
Hayrı ve şerriyle Allah’ın kaza ve kaderine iman etmek
imanın şartlarındandır. Hayrı ve şerriyle Allah’ın
kaza ve kaderine iman etmek dört esas üzeredir: Olacak herşeyi Allah’ın
bildiğine, olacak herşeyi Allah’ın Levhi Mahfuz’a yazdığına, olan herşeyin
Allah’ın dilemesi ile olduğuna ve herşeyi; hayır ve şerri ile Allah’ın
yarattığına iman etmek.
Ehli Sünnetin söylediği sana isabet eden (hayır yahut şerr)
şaşmayacaktır ve sana isabet etmeyen (hayır yahut şerr) sana isabet
etmeyecektir yargısının aksine i'tikad etmek, Allah’tan başka bir yaratıcı
olduğunu iddia etmek olurki, bu da Şirk ve Küfür'dür.
KADERE İMAN
Kader:
Allah’ın kainattaki her şeyi ezeli ilmi ve hikmeti doğrultusunda takdir etmesi,
o ilmine uygun bir şekilde düzenlemesidir.
Kişinin kadere imanının tam ve uygun bir şekilde
olabilmesi için şu dört mertebeyi gerçekleştirmesi gerekir.
El-İlmu-İlim: Allah’ın ilmen, cümleten ve tafsileten ezeli
ve ebedi her şeyi bildiğine inanma. Kullarının fiilerini, olacak olmayacak her
ne varsa ilmi ile kaimdir(bilir). Yarattığının rızkını ne kadar olacağını
fiilini ve cennetemi cehennememi gideceğini bilir. Şüphesiz kendi yolundan
sapanları en iyi bilen Rabbım’dır. Doğru yolu bilenleride en iyi bilen O’dur.
Gaybın anahtarı O’ndadır. Ve onları O’dan başkası bilemez. Karada denizde olanı
bilir. Hiçbir yaprak düşmesinki onu bilmesin. Yani dalındaki bir yaprak bile
O’nun ilminin dışında düşmez. Yeryüzünün
karanlıklarında hiçbir dane hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitabda Levhi
Mahvuzda yazılı bulunmasın. Olacağı, olanı, olmayışı ve olmayacağı mabudu yok
ve mevcudu var olanıda biliyordu. Allah(cc) yarın onların itirazı olmasın diye
onlara Resuller gönderiyor.
EL-KİTATU-YAZI: Allah cc’ın yazması
kıyamete kadar yaşayıp, yaşatacağı mahlukun kaderini, ilminin heryeri
kuşatmasından dolayı “levfi Mahfuz” da yazmıştır. Allah cc kıyamete kadar,
50.000 yıl önce yazılmıştır.
EL-MEŞİETU-DİLEME:Her şeyde nufus eden
Allah’ın meşietinin dilemesinin kudretinin şumulune istediği şeyin olduğu,
istemediğinin olmadığına, ne haraket, ne sukut, ne hidayet nede dalalet ancak
Allah cc’ın meşiyetine tabidir.
El halku (YARATMA): Bu mertebede Allah'tan
gayrı kainattaki her şeyin yoktan var olma zatlarıyla, sıfatlarıyla,
hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğuna iman etmeyi gerektirmekte dir.
Ehli Sünnetin Kader İnancı Ve Akidesi:
Yüce Allah her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisidir.
Hiçbir şeyi daha yaratmamışken olacak her şeyin kaderini çizmiş, kullarının ve
diğer bütün mahlukatın ölümlerini, ömürlerini, rızıklarını, yapacakları işleri,
ahlaki durumlarını (iyi ya da kötümü olacaklarını) apaçık bir kitap olan levhi
mahfuzda yazmış ve saymıştır. Allah neyi dilerse olur. Neyi de dilemezse hiç
kimsenin onu meydana getirmeye gücü yetmez. O’nun her şeye gücü yeter. Kimi dilerse
hidayete, kimide dilerse sapkınlığa erdirir. O neyin olduğunu, neyin olacağını,
neyinde meydana gelmediğini, eğer meydana gelse idi nasıl olacağını da çok iyi
bilir. Kullarında Allah’ın kendileri için çizmiş olduğu kader doğrultusunda,
yapmak istedikleri şeyleri dileme ve güçlerini bu doğrultuda kullanma hakları
vardır. Tabi ki kulların ancak Allah’ın dilediği şeyleri dileyebileceklerine
itikat edip buna inanmaları gerekir.
Şüphesiz ki Allah kullarını fiillerini yaptığı işleri
yaratandır. Fakat kullar bu işleri fiiliyatta yapanlardırlar. Kulun yapılması
gerekli olan şeylerin terkedip, yapılması haram olan şeyleri fiiliyata
dökmeleri hususunda Yüce Allah’a karşı kullanabilecekleri bir özürleri, hüccetleri yoktur. Bilakis
hüccet kulların üzerine ikame edilmiştir. Kulun nefsine gelen musibetler için
bu kaderdir demesi caizdir. İşlediği günahlar için bu Benim kaderimde vardı
demesi caiz değildir. Eğer hatalarından tövbe ederse o zaman bu şekilde
söylemek caiz olur.
Yüce
Allah’ın kainatta yarattığı fiiller iki kısma ayrılır.
Birincisi: Yüce Allah’ın mahlukatın fiillerini, onların istek, irade
ve seçme hakları dışında yönlendirmesi, kendi isteğine göre şekillendirmesidir.
Çünkü Yüce Allah sadece kendi dilediğini yapar. Öldürmek, diriltmek, hastalık
ve şifa vermek gibi fiiller bu kabildendir.
İkincisi: İrade ve isteği olan her türlü mahlukatın kendi istek ve
arzuları doğrultusunda yapmış oldukları fiillerdir.
Kişi
bir işin, bir olayın kendi isteği dışında cereyan etmesi ile kendi arzuları
doğrultusunda vuku bulması arasındaki farkı anlayabilir. Şöyle ki bir kişinin
binanın çatısından merdivenle aşağıya inmesi ile birinin onu çatıdan aşağıya
zorla itmesi buna bir örnektir. Sonuç olarak ikiside aşağıya inmiştir. Ama
birincisi kendi arzusu, diğeri ise zorunlu olarak inmiştir.
Allah’ın Kulun
Fiillerini Yaratması Ve Kulun Fiilleri İşlemesi:
Yüce
Allah kulu ve onun fiiliyatını da yaratmıştır. Ve ona o fiili yapabilme gücü ve
isteğini de vermiştir. Kul o fiili gerçekte yapan, fiil ile temas halinde
bulunandır. Kişi eğer iman ederse bu onun kendi gücü ve isteği ile yapmış
olduğu bir şeydir. Şayet küfür ve inkar ederse buda yine O’nun isteği
doğrultusunda meydana gelmiştir. Bu aynı bu meyve şu ağaçtandır, şu mahsul bu
topraktandır dememiz gibidir. Yani ondan meydana gelmiş demektir.
Yüce
Allah her şey için bir başlangıç noktası ve buna bağlı olarak yaşamını,
devamını bu noktalardan sağlayan mahlukatı yaratmıştır. Ağacı yaratan
Allah’tır, meyve ağaçtan Allah’ın dilemesi ile türemiştir. Meyve ağaçtandır ama
onu yaratan Allah’tır. Bunun gibi daha bir çok örnek gösterilebilir. İşte bu
şekilde Allah’ın yaratması ile kulun fiili işlemesi arasında bir bağlantı
vardır, aralarında herhangi bir çelişki yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah sizi ve sizin yaptıklarınızı da yaratmıştır.”
(Saffat Suresi 96. ayet) ve şöyle buyurmuştur:
“Kim (malından) verir ve
(Allah’ın azabından) sakınırsa, en güzeli tasdik ederse Bizde onu en kolaya
(hesaptaki kolaylık) hazırlarız. Kimde cimrilik edip (malından) vermezse,
kendisini zengin sayıp, en güzel olanıda yalanlarsa Bizde onu en zor olana
yöneltiriz.” (Leyl Suresi 5-10. ayetler)
Kulun kadere inancında iki şey
ona gerekli ve farz olur.
Birincisi: Kulun yapılması kendisine yasaklanan şeylerden kaçınmasına
ve kendisi için takdir edileni (farzları ve Sünnet’leri) fiiliyata dökmesinde
Allah’tan yardım dilemesi, onu kolaya yöneltip, zorluktan uzaklaştırması için
Allah’a dua etmesi ona farz olur. Böylece kul Allah’a tevekkül eder ve
kötülüklerden O’na sığınır, hayra ulaşıp şerden sakınmada Allah’ın yardımına
muhtaç olduğunu bilir.
İkincisi: Kul kendisi için takdir edilmiş musibetlere sabredip,
umutsuzluğa kapılmamalıdır. Gelen musibetin Allah’ın katından geldiğini bilip,
razı olmalıdır. Böylece dünyada selameti bulur. Bilir ki kendisine bir musibet
gelecek olsa o musibeti ondan uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur. Aynı şekilde
kendisi için takdir edilmemiş bir musibet kesinlikle ona isabet edecek
değildir.
Kulun kendisi için takdir edilen kadere rıza göstermesi
gerekir. Çünkü kadere olan rızası onun Yüce Allah’ın rububiyetine tam manası
ile iman etmesinden ileri gelir. Her müslüman Allah’ın iradesine uygun bir
şekilde cerayan eden kaderin fiiliyatı olan kazaya iman etmesi, rıza göstermesi
imanın şartlarından biridir. Yüce Allah yaptığı her işi adalet ve hikmet
çerçevesinde yapar, kulun kalbinin Allah’ın verdiği musibetin yanlışlıkla
kendisine gelmeyeceğine, yanlışlıkla kendisine gelecek bir musibetinde Allah’ın
iradesi ve kazası olmadan isabet etmeyeceğine inanması, onun meydana gelen
olaylar karşısında tereddüde düşmesine ve hayretler içinde kalmasına engel
olur. Sitres ve huzursuzluktan arınır, emin olur. Kaybettiği şeylere üzülmez,
geleceğinden korkmaz. Böylece insanların en huzurlusu, aklı ve fikri rahat
olanı haline gelir. Her kim ömrünün sınırlı olduğunu, korkaklığın ömrünü
uzatmayacağını, rızkının belli olduğunu, cimriliğin rızkını artırmayacağını
bilirse kalbi ve gönlü rahatlar, mutmain olur. Kendisine isabet eden
musibetlere sabreder, yapmış olduğu yanlış işler için tevbe eder, Yüce Allah’ın
onun için takdir ettiğine razı olur. Böylece kendisine gelen musibetlere
sabrettiği gibi emredilenleride yapmış, bu ikisi arasını birleştirmiş olur.
İrade Çeşitleri
İrade
(dilemek, dilediğini yapmak) Yüce Allah’ın kitabında iki çeşit olmak üzere
varid olmuştur.
Birincisi:
Kevni İrade:Bu
irade Yüce Allah’ın yarattığı bütün her şey için geçerlidir. Dilediği meydana
gelir, dilemediği ise vuku bulmaz. Yüce Allah’ın murad ettiğinin muhakkak
olması gerekir. Kainatta vuku bulan her şeyin Yüce Allah tarafından sevilmesi,
hoşnut olunması meydana gelmesi için şart değildir. Kevni irade, Yüce Allah
tarafından yerler ve gökler yaratılmadan önce takdir edilmiştir. Eğer kevni
irade ile Şer’i irade bir yerde, bir noktada çakışırsa işte o zaman Yüce Allah
o kevni iradeyi sever ve ondan razı olur.
Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: “Allah kimi
hidayete erdirmek isterse onun göğsünü islama açar” (Enam Suresi 125. ayet)
İkincisi:
Şer’i İrade: Şer’i
irade Allah’ın istediği, dilediği, razı olduğu amellerin, hadiselerin vuku
bulmasını sağladığı, bu sevdiği, istediği şeyleri yapanlardan razı olduğu
iradedir. Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi vuku bulacağı manasına gelmez. Ancak
kevni irade ile meydana gelmesi istenirse o zaman vuku bulması gerekli olur.
Bu
konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi 185.
ayet)
Yüce Allah kulunun iman etmesini, itaatte bulunmasını, iyi
ameller işlemesini ister, bunu arzular ve sever. Kullarına sevdiği işleri
yapmaları için emreder. Emirlere uyanları mükafatlandırır, güzel bir karşılık
verir. Hiç kimse Allah’ın iradesi olmadan isyan edemez, asilik yapamaz. O’nun
dilediğinden başka hiçbir şey vuku bulmaz.
Kaderi Değiştiren
Sebepler
Yüce
Allah kulunun başına gelecek kaderin dua, sadaka, kulun yapmış olduğu
işlerde dikkatli davranması, ilaç
kullanması, yaptığı işi en sağlam bir şekilde yapması gibi sebeplerle
değiştirilebileceğini başa gelecek olan kaderin bertaraf edilebileceğini
bildirmiştir. Çünkü olacak her şey Allah’ın ezeli ilminde sabittir. Kader
değişse de bu kulun kaderinde zaten vardır, çizilmiştir. Bu sadece bir kaderden
diğerine geçiştir. Kulun acizliği ve başarılı olması dahi kaderinin bir
parçasıdır.
Kader Allah’ın Bir
Sırrıdır
Kader Allah’ın yarattıklarından gizlediği bir sırrıdır. Kainattaki
her şeyin gerçek halini Yüce Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Kulun
sapkınlığa düşmesi, hidayete ermesi, ölmesi, dirilmesi, kiminin bolca
nimetlenip, kiminin de az rızık alması hepsi Allah’ın takdirindendir.
Yüce
Allah’ın ezeli ilmi ile olacakları ve olan her şeyi bilmesi insanlık için ğaybı
bir meseledir. Gayb ise Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir ilimdir. Ve
gayb kulların nazarında meçhul bir şeydir. Bu sebepten dolayı hiç kimse kaderi,
yapmış olduğu günahlara “Kaderimde vardı” diyerek delil olarak getiremez. Eğer
böyle bir şey olacak olsaydı, günah işleyenlere hesap sorulamaz, zalimlere ceza
verilemezdi. Müşrikler öldürülemez, had cezaları uygulanamazdı. Zalimler
zulmünden alıkonulamaz, din ve dünya fesada boğulurdu.
Kul dünya yaşantısında iki türlü
musibetle karşı karşıya kalır.
Birincisi:
Kulun
kendi elinden gelen musibeti bertaraf edecek gücü vardır. Böyle olduğu halde o
musibet karşısında acizlik gösteremez, elinden geleni yapmak zorundadır.
İkincisi
ise: Kul
kendisine gelen musibet karşısında yapacak hiçbir şeyi yoktur. Böyle bir
durumda ümitsizliğe, paniğe kapılmadan Yüce Allah’a yönelmeli, ondan
probleminin çözümünü istemelidir. Çünkü Yüce Allah musibetleri daha vuku
bulmadan nasıl ve ne zaman vuku bulacağını çok iyi bilir. Her musibet için
meydana gelişi esnasında bazı sebepler yaratmıştır. Böylece musibetin bertaraf
edilişinin yollarını da bize öğretmiştir. Dolayısıyla kul eğer sebeplere sıkı
sıkı sarılırsa musibetleri bertaraf edecek gücüde kendisinde bulacaktır.
Dinimiz sebeplere sarılmayı emretmiş, sebepler doğrultusunda hareket etmeyeni
ayıplamıştır. Çünkü kul bu fiili ile kendisini tehlikelerden korumamıştır.
Bütün bunların yanı sıra eğer kulda musibetlere karşı koyacak güç ve imkanı
yoksa o zaman kul mazur olmuş olur.
Kulun
sebeplere sarılması, Allah’a tevekkül etmesine engel değildir. Çünkü sebepler
kaderin cüzlerinden biridir. Dolayısıyla kader sebepler ile bir bütündür. Her
halükarda Allah’a tevekkül etmeyi gerektirir. Kul yapacağı işlerde sebeplere
sarıldıktan sonra Allah’a tevekkül eder, ondan kaderinin hayırlı olmasını
ister. Eğer başına bir musibet gelecek olursa da şöyle der: "قدر الله ما
شاء فعل" “Allah takdir etti ve dilediğini de yaptı.”
Kula
musibet gelmeden evvel musibeti önleyecek sebeplere sarılması gerekir. Çünkü
kader ancak başka bir kader ile defedilir. Şüphesiz ki bütün peygamberler
kendilerini düşmanlarından koruyacak sebeplere sarılmışlardır. Halbuki Yüce
Allah onları korumuş, onlara davetleri esnasında yardım etmiş ve vahiy ile
desteklemiştir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a
tevekkül edenlerin efendisi olmasına rağmen sebeplere sarılırdı.
Soru:
Rızık artar ve eksilir mi? Rızık sadece yenilen şeyler
midir, yoksa kulun sahip olduğu her şey rızık mıdır?
Cevap:
İki türlü rızık vardır:
Birincisi: Allah’ın, kişinin rızkı
olacağını, yiyeceğini bildiği şey. Bu rızık değişmez.
İkincisi: Allah’ın yazdığı ve
meleklere bildirdiği rızık. Bu rızık, sebeplere bağlı olarak artar da eksilir
de. Çünkü Allah meleklere, kul için bir rızık yazmalarını emreder. Eğer
Allah’ın rahmeti kula erişirse, bu rızkı onun için arttırır. Nitekim sahih bir
hadiste peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı
hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık
bağlarını gözet-sin.” Buhari, Buyû, 12
Aynı şekilde Davud
peygamberin (a.s.) ömrü altmış sene olarak yazılmıştı. Kırk yaşına geldiğinde,
Allah ömrünün yüz sene olmasını öngördü. Tirmizi, 3076
Hz. Ömer’in şu sözü de bu kapsama girer: “Allahım! Eğer benim bedbahtlardan olmamı
yazmışsan, bunu sil ve beni mutlulardan kıl. Çünkü sen dilediğini siler ve
dilediğini sabit bırakırsın.”
Nuh’un (a.s.) şu sözü
de buna örnektir: “Allah’a kulluk edin;
O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım
günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin.”
Nuh, 3-4 Bunun birçok örneği
vardır.
Rızık elde edilmesine aracı kılınan rızıklar da yüce
Allah’ın takdir edip yazdığı şeyler arasında yer alırlar. Eğer Allah, kulun
çalışması ve kazancıyla rızıklanmasını öngörmüşse, ona çalışmayı ve kazanmayı
ilham eder. Çalışmayla elde edilmesi öngörülen bu
rızık, çalışma dışında elde edilemez. Çalışma ise iki türlüdür. Çalışmanın bir
türü tamamen rızık elde etme içindir. Zanaat, ziraat ve ticaret gibi. Bir kısım
çalışma da dua, tevekkül ve mahlûkata ihsan etme şeklinde olur. Çünkü kul
kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder.
Rızık kavramıyla iki şey
kast edilir:
Birincisi: Kulun
yararlandığı şeyler.
İkincisi: Kulun
sahip olduğu şeyler. “Kendilerine
verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” Bakara, 3 “Size verdiğimiz rızıktan harcayın.”
Münafikun, 10 ayetlerinde bu ikinci kısım rızık kast ediliyor. Bu,
Allah’ın helâl olarak kişiyi sahip kıldığı mallardır.
Birinci kısım rızıktan ise şu ayette söz edilmiştir: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı,
yalnızca Allah’ın üzerinedir.” Hud, 6 Peygambe-rimizden (s.a.v.) rivayet edilen şu hadiste de bu tür
rızıktan söz edilmiştir: “Kişi, kendisi
için takdir edilen rızkı tamamlamadan ölmez.” İbni Mace, Ticarat, 2 Bunun gibi örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Kul, helâl da yer haram da. Bu yedikleri,
birinci kısım rızık itibariyle rızıktır, ikinci kısım rızık itibariyle değil.
Kulun çalışarak kazandığı, ama yemediği şey de ikinci kısım itibariyle
rızıktır, birinci kısım itibariyle değil. Çünkü bu, gerçekte miras aldığı bir
maldır, kendi malı değildir. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.
Soru:
Bir adam, yol kesse, hırsızlık yapsa veya haram yese, bu yediği ve
çalıp çırptığı şeyler, onun Allah tarafından garanti edilen rızkı mıdır, değil
midir?
Cevap:
Bu, Allah’ın ona mübah kıldığı rızık değildir. Allah bunu
sevmez ve bundan razı da olmaz. Bu nitelikteki bir maldan infak edilmesini de
emretmemiştir. “Kendilerine rızık olarak
verdiklerimizden infak ederler.” Bakara, 3 “Size rızık olarak verdikleri-mizden infak edin.” Münafikun,
10 ayetlerinin kapsamına haram
yollardan elde edilen mallar girmezler. Bilakis, haram yollardan elde ettiği
bir şeyi infak eden kimseyi yüce Allah kınamıştır. Böyle bir kimse, dinine
göre, dünya ve ahirette azabı hakkeder. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle
buyurmuştur: “Mallarınızı aranızda haksız
yollardan yemeyin.” Bakara, 188
Soruda belirtilen durum, malın haksız ve batıl yollardan yenilmesi
kapsamına girer.
Ancak bu, Allah’ın önceden bildiği ve takdir ettiği
rızıktır. Nitekim sahih bir hadiste İbni Mes’ud peygamber
efendimizden (s.a.v.) şöyle rivayet eder: “Sizden
birinizin yaratılışı şöyle gerçekleşir: Anasının karnında kırk gün nütfe
halinde kalır. Sonra bunun gibi kırk kan pıhtısı halinde kalır. Sonra kırk gün
bir çiğnem et halinde kalır. Sonra onun yanına iki melek gönderilir ve bunlara
şu dört söz emredilir ve denilir ki: Rızkını, ecelini, amelini, mutsuz veya
mutlu olacağını yaz.” Buhari, Kader, 1; Müslim, Kader, 1 Allah, kulun hayır ve şer olarak
işleyeceği şeyleri bildiği gibi, hayırdan dolayı sevap, şerden dolayı da ceza
verecektir. Aynı şekilde helâl ve haram olarak kişinin
edindiği rızıkları da yazmıştır. Bunun yanında haram yollardan elde ettiği
rızıklardan dolayı kulu cezalandıracaktır.
Haram rızık, Allah’ın takdir ettiği ve meleklerin yazdığı bir şeydir.
Bu da Allah’ın dilemesinin kapsamına girer, Allah’ın yarattığı şeyler arasında
yer alır. Bununla beraber Allah bunu haram kılmıştır. Yasaklamıştır. Bunu
işleyen kimseye, hakkettiği oranda gazap edecektir, onu yerecek ve
cezalandıracaktır. Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.
Kişi, kendisine emredilen sebebi yerine getirir ve ğücünün
dışında olan hususlarda ise Allah’a tevekkül eder. Tıpkı toprağı
süren ve tohumu eken kimsenin, bunları yaptıktan sonra yağmurun yağması, ekinin
yeşermesi ve zararlı unsurların bertaraf edilmesi hususunda Allah’a tevekkül
etmesi gibi. Aynı şekilde tüccar da mal getirmek ve bir yerden bir yere
nakletmek hususunda bütün çabasını sarf eder; ancak insanların kalbine bu malı
talep etme duygusun koyma, kar edeceği bir fiyatı verme gibi hususlar kulun
gücü dahilinde değildir. Kişi gücünün yettiği şeyleri yaparsa, Allah, aciz
kaldığı şeylerden dolayı onu cezalandırmaz. İstek belli bir şeye yönelik olmaz.
Bilakis, rızkın kendisine yetmesini sağlayan şeylerle ilgili olur. Tıpkı,
herhangi bir belirlemede bulunmadan, Allah’tan yeterli derecede rızık isteyerek dua eden
kimse gibi.
Çalışmaya gücü yeten bir kimsenin kendisinin, çoluk
çocuğunun nafakasını temin etmesi ya da borcunu ödemesi gereken kimse gibi.
Alimlerin ortak görüşüne göre, böyle bir kimsenin çalışması vaciptir.
Çalışabildiği halde bunu terk ederse, günahkâr bir asi olur.
Peygamberlerin (a.s.) geneli, rızıklarını elde etmelerine
yarayan işler yapmışlar, sebepler gerçekleştirmişlerdir. Nitekim İbni Ömerin
rivayet ettiği bir hadiste peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyametin hemen öncesinde, insanlar tek ve ortaksız Allah’a ibadet etsinler diye,
kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın gölgesindedir. Benim emirlerime
muhalefet edenler için alçaklık ve küçüklük vardır. Bir kavme benzeyen
onlardandır.”
Ahmed, 2/50 Sahih bir hadiste
peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kişinin yediğinin en üstünü kendi kazancıdır.” Nesai, Buyû,
1 Davud peygamber kendi kazancını yerdi, zırh yapardı. Zekeriya peygamber
(a.s.) marangozdu. İbrahim peygambe-rin (a.s.) sürüleri vardı. Öyle ki
tanımadığı kimselere semiz bir buzağı ikram edebiliyordu. Ancak varlıklı olan
biri bu şekilde davranabilir.
Allah her şeyin yaratıcısıdır. Fakat Kur’an ve hadislerde
kötülük ancak aşağıda işaret edilen üç şekilde yüce Allah’a izafe edilir:
Birincisi: Genelleştirme yoluyla. “Allah her şeyin yaratıcısı-dır.”
Rad, 16, Zümer, 62 ayetinde
olduğu gibi.
İkincisi: Sebebe izafe etmek
sûretiyle. “Yarattığı şeylerin şerrin-den...” ayetinde olduğu gibi.
Üçüncüsü: Fail hazfedilerek. “Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü
murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi?” Cin, 10
Bu üç ifada tarzının üçünün de Fatiha suresinde yer aldığını
görüyoruz: “Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.” burada genelleştirme
söz konusudur. “Nimet verdiklerinin
yoluna. Gazaba uğramışların... değil.”
burada ise gazabın faili
hazf edilmiş. “ve saapmışların....” burada ise sapma olgusu mahlûka izafe edilmiş. Buna Hz. İbrahim’in (a.s.) şu sözünü de örnek gösterebiliriz: “Hasta olduğum zaman, bana şifa veren O’dur.”
Şuara, 80 Hızırın şu sözü de: “O’nu
kusurlu kılmak istedim.” “Böylece
istedik ki, rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha
merhametlisini versin.” “Rabbin
istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler.” Kehf, 79-82
Allah şöyle buyurmuştur:
“O ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış...” Secde, 7 “Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın
sanatıdır.” Neml, 88 Buna
göre mahlûkat, yaratılışına esas oluşturan hikmet itibariyle hayır ve hikmetten ibarettir.
Başka açıdan şer de içerse de. Bu ise, arızi ve cüz’i bir olgudur. Salt şer değildir. Bilakis, ağır basan hayır amaçlanarak
işlenen şer de hikmet sahibi bir fail açısından hayrın göstergesidir. Bu işi
gerçekleştirdiği mahal açısından şer olsa da.
Allah’ın
kudretinin herşeyi kapsaması
Allah’ın her şeye gücü yeter. Hiçbir şey bu genelliğin
dışında değildir. Fakat, varlığı tasavvur edilebilene “şey” adı verilir. Fakat
özü itibariyle imkânsız olan ise, aklı başında herkesin ittifak ettiği üzere
“şey” olarak
değerlendirilemez.
Zıt olan şeyleri yaratma kudreti, bunları alternatifli
olarak yaratma kudretidir. Allah, kulunu hareket eden yapmak istediği zaman,
yapar. Onu hareketsiz yapmak istediğinde de, yapar. İman, küfür ve başka
hususlar için de bu kural geçerlidir. Fakat kulun, aynı anda zıt olan iki şeyle
vasfedilmesi mümkün değildir. Hem Allah’ın muttaki velilerinden sadık
bir mü’min olması hem de Allah’ın düşmanı münafık bir
kâfir olması gibi. Bununla beraber kul da, imandan bir şube ile nifaktan bir
şubenin bulunması mümkün-dür.
Kulun bilmesi gerekir ki, Allah’ın bilgisi, kudreti, hikmeti
ve rahmeti eksiksizdir, mükemmeldir, bundan daha fazlası tasavvur edilemez.
Daha doğrusu, eksiksiz kemal tasavvur edildikçe, bu, yüce Allah açısından vacip
olur. Bazı kullar, Allah’ın bazı hikmetlerini bilirler. Allah’ın gizlediği bazı
hikmetler de onlardan gizli kalır.
Allah’ın hikmetini, rahmetini ve adaletini bilme bakımından
insanlar birbirlerinden üstün olabilirler. Kulun varlıkların hakikatine dair
ilgisi arttıkça, Allah’ın hikmetine, adaletine, rahmetine ve kudretine dair
bilgisi de artar. Bilir ki, Allah işlediği güzel ameller ve bu amellerin
sevapları itibariyle kendisine nimet bahşetmiştir. Yine bilir ki, işlediği
günahlardan dolayı başına gelen azap da Allah’ın adaletinin bir göstergesidir. Günahın kendisinden sadır olması,
Allah’ın takdirinin bir parçası olsa da, kendi nefsinin yetersizliğinin,
acizliğinin ve bunun bir sonucu olan cahilliğinin sonucudur. Kendisinde bulunan
iyilikler de Allah’ın fiilidir. Bunların varlığını Allah bahşetmiştir. Allah, nefsi
yaratmış ve ona şekil vermiştir. Ona günahını da takvasını da ilham etmiştir.
Günah ve takvanın ilham edilmiş olması, sınırsız bir hikmetin göstergesidir.
Şayet Adem oğullarının öncekileri ve sonrakileri içindeki bütün aklı başındaki
kimseler, bundan daha mükemmel bir hikmet bulmak için
toplansalar, bulamazlar.
Soru:
Maktul eceliyle mi ölmüştür, yoksa katil ecelini dolmadan
kesmiş midir?
Cevap:
Maktul ve diğer ölüler, ecelleri dolmadan ölmezler. Hiç
kimse de önceden belirlenmiş ecelinden sonra ölmez. Hatta diğer hayvanların ve
ağaçların da öne alınamaz ve ertelenemez ecelleri vardır. Çünkü bir şeyin
eceli, ömrünün sonudur. Bir şeyin ömrü de hayatta kalış süresidir. Buna göre,
ömür, hayatta kalış müddeti, ecel de ömrün sona ermesi demektir.
Sahihi Müslim’de ve başka kaynaklarda peygamber efendimizin
(s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce, mahlûkatın
kaderlerini belirlemişti. O sırada Allah’ın arşı suyun üzerindeydi.” Müslim, Kader,
16 Sahihi Buhari’de ise peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet
edilir: “Allah vardı ve Ondan önce hiçbir
şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Her şeyi zikirde yazdı. Gökleri ve yeri
yarattı.-rivayetin bir diğer versiyonunda lafız şöyledir:- sonra gökleri ve
yeri yarattı.” Buhari, Bed’ul halk, 1 Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne
geçebilirler.” Nahl, 61
Daha olmadan, Allah, olanı bilir. Bunu yazmıştır da. Şunun
karın ağrısıyla, şunun zatulcenab hastalığıyla, şunun yıkıntı altında kalarak
veya boğularak, yahut başka sebeplerle öleceğini bilir. Şunun, zehirlenerek
veya kılıçla yahut taşla ya da başka bir şeyle öldürüleceğini bilir.
Allah’ın bütün bunları bilmesi ve yazması, hatta her şeyi
dile-mesi ve her şeyi yaratması, kişilerin bunlardan dolayı övülmelerine,
yerilmelerine, sevap kazanmalarına veya cezalandırılmalarına engel değildir.
Bilakis, Allah yolunda cihad eden kimse gibi, bir insan, Allah’ın ve resulü’nün
emri uyarınca birini öldürürse, bundan dolayı sevap kazanır. Yol kesenlerin ve
saldırganların yaptığı gibi, bir kimse de Allah ve resulü’nün haram ettiği
şekilde birini öldürürse, bundan dolayı cezalandırır. Kısas olayında olduğu gibi,
mübah olarak birini öldürürse, ne sevap kazanır, ne de ceza görür. Ancak bu
bağlamda iyi ya da kötü bir niyet taşımış olması başka.
İki türlü ecel vardır: Allah’ın
bildiği mutlak ecel... Şartlara
bağlı ecel.... Bununla, peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözlerinin
anlamı anlaşılmış oluyor. Buyuruyor ki: “Kim,
rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların unutulmasından
hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını gözetsin.” Buhari, Buyû,
12 Çünkü yüce Allah, meleğe şöyle emretmiştir: Ecelini yaz. Ama sıla-ı rahmi gözetirse, ona fazladan şu kadar ömür vereceğim.... Melek, ömrün uzatılıp uzatıl-mayacağını bilmez. Fakat Allah, işin nereye varacağını bilir.
Bu sonuç da gerçekleştiği zaman, ecel ne bir saat ileriye alınır, ne de bir
saat ertelenir.
Allah’ın hükmü iki
türlüdür: Yaratma ve Emretme.
Birincisinin kapsamına, takdir ettiği musibetler girer.
İkincisinin kapsamına, emir ve yasakları girer. Kul, her iki
durumda da sabretmekle yükümlüdür. Dolayısıyla yapması emredi-len şeyi yapmak
ve yasaklanan şeyi de terk etmek hususunda sabretmesi gerekir. Aynı şekilde
Allah’ın takdir ettiklerine sabretmesi de lazım gelir.
İnsanlar dört kısma ayrılırlar
1) Kendisi için değil, rabbi için buğzedenler. 2) Rabbi için
değil, kendisi için buğzedenler. 3) Her ikisi için de buğzedenler. 4) Her ikisi
için de buğzetmeyenler...
Kadere tanıklık etmek
hususunda da dört kısma ayrılırlar.
1) İyiliğin Allah’ın fiili, kötülüğünse kendisinin fiili
olduğuna inananlar. 2) İyiliğin kendi fiili, kötülüğünse Allah’ın fiili
olduğuna inananlar. 3) Her ikisinin de Allah’ın fiili olduğunu düşünenler. 4)
Her ikisinin de kendi fiili olduğunu düşünenler...
İşte Rububiyeti müşahede etme hususunda insanlar bu dört
gruba ayrılırlar. Bu, insanların Allah ve kendileriyle ilgili olarak
takındıkları tavırların odaklandığı taksimdir. Ayrıca Allah ve kendileriyle de
bu şekilde gruplanırlar. Salt olan taksim ise, Allah ile Allah için amel
etmektir. Kendisiyle kendisi için değil.
Saidler ve Şakiler
Soru: Sırf mutluluğa özgü kılınmış veya sırf mutsuzluğa özgü
kılınmış topluluk yahut mutsuz olmayacak mutlu ya da mutlu olmayacak mutlu var
mıdır? Şayet bizden önce amellerin varlığı söz konusuysa, o zaman amel etme
hususunda nefsi yormanın ve onu lezzetlerden alıkoymanın ne anlamı var? Değil
mi ki ezelde yazılan şey kaçınılmaz olarak gerçekleşecek?
Bu Meseleye Resulullah’ın Cevabı
Cevap: Allah Resulu (s.a.v.) birden çok hadiste bu soruya
cevap vermiş.
Müslim sahihinde Züheyr’den, Ebu Zübeyr’den ve Cabir b.
Abdullah’tan şöyle rivayet eder: Süraka b. Malik b. Cü’süm geldi ve dedi ki: “Ya Resulallah! Sanki şu anda yaratılmışız
gibi bize dinimizi açıkla. Bu gün ne için amel edilir? Kalemlerin
mürekkep-lerinin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için mi? Buyurdu
ki: “Bilakis; kalemlerin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için.” Dedi ki: Şu halde neden amel etmeyelim ki?
Züheyr şöyle der: Burada Ebu Zübeyr anlamadığım bir şey söyledi. Ne dediğini
sordum. Dedi ki: Amel edin, çünkü herkese kolaylaştırılır.” Müslim, Kader,
8
Buhari ve Müslim’de Ali’den (r) şöyle rivayet edilir: “Bir
gün Resulullah (s.a.v.) elinde bir değnek yeri eşeliyordu. Bir ara başını
kaldırdı ve şöyle dedi: Sizden hiç kimse
yoktur ki cennetteki ve cehennemdeki menzili şu anda biliniyor olmasın.” Dediler ki: “Ya Resulallah! O halde ne diye
amel ediyoruz? Tevekkül etsek daha iyi olmaz mı? Buyurdu ki: Hayır; amel edin!
Çünkü herkese, yaratıldığı akıbete uygun ameller kolaylaştırılır.” Ardından
şu ayetleri okudu: “Fakat kim verir ve
korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için
başarılı kılacağız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel
olanı da yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını)
kolaylaştıracağız.” Leyl, 5-10 Buhari, Kader,
4
Peygamber
efendimiz (s.a.v.) bu ve benzeri hadislerde, Kur’an’ın da haber verdiği gibi,
yüce Allah’ın, kulların varacakları mutluluk ve mutsuzluğu önceden bildiğini,
yazdığını ve takdir ettiğini haber veriyor. Kulların ve başka varlıkların
hallerini önceden bilip yazdığı gibi. Nitekim Buhari ve Müslim’de Abdullah b.
Mesud’dan şöyle rivayet edilir: Doğru sözlü ve sözleri her zaman
doğrulanan Resulullah (s.a.v.) şöyle anlattı: “Sizden her birinizin ana rahmindeki yaratılışının ilk kırk günü nütfe
şeklinde geçer. Sonraki kırk günde bir kan pıhtısı olur. Ondan sonraki kırk
günde bir çiğnem et olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle ona gönderir.
Melek onun amelini,
ecelini, rızkını, mutsuz veya mutlu oluşunu yazar. Sonra onun içine ruh üfler.
Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, içinizden biri sürekli
olarak cennet ehlinin amelini işler, nihayet onunla cennet arasında bir zira
kadar mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam
ateş ehlinin amelini işleyerek ateşe girer. Yine içinizden biri sürekli olarak
ateş ehlinin amelini işler, nihayet onunla ateş arasında bir zira kadar bir
mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam cennet
ehlinin amelini işleyerek cennete girer.” Buhari, Bed’ul halk, 6
Yüce
Allah’ın varlıkları ve türlerini yaratmadan önce onları bildiğine, yazdığına,
hükmettiğine ve takdir ettiğine dair nasslar ve rivayetler oldukça fazladır.
Resulullah efendimiz (s.a.v.) bunun, mutluluk ve mutsuzluğa
yol açan amellerin varlığına engel olmadığını, mutluluk ehli olana mutluluk
ehlinin amelinin kolaylaştırıldığını açıklamış, kişinin nasıl olsa önceden
yazılmış bir kader vardır diye amel etmeyi terk etmesini yasaklamıştır. Bu
yüzden önceden yazılmış kadere güvenerek emredilen amelleri terk edenler, amel
olarak en büyük hüsrana uğrayan, emekleri dünya ve ahirette boşa giden kimselerdir. Dolayısıyla yapmakla yükümlü
oldukları amelleri terk edişleri, kendileri için takdir edilip de kendilerine
kolaylaştırılan mutsuzluk ehlinin amelleri arasında yer alır. Çünkü mutluluk
ehli olanlar, emredilenleri yapıp yasaklananlardan kaçınan kimselerdir. Bu
bakımdan, kadere yaslanarak kendisine emredilen vacip amelleri terk edip,
yasaklanan amelleri işleyen kimse, kendilerine mutsuzluk ehlinin amelleri
kolaylaştırılan mutsuzlardan biridir.
Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu son derece doğru ve
isabetli cevabı, Tirmizi kanalıyla rivayet edilen bir diğer hadiste yer alan şu
cevabına benziyor: Denildi ki: “Ya
Resulallah! İlaçlarla tedavi olalım mı? Ayet ve dua ile hastalıktan korunalım
mı? Hastalık korkusuyla önceden tedbir alalım mı? Bunlar, Allah’ın takdir
ettiği bir şeyi engeller mi? Buyurdu ki: Bunlar da Allah’ın takdirleridir.”
Tirmizi, Tıp, 21
Çünkü yüce Allah,
varlıkların bütün durumlarını ve mahiyetlerini bilir, buna göre yazar. Allah,
bir şeyin amel veya başka sebepler aracılığıyla olacağını bilip yazdığında ve
bunu takdir ettiğinde, bu gibi şeylerin, Allah’ın sebep kıldığı şeyler olmadan
olabileceklerini düşünmek caiz değildir. Bu durum, bütün hadiseler için
geçerlidir.
Bir örnek verecek olursak: Allah, şu erkek ve kadının bir
çocuğunun olacağını bilip yazdığı zaman ve Allah bunun gerçekleşmesini kadınla
erkeğin birleşmelerine, çocuğun oluşumunu sağlayan meninin ana rahmine akmasına
bağlı kıldığı vakit, artık Allah’ın, çocuğun varlığını bağlı kıldığı sebep
olmaksızın çocuğun var olabilmesi caiz değildir. Çocuğun olmasının sebepleri,
alışıla gelen (normal) ve alışık olunmayan (normal ötesi) olmak üzere iki kısma
ayrılırlar.
Normal sebepler: Ademoğullarının bir anne ve bir babadan dünyaya gelmeleri.
Normal ötesi sebepler: Bir insanın sadece bir
anneden dünyaya gelmesi, İsa (a.s.) gibi. Ya da sadece bir babadan dünyaya
gelmesi, Havva gibi. Yahut anasız ve babasız dünyaya gelmesi,
insanlığın atası Adem’in çamurdan yaratılması gibi.
Allah bütün sebepleri
önceden bilmiş ve yazmıştır. Onları takdir etmiş, hükme bağlamıştır. Bunların
sonuçlarla irtibatlarını da önceden belirlemiştir. Bitkilerin yaratılmasına
aracı olan yağmurun yağması gibi sebepler de bu kapsama girer. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:”Ve Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki
toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında...”
Bakara, 164 “Orada suyu indirir ve
onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.” Araf, 57 “Ve her canlı şeyi sudan yarattık.” Enbiya, 30 Bunun gibi daha birçok ayeti örnek
gösterebiliriz. Şu halde bunların tümü önceden
takdir edilmiş ve bilinen şeylerdir. Oluşlarından önce hükme bağlanıp
yazılmışlardır.
Soru:
Yüce yaratıcı saptırır mı hidayete mi erdirir?
Cevap:
Varlık aleminde olan her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Her şeyi
dilemesi ve kudretiyle yarattı. O’nun istediği olur, istemediği de olmaz. Veren
de O’dur, vermeyen de. Alçaltan da O’dur, yükselten de. Üstün kılan da O’dur,
alçaltan da. Zengin eden de O’dur, fakir eden de. Kimini saptırır, kimini de
doğru yola iletir. Kimini mutlu eder, kimini bedbaht. Mülkü dilediğine verir,
dilediğinden de çekip alır. Dilediği kimsenin göğsünü islâma açar, dilediği
kimselerinde göğsünü göğe yükseliyormuş gibi sıkıştırır. O, kalpleri çekip
çevirendir. Bütün kulların kalpleri Rahman’ın iki parmağının arasındadir.
Bunlardan dilediğini dosdoğru tutar, dilediğini de kaydırır. Mü’minlere imanı sevdiren, onu kalplerine süslü gösteren, onların
küfürden, fısktan ve günahtan tiksinmelerini sağlayan O’dur. İşte bunlar
doğru yol üzere olanlardır.
Allah her şeyin yaratıcısı, rabbi ve sahibidir. O’nun
dilediği olur, dilemediği de olmaz. O’nun her şeye gücü yeter. Kulu, sabırsız,
aceleci, kendisine bir kötülük isabet ettiğinde feryadı basan, kendisine bir
iyilik dokunduğunda ise, başkasına vermeyen bir karakterde yaratmıştır. Bununla
beraber kul, gerçek bir faildir, bir dilemesi ve kudreti vardır. Nitekim yüce
Allah bu hususla ilgili olarak şöyle buyur-maktadır: “Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz
dileyemezsiniz.” Tekvir, 28-29
“Şüphesiz bu bir
öğüttür. Artık dileyen Rabbine doğru bir yol tutar.Sizler ancak Allah’ın
dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz.” İnsan, 29-30
“Asla! Bilsinler ki bu,
gerçekten bir ikazdır. Dileyen öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin
onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.” Müddessir, 54-56
Müsbetlikte ve menfilikte
kaderin hakkına tecavüz etmemek gerekir, örneğin, rızkı temin etmek, esbaba
tevessüle bağlı kılınmıştır, Rızık konusunda insanlar üçe ayrılırlar;
1)- Rızkı ben kazandım diyen
(kafirler)
2)- Rızkı Kabbim verdi diyen
(mü'minler.)
3)- Rızkı manevi şekilde
bulanlar (muhlisler)
Allah ile birlikte başka bir yaratıcı yoktur.
İnsanın kendi fiillerini yarattığını iddia ederek kaderi
inkar eden Kaderiyye ve biri hayır diğeri şerri yaratan iki ilaha inanan
Mecusiler'in aksine müellifin vurguladığı Allah’ın tek yaratıcı oluşu yargısı
elbetteki insanların fiillerini de kapsamaktadır. Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) geleceğe dair verdiği bilgiyle bizleri kaderin inkar edilişine dair
uyarmaktadır:
“Her ümmetin Mecusi'si vardır. Benim ümmetimin Mecusileri
ise 'Kader yoktur' diyenlerdir. Onlardan biri ölürse, cenazesine katılmayın,
hasta olursa ziyaretine gitmeyin. Onlar Deccal taifesidir. Allah’ın onları
Deccal’e ilhak ettirmesi (ona katılmış bir grup olarak değerlendirmesi)
hakkıdır.” (Ebu Davud)
Allah (azze ve celle) insanları ve fiillerini yaratığını
buyurmaktadır: “Oysa sizi de, yapmakta
olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (es-Saffat 37/96)
Allah,
insanoğlunu iyi ve kötüyü seçme hususunda serbest bırakmıştır:
"Şüphesiz Biz ona (doğru) yolu gösterdik; ister
şükreder, ister nankörlük eder." (İnsan 76/3)
Allah, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran peygamberler
göndermiş insanoğlunu sapkınlıktan kurtulmaya davet etmiştir. Neticesinde Allah
insanları fiillerinden sorumlu tutmuştur. İnsanlar fiillerinin karşılığı olarak
da, Cennet yahut Cehennem ile mükafatlandırılacaktır. İmam Buhari, bu hususta
Halk Efal’ul İbad (Kulların Fiilleri Yaratılmıştır) isimli müstakil bir eser
yazmıştır.
Cenaze
Namazında Dört Tekbir Vardır
Cenaze namazında dört tekbir söylenilmelidir. Bu; Malik ibni
Enes, Süfyan es-Sevri, Hasan ibni Salih, Ahmed ibni Hanbel ve fakihlerin
görüşüdür ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kavlidir.
Buhari ve Müslim tarafından nakledilen Hadisde Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Necaşi’nin cenaze namazında dört tekbir
getirdiği kaydedilmiştir.
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet olundu ki (o,
şöyle demiştir): "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Necaşi'nin
vefatını, Necaşi öldüğü gün bizzat haber verdi. Akabinde namaz yerine çıktı,
sahabilerini saf yaptı ve dört tekbir aldı." (Buhari; Müslim)
Herbir
Yağmur Damlası ile Gökten Yeryüzüne İnen bir Melek Vardır
Herbir yağmur damlası ile, Aziz ve Celil olan Allah’ın
kendisine emrettiği yere (yağmur tanesini) yerleştirene kadar gökten yeryüzüne
inen bir melek olduğuna iman (etmek gerekir).
İmam Taberi, bu görüşü sahih bir isnadla, tabiin döneminin
önder imamlarından Hakem ibni Uteybe (H115)’den nakleder. (Taberi, Tefsir,
14/19) Ebu’ş Şeyh (Azamet, 761) ve İbni Kesir (el-Bidaye ve’n Nihaye) ise
Tabiin döneminin bir başka önder imamı olan Hasan el-Basri’den bu görüşü hasen
isnad ile nakletmişlerdir.
Mekke
Müşriklerinin Ölüleri; Bedir Günü, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
Sözlerini İşittiler
Bedir Günü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kuru
kuyuya atılan (müşrik ölüler) ile konuştuğunda müşriklerin (ölülerinin) onun
kelamını işittiklerine iman (etmek gerekir).
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Günü,
müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerinin isimlerini birer birer zikretmiş ve
onlara hitaben "Rabbinizin size vaadettiğini hak buldunuz değil mi?"
diye sormuştur: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Günü,
müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerine şöyle seslenmiştir: "Ya Ebu
Cehil ibni Hişam! Ya Umeyye ibn'ul Halef! Ya Utbe ibni Rebia! Ya Şeybe ibni
Rabia! Rabbinizin size vaadettiğini hak buldunuz değil mi? Ben Rabbimin bana
vaadettiğini hak buldum. Ömer (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in sözünü işitmiş de: Ya Rasulullah! Nasıl işitsinler, nasıl cevap
versinler ki? Hepsi leş olmuşlar, demiş. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem): Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki: Benim söylediklerimi siz
onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Lakin onlar cevap vermeye kadir
olamazlar." (Buhari; Müslim)
Allah
Hastalık Sebebiyle Kulunun Günahlarını Siler
Bir adam hastalandığında, Allah’ın onu hastalığı sebebiyle
ödüllendireceğine iman (etmek gerekir).
Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: “Ben
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hastalığında vücudu hummanın
hararetinden şiddetle sarsıldığı sırada huzuruna vardım ve: Ya Rasulullah,
şübhesiz ki, humma hararetinden çok ıztırab çekmektesin! dedim. Ardından: Ya
Rasulullah, bu şiddetli hummanın şüphesiz iki kat ıztırabı var, elbette buna
karşılık size de iki kat ecr ve mükafat vardır diye arzettim. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem): Evet. Herhangi müslümana bir eza isabet ederse,
muhakkak ağacın yapraklarının düşmesi gibi, Allah o Müslümandan günahlarını
düşürür, buyurdu.” (Buhari; Müslim)
İsabet eden bela, eza ve hastalıkların müslümanın
günahlarına kefaret olması ve günahlarını silmesi ile alakalı alimler arasında
bazı ihtilaflar vardır.
"Müslümana isabet eden musibet sebebiyle Allah kulunun
sadece küçük günahlarını mı siler yoksa bütün günahlarını mı siler?"
şeklindeki ihtilafa dair İbni Hacer şöyle der: “(Hadisin) zahiri umumen bütün
günahlara aid olmasını ifade eder, lakin alimlerin çoğunluğu bunu küçük
günahlara has kılmışlardır.” (İbni Hacer, Feth’ul Bari, 13/14)
Bu mevzuda nakledilen çok sayıda hadisden anlaşıldığı üzere,
kişiye isabet eden musibetler günahların silinmesine vesile olduğu gibi aynı
zamanda kişinin sevap kazanmasına ve derecesinin yükselmesine de vesile olur.
Bu noktada alimler arasında bir başka ihtilaf da, "kişinin sevap kazanması
ve derecesinin yükselmesi bizzat hastalık sebebiyle midir yoksa hastalığa
tutulan şahsın buna sabretmesi sebebiyle midir?" şeklinde cereyan
etmiştir. Kurtubi, İzz ed-Din ibni Abd’us Selam, Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye,
Hafız ibni Kayyım ve onlarla aynı görüşte olan alimlere göre; musibetler,
hastalıklar ve ezalar sadece işlenmiş günahlara verilen karşılıktır ki
böylelikle Allah kişinin günahlarını siler. Yani musibetler, hastalıklar ve
ezalar günahlara kefaret olur ancak kişi bundan dolayı sevap kazanmaz ve
derecesi de yükselmez zira sevap yalnız kesb yolu ile kazanılır yani insan
sevabı işlediği ameli ile kazanır, mücerred musibetin isabet etmesi ile
kazanmaz. Bu görüş Abdullah ibni Mes’ud (radiyallahu anh)’dan sahih olarak
nakledilmiştir. Diğer taraftan, Karafi, İmam Nevevi, Hafız ibni Receb
el-Hanbeli, Hafız İbni Hacer el-Askalani ve onlarla aynı görüşte olan diğer
alimlere göre; mücerred musibetin büyüklüğüne göre günahlara kefaret olur
günahlar silinir, kişi musibete karşı sabrederse kefaret daha çabuk elde edilir
ve karşılık büyür. Hafız İbni Hacer, ilgili hadisin şerhinde geniş açıklamalar
yapar. (İbni Hacer, Feth’ul Bari)
Allah
Şehidleri Ödüllendirir
Allah şehidi (Allah yolunda) ölümü sebebiyle ödüllendirir.
Çocuklar
Bu Dünyada Ağrı Hisseder
Çocukların bu dünyada kendilerine bir musibet isabet
ettiğinde ağrı hissettiklerine iman (etmek gerekir). Bekre ibni Uhti Abd’ul
Vahid “onlar ağrı hissetmez!“ demiş ve yalan söylemiştir.
Bekre ibni Uhti Abd’ul Vahid ibni Zeyd el-Basri. Ehli Zühd
ve Ehli Bidat’ın liderlerindendir. İbni Hazm onun Havaric fırkasına mensup
olduğunu söyler. Küçük günahlardan birini dahi işleyenin kafir ve müşrik
olduğunu ve Cehennem’e gideceğini söyler. Bedir Ehli'nden olup da günah
işleyenlerin kafir ve müşrik olduğunu ancak Cennet’e gireceklerini söyler.
(İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 2/60-61)
İbni Hacer, Bekre ibni Uhti Abd'ul Vahid’in talebesi
Abdullah ibni İsa’dan çocukların bu dünyada agrı hissetmeyecekleri görüşünü
nakleder. Ardından da, İbni Kuteybe’nin bu görüşü bizzat Bekre ibni Uhti Abd’ul
Vahid’den naklettiğini söyler: "Abdullah ibni İsa derki: Deliler, çocuklar
ve hayvanlar başlarına gelen hastalıklardan dolayı ağrı çekmezler, çünkü Allah
hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez. İbni Kuteybe ise bu ağrılar meselesini
Bekre’nin kendisinden nakleder." (Lisan’ul Mizan, 2/358-359)
Allah’ın
Rahmeti ile Olması Müstesna Hiç Kimse Cennet’e Giremez
Bil ki; Allah’ın rahmeti olmadan hiç kimse Cennet’e giremez.
Allah hiç kimseyi günahlarının miktarının karşılığı olmaksızın cezalandırmaz.
Eğer onların hepsini; gökyüzündekileri, yeryüzündekileri, iyi ve facir
olanlarını cezalandırırsa, onlara karşı adilce azab etmiş olur.9
Ubeyy ibni Kab (radiyallahu anh)’ın naklettiği bir hadisde
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah,
sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazip etseydi onlara
zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın
rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha
hayırlı olurdu." (Ebu Davud; İbni Mace; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, Sahih)
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Allah’ın zulme kadir olduğunu
ancak adaleti, hikmeti ve rahmeti gereği zulmü terkettiğini söylemektedir:
"Zulmü reddeden bu deliller ispatlamaktadır ki, (Allah’ın) cezasında
adalet olacak ve amel sahibi kendi amellerini azaltmamalıdır. Allah’ın
azablandırdığı kişiler hakkında dediği sözler de bunun gibidir:
"Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine
zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları
ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı." (Huud 11/101);
"Biz onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri
zalimlerdir." (ez-Zuhruf 43/76)
Katillerin cezasının günahlarının karşılığında adalet olduğu
beyan ediliyor, yoksa; onlara zulmetmedik ve hiçbir günahları olmadan onları
cezalandırdık manasını ifade etmiyor. Sünen’deki
"Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer
(küresin)in halkını tazip etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş
olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın rahmeti, onlar için kendilerinin
işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu." Hadisi de
beyan etmektedir ki; eğer azap sözkonusu olsa mutlaka onlar buna (azaba) layık
oldukları için sözkonusu olurdu yoksa hiçbir günahları olmadan (azabın)
sözkonusu olacağını göstermemektedir. Bu da göstermektedir ki, günah işlememiş
birini cezalandırmak da red olunmuş zulümdendir." (Mecmu'ul Feteva,
18/138-144)
Aziz ve Celil olan Allah’ı zalim olarak tarif etmek Caiz
değildir çünkü zalim kendisine ait olmayanı alandır oysaki mahlukat ve emir
Allah'ındır. Mahlukat O’nun yarattıklarıdır ve dünya evi O’nun evidir.
Yaptıklarından sorguya çekilmez, ama onlar (yarattıkları) sorguya çekilecektir.
“Neden?” ve “Nasıl?” diye sorulmaz. Allah ve yarattıkları arasına kimse (aracı)
giremez.
Aziz ve Celil olan Allah, kulunun duasını işitip cevap
vermektedir. Dolayısıyla kişinin herhangi birini aracı kılması manasızdır.
Üstelik Aziz ve Celil olan Allah, aracıya ihtiyaç duymadığı gibi bundan
münezzehtir. Aracılık şirki önceki toplumlarda olduğu gibi günümüz müşrik
toplumunda da çok sık rastlanılan şeylerdendir. Aziz ve Celil olan Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Kullarım sana, Beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok
yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde
(kullarım da) Benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu
bulalar." (el-Bakara 2/186)
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hadis’ini Kabul Etmeyenin İslam’ından Şüphe
Et!
Bir adamın Asarı (nakilleri/hadisleri) ta'n ettiği
(eleştirdiği)ni; kabul etmediğini yahut Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellemin haberlerini inkar ettiğini işitirsen, onun İslam’ından şüphe et zira o
kötü bir söz ve mezhep (yol, görüş) sahibidir. O (böylelikle) şüphesiz,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme ve ashabına ta'n ediyor. Biz Allah’ı ve
Rasulü'nü, Kur’an’ı ve dünya ve ahiretdeki hayrı ve şerri yalnızca Asarlar ile
biliyoruz.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu tehlikeye karşı
ümmetini uyarmıştır:
"Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken,
kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde:
Biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabı'nda ne bulduksa ona tabi oluruz, diyen
biri olarak görmeyeyim." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace);
"Dikkat edin! Bana Kitap, bir de Vahy-i Gayri Metluv
(onun kadarı) verilmiştir. Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir
kişi: Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin Helal olduğunu görürseniz
onu Helal sayın ve neyin de Haram olduğunu görürseniz onu Haram sayın,
diyecektir." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned);
"Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir
kimseye benim Hadisim ulaşır. O da der ki: Bizimle sizin aranızda Allah'ın
Kitabı bulunmaktadır. Onda neyin Helal olduğunu görürsek onu Helal sayarız.
Neyin de Haram olduğunu görürsek onu Haram sayarız. Dikkat edin. Allah'ın
Rasulu'nün Haram kıldığı, Allah'ın Haram kıldığı gibidir." (Tirmizi;
Darimi)
Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) şöyle
demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dışında herkesin görüşü
alınır yahut terkedilir." (Subki, Feteva, 1/148) İmam Malik, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabrini göstererek: “Bu kabir sahibinin
dışında, herkes söylediklerinden tenkide tabi tutulur, demiş ve Allah
Rasulü’nün kabrine işaret etmiştir. (İbni Abd’il Berr, Cami’ul Beyan’il İlm ve
Fadlihi, 1/91: el-İhkam fi Usul’il Ahkam, 1/45) Ebu Davud şöyle der: “Ahmed’i
şöyle söylerken işittim; Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dışında herkesin
görüşü alınır veya terkedilir.” (Ebu Davud, Mesail İmam Ahmed, 276)
İmam Ahmed yine şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in Hadisini inkar eden helakın eşiğindedir!..” (Tabakat’ul Hanebila,
2/15; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 1/97)
Kur’an’ın
Açıklanması İçin Sünnet’e İhtiyaç Vardır
Sünnet’in Kur’an’a ihtiyaç duymasından çok, Kur’an Sünnet’e
ihtiyaç duyar.
Bu söz, selefden birçoklarından nakledilmiştir. Sa'id ibni
Mansur, İsa ibni Yunus, Evzai (İbni Abd’il Berr, el-Cami; Şatibi, Muvafakat),
Mekhul el-Şami’den (Hatib, el-Kifaye, 14) nakledilmiş ayrıca bunun bir benzeri
Yahya ibni Ebi Kesir’den nakledilmiştir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm
vericidir. Kur'an ise Sünnet üzerinde hüküm verici değildir." (Darimi,
es-Sünne, 1/153; İbni Şahin, Şerh Mezahib Ehl’üs Sünne, 4648; İbni Kuteybe,
Tevil'ul Muhtelif'ul Hadis, 199)
Şatibi’nin naklettiği üzere: İmam Evzai: "Kitab'ın
Sünnet’e olan ihtiyacı, Sünnet’in Kitab'a olan ihtiyacından daha çoktur."
derdi. İbni Abd’il Berr de: "O bu sözüyle; ‘Sünnet, Kitab üzerine hükmeder
ve ondan muradın ne olduğunu açıklar.’ demeyi kastetmiştir" demiştir.
(İmam Şatıbi, el-Muvafakat) İbni Kuteybe şöyle der: "İsa ibni Yunus
el-Evzai’den, o da Yahya ibni ebi Kesir'den rivayet etti ki o, şöyle demiştir:
Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir. Kur'an ise Sünnet üzerinde hüküm
verici değildir. Yani demek istiyor ki: Sünnet Kur'an'ı açıklayıcıdır. Allah'ın
Kur'an'da ne murad ettiğini (Sünnet) haber verir." (Tevil'ul Muhtelif'ul
Hadis, 199) İmam Ahmed’e Sünnet’in Kur’an üzerinde hükmetmesi meselesi
sorulduğunda dedi ki: "Böyle birşeyi söylemeye cüret edemem ancak Sünnet
Kur’an’ı tefsir eder, tarif eder ve izah eder." (Hatib el-Bağdadi,
el-Kifaye fi İlm’ir Rivaye, 15) Bunu Abd’il Berr de, Fudeyl ibni Ziyad
kanalıyla İmam Ahmed’den nakleder. (İbni Abd’il Berr, el-Cami, 191-192)
Bu husus, Allah’ın şu buyruğu ile de uyum içerisindedir:
"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve
düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik." (en-Nahl 16/44)
Allah’ın
Kaderi Hakkında Kelama Dalmak Yasaktır
Hususi olarak kader hakkında (yerme kasdı ile); kelam(a
dalmak), cedel (yapmak) ve husumet (gütmek) bütün fırkalar nezdinde yasaktır.
Zira Kader Allah’ın sırrıdır. Celil olan Rabb, enbiyanın (peygamberlerin) kader
mevzusunda (bu şekilde) konuşmalarını neyh etmiştir (yasaklamıştır). Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem kader konusunda husumeti neyh etmiştir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı ve Tabi’un bunu Kerih görmüştür. Ulema
(alimler) ve Ehli Vera da (Haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak duran kişiler)
kader üzerine cedeli Kerih görmüştür. Sana düşen; Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellemin bütün meselelerde söylediklerine teslim olmak, ikrar etmek (tasdik
etmek), iman etmek ve i'tikad etmektir, bundan başka meselelerde ise sükuttur
(susmaktır).
İsra ve
Mirac’a İnanmak
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir gece gökyüzüne
kaldırıldığı, Arş’a çıkarıldığı, Allah'ın kelamını işittiği, Cennet’e girdiği,
ateşi (Cehennemi) gördüğü, melekleri gördüğü, peygamberlerin kendisine
gösterildiği, Aziz ve Celil olan Allah ile konuştuğuna iman (etmek gerekir).
(Rasulullah) Arş’ın örtüsünü, Kursi’yi ve gökte ve yerdekilerin tümünü uyanık
vaziyette gördü. Cebrail (aleyhi selam) onu gökleri gezdirerek taşıyan Burak
üzerinde götürdü. O gece beş vakit namaz ona farz kılındı. Aynı gece Mekke’ye
geri döndü bu (olanlar) Hicret’ten önce oldu.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İsra ve Mirac vuku
bulduğunda, (Mekke’deki) Mescid-i Haram’dan, (Kudüs’deki) Mescid-i Aksa’ya ata
benzer beyaz bir Cennet bineği olan "Burak" ile gelmiştir. Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Bana Burak'ı getirdiler -bu merkepten büyük, katırdan
küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya
koyardı- ben buna binerek Beyt-i Makdis’e (Süleyman Mabedi’ne) geldim ve
Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya
bağladım." (Buhari; Müslim)
‘Burak’ ismi, bu binite renginin son derece parlak olması
sebebiyle veya hızı şimşeği andırdığı için verilmiştir. (Nevevi, Şerh'ul
Müslim, 2/210; İbn'ül Esir, en-Nihaye, 1/120) ‘Burak’ katırdan küçük, merkepten
büyük beyaz renkli çarptığında ayaklarını hızlandıran, uyluğunda iki kanadı
olan ve adımını gözünün gördüğü mesafenin biraz daha ilerisine atabilen bir
binek hayvanıdır. (İbni Sa'd, Tabakat, 1/214; Aliyy'ul Kari, Şerh'uş Şifa,
1/381) Rivayetlerde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den önceki bazı
peygamberlerin de bu binite bindiği vakidir. (İbni Hişam, es-Siret'un Nebevi,
2/397; İbni Sa'd, Tabakat, 1/150)
İsra ile alakalı nakledilen rivayetler Sahih’tir ve Buhari,
Müslim gibi çok sayıda muhaddis tarafından nakledilmiştir.
Suyuti, "el-Ayat’ul Kubra fi Şerh Kıssat’il İsra"
ismini verdiği müstakil bir eser kaleme almış ve eserinde İsra ile alakalı
rivayet edilen hadisleri derlemiştir. Suyuti “Kıtaf’ul Ezhar’il Mutesanira fi’l
Ahbar’il Mutevatira” isimli eserinde ise, İsra ve Mirac ile akalalı olarak
yirmiyedi sahabeden rivayetler bulunduğunu dolayısıyla İsra ve Mirac hakkındaki
hadislerin mutevatir olduğunu söyler.
Şehidlerin
Ruhları Yeşil Kuşların Kursağındadır!
Bil ki; şehidlerin ruhları Cenneti (serbestçe) gezip-dolaşan
ve Arş’ın altındaki kandillerde4 barınan yeşil kuşların kursağındadır.
İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şehidlerin ruhları,
Allah katında (ahirette), yeşil kuşların içlerine girerler, gündüzleyin
Cennet’te, istedikleri gibi gezerler. Sonra Arş’ın altında bulunan kandillerin
içine barınırlar.” (Müslim)
Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet
edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil
kuşların içine yerleştirdi. Onlar Cennet nehirlerinden içerler, meyvelerinden
yerler ve Arş’ın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar. Onlar
yiyecek ve içeceklerinin tadını, eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini
görünce de: Kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz
çevirmemeleri için, bizim Cennet'te rızıklandırıldığımızı onlara kim
bildirecek?, dediler. Allah Te'ala: Sizin arzunuzu onlara Ben duyururum,
buyurdu. Bunun üzerine bu ayetler indi:
“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis onlar
Rabb’leri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle
sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere,
kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek
isterler.” (Al-i İmran 3/169-170).” (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace)
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet
olunduğuna göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Uhud'da, arkadaşlarınız vurulduğu zaman, Allah onların ruhlarını yeşil
kuşların içine koydu. Cennet gündüzlerinde, gelir. Cennet meyvelerinden yerler.
Sonra Arş’ın altında asılı olan altın kandillerin içinde barınırlar.” (Ebu
Davud; Ahmed; Hakim; Beyheki)
Sa'id ibni Mansur, İbni Abbas (radiyallahu anhuma
ecmain)’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: “Şehidlerin ruhları, yeşil
kuşların içine girerler. Cennet ağaçları içinde uçuşurlar, meyvesinden yerler.”
Baki ibni Muhalled, Ebu Sa'id el-Hudri (radiyallahu anh)’dan
rivayet ettiğine göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: “Şehidler, sabah gelir, akşam giderler. Sonra Arş'a asılı
kandillerin içine barınırlar. Cenab-ı Hakk onlara: Size yaptığım ikramdan daha
üstün bir ikram biliyor musunuz? der. Onlar ise şöyle derler: Hayır, fakat
ruhlarımızın cesedlerimize iade etmeni isteriz ki, bir daha savaşıp Sen'in
yolunda şehid düşelim.”
Hennad ibni Sirri, “Zühd” kitabında ve İbni Mende, Ebu Sa'id
el-Hudri (radiyallahu anh)’dan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Şehidlerin ruhları, yeşil kuşlar
içinde, Cennet bahçelerinde gezinirler. Sonra Arş'a asılı kandillerin içinde
barınırlar. Sonra Allah ile onlar arasında yukardaki konuşma geçer.”
Ebu Şeyh, Enes (radiyallahu anh)’dan, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah şehitlerin
ruhlarını Arş'a asılı kandiller içinde barınan, ak kuşların cevfinde diriltir.”
İbni Mende, Sa'id ibni Süveyd'den rivayet ettiğine göre, o
ibni Şihab'dan mü’minlerin ruhlarının nerede barındıklarını sormuş. İbni Şihap
demiş (ki): “Bana ulaştı ki, şehidlerin ruhları, Arş’da uçuşan yeşil kuşlar
gibidirler. Gelir sonra, Cennet bahçelerine giderler. Her gün Cenab-ı Hakk
Sübhanehu ve Teala'ya gelir, ona selam verirler.”
İbni Ebi Hatim, İbni Mes'ud (radiyallahu anh)’dan rivayet
ettiğine göre, şöyle demiştir: “Şehidlerin ruhları Arş’ın altında kandiller
içinde yeşil kuşların cevfindedirler. İstedikleri gibi Cennet'te gezerler.
Sonra kandillerine dönerler. (...) Mü’min çocuklarının ruhları ise serçelerin
içine girerler. Cennet’de istedikleri gibi gezerler.”
Ebu Derda (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre, ona
şehidlerin ruhları sorulduğunda şöyle karşılık vermiştir: “Onlar yeşil
kuşlardır. Arş’a asılı kandiller içindedirler. Cennet bahçelerinde istedikleri
gibi gezerler.”
Tirmizi'nin rivayeti ise, şöyledir: “Şehidlerin ruhları,
Cennet meyvesi veya Cennet ağacı yiyen yeşil kuşlar içindedirler.”
Suyuti derki: “Şehidlerin ve ruhları Cennet’de olan diğer
mü’minlerin hayatları arasında iki yönden fark vardır:
Biri: Şehidlerin ruhları için, kuş şeklinde cesetler
yaratılır, kursağına yerleşirler ki, o kuşun organlarıyla soyut ruhtan daha
fazla ve daha mükemmel nimetlensinler. Çünkü şehidler, cesedlerini Allah
yolunda feda etmişler. Buna mukabil Berzah’ta onlara bu cesedler verilmiştir.
İkinci fark: Şehidler Cennet’ten rızıklanırlar. Halbuki
diğer ölüler hakkında böyle kesin bir ifade yoktur. (...) Ala kulli hal,
yemekte, nimet ve istifadede de şehitler derecesinde değiller. Allah gaybı daha
iyi bilir.” (Şerh’us Sudur, 343)
İbni Kayyım, “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde ruhların
Kıyamet’e kadar nerede kalacağı mevzusunu işlemiş orada şehidlerin ruhlarının
nerede olacağına temas etmiş ve bu konuda nakledilen hadisler ile selefin ve
alimlerin görüşlerini delilleri ve mukayesi ile birlikte zikretmiştir.
Suyuti de, “Tezkiret’ul Kurtubi”nin şerh ve genişletilmiş
hali olan “Şerh’us Sudur” isimli eserinde “Ruhlar’ın Makarrı ve Berzah Alemi”
mevzusuna dair uzunca bir bölüm ayırmış ve orada şehidlerin ruhlarının yeşil
kuşların cevfinde olduğuna dair hadisleri derlemiştir.
Mü’minlerin ruhları Arş’ın altındadır.
Ka'b ibni Malik (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine
göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mü'min kulun ruhu ile alakalı
olarak şöyle buyurmuştur: “Mü'minin ruhu Cennet ağacına konan, ondan yiyen bir
kuştur. Sonra Kıyamet Günü’nde, Allah onu cesedine iade eder.” (Tirmizi; Nesai;
Ahmed, Müsned; Malik, Muvatta)
İbni Mende, Ümmü Kebşe Binta Ma'rur'dan rivayet ettiğine
göre şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza girdi.
Biz ondan mü’minlerin ruhlarını sorduk. Öyle anlattı ki, evdekileri ağlattı.
Buyurdu ki: “Mü’minlerin ruhları, yeşil kuşlar içindedirler. Cennet’de
gezerler. Meyvelerinden yer, suyundan içerler. Arş’a asılı altın kandiller
içine barınırlar. Ya Rabbi kardeşlerimizi de bize kavuştur. Bize va'd ettiğini
ver! derler.”
İbni Kayyım, “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde ruhların Kıyamet’e
kadar nerede kalacağı mevzusunu işlemiş ve bu konuda nakledilen hadisler ile
selefin ve alimlerin görüşlerini delilleri ve mukayesi ile birlikte
zikretmiştir.
Suyuti de, “Tezkiret’ul Kurtubi”nin şerh ve genişletilmiş
hali olan “Şerh’us Sudur” isimli eserinde “Ruhlar’ın Makarrı ve Berzah Alemi”
mevzusuna dair uzunca bir bölüm ayırmış ve orada mü’minlerin ruhlarının
Cennet’de gezinmeleri ile alakalı hadisleri derlemiştir.
Kafirlerin ve facirlerin ruhları Siccin’de
Barahut Kuyusu’ndadır.
Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet
olunduğuna göre: “Kafirlerin ruhları Hadramevt’de bulunan Berhut
Kuyusu’ndadır.”
Dilbilginlerine göre; Berhut, Yemen’de Hadramevt bölgesinde
bulunan bir kuyunun adıdır. (el-Hamevi, Mucem'ul Buldan, 1/405; Feth’ul Kadir,
2/506)
İbni Kayyım “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde (145-147), İbni
Receb el-Hanbeli ise “Ahval’ul Kubur” isimli eserinde (255-263) bu görüşün
yanlış olduğunu belirtmektedirler. Kur’an ve Sünnet’in ilettiği doğru görüş
kafirlerin ruhlarının yerin yedi kat altında Siccin’de olduklarıdır Allahu
a’lem. Bu görüş aynı zamanda müfessirlerin imamı Taberi tarafından da tercih
edilen görüştür. (Taberi, Tefsir, 30/94)
İbni Kayyım “Bir kısmı da: Mü'minlerin ruhları Zemzem
Kuyusu'ndadır. Kafirlerin ruhları ise (Hadramevt'te bulunan) Berhut
kuyusundadır, demektedir.” dedikten sonra ilerleyen sayfalarda içeriğini bu
konuya ayırdığı bir fasıl açmış ve şunları söylemiştir:
“Mü'minlerin ruhları, büyük bir havuzdadır. Kafirlerin
ruhları ise Hadramevt'te bulunan Berhut Kuyusu’ndadır. Ebu Muhammed ibni Hazm
der ki: "Bu, Rafizilerin görüşüdür!.." Ancak bu İbni Hazm'ın dediği
gibi değildir. Ehl-i Sünnet’ten de aynı görüşte olanlar vardır.
Ebu Abdullah ibni Mendeh der ki: "Sahabe ve Tabiinden
rivayet edildiğine göre onlar, mü'minlerin ruhlarının büyük bir havuzda
olduğunu belirtmişlerdir." Bu bilgileri verdikten sonra, Ebu Abdullah ibni
Mendeh anlatır: Bize Muhammed ibni Yunus, o da Ahmed ibni Asım'dan, o da Ebu
Davud Süleyman ibni Davud'dan, o da Hemmam'dan, o da Katade'den, o da bir
adamdan, o da Sa'id ibni Müseyyeb'den, o da Abdullah ibni Amr (radiyallahu
anhuma ecmain)’den şöyle dediğini nakleder: "Mü'minlerin ruhları büyük bir
havuzda toplanır. Kafirlerin ruhları ise Hadramevt'te Berhut denilen tuzlu,
çorak bir arazidedir."
Hammad ibni Seleme, Abd’ul Celil ibni Atiyye'den, o da Sehr
ibni Huşeb'den naklettiğine göre Ka'b, Abdullah ibn Amr (radiyallahu anhuma
ecmain)’i insanlar etrafında toplanmış, ona soru sorarlarken görür. Soru
soranlardan birine yaklaşarak: "Abdullah ibn Amr’a mü'minlerin ve
kafirlerin ruhlarının nerede olduğunu sor!" der. Adam da bunu kabul
edince, Abdullah ibn Amr'a sorar. Abdullah ibn Amr (radiyallahu anhuma ecmain)
der ki: "Mü'minlerin ruhu büyük bir havuzdadır. Kafirlerin ruhu ise
Berhut'tadır. (Berhut, Hadramevtte kafir ruhların içerisinde toplandığı bir
kuyudur.)
İbni Mendeh der ki: "Bu hadisi Ebu Davud ve diğerleri
Abdullah ibni Celil’den rivayet etmişlerdir. Sonra, Süfyan'ın Ferat
el-Kazzaz'dan, o da Ebu Tufeyl'den, o da Ali (radiyallahu anh)'dan rivayet
ettiği hadistir. Ali (radiyallahu anh) der ki: "Yeryüzünde en hayırlı kuyu
Zemzem Kuyusu’dur. En şerli kuyu ise Hadramevt'te bulunan Berhut Kuyusu’dur.
Yeryüzünün en hayırlı vadisi, Mekke Vadisi ve Adem (aleyhi selam)'ın yeryüzüne
indiği Hind Vadisi’dir. Yeryüzünün en şerli vadisi ise Hadramevt'te kafir
ruhların bulunduğu Ahkaf (rüzgarın oluşturduğu kum tepe) Vadisi’dir."
Yine İbni Mendeh: Hammad ibni Seleme Ali ibni Yezid'den, o
da Yusuf ibni Mihran'dan, o da İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) yoluyla,
Ali (radiyallahu anh)'dan şöyle dediğim nakleder: "Yeryüzünün en kötü yeri
Hadramevt'teki içerisinde kafirlerin ruhları bulunan, gündüzleri bile, üzerine
atılmış zehirden dolayı kanayan yaradan çıkan kan gibi simsiyah suyu bulunan
Berhut denen bir Kuyu’dur."
İsmail ibni İshak el-Kadi de Ali ibni Abdullah'tan, o da
Süfyan'dan, o da Eban ibni Tağlib'den şöyle dediğini nakleder: Adamın biri
geldi ve: "Bir gece bu bölgede Berhut Vadisi’nde kaldım. İnsanların
korkunç çığlıklar attığını ve: "ey Devme! ey Devme!" diye
bağırdıklarını duydum. Eban derki: Ehli Kitab’dan biri bana, Devme'nin
kafirlerin ruhlarıyla görevli melek olduğunu söyledi.
Süfyan de ki: "Bunu Hadramevt sakinlerine anlattık.
Bize dediler ki: Hiç kimse orada geceleyemez."
Bu görüşle ilgili bildiğim şeyler bunlardan ibarettir.
Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain), genişliğine, güzelliğine
benzeterek ruhların kalacağı yeri Cabiye'ye, yani büyük bir havuza benzetiyorsa
bu yorum uzak değildir. Yok bundan bilfiil diğer yerler dışında sadece büyük
havuzu kastediyorsa biz bunu bilemeyiz. Zaman bunu bize gösterir. Bu bilgiyi
Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’in Ehli Kitab'dan birinden almış
olması muhtemeldir.” (İbni Kayyım, Kitab'ur Ruh, 145-147)
Hafız İbni Receb el-Hanbeli şöyle der: "Alimlerden bir
grup kafirlerin ruhlarının Berhut Kuyusu’nda olması görüşünü tercih etmiştir.
Onların arasında ashabımızdan Kadı Ebu Ya’la da yer alır ve bunu
"el-Mutemed” isimli kitabında demektedir. Bu ise, (İmam) Ahmed’in açık
sözlerine muhaliftir; (İmam Ahmed diyor ki) kafirlerin ruhları ateştedir.
Berhut Kuyusu’nun altından Cehennem ile bir ilgisi vardır. Nasıl ki;
"Deniz’in altı Cehennem’dir” diye rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah
bilir!.” (İbni Receb, Ahval’ul Kubur ve Ahvalu Ehliha ile’n Nüşur, 196)
İbni Receb’in bu te’vili İmam el-Berbehari’nin sözleriyle de
uyum içerisindedir. Çünkü o, denizin altındaki mağma ateşi ile Cehennem’in
ateşi arasında bir ilgi kurmakta ve bu şekilde izah etmektedir. İmam
el-Berbehari de kafirlerin ruhlarının Berhut Kuyusu’nda olduğunu, Berhut
Kuyusu’nun ise Siccin’de olduğunu söyler.
Ölünün
Ruhu Bedene Dönecek ve Kabir Sorgusuna Çekilecek
Ölünün kabirde oturtulacağına, Allah’ın ölünün ruhunu
bedenine geri göndereceğine ve Münker ve Nekir (isimli sorgu melekleri) tarafından
İman ve gerek(şartları, hüküm)lerine dair sorguya çekileceğine iman (etmek
gerekir). Sonra hiçbir acı hissetmeksizin ruhu alınacak. Ölü, kendisini ziyaret
etmeye gelen ziyaretçiyi tanır. Allah’ın dilediği şekilde; mü’min’e kabirde
nimetler verilir, facire ise (kabirde) azab verilir.
Ruhu iade edilip kabirde oturtulup kabir sorgusuna
çekileceği gibi bu haldeyken "Ölü kabrine konulduktan sonra oradan ayrılıp
giden ehlinin ayak seslerini işitir.” (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Nesai; Ahmed,
Müsned)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Sahihayn'da geçtiği
üzere Bedir Günü, müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerinin isimlerini birer
birer zikretmiş ve onlara hitaben "Rabbinizin size vaadettiğini hak
buldunuz değil mi?" diye sormuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) mezarlığa gittiğinde kabir ehline selam vermiş (Müslim; Ebu Davud;
Nesai; İbni Mace; Malik, Muvatta) onlara: "Esselamu aleykum ya Ehl’ul
Kubur! Yagfirullahı lena ve lekum entum selefuna ve nahnu bi’l eser"
(Tirmizi; Ahmed, Müsned) diyerek hitab etmiştir.
İbni Abbas (radiyallahu anh)’dan nakledilen bir hadisde ise,
tanıdığı mü’min bir kişinin mezarının yanından geçerken ona selam verdiğinde,
kabirdeki onu tanır ve selamına cevap verir (Hafız İbni Abd’il Berr, İstiskar,
2/165) denilmeketdir. Bu hadisi Abdullah ibni Mübarek, İbni Abd’il Berr, Ebu’l
Abbas el-Kurtubi, Hafız Abd’ul Hak el-İşbili, Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, İbni
Kesir, Iraki, Zubeydi, Suyuti, Azımabadi ve Şevkani 'Sahih' olarak kabul
etmişlerdir. İbni Kayyım bu konuda çokça nakilde bulunmuş ve şöyle demiştir:
"Ölünün ziyaretçilerini tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef
alimleri de bu konuda müttefiktirler." (Kitab'ur Ruh, 10) İbni Kesir de
bunu dile getirir. (İbni Kesir, Tefsir, 6/325)
Kabir, Berzah ve Ahiret hayatına dair eserlerde buna benzer
çok sayıda nakile yer verilmiştir. (İbni Ebi’d Dünya, el-Kubur; Kurtubi,
Tezkire; İbki Kayyım, er-Ruh; İbni Receb el-Hanbeli, Ahval’ul Kubur; Suyuti,
Şerh’us Sudur)
Bu ve bunun gibi diğer nakiller göstermektedir ki, Allah
(azze ve celle), kabir ziyareti sırasında cereyan eden bu olaylarda ölüye
işittirmektedir. Ölüyü tam olarak nasıl işittirdiğine dair açık, sağlam bir
nakil bulunmadığı için bu durum bizler için gaybi bir hal almaktadır. Nass
olmaksızın gaybi konularda görüş bildirmeden, nasıl olduğunu araştırmaksızın
Allah’a havale ederiz.
Allah’ın
Kazası ve Kaderi
Bil ki; şerr de, hayır da Allah’ın kazası ve kaderi iledir.
Allah
(celle celaluhu)’nun Musa (aleyhi selam) ile Konuştuğuna İman
Tur Günü, Musa ibni İmran (aleyhi selam) ile konuşanın Allah
olduğuna, Musa’nın Allah’ın kelamını duyduğuna, (Musa’nın) işittiği sesin
O’ndan olduğuna ve başkasından olmadığına iman (etmek gerekir). Herkim bundan
gayrısını söylerse Azim olan Allah'a küfretmiştir.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye şöyle der: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den, Sahabeler'den, Tabiin'den ve onlardan
sonraki Ehli Sünnet alimlerinden Allah’ın çağırdığında ses ile çağırdığına dair
çokca nakil vardır. Musa (aleyhi selam)’ı ses ile çağırdı ve Diriliş Günü’nde
kullarını ses ile çağıracaktır. Vahyi ses ile konuşur. Seleften bir kişinin
bile, Allah ses olmaksızın konuşur yada kelimeler olmaksızın (konuşur) dediği
rivayet edilmemiştir ne de birteki bile Allah’ın ses ile ve kelimelerle
konuştuğunu inkar etmiştir." (Mecmu'ul Feteva, 12/304-305)
Abdullah
ibni Ahmed ibni Hanbel, babasından bu mevzuda şunları nakleder:
"Babama; Allah, Musa (aleyhi selam) ile konuştuğunda
ses ile konuşmadığını söyleyen insanlar hakkında sordum. Babam (İmam Ahmed ibni
Hanbel) ise şöyle dedi: Aksine, Rabbin ses ile konuştu. Bu (konudaki) hadisleri
(bizden öncekilerden bize) nakledildiği şekilde (inkar etmeden, tevil etmeden)
naklediyoruz." (es-Sünne, 532)
Abdullah ibni Ahmed yine şunu nakleder: Ebu Ma’mer
el-Huzeli’nin şöyle dediğini işittim: "Allah’ın konuşmadığını (iddia
eden), ve de duyduğunu, gördüğünü, kızdığını, memnun olduğunu (bazı sıfatları
zikrediyor) inkar eden Allah’a küfretmiştir. Bir kuyu kenarında durduğunu
görürseniz, onu kuyuya atın! İşte bu, Allah katında benim dinimdir çünkü onlar
Allah’a küfretmişlerdir." (es-Sünne, 535)
İmam Acurri derki: "Allah bize ve size merhamet etsin!
Bil ki; geçmişte ve şimdi, kalpleri hakikatten döndürülmemiş ve hakka hidayet
ettirilmiş müslümanların sözü (şudur): Kur’an Kelamullah'dır (Allah’ın Kelamı'dır).
Yaratılmamıştır zira Allah’ın ilmindendir. Allah’ın ilmi yaratılmamıştır. Allah
bundan münezzehtir. Bu Kur’an, Sünnet, sahabelerin sözleri ve alimlerin sözleri
ile ispatlanmıştır. Pis Cehmi dışında hiçkimse (bu prensibi) reddetmemiştir.
Alimlerin görüşü Cehmiyye’nin kafir olduğu yönündedir." (Acurri,
eş-Şeri’a, 75)
Her
İnsana Akıl Verilmiştir ve Kendisine Verilen Akıl Uyarınca Amel Etmelidir
Akıl, insana doğumu ile verilir. Her insana Allah’ın
dilediği kadar akıl verilir. Tıpkı gökyüzündeki zerre(lerin birbirinden farklı
oluşu) gibi insanların akılları birbirlerinden farklıdır.
"Ashabımız der ki; Bir aklın başka bir akıldan daha
kamil ve daha üstün olması mümkündür. Bunu Ebu Muhammed el-Berbehari, Ebu’l
Hasan et-Temimi ve Kadı söylemiştir. Şeyhimiz (İbni Teymiyye) dedi ki: Ebu
Muhammed (el-Berbehari) Şerh’us Sünne’de dedi ki: "Akıl, insana doğumu ile
verilir. Her insana Allah’ın dilediği kadar akıl verilir. Tıpkı gökyüzündeki
zerre(lerin birbirinden farklı oluşu) gibi insanların akılları birbirlerinden
farklıdır. Her insandan Allah’ın ona verdiği akla uygun amel etmesi talep
olunur." Şeyhimizin dedesi (Abdu’l Halim ibni Abd’us Selam) dedi ki: Ebu’l
Hattab ve İbni Akil ise bir aklın diğerinden üstün olmasının caiz olmaması
görüşüne yöneldiler. Bu ise –Kadı’nın nakletiğine binayen- Mutezile’nin ve
Eşarilerin mezhebidir. Eşariler derki: İnsanların, "filanın aklı
falanınkinden üstündür" şeklindeki sözlerine gelince bu sadece tecrübelere
aittir çünkü tecrübeler akıl olarak adlandırılabilir. Bu fasid(geçersiz)dir."
(el-Musvedde fi Usuli’l Fıkh, 560)
Her
insandan Allah’ın ona verdiği akla uygun amel etmesi talep olunur.
Allah (celle celaluhu) akli yetisi olmayan kimseleri sorumlu
tutmadığı gibi cezalandırmayacaktır da. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmuştur: "Kalem (dinen sorumlu tutulmak), üç kişiden
kaldırılmıştır: (Uykusundan) uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, akıl-baliğ
oluncaya kadar çocuktan, akli dengesi yerine gelinceye kadar deliden."
(Buhari; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai; İbni Mace; Ahmed, Müsned; Darimi; Hakim)
Akıl sonradan elde edilen birşey değildir
aksine Allah’ın verdiği bir nimettir.
Allah
Bazı Kullarını diğerlerinden daha Fazla Nimetlendirir ve bunu Tam bir Adalet
ile Yapar
Bil ki; Allah, dünyevi ve dini işlerde bazı kullarını
diğerlerinden daha üstün kılmıştır ve bu O’nun adaletindendir. (Ne, Allah
kuluna) adaletsizlik (zulm) etti ne de haksızlık etti denilmez. Herkim Allah,
mü’min ile kafiri aynı oranda nimetlendirir derse Bid'atçıdır. Aksine Allah;
mü’mini kafire, itaatkarı asiye, Masum'u Mehzul'a üstün kılmıştır ve bu O’nun
adaletindendir. Bu Allah’ın fazlıdır; dilediğine (dilediğince) verir ve
dilediğini (dilediğince) ondan mahrum eder.
Masum; korunmuş, müdafa olunmuş manasında kullanılmaktadır.
Mehzul; çaresiz, terkolunmuş manasında kullanılmaktadır.
Müslümanlardan
Samimi Nasihatı Gizleyen kimse Onlara İhanet etmiştir
Birr (iyi, takvalı) olsun facir olsun hiçbir müslümandan,
dini meselelerde samimi nasihatı gizlemek Helal değildir. Gizleyen kişi
müslümanlara karşı hıyanet etmiştir. Müslümana hıyanet eden dine de hıyanet
etmiş olur. Dine hıyanet eden de, Allah’a, O’nun Rasulü'ne ve mü’minlere
hıyanet etmiş olur.
"Nasihat", Arap dilinin en kapsamlı kelimelerinden
biridir. Bazı dil bilimciler, Arapçada nasihat ile felah kelimeleri kadar dünya
ve ahiret hayırlarını bünyesinde toplayan kelime olmadığını söylerler. Arap
dilinde nasihat halislik, temizlik ve samimilik ifade eder. Nasihat sözünün
manalarından biri hayır dilemektir ve bu hayır samimi ve halis olmalıdır. Aynı
zamanda, öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden
nehyetmek, bir işi sadece Allah rızası için yapmak manalarında da kullanılır.
Netice itibariyle nasihat; ihlas, samimiyet, sadakat ve itaat manalarını
içermektedir.
Müslümana düşen Allah’a, Kitabına, Rasulüne, mü’minlerin
yöneticilerine ve tüm müslamanlara karşı halis ve samimi olmaktır. Temim
ed-Dari (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Din nasihattır! Biz kendisine: Kimin için
nasihattır? dedik. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Allah’a,
Kitabı'na, Rasulü'ne, mü’minlerin yöneticilerine ve tüm müslamanlara
(nasihattır) buyurdu." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai)
Allah,
İşitir, Görür ve Bilir
Allah
işitir, görür, işitir ve bilir. Her iki eli de açıktır.
Allah’ın sıfatlarıyla alakalı olarak özet olarak söylenecek
şudur:
Allah’ın ve Rasulü’nün tasdik ettiği sıfatları bizler de
tasdik ederiz. Sıfatın taşıdığı manaya iman ederiz. Yine iman ederiz ki bu
sıfatın taşıdığı mana herhangi bir mahlukun taşıdığı sıfatın manasından
farklıdır. Son olarak; bu sıfatın keyfiyyetini, nasıllığını ancak Allah bilir
der ve Allah’a havale ederiz.
Allah yaratmadan
önce, yaratdıklarının asi olacaklarını bilirdi. Allah’ın ilmi onların hepsine
nüfuz eder. Allah’ın onlar hakkındaki ilmi, onları İslam'a hidayet etmesine
mani olmadı. Allah onları keremi, cömertliği ve lütfu ile nimetlendirdi, hamd
O’nadır.
Kişi
Öldüğünde Üç Şeyden Biri İle Müjdelenir
Bil ki; biri öldüğünde ona verilen müjde üç çeşiddir:
Denilir ki, "Ey Allah’ın sevimli kulu, müjdeler olsun sana Allah’ın rızası
ve Cennet’i!.." Yada denilir ki: "Ey Allah’ın düşmanı, müjdeler olsun
sana Allah’ın gazabı ve ateşi (Cehennemi)!.." Yada denilir ki: "Ey Allah’ın
kulu, müjdeler olsun sana İslam’dan dolayı Cennet!.." Bu İbni Abbas
(radiyallahu anhuma ecmain)’in sözüdür.
Diğer bir nüshada ise "İslam" sözü yerine
"intikam" yazılıdır. Bu şekilde yazıldığında şöyle olur: "Ey
Allah’ın kulu, müjdeler olsun sana intikamdan sonra Cennet!.." Burada
"intikam" teriminin manası kişinin günahlarına göre Cehennem’de azap
çektikten sonra Cennet’e dahil olmasıdır Allahu A'lem!..
Ruyetullah’ı
İnkar Küfürdür
Bil ki; Allah Te'ala’yı Cennet’te ilk görecek olanlar
körlerdir İbni Kesir, Tefsir, 2/531-538; el-İşbili, el-Akidetu fi Zikr’il Mevt,
118 sonra erkekler daha sonra kadınlar. Kendi gözleri ile (Allah’ı)
göreceklerdir tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği gibi:
"Şüphesiz ki sizler, bu ayı (ondördünde dolunay)
gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz ve O’nu görmekte, sıkıntı
çekmeyeceksiniz." Buhari; Müslim; Ebu Davud; Abdullah ibni İmam Ahmed,
es-Sünne, 4 de rivayet etmiştir.
Buna
iman etmek Vacib, bunu inkar ise küfürdür.
Kelam; İnançsızlığa,
Şüpheciliğe, Bidatçılığa, Sapkınlığa ve Kafakarışıklığına Yolaçar
Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- dinde; zındıklık, küfür,
şek (şüphe), bid'at, dalalet ve şaşkınlık kelam (ilmi) ve: kelam, cedel,
münakaşa ve husumet ehli dışında bir sebepten zuhur etmemiştir. Allah:
"Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası
mücadele etmez." (Ğafir/Mü'min 40/4) buyurmasına karşın insanın münakaşa,
husumet ve cedele cüret etmesi ne kadar da acayib(şaşılası birşey)dir. Sana
düşen, Asarlara (nakillere) ve Asar (Hadis) Ehli'ne teslim olmak ve onlardan razı
olmak, (kelamdan) kaçınmak ve (ilmin olmayan konularda) sükut etmektir.
Allah,
Cezayı Hakeden Kullarını Cehennem’in İçinde Cezalandıracaktır, Cehmiyye’nin
İnandığı Gibi Cehennem’in Yanında Değil
Allah’ın (cezayı hakeden) kullarını ateşin (Cehennem’in) içinde
kelepçelerle, köstekler ve zincirlerle cezalandıracağına iman (etmek gerekir).
Ateş (Cehennem) onların içlerinde, üstlerinde ve altlarında olacaktır. Halbuki
Cehmiyye, onlardan Hişam el-Futi, Allah’ı(n) ve Rasulünü(n sözünü) inkar
ederek, der ki: “(Şüphesiz), Allah onlara ateşin (Cehennem’in) yanında azab
edecek!..”
Ebu Abdullah Hişam ibni Amr el-Futi (H228), Basra’lı olup,
köken bakımından Şeybani’dir. Mutezili önderlerinden ve davetçilerindendir.
Mutezile içerisinde kendi tabiilerine Hişami, ekolüne ise Hişamiyye denmiştir.
Bağdadi bu fırkayı şu sözlerle takdim etmiştir: "Onun kader konusundaki
sapıklıklarını, birtakım saçmalıklarını takib eder."
Meşhur Mutezili alimi(!) Ebu’l Huzeyl’in talebesi ve
dostlarındandır. Şeyhleri arasında Nazzam ve Muammer ibni Abbad da
bulunmaktadır. En meşhur talebesi Abbad ibni Süleyman es-Saymeri’dir. Abbasiler
zamanında, Halife Me’mun döneminde yaşamıştır. Cenazesini Hanefilerden ve Mihne
döneminin meşhur Mutezili başkadısı Ahmed ibni Ebi Duad’ın kıldırdığı kaydedilmektedir.
Kendisine ait herhangibir eser ulaşmadığı için, görüşleri mezhepler tarihi
alanındaki eserler aracılığıyla bizlere ulaşmıştır.
"Allah’ın Cehennem’in yanında, ateşin bizzat kendisi
dışında birşey ile azab edeceği" görüşü gibi birçok batıl görüş sahibiydi.
Allah’ı "Vekil" ismiyle çağırmayı yasaklamak amacıyla
"Hasbunallahu ve Ni’me’l Vekil (Allah bize yeter, O ne güzel
vekildir)!" demeyi Haram kılmıştı. Allah’ın insanlara hidayet verdiğini
yahut azdırdığını inkar ediyordu. Onun saçmalıklarınan biri de Osman
(radiyallahu anh)’ın asilerce evinin muhasara altına alındığını zorla ve
zorbaca öldürüldüğünü inkar etmesiydi. O, küçük bir topluluğun, muhasara olayı
olmaksızın, onu gaflete düşürerek öldürdüklerini iddia ediyordu. Cennet ve
Cehennem’in henüz yaratılmadığını iddia ediyordu. el-Futi, mezhebine karşı
olanların, doğrudan veya hile ile öldürülmesinde, kafir saydıkları için
mallarının zorla alınması ve çalınmasında bir sakınca görmemiş, onların
canlarını ve mallarını Helal saymıştır.
Bağdadi el-Futi’nin saçmalıklarını listeledikten sonra
sözlerini şöyle sonlandırır: "Şimdi Sünnet Ehli, bu el-Futi ve arkadaşları
için: ‘Kanları ve malları müslümanlara Helaldir ve beşte bir ganimet düşer’
deseler, birşey gerekir mi? Üstelik onlardan birini öldüren kimseye ne Kısas,
ne Diyet ve ne de Keffaret düşer. Aksine onu öldürene, Yüce Allah’ın katında
yakınlık ve yüksek mertebeler vardır; bundan dolayı da Allah’a hamd
olsun!"
Ebu Abdullah Hişam ibni Amr el-Futi ile alakalı bilgiler
aşağıdaki kaynaklardan derlenmiştir:
İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 6/195; İbni Hazm, Kitab’ul Fasl
fi’l Milel ve’l Ehva ve’n Nihal, 5/62; Bağdadi, Kitab’ul Fark Beyne’l Fırak ve
Beyan’ul Fırkat’in Naciyeti Minhum, 96-100; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal,
75-76; DİA, Hişam b. Amr, 18/151-152
Farz
Namazlar Beş Vakittir, Sabit Namaz Vakitleri Vardır ve Seferi, Namazlarını Kasr
ve Cem Edebilir
SÜTRE BABLARI
NAMAZ
KILARKEN SÜTRE İTTİHAZ ETMENİN VÜCUBİYYETİ BABI
1)
Sadakatu'bni Yesar, İbnu Umer (R.A.)'yu, şöyle derken işittiğini rivayet etti:
Resûlullah (S.A.V.) "Sadece sütreye doğru namaz kıl" buyurdu. (Bu
hadisi İbnu Huzeyme (800) Abdurrezzak (2305) Beyhaki (2/272) ve Hakim (1/251)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SÜTREYE
DOĞRU KILINMAYAN NAMAZIN
ŞEYTAN,
EŞEK, HAYIZLI KADIN VE SİYAH KÖPEK
TARAFINDAN
KESİLDİĞİ BABI
2) Sehl -İbnu Hasme (R.A.)'dan, şöyle dedi:
Resûlullah (S.A.V.) sizden biriniz sütreye doğru namaz kılacağı vakit, sütreye
yakın dursun ki, şeytan onun namazını kesmesin buyurdu. (Bu hadisi Ebu Davud
(695) ve Hakim (1/251) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
3)
Ebu Zer (R.A)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Sizden
biriniz namaza durduğu vakit, önünde deve semerinin arka kaşı kadar bir şey
bulunursa, o kendisini sütreler. Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunmazsa
bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek keser."
; Ravi Abdullah İbnu Samit der ki: "Ya Eba Zerr! Siyah
köpeğin kırmızı köpekten, sarı köpekten farkı nedir ki?" dedim. "Ey
kardeşimin oğlu! Bunu, senin bana sorduğun gibi bende Resûlullah'dan
sordum:" "Siyah köpek şeytandır", buyurdu, dedi. (Bu hadisi
Müslim (510) Ebu Davud (702) ve İbnu Huzeyme (831) rivayet etmişlerdir.)
RESÛLULLAH (S.A.V.) SAHRADA NAMAZ
KILDIĞI VAKİTTE SÜTRE EDİNDİĞİ BABI
4)
İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) bayram günü (namaz için
sahraya) çıktığı zaman (hizmetçisine) bir harbe taşımasını emrederdi. (Harbe
namaza duracağında) karşısına dikilir, kendisi de ona doğru namaz kılar, halk
da arkasında namaza dururlardı. Bunu sefere çıktığında da yapardı. (Resûlullah
(S.A.V.)'in vefatından sonra) Halifelerde bunu âdet ittihaz ettiler. (Bu
hadisi Buharı (494) Müslim (5O1) ve Ebu Davud (687) rivayet etmişlerdir.
MESCİD
DAHİLİNDE DE SÜTRE İTTİHAZ EDİNİLECEĞİ BABI
5)
Yezid İbnu Ebi Uheyd şöyle dedi: Selemet'ubnu Ekva ile (mescide) geldim. Mushaf
sandığının olduğu direğin yanında namaza durdu. Dedim ki: "Ya Eba Müslim,
seni hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalıştığını görüyorum." Dedi ki:
"Ben Resûlullah (S.A.V.)'i hep bu direğin arkasında namaz kılmağa
çalıştığını gördüm." (Bu hadisi Buharı (502) ve Müslim (509) rivayet
etmişlerdir.)
MESCİDİN
İÇİNDE SÜTRE BULAMAYINCA BİR ASA DİKİLEREK ONA DOĞRU NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI
6)
Yahya İbnu Ebi Kesir şöyle dedi: Enes İbnu Malik'i, Mescid'il-Harem'de bir asa
dikerek ona doğru namaz kıldığını gördüm. (Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/277)
sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
MESCİDİN
İÇİNDE SÜTREYE DOĞRU YOL
BULAMAYINCA
OTURAN BİRİSİNİN ARKASINI
DÖNDÜRTEREK
ONA DOĞRU NAMAZ KILMA BABI
7)
Nafi'i şöyle dedi: İbnu Umer (R.A.) Mescid'in direklerinden birisini sütre
edinmek için (oraya kadar gitme) imkânı bulamayınca, bana sırtını dön derdi. (Bu
hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/279) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
MESCİD'DE
DİREKLERİN ARKASINDA, OTURANLARDAN DAHA ÇOK NAMAZ KILMAK
İSTEYENLERİN HAK SAHİBİ OLDUKLARI BABI
8)
Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Namaz kılmak isteyenler, direklerin arkasında
oturanlardan daha çok orada hak sahibidirler. (Bu hadisi Buharı (502) ve
Beğavi (2/453) Ta'likan İbnu Ebi Şeybe (2/370) ve Humeydi ( ) Mevsulan sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SÜTREYE
DOĞRU NAMAZ KILMAYAN GÖRÜLDÜĞÜ ZAMAN
GÖREN TARAFINDAN SÜTREYE DOĞRU İTİLECEĞİ BABI
9)
Muaviyetu'bnu kurre babasından rivayed ederek şöyle dedi. Umer (R.A.)'dan, iki
direk arasında namaz kılan birini gördü. Adamı tutarak direğin birisine doğru
itti ve ona (direğe) doğru namaz kıl dedi. (Bu hadisi Buharı (502) ve Beğavi
(2/453) Ta 'likan ve İbnu Ebi Şeybe (2/370) Mevsulan sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
NAMAZDAKİ
SÜTRENİN KEYFİYYETİNİN BEYANI BABI
10)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'e, namaz kılanın sütresinden
soruldu. "Semerin arka kaşı gibidir" buyurdu. (Bu hadisi Müslim
(500) rivayet etmiştir.)
OTURAN VEYA UYUYAN BİR İNSANA
DOĞRU SÜTRE KASDI İLE NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI
11)
Aişe (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) geceleyin, kendisi ile
kıblesi arasında ben, cenazenin uzanması gibi karşısında uzanmış olduğum halde
(bana doğru) namaz kılardı. (Bu hadisi Buharı (512) ve Müslim (512) rivayet
etmişlerdir.)
12)
Nafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: İbnu Umer (R. A.) Mescid'in direklerinden
birisini sütre edinmek için (oraya kadar gitme) imkânı bulamayınca, "Bana
sırtını dön" derdi. (Bu hadisi İbnu EbiŞeybe (1/279) sahih birsenedle
rivayet etmiştir.)
HAYVANA
DOĞRU SÜTRE KASDI İLE NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI
13)
îbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) devesine doğru namaz
kılar idi. Ravilerden İbnu Numeyr: "Resûlullah (S.A.V.) bir deveyi
karşısına alarak namaz kıldı" dedi. (Bu hadisi Müslim (502) rivayet
etmiştir.)
NAMAZ
KILANIN SÜTREYE YAKIN OLACAĞI BABI
14)
Sehl İbnu Sa'd es-Saidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in
musallası (yani secde ettiği yer) ile (kıble cihetinde ki) duvar (veya sütre
edindiği şey ile) arasında bir davar geçebilecek kadar yer olurdu. (Bu
hadisi Buharı (496) ve Müslim (508) rivayet etmişlerdir.)
İMAMIN
SÜTRESİNİN CEMAATİN SÜTRESİ OLDUĞU BABI
15)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Mina'da insanlara namaz
kıldırdığı sırada dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. Ben o zaman buluğ
yaşına yaklaşmıştım. Safın önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim,
ondan sonra safa girdim, bu yaptığıma kimse ses çıkarmadı. (Bu hadisi Buharı
(493) ve Müslim (504) rivayet etmişlerdir.)
NAMAZ KILANIN
ÖNÜNDEN GEÇENİN GÜNAHKÂR OLDUĞU BABI
16)
Bize Yahya İbnu Yahya tahdis edip dedi ki: Malik'in huzurunda okudum. O da,
Ebu'n-Nadr'dan, o da Busr İbnu Said'den: Busr İbnu El-Hadramiyi Zeyd İbnu Halid
El-Cuheni, namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında Resûlullah 'dan ne
duyduğunu haber vermesi için Ebu Cuheym El-Ensari'nin yanına gönderdi. Ebu
Cuheym'de şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaz kılanın
önünden geçen kimse, üzerine ne kadar (günah aldığını) bilse idi. O namaz
kılanın önünden geçmektense kırk (bilmem ne kadar zaman, yerinde) durması daha
hayırlı olur." Ravi Ebu Nadr dedi ki: Kırk gün mü, ay mı yoksa sene mi
dedi bilmiyorum. (Bu hadisi Buharı (510) ve Müslim (507) ve Malik (1/154)
rivayet etmişlerdir.)
NAMAZ KILANIN
ÖNÜNDEN ISRARLA GEÇMEK İSTEYENİN ŞEYTAN OLDUĞU
BABI
17)
Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"İçinizden birisi namaza durduğu zaman, önünden geçecek olan hiç bir
kimseyi bırakmasın. Gücü yettiği nisbette onun geçmesine mani olsun. Eğer
dinlemezse onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytandır." (Bu hadisi
Buhari (509) ve Müslim (505) rivayet etmişlerdir. )
NAMAZ KILANIN
ÖNÜNDEN GEÇMEK İSTEYENİ MEN ETME BABI
18)
Bize İbnu Hilal (yani Humeyd) tahdis edib şöyle dedi: Ben ve bir arkadaşım
beraberce hadis müzakere ettiğimiz sırada hemen Ebu Salih es-Semman: Ben Ebu
Said'den işittiğimi ve gördüğümü sana tahdis edeyim, dedi şöyle anlattı: Ben
Ebu Said ile beraber bulunduğum sırada bir cum'a günü Ebu Said kendisini
gelenden geçenden setr edecek bir şeye doğru namaz kılıyordu. Birden bire Ebu
Muayt oğullarından genç bir adam geldi ve Ebu Said'in önünden geçmek istedi.
Ebu Said'de göğsüne dokunub onu def etti. O genç etrafına bakındı fakat Ebu
Said'in önünden başka geçecek (yol bulamadı. Dönüb yine (önünden) geçmeğe
davrandı. Ebu Said birinci defakinden daha şiddetli bir surette onu göğsünden
iterek def etti. Bu sefer karşısına dikilip Ebu Said'e sövdü. Sonra insanları
sıkıştırarak çıkıb gitti. Mervan'ın yanına girdi. Ebu Said'in yaptığı muameleden
şikâyet etti. Arkasından Ebu Said'de Mervan'ın yanına giı;di. Mervan ona: Şu
kardeşin oğlu ile ne alıb veremiyorsun? Geldi senden şikâyet ediyor, dedi.
Bunun üzerine Ebu Said şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'den işittim, buyuruyordu
ki: "içinizden biri kendisini gelenden geçenden koruyacak bir sütreye
karşı namaza durub da biri önünden geçmeye davranacak olursa onu göğsüne
dokunarak def etsin, dinlemezse onunla doğuşsun etsin. Çünkü o ancak bir
şeytandır. (Bu Hadis Buharı (509) ve Müslim (505) rivayet etmişlerdir.)
SÜTRE
MEVZU'UNDA NAKL OLUNAN ZAYIF RİVAYETLER BABI
19)
Abdullah İbnu abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Uyuyan ve konuşanın arkasında namaz kılmayın." (Bu Hadisi Ebu
Davud (694) ve İbnu Mace (959) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)
Bu
rivayetin zayıf oluşunun sebebi şudur ki: Ebu Davud'un rivayetinin senedinde
iki ravi Mecburdur. İbnu Mace'nin rivayetinde ise Ebu'l-Mikdam Hişam İbnu Ziyad
vardır ki, Hadis'de Metruk'dur. Ayrıyeten bu mevzuda yani uyuyan veya başka
birisinin arkasında namaz kılınabileceğine dair Resûlullah (S.A.V.)'in
amelinden Buhari ve Müslim'de delilimiz vardır. Bu Hadis'i Şerifi II numarada zikr ettik.
20)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Sizden biriniz namaz kılacağında yüzü cihetine sütre edinmek için bir
şeyler koysun. Eğer, koyacak bir şey bulamazsa, bir asa diksin. Eğer yanında
asa'sı da yoksa, bir hat çizsin. Sonra önünden gelib geçenler ona zarar
veremez." (Bu Hadisi Ebu Davud (689) ve İbun Mace (943) ve Abdurrezzak
(2286) ve Beyhaki (2/271) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.
Bu
rivayetin zayıf olmasının sebebi ise, senedde Ebu Umer İbnu Muhammed İbnu Haris
ve dedesi vardır ki: İkisi de Hadisde Mechul'dur.
İbnu
Kudame "El-Muharrer"
isimli eserinde bu rivayetin senedi Muddarib'dir
diyor.
SAFF BABLARI
SAFLARI
TESVİYE ETMENiN VUCUBİYYETİ BABI
1)
Enes İbnu Malik (R. A.) 'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Saflarınızı
düzeltiniz. Çünkü saffın düzgünlüğü namazın tamamındadır" buyururdu. (Bu
Hadisi Buharı (723) Müslim (433) Ebu Davud (668) îbnu Mace (993) rivayet
etmişlerdir.
2)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Safı ikame ediniz. Çünkü safın ikamesi, namazın güzelliğindendir." (Bu
Hadisi Buharı (722) ve Müslim (435) rivayet etmişlerdir.)
SAFLARDAKI
DUZGUNSUZLÜĞÜN MÜSLÜMANLAR
ARASINDAKİ İHTİLAFLARIN SEBEBLERİNDEN
OLDUĞU BABI
3)
Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan evvel
omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi: "Doğru durunuz, ayrı ayrı hizalarda
durmayınız ki, kalbleriniz birbirine muhalefet etmesin. Akıl ve ilim sahibleri
hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha
arkada dursunlar", buyurdu. Ebu Mes'ud: "Siz ise bugün son derece
ihtilaf üzeresiniz" buyurdu. (Bu Hadisi
Muslim (432) rivayet etmiştir.)
4) Nu'man İbnu Beşir R. A dedi ki: Resûlullah S.A.V i şöyle
buyururken işittim: Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da Allah'u Teala'nın
yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini muhakkak biliniz. Bu Hadisi
Müslim (436) rivayet etmiştir.
CEMAATIN
SAFLARI TESVİYE ETMESİNİ ÖĞRENENE KADAR İMAMIN SAFLARI TESVİYE EDECEĞİ BABI
5) Simak İbnu Harb'dan, (dedi ki:) Nu'man İbnu Beşir (R.A.)'dan
işittim şöyle diyordu: Resûlullah (S.A.V.) saflarımızı, bir okçu yaptığı okları
nasıl dümdüz ederse öylece dümdüz bir hale getirirdi. Bunu ta biz anlayıp
layıkıyla öğreninceye kadar yaptı durdu. Nihayet günün birinde yine namaz
kıldıracağında tam tekbir getirecekti ki, göğsü saf dan dışarıya çıkmış birini
gördü. Bunun üzerine: Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da
Allah'u Teala'nın yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini biliniz"
buyurdu. (Bu hadisi Müslim (436) rivayet etmiştir.)
SAFLARI
DÜZELTİRKEN İMAMIN CEMAATE YÜZÜNÜ DÖNMESİ BABI
6) Enes (R.A.)'dan, şöyle dedi: Namaz için kamet getirilmişti,
Resûlullah (S.A.V.) yüzünü bize döndü: "Saflarınızı dosdoğru ve sımsıkı
tutunuz. Hakikat ben sizi, arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu hadisi
Buharı (719) rivayet etmiştir.)
İMAMIN, ARKA
SAFLARI TESVİYE ETMESİ İÇİN BİRİSİNİ TAYİN ETMESİ BABI
7)
Nafi'den, (şöyle dedi:) Umer (R.A.) (namaza durmadan önce) safların tesviyesini
emrederdi. Kendisine safların düzeltildiğini gelip haber verdikleri zaman
tekbir alır (namaza dururdu. (Bu hadisi Malik (1/158) sahih bir senedle
rivayet etmiştir.
8)
Malik'in amcası Ebu Süheyl İbnu Malik babasından, şöyle rivayet ediyor. Şöyle
dedi: "Usman İbnu Affan ile beraber olduğum bir sırada namaz için kamet
getirildi. Ben ise Usmanla konuşuyordum. Bana da ayrıyeten "Sen de safta
düzgün dur" desin diye. Ben usmanla konuşmaya devam ediyordum, o da
nialleri ile taşları düzeltiyordu. Ta ki safları tesviye etmek için tayin
ettiği kimseler gelib safların tesviye olunduğunu haber verdiler. Ve bana da
saf da düzgün dur dedi ve tekbir getirdi." (Bu hadisi Malik (1/158)
sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
BİRİNCİ
SAFIN FAZİLETİ BABI
9)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Ön
safdaki olan; (hayrı) bilse idiniz, veya bilselerdi. Kur'a atmak zaruri
olurdu". (Bu hadisi Müslim (439) ve Buhari (721) rivayet etmişlerdir.
10)
Cabir İbnu Semure (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bizim yanımıza
çıkmıştı. Buyurdular ki: "Meleklerin Rableri huzurunda saf tuttukları
gibi, saf tutmaz mısınız?" Biz: "Ey Allah'ın Resulü, melekler Rableri
huzurunda nasıl saf tutarlar?" dedik. Resûlullah (S.A.V.) "önceki
safı tamamlarlar ve sık tutarlar" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (430) ve
İbnu Mace (992)
11)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Erkeklerin en hayırlı safları ilkleri, sevabı en az olanları da
geridekilerdir. Kadınların en hayırlısı safları geridekilerdir, sevabı en az
olanları da öndekilerdir." (Bu hadisi Müslim (440) Ebu Davud (678)
Tirmizi (224) ve Nesei (2/93) rivayet etmişlerdir.
12)
Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) sahabelerinin
namaz saflarında gerileyişlerini gördü de onlara hitaben şöyle buyurdu:
İlerleyin de bana uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir takım kimseler
vardır ki, (birinci saf dan) geri kala kala nihayet Allah'u Teala da onları
geriletir. (Bu hadisi Müslim (438) ve Ebu Davud (678) rivayet etmişlerdir.)
BİRİNCİ SAFA
İLİM VE AKIL SAHİHLERİNİN DURMAĞA DAHA ÇOK HAK SAHİBİ OLDUKLARI BABI
13)
Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah
(S.A.V.) namazdan evvel
omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi: " ...........................
Akıl ve ilim
sahibleri hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha
arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar" buyurdu. (Bu hadisi
Müslim (432) rivayet etmiştir.)
İLİM SAHİBİNİN
BİRİNCİ SAFDAKİ BİRİSİNİ GERİYE ÇEKİP YERİNE DURABİLECEĞİ BABI
14) Kays İbnu Ubad 'dan, (şöyle dedi:) Bir defasında ben, mescidde
ilk safda bulunuyordum. Arkamdan bir adam bini sertçe geriye çekti. Sonra benim
yerime geçti. Nasıl namaz kıldığımı bilemedim. Namaz bitince birde ne göreyim
beni geriye çeken adam Ubeyy İbnu Ka'b imiş. Bana şöyle dedi: "Delikanlı,
Allah seni kötülüklerden korusun. Benim bu hareketim Resûlullah (S.A.V.)'in
bize bir emridir. Bize kendi arkasına durmamızı emrederdi .......... (Bu
hadisi Nesei (2/88) hasen bir senedle rivayet etmiştir. Ayrıyeten Şeyh Elbani
Nesei'nin sahihinde (778) tahric etmiştir.)
SAFIN DÜZGÜN
OLMASI NAMAZIN TAMAMINDAN OLDUĞU BABI
15)
Enes Ibnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) saflarınızı
düzeltiniz. Çünkü safların düzgünlüğü namazıa tamammdadır. (Bu
hadisiBuhari(732)Müslim (433)EbuDavud(668) ve îbnu Mace (993) rivayet
etmişlerdir.)
SAFIN DÜZGÜN
OLMASI NAMAZIN GÜZELLİĞİNDEN OLDUĞU BABI
16)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, buyurdu ki:
"Saffı ikame ediniz. Çünkü safın ikamesi, namazın güzelliğindendir." (Bu
hadisi Buhari (722) ve Müslim (435) rivayet etmişlerdir.)
SAFLARIN
NASIL TESVİYE EDİLECEĞİ VE İLK YAPILACAK İŞİN SAFDAKİLERİN AYNI HİZADA OLACAĞI
BABI
17)
Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan evvel
omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi. "Doğru durunuz, ayrı ayrı hizalarda
durmayınız." ........................ (Bu hadisi Müslim (436) ve Ebu
Davud (664) rivayet etmişlerdir.)
SAFLARIN
TESVİYESİNDE GÖĞÜSLERİNDE AYNI HİZADA OLACAĞI BABI
18)
Simak İbnu Harb'dan, (dedi ki:) Nu'man İbnu Beşir (R.A.)'dan, işittim şöyle
diyordu: Resûlullah (S.A.V.) saflarımızı bir okçu yaptığı okları nasıl dümdüz
ederse öylece dümdüz bir hale getirirdi. Bunu ta biz anlayıp layıkıyla
öğreninceye kadar yaptı durdu. Nihayet günün birinde yine namaz kıldıracağında
tam tekbir getirecekti ki, "göğsü saf dan dışarıya çıkmış" birini
gördü. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya
da Allah'u Teala'mn yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini biliniz
buyurdu. ( Bu hadisi Müslim (436) rivayet etmiştir.)
SAFLARIN
SIKLAŞTIRILIP BOYUNLARINDA AYNI HİZADA TUTULACAĞI BABI
19)
Enes İbnu Malik (R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Saflarınızı sıklaştırın. Aralarını yakınlaştırın. Boyunlarınızı bir
hizaya koyun. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben safın boş kalan
aralıklarından şeytanın hazef gibi girdiğini görüyorum. Hazef: Hicaz
taraflarında yetişen bir nev'i koyundur. (Bu hadisi Ebu Davud (667) ve Nesei
(2/92) sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.)
SAFLARIN TESVİYESİNDE OMUZLARINDA
AYNI HİZADA OLACAĞI BABI
20)
Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Saflarınızı ikame ediniz. "Omuzlarınızı hizalayın." Aralıkları
kapatın ............... " (Bu hadisi Ebu Davud (666) Nesei (819) ve
İbnu Huzeyme (1549) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SAFLARIN
TESVİYESİNDE OMUZLARI, DİZ KAPAKLARI VE AYAK TOPUKLARINI BİRBİRİNE BİTİŞTİRME
BABI
21)
Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Saflarınızı dosdoğru tutunuz, hakikat ben sizi, arkamdan da
görüyorum." (Enes şöyle dedi:) Her birimiz omuzunu, yanındakinin omuzuna,
ayağını yanındakinin ayağına yapıştırırdı. (Bu hadisi Buharı (725) rivayet
etmiştir.)
22) Ebu Kasım
El-Cedeli, Nu'man İbnu Beşir'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor:
Resûlullah (S.A.V.) yüzünü insanlara döndürerek şöyle dedi: "Allah'a yemin
ederim ki, ya saflarınızı dosdoğru tutarsınız, ya da Allah kalblerinizi
birbirine çevirir. Nu'man İbnu Beşir (bu ikazdan sonra insanların) omuzunu,
arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu arkadaşının topuğuna
yapıştırdığını gördüm" dedi. (Bu hadisi Ebu Davud (662) sahih bir
senedle rivayet etmiştir.)
SAFLARI
BİTİŞTİRENE ALLAH'IN VE MELEKLERİN DUA ETTİĞİ BABI
23)
Aişe (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Allah'u
Azze ve Celle ve Melekleri, saflardaki aralıkları bitiştirenlere dua
ederler." (Bu hadisi İbni Huzeyme (1550) hasen bir senedle rivayet
etmiştir.)
SAFLARI BİTİŞTİRENLERE RESÛLULLAH
(S.A.V.) DUA EDİP BİTİŞTİRMEYENLERE DE BEDDUA ETTİĞİ BABI
24)
Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
Saflarınızı ikame ediniz. Omuzlarınızı hizalayın. Aralıkları kapatın. Safa
girmek isteyen kardeşlerinize yumuşak olunuz. Şeytanın girmesi için aralıklar
bırakmayın. Ve kim safları bitiştirirse Allah ona rahmet etsin. Ve kim de
bitiştirmez ise Allah'da ondan rahmetini kessin. (Bu hadisi Ebu Da vud (666)
Nesei (819) ve İbnu Huzeyme (1549) sahih senedle rivayet etmişlerdir.)
ERKEĞİN TEK
BAŞINA SAF OLAMAYACAĞI
VE SAFSIZ OLARAK KILMIŞ OLDUĞU NAMAZIN İADE ETTİRİLECEĞİ BABI
25)
Vabise (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) saff gerisinde tek başına
namaz kılan birini gördü. Ona namazını iade etmesini emretti. (Bu hadisi Ebu
Da vud (682) Tir m izi (230) İbnu Mace (1004) Ahmed (4/23) İbnu Hibban (401) ve
Beyhaki (3/105) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
KADINLARIN
TEK BAŞINA SAF OLABİLECEĞİ BABI
26)
Enes Ibnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi:Ben ve yetim bizim evimizde Resûlullah
(S.A.V.)'m arkasında namaz kıldık.
Annem -Ümmü Seleym
de-arkamızda yalnız başına (saff) yapmıştı.(Bu hadisi Buharı (727)
rivayet etmiştir.)
BİR VEYA İKİ KiŞi HALiNDE İMAMIN NERESİNE DURULACAĞI BABI
27)
Cabir (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle nakletti: ........ Hadis'in burasına
uzunca zikrettikten sonra şöyle dedi ....... Sonra gelib Resûlullah (S.A.V.)'in
sol tarafında namaza durdum. Resûlullah (S.A.V.) eliyle beni tuttu ve sağ
yanında dikeltinceye kadar döndürdü. Takiben Cebbar Ibnu Sahr geldi ve abdest
aldı. Sonra gelib Resûlullah (S.A.V.)'in solunda namaza durdu. Resûlullah
(S.A.V.) ikimizinde ellerimizi tutarak bizi arkasında dikeltinceye kadar geriye
itti ........... (Bu hadisi Buharı (726) muhtasaran ve Müslim (3010) rivayet
etmişlerdir.
28)
Ubeydullah Ibnu Abdullah (R.H.)'dan şöyle dediği rivayet olundu: Gündüz ortası
Ömer tbnu'l-Hattab'ın nafile namaz kıldığı bir esnada yanma girdim ve bende
arkasında namaza durdum. Beni sağ hizasına getirinceye kadar kendisine
yaklaştırdı. (Sonra kölesi) Yerf e gelince ben geriye doğru çekildim beraberce
(Yerfe'yle Ömer'in) arkasında saf yaptık. (Bu eseri Malik (1/154) ve Beğavi
Şerh de (3/384) rivayet etmişlerdir, isnadı ise sahihdir.)
İLLETEN BİNAYEN İMAMIN YANINA DURULACAĞI BABI
29) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) hastalığı
sırasında Ebu Bekre insanlara namaz kıldırmasını emretti. Ebu Bekr namaz
kıldırıyordu ki: (Urve şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) nefsinde bir hafiflik
bularak (cemaata) çıktı. Ebu Bekr insanlara namaz kıldırıyordu. Ebu Bekr
Resûlullah (S.A.V.) geldiğini görünce yerini terkederek gerilemeğe başladı.
Resûlullah (S.A.V.) yerinde kalması için işaret etti. Resûlullah Ebu Bekr 'in
hizasında yanı başına oturdu. Ebu Bekr Resûlullah'ın namazını kılıyor, insanlar
da Ebu Bekr'in namazını kılıyorlardı. (Bu hadisi Buharı (683) rivayet etmiştir.)
DUVAR VEYA
PERDE ARKASINDANDA İMAMA İKTİDA OLUNABİLECEĞİ BABI
30)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) geceleyin odasında namaz
kılıyordu. Odanın duvarı alçak olduğundan dışarıdan insanlar Resûlullah
(S.A.V.)'in namaz kıldığını gördüler. Bazıları gelib Resûlullah iktida edip
namaz kılmaya başladılar. Sabahleyin bunu herkese anlattılar. Bunu duyanlarda
ikinci gece gelib, Resûlullah (S.A.V.)'m arkasında namaza durdular. Bunu iki
veya üç gece yaptılar. Bundan sonra Resûlullah (S.A.V.) ayakta namaz kılmayı
terkederek oturdu. Sabahleyin Resûlullah (S.A.V.) neden böyle yapıldığı
soruldu. De ki: Gece namazının üzerinize farz olmasından korktuğum için yaptım
dedi. (Bu hadisi Buhar i (729) rivayet etmiştir.)
İKİ DİREK
ARASINDA SAF TUTMANIN YASAK OLDUĞU BABI
30) Muaviyetu'bnu Kurre, babasından şöyle rivayet etti: Kurre (R.
A.) dedi ki: Biz Resûlullah (S.A.V.) zamanında (safları kestiği için) direkler
arasına saf tutmaktan nehy olunurduk. (Tutan görüldüğü zaman da) şiddetle
uzaklaştırılırdık. (Bu hadisi İbnu Mace (1002) İbnu Huzeyme (1567) îbnu
Hibban (400) Hakim (1/218) Bey haki (3/104) Tayalisi (1073) ve Taberani kebirde
(19/31) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)
NAMAZ
BABLARI
NİYYET BABI
1)
Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
Ameller (in kıymeti) ancak niyyete göredir. Bir kimsenin niyyet ettiği ne ise
eline geçecek olan da ancak odur. Artık her kimin hicreti Allah'a ve Resûlü'nün
rızasına yönelmiş ise, onun hicreti Allah'a ve Resûlü'nedir. Her kim de nail
olacağı bir dünyalığa veya evleneceği bir kadından dolayı hicret etmişse, onun
hicreti de hicretine sebeb olan şeyedir. (Bu hadisi Buharı (l ) ve Müslim
(1907) rivayet etmişlerdir.)
İZAH
Bu
hadis'i şerif niyyetin, bütün ibadetlerde birer rükun olduğunun delilidir.
İmam'ı Safi' ve onun gibi bazı imamların ifadesi ile niyyet İslâm'ın üçte
biridir, bazılarına göre de dörtte biridir denilmiştir.
Niyyet;
Halik'ı Kainat'a takdim edilen ibadetin ruhudur. Mahalli ise kalbdir. Lisan ve
cevarihin amelleri ne olursa olsun, itibar kalbdeki niyyetedir. Hadis'i şerifin
mânâsı ve varid oluş sebebi bunu açıkça ifade etmektedir.
"Muhacir'i
Ümmü Kays"u denilen şahsın sevmiş olduğu kadın Mekke'den Medine'ye hicret
edince, o da Ümmü Kays denilen bu kadınla evlenebilmek için, Mekke'den
Medine'ye hicret eder. Zahiren Allah ve Resulü için hicret eder görünen bu
şahsın kalbindeki niyyeti ise, Ümmü Kays ile evlenmekti. Her ne kadar,
Mekke'den Medine'ye gelerek birçok meşakket çekmiş ise de Allah ve Resulü için
hicret edenlerden olamamıştır. Esas niyyeti açığa çıktıktan sonra, herkes ona
"Muhacir 'i Ümmü Kays" demeğe başlamıştır.
Niyyet;
Allah'a takdim edilen ibadetteki, kalbin nasibidir. Kalb bundan mahrum edilir
ve bu amel lisanla yapılmağa kalkışılırsa lisana vazifesi olmayan bir ibadet
yüklenilmiş olur. Tabi' lisan bunu beceremiyeceği için ibadeti ifsad edecektir.
Niyyet;
yapılacak ibadetin keyfiyeti ile zihni meşkul etmektir. Böylelikle yapılan
ibadetten mütelezziz olunsun.
Niyyetin
keyfiyeti: Telaffuz etmeden, kalbden eda edilecek ibadetin keyfiyetini
düşünerek bütün azaları bu ibadete hazır etmektir.
Niyyetin
teleffuz edilmesi bid'attır. Onun sünnet olduğu kabul etmekte başka bir
bid'attır. Musallinin namaza başlarken lisanla yapmış olduğu ilk amel, Allah'u
Ekber lafzı ile namaza başlamaktır. Tekbir bahsindeki Aişe hadisi buna
delildir.
Şakik
(R.H.) tbnu Mes'ud (R.A.)'nun şöyle dediğini rivayet etti. Kim bir şey taleb
ederek hicret ederse ona taleb ettiği vardır (ve sonra devam ederek) dedi ki;
adamın birisi Ümmü Kays denilen bir kadınla evlene bilmek için hicret etti
(ondan sonra o kişiye) Muhaciru Ümmi Kays denilmeye başlandı. Bu esiri Taberani
kebirde (8540) rivayet etmiştir. Heysemi Mecmau 'z-Zevaid'de 3/102 bu eserin ra
vileriSahih 'in ricalidir demiştir.)
İFTİTAH
TEKBİRİNİN VUCUBİYETİ BABI
3) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)
(namazını beceremeyen adama, namazı tarif ederken) şöyle dedi: "Namaza
kalktığın vakit ihram tekbirini al............" (Bu hadisi Buharı (793)
Müslim (397) Tirmizi (303) Nesei (2/123) ve İbnu Mace (1060) rivayet
etmişlerdir.)
4) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza Allah'u Ekber (lafzı) ile, başlardı. (Bu
hadisi Müslim (498) rivayet etmiştir.) Bu hadis'i şerifler musallinin
namaza başlarken telaffuz ettiği ilk kelimenin Allah'u Ekber lafzı olduğuna
delildir.
5) Ali (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Namazın anahtarı taharettir. Tahrimi tekbirdir. Ve tahlili de
teslimdir." (Bu hadi si A h m ed (1/123/129) Ebu Da vud (61) Tirmizi
(3) İbnu Mace (275) Safi (1/69) Darımı (1/138) Hakim (1/132) Tahavi (1/161) ve
Beyhaki (2/173) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
(Tahrimi tekbirdir) sözünden maksad, Allah'u
Ekber lafzını söyledikten sonra namazın haricindeki hareketler musalliye
haram olur.
(Tahlili
'de teslim 'dir) sözünden maksad, selam verdikten sonra tekbirle musalliye
haram olan her şey helal olur.
TEKBİRDE
ELLERİN NE ZAMAN KALDIRILACAĞI BABI
Resûlullah
(S.A.V.) ellerini, bazen "tekbirle beraber" kaldırırdı.
6)
Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) tekbir
aldığı vakit ellerini kulakları hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. (Bu
hadisi Müslim (391) rivayet etmiştir.)
Resûlullah
(S.A.V.) ellerini, bazen "tekbirden önce" kaldırdı.
7)
Abdullah İbnu Umer (R.A.) şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza durduğu vakit
ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırır, sonra tekbir alırdı. (Bu
hadisi Müslim (390) ve Ebu Davud (722) rivayet etmişlerdir.)
Resûlullah
(S.A.V.) ellerini, bazende "tekbirden sonra" kaldırırdı.
8)
Ebu Kılabe, Malik İbnu'l-Huveyris'i, namaz kılarken gördüğünü haber vermiştir:
Malik İbnu'l-Huveyris namaza durduğu zaman tekbir alır, sonra ellerini
kaldırırdı ............. Sonra işte Resûlullah (S.A.V.) böyle yapardı diye
tahdis etti. (Bu hadis Buhari (739) ve Müslim (391) rivayet etmişlerdir.)
ELLERİN
KALKIŞ ESNASINDAKİ HALİNİ BEYAN BABI
9)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) (tekbir alıp) namaza
girdiği vakit ellerini dik olarak kaldırırdı.(Bu hadisi Ebu Davud (73S) ve
Tirmizi (239) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
10)
Said İbnu Sem'an'dan, şöyle dedi: Biz Verik oğullarının mescidinde iken
yanımıza Ebu Hureyre (R.A.) çıka geldi. Ve şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) üç
şey yapardı ki, insanlar bunları terkettiler. Resûlullah (S.A.V.) namaza
kalktığı zaman, (ravi) Ebu Amir (Ebu Hureyre (R.A.)'nun nasıl gösterdiğini
tarif ederken) eliyle işaret ederek şöyle dedi:
(Tekbir
için ellerini kaldırdığında) parmaklarını ne çok açardı. Ve ne de çok
bitiştirirdi. Ve (sonra) dedi ki: Ebu Zi'bu da bize böyle gösterdi. (Bu
hadisi Nesei (2/95) İbnu Huzeyme (459) Beyhaki (2/27) ve Hakim Müstedrekinde
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
ELLERİN
NEREYE KADAR KALDIRILACAĞI BABI
Resûlullah
(S.A.V.) ellerini, bazen "omuzlan hizasına" vardınncaya kadar
kaldırırdı.
11)
Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in (namaz
kılışım) gördüm. Namaza
durduğu zaman, ellerini omuzlan hizasına vardırıncaya
kadar kaldırırdı. (Bu hadisi Müslim (390)
ve Ebu Davud (722) rivayet etmişlerdir.)
Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen
"kulakları hizasına" vardırıncaya kadar kaldırırdı.
12)
Malik Ibnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) tekbir
aldığı zaman, ellerini kulakları hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. (Bu
hadisi Müslim (391) ve Ebu Davud (726) rivayet etmişlerdir.)
Resûlullah
(S.A.V.) ellerini, bazen de ‘kulakları üstü’ hizasına vardırıncaya kadar
kaldırırdı.
13)
Katade'nin rivayetinde ise şöyledir. Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.) Resûlullah
(S.A.V.)'i namaz kılarken görmüştür. Malik burada: Resûlullah (S.A.V.) ellerini
kulaklarının üstü hizasına vardırıncaya kadar kaldırdı demiştir. (Bu hadisi
Müslim (391) ve Ebu Davud (745) rivayet etmişlerdir.)
ELLERİ
KALDIRIRKEN PARMAKLARI KULAK MEMELERİNE DEYDİRME RİVAYETİNİN ZAYIFLIĞI BABI
Elleri
kaldırırken baş parmak uçlarını kulak memelerine deydirmenin, Resûlullah
(S.A.V.)'in sünnetinde yeri yoktur. Sahih olan ise yukarıdaki hadislerde
zikredilen üç şekildir. Baş parmak uçlarım kulak memelerine deydirenlerin
delili ise, senedi "Münkatı" olan, aşağıda zikredeceğimiz "Zayıf
Rivayet'tir.
14)
Abdu'l-Cebbar İbnu Vail'den: Babasının şöyle rivayet ettiğini haber verdi:
Babası dediki: Resûlullah (S.A.V.) namazda (el kaldırdığında) baş parmak
uçlarını kulak memelerine değdirdiğini gördüm. (Bu hadisi Ebu Davud (737) ve
Nesei (2/123) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)
İZAH
Bu
rivayetin zayıf olmasının sebebi, rivayetin ravilerinden olan,
"Abdu'l-Cebbar, İbnu Vail'in babasından hadis işitmeyişidir. İbnu Hacer "Takrib"de Abdu'l-Cebbar için
babasından rivayeti Mürsel'dir diyor.
Ehlince
ma'lumdur ki: Zayıf rivayet dinde hüccet değildir. Yani "Zayıf Rivayet
"le amel olunmaz.
NAMAZIN
KIYAMINDA SAĞ ELİ SOL KOL ÜZERİNE KOYMANIN VUCUBİYETİ BABI
15)
Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında)
insanlar namazlarında, sağ ellerini sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.(Bu hadisi Buharı
(740) ve Malik
(1/159) rivayet etmişlerdir.)
16)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Biz
Enbiya'lar topluluğu, suhur'u geciktirmekle, iftarda acele etmekle ve namazda
da sağ ellerimizle sollarımızı tutmakla emrolunduk. (Bu hadisi İbnu Hibban
(1761) ve Taberani Evsatta (1/100) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.) .
17)
İbnu Mes'ud R.A. dan, (şöyle:) (bir gün) sol elimi sağ elimin üstüne koyduğum
bir halde namaz kılıyordum Resûlullah beni (bu halde) görünce, sağ elimi alıp
sol elimin üzerine koydu. Bu Hadisi Ahmed () ve Ebu Da vud (755) sahih bir
senedle rivayet etmişlerdir.
NAMAZDA
ELLERİ SAĞ SOLUN ÜSTÜNDE GÖĞSÜN ÜZERİNE KOYMA BABI
18)
Hulbu't-Tai (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazdan çıkarken,
önce sağına sonra soluna selam verdiğini ve bunları (yani elleirini) göğsüriün
üzerine koyarken gördüm. Yahya bunu, sağı solun üstünde mafsal üzerine koymak
olarak tavsif etti. (Bu hadisi Ahmed (5/226) hasen bir senedle rivayet
etmiştir.)
19)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kıldım.
Sağ elini, sol elinin üstünde göğsünün üzerine koydu. Bu hadisi Ibnu Huzeyme
(479) Beyhaki Süneninde (2/30) ve Bezzar hasen bir senedle rivayet
etmişlerdir.
20)
Tavus mürsel olarak Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle rivayet ediyor. Resûlullah
(S.A.V.) namazda sağ elini sol elinin üstünde sıkıca tutarak, göğsünün üzerine
koydu. (Bu hadisi Ebu Davud (759) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)
ELLERİN
GÖĞSÜN ÜZERİNDEKİ KEYFİYETİNİN BEYANI BABI
21) Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah
(S.A.V.)'in zamanında) insanlar namazlarında, sağ ellerini sol kollarının
üzerine koymakla emrolunurlardı. (Bu hadisi Buhari (740) ve Malik (1/159) rivayet etmişlerdir.)
22)
Asım İbnu Kuleyb'den, şöyle dedi: Babam bana tahdis etti ki: Ona da Vail haber
vermiş. Vail İbnu Hucr şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in nasıl namaz kıldığını
görmek için ona baktım. Namaza kalktı. Ellerini kulakları hizasına kadar
kaldırarak tekbir getirdi. Sonra sağ elini sol elinin üzerine, bileğinin
üzerine ve dirseğine yakın olarak koydu. (Bu hadisi Ahmed (4/318) Nesei
(2/126) ve İbnu Huzeyme (480) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
NAMAZDA ELLERİ
GÖBEĞİN ALTINA BAĞLAMANIN SAHİH
OLMADIĞI BABI
Namazda
elleri göbeğin altına bağlama ameli, senedi zayıf olan bir rivayete
dayanmaktadır. Hancfilerin ameli bu zayıf rivayet üzeredir. Halbuki Hanefi
ulemasından, Umdet'ul-Kari sahibi Ayni ve Nasbu'r-Raye sahibi leyle'i
(R. H.) bu rivayetin isnadının sahih olmadığına kaildirler. İleride
zikredeceğimiz gibi hadis ulemasının cumhuru da bu rivayetin zayıflığında
ittifak etmişlerdir. Resûlullah (S.A.V.) sabit olan amel, elleri göğsün üzerine
koymaktır.
Hanefilerin
delilleri olan zayıf rivayetler şunlardır.
23)
Ebu Cuheyfe'den, (şöyle dedi:) Ali (R. A.) namazda sünnet olan, sağ eli sol
elin üzerinde göbeğin altına koymaktır dedi. (Bu hadisi Ahmed (1/110) ve Ebu
Davud (756) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir. )
1)
Bu hadis Ebu Davud'un İbnu'l-Arabi nüshasından başka nüshalarında sabit
değildir. Ve senedinde, Abdurrahman İbnu İshak El-Kufi El- Vasili vardır. Ebu
Davud, ahmed İbnu Hanbel'in İshak için zayıf dediğini işittim dedi. Ebu Talib,
Ahmed İbnu Hanbel'den naklederek İshak hiç bir şey değildir, hadisi münkerdir
dedi. Edduri, İbnu Main'den, İshak zayıf dır dedi.
İbnu
Saad, Ya'kub İbnu Süfyan, Ebu Davud, Nesei ve İbnu Hıbban, İshak için zayıfdır
dediler. Buhari "fihi nazar" (onda şübhe vardır) dedi. İbnu Huzeyme,
İshak'ın hadisiyle amel olunmaz dedi. Ebu Hatim, İshak'ın hadisi münkerdir,
onunla amel olunmaz dedi. Beyhaki, İshak hadis de metruk'tur dedi.
2)
Ve yine senedinde, Ziyad İbnu Zeyd El-A'sem El-Kufi vardır ki: Ebu Hatim onun
için meçhuldür dedi. Ziyad 'in Ebu Davud'da bir tek hadisi vardır. O da
yukarıda Ali (R. A.)'dan olan rivayetidir.
Yine
onların delillerinden başka bir zayıf rivayet.
24)
Ebu Vail'den, şöyle dedi Ebu Hureyre (R. A.) namazda ellerin vaziyeti, biri
öbürkünün üzerinde göbeğin altına koymaktır dedi. (Bu hadisi Ebu Davud (758)
zayıf bir senedle rivayet etmiştir.) Bu rivayetin senedinde de Abdurrahman
ibn İshak vardır. Terceme'i hâlini yukarıda zikrettik.
Yine
onların delillerinden başka bir zayıf rivayet.
25)
İbnu Cerir, babasından Ali (R.A.)'nun sağ eli ile sol bileğini tutarak
göbeğinin üzerine koyarken gördüğünü haber verdi, (Bu hadisi Ebu Davud (757)
zayıf bir senedle rivayet etmiştir.)
Bu
rivayetin senedinde de Ali (R.A.)'dan rivayet eden Cerir Ed-Dabbi vardır ki.
Ali (R.A.)'dan rivayeti bilinmiyor.
Yukarıda
görüldüğü gibi, Meşhur Hadis âlimlerinin ittifıakı ile, Hanefılerin delili olan
"göbek altına veya üstüne" el bağlama rivayeti zayıfdır. Ve bu
rivayet ile amel edilemiyeceği açık bir gerçektir.
Ebu
Hanife (R.H.) tabi olduklarını iddia eden arkadaşlara, İbnu Abidin haşiyesinde,
Ebu Hanife (R.H.) isnad edilen şu sözü hatırlatmakta faide görürüz. (1/63)
"Hadis sahih oldumu işte benim mezhebim odur." Aklı selim olan
kişiye, İmam'ının bu sözü kâfidir.
İHRAM TEKBİRİ İLE
KIRA’AT ARASINDA NE OKUNACAĞI BABI
26)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz başlangıçlarında
iftitah tekbiri aldığı zaman kıra'attan evvel biraz sükut ederdi. Dedim ki:
"Yâ Resûlallah! Anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıra'at arasındaki
şu sukutunda, ne yaptığını bana haber verir misin?" dedim. Şöyle derim
buyurdu.
Allahumme baid beyni ve beyne hatayaye kema baadte beyne'I-meşrikı
ve'I-mağrib.
Allahumme nakkini min hatayaye kema yunakka's-sevbu'l-ebyadu
mine'd-denes.
Allahümm'e-ğsilni min hatayaye bi's-selci ve'I-mai ve'l-bered.
Ey
Allah'ım! Benimle hatalarımın arasını uzaklaştır. Tıpkı doğu ile batının
arasını uzaklaştırdığın gibi.Ey Allah'ım! Beni hatalarımdan temizle. Tıpkı
beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi.Ey Allah'ım! Beni hatalarımdan, karla,
su ile ve soğuk su ile yıka.(Bu hadisi Buharı (744) Müslim (598) Ebu Da vud
(781) ve Nesei (2/129) rivayet etmişlerdir.)
Farz
namazlarda okunan İftitah dualarından birinde bu duadır ki: Halkın okuya
geldiği Subhaneke'nin farzlarda okunacağına hiç bir delil yoktur.
Yukarıdaki hadis'i şerifin istidlal vechi ise, Ebu Hureyre (R.A.) Resûlullah
(S.A.V.) tekbirden sonra sukut etteğini söylemekle, görmüş olduğu sukutun farz
bir namaz olduğu zahirdir. Zira nafile kılmış olsa idi kıra'atı sırrı olurdu.
27)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz başlangıçlarında iftitah
tekbiri aldığı zaman şöyle derdi:"Subhaneke'llahumme ve bihamdike ve
tebareke'smuke ve teala cedduke ve la ilahe ğayruk." Ey Allah'ım! Seni
hamdin ile tesbih ve tenzih ederim. İsmin mübarektir. Azametin yücedir. Ve
senden başka ilah yoktur. (Bu hadisi Ebu Davud (776) Tirmizi (243) Nesei
(2/132) İbnuMace (804) Ahmed (3/50) Pare Kutni (1/1 12) ve Hakim (1/235) sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir.)
28)
Enes (R.A.)'dan, (şöyle demiştir:) Bir zat, (yapmış olduğu hareketli
yürüyüşten) nefesi sıkıştırmış olarak geldi ve safa dahil oldu. Müteakiben: "Elhamdu
lillahi hamden kesiran tayyiben mübareken fih" Allah'a, hayrı çok ve
devamlı bol bol hamd olsun, dedi: Resûlullah
(S.A.V.) namazını bitirince:
"Şu kelimeleri söyleyen,
hanginizdi?" diye sordu. Cemaat sukut etti. Resûlullah (S.A.V.) tekrar:
"O sözleri söyleyen hanginizdi?" Zira kötü bir şey demiş değil
buyurdu. Bunun üzerine cemaatten birisi: (Cemaata yetişmek için hızlı yürüdüm)
Beni nefesim sıkıştırdı da (soluyarak) geldim ve (cemaate yetiştiğim için) o
kelimeleri söyledim dedi. Resûlullah (S.A.V.): "Vallahi on iki melek
gördüm ki, bu sözü hangisi Hakkın huzuruna çıkaracak diye birbirleriyle yarış
ediyorlardı" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (600) ve Ebu Davud (763)
rivayet etmişlerdir.)
KIRAAT'TAN
ÖNCE TEAVVÜZ'ÜN VUCUBİYYETİ BABI
29)
Kur'ân okuyacağın zaman, o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın.
30)
Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) gece namazına
(rivayette namaza) kalktığı zaman tekbir alır: Sonra (iftitah duasının okur ve
kıraattan önce) .....
Euzü billah's-semi'i-1-alimi min'e-ş- şeytan'i-r-racim min hemzihi ve nefhihi ve nefsih derdi. Hakkın rahmetinden kovulmuş şeytandan, onun
vesvesesinden, kuruntusundan, büyüsünden, Semi'i (her şeyi işiten) ve Alim (her
şeyi bilen) Allah'a sığınırım. (Bu hadisi Ebu Da vud (775) Tirmizi (242)
İbnu Mace (807) İbnu Hibban (1771) Dare-Kutni (1/298) ve Hakim (1/235) hasen
bir senedle rivayet etmişlerdir.)
BESMELENİN
GİZLİ OKUNACAĞI BABI
31)
Enes İbnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Ebu Bekr, Umer ve
Usman ile namaz kıldım hiç birisinin Besmele'yi açıktan okuduğunu
duymadım. (Bu hadisi Buharı (743) Müslim (299) Tirmizi (244) Ahmed (3/264)
ve Nesei (2/264) rivayet etmişlerdir.)
Aişe
(R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) kıraatini EI-Hamdu Lillah ile
açardı. (Bu hadisi Abdurrezzak Cami'inde () rivayet etmiştir. El Kenz
(22050))
Besmelenin
sırrı gizli okunma mes'elesi Şafi'iler hariç bütün mezhebler arasında ittifak
edilmiş bir mes' eledir. Bununla beraber, bazıları bazı rivayetlere dayanarak
Besmelenin sesli okunacağı kanaatini savunmaktadırlar. Biz burada bunun
münakaşasını yapacak değiliz. Sadece faideli gördüğümüz birkaç noktayı
zikretmeyi münasib gördük.
Ma'lumdur
ki: Enes (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye gelişinden vefatına kadar,
Resûlullah (S.A.V.)'e hizmet etmiş. Hadarda ve seferde, hatta haceti için bile
gittiği vakit yanında su götürerek Resûlullah (S.A.V.)'den ayrılmamıştır.
Hicabdan önce hane'i saadete bile rahatlıkla girib çıkardı. Enes (R.A.)'nun bu
refakatına rağmen hiç mümkün müdür ki, Resûlullah (S.A.V.)'in besmeleyi
cebrettiğini duymasın. Ve yine Ebu Bekr, Umer ve Osman (R.A.)'un arkalarında
namaz kıldığını da ifade etmesi mes'elemizi ayrıca te'yid eder.
Ibnu
Teymiye (R. H.) diyor ki: İlim ehli ittifak etmişlerdir ki, Besmelenin açıktan
okunacağına dair sahih bir nas yoktur. Fakat senedi sahih olmayan rivayetler
mevcuddur. Sa'lebi diyor ki: Dare Kutni (R.H.)'a Besmelenin cehri söylenib
söylenmeyeceğine dair sorulduğunda, şöyle cevab verdi. Besmelenin açıktan
söyleneceğine dair Resûlullah (S.A.V.) sahih bir rivayet varid olmamıştır.
Fakat sahabelerden ise sahih olanda vardır zayıf da.(Sülasiyatı müsnedi İmam
Ahmed 204)
32)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Allah Resulü (S.A.V.) Bismillahirrahmanirrahimi
(sesli) okuduğu zaman müşrikler alay ederek Muhammed Yemame'nin efendisini
(Müseyleme'yi) anıyor, Müseyleme er-Rahman, er-Rahim ismiyle tesmiye
olunuyordu. Bu âyet indikten sonra Allah Resulü Besmele'nin açıktan
okunmamasını emretti. (Bu hadisi Taberani 'Kebirde ( ) ve Evsat'ta rivayet
etmiştir. Heysemi Mecmauz'Zevaid'de (2/108) ravileri sağlam, raviler demiştir.)
33)
Aişe R.A. dan (şöyle dedi:) Rasulullah
(S.A.V.) kıratı, El-Hamdu Lillah ile açardı. (Bu Hadis'i Abdurrezzak
Cami'inde ( ) rivayet etmiştir. El-Kenz (22050))
HER REK'ATTE
FATİHA'YI OKUMANIN VUCUBİYYETİ BABI
34)
Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Her kim ki, "Fatiha't-ul-KitabV okumazsa önün namazı yoktur." (Bu
hadisi Buharı (756) Müslim (394) Ebu Davud (822) Tirmizi (247) Nesei (2/137) ve
İbnu Mace (837) rivayet etmişlerdir.)
35)
Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir sabah namazında Resûlullah
(S.A.V.)'in arkasında idik. Resûlullah (S.A.V.) Kur'ân okurken, kıra'ati ona
ağırlık verdi. Namazdan bitince (cemaata hitaben) zannedersem sizler imamınızın
arkasında (Kur'ân) okuyorsunuz dedi? Biz de evet ya Resûlallah hızlıca (size
yetişe bilmek için okuyoruz) dedik. Resûlullah (S.A.V.) imamınızın arkasında "Fatiha'dan"
başka bir şey okumayın, zira "Fatiha'yı" okumayanın namazı
yoktur" dedi. (Bu hadisiAhmed (5/316/322) Ebu Davud (823) Tirmizi
(311) Nesei (2/141) Buharı Cüz'ünde (60/226) Dare Kutni (l/318)İbnuHibban
(1776) Hakim (l/238)BeyhakiSüneninde (2/164) veKıra'atta (98) îbnu EbiŞeybe
(1/373) ve Tahavi (1/215) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)
36) Reca îbnu Hayve'den, şöyle dedi: Bir gün Ubade't-İbnu es-Samit
(R.A.)'nun yanı başında namaz kılıyordum ki, imamın arkasında (Fatiha'yı) okuduğunu
duydum. Namazı kıldıktan sonra, dedim ki: "Ya Eba Velid, sen imamla
olduğun halde arkasında (Fatiha'yı) okuyor musun? dedi ki: Yazıklar
olsun sana (Fatiha'sız) namaz yoktur (bilmez misin?) (Bu hadisi
Abdurrazzak (2771) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)
Ubade't-İbnu es-Samit İbni Kays İbni esram Ibni Fihr Ibni Sa'lebe
el-Ensari el-Hazreci: Birinci ve ikinci akabe biatında hazır bulunanlardandır.
Bedr, Uhud ve Hendek dahil Resûlullah (S.A.V.)'in iştirak ettiği bütün
gazalarda hazır bulunmuştur. Muhammed İbnu Ka'b el-Kurazi, Allah Resûlü'nün
zamanında Ensar'dan beş kişi Kur'ân'ı ezberlemişlerdir. Bunlar Muaz îbnu
Cebel, Ubade't-İbnu es-Samit, Ubey İbnu Ka'b, Ebu Eyyub ve Ebu'd-Derda (R.A.)
diye haber vermiştir. Aynı zamanda Ubade't-İbun es-Samit (R.A.) Resûlullah
(S.A.V.)'in zamanında, Eshab'ı Suffa'ya Kur'ân öğretirdi. Müslümanlar, Şam'ı
feth edince Hz. Umer (R.A.) kendisini müslümanlara Kur'ân ve Fıkıh öğretmesi
için Şam'a yollamıştır. Evzai (R.H.) Filistin'e tayin olunan ilk kadı
Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dır dedi. Sahih olan kavle göre, Ubade't-İbnu
es-Samit (R.A.) Filistin'in Rumeyle kasabasında hicri otuz dört senesinde
yetmiş iki yaşında iken vefat etmiştir.
37) Enes tbnu Malik (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)
(bir gün) ashabına namaz kıldırdı. Namazdan bitince, yüzünü ashabına çevirerek
dedi ki: İmam okuduğu halde siz de (arkasında) namazlarınızda okuyor musunuz?
Hepsi sukut ettiler. Resûlullah (S.A.V.) bu sorusunu üç kere tekrar etti.
Birisi dedi ki: Veya birkaçı dediler ki: Evet Yâ Resûlullah biz bunu yapıyoruz.
Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Bunu yapmayın. Sizden biriniz imamın arkasında,
içinden olmak üzere sadece "Fatiha'yı" okusun. Bu hadisi
Buharı Cüz'ünde (224) Dare-Kutni (1/340) Tahavi (1/218) Abdurrezzak (2765)
Beyhaki Kitab 'ul-Kıra 'atta (121) Süneninde (2/166) Hatib (13/176) Ebu Ya'la
ve Taberam 'Evsafta Mec-Mauzzevaid (2/110) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
Enes İbnu Malik (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye hicretle
şeref verdiklerinde, annesi Ummü Suleym tarafından Allah Resulüne hediye olarak
verilir. Hatta rivayette naklolunmaktadır ki: Resûlullah (S.A.V.) Medine'ye
şeref verdiklerinde her kes Allah Resûlü'ne (S.A.V. )'e bir hediye takdim eder.
Hediye edecek hiç bir şeyi olmayan Ummü Suleym ise, Enes'i kolundan tutarak
Allah Resûlü'nün huzuruna varır der ki: Yâ Resûlullah benim başkaları gibi size
takdim edecek hiç bir şeyim yok. Fakat bu oğlum Enes'dir kendisini hizmetinize
kabul buyurun der.
Enes
(R.A.) o esnalarda on yaşlarında bulunuyordu. Allah Resûlü'nün âhirete
irtihaline kadar, hadarda, seferde, haceti için bile gittiğinde yanında su
taşıyarak yanından ayrılmadan Sahib'i Risalete hizmet etmiştir.
38) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki: "Fatiha" okunmayan namaz yeterli değildir. Dedim ki:
(Peki Yâ Resûlullah) eğer imamın arkasında olursam? dedi ki: Elimden tutarak
"Fatiha'yı" içinden (kendi kendine) oku buyurdu. (Bu hadisi İbnu
Huzeyme (490) ve İbnu Hibban (1780) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
39) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki: Her kim ki namaz kılar da o namazında "Ümmü'I-Kur'ân'ı"
okumazsa, o namaz güdüktür sonra güdüktür, (yani) tamam değildir dedi.
(Müslim'in rivayetinde ise bu sözü üç kere tekrar etti şeklinde gelmiştir.)
(Ravi diyor ki:) Bunun üzerine dedim ki: "Ya Eba Hureyre!
İmam sesli okuduğunda nasıl yapayım? "Fatiha'yı" içinden
okursun" dedi. Zira ben Resûlullah (S.A.V.) işittim ki: Şöyle buyurdu.
Allah'u Teâla buyurdu ki: Ben "Fatiha'yı" benimle kulum arasında yarı
yarıya taksim ettim. (Yarısı benim yarısı kulumundur.) Ve kulumun istediği
onundur.
"Kul, Elhamdu lillahi
Rabbi'l-alemin dediği zaman Allah'da: Kulum bana
hamd etti der. Kul, Errahmanirrahim dediği zaman, Allah'da: Kulum beni
sena etti der. Kul, maliki yevmiddin dediği zaman, Allah'da: Kulum beni
temcid etti (ve bir defada: Kulum bana tefyiz eyledi) dedi. (Ve buraya kadar
benim.) Kul iyyake na'budu ve iyyake neste'in dediği zaman, Allah: Bu
kulumla benim aramda ve kulumun istediği hakkıdır der. Kul İhdina's-sırata'l-mustekim
sıratallezine en'amte aleyhim ğayri'l-meğdubi aleyhim ve-la'd-da-lin dediği
zaman, Allah: İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurur. (Bu
hadisi Müslim (395) Ebu Davud (821) İbnu Mace (838) Malik (1/84) İbnu Huzeyme
(489) İbnu EbiŞeybe (1/375) İbnu Hibban (l 775) Buharı Cüz 'ünde (l 5/68/65/72)
Abdurrezzak (2767) Ebu A vane (2/138) Beyhaki Süneninde (2/38) ve Kibul Kıraat
'da (52) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
40) İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu
ki: "Her kim ki "Fatiha't-uI-Kitab'ı" okumazsa onun
namazı yoktur."(Bu hadisi Beyhaki Kitab 'ul, Kıraatta (86/87/88) sahih
bir senedle rivayet etmiştir.)
41) İbnu Cureyc'den, şöyle dedi: Bana Nafi'i, İbnu Umer (R.A.)'nun
farz namazlarından "Fatiha" okumadık hiç bir rek'at bırakmadığını
haber verdi.(Bu hadisi A bdurrezzak (2625) sahih bir senedle rivayet
etmiştir.)
42) Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah
(S.A.V.) buyurdu ki: "Fatiha't-ul-Kitab'ın" okunmadığı her
namaz güdüktür, güdüktür. (Bu hadisi İbnu Mace (841) Ahmed (2/204/215)
Buhari Cüz 'ünde (l 4) ve Beyhaki Kitab 'ul-Kıraat 'ta (84/85) hasen bir
senedle rivayet etmişlerdir.)
43) Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
(ashabına hitaben) benim arkamda olduğunuz halde (Kur'ân) okuyor musunuz diye
sual etti? (Sahabeler) dediler ki: Evet Yâ Resûlullah sür'atli bir şekilde
okuyoruz. (Bu cevab üzerine) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: (İmamın arkasında)
"Fatiha'dan" başka bir şey okumayın. (Bu hadisi Buhari Cüz' ünde
(57) ve Beyhaki Kitab'ul-Kıraatta (l 38) hasen bin senedle rivayet
etmişlerdir.)
44) Yezid İbnu Şerik'den, (şöyle dedi:) Umer İbnu'l-Hattab
(R.A.)'ya dedim ki: İmam'ın arkasında iken "Fatiha'ul-Kıtab'ı" okuyabilir
miyim? Evet okursun dedi. Ve tekrar dedim ki: Sen okuduğun halde de mi Yâ
Emir'el-Mu'minin? dedi ki: "Evet ben okusam da" buyurdu. (Bu
hadisi Buharı Cüz'ünde (45) Beyhaki Sünen'inde (2/167)Hakim
(1/239)DareKutni(1/218) Tahavi(1/218) ve Abdurrezzak (2776) Hasen bir senedle
rivayet etmişlerdir.)
45) Abdullah İbnu Abbas (R.A.)'dan, (Tavus'a) şöyle dediği
(nakledildi) imamın arkasında, sesli veya sessizde okusa, sakın "Fatiha't-ul-kitab'ı"
okumayı bırakma dedi. (Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/373) Abdurrezzak
(2773) ve Beyhaki Kitab'ul-Kıraat'ta (175) hasen bir senedle rivayet
etmişlerdir).
Sahabelerden ve Tabi'inden ehli ilmin ekserisinin ameli bu
hadisler üzeredir.
Sahabelerden, Umer İbnu'l-Hattab, Ali İbnu Ebi Talib, Aişe Bintu
Ebi Bekr, Ebu Hureyre, Enes İbnu Malik, İbnu Abbas, İbnu Umer, İbnu Mes'ud,
Muaz İbnu Cebel, Ubey İbnu Ka'b, Ubade't-İbnu es-Samit, Abdullah İbnu Amr
(R.A.) daha isimlerini zikretmediğimiz birçok sahabe vardır ki, onları
rivayetleri ile "Fatiha" hakkındaki, risalemizde zikrettik.
Mezheb imamlarından: Malik İbnu "Enes, Abdullah İbnu'l-Mübarek,
Şafi'i, Ahmed ve İshak, imamın arkasında "Fatiha'nın" okunacağı
görüşündedirler.
Hatta
hadis imamlarından, Buhari ve Beyhaki kitaplarındaki hadislerle iktifa
etmeyerek bu mevzuda müstakil birer risale yazmışlardır. Bu risalelerin ikisi
de, Pakistan'da basılmıştır.
Hanefilerden, Umde'tu-1-Kari sahibi "Ayni" diyor
ki: Arkadaşlarımızdan bazıları, ihtiyaten bütün- namazlarda "Fatiha'nın"
okunmasını hoş görmüşlerdir. Bazıları da sadece sırri olan namazlarda
okunacağı görüşündedirler.
Hidaye sahibinin naklettiğine göre, Ebu Hanife'nin talebelerinden,
Muhammed İbnu Hasen eş-Şeybani'den de imamın arkasında sırri olan namazlarda
Fatiha'nın okunacağına dair rivayet vardır.
Bu hadisi şerifler "Fatiha'nın" namazın
rükünlerinden bir rüknü olduğuna delildir. Ve hadis umumi ifadesiyle
münferiden, imam ve me'mum olarak namaz kılan her kişiye şamildir. Hadisi
şeriflerde de görüldüğü gibi mes'elenin münakaşa götürecek hiç bir tarafı
yoktur, zira sahabelerin Resûlullah (S.A.V.) naklettikleri ve kendilerinin
nasıl anlayıb amel edişleri yukarıda zikredildi. Bu gün gibi açık nasların
karşısında daha hâlâ taassub göstererek itirazda bulunmak Resûlullah'ı
kendisine imam edinen kişiye yaraşmasa gerek.
Maa'zalike Mezheb ulemasından bazısı içtihad ve meselemiz ile
alakası olmayan deliller getirerek, sahih delile ve bununla amel eden ehli ilme
muhalefet etmişlerdir.
Muhalefet edenlerden bazısı, "Fatiha'nın" sadece
imamın arkasında sırri olan namazlarda okunacağına kaildir. Bazısı da sırri ve
cehri imamın arkasında kılınan namazların hiç birisinde de okunmayacağına
kaildirler.
Biz
burada nasıl ve ne şekilde ihtilaf edildiğini anlatacak değiliz. Bize düşen
nassları serdetmekti, bu mevzuda fazla ma'lumat isteyen "Fatiha" hakkındaki
risalemize müracat edebilirler.
FATİHAYI ÂYET ÂYET KESEREK OKUMA BABI
46)
Ummu Seleme (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Veya bunun gibi bir kelime söyledi).
Resûlullah (S.A.V.)'in kıra'at-i (şöyle idi) Bismillahirrahmanirrahim -
Elhamdu lillahi rabbilalemin -Errahmanirrahim - Maliki yevmiddin - diye
âyet âyet keserek (okurdu). (Bu hadisi Ebu Davud (4001) ve Sehmi tarih
Cürcanda (104) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
47)
Ummu Seleme (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) kira'atini (âyet âyet)
kesik ederdi. Elhamdu lillahi rabbilalemin der
durur, sonra Errahmanirrahim
der durur ve Meliki yevmiddin olarak okurdu. (Bu hadisi Tirmizi
(1466) ve Ahmed (6/302) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
TE'MİN BABI
48)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"İmam âmin dediği zaman arkasından sizde âmin deyiniz. Çünkü her kimin
âmin demesi meleklerin âmin demesine muvafakat ederse geçmiş günahları mağfiret
olunur. Hadisin ravilerinden olan İbnu Şihab: Resûlullah (S.A.V.) âmin derdi,
demiştir.) Bu hadis'i Buhari (780) Müslim (410) ebu Davud (936) ve Tirmizi
(250) rivayet etmişlerdir. Bu hadisi şerif, imam ve me'mum'un cehri olan
namazlarda âmin lafzım sesli olarak söyleyeceklerini beyan eder.
AMİN DERKEN
SESİN YÜKSELTİLİB VE UZATILACAĞI BABI
49)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Ve'lad-daalliin i
okuduktan sonra âmin derdi. Ve (derken) sesini de yükseltirdi. (Bu hadisi
Ebu Davud (932) Tirmizi (248) ve İbnu Mace
(855) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
50) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i
"Gayri 'I-mağdubi
aleyhim ve 'la'd-daallin"i okuduktan
sonra âmin dedi. Ve (âmin derken) sesini uzattığını işittim. (Bu hadisi
Buhari Cüz'ünde (209) Tirmizi (248) veAhmed (4/316) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
ÂMİN DERKEN
ÂMİN SESİNDEN MESCİDİN İNLEYECEĞİ BABI
51) İbnu Cureyc, Ata'dan (rivayet ediyor ki:) Ata'ya dedim ki:
İbnu Zübeyr fatihadan sonra Amin der miydi? Ata dedi ki: Evet derdi.
Arkasında olanlarda derdi. Hatta Amin sesinden mescid inlerdi dedi. Ve
sonra şübhesiz Amin duadır dedi. Ebu Hureyre, İmam kendisinden evvel
kalkmış olarak mescide girdiğinde, (İmama seslenerek) beni Amin'de geçme
derdi. Bu hadisi Buhari ta'likan (bab/III) Abdurrazzak (2640) Safî (1/76) ve
Beyhaki (2/59) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
YAHUDİLERİN İMAM'IN
ARKASINDA SÖYLEDİĞİMİZ AMİNİ
HASED ETTİKLERİ BABI
52) Aişe R.A. dan, (şöyle dedi:) Nebiyyu S.A.V. buyurdu ki:
Yahudiler sizin hiç bir şeyinize hased etmemişlerdir, selam ve âmin sözüne
hased ettikleri gibi. Ahmedin rivayetinde ise: İmamın arkasında söylediğimiz, âmin
sözüne (hased ettikleri gibi.) (Bu hadisi Buhari Cüz'ünde (988) Ahmed
(6/135) ve İbnu Mace (856) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
FATİHA'DAN
SONRA Kİ KIRAAT'IN BEYANI BABI
53) Ebu Hureyre (R.A.) şöyle dedi: Her namazda kıraat vardır.
Resûlullah (S.A.V.)'in bize duyurduklarını biz de sizlere duyuruyoruz, bizden
gizlice okuduklarını biz de sizlerden gizli okuyoruz. Her kim Ummu'l-Kur'ân'ı
okursa bu, ona yeter. Her kim bundan fazla okursa o, daha faziletlidir. (Bu
hadisi Buhari (772) ve Müslim (396) rivayet etmişlerdir.)
İLK İKİ
REK'ATTE FATİHA'DAN SONRA BİRER SURE VE SON İKİ REK'ATTE İSE SADECE FATİHA'NIN
OKUNACAĞI BABI
54)
Abdullah İbnu Ebi Katade babası Ebu Katade'den, (şöyle demiştir:) Resûlullah
(S.A.V.) öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rek'atlarında Fatihatu'l-Kitab ile
birer sure okur idi. Ve bazen (gizli okuduğu) âyeti bize işittirirdi. Son iki
rek'atlarda ise (yalnız) Fatihatu'l-Kitab'ı okurdu. (Bu hadisi Buharı
(776) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)
BİRİNCİ
REK'ATİN İKİNCİ REK'ATTEN DAHA UZUN OLACAĞI
BABI
55)
Abdullah İbnu Ebi Katede babası Ebu Katade'den, (naklederek şöyle demiştir.)
Resûlullah (S.A.V.) öğle namazının ilk iki rek'atlarında "Fatihatu'l-Kitab"
ile birer sure okur idi. Son iki rek'atlarda ise (sadece) "Fatihatu'l-Kitab'ı"
okurdu. (Bazen gizli okuduğu) âyet'i bize işittirirdi. Birinci rek'atını
ikinci rek'atından daha uzun yapardı. İkindi ve sabah namazıda böyle olurdu. (Bu
Hadisi Buharı (776) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)
YALNIZ NAMAZ
KILARKEN REK'ATLARIN HEPSİNDE FATİHA'DAN SONRA SURE OKUNABİLECEĞİ BABI
56)
Nafi'i den, İbnu Umer (R.A.)'nun, yalnız namaz kıldığı zaman namazın dört
rek'atının hepsinde, "ÜMMÜ'L-Kur'ân'ı" ve akabinde Kur'ân'dan bir
sure okuduğunu haber verdi. (Bu Hadisi Malik (1/79) sahih bir senedle
rivayet etmiştir.)
KUR'ÂN'I
EZBERLEYEMEYEN KİŞİNİN NASIL YAPMASI GEREKTİĞİ BABI
57)
Abdullah İbnu Ebi Evfa R.A. dan, şöyle dedi: Resûlullah S.A.V. e birisi gelib
şöyle dedi: Ya Resulellah ben kur'an'dan hiç bir şey ezberleyemiyorum bana
kıraatimin yerine geçecek birşey öğret ondan. Resûlullah S.A.V. buyurdu ki: Sübhanallah,
ve'I- hamdu lillahı, ve la ilahe illallahu ve'llahu ekber, ve la havle ve la
kuvvete illa billah'İI - aliyyi'l - a/im, dersin, dedi...... (Bu Hadisi Ebu
Da vud (832) ve İbnu Huzeyme (544) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)
ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARINDAKİ KIRAAT BABI
58)
Ebu Katade (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resulullah (S.A.V.) Öğle ve ikindi
namazlarının ilk iki rek'atlarmda "Fatihatu'l-Kitab'ı" ve birer
sure okur, bazen de bize (sırren okuduğu) âyet'i duyururdu. Son iki rek'atlarda
ise sadece "Fatihatu'l-Kitab'ı" okurdu. (Bu hadisi Beğavi
(592) Buhari (759) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)
59)
Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resulullah (S.A.V.) öğle namazının
ilk iki rek'atının her bir rekatında otuz âyet kadar okur idi. Son iki
rek'atlarda ise on beşer âyet kadar yahut bunun yarısı kadar. İkindi namazının
ilk iki rek'atının her bir rek'atında on beş âyet kadar okurdu. Son iki rek'atlarda
ise bunun yarısı kadar okurdu. (Bu hadisi Müslim (452) rivayet etmiştir.)
ÖĞLE VE
İKİNDİ NAMAZLARININ KIRAATLARININ SİRRİ OLACAĞI BABI
60) Ebu Ma'mer den, şöyle dedi: Habbab İbnu'1-Eret (R.A.) ya dedim
ki: Resulullah (S.A.V.) öğle ve ikindi namazlarında okur muydu?
"Evet" dedi: Ona "Peki okuduğunu neyden anlardınız!" dedim.
"Sakalının oynamasından" dedi. (Bu hadisi Buhari (761) rivayet
etmiştir.)
AKŞAM NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI
61)
Abdullah İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Bir defa anam) Ümmü'1-Fadl
bintu'l-hadis, Ve'I-Murselati Urfen sûresini okuduğumu işitti. Bana dedi ki:
"Ey yavrucuğum! Bu sûreyi okumakla bana Resûlullah (S.A.V.)'in bir akşam
namazında en son olarak işittiğim okuyuşunu hatırlattın." (Bu hadisi
Buharı (763) ve Müslim (462) rivayet etmişlerdir.)
62)
Muhammed İbnu Cubeyr İbni Mut'im den, o da babası Cubeyr (R.A.)'dan, rivayet
etti. Cubeyr (R.A.) şöyle dedi: Ben Resûlullah (S.A.V.)'in akşam namazında
Ve'tturi sûresini okuduğunu işittim.
YATSI
NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI
63)
Abdullah İbnu Bureyde den, o da babası Bureyde (R.A.)'dan, şöyle rivayet etti.
Bureyde (R.A.) şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) yatsı namazında, Veşşemsi ve
Duhaha'yı veya onun gibilerini okurdu. (Bu hadisi Tirmizi (309) Nesei (2/173)
ve Ahmed (5/355) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)
CEMAATE
NAMAZ KILDIRILACAGINDA NAMAZIN HAFİF TUTULACAĞI BABI
64)
Cabir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muaz İbnu Cebel her defa
Resulullah'ın arkasında (yatsı) namazını kılar sonra kavmine (yâni Seleme
oğullarına) gelir, onlara imamlık yapardı. Bir gece Resûlullah (S.A.V.) ile
beraber yatsıyı kıldı. Sonra kavmine gelip, onlara imam oldu.
Suretu'l-Bakara'dan başlayıp okumaya girişti. Bunun üzerine cemaatten bir kimse
selam verip ayrıldı, sonra namazı yalnız başına kılıb çıktı. Namazdan sonra o
kimseye: Ey fulan! Sen münafık mı oldun? dediler. O da: Hayır, münafık değilim.
(Hele sabah olsun) Vallahi, Resûlullah (S.A.V.) huzuruna muhakkak gideceğim ve
ona mutlaka bunu haber vereceğim dedi. Ertesi gün Resûlullah (S. A. V.)'e geldi
ve şunları söyledi. "Yâ Resûlullah! Biz su çeker develer sahibiyiz. Bütün
gün işimiz başında didiniriz, (yatsı olunca gelib namaz kılarız) Muaz sizinle
birlikte yatsıyı kıldı sonra geldi ve bize imam olup Suretu'l-Bakara'dan
başlayıb okumağa kalktı." Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Muaz'a dönüb:
"Yâ Muaz! Sen dinden nefret ettirici misin! Fulan sûreyi oku, f ulan
sûreyi oku!" buyurdu.
Sufyan
der ki: Amre: Ebu'z-Zubeyr bize Cabir'den tahdis etti ki: Resûlullah (S.A.V.) Veşşemsi
ve Duhahe'yı. Ve'dduha'yı, Ve'1-leyli iza yağşe'yı, Ve sebbih
isme Rabbike'l-a'la'yı oku buyurmuştur, dedim. Bunun üzerine Amr: İşte
bunlar gibi sûreler, cevabını verdi. (Bu hadisi Buharı (701) ve Müslim (465)
rivayet etmişlerdir.)
Bazıları
bu hadis'i şerif de zikredilen kıyamda ki tahfifi ruku'da, ruku'dan sonra ki
i'tidal'da, secde'de ve iki secde arasında da yapılacağını zannederek
namazlarını ibtal edib başkalarını da ibtal ettirmektedirler. Binaenaleyh, din
düşmanlarının namaz bir idmandır diyerek bu azim ibadetle istihza etmelerine
sebeb olunmaktadır. Zira o şekilde kılınan namaz da beden eğitiminden de başka
bir şey değildir. İleride rüku ve secde bahsinde bu mevzuya temas edilecektir.
SABAH
NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI
65)
Ebu Berze (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) sabah namazında altmış
ile yüz âyet kadar okurdu dedi. (Bu hadisi Müslim (461) rivayet etmiştir.)
66)
Cabir Ibnu Semure (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) sabah
namazında, Kaf ve'1-Kur'âni'l-mecid sûresini
okurdu. Sabah namazından sonraki namazlarını
daha hafif kıldırırdı.(Bu hadisi Müslim (458) rivayet etmiştir.)
İMAMA RUKUDA
YETİŞENİN REKATININ OLMADIĞI BABI
67)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaz için kamet
getirildiğinde sakın namaza koşarak gelmeyin. Namaza yavaş yavaş sekinetten
ayrılmayarak geliniz. İmama (kavuştuğunuz yerde ona uyun) yetişebildiğinizi
onunla kılın, yetişemediğiniz kısımda (kendiniz) tamamlayın." (Bu
hadisi Buhari (636) ve Müslim (602) rivayet etmişlerdir.)
Bu
hadisi şerif imama nerede yetişilirse yetişilsin yetişemediği kısmın memun
tarafından tamamlanacağına delalet eder.
A'rac
(R. H.) Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etti: imama kıyamda kavuşmadan
(ki yapılan rüku o rekatın için) yetirli değildir. (Bu eseri Buharı kıraatu
helfel-1-imam isimli cüzünde (131) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)
69)
Abdurrahman İbnu Hürmüz (R.H.)'dan, şöyle dedi: Ebu Said el-Hudri dedi ki:
Sizden biriniz Ummu'l-Kur'an'ı (Fatihayı) okuman rüku etmesin (zira o rekat
tamam değildir). (Bu eseri Buhari kıraat u halfel-İmam isimli eserinde (133)
hasen bir senedle rivayet etmiştir.)
RUKU'YA
GİDİLECEĞİ ZAMAN ELLERİ OMUZLAR HİZASINA VARDIRINCA YA KADAR KALDIRMA BABI
70)
Salim babası Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namaza
başladığı zaman, ruku'a gitmezden evvel ve birde ruku'dan doğrulduğu zaman
ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde
arasında (ellerini) kaldırmazdı. (Bu hadisi Buhari (735) Müslim (390) Ebu
Davud (721) Tirmizi (255) Nesei (2/126) ve İbnu Mace (858) rivayet
etmişlerdir.)
Ruku'a
giderken ve ruku'dan kalkarken el kaldırma hadisi Resûlullah (S. A. V.)' den
sabit olan bir ameldir. Bu Ümmetin âlim'lerinin cemi'si bu amelin subutunda ve
tatbikinde ittifak etmişlerdir. Sadece Ehli-Rey muhalefet ederek bütün Ümmetin
ittifakından ayrılmışlardır.
Bu
hadisi Allah Resûlullah'dan elliye yakın sahabe rivayet etmişlerdir. Buhari
Ehli Rey'in bu muhalefetine dayanamıyarak bu mevzuda "Refu'I-yedeyn fi'ssalat"
namazda elleri kaldırma diye bir risale te'lif etmiştir. Bu Risale
Pakistan'da basılmıştır.
Bu
hadisi rivayet eden sahabelerden bazıları şunlardır. İbnu Umer, Malik
İbnu'l-Huveyris, Enes İbnun Malik, Vail İbnu Hucr, Ebu Hureyre, ebu Humeyd
es-Saidi, Ebu Bekr, Umer İbnu'l-Hattab, Usman İbnu Affan, Ali İbnu Ebi Talib,
Sehl İbnu Sa'd, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Katade, Cabir İbnu Abdullah, İbnu
Abbas, Umeyr İbnu Habib, Ebu Musa el-Eşari, Ebu Useyd, Abdullah İbnu Zubeyr,
Ebu Said, Ümmü Darda, bizim şu ana kadar toparlaya bildiğimiz bu kadar Allah
nasib ederse bu mevzuda bir risale yazmayı düşünüyoruz.
RUKU'DA
ELLERİN DİZKAP AKLARIN ÜZERİNE KONULACAĞI VE BUNUN EMİR OLDUĞU
BABI
71)
Ebu Ya'fur, Mus'ab İbnu Sa'd-ı şöyle derken işittiğini rivayet etti: Babamın
yanında namaz kıldım, (rüku'da) avuçlarımı bir birine bitiştirib iki baldırımın
arasına koydum. (Bu hareketimi gören) babam beni bundan nehyetti. Dedi ki: Biz
bunu yapıyorduk. Fakat sonra bunu yapmaktan nehyolunduk. Ve ellerimizi diz
kapakların üzerine koymakla emrolunduk. (Bu hadisi Buharı (790) ve Müslim
(535) rivayet etmişlerdir.
72)
Abbas İbnu Sehl'den, şöyle dedi: "Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl İbnu Sa'd ve
Muhammed İbnu Mesleme toplanarak Resûlullah (S.A.V.)'in namazını müzakere
ettiler. Ebu Humeyd dedi ki: "Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi
bileniniz benim. Resûlullah (S.A.V.) ruku'a vardı, dizkapaklarını tutar gibi
ellerini dizkapaklarının üzerine koydu. Kollarını gerdi ve koltuklarını
kaldırdı." (Bu hadisi Ebu Davud (734) ve Tirmizi (260) sahih bir
senedle rivayet etmişlerdir.)
RUKU'DA EL
PARMAKLARININ DİZKAPAKLARIN ÜZERİNDE AÇILACAĞI BABI
73)
Alkame't-İbnu Vail babasından şöyle rivayet etti: Resûlullah (S.A.V.) Ruku'a
gittiği zaman (dizkapaklarının üstünde) parmaklarını açardı. (Bu hadisi Hakim
(1/224) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
RUKU'DA
BELİN DÜMDÜZ TUTULACAĞI BABI
74)
Raşid, Vabisa (R.A.)'yıı şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Resûlullah
(S.A.V.)'i namaz kılarken gördüm. Ruku'ya gitiği zaman belini dümdüz yaptı.
Öyle ki üzerine su dökülse belinde eyleşirdi. (Bu Hadisi İbnu Mace (872)
Taberani Kebirde (12781) veSağirda (1/31) Ahmedin oğlu Abdullah 'da Müsnedih
zevaidinde sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
RUKU'DA
BAŞ'IN BEL İLE BERABER DÜMDÜZ TUTULACAĞI BABI
75)
Ebu Humeyd Essaidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza durduğu
zaman .... (Hadisin burasını zikrettikten sonra şöyle devam
etti). Sonra ruku'ya gitti ve ellerini dizkapaklarının
üstüne koydu. Sonra başinı ne aşağı sarkıttı ne de yukarı kaldırdı. (Yani beli ile başını aynı hizada dümdüz
tuttu.) (Bu hadisi Ebu Davud (730) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
RUKU'DAKİ
ZİKRİN BEYANI BABI
76)
Huzeyfe (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kılıp, Resûlullah (S.A.V.)'in
rukusunda, "Subhane Rabbiye'I-Azim" dediğini rivayet etti. (Bu
hadisi Ebu Davud (871) ve Tirmizi (262) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
77)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) rüku'unda ve
sucudunda: "Subhaneke ellahumme! Rabbena ve bihamdike
ellahumme-gfirli." Teşbih ve istiğfarını çokça söylerdi. (Resûlullah
bunu demekle) Kur'ân'a imtisal ediyordu. (Bu hadisi Buhari (794) Müslim
(484) Ebu Davud (877) ve Nesei (2/190) rivayet etmişlerdir.)
78)
Aişe (R. A.) şöyle haber verdi: Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunda ve sucudunda: Subbuhun
kuddûsun. Rabbul melaiketi ve'r-ruh derdi. (Bu hadisi Müslim (487) Ebu
Davud (827) Nesei (2/224) rivayet etmişlerdir.)
RUKU'DA Kİ
İTMİ'NAN-IN FARZİYYETİNİN BEYANI BABI
79)
Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Resûlullah (S.A.V.) "Ruku'u ve sucud'u tastamam
yapınız. Allah'a yemin ederim ki rüku, ettiğinizde ve secdeye vardığınız zaman
ben sizleri muhakkak arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu hadisi Buhari
(741) ve Müslim (425) rivayet etmişlerdir.)
RUKU'NUN VE
SUCUD'UN NASIL TAMAM OLDUĞU BABI
80)
Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) ile birlikte kılınan
namazı gözetleyip dikkat ettim. Kıyamını, ruku'unu, ruku'dan sonraki itidalini,
secdesini, iki secde arasındaki oturuşunu, tekrar secdesini ve selam vermekle
kalkıp gitmesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum. (Bu hadisi
Müslim (471) rivayet etmiştir.)
RUKU'SUNU VE
SUCUD'UNU TAM YAPMAYAN ADAMA RESÛLULLAH'IN NAMAZINI İADE ETTİRMESİ BABI
81)
Ebu Hureyre (R. A.) 'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) mescide girdi
derken biride girip namaz kıldı. Sonra Resûlullah (S.A.V.)'e gelip selam verdi.
Resûlullah (S.A.V.) selamını aldıktan sonra: Adama "Dönde namazım yeniden
kıl." Çünkü sen namaz kılmadın buyurdu. O kimse namazını yemden kılıp
Resûlullah'ın yanına gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamım aldıktan
sonra tekrar adama "Namazını yeniden kıl çünkü sen namaz kılmadın"
buyurdu. (Bunu üç kere tekrar etti.) Nihayet o kimsem Seni hak ile yollayan
Allah'a yemin ederim ki, bunun başka türlüsünü bilmiyorum. Bana (doğrusunu)
öğret dedi. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaza durduğun vakit ihram
tekbirini al, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'ân oku. Sonra ruku'a
varıp ta mut'main oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya
kadar dur.
Sonra
secdeye var ve mut'main oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp ta mut'main
oluncaya kadar otur. Sonra tekrar secdeye var ta mut'main oluncaya kadar kal.
Sonra bunu namazının hepsinde (böyle) yap." (Bu hadisi Buharı (793)
Müslim (397) Ebu Davud (856) Tirmizi (303) Nesei (2/124) ve İbnun Mace (1060)
rivayet etmişlerdir.)
RUKU'SUNU VE
SUCUD'UNU TAM YAPMAYANIN NAMAZININ BATIL, KENDİSİNİNDE MİLLET'İ-
MUHAMMED'DEN GAYRI BİR MİLLET ÜZERE ÖLECEĞİ BABI
82)
Süleyman, Zeyd İbnu Vehb'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Huzeyfe (R.
A.) Rüküşünü ve sucudunu tam yapmayan bir adam gördü. Adama, sen namaz
kılmadın. Eğer (bu halinle yani bu namaz kılışınla) ölmüş olsaydın, Allah'ın
Resulünü yaratmış olduğu fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün dedi. (Bu
hadisi Buharı (791) rivayet etmiştir.) Ahmed İbnu Hanbel'in rivayetinde ise
şöyle bir ziyadelik vardır.
Huzeyfe
(R.A.) (Rüküşünü ve sucudunu tam yapmayan) adama şöyle dedi: Ne zamandan beri
bu namazı böyle kılıyorsun? Adam kırk seneden beri böyle kılıyorum (diye cevab)
verdi. Huzeyfe yeniden adama sen kırk seneden beri lamaz kılmamışsın. Eğer bu
namaz kılışınla ölmüş olsaydın, Muhammed (S.A.V.) yaratıldığı fıtrattan gayrı
bir fıtrat üzere ölürdün dedi. (Bu hadisi Ahmed (5/384) sahih bir senedle
rivayet etmiştir.)
83)
Ebu Abdullah El-Eş'ari (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)
Ruku'sunu tam yapmayan
ve sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapan birini gördü.
Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Eğer bu adam şu hali (yâni namaz kılışı)
üzere ölseydi, Millet'i-Muhammed'den gayrı bir millet üzere ölürdü." Ve
sonra şöyle dedi: "Ruku'sunu tam yapmayan, sucud'unu tavuğun mısır
tanelemesi gibi yapanın misali, aç birisinin bir veya iki tane hurma yemesi
nasıl açlığını gidermez ise, (rüku 'sunu vesucud'unu tam
yapmayan da namaz kılmamıştır.)"
Ravi Ebu
Salih dediki: Ebu
Abdullah'a bu hadisi Resûlullah'dan kendisine kimin
rivayet ettiğini sordum. Dediki: Umeraul-Ecnad (yani
Filistin, Ürdün, Humus, Kansirin, Şam) vilayetlerinin
emirleri olan Amr İbnu'1-As, Halid
Îbnu'l-Velid, Şurahbil İbnu Hasene, Resûlullah'dan işitmişler dedi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (665) Beyhaki
Sünende (2/89)
Taberani Kebirde Ebu Ya 'la Musnedin 'de hasen bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
RUKU'DAN KALKARKEN
"SEMlALLAH'U LİMEN HAMİDEH"
DENİLECEĞİ BABI
84)
Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Ruku'dan
başını kaldırdığı zaman "Semiallah'u limen hamideh" derdi. (Bu
hadisi Müslim (391) rivayet etmiştir.)
RUKU'DAN
KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA VARINCAYA KADAR KALDIRILACAĞI BABI
85)
Salim babası Abdullah'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in namaz kılışını
gördüm. Resûlullah (S.A.V.) namaza başladığı zaman, ruku'a gitmeden evvel ve
birde ruku'dan doğrulduğu vakit ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar
kaldırırdı. İki secde arasında ise kaldırmazdı. (Bu hadisi Buhar i (735)
Müslim (390) Ebu Davud (721) Tirmizi (255) Nesei (2/126) ve İbnu Mace (858)
rivayet etmişlerdir.)
İMAM'LA
NAMAZ KILANIN YALNIZ "ELLAHUMME RABBENA VE LEKE'L-HAMD DİYECEĞİ BABI
86)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: İmam
(başını rukudan kaldırırken) Semi'allahu limenhamideh dediği zaman,
sizde Ellahumme rabbena leke'l-hamdu deyiniz. Zira kimin bu kavli,
Meleklerin kavline muvafakat ederse yapmış olduğu günahlar mağfiret olunur. (Bu
Hadisi Buhari (796) ve Mustim (409) rivayet etmişlerdir.)
RUKU'DAN
BELİNİ DOGRULTMAYANIN NAMAZININ YETERLİ OLMADIĞI BABI
87)
Ebu Mesude'l-Ensari (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Ruku'dan ve secde'den belini doğrultmayanın namazı
yeterli değildir." (Bu hadisi Ebu Da vud (855) Tirmizi (265) İbnu Mace
(870)îbnuHibban (501) veAhmed' (4/122) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
BAŞI İMAMDAN
ÖNCE KADIRMANIN YASAK OLDUĞU BABI
88)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) buyurdu ki: "Başını
imamdan evvel kaldıran, Allah'ın onun başını eşek başına tahvil etmesinden
korkmaz mı?" (Bu hadisi Buhari (691) ve Müslim (427) rivayet
etmişlerdir.)
RUKU'DAN
KALKTIKTAN SONRA ELLERİ TEKRAR GÖĞSÜN ÜZERİNE KOYMA BABI
89) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i
namaz için tekbir aldığı vakit, ellerini kulakları hizasına kadar kaldırdığını
ve sonra ruku'ya giderken ve sonra Semiallahu limen hamideh deyip
rukudan kalkarken de aynı şeyi yaptığını ve kıyamda da sağ eliyle sol elini
tuttuğunu gördüm. Bu hadisi Ahmed (4/318) hasen bir senedle rivayet etmiştir.
izah
Bu
Hadis'i Şerif, Resûlullah (S.A.V.)'in "iftitah" tekbirinden ve
"ruku'dan" sonraki "kıyam" halinde ellerini göğsünün
üzerine bağladığım ifade ediyor. Zira göğsün üzerine el koyma, "iftitah"
tekbirinden sonraki kıyama hass olsaydı, hemen iftitah tekbirinden sonra
ellerini göğsünün üzerinde bağladı diye ifade etmesi gerekirdi. İftitah
tekbirinden sonra zikretmeyip, ruku'dan sonra bu hareketi tek isim altında,
ruku'dan kalktıktan sonra "kıyam'da" sağı ile solunu tuttuğunu gördüm
demesi, çok sarih bir ifade'i kelamdır.
Zira
asıl olanda budur. Hem rukudan kalktıktan sonra eller salıverilecek diye
zayıf'da olsa bir rivayet mevcud değildir. Resûlullah (S.A.V.)'den gelen
hadislerin cemi'si namazda kıyam halinde ellerin göğsün üzerine konulacağına
delalet ediyor.
RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN ZAMANINDA
İNSANLARIN KIYAMDA ELLERİNİ GÖĞÜSLERİNİN ÜZERİNE KOYMAKLA EMROLUNDUKLARI BABI
90)
Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında)
İnsanlar namazlarının
(kıyamında) sağ ellerini sol kollarının üzerine
koymakla emrolunurlardı.(Bu hadisi Buharı
(740) ve Malik (1/159) rivayet etmişlerdir.)
91)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazda kıyamda
iken, sağ eliyle sol elini kabzettiğini gördüm. (Bu hadisi Ahmed (4/316)
veNesei(2/125)sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
RUKU'DAN
KALKTIKTAN SONRAKİ DUA BABI
92)
İbnu Ebi Evfa (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) belini ruku'dan
kaldırdığı zaman (şu sözleri) söylerdi: Semiallahu limen hamideh. Ellahumme!
Rabbena leke'1-hamd. Mil'u-s-semavati ve mil'u-1-ard. Ve mîl'u ma şi'te min
şey'in ba'd. Ellahumme! Tahhirni bi's-selci ve'1-beredi ve'1-mai'l-barid.
Ellahumme! Tahhirni mine'z-zunubi ve'1-hataye kemayunekka's-sevbu'l-ebyadu
mine'l-vesahi. Ey Allah'ım! Hamd sana mahsustur. Hem gök dolusu, yer dolusu
ve bunlardan öte ne yaratmayı diledinse hepsinin dolusu hamd! Ey Allah'ım! Beni
kar ile dolu ile ve soğuk su ile tertemiz eyle! Ey Allah'ım! Beni günahlardan
ve hatalardan, beyaz kumaş kirden nasıl temizlenirse öyle temizle. (Bu
hadisi Müslim (476) rivayet etmiştir.)
93)
Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) başını ruku'dan
kaldırdığında şöyle derdi. Rabbena leke'l-hamd. Mil'u-s-semavati ve'l-ard.
Ve mil 'u ma'şite min şey'in ba'd. Ehle's-sena'i ve'l-mecd. Ehakku ma
kale'l-abdu ve kulluna leke abdun. Ellahumme! La mani'a Uma a'teyte ve la
mu'tiye limâ mena'te. Ve la yenfe'u ze'1-ceddi mine'l-ceddu. Ey Rabbimiz
olan Allah! Hamd sana mahsustur. Hem gökler dolusu, yerler dolusu ve bunlardan
öte ne yaratmağı diledinse hepsinin dolusu hamd. Senaya, mecde layık olan
Allah'ım! Her hangi bir kulun ^ki hepimiz de sana kuluz- en muhik olarak
söylediğisöz: Allah'ım! Verdiğine mani' olacak yok, vermediğini verecek yok.
Taat ve rızana bedel hiç bir bahtiyara kendi bahtının yar olacağı yok. (Bu
hadisi Müslim (477) rivayet etmiştir.)
94)
Refa'at İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Biz bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in
arkasında namaz kılıyorduk. Başını rukudan kaldırdığında, Semiallahu limen
hamideh dedi. Arkasından birisi "Rabbena ve leke'1-hamd, hamden
kesiran tayyiben mubareken fih" dedi. Namaz bittikten sonra konuşanın
kim olduğunu sordu. O kelimeleri söyleyen adam, benim dedi. Resûlullah (S.A.V.)
buyurdular ki otuz küsur tane melek gördüm ben evvel yazacağım diye
birbirleriyle yarış ediyorlardı. (Bu hadisi Buharı (799) ve Ahmed (4/316)
rivayet etmişlerdir.)
RUKUDAN KALKTIKTAN SONRAKİ İTİDALIN KEYFİYETİ BABI
95)
Enes (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i bize nasıl namaz kıldırırken gördüysem
sizede öylece namaz kıldırmaktan vazgeçmeyeceğim dedi: Enes'in namazım ta'rif
eden ravi sabit İbnu Eşlem El-Bunani şöyle dedi: Enes (R. A.) sizi yaparken
görmediğim bir şey yapardı ki: Başını rüku 'dan kaldırdığı vakit gören secde
etmeği unuttu diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden kaldırdığı vakit
iki secde arasında gören (ikinci secdeye gitmeyi) unuttu diyecek kadar dururdu.
(Bu hadisi Buhar i (800) ve Müslim (472) rivayet etmişlerdir.)
İMAMA
MÜTABAAT ETMEK VE HAREKETLERİ İMAMDAN SONRA YAPMAK BABI
96)
Bera İbnu Azib (R. A.) 'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile beraber namaz
kılardıkta hiç birimiz, onu secdeye varmış olarak görmemize kadar belini
bükmezdi. (Bu hadisi Buhari (811) ve Müslim (474) rivayet etmişlerdir.)
İMAM
OTURARAK NAMAZ KILDIĞINDA CEMAATINDA OTURACAĞI BABI
97)
Zuhri dedi ki: Enes Ibnu Malik'ten işittim şöyle diyordu: Resûlullah (S.A.V.)
bir gün beygirden düştü de sağ yanı sıyrıldı. Biz hasta ziyareti yapmak için
huzuruna girdik. Derken namaz vakti geldi. Resûlullah (S.A.V.) bize oturarak
namaz kıldırdı. Biz de onun arkasında oturarak namaz kıldık. Namazı bitirdiği
vakit şöyle buyurdu: İmam ancak kendisine uyulsun diye imam yapılmıştır. Öyle
olunca o tekbir aldığı zaman sizde tekbir alınız. O secdeye vardığı vakit siz
de secdeye varınız. O kalktığında sizde kalkınız. O Semi Allahu limen
hamideh dediği zaman sizler, Rabbena leke'1-hamd deyiniz. O oturduğu
halde namaz kıldığı vakit hepiniz oturarak kılınız. (Bu hadisi Buharı (688)
ve Müslim (411) rivayet etmişlerdir.)
SECDEYE
GİDİŞ BABI
98) Rifaa İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki: İnsanlardan hiç birisinin namazı tamam olmaz...........Sonra rüku
eder ta mafsalları mutmain oluncaya kadar (rukuda kalır) sonra Semi Allahu
limen hamideh diyerek ta doğruluncaya kadar dikilir. Ve Allahu ekber der
sonra secde eder mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede kalmadıkça)
........... (Bu Hadisi Ebu Davud (857) ve Hakim sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
99) Ebu Bekr İbnu Abdurrahman dan, Ebu Hureyre (R.A.)'yu şöyle
derken işittiğini haber verdi.
Ebu Hureyre (R. A.) dedi ki: Resûlullah (S.A.V.) secdeye
gideceğinde tekbir getirirdi. (Bu hadisi Buhari (803) ve İbnu Huzeyme (624)
rivayet etmişlerdir.)
SECDEYE GİDERKEN ELLERİN
OMUZLAR HİZASINA KADAR KALDIRILACAĞI BABI
100) Malik İbnu Huveyris (R.A.)'den: O, Nebi (S.A.V.)'in,
namazında, rüku ettiğinde, başını ruku'dan kaldırdığında ve secde ettiğinde,
............ ellerini kulakları hizasına kadar kaldırdığını görmüş. (Bu
hadisiNesei (1085) ve Dar e Kutni ( )
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
Kıyamdan secdeye giderken, secdeden kalkarken, tekrar secdeye
giderken, birinci ve üçüncü rek' atlardan kıyama kalkarken elleri tekbirle
kaldırma hareketi Resûlullah (S.A.V. ) 'den, sabit olan bir ameldir. 64
numaralı İbnu Umer Hadisiyle aralarında tenakuz varmış gibi görünmesine rağmen,
İbnu Umer dahil on tane sahabeden naklolunmuştur. Bu rivayet mütenakız değil
bilakis İbnu Umer 'in rivayetinin ziyadesidir. Hadis İlmin'de ma'lum olduğu
üzere sika'nın ziyadesi makbul'dur.
SECDEYE
GİDERKEN ELLERİN DİZLERDEN ÖNCE KONULACAĞI BABI
101) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki: "Sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin çöktüğü gibi
çökmesin. Önce ellerini, sonra dizlerini koysun." (Bu hadisi Ahmed
(2/381) Ebu Da vud (840) Nesei (2/207)Darimi (1327) Dare Kutni (1/345) Tahavi
(1/245) Beyhaki (2/99) ve Buhari Tarihinde (1/139) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
102) İbnu Umer R. A. dan. (şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secde
ettiği vakit ellerini dizlerinden önce koyardı. (Bu hadisi Buharı Ta'likan
(803) İbnu Huzeyme (627) Dari Kutni (1/344) Tahavi (1/254) ve Hakim sahih bir
senedle rivayet etmişlerdir.)
DİZLERİ
ELLERDEN ÖNCE KOYMA HADİSİNİN ZAYIF OLDUĞU BABI
103)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A. V.) secdeye gittiği
vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (Secdeden kıyama) kalktığı zamanda
ellerini dizlerinden önce kaldırırdı. (Bu hadisi Ebu Davud (838) Tirmizi
(268) ve İbnu Mace (882) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)
Ebu
İsa (Tirmizi) bu hadis hasen garib'dir. "Şerik"den bu hadisi
başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz dedi. Dare Kutni'de Sünenin'de "Şerik"
rivayetinde teferrüd ettiği zaman onun rivayeti zayif dır dedi. Yukarıda
görüldüğü gibi Vail'in hadisi seneden zayıfdır. Ma'lum olduğu gibi zayıf
hadis'le amel etmek caiz değildir. Sahih olan Ebu Hureyre ve İbnu Umer
hadisidir.
YEDİ ÂZA
ÜZERİNE SECDE ETME BABI
104)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: Alın,
(eliyle burnu üzerine işaret etti) eller, dizler ve ayak uçları olmak üzere
yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum. (Namaz kılarken) elbise ve saç
toplamaktan neyh olundum. (Bu hadisi Buhari (809) ve Müslim (490) rivayet
etmişlerdir.)
KÖPEK
OTURUŞU GİBİ SECDE YAPMANIN YASAK OLDUĞU BABI
105)
Enes İbnu Malik'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Secdede i'tidal
üzere bulununuz. Hiç biriniz kolunu (secdede) köpek yayışı gibi yaymasın"
buyurdu. (Bu hadisi Buhar i (822) Müslim (493) Ebu Da vud (897) ve Tirmizi
(276) rivayet etmişlerdir.)
SECDEDE
AVUÇLARIN YERE KONULUP DİRSEKLERİN KALDIRILACAĞI BABI
106)
Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Secde ettiğinde,
avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır" buyurdu. (Bu hadisi Müslim
(494) rivayet etmiştir.)
SECDEDE
KOLLARIN BİR KUZU GEÇEBİLECEK KADAR AÇILACAĞI BABI
107)
Meymune (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyü (S.A.V.) secdedeye vardığı zaman, ufak
bir kuzu istese kolları arasından geçerdi. (Bu hadisi Müslim (496) Ebu Davud
(898) ve Nesei (2/213) rivayet etmişlerdir.)
SECDEDE DİRSEKLERİN
YANLARDAN UZAKLAŞTIRILACAĞI
BABI
108)
Meymune (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secdeye vardığı zaman dirseklerini
yanlarından o kadar uzak tutardı ki, arkasında bulunan kimse koltuklarının
açıklığını (beyazlığını) görürdü. (Bu hadisi Müslim (497) rivayet etmiştir.)
SECDEDE
BURNUN VE ALNIN İYİCE YERE DAYANIP ELLERİN DE OMUZLAR HİZASINDA KONULACAĞI BABI
109)
Ebu Humeyd Es-Saidi (R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) secdeye
vardığında burnunu ve alnını iyice yere dayar, kollarını
yanlarından ayırır ve ellerini de omuzlan
hizasına koyardı. (Bu hadisi Ebu Davud (734) Tirmizi (270) ve Beğavi (647)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir).
110)
Nafi (R.H.)'dan (şöyle dedi:) İbnu Umer (R. A.) başında sarık olduğu halde
secde edeceği vakit sarığını yukarı kaldırırdı, ta ki alnı secdece değsin diye.
(Bu eseri Beyhaki Sünende (2/105) rivayet etmiştir.)
SECDEDE
BURNUNU YERE DEĞDİRMEYENİN NAMAZININ OLMAYACAĞI BABI
111)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz kılan bir
adamın (secdede) burnunu yere değdirmediğini gördü ve şöyle dedi. Burnunu yere
değdirmeyenin namazı yoktur. (Bu hadisi Dare Kutni (1/348) Taberani (11917)
ve Ebu. Nuaym Ehbaru İsfeh an 'da "Abdurrezzak (2982) ve Beyhaki sünende
(2/104)" sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
112)
İbnu Abbas (R.A.)'dan Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki; "Her kim ki secde
ettiği zaman burnu ile alnını yere yapıştımazsa onun namazı yeterli
değildir." (Bu hadisi Taberani Kebir'de (l l 917) veEvsat'ta (J/7) 'de
rivayet etmiştir. Heysemi Mecmauz 'Zevaide(3/136)ravileri sikadır demiştir.)
SECDEDE EL
PARMAKLARININ BİTİŞTİRİLECEĞl BABI
113)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) secde ettiği zaman el
parmaklarını bitiştirirdi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (642) ve Beyhaki (2/112)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SECDEDE EL
PARMAKLARININ KIBLEYE TEVCİH ETTİRİLECEĞİ BABI
114)
Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secde ettiği zaman
ellerini yere koyar, el ve parmaklarını kıbleye doğru çevirirdi. (Bu hadisi
İbnu Huzeyme (643) ve Beyhaki (2/113) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SECDEDE AYAK
TOPUKLARINI DİKME VE BUNUN EMİR OLDUĞU BABI
115)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi:Bir gece Resûlullah (S.A.V.)'i yatakta kaybettim.
Bunun üzerine kendisini araştırmağa başladım. Derken kendisini mescidde iki
ayakları dikilmiş olarak secde halinde iken elim ayaklarının altına değdi
........... (Bu hadisi Müslim (486) İbnu Huzeyme (655) ve Beyhaki (2/116)
rivayet etmişlerdir.)
116)
Amir İbnu Sa'd (R. A.) babasından şöyle rivayet etmiştir. Resûlullah (S.A.V.)
namazda elleri yere koymayı ve ayakların topuklarını dikmeyi emrederdi. (Bu
hadisi Hakim (1/271) ve Abdurrazzak (2944) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
SECDEDE AYAK
TOPUKLARININ BİTİŞTİRİLECEĞİ BABI
117)
Urve't-İbnu Zubeyr, Resûlullah'ın ailesi Aişe'nin şöyle dediğini rivayet
ediyor: Aişe buyurdu ki: Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) benim yatağımda idi ve
onu kaybettim. Ve derken aramağa başladım ve onu secdede ayak topukları bitişik
bir halde buldum.. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (654) ve Beyhaki (2/116) sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir.)
AYAK PARMAK
UÇLARININ KIBLEYE TEVCİH EDİLECEĞİ BABI
118) Muhammed îbnu Amr bin Ata'nın şöyle dediği rivayet olunuyor.
Resûlullah (S.A.V.)'in ashabından bir takım zevat ile beraber otururken,
Nebiyyi (S.A.V.)'in namazından bahsettik. Ebu Humeyd-i-s-Saidi dediyki:
Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi bileniniz ben idim. Gördüm ki. .........
Resûlullah (S.A.V.) secde ettiğinde kollarını yere yaymaksızın ve bir birine
yapıştırmaksızın (yere) koyup ayaklarının parmaklarını kıbleye karşı getirirdi.
(Bu hadisi Buharı (828) ve Ebu Davud (963) rivayet etmişlerdir.)
SECDEDEKİ
DUA VE ZİKRİN BEYANI BABI
119)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Kulun Rabbına en yakın olduğu hal, secde ederken ki, halidir. Binaenaleyh
duayı çoğaltın." (Bu hadisi Müslim (482) rivayet etmiştir.)
120)
Huzeyfe (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kıldı. Ve secdelerinde "Subhane
rabbiyel-ala" derdi diye rivayet etti. (Bu hadisi Ebu Davud (871)
ve Tirmizi (262) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
121)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'in secdelerinde şöyle dua ettiğini
rivayet etti: "Ellahumme'ğfirli zenbi kullehu dıkkahu ve culehu ve
evvelehu ve ahirehu ve alaniyetehu ve sırrah." Ey Allah'ım! Küçük ve
büyük, ilkini ve sonuncusunu, aşikâr ve gizli, (yaptığım) bütün günahlarımı
mağfiret et. (Bu hadisi Müslim (483) ve Ebu Davud (878) rivayet
etmişlerdir.)
122)
Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ruku'unda ve sucud'unda: "Subhaneke
ellahumme! Rabbena ve bihamdike ellahumme'ğfirli" teşbih ve
istiğfarını çokça söylerdi. (Resûlullah (S.A.V.) bunu demekle) Kur'ân'a imtisal
ediyordu. (Bu hadisi Buharı (794) Müslim (484) Ebu Davud (877) ve Nesei
(2/190) rivayet etmişlerdir.)
123)
Mutarrıf İbnu Abdullah, Aişe (R.A.)'nın kendisine şöyle haber verdiğini rivayet
etti: Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunda ve sucud'unda: "Subbuhun kuddusun.
Rabbul'meleiketi ve'r-ruh" derdi. (Bu hadisi Müslim (487) Ebu Davud
(827) ve nesei (2/224) rivayet etmişlerdir.)
SECDEDEKİ
İTMİ'NAN-IN FARZİYYETİNİN BEYANI BABI
124)
Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Ruku'u ve sucud'u
tastamam yapınız. Allah'a yemin ederim ki, rüku ettiğinizde ve secdeye
vardığınız zaman ben sizleri muhakkak arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu
hadisi Buharı (741) ve Müslim (425) rivayet etmişlerdir.)
RUKU'NUN VE
SUCUD'UN NASIL TAMAM
OLDUĞU BABI
125)
Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) ile birlikte kılınan
namazı gözetleyip dikkat ettim. Kıyamını, ruku'unu, ruku'dan sonraki
iti'dalini, secdesini, iki secde arasındaki oturuşunu, tekrar secdesini, selam
vermekle kalkıp gitmesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum. (Bu
hadisi Müslim (471) rivayet etmiştir.)
RUKU'SUNU VE
SUCUD'UNU TAM YAPMAYAN ADAM RESÛLULLAH'IN NAMAZINI İADE ETTİRMESİ BABI
126) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) mescide
girdi derken biri de girip namaz kıldı. Sonra Resûlullah (S.A.V.)'e gelip selam
verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamını aldıktan sonra: Adama "Dönde namazını
yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu. O kimse namazını yeniden
kılıp Resûlullah (S. A. V.)'ın yanıma gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.)
selamını aldıktan sonra tekrar adama "Namazını yeniden kıl, çünkü sen
namaz kılmadın" buyurdu. (Bunu üç kere tekrar etti.) Nihayet o kimse:
"Seni hak ile yollayan (Allah'a yemin ederim ki, bunun başka türlüsünü
bilmiyorum. Bana (doğrusunu) öğret" dedi. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
"Namaza durduğun vakit ihram tekbirim al, sonra ne kadar kolayına gelirse
o kadar Kur'ân oku. Sonra ruku'a varıp, ta mut'main oluncaya kadar dur. Sonra
başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye var ve mut'main
oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp taa mut'main oluncaya kadar kal.
Sonra bunu namazının hepsinde (böyle) yap." (Bu hadisi Buharı (793)
Müslim (397) Ebu Davud (856) Tirmizi (303) Nesei (2/124) ve İbnu Mace (1060) rivayet etmişlerdir.)
RUKUSUNU VE
SUCUD'UNU TAM YAPMAYANIN NAMAZININ BATIL, KENDİSİNİN DE MİLLET'İ—
MUHAMMED-'DEN GAYRI BİR MİLLET ÜZERE ÖLECEĞİ BABI
127)
Süleyman, Zeyd İbnu Vehb'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor. Huzeyfe (R.A.)
ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayan bir adam gördü. Adama, "Sen namaz
kılmadın, eğer (bu halinle yani bu namaz kılışınla) ölmüş olsaydın, Allah'ın
Resulünü yaratmış olduğu fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün" dedi. (Bu
hadisi Buhari (791) rivayet etmiştir.)
Ahmed İbnu Hanbelin rivayetinde ise şöyle bir ziyadelik vardır.
128)
Huzeyfe (R. A.) (Ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayan) adama şöyle dedi:
"Ne zamandan beri bu namazı böyle kılıyorsun?" Adam "Kırk
seneden beri böyle kılıyorum (diye cevab) verdi." Huzeyfe yeniden adama
"Sen kırk seneden beri namaz kılmamışsın. Eğer bu namaz kılışınla ölmüş
olsaydın, Muhammed (S.A.V.)'in yaratıldığı fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere
ölürdün" dedi. (Bu hadisi Ahmed (5/384) sahih bir senedle rivayet
etmiştir.)
129)
Ebu Abdullah El-Eşari (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunu
tam 'yapmayan ve sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapan birini gördü.
Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Eğer bu adam şu hali (yani namaz kılışı) üzere
ölseydi, millet'i-Muhammed'den gayrı bir millet üzere ölürdü. Ve sonra şöyle
dedi: Ruku'sunu tam yapmayan, sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapanın
misali, aç birisinin bir veya iki tane hurma yemesi nasıl açlığını gidermez
ise, (ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayanda namaz kılmamıştır.)
Ravi
Ebu Salih dedi ki: Ebu Abdullah'a bu hadisi Resûlullah'dan (kendisine) kimin
rivayet ettiğini sordum. Dedi ki: Umera'ul-Ecnad (yani Filistin,
Ürdün, Humus, Kansirin, Şam) vilayetlerinin emirleri olan Amr İbnu'1-As,
Halid İbnu'l-Velid, Şurahbil İbnu Hasene, Resûlulla'dan işitmişler dedi. (Bu
hadisi İbnu Huzeyme (665) Taberani Kebirde Ebu Ya 'la Musnedinde hasen bir
senedle rivayet etmişlerdir.)
SECDEDEN
KALKIŞ BABI
130)
Ebu Bekr İbnu Abddarrahman, Ebu Hureyre (R.A.)'yu şöyle derken işittiğini
rivayet ediyor: Resûlullah (S.A.V.) namaza kalktığı zaman, ............Sonra
başını (secdeden) kaldırırken tekbir getirirdi. (Bu hadisi Buharı
(789) ve Müslim (392) rivayet etmişlerdir.)
131)
Rifaa İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
İnsanlardan hiç birisinin namazı tamam olmaz............... Sonra secde eder,
ta mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede kalır.) Sonra Allah'u Ekber der,
başını (secdeden) kaldırır ta oturur vaziyyete doğrulmadıkca.......... (Bu
hadisi Ebu Da vud (857) ve Hakim sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
SECDEDEN
KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA KADAR KALDIRILACAĞI BABI
132)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile beraber namaz
kıldım. Resûlullah (S.A.V.) (namaza başlarken) tekbir aldığı vakit ellerini
(omuzları hizasına kadar) kaldırdı ......... Ve başını secdeden kaldırdığı
vakitte ellerini (omuzları hizasına kadar) kaldırdı .............. (Bu
hadisi Ebu Da vud (723) veAhmed (3/436) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
İKİ SECDE
ARASINDA SAĞ AYAĞIN DİKİLİB SOLUN YAYILARAK ÜZERİNE OTURULACAĞI BABI
133)
Rifaa İbnu Rafi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
namazını beceremeyen adama, (namazı ta'rif ederken) şöyle
buyurdu: ........... Secde yaptığın vakit,
secdende mütemekkin ol. (Başını secdeden) kaldırdığın zaman da sol baldırının üzerine otur. (Bu hadisi Ebu Da
vud (859) Ahmed (4/340) ve İbnu Mace (893) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
134)
Abdullah İbnu Umer'in oğlu Abdullah, babasından naklederek şöyle dedi: Sağ
ayağı dikib, parmakları kıbleye döndürmek ve sol ayak üzerine oturmak, namazın
sünnetindendir. (Bu hadisi Nesei (1158) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
135)
Abdullah İbnu Abdullah'dan, İbnu Umer (R.A.)'yu namazda oturduğunda bağdaş
kurarak oturduğunu, gördüğünü haber verdi. Dedi ki bende öyle yapmaya başladım.
Ve ben daha o zaman yeni gelişmeye başlamış bir delikanlı idim. Abdullah İbnu
Umer beni bu hareketimden menetti. Ve şöyle dedi: Namazda sünnet olan, sağ
ayağı dikip solu yaymaktır. Bende, sen bağdaş kurarak oturuyorsun dedim. O da
cevaben, ayaklarım (öyle oturmama) tahammül etmiyorda ondan (öyle oturuyorum)
dedi. (Bu hadisi Buharı (827) rivayet etmiştir.)
İKİ SECDE
ARASINDAKİ ZİKRİN KEYFİYYETİ BABI
136)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) iki secde arasında
şöyle derdi. Allahumme'ğfirli, ve'rhamni, ve'cburni, ve'rfa'ni, ve'hdini, ve
afini, ve'rzukni. (Bu hadisi Ebu
Davud (850) Tirmizi (284) İbnu Mace (898) ve Hakim (1/262/271) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
İKİ SECDE
ARASINDAKİ İ'TİDAL-IN KEYFİYYETİ BABI
137)
Enes (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i bize nasıl namaz kıldırırken gördüysem
size de öylece namaz kıldırmaktan vazgeçmeyeceğim dedi: Enes'in namazını ta'ıif
eden ravi Sabit İbnu Eşlem el-Bunani şöyle dedi: Enes sizi yaparken görmediğim
bir şey yapardı: Başını ruku'dan kaldırdığı vakit gören (secde etmeği) unuttu
diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden kaldırdığı vakit iki secde
arasında gören (ikinci secdeye gitmeyi) unuttu diyecek kadar dururdu. (Bu
hadisi Buhari (800) ve Müslim (472) rivayet etmişlerdir.)
İKİNCİ SECDEYE GİDİŞ BABI
138)
Rifaa İbnu Râfi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
İnsanlardan hiç birisinin
namazı tamam olmaz............Sonra secde eder, ta
mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede
kalır.) Sonra Allahu Ekber der,
başını (secdeden) kaldırır, ta oturur vaziyette doğrulur. Sonra Allahu Ekber
der ve secdeye varıp ta mafsalları mutmain oluncaya (kadar secdede
kalmadıkça) ............. " (Bu hadisi Ebu Davud (857) ve Hakim ()
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
İKİNCİ
SECDEDEN KALKIŞ BABI
139)
Rifaa İbnu Rafi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
buyurdu ki: "İnsanlardan hiç birisinin namazı
tamam olmaz ............. Sonra
başını kaldırarak tekbir getirir bunu
yaptığı vakit namazı tamam olur." (Bu
hadisi Ebu Da vud (857) ve Hakim () sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
NAMAZIN TEK REK'ATINDAN
KALKARKEN BİRAZ OTURMADAN KALKILMA YASAĞI BABI
140) Malik
İbnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i namaz
kılarken gördü. Resûlullah
(S.A.V.) namazının tek rek'atlarından (ikinci veya dördüncü rek'atlara)
kalkarken, biraz oturmadan kalkmadığını rivayet etti. (Bu hadisi Buhari
(8?3) Tirmizi (287) ve İbnu Huzeyme (686) rivayet etmişlerdir.)
İZAH
Hadisden
istimbat edilen hüküm: Resûlullah (S.A.V.) namazının tek rek'atlarından (yani
birinci ve üçüncü rek'atlardan) bir sonraki rek'ate (yani ikinci ve dördüncü
rek'atlara) kalkarken, secdeden doğrulduktan sonra bir müddet oturmadan ayağa
kalkmadığını gördüğünü rivayet eden Malik İbnu' I-Huveyris "beni nasıl
namaz kılar gördüyseniz öylece namaz kılın" hadisinin ravisidir.
NAMAZIN TEK REK'ATINDAN
KALKARKEN YERE DAYANARAK KALKMA BABI
141)
Ebu Kilabe (R.A)'dan, şöyle dedi: Malik İbnu'l-Huveyris şu bizim mescidimize
gelib bize namaz kıldırdı. Ve şöyle dedi: Namaz kılmak arzum olmadığı halde
size namaz kıldıracağım. Maksadım Nebiyyi (S.A.V.)'i nasıl namaz kılar
gördüysem onu size göstermek istiyorum. Eyyub, Ebu Kilabe'ye onun namazı
nasıldı diye sordum. Ebu Kilabe, onun namazı şu şeyhimizin (yani Amr İbnu
Seleme'nin) namazı gibi idi dedi: Ve Eyyub, o şeyhimiz tekbiri itmam ederdi
dedi: Başını ikinci secdeden kaldırdığı zaman oturur, ve (elleri ile) yere
dayanır sonra ayağa kalkardı. (Bu hadisi Buharı (824) ve İbnu Huzeyme (687)
rivayet etmişlerdir.)
Ebu
İshak El-Harbi'nin rivayetinde ise şöyledir. Resûlüllah (S.A.V.) secdeden
kıyama kalkarken, ellerini hamur yoğurur gibi yapar ve yere dayanarak kalkardı.
Bu hadisin metnini buraya alamamamın sebebi, Ebu İshak'ın bu kitabının mahtut
olmasıdır. Hadisin ma'nasını Şeyh Elbani'nin te'lifi olan Allah Resûlü'nun
namazının sıfatı isimli kitabından naklettim.
BİRİNCİ
TEŞEHHÜD'DE SÜNNET OLAN OTURUŞUN BEYANI BABI
142)
Muhammed îbnu Amr bin Ata'nın şöyle haber verdiği rivayet olundu. Resûlüllah
(S.A.V.) 'in ashabından bir takım zevat ile otururken, Nebiyyi (S.A.V.) 'in
namazından bahsettik. Ebu Humeyd
Es-Saidi dediyki: Resûlüllah (S.A.V.)'in namazını en iyi
bileniniz ben idim. Gördüm ki ....... İlk ikinci rek'atta (teşehhüdde) oturduğu
vakit, sol ayağının üzerine oturup sağ ayağını dikerdi
................................ (Bu hadisi Buharı (828) ve Ebu Davud (963)
rivayet etmişlerdir)
143)
Abdullah îbnu Abdullah'dan, İbnu Umer (R.A.)'yu namazda oturduğunda bağdaş
kurarak oturduğunu gördüğünü haber verdi. Dedi ki ben de öyle yapmaya başladım.
Ve ben daha o zaman yeni gelişmeye başlamış bir delikanlı idim. Abdullah İbnu
Umer beni bu hareketimden menetti. Ve şöyle dedi: Namazda sünnet olan oturuş,
sağ ayağı dikip solu yaymaktır. Bende, sen bağdaş kurarak oturuyorsun dedim. O
da cevaben, ayaklarım (öyle oturmama) tahammül etmiyorda ondan (öyle
oturuyorum) dedi. (Bu hadisi Buharı (827) rivayet etmiştir).
TEŞEHHUD'DE
ŞEHADET PARMAĞINI HAREKET ETTİRMENİN BEYANI BABI
144)
Ali İbnu Abdirrahman El-Muaviyyi, şöyle dedi: Ben namaz içinde küçük çakıl
taşları ile oynarken, Abdullah İbnu Umer (R.A.) bu hareketimi gördü. Namazdan
çıkınca beni bu hareketimden menetti: Resûlüllah (S.A.V.) namazda nasıl
yapıyordiyse sende öyle yap dedi. Resûlüllah (S.A.V.) nasıl yapardı? dedim.
Namazda (teşehhud için) oturduğunda sağ avucuna sağ uyluğu üzerine kordu.
Müteakiben bütün parmaklarını yumarak baş parmağı takip eden parmak ile işaret
ederdi. Sol avucunuda sol uyluğu üzerine koyardı. (Bu hadisi Müslim (580)
Ebu Davud (987) ve Nesei (3/36) rivayet etmişlerdir).
145)
İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlüllah (S.A.V.) teşehhüde oturduğu
vakit, sol elini sol dizi üzerine ve sağ elini de sağ dizi üzerine koyar, elli
üç akderek şehadet parmağı ile işaret ederdi. (Bu hadisi Müslim (580)
rivayet etmiştir).
Abdullah
İbnu Zubeyr (R.A) dan. (şöyle dedi:) Resûlüllah (S.A.V.) (namazda) oturduğu
vakit teşehhud duasını okurdu. Oturuşunda sağ elini sağ uyluğu üzerine, sol
elini sol uyluğu üzerine kordu. Ve şehadet parmağı ile işaret ederdi. Bunu
yaparken de baş parmağını orta parmağı üzerine kordu. Sol elini de sol dizinin
üzerine uzatırdı. (Yani sol dizini sol avucu ile avuçlardı, sanki sol dizi sol
avucunun bir lokması haline gelirdi. (Bu hadisi Müslim (579) rivayet
etmiştir.)
ŞEHADET
PARMAĞINI KIBLEYE TEVCİH VE BAKIŞLARIN ONA DİKİLECEĞİ BABI
147)
İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:)Resûlullah (S.A.V.) namazda (teşehhud için)
oturduğunda (şehadet) parmağı ile kıbleye doğru işaret ederdi. Bakışlarını da
ona (şehadet parmağına) dikerdi. (Bu hadisi Ebu Avane (2/246) İbnu Huzeyme
(719) ve İbnu Hibban (1938) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
148)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'i (namazda
teşehhud için oturduğunda) baş ve orta parmağım halka yapıp, şehadet parmağını
kaldırıp (onunla) (Allah'ın birliğine şehadet ederek) dua ettiğini gördüm. (Bu
hadisi Ebu Davud (957) İbnu Mace (912) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
İŞARET'TEN
MAKSAD PARMAĞI HAREKET ETTİRMEK OLDUĞU BABI
149)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in nasıl namaz
kıldığını görmek istedim. Ve (şöyle
yaptığını)
gördüm........... Sonra
parmaklarından ikisini (yani baş parmak ile orta parmağı) halka yapıp (şehadet)
parmağını kaldırdı ve hareket ettirerek onunla (Allah'ın birliğine şehadet
ederek) dua ediyordu. (Bu hadisi Nesei (3/37) İbnu Huzeyme (714) İbnu Carud
(208) ve Beyhaki (2/132) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
PARMAK HAREKETİNİN
SAHABELERİN CE'MİSİ TARAFINDAN
BİLİNDİĞİ BABI
150)
Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Yukarıdaki hadis gibi zikrettikten
sonra şöyle devam etti.) Resûlullah (S.A.V.)'i gördüm ki, (teşehhüde oturduğu
vakit şehadet parmağını) hareket ettirerek onunla dua ediyordu. Ve sonra, soğuk
bir zamanda geldim. Herkesin üzerinde (kışlık) elbiseleri vardı. (Parmaklarını)
elbiselerinin altından hareket ettirdiklerini gördüm. (Bu hadisi Ahmed
(4/318) ve İbnu carud (208) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
PARMAK
HAREKETİNİN ŞEYTANA DEMİR
KAMÇIDAN DAHA ŞİDDETLİ OLDUĞU BABI
151)
Nafi'den, şöyle dedi: Abdullah İbnu Umer (R.A.) namazda (teşehhüd için)
oturduğunda, ellerini dizlerinin üzerine koydu. (Şehadet) parmağı ile de işaret
ederek bakışları da onu (yani parmağını) takib ediyordu. Ve sonra şöyle dedi:
Resulullah (S.A.V.) bu (yani parmak işareti) şeytana demir kamçıdan daha
şiddetlidir" dedi. (Bu hadisi Ahmed (2/119) Bezzar (5631) ve Taberani
Kitabu 'd-Dua 'da (642) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)
BU HAREKETİ
BİRKAÇ PARMAKLA YAPMANIN YASAK OLDUĞU BABI
152)
Saad İbnu Ebi Vakkas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Ben, (teşehhüdde) parmaklarımla
dua (işaret) ederken yanımdan Resulullah (S.A.V.) geçti (benim bu hareketimi
görünce) şehadet parmağını göstererek "Tekle tekle" dedi. (Bu
hadisi Ebu Davud (1499) Tirmizi (3557) ve Nesei (3/38) sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.)
PARMAK
HAREKETİNİN BİRİNCİDE OLDUĞU GİBİ İKİNCİ TEŞEHHÜDDE DE YAPILACAĞI BABI
153)
Abdullah İbnu Zubeyr (R.A.)'dan, şöyle dedi:Resulullah (S.A.V.) (namazda) ilk
ve son teşehhüd için oturduğunda ellerini dizlerinin üzerine koyar ve sonra
(şehadet) parmağı ile işaret ederdi. (Bu hadisi Beyhaki (2/132) ve Nesei
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
BİRİNCİ TEŞEHHÜDÜN BEYANI BABI
154)
İbnu Abbas (R.A.)'dan,"Resûlullah (S.A.V.) bize Kur'ân'dan bir sure
öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi" dedi. (Bu hadisi Müslim (403) Ebu Da
vud (974) Tirmizi (290) Nesei (2/242/243) ve İbnu Mace (900) rivayet
etmişlerdir.)
155)
Abdullah İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in ardında
namazda (yani teşehhüdde) Esselamu alellahi, esselamü ala fulanin (Allah'a selam olsun, fulana selam olsun) derdik. Resûlullah (S.A.V.) günün
birinde bize şöyle buyurdu: "Selam Allah'ın" kendisidir.
Herhangi biriniz namazda oturduğunda şöyle desin. Ettahiyyatu lillahi
vesselavatu vettayyibatu esselamü aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve
berekatuhu esselamü aleyna ve ala ibadillahi'ssalihin, (Bu, ve ala
ibadillahi'ssalihin) sözünü söylediği vakit göklerde ve yerde olan her şey
salih kula raci olmuş olur. (Ve sonra) Eşhedü en la ilahe illallah ve
eşhedii enne muhammeden abduhu ve resuluh. Bundan sonra istediği duayı
seçer. (Bu hadisi Buharı (831) Müslim (402) Ebu Davud (968) Tirmizi (289)
Nesei (2/240) ve İbnu Mace (899) rivayet etmişlerdir.)
İZAH
Resûlullah
(S.A.V.)'den, rivayet edilen daha başka teşehhüd duaları da vardır. Biz burada
birtanesini zikretmekle iktifa ettik. Teşehhüdde illa bu dua okunacak diye bir
tahsis yoktur. Peygamberden varid olan herhangi bir teşehhüd duası olabilir. Bu
duanın çeşitlerini hadis kitablarına müracaat ederek öğrenebilirsiniz.
TEŞEHHÜDÜ
GİZLİ OKUMANIN SÜNNET OLDUĞU BABI
156)
Abdullah İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Teşehhüdü gizli okumak
sünnettendir. (Bu hadisi Ebu Davud (986) Tirmizi (291) ve Hakim (1/230)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
TEŞEHHÜDDEN
SONRA RESÛLULLAH (S.A.V.)'E SALAVAT GETİRMENİN BEYANI BABI
"Şübhesiz
Allah ve Melekleri, Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat
edin ve gönülden teslim olun." (Ahzab 56)
157)
Kaab İbnu Ucre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Biz dedik ki veya dediler: "Yâ
Resûlullah! Sen bize, sana (teşehhüdde) salat ve selâm getirmemizi
emrettin. Selam'ı öğrendik fakat nasıl salat getireceğiz?"
..... (Bu hadisi E bu Davud (976) rivayet
etmiştir.)
158)
Ebu Mes'ud El-Ensari (R.A.)'dan, şöyle haber verib dedi ki: Biz Sa'd'ubnu
Ubade'nin meclisinde iken Resûlullah (S.A.V.) bizim yanımıza geldi. Beşir İbnu
Sa'd kendisine: "Yâ Resûlullah! Allah 'u Teâla sana salat okumamızı
emretti. Biz sana nasıl salat okuyalım?" diye sordu. Resûlullah (S.A.V.)
sukut etti. Hatta biz, Beşir bunu Resûlullah'a sormasaydı diye temenni ettik.
Sonra Resûlullah (S.A.V.): Şöyle okuyunuz buyurdu: Ellahumme! Salli ala
Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali İbrahime
inneke hamidun meciid. Ellahumme! Barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed,
kema barekte ala tbrahime ve ala ali İbrahime inneke hamidun meciid. (Salavatu
şerifeler, Buhari'nin rivayetidir.) (Bu hadisi Buharı (3370) ve
Müslim (405) rivayet etmişlerdir.)
NAMAZLARININ
TEŞEHHÜDÜNDE ALLAH RESULÜNÜN KENDİ NEFSİNE SALA VAT GETİRDİĞİ BABI
Kaab
İbnu Ucre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) namazın (teşehhüdünde)
şöyle derdi: Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammedin kema
salleyte âlâ İbrahime ve âli İbrahim, ve barik âlâ Muhammedin ve âli Muhammedin
kema barekte âlâ İbrahime ve âli İbrahime inneke hamidun meciid. (Bu hadisi
Şâfi'i el-Ümm (1/117) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
Bu
hadis'i şeriflerin umumi ifadesi, birinci ve ikinci teşehhüdde de Resûlullah
(S.A.V.) salavat getirileceğine delalet ediyor. İmam'ı Şafi'nin mezhebi de bu
kavi üzeredir.
İKİNCİ
REK'ATTEN KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA
VARDIRINCAYA KADAR KALDIRILACAĞI BABI
160)
İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ikinci rek'atten
kalkacağı zaman tekbir alır ve ellerini (omuzları hizasına vardırıncaya kadar)
kaldırırdı. (Bu hadisi Buhari (739) Ebu Da vud (743) Tirmizi (304) ve Ahmed
(5/424) rivayet etmişlerdir.) Buhari cüz'ünde İbnu Umer'den şöyle rivayet
etmiştir.
161)
Salim babası Abdullah'ın (namazın oturuşundan) kalkmak istediği vakit ellerini
kaldırdığını haber verdi. (Bu eseri Buhari cüz'ünde (12) rivayet etmiştir.)
162)
Resûlullah (S.A.V.) (ikinci rek'atım) oturuşundan kalkacağı zaman, tekbir
getirir sonra kalkardı. (Bu hadisi Ebu Ya 'la Müsnedin 'de ceyyid bir
senedle rivayet etmiştir.)
Bu
hadisin tam metnini burada nakl edemememin sebebi kitab'ın aslı (mahtut'dur)
yani basılmamıştır. Şu an Pakistan'da arkadaşlarımızdan birisi tarafından
tashih edilmektedir. Seneye basılacağını ümid etmekteyiz.
İKİNCİ
TEŞEHHUD'DE SÜNNET OLAN OTURUŞUN BEYANI BABI
163)
Muhammed İbnu Amr bin Ata'nın şöyle haber verdiği rivayet olundu. Resûlullah
(S.A.V.)'in ashabından bir takım zevat ile otururken, Nebiyyi (S.A.V.)'in
namazından bahsettik. Ebu Humeyd
Es-Saidi dediki: Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi
bileniniz ben idim .......... (Namazın) son teşehhüdünde oturduğu vakit, sol
ayağını ileri alıp ve diğerini (yani sağ ayağını) dikerek mak'ad' üstüne
otururdu. (Bu hadisi Buhari (828) ve Ebu Davud (963) rivayet etmişlerdir.)
164)
Abdullah İbnu Zubeyr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazda
oturduğu zaman sol ayağın, (sağ) uyluğu ile (sağ) baldırı arasına doğru getirir,
sağ ayağını da yayardı........ (Bu hadisi Müslim (579) rivayet etmiştir.)
165)
Ebu Humeydi es-Saidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i ikinci
rek'atlerde oturduğu vakit,sol ayağının üzerine oturduğunu ve sağ ayağını da
diktiğini, namazın dördüncü rek'atında oturduğu vakit ise sol kalçasını yere
değdirecek şekiİde oturup, ayaklarının uçlarını ise sağ tarafından çıkardığını
gördüm! (Bu hadisi Ebu Davud (965) ve Beyhaki Sünen 'i Kübra 'da (2/128)
hasen bir sened/e rivayet etmiş/erdir).
TEŞEHHÜD'DE KADINLARINDA ERKEKLER
GİBİ OTURACAĞI BABI
166)
Mekhuldan, (şöyle rivayet olunmuştur): Ümmü'd-Derda (R. A.) namazının
(teşehhüdünde) erkek oturuşu gibi otururdu. Ve kendisi "t'akihe" idi.
(Bu hadisi Buharı Sahihin 'de ta 'likan (827) Tarih 'i Sağir'da mevsulan ve
İbnu Ebi Şeybe Musannef'de (1/270) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
Buraya
kadar geçen mevzularda da görüldüğü gibi erkek ile kadının namazını ayıran hiç
bir nass yoktur. Mezheblerdeki değişik ibadet ta'rifleri tamamıyla sünnetten
uzak içtihatlardır.
İkinci
teşehhüdde de birinci teşehhüdde olduğu gibi tahiyyat ve salavat okunarak
aşağıdaki tertip üzere devam edilir.
SELAMDAN
ÖNCE YAPILAN DUA BABI
167)
Ebu Bekr (R.A.)'dan, bir defa Resûlullah (S.A.V.)'e (Yâ Resûlellah) bana bir dua
öğret de onu namazımda okuyayım" dedi. Resûlullah (S.A.V.) de (öyle ise)
şöyle de. "Ellahumme! İnni zalemtu nefsi zulmen kesiran ve la
yağfiruz'zunube illa ente fağfirli meğfireten min indike ve'rhamni inneke
ente'l-ğafurur'rahim." (Bu
hadisi Buharı (834) ve Müslim (2705) rivayet etmişlerdir.)
SELAMDAN
ÖNCE DÖRT ŞEYDEN İSTİAZE OLUNACAĞI BABI
168)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, diyor ki: Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Her
hangi biriniz son teşehhüdü bitirdiği zaman dört şeyden: Cehennem azabından,
kabir azabından, hayat ve ölüm fitnelerinden ve Mesih Deccal'in şerrinden Allah'a
sığınsın." (Bu hadisi Müslim (588) rivayet etmiştir.)
169)
Resûlullah'ın zevcesi mü'minlerin annesi Aişe (R.A.)'dan şöyle haber verdi:
Resûlullah (S.A.V.) namaz'(ın sonunda): "Allahumme! İnni euzü bike min
azabi'l-kabri ve euzü bike min fitneti'l-mesihi'd-deccali ve euzü bike min
fitneti'l-mahya ve'1-memal. Allahumme! İnni euzü bike mine'l-me'semi
ve'l-mağram" diye dua ederdi. Biri kendisine: "Yâ Resûlullah
borçtan ne de çok istiaze ediyorsun" dedi. Bunun üzerine: "İnsan
borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde
durmaz" buyurdu. (Bu hadisi Buharı (832) ve Müslim (589) rivayet
etmişlerdir.)
BU DUAYA
İHTİMAMIN BEYANI BABI
170)
Müslim İbnu'l-Haccac şöyle dedi: Bana baliğ oldu ki, Tavus İbnu Keysan kendi
oğluna: "Namazında bu kelimelerle dua ettin mi?" diye sordu. Oğlu:
"Hayır" dedi. Tavus: "Namazını yeniden kıl. Çünkü hiç şübhesiz
baban Tavus bu hadisi üç yahud dört sahabiden rivayet etti, yahut dediği
gibi" dedi (Bu eseri Müslim (590) rivayet etmiştir.)
NAMAZDAN
ÇIKIŞ VE SELAM BABI
171)
Ali (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah
(S.A.V.) buyurdu ki: Namazın
anahtarı taharettir: Tahrimi tekbirdir ve tahlili ise teslimdir. (Bu
hadisi Ebu Da vud (61) Tirmizi (3) ve İbnu Mace (275) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
NAMAZDAN
ÇIKARKEN SELAM VERİRKEN ARKADAN YANAKLARIN GÖRÜLECEĞİ BABI
172)
Amir'in babası Sa'd (R.A.)'dan, şöyle dedi:
Ben Resûlullah (S.A.V.)'i sağ ve sol tarafına selam verirken görürdüm.
Hatta (bu sırada arkadan) yanağının beyazlığını görürdüm. (Bu hadisi Müslim (582) Ebu Da vud (996)
Tirmizi (295) ve İbnu Mace (914) rivayet etmişlerdir.)
SELAMIN
KEYFİYYETİNİN BEYANI BABI
173)
Alkame'nin babası Vail (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile namaz
kıldım. (Namazdan çıkarken) sağına selam verdiğinde esselamu aleyküm ve
rahmetullahi ve berekatuhu, soluna selam verdiğinde ise, esselamu
aleyküm ve rahmetullah, derdi. (Bu hadisi Ebu Da vud (997) İbnu Huzeyme
(728) ve Taberani Kebir'de (10191) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
NAMAZDAN
SONRAKİ ZİKİR BABLARI
SELAMDAN
SONRAKİ DUA VE ZİKRİN BEYANI SELAMDAN SONRA YÜKSEK SESLE
BİR KERE TEKBİR GETİRİLECEĞİ BABI
1)
İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi:Resûlullah (S.A.V.)'in namazdan bittiğini tekbir'den
anlardım.(Bu hadisi Buharı (842) Müslim (583) rivayet etmişlerdir.)
FARZ
NAMAZINDAN SONRAKİ ZİKRİN SESLİ OLACAĞI BABI
2)
İbnu Abbas'm azadlısı Ebu Ma'bed, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini haber verdi:
Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında, cemaat farz namazından bitince, seslerini
yükselterek zikr ederlerdi. İbnu Abbas: "Ben zikir sesini işittiğimde
(namazdan) bittiklerini anlardım" dedi. (Bu hadisi Buhari (841) ve
Müslim (583) rivayet etmişlerdir.)
SELAMDAN
SONRA ÜÇ KERE ESTAĞFİRULLAH DENİLECEĞİ BABI
3)
Sevban (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan çıktığı zaman üç
defa istiğfar eder ve şöyle derdi: "Allahumme! Ente's-selamü ve
minke's-selamü. Tebarekete ya ze'l-celali ve'l-ikram! Hadisin ravilerinden
Velid dedi ki: Evzaiyye: İstiğfarın nasıl olduğunu sordum. "Estağfirullah
- estağfirullah dersin" dedi. (Bu hadisi 'Buharı ' () ve Müslim
(591) rivayet etmişlerdir.)
SELAM'DAN
SONRA (LA İLAHE İLLALLAHU
VAHDEHU LA
ŞERİKE) NİN SONUNA KADAR YÜKSEK SESLE OKUNACAĞI BABI
4)
Ebu Zubeyr'den, şöyle dedi: Abdullah İbnu Zubeyr (R. A.) her nama/m selamından
sonra şöyle derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l-mülkii
ve lehii'l-hamdu ve hüve ala külli şey'in kadir. La havle ve la kuvvete illa
billah. La ilahe illalah. Ve la na'budu illa iyyah. Lehu'n-ni'metü ve
lehii'l-fadlu ve lehü's-senau'l-hasen. La ilahe illallahu muhlisine lehü'd-dine
ve lev kerihe'l-kafirun. Ve Abdullah İbn Zubeyr: Resûlullah (S.A.V.)'in her
namazdan sonra bu lafızları tehlil ederdi. (Yani bu kelimeleri yüksek sesle
söylerdi) dedi. (Bu hadisi Müslim (594) rivayet etmiştir.)
5)
Muğiret-t'İbnu Şu'be (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) her farz
namazın arkasından şöyle derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh.
Lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Ellahumme la mania
lima a'teyte ve mu'tiye lima mena'te. Ve la yenfeu ze'l-ceddi minke'l-ceddü. (Bu
hadisi Buhar i (844) ve Müslim (593) rivayet etmişlerdir.)
Müslim'in
rivayetinde farz namazın arkasında lafzı yoktur. Buhari ve Müslim'in rivayet
ettikleri bu hadisi şerif bu zikrin farz ve nafile bütün namazların akabinde
söylenebileceğine delildir.
NAMAZLARIN
ARKASINDAN ALLAH'DAN, GÜZEL İBADET YAPABİLMEK İÇİN YARDIM İSTEME BABI
6)
Muaz İbnu Cebel (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bir gün elinden tutarak,
"Yâ Muaz Vallahi seni seviyorum." Muaz da "Yâ Resûlullah anam
babam sana feda olsun, bende seni seviyorum." Resûlullah (S.A.V.) "Yâ
Muaz! Her namazın arkasından şöyle demeyi terketmemeni sana vasiyyet
ediyorum" dedi. Ellahumme e'inni ala zikrike ve şükrike ve husni
ibadetike. (Bu hadisi Ahmed ( ) Ebu Davud (1522) Nesei (3/53) Tebarani
Kebir'de (20/60) ve İbnu Sünni Ameli '1-Yevm de (116) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
SELAMDAN SONRA HER NAMAZIN AKABİNDE OTUZ ÜÇER KERE TEŞBİH, TAHMİD
VE TEKBİR
GETİRMENİN FAZİLETİ BABI
7)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Fakir muhacirler Resûlullah (S.A.V.)'e gelib, "(Yâ Resûlullah) çok mal sahibleri
yüksek yüksek dereceleri alıp gittiler. Ve devamlı ni'metlere sahib
oldular" dediler. Resûlullah (S.A.V.) "Bu nasıl olur?" buyurdu.
Cevaben: "Bizim namaz kıldığımız gibi onlarda namaz kılarlar. Bizim oruç
tuttuğumuz gibi oruç tutarlar. Ve ziyade olarak onlar sadaka verirler, biz
veremiyoruz. Onlar köle azad ederler, biz edemiyoruz" dediler. Bunun
üzerine Resûlullah (S.A.V.) "Size bir şey öğreteyim mi? Onu yaptığınız
zaman sizi geçmiş olanlara yetişirsiniz. Sizden sonraya kalanları geçersiniz.
Sizin yaptığınız gibi yapanlar müstesna hiç bir kimse sizden daha faziletli
olamasın?" buyurdu. "Evet öğretiniz yâ Resûlullah" dediler.
"Her namazın akabinde otuz üç kere Subhanellah, otuz üç kere Allahu ekber,
otuz üç kere Elhamdu lillah, dersiniz" buyurdu.
Ebu
Salih dedi ki: Müteakiben fakir muhacirler Resûlullah (S.A.V.)'e geri gelip:
"Yâ Resûlellah çok mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptığımız bu şeyleri
işittiler ve onlarda bizim gibi yapmaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah
(S.A.V.) bu Allah'ın bir fadl ve ihsanıdır, onu dilediğine verir" dedi. (Bu
hadisi Buharı (843) ve Müslim (595) rivayet etmişlerdir.)
8)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Resûlullah (S.A.V.) (buyurdu ki:) Kim ki:
Her namazın arkasından otuz üç
kere subhanellah, otuz
üç kere elhamdülillah, otuz
üç kere allahu-ekber der, bunlar ki, doksan dokuz eder. Ve sonra la
ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehu'l-mulku ve huve ala külli şey'in
kadir der yüze temam ederse, deniz köpüğü kadar da günahı olsa mağfiret
olunur. (Bu hadisi Müslim (597) rivayet etmiştir.)
TESBİH,
TAHMİD VE TEKBİRİ FARZ NAMAZLARIN AKABİNDE SÖYLEMENİN FAZİLETİ BABI
9)
Kaab İbnu Ucre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki:
Muakkibat (namazın arkasından söylenen güzel sözler) var ya onları söyleyen
(veya yapan) hiç bir zaman eli boş veya ziyanda olmaz. Her farz namazın
ardından otuz üç kere subhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz
dört kere allahu-ekber dersiniz. (Bu hadisi Müslim (596) rivayet
etmiştir.)
NAMAZLARIN
AKABİNDE SÖYLENEN TEŞBİH, TAHMİD VE TEKBİRİ SAĞ ELLE YAPMANIN SÜNNET OLDUĞU
BABI
10)
Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Resûlullah (S.A.V.)'i, teşbihi
(zikri) sağ eliyle yaparken gördüm" dedi. (Bu hadisi
Ahmed (2/160/161/204/205)'Ebu Davud (1502/5065) Tirmizi'(3482) Neseı'(3/84)
velbnuHibban (2343) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
11)
İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazının akabindeki tesbihat'ı,
tahmidat'ı ve tekbirat'ı sağ eliyle yaptığını gördüm. (Bu hadisi
Beğavi Şerh 'i-s-Sünne 'de (5/48) hasen senedle rivayet etmiştir.)
Bu
hadisi şerifler, zamanımızda intişar etmiş ve terk edilmez bir sünnet imiş gibi
ihtimam gösterilen boncukları, zikrin adedini bilmek için kullanmanın bid'at
olduğuna delildir. İbnu Mes'ud'dan rivayet edilen eserde bunu te'yid
etmektedir.
12)
Salet İbnu Behram'dan, şöyle dedi: Elindeki teşbihle zikreden bir kadının yanından
geçen İbnu Mes'ud (teşbihi Kadının elinden alarak) parça parça edip attı. Sonra
ufak çakıl taşlan ile zikreden bir adamın yanından geçti. Adamı tek meleyerek,
"Ne çabuk sapıttınız, böyle kötü bid'atlar ihdas ettiniz. Muhammed
(S.A.V.)'in eshabını ilimde geçtiniz" dedi. (Bu eseri İbnu Vaddah
Bid'at ve ondan nehy kitabında (S/12) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)
FARZ VE
NAFlLE HER NAMAZIN AKABİNDE
AYET'EL-KÜRSİ'NİN OKUNACAĞI BABI
13)
Ebu Umame (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Kim ki, her
namazın arkasından ayet'el-kürsiyi okursa, cennete girmesine tek engel
ölümdür" dedi. (Bu hadisi İbnu Sünni (S/121) sahih senedle rivayet
etmiştir.)
14)
Ebu Umame (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Kim ki her farz
namazın arkasından ayet'el-kürsiyi okursa, cennete girmesine tek mani
ölmesidir" dedi. (Bu hadisi Nesei (100) Tebarani Kebir'de (3/134) ve Kitabu'd-Duada (675)Amelil Yeman ve Veyl'de ve İbnu Sünni
Ameli-Yevm'de (122) ve İbnu Hibban ( ) sahih bir
senedle rivayet etmişlerdir.)
HER NAMAZIN
AKABİNDEN MUAVEZAT'IN OKUNACAĞININ EMİR OLDUĞU BABI
15)
Ukbe İbnu Amir (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
bana her namazın
arkasından muavezat'ı okumamı emretti. (Bu hadisi Ahmed
(4/155) ve Ebu Davud (1523) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)
Muavezat:
Felak ve Nas sûrelerine denir.
SABAH VE
AKŞAM NAMAZLARINDAN SONRA ONAR KERE SÖYLENECEK ZİKRİN BEYANI BABI
16)
Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Kim
ki sabah namazını kıldıktan sonra on kere la ilahe illallahu vahdehu la
şerike leh. Lehu'l-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir derse
Allah-u Azze ve Celle onun için on hasenet yazar. On seyyiatını siler. On
derece yükseltir. Bunlar ki, Hz. İsmail'in neslinden iki köle azad etmeye
muadildir. Kim ki, bu zikri akşam namazından sonra da söylerse, sabaha kadar
şeytanla arasında perde olur. Yani (şeytanın şerrinden emin olur.) (Bu
hadisi Taberani Kebir 'de (4015) Hasen İbnu Arefe cüz 'ünde sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.)
NAMAZIN AKABİNDEKİ ZİKRE ŞEYTANIN
MANİ' OLMAK İSTEDİĞİ BABI
17)
Abdullah İbnu Amr (R. A.) (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"İki haslet veya iki hal vardır ki, müslüman bir kul bunları muhafaza
ederse behemehal cennete girer. O iki şey çok kolaydır ama onlarla amel eden
azdır. (Her farz namazın) akabinde on
defa subhanallah, on defa elhamdu lillah on defa allahu ekber der.
İşte bunlar dilde yüz elli, fakat mizanda bin beşyüzdür. Yatma yerini aldığın
vakitte, otuzdört defa allahu ekber, otuz üç defa elhamdu lillah, otuz
üç defada subhanallah der. İşte bunlar dilde yüzdür. Fakat mizanda
bindir." Abdullah dedi ki: "Resûlullah (S.A.V.) bunları (sağ) elinin
parmaklarıyla yaptığım gördüm."Dediler ki: "Bu kadar kolay şeyleri
yapan az olur. Sizden biriniz yatacağında şeytan ona gelir uykusunu getirir
bunları yapmadan uyur. Ve sizden birinize namazında gelirde ona bazı
ihtiyaçlarını hatırlatır. Namazı bitirir bitirmez hemen ihtiyaçlarının peşinden
giderde yapamaz." (Bu hadisi Ebu Davud (4065) Tirmizi (3407)
Neşe/(3/74} Ahmed (2/205) ve Buharı edebde (1316) hasen bir senedle rivayet
etmişlerdir.)
Bil ki; farz namazlar beş(vakit)tir. Vaktinde
kılındıklarında ne azaltma ne de çoğaltma olmaz. Seferde Mağrib (akşam) namazı
dışında iki rekattir. Beş (vakit)den daha çok namaz olduğunu söyleyen
Bid'atçıdır. Beş (vakit)den daha az namaz olduğunu söyleyen (de) Bid'atçıdır.
Ehli Sünnet burada Bid’at’ul Mukeffire’den (kişiyi küfre
düşüren, kişiyi İslam Dini’nden çıkartan Bid'attan) bahsetmektedir. Zira,
ibadetler üzerinde tasarruf yetkisi ancak Allah’a ait olan hak ve
yetkilerdendir. Bu hususta Allah ile mücadele eden; ibadet şekli, zamanı
üzerinde değişiklik, arttırma yahut eksiltme yapmaya cüret eden kişinin küfre
düştüğü aşikardır.
Allah, vaktinde
kılınan (namazlar)dan başka hiçbir şeyi (namaz olarak) kabul etmez. Unutan kişi
-zira o mazurdur ve hatırladığında (namazını) kılmalıdır-; ve seferi olan -ki
o, mazurdur o da dilediğinde iki namazı cem edebilir- müstesna.
Sahihaynda geçtiği üzere unutan kişi gibi, uyuyan kişi de
mazur görülmüştür: "Her kim, bir namazı unutur veya uyku sebebiyle
kılamazsa, hatırladığı zaman onu kılsın. Namazın bundan başka keffareti
yoktur." (Buhari; Müslim)
Cem (namazları birleştirme) gündüz namazlarında ancak Zuhur
(öğlen) ve Asr (ikindi) namazlarında; gece namazlarında ise Mağrib (Akşam) ve
İşa (yatsı) namazlarında olur.
İki namazı cem
ederek kılmak:
Namaz
kılan kişinin öğle vaktinde, ikindi namazını öğle namazı ile birlikte kılmasına
“cem-i takdîm” denir. Bu durumda vakti girmeden önce ikindi namazı, öğle
namazıyla birlikte kılınmış olmaktadır.
Namaz
kılan kişinin öğle namazını, vakti çıkıncaya kadar geciktirip ikindi vaktinde
ikindi namazıyla birlikte kılmasına ise “cem-i te’hîr” denir. Yatsı namazıyla
akşam namazı da, tıpkı öğle ve ikindi namazları gibi her iki şekilde de
kılınabilirier. Sabah namazına gelince, bunun hiç bir halde başka bir vakit
namazıyla bir arada kılınması sahîh olmaz.
Yüce
Allah, her namazı tâyin edilen kendi vaktinde kılmamızı emretmek üzere şöyle
buyurmuştur: “Şüphesiz ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli olarak
farz kılınmıştır.” Nisa: 4/103
İslâm
Dîni kolaylık ve müsamaha dîni olduğundan dolayı, meşakkatlerin bulunması
hâlinde, sıkıntıları gidermek amacıyla namazların, vakitleri dışında
kılınmasını mubah saymıştır.
“
Abdullah ibn Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Muhakkakki Allah’u Teala kendisine isyan
edilmemesini sevdiği gibi, tanımış olduğu ruhsatların yapılmasını da sever. “
Ahmed : 2/108, 5832
Özürsüz
iki namazı cem etme ümmet için kolaylık kılınmıştır. Öyleyse hiç kimse kendi
kafasına göre bazı teviller yaparak bu kolaylığı zorlaştırmaya hakkı yoktur.
Sefer yolculuk
halinde cem etme:
Enes
-Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem,
güneş batıya meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine te'hîr
eder, ikindi olunca mola verir, ikisini cem ederdi (beraber kılardı). Yola
çıkmazdan önce güneş batıya meyletti (öğle vakti girdi) ise, hareketten önce
her ikisini de (öğle ve ikindi) kılar sonra yola çıkardı.'' Bir rivayette de
şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te'hir eder,
ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı
birleştirirdi. " Buharî, Taksîru's-Salât 16, l5; Müslim(704); Ebu
Dâvud(1218, 1219) Nesâî(1/284-285).
İbnu Abbas -Allah ondan
razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem yol halinde
iken öğle ile ikindiyi birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirirdi.
" Buharî, Taksîru's-Salât 13
Muâz
b. Cebel -Allah
ondan razı olsun- şöyle dedi: “Tebuk senesi
Rasûlullah ile beraber yola çıktık. Rasûlullah öğle ile ikindi ve akşam ile
yatsı namazlarını cemediyordu. Bir gün namazı tehir etti, sonra dışarı çıktı ve
öğle ile ikindiyi cemederck kıldırdı, sonra girdi. Sonra tekrar çıktı ve akşam
ile yatsıyı cemederek kıldırdı. Sonra şöyle buyurdu: "inşâallah yarın
Tebük kaynağına varacaksınız. Güneş yükselmeden oraya varmayın. Oraya varanlar,
ben gelinceye kadar suya dokunmasın," Müslim(706) Muvatta(1/143)
Abdurrazzak(11/545) Şafii el Ümm(1/77) Sahihu Ebu Davud(1065) Sahihu Nesai(512)
el İrva(3/30)
Yağmur halinde cem
etme:
İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Medine'de yedi ve sekiz (rek 'at) öğle,
ikindi, akşam ve yatsı namazlarını (cemederek) kıldı. Eyyub (es-Sahtiyânî) der
ki :"Belki de bu, yağmurlu bir gecedeydi." Öbürü (Ebu 'ş-Şa'sâ):
"Belki!'' dedi. '' Buharî (543) Müslim (705)
Nafi’den; İbni Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle
dedi: “Yağmurda akşam ile yatsıyı cem ederdi.” Sahiha (6/816), el İrva(583)
Hazarda cem etmek;
İbni Abbas -Allah ondan
razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem korku ve sefer
hali olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da
birleştirerek kıldı." Said Bin Cübeyr r.a. İbni Abbas’a dedi ki; “Bunun
sebebi ne olabilir?” dedi ki; “Ümmetine kolaylık sağlamak için.” Muvatta(1/144) Müslim(705)
Diğer rivayette; “Korku
ve yağmur olmadığı halde cem etti.”
Abdullah Bin Şakik dedi
ki; “İbn Abbas -Allah ondan razı olsun- bir gün ikindi namazından sonra bize
akşam olup yıldızlar görününceye kadar hutbe okudu. Topluluk içinde
Temimoğulları’ndan birisi “Namaz! Namaz!” demeye başladı. Bunun üzerine İbn
Abbas -Allah ondan razı olsun- kızdı ve dedi ki; “Bana sünneti mi
öğreteceksin?! Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in öğle ile ikindi namazını
ve akşam ile yatsı namazını cem ettiğine şahit oldum.”
Abdullah bin Şakik der
ki; “Bu hususta içimde bir şey hissettim ve bunu Ebu Hureyre -Allah ondan razı
olsun-’e de sordum. O da buna muvafakat etti.”
Diğer rivayette İbn
Abbas -Allah ondan razı olsun- ; “Namazı bize sen mi öğretiyorsun?! Biz
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber iki namazı cem ederdik.”
Demiştir. Müslim Kitabus-salat Cem’u beynes salateyn fil hazar
Tirmizî,
Sünen'in Kitabu'l-İlel bölümünde İbnu Abbâs'ın rivâyet ettiği bu hadisle ehl-i
ilimden kimsenin amel etmediğini söyler. Yani iddiasına göre sefer yağmur,
korku, hastalık gibi namazın birleştirilmesine ruhsat tanıyan bir mazeret
olmadan namazın birleştirilmesine hiç bir âlim fetva vermemiş olmalı. Ancak, bu
iddiasının gerçeği aksettirmediği söylenmiştir. Buna geçmeden şunu bilelim ki,
Tirmizî, başka rivâyetlerle birlikte bu hadisin de yer aldığı,
"Hazerde iki namazın arasını birleştirme hususunda gelenler" adlı
bâbta, hadislerin peşlerinden şu bilgileri sunar:
Ehl-i ilim,
iki namazın sadece seferde ve Arafat'ta birleştirileceğine hükmetmiştir.
Tâbiîn'den bazı âlimler, hastanın iki namazı birleştireceğine hükmetmiştir.
Bazı âlimler de yağmur sırasında iki namazın arasının birleştirilebileceğini
söylemiştir. Şâfiî, Ahmed ve İshak bu görüşte olanlardır. Ancak Şâfiî hastanın
iki namazı birleştirmesini caiz görmez.
Tirmizî'nin
İbnu Abbâs tarafından rivâyet edilen "Rasulullah korku ve sefer hali
olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da birleştirerek
kıldı" hadisi için, "Bununla hiç bir fakih amel etmemiştir"
iddiasına yapılan itiraza gelince: İbnu Hacer, Nevevî'den naklen bazı örnekler
sunar:
"İmamlardan
bir cemaat, bu hadisin zâhirini esas alarak, mutlak bir ifade ile
"ihtiyaç" sebebiyle bir şartla hazarde "cem"i tecviz
ettiler. O şart da bu birleştirme işini bir âdet edinmemektir. Bu görüşte
olanlar meyanında İbnu Sîrîn, Rebîa, Eşheb, İbnu'l-Münzîr, el-Kaffâlu'l-Kebîr
sayılabilir. Aynı görüşü Hattâbî Ashâbu'l-hadis'ten bir gruptan da hikaye eder.
Ve bu
hadisin Müslim'de Said İbnu Cübeyr tarikinden zikredilen: "İbnu Abbâs'a
sordum: "Bunu Rasulullah niçin yaptı?" Bana: "Ümmetinden kimseye
meşakkat vermek istemedi" diye cevap verdi" vechiyle istidlâl
eder. Müslim(5/219)
Nesâî'nin
bir rivâyetine göre İbnu Abbâs, Basra'da öğle ve ikindiyi aralarında hiç
fasıla olmadan kılmıştır. Akşam ve yatsıyı da peşpeşe aralarında fasıla olmadan
kılmıştır. Bu birleştirmeyi meşguliyet sebebiyle yapmıştır. İşte bu rivâyette,
aynı birleştirmeyi Rasulullah'ın yaptığını da söyler. Müslim'de gelen bir
rivâyette, İbnu Abbâs'ın mezkûr meşguliyetinin hutbe olduğu ikindi namazından
sonra da yıldızlar doğuncaya kadar hutbesine devam ettiği sonra akşamla yatsıyı
birleştirdiği belirtilir. Bu rivâyette İbnu Abbâs'ın iki namazı cem etme işini
Rasulullah'a nisbetinin, Ebû Hüreyre tarafından te'yîdi de vardır. Müslim (705)
Taberânî'nin
bir tahricinde, benzer merfû bir rivâyet İbnu Mes'ud'dan kaydedilir:
"Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (hiçbir meşrû sebep yokken) öğleyle
ikindiyi, akşamla yatsıyı cem etti. Kendisine "Bunu niye yaptın?"
diye sorulunca: "Ümmetimin meşakkatte kalmaması için" diye cevap
verdi."
Görüldüğü
üzere, gerek fukahâ ve gerekse muhaddisînden bazıları, bazı kayıtlarla
sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisiyle amel etmiştir. Avamdan pekçok kimsenin, cem-i
takdim veya tehire ihtiyacı olduğu zamanlarda bile onu terk ettiğine, diğer pek
çoğunun da cem yapmayarak namazı tamamen kazaya bıraktığına tanık olursun.
Halbuki İslamda namazın terkinin hükmü bellidir. Bu insanlar, ruhsatları terk
edip kendilerini zora sokmakta, bazen de, yukarıda işaret ettiğimiz sebepten
ötürü günaha girmektedirler. Özürsüz iki namazı cem etme ümmet için kolaylık
kılınmıştır. Öyleyse hiç kimse kendi kafasına göre bazı teviller yaparak bu kolaylığı
zorlaştırmaya hakkı yoktur.
CEM EDERKEN SÜNNET
NAMAZ KILINMAZ
“ Abdullah ibn Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle
dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, Müzdelife de Akşam namazı ile
yatsı namazını aralarında hiçbir sünnet namazı kılmayarak cem etti. Akşam
namazını üç rekat olarak kıldırdı, yatsı namazını da iki rekat olarak
kıldırdı.” Müslim : 1288
“ Salim’in babasından. Abdullah ibn Ömer -Allah ondan
razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, Müzdelife de
bir kamet ile iki namazı bir arada kıldı. Bu iki namazın ne birincisinden
önce,ne de sonra hiç nafile namaz kılmadı.” Nesei : 660
İşte bu şehadet kişinin müslüman olabilmesi için ondan
yerine getirmesi talep edilen ilk şeydir. Şehadet kelimesi, kabul ve reddi
bünyesinde barındırmakta ve gerekli kılmaktadır. "Allah’tan başka
kendisine ibadet yöneltilen herşeyi red ve Allah’ı tek mabud olarak
birlemek." İşte bu bu ancak Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’in
Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman edip, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve
sellem)’in örnekliğine tabi olunarak elde edilebilir. Şehadet kelimesinin
yerine getirilmesi ancak şu yedi şartı yerine getirilmesi ile mümkün olur ve bu
yedi şartı yerine getirmeyenler Şehadet kelimesini dilleriyle telaffuz etseler
dahi, kendilerine hiçbir yarar sağlamaz: Cehaleti ortadan kaldıran ilim,
şüpheyi ortadan kaldıran yakin, reddi ortadan kaldıran kabul, isyanı ortadan
kaldıran inkiyad (itaat, bağlılık), şirki ortadan kaldıran ihlas, yalanı
ortadan kaldıran sıdk ve buğzu ortadan kaldıran muhabbet.
Zekat
Farzdır
Zekat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dediği gibi;
altın, gümüş, hurmalardan, tahıllardan ve hayvanlardan ödenir. Kişi (zekatını)
kendi paylaştırıp-dağıtabilir yada imama verebilir her ikisi de Caizdir Vallahu
A'lem (Allah en iyisini bilendir).
Zekat İslam’ın rükunları’nın
üçüncüsüdür.
Şeriattaki manası:Allah
Teala’nın rızasını kazanmak ve nefsin
,malın ve toplumun arındırılması olan ve belirli vakitte belirli bir maldan
verilmesi vacib olan bir haktır.
Zekatın bu tarifi islam’da
zekatın ene önemli hedeflerini içine almaktadır.Zekatın daha pek çok önemli
hedefleri vardır.İster yüce insanlık hedefleri kabilinden olsun isterse de yüce
ahlaki misal kabilinden olsun onu içermesi mümkün değildir.Bunların hepsi,şeraitiyle
zekatın gerçekleşmesinde İslam kasdetmiş ve onun için bunu farz kalmıştır.
Zekatın güzellikleri’den bazıları şunlardır:
1.Allah (cc) bir çok şer’i
delillerde zekat ile namazı birlikte zikretmiştir.Buda göstermektedir’ki kulun
kurtuluşu Allah azze ve celle katında bu ikisine bağlı.Namazın Allah’ın kulunun
cismi ve bedeni üzerindeki hakkıdır,zekat’da kulun malı ve kazancında’ki
hakkıdır.Kuvvet meydana getirmeyle üzerine olan nimetlere karşı Allah’a
şükrünün edasını namazla gerçekleştirdiği gibi mal ve zenginlik nimetinde
Allah’a olan şükrünü de zekatla gerçekleştirir.
2. Zekatta ,cimrilik,kıskançlık
ve hırsdan temizlenme vardır.Zekat,cimrilik ,açgözlülük ve hırs bencillik
(egoizim) ve kin gibi hastalıkların şifa veren ilacı sayılır.İslam mal
sevgisine olan içgüdüyü kendini sevmeyi kaderde takdir etmiş ve kıskançlığın
imanın nefsinde var olduğunu anlatmıştır.”Nefisler kıskançlığa
meyillidir.”(Nisa:128)
Allah (cc) bunların hepsini
istediğinin tamama ermesi için sevdirme hissi vererek müjdelemek ve yardım etmek nefsi tedavisiyle
tedavi eder.Açgözlü nefsi kendisine sevgili ve aziz olana bol bol vermesin için
onu davet eder.Allah (cc) şöyle buyurur:
“ Hoşlandığınız şeylerden (Allah
yolunda)sarfetmedikçe asıl iyliğe asla eremezsiniz.”(Al-i İmran:92)
Nefis buna cevap verecek güzel
arayacak ve onunla bol bol vercektir.Bununla bir Müslüman şuurun
derinliklerinden bolca verme cömertlik ve her yönden verme hedefine gayesiz
ulaşır.Vicdan duygusundan,huy ve mizaç duygusuna dönüşür.
3. Zekatın güzelliklerinden ve
islamın fazileterinden biride toplumun ruhunu ferdler arasında çoğalmasını sağlar.Öyleki zekatını veren bir
Müslüman toplumun tam bir parçası olduğu hissini duyar.O toplumun görevlerinde
onlarla iştirak eder ve yüklerini kaldırır.Allah Rasulu(sav)’in sözü gereği tek
vücud olmak bunu gerçekleştirmek için toplum lideri birbirine karşı sevgi
karşılıklı anlaşma ve yardımlaşma olan bir aile olur. “ Mümin birbirine karşı
sevgi karşılıklı saygı gösterme ve birbirine karşı sevgi beslemede bir misali tek vücud misali
gibidir.Ondan bir uzuv şikayet etse uykusuzluk ve hararetle cesedin geriye
kalan kısmı perişan olur:.”(Buhari sahihinde (Fethul Bari):10/438 (6011 Nolu)
Muslim:4/1999 (2586 Nolu)
4.Yine zekat İslam kardeşliğinin
ameli ifadesi ve ıslah etme açısından Müslüman ahlakının fiili
uygulamasıdır.Buna ek olarakda bir fakir Müslüman bir toplulukta hiçbir
hased duymaksızın yaşar.Çünkü onun hakkı
zenginin malında saklıdır o ,ona ulaşır onu elde eder ve sahibine bereket ve
malının çoğalması için dua eder.Allah Rasulu (sav) şöyle buyurur:
“ Bir mümin bir mümin için her
birini tamamlayan bir binanın taşları gibidir.”(Buhari sahihinde (Fethul Bari):
10/449-450 (6026 Nolu) Muslim:4/1999 (2585 Nolu)
Materyalist toplumlara bir bak
.Nasıl bir kaos kargaşa ve mahvolunmanın
eşiğinde yaşıyorlar?.Orada nefret kin dolandırıcılık sahtekarlık çoğalıyor
bulaşıcı hastalık ve felaket çoğalıyor.Rezilliklerden daha niceleri….
İslami bir toplum ise zekatını
veren bir toplum muhabbet Salih amel günahından tövbe edip Allah’a dönen hayır
ve saadet içindedirler.Bunların hepsi bu yüce ruknun edasına bağlı
güzelliklerdendir.O ise zekattır
5. İslam’da zekatın
faziletlerinden biri de huzur ve sukunetin yayılmasının kaynağıdır.
İslam’da zekat-Allah Tealanın
fazlından sonra acizler için ictimai sigorta,toplumun bölünme ve zayıflamasının
koruyucusu ve ulaşılmaya çalışılan yardımlaşma güvencesinin genel müessesi
olarak itibar edilir öyleki Zekat Allah’ın izniyle …. Açlık ,yoksulluk ve
fakirliği yok etme vesilelerinden bir vesiledir. Zekat malları bir fakiri nefsi
güven ve razı olmakla geleceğe yüce ve
atılgan olmasını sağlar,ne bir tasa ve nede bir hüzün vardır.
6.Zekatın güzelliklerinden biri
de onda çalışkanlık ciddiyet ve amele teşvik vardır.
Malın bir kısmını zekat yoluyla
zenginlerden fakirlere miskinlere zekat memurlarına kalpleri islama ısındırmak
borçlulara ve başkalarına toplumda dostluğa çalışkanlık ciddiyet ve amele
teşvik olmak üzere bir malın nakledilmesi olarak itibar edilir.Bunun içindir ki
üretim kabiliyetleri artar.Bunların hepsi güçlenen ve birbirine kenetlenen
topluma iade olur.
7. Zekatın güzelliklerinden ve
faziletlerinden biri de o fakirlik problemlerinin çözümündeki en iyi vesiledir.
Bunun delili ise islamla
hükmedilen altın çağlarda zekat
uygulandığında zekat verilecek fakir kalmamıştı.Zekatını verecek şahıs dolanır
fakat onu verecek kimseyi bulamazdı .Buda göstermektedir ki ne zaman ki
müslümanalr şeri ölçüler dahilinde zekatlarını gerektiği gibi yerine
getirdiler.işte o zaman fakirlik müşkilatı ortadan kalkmıştır.İslamda ki zekatın
içerdiği bu faziletlerden ve Allah’ın şeriatında zekatın gerçekleşmesini yerine
getirilmesini kasdetmesinden daha iyi ve daha üstün bir şey olabilir mi ?
ZEKAT İLE
İLGİLİ BİLGİ
Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde
Ramezân ayında farz oldu. Zekâtın farzı birdir. Her müslimânın tam mülkü olan
nisâb mikdârındaki ( Zekât malı )nın belli zemânda, belli mikdârını, zekât
niyyeti ile ayırıp, emr edilen müslimânlara vermekdir. Tam mülk, halâl yoldan
gelip, kullanması mümkin ve halâl olan öz malı demekdir. Vakf malı, kimsenin
mülkü değildir. Gasb, sirkat, rüşvet, kumar, alkollü içki satışının semeni ve
fâsid olarak satın aldığı mal gibi, harâm malı kendi halâl malı ile veyâ
çeşidli kimselerden aldığı harâm malları birbirleri ile karışdırmamış ise, bu
harâm mallar, mülkü olmaz.
Kimler zekât verir? Akıllı olan
ve bülûg çağına giren ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, zengin olup,
şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır. Dört çeşit malı bulunup zengin
olan kimse zekât verir. Bu mallar, altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, hayvanlar ve
toprak mahsûlleridir. Nisap miktarı malı olan kimse zengindir. İhtiyaç eşyâsı
ve kul borçları nisâba katılmaz.
Ödünç alma karşılığı olan
borçlar, zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan tecilli
kul borçları ve ihtiyaç eşyâsından mevcut olanlar nisâb hesâbına katılmaz.
Zekât farz olduktan sonra yapılan borçlar özür olmaz. Bunların zekâtı verilir.
Geçmiş senelerin ödenmemiş zekâtları kul borcu sayılır. Bunlar, yeni nisâba
katılmaz.
İhtiyaç eşyâsı: İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi
nafakadır. Nafaka, insan hayatta olduğu müddetçe muhtaç olduğu eşyâların tamâmı
demektir. Bunlar iktisâdî ve sosyal şartlara göre değişir. İnsan için lâzım
olan nafaka üçtür. Bunlar yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak
eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demektir. Binek hayvanı veya
arabası, silâhları, hizmetçisi ve sanat âletleri ve lüzumlu kitapları da
ihtiyaç eşyâsı sayılır.
Nisap miktarı: Zekâtı verilecek her mal için ne kadar bir kısmının veya
buna karşılık verilecek altın, gümüş ve mal miktarına dâir ölçüdür. Dînimizde
bu ölçüye "zekât nisâbı" ismi verilmektedir. Belirlenen bu miktar
mala sâhip olan bir Müslümanın, bu mallarının üzerinden bir kameri yıl (354
gün) geçmesi veya elinde kalması netîcesi zekât vermesi farz olur.
Zekât, artıcı özelliğin olan Ticari mallar, Madenler,
Hayvanlar ve Tarım Ürünlerinden verilir.
Ev, arsa, araba gibi
gayrimenkuller, eğer satın alınırken daha sonra satıp para kazanmak niyetiyle
alındı ise, bunlar ticari mal sayılır ve onlara dahil edilir. Eğer bunlar
kullanılmak niyetiyle satın alındılar ise, miktarları ne kadar çok olursa
olsun, bunlar ihtiyaç eşyası sayılır. Zekâtları olmaz. Ancak varsa bunların
kira gelirleri zekât hesabına dahil edilir.
Zekâta tabi malların değeri
nisabı bulduktan sonra üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. Malların miktarının
nisabı bulduğu tarih bir yere kaydedilir. Üzerinden bir kameri (hicri) yıl
geçtiktan sonra aynı tarihte tekrar zekat hesaplanarak nisabı bulup bulmadıkları
kontrol edilir. Eğer nisab miktarı iseler zekâtları verilir. Değilse zekâtları
verilmez. Yıl içindeki azalıp çoğalmalar dikkate alınmaz.
İslam'da ferdi mülkiyet söz
konusudur. Bir ailede karı, koca ve çocukların zekâtları ayrı ayrı hesaplanır.
Fertlerden kimin zekâta tabi mallarının miktarı nisabı bulursa zekâtı o verir.
Hepsinin malları ayrı ayrı nisabı bulursa, hepsi ayrı ayrı zekâtlarını
verirler.
Geçmiş yıllara ait zekat borçlarının ayrıca ödenmesi
gerekir.
"Zekatımızı kimlere
verelim, Tevbe Suresi 60. ayetinde belirtilmiştir. Zekât, (nisab miktarından az
malı olan) fakîrlere, (bir günlük nafakası dışında fazla bir şeyi olmayan)
miskinlere, zekât memurlarına, (kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen)
müellefe-i kulûba, kölelere, (borçlu olup borcunu ödeyemeyen) borçlulara, (ilim
tahsili, hac ve cihad gibi) Allah yolunda olan ihtiyaç sahiplerine ve yolda
kalanlara verilir.
Zekât malları nelerdir? Dört çeşit zekât malına sâhip olan
kimse, zengin olunca bunlârın zekâtını verir:
1. Senenin ekserî zamânında, çayırda parasız otlayan dört
ayaklı hayvanlar:
Yılın yarıdan fazlasında parasız, çayırda otlayan hayanlara, üretmek için veya
sütü için olursa "sâime" hayvan denir. Sâime hayvan sayısı, nisâb
miktarı olduktan bir yıl sonra zekâtı verilir. Yük için, yük taşımak için,
binmek için olursa sâime denilmez ve zekât lâzım olmaz. Deve, sığır gibi başka
cinsten sâime hayvanlar, birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmezler.
Hayvanın zekât nisâbı: Koyun ve keçi 40 adet olunca
birisi zekât olarak verilir. Sığır 30 adet olunca, bir dana zekât olarak
verilir. Manda da sığır gibidir. Devenin nisabı beştir. Beş devesi olan, bir
koyun verir. Atın nisabı yoktur.
2. Altın, gümüş ve kâğıt paralar: Altın ile gümüşün, para olarak
kullanılsın, kadınların süsü gibi, helâl olarak kullanılsın veya haram olarak
kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılıç ve altın
diş gibi ihtiyaç eşyâsı olsalar bile, nisâba katılıp zekâtı verilecektir. Hac,
adak ve keffâret için saklanan paraların zekâtı verilir. Çünkü kul borcu
değildirler. Senetli veya iki şâhitli olan yâhut îtiraf olunan alacak, iflas
edende ve fakirlerde de olsa nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların
zekâtı da verilir.
Altın ile gümüşün ağırlığı ve
ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti nisab miktarı olduktan îtibâren bir Hicrî
sene (354 gün) elde kalırsa yıl sonunda elde bulunanın, kırkta birini ayırıp
Müslüman fakirlere vermek farzdır. Altının nisabı 20 miskal, yâni 96 gramdır.
Gümüşün nisabı da 672 gramdır.
Kâğıt paraların, bakır ve her
türlü mâdeni paraların kıymeti 200 dirhem (672 gr) gümüş veya 20 miskal (96 gr)
altın olduğu zaman bu paranın zekâtını vermek lâzımdır. Ticâret niyetiyle
kullanılması şart değildir ve değeri kadar zekat verilir. Kâğıt paraların
nisapları, altının nisab miktarı ile hesap edilir.
3. Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan ticâret
eşyâsı.
Eşyânın ticâret niyetiyle satın alınması lâzımdır. Öşür vermesi lâzım gelen
topraklardan hâsıl olan ve mîras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi
kabul edince mülk olan şeylerde, ticârete niyet edilse de bunlar ticâret malı
olmaz. Çünkü ticâret niyeti, alış-verişte olur.
Canlı cansız her mal, meselâ
yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksitler, petrol ve benzerleri, ticâret
eşyâsı olurlar. Altın ile gümüş her ne niyetle olursa olsun hep ticâret
eşyâsıdır.
Ticâret eşyâsının zekâtı, altın
nisâbına göre verilir. İhtiyaç eşyâsından ve kul borçları çıkarıldıktan sonra
kalanın kırkta biri (yüzde ikibuçuk) zekât olarak verilir.
4. Yağmur suyu veya nehir suyu ile sulanan, haraçlı olmayan
bütün topraklardan (uşurlu toprak olmasa bile) ve vakıf topraktan çıkan şeyler:
Bunların
zekâtına "öşür" denir. Öşür vermek Kur'ân-ı kerîmde, En'âm sûresinin
141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem tarafından
bildirilmiştir. Öşür, mahsulün onda biridir. Haraç ise, beşte bir, dörtte bir,
üçte bir, yarıya kadar olabilir. Bir topraktan, ya öşür veya haraç vermek
lâzımdır. Kul borcu olan, borcunu düşmez. Öşrünü tam verir.
Zekât kimlere verilir? "Zekâtlar (sadakalar),
Allah'tan bir farz olarak fakîrlere, miskinlere (düşkünlere), zekât
memurlarına, müellefe-i kulûba (kalpleri İslâma alıştırılmak, ısındırılmak
istenenlere), kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalanlara
verilir. Allahü teâlâ bilendir, hikmet sâhibidir." (Tevbe sûresi: 60)
ZEKATIN VERİLDİĞİ YERLER
1. Fakir: Nafakasından fazla, fakat nisap miktarından az malı olana
fakir denir. Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idârede güçlük çeken her fakir
zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lâzım olmaz.
2. Miskîn: Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan kimseye
miskîn denir.
3. Sâime hayvanların ve toprak mahsullerinin zekâtlarını
toplayan "sâî" ile şehir dışında durup rastladığı tüccardan ticâret
malı zekâtını toplayan "âşir", zengin dahi olsalar, işleri karşılığı
zekât verilir.
Sâi ve âşir İslâm devletinde zekât toplayan memurlardır. Sâime yılın fazlasında
parasız çayırda otlayan üretmek ve sütü için olan hayvanlardır.
4. Efendisinden kendisini satın
alıp, borcunu ödeyince, âzâd olacak köle.
5. Cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlar. Din bilgilerini
öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya
vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. Hadîs-i şerîfte; "İlim
öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek
câizdir." buyruldu.
6. Borcu olan ve ödeyemeyen Müslümanlar.
7. Kendi memleketinde zengin ise
de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp
muhtaç kalan.
Bunların hepsine veya birine
vermelidir. Zekât parasıyla, ölen kimseye kefen alınmaz, ölenin borcu ödenmez.
Câmi, cihat, hac yapılmaz.
DOĞRUDAN VE DOLAYLI OLARAK ZEKAT
VERMENİN EMREDİLDİĞİ AYETLER
Zekat, kitabımız Kur'an-ı Kerim'in birçok
yerinde sürekli namaz ile birlikte emredilen en önemli buyruklardan birisidir.
Namazı kılın, zekatı verin, rüku
edenlerle birlikte rüku edin. (Bakara, 43)
Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için
önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı
şüphesiz görür. (Bakara, 110)
Namaz kılın, zekat verin, Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem e itaat edin ki size merhamet edilsin. (Nur, 56)
Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de
olduğu gibi açılıp saçılmayın; Namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ine itaat edin. Ey Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem in ev halkı! şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi
tertemiz yapmak ister. (Ahzab, 33)
Hususi konuşmanızdan önce sadaka vermekten
ürktünüz mü ki bunu yerine getirmediniz? Ama Allah, tevbenizi kabul etmiştir.
Öyleyse Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem ine itaat edin. Allah, islediklerinizden haberdardır. (Mücadele, 13)
İsrail oğullarından, "Allah'tan
başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik
edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin" diye söz
almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz. Sizler zaten döneksiniz.
(Bakara, 83)
Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini
yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, Namazı kılmak ve zekatı vermekle
emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur. (Beyyine, 5)
And olsun ki, Allah, Israilogullarindan
söz almıştı. Onlardan on iki reis seçtik. Allah: "Ben şüphesiz sizinleyim,
namaz kılarsanız, zekat verirseniz, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
lerime inanır ve onlara yardim ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimde
bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. (Maide, 12)
Onları, buyruğumuz altında
insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz
kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi. (Enbiya,
73)
Allah uğrunda gereği gibi cihat
edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk
kılmamıştır. Daha önce ve Kuran'da, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in
size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size Müslüman adını
veren O'dur. Artık, namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin
sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır! (Hac, 78)
Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Namazı
kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için
yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz.
Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder.
(Müzzemmil, 20)
Verilen ayet-i kerimelerde
görüldüğü gibi zekat ibadeti genellikle hep namaz ile birlikte emredilmektedir.
Bir malın zekâta tâbi olabilmesi
için o malın "tam mülk olması", "artıcı özelliğe sahip
olması", "nisaba ulaşmış olması", "kişinin tabii asli
ihtiyaçlardan fazla olması" ve "üzerinden bir yıl geçmiş olması"
gerekir.
ZEKAT
VERMEK MÜMİNLİK SIFATIDIR
Kur'an-ı kerimdeki birçok ayet-i
kerimede, müminlerin en önemli sıfatlarından birinin, onların namaz kılmaları,
zekat vermeleri olduğu vurgulanmakta ve bu sıfatları taşıyanlara ödüller vaad
edilmektedir. Bu ayet- kerimelerin bir kısmı aşağıda verilmiştir.
Kendilerine: "Elinizi savaştan
çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri görmedin mi? (Nisa, 77)
Onlar zekatlarını verirler. (Müminun, 4)
İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz
kılıp, zekat verenlerin Rab'leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur
ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Bakara, 277)
Fakat onlardan ilimde derinleşmiş
olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan
müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahıret gününe
inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz. (Nisa, 162)
Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem i ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden
mü'minlerdir. (Maide, 55)
Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat
verirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar. Bilen kimseler için ayetleri uzun
uzadıya açıklıyoruz. (Tevbe, 11)
Allah'ın mescitlerini sadece, Allah'a ve
ahıret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkan
kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler. (Tevbe, 18)
Bunlar, namaz kılan, zekat veren ve
ahırete de kesin olarak inanan müminlere doğruluk rehberi ve müjdedir. (Neml,
2-3)
O kimseler Namazı kılarlar, zekatı
verirler; ahırete de yakinen inanırlar. (Lokman, 4)
Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş
Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin
ve gözlerin döneceği günden korkarlar. (Nur, 37)
Mümin erkekler ve Mümin kadınlar
birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar,
zekat verirler, Allah'a ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ine itaat
ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür,
hakimdir. (Tevbe, 71)
Kitap'ta İsmail'e dair anlattıklarımızı da
an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem di. Çevresinde bulunanlara namaz
kılmalarını, zekat vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnudluğa ermişti.
(Meryem, 54-55)
Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namaz
kılarlar, zekat verirler, uygun olanı emrederler, fenalığı yasak ederler.
işlerin sonucu Allah'a aittir. (Hac, 41)
KAFİR VE MÜŞRİKLERİN HALLERİ İLE İLGİLİ AYETLER
Aşağıdaki ayet-i kerimelerde de
kafirlerin ahıret hayatını inkar ettikleri ve zekat vermedikleri belirtilmekte
ve bunların tevbe ederek namaz kılıp zekatların vermeleri halinde serbest
bırakılmaları emredilmektedir.
Onlar zekat vermezler; ahıreti inkar
edenler de yalnız onlardır. (Fussilet, 7)
Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları
bulduğunuz yerde öldürün; Onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde
Onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını
serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. (Tevbe, 5)
ZEKAT VERMEYENLERİN NASIL CEZALANDIRILACAĞINI BİLDİREN
AYETLER"
Aşağıdaki ayet-i kerimeler de, zekat
vermeyenlerin maruz kalacakları şiddetli azabı bildirmektedir.
Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda
sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. (Tevbe, 34)
Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı
gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, "Bu, kendiniz
için biriktirdiğinizdir; yığdıklarınızın tadına bakın" denecek. (Tevbe,
35)
ZEKATIN KİMLERE VERİLECEĞİNİ BİLDİREN AYETLER
Aşağıdaki ayet-i kerimeler ise, malların
ne uğurda sarf edileceği ve zekatın kimlere verileceği bildirilmektedir.
Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana
çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahıret gününe,
meleklere, Kitap'a, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem lere inanan, O'nun
sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve
köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde
ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir.
İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır. (Bakara, 177)
Zekatlar; Allah'tan bir farz olarak
yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri Müslümanlığa
ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve
yolda kalanların uğrunda sarf edilir. Allah bilendir, hakimdir. (Tevbe, 60)
ZEKAT İLE İLGİLİ BAZI HADİS-İ ŞERİFLER
Aaşağıdaki Hadis-i Şeriflerde de zekâtın
önemi, zekat nisabı, zekatın verileceği kişilerle ilgili bilgiler
verilmektedir.
Zekatın önemi ile ilgili
hadisler
"Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz
ki, zekâtını vermiyenlerin, nemâzı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı
yokdur".
"Zekât vererek, malınızı zarardan
koruyunuz!"
“Mallarınızı zekât vermek suretiyle
temizleyin.”
“İbn-i Abbas'dan rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem Efendimiz, Muaz b.
Cebel'i Yemen'e vâli gönderdiği vakit ona şu emri vermiştir: Onları Allah'dan başka bir ilah bulunmadığına ve benim Allah'ın Elçisi
olduğuma inanmaya dâvet et. Eğer bu hususta sana itaat ederlerse onlara, Cenabı
Allah'ın kendilerine günde beş vakit namaz kılmalarını emrettiğini bildir. Eğer
bu hususta da sana itaat ederlerse kendilerine, mallarından zekât vermelerini
farz kıldığını bildir. Zekât zenginlerden alınıp fakirlere verilir.” (Buhari, Sahih, c.2, s.104)
“Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göne,
bir adan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize gelerek;
Bana öyle bir amel göster ki onu yaptığım
zama cennete gireyim, dedi. Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem Ona şöyle
buyurdu;
Allah'a ibadet edecek, hiçbir şeyi O’na
ortak koşmayacaksın; farz olan namazı
kılacaksın; zekâtı vereceksin; Ramazanda
oruç tutacaksın. Bunun üzerine o adam şöyle mukabelede bulundu :
Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim
ki, bundan daha fazlasını yapmayacağım. O kimse bu sözü söyleyip
ayrıldıktan sonra Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem :
“Kim Cennetlik birine bakmak isterse bu
adama baksın, buyurdu.” (Buhari, Sahih, c.2, s.105)
Ashabdan Cerir b. Abdillâh: "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem'e, namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her Müslümana öğüt vereceğime
dair söz verdim" diyor.” (Buhari, Sahih, c.2, s.106)
“Râf'i b. Hadîc'den rivayet
olunduğuna göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurdu: "Zekât işlerinde
hakkiyle çalışan memur, evine dönünceye kadar Allah yolunda muharebe eden gâzi
gibidir.” (Tirmizi, c.3, s.144)
“Cenab-ı Allah kime mal verir de zekâtını
ödemezse, Kıyamet gününde o mal,
sahibine, gözlerinin önünde
simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli (ve zehirinin tesirinden başı)
kel bir yılan şeklinde görünerek boynuna gerdanlık yapılacak; sonra da
iki çene kemiğini, yâni avurdunu iki tarafından yakalayıp şöyle diyecek : Ben senin malınım, ben senin stokunum.” (Buhari, Sahih, c.2, s.106)
“Deve, sığır ve koyun sahibi bir
Müslüman, bu malların zekâtını ödemezse, Kıyamet gününde o hayvanlar, dünyada
olduklarından daha semiz ve daha büyük bir halde gelecekler ve herbiri boynuzu
ile ona toslayacak; ayakları ile de çiğneyecek. Sonuncusu işini bitirince,
birincisi yeniden toslamaya ve çiğnemeye başlayacak; tâ insanlar muhakeme
edilinceye kadar.” (Buhari, Sahih, c.2, s.106)
Zekat nisabı ile ilgili hadisler
“Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem
şöyle buyurdu : Sâime cinsinden her kırk
devede üç yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Hiçbir deve ayrı hesap edilmez. (Yâni hepsi
kırk adet içinde mütalâa edilir, zayıfı ile şişmanı, küçüğü ile büyüğü arasında
bir ayırım yapılmaksızın orta derecede
bir deve alınır.)
Her kim, (ecrini Allah'tan
isteyerek) kırk devenin zekâtını (üç yaşında dişi bir deve) verirse, kendisi
için mükâfat vardır. Kim bunu vermek istemezse, biz hem zekâtını
hem de devesinin yarısını alırız. (Zekât) , Rabbimizin haklarından bir haktır.
Muhammed'in âline ondan bir şey helâl olmaz.” (Nesai, Sünen, c.5, s.15)
Muaz b. Cebel şöyle diyor : "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem , beni Yemen'e göndererek her otuz
sığırdan, iki yaşında dişi
veya erkek bir dana; her kırk sığırdan, üç yaşında bir dana; her
yüklü sığırdan da bir dinar para veya buna denk Maâfir elbisesi zekât almamı
emretti.” (Tirmizi, Sünen, c.2, s.389)
(Maâfir, Hemedân kabilesine nisbet edilen
bir elbise cinsinin adıdır.)
Ebû Saîd el - Hudrî'den rivayet
olunduğuna göre, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :
"Beş ûkıyye'den az gümüşte, beş zevd'den az devede ve beş vesak'tan az hububatta zekât verme mükellefiyeti yoktur.” (Buhari
şerhi, c.4, s.283)
(Bütün müctehitlerin ittifakı ile
ûkiye: 40 dirhemlik bir ağırlık
ölçüsüdür. Zevd: üç ilâ otuz arasındaki deve topluluğuna verilen isimdir.
Vesak: 60 sâ' olup 6240 dirhem, bugünkü ölçülerle 200 kg'a tekabül etmektedir.
Buna göre beş vesak : 1000 kg. eder.)
Ali'den rivayet edildiğine göre, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : "At ile kölenin
zekâtını affettim. Sizler, her kırk dirhemde bir dirhem zekât verin. 199 dirhemde zekât yoktur. Fakat, gümüş 200 dirheme ulaştığı
zaman, bu paradan 5 dirhem zekât vermek lâzımdır.” (Tirmizî, Sünen, c.2, s.384)
Ali'den rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: "Senin iki yüz
dirhem gümüşün olduğu ve üzerinden de bir yıl geçtiği vakit, ondan beş dirhem
zekât vermen gerekir. Altında, yirmi dînara kadar bir şey yoktur. Senin yirmi
dînar'ın bulunduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği vakit, ondan yarım dînar zekât
vermen gerekir.”
“Sâlim b. Abdillah'ın babasından, şöyle
dediği rivayet olunmuştur : Sâlim
bana, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem vefat etmeden önce zekât hakkında
yazdırdığı bir yazıyı okuttu. O yazıda şöyle bir ibare buldum: Beş devede bir
koyun, on tanesinde iki koyun, onbeş tanesinde üç koyun, yirmide dört koyun,
yirmi beşte ise iki yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Otuz beşe kadar
durum böyledir. Eğer iki yaşında dişi deve bulunmazsa, üç yaşında erkek bir
deve verilmesi gerekir. Otuzbeşi bir sayı geçtiği zamanda kırk beşe
kadar üç yaşına girmiş dişi bir
deve vermek gerekir.
Kırk beşi bir yukarı geçince
altmışa kadar dört yaşına basmış dişi bir deve vermek icabeder. Altmıştan
yukarı geçerse yetmiş beşe kadar beş yaşına girmiş dişi bir deve vermek lâzım
gelir. Yetmiş beşi bir yukarı çıkarsa
doksana kadar üç yaşına basmış iki adet deve vermek gerekir.
Doksandan bir fazla olursa, yüz
yirmiye kadar dört yaşına basmış iki adet dişi deve vermek lâzım gelir. Develer
yüz yirmiyi geçince, (bundan sonra) her
elli devede dört yaşında dişi bir deve, her kırkta üç yaşına girmiş bir deve
vermek gerekir.” (İbn-i Mâce, Sünen, c. 1, s. 574)
“(Mallarınızın) kırkta bir zekâtını verin: Kırk dirhemden bir dirhem vermek gerekir. İki
yüz dirhem tamamlanıncaya kadar sizin üzerinizde bir borç yoktur. Para iki yüz
dirhem olunca, ondan beş dirhem zekât vermek icap eder. İki yüz dirhemden
fazlası da bu hesaba göredir."
“Koyunda da kırkta bir zekât vermek
gerekir. Otuz dokuz koyundan bir şey lâzım gelmez.
“Sığırlar da otuz tane olunca bir yaşında
bir sığır vermek gerekir. Kırk tanede ise, iki yaşında bir sığır verilir.
Ziraat için kullanılan sığırlardan bir şey vermek gerekmez.
“Develerden her yirmi beşinde beş koyun verilir..."
“Koyunda 1/40 zekât verilir. 120'ye kadar
durum böyledir. Koyunlar yüz yirmiyi aşınca iki yüze kadar iki koyun; iki
yüzden fazla olunca üç yüze kadar üç koyun vermek lâzımdır. Koyunlar üç yüzden
fazla olunca, her yüzde bir koyun verilir. Sonra dört yüze ulaşıncaya kadar bir
şey vermek gerekmez. Zekât almakta ayrı ayrı kimselerin koyunları
birleştirilmez. Zekât vermemek için de toplu olan koyunlar birbirinden
ayrılmazlar. Karışık halde bulunanlar ise, mülkiyet nisbetine göre hesab
edilirler. Zekâtta çok yaşlı veya kusurlu olanlar kabul edilmez.” (Tirmizi,
Sünen, c. 2, s. 387)
“Beş ûkiyye (iki yüz dirhem)'den az
gümüşte zekât yoktur. Beş zevd'den az devede zekât yoktur. Beş vesakdan az toprak mahsullerinde de zekât
yoktur.” (Buhârî)
“Yağmur, nehir ve göze suları ile
(tabiî olarak) sulanan, veya kendiliğinden sulu olan arazi
mahsullerinde onda bir, hayvanlar ve havuzlar yardımı ile sulanan toprak mahsullerinde ise yirmide bir zekât
verilir." (Nesâî, sünen, c.5, s. 31)
“Hububat maddeleri ile hurma beş ölçek,
deve beş zevd, gümüş de beş ûkıyye olmadıkça
bunlardan zekât vermek gerekmez,”
(Buhârî)
“Yemenli bir kadın kızı ile birlikte
Resûlüllah (s.a.v.)'in yanına geldi. Kızının elinde altından yapılmış iki âdet
kalın bilezik vardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kadına :
Bunların zekâtını veriyor musun? Diye
sordu. Kadın :
Hayır, dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem :
Kıyamet gününde Cenabı Allah'ın bu iki
altını senin koluna ateşten bilezik olarak takmasından hoşlanır mısın? Buyurdu.
Bunun üzerine kadın, bilezikleri
kızının kolundan çıkarıp Resûlüllah'ın
önüne bıraktı ve şöyle dedi :
Bilezikler, Allah ve Resûlü içindir.”
(Nesâî, Sünen, c.5, s. 38)
Amr b. şuayb'ın, babası yolu ile
dedesinden şu rivayet nakledilmiştir:
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
'e kayıp eşyanın zekâtından soruldu. O da şöyle buyurdu: İşlek yolda, veya şenlik bir köyde bulunanı
bir sene ilân et. Eğer sahibi gelirse (onundur). Sahibi gelmezse
senindir."
“İşlek yol ile şenlik bir köyden başka
yerlerde bulunan eşya ile definelerde ise beşte bir zekât vermen gerekir.”
(Nesâi, Sünen, c.5, s. 44.)
Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sahibi başında bulunmayıp mer'aya
salıverilen dilsiz hayvanların yaraladığı hederdir. (Yâni sahibine tazminat
vermek gerekmez). Su kuyusuna düşen hederdir.
Mâden kuyusuna düşen de hederdir.
(Sahibine bir şey ödemek gerekmez.)
Rikâz'da (yer altı zenginliklerinde) ise 1/5 zekât vermek gerekir.
(Buhâri)
(Rikâz, bazılarına göre, mâden ve
mâdenden çıkan maddelerin tümüne verilen bir addır.)
Zekat verilecek ve verilmeyecek kişilerle ilgili hadisler
“Ne zengine, ne de normal şekilde
(çalışabilecek) güce sahip kimselere zekât helâl olmaz.” (Şevkânî,
Neyl'ul-Evtâr, c.4, s.159)
(Bu Hadîs-i Şerîf'i İbn-Mâce ile
Nesaî'den başka diğer hadîs imamları da rivayet etmişlerdir.)
Abdullah b. Adiy'den rivayet edildiğine
göre, Vedâ Haccında Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem , zekât dağıtırken iki adam O'nun yanına giderek
kendisinden zekât istediler. Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini bu iki kişiye dikerek, onları güçlü - kuvvetli görünce: "Dilerseniz
size (zekâttan) vereyim, fakat zekâtta ne zenginin, ne de çalışabilecek güce
sahip kimselerin hakkı yoktur", buyurdu. (Müsned-i Ahmed b.' Hanbel), c.9,
s. 91)
Sehl
b. Hanzaliye'den rivayet
edildiğine göre Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Her kim başkasına muhtaç olmayacak
kadar yiyeceği bulunduğu halde dilenirse, Cehennem ateşinden başka bir şey
dilenmez. Ashab :
Yâ Resûlullah! Yetecek kadar
yiyeceğin ölçüsü nedir? diye
sordular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem :
“Sabah akşam (24 saatlik) yiyeceği
kadar", buyurdu. (Şevkânî,
Neyl'ul-Evtâr, c.4, s.159)
"Kimin 40 dirhem parası veya bu para
karşılığında malı bulunduğu halde isterse, ihtiyacı olmadan istemiş
olur." Feth'ur-Rabbanî, c.9, s.91
vd.
“Her kim ihtiyacı olmadığı halde
başkasından yardım dilenirse, Kıyâmet
günü yüzünde yırtık izleri ve tırmalanma belirtileri olduğu halde Allah'ın
huzuruna gelecek". Kendisine :
Ya Resülullah (istemeyi yasak kılan)
Zenginliğin ölçüsü nedir? diye sorulunca da :
"50 dirhem (160 gr.) gümüş para,
yahut bu değerde altındır", cevabını verdi. (Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s.
236)
“Kim (başkalarına) ihtiyaç
belirtmezse, Allah onu muhtaç etmez. Kim
iffet isterse (başkalarına yüz kızartmamak isterse), Allah onu afît kılar. Bizden bir şey istemeyen (dilenmeyen), isteyenden daha hayırlıdır.”
(Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s. 236)
Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine
göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: "Zekât, zenginlerden ancak üç taifeye
verilebilir:
1 - Allah yolunda bulunanlar,
2 - Yolda kalmış yolcular,
3 - Zengin bir kimse ki, fakir
olan komşusuna zekat verilir de bu maldan kendisine hediye edilir veya dâvet
edilir.” (Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s.380)
ALTIN VE GÜMÜŞÜN NİSAB MİKTARI
Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret
eşyâsının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan i'tibâren, bir hicrî sene,
ya'nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda elde bulunanın kırkda
birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakîrlere vermek farzdır. Acele
edip, hemen vermek vâcibdir.
Altının nisâbı yirmi miskaldir. Miskal,
ağırlık ölçü birimidir. Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân ve kıymet (para) ölçü
birimleri, şer'î birimler ve urfî (örfi)birimler olarak, ikiye ayrılır: Şer'î
birimler, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zemânında kullanılan ve
hadîs-i şerîflerde isimleri geçen birimlerdir.
Bir miskal, dört gram ve seksen
santigram [4,80 gr.] ağırlığında olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96]
gramdır. Osmânlı devletinde son kabul edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât
da [20] santigram idi. Buna göre, urfi miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer'î
miskal ile urfî miskâl aynı ağırlıkda olmakdadır. Bir Osmânlı ve Cumhuriyyet
altını bir buçuk miskal ağırlığında olduğu için, nisâb mikdârı, 20/1.5=13.3
adet altın liradır.
Bir liralık altın, [7,20] gramdır. 13,3
adet altın, 96 gram olur. Demek ki, onüç aded ve bir sülüs [13,3] altın lirası
veyâ bu kadar değerinde kâğıd parası olan kimsenin, zekât vermesi farz olur.
Bir miskal 20 kırâtdır deyince, şer'î miskâl anlaşılır. Bu miskalin kaç gram
olduğunu anlamak için, 20’yi bir şer'î kırâtin ağırlığı olan, 0,24 ile çarpmak
lâzım olur. Urfî kırâtın ağırlığı olan 0,20 ile çarpılırsa, bulunan 4 gr şer'î
miskâlin ağırlığı olmadığı gibi, urfî miskalin de olmaz. Altının nisâb
mikdârını bu yanlış miskale göre yaparak 4x20=80 gramdır demek de doğru olmaz.
Gümüşün nisâbı, ikiyüz dirhem-i
şer'îdir. Bir dirhem-i şer'î, ondört kırât-ı şer'îdir. Yetmiş arpadır. Bir miskalden, onda üçü çıkarılınca, bir
dirhem olur. Bir dirheme, yedide üçü ilâve edilince bir miskal olur. Bir
dirhem-i şer'î, 0,24x14=3,36 üç gram ve otuzaltı santigramdır: [3,36 gram]. O
hâlde, gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ
altıyüzyetmişiki [672] gramdır. Bir mecidiye, beş miskaldir.
Ya'nî yüz kırât-ı şer'î, ya'nî yirmidört
gram olduğundan, yirmisekiz mecidiyesi olana zekât farz olur. Yirmi miskal
altın ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için, değerlerinin
birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, şerî'atde bir miskal altın, on
dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında gümüşdür. Bir
gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre şerî'atde, para olarak
kullanılan altının kıymeti, ayni ağırlıkdaki gümüş paranın kıymetinin yedi katıdır.
İslam’ın
Evveli ve Şehadet Kelimesi
Bil ki; İslam’ın evveli Allah’tan başka (tapılmaya layık)
ilah olmadığına şehadet ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü (elçisi) olduğuna
şehadet etmektir.
İşte bu şehadet kişinin müslüman olabilmesi için ondan
yerine getirmesi talep edilen ilk şeydir. Şehadet kelimesi, kabul ve reddi
bünyesinde barındırmakta ve gerekli kılmaktadır. "Allah’tan başka
kendisine ibadet yöneltilen herşeyi red ve Allah’ı tek mabud olarak
birlemek." İşte bu bu ancak Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’in
Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman edip, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve
sellem)’in örnekliğine tabi olunarak elde edilebilir. Şehadet kelimesinin
yerine getirilmesi ancak şu yedi şartı yerine getirilmesi ile mümkün olur ve bu
yedi şartı yerine getirmeyenler Şehadet kelimesini dilleriyle telaffuz etseler
dahi, kendilerine hiçbir yarar sağlamaz: Cehaleti ortadan kaldıran ilim,
şüpheyi ortadan kaldıran yakin, reddi ortadan kaldıran kabul, isyanı ortadan
kaldıran inkiyad (itaat, bağlılık), şirki ortadan kaldıran ihlas, yalanı
ortadan kaldıran sıdk ve buğzu ortadan kaldıran muhabbet.
Allah’ın
Sözleri Haktır-Doğrudur
Allah’ın her dediği, O’nun dediği gibidir (hakdır). O’nun
dediğinin aksine olacak hiçbir şey yoktur. O, dediği gibidir.
Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?" (en-Nisa 4/122)
Şeri’at’e
İman
Şeri’at’e (içerdiği bütün emir ve yasaklarının hepsine)
tümüyle iman etmek (gerekir). Bil ki; alış-veriş müslümanların pazarlarında (ve
marketlerinde) Kitab, İslam ve Sünnet’e uygun olarak satıldığı takdirde ve
aldatma, zulüm yada hıyanet karışmadığı yahut Kur’an’a zıd yahut da
bilinen(prensib)e zıd olmadığı müddetçe helaldir.
Kulun
Fitnelere Karşı Herdaim İhtiyatlı Uyanık ve Korku Üzere Olması Gerekir Zira Hiç
Kimse Sonunun Ne Olacağını Bilemez
Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- bu dünyada yaşadığı
müddetçe kulun ihtiyat ve korku üzere olması gerekir. Zira o; -hayırlı ameller
işlese de- nasıl öleceğini, ne hal üzere öleceğini ve hangi durumda Aziz ve
Celil olan Allah ile karşılaşacağını bilemez.
Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır:
"Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar…"
(el-Mü’minun 23/57)
Kişi
Allah’ın Rahmetini Ummalı ve Günahları Sebebiyle Akıbeti İçin Korku İçerisinde
Olmalıdır
Nefsine karşı haddini aşan kişi, ölüm anında Allah
(teala)’dan ümidini kesmemeli (aksine) Allah (tebareke ve teala) için güzel
zanda bulunmalı ve günahları sebebiyle korkmalıdır.
Korku ve ümit içerisinde olmak mü’min kimseni halidir. Aziz
ve Celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar, korku ve ümit içinde Rablerine
dua ederler.” (es-Secde 32/16);
“Onlar ahiretten çekinir ve Rabbinin rahmetini umarlar.”
(ez-Zümer 39/9)
Ölüm anında korku ve ümit içerisinde olmak hususunda
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’den şöyle bir olay nakledilmiştir:
“Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), ölüm halinde bulunan bir gencin
(Sa'lebe ibni Abd'ur Rahman) yanına gitti. Gence: Kendini nasıl buluyorsun,
diye sordu. Genç: Allah’ın rahmetini umuyorum. Günahlarımdan da korkuyorum,
dedi. Bunun üzerine Rasulullah: Bir kulun kalbinde bu ikisi bir araya gelirse,
Allah o kula umduğunu verir, korktuğundan emin kılar, buyurdu.” (Tirmizi; İbni
Mace)
Eğer Allah ona rahmet ederse, bu O’nun fazlındandır. Eğer
(Allah) onu cezalandırırsa bu (da kulun) günahları sebebiyledir.
Allah
(Te'ala), Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’e bu Ümmete Ne Olacağını
Göstermiştir
Allah Te'ala’nın, Nebi sallalahu aleyhi ve selleme, bu
ümmete Kıyamet Günü’ne kadar ne olacağını gösterdiğine iman etmek (gerekir).
Bunun delili, bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den sahih olarak rivayet edilen Kıyamet’in büyük ve küçük
alametleridir.
Din
Birtek Cema'atti sonra İnsanlar Onu Hiziplere-Fırkalara Böldüler
Bil ki; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurdu: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç bunların
tamamı ateştedir ve o da Cema'attir. Denildi ki: Ya Rasulullah kimdir onlar?
(Rasulullah) dedi ki: Benim ve ashabımın bugün üzerinde olduğu yoldur."
Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; İbni Vadde, el-Bid’a, 85; Acurri, eş-Şer’ia, 15;
Acurri, el-Erbain; Hakim, 1/128-129; İbni Nasır, es-Sünne, 62; el-Laleka’i, es-Sünne, 147; İbn’ul Cevzi,
Telbis'ul İblis, 16; el-Ukayli, ed-Duafa, 2/262
Bunun gibi, Ömer (radiyallahu anh)’ın hilafeti dönemine
kadar din birtek cema'atti. Bunun gibi, Osman (radiyallahu anh)'ın zamanında da
din birtek cema'atti. Osman radiyallahu anh öldürülünce ihtilaf ve bid'at
geldi. İnsanlar hiziplere ve fırkalara bölündü. İnsanlar arasında bazıları ilk
başta hak üzere kaldı, hakkı söyledi ve insanları ona davet etti. İşler,
falanın hilafetdeki dördüncü kuşağına kadar bu hal üzere kaldı.
Zaman değişip insanlar çok bozulduğunda, bid'atlar çok
yaygınlaştı, hak ve cema'atin yolundan başkasına çağıran davetçiler türedi. Ne
Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemin ne de ashabının söylemediği şeylerle
insanlar sınandı. (Aziz ve Celil olan Allah ve) Rasulullah (sallalahu aleyhi ve
sellem) fırkalara bölünmekten nehy etmesine karşın, insanlar fırkalaşmaya
çağırdılar. Bazısı bazısını (birbirlerini) tekfir etti. Herkes kendi görüşüne
davet etti ve farklı düşünenleri tekfir etti. Cahiller, avamdan olanlar ve ilim
ehlinden olmayanlar azdı. İnsanların dünyalık peşinde inatçı olmalarına ve
dünyevi cezalardan korkmalarına yolaçtılar. İnsanlar; onlara dünyalık
işlerinden dolayı korkuları ve dünyalık için rağbetleri sebebiyle tabi oldular.
Böylece Sünnet ve Sünnet Ehli gözlerden düşürüldü. Bid'at
ortaya çıktı ve yaygınlaştı. İnsanlar farkına varmaksızın birçok yönden küfür
işledi. Kıyas yaptılar. Rabbin ayetlerindeki, hükümlerindeki, emirlerindeki ve
yasaklarındaki kudretini kendi akıl ve görüşlerine göre yorumladılar.
Akıllarına uygun olanları kabul edip, akıllarına uygun olmayan ne varsa onları
da reddettiler. Böylece, İslam garibleşti, Sünnet garibleşti ve Sünnet Ehli
kendi diyarlarında garibleşti.
Muta
Nikahı ve Hulle Yapmak Haramdır
Bil ki; Kadınlarla Muta (geçici) Nikahı yapmak ve İstihlal
yapmak Kıyamet Günü’ne kadar Haramdır.
Muta Nikahı’nın dinde Haram kılınışına dair çokca Hadis
rivayet olunmuştur. Ehli Sünnet ve’l Cema'at, Muta Nikahı’nın, Kıyamet’e kadar
Haram kılındığı hususunda icma etmiştir. Bu icmaya Rafıziler dışında kimse
muhalefet etmemiştir. Onlar da, kendi yanlarındaki birtakım nakillere, Ehli
Sünnet kaynaklarında geçen Mensuh Hadislere ve en-Nisa 4/24 ayetinin İbni
Mes’ud (radiyallahu anh) tarafından okunan şazz bir kıraata dayandırdılar.
Bunların tümü onlardan reddolundu.
er-Rebi ibni Sabre ibnu Ma’bed el-Cuheni (radiyallahu anh)
Muta Nikahı’nın kati biçimde yasaklandığını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den nakletmektedir: "Ey insanlar, ben Muta Nikahı ile kadınlardan
faydalanmanız için izin vermiştim. Şüphe yok ki Allah, Kıyamet’e kadar bunu
muhakkak Haram kılmıştır. Kimin yanında bunlardan bir kadın varsa hemen
onu serbest bıraksın, onlara verdiği şeylerden hiçbir şeyi geri almasın."
(Müslim; İbni Mace)
Hadisin bir başka rivayetinde Sabre (radiyallahu anh) şöyle
der: "Bundan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Muta’yı
şiddetle Haram kıldı ve bu nikah hakkında en ağır kelimeleri sarfetti."
(Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar, 3/26)
Rafızilerin şiası olduklarını iddia ettikleri Ali
(radiyallahu anh)’dan bu konuda çok sayıda nakil ulaşmıştır. İbni Hazım bu
hususa şöyle temas eder: "Bu mesele üzerine Ali’den birçok yoldan hadis
rivayet edilmiştir. Bunu ondan Kufeliler inkar edilmeyecek derecede meşhur ve
sınırlandırılmayacak kadar çok yoldan rivayet etmişlerdir." (Kitab’ul İtibar
fi Beyanı Nasih ve Mensuh, 178)
Ali (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre,
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hayber’in Fethi sırasında;
kadınlarla Muta yapmaktan ve ehli eşeklerin etini yemekten men etti."
(Müslim; Nesai)
İbni Abbas (radiyallahu anh)’ın Muta Nikahı’na nispeten
müsamaha ile yaklaştığını gördüğünde Ali (radiyallahu anh) ona şöyle demiştir:
"Ağır ol ey İbni Abbas! Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem),
Hayber Günü hem Muta’yı hem de ehli eşek etinin yenilmesini yasaklamıştır."
(Müslim)
Ali (radiyallahu anh) bir başka rivayette ise; Muta’nın önce
bazı kayıtlarla Caiz kılındığını ancak nikah, talak, iddet ve karı-koca
arasındaki miras ahkamı nazil olunca cevazın mutlak şekilde kaldırıldığını
belirtir. (Beyheki, Sünen el-Kübra, 7/207)
Bunlardan başka Seleme ibnu’l Ekva (radiyallahu anh)’dan ve
Cabir (radiyallahu anh)’dan (Müslim) Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan (İbni
Hibban, Sahihu İbni Hibban), er-Rebi bin Sebra ibnu Ma’bed el-Cuheni
(radiyallahu anh)’dan başka bir rivayet (Ebu Davud) Ömer (radiyallahu anh)’dan
(İbni Mace; Malik, Muvatta) rivayetler bulunmaktadır.
"en-Nisa Suresi 4/24. Ayet Işığında Mut’a Nikahı"
isimli çalışmada bu konudaki Hadisler derlenmiş ve ulemanın Hadis yorumlarına
yer verilmiştir.
Müellif burada; "Hulle Nikahı" olarak bilinen
nikahdan bahsetmektedir. Hulle Nikahı’nın yasaklığına dair Allah (azze ve
celle) şöyle buyurmuştur:
"...ve üçüncü kez de boşarsa, artık onu bir başkası
nikahlayıncaya kadar ona dönemez." (el-Bakara 2/230)
Bu şekilde hükme bağlanan husus ancak şu şekilde
grçekleştirildiğinde Caiz olabilmektedir: Üçüncü talakla boşandıktan sonra
kadın iddet süresini tamamlar, sonra kadın bir başka erkekle evlenir ve
herhangi bir sebeple evlilik sona erer. Bu noktada eskiden karı-koca olanlar
dilerlerse tekrar nikah ile evlenebilir.
Hulle ise, şeri’atde bir hiledir ve şöyle bir yöntemdir: Üç
talakla eşler boşandıktan sonra tekrar biraraya gelip nikah ile karı-koca olmak
istediklerinde, üçüncü bir kişi olan bir erkekle anlaşılır. Kadını hemen
boşamak şartı ile (geçici nikah ile) üçüncü şahıs nikah kıyar ve ardından
boşanırlar. Böylelikle bir önceki koca kadınla nikah yapar ve evlenir.
Bu olaya "Hulle", müellifin isimlendirmesiyle
"İstihlal" yahut "Tahlil" ismi verilir.
"Muhallil" boşanmış kadını eski kocasına Helal kılmak niyetiyle nikah
yapan adamdır. "Muhallel leh" ise, Hulle yoluyla eski karısıyla
tekrar nikahlanan kişidir. Bu kelimeler "Helal" kökünden türemiştir.
"Hulle" helal olma, "İstihlal" helalleştirme,
"Tahlil" helal kılma, helal yapma "Muhallil" helal kılan,
helal yapan anlamındadır.
Az sonra yer vereceğimiz bazı Hadislerde geçtiği üzere,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hulle yapan üçünci şahsı; kiralık
tekeye (İbni Mace), ve kiralık döl hayvanına benzetmesi (Tirmizi) ve Hulle
yapanlara lanet etmesi (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned)
sebebiyle, ulema bu işin çok çirkin bir iş olduğu konusunda sözbirliği
etmişlerdir.
"Hulle" yasaklanmıştır, bu konuda nakledilmiş
rivayetler arasında şunları zikredebiliriz:
Ali (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ribayi (faiz) yiyeni, yedireni, riba akdini
yazanı, sadakaya (zekata) mani olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı -hastalık
sebebiyle olan hariç- Hulle yapanı, Hulle yaptıranı lanetledi." (Tirmizi;
Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned)
Bunun bir benzeri İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den
nakledilmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hulle yapana da
yaptırana da lanet etti." (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai)
Abdullah ibni Mes’ud (radiyallahu anh)’dan rivayete göre,
şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hulle nikahıyla
evlenen kocaya ve kendisi için Hulle yapılan kocaya lanet etmiştir.” (Tirmizi;
Ebu Davud; Nesai)
Aynı hadisin benzerleri Haris (radiyallahu anh)’dan ve Ebu
Hureyre (radiyallahu anh)’dan da rivayet edilmiştir. (Tirmizi; Ebu Davud; İbni
Mace)
Ukbe İbni Amir (radiyallahu anh) şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), (bir gün): Sizlere kiralık döl
hayvanını haber vereyim mi? buyurdular. (Yanında bulunanlar:) Evet ey Allah'ın
Rasulü! Haber verin! dediler. O Hulle yapandır. Allah Hulle yapana da Hulle
yaptırana da lanet etsin! buyurdular." (Tirmizi)
İbni Teymiyye "Beyan'ul Delil ala Butlan'ul
Tehlil" ismini verdiği bir risalesinde "Hulle Nikahı"nın
yasaklandığını etraflıca ispat etmektedir.
Haşimoğullarının,
Ensar’ın, Arapların Faziletleri ve Müslümanların Hakları
Ben-i Haşim'in (Haşimoğulları'nın) Rasulullah sallallahu
aleyhi ve selleme olan yakınlıkları sebebiyle faziletlerini bil! Kureyş’in,
Arapların ve bütün kabile kollarının faziletlerini bil ve onların kadrini
(kıymetini) bil ve İslam’daki hak-hukuklarını bil! (Bir) kavmin azadlı kölesi
onlardan sayılır.
Ben-i Haşim; Haşimoğulları, Haşim ibni Abd’ul Menaf’ın
oğullarıdır. Haşimoğulları, İslam’dan önce Kureyş’in en faziletli kabilesiydi.
Haşim’in Abd’ul Muttalib isimli bir oğlu vardı. Abd’ul Muttalib’in; Abdullah,
Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb isimli oğulları vardı. Abdullah’ın oğlu
ise, insanların en üstünü ve faziletlisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)’dir.
Vasile ibn'ul Eska’nın rivayet ettiğine göre Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah (Teala) İsmail
(aleyhi selam)’ın neslinden Kinane’yi, Kinane’nin neslinden Kureyş'i, Kureyş’in
neslinden Haşimoğullarını seçti. Haşimoğulları ailesinden de beni seçti.”
(Muslim; Tirmizi; Ahmed, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Sünne, 2/632)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bahsettiği bu
fazilet ve üstünlük şüphesiz sadece müslüman olanlar içindir. (İbni Hacer,
Feth’ul Bari, 13/113)
Diğer insanların da İslam’daki hak-hukuklarını bil!
Ensar’ın6 faziletlerini bil ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin onlar
hakkındaki vasiyetini (nasihatını) bil! Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in ailesini de unutma! Onlara kötülük etme fakat faziletlerini bil!
(Rasulullah’ın) Medine Ehli’nden komşularının faziletlerini bil!
Arapların Arap olmayanlardan daha üstün olduğuna inanmak
Ehli Sünnet ve’l Cema'atin i’tikadıdır. Birçok alim bu konuda müstakil eser
telif etmiştir. İbni Kuteybe (Fazl’ul Arab ve’t Tenbih ala Ulumiha), İmam Iraki
(Mehecc'ul Kurab fi Fazl’ul Arab), Mer'i İbn Yusuf el-Kermi (Mesbuk ez-Zeheb fi
Fazl’ul Arab ve Şeref'ul İlm ala Şeref'un Neseb) ve İmam el-Heysemi bu konuda
eser telif eden alimlerdendir. Şüphe yok ki bu konuda en takdire şayan
açıklamayı Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye yapmıştır. Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye
şöyle der:
"Şunu da belirtelim ki, Ehl-i Sünnet ve’l Cema'at ve
Mezhebi'nin inancına göre genel olarak Araplar; Rumu, Süryanisi ve Farslısı ile
genel olarak Acem'den (Arap olmayanlardan), Kureyş kabilesi, geride kalan bütün
Araplardan ve Haşimi kolu bütün Kureyş kabilesinden daha üstün olduğu gibi
Peygamberimiz de tüm Haşimioğullarının en üstün kişisidir. Buna göre Peygamber
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gerek fert olarak ve gerekse sayıca
insanların en üstünüdür. Üstünlük sıralamasında ilk sırada Arapların, sonra
Kureyş kabilesinin ve daha sonra da bu kabilenin bir kolu olan Haşimoğullarının
yer alması Peygamberimizin bu koldan olmasından dolayı değildir. Gerçi bu da
bir üstünlük faktörüdür, ama aslında bu sıraladıklarımız kendiliklerinden
üstündürler. Böylece Peygamberimizin hem fert olarak ve hem de soya dayalı
üstünlüğü gerçeklik kazanır." (İbni Teymiyye, Sırat'il Müstakim,
1/374-375)
İbni Teymiyye ardından Arapların üstünlükleri ve Arapları
sevmekle alakalı sıhhat durumları birbirinden farklı bazı Hadisleri naklediyor:
"Arapları sevmek iman ve onlardan nefret etmek
münafıklık alametidir." (Hakim, Müstedrek; Zehebi, Müstedrek maa
el-Telhis);
"Allahu Teala varlıkları yaratırken beni onların
hayırlı kesiminden yaptı. Arkasından kabileleri yaratırken beni en hayırlı
kabileye bağladı. Daha sonra aile kollarını yaratırken beni kabilemin en hayırlı
kolundan türetti. Ben hem fert olarak ve hem de aile kolu (soy) olarak
insanların en hayırlısıyım." (Tirmizi);
"Ben Abd’ul Muttalib oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed'im.
Allah varlıkları yaratırken beni onların hayırlı kesiminden yaptı. Arkasından
yarattığı varlıkları ikiye ayıran Allah beni hayırlı kısımda yaptı. Sonra
kabileleri yaratırken beni en hayırlı kabileye bağladı. Daha sonra aile
kollarını yaratırken beni kabilemin en hayırlı kolundan, fert olarak da en
hayırlı olarak yarattı." (Tirmizi; Ahmed, Müsned);
"Bilesiniz ki, Allah yedi kat gökleri yarattı ve en üst
katını seçerek dilediği kullarını oraya yerleştirdi. Sonra varlıkları yarattı
ve ve içlerinden Ademoğullarını (insanları), insanlar arasında da Arapları
Arapların içinden Mudar kolunu, Mudarlar’dan Kureyş kabilesini, Kureyş kabilesi
içinden Haşimoğullarını ve Haşimoğullanndan da beni seçti. Demek ki, ben
seçkinlerin seçkinlerinin seçkiniyim. Kim Arapları severse beni sevdiği için
onları sevmiş olur. Buna karşılık kim Araplardan nefret ederse benden nefret
ettiği için onlardan nefret etmiş olur." (Hakim, Müstedrek);
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabilerden
Selman-ı Farisi'ye: "Ya Selman, bana nefret besleme, yoksa benim dinimden
ayrılmış olursun. dedi. Selman-ı Farisi'nin: Ya Rasulullah, senden nasıl nefret
edebilirim ki, Allah beni senin sayende hidayete ulaştırdı? şeklindeki karşılık
vermesi üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine: Araplardan
nefret edersin ve dolayısıyla bana nefret beslemiş olursun buyurdu."
(Tirmizi)
Şeyh’ul İslam alıntıladığımız nakilleri sıralayıp
açıklamaları yaptıktan sonra şöyle devam ediyor: "Tekrar konumuza dönersek
açıkça görürüz ki bu Hadislere göre genel olarak Araplardan nefret etmek,
onlara düşman olmak ya doğrudan doğruya küfür veya küfür sebebidir. Bu da
onların diğer miletlerden üstün olmasını ve onları sevmenin imanın güçlenme
sebeplerinden biri olmasını gerektirir. Çünkü Araplardan nefret etme ile ilgili
yasak, eğer diğer milletlerden nefret etme yasağı gibi olsaydı bu yasak dinden
ayrılma ve Peygamberimize karşı dolaylı şekilde nefret besleme sebebi olmaz,
sadece bir çeşit haksızlık ve sınırı aşma sayılırdı. Fakat madem ki,
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu nefreti dinden ayrı düşme ve
Rasulullah'a karşı dolaylı biçimde nefret besleme sebebi saymıştır, bu durum
Araplardan nefret etmenin diğer milletlere karşı nefret beslemekten daha ağır
bir günah olduğunu gösterir ve bu da Arapların diğer milletlerden üstün
olduğuna delildir. Çünkü sevgi ve nefretin önem derecesi sevilenin veya nefret
edilenin üstünlük derecesine bağlıdır. Yani kim ki, kendisine karşı nefret
beslemek daha ağır günah sayılırsa bu durum onun diğerlerinden üstün olduğunu
gösterir. Aynı zamanda bu durum böyle bir kimseyi sevmenin, dinin gereği olduğunun
delilidir. Sebebine gelince, bu sevgi nefretin karşıtıdır ve fazilet
kazandırıcıdır. Başka bir deyimle özellikleri sebebi ile kendisine karşı nefret
beslenmesi azab sebebi olan kimseyi sevmek sevab gerekçesidir. Aynı zamanda bu
durum onun üstünlüğünü gösteren bir delildir."
Konuyla
alakalı diğer Hadisleri sıralayarak meseleye son veriyor:
"Kim Araplara kem gözle bakar, onları aldatırsa benim
şefaatimin kapsamına giremez, benim sevgimi elde edemez." (Tirmizi);
"Arapları sevmek imanın ve onlardan nefret etmek
kafirliğin belirtilerindendir." (Suyuti, Cami'ul Sağir);
"Arapları sevmek iman, onlardan nefret etmek ise
münafıklık ve küfürdür." (Hakim, Müstedrek);
"Ancak münafıklar Araplardan nefret edebilirler."
(Ahmed, Müsned)
"Şu üç sebepten dolayı Arapları seviniz: Ben Arabım,
Kur'an Arapça'dır, Cennetliklerin Cennetteki dili Arapça olacaktır."
(Hakim, Müstedrek);
Evs ibni Zamaç tarafından Selman-ı Farisi'ye mal edilen şu
söz: "Ey Araplar, peygamberimiz üstün olduğunuzu belirttiği için biz de
sizleri üstün sayıyor ve bu gerekçe ile kadınlarınızla evlenmiyor ve namazda
size imam olmuyoruz."
Selman-ı Farisi: "Ey Araplar, sizler şu iki bakımdan
bizden üstün tutuldunuz: Namazda size imam olamayız, kadınlarınızla
evlenemeyiz."
Rebi ibni Fadla diyor ki: "Bir defasında on iki atlı
sefere çıkmıştık. Yol arkadaşlarımın hepsi Peygamberimizin sahabilerindendi ve
Selman-ı Farisi de aralarında idi. Yolda namaz vakti gelince önce aramızda kim
imam olacak? diye konuşuldu, sonunda kafiledekilerden biri imam oldu ve bize
farzı dört rekat kıldırdı. Namaz sona erince Selman-i Farisi bir kaç kere üst
üste: Nedir bu nedir bu? dedikten sonra namazın niçin yolculuk (seferilik)
şartları uyarınca iki rekat olarak kıldırılmadığını, oysa namazı kısa tutmaya
çok ihtiyacımız olduğunu belirtti. Bunun üzerine kafiledekiler kendisine: Ya
Selman, sen bize namaz kıldır, aramızda bu göreve en layık kimse sensin deyince
Selman-ı Farisi onlara şu cevabı verdi: Hayır, ey İsmailoğulları (Araplar)
imamlık sizin hakkınızdır, bizler sizin vezirleriniz (yardımcılarınız)."
Bu konudaki diğer bir delil de şudur. Halife Ömer
(radiyallahu anh) zamanında bağış listesi düzenlerken listeye aldığı kimseleri
neseplerini gözönünde tutarak sıraladı. Bu prensip uyarınca, önce
Peygamberimizi soyca en yakın olanların adlarını yazdı, böylece Araplar
bittikten sonra Arap olmayanları kütüğe aldı. Bu usul gerek geride kalan
halifeler, gerek Emeviler ve gerekse Abbasiler devrinde hep böyle devam etti.
Fakat daha sonra değiştirildi."
İbni Teymiyye ardından Arap dilinin konumunu ele aldığı bir
başka bölüme şu sözlerle başlıyor: "Araplar için söz konusu olan bu
üstünlük onların; akıl, dil, ahlak ve amel alanlarındaki üstünlüklerinden
kaynaklanır." (İbni Teymiyye, Sırat'ıl Mustakim)
Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’den şöyle rivayet etmiştir: "Kavmin azadlı kölesi
onlardandır." (Buhari)
Allah
(celle celaluhu) "Ensar" hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Muhacir ve Ensar'dan İslam'a ilk önce girenlerin başta
gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan
razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan
Cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem
kurtuluş budur." (et-Tevbe 9/100);
"Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde
ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın
kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lutfedip tevbelerini kabul buyurdu.
Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır." (et-Tevbe 9/117);
"Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar
kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü
göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları
öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar
umduklarına erenlerdir." (el-Haşr 59/9)
Ensarın
üstünlüğü hakkında bizlere çok sayıda Hadis ulaşmıştır.
Enes (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “İmanın bir alameti ve delili de Ensar’a
muhabbet beslemektir; nifakın bir belirtisi de Ensar’a buğzetmektir.” (Buhari;
Ahmed, Fezail'us Sahabe, 2/790)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh), şöyle rivayet etmiştir:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Şayet Ensar bir
vadiye veya geçide süluk etse ben de mutlaka Ensar'ın gittiği vadiye ve geçide
süluk ederim. (Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan biri olurdum.)"
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) der ki: "Ona annem ve
babam feda olsun. (Bu sözüyle haddi aşmış, Ensarın hakkından fazlasını onlara
vererek) zulmetmiş değildir. (Zira) onlar (Ensar) onu (Rasulullah'ı)
barındırdılar ve ona yardım ettiler veya bir başka kelime (ile ifade edilecek)
yardımlar yaptılar. Mallarıyla kendisine ve Ashabına muavenette
bulundular." (Buhari)
Ebu Sa’id (radiyallahu anh) şöyle anlatıyor:
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Benim kendisine
sığındığım sırdaşım Ehl-i Beyt'imdir, dayanağım da Ensar'dır. Öyleyse onların
(Ehl-i Beyt ve Ensar'ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da sarılın."
(Tirmizi)
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) şöyle rivayet
etmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Allah'a
ve ahirete iman eden kimse Ensar'a buğzetmesin." (Tirmizi)
Enes (radiyallahu anh) dedi ki: "Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar
sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın,
kusurlularını da affedin." (Buhari; Müslim; Tirmizi)
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den nakledilen bir
Hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini ekler:
"... Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar." (Buhari)
Din,
Peygamberin ve Ashabı'nın Yolunu Takiptir; Din, Peygamberin ve Ashabı'nın
Yoludur
Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- Ehl'ul İlm (ilim ehli),
Cehmiyye’yi Ben-i Abbas (Abbasoğulları; Abbasiler) dönemine -alçak ve değersiz
(kimse)lerin ümmetin işleri hakkında konuştukları (akıl verdikleri) vakit
gelene- kadar reddetmekten geri durmadılar ki o(alçak ve değersiz ola)nlar; Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin Asarını (Hadis ve nakillerini) ta’n ettiler,
kıyas ve rey’e sarıldılar. Muhaliflerini tekfir ettiler; cahiller, gafiller ve
ilimsiz kişiler onların sözlerini kabul etti öyleki bilmeden küfre düştüler.
Ümmet birçok yönden helak oldu, birçok yönden küfre düştü, birçok yöndek
zındıklık etti, birçok yönden dalalete düştü ve birçok yönden (tefrika çıkarıp)
bidat çıkardılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri ve emri (ve
nehyi) ve Ashabı'nın emri üzere sebat edenler, Ashab'ından hiçbirini hata ile
itham etmeyen ne de onların üzerinde bulunduğu şey hususunda aşırıya
kaçmayanlar onların yeterli bulduğunu yeterli bulan, onların yolu ve
mezhebinden dönmeyen, onların muhakkak ki Sahih (doğru) İslam ve Sahih İman
üzere olduklarını bilen; böylelikle onları dinlerinde takip edip, gönül
rahatlığını bunda bulan ve dinin taklit olduğunu bilen müstesna. Taklit ise
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı'nadır.
İbni Mesud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Birinin
yoluna uyacaksanız, ölenlerin yoluna uyunuz. Onlar Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in Ashabı’dır. Bu ümmetin en hayırlıları, kalpleri en iyi ve
ilimleri en derin olanlardır. Allah onları, Rasulü’nün arkadaşlığı, dinin size
nakledilmesi için seçti. Onların ahlak ve yollarını uyun, çünkü onlar dosdoğru
yol üzereydiler." (Taberani; Heysemi, Mecma'uz Zevaid, 1/180; Beyheki,
10/116; Ebu Nu’aym, Hilyet'ul Evliya, 1/305; Lalekai, İtikadı Ehli's Sunne,
1/93; İbni Hazm el-İhkam, 6/255; İbn'ul Cevzi, Sıfat'us Safve, 1/421)
Kur’an
Lafzına Yaratılmış Diyen Bid'atçıdır
Bil ki; herkim Kur’an’ın lafzı yaratılmıştır derse, o
Mubtedidir (bid'atçıdır).
Bu sözü söyleyen kişinin kasdına bağlı olarak;
"Kur’an’ın lafzı yaratılmış" olduğu şeklindeki yargı aynı anda hem
doğru hem de yanlış ifade edecek manalar taşımaktadır. Bu sözü ilk defa ortaya
atanlar Cehmi ve Mu'tezili akımlarına mensub kimselerdi. Uluorta "Kur’an
mahluktur" demekten çekindikleri için bu şekilde ifade etmişlerdi.
Böylelikle avam arasında bu söz yayılmıştı.
Selefin bu konudaki görüşü özet olarak şöyledir: Mushaf’da
yazılı bulunan, ezberde bulunan ve telaffuz edilen Kur’an, Kelamullah (Allah’ın
Kelam'ı)dır ve yaratılmamıştır. Lakin, insanın doğası gereği; insan sesi ve
telaffuz sırasında dilin hareket etmesi gibi şeyler yaratılmıştır. Bid'atçılar
müphem bir söylem geliştirmişler ve demişlerdi ki; "Kur’an’ın lafzı
yaratılmış"tır.
Cehmiler bu söz ile; dilleri ile telaffuz ettikleri
sözlerin yaratılmış olduğunu kasdetmekteydiler ki, bu Kur’an’ın mahluk olduğu
anlamına gelmekteydi. Bu, bu söz ile ifade edilen manalardan ilkidir.
İkincisine gelince;
Kur’an okuyan kişinin telaffuz ettiği seslerin yaratılmış
olması manası da çıkar ki, bu yanlış olmayan bir tespittir. Kur’an’ın mahluk
olduğuna dair tarihte yaşanan büyük bir mücadele sözkonusudur. Şeyh’ul Ümme
Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah) büyük bir direnç göstermiş ve Allah onu
davasında muvaffak etmiştir. O, bu sözleri ortaya atanların Cehmi ve bid'atçı
olduğunu savunmuş ve insanları onlardan ve fikirlerinden uzaklaştırmıştır.
İmam Buhari, Ahmed ibni Hanbel’in bu konudaki görüşünü
nakletmiştir: "Ahmed (ibni Hanbel)'in mezhebi lehine iki fırkanın öne
sürdükleri hüccetleri ile her birisinin kendisi için ileri sürdüğü iddialarının
çoğunluğu sabit değildir. Muhtemelen onun mezhebinin inceliğini anlamamış
olmalıdırlar. Tam aksi olarak İmam Ahmed ile Ehl-i İlim'den Allah Kelamı'nın
mahluk olmadığı, onun dışındakilerin ise mahluk olduğu görüşü ma'ruftur.
Üstelik onlar anlaşılması zor olan şeyleri araştırıp irdelemeyi de hoş karşılamamışlar,
hakkında ilim gelip, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in açıklamış
olduğu hususların dışında kelamcılarla tartışmaya girmekten de
kaçınmışlardır." (Buhari, Halku Efal’il İbad ve’r Redd ale’l Cehmiyye,
217);
"Ahmed (ibni Hanbel, Allah rahmet eylesin) dedi ki:
"Hamza'nın kıraati hoşuma gitmiyor." Böyle söylenilmesine karşılık
"Kur’an hoşuma gitmiyor" denilemez. Hatta kimileri: "Hamza'nın
kıraati üzere okuyarak namaz kılan, namazını iade etsin" demiştir.
Kimileri de bunu "Bizzat Allah'ın Kelamı'nı işitene dek (hoşuma
gitmiyor)" denilmemesi hususuna dikkat çekmişlerdir. Bu sözü söyleyene şu
karşılık verilir: Bu hoşlanmama Allah'ın Kelamı'nı işitene kadardır, yoksa
senin kelamını, nağme ve lahinlerini değil. Zira Allah, Musa (aleyhi selam)'ı
onunla konuşması (kelamı) ile üstün kılmıştır. Şayet halk, Allah'ın peygamberi
Musa (aleyhi selam)'a duyurduğu gibi Allah'ın Kelamı'nı işitmiş olsalardı, Musa
(aleyhi selam)'ın üstünlüğü nerde kalırdı. Senin Allah'ın Kelamı'nı işitmenle
Musa (aleyhi selam)'ın işitmesi bir değildir. Nitekim Allah (azze ve celle):
"Ben risaletlerimle ve sana konuşmamla seni insanların başına
seçtim." (el-A'raf 7/144) buyurmuştur." (Buhari, Halku Efal’il İbad
ve’r Redd ale’l Cehmiyye, 540)
Herkim sessiz kalır, ne (Kur’an) yaratılmıştır der ne de
(Kur’an) yaratılmamıştır derse o da Cehmidir. Hakeza İmam Ahmed de böyle
söylemiştir. Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 2; Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel,
es-Sünne, 1/163-166; Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/179; Abdullah
ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/279-280; Sabuni, Akidet’us Selef ve
Ashab’ul Hadis, 171; Beyheki, İ’tikad, 110; Lalekai, Şerh Usul İ’tikad Ehl’üs
Sünne, 1/177; İbni Batta, el-İbane, 87; Taberi, Sarih’us Sünne, 30-33
Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İçinizde yaşayacak olanlar benden sonra
pek çok ayrılık ve anlaşmazlıklara şahid olacaklardır. Dinde yeri olmayan fakat
dindenmiş gibi gösterilmeye çalışan şeylerden sakınıp uzak durunuz çünkü onlar
dalalettir (sapıklıktır). Sizden kim bu dönemlere ulaşırsa benim sünnetime ve
doğru yolda olan Hulefai Raşid'imin Sünnet'ine sıkıca sarılsın. onlara iyice
tutunun, onlara azı dişlerinizle sarılın!.." Ebu Davud; Tirmizi; İbni
Mace; Ahmed, Müsned; İbni Hibban tarafından rivayet edilmiştir.
Cehmiyye
Allah’ın Zatını Düşünmekten ve Rey’e Tabi Olmaktan Dolayı Helak Oldu
Bil ki; Cehmiyye’nin helak oluşu, Rabblerini5 tefekkür
etmelerinden, (Allah hakkında) "neden?" ve "nasıl?"ı
(gündeme) dahil etmelerinden, Asarı (Hadis ve nakilleri) terk etmelerinden,
kıyası icad etmelerinden ve dini kendi reyleriyle yapmalarındandır. Böylece
öyle apaçık küfür işledilerki, küfür oluşu hafi (gizli-saklı) değildir.
(Kendileri dışındaki) halkı tekfir ettiler. (Bu durum) onları (Allah’ın isim ve
sıfatlarında) Ta’til'e6 vardırdı.
Diğer nüshada; "Rabblerini tefekkür
etmelerinden..." ifadesinde "Aziz ve Celil olan" ziyadesi
vardır: "Aziz ve Celil olan Rabblerini tefekkür etmelerinden..."
Ta’til boşa çıkarmak inkar etmektir. Cehmiler, hem Allah’ın
isimlerini hem de sıfatlarını Ta’til (Allah’ı bütün vasıflarından tecrit etmek)
yoluyla inkar ettiler. Cehmiler, Allah’ın kudretinin, ilminin, iradesinin
olmadığını, Allah’ın görmediğini ve işitmediğini iddia ettiler. Onlara göre,
Allah’ın ilmi, iradesi, kudreti O’nun vasıflarından değildir, O’nun özüdür!
Bunda o kadar ileri gittikler ki Allah’ın vasıflarını nefy ede ede Ta’tile
(hiçliğe) vardılar. Böylelikle Allah’ı, adı vasfı olmayan bir hiçe çevirdiler
zira adı vasfı olmayan şey hakikatde bir hiçtir. Ve iyadubillah!..
Cehmiyye’nin
Sapkınlığı
Bil ki; Ahmed ibni Hanbel’in de aralarında bulunduğu bazı
alimler der ki: Cehmiyye kafirdir ve Ehli Kıble’den değildir, kanı helaldir,
(müslümanlar ondan) miras alamaz ve ondan miras(ı) alınmaz.
Mu'tezile ve Rafıziler, "Nesh" olmasını inkar ederler.
Kendilerinden önce de Yahudiler inkar etmişti. (Cüveyni, et-Telhis, 328-330;
Gazali, İslam Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi, 1/160)
Çünkü (Cehmi) diyor ki: "Cuma (namazı) yoktur, cema'at
(namazı) yoktur, bayram (namazları) yoktur ve sadaka yoktur." Çünkü: “Kim
Kur’an mahluktur demezse kafirdir!..” diyorlar. Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem ümmetine karşı kılıç kaldırmayı (savaşmayı, öldürmeyi kendilerine) helal
saydılar.
Kendilerinden öncekilerle çeliştiler. İnsanları; ne
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ne de ashabından herhangi birinin
söylemediği birşeyle imtihan ettiler. Mescidleri ve camileri (cemaatsiz
bırakıp) boşaltmak istediler. İslam’ı zayıflattılar. Cihad’ın terkedilmesine
sebep oldular, bölücülükle uğraştılar. Asara (Hadis ve nakillere) muhalefet
ettiler ve Mensuh ile konuştular.
Herkesin Mu'tezile’nin "Kuran mahluktur" görüşünü
benimsemesi gerektiği ilan edildi. İlim ehli tehdit edildi ve bu görüşü kabul
etmeleri yönünde zor kullanıldı. Kabul etmeleri emredildi. Reddedenler hapse
atıldı, ölümle tehdit edildi ve işkenceye maruz kaldı. İmam Ahmed bütün bu
yaptırımlara karşın dimdik ayakta durdu ve direndi. İmam Ahmed aylarca
hapsedildi, birçok defalar yöneticilerin huzuruna çıkarıldı, zincire bağlandı,
ölümle tehdit edildi. Halka açık biçimde kırbaçlandı. Büyük muhaddis Ali ibni
Medeni o günleri ve İmam Ahmed’in direnişini şu sözlerle ifade etti:
"Allah bu dini "Ridde" zamanında Ebu Bekir (radiyallahu anh) ile
"Mihne" zamanında ise Ahmed ibni Hanbel ile teyid etti." (Zehebi,
Tezkiret’ul Huffaz, 2/432)
Müteşabihleri delil getirdiler ve böylelikle insanları kendi
i’tikad ve dinlerinde şüpheye düşürdüler. Rableri hakkında münakaşa ettiler ve
dediler ki: “Kabir azabı yoktur!.. (Rasulullah’ın) havz(ı) yoktur!..
(Rasulullah’ın) şefaat(i) yoktur!.. Cennet ve Cehennem yoktur (henüz
yaratılmamıştır)!.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği biçok
şeye muhalefet edip inkar ettiler.
Onları
tekfir eden ve kanların helal sayanlar bundan dolayı helal saymaktadır. Çünkü
herkim Allah’ın Kitabı’ndan bir ayeti reddederse, Kitabı’n tamamını
reddetmiştir; ve herkim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden bir Asarı
reddederse Asarın tümünü reddetmiştir, bu kişi Azim olan Allah’a küfretmiştir.
Bir müddet (Cehmiler) bu hal üzere devam ettiler ve bu
işlerinde onlara yardımcı olacak sultanlar ve (onların i’tikadını) inkar
edenleri kılıç ve kamçıya tabi tutan (makam sahibi) kimseler buldular. Sünnet
ve Cema'at ilmi silindi, ve onlar tarafından zayıflatıldı ki böylelikle
Bid'ati, ve Kelamı (Bid'at hakkındaki konuşmaların propagandasını özgürce
yapmak suretiyle) açığa çıkarabilmelerinden, ve (bid'atçilerin) sayıca fazla
olmaları sebebiyle üstün geldiler. Meclisler kurdular, görüşlerini açığa
vurdular, görüşleri hakkında kitaplar yazdılar, insanları ayarttılar ve
insanlardan riyaseti (liderliği) istediler.
Alimlerden birçoğu mukallid değil de halisane Cehmileri,
Ehli Kıble olarak kabul etmemiştir. Mesela Ebu Sa’id Osman ibni Sa’id
ed-Darimi, Cehmiyye’ye reddiye amaçlı kaleme aldığı kitabında, Cehmiyye’yi
neden tekfir ettiğini izah etmektedir. Bağdatlı birisi ile olan münazarasını
hatırlayarak onun sorusuna cevaben tekfirin sebeplerini açıklamaktadır.
Ardından Cehmiyye’yi tekfir eden alimlerin isimlerini lisdtelemektedir. Bu
alimler arasında; Sellem ibni Ebu Muti, Hammad ibni Zeyd, Yezid ibni Harun,
Abdullah ibn'ul Mübarek, Veki, Ebu Tevbe er-Rebi ibni Nafi bulunmaktadır.
(Darimi, Reddu ale’l Cehmiyye, 171-180)
Cehmiyye’yi tekfir eden alimlerden birisi de İmam
Buhari’dir. İmam Buhari onları tekfir ettiğini şu sözlerle açıklamaktadır:
"Yahudilerin, Hıristiyanların ve Mecusilerin sözlerine baktım, lakin
onlardan (Cehmilerden) küfürlerinde daha sapık olanını görmedim. Ben onları
tekfir etmeyenler arasında onların küfürlerinden haberdar olmayanlardan
başkasını cahil sayarım." (Reddu ale’l Cehmiyye ve Ashab’it Ta’til, 2/24)
Buhari, ardından şunları ekler: "Benim için Cehmi ve Rafızinin arkasında
namaz kılmak ile Hıristiyan ve Yahudinin arkasında namaz kılmak arasında bir
fark yoktur. Onlara selam verilmez, (hastaları) ziyaret edilmez, onlarla
evlenilmez, onları şahid tutulmaz ve kestikeri yenilmez." (Reddu ale’l
Cehmiyye ve Ashab’it Ta’til, 2/33) "İmam Buhari’nin İ’tikadı"na
aşağıdaki hyperlinke tıklamak suretiyle ulaşabilirsiniz:
İmam
Buhari’nin ve Şeyhlerinin İ’tikadı
Cehmiyye’nin tekfir edilmesiyle alakalı olarak bakınız:
Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, Kitab’us Sünne, 1/102-129, 384; 2/385; Acurri,
eş-Şeria, 149-150, 190-191; Bağdadi, Usul’ud Din, 189
Cehmiyye’nin görüşlerinin reddi hususunda bihassa
-tercümesini de yaptığımız- İmam Ahmed ibni Hanbel’in "er-Redd
Ale'z-Zenadika ve'l-Cehmiyye" isimli değerli eserine müracaat edilebilir.
Bu değerli esere aşağıdaki hyperlinke tıklamak suretiyle ulaşabilirsiniz:
er-Redd Ale'z Zenadika ve'l Cehmiyye -İmam Ahmed ibni Hanbel
(rahimahullah)
Büyük bir fitneydi. Allah’ın koruduğundan başka hiç kimse bu
fitneden kurtulamadı. Onların meclislerinin en az tesiri (ile); kişinin dininde
şüpheye düşmesi, veya onların yolunu izlemesi, yada onların hak üzerinde
olduğunu iddia etmesi, (veyahut da) söylediklerinin hakk mı batıl mı olduğunu
bilmemesi yani (netice itibariyle) şüpheye düşmüş birisi olurdu.
(Halife) Mutevekkil (alallah) olarak bilinen Ca’fer’in
zamanına kadar halk helak oldu.
el-Mutevekkil Alallah, Ebu’l Fazl, Ca’fer ibni Muhammed
el-Mu’tasım bilallah, ibni Harun er-Reşid, ibni Muhammed ibn'ul Mehdi ibni Ebi
Ca’fer, el-Mansur el-Abbas el-Kureyşi. Onuncu Abbasi halifesidir. Hicri 205
yada 207 yılında doğmuştur. Abbasi halifelerinden Mu’tasım bilallah’ın oğludur.
Kardeşi el-Vasık’ın H232 yılında vefatının ardından yirmialtı yaşında kendisine
biat edilmiş ve halife olmuştur. el-Mutevekkil tarihte çok mühim bir görev ifa
etmiş, sünneti ihya etmiş, sünnet alimlerini yüceltmiş ve bid'atlere son
vermiştir. Bu vesileyle onun kısa bir biyografisine yer vermeyi uygun gördük.
İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye isimli eserinde onun hakkında şunları
zikreder:
"Kendisine halifelik kaftanını giydiren kişi, Kadı
Ahmed ibni Ebi Duad idi ve o, kendisine ilk halifelik selamını verdi. Sonra
havas ve avam tabakası ona bey'atlarını sundular. Kendisine Cuma günü sabahında
Muntasır Billah adını vermeyi kararlaştırdılar. Sonra İbni Ebi Duad dedi ki:
Ben halifeye Mütevekkil alallah lakabının verilmesini uygun gördüm. Onun böyle
demesi üzerine hepsi, halifeye Mütevekkil alallah lakabını vermek hususunda
görüş birliği yaptılar. Bu haber İslam ülkesinin her tarafına ulaştırıldı.
Hicretin ikiyüzotuzbeşinci senesinde halife Mütevekkil
zimmilere emir vererek giysileri, sarıkları ve elbiseleri bakımından
Müslümanlardan farklı giyinmelerini, bal rengi başlıklar takmalarını, sarıkları
üzerinde elbiselerinin renginden farklı ve önlü arkalı yamalar bulunmasını,
elbiselerini sıkı bağlayacak çiftçi kemeri gibi zünnarlar bağlamalarını,
boyunlarına tahtadan haçlar asmalarını, ata binmemelerini, eğerlerinin tahtadan
yapılmış olmasını ve buna benzer onları tahkir edici diğer bazı hususlara
riayet etmelerini; Müslümanlara tahakküm edemesinler diye resmi dairelerde
çalıştırılmamalarını, yapılan kiliselerinin yıkılmasını, geniş evlerinin
daraltılmasını, bu evlerinden öşür alınmasını, evlerinin geniş kısımlarının
yıkılıp mescid yapılmasını, mezarlarının yerle bir edilmesini istedi ve bu
hükmünü İslam ülkesinin her tarafına, her beldeye ve her mıntıkaya ulaştırdı.
Hicretin ikiyüzotuzaltıncı senesinde halife Mütevekkil,
Hüseyin ibni Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anhuma ecmain)'in mezarının ve
çevresindeki evlerin yıkılmasını emretti. Halka: Üç günden sonra burada bir
kimse kalmasın, burada üç günden sonra bir kimseye rastlayacak olursak onu
yeraltı zindanına götürürüz! diye duyuru yapıldı. Bu duyuru üzerine herkes
oradan uzaklaştı. Orada kimse kalmadı. Orası, ekilen biçilen bir tarla haline
getirildi.
Hicretin ikiyüzotuzyedinci senesinin Safer ayında halife
Mütevekkil, mazlumların davalarına bakan Mu'tezile Mezhebi'ne mensub Kadı İbni
Ebi Duad'a gazaplandı. Onu bu görevden azletti. Bu senenin Rebiyülevvel ayında
halife Mütevekkil, Kadı İbni Ebi Duad'ın mallarına el konulmasını emretti. Kadı
İbni Ebi Duad, felç olmuştu. Sonra ailesi horlanarak Samarra'dan Bağdat'a
sürgün edildi.
Bu senenin Ramazan bayramında halife Mütevekkil, idam edilen
Ahmed ibni Nasr el-Huzai'nin kesik başı ile gövdesinin bir araya getirilerek
akrabalarına teslim edilmesini emretti. Bu olay üzerine insanlar çok
sevindiler. Ahmed'in cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. Tabutunun
tahtalarına el sürüyorlardı. Bu, cidden görülmesi gereken büyük bir gündü.
Sonra insanlar, onun asılı bulunduğu ağacın yanına gittiler, bu ağaca da el
sürmeye başladılar. Halk büyük bir heyecana kapıldı. Aynı zamanda çok sevinip
mutlu oldular. Halife Mütevekkil, naibine mektup yazarak halkı bir insan için
bu kadar aşırı derecede saygı göstermekten menetmesini istedi.
Daha sonra Mütevekkil, ülkenin her tarafına mektup
göndererek kelam konularına dalmaktan ve Kur'an’ın mahluk olduğunu söylemekten
insanların men edilmelerini istedi. Kelam ilmini öğrenen kimselerin bu konuda
konuşmamalarını emretti. Şayet kelamdan bahsedilirse, edenlerin ölünceye kadar
zindana mahkum edileceklerini bildirdi. İnsanların ancak Kitap ve Sünnet’le
meşgul olmalarını, başka şeylerle meşgul olmamalarını emretti.
Sonra Mütevekkil, İmam Ahmed ibni Hanbel'e saygı ve ikramını
izhar etti. Bağdat'tan yanına gelmesini istedi. O da gidip halifeyle görüştü.
Mütevekkil kendisine ikramda bulundu. Kıymetli armağanlar verilmesini
görevlilere emretti, ama İmam Ahmed bunları kabul etmedi. Ona kendi
kaftanlarından kıymetli bir kaftan giydirdi. İmam Ahmed utandığı için giydi,
ama kendi evine gidince şiddetli bir şekilde üzerinden çıkarıp attı, ağlamaya
başladı. Allah ona rahmet etsin. Halife Mütevekkil ona kendi özel yemeğinden
her gün gönderiyor ve İmam Ahmed'in bunları yediğini sanıyordu. Oysa İmam Ahmed
yemek yemiyor, aksine o günlerde aç olarak visal orucu tutuyordu. Çünkü helal
olduğuna inandığı bir yiyecek bulamıyordu. Fakat oğlu Salih ile Abdullah,
kendisinin haberi olmadan gönderilen armağanları kabul ediyorlardı. Eğer
Bağdat'a çabuk dönmemiş olsalardı, İmam Ahmed'in açlıktan ölmesinden
korkulurdu.
Mütevekkil'in halifeliği zamanında sünnetin şanı gerçekten
yükseldi. Allah onu affetsin. İmam Ahmed'e danışmadan hiçbir yöneticiyi tayin
etmiyordu. İbni Ebi Duad'ın yerine Yahya ibni Eksem'i başkadılığa tayin ederken
de İmam Ahmed'e danışmış ve onun olumlu görüşünü almıştı. Yahya ibni Ekseni,
sünnet imamlarından ve insanların alimlerindendi. Fıkhı ve hadisi tazim eder,
sahabelerin kavline uyardı.
Hicretin İkiyüzotuzdokuzuncu Senesinin Muharrem ayında
halife Mütevekkil, farklı giysiler giymeleri hususunda zimmilere daha ağır ve
şiddetli davrandı. İslam döneminde yapılan kiliselerinin yıkılmasını emretti.
Hicretin İkiyüzkırkbirinci senesinde halife Mütevekkil
alallah, Bağdat eşrafından. İsa ibni Ca'fer ibni Muhammed ibni Asım adında
birine, öldürücü darbeler vurulmasını emretti. Adam, 1.000 kırbaç yiyince can
verdi. Bunun sebebi de şuydu: Onyedi kişi, Bağdat'ın doğu yakasının kadısı
nezdinde şahitlik yaparak İsa bin Ca'fer'in; Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer
(radiyallahu anh), Aişe (radiyallahu anha) ve Hafsa (radiyallahu anha)'ya
sövdüğünü söylediler. İsa'nın durumu halifeye arzedildiğinde halife, Bağdat
valisi Muhammed ibni Abdullah ibni Tahir ibni Hüseyin'e mektup yazarak İsa ibni
Ca'fer'e halkın huzurunda sövme haddinin tatbik edilmesini, sonra ölünceye
kadar onun kırbaçlatılmasını, öldükten sonra cenaze namazı kılınmaksızın Dicle
Nehri’ne atılmasını emretti ki, inat ve ilhad ehli kafirler bu durumu görüp
kötülüklerinden ve küfürlerinden caysınlar.
Mütevekkil alallah halifeliğe geçince, insanlar onun başa
gelmesine sevindiler. Çünkü o, sünneti ve sünnet ehlini seven bir kimseydi.
İnsanların tabi tutuldukları bu işkencelere son verdi. Memleketin her tarafına
mektuplar yazarak, artık kimsenin Kur'an'ın mahluk olduğunu söylememesini
emretti.
Mütevekkil, halkı tarafından sevilen, sünnet alimlerinin
yardımına koşan bir kimseydi. Bazıları mürtedler tarafından öldürüldüğü için
onu Ebu Bekir es-Sıddık (radiyallahu anh)'a benzetmişlerdi. Çünkü o, hakka
yardım eder ve dine dönünceye kadar insanları zorlardı. Emevilerin haksızlıklarını
telafi edip hak sahiplerine haklarını iade ettiği için de bazıları onu Ömer
ibni Abd’ul Aziz'e benzetmişlerdi. O; sünneti ortaya koymuş, bid'ati yok etmeye
çalışmıştı. Bid'atçilerin ateşlerini söndürmüştü. Bid'atler yayılıp meşhur
olduktan sonra onun zamanında geçersiz kılınmış ve yok edilmeye çalışılmıştı.
Allah ona rahmet etsin. Öldürüldüğünde kırk yaşındaydı. Ondört sene on ay üç
gün süreyle halifelik yaptı. H247 yılında vefat etmiştir. (İbni Kesir,
el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzikinci senesi ile hicretin
ikiyüzkırkyedinci senesi olayları ile, Mütevekkil’in biyografisi 10/349-352)
Allah, onun vasıtasıyla Bid'atleri söndürdü, hakkı ve Ehli
Sünnet’i açığa çıkardı (üstün kıldı). Böylece bugüne kadar, (Ehli Sünnet)
sayıca az olmalarına ve Bid'atçilerin sayısının fazla olmasına karşın, (hakkı
açıktan) konuştu. Prensipleri ve dalaletin alametleri ile amel eden ve buna
çağıran bir grup kaldı ki, onlara söylediklerinde ve yaptıklarında mani olan
kimse yoktur.
Müellif burada, Ahmed ibni Hanbel’in o dönemde halife olan
Mutevekkil’e gönderdiği mektubunu kasediyor olsa gerek. Ahmed ibni Hanbel
(rahimehullah) korkusuzca hakkı haykırmış, Mutevekkil de mihneti kaldırmış,
fakih ve muhaddislere; ehli hadise yakınlık göstermiş, Mu'tezilileri de
saraydan uzaklaştirak ellerindeki imkanları almıştır. Ahmed ibni Hanbel,
Mutevekkil’e hitaben şunları yazmıştı:
"Bismillahirrahmanirrahim,
Ey Ebu Hasan, Allah bütün umurda sana hayırlı neticeler
nasip etsin. Rahmetiyle senden dünya ve ahiret kötülüklerini defetsin. Allah
senden razı olsun, Emir’ül Mü'mininin Kur'an hakkında sordukları şeylerden
bildiklerimi sana yazıyorum. Allah'tan dileğim o dur ki, Emir’ül Mü'mininin
tevfikini devamlı kılsın. İnsanlar batıl içine dalmışlardı, ihtilaf içinde
yuvarlanıyorlardı. Nihayet Hilafet, Emir’ül Mü'minine nasip oldu. Allah Te'ala
Emir’ül Mü'mininin sayesinde her bid'aiı ortadan kaldırdı, yok etti. İnsanlar
içine düştükleri zilletten, hapis sıkıntılarından kurtuldular. Allah bunların
hepsini defetti. Emir’ül Mü'mininin sayesinde bu belalar kalktı. Müslümanlar
buna çok sevindi. Onların gönlünü kazandı. Emirü’l-Mü'minin’in iyi niyetini
arttırması, ona hayırlı işlerde yardım etmesi için Allah'a dua ediyorlar.
Abdullah İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)'den rivayet
olunuyor, o şöyle demiştir: "Allah'ın Kitabı’nın bazısını bazısıyla
tartıştırmayın, çünkü bu kalbinizde şüphe uzandırır."
Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) de şunu
anlatır: "Bir grup, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kapısı
yanında oturmuşlar, konuşuyorlardı. Bir kısmı: Allah şöyle demedi mi? dedi,
diğer kısmı: Allah şöyle buyurmadı mı? dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) bunları duyunca heyecanla onların yanına geldi ve: Siz bununla mı emir
olundunuz? Ne bu, Allah'ın Kitabı’nın bazısını bazısıyla tartıştırıyorsunuz.
Sizden önceki milletler de böyle şeylerle saptılar. Siz burada boşuna
uğraşıyorsunuz. Siz emir olunduğunuz şeye bakın ve onları işleyin.
Nehyolunduğunuz yasaklara bakın ve onları yapmayın!.. dedi."
Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’den şunu rivayet eder: "Kur'an'da niza etmek
küfürdür!.." (Ebu Davud)
Ebu Cehm, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
şöyle nakleder: "Kur'an hakkında tartışmayın, çünkü onda münakaşa yapmak
küfürdür!.."
İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) demiştir ki:
"Ömer ibnul Hattab (radiyallahu anh)'ın yanına bir adam geldi, Ömer
(radiyallahu anh) ona insanların ahvalini sordu. O da, ya Emir’ül Mü'minin,
onlar Kur'an-ı şöyle şöyle okuyorlar... dedi. İbni Abbas (radiyallahu anhuma
ecmain) diyor ki, ben de söze karışarak: Bugün Kur'an hakkında bu kadar hızlı
ileri gitmelerini sevmem, dedim. Ömer (radiyallahu anh) benim sözümü kesti ve:
Sus!.. dedi. Ben de üzüntülü olarak evime döndüm. Ben bu halde iken bir adam gelerek
bana: Emir’ül Mü'minin sizi istiyor, dedi. Ben de gittim, vardım, kapıda beni
bekliyordu, elimi tuttu, içeri girdik. Bana: Senin hoşuna gitmeyen nedir? dedi.
Dedim şu: Emir’ül Mü'minin, eğer böyle hıziı giderlerse, birbirlerine kızarlar,
kızınca da düşmanlık başlar, ihtilafa düşerler, ihtilaf da vuruşmaya götürür.
Bunun üzerine Ömer (radiyallahu anh): Babana rahmet, vallahi bence de böyle,
sen doğru söylersin, dedi."
Cabir (radiyallahu anh)’dan rivayet olunur, demiştir ki:
"Ömer (radiyallahu anh), İslam’a davet ederken bazı kimselere: Beni kendi
kavmine götüren yok mu? Kureyş, Rabbim’in kelamını tebliğ etmeme mani oluyor!..
dedi."
Cübeyr ibni Nüfeyr'den rivayet olunur: "Ömer
(radiyallahu anh) şöyle buyurmuştur: Siz Kur'an'dan daha faziletli birşeyle bana
rücu edemezsiniz!..
Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir:
"Kur'an'a başka şey karıştırmayın, ona Allah Kelamı’ndan başka birşey
yazmayın!.."
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'dan şöyle dediği
rivayet olunur: "Bu Kur'an Allah Kelamı’dır, ona gerekli hürmeti,
gösterin!.."
Bir adam Hasan el-Basri (rahimehullah)'a: "Ey Ebu
Sa’id, ben Allah'ın Kitabı’nı okudum, onu tetkik ettim, neredeyse ümidim
kesilecek, ye'se düşeceğim. dedi. Hasan el-Basri ona: Kur'an; Allah Kelamı’dır,
ademoğlunun amelleri zayıftır, kusurludur, sen elinden geldiği kadar amel et,
ve müjde bekle!.. dedi."
Ferva ibni Nevfel Eşcal demiştir ki: "Ashabdan
Hubab (radiyallahu anh)’a komşu idim. Birgün mescidden onunla beraber çıktım.
Elimden tuttu: Gücünün yettiği kadar Allah'a yaklaşmaya çalış, sen O'na O'nun
Kelamı olan Kur'an'dan daha sevdiği bir şeyle yaklaşmış olamazsın, dedi."
Bir adam Hakem ibni Uteybe'ye: "Dalalet ehlini bu
işe ne şey şevketti? dedi. O da: Düşmanlıkları. dedi."
Mu'aviye ibni Kurra dedi ki: "Babası Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelmiş, Rasulullah ona şöyle demiş: Sakının,
asla düşmanlık yapmayın, çünkü o amelleri bozar!.."
Ebu Kilabe ki ashaba yetişmiş, onlarla görüşmüş bir zattır,
şöyle demiştir: "Nefisleri arzularına uyanlarla veya düşmanlık
besleyenlerle oturmayın. Çünkü onların sizi de kendi dalaletlerine
sokmayacaklarından emin olamam, bildikleri bazı şeyleri size de yuttururlar,
aşılarlar."
Sapık görüşlülerden iki kişi, Muhammed ibni Sirin'in
yanına geldiler. Ona: "Ey Ebu Bekir, seninle konuşmak istiyoruz, dediler.
O da: Olmaz, dedi. Sana biraz Kur'an okuyalım, dediler. Hayır, ya siz buradan
gidin, ya ben kalkıp gideyim, dedi. Onlar da dönüp gittiler. Oradakiler: Ne
olurdu, sana bir ayet okusalar? dediler. Şöyle cevap verdi: Ben şundan korktum,
bana bir ayeti tahrif ederek okurlar, o da benim kalbime işler, ben şimdiki
halimde kalacağımı bilsem, onlara izin verirdim."
Bid'atçilerden biri Eyyüb es-Sahtiyani'ye: "Sana bir
kelime soracağım dedi. O da: Yarım kelime bile olmaz, dedi ve döndü
gitti."
İbni Tavus, ehli bid'atten biriyle konuşan oğluna şöyle
dedi: "Oğlum, parmaklarınla kulaklarını tıka, onun ne söylediğini dinleme,
duyma!.."
Ömer ibni Abd’ul Aziz şöyle demiştir: "Dinini
tartışmalara maruz bırakan, hedef yapan kimse bir yerde duramaz!.."
İbrahim en-Nehai dedi ki: "Bid'at ehli sizin
iyiliğinizi istemezler, gizli gizli tuzak kurarlar!.."
Hasan el-Basri dedi ki: "Derdin en kötüsü kalbde
olandır, sapık arzulardır!.."
Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu anh) şöyle dedi:
"Allah'tan korkun, sizden öncekilerin yolundan gidin. Allah'a and içerim
ki, eğer doğru yolu tutarsanız, çok yol alır, çok ileri gidersiniz. Şayet sağa,
sola saparak doğru yoldan ayrılırsanız, çok dalalete düşmüş olursunuz."
Allah (azze ve celle) da şöyle buyurmuştur: "Eğer
Allah'a şirk koşanlardan biri aman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al
ki, Allah'ın Kelamı’nı işitsin." (et-Tevbe 9/6) Yine (şöyle) buyurmuştur:
"Bilmiş olun ki, halk ve emir O’nundur."
Önce halk; yaratmak dedi, sonra emir; iş dedi. Demek emir,
halktan başkadır (böylece Allah halk ile emrin ayrı olduğunu haber veriyor.
Kur'an Allah'ın emrindendir, halkından değil. Böylece o mahluk değil demek
olur). Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
"Çok merhametli olan Allah, Kur'an'ı öğretti, insanı
yarattı, ona beyanı öğretti." (er-Rahman 54/1-4)
Bu ayetlerle Kur'an'ın O’nun ilminden olduğu haber
veriliyor. Yine Allahu Teala (şöyle) buyurmuştur:
"Sen onların kendi dinlerine uymadıkça, ne
Yahudiler, ne Hristiyanlar senden asla razı olmazlar. Sen asıl doğru yol,
Allah'ın yolu olduğunu söyle. Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzularına
uyacak olursan, and olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı
olmaz." (el-Bakara 2/120) Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Sen kitap verilenlere her türlü ayeti, mu'cizeyi
getirsen, yine onlar senin kıblene uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak
değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen ilimden sonra
onların heveslerine uyarsan, o takdirde sen zulüm edenlerden olursun."
(el-Bakara 2/145) Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"İşte biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer
sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan artık senin için
Allah'dan ne bir dost, ne de bir koruyucu, olmaz." (er-Ra'd 13/37)
Kur'an,
Allah'ın ilmindendir...
Bu ayetler göstermektedir ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’e gelen Kur'an'dır. O, Allah'ın ilmidir. Çünkü Allah Te'ala şöyle
buyurur:
"Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına
uyarsan."
Seleften şimdiye kadar gelip geçenlerin pek çoğundan rivayet
olunur ki, onlar şöyle derlerdi:
"Kur'an Allah Kelamı’dır. O mahluk değildir. Ben de,
onların görüşüne katılıyorum. Ben kelam ehli değilim. Ve kelam ilmi bu konuda
birşey yapamaz. Bu hususta Allah'ın Kitabı ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in Sünnet'inde ne varsa o yeter. Ashabın ve Tabiin'in Asarı da var.
Bunlardan başkaları. Onlardan söz etmek öğünülecek birşey değil."
(Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 84; Zehebi, Tarih; Ebu Nu’aym,
Hilyet’ul Evliya, 9/216-217; İbn’ul Cevzi, Menakıbi İmam Ahmed, 461-462)
Diğer nüshada, "Bid'at ve Dalalet Ehli'nin"
şeklinde geçmektedir.
Hiçbir
Dalalet Yoktur ki; Cahiller Tarafından Ortaya Atılmış Olmasın
Bil ki; hiçbir Dalalet yoktur ki; ona açıktan davet eden
birine uyan cahiller tarafından ortaya atılmış olmasın. Bunlar üflenen her
rüzgar ile eğilirler, böylesinin dini yoktur. Allah Tebareke ve Te'ala şöyle
buyurmaktadır:
“Onlar, kendilerine
ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan'
dolayı ihtilafa düştüler.” (Casiye 45/17) ve şöyle buyurmaktadır:
“Onlar, kendilerine
bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler.”
(eş-Şura 42/14) ve şöyle buyurmaktadır:
“Oysa kendilerine
apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve
kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden
başkası değildir.” (el-Bakara 2/213)
Böyleleri,
'Şer Uleması'; 'Tamah ve Bid'at Ashabı'dır.
Hak ve Sünnet Üzere Olacak Bir Cemaat Her Zaman Bulunacaktır
Bil ki; hiçbir zaman olmasın ki, Ehli Hak ve Sünnet üzere
bulunacak -Allah’ın kendilerine hidayet vereceği ve kendileri vasıtasıyla
(insanlara) hidayet vereceği, kendileri vasıtasıyla Sünnet’i dirilteceği (ihya
edeceği)- bir Cema'at olmasın. Onlar ki, Allah onları ihtilaf anında
sayılarının azlığı ile vasfeder ve şöyle buyurur:
“Oysa kendilerine
apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve
kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden
başkası değildir.” (el-Bakara 2/213) Onları istisna ederek şöyle buyurur:
“Böylece Allah, iman
edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah,
kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” (el-Bakara 2/213)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimden bir grup,
Kıyamet kopuncaya kadar, mansur (Allah'ın yardımına mazhar) olmaya devam
edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremiyecekler."
Buhari; Müslim; Tirmizi; İbni Mace tarafından rivayet
edilmiştir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu manada –bizlere
sahih senedle ulaşan bir rivayetde- şöyle buyurmuştur: "Bu ilim, her
nesilde emin kişiler tarafından taşınacaktır. Onlar dini; aşırıya kaçanların
tahriflerinden, yalancıların iftiralarından ve cahillerin batıl te'villerinden
koruyacaklardır." (İbni Adiyy, İbni Asakir ve diğerleri)
Alim;
İlmi Kısıtlı Olsa da Kitab ve Sünnet’e Uyandır
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- İlim yalnızca çokça
rivayet etmek ve çok kitap yazmak değildir!.. Alim, ilmi kısıtlı olsa da ve
kitapları az olsa da Kitab ve Sünnet’e tabi olandır. Kitab ve Sünnet’e
muhalefet eden –ilmi ve kitapları çok olsa da- Bid'at sahibidir.
İmam Şafii şöyle demiştir: "İlim; ezberlenen değil
lakin fayda verendir." (Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 9/123)
Muhammed İbn'ul Munkedir'in (H130) şöyle dediği
nakledilmektedir: "Raviye (rivayetci) şiir rivayet edene diyorduk, Hadis
rivayet edene alim diyorduk." (Edeb'ul İmla, 137)
Allah
ve Dini Hakkında Bir Bilgiye Dayanmaksızın Konuşan Haddi Aşmıştır
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah’ın Dini hakkında Rey
ile Kıyas ile ve Te'vil ile –Sünnet ve Cema'atten bir Hücceti olmaksızın-
herkim konuşursa, Allah hakkında bilmediğini konuşmuştur.
Allah hakkında bir bilgiye dayanmaksızın konuşmak Kur’an’da
açık bir biçimde yasaklanmıştır: “De ki: Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları
-onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni
olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği
şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
haram kılmıştır.” (el-A’raf 7/33)
Allah hakkında bilmediği bir şeyi konuşan kimse ise,
Mütekellif (kendiliğinden bir yükümlülük uyduran/getirenlerden)lerdendir.
Mesruk'dan naklen haber verdi (şöyle demiş): Abdullah (ibni
Me’sud)'un yanında oturuyorduk. Kendisi de aramızda yaslanmıştı. Derken ona bir
adam gelerek: Ya Eba Abd'ir Rahman! Gerçekten, Kinde kapıları yanında bir
hikayeci kıssa anlatıyor ve duman mucizesi gelerek kafirlerin canlarını
alacağını, mü'minlerinse ondan nezle şeklinde müteessir olacaklarını söylüyor,
dedi. Bunun üzerine Abdullah (radiyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları
söyledi: Ey insanlar! Allah'dan korkun! Sizden kim bir şey bilirse, bildiğini
söylesin. Bilmeyen de, Allah bilir, desin. Çünkü birinizin bilmediği bir şey
için, Allah bilir, demesi en büyük ilimdir. Gerçekten Allah (azze ve celle)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: “Ben bunun için sizden bir ücret
istemiyorum. Ben Mütekellif (kendiliğinden bir yükümlülük
uyduran/getiren)lerden değilim de!” (Sad 38/86) buyurmuştur.” (Buhari)
Hak,
Sünnet ve Cemaat…
Hak, Allah katından gelendir. Sünnet Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellemin Sünnet’idir, Cema'at Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellemin Ashabı’nın Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın, Ömer (radiyallahu anh)’ın
ve Osman (radiyallahu anh)’ın hilafeti döneminde etrafında razı
olup-birleştiğidir.
Başarı,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’ine ve Selefin Yoluna
Yapışmaktadır
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’i ve
Ashabı ile Cemaat’in üzerinde olduğu ile yetinen kimse; Ehli Bidat’a karşı
başarıya ulaşır, (bedeni) istirahate erer ve dini kurtulur inşallah zira
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):
"Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır." demiş ve
onlardan Naciye (kurtuluşa erecek) olanları bize bildirmiştir:
"Benim ve Ashab’ımın bugün üzerinde olduğu
yoldur."
Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç bunların tamamı
ateştedir ve o da Cema'attir. Denildi ki: Ya Rasulullah kimdir onlar?
(Rasulullah) dedi ki: Benim ve Ashab'ımın bugün üzerinde olduğu yoldur."
(Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; İbni Vadde, el-Bid’a, 85; Acurri, eş-Şeri'a,15;
Acurri, el-Erbain; Hakim, 1/128-129; İbni Nasır, es-Sünne, 62; el-Laleka’i, es-Sünne, 147; İbn’ul Cevzi,
Telbis'ul İblis, 16; el-Ukayli, ed-Duafa, 2/262)
Bu; şifa, beyan,
apaçık iş, düz ve ayırtedilmiş yoldur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurdu:
"Aşırılığa kaçmaktan sakının, didik didik etmekten sakının.
‘Kadim Din’e yapışın."
Müellifin burada Hadis olarak aktardığı bu söz, dağınık
biçimde birçokları tarafından rivayet edilmiş ve buradaki haliyle de İbni
Mes’ud (radiyallahu anh) tarafından söylenilmiş bir Asar’dır. Ebu Kilabe şöyle
dedi: Abdullah İbni Mes’ud (radiyallahu anh) dedi ki: "Dürülüp ortadan
kaldırılmadan önce ilmi öğreniniz. Onun dürülüp ortadan kaldırılması, ehlinin
(ölüp) gitmesidir. Dikkat edin! Aşırılığa kaçmaktan, didik didik etmekten,
bid'atlerden sakının! ‘Kadim Din’e yapışın!." (Darimi, Sünen, 1/66
142-143; Abd'ur Rezzak, Musannef, 10/252 20465; İbni Nasır el-Mervezi,
es-Sünne, 85; Taberani, el-Mu'cem'ul Kebir, 9/170 8845; Beyheki, Sünen'ul
Kubra, 271-272 387-388; İbni Asakir, Tarihi Dımeşk 33/52; 43/315 ve başkaları
tarafından nakledilmiştir)
Metinde yeralan: "Aşırılığa kaçmaktan sakının!"
bölümü Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) yoluyla Rasulullah (sallalahu
aleyhi ve sellem)’den nakledilmiştir. (İbni Beşran, el-Ameli, 1/49 67)
İbni Abbas (radiyallahu anh)’dan söyle rivayet olunmuştur:
“Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden
ötürü helak oldular.” (İbni Mace; Nesai; Darimi; Ahmed, Müsned)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üç defa
tekrarlayarak şöyle buyurdu: "Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi
aşan kimseler helak oldular." (Müslim; Ebu Davud)
İbni Mes’ud (radiyallahu anh)’ın rivayetine göre Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Aşırıya kaçanlar helak
oldular." (Müslim; Ebu Davud; Ahmed, Müsned)
Bidat’a
Uyan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’ini İnkar Etmiştir
Bil ki; ‘Kadim Din’, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in vefatından Osman ibni Affan (radiyallahu anh)’ın öldürülmesine kadar
olan dindir. Onun katledilmesi fırkalaşmanın başlangıcı ve ihtilafın başlangıcı
oldu. Ümmet birbiriyle savaştı, bölündü, tamah (hırs)lara ve hevalara tabi oldu
ve dünyaya meyletti. Rasulullah Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin4
Ashabı’nın üzerinde olmadığı birşeyi ihdas etmeye dair hiçbir ruhsat yoktur. Ne
de bir adamın kendisinin ihdas ettiği yahut Ehli Bidat’ten bir adamın ihdas
ettiği birşeye davet etme hakkı vardır; (Bid'ate) davet eden de ihdas eden
gibidir. (Bidatı) iddia eden veya ona uygun konuşan Sünnet’i inkar etmiş,
Hakk’a ve Cema'ate muhalefet etmiş ve Bid'ati Mübahlaştırmıştır. Bu kimse,
Ümmet’e İblis (lanetullahi aleyh)’den daha zararlıdır.
Lalekai, Süfyan es-Sevri’nin şöyle dediğini nakleder:
"Bid'at, İblis’e Masiyet (günah işlemek)ten daha sevimlidir. Çünkü
Bid'atin tevbesi olmaz halbuki kişi günahından dolayı tevbe edebilir."
(Lalekai, es-Sünne, 238; Beğavi, Şerh’us Sünne)
Bu hikmetli söz ile gündeme getirilen "Bid'atın tevbesi
olmaz" ifadesi şu manadadır. Allah’ın Dini ve Rasulü’nün Sünnet’inde
olmayan birşeyi din edinen kimseye bu yaptığı ameli süslü gösterilir. Bid'at
olarak işledikleri şeylerin doğru olduğuna inanır. Kişinin kötü amellerini
güzel ameller olarak gördüğü müddetçe bu amellerden tevbe etmesi de beklenemez.
Zira tevbenin başlangıcı, kişinin tevbe ettiği şeyin kötü birşey olduğuna
inanmasıdır. Kişi, amellerini güzel görmeye devam ettiği müddetçe tevbe etme
ihtiyacı duymaz. Masiyetlerde, günah ve Haramlarda ise durum bunun aksinedir.
Kişi, hata ettiğini, günaha düştüğünü, Haram işlediğini bilir ve bundan
pişmanlık duyar. Bu pişmanlık da onu tevbe etmeye sürükler. Allahu A'lem.
İbni Kayyım da benzer ifadelerle durumu izah etmektedir:
"Bid'atçilerin bütün günahları, Allah'a iftira ve O'nun hakkında bilmeden
söz söyleme günahı çeşidine girer. Onlar, bid'atlerden tevbe etmedikçe,
günahlarından tevbe etmiş olamazlar. Aslında fiilinin bid'at olduğunu dahi
bilmeyen veya onu Sünnet sanan, insanları ona çağırıp onu işlemeye teşvik eden
bir insan, onlardan nasıl tevbe edebilir ki? Böyle kimseler Sünnet’e dönüp ona
yeterince muttali olmadıkça, onu arayıp kollamadıkça tevbe etmesi vacip olan
günahlarının farkında bile olamazlar. Bunu başaran bir bidEatçi görmek mümkün
değildir." (Medaric’us Salikin Şerh'u Menazil’is Sairin Beyne İyyake
Nabudu ve İyyake Nastein, 1/378)
Hasan el-Basri de şöyle demiştir: “Şanı yüce Allah heva
sahibi bir kimseye tevbe etmeye izin vermeyi kabul etmemiştir.” (el-Lalekai,
Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl’is Sünneti ve’l Cema'at; İbni Batta, el-İbane)
Eyyub es-Sahtiyani'nin şu sözleri bunun hikmetini apaçık
ortaya koymaktadır: "Bid’at sahibinin gayreti ne kadar artarsa, Allah’tan
da o kadar uzaklaşır." (İbni Vaddah, el-Bidau ve’n Nehyu Anha)
Ehli
Bidat’in Terkettiğine Yapışan Sünnet Eridir
Herkim Ehli Bidat’ın, Sünnet’ten neyi terkettiğini ve
bıraktığını bilir ve ona sarılırsa Sünnet sahibi ve Cema'at sahibi (bir
kişi)dir; tabi olunmak, yardım edilmek ve korunmak hakkıdır. O, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin (bakmayı/ilgilenmeyi) vasiyette bulunduğu
kişilerden biridir.
Bid'atin
Kökleri (Esasları) Dörttür
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Bidat’in kökleri dörttür.
Bu dördünden, yetmişiki Bid'at kolları ortaya çıktı, sonra herbir Bid'atin
kendi içerisinde alt kolları vardır ve hepsi ikibin sekizyüze bölünür ve hepsi
Dalalettedir. Hepsi ateştedir, biri dışında ki o; bu kitapta olanlara iman
eden, kalbinde hiçbir şek ve şüphe olmaksızın İ’tikad eden, Sünnet sahibidir
ki, o kurtulacaktır inşallah.
Hüccet
ve Delili Olmayan Bir Hususta Susulursa Bidat Diye Bişey Kalmaz
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Eğer insanlar sonradan
ihdas edilen işlerden kaçınsaydılar ve ondan hiçbirine dalmasaydılar ve
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden veya Ashab’ından Asar (nakil) olmayan
meselelerde hiç birşey söylemeseydiler Bid'at olmazdı.
"Allah hakkında bilmeden söz söyleme" hususunda
İbni Kayyım diyor ki: "Allah katında, O'nun hakkında bilmeden söz
söylemekten daha büyük bir günah yoktur. Şirk ve küfrün esası bu günahtır.
Bid'at ve sapıklıklar onun üzerine bina edilir. Dolayısıyla dindeki her bid'at
ve dalaletin temel esası, Allah hakkında bilmeden söz söylemektir."
(Medaric’us Salikin Şerh'u Menazil’is Sairin Beyne İyyake Nabudu ve İyyake
Nastein, 1/378)
Küfre
Düşüren Bir Yol
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- kul ile; mü’min yahut
kafir olması arasında, Allah Te'ala’nın indirdiği birşeyi inkar etmek, Allah’ın
Kelamı’na birşey eklemek veya çıkartmak, Allah’ın buyurduğu birşeyi inkar etmek
veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği birşeyi inkar etmek
dışında hiç birşey yoktur.
İfrat'tan
Kaçınmak
Allah’tan kork –Allah sana rahmet etsin!- Kendi nefsine
(bir) bak! Dinde ifrat (aşırıya kaçmak)tan sakın çünkü (ifratın) hak yol ile
hiçbir alakası yoktur!..
Metinde geçen: "Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Kendi
nefsine (bir) bak!" ifadesi diğer nüshada, Allah sana rahmet etsin! kısmı
olmaksızın şu şekilde geçmektedir: "Allah’tan kork!- Kendi nefsine (bir)
bak!"
Sünnet’ten
Birşey İnkar Eden Sünnet’in Tamamını İnkar Etmiştir
Bu kitapta sana vasfettiğim herşey Allah’tan, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemden, onun ashabından, Tabii’nden, üçüncü nesilden
dördüncü nesile kadar (yaşamış) kişilerdendir. Allah’tan kork ey Allah’ın kulu!
Bu kitaptakileri tasdik et, teslim ol, (anlıyamadıklarını Allah’a) havale et ve
(kitaptakilerden) razı ol. Bu kitabı, Ehli Kıble’den olan birinden gizleme,
olur ki Allah bu kitap ile kafası karışık olanın şaşkınlığını giderir,
Bid'atçiyi bid'atinden, dalalette olanı dalaletinden çıkarır böylelikle de
kurtulurlar. Allah’tan kork!
İşin
ilk başta olduğu gibi olanına tabi ol ki onlar sana bu kitapta vasfettiklerimdir.
Allah bu kitabı okuyan, onu yayan, onunla amel eden, ona davet eden ve ondan
ihticac (hüccet olarak istifade) eden kula rahmet etsin ve ebeveynine (de)
rahmet etsin! Çünkü bu; Allah’ın (dinidir) ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellemin dinidir. Bu kitabdakinin tersine izin veren Allah’ın dinini din
edinmiş sayılmaz, (dinin) tamamını reddetmiş sayılır.
Ehli Sünnet ve’l Cema'at ve Ashab’ul Hadis İ’tikadının temel
prensipleri Akide olduğu için, Kitab ve
Sünnet’e sarılmak, Ashab’ın hidayetine bağlanmak, Cema'ate tutunmak, Kelam
ilminden; cedelden ve münakaşadan uzak durmak, Bid'atlerden; Ehli Bidat’tan,
Ehli Heva’dan, Ehli Kelam’dan uzak durma prensipleri titizlikle üzerinde
durulması gereken meselelerdendir.
Bu şuna benzer; Allah Tebareke ve Te'alanın dediklerine
icmalen (toptan) iman eden ancak bir tek harften şek içerisinde olan kul, Allah
Teala’nın dediği herşeyi reddetmiş, kafir olmuştur. Bu (yine) şuna benzer;
"La-ilahe illallah (Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur)"
şehadeti sahibinden niyetde sıdk ve yakinde ihlas olmaksızın kabul edilmediği
gibi, hakeza Allah, bazı Sünnetleri terkedenden Sünnetleri kabul etmez,
Sünnet’ten birşeyi terkeden tamamını terketmiş gibidir. Kabul et, münakaşayı ve
inatçılığı bırak şüphesiz bunun Allah’ın diniyle hiçbir alakası yoktur. Hususi
olarak senin zamanın kötü zamandır. Dolayısıyla, Allah’tan kork!
Fitne
Çıktığında Evlerinize Çekilin
Fitne çıktığında evinde kal ve fitne mahallinden uzaklaş!
Asabiyetçilikten uzak dur! Müslümanlar arasında, dünya uğruna yapılan bütün
savaşlar fitnedir. Allah’tan kork; "Vahdehu la şerike leh (O; tektir ve
ortağı yoktur)". Fitnede (meydana) çıkma, vuruşma, heveslenme, taraf
tutma, hiçbir tarafa meyletme ve onların yaptıkları hiç birşeyden hoşlanma! Denilmiştir
ki;
"Kim bir kavmin amelinden –hayır olsun şer olsun-
hoşlanırsa, onu yapan gibidir."
Allah bizi ve sizi O’nun razı kaldığı işlere muvaffak etsin
ve bizi ve sizi O’na karşı masiyetden (isyandan/günahdan) uzak kılsın!..
Fitne zamanında; fitneden kaçmak, savaş aletleri olan kılıç
ve yayları kırmak, evlere çekilmek hususunda çok sayıda nakil sabit olmuştur.
Hadis kitaplarının Fiten bölümünde biraraya getirilmiş olan nakillerden bir
kısmı şu şekildedir:
İbni Zubeyir, dostum Ebu’l Kasım (sallallahu aleyhi ve sellem)
bana şöyle tavsiyede bulundu deyip Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
şunu aktarmıştır: "Fitneden herhangi birşeye eriştiğinde, Uhud (Dağın)’a
git ve kılıcını körelt sonra da evinde kal!" (Ahmed, Müsned);
Muhammed İbni Mesleme (radiyallahu anh) anlatıyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Şurası muhakkak
ki bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak. Bu durum gelince Uhud’a
kılıcınla git! Kırılıncaya kadar onu taşa çal. Sonra evinde otur. Hatta sana
günahkar bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden çıkma)." (İbni Mace)
Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) seslendiler: Ey Ebu Zerr! Buyurun, Ey Allah'ın
Rasulü, emrinizdeyim! dedim. İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin
(ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın? buyurdular.
Benim için Allah ve Rasulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım! dedim. Sabrı
tavsiye ederim! buyurdular -veya sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar
seslendiler: Ey Ebu Zerr! Buyurun ey Allah'ın Rasulü, sizi dinliyorum! dedim.
Zeyd mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın? Allah
ve Rasulü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu! dedim. Sana kendilerinden
olduğun yakınlarını tavsiye ederim! dedi. Ben sordum: Ey Allah'ın Rasulü! (O
zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı? Böyle yaparsan (fitneci) kavme
ortak olursun! buyurdular. Bana ne emredersiniz! dedim. Evine çekil!
buyurdular. Evime girilirse? dedim. Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından
korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi
günahıyla dönsün! buyurdular." (Ebu Davud; İbni Mace)
Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kıyamet’ten hemen önce karanlık gecenin
parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer,
akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede
oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse
yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun.
Sizden birinin evine girerlerse Adem (aleyhi selam)'ın iki oğlundan hayırlısı
olsun (Habil gibi ölen olsun, Kabil gib öldüren değil.)" (Ebu Davud;
Tirmizi)
Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kişinin en hayırlı malının,
peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu
olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur."
(Buhari; Ebu Davud; Nesai; Malik, Muvatta)
Abdullah İbni Ömer (radıyallahu anhuma ecmain) anlatıyor:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Fitneden kaçının!
Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir." (İbni Mace)
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan nakledildiğine göre
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "Yakında büyük
fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler
yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne
içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak
mekan bulursa ona sığınsın." (Buhari; İbni Mace)
Yıldızların
Hiçbir Otorite ve Gücü Yoktur
Yıldızlara namaz vakitleri için biraz bak. Bundan başka
maksatlar için (yıldızlara bakmaktan) yüz çevir çünkü, zındıklığa götürür.
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın şöyle dediği rivayet
edilmiştir: “Astronomiden size karada ve denizde faydalı olacak ne varsa alın
ve orda durun.” (İbni Hacer, el-Telhis'ul Habir fi Tahric Ehadis'il Ref-il
Kebir, 2/360)
Yıldız bilimi astroloji birçok alime göre sihir
çeşitlerinden biridir. Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Alleme Merdavi’nin yaptığı
bir nakilde astrolojiyi sihir olarak isimlendirmiştir. (el-Merdavi, İnsaf,
10/351) İbni Müflih de et-Terğib'ul Kasid fi Takrib'ul Mekasid isimli eserden
yaptığı nakil ile; Hanbeli ulemasına göre Kahin ve müneccimlerin sihirbaz gibi
sayıldığını söylemektedir. (İbni Müflih, el-Furu, 10/207)
Ulema sihirin hükmü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Hanefi
ve Malikiler küfür olduğunu söylemekteyken, Şafiiler küfür olmadığını söylemiş
İmam Ahmed’den iki görüş nakledildiğinden Hanbeli Mezhebi’nde de biri küfür
diğeri küfür olmadığına dair iki görüş bulunmaktadır. Hanbeli Mezhebi’nin genel
görüşü küfür olduğu yönündedir. İbni Akil ise küfür olmadığı görüşünü
benimsemiştir.
Ulema ayrıca, müneccimlik ve astrolojinin sihrin küfür olan
yanına dahil olup olmaması hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Kimileri
müneccimlerin sihirbazlar gibi öldürülmesi gerektiğini ifade etmekteyken diğer
bir kısım ulema ise tazir uygulanması gerektiğini dile getirmiştir. Merdavi,
tazir uygulanması gerektiğine yönelik görüşü tercih etmiş ve bunun mezhebin
genel görüşü olduğunu belirtmiştir. (el-Merdavi, Tashih'ul Furu)
Müneccim, eğer yıldızların aleme tesiri olduğuna i’tikad
ediyorsa bu icma ile küfürdür. Yok eğer, yıldızların aleme tesiri olmadığını
lakin yıldızların hareketlerinin bazı hadiselerden haber verdiğine inanıyorsa
işte bu görüş ulemanın küfür olup olmamasında ihtilaf ettiği alandır. Bu husus,
Kebair’de de bu şekilde açıklanmıştır. (ez-Zevacir an İktiraf'ul Kebair,
2/109-116)
Hanefilerden İmam Merginani’nin Muhtar’ın Nevazil adlı
eserinde şöyle deniyor: "Bilmiş ol ki, ilmi nücum (astronomi ilmi)
haddizatında kötü değildir. Çünkü o iki nevidir: Birincisi: Hesap yolu iledir
ve haktır. Kur'an'da zikredilmiştir. Allah Te'ala;
"Güneş ve ay hesab iledir." (er-Rahman 55/5)
buyurmuştur. Bundan murad güneşle ayın seyretmeleridir.
İkincisi: İstidlal yolu iledir. Yıldızların seyri ve
feleklerin (gezegenlerin) hareketi vasıtasıyla hadisatın, Allah'ın kaza ve
kaderi ile vuku bulacağına istidlal edilir; bu Caiz'dir. Doktorun hasta
kimsenin nabzına bakarak hastalığa ve sıhhate istidlali gibidir.
Ama hadisatın Allah'ın kazası ile olduğuna inanmaz, yahut
kendisinin gaybı bildiğini iddia ederse kafir olur." (İbni Abidin Terceme
ve Şerhi, 1/43)
Bu konuda çok sayıda hadis nakledilmiştir. Bu konuda
nakledilen hadislerden bir kısmı şunlardır:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
"Ashabım anıldığında sakının! Yıldızlar anıldığında sakının! Kader
anıldığında sakının!" (Taberani, el-Kebir);
"Benden sonra bana inanan müslümanlar hakkında şu üç
şeyden korkuyorum: Onları idare edenlerin zulme sapmalarından. Yıldızların
(burçların) yaşamlarına etkisi olduğuna inanmalarından. Kaderi inkar
etmelerinden." (İbn-i Asakir);
"Allah, şu yıldızları üç şey için yarattı: Göğün süsü
için, şeytanları kovalamak için, yolculara yol göstermek için. Kim yıldızları
bunun dışında yorumlarsa, bahtında yanılmış olur. Nasibini yitirmiş olur.
Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri kendine dert edinmiş olur. Peygamberlerin ve
meleklerin dışında kimsenin bilmediği şeylerle boşyere uğraşmış olur."
(Rezin)
“(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan
ilgisi de) artmış olur." (İbni Mace; Ahmed, Müsned)
"Nice Ebced Hesabını öğreten, yıldızlara bakan
(onlardan hükümler çıkarmaya çalışan) kimseler var ki Kıyamet Günü, Allah
katında bir nasibi yoktur." (Taberani, el-Kebir, 10980; İbni Receb,
Feth’ul Bari, 3/69);
"Muhakkak ki Ebced Hesabı yapan ve yıldızlara bakan
kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur." (Ebu Davud; Beyheki,
Sünen, 7/240; İbni Receb, Feth’ul Bari, 3/142; Taberani, 9/254)
Kelam’dan
ve Ehli’nden Sakının
Kelam’a bakmaktan ve Kelam ashabıyla oturmaktan sakının.
Asar’a
ve Ehline Yapışın
Asar’a ve asar ehline yapışın. Onlara sor, onlarla birlikte
otur ve onlardan al.
Allah
Korkusu Gibi Başka Hiç Birşeyle Allah’a İbadet Edilmemiştir
Bil ki; Allah korkusu gibi başka hiç birşeyle Allah’a ibadet
edilmemiştir; Allah Tebareke ve Te'aladan korku, hüzün, şefkat ve haya yoluyla…
İhtiras
ve Muhabbete Davet Edip Kadınlarla Halvette Bulunanlardan Sakın
İhtirasa ve muhabbete davet edenler, kadınlarla halvette
kalanlar ve onların geçtikleri yollarda duranlarla oturmaktan sakın çünkü
onların hepsi dalalet üzeredir.
Mahlukat
Allah’a İbadet Etmekle Emrolunmuştur
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah Tebareke ve Te'ala
mahlukatın hepsini Kendisine ibadet etmeye çağırmıştır ve bundan sonra
dilediğini lütfu ile İslam’la mükafatlandırmıştır.
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur: "Müslüman
oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: Müslümanlığınızı bana karşı
minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size
minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)"
(el-Hucurat 49/17)
Ali
(radiyallahu anh) ile Mu’aviye (radiyallahu anh) Arasındaki İhtilaf Hakkında
Sükut Etmek
Ali (radiyallahu anh) ve Mu’aviye (radiyallahu anh) ve Aişe
(radiyallahu anha) ve Talha (radiyallahu anh) ve Zubeyir (radiyallahu anh) ve onlarla
birlikte olanlar arasındaki savaş hususunda sus! Onlar hakkında münakaşa etme
ve meselelerini Allah Tebareke ve Te'alaya havale et.
Hafız Ebu'l Kasım ibni Asakir’in kaydettiğine göre; İmam
Nesai, Mu’aviye (radiyallahu anh) hakkında kendisine sorulduğunda şöyle cevap
vermiştir: "İslam, kapısı olan bir ev gibidir. İslam’ın kapısı
sahabelerdir. Sahabeyi sebbeden İslam’a zarar vermekten başka bir sebeple
sebbetmez tıpkı bir eve girmek için evin kapısını tıklayan gibi. Mu’aviye
(radiyallahu anh)’a gelince; ona sebbeden, Sahabe hakkında sebbetmenin yolunu
arayandır." (İbni Asakir, Tarih Dımeşk; Tehzib'ul Kemal, 1/339)
Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
"Ashabım, evlilik yoluyla akrabalarım ve damatlarım
hakkında (kötü) konuşmaktan sakının!" ve şöyle demiştir:
"Allah Tebareke ve Te'ala Bedir ehline rahmetiyle
tecelli edip şöyle buyurdu: Ne yaparsanız yapınız, Ben sizi şimdiden
affettim." Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.
Ashar, evlilik yoluyla bayan tarafından akrabalar; Aktan,
ise damatlar ve enişte manasında kullanılmaktadır.
Taberani (el-Mu'cem'ul Kebir, 6/104, 5640) tarafından
nakledilen hadis bu sözdizilişi ile sahih değildir. Buna yakın rivayetler de
vardır ancak hiçbiri sahih değildir. Ancak bu konuda rivayet edilmiş sahih
başka bir hadis vardır. Rasulullah (salllallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
"Ashabıma sebbetmeyiniz sizden birisi Uhud Dağı kadar
sadaka vermiş olsa onlardan birinin bir müd, yarım müd sadakasına
ulaşamaz." (Buhari; Müslim)
Müslümanın
Malı; Gönülden Verdiği Sadaka Dışında Helal Değildir
Bil ki –Allah sana rahmet etsin!-; Bir müslümanın malı kendi
gönül hoşnutluğu ile vermesi dışında, Helal değildir.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki:
"Bir müslümanın malı kendi gönül hoşnutluğu ile vermesi dışında helal
değildir." (Darekutni; Ahmed, Müsned; Şafii; Ebu Ya’la; Beyheki)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Veda Hutbesi’nde de
şöyle buyurmuştur: "Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal
olmaz. Fakat malını gönül hoşnutluğu ile vermişse o, başkadır..."
Bir adamda Haram bir mal varsa, bu onun kendi
sorumluluğudur. Hiç kimsenin onun malından –onun izni dışında- alması Helal
değildir. Çünkü ihtimalki o adam bundan tevbe edecek, malı sahibine iade etmek
isteyecek, (bunlar olmadan onun malından izni dışında aldığında), sen haram
olan birşeyi almış olursun.
İnsanlara
Yük Olmaksızın, Kişinin Kendi Geçimini Temin Etmesi
Kazançlar (mutlaktır); sana ondan sahih görünen mutlakdır
ancak fasid (batıl) olduğu aşikar olan müstesna. Eğer kazanç fasidse ondan
kendisi için zaruret miktarı faydalanabilir ve şöyle diyemez: "(Kazancı)
terkedeyim, ihtiyaç için (insanlar tarafından) bana verileni alayım!.." Ne
sahabeler ne de zamanımıza kadar olan ulema bunu yapmadı. Ömer ibn'ul Hattab
radiyallahu anh şöyle der: "Kazancında bir miktar insanların değersiz
bulduğu (bir işten elde edilen) kazanç bulunması, ihtiyacını insanlardan
(dilenerek) temin etmekden daha hayırlıdır." İbni Ebu’d Dünya, Islah’ul
Mal, 298, 321; İbni Hibban, es-Sikat, 8/204; İbni Abd’il Berr, et-Temhid,
18/329; Kenz’ul Ummal, 4/122; İbn’ul Cevzi, Menakib Ömer (ibni Hattab), 194
tarafından Veki ibni Cerrah kanalıyla birbirine yakın lafızlarla Ömer ibni
Hattab (radiyallahu anh)’dan nakledilmiştir.
Müellifin mevzubahis ettiği bu esas, genel bir kaidedir.
Ticaret, maaş ve mükafat gibi kazanç türlerinde haram yahut haramla karışmış
mal ortaya çıkana kadar bu kazancın tümü asli hüküm olarak helaldir. Bir malın
haram olduğu yahut haram ile karıştığı ortaya çıkarsa bu durumda iki hüküm
ortaya çıkar. Eğer malın haram olduğu ortaya çıktıysa bu durumda o mal haram
hükmünü alır. Malın helal olduğu ancak bir şekilde haram karıştığı ortaya
çıkarsa bu durumda da kerahet gündeme gelir ve mala karışan haram miktarında bu
mal mekruh hükmünü alır.
Burada şu hakikati gözden düşürmemek gerekir: İnsanlar
gözünde değersiz olan, bu işi yapanların hakir görülüp aşağılandığı bir iş
-helal kazanç kapsamında olmak kaydıyla- dilencilik yapmakdan daha hayırlıdır.
Cehmi’nin
Arkasında Namaz
Beş vakit namazı kıldıran herkesin arkasında -Cehmi olması
dışında- namaz kılman caizdir, çünkü o Mu’attıl’dır.
Mu’attıl, "Ta’til Ehli; iptalciler" demektir.
Cehmiyye, Mu’tezile ve diğer başka fırkaların da aralarında bulunduğu
kelamcılardan bir kısmı, Allah’ın isim ve sıfatlarını iptal edip, reddettikleri
ve inkar ettikleri için böyle adlandırılmışlardır. Bu ümmette Ta’til fitnesini
ilk olarak Ca’d ibni Dirhem gündem etmiştir.
Genel manada iki ana başlık altında incelenir ve Külli (tam)
Ta’til ve Cuzi (kısmi) Ta’til olarak ikiye ayrılırlar. Külli (tam) Ta’til,
Allah’ın sıfatlarını ve hatta isimlerini tümden inkar edenlere verilen isimdir.
Cuzi (kısmi) Ta’til ise; Allah’ın sıfatlarından bir kısmını kabul etmelerine
karşın diğer bir kısmını da inkar edenlere verilen isimdir. Külli (tam) Ta’til
için Cehmiyye örnek olarak verilebilir. Cuzi (kısmi) Ta’til içinse kendilerini,
İmam Ebu’l Hasen el-Eşari’ye nispet eden, Eşariler örnek olarak verilebilir.
Onun arkasında kıldığın namazı iade et. Cuma günü imamın
Cehmi olursa ve bu kişi sultansa, onun arkasında namaz kıl ve namazını iade et.
Bu hüküm İmam Ahmed’den oğlu Abdullah tarafından
nakledilmiştir. "Böyle diyenin (Kuran mahluktur) arkasında ne cuma namazı
ne de başka bir namaz kılınmaz. Ancak cema'ate gitmek terk edilmez. Onlarla
namaz kılındıysa iade edilir." (Abdullah ibni Ahmed, es-Sünne, 1/129 4-5;
İbni Hani; Mesail’ul İmam Ahmed, 295; İmam Begavi, Şerh'us Sünne, 1/229)
Ebu Davud şöyle anlatıyor: Namazları Cehmi imamların
kıldırdığı dönemde Ahmed ibni Hanbel’e cuma namazlarını sordum bana dedi ki:
"Ben Cehmi’nin arkasında kıldığım namazları iade ediyorum sen de ne zaman
'Kur'an mahluktur' diyen birinin arkasında kılsan namazını iade et." (Ebu
Davud, Mesail'u Ahmed, 48)
İbn Ebi Ya’la, İmam Ahmed’e bid'atçinin arkasında namaz
kılmak hakkında sorulunca şöyle dediğini nakleder: "Cehmiyye’nin arkasında
namaz kılınmaz. Rafizilere gelince, hadisleri inkar ederler. Onların arkasında
da namaz kılınmaz." (Tabakat’ul Hanabile 1/168)
Diğer
imamlardan da bu minvalde sözler nakledilmiştir:
İmam Şafii şöyle demiştir: "Rafizi'nin, Kaderiye
mensubunun ve Mürcie'den olan kimselerin arkasında namaz kılma!" (Zehebi,
Siyeru A'lam'un Nubela, 10/31)
İmam Malik’e, Kaderi bir imamın arkasında namaz kılmak
soruldu. Soran kimseye dedi ki: “Sana sorulursa arkasında namaz kılma. Cuma da
mı kılınmaz? diye sorunca: Cuma da kılınmaz. Şayet ondan korkar ve sakınman
gerekirse onunla kıl ancak öğlen namazı olarak iade et dedi."
(Müdevvenet’ul Kubra, 1/84)
Kadı Ebu Yusuf şöyle demiştir: "Cehmi’nin, Rafızi’nin
ve Kaderi’nin arkasında namaz kılınmaz." (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi
Ehl-i Sünneti ve’l Cema'at, 2/733)
Eğer imam sultan olsun olmasın, Sünnet Ehli’nden biriyse,
arkasında namaz kıl ve namazını iade etme.
Ebu
Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın Kabrinde
Onları Selamlama
Ebu Bekir ve Ömer’in kabirlerinin -Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ile birlikte- Aişe (radiyallahu anha)’nın odasında olduğuna
iman (etmek gerekir). Onlar (Ebu Bekir ve Ömer ibn'ul Hattab) oraya (Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin yanına) defnedilmiştir. Kabre gelirsen, onlara
–Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme selam verdikten sonra- selam vermen
Vacibdir.
Müellifin burada Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul
Hattab (radiyallahu anh)’ın kabrine gidildiğinde onlara selam verilmesi
gerektiğini bildiren ifadesi; Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul Hattab
(radiyallahu anh)’a has bir uygulama olduğu anlamına gelmemektedir. Mü’minlerin
bulunduğu bir mezarlığa gidip, kabir ziyareti gerçekleştirildiğinde kabir
ehline selam vermek Sünnet’tir. Kabir ehline verilecek selam da birbirinden
farklılıklarla rivayet edilmiştir. Konumuzla ilgili olan kabir ehlinin
selamlamaya dair hadislerden iki tanesinde şöyle tarif edilmektedir:
"Ey mü'minler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere
selam olsun. İnşallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size
afiyet dilerim." (Müslim; İbni Mace);
"Ey kabirler ahalisi, size selam olsun! Allah bizi ve
sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan
(geleceğiz)." (Tirmizi)
Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibni Hattab (radiyallahu
anh)’ın kabrine gidildiğinde -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e selam
verdikten sonra- onlara selam verilmesinin Vacib oluşuna dair bu ifade
müeelifin kendi tercihi ve ictihadına göredir. Cumhura göre ise Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabrini ziyaret etmek ve selam vermek
Müstehab’dır.
Emri
bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (İyiliği Emredip Kötülükten Men Etmek)
Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (yapmak; iyiliği emredip
kötülükten men etmek) –(muhatabının) kılıcından veya değneğinden korkman
müstesna- Vacibdir.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye derki: "İmkan ve şartların
elverdiği nisbette ma’rufu emredip münkeri nehyetmeye çalışmak, Allah’a ibadet
ve emirlerine itaattir." (İbni Teymiyye, Risalet’ul Ubudiyye, 9)
Ebu Bekir el-Cessas şöyle der: "Allah Teala, ma’rufu
emr ve münkeri nehiy görevinin farziyetini Kur’an’ı Kerim’in bir çok ayetiyle
te’kid etmiş ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen
mütevatir hadisler bu görevi detaylarıyla açıklamıştır. Selefi Salihin ve her
devirde yaşayan ulema, fakih ve müctehid imamlar da bu görevin farziyyeti
üzerinde ittifak etmişlerdir." (Ahkam’ul Kur’an, 2/592)
İbni Hazm şöyle der: "İslam ümmetinin, topyekün
fertleriyle birlikte bu görevin farziyeti üzerindeki ittifakı, münakaşasız bir
gerçektir." (el-Faslu fi’l Milel ve’l Ehvai ve’n Nihal, 4/171)
İmam Nevevi şöyle der: “Ma’rufu emr ve münkeri nehiy
çalışmasının farziyeti üzerinde Kitap, Sünnet ve İcma-ı ümmet mutabakat
halindedir.” (Şerh-u Müslim, 1/51)
Şevkani şöyle der: “Ma’rufu emr, münkeri nehiy” farziyeyti
Kitap ve Sünnet’le sabit bir gerçektir. Dinin, üzerinde kurulduğu ve gaye
edindiği bir temeldir ve en kuvvetli direğidir. Bu temel esasla “Islami düzen”
asıl anlamını kazanır ve zirveye ulaşır. (Feth’ul Kadir, 1/337)
Ma’rufu Emr, Münker’i Nehy etme prensibi Allah tarafından
mü’minlere yüklenmiş bir vazife ve mü’minlerin özelliklerindendir. Allah (azze
ve celle) şöyle buyurmaktadır:
"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz;
maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve
Allah'a iman edersiniz." (Al-i İmran 3/110);
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve
kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte
bunlardır.." (Al-i İmran 3/104);
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin
velileri (dostları ve yardımcıları)dır. İyiliği emreder, kötülükten
sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve
Rasulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.
Şüphesiz, Allah, Aziz (üstün ve güçlüdür), Hakim'dir (hüküm ve hikmet
sahibidir)." (et-Tevbe 9/71);
"Tevbe edenler, ibadet edenler, (cihad ve ilim tahsili
için İslam uğrunda) seyahat edenler, rukü edenler, secde edenler, (insanlara)
iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın
sınırlannı (ceza yasalarını) koruyanlar (yok mu!) İşte onlar da Cennet ehlidir.
(Habibim!) Sen o mü’minlere (Cennet’i) müjdele." (et-Tevbe 9/112)
Hadislerde
de epey yer tutan meselelerdendir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şöyle buyurmuştur:
"Sizden kim bir kötülük gördüğünde onu eliyle
düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse
kalbinden buğz etsin ki, bu imanın en zayıfıdır." (Müslim, İbni Mace,
Ahmed, Müsned ve daha başkaları rivayet etmiştir.)
"Ümmet-i Muhammed, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker
görevini, önceki din mensuplarına arız olan hastalıkları yaşamaya başladığı
zaman terk edecektir." (İbni Mace)
"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) minberde
halka hitab ederken, adamın biri ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ya Rasulullah!
İnsanların en hayırlısı kimdir? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
buyurdu: İnsanların en hayırlısı, insanlara selam veren, Allah’tan en çok
korkan, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışan ve yakınlarını ziyaret
eden kimsedir." (Ahmed, Müsned; Ebu’ş Şeyh, es-Sevab; Beyheki, Zühd’ül
Kebir; et-Tergib ve’t Terhib);
"İslam Allah’a ibadette (din ve dünya işlerinde, hüküm
vermede ve şartsız itatte) her ne şekilde olursa olsun ortak koşmaman, namazı
dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, Allah’ın evini
haccetmen, ma’rufu emredip münkerden nehyetmen ve hakkı ehline teslim etmendir.
Kim bunlardan birini ihmal etmez ve bu hususta kusur işlemezse o, İslam’dan
alacağı nasibini almıştır. Kim de bu görevlerin hepsini terkederse o kimse
arkasını İslam’a çevirmiştir." (Hakim, Müstedrek: 1/21; Münziri, et-Tergib
ve’t Terhib 4/11; el-Bezzar);
"Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı
duymayan, Allah’ın emrettiklerini emredip, yasakladıklarını ve arzu
etmediklerini yasaklamayan yani ma’rufu emredip, münkeri nehyetmeyen bizden
değildir." (Tirmizi; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, Sahih; et-Tergib ve’t
Terhib 4/12);
"Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; ya
ma’rufu emreder münkerden vaz geçirmeye çalışırsınız yahut Allah Teala’nın size
azab göndermesi çok yakındır. Sonra Allah’a (bu azabtan ve cezadan kurtulmanız
için) yalvarırsınız; lakin Allah duanızı kabul etmez." (Tirmizi; Nevevi,
Riyaz’us Salihin, 191);
"Allah Teala, Cebrail’e bir şehri ahalisiyle birlikte
altını üstüne çevirmesini emretti de Cebrail (aleyhi selam): Ya Rabbi! onların
aralarında sana karşı göz açıp kapama miktarı da olsa isyan etmeyen falan kişi
de var deyince, Allah Te'ala: Onu da onlarla birlikte yok et. Çünkü bir saat de
olsa işlenen münker karşısında yüzü kızarmadı." (Beyheki, Şuab’ul İman)
Burada önemle üzerinde durulması gereken husus; Emri bi’l
Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapan kişilerin ehli olmasıdır. Zira, bu görev ehli
olmayan kimseler tarafından yapılırsa çoğu zaman Ma’ruf nehyedilir, Münker ise
emredilir. Böylelikle çok daha büyük fitnelere yolaçar.
Bir diğer husus da, her ne kadar alimler arasında ihtilaf
olduğu söylense de, Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker görevinin -küfre rıza
gibi durumlar dışında-, müslüman bireylerin üzerine vacib olan bir yükümlülük
değil de, farz-ı kifaye olduğudur.
İbni Kesir, en-Nisa 4/29 numaralı ayetin tefsirinde
alimlerden gücü yettiği halde Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapmayı
terkedenlerin büyük günah işlediklerine dair nakile yerverir:
"Kadı Ebu Sa’id şöyle devam eder: Kadı er-Ruyani
tafsilatlı bilgi verir ve der ki: Büyük günahlar yedidir: Bir kimseyi haksız
yere öldürmek, zina, livata (homoseksüellik), içki içmek, hırsızlık yapmak, bir
malı zorla almak, zina iftirasında bulunmak. ‘eş-Şamü’ adlı eserinde de bu
sayılan yediye; yalan şahidliği ilave eder. ‘el-İdde’ isimli kitabın müellifi
bunlara ‘faiz yemek, ramazanda özürsüz olarak oruç yemek ... gücü yettiği halde
iyiliği emredip kötülükten sakındırmamak ...’ diye ilaveler yapar." (İbni
Kesir, Tefsir, 1/645)
Selam’ı
Yaymak
Selam, Allah’ın bütün kullarına verilmelidir.
Selamlaşma ve selamı yaymak önemli Sünnetler’dendir. Allah
(azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:
"Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle
selam verin veya aynıyla karşılık verin..." (en-Nisa 4/86);
"Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere izin almadan,
seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu, sizin
için daha iyidir." (en-Nur 24/27)
Bu hususta da çok sayıda hadis rivayet olunmuştur, bunlardan
birkaçına değinmekte fayda vardır:
"İman etmedikçe cennete giremezsiniz: birbirinizi
sevmedikçe, olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde
birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı
yayınız!" (Müslim);
"Şüphesiz ki, Allah katında insanların en iyisi, önce
selam verendir." (Ebu Davud);
İmran İbni Husayn (radiyallahu anh) şöyle dedi: Nebi
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir adam geldi ve: "es–Selamu aleykum,
dedi. Peygamber onun selamına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam
oturdu. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem): On sevap kazandı buyurdu. Sonra bir
başka adam geldi, o da: es–Selamu aleykum ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz
ona da verdiği selamın aynıyla mukabelede bulundu. O kişi de yerine oturdu.
Peygamber: Yirmi sevap kazandı buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve:
es–Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh, dedi. Peygamber o kişiye de
selamının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz buyurdu:
Otuz sevap kazandı." (Ebu Davud; Tirmizi);
"Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan
çok olana selam verir." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi);
"İnsanların Allah katında en makbul olanları, selama
ilk başlayanlardır." (Ebu Davud);
"Sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin.
Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selam versin. Önce verdiği selam,
sonraki selamından daha üstün değildir." (Ebu Davud; Tirmizi);
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Enes (radiyallahu
anh)'a şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver ki,
sana ve ev halkına bereket olsun." (Tirmizi);
Enes (radiyallahu anh), çocuklara rastladığı zaman onlara
selam verir ve: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle
yapardı." derdi. (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace);
Tufeyl İbni Übey İbni Ka’b, söylediğine göre Abdullah İbni
Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)'e gelir ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı.
Tufeyl sözüne şöyle devam etti: Biz çarşıya çıktığımızda, Abdullah, eski eşya
satan, değerli mal satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selam
verirdi. Bir gün yine Abdullah İbni Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya gitmek
için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona: "Çarşıda ne yapacaksın? Alış
verişe vakıf değilsin, malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak
istemiyorsun, çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun? Şurada otur da,
birlikte konuşalım, dedim. Bunun üzerine Abdullah: Ey Ebu Batn (karın)!
–Tufeyl, iri göbekli bir kişi olduğu için böyle hitap etmiştir– biz, sadece
selam vermek üzere çarşıya çıkıyoruz; karşılaştığımız kimselere de selam
veriyoruz, cevabını verdi." (Malik, Muvatta)
Mescid’de
Cema'at (Farz) Namazını Terkeden Bid'atçidir
(Geçerli) özrü (mazereti) olmaksızın, mescidde cuma ve
cema'at namazlarını terkeden kimse Mübtedidir (Bid'atçidir). Mazeret; kişinin
mescide gitmeye takati olmayacak kadar hasta olması veya zalim sultandan
korkması gibi şeylerdir. Bundan başka şeylerde kişinin mazereti yoktur.
Cema'at ile namaz kılmanın gerekliliğine dair görüşe
kaynaklık eden deliller arasında;
"Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rüku edenlerle
birlikte siz de rüku edin!" (el-Bakara 2/43) ayetinde Allah’ın mü’minlere
namazı kılıp rüku edenlerle birlikte rüku etmeyi emretmesi, cema'at ile namaz
kılmayı terkeden kişilerin şiddetle eleştirilmesi Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in "Cema'at namaza gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken
evlerini yakayım." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai) buyurması,
münafıkların cema'at ile namaz kılmaya devam etmediklerini bildirmesi (Müslim;
Ebu Davud; Nesai; Malik, Muvatta) cema'at ile namazı terkeden kişiler için
mazeret sayılabilecek hususların tespit edilmiş olması ve cema'at ile kılınan
namazların münferid kılınan namazlardan "yirmiyedi derece daha
faziletli" (Buhari; Müslim; Nesai; İbni Mace) olması gibi cema'at ile
kılınan namazların faziletine yönelik çok sayıda hadis bulunmaktadır.
İmam Kurtubi bu hususta alimlerin görüşlerini aktarmıştır:
"Cema'ate katılarak namaz kılma hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü
vardır. Çoğunluğun (cumhurun) kabul ettiği görüş, bunun müekked bir sünnet
olduğu ve özürsüz olarak cema'atten uzak kalmayı alışkanlık haline getiren
kimsenin cezalandırılması gerektiğidir. Bazı ilim adamları da cema'at ile namaz
kılmanın farz-ı kifaye olduğunu kabul etmiştir. (...) Davud (ez-Zahiri) der ki:
Cema'at ile namaz kılmak her bir kimse için tıpkı cuma namazında olduğu gibi
bir farzdır. (...) Aynı zamanda bu, Ata ibni Ebi Rebah'ın, Ahmed ibni Hanbel'in
ve Ebu Sevr ile başkalarının da görüşüdür. İmam Şafii der ki: Cema'ate katılma
gücüne sahip olan kimsenin özrü olmadıkça cema'ate gitmeyi terketmesinde bir
ruhsat görmüyorum. Şafii'nin bu görüşünü İbn'ul Münzir nakletmektedir."
Bu konudaki iki görüşten biri cema'at ile namaz kılmanın
vucubiyet ifade ettiğini söylerken diğer görüş sahipleri ise sahih hadisde de
geçtiği gibi, cema'at ile namaz kılmak "hüda sünnetlerinden bir
sünnettir." (Müslim; Ebu Davud; Nesai) Onu terketmek ise bir sapıklıktır
görüşünü tercih etmişlerdir. Kurtubi şunu da ekler: "İşte bundan dolayı
Kadı Ebu'l Fadl İyad şöyle demiştir: Sünnetlerin zahir olanlarının terkedilmesi
üzerinde ittifak olunursa, bunların ifa edilmesi için terkedenlerle savaşılıp
savaşılmayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Doğrusu böyleleriyle
savaşılacağıdır. Çünkü bunların terki üzerinde anlaşmak, Sünnetleri öldürmek
demektir."
Alimlerin görüşleri ve delillerin değerlendirilmesi için
muteber fıkhi kaynak eserlere ve Kurtubi Tefsiri’den el-Bakara 2/43 numaralı
ayetin tefsirine müracaat ediniz.
İmam
Kendisine Tabi Olunmak İçin Seçilir
Bir imamın arkasında namaz kılıp imama uymayanın namazı
yoktur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir rahatsızlığı
sırasında ashabına şöyle buyurmuştur: "İmam, kendisine uyulmak için
vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şayet oturarak
kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını
kaldırmadan siz de kaldırmayın." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi;
Nesai)
Emri
bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker Kılıçla Yapılmamalıdır
Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (iyiliği emredip
kötülükten men etmek); elle, lisan ile (dille) ve kalple yapılmalıdır, kılıçla
değil.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer
ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle (buğz etsin); bu
da imanın en zayıf derecesidir." (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace;
Ahmed, Müsned)
Münker, içerisinde Allah’ın rızasının olmadığı söz ve iştir.
Allah’ın rızasına uygun söz, iş ve durum manasına gelen ma’rufun zıddıdır.
Münkeri dille, elle veya kalble inkar meşrudur ve istisnasız herkes için
vacibdir, bir yükümlülüktür. Lakin, toplumda fikri ve fiili anarşi ve kargaşaya
sebebiyet verecek olan münkere karşı kılıçla müdahalede bulunmak bu sebepden
kınanmıştır. Bu hususta şöyle bir prensip yerleşmiştir: "Emri bi'l ma'rufu;
ümera (yöneticiler) el ile, ulema dil ile, avamı nas ise kalb ile yapar."
Münkeri dille, elle veya kalble inkarı bildiren hadisin
(Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned) şerhinde Hafız İbni
Receb el-Hanbeli: "Elle değiştirmek savaşmak demek değildir."
demektedir. (Cami’ul Ulum ve’l Hikem, 304)
Bunun benzeri Salih kanalıyla İmam Ahmed ibni
Hanbel’den de nakledilmiştir: "Elle değiştirmek kılıçla değiştirmek veya
silah kullanarak değiştirmek demek değildir. (Münkeri) kılıçla değiştirmek halk
için değil aksine sultan içindir." (İbni Müflih, el-Adab’uş Şeriyye,
1/163)
Durumu
Kapalı Müslüman
Durumu kapalı Müslüman, şüphe açığa vurmayandır.
İbrahim en-Nehai şöyle demiştir: "Şöyle derlerdi:
Müslümanlar arasında adil olan kişi, aşikarda hiçbir şüphesi görünmeyen
kişidir." (Beyheki, Sünen, 10/124; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 9/224)
İlm’ul
Batın (Gizli İlim) Kitab ve Sünnet’te Yoktur, Bid'atdir
Kulların, İlm’ul Batın’dan olduğunu iddia ettiği; Kitab ve
Sünnet’te bulunmayan herşey Bid'at ve Dalalettir. (Onunla) amel edilmemeli ne
de ona davet edilmemelidir.
İlm’ul Batın; Batıni ve sufilerin aşırılarının davet ettiği
sapkın inançtır. Herşeyin bir batını bir de zahiri olduğunu iddia etmekte ve
sahip olduklarını iddia ettikleri İlm’ul Batın ile olayları açıkladıklarını
ileri sürmektedirler. Allah’ın Kitabı’nı ve Şeri’atini hevalarına göre
çarpıtmakta, diledikleri manaları yüklemekteler. Kitab ve Sünnet dışında
"Gizli İlim" aldıklarını da iddia etmekteler. Bunun gibi apaçık küfür
söz, inanç ve amellerde bulunmaktadırlar.
Nikah;
Veli, Şahit ve Sadaka (Mehir) iledir
Kendisini bir adama hediye eden kadın, o kişiye Helal olmaz.
Eğer kadından (bir şeyde) istifade ederse her ikisi de cezalandırılır. (Mahrem
olmayan kadın) yalnız bir veli, iki adil şahit ve Sadaka (Mehir) ile (Helal
olur).
Ashab
Hakkında Hayırdan Başka Birşey Konuşmamak
Rasulullah1 sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından birini
ta’n eden (eleştiren) bir adam görürsen bil ki o şer görüş ve heva sahibidir.
Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
"Ashabım anıldığında sakının!" Taberani
(el-Mu'cem'ul Kebir, 2/96 1427; 10/198 10448) tarafından rivayet edilmiştir.
Bu mevzuda nakledilen diğer bir hadiste Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: "Ashabımı kötüleyene Allah,
melekler ve insanların tümü lanet etsin." (Taberani; Beyheki; Hakim);
İmam Ahmed şöyle demiştir: "Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in Ashab’ına sebbedenin İslam’ından şüphe et!" (Lalekai,
es-Sünne, 2359)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ölümünden sonra onların ne
gibi hatalar yapacaklarını bilirdi, buna bakmayarak onlar hakkında hayırdan
başka birşey söylememiştir. Şöyle buyurmuştur:
"Ashabımı bana bırakın onlar aleyhinde hayırdan başka
söz söylemeyiniz."
Müellif burada iki hadisi cem ederek nakletmiştir.
Hadiste geçen "Ashabımı bana bırakın!" ifadesi
Bezzar (Keşf’ul Astar, 3/290) tarafından hasen senedle nakledilmiştir.
"Onlar aleyhinde hayırdan başka söz söylemeyiniz."
ifadesi ise, Heyseme ibni Süleyman (Fedail’us Sahabe) tarafından zayıf senedle
rivayet edilmiştir. İbni Hacer, hadisi (Cüzün fihi Turuk Hadis La Tasubbu
Ashabi, 70-71) alıntılamıştır.
Onların hatalarından yada savaşlarından ve hakkında bilgin
olmayan konularda tatışma. Bu konuda konuşan hiç kimseyi dinleme, dinlersen
muhakkak ki o senin kalbini selamette bırakmaz.
Ashab’a saldıran kimseler, İslam’ı yıkmaya uğraşan sapkın ve
zındıklardan başkaları değildir. Allah Dini’ni, Muhacir ve Ensar’dan Ashab ile
güçlendirmiş ve bizlere kadar Din’in ulaşmasına onları vesile kılmıştır.
Ashab’a söven, onları tekfir eden, onlara hakaret eden
kişilerden beri olmamızı gerektiren sebeplerden biri de hiç kuşkusuz Allah
(tebareke ve teala)’nın çok sayıda ayette onları övmesi, onlardan razı olduğunu
bildirmesidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashab’ının
üstünlüklerini bildiren bazı ayetler ve mealleri şöyledir:
"Muhacirlerin (Mekke’den hicret eden Ashab’ın) ve
Ensar’ın (Medine’de muhacir Ashab’a yardım edenlerin) önce gelenlerinden ve
bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan
razıdır." (et-Tevbe 9/100);
"Andolsun, Allah, sana (Hudeybiye’de) o ağacın altında
biat ederlerken mü'minlerden (Ashab’dan) razı olmuştur, kalplerinde olanı
bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara
yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir." (Fetih 48/18);
"(Muhammed), Allah’ın Peygamberidir, Onunla birlikte
bulunanların (Ashab’ın) hepsi, kafirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı
merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf
ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların
Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini
yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine
dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece
onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah, inanıp iyi
işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vaad etmiştir." (Fetih 48/29);
"(Bundan başka bu mallar,) Hicret eden fakirleredir ki,
onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Rasulü'ne
yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmışlardır. İşte
bunlar, sadık olanlar bunlardır. Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi)
hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve
onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar.
Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine
tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte
onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki:
Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve
kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, Rauf
(çok şefkatli)'sin, Rahim (çok esirgeyici)'sin." (el-Haşr 59/8-10)
"Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah
yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri,
derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine
de en güzel olanı (Cennet’i) vaad etmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan
çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (en-Nisa 4/95);
"Allah (Ashab’ın) hepsine de en güzel olanı (Cennet’i)
vaad etmiştir." (el-Hadid 57/10);
"Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun
(Ashab’ın) babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve
Rasulüne düşman olanlarla dostluk etmez. İşte onların (Ashab’ın) kalbine Allah,
iman yazıp katından bir ruh ile onları destekledi. Onları içlerinden ırmaklar
akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı oldu,
onlar da Allah’tan razıdır." (el-Mücadele 58/22);
"(Rasulullah’ın Ashabı olan) sizler, insanların iyiliği
için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men
eder ve Allah’a inanırsınız." (Al-i İmran 3/110);
"Rasulüm sana Allah yetişir ve seni müminlerle
(Ashab’ınla) destekler." (el-Enfal 8/62)
Hadisi
Eleştiren ve İnkar Eden Heva ve Bidat Ehlindendir
Bir kimsenin Asarı (rivayetleri) ta’n ettiğini, yada Asarı
reddettiğini veya Asardan başkasını istediğini işitsen, onun İslam’ından şüphe
et ve onun heva sahibi bid'atçi olduğundan şüphe etme!
Zalim
Sultana İyi Muamelede Bulunmak ve Arkasında Namaz Kılmak
Bil ki; bir sultanın zalimliği, Allah’ın; Nebi sallallahu
aleyhi ve sellemin diliyle farz kıldığı farzlardan birini eksiltmez (veya
değiştirmez). Onun zalimliği kendisinedir. Onunla birlikte yerine getirdiğin
ibadetlerin ve iyiliklerin (iyi amellerin) tamamdır (kabul olunur) inşallah!5 Cema'at
namazı ve cuma namazını onlarla kılmak gibi ve onlarla birlikte cihad etmek
gibi bütün taat gerektiren işlerde onlara ortaklık et (uy); onda kendi
niyetin(e göre mükafatlandırma) vardır.
Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye der ki: "Sultanlarla, günah
işledikleri gerekçesiyle savaşılmaz. Kişi işledikleri –zina gibi- bazı günahlar
sebebiyle öldürülüyor olsa da, sultanla; bir kişinin öldürülmesine sebep olacak
bir günah işlemesi sebebiyle savaşılması Caiz değildir çünkü bu savaşla ortaya
çıkacak fitne sultanın işlediği büyük günahtan meydana gelecek bozulmadan daha
büyüktür." (Mecmu'ul Feteva, 22/61)
İbni Ebi’l İzz, Ehli Sünnet’in fitne çıkma tehlikesi
bulunduğu takdirde büyük günah işleyen ve küçük günahta ısrar eden hükümdarın
degistirilmeyeceği görüşünde olduğunu belirtir. Sadece Mu’tezile, Harici ve
Rafiziler’de büyük günah işleyen hükümdara karşı başkaldırmak Caizdir. (İbni
Ebi’l İzz, el-İttiba, 66-67’den naklen İbni Ebi’l İzz’in İttiba Adlı Risalesi
Bağlamında Ebu Hanife ve Hanefi Mezhebi Örneğinde Taklide Dair Görüşleri)
Sultan
İçin Dua Etmek
Sultanın aleyhinde dua eden bir adam görürsen bil ki o heva
sahibidir. Sultanın salahı (ıslahı) için dua eden bir adam görürsen bil ki, o
sünnet sahibidir inşallah.
Fudeyl dedi ki:"Eğer kabul olunacak bir duam olsaydı onu
sultandan başkası için etmezdim." diğer
nüshada ismin tamamı, "ibni İyad" ziyadesi ile "Fudeyl ibni
İyad" denilerek metinde zikredilmiştir.
Fudeyl ibni İyad ibni Mes’ud, Şeyh’ul İslam Ebu Ali
et-Temimi, el-Yerbi, el-Mervezi, el-Horasani. Büyük zahid ve alimlerdendir.
Semerkand’da doğmuş sonraları yol kesen eşkiyalardan olmuştur. Kur’an
kıraatından etkilendikten sonra tevbe etmiş ve zahidane bir hayat yaşamıştır.
İlim elde etmek için Kufe’ye gitmiş oradan da Mekke’ye gitmiştir. Talebeleri
arasında Abdullah ibni Mübarek, Yahya el-Kattan, Abd'ur Rahman ibni Mehdi,
Abd'ur Rezzak, eş-Şafii ve Kuteybe ibni Sa’id gibi seçkin şahsiyetler
bulunmaktadır. Zehebi "İmam, örnek insan, muteber ve Şeyh’ul İslam"
olarak onu vasfetmiş Abdullah ibni Mübarek de şeyh hakkında şöyle demiştir:
"Fudeyl ibni İyad’dan daha hayırlı bir kimse şu yeryüzünde yoktur."
Halife Harun er-Reşid onun hakkında şunları söylemiştir: "İmam Malik’ten
daha büyük bir alim görmedim, Fudeyl’den daha takvalısını da görmedim." Hicri
187 yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer, 8/421-441; Zehebi, Tezkiret’ul
Huffaz, 1/245-246)
Ahmed ibni Kamil dedi ki: Hüseyin ibni Muhammed et-Taberi
dedi ki: Merdeveyh es-Saiğ dedi ki: Fudeyl’i şöyle derken
işittim:"Mustecab (kabul olunacak) duam olsaydı onu yalnız sultan için
ederdim."
Ona denildi ki: Ey Ebu Ali, bunu bize açıkla! Dedi
ki:"Eğer kendim için dua etsem, (faydası) benden başkasına ulaşmayacak.
Eğer sultanın ıslahı için dua etsem, düzelir ve onun düzelmesi ile insanlar ve
ülkeler düzelir." Ebu Nu’aym (Hilyet’ul Evliya, 8/91), Hallal, (es-Sünne,
9), İbni Asakir (Tarih Dimeşk, 48/447) tarafından sahih senedle rivayet
olunmuştur.
Bizler, sultanların salahı (ıslah olmalar)ı için dua etmekle
emrolunduk. Zulmetseler ve haksızlık etseler de onların aleyhinde dua etmekle
emrolunmadık. Zulümleri ve haksızlıkları kendi nefislerinedir; ıslah olmaları
ise hem kendi nefislerine hem de müslümanlara(faydalı)dır.
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Eşleri ve Mü’minlerin Anneleri
Ummuhat’ul Mü’minin'den (mü’minlerin annelerinden) hiçbiri
hakkında hayırdan başka bir söz söyleme.
Rasulullah (salllahu aleyhi ve sellem)’in eşlerinin
Mü’minlerin Anneleri olarak tanımlanması Allah (tebareke ve teala)’nın
Kur’an’da bu yönde vahyetmesi ile olmuştur:
"Nebi (Peygamber), mü'minler için kendi nefislerinden
daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir." (el-Ahzab 33/6)
Namazları
Cema'at ile Kılmak
Sultanla veya başkasıyla birlikte farz namazlarını cema'at
ile kılmaya devam eden birini gördüğünde bil ki; o Sünnet sahibidir inşallah.
Sultanla (veya başkasıyla) birlikte farz namazlarını cema'at ile kılmayı
aksatan birini gördüğünde bil ki; o heva sahibidir.
Helal
ve Haram Bellidir, Kalpte Rahatsızlağa Neden Olan Şüphedir
Helal, Helal olduğuna şahitlik edip yemin ettiğin şeydir.
Haram da bunun gibidir. Kalbinde rahatsızlığa sebep olan şey ise şüphedir.
Nu'man ibni Beşir (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu
aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken dinledim dedi: "Helal olan şeyler
bellidir, Haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında halkın bir
çoğunun Helal mi Haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli
işlerden sakınanlar dinlerini ve ırzlarını korumuş olurlar. Şüpheli şeylerden
sakınmayanlar ise zamanla Harama dalıp giderler. Aynen sürüsünü başkasına ait bir
arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onların o araziye girme tehlikesi
vardır. Dikkat edin! Her hükümdarın girilmesi yasaklanmış bir arazisi vardır.
Unutmayın Allah’ın yasak arazisi de Haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki,
insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün
vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası
kalptir." (Buhari; Müslim)
Durumu
Kapalı Kişi ile Rezil Kişi Arasındaki Fark
Durumu kapalı olan, durumunun kapalılığı aşikar olandır,
rezil ise günahları aşikar olandır.
İmam el-Berbehari'nin burada ele aldığı, "Mestur
(durumu kapalı olan kişi)", insanlar için fasık olarak tanınmayan ve
açıktan günah işlemeyen kişidir. Bunun zıddı olan "Mahtuk (rezil)"
ise, günahları açıktan işleyen kişidir.
Hadis
ve Sünnet Ehli’ni Eleştiren Bid'atçidir; Bid'atçilerin Alametleri
Bir adamın "filan Müşebbihe’dir" veya "filan
Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu söyleyenden şüphe et
ve bil ki o bir Cehmi’dir.
Bir adamın "filan Nasibi’dir" dediğini işittiğinde
bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir.
Metinde, "Bir adamın "filan Müşebbihe’dir"
veya "filan Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu
söyleyenden şüphe et ve bil ki o bir Cehmi’dir. Bir adamın "filan
Nasibi’dir" dediğini işittiğinde bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir."
şeklinde yeralmakta olan bu bölüm, diğer nüshada da bulunmakla beraber takdim
ve tehir sözkonusudur: "Bir adamın "filan Nasibi’dir" dediğini
işittiğinde bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir. Bir adamın "filan Müşebbihe’dir"
veya "filan Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu
söyleyenden şüphe et ve bil ki o bir Cehmi’dir."
Bir
adamın "bana Tevhid’i anlat" ve "Tevhid’i açıkla" dediğini
işittiğinde bil ki bunu söyleyen Harici ve Mu’tezili’dir.
Müellif burada "Tevhid"
demek suretiyle Mu’tezile’nin uydurduğu "Tevhid" inancına ve onların insanları uydurdukları "Tevhid" inancı ile sınamalarına
atıf yapmaktadır. Mu’tezile’nin beş esasından biri olan "Tevhid", Allah’ın sıfatlarının
inkarına götüren sapkın bir yol ve hakiki ”Tevhid”e
muhalif bir inançtır.
Veya "filan
Mucbir (Cebri)’dir" yada "İcbar
konuşmaktadır" veya "adalet
hakkında konuşmaktadır" bil ki bunu söyleyen Kaderi’dir çünkü bu isimler bidat ehli tarafından uydurulmuş
isimlerdir.
İmam Ahmed ibni Sinan el-Kattan şöyle der: “Dünyada ne kadar bid’atçi varsa, mutlaka
Hadis Ehli'ne buğzeder. Çünkü adam bid’at ortaya koydu mu kalbinden hadisin
lezzeti sökülüp, alınır.” (Nevevi, et-Tezkire)
Muhammed ibni Sirin şöyle demektedir: “Bir bid’at ortaya koyup da Sünnet'e başvuran kimse yoktur.”
(Müslim, Sahih-i Müslim Mukaddime)
Ehli Sünnet her iki açıdan aşırılığa kaçan Heva ve Bid'at
Ehli’nin aksine orta yolu tutmuştur. Bundan dolayıdır ki, bütün bid'atçi ve
sapıkların eleştirisine maruz kalmıştır. Hariciler ve Mu’tezile, Ehli Sünnet’i
Mürci olmakla, Mürcie ise Harici olmakla itham etmiştir. Bunun gibi, Nasibiler
Rafızilik ile, Rafıziler ise Nasıbi olmak ve Ehli Beyt düşmanlığı ile itham
etmiştir. Kaderiye mensubları Ehli Sünnet’i Cebriyelik ile, Cebriye mensubları
ise Kaderi olmakla itham etmişlerdir. Cehmiyye ise Müşebbihe olmakla, Teşbih
Ehli olmakla itham etmiştir.
"Ebu Muhammed (İbni Ebi Hatim) şöyle dedi: Ben babamı
(Ebu Hatim Muhammed İbni İdris er-Razi) şöyle derken işittim: Bid’atçilerin
alameti, Ehl’ul Eser'e (Ehl’ul Hadis’e) iftira atmalarıdır. Zenadika’nın
(Zındıkların) alameti: Ehli Sünnet’i, rivayetleri geçersiz saymak
istediklerinden dolayı “Haşviyye (değeri bulunmayan kimse)“ olarak
adlandırmalarıdır. Cehmiyye’nin alameti: Ehli Sünnet’i “Müşebbihe (Allah’ı
mahlukata benzeten)“ olarak adlandırmalarıdır. Kaderiyye’nin alameti: Ehl-i
Eser’i “Mücebbire (Cebriyye)“ olarak adlandırmalarıdır. Mürci’e’nin alameti:
Ehl-i Sünnet’i “Muhalife (muhalefet edenler)“ ve “Noksaniye (noksancılar yani
imanda eksilmeyi kabul edenler)“ olarak adlandırmalarıdır. Rafıziler’in
alameti: Ehli Sünnet’i “Nasibi (Ehli Beyt’e dil uzatanlar)“ olarak
adlandırmalarıdır. Ehli Sünnet için bir tek isim “(Ehli Sünnet ve2l Cema'at)“
vardır ve Ehli Sünnet’in bu sayılan isimlerle bir ilişkisinin olması
imkansızdır." (İmam Ebu Hatim el-Hanzali er-Razi, Asl’us Sünneti ve
İ’tikad’ud Din; Ebu’l Kasım Hibetullah el-Lalekai, Şerhu Usul’i İ’tikadi Ehl’is
Sünneti ve’l Cema'at, 1/198-204 321-323)
Abdullah ibni Mübarek8 der ki: "Kufe Ehli’nden
"Rafızilik" ile alakalı alakalı hiç birşey (Asar-Hadis) alma! Şam
Ehli’nden kılıçla alakalı hiç birşey alma! Basra Ehli’nden "Kader"
ile alakalı hiç birşey alma! Horasan Ehli’nden ise "İrca" ile alakalı
hiç birşey alma! Mekke Ehli’nden ise "Sarf" hakkında hiç birşey alma!
Medine Ehli’nden ise "Nağme" hakkında hiç birşey alma! Bu işlerde
onlardan hiç birşey alma."
Zühd ve Takva Ehli’nden olan Abdullah ibni Mübarek ibni
Vadih el-Hanzali et-Temimi Ebu Abd’ir Rahman el-Mervezi, Ehli Sünnet ve’l
Cema'atin büyük imamlarındandır. Hadis, fıkıh ve zühdü kendisinde toplanmıştı.
Zamanının imamı idi. H118 yılında doğmuş ve H181 yılında vefat etmiştir.
Buhari’de ikiyüzotuzsekiz, Müslim’de kırkaltı hadisi vardır. Şu’be, Evzai, İbni
Cureyc, İmam Malik, Leys ve daha birçok şeyhi vardır. Talebeleri ve kendisinden
hadis rivayet edenler arasında Süfyan es-Sevri, Ma’mer, Süfyan ibni Uyeyne,
Fudeyl ibni İyad, Yahya ibni Ma’in, İbni Şeybe bulunmaktadır.
İmam Abdullah el-Mübarek şöyle demiştir: “Allahım! Bid’at
sahibi bir kimsenin bana iyilik yapmasına ve bunun sonucunda kalbimin ona sevgi
beslemesine imkan verme!..” (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl’is Sünneti
ve’l Cema'at; İbni Batta, el-İbane)
Emir'ul Mü'minin Abdullah ibni Mübarek hakkında geniş bilgi
için aşağıdaki eserlere müracaat edilebilir:
Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 8/378-421; Lisan el-Mizan’ın
üçüncü cildi; Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz, 1/274-279; Zehebi, el-İber fi Ahbar
men Ğabar; Tabakat’ul Huffaz, 117-118; Tehzib'ul Tehzib, 5/386; İbni Hacer,
Takrib'ul Tehzib, 320; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, cilt 10, Hicretin
Yüzseksenbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler; Kadı İyad, Tertib'ul
Medarik; Nevevi, Tezhib'ul Esma Lugat; Hatib el-Bağdadi, Tarih'ul Bağdad,
10/154; İbn'ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 695; İbni Kuteybe, el-Maarif, 223;
Buhari, et-Tarih'ul Kebir, 5/212; İbn'ul İmad, Şezerat'uz Zeheb, 1/295-297;
İbn’ul Halikan, Vefayat'ul Ayan; Bağdadi, el-Kifaye, 76; İbn’ul Sem’ani,
Adab'ul İmla ve’l İstimla; Ebu Nu’aym, Hiyet’ul Evliya
Abdullah ibni Mübarek’in bu şekilde şehirleri, ehlini ve
onlardan alınmayacak hususları listelemesinin sebebi, bu fitnelerin mevzubahis
şehirlerde ortaya çıkması ve/veya yagın olması sebebiyledir. Rafızilik fitnesi
Kufe’de, Kader fitnesi Basra’da, İrca fitnesi Horasan’da yaygınlaşmıştı. Mekke’ye
dünyanın her yanından tacirler geldiği için Mekke Ehli para işlerinde gevşeklik
göstermekteydiler. Medine Ehli ise rivayetlere göre nağmeye izin
vermekteydiler.
"(İmam Ahmed’in oğlu) Abdullah diyor ki: Bir defasında
babam şöyle dedi: Ben, Yahya el-Kattan'ın şöyle dediğini duydum: Bir kimse,
bütün mezheplerin ruhsatını kendisinde toplamaya, kalkışıp: Kufelilerin nebiz
içilmesi hakkındaki ruhsatını, Medinelilerin şarkı ve çalgı hakkındaki
ruhsatını, Mekkelilerin Mut'a Nikahı ile ilgili müsadesini alıp bunlarla amel
etmeye kalksa, elbette ki fasık olur." (İbni Kayyım, İğasat’ul Lehafan,
1/229)
Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’a, Enes ibni Malik
(radiyallahu anh)’a ve Useyd ibni Hudeyr (radiyallahu anh)’a Sevgi Beslemek
Bir adamın Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’ı, Enes bin Malik
(radiyallahu anh)’ı ve Useyd bin Hudeyr (radiyallahu anh)’ı sevdiğini görürsen
bil ki bu adam Sünnet sahibidir inşallah.
Selef
İmamları'na Sevgi Beslemek
Bir adamın; Eyyub, İbni Avn, Yunus ibni Ubeyd, Abdullah ibni
İdris el-Evdi, eş-Şabi, Malik ibni Miğvel, Yezid ibni Zürey, Mu'az ibni Mu'az,
Vehb ibni Cerir, Hammad ibni Seleme, Hammad ibni Zeyd, Malik ibni Enes, Evzai
ve Zaide ibni Kudame’yi sevdiğini görürsen bil ki o Sünnet sahibidir.
Eğer bir adamın Haccac ibn'ul Minhal, Ahmed ibni Hanbel,
Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini görürsen bil ki, Sünnet sahibidir inşallah; eğer o,
onları hayırla yad ediyor ve onların dediklerini söylüyorsa.
Eyyub ibni Ebi Temime es-Sahtiyani H66 yahut H68 yılında
doğmuş takva ehli muteber bir alimdir. Nafi’den nakletmiştir. Kütübi Sitte’de
yer alan bütün kitaplarda hadisleri vardır. Buhari’de ikiyüzotuzüç Müslim’de
ikiyüziki adet hadisi yer almıştır. Nafi, Ata, İkrime, Amr ibni Dinar gibi
şeyhleri vardır. Kendisinden nakleden talebeleri arasında A’meş, Katade, şeyhi
Hammad ibni Seleme, Hammad ibni Zeyd, Süfyan es-Sevri, Süfyan ibni Uyeyne,
Şu’be, İmam Malik, İbni İshak ve İbni Aliye gibi meşhur şahsiyetler ve güzide
imamlar vardır. İmam Malik onun hakkında şöyle demiştir: "Kimden hadis
rivayet ederseniz edin Eyyub ondan daha sikadır (güvenilirdir)." Şu’be der
ki: "O fakihlerin lideriydi." İbni Uyeyne der ki: "Onun gibisini
görmedim." H131 yılında vefat etmiştir. (Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya,
3/3; Zehebi, Siyer el-A’lem'un Nubela, 2/38; 6/15-26; Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz,
1/364; İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 1/397; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 117;
İbni İmad, Şezerat’uz Zeheb, 1/181)
Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de
bu sözün bir benzerini söylemiş ve Eyyub es-Sahtiyani’nin imtihan vesilesi olduğunu,
onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi
olduklarını bildirmiştir.
Abdullah ibni Avn, Basra Ehli’nin şeyhi ve alimidir. Takva
ehlinden büyük bir zattır. Buhari’de ve Müslim’de kırkbeşer hadisi vardır.
Şeyhleri arasında İbni Sirin, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri, Şa’bi, Ebu
Bekre, Sa’id ibni Cu'beyir ve Nafi gibi değerli ilim adamları vardır.
Kendisinden hadis nakledenler arasında da A’meş, Süfyan es-Sevri, Şu’be, Yahya
ibni Sa’id, Abdullah ibni Mübarek, Veki, İbni Aliye, Yezid ibni Harun gibi
mühim şahsiyetler bulunmaktadır. İbni Mehdi onun hakkında şöyle der:
"Irak’da Sünnet’i İbni Avn’dan daha çok bilen kimse yoktur." H150
yılında vefat etti. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 6/364-375; İbni Hacer,
Takrib'ul Tehzib, 317)
Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad,
1/62 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us
Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve İbni Avn’ın
imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin
ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.
Yunus ibni Ubeyd Ebu Abdullah, büyük bir imam ve hafızdı.
H139 yılında vefat etmiştir. İbni Kesir şöyle demiştir: "Bu senede
(...) Yunus ibni Ubeyd vefat ettiler. Yunus, abidlerden biri olup Hasan
Basri'nin arkadaşıydı." (el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicri yüzotuzdokuzuncu
yıl; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 613; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 531)
Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de
bu sözün bir benzerini söylemiş ve Yunus ibni Ubeyd’in imtihan vesilesi
olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.
Abdullah ibni İdris el-Evdi Ebu Muhammed el-Kufi büyük hafız
ve abid bir zattır. Buhari’de sekiz, Müslim’de ellibeş hadisi vardır. Şeyhleri
arasında muteber hadis alimi babası İdris ibni Yezid, A’meş, İbni Cureyc, Hişam
ibni Urve, İbni İshak, İmam Malik, Şu’be, Leys, Yahya ibni Sa’id gibi çok
sayıda alim vardır. Aralarında aynı zamanda şeyhlerinden biri olan büyük alim
İmam Malik, Abdullah ibni Mübarek, Ahmed ibni Hanbel, Yahya ibni Ma’in, İshak
ibni Rehava, Ebu Şeybe, Ebu Kureyb’in bulunduğu imamlar cema'ati de ondan hadis
rivayet etmişlerdir. Ebu Hatim onun hakkında dedi ki: "O, Müslümanların
imamlarından bir imamdır, hüccettir." İbni Kesir anlatıyor: "Abdullah
ibni İdris can çekişirken kızı ağladı. Kızına şöyle dedi: Ne diye ağlıyorsun
kızım? Bu evde dörtbin hatim yapılmıştır." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n
Nihaye, Hicretin Yüzdoksanikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler) H192
yılında vefat etti. (İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 295; Siyer A’lem'un Nubela,
9/42-48; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 452)
Amir ibni Şerahil eş-Şa'bi el-Kufi muteber, hafız ve
müftüydü. Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anh), Sa’d ibni Ebi Vakkas
(radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh), Sa’d ibni Ubade
(radiyallahu anh), Ubade ibn'us Samit (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari
(radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Muğire ibni Şu’be
(radiyallahu anh), Cerir ibni Abdillah (radiyallahu anh), Bera ibni Azib
(radiyallahu anh), Mu’aviye (radiyallahu anh), Hüseyin ibni Ali (radiyallahu
anhuma ecmain), Zeyd ibni Erkam (radiyallahu anh), İbni Abbas (radiyallahu
anhuma ecmain), İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Abdullah ibni Zubeyir
(radiyallahu anhuma ecmain), Adi ibni Hatim (radiyallahu anh), Ebu Sa’id
el-Hudri (radiyallahu anh), Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Aişe bint Ebi
Bekir (radiyallahu anha), Ummu Seleme (radiyallahu anha), Meymune bint'ul Haris
(radiyallahu anha), Fatima bint Kays (radiyallahu anha)’nın aralarında
bulunduğu bir grup sahabe ile karşılaşmış ve onlardan ilim almıştır. Yaklaşık
olarak yüzelli sahabeden hadis nakletmiştir. Buhari’de ve Müslim’de yüzellişer
hadisi bulunmaktadır. (Siyer A’lem'un Nubela, 4/294-319; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib,
287; 708; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 410)
İbni Kesir şöyle demiştir: "Küfe halkının en alimiydi.
İmam ve nafizdi. Çok çeşitli ilimlerden haberdardı. (...) Ebu Miclez; Şa'bi'den
daha fakih birini görmedim demiştir. (...) Amir, şöyle demişti: İlim, vücuttaki
kıllar sayısından daha çoktur. Sen her ilimden en güzelini al ve öğren."
(İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzdördüncü Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler)
Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de
bu sözün bir benzerini söylemiş ve eş-Şa'bi’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu
sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.
Malik ibni Miğvel el-Becali el-Kufi çok hadis rivayet eden,
itibarlı ve hüccet kabul edilen bir alimdi. İbni Receb el-Hanbeli şöyle der:
"Malik ibni Miğvel yalnız otururken birisi ona: Yalnızlık hissetmiyor
musun? diye sorunca o şöyle cevap vermiş: Allah ile olan yalnızlık hisseder
mi?" (Camiu'l Ulum ve'l Hikem) H159 yılında vefat etmiştir.
Abd’ur Rahman ibni Mehdi de bu sözün bir benzerini söylemiş
ve Malik ibni Miğvel’in imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi
ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir. (Laleka’i,
Şerh Usul’il İ’tikad, 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128)
Yezid ibni Zürey Ebu Mu’aviye, İmam Ahmed’in hadisde
şeyhidir. İtibarlı, abid ve alim biriydi. Kütübi Sitte müellifleri tarafından
hadisleri rivayet edilmiştir. Etbau Tabiin neslinin en meşhur ve Basra’nın en
güvenilir ravilerindendir. (Tehzib'ul Tehzib, 11/325-328) Meşhur muhaddis Ali ibn'ul
Medini'ye göre bütün raviler içerisinde tashiften kurtulabilen dört raviden
birisi de Yezid ibni Zürey’dir. (İbni Receb, Şerhu İlel, 1/161) Ali
ibn'ul Medini'nin meşayıhından Nasr ibni Ali diyor ki: "Rüyamda Yezid ibni
Zürey'i gördüm: Allah sana nasıl muamele etti? diye sordum. Cennet'e koydu
dedi. Neden deyince de çok namazım yüzünden diye cevap verdi." (Zehebi,
es-Siyer A’lem'un Nubela, 8/297) H182 yılında vefat etmiştir.
Mu'az ibni Mu'az Ebu’l Musenna el-Anberi el-Basri hadis
rivayetinde, hıfzında ve sıdkında en üst mertebeye sahip zatlardan biriydi.
Buhari sekiz, Müslim yüzellisekiz hadisini rivayet etmiştir. Şeyhleri arasında
Abdullah ibni Avn ibni Artaban, Alkeme, Şu’be ve daha çok sayıda muteber ilim
adamı vardır. Ahmed ibni Hanbel, Zuheyr ibni Harb, Yahya ibni Ma’in, Ali
el-Medini, Kuteybe gibi kimseler ondan nakletmiştir. H196 yılında vefat
etmiştir. (Siyer A’lem'un Nubela, 9/54-57; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 536)
Vehb bin Cerir bin Hazim Ebu’l-Abbas el-Cehdami muteber bir
alimdir. Buhari’nin Sahih’inde 26, Müslim’in Sahih’inde ise 33 hadisi yer
bulmuştur. Ahmed ibni Hanbel, Ali bin el-Medini, Yahya bin Ma'in, İshak bin
Rahevay, Zuheyr bin Harb talebeleri arasında bulunmaktadır. H206 yılında vefat
etmiştir. (Siyer A’lem en-Nubela, 9/442-445; Lisan el-Mizan; Tehdib el-Tehzib;
İbni Hacer, Takrib el-Tehzib, 585)
Hammad ibni Seleme ibni Dinar Ebu Seleme el-Basri büyük
hafızlardandır. Basra Ehli’nin şeyhi ve lideridir. Zehebi onun dilde, fıkıhta
ve aynı zamanda hadiste imam olduğunu söyler. (Siyer A’lem'un Nubela, 2/222)
Buhari’de bir, Müslim’in Sahih’inde seksenaltı hadisi bulunmaktadır. Süfyan
es-Sevri, İbni Cureyc, Şu’be ibn'ul Haccac, Abdullah ibni Mübarek, Abd’ur
Rahman ibni Mehdi talebeleri arasındadır ve ondan hadis nakletmişlerdir.
Onun hakkında çok meşhur olarak anlatılan şu sözleri ne
kadar da güzeldir: Birgün Süfyan es-Sevri, Hammad’a: Ey Hammad! Acaba Allah
Te'ala bizi affeder mi? deyince, Hammad: Ya Süfyan! Kıyamet Günü hesabımın anne
ve babama veya Allah’a verilmesi için, muhayyer edilirsem, Vallahi ben
anne-babama hesap vermekten Allah’a hesap vermeği tercih ederim. Zira bilirim
ki, Allah bana, anne ve babamdan daha çok merhamet eder, affeder. H166 yılında
vefat etmiştir. Biyografisine şu kaynaklardan ulaşılabilir: Ebu Nu'aym, Hilyet’ul
Evliya, 6/249; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 2/22; 7/444-456; İbni Sa’d,
Tabakat, 7/282; İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 3/11; İbni Hacer, Takrib'ul
Tehzib, 178
Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de
bu sözün bir benzerini söylemiş ve Hammad ibni Seleme’nin imtihan vesilesi
olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.
Hammad ibni Zeyd ibni Dirhem Ebu İsmail Basra Ehli’nin imamı
ve müftüsüdür. Takva ve din ehlindendir. Eyyub es-Sahtiyani, Tavus, Ata
şeyhleri arasında, Süfyan es-Sevri, Abdullah İbni Mübarek, Süfyan ibni Uyeyne,
Abd’ur Rahman ibni Mehdi, Ali ibn'ul Medini, Kuteybe ibni Sa’id ve Veki ibn'ul
Cerrah ise talebeleri arasında bulunmaktadır. Sahih Buhari’de ikiyüziki,
Müslim’de ikiyüzyirmialtı hadisi bulunmaktadır. İbni Kesir’in de el-Bidaye’de
belirttiği üzere H179 yılında vefat etmiştir. (Buhari, Tarih'ul Kebir, 3/25;
İbni Ebi Hatim, el-Cerh ve’l Tadil, 3/137; İbni Cezeri, Gayet'un Nihaye, 1/233;
Mizzi, Tehzib'ul Kemal, 7/240-245; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 7/456-466;
İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 178)
Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad,
41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef
ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Hammad ibni Zeyd’in
imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin
ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.
Abd’ur Rahman ibni Amr Ebu Amr el-Evzai, Şam Ehli’nin
fakihi, imamı ve kendi döneminin allamesiydi. Mutlak Müctehid konumundaydı.
Mezhebi ona nispetle Evzaiyye olarak adlandırılmıştı. 220 yıl kadar mezhebi ile
amel edilmiş daha sonraları Endülüs’te Maliki Mezhebi, Şam’da ise Şafii Mezhebi
yerini almıştır. İlim elde etmek için birçok şehre gitmiştir. Şeyhleri arasında
Mekhul, Dahhak bin Abd’ur Rahman, Ata, Katade, Muhammed Bakır, Muhammed ibni
Münkedir, Abdullah ibni Lehia ayrıca kendilerinden hadis dinlediği Zühri, İbni
Sirin, Nafi, Rebia gibi çok sayıda alim bulunmaktadır. Talebeleri ve aralarında
şeyhlerinin de bulunduğu kendisinden hadis nakleden alimler şunlardır: Zühri,
Yahya ibni Kesir, Katade, Malik ibni Enes, Şu’be, Abdullah ibni Mübarek, Yahya
ibni Sa’id el-Kattan. Buhari’de altmışbeş Müslim’de elliyedi hadisi
bulunmaktadır.
İmam Evzai dedi ki: "Selefin eserlerine sarıl, insanlar seni yadırgasalar da böyle yap.
Süslü püslü de olsa başkalarının sözünden uzak dur. Çünkü iş açığa çıktığında
sen doğru yolda kalmış olursun."
Yine şöyle demişti: "Sünnet üzere olmaya sabret, alimin durduğu yerde sen de dur, onların
dediklerini sen de söyle, onların uzak durduğu şeyden sen de uzak dur, onların
yetindikleri şeyle sen de yetin."
Evzai şöyle demişti: "İlim, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabından gelen
şeydir, onlardan gelmeyen şey ilim değildir."
Bakıyye ibni Velid şöyle demiştir: "Biz insanları Evzai ile sınardık. Onun
hakkında hayırlı söz söyleyeni Sünnet’e bağlı olduğuna hükmederdik."
H157 yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer Siyer
el-A’lem'un Nubela, 3/320; 7/107-134; Tezkiret’ul Huffaz, 1/178; İbni Halikan,
Vefeyat’ul Ayan, 127; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 6/135; İbni İmad,
Şezerat’uz Zeheb, 2/241; İbni Nedim, Fihrist, 227; İbni Hacer, Tehzib’ut
Tehzib, 6/238; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 347; 660; 705; İbni Kesir,
el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzelliyedinci Senesi, İmam Evzai'nin
Biyografisi)
Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul Hanebila,
1/199-200), Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 1/62 41;
İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128; Razi, el-Cerh ve’t Tadil, 1/217) ve Evzai’nin
talebelerinden Bakiye ibn’ul Velid (İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 6/218) ve Ebu
Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de müellifin kullandığı
ifadeyi dile getirip bu sözün bir benzerini söylemiş ve İmam Evza’i’nin imtihan
vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise
Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.
Müctehid
İmam Ebu Amr Abd’ur Rahman ibni Amr el-Evzai’nin Biyografisi ve İ’tikadi
Görüşleri
Zaide ibni Kudame Ebu’s Salt es-Sekafi el-Kufi büyük
hafızlardandı. Ebu Hatim onun hakkında dedi ki: "Muteberdir, Sünnet
sahibidir." Zühd’e dair bir eseri olduğunu İbni Nedim kaydetmiştir. (İbni
Nedim, Kitab'ul Fihrist, 282) H160 yılında öldüğü söylenmiştir. Şöyle demiştir:
"Kabirdekinin tecrübesinden ders al!" (İbni İmad, Şezerat’uz Zeheb,
1/251; el-Safedi, el-Vafi bi’l Vefayat, 14/114)
Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul Hanebila,
1/199-200) ve Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 1/62
41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve
Za‘ide ibni Kudame’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi
ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.
Haccac ibni Minhal el-Basri Ebu Muhammed el-Anmeti muteber
ve Sünnet sahibi bir alimdi. Şeyhleri arasında Hammad ibni Seleme, Cerir,
Hammad ibni Zeyd, Şu’be gibi alimler bulunmaktadır. İmam Buhari ondan altmışbir
hadis rivayet etmiştir. Müslim’de on hadisi vardır. H217 yılında vefat
etmiştir. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 10/352-354; İbni Hacer, Takrib'ul
Tehzib, 153; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzonyedinci
Senesi)
Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul
Hanebila, 1/199-200), İbni Harun el-Muhrime el-Fellas (Razi, el-Cerh ve’t
Tadil, 308-309; İbni Asakir, Tarihi Dimeşk, 5/294), Kuteybe ibni Sa’id (Zehebi,
Siyer A’lem'un Nubela, 11/195), Ebu Hatim er-Razi (Zehebi, Siyer A’lem'un
Nubela, 11/198), Nu’aym ibni Hammad (Hatib, Tarihi Bağdad, 6/348; İbni Asakir,
Tarihi Dimeşk, 8/132) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il
Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemişler ve Ahmed İbni Hanbel’in imtihan
vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise
Bid'at sahibi olduklarını bildirmişlerdir.
Ahmed ibni Nasr ibni Malik el-Huzai kendi döneminin en büyük
alimlerindendi. Ahmed ibni Nasr; itibarlı bir lider, şahsiyetli bir kimseydi.
Hammad ibni Zeyd, Süfyan ibni Uyeyne ve Haşim ibni Beşir'den hadis dinledi.
Ahmed ibni İbrahim ed-Devraki ile kardeşi Yakub ibni İbrahim ve Yahya ibni
Ma’in de kendisinden hadis rivayet ettiler.
Halk’ul Kur’an fitnesi döneminde iyiliği emreder ve
kötülükten men ederdi. Halifenin münkerlerini açıktan söylerdi. Kendisine Emri
bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapmak üzere be’yat edildi. Daha sonra yakalandı
ve sultanın huzuruna götürüldü. Kadı Ebu Du’ad’ın da hazır bulunduğu bir
ortamda Kur’an’ın mahluk olduğunu inkar ettiği, Ruyetullah’ı kabul ettiği gibi
gerekçelerle kafir ve müşrik ilan edilerek H231 yılında Halife Vasık Bilallah
tarafından öldürüldü. Öldürülmesinin ardından kesik başının la ilahe ilallah
dediği, Ankebut Suresi’nin ilk ayetini okuduğu görenler tarafından
anlatılmıştır. Ölümünün ardından onu rüyasında görenler olmuş rüyanın birisinde
ona Rabbin sana nasıl muamelede bulundu diye sorulduğunda şöyle cevap vermiş: "Benim
öldürülmem sanki hafif bir uykuya dalmak gibiydi. Sonunda Aziz ve Celil olan
Allah'ın huzuruna vardım. O da bana bakıp güldü." Adamın biri rüyasında
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer
(radiyallahu anh) ile birlikte Ahmed ibni Nasr'ın kesik başının asılı olduğu
ağacın yanından geçerlerken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in,
mübarek yüzünü ondan başka tarafa çevirdiğini görmüş. Bunun üzerine kendisine:
"Ya Rasulullah, neden yüzünü Ahmed ibni Nasr'dan öte yana çevirdin? diye
sorduklarında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu cevabı vermiş: Ehli
Beyt’imden olduğunu iddia eden bir adam onu öldürdüğü için kendisinden utanıp
yüzümü başka tarafa çevirdim."
Kitab'ul Hayde adlı eserin sahibi Abd’ul Aziz (el-Kinani),
halife Mütevekkil'e şöyle demişti: "Ey mü'minlerin emiri! Vasık'ın, Ahmed
ibni Nasr'ı öldürmesinden daha acayip bir olay görmedim. Çünkü Ahmed
defnedilinceye kadar onun lisanı Kur'an okuyordu. Mütevekkil, Abd’ul Aziz'in bu
sözlerinden korktu. Kardeşi Vasık hakkında duyduğu şeylerden ötürü üzüldü.
Vezir Muhammed ibni Abd’ul Melik ibni Zeyyad, huzuruna geldiğinde ona şöyle
dedi: Ahmed ibni Nasr'ın öldürülmesi hususunda kalbimde bir şüphe var. (O şöyle
dedi:) Ey mü'minlerin emiri! Vasık onu kafir olarak öldürdü. Eğer yalan
söylüyorsam Allah beni ateşte yaksın! Bundan sonra Herseme huzura geldi. Halife
Mütevekkil ona da şöyle sordu: Ahmed ibni Nasr'ın öldürülmesi hususunda
kalbimde bir şüphe var. (O ise şöyle dedi:) Eğer o kafir olarak öldürülmemişse
Allah beni paramparça etsin! Bundan sonra Kadı Ahmed ibni Ebi Du’ad huzura
girdi. Halife Mütevekkil ona da aynı şeyi sorunca o şu cevabı verdi: Eğer Vasık
onu kafir olarak öldürmemişse Allah beni felç etsin! Mütevekkil diyor ki: İbni
Zeyyad'ı ben ateşte yaktım. Harseme'ye gelince o kaçıp gitti. Huzaa
Kabilesi'nin yanından geçerken kabileden bir adam onu tanıyıp çevresindekilere
şöyle seslendi: Ey Huzaa topluluğu! Bu, amcanız oğlu Ahmed ibni Nasr'ı öldüren
adamdır! Adamın bu çağrısı üzerine kabilenin adamları gelip onu parçaladılar,
lime lime ettiler. Kadı İbni Ebi Du’ad'a gelince, Allah, Te'ala, onu kendi
cildine hapsetti. Yani onu felç etti. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu
felç illetine mübtela kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin
İkiyüzotuzbirinci Senesi; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/166-169; İbni
Hacer, Takrib'ul Tehzib, 85)
Metinde "Eğer bir adamın Haccac ibn'ul Minhal, Ahmed
ibni Hanbel, Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini görürsen bil ki, Sünnet sahibidir
inşallah; eğer o, onları hayırla yad ediyor ve onların dediklerini
söylüyorsa." şeklinde geçmekte olan bu cümle diğer nüshada az farklılıkla
şöyle geçmektedir: "Eğer bir adamın Ahmed ibni Hanbel, Haccac ibn'ul
Minhal, Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini onları hayırla anıp onların dediğini görürsen
bil ki o Sünnet sahibidir."
Heva
Ehli İle Oturmamak
Eğer bir adamı heva ehlinden bir adamla otururken görürsen,
onu uyar ve ona bunu (ehli heva ile oturulmayacağını) öğret. Öğrendikten sonra
sonra o adamla oturmaya devam ederse ondan sakın (kork), bil ki o adam heva
sahibidir.
Burada, ‘Heva Ehli’ ile ‘Heva Sahibi’; ‘Bid'at Ehli’ ile
‘Bid'at Sahibi’ şeklinde tanımlamalar kullanmakta ve her ikisi arasında fark
olduğuna işaret etmektedir. Bu, aynı zamanda onun adaletinin de bir emaresidir.
Heva yahut bid'at ehli olan kişi, üzerinde olduğu yolu bilen, kendisine hüccet
ulaşmış ve kendisi sapmış başkalarını da sapkınlığına davet eden kimsedir. Heva
yahut bid'at sahibi ise bunun aksine; Ehli Sünnet’ten olmasına karşın bir veya
birkaç meselede sapmış, kendisine bu tip hususlarda hüccet ulaşmamış,
başkalarını bu sapkınlığına davet etmeyen yahut bu sapkınlığın davetçisi
olmayan, Sünnet üzere olmasına rağmen sapkınlıktan emareler barındıran kişidir.
Asar’ı
Reddedip, Kur’an’ı İsteyen Zındıklıktan Pay Sahibidir
Eğer bir adama asar verildiğini ve onun onları (asarı)
istemediğini, Kur’an’ı istediğini duyarsan hiç şüphe etmeki, o adam zındıklığı
üzerinde taşıyan bir adamdır. Kalk onun yanından ve onu terk et!
Küfürde
İleri Gidenler: Rafıziler, Mu’tezile ve Cehmiyye
Bil ki; hevanın (bid'atlerin) hepsi pistir ve hepsi kılıcı
çağırır. Onların arasında en pis ve küfür olanı: Rafıziler, Mu’tezile ve
Cehmiyye’dir. Çünkü onlar (insanların) ta’tile ve zındıklığa düşmesini
isterler.
Ashab
Hakkında Kötü Konuşan
Bil ki; bir adam Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin
Ashab’ından herhangi biri hakkında kötü konuşursa; o yalnız Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellemin hakkında (kötü konuşmak) istemiştir ve Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e kabrinde eziyet etmiştir.
Metinde yeralan: "Bil ki; bir adam Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellemin Ashab’ından herhangi biri hakkında kötü konuşursa..."
cümlesi diğer nüshada az bir farkla şu şekilde geçmektedir: "Bil ki; bir
adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından herhangi biri
hakkında kötü konuşursa..."
Bid'atini
Gördüğün Kişiye Karşı İhtiyatlı Olmak
Eğer bir insandan bid'at olan birşey görürsen, ona karşı
ihtiyatlı ol çünkü sana gizli kalanlar şüphesiz ki, sana zahirde görünenlerden
çoktur.
Eğer Ehli Sünnet’ten bir adamın tuttuğu yol ve mezhebin kötü
olduğunu, fasık ve facir, günah sahibi, dalalet üzere4 olduğunu görürsen ve o,
(bu hali ile hala) Sünnet üzere ve ashabından ise5, onunla otur çünkü onun
masiyetleri sana zarar vermez.
Eğer heva sahibi
müctehid (bir adamı) görürsen –onu, kendisini ibadete hasretmiş olarak
görmüş olsan bile- onunla oturma, onun yanında durma, onun kelamını (sözünü)
dinleme ve onunla bir yolda gitme! Çünkü ben onun yolunu değiştiremeyeceğinden
ve neticede (senin de) onunla birlikte helak olmayacağından emin değilim!..
Diğer nüshada ise Mu’tezile önderlerinden Ebu Osman Amr ibni
Ubeyd el-Basri’nin ismi geçmektedir.
Dolayısı ile metinde yeralan: "(Oğlu) dediki: Filanın
yanından..." ifadesi diğer nüshada: "(Oğlu) dediki: Amr ibni Ubeyd'in
yanından..." şeklinde geömektedir.
Amr ibni Ubeyd (143H) Basra Mu'tezililerindendir ve aynı
zamanda Vasıl ibni Ata (131H) ile birlikte Mu’tezile Mezhebi kurucularındandır.
Mu'tezilenin Amriyye fırkasının kurucusu olarak kabul edilmektedir. Vasıl ibni
Ata, Hasan el-Basri’den ayrıldığında Amr ibni Ubeyd de onunla birlikte ayrılır.
(Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1/48; Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak 101-104)
Cahız (255H), Ebu Huzeyl el-Allaf (235H), Sümame İbn’ul Eşras ve diğer
Mu’tezili önderleri gibi Amr ibni Ubeyd de hadisle alay etmiş ve açıktan
reddetmiştir. Halife Mansur ile çok sıkı bir dostlukları vardı. O kadar ki, Amr
ibni Ubeyd’in ölümü üzerine Halife Mansur onun adına bir ağıt yakmıştır. Halife
Mansur, kendi statüsünden daha aşağıda olan biri için ağıt yakan ilk halife
olmuştur. (İbni Halikan, Vefayat; İbni Kuteybe, Kitab’ul Me’arif)
Hafız Ebu Bekir onun Allah’ın düşmanlarında biri olduğunu
söylemiştir. (Heysemi, Mecma’uz Zevaid, 4/288) Ebu Hanife, kendisine cisimler
ve arazlar hakkındaki sözden sorulduğunda cevaben şöyle demiştir: "Allah,
Amr ibni Ubeyd’e lanet etsin ki, bunun hakkında insanlara ilk defa o söz
açtı." (Fıkhı Ekber Şerhi, 99) İbni Kuteybe’de onun Tabiin uluları
hakkında kötü sözlerini nakledip onların "pis ve murdar" olduğunu
söylediğini belirtir, ayrıca onun ahmaklıklarına dair bazı nakillerde
bulunmaktadır ki bunlardan birinde Amr, Allah ile arasında temsili bir
konuşmadan bahsederek der ki: "Ben Kıyamet Günü getirilirim ve Allah’ın
huzurunda durdurulurum. (Allah) bana: Niçin katil cehennemdedir? dedin der. Ben
de: Ey Rabbim bu (nun böyle olduğu)nu Sen söyledin derim, ve "Kim bir
mü'mini kasden öldürürse, onun cezası içinde devamlı kalmak üzere
Cehennem'dir." ayetini okur. (İbni Kuteybe, Te'vilu Muhtelif’ul Hadis)
Yunus ibni Ubeyd (rahimehullah) oğlunu heva sahibi bir
adamın yanından çıkarken gördü ve ona şöyle dedi:
"Ey oğul nereden geliyorsun? (Oğlu) dediki: Filanın
yanından. Dedi ki: Ey oğul senin bir hünsa’nın evinden çıktığını görmem benim
için filanın evinden çıktığını görmemden daha sevimlidir. Ey oğul; Allah’ın
huzuruna zinakar, hırsız, fasık, hain olarak çıkman benim için O’nun huzuruna
heva ehlinden falanın ve filanın kavli (i’tikadı) üzere çıkmandan daha
sevimlidir!.."
Görmezmisin Yunus ibni Ubeyd10 , hünsanın oğlunu dininden
çıkarmayacağını, bid'at sahibinin ise onu kafir edene kadar (dininden)
azdırıp-saptıracağını biliyordu!..
Metinde yeralan: "Görmezmisin Yunus ibni Ubeyd,
hünsanın oğlunu dininden çıkarmayacağını..." ifadesi diğer nüshada az bir
farklılıkla şöyle geçmektedir: "Bilmezmisin Yunus, hünsanın oğlunu
dininden çıkarmayacağını..."
Kendi
Zamanının İnsanlarına Çok Dikkat Et!
Kendi zamanının insanlarına –özellikle- çok çok dikkat et!
Kiminle oturduğuna, kimi dinlediğine, kiminle arkadaşlık ettiğine bak! İnsanlar
-onlardan Allah’ın koruduğu kimseler müstesna- sanki riddet içerisindeler!..
Mu’tezile’nin
Önderleri ve Onları Hayır ile Yad edenlerden Sakın!
Bir adamın İbni Ebi Du’ad’ı, Bişr el-Merisi’yi, Sümame’yi
veya Eb’ul Huzeyl’i veya el-Futi’yi veya onlara tabi olanlardan birini veya
taraftarlarından birini (güzel sözlerle) yad ettiğini işitirsen ondan sakın
çünkü o, bid'at sahibidir. Çünkü bu kişiler, riddet üzerindeler ve onları hayır
ile yad eden adamı (da) terk et! Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de)
onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir).
Ahmed ibn'ul Ferec ibni Ebi Du’ad el-İyadi el-Mu'tezili
(240H) Dalalet imamlarındandır. Halk’ul Kur’an Fitne’si döneminde baş kadılık
görevini üstlenmiş ve alimlerin imtihan edilmeleri işini yönetmiştir. Mihne ve
işkencelerin baş sorumlularından biridir. Hatib dedi ki: Sultan onu, Kur'an'ın
mahluk olduğu ve Allah'ın ahirette görülmeyeceği hususunda insanları imtihan
etmekle görevlendirdi."
Hicretin ikiyüzotuzyedinci senesinin Safer ayında halife
Mütevekkil, mazlumların davalarına bakan Mu'tezile mezhebine mensub Kadı İbni
Ebi Duad'a gazaplandı. Onu bu görevden azletti. Bu senenin Rebiyülevvel ayında
halife Mütevekkil, Kadı İbni Ebi Duad'ın mallarına el konulmasını emretti. Kadı
İbni Ebi Duad, felç olmuştu. Sonra ailesi horlanarak Samarra'dan Bağdat'a
sürgün edildi. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu felç illetine mübtela
kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci
Senesi; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/166-169; İbni Hacer, Takrib'ul
Tehzib, 85)
İbni Kesir’in naklettiğine göre: Halife Mütevekkil, Ahmed
ibni Nasr'ın öldürülmesi olayını soruşturmaya başlamış ve Kadı Ahmed ibni Ebi
Du’ad huzura girdiğinde ona meseleyi sormuş Ebi Du’ad da şu cevabı vermiş:
"Eğer Vasık onu kafir olarak öldürmemişse Allah beni felç etsin!
Mütevekkil diyor ki: Kadı İbn Ebi Du’ad'a gelince, Allah Te'ala, onu kendi
cildine hapsetti. Yani onu felç etti. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu
felç illetine mübtela kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin
İkiyüzotuzbirinci Senesi)
"Ölmeden dört sene önce Allah Te'ala onu felç
hastalığıyla müptela kıldı. Ölünceye kadar kımıldayamayacak şekilde yatağında
kaldı. Yiyecek ve içeceklerin lezzetinden, cinsel ilişkinin tadından ve diğer
bazı arzulardan mahrum kaldı. Hasta yatıyorken adamın biri yanına gitti. Ona;
Vallahi seni ziyarete gelmedim, yalnız gebereceğin için seni teselli etmeye
geldim ve hapis cezasından daha ağır bir ceza olan vücudun kımıldayamaz hale
gelişi gibi bir hastalığa seni müptela kıldığından ötürü Allah'a hamd ediyorum
dedi. Sonra beddua ederek Allah'ın, onun hastalığını arttırmasını ve içinde
bulunduğu kötü durumu hafifletmemesini dileyerek yanından çıkıp gitti. Bu da
onun hastalığını daha da arttırdı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye,
Hicretin İkiyüzkırkıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)
Zehebi onun hakkında şunları söylemiştir: "Ahmed ibni
Ebi Du’ad el-Kadı, pis ve murdar Cehmi. 240H yılında helak oldu."
(Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 1/233)
Diğer nüshada ismi zikredilmeksizin Merisi olarak
zikredilmiştir.
Bişr el-Merisi (218H) tam ismi Ebu Abd’ur Rahman Bişr ibni
Ğıyas ibni Abd’ur Rahman el-Merisi el-Adevi el-Bağdadi’dir. Merisi olarak
nispet edilmesi; ya Mısır’da bulunan Meris mıntıkasına yahut da Bağdat’ta
ikamet ettiği Derb’ul Meris’le alakalıdır. Ebu Hanife’den ve daha sonra Ebu
Yusuf’tan ders almış muttaki ve mutedil bir kimse olarak bilinirken daha
sonraları İrca fikrine tutulmuş ve Mürcie içerisindeki Merisi fırkası ona
nispet edilmiştir. Daha sonraları, ‘Makal'el Cehmiyye’ (Mutezili ve Cehmi
düşünce)yi yayan ilk kişi olarak adlandırılmıştır.
Halk’ul Kur’an (Kur’an’ın mahluk olduğu, yaratıldığı)
fikrini ortaya atan ilk kişi olduğu yönünde bilgiler bulunmaktadır. Bişr
Kur'an'ın mahluk olduğunu propaganda ederdi. (el-Muğni, 1/ 107) Halife Me’mun
döneminde, siyasi gücü kullanarak Mihne Dönemi başlatılmış, Bişr el-Merisi
alimleri sorguya çeken kişilerin başında yer almıştır. İmam eş-Şafii ile
aralarında münazaralar olmuştur.
Zehebi; Bişr’in, Cehm ibni Safvan'a yetişemediğini ancak,
Cehm’in Kur'an’ın mahluk olduğu görüşünü benimsediğini, bu görüşü
kuvvetlendirmek için yeni deliller ileri sürdüğünü ve yaymaya çalıştığını
söyler. Bişr’in babası Yahudi idi. Nasr ibni Malik tebası arasında
boyacılık yapar, kaval imal ederdi. Bişr, Harun er-Reşid zamanında 170-193H
(786-808) yakalandı. Kelami görüşleri yüzünden eziyet gördü. (Zehebi, Mizan'ul
İtidal, 1/322)
Bişr el-Merisi, Ebu Yusuf, Hammad ibni Seleme ve Süfyan ibni
Uyeyne gibi alimlerden rivayet etmiş biridir. Bağdat’ta kendisine ait bir fıkıh
meclisi de bulunmaktaydı. Kitab’ul İrca, Kitab’ur Redd ale’l Havaric, Kitab’ul
İstitaa, Kitabu Küfr’il Müşebbihe, Kitab’ul Marife ve Kitab’ul Vaid isimli
kitaplar yazmıştır.
Bişr el-Merisi, Mihne’nin Halife Mutevekkil tarafından sona
erdirildiği 236H (856) yılından uzun süre önce, Halife Abdullah Me’mun gibi
218H yılında yaklaşık 80 yaşındayken ölmüştür.
Osman ibni Sa’id el-Darimi’nin "er-Redd ale’l
Merisi" ve Abd’ul Aziz ibni Yahya ibni Müslim el-Kinani’nin,
"el-Hayde" isimli eseri Bişr el-Merisi’nin görüşlerini reddetmek
kasdıyla kaleme alınan eserlerdir.
Birçok alim kendisini zemmetmiş ve tekfir etmiştir. Zehebi
der ki:
"Sapkın bir bid'atçidir. Ondan nakletmek caiz değildir
ve ona hiçbir saygı gösterilmez. Bazı imamlar, küfrüne hükmetmişlerdir."
(Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 2/35) "Fakih, mütekellim Bişr
el-Merisi 218H yılında ölmüştür. Kur'anı Kerim'in mahluk olduğu görüşünü
yaymaktaydı. Bu senenin sonlarında göçtü. Kendisine hiç bir alim katılmadı.
Bazı imamlar küfrüne hükmetmişlerdir." (Zehebi, el-İber, 1/73)
Anlatıldığına göre, Bişr el-Merisi Horasan’da öldüğünde
cenazasine Ehli Sünnet alimlerinden hiçbiri katılmamıştır. Daha sonraları bir
alimin cenazeye katıldığı duyulmuş ve imamlar onu kınamıştır. Mübtedi Bişr’in
cenazesine katılan imam diğer imamlara; konuşmama izin verin daha sonra
kınayacaksanız kınayın dedikten sonra olayı şöyle anlatmış: Tekbir alındığında
ben de insanlarla birlikte tekbir aldım. Daha sonra Allah’a dua ettim: Rabbim,
bu kulun (Bişr) kabir azabını inkar ediyordu. Daha önce başka hiç kimseye
tattırmadığın bir şekilde bu kuluna kabir azabı ver! Daha sonra Allah’a şöyle
dua ettim: Rabbim, bu kulun Kıyamet Günü’nde gerçekleşecek olan şefaati inkar
ediyordu. Bu kuluna Kıyamet Günü, şefaatin hiçbirini tattırma! Daha sonra Allah’a
Bişr’in kabul etmeyip inkar ettiği diğer meseleler hakkında tek tek dua ettim
ve Bişr’i mahrum etmesini, cezalandırmasını diledim. Bunun üzerine imamlar
gülmeye başlamış. Bişr el-Merisi hakkında daha fazla bilgi için şu eserlere
müracaat ediniz: Hatib el-Bağdadi, Tarih Bağdad, 7/56-57; Zehebi, Siyer
A’lem'un Nubela, 10/199-203; Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 2/35; İbni
Halikan, Vefayat’ul Ayan, 1/277; İbn’ul Esir, el-Lubab, 3/200; İbni Kesir,
el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Sümame ibni Eşras Ebu Ma’n el-Numeyri el-Basri (213H).
Mu’tezilenin önderlerinden ve sapkınlığın başlarındandı. (Zehebi, Mizan'ul
İ’tidal, 2/94) Mu’tezile içerisinde Bağdat ekolünde yeralıyordu. Abbasi
devletinde Mu’tezili görüşlerin yayılmasında büyük rol oynamıştır. (Zirikli,
el-A’lam, 2/100) Halife Harun er-Reşid döneminde Kaderiyye’nin liderlerinden
olduğu ve zındık olduğu gerekçesiyle bir süre hapsedilmişti. (Taberi, İlk Dönem
Abbasi Devleti, Ebu Ca’fer el-Mensur Dönemi) Halife Me'mun'u i'tizal fikrine
çekerek saptıran kişi olduğu söylenir. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak) Sümame,
Ahmed ibni Nasr el-Mervezi'yi Halife Vasık'a jurnal eder ve ona,
el-Mervezi'nin, Kur'an'ın yaratılmış olduğunu söyleyeni tekfir ettiğini anlatır
ve öldürülmesine vesile olur. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak)
"Din anlayışındaki basitlikle nefsani isteklerdeki
bayağılığı birleştirmiş biriydi." (Şehristani, el-Milel ve’n Nihal) Din ve
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile alay ettiği nakledilmiştir. O da
diğer Mu’tezili önderleri gibi hadisle alay etmiş ve hadisi reddetmiştir.
İbni Kuteybe şöyle der: "Onun da dininin zayıf
olduğunu, İslam’a noksanlık isnad edip İslam ile alay ettiğini, Allah’ı tanıyıp
ona iman eden hiçbir kimsenin söyleyemiyeceği şekilde İslam'a dil uzattığını
görüyoruz. Yine onun herkesçe malum meşhur bir sözü nakledilir: Bir gün Cuma
namazını kaçırma korkusuyla mescide doğru koşuşan bir grubu görür ve: Şu
öküzlere, şu eşeklere bakınız!.. der. Sonra adamlarından birine: Şu Arab (diğer
nüshada –Şu Kureyşli-) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i kasdediyor,
insanlara neler yaptı!.. der." (İbni Kuteybe, Te’vil, 60; Bağdadi, el-Fark
beyn'el Firak) Bağdadi, onun bilerek namaz vaktini geçirdiğine ve sarhoş olarak
görüldüğüne dair nakillerde bulunur. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak)
Mütevekkil, Ahmed ibni Nasr’ın ölümünü şüpheli bulduğunu
söyleyince Sumame: "Eğer onu öldürmekle isabetli bir iş yapmamışsam, Allah
beni kılıçların altına yatırsın" der. Sumame Mekke'ye doğru yola çıkar;
Huzaalılar, Safa ile Merve arasında onu görürler. Onlardan biri bağırarak, “Ey
Huzaalılar! Efendiniz Ahmed ibni Nasr'ı jurnal eden ve kanının dökülmesine
çalışan, işte bu adamdır!” der. Bunun üzerine Huzaa oğulları, kılıçlarıyla onu
öldürünceye kadar üzerine saldırırlar. Sonra leşini el-Haram'dan çıkarırlar. Ve
vahşi hayvanlar da, Haram'ın dışında onu parçalayıp yerler. (İbni Kesir,
el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci Senesi; Bağdadi, el-Fark
beyn'el Firak)
Muhammed ibn'ul Huzeyl ibni Abd(el-Kays) Ebu’l Huzeyl
el-Allaf el-Basri (235H). Mu’tezilenin şeyhlerinden ve; bid'at ve dalalet
imamlarındandır. Mu’tezilenin el-Huzeyliye kolunun kurucusudur. Bağdadi der ki:
"el-Allaf olarak bilinir. (el-Fark beyn'el Firak, 103) Mu’tezilenin
i’tikadi doktrinini oluşturan Usuli Hamse (beş esas) üzerine ilk eseri neşreden
şahıstır. Aynı zamanda Tevhid ve Adl esaslarının teşekkülünde de payı büyüktür.
İbni Kuteybe onunla alakalı şunları söyler: "Görüyoruz
ki, o da yalancının ve iftiracının biridir. (...) Cehennemliklerin azabının,
cennetliklerinin de nimetlerinin ebedi olmayıp sona ereceğini
söylemiştir." (İbni Kuteybe, Tevilu Muhtelif’ul Hadis; Bağdadi, el-Fark
beyn'el Firak, 103)
Bağdadi, onun kepazelikleri ve saçmalıklarından bahsedip
gerek kendi dostlarından Mu’tezileden ve gerekse diğer fırkalardan ona çok
sayıda kişinin reddiye yazıp onu tekfir ettiklerini kaydetmiştir. (Bağdadi,
el-Fark beyn'el Firak, 103)
Bknz: (Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdad, 3/366-370; İbni
Halikan, Vefayat, 617; İbni Kuteybe, Tevilu Muhtelif’ul Hadis, 53-55; Eşari,
Makalat; Abd’ul Kahir Bağdadi, Fark beyn'el Firak, 103; İbni Hazm, Fisal,
2/193, 487; 4/19, 83; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 34-37; Malati, 38-39;
İsferani, 42)
Diğer nüshada ismi ile birlikte "Hişam el-Futi"
şeklinde geçmektedir.
Hişam ibni Amr el-Futi (H228) ile alakalı bilgi daha önce
"Allah, Cezayı Hakeden Kullarını Cehennem’in İçinde Cezalandıracaktır,
Cehmiyye’nin İnandığı Gibi Cehennem’in Yanında Değil" başlığı altında 1
nolu dipnotta verilmişti.
Metinde geçmekte olan: "Bir adamın İbni Ebi Du’ad’ı,
Bişr el-Merisi’yi, Sümame’yi veya Eb’ul Huzeyl’i veya el-Futi’yi..."
ifadesi diğer nüshada az farkla şöyle geçmektedir: "Bir adamın İbni Ebi
Du’ad’ı ve el-Merisi’yi veya Sümame’yi ve Eb’ul Huzeyl’i ve Hişam
el-Futi’yi..." şeklinde ifade edilmektedir.
Metinde geçen: "veya onlara tabi olanlardan birini veya
taraftarlarından birini (güzel sözlerle) yad ettiğini işitirsen ondan sakın
çünkü o, bid'at sahibidir." ifadesinde yer alan "işitirsen"
sözcüğü diğer nüshada "görürsen" sözcüğü ile ifade edilmiştir:
"veya onlara tabi olanlardan birini veya taraftarlarından birini (güzel
sözlerle) yad ettiğini görürsen ondan sakın çünkü o, bid'at sahibidir."
Bu pasajın son cümlesinin sonunda geçmekte olan:
"Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı
seviyededir)" ifadesi dğer nüshada bulunmamaktadır ve pasaj şöyle sona
ermektedir: "Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı
yoldadır (aynı seviyededir)"Çünkü bu kişiler, riddet üzerindeler ve onları
hayır ile yad eden adamı (da) terk et!"Onlardan birini (hayır ile) yad
eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir)."
İnsanları
Sünnet ile İmtihan Etmek
İslam’da (kişinin i’tikadını) imtihan etmek bid'attir, fakat
bizim bugünümüze geldiğimizde, (insanlar) Sünnet’e göre imtihan edilirler kavil
gereğince:
"Şüphesiz ki bu ilim dindir; dininizi kimden aldığınıza
dikkat edin!.."
"Yalnız şehadetini kabul ettiğiniz kişilerden hadis
kabul edin!.." Bu söz, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den, ibni Abbas
(radiyallahu anhma ecmain) yoluyla merfu olarak rivayet edilmiştir. (Hatib
el-Bağdadi, el-Kifayet'ul İlm ve'r Rivaye, 95; Hatib, Tarih, 301/9;
Ramehurmuzi, el-Muhaddis'ul Fasıl, 411) ancak İbn'ul Cevzi tarafından mevzu
(uydurma) olduğu belirtilmiştir. (İbn'ul Cevzi, el-İlel’ul Mutenahiyye, 131/1)
Böylece (kişinin durumuna) bakmalısın; eğer Sünnet
sahibiyse, ilmi varsa ve sıdkı biliniyorsa ondan (hadis) yazabilirsin, aksi
takdirde onu terk etmelisin!..
Hak ve
Sünnet Yolunda İstikamet Üzere Kalmak İstersen, Kelam’dan ve Kelam Ehli’nden
Uzak Dur
Eğer hak üzerinde ve senden önceki Sünnet Ehli’nin yolunda
istikamet üzere (sabit) kalmak istersen; kelam ilminden, kelam ashabından,
cedelden, tartışmadan, kıyastan ve dinde münazara etmekten uzak dur!.. Onlardan
birşey almazsan bile, onların sözüne kulak vermen kalpte şüphe doğurur, bu da
(batılı) kabul etmek için kifayet eder (yeterlidir) ki neticede helak
olursun!..
Kelam
İlmi, Cedel, Tartışma ve Kıyas; Zındıklık, Bid'at, Heva ve Dalalet'in
Kapılarıdır
Kelam ilmi, cedel, tartışma ve kıyas ortaya çıkmasaydı;
zındıklık, bid'at, heva ve dalalet asla mevcut olmazdı çünkü bunlar bidat’in,
şüphelerin ve zındıklığın kapılarıdır.
Din,
Taklittir
Kendin için kaygılan, Allah'tan kork!.. Asara ve asar ehline
tabi olman ve taklid etmen vaciptir, çünkü bu din yalnız taklittir (yani Nebi
sallallahu aleyhi ve selleme ve ashabına rıdvanullah aleyhim ecmain!). Bizden
öncekiler bizi şaşkın bırakmadılar onları taklid et ve rahat et! Asar ve asar
ehlinden öteye (gidip) haddi aşma! Müteşabihlerde dur ve (onlara) hiçbir şeyi
kıyas etme!
Bid'at
Ehli’ni Reddetmekten Kaçınmak
Sendeki bir hileyle bid'at ehlini reddetmeye çalışma çünkü
sana onlarla münasebetde sükut etmen emrolundu ve senin nefsine (tesir
etmelerine) imkan verme! Bilmezmisin ki Muhammed ibni Sirin (ki onca) fazileti
ile, ne bir meselede bid'at ehlinden birine cevap vermiş ne de ondan Allah’ın
Kitabı’ndaki bir ayeti bile dinlememiştir. Ona bu yaptığı sorulduğunda demiş
ki:
"Korkarım ki, ayeti tahrif eder ve kalbime bir şüphe
düşer."
Muhammed ibni Sirin ibni Ebi Amr Ebu Bekir el-Ensari, Tabiin
neslinin meşhur imamlarındandır. Buhari’nin Sahih’inde ellidokuz ve Müslim’in
Sahih’inde ise seksendokuz hadisi vardır. Şeyhleri ve kendisinden hadis
dinledikleri arasında, Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit
(radiyallahu anh), Hasan ibni Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anhuma ecmain),
Semire ibnin Cundeb (radiyallahu anh), İmran ibni Huseyn (radiyallahu anh),
Mu’aviye ibni Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Derda (radiyallahu anh),
Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) ve Aişe bint Ebu Bekir (radiyallahu anha)
gibi ashabın önde gelen şahsiyetleri ve bundan başka Tabiin neslinden diğer
bazı önemli şahsiyetler bulunmaktadır. Kendisinden hadis nakledenler arasında
da Abdullah ibni Avn ibni Arteban, Yunus ibni Ubeyd ibni Dinar, Cerir ibni
Hazim ibni Zeyd, Eyyub el-Sahtiyani, Katade, Malik ibni Dinar, Evzai, gibi
alimler bulunmaktadır. 110H yılında 76 yaşında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer
A’lem'un Nubela, 4/606-622; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 483; 693; Ebu Nu’aym,
Hilyet’ul Evliya, 263-282; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 111, 241-248; Hatib
el-Bağdadi, Tarihi Bağdad, 5/331; İbn’ul İmad, Şezerat’uz Zeheb, 1/138-139;
İbni Halikan, Vefayat’ul Ayan, 111, 321-322; Safedi, el-Vafi bi’l Vefeyat, 111,
146; Tabakat’ul Huffaz; İbni Sa’d, Tabakat’ul Kubra)
Darbı Mesel olan: "Bu ilim dindir; dinini kimden
aldığına dikkat et!.." (Müslim) ve "Biz isnaddan sormazdık (birisi
bize bir hadis rivayet ettiğinde, kimden aldığını araştırmazdık); ne zaman ki
fitne çıktı, o zaman isnaddan sormaya başladık." (Müslim) sözleri ona
aittir.
Metinde geçmekte olan: "Muhammed ibni Sirin (ki onca)
fazileti ile, ne bir meselede..." ifadesi diğer nüshada az bir farklılıkla
şu şekilde geçmektedir: "Muhammed ibni Sirin (ki onca) fazileti ile
beraber, ne bir meselede..."
Darimi (Sünen); Lalekai, Usul İ’tikad Ehl’is Sünne,
1/150-151 242; İbni Vadda el-Kurtubi, el-Bida ve’n Nehyu anha, 53; İbni Batta,
el-İbane el-Kubra, 377
Bu hikmet dolu sözlerin benzerleri, imamlardan muhtelif
yerlerde rivayet edilmiştir:
Hişam dedi ki: Hasan (el-Basri) ve Muhammed ibni Sirin’in
her ikisi de dedi ki: "Heva ehli ile oturma, onlarla tartışma ve onlardan
hiçbir şey dinleme!" (İbni Batta, el-İbane 395)
Abdullah ibn'ul Busri dedi ki: "Bizim yanımızda Sünnet;
heva ehline reddiye yapmak değil, onlardan herhangi biri ile
konuşmamaktır." (İbni Batta, el-İbane 478)
Ebu Kilabe dedi ki: "Heva ehli ile oturma, onlarla
tartışma! Onların sapkınlıklarını kalbine koymalarından yada senin
bildıklerinden şüpheye düşürmelerinden kendimi güvende hissetmiyorum."
(İbni Batta, el-İbane 369)
Hadisi
İnkar Edip Allah’ı Tazim ve Tenzih Ettiğini İddia Eden
Eğer bir adamın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin
asarını işittiğinde; "Biz Allah’ı tazim ediyoruz!.." dediğini
işitirsen bil ki o Cehmi’dir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin asarını
reddetmek istiyor ve bu sözü ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin
asarını reddediyor. O (Allah’ın) ruyeti hadisini ve (Allah’ın) nüzulu hadisini
ve bundan başka hadisi işittiğinde Allah’ı "Tazim" ve
"Tenzih" ettiğini iddia ediyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellemin asarını reddet miyormuş? Eğer derse ki: "Biz Allah’ın bir yerden
başka bir yere nüzul etmeyecek kadar azametli olduğuna i’tikad
ediyoruz!.." artık o, Allah’ı başkalarından daha iyi tanıdığını iddia
etmiştir. Onlardan uzak ol!.. Çünkü avamdan insanların çoğu ve diğerleri
onların halindedir ve insanları onlardan sakındır!..
Metinde geçmekte olan: "Eğer bir kimse sana bu
kitaptaki bir mesele hakkında sorarsa..." cümlesindeki "kitap"
lafzı diğper nüshada "bab" olarak geçmektedir: "Eğer bir kimse
sana bu babtaki bir mesele hakkında sorarsa..."
Münazarada;
Tartışma, Cedel, Üstün Gelme İsteği, Husumet (Düşmanlık) ve Gazaplanma Vardır
Eğer bir kimse sana bu kitaptaki1 bir mesele hakkında
sorarsa, ve eğer bu söz ile o irşad olunmayı isterse onunla konuş/uyar ve doğru
yolu göster. Eğer münazara etmek isterse; bundan sakın! Münazarada; tartışma,
cedel, üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve gazaplanma vardır ve bunlar
sana kati olarak yasaklanmıştır.
Metinde geçmekte olan: "Münazarada; tartışma, cedel,
üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve gazaplanma vardır ve bunlar sana
kati olarak yasaklanmıştır." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir:
"Münazarada; tartışma, cedel, üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve
gazaplanma vardır ve bunların hepsi yasaklanmıştır."
Her ikisinde; birlikte hak yoldan çıkmış olursunuz.
Fakihlerimizden, alimlerimizden hiçbirinden onların münazara veya cedel yada
husumet güderek rakabet etmesi konusunda bize herhangi bir nakil ulaşmamıştır.
Dinini
Münazara Konusu Etme
Hasan (el-Basri) dedi ki: "Hikmetli adam hikmetini
yaymak için ne münakaşa eder (çekişir) ne de kimseye yaltaklanır. Eğer
(hikmeti) kabul olunursa Allah’a hamd eder, reddedilirse (yine) Allah’a hamd
eder."
Birisi Hasan (el-Basri)’nin yanına geldi ve dedi ki: "Seninle
din hakkında burada münazara edelim. Hasan
(ona) dedi ki: Ben, kendi dinimi biliyorum, eğer sen dinini yitirdiysen git de
dinini (tartışma mevzusu edip) ara-bul!.."
Ebu Sa’id el-Hasan ibni Ebi’l Hasan el-Basri (110H). Tabiin
döneminin büyük imamlarındandır. Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'ın
halifeliği döneminde doğdu. Onu alıp Ömer ibn'ul Hattab'a götürdüler. Ömer
(radiyallahu anh) da onun için dua etti. Buhari’nin Sahih’inde kırküç ve
Müslim’in Sahih’inde ise otuzsekiz hadisi vardır.
Kendisinden ilim alıp hadis naklettiği sahabeler arasında
Ubey ibni Ka’b (radiyallahu anh), Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh), Sevban
(radiyallahu anh), Ammar ibni Yasir (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu
anh), Osman ibni Ebi'l As (radiyallahu anh), Osman ibni Affan (radiyallahu
anh), Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu
anh), Ebu Bekre (radiyallahu anh), İmran ibni Huseyn (radiyallahu anh), İbni
Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain),
Abdullah ibni Amr ibn'ul As (radiyallahu anhuma ecmain), Mu’aviye ibni Ebu
Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain), Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Cerir
ibni Abdullah (radiyallahu anh) ve başkaları vardır. Hasan el-Basri’den ilim
alan ve hadis nakleden talebeleri arasında meşhur imamlar da vardır: Eyyub
el-Sahtiyani, Katade, Cerir ibni Hazim ibni Zeyd, Rebi, Sa’id ibni İyas,
Şeyban, Abdullah ibni Avn el-Arteban, Ata ve Yunus ibni Ubeyd. 110H yılında
vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 4/563-588; İbni Hacer,
Takrib'ul Tehzib, 160; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 500; İbni Kesir, en-Bidaye
ve’n Nihaye, Hicretin Yüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmeti’ni Cedel Yapmaktan Nehyetti
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem evinin kapısının
karşısında bir grup insanın konuştuğunu işitti. Onlardan biri şöyle dedi:
"Allah böyle mi diyor? Bir başkası dedi ki: (Allah) böyle mi diyor?
(Rasulullah evinden) gazapla çıktı ve dedi ki: Size bu mu emredildi? Allah’ın
Kitab’ından bir kısmını diğeriyle çarpıştırmanız için mi ben size peygamber
olarak gönderildim?!" Ahmed ibni Hanbel, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Sünne,
406
Böylelikle cedel
yapmalarını yasakladı.
İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) münazarayı sevmezdi ve
Malik ibni Enes ile; ondan önce ve ondan sonra günümüze kadar yaşayan (alim)
kişiler de (münazarayı sevmezdi). Allah’ın
sözü yarattıklarının sözünden daha büyüktür. Allah tebareke ve teala
şöyle der:
"Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası
mücadele etmez." Ğafir (Mü'min) 40/4
Bir adam Ömer (radiyallahu anh)’a sordu: "Yumuşacık
çekip alanlara!.." en-Naziat 79/2 ne demektir? (Ömer ibn'ul Hattab) şöyle
dedi: Eğer başın traşlı olsaydı boynunu vurmuştum!.."
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’a bu soruyu yönelten
kişi Sabiğ ibni Useyl’dir. İbni Teymiyye, hadisin Sahih olduğunu belirtir.
(es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357)
Sabiğ, Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın halifeliği
döneminde Medine’ye gelmiş ve Kur’an’ın müteşabihleri hakkında sorular sormaya
başlamış. Bir rivayete göre önce Mısır’a gitmiş ve orada müteşabihler hakkında
kafa karıştırıcı sözler etmesi sebebiyle Amr ibni As (radiyallahu anh)
tarafından Medine’ye gönderilmiştir. (Kenz'ul Ummal, 1/228)
Şatıbi’nin nakline göre Sabiğ yanında Allah'ın Kitabı ile
(Kabe’yi) tavaf ediyor, bir taraftan da şöyle diyordu: "Kim (Kur'anı)
anlamak isterse Allah ona anlayış verir. Her kim de öğrenme isteği içinde
olursa Allah ona ilim verir." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71) Şatibi yine şöyle
demiştir:
"İbni Vehb (bu mesele hakkında) İmam Malik'in şöyle
dediğini ifade etmiştir: Ömer (radiyallahu anh), Sabiğ'in Kur’an hakkında
birtakım sorular sorduğu kendisine ulaştığında onu dövmüştür." (Şatıbi,
el-İ’tisam, 2/71) Şatibi şöyle de demiştir:
"Bu dövme olayı, ancak uygulama yapılacak (amel
edilecek) bir şeyle ilgisi olmayan hususların sorulmasından dolayı olmuştur.
Belki onun en-Naziat suresi 3. ayetindeki "Sabihat", Mürselat suresi
1. ayetindeki "Mürselat," ve buna benzer şeyleri sorduğu
(sağda-solda) anlatılmıştır." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71-72)
Berbehari’nin ve başkalarının belirttiği üzere Sabiğ:
"Yumuşacık çekip alanlara!.." (en-Naziat 79/2) ayetinin manasını
sormuştu. (Lalekai, Usul İ’tikad Ehl’is Sünne, 2/701-702 1136; İbni Teymiyye,
es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357)
Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) hurma sapından sopalar
hazırlamış ve onu huzuruna davet etmiştir. Adam gelir gelmez ismini sormuş,
Sabiğ ona “Abdullah ibni Sabiğ” cevabını verince Ömer ibn'ul Hattab
(radiyallahu anh) da ona; “ben de Abdullah (Allah’ın kulu) Ömer’im” demiş ve
adamı dövmeye başlamıştır. (İbni Teymiyye, es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357) Adamı
dövmüş bir mühlet beklemiş ve tekrar tekrar (iki-üç defa) dövmüştür. Sabiğ’in
kafasına, ta ki Sabiğ: "Yeter ya Emir'el Mü’mi’nin kafamdaki şüpheler
dağıldı!" deyinceye kadar vurmuş. Daha sonra onu Basra’ya sürgün etmiş ve
Basra emiri olan Ebu Musa el-Eş’ari (radiyallahu anh)’a bir mektup yazarak onu
gözetim altında tutmasını ve Müslümanlardan hiç kimsenin onunla konuşmamasını
emretmiştir. Bir yıl sonra Sabiğ pişmanlığını ifade edince Ömer ibn'ul Hattab
(radiyallahu anh) onun yakasını bırakmıştır.
Bu olay, Süleyman ibni Yesar’dan o da Abdullah ibni Ömer
(radiyallahu anhuma ecmain)’in azatlı kölesi Nafi'den nakletmek suretiyle
Darimi tarafından nakledilmiştir. Kenz'ul Ummal (1/228)’da ve ayrıca İbni
Asakir (Tarih, 23/412) tarafından da rivayet edilmiştir. Suyuti, el-İtkan
(3/7-8) isimli eserinde bu olaya yer vermiştir. Sabiğ o döneme kadar kavminin
efendisiyken, bu olaydan sonra hiç kimse onunla konuşmamıştır. (el-İsabe,
2/198) Ebu Musa (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh)’a Sabiğ'in
davranışının düzeldiğini yazdı ve Ömer (radiyallahu anh) insanların onunla bir
arada oturmasına izin verdi. (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/72)
İmam Şatıbi, Malik ibni Enes kanalıyla bu olayı nakletmiş ve
şöyle demiştir: "Bu dövme olayı, ancak uygulama yapılacak (amel edilecek)
bir şeyle ilgisi olmayan hususların sorulmasından dolayı olmuştur. Belki onun
en-Naziat suresi 3. ayetindeki "Sabihat", Mürselat suresi 1.
ayetindeki "Mürselat," ve buna benzer şeyleri sorduğu (sağda-solda)
anlatılmıştır. Dövme (cezası) ancak Tenzihen Mekruh olmanın üzerinde bir suç
işleme durumunda olur. Çünkü hiçbir müslümanın kanı ve ırzı Tenzihen Mekruh
olan bir iş işleme durumunda Mubah görülemez. Ömer (radiyallahu anh)’ın onu
dövmesi dinde bir icad yapılıp, bunun da amel edilecek/işe yarayacak bir şeyle
meşgul olunması korkusundandır. Ayrıca Ömer (radiyallahu anh) bu davranışın
benzerlerine yol açmasından endişe ettiği için Sabiğ'i cezalandırmıştır.
Böylece Kur’an’daki müteşabihatın araştırılması yolunun önünü kesmek için bu
uygulamaya başvurmuştur. (...) Sabiğ olayının benzeri, pekçok örnekler vardır.
Bu örnekler gösteriyorki insanlara göre önemsiz/basit görülen bid’at aslında
basit birşey değildir." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71-72)
Muvatta’da geçen bir başka rivayette, Abdullah ibni Abbas
(radiyallahu anh)’a adamın biri ganimetler hakkında soru sormuş. Adama cevab
vermesine karşın adam ısrarla sorular sormaya devam etmiş ve en son "Enfal
nedir?" diye sormuş. Bunun üzerine, İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)
adama Sabiğ’in kıssasını hatırlatmak suretiyle bu tarz sorular sormaya devam etmesi
durumunda başına geleceklere işaret etmiştir.
Emir'el Mü’minin Ömer ibn'ul Hattab (radiyalalhu anh)
böylelikle dini ve akılları; şüphecilerin şüphelerinden korumuştur. Ömer ibn'ul
Hattab (radiyalalhu anh) bu dini; sarhoş edici içki mübtelalarından koruduğu
gibi, dini şüphecilik ile ve sorularıyla yıkma girişiminde bulunan kimselerden
de –Allah’ın izniyle- korumuştur. Şüphe yok ki bu ikincisi, toplumda ve dinde
daha büyük bir fesada yolaçacak, olumsuz etkileri daha çok ve daha yıkıcı
olacaktır. O; ferasetiyle ve yüksek anlayışıyla doğru ile yanlışı biribirinden
ayırdeden Faruk'tu (radiyallahu anh).
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
"Mü’min münakaşa etmez ve ben Kıyamet Günü’nde münakaşa edene şefaat
etmeyeceğim. Hayrının azlığına göre, münakaşa edeni terk edin!.."
Taberani, el-Mu’cem'ul Kebir, 8/152; 7659; İbni Hibban, el-Mecruhin, 2/225-226;
İbni Asakir, Tarih, 33/367-368
Sünnet
Ehli, Sünnet’in Özelliklerinin Tümünü Birarada Barındırandır
Bir kimsede; Sünnet’in özelliklerinin birarada olduğunu bilmediği
takdirde müslüman bir zatın o kişi hakında "filan Sünnet Ehli’dir"
demesi helal değildir. Sünnet’in (bütün) hepsi onda birarada olmadığı müddetçe
ona "Sünnet Ehli’dir" denilmez.
Yetmişiki
Bid'at Fırkası’nın Kökü Dört Bi’dattir
Abdullah ibni Mübarek dedi ki: "Yetmişiki bid'at
(fırkasın)ın aslını (kökünü) dört bid'at teşkil eder; böylelikle bu dört
bid'attan, bu yetmişiki bid'at ayrılmıştır. (Bu dört bid'at) Kaderilik,
Mürcielik, Şialık ve Haricilik’tir."
Şialık
Bid'atinden Kurtulmanın Yolu
Her kim Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ı, Ömer (radiyallahu
anh)’ı, Osman (radiyallahu anh)’ı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin
(diğer) sahabelerine takdim ederse (üstün tutarsa) ve diğerleri hakkında yalnız
hayır söz söylerse ve onlara dua ederse, Şialık’tan -başından ve sonundan
(tamamen)- kurtulmuştur.
Mürcielik
Bid'atinden Kurtulmanın Yolu
Her kim de: "İman;
söz ve ameldir, artar ve eksilir" derse İrca’dan -başından ve sonundan
tamamen- kurtulmuştur.
Haricilik
Bid'atinden Kurtulmanın Yolu
Herkim: "Her birr (iyi) ve facirin arkasında namaz
caizdir ve her halife ile cihad vardır" derse, kılıç ile sultana karşı
çıkmayı caiz görmez ve onların salahı (ıslah olmaları) için dua ederse,
Haricilerin görüşlerinden -başından ve sonundan (tamamen)- kurtulmuştur.
Kaderilik
Bid'atinden Kurtulmanın Yolu
Tamamıyla; Hayrı ve Şerri ile Kader’in Allah’dan3 olduğunu,
Allah’ın dilediğini saptırdığını ve dilediğini doğru yola yönelttiğini söyleyen
kimse Kaderiler'in görüşünden -başından ve sonundan (tamamen)- kurtulmuş olur
ve o kişi Sünnet sahib’dir.
Şia
Bid'ati
Uydurulmuş bir bid'at var ki, Azametli Allah’a karşı
küfürdür, onu söyleyen (i’tikad eden) herkes kafirdir ve bunda hiçbir şüphe
yoktur: Ric’at’a inanan ve Ali ibn Ebi Talib (radiyallahu anh)’ın diri
olduğunu, Kıyamet Günü’nden önce onun, Muhammed ibni Ali, Ca’fer ibni Muhammed
ve Musa ibni Ca’fer’in döneceğini söyleyen, (12 İmam olarak tanıttıkları)
imamlar hakkında konuşan, onların gaybi bildiklerini söyleyen kişilerden uzak
dur çünkü onlar Azametli Allah’a karşı kafirdirler ve bu sözü söyleyen de
(Kafir’dir).
Şia inançları arasında yeralan Ric’at (hayata yeniden
dönme), daha önceden yaşamış ve ölmüş olan bazı kişilerin Kıyamet’e yakın bir
zamanda yeniden dünyaya döneceklerine dair bir inançtır. Temeli; ahiretten önce
dünyada mü’minlerin ve Allah’ın düşmanları olan (!) Ebu Bekir ve Ömer ibn'ul
Hattab gibi ashabdan ve sonraki dönemlerdeki Ehli Sünnet ulemasından, zalim (!)
ve müfsitlerden (!) intikam almaları için Allah’ın bazı mü’minlerle zalimleri
dirilteceği inancına dayanmaktadır. Bu konuda, mezheplerince Sahih saydıkları
birtakım uydurma rivayetler ve konuyla alakasız bazı ayetleri (el-Bakara 2/259;
el-Bakara 2/243; el-Bakara 2/56; el-Kehf 18/47; el-Kehf 18/12; en-Neml 27/83;
Ğafir 40/11) delil olarak ileri sürmüşlerdir. Cahil ve azgınların şerrinden ve
bu iddiaların tümünden Allah'a sığınılır.
Tu’ma ibni6 ve Süfyan ibni Uyeyne dediler ki: "Herkim
Ali (radiyallahu anh) ile Osman (radiyallahu anh), da (aralarındaki üstünlük
meselesinde) duraksarsa o Şii’dir, adil sayılmaz. Onunla ne konuşulur ne de
oturulur. Ali (radiyallahu anh)’ı Osman (radiyallahu anh)’dan üstün tutan ise
Rafızi’dir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının (Osman’ın
Ali’den üstün olduğu hususundaki) emrini8 terketmiştir."
Ehli Sünnet genel manada Osman (radiyallahu anh)’ın Ali
(radiyallahu anh)’a takdim edileceği ve onun daha hayırlı ve üstün olduğu
görüşündedir. Ancak ulema arasında bu hususta duraksayanlar olduğu gibi Ali
(radiyallahu anh)’ın daha hayırlı olduğu hususunda görüş bildirenler vardır.
Sırf bu şekilde görüş bildirdiği için hiç kimse Bid'atçi sayılmamış ve ne de
adalet vasfını yitirmemiştir.
İbni Hacer, İbrahim ibni Abd’il Aziz ibni Dahhak’tan
bahsederken şöyle demiştir: "Ebu’ş Şeyh ve sonra Ebu Nu’aym şunu
naklettiler. O (İbrahim ibni Abd’il Aziz ibni Dahhak) hadis rivayet etmek için
oturdu faziletler hakkında kitabını hazırladı. Ebu Bekir (radiyallahu anh)
sonra da Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın faziletlerini dikte etti ve
sonra dedi ki: Osman (radiyallahu anh) ile mi yoksa Ali (radiyallahu anh) ile
mi başlayalım? Dediler ki: "Bu Rafızi’dir!.." ve onun hadisini terk
ettiler. (İbni Hacer dedi ki) Derim ki: Bu apaçık zulümdür. Çünkü bu, Ehl'is
Sünnet’ten bir grup alimin mezhebidir. Bununla, o ikisini (Osman ibni Affan ile
Ali ibni Ebi Talib) kasdediyorum. Cumhur ulema, Osman (radiyallahu anh)’ı öne
geçirseler de, Ehl’is Sünnet’ten bir grup alim, Ali (radiyallahu anh)’ı Osman
(radiyallahu anh)’ın (faziletde) önüne geçirirlerdi. Onlar arasında Süfyan
es-Sevri ve İbi Huzeyme yeralır." (İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 1/314)
Şeyh’ul İslam ve Hafız Ebu Muhammed Süfyan İbni Uyeyne
107H-198H
Şeyh’ul İslam ve Hafız Ebu Muhammed Süfyan İbni Uyeyne İbni
Ebi İmran Meymun Ebu Muhammed el-Hilali, el-Kufi ve sonraları el-Mekki’dir.
Künyesi Ebu Muhammed’dir. Lakabı İbni Uyeyne’dir. Bazıları da onu Hilal
oğullarının mevlası (azadlısı) olmasına nisbet ederek Ebu Muhammed el-Hilali
lakabı ile çağırmışlardır.
Abd'ur Rahman ibni Bişr, Süfyan’ın küçük yaşta hadis rivayet
etmeye başladığı konusunda: “Zühri'den hadis rivayet edenler arasında
Süfyan’dan daha küçük yaşta olan birisini görmedim.” (Buhari, Tarih, 4/94)
derken, Ebu Gassan’ın: “Süfyan’ın, on altı yaşında iken Amr ibni Dinar’dan
hadis almaya başladığını, on dokuz yaşında iken de Amr’ın vefat ettiğini, bana
söyledi.” (Bağdadi, Tarih Bağdat, 9/174-178) dediği belirtilmektedir. (Süfyan
bin Uyeyne ve Hadis Cüz’ü)
Süfyan ibni Uyeyne’nin güvenilirliği konusunda muhaddislerin
müttefik olduğu ve onu saduk, imam, alim, sebt, huccet, zahid ve sika gibi
tadil lafızlarıyla tezkiye ettikleri görülmektedir. (Süfyan bin Uyeyne ve Hadis
Cüz’ü) Hakim, beldelere tahsis edilen Esahh’ul Esanid (en sağlam isnadlar)
arasında, Mekke isnadına onun isminin yer aldığı isnada yer vermiş (Hakim,
Ma’rifet'ul Ulum’il Hadis, 55) ve yine aynı şekilde, hadis rivayetindeki en
sahih senedlerde Süfyan'ı ana rükün olarak kabul etmişdir. (Hakim, Ma’rifet'ul
Ulum’il Hadis, 53-55)
Hicri 107 yılında Kufe’de doğmuş ve doksanbir yıl
yaşamıştır. Hicri 198 yılının Receb Ayı’nın başlarında (yahut Cemaziy'el Evvel
Ayı’nın son günü) vefat etmiştir. (Tehzib'ut Tedhib, 2/357; Siyer A’lam'un
Nubela, 8/454; Siyer A’lam'un Nubela, 8/474; İbni Kesir, el-Bidaye ve'n Nihaye,
10/412-413, Hicretin Yüzdoksansekizinci Senesi; Şezerat'uz Zeheb, 1/354-355;
Sıfat’us Safve, 2/234)
Süfyan ibni Uyeyne tabiin neslinde seksen kişiye yetişti.
Amr ibni Dinar, İbni Munkedir, Ebu Ha’zim, Eyyub, Ziyad ibni İlaka ve Zuhri
gibi alimlerden hadis dinlemiştir. Hocaları arasında A’meş, İbni Cureyc ve
Şu’be, Hişam ibni Urve, Eyyub el-Sahtiyani, Zeyd ibni Eslem, Ebu Hazim, Tavus,
Zuhri, Alkame gibi kimseler vardır. Bunlardan hadis dinleyip nakletmiştir.
A’meş, İbni Cüreyc, Şu'be, Süfyan es-Sevri ve Mis'ar onun hocaları olmalarına
karşın ondan hadis nakletmiştir. Ondan hadis dinleyerek nakleden kimseler
arasında İmam Şafii, İbn’ul Mübarek, Evzai, Veki ibn’ul Cerrah, el-Feryabi,
Abd’ur Rezzak, Yahya ibni Ma’in, Ali ibni Medini, İshak ibni Rahaveyh, Ebi
Şeybe, Nafi ve Ahmed ibni Hanbel gibi pekçok alim vardır. (İbni Hacer,
Tehzib'ut Tehzib, 4/105; Şezerat'uz Zeheb, 1/354-355; Sıfat’us Safve, 2/234)
Süfyan’ın, günümüze ulaşan ya da ulaşmayan, şu eserlerin
sahibi olduğu belirtilmektedirler: Kitab’ut Tefsir; el-Cami fi’l Hadis;
Cevabat’ul Kur'an; Ecza fi’l Hadis; el-Avali; Hadis; Musannef; Cüz’ü Süfyan
ibni Uyeyne.
Hulefai
Raşidin ve Ashab Hakkında Doğru Yol
Onları (Raşid Halifeleri), hepsinden üstün tutan,
diğerlerine rahmet okuyan, onların hataları hakkında susan bir kimse bu
meselede doğru yol ve hidayet üzerinedir.
Aşerei
Mübeşşere
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin cennet ile
(cennetlik olduklarına dair) şahitlik ettiği on kişinin şeksiz (şüphesiz)
cennet ehlinden olduklarına (cennete gireceklerine) dair şahitlik etmek
Sünnet’tendir.
"Aşerei Mübeşşere" terimi, henüz yaşamakta oldukları
dönemde cennet ile müjdelenmiş on sahabeyi ifade etmek üzere kullanılan bir
terimdir. Aynı manada olmak üzere "el-Aşeret’il Mubeşşirune bi’l
Cenne" ve ayrıca "el-Mubeşşirun bi'l Cenne" kavramları da
kullanılmaktadır. Yaşarken cennet ile müjdelenen on sahabe şunlardır:
Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu
anh), Osman ibni Affan (radiyallahu anh), Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anh),
Talha ibni Ubeydullah (radiyallahu anh), Zübeyr ibni Avvam (radiyallahu anh),
Abd’ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh), Sa'd ibni Ebi Vakkas (radiyallahu
anh), Sa’id ibni Zeyd (radiyallahu anh) ve Ebu Ubeyde ibni Cerrah (radiyallahu
anh).
Sa’id ibni Zeyd (radiyallahu anh) dedi ki Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle söylediğini işittim: "Ebu Bekir
cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha
cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd İbni Malik cennetliktir, Abd’ur Rahman
İbni Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde İbn'ul Cerrah cennetliktir. (Ravi der ki:
Zeyd) onuncu da sükut etti. Dinleyenler: Onuncu kim? diye sordular. (Bu taleb
üzerine): Sa’id İbni Zeyd! dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti:
Allah'a yemin ederim. Onlardan birinin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
ile birlikte yüzü tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömür boyu
çalışmasından daha hayırlıdır, hatta ömrü, Nuh (aleyhi selam)'ın ömrü kadar
uzun olsa bile!.." (Ebu Davud)
Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’den Başkasına Salat Getirmemek
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ala alihiden başka
hiç kimseyi salatta hususileştirme!
Osman
(radiyallahu anh) Mazlum, Onu Öldüren Zalimdir
Bil ki; Osman ibni Affan (radiyallahu anh) mazlum olarak
öldürüldü ve onu öldüren zalimdi.
Ehli
Sünnet İ’tikad’ından Sapan Bid'at Sahibidir
Herkim bu kitaptakileri ikrar eder, onlara iman eder, onları
kendine imam edinirse ve ondan bir harfte bile şüphe etmezse, ondan tek bir
harfi bile inkar etmezse o; Sünnet ve Cema'at Ehli’dir, kamildir onda Sünnet
tamamlanmıştır. Kim bu kitaptan bir harfi inkar ederse veya şüphe ederse veya
(bu kitabı tasdik etmekte) duraksar/çekinirse o da heva sahibidir.
Herkim Kur’an’dan bir harfi inkar eder veya ondan şüphe
ederse veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden gelen birşeyi (inkar eder
veya ondan şüphe ederse), Allah Te'ala ile (Hesap Günü'nde), yalanlayan bir
kimse olarak karşılaşır. Ona göre, Allah’tan kork, ihtiyatlı ol ve imanından
razı ol!
Allah’a
Karşı İsyanda Yardım Etmemek Sünnet’tendir
Hiç kimseye -ne hayır sahibine ne de mahlukatın
(yaratılmışların) hiçbirine- Allah’a karşı masiyette (isyanda) itaat etmemek
Sünnet'tendir. Allah'a masiyette beşere itaat yoktur. Onlar sevilmez, bunların
tümünden Allah Tebareke ve Te'ala içi nefret et!..
Tevbe
Kullar Üzerine Farzdır
Büyük olsun küçük olsun bütün günahlardan tevbe etmenin
kullar üzerine farz olduğuna iman (etmek gerekir).
Aşerei
Mübeşşere’nin Cennet’e Gireceğine Şahitlik Etmeyen Bid'at ve Dalalet Sahibi’dir
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin cennet ile
(cennetlik olduklarına dair) şahitlik ettiği bir kimse için (onun cennete
gireceğine dair) şahitlik etmeyen kişi bid'at ve dalalet sahibidir ve
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözünde şek eden biridir.
Sünnet’e
Bağlı Olanın Ameli Kusurlu Olsa da, Ahirette Kurtuluşa Erer
Malik ibni Enes dedi ki: "Kim Sünnet’e bağlı olur ve
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı onun (dilinden) selamette
olursa, sonra (bu hal üzere) ölürse, onun amelinde kusur bile olsa (ahirette)
nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile birlikte olur."
Metinde geçen: "...sonra (bu hal üzere) ölürse, onun
amelinde kusur bile olsa (ahirette) nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler
ile birlikte olur." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir:
"...sonra (bu hal üzere) ölürse, amelde kusurlu olsa bile (ahirette)
nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile birlikte olur."
İslam
Sünnet’tir ve Sünnet de İslam’dır
Diğer nüshada -daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere- bu
sözü Bişr ibn'ul Haris'in söylediği belirtilmektedir.
Bişr ibn'ul Haris ibni Abd’ur Rahman ibni Ata ibni Hilal
ibni Mahan ibni Abdullah el-Mervezi, Eb’un Nasr. Yalınayak gezdiği için Hafi
(Bişr el-Hafi) ismiyle tanınır büyük zahid ve takva ehlindendir. 150H yılında
Bağdat’ta doğdu. Malik ibni Enes, Şerik ibni Abdullah, Hammad ibni Zeyd, İbni
Mehdi, Ebu Bekir ibni Ayyaş, Fudeyl ibni İyad ve Abdullah ibni Mübarek gibi
meşhur muhaddislerden hadis öğrenmiştir. Talebeleri ve kendisinden hadis
rivayet edenler arasında Ahmed ibni Hanbel, Ebu Hayseme, Abbas ibni Abd’ul
Azim, Zuheyr ibni Harb, Ahmed ed-Devraki Muhammed ibni Hatim, Sırri es-Sakati
ve İbrahim el-Harbi gibi alimler bulunmaktadır. Bişr şöyle demiştir:
"Dünyayı seven kimse zillete hazırlansın." 227H yılında vefat
etmiştir. Vefat ettiğinde, yediden yetmişe bütün Bağdat halkı cenazesine
katılmıştı. Sabah namazından sonra defnedilmiş, ama ancak yatsı namazından
sonra mezarına yerleştirilebilmişti. Ali ibn'ul Medaini ve diğer hadis imamları
onun cenaze töreninde yüksek sesle: "Vallahi bu, ahiret şerefinden önceki
dünya şerefidir." diye söylemişlerdi. Ölüm haberini duyduğu gün İmam Ahmed
ibni Hanbel, onun hakkında şöyle demiştir: "Kendisinden sonra kendisi gibi
birini bırakmadı." Rivayet olunduğuna göre cinler, onun yaşamış olduğu
evde ona ağıt yakmışlardı. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve
ona şöyle sormuştu: Allah sana nasıl muamele etti? (Bişr ona şöyle karşılık
vermiştir:) Beni ve Kıyamet Günü’ne kadar beni sevecek olan herkesi affetti.
(İbni Halikan, Vefayat’ul Ayan, 1/112; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye,
Hicretin İkiyüzyirmiyedinci Senesi; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 8/336-340;
İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 2/214-327; 2/331-335; Tehzib’ut Tehzib, 1/444;
İbnu İmad, Şezerat’uz Zeheb, 2/60-62; Bağdadi, Tarihi Bağdad, 7/67-80; Zehebi,
Siyeru A’lamu'n Nubela, 10/469-473)
ve dedi ki: "İslam
Sünnet’tir ve Sünnet de İslam’dır." İbni Ebi Ya’la, Tabakat’ul
Hanabile, 2/41
Diğer nüshada takdim ve tehir olup, metinde geçmekte olan:
"İslam Sünnet’tir ve Sünnet de
İslam’dır." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir: "Sünnet İslam'dır ve İslam da Sünnet'tir."
Sünnet
Ehli Ashab Gibidir; Bid'at Ehli Münafıklar Gibidir
Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Sünnet Ehli’nden bir kişiyi
gördüğümde sanki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından bir
kişiyi; bid'at ehlinden bir kişiyi gördüğümde ise sanki münafıklardan birini
görürüm."
Bu sözün benzeri İmam Şafii'den nakledimiştir, İmam Şafii
(rahimehullah) dedi ki: "Ben, hadis
ashabından bir adamı gördüğüm zaman sanki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in ashabından birisini görmüş gibi oluyorum." (Hatib; Şerafu
Ashab’il Hadis)
Sünnetin
ve Sünnet Ehli’nin Garipliği
Yunus ibni Ubeyd dedi ki: "Bu gün Sünnet’e davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise
Sünnet’e davet edilip onu kabul edendir." İbni Receb el-Hanbeli,
Keşf'ul Kurbe fi Vasfi Hali Ehl'il Gurbe; Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya,
3/21; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/57-58 21-23; Mizzi, Tehzib'ul Kemal,
32/527
Metinde geçmekte olan: "Bu gün Sünnet’e davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise
Sünnet’e davet edilip edip onu kabul edendir." ifadesi diğer nüshada
şöyle geçmektedir: "Bu gün Sünnet’e
davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise Sünnet’e icabet edendir."
Ulema
Ölüm Döşeğinde "Sünnet'e İttiba Edin!" Deyip "Bidatten Uzak
Durun!" Derdi
İbni Avn ölüm döşeğinde ölene kadar: "Sünnet! Sünnet! Bid'atten uzak durun!.."
deyip durdu.
Allah,
Kulunu Sünnet’ten Sorgular
ve dedi ki: "Ashabımdan birisi öldü ve uykuda (rüyada)
bana gösterildi ve dedi ki: Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin:
Sünnet’e sarıl! Bana ilk sorulan ne idi? Allah bana ilk Sünnet'ten sordu."
İmam Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah)'dan nakledilen bu söz:
"Ashabımdan birisi öldü ve uykuda (rüyada) bana gösterildi ve dedi ki: Ebu
Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin: Sünnet’e sarıl! Bana ilk sorulan
ne idi? Allah bana ilk Sünnet'ten sordu." diğer nüshada az bir farkla
şöyle ifade edilmiştir: "Ashabımdan bir adam öldü ve uykuda (rüyada) bana
gösterildi ve dedi ki: Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin:
Sünnet’e sarıl! Aziz ve Celil olan Rabbim bana ilk Sünnet'ten sordu."
Sünnet
Üzere Ölen Sıddık’tır!..
Ebu’l Aliye dedi ki: "Kim mestur olarak Sünnet üzerinde ölürse o, Sıddık’tır."
Rafi ibni Mihran Ebu’l Aliye er-Riyahi büyük bir imam,
Kur’an muallimi, hafız, kıraat ve tefsir alimidir. Sahihi Müslim’de bir hadisi
bulunmaktadır. Ashabın önde gelen şahsiyetlerinden bir gruptan hadis
dinlemiştir: Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh), İbni Me’sud (radiyallahu
anh), Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu anh), Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu
anh), Ebu Zer el-Gıfari (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh),
Ubey ibni Ka’b (radiyallahu anh), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), İbni
Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Enes bin Malik
(radiyallahu anh) ve mü’minlerin annesi Ayşe bint Ebi Bekir (radiyallahu anha).
Meşhur talebeleri arasında, Davud ibni Ebu Hind, İbni Sirin, Hafsa bint Sirin,
Rebi ibni Enes ve Katade gibi alimler bulunmaktadır. Kıraat ilmini arz yoluyla
Ubey ibn'ul Ka‘b (radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh) ve
Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den öğrenmiştir. Şuayb ibni
Habhab, Rebi ibni Enes, A’meş gibi mühim şahsiyetler ondan kıraat ilmini
öğrenmişlerdir. Kıraat-ı Seb’a imamlarından Ebu Amr ibni Ala da kıraat ilminde
ondan istifade etmiştir. (İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 3/284-286; İbni Hacer,
el-İsabe, 2/515; 7/297-298; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 4/207-213;
Tezkiret’ul Huffaz, 1/58; Mizan’ul İ’tidal, 2/54; Takrib'ut Tehzib, 210;653;
İbni Sa’d, Tabakat’ul Kubra, 7/112; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 2/217-224;
İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 485)
Sünnet’e
Sarılmak Kurtuluştur!..
Şöyle denilmiştir: "Sünnet’e sarılmak kurtuluştur!.."
Diğer nüshada: "Şöyle denilmiştir..." kısmı
olmaksızın geçmektedir.
Bu hikmetli sözlerin benzerleri büyük imamlardan
nakledilmiştir. İmam Zühri’den şöyle dediği nakledilmiştir: "Geçmişte
alimlerimiz şöyle derlerdi: Sünnet’e
sarılmak kurtuluştur." (Darimi, Sünen; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya,
3/369; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/94-95 136-137)
Bunun bir benzerini Ömer ibni Abd’ul Aziz bir hutbesinde
söylemiştir: "Bildiğiniz gibi,
Sünnet ehli şöyle derdi: Sünnet’e sarılmak kurtuluştur." (Ebu Nu’aym,
Hilyet’ul Evliya, 5/346)
Bid'at
Ehli Allah’ın Korumasından Çıkmıştır
Süfyan es-Sevri dedi ki: "Kim kulaklarını bid'at sahibine kabartırsa, Allah’ın korumasından
çıkmıştır ve bid'atlere terkedilmiştir." Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya,
7/26, 34; İbni Batta, el-İbanet'ul Kubra, 444; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela,
7/162
Bu söz, Muhammed ibni Nadr el-Harisi’nin sözü olarak da
nakledilmiştir. (Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/125 252; İbn’ul Cevzi,
Telbis’ul İblis, 1/128 52)
Bid'at
Ehli İle Oturup Kalbine Onların Dedikleri Yapışanı, Allah Tekrar Tekrar
Cehennem’e Atar
Davud ibni Ebi Hind dedi ki: "Allah Tebareke ve Te'ala,
Musa ibni İmran (aleyhi selam)’a vahyetti (ki): Bid'at ehli ile oturma! Eğer
onlarla oturursan ve onların dediklerinden birşey kalbine yapışırsa seni yüz
üstü Cehennem ateşine atarım!.."
Davud ibni Ebi Hind el-Basri, meşhur hafız, fakih ve
müftüdür. 140H yılında vefat etmiştir. (İbn’ul Cevzi, Muntazam, 1/981; İbn’ul
Cevzi, Sıfat’us Safve, 529; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin
Yüzkırkıncı Senesi; Tabakat’ul Kubra, 9/552)
Bu sözlerin
benzerleri ayrıca Ata, Huseyf el-Cezeri ve Muhammed ibni Eslem’den de
nakledilmiştir.
İbni Abbas (radiyallahu anhu anhuma ecmain) dedi ki:
"Heva ehli ile oturmayın! Onların meclisleri kalplerde hastalığa sebebiyet
verir." (el-İbane, 371)
İbrahim en-Neha’i şöyle dedi: "Heval ehli ile
oturmayın! Onların meclisleri kalpdeki İman’ın nurunu giderir, yüzlerdeki
güzelliği alır ve mü’minlerin kalplerindeki nefretin mirasına yolaçar."
(el-İbane 375)
Müslim ibni Yesar dedi ki: "Bid'at ehlinden birisini
dinleme kalbini, senin kalbinden çekip atamayacağın şeylerle doldurur."
(el-İbane 436)
Fudeyl
ibni İyad (rahimehullah)’ın Sünnet ve Bid'at Sahibi Hakkındaki Bazı Özlü
Sözleri
Fudeyl ibni İyad (rahimehullah) dedi ki: "Bid'at sahibi ile oturana hikmet verilmez."
Beyheki, Şuab’ul İman, 7/64; 9482; Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103;
Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/638 1149
(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bid'at sahibi ile oturma çünkü ben üzerine lanet ineceğinden
korkarım!.." Beyheki, Şuab’ul İman, 7/63-64; İbni Asakir, Tarih;
48/398; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 441, 451; Lalekai, İ’tikad Ehl'is
Sünne, 1/137 262
(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bid'at sahibi’ni sevenin Allah, amellerini boşa çıkarır ve İslam’ın
nurunu kalbinden çıkarır." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103;
İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 440; İmam Herevi, Zemm'ul Kelam, 4/167, 947;
Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/137 262; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis, 1/120
48
(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Kim bid'at sahibi ile oturursa onu körlüğe
varis eder!.." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; Lalekai,
İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/138 264
Fudeyl ibni İyad (rahimehullah) bu manada olmak üzere şöyle
de demiştir: “Bid’at sahibi kimseye
dinin hususunda sakın güvenme, işlerinde onunla istişare etme. Onun yanında
oturma, bid’at sahibi kimsenin yanına oturan bir kimsenin yüce Allah kalbini
kör eder!..” (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ebl'is Sunneti ve’l Cema'a;
İbni Batta, el-İbane)
Fudeyl ibni İyad dedi ki:"Bid'at sahibini bir yolda görürsen, sen o yoldan başkasına git!.."
Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 493;
İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis; Beyheki, Şu’ab’ul İman, 7/65 9463; Lalekai,
İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/137, 259
Yahya ibni Ebi Kesir’den de bu söz nakledilmiştir.
Diğer nüshada burada aktarılan son iki hikmetli söz
birbirine karışık vaziyette verilmiştir. Bilemiyorum asıl nüshada mı böyle
geçiyor yoksa bir baskı hatası mı ancak nihayetinde elimdeki diğer nüshada bu
cümleler şu şekilde verilmiş: "Kim
bid'at ashabı ile oturursa bir yolda, sen o yoldan başkasına git!.."
Fudeyl ibni İyad dedi ki:"Kim bid'at sahibini tazim ederse, İslam’ın dağılmasına yardım etmiştir.
Kim mubtedinin (bidat'çinin) yüzüne gülerse Aziz ve Celil olan Allah’ın
Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme indirdiğini önemsiz-değersiz saymıştır.
Kerime’sini bir bid'atçi adama (eş olarak) veren kimse ise onun neslini
kesmiştir ve bir mübtedinin cenazesini izleyen ise oradan geri dönene kadar
Allah’ın gazabında olmaya devam eder." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul
Evliya, 8/103; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/733 1358; İbn’ul Cevzi,
Telbis’ul İblis, 1/122-124 49-50; Herevi, Zemm’ul Kelam, 172 953
Kerime, kendi kızının ismidir.
Bu manada İmam Malik ibni Enes de şöyle demiştir: "Bid’at ehli kimse nikahlanamaz, bid’at ehli
kimseye kız verilmez ve onlara selam da verilmez." (İmam Malik,
el-Müdevvenet’ul Kübra)
Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bir Yahudi ile ve bir Nasrani (Hristiyan) ile birlikte yemek yerim ama
bir mübtedi ile yemek yemem. Benimle bid'at sahibi arasında demirden bir
kalenin olmasını isterim." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; ;
Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/638 1149; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 475
Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Allah bir adamın, bir bid'at sahibinden nefret ettiğini bilirse; ameli
az olsa bile onu bağışlar." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103;
İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis; İbni Asakir, Tarih, 45-199; Hatib, Tarih,
15/263; Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Mecma'ul Feteva, 18/346
(Fudeyl ibni İyad şöyle dedi:)"Bid'at ehline yardım eden Sünnet sahibi, onun yalnız nifakını arttırır!.."
Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 429
Bid'at
Sahibi’ne Tavır Almanın Kişiye Kazandıracakları
Herkim bid'at sahibinden yüz çevirirse, Allah onun kalbini
iman ile doldurur; Bid'at sahibini azarlayan kişiyi ise, Allah en dehşetli
günde eminliğe çıkartır. Bid'at sahibini tahkir edeni ise Allah, cennette yüz
derece yükseltir.
Bid'at
Sahibi’ni Sevmemek
Allah için, hiçbir zaman bid'at sahibi’i sevme!..
oooŞerh'us Sünne Kitabı'nın Sonu ooo
KUR’AN’DAN ŞÜPHEYE
DÜŞTÜKLERİ HUSUSLARDA ZINDIKLARA VE CEHMİYE’YE REDDİYE
Müellif: İmam Ahmed bin Hanbel (H.
164-241)
بسم الله الرحمن الرحيم
MUKADDİME
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Bize Ebu Tahir el-Mübarek bin el-Mübarek bin el-Ma’tuş kitabında haber verdi ki
Ebu’l-Ganaim Muhammed bin Ahmed bin Muhammed el-Muhtedi Billah onlara icazet[139] yoluyla, Ebu’l-Kasım Abdu’l-Aziz bin Ali el-Ezci de onlara
“Gulamu’l-Hallal” ünvanıyla tanınan Ebu Bekir Abdu’l-Aziz’den icazet
yoluyla bildirdi ve dedi ki bana Hızır bin el-Musenna Sinan dedi ki bize
Abdullah bin Ahmed bin Hanbel rahimehullah haber verdi ve dedi ki: Bu (kitap),
babamın –Allah ona rahmet etsin- Zındıklara[140] ve Cehmiye’ye, Kur’an’ın müteşabihleri ve tevilleri hakkında şüpheye
düştükleri hususlara cevap olarak serdettiklerinden ibarettir.
Ahmed bin Hanbel -Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun- dedi ki: Allah’a
hamd olsun ki O, rasullerin arasının kesildiği her fetret döneminde ilim
ehlinden arta kalan kimseler bırakmıştır ki onlar sapmış olanları hidayete
çağırmışlar ve onlardan gelen eziyetlere sabretmişler, (manen) ölmüş halde
bulunan kimseleri Allahın kitabıyla ihya etmişler, körleri Allahın nuruyla
basiretlendirmişler ve böylece iblisin öldürdüğü nice kimseler hayat bulmuş,
nice yolunu şaşırıp sapmış kimseler hidayete kavuşmuştur. O ilim ehlinin
insanların üzerinde bırakmış oldukları etki ne kadar güzelse insanların o ilim
ehline verdikleri tepki o denli kötü olmuştur. Onlar aşırı gidenlerin
tahriflerinden, batıl ehlinin sokuşturmalarından ve cahillerin te’villerinden
Allah'ın kitabını arındırırlar. O cahiller ki bidat sancaklarını açmışlar,
fitnenin dizginlerini serbest bırakmışlardır. Öyle ki onlar kitapta (Kur’an)
ihtilafa düşmüşler, kitapla ihtilafa düşmüşler ama kitaptan ayrılma konusunda
ittifak etmişlerdir. Onlar Allah’a karşı, Allah hakkında ve Allah'ın kitabı
hakkında bilgisizce sözler sarf ederler; Allah’ın kelamından müteşabih olanlar
hakkında konuşup şüpheye düşürerek cahil insanları aldatırlar. Saptırıcıların
fitnesinden Allah’a sığınırız.
ZINDIKLARA REDDİYE
Kur’an ayetlerinin birbiriyle çeliştiğini iddia eden zındıklara cevap
Birinci Mesele
Ahmed (rh.a); Allah Azze ve Celle’nin: “Şüphesiz ki ayetlerimizi inkar edenleri
yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, derilerini
değiştirip yenileyeceğiz. Allah; Aziz, Hakim olandır.” (en-Nisa 4/56) kavli
hakkında dedi ki:
Zındıklar derler ki: ‘Niçin onların isyankâr derileri yanıyor da yerine başka
bir deri veriliyor? Allahu Teâlâ’nın “derilerini değiştirip yenileyeceğiz”
kavlinden ancak şunu anlıyoruz ki Allah günahsız bir deriye azap edecektir.’
Böylece Kur’an hakkında şüpheye düştüler ve onda çelişkiler olduğunu iddia
ettiler.
Derim ki: Şüphesiz Allahu Teâlâ’nın “derilerini başkasıyla değiştirip
yenileyeceğiz” sözü “onların derileri” manasında değildir, bu bilakis şu manaya
gelir: “onların derilerini başkasıyla değiştireceğiz, değişmiş ve yenilenmiş
haliyle”; zira onların derileri piştikçe Allah onları yenileyecektir.[141] İşte bu, Kuran’da ancak âlimlerin bilebileceği türden amm ve hass
hususlar, farklı vecihler ve bahisler olmasından ileri gelir.
İkinci Mesele
Azze ve celle’nin şu kavline gelince: “Bu, (kâfirlerin) konuşamayacağı bir
gündür. Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler.” (Murselat 77/35)
Ve şu kavli: “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda
birbirinizden davacı olacaksınız.” (ez-Zumer 39/31)
Bu zındıklar derler ki: “Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerde onlar konuşamaz
diyor başka bir yerde ise “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin
huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.” diyor. Böylece kelamın bir
kısmının bir kısmıyla çeliştiğini iddia ettiler ve Kur’an’da şüpheye düşmüş
oldular.
Bunun tefsirine gelince: “Bu, (kâfirlerin) konuşamayacağı bir gündür.” kavli,
mahlûkatın ilk diriltildiği zamandan itibaren 60 yıllık bir süreyi kapsar. Bu
süre zarfında ne konuşabilirler ne de özür beyan edebilirler, zira özür beyan
etmelerine izin verilmemiştir. Daha sonra ise konuşmalarına izin verilir, onlar
da konuşmaya başlarlar. Azze ve Celle’nin şu kavli de bunun gibidir:
“Günahkârları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: «Ey Rabbimiz!
Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, çünkü
biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.» derlerken bir görsen!” (es-Secde
32/12) İşte böylece onlara konuşma hususunda izin verildiği zaman konuşurlar ve
davalaşırlar. “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda
birbirinizden davacı olacaksınız.” kavli de işte böyledir. Sonra hesap ve
zulmedenlere haklarının verilmesi vardır. Sonra, bütün bunların akabinde onlara
şöyle denir: “Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim!”
(Kaf 50/28) Ve bu sözle artık azap başlar.[142]
Azze ve Celle’nin şu kavline gelince: “Allah kime hidayet verirse, o doğru
yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka
hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve
sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer
cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.” (el-İsra 17/97)
Başka bir ayette ise şöyle buyuruyor:
“Cehennemdekiler, cennettekilere: «Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size
verdiği rızıktan bize de verin.» diye seslenirler. Cennettekiler de: «Allah,
bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı.» derler.” (el-A’raf 7/50)
(Zındıklar) derler ki: ‘Allah'ın muhkem kelamında bu nasıl olur ki bir yerde
“biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri
üstü sürünerek haşredeceğiz.” derken başka bir yerde ise onlardan bazılarının
diğer bazı kimselere seslendiklerinden bahsetmektedir.’ İşte bundan dolayı
Kur’an hakkında şüpheye düştüler.
Cennet ehlinin cehennemliklere (bkz: el-A’raf 7/44) ve cehennem ehlinin de
cennetliklere seslenmesinin izahına gelince; gerçek şu ki onlar ateşe ilk
girdiklerinde birbirleriyle konuşacaklar ve ez-Zuhruf 43/77.ayette anlatıldığı
üzere Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Malik de: Siz
böyle kalacaksınız! der. Ayrıca «Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar
ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım.» diyeceklerdir.”
(İbrahim 14/44) Bir de: “«Ey Rabbimiz, kötü arzularımıza yenik düşerek sapık
bir topluluk olduk.» diyeceklerdir.” (Mu’minun 23/106) Yani onlar kendilerine
“Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık.” (Mu’minun 23/108) denilene
kadar konuşmaya devam edeceklerdir. Bundan sonra oracıkta kör, sağır ve dilsiz
kesilirler, konuşma faslı biter ve sadece iç geçirmeler ve hırıltılar kalır.
İşte zındıkların Allah'ın sözünde şüpheye düştükleri şeyin açıklaması budur.
Azze ve celle’nin şu kavline gelince: “Sûra üflendiği zaman artık aralarında
akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Mu’minun
23/101) ve ayrıca şu ayet:
“Onların (o ehl-i cennetin) bazıları bazılarına karşı teveccüh ederek soruşturmaya
başlarlar. Onlardan birisi der ki: «Benim (dünyada iken) muhakkak bir arkadaşım
var idi.»” (es-Saffat 37/50)
Şimdi bu zındıklar kelam-ı muhkemde böyle bir -güya- çelişki nasıl olur diyerek
bundan dolayı Kuran’dan şüpheye düştüler. İmdi, Allahu Teâlâ’nın “Sûra
üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de
arayıp sormazlar.” (Mu’minun 23/101) kavli ikinci sura üflenip insanlar
kabirlerinden kalktıkları zaman hakkındadır. İşte o zaman bulundukları yerde ne
konuşurlar ne de birbirlerini soruştururlar. Ancak ne zaman ki hesaba çekilip
de kimi cennet kimi de ateşe girer; işte o zaman dikkatlerini birbirlerine
çevirip birbirlerini soruştururlar. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin
açıklaması budur.
Üçüncü Mesele
Allahu Teâlâ’nın şu kavline gelince: «Sizi şu cehenneme
sürükleyip-iten nedir?» (Cehennemlikler) derler ki; «Biz namaz kılanlardan
değildik.» (Muddessir 74/42-43) Başka bir ayette ise: “Vay o namaz kılanların
haline!” (Maun 107/4) buyrulmaktadır.
Zındıklar derler ki; Allah bir yerde namaz kılan bazı
kimseleri kınayarak: “Vay o namaz kılanların haline!” buyururken bir kavmin ise
namaz kılmadıkları için ateşe girdiklerini söylemektedir. İşte bundan dolayı
Kuran’dan şüpheye düştüler ve onda -hâşâ- çelişki olduğunu iddia ettiler.
Hâlbuki Azze ve Celle’nin: “Vay o namaz kılanların haline!”
kavliyle münafıklar kastedilmektedir ki onlar gösteriş yapacakları vakte kadar
namazlarından gafildirler. (bkz; Maun 107/6) Yani diyor ki onlar gösteriş yapma
fırsatı olduğu zaman namaz kılarlar, olmadığı zaman kılmazlar.
«Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir? (Cehennemlikler)
derler ki; «Biz namaz kılanlardan değildik.» kavli ise mümin ve muvahhidler
(yani böyle olduğu halde namaz kılmayanlar [müt.notu]) hakkındadır. Zındıkların
şüpheye düştükleri şey (in açıklaması [müt.notu]) işte budur.
Dördüncü Mesele:
Allahu Teâlâ’nın şu kavli; “Allah, sizi topraktan yaratmıştır.” (Fatır 35/11)
sonra şöyle demiştir: “Şüphe yok ki, Biz onları yapışkan bir çamurdan
yarattık.” (es-Saffat 37/11) başka bir yerdeyse: “Andolsun ki, Biz insanı
süzülmüş bir çamurdan yarattık.” (Mu’minun 23/12) başka bir ayette: “Andolsun
ki Biz; insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr
15/26) ve nihayet: “O insanı pişmiş çamuru andıran kuru balçıktan yarattı.”
(er-Rahman 55/14) buyurmuştur. Kuran’dan şüpheye düşerek dediler ki bunlar,
birbiriyle çelişiyor.
Biz ise deriz ki bu, Ademin yaratılışının başlangıcıyla alakalıdır. Allah onu
ilk başta topraktan yaratmış; daha sonra -duruma göre- kırmızı, siyah ve beyaz
çamurdan veya iyi ve kötü çamurdan/malzemeden yaratmıştır[143]. İşte bunun gibi onun soyundan gelenler de iyi-kötü, siyah-kırmızı
ve beyaz olurlar. Daha sonra ise bu toprak çamur haline dönüşmüştür ki Azze ve
celle’nin “çamurdan/ من طين” kavli buna işaret eder. Çamur birbirine yapışınca da yapışık
(lasik/ لاصق)
manasında yapışkan (lazib/ لازب) bir çamur haline gelmiş, daha sonra da “süzülmüş bir çamurdan”
buyurmuştur. Yani sıkıldığı zaman parmakların arasından dökülen bir çamur demek
istemiştir. Sonra şekillenmiş balçık haline dönüşmüş, ardından o balçık
kuruyunca da ondan pişmiş çamuru andıran kuru balçığı var etmiştir. Yani diyor
ki o, pişmiş çamuru andıran kuru balçık gibi ve o pişmiş çamurun vızıldaması
gibi ses çıkartan bir balçığa dönüştü. İşte bu, Adem (as)'ın yaratılışının
açıklamasıdır. Azze ve Celle’nin şu kavline gelince: “O ki, yarattığı her şeyi
güzel kıldı ve insanın yaradılışına çamurdan başladı. Sonra onun zürriyetini
bir nutfeden, hakir (zayıf) bir sudan yarattı.” (es-Secde 32/7-8) İşte bu, onun
zürriyetinin “sülale”den yani erkeklerden dökülen nutfeden (spermden)
yaratılmasının başlangıcıdır. “Su” dan yani değersiz, zayıf bir nutfeden
yaratıldığını ifade eden kavli de bu şekildedir. İşte zındıkların şüpheye
düştükleri şey (in izahı [müt.notu]) budur.
Beşinci Mesele
Azze ve celle’nin şu kavli: “O, doğunun, batının ve ikisinin arasında
bulunanların Rabbidir.» (eş-Şuara 26/28) ve şu kavli: “(O,) iki doğunun ve iki
batının Rabbidir.” (er-Rahman 55/17) ve bir de şu kavli: “Doğuların ve
Batıların Rabbi (...)” (el-Mearic 70/40) hakkındadır. Zındıklar Kuran’dan
şüpheye düşerek dediler ki: Muhkem kelamda böyle bir şey nasıl olur? (Yani
bunlardan hangisi doğrudur, kaç doğu, kaç batı vardır diyerek itiraz ediyorlar.
[müt.notu])
“Doğunun ve batının Rabbi” ifadesi gecenin ve gündüzün eşit olduğu gün
hakkındadır[144]. Allahu teala işte o günün doğusuna ve batısına yemin etmektedir. “iki
doğunun ve iki batının Rabbi” ifadesine gelince bu, yılın en kısa gününe[145] ve yılın en uzun gününe[146] delalet eder. Allahu teala işte o günün iki doğusuna ve iki batısına yemin
etmektedir. “Doğuların ve Batıların Rabbi (...)” ifadesi ise senenin diğer
günlerindeki doğulara ve batılara işaret etmektedir. İşte zındıkların şüpheye
düştükleri şey(in açıklaması) budur.
Altıncı Mesele
Allahu Teâlâ’nın şu kavli: “Onlar senden azabımın bir an
önce gerçekleşmesini istiyorlar. Oysa Allah sözünden caymaz ve Rabb'inin
katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” (el-Hacc 22/47 ) ve
şu kavli: “Gökten yere kadar her işi O, düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre
bin yıl kadar tutan bir günde yine O'na yükselir.” (es-Secde 32/5) ve şu kavli:
“Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkârcılara gelecek ve
savunulması imkânsız olacak azabı soruyor. Ki Melekler ve ruh, miktarı elli bin
yıl süren bir gün içinde O'na yükselir.” (el-Mearic 70/4) hakkında zındıklar
dediler ki: Böyle, bir kısmı bir kısmını nakzeden bir şey nasıl Allahın muhkem
kelamı olabilir?
İmam Ahmed dedi ki: “Rabbi’nin katındaki bir gün, sizin
saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” kavli Allahu Teâlâ’nın gökleri ve yeri
yarattığı günlerle alakalıdır. O günlerin her biri bin sene uzunluğundadır.
“Gökten yere kadar her işi O, düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre bin yıl
kadar tutan bir günde yine O'na yükselir.” kavli ise Cebrail (as)’ın Nebi
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e indiği ve ardından bin yıl kadar tutan bir
günde tekrar semaya yükseldiği zaman hakkındadır. Bu, gökten yere 500 senelik
bir seyahattir. Yani 500 yıllık bir iniş ve de 500 yıllık bir yükseliş ki bu da
1000 yıl eder. “Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na
yükselir.” kavlinde ise demek istiyor ki eğer Allah’ın azabı yaklaşmış olsa
miktarı elli bin sene olan bir günde onu tamamlardı. Ki Allahu teala mahlûkata
azabı -yani kıyameti- başlattıktan sonra dünya günlerine göre yarım günlük bir
sürede tamamlayacaktır. “Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir
kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca
da olsa, onu getirir (tartıya koyarız). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.”
(el-Enbiya 21/47) kavli de böyledir. Yani hesabın ne kadar hızlı olduğunu
anlatmaktadır.
Yedinci Mesele
Allahu Teâlâ’nın şu kavli: "Onların tümünü
toplayacağımız gün; sonra da Allah’a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını
güttüğünüz ortaklarınız diyeceğiz." (el-Enam 6/22) Onlar sanki müşrik
değillermiş gibi davrandılar ve bir başka ayette Allah’ın kavli:
"Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler." (en-Nisa 4/42) Bunun üzerine
onlar Kuran’dan şüphe ettiler ve Kuran’da çelişki olduğunu iddia ettiler.
Allah’ın şu kavli: "Vallahi Rabbimiz biz müşriklerden değiliz."
dediler ve o zaman orda ortak koştuklarını gördüler.
Ehli tevhid gibi Allah’a itibar etmeyenler derler ki onları
diğerlerinden ayırdık. Sorduğumuzda denilir ki biz müşrik değiliz derler ve
Allah onları ve putlarını topladığında der ki: "Nerede boş yere davasını
güttüğünüz ortaklarınız diyeceğiz." (el-Enam 6/22) sonra Allah dedi ki
onlardan uzaklaşmadılar. Bunun üzerine dediler ki: "Vallahi rabbimiz biz
ortak koşmadık." Onlar şirklerini gizlilikle gizlediler ve onların
organlarına anlatmalarını emretti. Allah’ın kavli: "O gün onların
ağızlarını mühürleriz: Yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik
eder." (Ya-Sin 36/65) Allah Azze ve Celle’nin kavliyle onların organları
şahitlik edip onların işledikleri şirki ortaya çıkarır.
Allah Azze ve Celle’nin kavli: "Kıyamet koptuğu gün
günahkârlar kısa kaldıklarına yemin ederler." (er-Rum 31/55) ve Allah’ın
kavli: "Dünyada sadece 10 gün kaldınız." (Ta-Ha 20/103) ve Allah’ın
şu kavli: "Bir günden fazla kalmadınız." (Ta-Ha 20/104) ve şöyle
buyurdu: "Çok az kaldığınızı sanırsınız." (el-İsra 17/52) Zındıklar
bu yüzden o vakit şüpheye düştüler.
Allah’ın kavli: "10 gün kaldığınızı sanırsınız."
ve bu yüzden kabirlerinden çıktıklarında yalanladıkları diriliş emrinin gerçek
olduğunu gördüler. Bazıları bazılarına kabirde "10 gece" kaldığınızı
sanırsınız dedi sonra 10 geceyi çok buldular bunun üzerine dediler ki kabirde
herhalde "bir gün kadar" kaldık sonra bir günü çok buldular ve
dediler ki herhalde bir günden de daha "az bir süre" kaldık ve sonra
bu süreyi de çok buldular ve dediler ki herhalde bir saat kadar kaldık. Bu
zındıkların bunda şüpheye düştüğü şeyi açıklar.
Ve Allah’ın kavli: "Allah’ın peygamberlerini toplayıp:
size ne cevap verildi dediği gün." (el-Ma'ide 5/109) dediler: "bizim
hiçbir bilgimiz yok." (el-Ma'ide 5/109) ve başka bir yerde Allah’ın kavli:
"Şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler."
(Hud 11/18) ve bunun üzerine dediler ki:
Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerde "bizim hiçbir
bilgimiz yok" denilirken başka bir yerde size bunlardan haber verilip
onlara deniliyor ki "İşte bunlar Rablerini yalanladılar." Kur’anın
bir kısmının diğer kısmını nakzettiğini iddia ettiler.
Allah’ın kavli: "Allah peygamberleri toplayıp size ne
cevap verildi dediği gün" onlara sorulur ve sonra cehennem kükrer ve
denilirki neden tevhidden kaçınır ve aklınıza uyarsınız. Sonra cehennem kükrer
ve bunun üzerine derler ki "bizim hiçbir bilgimiz yok." Sonra
akılları onlara döner daha sonra derler ki "işte bunlar Rablerine karşı
yalan söyleyenlerdir" ve bu zındıkların şüpheye düştüğü şeyi açıklar.
Sekizinci Mesele
Allah’ın kavli: "Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl
parlayacak Rablerine bakacaklardır."(Kıyamet 75/23) ve Allah’ın bir başka
ayetteki kavli: "Gözler onu göremez hâlbuki o gözleri görür."
(el-Enam 6/103) Zındıklar dedi ki: Nasıl olur bu önce ‘onların rablerine
bakacaklarını’ haber verir ve başka bir ayette ‘Gözler onu göremez hâlbuki o
gözleri görür.’ demektedir. Bunun üzerine Zındıklar Kur’an da şüpheye düştüler
ve Kur’an’ın bir kısmının bir kısmını nakzettiğini açıkladılar.
Allah’ın şu kavli ‘yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl
parlayacak ve Rablerine bakacaklar’ yani Rablerini görecekler cennette
demektir. Yine Allah’ın kavli ‘Onu görmek devamlı olmayacak’ yani burada da
dünyada görülemeyeceği anlaşılır ahirette değil.
Bu konuda Yahudiler Musa’ya dedi ki: "Bize Allah’ı
apaçık göster...hemen onları yıldırım çarptı." (en-Nisa 4/153) Onlar ‘bize
Allah’ı apaçık göster’ demelerinden dolayı öldüler ve böylelikle
cezalandırıldılar.
Ve müşrik Kureyş nebiye (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
dediler ki onu bize getir. Allah’ın kavli: "Allah’ı ve melekleri önümüze getirin."
(el-İsra 17/92) Bunun üzerine nebiye (sav)e sordular bu mesele hakkında Allahu
Teâlâ’nın kavli: "Yoksa siz daha önce Musa’ya sorulduğu gibi
peygamberinize sorular mı sormak istiyorsunuz." (el-Bakara 2/108) şeklinde
oldu. ‘Bunun üzerine dediler ki bize Allah’ı apaçık göster ve hemen onları
yıldırım çarptı’ ve Allah subhanehu onlara şu haberi verdi ‘yüzler vardır ki o
gün’ yani dünyada devamlı olmaksızın ahirette onlar ‘onu görecekler.’ İşte
zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.
Dokuzuncu Mesele
Musa dedi ki: "Sana tevbe ettim. Ben inananların
ilkiyim." (el-Araf 7/143) ve sihirbazlar derki: "Biz ilk iman edenler
olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız." (eş-Şuara
26/51) ve resul (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: "Şüphesiz benim
namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah
içindir...ve ben müslümanların ilkiyim." (el-Enam 6/162-163) Zındıklar
dediler ki; nasıl olurda Musa derki ben müslümanların ilkiyim ve ondan önce
İbrahim müminlerden olmuş ve Yakup ve İshak da. Ve nasıl olurda Musa müminlerin
ilkiyim der. Ve sihirbaz dedi ki ‘müminlerin ilkiyim’ ve o zaman nasıl olur da
nebi ‘ben müminlerin ilkiyim’ der. Ondan önce birçok müslüman olmuşken mesela
İsa. Ve bunun üzerine Kur’an da şüpheye düştüler ve dediler ki Kur’an’da –haşa-
çelişki vardır.
Musa’nın kavli: "Ve ben müminlerin ilkiyim ve bunun
üzerine o vakit Rabbi onunla konuşunca Rabbim bana kendini göster seni göreyim
dedi. Sen beni asla göremezsin dedi." (el-Araf 7/143) ve dünyada onu
ölüden başka gören yok bunun üzerine: "Rabbi dağa tecelli edince onu yerle
bir etti ve Musa baygın düştü. Ayılınca dediki seni noksan sıfatlardan tenzih
ederim, sana tevbe ettim ve ben müminlerin ilkiyim." (el-Araf 7/143) yani
doğrulayanların ilki. O ölülerden başka onu dünyada gören herhangi biri
değildi. Sihirbaz dedi ki ‘müminlerin ilki’ yani doğrulayanların ilkiyim. Musa
(as) Mısırlı Kıptilerdendi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) der ki ‘Ben
müslümanların ilkiyim’ yani Mekkeli. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin
açıklaması budur.
Onuncu Mesele
Allahın kavli: "Firavun’un ailesini azabın en şiddetlisine sokun."
(Gafir 40/46) Ve bir başka ayetteki kavli: "Kâinatta hiç kimseye etmediğim
azabı ona edeceğim." (el-Ma'ide 5/115) Ve yine bir başka ayette derki:
"Şüphe yok ki münafıklar cehennemim en alt katındadırlar." (en-Nisa
4/145) Bunun üzerine Kur’an da şüpheye düştüler ve dediler ki; Kur’an’ın bir
kısmı diğer bir kısmını nakzetmektedir.
Allah’ın kavli ‘Firavunun ailesini azabın en şiddetlisine sokun’ yani azap orda
kısım kısımdır ve onlarda en şiddetlisindeler. Ve bir başka yerde ‘kâinatta
hiçbir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.’ Ve orda Allah onları domuza
çeviriyor ve onları insandan dönüştürerek azaplandırıyor. Onları
azaplandırmıyor, onları insandan çevirerek cezalandırıyor.[147] Ve sonra diyor ki ‘münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.’ Cehennemin
7 kapısı vardır: haviye, sakar, sa’ir, cahim, leza, hutame ve cehennem.[148] Onlar ise onun en alt katındalar.
Allahu Teâlâ’nın bir başka kavli de: "Onlar için kuru dikenden başka yemek
yok." (el-Gaşiye 88/6) Sonra (yine başka bir yerde) derki: "Şüphesiz
zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir." (Duhan 44/43-44) Zındıklar dediler
ki: Fakat onlar için kuru diken olduğu bildirilmiştir. İşte onlar Kur’an da
şüpheye düştüler ve dediler ki Kur’an’da –hâşâ- çelişki vardır.
Allah’ın kavli ‘onlar için kuru dikenden başka yemek yok.’ Yine Allahın kavli
‘onların yemeği zakkumdur.’ Bu kısım da onlara dikenden başka zakkum
yediriliyor ve diyor ki Allahu Teâlâ ‘zakkum ağacı günahkârların yemeğidir.’
İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.
Onbirinci Mesele
Allahın kavli: "Bu Allah’ın inananların yardımcısı olmasından dolayıdır.
Kâfirlere gelince onların yardımcıları yoktur." (Muhammed 47/11) Sonra bir
başka ayetteki kavli: "Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a
döndürülürler." (el-Enam 6/62) Bunun üzerine dediler ki: Muhkem kelamda
nasıl olur da bir yerden ‘Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a
döndürülürler.’ demekteyken ve başka bir ayette Allahın kavli ‘Kâfirlere
gelince onların yardımcıları yoktur.’ demektedir. Bunun üzerine onlar Kur’an da
şüpheye düştüler.
Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel (şöyle dedi): Allah iman edenlerin mevlasıdır ve
onlara yardım eder. Oysa kâfirlerin mevlaları yoktur ve onlara yardım da
edilmez. Allah’ın kavli ‘sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allaha
döndürülürler’ peki bu dünyada batıl sahipleri ne olacak! İşte zındıkların
şüpheye düştükleri şey(in açıklaması) budur.
Onikinci Mesele
Allah’ın kavli: "Allah, adil olanları sever."
(el-Ma'ide 5/42) ve bir başka ayette Allah’ın kavli: "Hak yolundan
sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşladır." (Cin 72/15) ve bunun
üzerine dediler ki; nasıl olurda muhkem kelamda böyle hükümlere yer verilir?
Dediğine göre ‘sapanlara gelince onlar cehenneme odun
olmuşlardır’ yani yaratılıştan O’na sundukları kulluğa kadar Allah onlara
adaleti uyguladı, onlara adaletli olanı yaptı. Sonra da dediki ‘aralarında
adaletle hükmet. Allah adil olanı sever’. Ve dedi ki onlar kendi aralarında ve
insanlar arasında adil oldular. ‘Allah adil olanı sever’ ve Allahın başka bir
ayetteki kavli: "Doğrusu onlar sapıklıklarına devam eden bir
güruhtur." (en-Neml 27/60) yani şirk koşandırlar. İşte zındıkların şüpheye
düştükleri şeyin açıklaması budur.
Onüçüncü Mesele
Allah’ın kavli: "Mümin erkeklerle mümin kadınlar
birbirlerine velidirler." (et-Tevbe 9/71) ve bir başka ayetteki kavli:
"İman edipte hicret etmeyenlere gelince: Onlar hicret edinceye kadar size
onların mirasından hiçbir pay yoktur." (el-Enfal 8/72) Zındıklar manasını
anlamadılar ve Kuran'ın bir kısmının diğer bir kısmını nakzettiğini söylediler.
Bunun üzerine (Allah'ın) kavli ‘iman edip hicret
etmeyenlere gelince onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir
pay yoktur’ yani miraslarından bu konuda Allah müminlerin üzerinde hüküm
vermiştir. Medine’ye hicret etmeyenlerle hicret edenler birbirlerine mirasçı
olamaz. Bir adam Medine’de öldüğü zaman nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ile
birlikte Mekke’deki hicret etmemiş olanlar, mirasçı olmadılar. Hakeza bir adam
Mekke’de öldüğünde velisi olan muhacir nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ile
birlikte onun mirasını almadı. Muhacir bunun üzerine derki ‘iman edip hicret
etmeyenlere gelince onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir
pay yoktur.’
Hicret edenler çoğaldığında bu miras, hicret eden veya
hicret etmeyen velilerine geri döndü. Ve bunun üzerine yine Allah’ın kavli:
"İman edip hicret edenler...Allah’ın kitabına göre, yakın akrabalar
birbirine (varis olmaya) daha uydundur." (el-Enfal 8/75) Ve yine
(Allah'ın) kavli: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar da birbirine
varistirler." (et-Tevbe 9/71) yani dinde mümin müminin velisi olur. İşte
zındıkların şüpheye düştükleri şeyin açıklaması budur.
Ondördüncü Mesele
Allah’ın iblise kavli: "Şüphesiz kullarım üzerinde
senin bir hâkimiyetin yoktur." (el-Hicr 15/42) ve: "Musa öldürdüğü
zatın yanında bu şeytanın işidir dedi." (el-Kasas 28/15) ve Kuran’da
şüpheye düştüler ve dediler ki Kuran’da –hâşâ- çelişki vardır.
Ancak Allah’ın kavli ‘kullarımın üzerinde senin hâkimiyetin
yoktur’ derken Allah’a dinde halis olan kullarımın üzerinde iblisin hakimiyeti
yoktur demektir. Dininde yâda Rabbine ibadetinde doğru yoldan sapan ve daha
sonra önceki günahını ve şirkini düzeltene iblisin gücü yetmez. Dininde doğru
yolda olduğunda Allah subhanehu onu dininde kurtarır. Ve Musa’nın kavli ‘bu
şeytanın işidir’ yani şeytan onu güzelleştirdi aynı şekilde Yusuf’a Adem’e ve
Havva’ya da güzelleştirdi ki onlar Allah’ın muhlis kullarındandırlar. İşte
zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.
Onbeşinci Mesele
Allah’ın kavli: "Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz
gibi Biz de bugün sizi unuturuz." (el-Casiye 45/34) ve yine bir başka
ayetteki kavli: "Kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır ne de unutur."
(Ta-Ha 20/52) ve zındıklar Kuran’da şüpheye düştüler.
Allah’ın kavli ‘bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi
Bizde bugün sizi unuturuz’ derki onları ateşte terk ederiz. ‘Unuttuğunuz gibi’
amellerinizi terk ettiğiniz gibi ‘Bizde bugün sizi’ terk ederiz. Ve yine kavli
kitabında ‘Rabbim ne yanılır ne de unutur.’ derki hafızasından gitmez ve onu
unutmaz.
Onaltıncı Mesele
Allahu Tealanın kavli: "Âmâyı kıyamet günü
haşrettiğimizde Allah’a derki: Ey Rabbim Beni niçin kör olarak haşrettin. Oysa
ben hakikaten görür idim." (Ta-Ha 20/125) ve bir başka ayetteki kavli:
"Bugün artık gözün keskindir." (Kaf 50/22) ve dediler ki: Muhkem
kelamda nasıl olur da bir yerde ‘o amadır’ denir ve yine kitapta denilir ki
‘bugün artık gözüm keskindir’ bunun üzerine Kuran’da şüpheye düştüler.
Allah’ın kavlinde: "onu kıyamet gününde
haşrettiğimizde ama kendini savunur ve derki Rabbim beni niçin kör olarak
haşrettin ve sanki görürmüş gibi savunur kendini ve ona karşı taraftan şöyle
söylenir. İşte o gün onlara tüm haberler körleşmiştir." (el-Kasas 28/66)
ve yine Allah’ın kavli: "Onlar birbirlerine de soracaklar." (el-Kasas
28/66) ‘bugün artık gözün keskindir’ denildiğinde burada kâfir kabrinden çıkıp
yükseldiğinde gözleri görür ve gözlerini kırpıştırmadan görür, hatta iki gözü
de görür ve diriliş emrini yalanlayamaz. Ve denir ki: "Sen bundan
gafletteydin derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün
keskindir." (Kaf 50/22) Ve denilir ki ‘perdeni kaldırdık’ ahirette gözün
keskindir, keskin bakarsın, kıpıştırmazsın gözünü hatta iki gözünü,
yalanlayamaz diriliş emrini. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması
budur.
Onyedinci Mesele
Allah’ın Musa’ya kavli: "Çünkü Ben sizinle beraber
işitir ve görürüm." (Ta-Ha 20/46) ve yine bu konudaki bir başka kavli:
"Biz sizinle beraberiz işitmekteyiz." (eş-Şuara 26/15) Zındıklar
dediler ki nasıl ‘ben sizinleyim.’ der ve bir başka ayetteki kavli: ‘biz
sizinle beraberiz ve işitmekteyiz.’ iken? ve işte bu yüzden Kuran’da şüpheye
düştüler.
‘Ben sizinle beraberim’ kavlinde sözlük anlamı mecazidir
denilir ki bir adama bir adam için seni yontarım üzerine bu yaptığımla
rızıklanırsın ve Allah’ın diğer kavli ‘çünkü ben sizinle beraberim işitir ve
görürüm.’ bu caizdir. Lügatte denir ki bir adam tektir bir başka adamı
ödüllendiririm bu yapacağım hayırla.
CEHMİYE’YE REDDİYE
Kur’an ayetlerinin birbiriyle çeliştiğini iddia eden Cehmiye'ye cevap
I- Cehmiyenin Allah İnancı
İmam Ahmed (rahimehullah) diyor ki: İşte Cehm ve taraftarları da[149] bu şekilde insanları Kur’an’ın ve hadislerin müteşabihlerine davet
ettiler. Böylece hem kendileri saptılar, hem de sözleriyle birçok insanı
saptırdılar. Allah’ın düşmanı Cehm hakkında bize ulaşan bilgiler şunlardır:
Horasan’ın Tirmiz kentindendir. Âlimlerle girdiği polemikleri ve bazı kelami
görüşleri vardır. Genellikle Allah hakkında düşünceler ileri sürerdi. Bir gün
“Semeni”[150] adı verilen müşrik bir toplulukla karşılaştı. Bunlar Cehm’i tanıdılar ve
ona dediler ki:
Seninle tartışalım. Eğer bizim kanıtlarımız karşısında yenilirsen bizim
dinimize girersin. Biz senin kanıtlarına cevap veremezsek, senin dinine
gireriz. Cehm’e söyledikleri şuydu:
Sen bir tanrının olduğunu söylemiyor musun? Evet, dedi, söylüyorum. Dediler ki:
Peki, bu tanrını gördün mü? Hayır, dedi. Ya sözlerini duydun mu? dediler.
Hayır, dedi. Kokusunu aldın mı? dediler. Hayır, dedi. Hissettin mi? dediler.
Hayır, dedi. Ona hiç dokundun mu? dediler. Hayır, dedi. Dediler ki:
Onun ilah olduğunu nereden biliyorsun? Bu soru karşısında Cehm şaşırdı ve kırk
gün boyunca nasıl bir kanıtla cevap vereceğini düşündü.[151] Sonra, Hıristiyan zındıkların kanıtlarına benzer bir kanıt bulabildi.
Şöyle ki, Hıristiyan zındıklar, Meryem oğlu İsa’nın içindeki ruhun, Allah’ın
zatından olan ruhu olduğunu ileri sürüyorlar. Allah, bir şey meydana getirmek
istediği zaman, bir mahlûkun içine girer, o mahlûkun diliyle konuşur ve onun
dilinden dilediğini emreder, dilediğini yasaklar. O gözlerin göremediği bir
ruhtur...
Cehm bu kanıtı alır ve Semeni olan kişiye şöyle der: Sen, içinde bir ruh
olduğunu söylemiyor musun? Adam: Evet, der. Peki, sen ruhunu gördün mü? diye
sorar. Hayır, görmedim, der. Sözlerini duydun mu? diye sorar. Hayır, der. Onu
hissettin mi veya ona dokundun mu? diye sorar. Hayır, cevabını verir. Bunun
üzerine şöyle der: İşte Allah da böyledir. Yüzünü göremezsin, sesini
işitemezsin, kokusunu alamazsın. O gözler tarafından görülemez. Bir mekanda
olup da başka bir mekanda olmaması söz konusu değildir.
O, bu iddiasına dayanarak olarak müteşabihattan olan üç tane ayet buldu:
1- “O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur.” (eş-Şura 42/11)
2- “Göklerde ve yerde Allah O'dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazanmakta
olduklarınızı da bilir.” (el-Enam 6/3)
3- “Gözler O'nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif'tir, her şeyden
haberdardır.” (el-Enam 6/103)
İşte mezhebinin esasını bu üç ayetler üzerine bina etmek suretiyle Kuran’ı
kendi kafasına göre te’vil etti ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in
hadislerini de yalanladı. Ve bir kimse Allahın Kuran’da kendisini tavsif ettiği
yahut Rasulullah’ın söylediği şekilde vasfederse kafir olup Müşebbihe’ye[152] dahil olur, dedi ve bu sözüyle bir çok kimseyi insanı saptırdı. Basra’da
kendisine Ebu Hanife’nin ve Amr bin Ubeyd’in[153] ashabından birçok kimse tabi oldu. Bu suretle Cehm “Cehmiyye” dinini
kurmuş oldu.
Halk, onlardan Allahu Teâlâ’nın “ليس كمثله شيء"” yani “O'nun benzeri olan
hiçbir şey yoktur.” eş-Şura 42/11 kavli hakkında sorduğu zaman onlar bunu
“eşyadan O'nun benzeri hiçbir şey yoktur, nasıl Arş üzerinde bulunuyorsa yedi
kat yer altında dahi öylece bulunmaktadır. Hiçbir mekan ondan hali değildir;
zaten O, şu veya bu mekanda değildir. Konuşmamıştır ve konuşmayacaktır. Ne
dünyada ne de ahirette onu kimse göremez. Herhangi bir sıfatla ve de herhangi
bir fiil ile ne tavsif olunur, ne de bilinir! O'nun gaye ve müntehası (yani ucu
bucağı,belli bir sınırı) yoktur. Akıl ile idrak olunamaz, O bütünüyle “vech
(yüz, zat)”dir, bütünüyle ilimdir, bütünüyle “sem’ (işitme)”dir, bütünüyle
“basar (görme)”dir, bütünüyle nurdur, bütünüyle kudrettir. O’nda iki şey bir
arada bulunamayacağı gibi birbiriyle çelişkili iki sıfat da bulunamaz. Onun
aşağısı yukarısı, etrafı yönü olmadığı gibi sağı solu da yoktur. Ağır olmadığı
gibi hafif de değildir. Onun rengi de cismi de yoktur. Ma’mul (yani kendisine
bir iş veya te’sir icra edilmiş) ve ma’kul (yani akılla idrak edilebilir)
değildir. Ve O, kalbine gelip de bilmiş olduğun her şeyin hilafınadır.”
şeklinde açıklıyorlar.
Ahmed (rahimehullah) dedi ki: Biz O (celle celaluhu) bir şeydir diyoruz onlar
ise “O bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Akıl sahipleri ise bunun
“O, bir şey değildir” demek olduğunu anlarlar. Bu suretle onların hiçbir şeye
iman etmedikleri fakat zahiren söyledikleri şeylerle kendilerinden belayı
(yani mürtetlere ve zındıklara uygulanan ölüm cezasını) defetmeye çalıştıkları
insanlar nezdinde açıklık kazanmış oldu. Kendilerine: “Kime ibadet
ediyorsunuz?” diye sorulduğu zaman, “Bu mahlûkatın işlerini düzenleyene ibadet
ediyoruz” cevabını verirler. “Peki, bu mahlûkatın işlerini düzenleyen zat
hiçbir sıfatla bilinemeyen, meçhul bir varlık mıdır?” dediğimiz zaman onlar
“evet” diyorlar. Şu halde müslümanlar, sizin hiçbir şeye ibadet etmediğinizi ve
ancak zahiren gösterdiğiniz şeylerle kendinizden belayı defetmeye çalıştığınızı
iyi bilmişlerdir, deriz. Sonra bunlara, “O, işleri düzenleyen yüce varlık
Musa’yla konuştu” dediğimiz zaman “Hayır O konuşmadı ve konuşmaz, çünkü kelam
ancak bir organ, uzuv vasıtasıyla olur, Allah’ta ise organ olmaz” cevabını
verirler. Cahil bir adam bunların sözlerini işittiği zaman, Allah'ı en çok tazim
edenlerin bunlar olduğunu zanneder. O bilmez ki bunların sözleri dalalete ve
küfre döner ve yine anlamaz ki onlar Allah hakkında ancak iftira içeren sözler
sarf ederler.
II- Cehmiyenin Ca’l kelimesine verdiği
anlam ve Kur’an hakkındaki inancının reddedilmesi
HALK’UL KUR’AN MESELESİ
Yaratma (Halk) ve kılma (ca’l) arasındaki fark
Cehmi’ye sorulacak şeylerden olmak üzere ona şöyle denilir: Kur’an’ın mahlûk
olduğuna dair Cenabı Allah'ın Kuran’da herhangi bir haberini buluyor musunuz?
Elbette bulamaz. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinde
Kur’an mahlûktur dediğini buluyor musunuz? Şüphesiz bulamaz. Şu halde bu sözü
nerden çıkartıyorsunuz, denildiği zaman derhal Yüce Allah’ın: إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآناً عَرَبِيّاً لَّعَلَّكُمْ
تَعْقِلُونَ “Düşünüp anlayasınız diye
gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf 43/3) kavlinden,
diyecek. Zannediyor ki bu ayette geçen “ca’l”, “halk” manasındadır. Bu suretle
müteşabih sözlerden bir söz ortaya atıyor ki bununla müteşabihin tenzilinde
ilhad kastedenler ve te’vilinde fitneye yol açmak isteyenler delil getirirler.
Şunu izah edelim: Kur’an-ı Kerim’de yaratma (halk)’nın fiil ve kavillerinden
hikâye yoluyla zikr olunan “ca’l” iki manada kullanılmıştır:“الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ “Onlar Kuran’ı parça-parça kıldılar.” (el-Hicr 15/91)
Kavlindeki “ca’l” tesmiye yani isimlendirme manasındadır. Çünkü müşrikler,
Kur’an hakkında şiirdir, evvelkilerin haberleridir ve sayıklamadır, karma
karışık rüyalardır diyorlardı.“ وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَة الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثاً “Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.”
(ez-Zuhruf 43/19) Ayet-i kerimesi “Bunlar, melekleri dişi olarak
isimlendirdiler” manasına gelir.
Bununla beraber Kuran’da (Ca’l) tesmiye manasından başka manalarda da
zikredilmiştir. Örneğin şu ayette olduğu gibi: يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِ
“parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar.” (el-Bakara 2/19) Bu ayette geçen “Ceale”
fiili kulların fiillerinden bir fiili ifade etmek için kullanılmıştır. “إِذَا جَعَلَهُ نَاراً”
(...) “Demiri bir ateş haline getirince...” (el-Kehf 17/96) kavlinde de bir
fiil, iş manasındadır. İşte bunlar mahlûkatın kıldığı (ca’l ettiği) şeylerdir.
Sonra Allahu Teâlâ’nın kendi emrinde yaratıcılığa/halikiyyete taalluk eden
(ca’l) ancak halk (yaratma) manasında olur ve ancak “halk” makamına kaimdir ve
ondan ayrılmaz. Halk manasına “ca’l” kullanılan yerlerden olmak üzere şu
ayetleri zikredebiliriz:الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَات ِوَالنُّورَ “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var
eden Allah'a mahsustur.” (el-En’am 6/1) buyuruyor ki karanlıkları ve aydınlığı
halk eden manasındadır. Keza; “Sizin için kulaklar, gözler var etti.” (en-Nahl
16/78)وَجَعَل َلَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ
“Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık.” (el-İsra 17/12) وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ
سِرَاجاً “Ayı içlerinde bir ışık,
güneşi de bir lamba yapmıştır.” (Nuh 71/16)هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا
لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا “Sizi bir tek nefisten
yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır.”
(el-A’raf 7/189) Yani Adem’den eşi Havva’yı halk eden diyor. Yine başka bir
yerde:وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi.” (en-Neml 27/61)
buyurmaktadır. Bunların emsali Kuran’da çoktur. Allahu teala hakkında bu minval
üzere zikrolunan “ceale” ancak “halk” manasındadır. Diğer manada olmak üzere: مَا جَعَلَ اللّهُ مِن بَحِيرَةٍ وَلاَ سَآئِبَةٍ “Allah, ne «bahire»yi, ne «saibe»yi meşru kılmıştır.”
(el-Ma'ide 5/103) veya İbrahim (as)’a hitaben söylediği: إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَاماً “Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.»
buyurdu.” (el-Bakara 2/124) Bu ayetlerde “ca’l”, “halk” manasında değildir.
Zira konu, “bahire” ve “saibe” namıyla develerin yaratılması değildir.
İbrahim'in yaratılması ise şüphesiz imam kılınmasından öncedir. Keza İbrahim
(as)’ın:رَبِّ اجْعَلْ هَـذَا الْبَلَدَ آمِناً “Rabbim, bu şehri güvenli kıl!” (İbrahim 14/35) ve: رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ“Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle.” (İbrahim
14/40) dediğini nakleden ayetlerde “ceale” halk manasında değildir, zira “beni
namazı ikame eden birisi olarak yarat” manasını kastetmediği aşikardır. Keza:يُرِيدُ اللّهُ أَلاَّ يَجْعَلَ لَهُمْ حَظّاً فِي
الآخِرَةِ “Allah onlara, ahiretten
yana bir nasip vermemek istiyor.” (Al-i İmran 3/176) ve Musa (as)’ın annesine
hitaben söylediği:إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ
وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ “Biz, muhakkak onu sana
iade edeceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız.” (el-Kasas 28/7)
ayetinde “biz onu peygamber olarak yaratacağız” manasını kastetmiyor. Zira
Allahu Teala Musa’nın annesine evvela Musa’yı kendisine iade edeceğini, sonra
da onu rasul yapacağını va’d ediyor. Yine:وَيَجْعَلَ الْخَبِيثَ بَعْضَهُ عَلَىَ بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَمِيعاً
فَيَجْعَلَه فِي جَهَنَّمَ “Bütün murdarların bir
kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması
içindir.” (el-Enfal 8/37) ve ayrıca:وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوافِي الْأَرْضِ
وَنَجْعَلَهُمْأَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ
“Biz istiyorduk ki o yerdeki mustazaflara lütfedelim, onları önderler yapalım,
onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.” (el-Kasas 28/5) Bunun manası dahi
“biz onları imamlar olarak halk ederiz ve varislerden kılarız” demek değildir.
Aynı şekilde:فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ
جَعَلَهُ دَكّاً “Rabbi o dağa tecelli edince onu
paramparça etti.” (el-A’raf 7/143) buyurmaktadır.[154] Bunun Kuran’da örneği çoktur. Bu ve bu gibi ayetlerde geçen “جَعَلَ” hiç bir vechiyle “ خَلَقَ” manasında değildir. Şu halde
Allahu teala “ceale”yi iki vecihle; bir tanesinde “halk” yani “yaratmak”
manasında, diğerindeyse yaratma manasının dışında kullanırken Cehmi, hangi
delile istinaden “ceale”yi “haleka” manasına tahsis etmiştir?
Eğer Cehmi, Kur’an’ın mahlûk olduğu iddiasına delil gösterdiği: “Biz, onu
arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf 43/3) kavlindeki “ceale”yi Allah’ın
vasfettiği manaya hamlederse ne ala! Yoksa Allah’ın kelamını işitip aklettikten
sonra kasten tahrif edenler sınıfına dahil olur. Biz, Allahu teala “Biz, onu
Arapça bir Kur'an kılmışızdır” kavlindeki “ceale”yi “halk” manasında değil, Allahın
fiillerinden bir fiil manasında kullanıyor, diyoruz. Nitekim: “Düşünüp
anlayasınız diye gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf
43/3) buyurmaktadır. Ayrıca: عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ
مِنَ الْمُنذِرِينَ بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ
“Apaçık Arap diliyle onu senin kalbine (indirdi) ki uyarıcılardan olasın.”
(eş-Şuara 26/194-195) ve فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ
بِلِسَانِ “Biz Kur'an'ı senin dilin üzere
kolaylaştırdık.” (Meryem 19/97) buyurmuştur. Cenabı Hakk Kur’an’ı Arapça kılıp
Nebisinin lisanı üzere kolaylaştırdığı vakit bu “ceale” Allahu Teâlâ’nın
kendisiyle Kur’an’ı Arapça kıldığı bir fiil oluyor. İşte bu açıklama Allahu
Teâlâ’nın kendisi için hidayet irade ettiği kimse için kâfidir.
III- Kur’an’ın Allah’tan ayrı olduğuna
bağlaç ‘ve’ nin delil oluşu
KUR’AN’IN ALLAH’IN KENDİSİ MİDİR, DEĞİL MİDİR DİYEREK DELİL GETİRENLERE CEVAP
Sonra Cehm, yine muhal olan başka bir iddia ortaya atarak şöyle demiştir:
Kur’an Allah mıdır, yoksa Allah'tan başka bir şey midir, bize haber verin.
Böylece Kur’ an hakkında insanları vehme sevk eden bir iddia ortaya atmış oldu.
Cahile Kur’an Allah mıdır, Allah’tan gayrı mıdır diye sorulduğunda muhakkak iki
cevaptan birini verecektir: Eğer Allah’tır derse Cehmi ona: Kâfir oldun, der.
Yok, eğer Allah’tan başkasıdır, derse doğru söyledin, der. Allah’tan gayrisi da
mahlûk olduğundan dolayı cahilin nefsinde Cehmi’nin düşüncesine doğru bir meyil
oluşur. Hâlbuki bu mesele de Cehmiye’ nin yaptığı muğalatalardan
(spekülasyonlardan) birisidir. Bunun cevabı ise şudur: Allah celle senauhu
Kur’an-ı Kerim’de “Kur’an benim aynımdır yahut gayrımdır” diye bir şey
söylemedi. Kur’an benim kelamımdır, dedi. Biz de Kur’ an’ı Allah’ın verdiği
isimle isimlendirerek onun “kelamullah” olduğunu söyleriz. Kim ki Kuran’ı
Allah’ın isimlendirdiği şekilde isimlendirirse hidayet bulmuş olur. Kim de ona
başka bir isim verirse dalalette kalanlardan olur.
Şüphesiz Allahu teala, kavli ile yaratmasını ayırmıştır ve halk/yaratma yerine
kavl/söyleme dememiştir. Mesela bir ayet-i kerimede: أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَ الأَمْرُ “Bilesiniz ki, yaratmak da
emretmek de O'na mahsustur.” (el-A’raf 7/54) buyurmaktadır. “Halk O’nun’dur”
dendiğinde mahlûkat sınıfından olan her şey bu kapsama dâhil olur. Bundan sonra
yaratılmış olmayan şeyi zikrederek وَ الأَمْرُ buyurdu. Emir ise ancak sözle
olur. Cenabı Hakk sözünün mahlûk olmasından münezzehtir. Allahu teala Duhan
suresinin baş tarafında şöyle buyurmaktadır: حم {1} وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ {2} إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ
مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ {3} فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ
{4}أَمْراً مِّنْ عِندِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ {5}
"Ha-Mim. O apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede
indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Katımızdan bir emirle, her
hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler
göndermekteyiz. (Duhan 44/1-5) Buradaki أَمْراً مِّنْ عِندِنَا “Katımızdan bir emir” ifadesinde
kastedilen, Kuran’dır.[155] Ayrıca: “Önünde de sonunda da emir Allah'ındır.” (er-Rum 30/4)
buyurmaktadır. Yaratmadan önce de, yaratmadan sonra da emir O’nundur, diyor.
Demek ki Allahu teala hem halk ediyor, hem emrediyor. Söylemesi de
yaratmasından ayrıdır. Aynı şekilde: “İşte bu (anlatılan hükümler), Allah'ın
size indirdiği emridir.” (Talak 65/5) buyurmaktadır. Ayrıca şöyle buyurmuştur:
“Nihayet emrimiz gelip tandır kaynamaya (her taraftan sular fışkırmaya)
başlayınca... (Hud 11/40)
CENABI HAKKIN KELAMI İLE YARATMASINI AYRI TUTTUĞUNUN BEYANI
Cenabı Allah bir şeyi iki yahut üç isimle adlandırdığı zaman “mürsel” yani
yekdiğerine atıfsız olarak bırakır. Eğer birbirine zıt iki şeyi isimlendirecek
olursa onları mürsel bırakmaz, aralarını ayırır. (Yani başka başka şeyler
olduklarından dolayı “vav” atıf harfi ile aralarını fasleder). Allahu Teâlâ’nın
şu kavlinde olduğu gibi:قَالُواْ يَا أَيُّهَا
الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَباً شَيْخاً كَبِيراً
"Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun büyük, yaşlı bir babası var."
(Yusuf 12/78) Bu ayet-i kerimede bir şeyi/kişiyi-yani Yakub(as)’ı- üç isimle
adlandırmıştır. (Yani büyük, yaşlı, baba) Fakat bu isimleri ayırmamış, mürsel
bırakmıştır. Yani إن له أبا وشيخا وكبيرا “Gerçekten onun büyük ve yaşlı ve bir babası var.”
dememiştir. خَيْراً مِّنكُنَّ
مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ أَزْوَاجاً
عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهًُ
Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a
teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, oruç tutan… eşler verir.
Dedikten sonra:ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَاراً “dul ve bakire” buyurmaktadır. Yani dul ve bakire birbirinden
ayrı şeyler olduğu için aralarını atıf harfi ile ayırıyor, mürsel bırakmıyor.
Yine başka bir yerde: وَمَا يَسْتَوِي
الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ “Kör ile gören eşit
olmaz.” buyurmaktadır. (Fatır 35/19) Kör ile gören ayrı şeyler olduklarından
dolayı aralarını “vav” ile ayırmıştır. Sonra da:وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ Karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcaklık da bir olmaz. (Fatır
35/20-21) buyurmuştur. Bunların hepsi birbirinden ayrı şeyler oldukları için
aralarını fasletmiştir. Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur:الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ
الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُالْجَبَّارُالْمُتَكَبِّرُ
O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete
kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran,
büyüklükte eşi olmayandır. (el-Haşr 59/22) Bu sıfatların hepsi aynı şeyin ismi
olduğu için mürsel bırakılmıştır, fasledilmemiştir. İşte bundan dolayıdır ki
Cenabı Allah أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَ الأَمْرُ “Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur.”
(el-A’raf 7/54) buyurduğu vakit yaratmak ve emretmek birbirinden ayrı kavramlar
olduğu için aralarını harf-i atıf olan “ و” (vav) ile ayırmıştır.
IV- Kur’an vahyedilmiştir,
yaratılmamıştır
KUR’AN’IN VAHİY MAHSULÜ OLUP MAHLÛK OLMADIĞININ İSBATI
Bu hususta Cenab-ı Allah’ın şu kavlini zikredebiliriz:
“Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla
inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir
vahiy iledir. Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail)
öğretmiştir.” (en-Necm 53/1-5)
Kureyş kâfirleri Kur’an hakkında “şiirdir, eskilerin
masallarıdır, karmakarışık rüyalardır, Muhammed onu kendisi uyduruyor veya
başkasından öğreniyor” gibi sözler sarf ettiler; bunun üzerine Allahu teala
Kur’an’ın iniş vaktini kastederek batmak üzere olan yıldıza yemin etti ve
ardından Kur’an’ın vahiyden başka bir şey olduğuna dair düşünceleri iptal etti.
Zira “Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” kavli Kur’an ancak
vahyolunan bir vahiydir, demektir. Sonra “Ona (yani Muhammed’e) üstün bir
güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.” buyurmuştur. “Allah o anda kuluna
vahyedeceğini vahyetti.” (en-Necm 53/10) kavline kadar bunlardan bahsetti ve
Kur’an’ı vahy olarak isimlendirdi, yaratılmış olarak vasfetmedi.
V- Kur’an şeydir
Bab: RAHMAN’IN KAVLİ OLAN VE OLMAYAN ARASINDAKİ FARK
Sonra Cehm başka bir şey iddia etmiş ve şöyle demiştir:
Bize Kur’an hakkında haber veriniz, Kur’an “şey” midir? Biz de tabii ki “şey”
dir, dedik. Bunun üzerine “Allah her şeyin yaratıcısıdır, şu halde Kur’an niçin
yaratılmış şeyler sınıfından sayılmıyor, hâlbuki siz onun “şey” olduğunu itiraf
ediyorsunuz.” dediler. Bütün mevcudiyetimle söylüyorum ki iddiasından kimseye
deva olacak bir şey çıkmadığı halde iddiası mümkün olan her şeyi iddia olarak
ortaya atmaktadır. Ortaya attığı bu iddialarla da halkın kafasını
karıştırmıştır. Biz kendisine şu cevabı veririz: Allah Azze ve Celle kitabında
Kur’an’ı “şey” olarak isimlendirmedi. Ancak kendisine hitap ettiği nesneye
“şey” ismini verdi. Şanı yüce Allah’ın şu kavlini görmüyor musun? “Biz bir şeyi
dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece «ol» dememizdir. O da hemen oluverir.”
(en-Nahl 16/40) buyurmuştur. Burada zikrolunan “şey”den kasıt Azze ve Celle’nin
sözü değildir, bilakis kendisine söz söylenendir. Başka bir ayette: “O'nun
emri, bir şeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir. O da oluverir.” (Ya-Sin
36/82) denilmektedir. Şu halde buradaki “şey” Allah’ın emri değildir. Bu “şey” ancak
Allah’ın emriyle mevcut olan nesnedir.
Cenabı Hakkın kendi kelamını yaratılmış şeyler kapsamına
dâhil etmediğine işaret eden delil ve alametlerden birisi de Ad kavmi üzerine
gönderdiği rüzgâr hakkındaki şu ayettir: “O rüzgâr, Rabbinin emri ile HERŞEYİ
yıkar mahveder.” (el-Ahkaf 46/25) Rüzgâr birçok şeye rastladığı halde helak
etmedi; kendilerini kuşatan evleri ve barınakları olan dağlara rastladığı halde
onları helak etmemiştir. Hâlbuki ayette “her şeyi yıkar mahveder.”
buyrulmuştur. İşte aynı şekilde Yüce Allah’ın: "Allah her şeyi
yaratandır." (er-Rad 13/16) buyruğunda da –hâşâ- kendi zatını, ilmini ve
kelamının yaratılmış şeylerden olduğunu kastetmemektedir. Keza Sebe melikesi
Belkıs hakkında “Kendisine her şey verilmiş” buyurmaktadır. Hâlbuki Süleyman’ın
mülkü de bir “şey” olduğu halde Belkıs buna malik değildi. Aynı bunun gibi de
Allahu Teâlâ "Allah her şeyi yaratandır." buyururken kelamını bu
yaratılmış şeyler kapsamına dâhil etmemiştir.
Cenabı Allah Musa (as)'a: “Ben, seni kendim (nefsim) için yetiştirdim.”
(Ta-Ha 20/41) demiştir. Aynı şekilde “Allah sizi Kendisiyle (nefsiyle)
korkutur.” (Al-i İmran 3/28) buyurmaktadır. Ayrıca “Rabbiniz rahmeti kendi
(nefsi) üzerine yazdı.” (el-Enam 6/54) buyurmuştur. Keza İsa (as) kıyamet günü
şöyle diyecektir: “Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde
olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen!” (el-Ma'ide 5/116)
Hâlbuki başka bir ayet-i kerime’de: “Her nefis, ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran
3/185) buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle hakkında salim fikre sahip olan
herkes bu ayette “her nefis” buyurmakla beraber Cenabı Hakkın kendi nefsini
ölümü tadacaklar meyanında kastetmediğini kolaylıkla anlar. İşte bunun gibi de
"Allah her şeyi yaratandır." dediği zaman yaratılmış olan diğer
şeylerle birlikte kendi nefsini, ilmini ve kelamını kastetmiyor. Bu açıklamalar
Allah hakkında salim bir fikre sahip olanlar için kâfidir. Allah, düşünüp
de kitap ve sünnete muhalif görüşlerden rücu eden ve Allah hakkında ancak hak
olanı söyleyen kimseye rahmet etsin.
Zira Allahu Teâlâ yarattıklarından misak aldı ve şöyle
buyurdu: “Allah'a karşı yalnız hakkı söyleyeceklerine dair kendilerinden
Kitapta söz alınmamış mıydı?” (el-A’raf 7/169) Başka bir yerde de şöyle
buyurmuştur: “De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız
yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak
koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”
(el-A’raf 7/33) Böylece Allahu teala kendisi hakkında yalan söylemeyi haram
kılmış ve şöyle demiştir: “Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin
yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde
değil midir?” (ez-Zümer 39/60) Cenabı Allah bizi ve sizi saptırıcıların
fitnesinden muhafaza buyursun.
Cenabı Hakk kelamını birçok yerde zikretmiş, fakat hiç
birinde yaratılmış olarak isimlendirmemiştir. Bilakis hep kelam olarak
isimlendirmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:
“Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı.” (el-Bakara
2/37)
“Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki
onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile
bile onu tahrif ederlerdi.” (el-Bakara 2/75)
“Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O'na
kelâmıyla iltifatta bulununca…” (el-A’raf 7/143)
“Buyurdu ki: Ey Musa; risaletim ve kelamımla seni insanlar
arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” (el-A’raf 7/144)
“Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu.” (en-Nisa 4/164)
“Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o
ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (el-A’raf 7/158)
Ve işte bununla Allahu teala Allah Resulünun Allah’a ve
kelâmına iman ettiğini haber vermektedir. Yine şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler.” (el-Fetih
48/15)
“De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa,
elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin
bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»” (el-Kehf 18/109)
“Ve eğer müşriklerden bir kimse senden aman dilerse artık
ona aman ver. Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin.” (et-Tevbe 9/6) buyuruyor.
Dikkat edilirse burada Allah’ın yarattığını dinlesinler vb bir şey
söylememiştir. İşte bu, apaçık Arapça lisanıyla belirlenmiş, izaha muhtaç
olmayan gayet açık bir husustur. Allah’a hamdolsun.
VI- Allah bize Kur’an’ın kendi kelamı
olduğunu söylememizi yasaklamamıştır
Şimdi Cehmiye’ye sorarım; Allahu teala şu ifadeleri buyurmamış mıdır:
“Deyiniz ki, Biz, Allah'a iman ettik.” (el-Bakara 2/136)
“İnsanlara güzel söz söyleyin.” (el-Bakara 2/83)
“Deyin ki: Biz, hem bize indirilene iman ettik, hem size indirilene.”
(el-Ankebut 29/46)
“Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sağlam söz söyleyin.” (el-Ahzab 33/70)
“Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” (Al-i İmran 3/64)
“De ki: O hak Rabbinizdendir.” (el-Kehf 18/29)
“De ki: Selam sizlere.” (el-En’am 6/54) Buna karşın Allahu Teâlâ’nın “benim
kelamımın mahlûk olduğunu söyleyin” dediğini hiç işitmedik.
Ayrıca şu ifadeleri buyurmuştur:
“Allah «üçtür» demeyiniz. Bundan vazgeçiniz.” (en-Nisa 4/171)
“Size selam veren kimseye, «Sen mümin değilsin» demeyin.” (en-Nisa 4/94)
“Ey iman edenler! «Rainâ» demeyin.” (el-Bakara 2/104)
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin.” (el-Bakara 2/154)
“Hiç bir şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme.” (el-Kehf
18/23)
“Sakın onlara «öf» bile deme.” (el-İsra 17/23)
“Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma.” (el-Kasas 28/88)
“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” (el-En’am 6/151)
“Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma).” (el-İsra 17/29)
“Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.” (el-En’am 6/151)
”Yetim malına, en iyi şeklin dışında yaklaşmayın.” (el-En’am 6/152)
“Yeryüzünde çalımla yürüme!” (Lukman 31/18) Kuran’da buna benzer misaller
çoktur. İşte bunlar Allah’ın nehyettiği şeylerdir. Ve Allahu teala hiçbir zaman
“Kur’an’ın benim kelamım olduğunu söylemeyin” diye bir şey buyurmamıştır.
Melekler dahi Allah’ın kelamını “kelam” olarak isimlendirmiştir. Bu konuda Azze
ve celle şöyle buyurmaktadır: “Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman
«Rabbiniz ne buyurdu?» derler.” (es-Sebe 34/23)
Bunun izahı şudur: Melekler[156] İsa (as) ile Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) arasındaki dönemde
–aradan uzun süre geçmiş olmasına rağmen- vahiy sesini hiç işitmemişlerdi.
Allahu teala Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e vahy edince melekler,
katı taşa demirin vurulması gibi olan vahy sesini işittiler ve kıyamet
hallerinden bir hal zannettiler, korktular ve yüzleri üzerine secdeye
kapandılar. İşte “Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman” kavlinin
anlamı budur. Yani kalplerinden korku ve dehşet gidince başlarını secdeden
kaldırdılar ve “Rabbiniz ne buyurdu?” diye birbirlerine sordular. Rabbiniz ne
yarattı demediler. İşte bu, Allah’ın kendisine hidayet etmek istediği kimse
için yeterli bir izahtır.
VII- Kur’an’ın ışığında
Muhdes’in anlamı
Sonra Cehm başka bir şey daha iddia etmiş ve şöyle
demiştir: Ben Allah tebareke ve teala’nın kitabında bir ayet buldum ki
Kur’an’ın mahlûk olduğuna delalet etmektedir. Hangi ayettir, dedik. Şu ayeti
zikretti:مَا يَأْتِيهِم مِّن
ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍإ
“Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı ancak alaya alarak
dinliyorlar.” (el-Enbiya 21/2) [Bu ayette Allah’ın zikri (uyarısı) için
–sonradan olma şeyler için de kullanılan-“muhdes” tabirinin kullanılmasından
yola çıkarak] Allah’ın Kur’an’a muhdes dediğini ve her muhdesin de mahlûk
olduğunu söyledi.
Hayatımla te’min ederim ki bu, müteşabihattan bir husus
olduğu halde bununla insanları şüpheye düşürdü. Allah’tan yardım dileyerek biz
de bu hususta Allah’ın kitabını göz önünde bulundurarak şunları söyledik:
Herhangi iki şey bir isim altında birleşir ve bunlardan biri diğerinden üstün
olursa ve de sonra bunlar hakkında övgü söz konusu olursa üstün olan,
diğerinden daha çok övgüye layık olur. Eğer bunlar hakkında kınama söz konusu
olursa, daha aşağıda olan diğerine göre kınanmaya daha çok layık olur. Şu
ayetler buna birer örnektir:
“Şüphesiz Allah, insanlara karşı Rauf ve Rahimdir
(şefkatlidir, çok merhametlidir).” (el-Hacc 22/65)
“Allah'ın kullarının içtiği bir çeşme...” (İnsan 76/6) Bu
kullar günahkâr olanlar değil iyi olanlardır. Burada insanlar ve kullar
tabirleri birleşmişlerdir. Ondan dolayı kullar ile fâcir olanlar değil,
iyilerden olanlar kastedilmiştir. Zira bunlar tek tek kalınca şöyle
buyrulmuştur:
“Şüphesiz ki, iyiler Naim (Cenneti) içindedirler. Kötüler
de cehennemdedirler.” (el-İnfitar 82/13-14)
“Şüphesiz Allah, insanlara karşı Rauf ve Rahimdir
(şefkatlidir, çok merhametlidir).” ayetinde ise her ne kadar mü’min ile kafir
“insanlar/nas” ismi altında birleşiyorsa da mü’minler rahmet ve re’fete daha
layıktır. Zira tek kaldıkları zaman “Şüphesiz ki Allah, insanlara Rauf ve
Rahim'dir.” (el-Bakara 2/143) ve “O, müminlere karşı çok merhametlidir.”
(el-Ahzab 33/43) kavilleri gereğince medh edilmişlerdir. Kâfirler tek olarak
zikredilince “İyi bilin ki: Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud 11/18)
ve “Allah onlara gazap etmiştir ve sonsuza kadar azapta kalacaklardır.”
(el-Ma'ide 5/80) ayetleri gereğince kınama/zemm vuku bulmuştur. Bundan dolayı
bunlar rahmete yani rahmet ayetine dâhil olmazlar.
Aynı şekilde “Eğer Allah rızkı kullarına bol bol verseydi,
mutlaka yeryüzünde azgınlık ederlerdi.” (eş-Şura 42/27) kavlinde de kullar/ibad
lafzı mü’min ve kâfir herkes için geçerlidir fakat azgınlık/bağy ile
vasıflandırılmaya kâfir mü’minden daha layıktır. Zira mü’minler yalnız başına
zikredildikleri zaman Allahın kendilerine bahşetmiş olduğu nimeti güzelce idare
ettikleri hususunda şöyle buyurmaktadır:
“Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik
ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (el-Furkan 25/67)
“Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve
kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (el-Bakara 2/2) ve
böylece bunlar methedilmektedir. Ayrıca Davud (as)’a, oğlu Süleyman (as)’a,
Zülkarneyn, Ebubekr, Osman (r. anhum ecmain) ve bunlar gibi olanlara rızık
genişçe verildi ve bu zatlardan hiç birisi azgınlık yapmamıştır. Kâfirler ise
münferit olarak zikredildikleri zaman bağy/azgınlıkla nitelenirler. Mesela
Karun hakkında şöyle buyrulur: “Doğrusu Karun, Musa'nın kavmindendi ve onlara
karşı azıtmıştı.” (el-Kasas 28/76) Nemrud bin Kenan da Allahu teala kendisine
mülk ihsan ettiği zaman Rabbi hakkında tartışmaya kalkmıştı. Firavun ise Musa
(as): Ey Rabbimiz! Sen Firavun'a ve adamlarına şu dünya hayatında göz
kamaştırıcı zenginlik ve bol bol servet verdin.” (Yunus 10/88) dediği zaman
azgınlık içersindeydi.
Şu halde ne zamanki mü’min ile kâfir bir isim altında
birleşir de üzerlerine “bağy” ismi cereyan ederse, mü’min övgüye daha layık
olduğu gibi bağy ile vasıflandırılmaya kâfir daha layıktır. İşte Allahu teala:
“Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı ancak alaya
alarak dinliyorlar.” (el-Enbiya 21/2) buyruğundaki مِّن ذِكْر (zikir/uyarı) tabiri
altında hem kendi zikrini hem de Nebisinin (sallallahu aleyhi ve sellem)
zikrini/uyarısını cem’ etmiştir (birleştirmiştir). Allah’ın zikri yalnız olarak
ifade edildiği zaman ona “hadis/yeni, sonradan olma” ismi verilmez. Şu ayetleri
işitmiyor musunuz?
“Ve elbette ki, Allah'ın zikri en büyüktür.”
(el-Ankebut 29/45)
“Ve işte bu (Kur'an) bir mübarek zikirdir.” (el-Enbiya
21/50) Münferiden Nebi(sav)’nin zikri/hatırlatması kastedildiği zaman ona
“hadis” ismi verilir. Allahu Teâlâ’nın şu sözlerini işitmediniz mi?
“Hâlbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.”
(es-Saffat 37/96) Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) zikri/hatırlatması ise
onun kendi amelidir, onun amellerini ise Allah yaratmıştır. İki zikri bir arada
cem’ ettiğine delil ise “Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı/zikri
ancak alaya alarak dinliyorlar.” kavlidir. Peygamberimizin bize onu haber
verdiği zamanki zikri ”hadis” olarak nitelendirmiştir. Ve biliyorsunuz ki zikir
bize ancak peygamberler yani uyarıcı/müzekkirler ve tebliğciler vasıtasıyla
geliyor. Allah (celle celaluhu)şöyle buyuruyor:
“Sen hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.”
(ez-Zariyat 51/55)
“O halde öğüt fayda verecekse, öğüt ver.” (el-A’la 87/9)
“Öğüt ver, çünkü sen; ancak bir öğütçüsün.” (el-Gaşiye
88/21) İşte bu suretle zikr lafzı altında Allah’ın zikri ile Peygamberin zikri
(hatırlatması) birleşmiştir. Bunlar hakkında “Hadis” yani sonradan icat edilmiş
olduklarına dair bir ifade söz konusu olursa, tek başına zikredildiği zaman
kendisine yaratılmış ismi verilen Nebi’nin zikri (sallallahu aleyhi ve sellem),
yine tek olarak anıldığında yaratılmış ve sonradan ihdas olmuş manasında bir
isimlendirme vaki olmayan ise Allah’ın zikri olmaya daha layıktır.
Zikrin Rasulullah’a hadis olduğuna -yani sonradan
geldiğine- “kendilerine gelen her yeni uyarı...” diye başlayan yukarıdaki
ayette bir delil bulmaktayız. Zira Rasulullah daha önceden zikri bilmiyordu,
Allahu teala ona öğretti. Allah ona öğretince zikir de Rasulullah nezdinde
muhdes oldu.
VIII- Kur’an, İsa (as) gibi
yaratılmış değil aksine yaratılmamıştır
İSA (AS)’LA ALAKALI NASSLARDAN DELİL GETİREN KİMSEYE CEVAP
Cehm başka bir şey de iddia etmiş ve şöyle demiştir:
Kuran’da bir ayet gördük ki, bu ayet, Kur’an’ın mahlûk olduğunu göstermektedir.
Biz de sorduk: Bu hangi ayettir? Dedi ki:“Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın
resulü ve O’nun kelimesidir.” (en-Nisa 4/171) ayetidir. Ki İsa da mahlûktur.
Biz buna şu karşılığı verdik: Allah senin Kur’an’ı anlamanı engellemiştir. Kuran’da
İsa ile ilgili ifadeler var ki, Kuran’la ilgili olarak bu ifadelere yer
verilmez. Kur’an, İsa'yı, doğmuş, çocuk ve sabi olarak nitelendirir. Yiyen ve
içen bir delikanlı olarak vasfeder. O emir ve yasaklara muhataptır. İlahi vaad
ve tehditler onun için de geçerlidir. Sonra o, Nuh’un, ardından İbrahim’in
zürriyetinden gelir. Bu bakımdan İsa hakkında söylediklerimizi Kur’an hakkında
söylememiz caiz değildir. Siz Allah’ın İsa hakkında söylediklerini Kur’an
hakkında da söylediğini duydunuz mu?
“Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın resulüdür ve Meryem’e
ilka ettiği kelimesidir.” (en-Nisa 4/171) ayetinin anlamına gelince, Allah’ın
Meryem’e ilka ettiği kelimesinden maksat, “ol” demesi ve bu sözden sonra
İsa’nın olmasıdır. İsa “ol” sözüyle olmuştur, ama İsa “ol” sözünün kendisi
değildir. “Ol” Allah’tan sadır olan bir sözdür. Allah’tan sadır olan “ol” sözü
mahlûk değildir.
Gerek Hıristiyanlar ve gerekse Cehmiyeciler İsa hakkında
Allah’a karşı yalan söylüyorlar. Cehmiyeciler diyorlar ki: İsa Allah’ın
ruhudur, kelimesidir. Fakat kelime mahlûktur. Hıristiyanlar da diyorlar ki:
İsa Allah’ın zatından olmak üzere O’nun ruhudur ve Allah’ın
zatından olan kelimesidir. Tıpkı, şu yama şu giysidendir, denildiği gibi. Biz
ise şöyle diyoruz:
İsa “ol” kelimesiyle olmuştur, ama İsa bu sözün kendisi
değildir. Yüce Allah’ın: “Ondan bir ruh...” sözüne gelince, burada yüce Allah,
içinde ruh olan ve kendisinden bir emir, demek istiyor. Buna şu ayeti de örnek
verebiliriz: “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından size boyun
eğdirmiştir.” (el-Casiye 45/13) Yani, emir vererek size boyun eğdirmiştir.
Allah’ın ruhu ifadesinin açıklaması, Allah’ın kelimesinden olan ve Allah
tarafından yaratılan ruh, şeklindedir. Tıpkı, Allah’ın kulu ve Allah’ın seması
denildiği gibi.
IX- Allah’ın kelamı Cennetlerin
üzerindedir
“GÖKLERİ, YERİ VE İKİSİNİN ARASINDAKİLERİ YARATTI” KAVLİYLE DELİL GETİREN
KİŞİYE CEVAP
Sonra Cehm başka bir iddiada bulunmuş ve şunları söylemiştir: Allahu Teâlâ
şöyle buyuruyor: “Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde
yarattı.” (es-Secde 34/4) Kur’an’ın göklerde, yerde veya ikisinin arasında bir
yerde bulunması akıldan uzak bir şey değildir.
Bu suretle insanların zihinlerine şüphe attı fakat bu şüpheden onlara bir zarar
yoktur (o kadar zayıftır). Ona -yani Cehmi’ye- diyoruz ki: Allahu Teâlâ bu
ayete göre yaratılmış şeyleri ve yaratma işini sadece gökler, yer ve arasında
bulunan şeylerle alakalı olarak gerçekleştiriyor, değil mi? Evet diyeceklerdir.[157] Göklerin üstünde mahlûk olan bir şey yok mudur, diye sorulduğunda da
kuşkusuz evet, diyeceklerdir. Bütün bunlardan Cenabı Allah’ın göklerin üstünde
olan şeyleri mahlûkat kapsamına dâhil etmediği anlaşılmaktadır. Halbuki ilim
sahipleri yedi kat göğün üzerinde kürsi, arş, levh-i mahfuz ve buna benzer bir çok
şeyler bulunduğunu bilirler ki yukarıdaki ayet-i kerimede Cenab-ı Allah
bunları zikretmediği gibi yaratılmış şeyler kapsamına dahil etmemiştir. Haber
sadece gökler, yer ve ikisi arasında olanlar hakkında vaki olmuştur.
“Kur’an’ın göklerde, yerde veya ikisinin arasında bir yerde bulunması akıldan
uzak bir şey değildir.” iddiasına gelince; bir ayet-i kerimede şöyle
buyrulmaktadır: “Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak
ile ve belirli bir süre için yaratmıştır.” (er-Rum 30/8) O, gökleri ve yeri ne
ile yarattıysa bu şey -yani hak- şüphesiz göklerden de yerden de önce mevcuttu.
Kendisiyle gökleri ve yeri yaratmış olduğu “hakk” Cenab-ı Allah’ın kavlidir
(sözüdür). Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“(Allah) «İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim» dedi.” (Sad 38/84) «O gün
“ol” der o da hemen oluverir»[158] kavli ise kendisiyle gökleri ve yeri yarattığı hakk olan sözüdür ve O’nun
kavli de mahlûk değildir, deriz.
X- Ruyetullah
KIYAMET GÜNÜ MÜ’MİNLERİN ŞANI YÜCE ALLAH’I GÖRECEKLERİNİ İNKÂR EDEN KİMSEYE
CEVAP (RU’YETULLAH MESELESİ)
Biz onlara –yani Cehmiye’ye- dedik ki: Sizler cennet ehlinin Rablerine
bakacağını niçin inkâr ettiniz? Dediler ki: Kimsenin Allahu Teâlâ’yı görmesi
söz konusu değildir. Zira kendisine bakılan bir şeyin bilinebilen ve
nitelenebilen bir şey olması gerekir.[159] Bir şey ancak yansıma yoluyla görülebilir.
Biz de diyoruz ki: Allahu Teâlâ şöyle buyurmuyor mu? “O gün bir takım yüzler
Rablerine bakıp parlayacaktır.” (Kıyamet 77/22-23) Onlar diyorlar ki bunun
manası Rablerinin vereceği sevaba bakacaklardır, şeklindedir. Zira insanlar
ancak Allah’ın fiillerine ve kudretine bakabilirler, deyip şu ayeti okudular:
“Bakmaz mısın rabbine? Gölgeyi nasıl uzatmakta?” (Furkan 25/45) ve dediler ki;
İşte Allahu Teâlâ “Görmedin mi Rabbini” buyurduğu halde onlar Rablerini
görmemektedir. O halde bu ayetin manası “Rablerinin fiilini görmediniz mi”
şeklinde olur. Biz ise diyoruz ki: İnsanlar Allah’ın fiillerini her zaman
müşahede etmektedirler. Hâlbuki Allahu Teala kıyamet gününde Rablerine
bakacaklarını bildirmektedir. Bir de diyorlar ki “Bu ayetin manası Rablerinden
sevap bekleyeceklerdir, şeklindedir. (Böylece ayette geçen “nazar”ı intizar
manasına hamlettiler.) Biz ise hem sevabı intizar ederler/beklerler, hem de
Rablerine nazar ederler/bakarlar, diyoruz.
Bunun üzerine şöyle dediler: “Allahu Teâlâ, ne dünyada ne de Ahirette
görülemez” ve müteşabihattan olan şu ayeti okudular: “Gözler O'nu idrak edemez;
O gözleri idrak eder; O Latif'tir, her şeyden haberdardır.” (el-En’am 6/103)
Hâlbuki bu ayetin manasını Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şüphesiz
ki herkesten daha iyi biliyordu. Böyle olduğu halde “Siz kıyamet günü Rabbinizi
göreceksiniz.”[160] buyurmuştur. Aynı şekilde Musa (as)’a hitaben: “Beni asla göremezsin.”
buyurmuştur. Ben görülmem, dememiştir. Şimdi hangisine tabi olmamız gerekir?
“Siz kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz.”[161] diyen Allah Resulüne mi, yoksa Rabbinizi görmeyeceksiniz, diyen Cehm’in
kavline mi? Cennet ehlinin rablerini göreceklerine dair Allah Rasulü (sallallahu
aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen hadisler ilim erbabının malumudur. Ehl-i
ilim bu hadislerin sıhhatinde ihtilaf etmemiştir.
Azze ve Celle’nin “Güzel davrananlara daha güzeli ve fazlası var.” (Yunus
10/26) kavli hakkında Süfyan’ın Ebu İshak’dan, onun da Amir bin Sa’d’den
rivayet ettiği hadiste, ayette geçen “ziyade” kavramı “Allah’ın vechine
(yüzüne) bakmak” olarak açıklanmıştır.[162] Sabit el-Bunani’nin Abdu'r-Rahman bin Ebi Leyla vasıtasıyla rivayet ettiği
hadiste ise şöyle denilmektedir: “Cennet ehli cennette karar kıldığı zaman bir
münadi: Ey cennet ehli! Allah azze ve celle kendisini ziyaret etmenize müsaade
etti” diye seslenecek. Bunun üzerine perde kalkacak ve kendisinden başka ilah
olmayan Allah’a bakacaklar.”[163]
Biz, Cehm ve şiasının (taraftarlarının) Allah’a bakamayanlar ve O’ndan
perdelenecekler arasında bulunacağını ümit ediyoruz. Tıpkı kâfirler hakkındaki
şu ayette olduğu gibi: “Hayır; gerçekten onlar, o gün Rablerinden
perdelenecekler.” (Mutaffifin 83/15) Kâfir Rabbini görmekten men edildiği gibi
mü’min de men edilirse mü’minin kafire karşı ne üstünlüğü kalır? Bizi Cehm ve
şiasından kılmayan, bizleri bid’at ehlinden yapmayıp Kitap ve Sünnete tabi
olanlardan eyleyen Allah’a hamdolsun.
XI- Allah’ın kelamı: Allah’ın sıfatları
Allah’ın Birliğini nefyetmez
ALLAHU TEÂLÂ’NIN MUSA (AS)'LA KONUŞTUĞUNUN İSBATI
Cehmiyecilerin, yüce Allah’ın Musa ile konuşmasını inkâr etmeleri ile ilgili
düşüncelerimize gelince, biz onlara şunu soruyoruz:
Niçin bunu inkâr ediyorsunuz? Diyorlar ki:
Allah konuşmaz ve Allah ile konuşulmaz. Olan sadece şudur:
Bir şey oluşmuş ve Allah adına ifadede bulunmuştur. Allah bir ses yaratmış ve
bu ses duyulmuş... Onların iddialarına göre, konuşma, ancak ağız boşluğunun,
lisanın ve iki dudağın olmasıyla mümkündür. Biz de onlara şunu soruyoruz:
Allah’ın dışında, yaratılmış herhangi bir şeyin Musa’ya:
“Ben senin rabbinim, demesi veya: “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım.
Benden başka ilah yoktur.” (Ta-Ha 20/14) demesi caiz midir? Kim bunu söyleyenin
Allah’tan başkası olduğunu iddia ederse, kuşkusuz Allah’tan başkası için rablik
iddiasında bulunmuş olur. Cehmilerin iddia ettikleri gibi, Allah bir şey
yaratmış olması ve bu şeyin:
“Ey Musa! Allah âlemlerin rabbidir, demiş olması, izah edilebilir olsa da, bu
şeyin: “Şüphesiz ben, alemlerin rabbiyim.” (el-Kasas 28/30) demesi caiz
değildir. Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah Musa ile konuştu.” (en-Nisa 4/164)
“Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip, rabbi onunla konuşunca.” (el-Araf 7/143)
“Ben risaletimle ve sözlerimle seni insanların başına seçtim.” (el-Araf 7/144)
Bunlar, konuyla ilgili Kur’an’ın açık nasslarıdır.
Allah konuşmaz ve Allah’la konuşulmaz, diyenler, A’meşin Haysemeden, onun da
Adiy bin Hatem et-Tai’den rivayet ettiği şu söze ne diyecekler:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sizden, arada bir
tercüman olmadan rabbiyle konuşmayacak hiç kimse kalmayacaktır.” (Buhari;
Müslim; Tirmizi)[164]
Onların: Konuşma ancak bir karın boşluğundan, bir ağızla iki dudak ve bir dil
ile olabilir, sözleri konusunda da şu soruyu sorarız: Yüce Allah “Sonra duman
halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin!
dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler.” (Fussilet 41/11) buyurmamış mıdır?
Ne dersiniz, acaba gökler ve yer bu sözleri bir karın boşluğu, bir ağız, iki
dudak ve dil ile mi söyleyebildi?
Yine Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a
boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” (el-Enbiya 21/79) Görüşünüze göre
dağlar bir karın boşluğu, ağız, dil ve dudaklar ile tesbih ediyor, öyle mi?
Hayır, yüce Allah bunları dilediği gibi konuşturdu ve aynı şekilde kendisi de
nasıl dilediyse öylece konuştu. Bunun için bir karın boşluğu, ağız, dudak ve
dilin varlığını öngörmeyiz.
Cehmiyye’ye mensup olan kişi bu deliller karşısında boğulma noktasına gelince
şunları söyledi: Evet, Allah Musa ile konuştu. Fakat onun kelamı kendisinden
başka bir şeydir. Bunun üzerine biz: Ondan başka bir şey olan bu kelam mahlûk
mudur? Diye sorunca, evet demesi üzerine biz de şöyle dedik: Bu da sizin önceki
sözünüzün benzeridir. Şu kadar var ki siz zahiren gösterdiğiniz şeylerle belayı
kendinizden uzak tutmaya çalışıyorsunuz.
Zühri’nin rivayetinde şöyle denilmiştir: “Musa Rabbinin kelamını işitince
‘Rabbim, şu işittiğim senin sözün müdür?’ dedi. (Allah); ‘Evet ey Musa, o benim
sözümdür ve ben seninle onbin dilin gücüyle konuştum. Bütün dillerin gücüne
sahibim. Hatta benim gücüm ondan da fazladır. Ben seninle bedeninin
kaldırabileceği kadar konuştum. Bundan daha fazlasıyla konuşmuş olsaydım, hiç
şüphesiz ölüvermiştin.’ (Zühri devamla) dedi ki: Musa kavmine geri dönünce;
“Rabbinin kelamını bize vasfet” dediler: “ Allah Allah! Ben onu size vasfedemem
ki” Bu sefer: “Hiç olmazsa onun neye benzediğini söyle” dediler. Musa şu cevabı
verdi: “En tatlı haliyle gelen yıldırımların sesini hiç işittiniz mi? Sanki ona
benziyordu”.[165]
Cehmiye’ye mensup kimselere dedik ki: Kıyamet günü; “Ey Meryem oğlu İsa; sen mi
insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah edinin, dedin?” diyecek olan
kimdir? Allah değil mi? Bize şu cevabı verdiler: Allah bir şey var edecek ve
bu, Allah adına bunu ifade edecek. Tıpkı böyle bir şeyi var edip Musa (as)’a
ifade ettiği gibi.
Yine sorduk: “Andolsun ki; kendilerine peygamber gönderilmiş olanlara da
soracağız, peygamber olarak gönderilenlere de. Ve elbette onlara, olan- biten
her şeyi bir bilgi ile anlatacağız; çünkü biz onlardan uzak değiliz.” (el-A’raf
7/6-7) diye buyuran kimdir? Soru soracak olan Allah değil midir? Dediler ki:
Yüce Allah bütün bunlar için ayrı bir şey yaratacak ve bu şey Allah adına bu
ifadeleri kullanacaktır.
Dedik ki: Allah konuşmaz, demekle O’na büyük bir iftira atmış oldunuz. Böyle
söylemekle, onu, Allah’tan başka tapılan putlara benzetmiş oldunuz. Çünkü
putlar konuşmazlar, hareket etmezler, bir yerden bir yere gitmezler…
Cehmiyeciler karşılarında çürütülmez bir kanıt olduğunu görünce, bu sefer:
Allah konuşur, ama kelamı mahlûktur, demeye başladılar. Biz de diyoruz ki:
Adem oğlunun sözleri de mahluktur. Siz, Allah’ın kelamı mahlûktur, demekle O’nu
yarattıklarına benzetmiş oluyorsunuz. Nitekim sizin mezhebinize göre, Allah
kelamı yaratıncaya kadar, konuşmadığı bazı vakitler de vardır. Böylece siz
küfür ve teşbihi birlikte işlemiş oluyorsunuz. Allah bu nitelikten münezzehtir.
Biz ise şunu söylüyoruz:
Allah, dilediği zaman daima kelam sahibidir. “Allah vardı ama kelamı
yaratıncaya kadar, konuşmazdı” demediğimiz gibi, “O var olmakla birlikte ilmi
yaratıncaya kadar bir şey bilmiyordu” da demeyiz. O önceden vardı, ama kendi
nefsi için bir kudret yaratıncaya kadar kudreti yoktu; O vardı ama kendi nefsi
için bir nuru yaratıncaya kadar nuru yoktu; O vardı ama kendi nefsi için bir
azamet yaratıncaya kadar azameti de yoktu gibi şeyler de söylemeyiz. Dediler
ki: “Allah vardı ve başka bir şey yoktu.” demeden asla muvahhid olamazsınız.
Buna cevaben dedik ki: “Biz Allah vardı ve başka bir şey yoktu diyerek Allah’ın
tüm niteliklerinde hep var olduğunu söyleyerek aslında tek olan ilahı tüm
nitelikleriyle tarif etmiş olmuyor muyuz?
Onlara şu örneği verdik: Bize hurma ağacından haber verin dedik ki: Bir kütük,
gövde, lif, yaprak tüm bu niteliklere rağmen tek bir ismi yok mudur Bunun gibi
Allah, Odur ki, en yüce olana kıyaslanır, tek ilahtır tüm nitelikleriyle. Biz,
o kendinde gücünü var edene değin güçsüzdü, demeyiz, güçsüz olmak iktidarsız
olmaktır; ne de hiçbir şey bilmediği bir zaman vardı deriz ki; bilmeyen
cahildir. Ancak biz; zamanını ve nasılını söylemeden Allah hep bilir güçlü ve
maliktir deriz.
Ve yine Allah kâfir olan el-Vahid bin el-Velid bin el-Muğire el-Mahzumi’ye
nispet ederek: “Kendisini tek olarak yarattığımı bana bırak.” (el-Müddesir
74/11) buyurmaktadır. Burada ismi geçen kimsenin gözleri, kulakları, dili,
dudakları, elleri, ayakları ve birçok organı vardı buna rağmen bu
nitelikleriyle değil de Vahid olarak adlandırılmıştır. Bunun gibi Allah
en yücesiyle kıyaslanmalı tüm nitelikleriyle tek ilahtır.
XII- Allah nerededir ve
nerede değildir
Allahu Teâlâ’nın “Rahman, Arş'a istiva etti” kavli ve Şanı yüce
Allah’ın yaratıklarından ayrı oluşunun ispatı
Yüce Allah: “Rahman, Arş'a istiva etti.” (Ta-Ha 20/5)
buyurmaktadır. Yine şöyle buyurmaktadır: “Rabbiniz o Allah'dır ki, gökleri ve
yeri ve ikisinin arasındakilerini altı günde yaratan ve sonra da arşa istiva
edendir.” (Yunus 10/3) Ama Cehmiyye, “Allah Arşın üzerinde olduğu gibi aynı
zamanda yerin yedinci tabakasındadır. Allah Arşın üzerindedir, göktedir,
yerdedir, kısacası her yerdedir; O’nun bulunmadığı hiçbir mekân yoktur; bir
yerde olup başka bir yerde olmaması diye bir şey söz konusu değildir” derler ve
“O göklerde de, yerde de Allah'dır.” (el-Enam 6/3) gibi ayetleri kendilerine
delil alırlar.
Onlara cevap olarak dedik ki: Müslümanlar, Rablerinden
hiçbir şeyin bulunmadığı çok yer biliyorlar. Ne gibi yerler, dediler. Onlara
şöyle dedik: Sizin iç organlarınız, bağırsaklarınız, domuzların bağırsakları,
işkembeler, pislik yerleri, evet bütün bu gibi yerlerde Rab Teâlâ’dan hiçbir
şey yoktur. Rabbimiz, gökte olduğunu haber vererek şöyle buyurmuştur:
“Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? Bir
bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır. Gökte olanın başınıza
tas yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında
bileceksiniz.” (el-Mülk 67/16-17)
Yine şöyle buyurmuştur: “Kim, izzet istiyorsa; izzet
bütünüyle Allah'ındır. Güzel sözler O'na yükselir. Onu da salih amel
yükseltir.” (Fatır 35/10)
“O vakit ki, Allah Teâlâ buyurdu: «Ya İsa! Muhakkak seni
vefat ettirecek olan Ben'im ve seni Bana yükselteceğim.” (Al-i İmran 3/55) ve
“Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet
sahibidir.” (en-Nisa 4/158)
“Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar O'na
kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.” (el-Enbiya 21/19)
“Göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler,
kibirlenmeden Allah'a secde ederler. Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar
ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.” (en-Nahl 16/49-50)
“Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde
O'na yükselir.” (el-Mearic 70/4)
“O, kulları üzerinde kahredici olandır. O, Hakim'dir,
Habir'dir.” (el-Enam 6/18)
“O, Aliyyul Azimdir(yani yücedir, büyüktür.” (el-Bakara
2/255)
Yüce Allah, kendisinin gökte olduğunu haber veriyor. Ayrıca
Kur’an da aşağıda olanların kınandığını görüyoruz. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphe yok ki, münafıklar ateşin en aşağı
tabakasındadırlar. Ve elbette onlar için yardımcı da bulamazsın.” (en-Nisa
4/145)
“Ve küfredenler derler ki: Rabbimiz; cinlerden ve
insanlardan bizi saptırmış olanları göster, onları ayaklarımızın altına alalım
da alçaklar olsunlar.” (Fussilet 41/29)
Ayrıca onlara dedik ki: İblis’ in de şeytanların da
varlıkta bir yer işgal ettiklerini bilmiyor musunuz? Allah ve İblis kesinlikle
aynı mekânda bir araya gelmemiştir. Yüce Allah’ın: “O göklerde de, yerde de
Allah'tır.” (el-Enam 6/3) kavli ise şu anlamdadır: Allah, göktekilerin de
yerdekilerin de ilahıdır. O, Arş’ın üzerindedir, ama ilmi, Arş’ın aşağısını da
kuşatmıştır; ilminin ulaşmadığı hiçbir yer yoktur; ilminin bir yere ulaşıp
diğerine diye bir durum söz konusu değildir. Yüce Allah şu sözünde bunu dile
getirmektedir:
“Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır.
Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir
olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talak 65/12)
Şeffaf camdan yapılmış bir maddeyle dolu bir bardak
düşünün, insan bu bardağa baktığında her tarafını görür. Ama insan o bardağın
içinde değildir. Allah da -en yüce mesel Allah'ındır- yaratıklarından içinde
olmadığı halde, onların hepsini ihata eder.
Yine bir adam düşünün, kendisine bir ev inşa ediyor. Sonra
kapısını kapatıp çıkıyor. Bu adam evinde kaç oda bulunduğunu, her odanın
genişlini bilir. Allah Azze ve Celle de –ki en yüce mesel Allah’ındır-
yaratıkların hiçbir şeyin içinde olmadığı halde yaratıklarının hepsini ihata
eder; ne durumda olduklarını ve ne olduklarını bilir.
XIII- Allah her zaman ve her
mekânda ilmiyle her yanı kuşatandır
Cehmiyye, Yüce Allah’ın: “Üç kişinin gizli konuştuğu yerde
dördüncüsü mutlaka O'dur.” (el-Mücadele 58/7) kavlini te’vil ederek: Allah Azze
ve Celle bizimle beraberdir ve bizim içimizdedir, derler. Onlara deriz ki:
Ayetin tamamını zikretmeden, niçin bir kısmını diğerinden kopuk olarak
naklediyorsunuz? Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor
musun? Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az
veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla
beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu
Allah, her şeyi bilendir.” (el-Mücadele 58/7)
Görüldüğü gibi ayet Allah’ın ilminden bahisle başlamakta ve
onunla son bulmaktadır.
XIV- Allah’ın her yerde
olduğu iddiasının reddi
Cehmilere ayrıca şöyle denilir: Allah, azametiyle bizzat
bizimle birlikte ise, kendisiyle yaratıkları arasında olup bitenler hususunda
size mağfiret eder mi? Şayet evet diyecek olurlarsa Allah’ın yaratıklarının
dışında olduğunu ve yaratıkların O’nun dununda (haricinde) olduğunu kabul etmiş
olur. “Bağışlamaz” diyecek olursa o zaman da küfre girmiş olur.
Eğer bir Cehmiyecinin:
Allah her yerdedir, bir yerde olurken başka bir yerde
olmaması söz konusu değildir, dediğinde, aslında yalan söylediğini anlamak
istersen, ona şu soruyu sor:
Hiçbir şey yok iken Allah var değil miydi? Evet,
diyecektir. O zaman şunu söyle:
Allah mahlûkatı yaratırken, onları kendi içinde mi yarattı,
yoksa kendi dışında mı?
Bu sorunun cevabı bağlamında üç görüş belirginleşecektir.
Bu görüşlerden biri:
1- Allah mahlûkatı kendi içinde yarattı, demektir. Bu
cevabı verecek olsa, küfre sapmış olur. Çünkü insanların, cinlerin ve
şeytanların Allah’ın içinde olduklarını iddia etmiş olur. Şayet:
2- Onları kendi dışında yarattı, sonra kendisi onların
içine girdi, dese, bu sefer de küfre sapmış olur. Çünkü Allah’ın, kirli, pis
bir mekâna girdiğini iddia etmiş olur. Eğer:
3- Allah mahlûkatı kendisinin dışında yarattı, ama onların
içine girmedi, şeklinde bir cevap verse, diğer bütün yanlış görüşlerinden
dönmüş olur. Ki, ehl-i sünnetin görüşü de budur.
XV- Cehmiyenin Allah’ın ilmi
hakkındaki görüşlerine reddiye
Cehmiyenin Allah’ın bilgisini itiraf etmediğini bilmek
istersen ona de ki: “Allah der ki: Onun bildirdikleri dışında insanlar onun
ilminden hiçbir şeyi tümüyle bilmezler. ” (el-Bakara 2/255) ve yine: “Fakat
Allah sana indirdiğine şahitlik eder, onu kendi ilmiyle indirdi.” (en-Nisa
4/166) de ve yine: “Eğer onlar size cevap veremiyorlarsa bilin ki o ancak
Allah’ın ilmiyle indirilmiştir.” (Hud 11/14) ve yine: “Onun bilgisi dışında
hiçbir meyve kabuğunu yarıp çıkamaz hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğurmaz.”
(Fussilet 41/47) de.
Cehmiye ye sor itiraf eder mi yoksa etmez mi Allah’ın
ilmini ki bize ayetlerle bildirilmiştir. Eğer inkâr ederse, imanı inkâr etmiş
olur. Eğer Allah’ın ilmi yeni oluşmuştur derse Allah’ın bilmediği bir zaman
olduğunu söyleyerek ve Allah’ın ilmi yaratana değin bilmediğini ve sonra
bildiğini (ilim sahibi olduğunu) iddia ederek imanı inkâr etmiş olur. Ve eğer
Allah’ın ilmi yaratılmamıştır, başlatılmamıştır derse ehlisünnetteki yerini terk
etmiştir.
XVI- Allah’ın
yarattıklarının içinde olduğu iddiasına reddiye
Allah Musa’ya (kardeşi Harun’la birlikte ikisini kast
ederek) “Ben sizinle beraberim.” (Ta-Ha 20/48) dediğinde bunun anlamı Ben
ikinizi de korurum manasındadır ve yine “Hani onlar mağaradaydı o
arkadaşına üzülme çünkü Allah bizimle beraberdir diyordu.” (et-Tevbe 9/40) buda
bizi savunmak için anlamı taşır. Ve yine “Nice az sayıda birlik Allah’ın
izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”
(el-Bakara 2/249) burada onlara düşmanlarına karşı verilen zafer kastedilir ve
yine “Üstün durumdayken gevşeyip barışa çağırmayın Allah sizinle beraberdir.”
(Muhammed 47/15) burada onlara düşman üzerine verilen zafer kastedilir ve yine
“Onun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O onlarla berberdi.” (en-Nisa 4/108)
burada Allah’ın onlardan haberdar olması kastedilir ve yine “İki topluluk
birbirini görünce Musa’nın adamları işte yakalandık dediler. Musa asla dedi.
Rabbim şüphesiz benimledir bana yol gösterecektir.” (eş-Şuara 26/61-62) burada
Firavuna karşı yardım edeceği kastedilir.
Dedik ki ona Cennet, cehennem, arş ve gök ve dirilme
olmayacak mı evet dedi o zaman Rabbimiz nerede olacak diye sorduk şöyle cevap
verdi: Dünyada her şeyde olduğu gibi orada da her şeyde olacak. Ona dedik ki: O
halde sen Allah’ın arşı, bahçesi, ateşi ve havası arasında bölüneceğine
inanıyorsun. Böylece Allah’a karşı yalanları apaçık ortaya çıktı.
XVII- Allah isminin yaratılmış oluşuna
reddiye
Cehmi, Allah’ın her şeyde yaratıklarıyla beraber olduğunu, fakat bir şeyle ne
bitişik ve ne de onun dışında olduğunu iddia ederken aleyhindeki hüccet ortaya
çıkmaktadır. Bu durumda ona: Allah yaratığının dışında olmadığına göre ona
bitişik değil midir? Dedik. Hayır, dedi. Peki, bir şeye ne bitişik ne de onun dışında
olmaması nasıl olur? Dedik. Geveleyip: Keyfiyetsiz olarak, dedi. Ama yine de
sözüyle bazı cahilleri aldatıp gözlerini boyadı.
Cehmi Allah isminin Kur'an da yaratıldığına iddia ediyor. Sorduk O adını
yaratmadan önce adı neydi? Şöyle cevap verdiler: O'nun adı yoktu. Dedik ki bunu
şunlar takip eder o halde kendine ilmi yaratana değin cahildi ve nuru ile gücü
de yoktu kendi için yaratana değin. O şeytani adam Allah’ın onu utandırdığını
ve çıplaklığını ortaya serdiğini Allah’ın adının Kur'an da yaratılmış olduğu
iddiasında bulunduğu için olduğunu anladı.
Cehmiye ye dedik ki Bir insan yalan yere Allaha yemin etse ki ondan başka ilah
yoktur, bu yalancının yemini gibi olmaz çünkü yaratılmış olanın adıyla yemin
etmiştir yaratanın değil. Allah onu yine utandırdı
Ona dedik ki peygamber, Ebu Bekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra) onları
takip eden halifeler, yöneticiler, kadılar Allah’ın, ondan başka ilah yoktur,
adıyla yemin verdirmezler mi ondan başka ilah yoktur. Ama size göre onlar
yanılmışlar peygamber ve onu takip edenler Allah ismini yaratana yemin
ettirmeliydiler, Allah adını yaratandan başka ilah yoktur sözünü itikat
edinmeliydiler aksi takdirde Allah’ın birliğini beyanları geçersiz olurdu.
Allah onu yalanlar söylediği için utandırdı. Ama biz deriz ki Allah Allah'tır.
Allah isim değildir her şey isimdir Allah'tan başka.
Eğer Allah konuşmadıysa her şeyi nasıl yarattı. Bir başkası daha mı var? O her
şeyi ol demekle kelamıyla yarattı. O'nun Kur'an da: Biz bir şeyin olmasını
istediğimiz zaman ona sözümüz ol dememizdir hemen oluverir. (en-Nahl 16/40)
dediğini görerek dediler ki bizim ona sözümüzden kasıt isteğimiz onun olmasını
sağlar. Biz de dedik ki o halde ilave neden ‘ona sözümüz ol dememizdir’ dediler
ki: Kur'an da ki her şeyin bir anlamı var. Allah Arapça tabirle konuşur duvar
konuştu, avuç konuştu ve düştü lakin bir şey deme.[166] Ona dedik ki sen bunun üzerine mi hüküm kurarsın onlar da evet dediler.
Bunun üzerine sizin inandığınız üzere Allah konuşmasaydı, o halde Allah her
şeyi ne sebeple yarattı dedik onlara. Onlar da şöyle cevap verdiler gücüyle.
Biz de o şey midir dedik ve onlar itiraf ettiler. Onlara sorduk O'nun gücü
yaratılmışlardan mıdır ve kabul ettiler. Onlara dedik ki öyle görünüyor ki O
yaratılmış olan için yaratmış. Böylece Kur’an’ı reddettiniz ve muhalefette
bulundunuz ki Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Allah her şeyin yaratıcısıdır.’
diyerek kendisinin yaratıcı olduğunu bize bildirmektedir. Yine ‘Allahtan başka
yaratan var mıdır?’ (Fatır 35/3) yani Allah’tan başka yaratan yok anlamında, oysa
siz Allah’ın yaratmasından gayrı bir şey iddia ettiniz. Bu Cehmiye öğretisi
yüce Allah’tan uzak olsun.
XVIII-
Allah’ın Kuran’da Rab olarak nitelendirilmesi ile alakalı hadis
BAB: Cehmiyye’nin rivayet olunan bazı hadislerden[167] yola çıkarak Kur’an’ın mahlûk olduğunu iddia etmesine dair
Cehmiye, peygamberimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilen: “Kur’an
açık renkli bir genç suretinde gelir. Kendisini okuyan kişiye gelir ve der ki:
- Beni tanıdın mı? Kişi der ki:
- Kimsin sen? Der ki:
- Ben, gündüzleri uğrunda susuz kaldığın, geceleri sabahlara kadar uyanık
kaldığın Kuran’ım. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) devamla şöyle
buyurdu:
Bunun üzerine kişi onunla Allah’a gider ve der ki: - Ya Rabbi!..” (İbni Mace;
Darimi; Ahmed) hadisi dayanak alarak Kur’an’ın mahlûk olduğunu savunmuştur.
Biz de onların bu iddialarına şöyle cevap veriyoruz:
“Kul huvellahu ehad” suresini okuyana şu, şu vardır....” (Tirmizi; Ahmed;
Nesai) hadisindeki anlamda Kur’an gelmez.
Siz “Kul huvellah...” suresini okuyana bu surenin gelmediğini görmüyor musunuz?
Bilakis, onu okumanın sevabı gelir. Çünkü biz Kur’an’ı okuyoruz ve o gelmez,
diyoruz, bir halden başka bir hale değişim geçirmez.
Allahın rahmeti Allahın dininde âlim olanın muhacirin ve ensarın öğretilerinden
başka Kuran ve sünnete aykırı olanı reddeden ve Cehmiye ve kollarından uzak
duranın üzerine olsun, selam peygambere ailesine ve ashabına olsun.
*** GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH'I RAZI ETMEK
***
Bu gün izahını
yapmaya çalışacağımız konu, Emri bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile
alakalı bir iki hususun şer'i çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.
Bunlardan birinci ve en önemlisi : "Gayemiz insanları
değil, Allah'ı razı etmek olmalıdır."
İkincisi ise : "Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı
şeyler olup bunların birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir".
Üzerinde duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar
oluşu hasebiyle siz değerli kardeşlerimin sohbet esnasında zihinlerini canlı
tutmalarını rica ediyorum. Zira yapılan sohbetlerin yanlış anlaşılması ve
yanlış kavranılması o sohbetin başka birilerine aktarılmasında da aynen yanlış
iletilmesi ve yanlış kavranılması demektir.
Şimdi ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta
"Gaye insanları değil Allah'ı razı etme" noktasıdır.
Bilindiği gibi, "Emri bil mağruf ve nehyi anil
münker" müessesesi islamın en önemli müesseselerinden bir tanesidir. Biz
bu güzel vasıta ile yaratılışımızın gayesini öğrendiğimiz gibi, yine aynı
zamanda birçok insanda bizim bu müesseseyi kullanmamız vasıtasıyla
yaratılışlarının gayesini öğreneceklerdir.
İşte bunun içindir ki islam, her mükellefi malumatı
nisbetinde bu müesseseden hesaba çekecektir. Bilen bildiği ölçüde hakkı anlatma
mecburiyetinde olduğu gibi, aynı zamanda bildiği ve kavradığı ölçüde de münkeri
reddetme ve ona mani olmak zorundadır. Ve bu görevi yerine getirirken de razı
etmeye gayret göstereceği merci Allah olmalıdır, insanlar değil. Yani, hakkı
anlatmada, onu bir başkasına ulaştırmada hiçbir zaman geri durmadan halkın
değil, hakkın rızasını ön planda tutmalıdır.
İnsanlar hor görecekler diye, insanlar kızacaklar diye ve
yine insanlar beni dışlarlar, kendilerinden soyutlarlar diye hiçbir zaman ne
görülen bir münkerin nehyedilmesi ve nede anlatılması gereken bir hakkın ihmali
asla düşünülmemelidir.
Yapılması gereken bu göreve basiretli, ferasetli bir
muvahhid gözüyle bakılmalıdır. Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride
büyüyeceği düşünülürse, mani olunması gereken küçük bir münkerinde ileride
büyüyüp devleşeceği asla unutulmamalıdır.
Bir müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya
bakmalıdır. Anlatacağı bir mağruf o an küçük bir tohum olabilir. Küçük bir
filizde olabilir. Ama o işten anlayan bahçıvan bu tohumun ileride bir fidan
olacağını daha sonra ise ağaç olacağını ve zamanla binlerce meyvesiyle nevşu
nema bulan ve insanlara menfaati olan bir ağaç olacağını asla unutmaz.
Yine bu mani olmayacağı bir münker o an küçük bir tohum
olabilir. Fakat onun ileride büyüyüp fidan olacağını daha sonra ağaç olacağını
ve binlerce zehirli meyvesi ile etrafına zehir saçan bir zakkum ağacı olacağını
unutmaz, bu bahçıvan.
Unutmayın ki, zamanımızın şu korkunç ve çirkin hali birden
vuku bulmamıştır. Nasıl ki islam bütün berraklığı ile küçük denmeden büyük
denmeden anlatıla anlatıla nevşu nema buldu ise, aynen bu çirkin manzaranın
yatırımı yavaş yavaş yapılmıştır. İblis denen o mahluk küçük demedi, az demedi
ve o zehirli tohumlarını atmaktan geri durmadı. Çünkü o çok iyi biliyordu ki
attığı o zehirli tohumlar çok geçmeden filizlenip kocaman zakkum ağaçları
olacaktır.
Evet ey şuurlu müslüman kardeşim! Unutma ki bu ileriyi
düşünme, ileri görüşlülük iblis ve
avanelerinden çok, muvahhidlerin düşüneceği birşeydir. O ve avaneleri,
attıkları her tohumun ileride büyüyüp karşılığını kat kat vereceğini hesap edip
yatırımlarını yaparken, sen nasıl olurda "Onun hilesinin zayıf
olduğunun" farkında olduğun halde münkerlere set çekip, ileriye yönelik
bir yatırım yapmazsın ki?... Sen nasıl olurda anlatacağın bir mağrufu
insanların kırılıp senden yüz çevireceğini düşünerek terk edersin ki?... yine,
sen nasıl olurda görmüş olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar,
bana söver, beni döver diye kaygılanıp mani olmazsın ki?...
Eğer şu hale gelişimizde, bu münkerlerin yerleşmesinde
geçmişteki fertlerin bir sorumluluğu ve bir vebali var ise ki muhakkak ki var.
Bunun gibi, gerek zamanımızda ve gerekse ileride yapılacak olan mani
olmadığımız münkerlerin sorumluluğu ve vebali şu cılız omuzlarımıza
indirilmemek şartı ile yüklenecektir. Peki neden?
Çünkü görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir
mücadele verilmezse, ona mani olunmaya çalışılmazsa zamanımızda yaşanacağı
gibi, ileride de katlanarak ve rahat bir şekilde yayılıp yaşanacaktır bütün bu
çirkinlikler. Günümüzde yaşanan ve geçmiştekilerin bize miras bıraktığı
münkerler gibi.
Evet ey müslüman! Unutma ki Allah'tan başkalarının rızası
gözetilerek yapılan bütün işler "hebaen mensura" olacağı gibi,
karşılığında da büyük bir azap vardır.
Yapılacak olan bir mağrufta olsun veya nehyedilmesi gereken
bir münkerde olsun, eğer bir başkasının rızası veya gadabı gözetiliyorsa, o
insanın havale edileceği yer rızasını veya gadabını düşündüğü o yerdir.
Konuyla ilgili birkaç hadislerinde Allah Rasulü (s.a.v)
şöyle buyuruyor:
"...... Aişe (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurdu: "Her kim insanların gücenmelerine (kızmalarına) mukabil Allah'ı
razı etmeye çalışırsa Allah'ta onu insanların zahmetinden kurtarır. Her kimde
Allah'ın kızmasına mukabil insanların rızasını ararsa Allah'ta onu o insanlara
havale eder..."
Tirmizi / 4.c / 2527
"....Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v)
bir hutbesinde şöyle buyurdu: "Hakkı söylemekten ve o büyük günü
hatırlatmaktan sizi insanlara olan korkunuz engellemesin. Çünkü bu ecelinizi
yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da uzaklaştırmaz."
İbnu Mace / 10.c / 4007. N. H - Tirmizi
İşte bu yüzden basiretli her müslüman halkı değil hakkı memnun etmeye gayret gösterir o batıl
karşında susmadığı gibi hakka yardımda da geri durmaz kendisi münkerlerden uzak
durduğu gibi, toplumunda da münkerlerin yayılmasına razı olmaz o her zaman her
münkeri değiştirmeye gayret göstermekten de geri durmaz.
Yine şuurlu bir müslüman iyi bilir ki, görülen bir münker
karşısında bananecilik dinden değildir. Yine o iyi bilir ki, görülen herhangi
bir münkerin def'i için çaba sarf etmeme Allah'u Azze ve Celle'nin gazabını ve
azabını celb etmektir.
O, hiçbir zaman Allah resulü (s.a.v)'in tüyler ürpertici şu
hadisi şeriflerini aklından çıkarmaz:
"...Ebu Bekr(r.a)'dan rivayet edildiğine göre bir hutbesinde
Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle demiştir:
"Ey iman edenler! Siz kendinize düşene bakınız. Hidayet
yolunda olduğunuz zaman sapıtan kimse size zarar veremez..." Maide / 105
Ayetini okuyorsunuz (emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkeri
terk ediyorsunuz) Halbuki biz Resulullah (s.a.v)'den şunu işittik:
"şüphesiz insanlar kötü bir şeyi görüpte menetmedikleri zaman Allah'ın
onlara umumi bir ceza vermesi çabuklaşır."
İbnu Mace / 10.c 4005.
/ Ebu Davud / 5.c 4338.
... Cerir b.
Abdillah el-Beceli (r.a)'dan; Resullullah (s.a.v) şöyle buyurdu: " Hiçbir
kavim yoktur ki içlerinde günah işlenir, onlar günah işleyenlerden daha güçlü,
caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemez de Allah onların tümünü
cezalandırmaz..." İbnu Mace / 10.c 4009. N.,Tirmizi.
“...Abdullah İbnu Mes’ud(r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle
buyurdu:
“İsrail oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu; bir kimse
başka bir kimseye günah işlerken rast gelirdi. Ve ona: “Ey vatandaş (ey kardeş
veya arkadaş) Allah’tan kork, işlediğin günahı bırak, bu sana helal değildir”
derdi. Sonra ertesi gün yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün ona (nasıl olsa
bir sefer tebliğ ettim, anlattım düşüncesiyle) tebliğ etmezdi, bir daha
anlatmazdı. Çünkü beraber yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bunu
işleyince Allah’u Azze ve Celle bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve
şöyle buyurdu:
“İsrail oğullarından kafir olanlar Davud’un ve Meryem oğlu
İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerindendir.
Onlar yaptıkları münkerlerden birbirlerini alıkoymazlardı. Yapmakta oldukları
şey cidden ne kötü idi...” Maide / 78-81 ,kısmına kadar okudu ve sonra şöyle
buyurdu:
“Allah’a yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de
nehy edersiniz,veya zalimin elinden tutar, onu hakka sevk edersiniz. Onu sadece
hakkı uygulamaya zorlarsınız...” Ebu Davud: 5.c./4336.N. İbnu
Mace:10.c./4006.N. Tirmizi
Eğer zikredilen bu hadisi şerifler Aklı selim bir müslüman
tarafından düşünülürse gayet açık ve nettir ki, bir müslüman bir münkerin işlenmesi
halinde rahat edemez, suskun kalamaz, o münkeri engellemenin yollarını arar.
Özellikle zikredilen son hadisi şerif daha dikkate şayan bir
incelikle anlaşılmalıdır. Burada anlatılan gayet açıktır ki, İsrail oğulları
küfürde birden vuku bulmamışlardır. Yavaş yavaş o hale gelmişlerdir.
Ahdi bozmanın ilk merhalesi görülen münkeri bir defa karşı
tarafa anlatma, daha sonrasında ise anlatmama ile başladı.
Daha sonra beraber yiyip içip, gülüp oynamaya, aman
ticaretimiz aksamasın diye sıkı fıkı olma safhasına gelindi. Derken, Allah’u
Azze ve Celle kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve daha sonra, artık karşı
tarafa kalbi olarak buğz etme dahi ortadan kalktı. Nihayet Allah’u Azze ve
Celle’de onları lanetledi ve kafir olduklarını beyan etti.
İşte bu nokta çok iyi anlaşılmalı ve çok iyi
kavranılmalıdır. Allah resulü (s.a.v)’in şu hadisi şerifleri de bu ayeti
kerimeyle birlikte anlaşılmaya çalışılırsa mes’ele daha da netleşecektir:
“... Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan: Resulullah (s.a.v)
buyurdular ki; Allah’u Teala’nın gönderdiği her nebinin kendi ümmetinden
sünnetini alan ve emirlerine uyan mukakkak ki bir takım havarileri ve
sahabileri vardır. Sonra onların ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve
emrolunmadıkları işleri yapan bir takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara
karşı eliyle mücahede ederse o, mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücahede
ederse o da mü’mindir. Onlara karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da
mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.” Müslim
/1.c.50.N.
“...Ebu Said (r.a)’dan ...Resulullah (s.a.v)şöyle buyurdu:
Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle
değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye gücü
yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu da imanın en zayıf noktasıdır...” Müslim
/1.c.49.N.
Görüldüğü gibi imanın en zayıf noktası insanın bu konuda
karşı tarafa sadece kalbi bir buğz beslemesiyle iktifa etmesidir. Diğer hadiste
ise insan, kalbi bir buğz etmeyi bile yitirmiş ise artık onda imandan eser
kalmamıştır.
Yoksa insanlardan bazılarının anladığı gibi, “
yapılmadığında insanda imanı külliyen nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde
insanı imandan çıkarmayan, imanın şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine
getirmek, insanda iman vardır anlamına gelmez.”
Daha açık bir ifade ile izah edecek olursak, imanın öyle şubeleri vardır ki, insan, onları
terk etmesiyle imandan çıkar. Öyle şubeleri de vardır ki terkinde hala iman
dairesinde olup, sadece imanı o nisbete göre noksanlaşır. Yani iman ondan
soyutlanmaz. Dolayısıyla, insanı imandan çıkarmayacak bir iman şubesinin terki,
yerine getirilmesiyle de insanı iman ehli yapmaz.
Hülasa, sözün özü: “Şuurlu bir müslüman amellerinin tümünde
sadece Allah’ın rızasını gözetir. Endişesi, attığı her adımın, yaptığı her işin
insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığıdır.
İzahını yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci noktası ise
“Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olduğu ve bunların birbirinden ayırt
edilmesi” noktasıdır.
Konunun bu bölümü, üzerinde
hassasiyetle durulup çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır.
Çünkü, bir çoğumuzun henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta
sebebi ile birbirimizi karşılıklı itham etmekte ve birbirimizi yerli yersiz
suçlamaktayız.
Bilindiği gibi Taviz ve yumuşaklılık birbirinden farklı şeylerdir.
İslam, dinden taviz verilmesini istemediği gibi, islamın başkalarına
ulaştırılması esnasında da (yani tebliğde de) kabalık ve sertliği istemez ve
sevmez. Yani, tebliğci sürekli yumuşak muamele etmekle emrolunmuştur. Çünkü
islam yumuşaklık, kolaylık ve hoşgörü dinidir. Binaenaleyh, insanlar fıtratları
gereği kabalıktan ve sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve hoşgörülüğe
sempati duyarlar. Bu yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyuruyor:
“... Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından
dağılır giderlerdi...”Al-i İmran /159
İşte bu, insanları davasına davet eden her ferdin sabit bir
düsturudur. Davet edilen azgın, inatçı, kaba, zalim biri de olsa, bu düstur
geçerliliğini korur. Allah’u Azze ve Celle, Firavun gibi bir mel’una bile bu
vasıfla muamele edilmesini istemiştir:
“Firavun’a gidin. O azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin belki
öğüt dinler veya korkar...” Taha /43-44.
Yumuşaklıkla muamelenin hayrın tamamı olduğu ve yumuşak
huylu olanında hayırlarla dolu olduğunu, ondan mahrum olanın ise hayırların
tümünden mahrum olacağını şu hadisi şerif bize haber vermektedir:
“...Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Yumuşaklıktan mahrum
olan hayrın tamamından da mahrumdur.”(Müslim)
Taviz meselesine gelince,
bilindiği gibi mükellefin kendisine dininde mükellef olduğu şeylerin
ulaşmasından sonra çeşitli bahanelerle dininden fire vermesi manasıdır.
Artık bu, ya insanların kendisini kınayacağı korkusundan
olur... Ya, “sen yeni bir din mi ihdas ettin?” denilip, kendisiyle alay
edileceğinden korktuğu için olur... Yada kendisi o an vermiş olduğu o tavize
“islami bir maslahat” kılıfı geçirerek onu meşru göstermesinden dolayı olur.
Artık bunun başka yolları ve isimleri de olabilir. Ama
unutulmamalıdır ki –Biraz öncede zikrettiğimiz gibi- islam, kendisinden taviz
verilmesini istemez ve asla da sevmez. O, her zaman kendi yolunda mertçe,
yiğitçe. Adaletli ve sağa sola yalpa yapılmadan hedefe yürünmesini ister ve
emreder.
İnsanlar hoşnut olsunlar diye onların keyiflerine göre de
renk değiştirmez. Rengini değiştiren sadece insan olur.
İşte, anlatmaya çalıştığımız bu iki noktanın (yani, tavizle
yumuşaklılığın) bir birine karıştırılmaması, bunların birbirinden
ayırdedilmeyip her birinin yerli yerinde kullanılmaması bir çok çarpıklığın
sebebi olmuştur.
Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi: “tebliğ edenin tebliği
esnasında taviz vermeden hakkı söylemesi, doğruyu anlatması sertlik ve kabalık
olarak telakki edilmiştir.”
İşte, taviz ve yumuşaklılığı birbirine karıştıranlar
tarafından telakki edilen bu anlayış, Kitap ve Sünnet’in hilafına bir
anlayıştır. Böyle bir anlayış islamda yoktur.
İnsanların hoşnutluğunu aramak için (yani onları kızdırmamak
için) din’den taviz verilmez. Hak ne ise o en güzel şekliyle anlatılır.
Anlatılan mes’eleye karşı tarafın yabancı olması veya
senelerdir o mes’eleyi duymaması ve yahut da anlattığınla taban tabana zıt bir
inanca sahip olması, seni anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır.
Aman efendim, “Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel
peşindedir, şimdi ben bunu kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla,
ben şimdilik bunu anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup
anlatırım inşallah” demesi bir tavizdir. Ve islam böyle de emretmemiştir. İslam
görülen bir münkerin anında münker oluşunun haber verilmesini ve onun elle,
dille, kalple ortadan kaldırılmasını emretmiştir.
Allah resulü (s.a.v)
bir hadislerinde şöyle buyurmuştur.: “...E bu Said (r.a)’dan; Resulullah
(s.a.v) şöyle buyurdu: “Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle
değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da
gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır.”Müslim
/1.c.49.N.
Allah resulü
(s.a.v)’in gerek bu hadisinde gerekse islamın bidayetinden (başlangıcından)
vefatına kadar olan davet üslubunda görülüyor ki, irili ufaklı hiçbir münkerin
gözünün yaşına bakmamış, onlara mani olmaya çalışmıştır. Bu konuda yakın ve
uzak hiç kimsenin gönlünü kırmaktan da çekinmemiştir. Öyle ki bu kendisiyle
bile alakalı olsa, aynen şu hadislerinde buyurduğu gibi:
“Sakın hıristiyanların İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye
çıkardıkları gibi, sizde beni layık olmadığım mevkilere çıkarmayın. Sizler
benim için; “ Allah’ın kulu ve Resulüdür” deyin.”
Yine bir
hadislerinde, kendisine babasının durumunu soran insana açık bir şekilde “Baban
ateştedir” buyurması da aynen, hakkın olduğu gibi anlatılmasının bir misal ve
numunesidir.
Bizim bu konuda
zannedersem unuttuğumuz veya anlayamadığımız bir nokta var. O da:
“Biz istiyoruz ki, kendilerine dini anlattığımız insanlar,
anlattığımız şeyleri anında kabul edip ve birde bize teşekkür etsinler.
Acaba bizim bu
isteğimiz ne derece doğrudur? Ve yine, bizim bu isteğimiz doğrultusunda,
kendilerine dinleri anlatılan hangi insanlar anında teslimiyet göstermişlerdir
ki?
Bırakın normal
davetçileri, Allah’ın resulleri dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onlara bir
şeyler aktarırken, onların yanlışlıklarını zikredip. “Bunun şu şekilde olması
gerekir” dediğinde ne bizim zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir, ne de
bizim istediğimiz doğrultuda cevap almışlardır.
En güzel davet
üslubu ile donatılmış o insanlara dahi (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) hakkı
anlattıklarında:
“Sen yeni bir din mi
ihdas ettin?”... dediler. “... Senin şu anlattıklarını biz ne atalarımızdan ne
gördük ne de dedelerimizden duyduk. Dolayısı ile senin şu anlattıklarını kabul
etmiyoruz, yalanlıyoruz...” dediler. Ve amcasına “Muhammed ilahlarımıza
küfrediyor (yani yalanlıyor) onu çağır da kafasına biraz akıl koy...” dediler.
Daha korkuncu ise:
“... Kendisini
taşlamadılar mı?”...”Ka’be de namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar
mı?...”Delilikle suçlamadılar mı?....
Acaba bunlar
Muhammed (s.a.v)’in tipini mi beğenmiyorlar da mı bu şekilde hakaret ve
işkenceler ediyorlardı? Hiç düşündünüz mü? Yoksa,
Onlara mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı, doğruyu
anlattığından mı hakaret ve işkencelere maruz kalıyordu. Bu mübarek insan.
Evet ey müslüman! Şunu kafana iyice yerleştir ki, bütün
bunlar hakkın söylemesinden, gerçeğin olduğu gibi eğip bükmeden anlatılmasından
dolayı yapılmıştır. Yoksa başka hiçbir niyetle değil. Bundan emin olabilirsin.
ISLÂMDA
NAMAZI TERKETMENÎN HÜKMÜ
MUKADDİME
"İman eden
kullarıma de ki namaz kılsınlar.' ibrahim: 30
Ma'lum ola ki:
"namaz", Allah'u Azze ve Celle'nin, kulları üzerine
"mi'raç"da farz kıldığı en azim fi'ili bir ibadettir. Bize farz
kılındığı gibi, bizden önceki "ümmetlere" de farz kılınmıştır.
Allah'u Azze ve Celle bu ibadet'ten bir cüz olan "secde" ile
"melek"leri imtihana tâbi tutarak, itaat edip "secde"
edenler "fıtrat" ya'ni "islâm" üzere kalmışlardır, tsyan
eden "iblis"de kibirlenip secde etmekten imtina ettiği için
"kâfir'Merden olmuştur. İşte bu ibadet: böylelikle, "iman" ile
"küfür", "islâm" ile "şirk" ve "din"li
ile "din"siz arasında bir "alamet'i farika" olmuştur. Zira
namazın edası ile insan "mş'min" terki ile de "kâfir"
olmaktadır.
Kendisinden başka
ilah olmayan Allah'u Azze ve Celle'nin "vucudiyyeü'ni" "la ilahe
illallah" sözü ile itiraf eden kulun, eda etmekle mükellef olduğu ilk
ibadet "namaz"dır. Lisanen Allah'dan başka ilah olmadığını söyleyen
kişinin kendisine "namaz'ın" farziyyeti ulaştığı halde daha hâlâ
Âlemlerin Rabbi olan Allah'u Azze ve Celle'nin önünde rüku ve secde etmemesi,
kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadığına delalet eder. kelime'i tevhid'in
hakikatim anlamadan kişinin onu teleffuz etmesi hiç bir şey ifade etmez. Nasıl
ki "namaz" kelime'i tevhid'den sonra emredilen ilk ibadet'tir, dinin
bekasıda onunladır. Çünkü dinde en son terk edilen ibadet odur. Binaen aleyh
"namazı terk edenin'de dini yoktur." Zira namaz ibadetinin olmadığı
hiç bir "din'i semavi" yoktur. Zira Allah ResûlU'nUn eshabıda
"namaz'dan başka hiç bir ibâdet'in terkini küfür görmezlerdi."
"namazın" dindeki bu azim mevki'i, tam bir ihtimamı gerektirirken,
ilim ehlinin gayretsizliği ile her gelen nesil indinde bu azim ibadet
ihtimamsızlık kaydetmiştir. Artık zamanımızda da öyle olmuştur ki, "namazı
terk eden müslüman" namazı terk etmenin zemmi hakkında varid olan Hadis'i
Şeriflerden bahsetmek, geçmişteki gayretsizlerin bıraktıktan alışkanlığa
muhalefet olduğu için, sapıklık olmuştur. Zira geçmişteki gayretsizler bu
Ümmet'e namazı terk edenin kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz olduğunu
söylememişlerdir. Binaen aleyh kendilerinin müslüman olduğunu zanneden binlerce
insanda kitab ve sünnet davetcilerinden bu hakikatları işitince, adeta
çıldınrcasına isyan etmektedirler. Bunlarda nereden çıktı biz büyüklerimizden
ve âlimlerimizden böyle bir şey işitmedik demektedirler.
NAMAZI
TERKEDENlN MÜŞRtK OLDUĞU BABI
Bu mevzuda delil
olan Âyet'i Kerime'lerin zikri
"Hep Allah'a
dönüp itaat edin, O'ndan korkun ve namaz'ı kılın'da müşriklerden olmayın."
Rum Sûresi: 31
"Haram
olan aylar "Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu'l-evvel" çıktığı
zaman, artık o "müşrikledi" nerede bulursanız öldürün: Onları
yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun, "eğer
tevbe" ederler, nemaz'ı kılıp zekât'larını verirlerse, kendilerini serbest
bırakın. Gerçekten Allah Gafur ve Rahim'dir." Tevbe Suresi: 5
Subhânehu ve Teâlâ
Resulüne ve mü'minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle
mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle
katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip
hapsedilmelerini, karılarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet
olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için
üç şart zikrediyor.
1- Şirkden
avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisânen ikrar
etmesi.
2- Namaz kılarak
tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.
3- Zeket'ı eda
etmesi. Bu üç şartı yerine getirdikleri an mallan ve canlan müslümanlara haram
olur, zira müslüman olmuşlardır.
Namazı terkedenin
müşrik olduğunu beyan eden Hadis'i Şeriflerin zikri. Ebu Süfyandan, dedi ki:
Ben Câbir'den duydum şöyle diyordu: Ben Nebiyyu (S.A.V.)'den işittim şöyle buyuruyordu:
"Şübhesiz ki,
kişi ile "şirk ve küfür" arasında ki şey sâdece namaz'dır." Bu
Hadis'i Müslim (82) Ebu Davud (4678) Tirmizi (2619) Nesei (465) ve Ibnu Mâce
(1078) rivayet etmişlerdir. Bu Hadis'i Abdurrezzak Musannaf da (5009) Muhammed
Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (888) Hibetullah'ıt-Taberi Usulu's-Sünne de (1513)
ve Âcurri Şeria da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Enes
(R.A.)'dan, (şöyle dedi): Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Kişi ile şirk
arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman şirk
koşmuştur." Bu Hadis'i Ibnu Mâce (1080) ve Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-Salat da (897) rivayet etmişlerdir. Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin
sahihinde (880) tahric etmiştir.
Câbir Ibnu
Abdillah (R.A.)'dan, "namaz kılmayan kâfir'dir" dedi. Bu Eser'i Ibnu
Abdu'1-Ber Temhid'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Ibnu Abbas
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz ' terk ederse
"kâfir" olmuştur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-SaJat'ta (939) ve Ibnu AbdiPBer * TemhiJ'de (4/225) sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.
Ali Ibnu Ebi
Talib (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o
kâfirdir." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabus-Salat'ta (933) Acurri
Şeria'da (135) İbnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10485) ve Iman'da (126) Beyhaki
Şuabul'lman'da (41) ve Buhâri Tarihul'Kebir'de sahih olarak rivayet etmişlerdir
RESÛLULLAH
(S.A.V.)'ÎN ASHABININ CEMl'SÎNlN DE NAMAZI TERK EDENÎN KÂFİR OLDUĞUNA KÂÎL
OLDUKLARI BABI
Ebû Hureyre
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in Ashabı "namaz'dan"
başka hiç bir amelin terkini "küfür" olarak görmezlerdi. Bu Eser'i
Hâkim Müstedrek'te (1/7) Tirmizi Sünen'de (2624) Ibnu Ebi Şeybe Musannaf'da
(10495) ve Iman'da (137) ve Muhammed tbnu Nasr Kitab'us-Salat'da (948) sahih
olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde (564)
tahric etmiştir.
Mücahid İbnu
Cebr (R.A.)'dan, (O da) Câbir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, Allah Resulüne
arkadaşlık yapmış 16 17 birisidir. Kendisine dedim ki: Allah Resulü (S.A.V.)'in
zamanında, sizce amellerden, küfür ile iman'ın arasını ayıran ne idi (diye
sordum) (O da) "namaz" (diye cevab verdi.) Bu Eser'i Muhammed Ibnu
Nasr Kitab'us-Salat'da (892) ve Hibetullahit-Taberi Usulü' s-Sünne'de (1538)
Hasen olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde
tahric ederek Hasen demiştir.
NAMAZI TERKEDENİN
DİNİ OLMADIĞI BABI
Bu mevzuda Allah
Resûlü'nden varid olan Hadis'i Şeriflerin zikri. :İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle
dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: ... namaz'ı olmayanın din'i yoktur ... Bu
Hadis'i Tebarini Mu'cemus' Sağir da (60) hasen bir senedle rivayet etmiştir.
Umer İbnu'l-Hattab
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.)'e şöyle dedi:
"Ya Resûlellah, Allah katında İslâm'da, (en efdal) olan nedir, söyler
misin" Resûlullah (S.A.V.) de "Vaktinde namaz kılmaktır" dedi.
"Zira namaz'ı terkedenin dini yoktur ..." Bu Hadis'i Beyhaki
Şuabu'1-lman da rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)
Bu mevzuda Allah
Resulü 'nün ashabından varid olan eser'lerin zikri. İbnu Mes'ud (R.A.)'dan,
şöyle dedi: "Her kim ki, NAMAZ'ı terkederse onun DİN'i yoktur." Bu
Eser'i İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10446) ve İman da (47) Taberâni
Mu'cemu'l-Kebir de (8942) Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (935) ve Beyhaki
Şuabu'1-İman da (42) rivayet etmişlerdir.
Ayriyeten Şeyh
Elbani Terğib'in sahih'inde tahric etmiştir. Bu Eser'i Buhâri Tarihu'l-Kebir de
(7/95) rivayet etmiştir.
NAMAZI TERK EDENlN
tMAN'I OLMADIĞI BABI ...
Ebû'd-Derda
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı
olmayanım iman 'ı da yoktur." Bu Eser'i Hibetu'llahi't-Taberi
Usulu's-Sünne'de (1536) Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (945)
Ibnu Abdil-Ber Temhid de (4/225) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh
Elbâni de Terğib'in sahihin'de (574) tahric etmiştir.
NAMAZI TERK
EDENİN İSLÂM'DAN NASİBİ OLMADIĞI BABI
Umer İbnu'l-Hattab
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı
terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur." Bu Eser'i imam Malik (1/40)
Dâre Kutni Sünen' de (2/52) Abdurrezzak Mûsannef'da (5010) Ibnu Ebi Şeybe
Mûsannef'da (10410) ve İman'da (103) ve Âcurri Şaria'da (134) sahih bir
sened'le rivayet etmişlerdir.
Ebû'l-Muleyh
(R.A.)'dan, Umer (R.A.)'yu minberin üzerinden şöyle derken işittim dedi: "Namaz kılmayanın İslân'ı da yoktur."
Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (930) sahih bir
sened'le rivayet etmiştir.
NAMAZI TERK
EDENİN İSLÂM MİLLET'İNDEN ÇIKTIĞI BABI :
Ubade't-İbnu'
es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bize şöyle tavsiyede
bulundu. Allah'a hiç bir şeyi ortak
koşmayın. Namazıda bilerek terketmeyin. Her kim ki, bilerek kasten
"namaz'ı terkederse İslâm millet'inden çıkmıştır". Bu hadis'i
Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (920) Hibetullah'i-Taberi Usulu's-Sünne de
(1523) Abdurrahman İbnu Ebi Hatim Sünen'in de ve Taberâni Mu'cem'in de rivayet
etmişlerdir.
Yezid İbnu
Meryem'den, şöyle dedi: Umer (R.A.) Muaz İbnu Cebel (R.A.)'nun yanından
geçerken (Yâ Muaz) bu Ümmeti ayakta tutan nedir diye sordu. (Muaz'da cevaben bu
Ümmeti ayakta tutan esas) üçtür işte onlar kurtuluş vesileleridir,
l- İhlas
(Tevhid) o ise İSLÂM'DIR. (Allah'ın insanları üzerinde yarattığı din),
2- Namaz o ise
milliyettir,
3- İtaat o ise
ismet'tir (yani hatalardan beri durmağa vesiledir.)
Bu Eser'i
Taberi Tefsir'in de
NAMAZI TERKEDENİN
ALLAH'IN ZİMMETİNDEN BERİ OLDUĞU BABI :
Ebu'd-Derda
(R.A.)'dan, şöyle dede: Dostum Muhammed (S.A.V.) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda, Allah'u
Azze ve Celle'ye ortak koşma. Ve farz olan namazı bilerek terketme. Kim ki
"farz olan namaz'ı bilerek terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri
olmuştur" dedi.
Bu Hadis'i Ahmed
(5/238) İbnu Mace (4034) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (20/233)
Hibetullahi't-Taberi Usulu's-Sünne de (1524) ve Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-Salat da (911) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh
Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (3259) tahric
Ubeydu'l-Kelâi'den,
şöyle dedi: Mekhul (R.H.) elimden tutarak "Yâ Ebâ Vehb! Farz bir namazı
kasten terk eden birisi için ne diyorsun?" dedi. Ben de "Âsi bir mü'mindir" dedim. Elimi daha
fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: "Yâ Ebâ Vehb! İman'm şa'm nefsinde daha
azim olsun. Kim ki bir farz namaz'mı kasten terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan
beri olmuştur. Kimden de Allah'ın zimmeti beri 'olduysa o kâfir olur."
Bu Eser'i Ibnu Ebi Şeybe iman da (129) ve Abdurrezzak Musannaf da (5008) sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni iman da yukarıdaki
rakamda tahric etmiştir.
NAMAZI TERK
ETMENÎN KİBİR OLDUĞU KİBİR EDENİN DE CENNETE GİREMİYECEĞİ BABI
Bizim
Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyetlerimizle kendilerine öğüt
verildiği zaman, "secdeye
kapanırlar ve Rab'lerine hamd ile teşbih ederlerde kibirlenmezler."
Secde Sûresi: 15 Subhânehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerime'de Âyet'lerine iman eden
kişilerin, Kur'ân-ı Kerîm'deki Âyetlerle kendilerine öğüt verildiği zaman,
ya'ni,
"Ey Resulüm! İman eden kullarıma de ki namaz
kılsınlar." ibrahim Sûresi: 31 Bu ve bunun gibi Âyet'lerle
Subhânehu ve Teâlâ kendisine inanan kullarına Kur'ân-ı Kerîm'de "namaz kılmaları için öğüt vermektedir"
Allah'ın Âyet'lerine inananlar da bu Âyetler'le kendilerine öğüt verildiği
zaman "kibir'lenmeden günde beş vakit Rab'lerinin önünde secdeye vanb ona
hamd ve teşbih etmektedirler." Kibirlenerek isyan edip Âyet'lerini
yalanlayanlar için de şöyle buyurmaktadır. Kendilerine Kur'an (ya'ni "namaz kılın" emri okunduğu zaman,
secde etmezler (ya'ni "namaz kılmaz'lar"). Daha doğrusu, o
"kâfir olanlar" (bu halleri ile (ya'ni namaz kılmayışları ile)
Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler. İnşikak
Sûresi: 21/22
Onlara Rükû
edin ya'ni "namaz kılın" denildiği zaman "itaat edip Rükû etmezler ya'ni namaz
kılmazlar". (Namaz kılmayarak, Allah'ın hükümlerini)
yalanlayanların o gün vay haline. Murselât Sûresi: 48/49
Submhanehu ve
Teâlâ Melekleri, Âdem'le imtihan etmek istediğinde, Melek'lere hitaben şöyle
buyurdu: Biz, Melek'lere: Âdem'e secde
edin, demiştik de bütün Melek'ler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten
yüz çevirip "kibirlendi de kâfirlerden oldu". Bakara Sûresi:
34
İblis'in bu
isyanını insanların isyanına misal verilmesine şaşılmasın zira Allah Resulü
(S.A.V.)'den varid olan Hadis'i Şeriif bize, bu cesareti vermiştir. Müslim İbnu
Haccac (R.A.) "namazı terk edene kâfirlik isnadının beyanı babı"
altında şöyle bir Hadis'i Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah
(S.A.V.) buyurdu ki: "
Âdem oğlu secde
Âyet'ini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Ey
helakim! Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve Cennet onun oldu.
Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum. Fakat ben, secde etmekten imtina
etmiştim, artık ateş de benimdir. Bu Hadis'i Müslim (81) rivayet etmiştir.
Bana ibâdet etmekten büyüklenib yüz
çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehennem'e gireceklerdir.
Mu'min Sûresi: 60
Abdullah İbnu
Mes'ûd (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Kalbinde hardal dânesi kadar imanı bulunan
kimsecehenneme girmez."kalbinde hardal danesi kadar kibir bulunan kimsede
cennete girmez" buyurdu. muslim--91
NAMAZI TERK EDENlN KIYAMET GÜNÜNDE FÎRAVN'LA,
HÂMAN'LA, KARUN'LA VE UBEYY İBNU HALEP'LE BERABER OLACAĞI BABI '
Abdullah İbnu
Amr. İbn'l-As (R.A.)'dan o da Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek (şöyle dedi:)
Bir gün Resûlullah (S.A. V.) namaz'dan konuştu. Dedi ki: "Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse,
namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve nacat olur. Her kim ki de; beş vakit
namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat
olur. "Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'Ia ve Ubeyy ibnu
Halefle beraberdir".
Bu Hadis'i Ahmed
(2/169) Darimi (2/301) ve îbnu Hibban (1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed ibnu
Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da (58) . Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû'1-iman
da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
îbnu Kayyım (R.A.)
"kitabu's-salat" isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra
şöyle diyor. Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının
zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfür reisleridir. Burada bedi'i
bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya
ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşkuliyetiyle
namazı terk ederse, "Karun'la" beraberdir. Mülkünün meşkuliyetiyle
terk eden de "Firavn'la" beraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden
ise "Haman'la" beraberdir. Ticaretinin meşkuliyetiyle terk eden de
"Ubeyy ibnu Halefle" beraberdir. İbnu Kayyım'ın sözü burada bitti.
NAMAZI TERK EDENlN KUR'ÂN-IN ÂYET'LERİNÎ VE AHİRETl YALANLADIĞI BABI
O halde, onlarda ne
var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni
"namaz kılınız" âyet-i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup
da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gününü yalanlıyorlar".
Halbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. Onun için (Ey
Resulüm) sen onları "acıklı bir
azab'la 28 29 müjdele". Ancak "iman edib de salih ameller işleyenler
müstesne" onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat var. Inşikak
Sûresi: 20/21/22/23/24/25
Bu Âyet'lerin
hülasası şöyledir. Ne oluyor ki onlara, "namazın farz olduğu" Kur'ân'la bildirildiği halde "namazı eda ederek iman etmezler".
Aslında "namazı terk ederek kâfir
olanlar hesab gününe inanmıyorlar". Her ne kadar lisânen iman
ettiklerini bile söylemiş de olsalar. Zira Allah'u Azze ve Celle, onlar için
Kur'ân'da şöyle buyuruyor. İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz "Allah'a ve âhiret gününe inandık"
derler. Halbuki onlar, "iman
edenler değillerdir". Bakara Sûresi: 8 İnşikak Sûresi'ndeki Âyet'te
devam ederek diyor ki: "halbuki
Allah içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir". Ya'ni lisânen
Allah'a ve Âhiret gününe iman ettiklerini söyleyib de, "namaz kılmayanlar müslüman olduklarını isbat
edemezler".
Hem müslümanları da
aldatamazlar. Onlar ancakkendi nefislerini aldatırlar. (İnsanlardan bir kısmı vardırki, biz Allah'a ve Âhiret gününe inandık
derler. Halbuki onlar, iman edenler değillerdir.) Onlar bu halleri ile güya
Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Bilmezler ki, onlar ancak kendi
kendilerini aldatırlar. Bakara Sûresi: 9
» Onlara "namaz kılın denildiği zaman", itaat edib namaz
kılmazlar. (Namaz kılmayarak Kur'ân'ın Âyetlerini) yalanlayanların O gün vay
haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân-ın Âyetlerinden sonra neye inanacaklar. Murselât Sûresi: 48/49/50
"Tasdik etmedi, namaz da kılmadı. Ancak
(Kur'ân-ın Âyetlerini) yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi."
Kıyamet Sûresi: 31/32
NAMAZI TERK EDENİN
ÂHİRET'TE ŞEFAAT EDENİ OLMAYACAĞI BABI
"(Kitab'ları sağ ellerinden verilenler)
Cennettedirler: "mücrim'lerden" sorarlar. — "sizi bu sakar
cehennem'ine sokan nedir?" Onlar şöyle derler. — "biz namaz
kılanlardan değildik", yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber
dalıyorduk, "hesab güniinüde yalan sayardık". Nihayet bize ölüm gelib
çattı. Fakat (o vakit) "şefaat'cıların şefaat'ı onlara fâide vermez".
Müddesir Sûresi: 40/41/427 43/44/45/46/47/48
Âyet'i Kerîme'deki
zikredilen "mücrim'lerin" yarın Âhirette "şefaat'cıların
şefaat'ından mahrum olmalarının sebebi" dört şey'e binaen'dir.
1- Namaz kılanlardan olmadıkları için.
2- Yoksula yedirmedikleri için.
3- Kâfir'lerle oturup kalktıkları için.
4- Hesab gününü yalanladıkları için.
Bu dört sıfat ile
muttasıf olan "mücrim'ler" yarın Âhiret'te kendilerine hiç bir
"şefaat'cı" bulamıyacaklardır. Zikredilen bu dört sıfatların en
tehlikelileri, "namaz'ın terki ile
hesab gününü yalanlamaktır" bu iki sıfat'm herbirisi müstakilleri
sahibini "İslâm'dan çıkaran"
hasletlerdir. Kişi de bu iki sıfattan birisinin olması "İslâm'dan çıkmasına ve âhirette
şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmasına kâfidir" illa bu iki
sıfat'ın bir arada olması gerekmez. Eğer illâ bu iki sıfat'ın bir kişide mevcud
olduktan sonra ancak Mevzumuza daha da açıklık getiren başka bir Hadis'i
Şerif'de Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
Ebu Said el-Hudri
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) hutbe irad eyledi de
tam şu Âyet'e geldi. "Her kim
Rabbine mücrim olarak varırsa, şübhesiz ki ona cehennem var; orada ne ölür ne
de hayat bulur". Kim de ona mu'min olarak, sâlih ameller işlemiş olduğu
halde varırsa, işte onlarada en yüksek dereceler var. Taha Sûresi: 74/75
"Cehennem ehli
olanlar, (ya'ni ebedi orada kalacak olanlar) oralıdırlar, ne ölürler ne de
yaşarlar". Amma ebedi Cehennem ehli olmayanları ise, Cehennem hafif bir
ölümle öldürür, sonra (ya'ni azâblarıriın müddeti bitince) "şefaat
edecekler gelirler şefaat ederler". Onlardan bir topluluk ahnarak
"hayevan veya hayat" denilen bir nehre getirilirler. (Orada
yıkanırlar) sonra da sel kenarında biten otlar gibi hayat bulurlar."
"İslâm'dan çıkar ve şefaat'cıların şefaat'ından o zaman mahrum olur"
diyen çıkarsa bizde deriz ki, bu bir kaç bab önceki "namazı terk edenin
âhireti yalanladığı babı"nda biz bu mes'eleyi güzelce açıkladık. Öyle de
olsa zaten "namazı terk eden âhiret-i de yalanlamıştır"
Binâen aleyh
"şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olacaktır" halbuki, Resûlullah
(S.A.V.)'in Şefaat'ı "ehli kebâir" içindir. Eğer "namazı terk
eden" islâm'dan çıkmayıp büyük günahkârlardan olsa idi "âhirette
şefaat'cılann şefaat'ından mahrum olması gerekmezdi."
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
şöyle dedi: "Benim Şefaat'ım,
Ümmetimin ehli kebâirinedir." Bu Hadis'i Ebû Dâvud (4739) Tirmizi
(2435) Ibnu Mace (4310) ve Ahmet (3/213). sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.
"Ey Allah'ın
kulu! Yukarıda da okuduğun gibi kim Rabbine "mücrim" olarak
kavuşursa, ya'ni namaz kılmaz olarak ölürse" ona Cehennem vardır, orada ne
ölecektir, ne de yaşayacaktır. Artık o mücrim'ler" kendileri için
Cehennem'de neler hazırlandığını düşünsünler." Subhanehu ve Teâlâ öyle
demiyor mu Kur'an da? "Artık "müslüman'lara, mücrim 'lere
davrandığımız gibi mi davranacağız" ......... O Kıyamet gününde
Rabbul-îzzet'in "sâk'ı" açılacak da, bütün "mücrimler secde'ye
çağrılacaklar; Fakat güçleri yetmeyecektir. Gözleri düşkün bir halde,
kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünya'da) başlan
selâmette iken, bu "namaza davet olunuyorlardı da kılmıyorlardı". O
halde (Ey Resulüm) (namaz kılmayarak) bu Kur'ân-ı yalanlayanları, sen bana
bırak. Biz onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız.
Ben onlara mühlet veririm; "Yiyin, zevk edin dünyada biraz; çünkü
"mücrim'lersiniz" (nasıl olsa âhirette "sakar" Cehennem'ine
gireceksiniz). Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün vay haline j Onlara:
"namaz kılın, denildiği zaman", itaat etmezler. Allah'ın hükümlerini
yalanlayanların o gün haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân'dan sonra hangi
söze inanacaklar?" Murselat Sûresi: 46/47/48 49 750
"Muhakkak ki
"mücrim'ler" şaşkınlık ve çılgın ateşler | içindedirler. O gün,
yüzleri üstü ateşte sürünecekler; (ve onlara) — Tadın "sakar"
Cehennem'inin dokunuşunu denilecek." Kamer Sûresi: 47/48
NAMAZIN İSLÂM'DAN OLDUĞU BABI
Umer İbnu'l-Hattâb
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in yanında bulunurken
birden bire yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri
görülmeyen ve bizden de kendisini kimsenin tanımadığı bir zat çıkageldi.
Nihayet Resûlullah (S.A.V.)'in yanına oturdu. Öyle ki iki dizini onun iki
dizine dayadı, iki avucunu da kendi dizleri üzerine koydu ve "Yâ Muhammedi
Bana "islâm'dan" haber ver" dedi. Resûlullah (S.A.V.)"İslâm
Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehad; t
etmendir" dedi. Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise şöyle naklolunmuştur.
Resûlullah (S. A. V.)"İslâm Allah'a hiç bir şey'i ortak koşmadan ona
ibâdet etmendir" (buyurdu:) Ebu Hureyre (R.A.)'ın, rivayetinin getirmiş
olduğu açıklık şudur ki, "Allah'dan başka ilah yoktur, Muhammed Onun
Resulüdür" demenin hakikati, "Allah'a hiç bir şey'i ortak etmeden ona
ibadet etmektir". Zira mücerreden "kelime-i şihadet'in"
teleffuzu hiç bir ma'na ifade etmemektir. Bu mevzudaki geniş izahımız daha
ileride gelecektir, İnşa' Allah. Cibril Hadis'i devam ederek, Resûlullah
(S.A.V.) şöyle buyuruyor: Ve "namazı
ikâme etmendir" (Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise) "farz
olan namazı ikâme etmendir" (buyurdu.)
. Ve "zekât 'ı
vermen", "ramazan orucuna tutman" yoluna gücün yeterse
"Beyti hacc etmendir", buyurdu. O, (soruyu soran tanınmayan kişi)
doğru söyledin dedi. Umer (R.A.) dedi. Umer (R.A) dedi ki: Biz ona hayret
ettik, hem (bilmiyormuş gibi) soruvuor,
Mihcan (R.A.)'dan,
(şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A.V.) ile bir mecliste iken namaz için ezan
okunur, Resûlullah (S.A.V.) kalkarak cemaat'a namazı kıldırıp yerine döner.
Bakar ki Mihcan (R.A.) daha hâlâ yerinde, Resûlullah (S.A.V.) Mihcan (R.A.)'ya
hitaben "senin cemaat'la namaz
kılmana ne mani'i oldu ki, yoksa sen müslüman birisi değil inisin?"
dedi. Mihcan (R.A.) cevaben "Evet Yâ Resûlallah ben "müslüman
birisiyim" ve lâkin ben bu namazı evimde kılmıştım" dedi. Resûlullah
(S.A.V.)'de cemaate geldiğinde namazı evde kılmış bile olsan cemaatle namaz kıl
buyurdu. Bu Hadis'i Mâlik (1/132) Ahmed (4/34) Nesei (2/112) İbnu Hibban
(433) ve Hâkim (1/244) sahih bir rivavet etmişlerdir,
Umer
İbnu'l-Hattâb (R.A.)'den, şöyle dedi: "Namaz'ı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur". Bu eseri Mâlik
(1/40) Dâre Kutni (2/52) Abdurrezzak (5010) İbnu Ebi Şeybe Musanef'de (10410)
İman'da •t "' (103) ve Ahmed Ahkam'un-Nisâ'da (225) sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.
NAMAZ'IN ALLAH'A İMAN ETMEKTEN OLDUĞU BABI
Ebu Cemre'den,
şöyle dedi: Ben tbnu Abbas (R.A.)'nun önünde onunla insanlar arasında
tercümanlık yapıyordum. Derken İbnu Abbas'a bir kadın geldi. Ona
"cer" denilen testinin şırasından soruyordu. İbnu Abbas ona şöyle
dedi: Abdu'1-Kays heyeti Resûlullah (S.A.V.)'e geldi. Resûlullah (S.A.V.)
"Siz kimlerin heyetisiniz? Yahut siz kimlersiniz?" diye sordu.
"Biz Rabiadar.iz" dediler. "Cemaat hoş geldi. Yahut heyet hoş
geldi, sefa geldi. Utanıcılar ve pişmanlık duyucular olmayarak" buyurdu.
Bunun üzerine: "Ya Resûlellah! Biz sana çok uzak mesafeden geliyoruz.
Seninle bizim aramızda Mudar kâfirlerinden şu kabile vardır. Biz sana, haram
aydan başka bir zamanda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize özlü bir şey
emret de geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve o sebeble de Cennete
girelim" dediler. Resûlullah (S.A.V.) onlara dört şey emretti, dört şeyden
de nehyetti: Resûlullah (S.A.V.) onlara, "bir olan Allah'a iman etmeyi
emretti" (sonra) "bilir misiniz bir olan Allah'a iman etmek ne
demektir?" diye sordu. "Allah ve Resulü en iyi bilendir"
dediler, ("tek olan Allah'a iman etmer") Allah'dan başka ilah
olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ;tmek, "namazı kılmak", zekâtı vermek, Ramazan
orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini tediye etmenizdir" buyurdu
........ .. 41 Bu Hadis'i Buhâri (53) ve Müslim (17) rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Yukarıdaki zikretmiş olduğumuz Hadis'i Şerif'de bir çok sağır kulakların duyup
istifâde edeceği faideler vardır. Bu faideleri zikretmeden geçmek ilmi emânete
ihanet edenlere göz yummak olacağından, herkesin anlayabileceği bir üslubla
izah etmeyi münasib gördük. Hadis'i Şerifin muhtevi olduğu faideler şunlardır.
1- İslâm'ı öğrenmek
isteyene ilk emredilecek şey'in "tek olan Allah'a iman etmek" olduğu.
2- "Tek olan
Allah'a iman etmenin" ne demek olduğunu öğretiyor.
3- "Tek
olan Allah'a iman'ın" sadece dil ile ikrar ve kalb ile tasdik olmayıp,
cevarih ile amel etmenin'de bu ta'rife dahil olduğu.
4- Hasseten
mevzumuz ile alakalı "namaz'ın Allah'a iman etmekeen olduğu".
Böylelikle bizde, "amel iman'dan cüz değildir kaidesiyle yürüyen,
"namaz iman'dan" değildir diyen miirciiyye" taifesinin ve
zamanımızdaki avanelerinin en sesine bir şamar indirir, bize kitab ve sünnet'e
uymayı nasib eden Rabbimize hamdederiz.
İşte bu
adları geçenler, Allah'ın kendilerine ni'met ihsan ettiği peygamberlerden, Âdem
soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve
İsrail neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir.
Kendilerine Rahman olan Allah'ın (gibi) ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak
secdeye kapanırlardı". Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin
arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da
Cehennemdeki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip
iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna; çünkü bunlar, zerre kadar
zulme uğratılmayacaklar, Cennete gireceklerdir. Meryem Sûresi: 58/59/60
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun ki
peygamberler ve salih kimselerden sonra gelen kötü neslin terk etmiş oldukları
şey sadece namaz'dır. Eğer "namaz'ı
terk edenin iman'ı olsaydı" hemen takib eden Âyette ancak tevbe
edip iman eden ve salih amel işleyenler müstesna" dermiydi? Rabbimiz ve
Teâlâ. Şehvetlerine uymaya gelince, artık "namaz'ı terk ettikten"
sonra onları kötülükten koruyan kalkanları elden düşmüştür. Zira Subhanehu ve
Teâlâ şöyle buyuruyor. Ey Resulüm! namaz'ı kıl. Gerçekten "namaz, kötü
işten ve münker'den alıkor".
Ankebut Sûresi: 45
Taberi (R.A.) meşhur Tefsirinde şöyle diyor: Allah'u Azze ve Celle'nin
vasfetmiş olduğu namaz'ı terk eden kötü nesil" mu'min olsalardı Allah'u
Azze ve Celle, iman edenleri onlardan müstesna etmezdi. Ve denilmiştirki.
Zikredilen kötü nesil bu ümmet'tendir bunlar Ahir Zaman'da olacaklardır. Ata
İbnu Rabah'da diyor ki: "Bu kötü nesil Ümmet'i Muhammed'dendir."
Mucâhid (R.A.)'da diyor ki: "Bu kötü nesil Kıyamete yakın, Ümmet'i
Muhammed'in salihleri gittikten sonra gelecektir" diyor. Taberi
Tefsiri 16/99
Ey Allah'ın kulu!
Subhanehu ve
Teâlâ'nın Âyet'i Kerime'de zikretmiş olduğu o kötü nesli tanıyabildiysen dünya
ve Ahirette felah'a erdin demektir. işte o kötü nesil namazı inkâr ederek değil
sadece şehvetlerine uyarak terkettiklerinden "gayya vadisini" boylayacaklardır.
O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler" kendilerine
"Kur'ân" ya'ni "namaz 44 kılınız" Âyet'i okunduğu zaman,
(Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz
kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab
gUnünü yalanlıyorlar" .... "ancak iman edib sâlih aneller işleyenler
müstesna" .... İnşikak Sûresi 20/21/22 — /— /25
Ey Allah'ın
kulu!
Yukarıdaki Âyet'i
Kerime'de de görüyorsun ki. namaz'ı terk edenler iman etmemekle ve küfür'le
itham ediliyorlar" sonra da "iman edenler onlardan müstesna
kılınıyor" eğer namazı terk eden "kâfir" olmasa idi iman edenleı
namazı terk edenlerden müstesna kılınır mıydı. Ey Allah'ın kulu! Zannetme ki bu
bizim anlayışımızdır. Zira Allah'u Azze ve Celle'nin kendilerinden razı olduğu
sahabe böyle anlatıyor.
Ebu'd-Derdâ
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "namazı
olmayanın iman'ı da yoktur"............ Bu Eser'i abdul-Ber Temhid
de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Ve Şeyh Elbâni Terğib'de (574)
tahric etmiştir. 45
BiR VAKiT NAMAZI TERK EDENlN YAPMAKTA OLDUĞU AMELLERİNİN BATIL OLDUĞU
BABI
Gerçekten sana ve
senden öncekilere şöyle vahy olundu: Eğer (sen bile) Allah'a ortak koşarsan,
muhakkak amelin boşa gider. Ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Zumer
Sûresi: 65
Kim küfrederse
(ya'ni iman'ın mucibi olan amelleri yapmaz kâfir olursa) bütün yaptıkları batıl
olmuştur: Ve o, Ahirette hüsrana uğrayanlardandır. Maide Sûresi: 5
Bu Hadis'i
Ahmed Müsned'in de rivayet etmiştir. Heysemi Mecmua'z-Zevaid de bu rivayetin
Ravileri Sahih'in ravileridir demiştir.
Yukarıdaki
zikredilen Âyet'i Kerimelerde, Allah'a şirk koşanın ve iman'ın mucibiyle amel
etmeyip kâfir olanların, yapmakta oldukları amellerinin hepsinin batıl olduğunu
ifâde etmektedirler. Ey Allah'ın kulu iyi bilki geçen bablarda "namaz'ı
terk edenen müşrik ve kâfir olduğunu" delilleriyle isbat etmiştik,
tekrarına lüzum olmasa gerek. Eğer unuttuysan tekrar dönüp okuyabilirsin. Umumi
ma'na da Allah'a ve Resulüne isyan edenlerin amellerinin batıl olduğuna delâlet
eden daha bir çok Âyet'i Kerime vardır ki bizim da'vâmızı te'yid eder.
Gerçekten
kâfir olub da Allah yolundan yüz çevirenler, hak kendilerine belli olduktan
sonra peygambere karşı gelenler; Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. "Allah onların amellerini boşa çıkarır".
Muhammed Sûresi: 32
Ey Allah'ın kulu
"namazı terk ederek kafir oluş"
Mevzumuza daha da açıklık getiren bir Âyet'i Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle
buyuruyor. Onlara: "namaz
kılın, denildiği zaman, zaman kılmazlar". Yalanlayıcıların o gün
vay haline. Murselat Sûresi: 48/49
Allah'ın en azim
emirlerinden olan namaz emri kendisine ulaştığı halde Allah'a itaat edip'de
namaz kılmayanlar bu isyanları ile yapmakta oldukları sair amellerimde batıl
etmektedirler. Zira Allah ve Resulüne yapılan isyan, yapılan sair amelleri de
batıl eder. Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat
edin de amellerinizi ibtal etmeyin." Muhammed Sûresi: 33
Yukarıdan beri
zikredile gelen Âyetlerin hepsinin ma'nası umumidir. Ya'ni Allah'a ve Resulüne
yapılan isyan ne olursa olsun yapılan sair amelleri batıl etmektedir.
Mes'elemizi hususileştiren bir Hadis'i Şeıif de Resûlullah (S.A.V.) şöyle
buyurmaktadır. Ebu'l-Meliyh'den, şöyle dedh Biz Bureyde (R.A.) ile bulutlu bir
günde gazada bulunuyorduk. Burey'de (R.A.) bize hitaben ikindini ilk vaktinde
kılınız dedi. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) "Kim ikindi namazını terk ederse onun bütün amelleri boşa gitmiştir"
dedi:
Bu Hadis'i Buhari
(553) rivayet etmiştir. Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki sadece bir ikindi
namazını terk edenin bütün amelleri batıl oluyor da bütün ömür boyu hergünkü
beş vakit namazını terk edenin hali ne olur, düşünebiliyor musun?
NAMAZI TERK
EDENlN ALLAH'DAN KORKMADIĞI BABI
Hep Allah'a dönüb
itaat edin. "O'ndan korkun VE
namazı kılın da" Müşriklerden olmayın.
Rum Sûresi: 31 Ey
Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Subhanehu ve Teâlâ kendisine iman eden kullarına
"rablerinden korkarak namaz kılmalarını emrediyor". Ve ondan korkan
kullarıda Rablerine itaat ederek secdelere kapanıyorlar. Bu Âyet'i Kerime'yi izah
eden bir Hadis'i Şerifte şöyle rivayet olunmaktadır.
Ukbet' Ibnu
Amir (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i şöyle derken işittiğini haber verdi:
Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Dağ tepelerindeki koyun çobanından
Allah'u Azze ve Celle hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve "namaz kılar". Buna binaen Allah'u
Azze ve Celle şöyle buyurur. Şu kuluma bakın, ezan okuyup "namaz kılıyor ve benden korkuyor".
Ben de o kulumun günahlarını mağfiret büyürdüm ve onu Cennetime koyacağım"
der.
Bu Hadis'i
Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145) İbnu Hıbban (260) ve Taberâni
Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Aynyeten Şeyh El-Bâni
Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahric etmiştir.
Ey Allah'ın
kulu!
Görüyorsun
ki, Allah'u Azze ve Celle "namaz kılan kulu için" kendisinden
korktuğunu yaraşmaz. Hem sunuda iyi bil ki tek olan Allah'dan korkmak "la
ilahe illallah'ın" iktizasındandır. Bunu izah eden bir Âyet'e Kerime'de
Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. "Ben'den başka hiç bir ilah yoktur. Öyle ise ben'den korkunuz".
Nahl Sûresi: 2
DİN'DE EN SON
TERK EDİLEN AMELlN NAMAZ OLDUĞU BABI
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'den, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir.
En son da namazı terkedersiniz."
Bu Hadis'i Ebu
Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbnu Mes'ud'dan Taberâni kebirde (9754)
Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138)
Umer
İbnul-Hattab'dan Evet din'den en son terk edilen "NAMAZ" olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey
kalmamıştır. Daha önceki bab'larda da Hadis'i Şerif de geçtiği gibi
"namaz'ı olmayanın dini'de yoktur".
NAMAZI TERK EDENİN
ÖLDÜRÜLECEĞİ BABI
"O haram
olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiu'l-evvel) çıktığı zaman, artık
"o müşrikleri nerede bulursanız öldürün"; onları yakalayıp esir edin,
onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun. "Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtlarını" verirlerse,
kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur Rahim'dir." Tevbe
Sûresi: 5
Subhânehu ve
Teâlâ Resulüne ve Mü'minlere hitaben, Haram olan aylar çıktıktan sonra
Müşriklerle mukatele etmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek
Müşriklerin kıtalden önce yakalanıp, geçit yerleri kesilip haspedilmelerini
(ya'ni karılarını, çocuklarını ve mallarını Müslümanlara ganimet olarak helâl
kılıyor.) Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.
l- Şirkten avdet
ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisanen ikrar etmesi.
52
2- "Namaz
kılarak" tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi. Zira namaz kılmadığı müddetçe
Kelime'i tevhidi tasdik etmemiştir.
Bunun içindir
ki, Subhânehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor. "Tasdik etmedi, "namaz'da kılmadı".
Ancak yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Onlara: "Namaz kılın,
denildiği zaman, namaz kılmazlar. Yalanlayıcıların o gün vay haline".
Murselat Sûresi: 48/49
Ey Allah'ın kulu!
Âyet'i Kerime'lerden de anlaşıldığı gibi, Allah'u Azze ve Celle'nin "namaz
kıl" emrine itaat etmemek, Allah'ın indirmiş olduğu hükümleri
yalanlamaktır.
3- Allah'ın farz
kilmiş olduğu "zekat'ı eda etmek'tir". Bu şartlan yerine getiren her
kişinin canı, malı ve ırzı Müslümanlara haramdır. Bunların haricindeki
günahları için allah Gafur ve Rahim'dir.
Buhari (R.
H.) bu Âyet'i Kerîme'nin izahında şu Hadis'i Şerifi zikrediyor.
. İbnu Umer (R.A.)'dan,
(şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Allah'dan başka İlah olmadığına
ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet, "namazı kılana", zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe
etmek bana emrolundu, Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden
korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili olmak müstesna, insanların (sair
ve gizli işlerinden dolayı olan) hesabları da Allah'a âiddir. Bu Hadis'i Buhari
(25) ve Muşum (22) rivayet etmişlerdir.
Enes îbnu
Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Ben insanlarla
Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nıın kulu V takdirde canları
ve mallan bize haram olur. Ancak (İslâm'ın hakkı müstesna) ve Müslümanların,
lehte veya aleyhde sahib oldukları bütün hukuka sahib olurlar. Bu Hadis'i Ebu
Dâvud (2641) Tirmizi (2611) ve Ahmed (2/161/269) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.
Abdurrahman
İbnu Ebi Nuaym'dan Ebu Said' el-Hudri'den şöyle duyduğunu haber verdi: Ebu
Said'el-Hudri dedi ki: Aliyyu'bnu Ebi Talib (R.A.) Yemen'den Resûlullah (S.A.
V.)'e tabaklanmış bir meşin içinde henüz toprağından tasviye edilmemiş altun
cevheri göndermişti. Resûlullah bu altun cevherini şu dört kişj arasında
paylaştırdı: Uyeynetu'bnu Hısn, Akra'ubnu Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya
Alkametu'bnu Ulase idi yahud Amiru'bnu Tufeyl idi. Peygamberin sahabelerinden
bir kimse: "Biz bu ihsana bunlardan daha layık bulunuyorduk" dedi. Bu
söz Resûlullah'a ulaşınca: "Siz bana itimad etmiyor musunuz? Ben yedi kat semanın üstündeki
Rabbu'l-İzzet'in Eminiyim. Sabah akşam bana gök yüzünün haberi (ya'ni
Vahyi) geliyor" buyurdu. Bunun üzerine, iki gözü çökük, yanağının iki
elmacığı çıkık, anlı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izarını yukarı çemremiş
bir kişi ayağa kalkıb: "Ya Resûlellah! Allah'dan kork" dedi.
Resûllah: "Veyl sana! Ben, yeryüzündeki insanların Allah'dan korkmaya en
layıkı değil miyim?" buyurdu. Sonra o kimse arkasına dönüb gitti. Halid
Ibnu'l-Velid: "Ya Resûlellah! Şunun boynunu vurayım mı?" dedi.
Resûlullah (S.A.V.): "Hayır vurma! "Namaz kılan birisi olabilir"
dedi. Bunun üzerine Halid: 56 "Ya Resûlellah! Namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar gönüllerinde olmayan
şeyi dilleriyle söylerler" dedi. Resûlullah (S.A.V.) "ben
insanların kalb'lerini açmaya, karınlarını yarmaya me'mur değilim" buyurdu
........... Bu Hadis'i Müslim (1064) rivayet etmiştir.
Ubeydullah İbnu
Adiy'den, Abdullah İbnu Adiyy Resûlullah (S.A.V.)'den, tahdis ederek şöyle
haber verdi. Resûlullah (S.A.V.) bir gün eshabının arasında otururken, bir adam
çıkageldi. Resûlullah (S.A.V.)'le konuşmasında sesini yükselterek şöyle dedi: O
kişi (yani öldürmeyi istediği adam için) "Allah'dan başka ilah olmadığına
şehadet etmiyor mu?" "Evet ediyor Ya Resûlellah, fakat onun şehadeti
yoktur." Resûlullah (S.A.V.) tekrar, "Pekiyi o adam namaz kılmıyor mu?" dedi. Adam da "Evet Ya
Resûlellah, namaz kılıyor, fakat onun namazı yoktur" dedi.
Resûlullah (S.A.V.)'de işte ben, Allah'dan başka ilah ilah olmadığına
şehadet edib, namazı kılanları
öldürmekten nehyolundum" dedi. Bu Hadis'i İbnu Hıbban (12) ve
Beyhaki (8/196) rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın
kulu!
Görüyorsun ki, bu
bab'ın evvelinde zikretmiş olduğumuz Âyet ve Hadis'ler, — Kelime'i şehadet'i
ikrar etmeyeni, — Namazı terk edeni, — Zekât'ı eda etmeyenin, malının, canının
ve ırzının müslüman'lara helâl kılındığını haber vererek öldürülmeleri
gerektiğini emrediyor. Takib eden Hadis'lerde de, sadece "namazı terk
edenin dahi öldürüleceğini" isbat ediyor. Binaen aleyh bir kişinin
öldürülmesi için illa üçünü birden terk etmesine lüzum yoktur. Zira sahih
rivayetle sabittir ki, Ebu Bekr (R.A.) sadece zekât'ı terk edenlere karşı harb
ilan etmiştir. Mevzumuzla alâkalı olmadığı için burada zikretmeye lüzum
görmedik.
MÜSLÜMAN OLAN
KiŞiYE ÖĞRETİLECEK İLK ŞEYİN NAMAZ OLDUĞU BABI
Taberani Kebir'de
ve Bezzar Müsned'inde (338) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Heysemi
Mecmeûz-Zevaid' de Raviyeleri Ricâlü's-Sahih demiştir (1/293)
AHİRETE İLK HESABI
SORULACAK AMELİN NAMAZ OLDUĞU BABI
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Kulun, Kıyamet
gününde hesabını vereceği ilk ameli "NAMAZIDIR". Eğer namazı salah bulursa (Ya'ni hesabından
kurtulursa) sair amelleri de salah bulur. (Ya'ni sair amellerinin hesabıda
kolay olur). Eğer namazı ifsâd olmuş ise (Ya'ni namazın hesabından
kurtulamazsa) sair amelleri de ifsad olur. (Ya'ni sair amellerinin hesabından
kurtulamaz.) Bu Hadis'i İbnu Mes'ud'dan Taberani Kebir de (10435) İbnu Ebi Asım
Evail de (35) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni
İSLÂM'DAKİ
KARDEŞLİĞİN ANCAK NAMAZI KILMAKLA MÜMKÜN OLDUĞU BABI
Eğer tevbe ederler,
"namazı kılarlar ve zekâtı
verirlerse, din'de kardeşleriniz olurlar". Biz Âyetleri, anlayacak
bir kavme açıklarız. Tevbe Sûresi: 11
Subhanehu ve
Teâlâ bu Âyet'i Kerîme ile İslâm'daki kardeşliğin sadece namazı kılmakla mümkün
olduğunu beyan ediyor. Zira namazı terk edenin "iman'dan ve islâm"dan
çıkmasıyla bu kardeşliğin te'sisi muhal oluyor. Zira her "namaz"ı kılan "mu'min"dir, her
"mü'min'de "kardeş"tir. Ve Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da bunu
izah eden bir Âyet'i Kerîme'de şöyle buyuruyor. » "Mu'min'ler ancak
(din'de) kardeştirler." Hucurat Sûresi: 10
Madem ki
"mu'minler din kardeşleridirler". Kardeş olandan başkalarını da
kendilerine dost edinemezler. Zira Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da Mu'min'lerden başkalarının
dostluğunu kat'iyyetle yasaklıyor.
"Ey iman
edenler! Mu'min'leri bırakıb da kâfirleri dostlar edinmeyin." Nisa Sûresi:
144
"Namazı terk edenin de kâfir olduğunu",
elinizdeki bu risalemiz isbat etmiştir."Ey iman edenler! Ne sizden önce
kitâb verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer
kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mu'min'lerseniz Allah'dan korkun."
Ve bunu takib eden Âyet'i Kerîme'de yukarıda zikredilen kâfirlerin
istihzalarının ezan okunduğunda icabet edecekleri yerde namaza icabet
etmemeleri ve namaz kılan mu'min'lerle eylenmeleri olduğunu beyan ederek şöyle
buyuruyor. Maîde Suresi 57
(Ezan'la)
birbirinizi namaza çağırdığınız zaman "namaz'ı" bir eğlence ve
oyun yerine koyuyorlar. Bu davranışları, kendilerinin aklı ermez bir topluluk
olmalarındandır. Mâide Sûresi: 58
Ey Allah'ın
kulu! Bu âyet'i Kerîme'nin delaletiyle iyi anlamalısın ki, ezan'ı işittiği
halde "namaz'a" icabet etmeyen ve Allah'ın emirlerini hiçe alarak
istihza edenler bizim dostlarımız değillerdir. Bizim dostlarımız, Allah, O'nun
Resulü ve "namaz kılan mu'min'lerdır". Subhanehu ve Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"Sizin
dostunuz ancak Allah'la O'nun Resûlü'dür; bir de iman edenlerdir ki, onlar
namaz'ı kılarlar" ve namaz kılar oldukları halde zekât verirler. Mâide
Sûresi: 55
NAMAZ'I TERK EDENİN MÜSLÜMAN'A, MÜSLÜMAN'IN DA NAMAZ'I TERK EDENE MİRASÇI
OLA MACAĞI BABI
Bu Hadis'i Buhâri
(6764) Müslim (1614) Ebu Dâvud (2909) Tirmizi 42108)ibnu Mâce (2729) Dârimi
(3002) Mâlik (2/519) ve Ahmed (2/200) rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın
kulu! Bundan önceki bablarda da okuduğun gibi "namaz'ı terk edenin kâfir" olduğunu isbat ettik, ayrıyeten
burada zikretmeye lüzum olmasa gerek. Hadis'i Şeriflerin delaletiyle namazı
terk edenin kâfir olduğuna kail olan, "ehli hadis'in" imam'ı olan
Ahmed İbnu Hanbel'de "Namazı terk
edenin Müslüman'a, Müslüman'ın da namaz'ı terk edene mirasçı olamıyacağına kail
olmuştur. Kendisinden, de şöyle bir rivayet nakl olunmuştur. Abbas İbnu
Muhammed el-Yemâmi Tarsus'da haber vererek şöyle dedi: Ebu Abdullah'a (ya'ni
Ahmed İbnu Hanbel'e) Resûlullah'dan rivayet olunan, terk ederse kâfir
olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan
miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne
de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)
NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI
"Ey mu'minler!
Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı
olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye
elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara
mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min
bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah
ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan
buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221
Ey Allah'ın
kulu!
Risalemizin
başlarında "namazı terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik,
burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek
ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «
Ebu Hureyre
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört
şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini
için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse
(âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466)
rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor.
Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?
Umer
Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.
)'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan nedir
söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk
edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle
rivayet etmiştir. El-Kenz (21618) Binaen aleyh "namazı terk eden kadının
da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in
İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.
Muhammed
İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip
"namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de
cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed
Ahkamu'n-Nisa (206)
NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI
Peygamber'in
zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler
ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir
kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun
günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat
çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri
olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle
münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında
Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu
Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.
Hadis'i
Şerifin hülasası:
1- Namaz kıldığı
müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir.
İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife
değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç
birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye
itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.
2- Halifeler
"namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı
olmamak gerekir.
"namazı terk
ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz
kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras
alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)
NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ
SAHlH OLMADIĞI BABI
"Ey mu'minler!
Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı
olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye
elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara
mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min
bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah
ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan
buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221
Ey Allah'ın kulu!
Risalemizin
başlarında "namazı terk
edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum
olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i
Kerîme'nin muhatabıdır. «
Ebu Hureyre
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört
şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini
için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse
(âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466)
rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun
ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha önceki
bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?
Umer Ibnu'l-Hattâb
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi:
Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan 65 nedir söyler
misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi.
"Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul
Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)
Binaen aleyh
"namazı terk eden kadının da dini
yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in
İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.
Muhammed
İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip
"namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de
cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed
Ahkamu'n-Nisa (206)
NAMAZ KILDIĞI
MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI
Peygamber'in
zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler
ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir
kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun
günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat
çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri
olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle
münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında
Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu
Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.
Hadis'i
Şerifin hülasası:
1- Namaz kıldığı
müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir.
İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife
değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç
birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye
itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.
2- Halifeler
"namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı
olmamak gerekir.
Muaz Ibnu
Cebel (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Tebûk gazvesinde iken
......... Güneş batıya doğru kaydıktan sonra hareket etmeyi niyet ettiğinde
öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) beraberce cem ederek kılar sonra hareket
ederdi. ................. Güneş battıktan sonra yola çıkmayı niyet ettiği zaman
ise, yatsıyı acele ettirerek akşam namazı ile (akşamın vaktinde) cem ederek
kılar, sonra hareket ederdi. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1220) Tirmizi (2/438) ve
Ahmed (5/241) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Zikredilen Hadis'i
Şerif'de seferde iken ikindiyi öğlenin vaktinde öğle namazı ile, yatsıyı da
akşamın vaktinde akşam namazı ile kılınabileceğine ruhsat vardır. İyi biline ki,
namazın kazasına ruhsat veren gayretkeşler, sarih nas olduğu halde seferde cem
etmeye ruhsat vermemektedirler. Vaktinden sonra kılınmasına! cevaz veren
mazeretler ise şunlardır.
Enes Ibnu
Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, haber vererek şöyle dedi: Yolculuk
acele sürüp gittiği zaman Resûlullah (S.A.V.) öğleyi, ikindinin ilk vaktine
kadar bırakır, müteakiben her iki namazı cem' ederdi. Akşam namazını da
kızıllık kayb 72 olana kadar geciktirir, sonra yatsı namazı ile cem' ederdi. Bu
Hadis'i Müslim (704) rivayet etmiştir.
Enes İbnu
Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki
namazı unutarak veyahut uyuyarak kılmazsa, hatırladığında veyahut uyandığında
kılsın, bundan başka o namazın kefareti yoktur. Bu Hadis'i Buhâri (597) ve
Müslim (684) rivayet etmişlerdir.
İbnu Abbas
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Medine'de korku ve yağmur
olmaksızın öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldı. 73
(Ravilerden Veki'in hadisinde ise) Dedim ki: İbnu abbas'a: "Bunu niçin
yaptı?" dedim. "Ümmetine zorluk vermemek için" dedi. (Ebu
Muaviye'nin hadisinde ise) İbnu Abbas'a: "Bunu ne maksatla yaptı?"
diye soruldu. "Ümmetine güçlük vermemek istedi" dedi. Bu Hadis'i
Müslim (705) rivayet etmiştir.
Bu bab'daki
Hadis'i Şeriflerin hülasası:
1- Seferde iken,
öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının birbirlerinin vaktinde takdimen ve
te'hiren kılınabileceğine delâlet eder.
2- Hadar'da da bazı
şer'i mazeretlere binaen bu namazların birbirlerinin vaktinde takdimen ve
te'hiren kılınabileceğine delalet eder. Tenbih: Hadar'da cem etme iyi
bilinmelidir ki, Ümmet'e ağırlık olmaması için bir ruhsattır. Bu zorluğu
herkesin kendisi ta'yin eder. Değilse şialar gibi devamlı cem etmeye ruhsat
yoktur.
Bu bab'daki
Hadis'i Şeriflerin hülasası:
1- Seferde,
öğle ile ikindi namazını öğle vaktinde akşam ile yatsıyı da akşamın vaktinde
kılına bileceğine delalet eder.
2- Seferde, öğle
ile ikindiyi ikindinin vaktinde ve akşam ile yatsıyı, yatsının vaktinde
kılınabileceğine delalet eder.
3- Unutarak veyahut
uyuyarak kılanamayan namazın, takdimen veya te'hiren cem ederek
kılınabileceğine delalet eder. Yukarıdaki zikredilen şer'i mazeretlerin
haricinde namazları vakitlerinin dışında kılınmaya ruhsat veren başka bir şer'i
mazeret yoktur.
BAZI
ŞÜBHELERÎN İZALESİ BABI
Namazı terk edenin
hakkındaki varid olan bu hükümlerin ağır geldiği bazı şübheciler,
"BEYNAMAZLARIN" gayretli müdafileri olarak, bize bazı sorular tevcih
ederek bunca nassın karşısında anlayamadıkları bazı Âyet ve Hadis'lerle, sanki
Allah'ın dininde bir birine zıd hüküm isbat edercesine itirazda
bulunmaktadırlar. Zira bunca zikredilen Âyet ve Hadis'ler "namaz'ı terk
edenin, kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz" olduğunu isbat ettikten sonra
"hayır namazı terk eden müslümandır" demek ve birde bunu Kur'ân ve
Hadis'le isbattan maada ifsad etmeye çalışmak, "Allah'ın dininde tezat
olduğunu iddia etmektir". Ey Allah'ın kulu! Şunu iyi bilmelisin ki,
"vahy-i ilâhi olan kitab ve sünnet'te" birbirine zıd hükümler yoktur.
Böyle bir şeyi düşünmek dalalet, bilmeden söylemek ise cehaletin katmerlisidir.
Binaen aleyh Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki: ma'nasmı düşünmeyecekler mi? Eğer
o (Kur'ân) Allah'dan başkası tarafından olsa idi, muhakkak ki içinde birbirini
tutmayan bir çok sözler ve hükümler bulacaklardı. Nisa Sûresi: 82
Başka bir Âyet'i
Kerîme'de ise şöyle buyuruyor: Allah sana "Kur'ân'ı ve sünnet'i"
indirdi: Evvelce bilmediklerini sana öğretti." Nisa Sûresi: 113
Binaen aleyh
Resûlullah (S.A.V.) buyuruyor ki: Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle
dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Ben hak olandan başka bir
şey söylemem." Ashabından bazıları "Pekiyi yâ Resûlellah sen bazen
bizimle şaka da yapıyorsun (ya'ni bunlarda mı hak) "Evet ben haktan başka
bir şey söylemem" buyurdular. Bu Hadis'i Ahmed (2/340) ve Tirmizi (2058)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Madem ki Allah
Resulü (S.A.V.)'in her söylediği haktır, hak olan sözlerde de birbirine muhalif
kaviller bulunmaz, zira ihtilaflı birbirine uymayan sözler batılın hakkıdır.
Subhanehu ve
Teâlâ buyuruyor ki: "Hak olandan sonra da dalaletten başka ne
vardır?" Yunus Sûresi: 32
Ey Allah'ın kulu!
Bu külli kaideyi iyi anladı isen sana anlatılan her mes'eleyi rahatlıkla
anlayacağın muhakkaktır. Şimdi anlayamadığın her mes'eleyi sorabilirsin.
Soru: Deniliyor ki, sahih Hadis'te
sabittir, "la ilahe illallah diyen herkes cennete girecektir" binaen
aleyh namazı terk eden kâfir olamaz âsi günahkâr bir müslümandır, buna ne
dersiniz? Bize cevab verin Allah da size ecir versin.
Cevab: Evet Allah Resulü (S. A. V.)'den
öyle bir sahih Hadis ya'ni "Allah'tan başka ilah yoktur diyen herkes
cennet'e girecektir" diye bîr rivayet varid olmuştur. Yalnız istidlal
mevzuu hatalıdır. Zira şimdiye kadar bu risalemizde namazı terk edenin hakkında
nakl etmiş olduğumuz bütün rivayetlere muhalif bir istidlaldir. Zira
"namazı terk eden müşrik'tir, kâfir'dir, dini ve iman'ı yoktur"
diyenle "la ilahe illallah" diyen herkes cennete girecek diyen aynı
zattır, ya'ni Allah Resulü (S.A.V.)'dir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi
Allah'ın dininde birbirine muhalif hükümlerin bulunması hakkaniyyetine zıddır.
Böyle bir şey düşünülemez bile.
— Fakat
diyebilirsiniz ki evet dediğiniz gibi dinde birbirine muhalif hükümler yoktur
ama bize anlatanlar böyle anlattığı için biz böyle anlıyoruz. — Biz de deriz
ki, burada size anlatılmayan ve anlamakta istemediğiniz mühim bir mes'ele var.
Evet Allah
Resulü (S.A.V.) buyuruyor ki: Ubadet' Ibni es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle
dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Her kim Allah'dan başka
ilah ve Muhammed'in Resulü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennem'i haram
kılmıştır." Başka bir rivayette ise şöyle varid olmuştur: "Her kim
ki, Allah'tan başka ilah yoktur derse cennet'e girer" denilmiştir. Evet La
ilahe illallah diyen cennet'e girer fakat şunu iyi bilmek gerekir ki, bu sözün
muktezası vardır. Herkesin ma'lumudur ki, gereği yapılmayan her sözün insanlar
indinde değeri yoktur, insanlar arasında böyle olunca biz nasıl olurda bizim
yanımızda değer taşımayan şeylerin Allah indinde değerli olmasını taleb ederiz.
Allah'tan başka ilah yoktur diye ikrarda bulunan kişi, Bunu daha bariz bir
şekilde izah edebilmek için o şübheciye şöyle bir soru tevcih etsek ne der
acaba.
— Bir kişi
düşünün ki "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünü, ikrar ediyor, sadece
Kur'ân'ın Ayet'lerinden bir tek Âyet'i inkâr ediyor, acaba bu kişinin hükmü
nedir? Tabiîki şübheci efendi "kâfirdir" diyecektir. Pekiyi senin
kaiden üzere bu kişi "Allah'tan başka ilah yoktur" diyor, ne dersin
sen de "la ilahe illallah" diyen kişiyi tekfir ediyorsun. Böylelikle
az önceki kaideden irtidad etmiş olmadın mı? Bu sorunun karşısında ne
diyeceğini şaşıran şübheci kendisini toparlayarak, evet ama Kur'ân'ın bir tek
âyet'ini de olsa inkâr edenin kâfir olduğuna Kur'ân'dan ve Hadis'ten sarih nass
vardır diye itirazda bulunmaya başladı.
— Bizde dedik
ki: Be Allah'ın
kulu risalenin başından beri bizim zikrettiğimiz naslar nedir, bunlar sana
namazı terk edenin kâfir, müşrik, dinsiz ve imansız olduğunu isbat etmiyor mu?
— Evet ama "namazın farziyyetini inkâr etmiyor". — Pekiyi sen bize
namazın farziyyetini inkâr eden kâfir olur diye birtek nas bulabilir misin?
Eğer böyle bir şey yapabilirsen bizde kavlimizden avdet ederiz. Dikkatlice
okuduysan farkına varmışındır ki zikretmiş olduğumuz bütün deliller, namazı
terk edenin müşrik, kâfir, namazı olmayanın dinsiz ve imansız
olduğuna
delâlet "Kendilerine Kur'ân (ya'ni "namaz kılın" emri) okunduğu
zaman, secde etmezler. (Ya'ni "namaz kılmazlar". Daha doğrusu, o
"kâfir olanlar" bu (halleri ile ya'ni namaz kılmayışları ile, Allah'ın
azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler." Inşikak Sûresi: 20/21
"Onlara
"namaz kılın" denildiği zaman, "itaat edip namaz
kılmazlar". (Namaz kılmayarak Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün
vay haline." Murselât Sûresi: 48/49
"Bizim
Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyet'lerimizle kendilerine öğüt
verildiği zaman, secdelere kapanırlar ve rab'lerine hamd ile teşbih ederler de
kibirlenmezler". Secde Sûresi: 15
Sonra, bu
peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki,
"namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennem'deki
"gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve
salih amel" işleyenler müstesna." Meryem Sûresi: 59
Ey Allah'ın kulu
görüyorsun ki,
yukarıda zikredilen taifeler "namazı kılmayarak" bu hareketleriyle
Allah'ın Âyet'lerini yalanlamış oluyorlar, senin dediğin gibi namazın
farziyyetini inkâr ederek değil. Bu Âyet'lerin karşısında sükût eden, şübheci
başka bir itiraz getirmek istercesine biraz düşündükten sonra şöyle dedi. —
Pekiyi kabul edelim ki "namazı terk eden müşrik ve kâfirdir" bize
deniliyor ki, şirk ve küfür iki kısımdır,
1- islâm'dan
çıkaran şirk ve küfür.
2- İslâm'dan
çıkarmayan şirk ve küfür.
Acaba namazı terk
eden kişi bunların hangisinde vuku' bulmuştur ki, siz hemen namazı terk edene
müşrik ve kâfir diyorsunuz.
Cevap: Biz ümid ederiz ki, namazı
terk eden islâm'dan çıkarmayan şirk ve küfürde vuku' bulmuştur. Hem biz
milyonlarca müslümana müşrik veya kâfir diyemeyiz.
Ey Allah'ın kulu
iyi dinle, senin bu müşkilatın geçen mes'elen kadar mühim değil fakat
tahrif yönünden çok şerli bir mes'eledir. Evet söylemiş olduğun gibi şirk ve
küfür iki kısımdır.
Birincisi islâm'dan
çıkaran kısım, ikincisi ise islâm'dan çıkarmayan kısmıdır. Biz sana önce
şirki anlatalım, sonra da küfrü anlatırız.
Şirkin kısımları şunlardır:
1- Sahibini
ebedi cehennemde koyan şirk.
2- Küçük şirk
denilen gizli şirk ya'ni riya.
Biz sana önce küçük
şirk ya'ni sahibini ebedi cehenneme sokmayan "riya"dan bahsedelim,
sonra sen kendin büyük şirkin ne olduğunu anlarsın bi iznillah.
Ahmed Ibnu Hanbel
Müsnedin'de Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle bir Hadis rivayet etmektedir.
Mahmud Ibnu Lebid (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Sizin için en çok korktuğum şey
küçük şirktir". Sahabeler dediler ki: "küçük şirk nedir yâ
resûlellah?" Allah Resulü (S.A.V.)'de cevaben "küçük şirk riyadır" buyurdu. Bu
Hadis'i Ahmed Ibnu Hanbel (5/428) sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Ve başka bir
Hadis'i Şerif'de de Resûlullah (S.A.V.) Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, şöyle
dedi: Bir gün bizler kendi aramızda "mesihu'd-deccaF'dan konuşurken Allah
Resulü (S.A.V.) çıka geldi. (Bize hitaben) şöyle buyurdular: "Benim
yanımda sizin için "mesihu'd-deccaP'dan daha korkulu bir şeyi size haber
vereyim mi?" Bizde "Evet yâ Resûlellah haber verin" dedik. (O)
"gizli şirk"tir buyurdular.
Kişi namaz kılmaya kalkar da birisinin kendisine baktığını anlayınca namazını
güzelleştirir" dedi. Bu Hadis'i Ibnu Mace (4204) ve Beyhaki hasen
bir senedle rivayet etmişlerdir.
Yukarıdaki
zikredilen Hadis'i Şerifler "İslâm'dan çıkarmayan" şirkin ne olduğunu
itiraz bırakmayacak bir şekilde izah etmektedir. Ya'ni küçük şirkin
"diya" olduğunu anladıktan sonra namazı terk etmenin "büyük
şirk" olduğunu anlamışındır artık.
Küfrün
kısımlarına gelince onlar da şöyledir:
1- Küfrü
Billah.
2- Küfrü'n-Ni'me.
Cabir İbnu
Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir bayram günü Resûlullah (S.A.V.) ile
birlikte namazda hazır bulundum. ................. İnsanlara, Allah'a karşı
takva üzere bulunmalarını emir, Allah'u Teâlâ'ya itaata teşvik ederek va'z ve
tezkir'de bulundu. Sonra yürüdü. Kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara da
va'z ve tezkirde bulundu. Onlara. "Sadaka verin. Zira siz kadınların çoğu
cehennem kütüğüdür" buyurdu. Kadınların en hayırlılarından ve yanakları
kırmızımtırak olan biri ayağa kalkıp: "Yâ Resûlellah! Niçin?" diye
sordu. Resûlullah: "Çünkü siz halinizden çokça şikâyet eder, ni'met'e
karşı küfür (ya'ni nankörlük) edersiniz" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim
(885) rivayet etmiştir.
Böylelikle de
islâm'dan çıkarmayan küfrün ne olduğunu öğrenmiş oldun. Aslında, şirkin
izahından sonra böyle bir izaha lüzum yoktu, ama yine de faidesi olur inşa'
Allah. Şübhecilerin getirmiş oldukları başka bir itiraz da şudur.
Resûlullah (S.A.V.)
rivayet olunuyor ki: Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi:
"Günde beş vakit namazı Allah (müslümanlara) farz kıldı. Kim abdestlerini
güzel alarak, rukularına, huşularma riayet ederek, onları vaktinde kılarsa, o
kimse Allah'u Teâlâ'dan hatasını af edeceğine ahd ya'ni söz almış olur. Kim
böyle yapmazsa Allah'u Teâlâ onu ahd ya'ni söz vermiş olmaz, dilerse o kimseyi
bağışlar, dilerse azab eder. Bu Hadis'i Ebu Davud (421) Ahmed ve Nesei (462)
rivayet etmişlerdir.
Bu zikredilen
rivayette, namazı terk edeni Allah isterse af eder, isterse azab eder diye bir
lafız yoktur. Zira namazı vakitleri içerisinde rukuları ve huşuları ile
muhafaza etmemek başka, namazı terk etmek başkadır. Zira namazdaki itmi'nanın
zayi olmasıyla kişinin İslâm milletinden gayrı bir millette öleceğine dair
rivayetler bir hayli kabarıktır.
Hem de bizzat
Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'nun kendisinden namazı terk edenin İslâm
milletinden çıktığına dair rivayet vardır ki, geçen bablarda zikrettik, burada
zikrine lüzum olmasa gerek.
İbnu Hazm
(R.H.) meşhur "muhalla"nam eserinde şöyle diyor. Bu mevzuda ya'ni
namazın terki hususunda bize, Umer İbnu'l-Hattab, Muaz İbnu Cebel, Abdurrahman
İbnu Avf Ebu Hureyre ve daha sair sahabelerden (R.A.)'den namazın farz olduğunu
bilerek terk edenin "kâfir ve
mürted" olduğuna dair bir çok rivayetler ulaşmıştır. Sahabelerin bu
icma'ına muhalif hiç bir şey duyulmamıştır.
Mezheb
imamlarından, Hadis ehlinin imamı kabul edilen Ahmed İbnu Hanbel'de namazı terk
eden için şöyle diyor. "Namazı
terk eden kâfirdir, mürted"dir, tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe
etmezse böylece öldürülür, ne yıkanır ne namazı kılınır ve ne de müslüman
kabristanlığına gömülür.
İbnu Teymiye
(R.H.)'de "vasiyyet'ul-kübra"da şöyle naklediyor. Buluğ çağına ermiş
birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farziyyetinde ittifak edilen
erkanlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir eğer tevbe etmezse
öldürülür. Âlimlerden bazıları ise şöyle demişlerdir, namazı terk eden
kâfir'dir mürted'dir, ne namaz) kılınır ve ne de gömülür. Vasiyyetu'l-Kübra
(320) V elhamdülillah! rabbi-1-âlemin
HICRET
Hicret dedigimiz zaman manasi <intikal,yani bir kimsenin
bir beldeden bir beldeye intikali>Bu umum manasi gerek maddi,gerek
manevi,gerek çalisma,gerekse dini yüzünden olsun bir beldeden diger bir beldeye
intikaline denir.
Burada tabi iki beldeden kasit küfür diyarindan Islam
diyarina intikaldir.Mevzuya geçmeden önce bilmemiz gereken iki husus vardir.
Buda Islam da Darul Küfür ve Darul Islam mefhumunun
anlasilmasi, yani hangi diyar Islam diyaridir,hangi diyar küfür diyaridir?
Bu gün en çok tartisilan mevzulardan biride budur.
DARUL KÜFÜR dedigimiz zaman,kafirlerin hükmettigi küfür kanunlarinin
icra edildigi,kafirlerin nüfusunun o beldede hakim oldugu diyardir.
Buda iki çesittir,bir kismi Darul Harp:.Ikinci kismi Darul
Sulh. Bir harp halinde olup,sulh içinde yasanmasina Darul Sulh diyoyoruz.
DARUL SULH :Müslümanlar ile kafirler arasinda sulumet,baris olan
diyardir.Hükümler kafirlerin olup,aralarinda Müslümanlarin da bulundugu
beldedir.
DARUL ISLAM:Veya Islam diyari dedigimiz zaman,müslümanlarin hükmettigi
veya Islam hükümlerinin icra olundugu ve nüfusun müslümanlara ait oldugu
diyardir.Velevki nüfus yönünden kafirler teskil etse bile,O Islam
diyaridir.Önemli olan Islam kanunlarinin geçerli olmasi ve icra edilmesidir.
Kuranda Hicreti Emreden,Sünnet de Hicreti Emreden Deliller
Nisa Suresi / 97. Kendilerine yazik edenlerin canlarini aldiklari zaman
onlara: "Ne yaptiniz bakalim?" deyince, "Biz yeryüzünde zavalli
kimselerdik" diyecekler, melekler de:"Allah'in arzi genis degil
miydi? Hicret etseydiniz ya!"cevabini verecekler. Onlarin varacaklari yer
cehennemdir.Orasi ne kötü dönülecek yerdir!
/98. Çaresiz kalan, yol bulamayan zavalli erkek, kadin ve
çocuklar müstesnadirlar.
/99. Iste Allah'in bunlari affetmesi umulur. Allah
Affedendir, Bagislayandir.
Evet bu ayeti kerimeler bize hicretin faziletini
anlatmaktadir.Islam kafir diyarindan veya müsrik diyarindan,Islam diyarina
_Abdullah’in oglu Cerir Rasulullah (sav)den :Müsriklerin arasinda ikamet eden
her müslümandan ben beriyim diyor,dedilerki ya Rasulallah niye ?
_Çünkü ikisinin atesi birbirine benzemez.Yani birbirinin
hükümleri,kanunlari,nizamlari ayni degildir.
(Ebu Davud 2645/Tirmizide de sahih olarak gelmistir.)
*Kim bir müsrikle bir olursa onunla bir mesken kurarsa
oturursa,muhakkak ki onun gibidir( Ebu Davud ) Burada bir müsrikle cima üç
surette olur
Birincisi bir müsrik kadinla evlenmek sureti ile,ikincisi
bir müsriki kendine dost edinip onunla yasamak sureti ile,üçüncüsüde bir müsrik
kadinin veya bir müsrik erkegin müslüman olduktan sonra müsrik kadinla veya
erkekle esi ile kalmasi sureti ile olur.Iste bunlardan birtanesi vuku bulursa
onunla yerlesirse onun gibidir.
Bir müsrik müslüman olduktan sonra müsriklerden ayrilmadik
ca , Hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez (Nesei , Zekat 73 /
Ibni Mace hudut 2 / Ahmet 5/5)
Rasulullah (sav)den sunu isittim; Tevbe kesilinceye kadar
hicret kesilmez ve hicret devama eder , Kiyamete kadar bakidir , Günes battigi
yerden doguncaya kadarda tevbe kapisi kapanmaz.( (Ebu Davud 2475 / Darimi/
Ahmet 99/4)
Müsriklerele beraber yerlesmeyiniz mesken edinmeyiniz ve
onlarla beraber olmayiniz . Kim onlarla mesken kurarsa ve birlesirse o kimse
bizden degildir . (Hakim Müsteddede zikretmistir / Hafiz Zehebide sahih
demistir.)
Evet böyle bir giristen sonra Hicretin manasina gelelim ;
Lugatta : Terk etme , bir boslugun dolmasi manasindadir.
Istilahta : Küfür ve sirk diyarindan Islam diyarina
intikaldir.
Hicret iki çesittir ;
1_Maddi ve cismani Hicret vardir , buda intikaldir .Kisinin
maddeten ve cismen intikal etmesi , buda hicretin her yerini kapsar herhalde
(Ikinci manasi vardir ki aslinda ilk hicretten önce maddi ve
cismani hicretten bu ikinci hicret daha önemlidir.Buda hakiki ve manevi hicrettir
ki cesette buna tabi olur . Buda söyledir ki ;)
2_Baskasinin yani Allah tan gayri bütün efradin her seyin
muhabbetinden ve kullugundan Allah in muhabbet ve kulluguna hicret .Baskasinin
korkusundan veya ümidinden veya baskasina tevekkülden Allah a dönme Ona intikal
etme buki manevi hicrettir . Bu manada Rasulullah (sav)den bir rivayet vardir.
Muhacir (hicret eden kimse ) Allah in nehyetmis oldugu yasakladigi
masiyet saydigi seyleri terketme (Ebu Davud 2481/Buhari / Müslim )
__Bir müsrik Müslüman olduktan sonra müsriklerden
ayrilmadikça hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez.(Nesei
zekat_73/Ibn i Mace hudut 2 )
AKLIMIZA SÖYLE BIR SORU GELEBILIR _Hicretin gayesi maksadi
amaci nedir ? Niye yapilmaktadir?
Evet Islam izzet ve kuvvet dinidir . Bir müslümanin kafire
kafirlere zelil olmasini kabul etmez.Bir müslüman onlarin aralarinda kaldikça
ister istemez kendi kalbinde , hislerinde asagilik kompleksi dogar .Ve bu
sekilde onlara dayanma durumuna düser. Ve nitelendirilebilir
Bu yüzden Islam dini hicreti farz kilmis gücü yeten bir
müslümanin onlar arasinda müsaade etmemistir .Bu gibi sebepler yüzünden , ancak
zaruretler müstesna .
HICRETIN KISIMLARI Hicretin birkaç tane kismi
vardir ;
a)Darul harpten veya Darul küfürden Islam diyarina hicrettir
.Bunun farziyeti ilk hicretten beri “yani müslümanlarin sav zamanindan tutunda
Habesistan hicretinden , Mekkeden Medineye hicretten ta kiyamete kadar bu
hicret bakidir .(az önceki rivayet buna delildir Ebu Davut 2475) Evet tevbe
kapisi kapanincaya kadar Hicret kapanmaz .
b)Ikincisi ise ; Bidat beldesinden çikmak ; Karamilitanlarin
, zindiklarin bulundugu beldeden .
Imami Malik (ra) dediki; Selefi Salihine sövüldügü , eza
edildigi , küfredildigi bir beldede bir kimsenin ikame etmesi helal degildir .
Bunu Ibnul Arabi Ahkamul Kur an tefsirinde 1/484 de nakletmistir . Evet bundan
sebep onlarin bidatine aldanabilir onlar gibi yani bidat ehli olur
korkusuyladir.
c)Haramin galip oldugu beldeden çikmak ; çünkü helali talep
etmek her müslümana farzdir. Düsünün bir beldede galibiyet haramda , yiyecek
içecek te kazançta artik bir müslümanin orada haramdan kurtulmasi maddeten
mümkün olma durumu varsa ;bu defe ne yapar? Helali kazanmak kastiyla baska bir
memlekete hicret eder . Çünkü neden ? Helali aramasi, talep etmesi farzdir .
Ama yasadigi beldede kendi ihtiyaçlarini karsilayacak helal seyler varsa ;
ondan kazanabiliyorsa ; bu defa bundan muaf tutulur. Ama öyle bir duruma düser
ki Artik kendi ihtiyaçlarini haramlik yüzünden gideremez . Galibiyet haramdir.
Artik oradn intikal etmesi gerekir .
d)Bir müslümanin nefsine yapilan eziyet yüzünden o yerden
çikmasi gerekir . Müslümana eziyet ediliyor dövülüyor , hapse atiliyor ,
çesitli eziyetler yapiliyorsa müslümanin oradan çikmasi intikal etmesi gerekir.
Bunu dinler tarihinde ilk olarak Ibrahim as yapmistir . Çünkü kavminden
korkunca (Hani biliyorsunuz putlari kirdi , onlarin taptiklarinin batil
oldugunu her seyi anlatti onlardan beri oldugunu söyledi ) dediki ; Ben Rabime
hicret ediyorum (Ankebut 26) Ben Rabbime gidicem ve O bana yol göstericektir
(Saffat 11)
Biliyorsunuz ki bunu Musa as da yapmistir. Askerlerden bir
kiptiyi öldürünce Firavunun sarayindan biri gelip çik burdan bir topluluk seni
öldürmek için yola çikti dediginde ; Oradan ayrilip Suayp as min oldugu yere
Medyene hicret etmistir .
e)Müslümanin malina veya namusuna eziyet korkusu varsa
oradan çikabilir . Çünkü müslümanin mali ve namusunun hicreti , kaninin
haramligi gibidir . Müslümanin kani diger müslümana nasil haramsa mali ve
namusuda haramdir .
f)Zararli bir beldede , yani o beldede hastalik varsa ve o
beldeyi hastalik sardiysa o beldeden temiz olan bir beldeye çikabilir.
Peygamber efendimiz sav “ haramilere beldeleri zarar görünce oturmaz hale
gelince Merc denilen yere çikmalarina izin vermistir .Taki beldeleri
düzelinceye kadar.(Sihhi yönden düzelinceye kadar. )Ancak hadiste bir istisna
gelmistir. Taun hastaligi çikan yerden çikmak yasaklanmistir. Çünkü o hastalik
baska yere sirayet etmesin diye taun olan beldeden disarida çikmasini ,içeride
girmesini yasaklamistir. Tabiki bu istisna kilinmistir.
Muhterem kardeslerim simdi asil konumuza geçelim ; Darul
harpte veya Darul küfür de ikame eden kimseler yani müslümanlar üç kisimdir ;
1.Kisim Bunlar kafirlerle ikame ediyor ve onlara ragbet ediyor , dost
olarak onlari seçiyor , dinlerinden razi oluyor ve onlari meth ediyorsun .
Müslümanlara karsi o kafirlere yardimci oluyorsun , böyle yapan bir sahis kafir
olur. Islamin hükmü bu sahis hakkinda budur , yani o adam kafirdir.
2.Kisim Mal , evlat veya memleket sevgisi yüzünden onlarla ikamet
ederse ; düsünün ki oturdugu memleketi kafirler istila etmis , orada dogdun ,
orada büyüdün , malin orada, ailen orada , her seyin orada , o memlekette
dinini izhar edemiyorsa ,(izhardan kasit ; Eshedü enla ilahe illallah ve eshedü
enne muhammeden abdehü verasuluh demek degil , namaz kilmakta yeterli degil ,
yani dini açiktan ilan etmektir) dinini yasayamiyorsa , Ben müslümanim , siz
kafirsininiz , aramizda düsmanlik vardir ! demesi , bunu izhar etmesi lazim ,
bu izhari yapamiyorsa , Hicrete de gücü varsa , bunu yapmiyorsa , Hicreti terk
etmesi yüzünden Allah ve Rasulüne asi gelmistir . Bu sekilde büyük bir günah
islemistir. Ancak bu memlekette yani mal ve evlat sevgisi yüzünden o memlekette
kaldigi için tekfir edilmez , ama büyük günah islemis bir sahistir . Yani nefse
zulmedenlerdendir. BU mevzuuyla ilgili olarak Rasulullah sav zamaninda bir
vakia olmus .
***Abdullah bin Mesut naklediyor ; Müslümanlardan bir
topluluk kafirlerle beraber idiler . Müsriklerle beraber idler ve müsriklerin
toplulugunu çogaltiyordu , onlarla beraber olunca . müsriklerle kalan bir
müslümana ok isabet eder ve böylelikle onlardan bir tanesi ölür.
Veya müsrikler ne yapar yapar onu öldürür . Iste onlar
hakkinda Allah Nisa 97 yi indirir
Allah teala tevbe 24. ayeti ile zikrolunan sekiz tane sinif
yüzünden olan özrü geçersiz saydi. Bunlar nedir ? Baba , ogul , kardes , akraba
,biriktirilen mal , zayi olmasindan korkulan ticaret , razi olunan mesken
bunlar yüzünden kisi hicret edemiyorsa , gücü yettigi halde , Allah cc onun bu
özrünü kabul etmiyor .
Onun için hicrete gücü yettigi halde Cenabi Hak onu
fasiklardan saymistir . Büyük günah islemistir . Allah a ve Rasulüne asi
gelmistir ki ve bulunduklari belde Mekke beldesiydi ,Allah a en sevimli olan
belde , en muhabbet duyulan beldeydi .O gün o beldede kalmk özür sayilmiyordu
ise artik ondan gayri olan beldelere ne demeli .
3.Kisim Darul harpte ,Darul küfürde 3. grup müslümanlardan ;
Kafirler arasinda beis olmayan kimselerdir .Yani küfür beldesinde kalmasinda
beis olmayan kimselerdir .Bunlarda iki kisimdir ;
a ) Birinci sinif dinini aralarinda izhar eder , kendi
dinini kafirler arasinda izhar eder . Ve onlarin küfrründen , küfür elinden
kafirlerden teberrü eder . Evet onlarin batilda oldugunu kendilerinin Hak ta
oldugunu onlara tahsih eder. Evet sav müsriklere ilk zaman okudugu
ayetlerden bir tanesi _Ey kafirler toplulugu / kafirun _Siz
Benden berisiniz , Bende sizden beriyim . Böyle açikça dinini yasayabiliyorsa
tahsih edebiliyorsa o zaman onlarin o beldeden baska beldeye
hicret etmeleri gerekmez. O beldede kalmalarinda herhangi bir beis yoktur
.Sayet bir Islam beldesi kurulma durumu olursa o zaman gider yoksa kalmasinda
bir beis yoktur.
b)Ikinci sinif ise mustazaaf yüzünden yani zarureti yüzünden
de geçtigi gibi Nisaa75 Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz!
Bizi, halki zalim olan bu sehirden çikar, bize tarafindan bir sahip gönder,
bize katindan bir yardimci yolla!" diyen zavalli erkekler, kadinlar ve
çocuklar ugrunda savasmiyorsunuz! Yani kafirlerden tagullüs etmeye gücü
yetmiyor , çikmaya kurtulmaya , yol bulmaya durumu yoksa , aciz ise , ihtiyar ,
yasli , çocuk veya esir durumda olan kimseler istisna edilmistir. Ve bunlar bir
ayeti kerimede diyor ki Rablerine söyle dua ederler ; Ey Rabbim bizi ehli zalim
olan bu köyden bizi bur dan çikar ve senin yaninda bize bir dost gönder.
Bu kimseler mustazaaf , tabi bu devirde mustazaaf insan çok
az veya yok gibidir .
Baska bir mesele daha var . Buda kafir diyarinda veya darul
harpte , ister darul hunpta i ister darul sulhta olsun bunlar Darul küfrün
kisimlaridir .
Küfür diyarina ticari maksatla gitmeye gelince ; Alimler
demislerdir ki dinini izhar edebilip kafirlerle dost olmazsa kendinden emin ve
dinini izhar edebilecekse bu sekilde küfür diyarinda ticareti caiz
görmüslerdir. Hatta bazi sahabelerden böyle hicret edenler olmus Imami Ahmet in
müsnedinde rivayetler vardir . lakin aksine kafire dinini izhar edemeyip
onlarla dost olma korkusu varsa , yani onlar gibi olma korkusu varsa bu defa
kati suretle islam beldesinden çikmasi caiz degildir . Kafir beldeye yolculugun
yasaklanmasi veya Kur anin o beldeye götürülmesi yasak . Alimler böyle
hamlediyorlar . Sayet dini yasamama korkusu varsa bu defa kati surette gitmesi
caiz degildir ..Böylelikle bu Hadisi serif düsman olan bir memlekete Kur an ile
seyahati yasaklamistir. Ve bu rivayet sahsa initbah eder .
Çalisma is maksadiyla hicret veya göç böyle bir diyara gitme
ayni hükme baglidir .
Allah Rasulü (sav) biliyorsunuz O’nun hicretinden önce
Habesistane hicret oldu.Ve ondan sonra Müslümanlar sahabeler Mekke den Medine
ye hicret ettiler.Osman ibni Affanin kafilesi ile 83 kisi hicret ettiler.Ve
Mekke’de sadece Rasulullah (sav),Ebu Bekr,Ali (ra) ve
Esma binti Ebu Bekr ,birde rivayetlerde Ibni Hisamin
siretinde geldigi gibi Hz.Ebu Bekrin oglu Abdullah oda Mekke de bulunuyordu.
Tabi Mekke müsrikleri Rasulullah (sav)’in ona iman eden bir
toplumun artik buradan göç edip baska bir yerde onlara karsi toplanip,birlesip
harp açacaklarindan Rasulullah (sav)efendimizin böyle bir ise tesebbüs
edeceginden bir devlet kuracagindan korktuklarindan dolayi Rasulullah
(sav),çikartmaya ve onu öldürmeye kasdetmislerdi.
Buda Rasulullah (sav),hicretinden bir gece önce daha evvel
anlastiklari bir vakitte devamli istisare yaptiklari Darul Nedve denilen yerde
toplandilar, Rasulullah (sav)in durumunu konustular.Artik tahammül edilmez hale
geldigini ve ona iman eden kimselerin çok oldugunu ve bunlarin ileride onlara
bükük bir tehlike arz edecegini bu gibi meseleleri konustular.Bir aralik içeri
insan suretinde Iblis (la)
Içeri girdi.Evet bir seyh suretinde içeri girdi.Ibni Hisamin
siretinde bu sekilde naklediliyor. Ve kendisine soruldu _Sen neredensin ?
Dedi ki _Ben necitliyim ve ondan sonra bende sizlerle bu
konuyu görüsmek istiyorum,bende görüslerimi söylemek istiyorum .Onlarda tamam
dediler Sende gel ve içeride aralarinda çesitli kararlar aldilar her aldiklari
karara bu iblis hayir diyordu Ancak en sonunda Ebul Idalcem dedikleri Ebu Cehil
almis olduklari kabul etti.O karada su idi _Her kabileden bir genç alin ve bu
her gencin eline keskin bir kiliç verin ve böylelikle yarin geceleyin Muhammed
yatagina girecegi zaman birden bire üzetrine varsinlar ve onu
öldürsünler,böylelikle
Kan bütün kabilelere dagilmis olacaktir.Abdil menaf ogullari
kabilelere karsi gelemeyecektir,hangisinden kan talep edecektir.Böylelikle
Sayet diyet isterlerse diyeti veririz,Böylelikle Muhammed
ten kurtulmus oluruz.Ebu cehilin vermis oldugu karar veya görüs buydu ve bu
görüs ikrar edildi ve kabul edildi.Her kabileden Rasulullah (sav),dinine ve
ashabina düsman olan bir gencin eline keskin bir kiliç verildi ve o gece Cenabi
Hak Cibril (as)gönderdi Dediki Ya Rasulallah sen bu gece burada yatma tabi
Rasulullah (sav),orada yatmadi ve yerine hz Aliyi yatirdi ve kendisine yaterken
giydigi burdesini ona verdi sen burada yat dedi Rasulullah (sav) de orada
bulunuyordu fakat yatili degildi tam o sirada geldiler yanlarinda Ebu Cehilde
vardi lakin gençlerde vardi Rasulullah (sav) öldürmeye gelen gençler
Bu kim diyordu Rasulullah (sav) onlar tam girme sirasinda
Yasin suresinin 1,11 ayetine kadar okudu ve üzerlerine toprak saçdi ve attigi o
toprak her müsrikin basinda yer etti O an tabi Rasulullah (sav) göremediler
Cenabi Hak onlara göstermedi.Yasin 8. okurken aralardan geçip gitti ve tabi
içeriye girmeden önce baktilar ki hepsinin üzerinde toprak var.Nereye kaybuldu
diye sasirdilar göremediler.Ileride ki sahislar dediler ki Muhammedi mi
ariyorsunuz o çoktan buradan gitti dediler birde içeriye girip baktilar ki Hz
Ali yatakta yatiyor Rasulullah (sav) kendisi bu defa daha sonra Ebu Bekr
(ra)evine geldi tabi Ebu Bekr(ra) Rasulullah (sav)den hicretten sonra
Müslümanlarin Mekke den Medine ye hicretinden sonra kendisi paygamber (sav)den
hicret izni istiyordu Fakat Rasulullah (sav)
Onun her isteyisinde diyordu ki _Umulur ki Allah sana bir
Dost gönderir onunla beraber hicret edersin ve bu söz onun kalbine yer etmisti
Oda onunla beraber olmak istiyordu bu hicrette.Ve kendisi bu sebeple iki deve
satin almisti bu sebeple onlari sakliyordu
Bir tanesi kendine bir tanesi Rasulullah (sav) me Hz Aise ra
anlatiyor diyor ki ;sav diger o gün hiç gelmedigi bir saatte geldi ve dedi ki ;
Ebu Bekir Allah bana hicret etme müsaadesi verdi _ve defa
Ebu Bekir ra dedi ki ; Dostluklarinimi ariyorsun Ya Rasulallah beraber hicret
etmemizi istiyorsun .Evet Hz Aise diyordu ki _O gün bir insanin ferahladiginda
aglayacagini hiç düsünemiyordum. Ferahliktan diger bir aglama geldi.
Ferahliktan Ebu Bekir’ e aglama geldi. Bu defe Abdullah arkad denilen bir
dellal tuttular ve bunu kiraladilar. Oradan Ebu Bekir ( r.a )’ nin evinin
arkasindan ayrildilar, gittiler. Daha önce ogluna dediki: Ey Abdullah biz sevr
magarasina gidiyoruz.
Birkaç gün orada kalacagiz .Sen bak insanlar ne diyorlar ,
bize haber getir. Ve bu dellalla beraber sevr magrasina gittiler. Orada sav üç
gün kaldilar ve Esma anlatiyor ; Ben onlara yiyecek getirip götürüyordum
.Abdullah ise gizlice haber topluyordu ve haber getiyordu .
_Kim Muhammedi bulursa ölü veya diri getirirse ona 100 tane
deve ödül olarak verilecektir. Tabi sav orada üç gün kalmisti .Ve ondan sonra
rehberlerle beraber oradan Medine ye hicret etmislerdi . Yolda giderken bu
ödüle sahip olmak için Sürekabin Malik isimli birisi Mekke ehlinden ati ile
beraber yola çikiyor ve onlara ulasiyor, onlari ileride görüyor. Lakin onlara
her ulasmak istediginde atinin ayaklari yere batiyordu ve kendisi iniyor
ayaklari çikariyordu .tekrar biniyor yeniden gidiyordu ve yeniden ayaklari
batiyordu topraga ve bu bir çok kereler tekrarlandi . Ondan sonra onlarin arkasinda
bir duman gördü ve onlarla Rasulullah sav’e kendisi arasinda onlarin ulasmasini
engelleyen bir kuvvet vardi . Ve arkaddan onlarin pesini birakmiycam dedi ,
yani kasti artik tamamen degisti .Ve yanlarina varinca Rasulullah (sav)’den bir
yazi isted.Hz Ebu Bekr Ona bir yazi verdi ve kendisi Mekke’ye döndü.Mekke’nin
fethinde Islamini izhar etti.
Evet Mekke müsriklerinin magraya gelip hani orada magranin
agzinda ag yapan örümcekten,yuva yapan yaban güvercininden bahseden rivayetler
varya bunlarin hepsi uydurmadir.
Ve Rasulullah (sav) Sevr magrasindan Medineye hicret
ettiginde Hz Ebu Bekr (ra)ile hicret hicret etmislerdir.Ilk olarak Kuba’ya
geldiler
Rasulullah (sav) uzaktan gelisini bir yahudi gördü.Ve
sahibiniz geliyor diyerek haber verdi Ve böylelikle müslümanlar,sahabiler göz
yasilariyla
Karsilamis oldular. Rasulullah (sav)’in hicreti böyle böyle
olmustur.Hicreti miladi 622 yilinda gerçeklesmistir.Bu hicret baslangicida
müslümanlarin ilk takvimi sayildi ki buna HICRI TAKVIM diyoruz.Rabiulevvel
ayinin 11/12. günleri hicret vuku buldu.Tabi bu takvimle diger tavim arasinda 6
asirlik bir fark gözetiyor.Bu gün kafirlerin tiger takvimi kullandirmalari sirf
bu hicreti unutturma maksadiyladir,müslümanlarin zihninden tamamen bunu silme
maksadiyladir.Çünkü hicretin islam tarihinde büyük bir degeri vardir.Hicretin
maksadi Islam Devletine gitmesinden dolayidir.Bu gün bir müslümana sorsan hangi
hicri aydayiz çogu bilmez,hangi gündeyiz bilmez.Niye ?Çünkü artik bizim
takvimimiz olmaktan çikmistir.Fakat bu gün Kasim ayinda oldugumuzu senenin 2001
oldugunu çok iyi biliyoruz.Lakin Hicri kaçinci senedeyiz kim biliyor?
Takviminde diger aylar gibi 12 tane ay ismi vardir bunlar
*Muharrem *Safer* Rabiul Evvel*Rabiul Ahir*,Cemazil
Evvel*Cemazil Ahir* Recep*Saban*Ramazan*Sevval*Zilkade*Zilhicce*
Ve bu aylar hilale göre hesap görmektedir.Toplam günleri 355
gündür.Ayin bitimi 29/30 arsi olur.Hicretle alakali oldugundan takvimden kisaca
bahsetmek istedik .BASARI ALLLAH’TANDIR...
“.......
NAMAZDA ELLERİ KALDIRMA......”
...
Malik bin El-Huveyris(r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resulullah(s.a.v) iftidah tekbirini aldığı zaman kulaklarının yakınına kadar
ellerini kaldırırdı. Ruku’ya gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve ruku’dan
başını kaldırdığı zaman da aynı şeyi yapardı...“Buhari : 2.c / 753.s”“İbn Mace
: 3.c / 859.n”
...
Muhammed bin Amr bin Ata(r.a)’dan şöyle demiştir: Ben Ebu Humeyd
es-Saidi(r.a)’dan işittim. Kendisi Resulullah(s.a.v)’in ashabından on zatın
arasındaydı. On sahabeden birisi Ebu Katade bir Rib’i idi. Ebu Humeyd, orada
bulunan on sahabeye: Ben Resulullah(s.a.v)’in namazını hepinizden daha iyi
bilirim. Resulullah(s.a.v) Namaza durduğu zaman dimdik doğrulurdu, ve ellerini
omuzları hizasına kadar kaldırdıktan sonra “Allahu Ekber” derdi. Ruku’ya varmak
istediği zamanda ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdı, sonra tam
doğrulurdu. İki rekatten (üçüncüye) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah
tekbirinde yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. “Tirmizi
: 1.c / 303n”“İbn Mace : 3. c / 862n”
Ali
bin Ebu Talib(r.a)’dan, şöyle demiştir: Peygamber(s.a.v) farz namaza kalktığı
zaman tekbir getirirdi ve ellerini omuzları hizasında oluncaya kadar
kaldırırdı. Ruku’ya gitmek istediği zaman bunun aynısını yapardı. Ruku’dan
başını kaldırdığı zaman da bunun aynısını yapardı ve ikinci rekattan üçüncüye
kalktığı zaman bunun aynısını yapardı. “İbn Mace : 3.c / 864.n”
...
Vail bin Hicr(r.a)’den şöyle demiştir: Ben kendi kendime dedim ki:
Resulullah(s.a.v)’e muhakkak ve iyiice bakayım, nasıl namaz kılıyor. Bunun
üzerine baktım. S.A.V kalktı kıbleye doğru durdu. Sonra ellerini kulaklarının
hizasına kadar kaldırdı. Sonra ruku’ya gittiği zaman ellerini bu şekildi
kaldırdı. Başını ruku’dan kaldırınca ellerini yine kaldırdı. “İbn Mace : 3.c /
867.n”
...
Salim babası Abdullah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v)’i namaza başladığı
zaman, ruku’ya gitmeden evvel ve birde ruku’dan doğrulduğu zaman ellerini
omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde arasında
kaldırmazdı. “Buhari : 2.c / 752.s” “Ebu Davud : 1.c / 721.n”“Müslim : 2.c /
390s”“Tirmizi : 1.c / 255.”“Nesei : “ “İbn Mace : 3.c / 858.“Muvatta : 1.c
94.s”
...
Enes bin Malik(r.a)’dan şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) namaza girdiği zaman
ve ruku’ya gittiği zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Mace : 3.c / 866.n”
...
Ebu-z Zubeyr(r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Cabir bin Abdillah(r.a) namaza
başlarken ellerini kaldırdı, ve ruku’ya gittiği zaman ile ruku’dan başını
kaldırdığı zaman bunun aynısını yapardı.. ve, Ben Resulullah(s.a.v)’i gördüm böyle
yaptı derdi.“İbnu Mace : 3.c / 868.n”
...
Mali bin Huveyris(r.a)’dan, Resulullah(s.a.v)’i namazında ruku ettiği zaman.
Ruku’dan başını kaldırdığı zaman, secde ettiği zaman ve secdeden başını
kaldırdığı zaman ellerini kulakları hizasına kadar kaldırırken gördüğünü haber
verdi.“A. İ. Hanbel : 3.c / 436.”“Nesei : 1.c / 1143.n”
...
Abdul Cebbar bin Vail b. Hucur(r.a)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben küçük bir çocuktum, babamın namazını hatırlayamıyorum Vail bin Alkame,
babam Vail bin Hucr’dan bana nakletti. Dedi ki:
Resulullah(s.a.v) ile namaz kıldım. Tekbir
aldığı zaman ellerini kaldırırdı. Sonra örtündü. Sonra sol bileğini sağ eliyle
tuttu. Her iki elini de elbisesinin altına soktu. Ruku yapmak istediği zaman
ellerini elbisesinden çıkardı.ve onları kaldırdı. Ruku’dan başını kaldırmak
istediği zaman ellerini yine kaldırdı. Sonra yüzünü iki avucu arasına koyarak
secde etti. Secdeden başını kaldırdığı zaman yine ellerini kaldırdı. Namazdan
çıkana kadar hep böyle yaptı. Muhammed bin Cihade diyor ki : Bunu Hasen bin Ebu
el-Hasene anlattım. O da şöyle dedi. O , Resulullah(s.a.v)’min namazıdır. Onu
yapanlar sünneti yaptı, yapmayanlar sünneti yapmadı. Dedi.“Ebu Davud : 1.c /
723.n”“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 91.”
... Katade’den şöyle dedi: Enes ibnu Malik’e
Resulullah(s.a.v)’in namazı nasıldı bize göster dedim. Kalktı ve namaz kıldı.
Ellerini her tekbirde kaldırıyordu.“Taberani. Evsat’ta”“Zevaid’de Sahih”
...
Cabir ibn Abdillah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) namazında ki her
tekbirde ellerini kaldırırdı. “A. İ. Hanbel :”“Zevaid’de Hasen : 2.c / 101”
...
Abdullah ibnu Ömer(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) ruku’ya ve secdeye
gittiğinde ellerini kaldırırdı.“Buhari
Cüz’ünde”“Hasen Olarak : 25”
... Enes ibnu
Malik(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) ruku’da ve secde de ellerini kaldırırdı.“İbn
Hazm Muhalla : 4.c / 92.” Sahihdir “İbn Ebu Şeybe : 1.c / 230.”“Şeyh Albani
İrvaul Ğalilde Senedi Sahih diyor : 2.c / 68.”
... Ala ibnu
Abdurrahman, Salim ibnu Abdullah babası Abdullah ibnu Ömer’in, başını secdeden
kaldırdığı zaman ve ayağa kalkmak istediği zaman ellerini kaldırdığını haber
verdiğini işitti. “Buhari Cüz’ünde :
12Sahih Bir Sened’le”
... Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a)
başını birinci secdeden kaldırdığında ellerini kaldırrdı.“İbnu Ebi Şeybe : 1.c
/ 271Sahih Bir Sened’le”
...
Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) namaza girdiği zaman, Ruku’ya
gittiği zaman, Semiallahu Limen Hamideh deyip ruku’dan doğrulduğu zaman,
secdeye gittiği zaman ve birinci teşehhühden kalktığı zaman ellerini kaldırırdı.“İbn
Hazm Muhalla’da : 4.c / 93. Sahih Bir Sened’le”
... Süleyman bin Yesar(r.a)’dan:
Resulullah(s.a.v) tekbir alırken ellerini kaldırdığını rivayet etti.“Ebu Davud
: 1.c / 738.n”“Muvatta : 1.c / 95.s”
“ELLER YALNIZ BİRİNCİ TEKBİRDE KALDIRILIR HADİSİNİN
MÜDREÇ OLUŞU”
... Abdullah ibnu Mesud(r.a)’dan rivayet
edilmiştir. Dedi ki: Size Peygamber(s.a.v)’in namazını kıldırayım mı?
Müteakiben namaz kıldı ve yalnız
başlangıçta ellerini kaldırdı.“Ebu Davud : 1.c / 748.n”“Tirmizi : 1.c /
257.n”“Ebu Davud Bu Hadis Zayıftır”“A.
İ. Hanbel : Bu Hadis Zayıftır”“Yahya
İbn Adem : Bu Hadis Zayıftır”“İbn
Mübarek : Bu hadis Zayıftır”“Ebu Hatim : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Hibban : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Abdil Ber : Bu Hadis Zayıftır”“El Bezzar :Bu Hadis Zayıftır”
Bera bin
Azib(r.a)’dan. Resulullah(s.a.v) namaza başladığında ellerini kaldırdığını
gördüm. Sonra namazdan çıkana kadar ellerini
bir daha kaldırmadı.“Ebu Davud : 1.c / 752.n”“D. Kutni : ““Tahavi : “
“EBU DAVUD”: Bu
hadis sahih değildir. Çünkü bazı raviler “sonra bir daha kaldırmazdı” cümlesini
zikretmemişlerdir. Diyor.
“EL MENHEL YAZARI” : Şöyle diyor : Bera’nın
hadisi el kaldırmamaya delalet etmez. Çünkü Buhari, A. İbnu Hanbel, İmam Şafi,
İbnu Uyeyne, İbnu Zubeyr, Darimi ve başka imamlar bu hadisi zayıf görmüşlerdir.
Ayrıca hadis lafızları (sonra bir daha
kaldırmazdı) cümlesinin hadisden olmayıp ravi Yezid bin Ziyad’ın sözü olduğunda
ve haberin “MÜDREÇ” olduğunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Şube. Sevri, Halid
el-Tahhan, Zübeyr ve başka hafızların rivayetinde bu cümle yoktur.“Ebu Davud :
1.c / 750.n”
“EL-HÜMEYDİ” : Bu ilaveyi (yani bir daha
kaldırmazdı sözünü) Yezid yapmıştır. Yezid ilave yapar demiştir.
“EL-BEZZAR” : Bu ziyade (yani bir daha
kaldırmazdı sözü) sahih değildir. Dari Kutni, bu ilave olmaksızın hadizi Yezid
bin Ebi Ziyad yoluyla El-Bera’dan rivayet etmiştir.doğrusu da budur demiştir.
Dari Kutni’nin Ali bin Asım yoluyla Muhammed bin Ebi leyla’dan onunda Yezid bin
Ebi Ziyad’dan olan rivayetinde bu ilave mevcuttur.
Ali demiştir ki: Ben
Kufe’ye vardığım zaman Yezid’in hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, ona
gittim. Kendisi bana bu hadisi rivayet etti. Rivayetinde bu ilave yoktur. Bunun
üzerine ben ona İbn Ebi Leyla’nın bana haber verdiğine göre sen: Sonra bir daha
kaldırmazdı demişsin, dedim. Yezid bana: ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben
tekrar onu ziyaret ettim. Yine: ben bunu hatırlayamıyorum dedi.
İbnu
Ömer (r.a)’dan, Resulullah(s.a.v) namaza başlarken ellerini kaldırırdı, sonra
bir daha kaldırmazdı.“Beyhaki El-Hilafiyat’ta”“EL-HAKİM” : Bu hadis batıl ve
Mevzudur.
“İBNİ KAYYIM
EL-CEVZİ” : Şöyle diyor: Hadisin sonundaki “Bir daha kaldırmazdı” sözü sahih
değildir.“Zad’ül Mead : 1.c / 151.s”
“ABDULLAH İBNU
MUBAREK” : Ez-Zuhri’nin Salim’den babasından rivayet ettiği hadisi zikrederek
şöyle dedi:Ellerini kaldıran kişinin hadisi sabittir. Ve İbnu Mes’ud’un
Resulullah(s.a.v) yalnız birinci defasında (yani namazın başında) ellerin
kaldırırdı hadisi sabit değildir.“Tirmizi : 1.c / 256.n”
“SECDEYE GİDERKEN ELLER ÖNCE YERE KONULUR”
... Ebu Hureyre(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) buyurdu ki:
sizden biriniz secde ettiği vakit devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini
sonra dizlerini koysun.“Nesei : 2.c / 1091.”“Buhari Tarih : 1.c / 139”“Tahavi :
1.c / 245.” “Ebu Davud : 2.c / 840.”“A.
İ. Hanbel : 2.c / 381.” “D. Kutni :
1.c / 345.”“Ebu İshak el-Harbi : “ “Beyhaki
: 2.c / 99.”“Darimi : 3.c / 1327.”
... İbnu Ömer (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah
(s.a.v) secde ettiği vakit ellerini dizlerinden önce yere koyardı.“Buhari : 2.c
/ 796.s”“D. Kutni : 1.c / 344.”“Tahavi : 1.c / 254. 56”“İ. Huzeyme :
627.”“Hakim”
... Mervezi el-Mesail’inde imam Evzai’den
naklettiği sağlam bir haberde şöyle demiştir: Ellerini dizlerinden önce yere
koyan insanlar gördüm.“Mervezi El-Mesail : 1 / 147 / 1.”
“KONUYLA İLGİLİ ZAYIF
HADİSLER”
Vail ibnu Hucr (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secdeye
gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (secdeden kıyama) kalktığı
zamanda ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.“Ebu Davud : 2.c / 839.n”“İbnu
Mace : 3.c / 882.n”“Tirmizi : 1.c / 267.n”
“EBU İSA” (TİRMİZİ) : Bu hadis “hasen gariptir” dedi. Ve “Şerik”
ten başka bu hadisi rivayet eden tanımıyoruz. Hammam bu hadisi Asım’dan mürsel
olarak rivayet etmiş, senedinde Vail b. Hucr’u zikretmemiştir.“Tirmizi : 1.c /
267.n”
“DARİ KUTNİ” : de Sünenin’de : Şerik rivayetinde teferrüt ettiği
zaman (yani tek kaldığı zaman) onun rivayeti zayıf demiştir.“D. Kutni :
Sünen’de”
“ABDUL HAK” : ise El-İhkam eserinde ellerin dizlerden önce yere
konulacağı hadisinin sahih olduğunu söylemişve bunun Vail ibn Hucr hadisinden
daha sağlıklı olduğunu da Kitabu’t Teheccüd’de kaydetmiştir.“Abdul Hak El-İhkam
: 54 / 1.”“Kitabu’t Teheccüd : 56 / 1.”“ŞEYH EL-BANİ” : Hatta bu hadis isnad
yönünden de sağlam değildir.“El-Bani : Ed-Daife : 929”“El-İrva : 357”
“TESETTÜR” 26 / 11 / 1999
Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik
olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden
küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak
bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için
yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi :
“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu,
inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi
(38)/ 27)
Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis
onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra
onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri
azaba uğratacaktır.
Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne
için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi
hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz.
Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek
hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği
için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti
eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. -Bu
bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Buda aynen:
“Ben cinleri ve insanları, ancak
bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)
Onlara muhtaç olduğumdan
değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor.
İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “
kısmını şöyle açıklıyor: İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar
etsinler diye yarattım.
Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi
için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında
hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun
bu gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir
değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi
bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını,
eblelliğini gösterir.
Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin
yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun
için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun
bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah
Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:
“Sizi biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?” (Vakıa(56)/ 57)
İnsanoğlu ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu
ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve-Benim bir yaratıcım
yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.
Çünkü insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh
yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister
etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her
şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı
yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu
gösterir.
Aynen evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve
kalbide devrede olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve
yahut bu bir zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale
getirildi, birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey
kendi kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu
parçaları birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse,
insanın kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia
etmesi bundan daha aptallığını ifade eder.
Bunu itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır. Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi
insanoğludur. Şu da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve
maksatsız değilse insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için
yaratılmıştır. Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini
sairlerinden de aşağıya “esfeli - safilin” dediğimiz bir seviyeye
düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:
“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve
salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.” (Tin Suresi(95)/ 4 - 6)
Güzel bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek
yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli - safilin-
dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş)
yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.
Demek ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme)
hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın
hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin
çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyene çıkar meleklerin
dahi gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse
-esfeli - safilin- aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan
daha aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların
kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat
onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler.
Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.” (Araf Suresi (7)/ 179)
Evet kardeşlerim, Allah
(c.c), onlara bu organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde
yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor.
Zira hayvan, çobanın sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira
hayvanlar - kafirin hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine
vermiş olmasıyla ne için yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet
ve tevhid için yaratılmış olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu
sebeble kim Allah’a itaat ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli
olur. Küfredenlerden de hayvanlar daha iyidir. Bu sebeble Allah (c.c) “Onlar
hayvanlar gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.
Ve yine bir ayeti kerimede:
“Yoksa sen onlardan çoğunun söz
dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta
yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”
(Furkan Suresi (25)/ 44)
Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar
niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a
ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet
koşulmuşken Allah’a ortak koşmaktadırlar.
Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve
alçalmaya muhatap olanların yarısı da
kadınlardır diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın
birbirlerine ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine
meyletmeleri fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.
Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani
yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.
Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki
unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak
hasletlerle yani duygu ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin
akabinde birbirlerine meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği
olmuştur. Bir ayeti kerimede;
“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz
eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun
delillerindendir.” (Rum Suresi (30)/
21)
Allah (c.c) Hz. Havva’yı
Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c)
Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları
da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler
arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.
Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir
bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık
diyor. -Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye,
diyor. Ve sonra aranızda “meveddeden ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık,
diyor.
“Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır.
Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin
birbirine çekicilik arzeden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi
hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey
“mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.
Yani nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi
iseler,ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte
olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki
bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki ediliyor.
Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde
görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın
büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük
ayetler yani delillerdir, diyor.
Yukarıda zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;
“İnsanoğlu kabul
etsede etmesede, tasdik etsede etmesede, inansada inanmasada onu biz yarattık,
diyor. (Vakıa (56)/ 57)
Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi
tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde
yarattığını belirtiyor. Hemde sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin
ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hemde bu iki
unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç
hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.
Bunu birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını,
devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’nin sair emir ve
nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir
şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.
Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında
fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması
çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün
seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte
bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu
yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.
Ama çocuğun ana - babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi
Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi
davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa,
onlara -öf bile - deme, onları azarlama ikisine de güzel söz söyle.” (İsra
Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi (29)/ 8), (Taberani 5.c.272. / Müslim / 2551-
85.)
Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi
davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil
bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin ,diyor.
Yani ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat
çocuğun ana babasına yaptığı bir itaat
ve isyan meselesidir.
Aynen insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de
birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye
geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok.
Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve
rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.
İşte böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık
birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.
Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet
oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle
dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın
Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Kul evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer
yarısında da Allah’tan korksun.” (Tergib veTerhib 4.c / 203sy, - Beyhaki ,-
Taberani / Evsat’ta ,- Hakim)
Yukarıdaki sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu
iki yarım şahsiyet yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani
evlendiklerinde bir bütün oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi
hayatlarını kazanmakta da bir yarımlılık sayılıyorlar.
Hadiste de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani
evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi
ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin
yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.
Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin
kendine de böyle Allah’ın çizdiği bir
şeri daire yok mudur ? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele
alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna
biraz sonra değineceğiz. İnşallah.
Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen
şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir
payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede
hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep
aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu
kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını
çıkarmıyor.
Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük
çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra
düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen
şer'i dairenin içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas
olma istihdadı vardır.
Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın
hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak
istihdadadır kadın.
Çünkü, içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı,
insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın
bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye
çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.
Kadının salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına,
kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun
için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki
ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin
değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak,
neden erkeğin salahına bağlanmıyor da
kadının salahına bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi
şeriflerinde:
“Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor. (Tirmizi / 2743 / 1171- Hakim, Müstednek 1/
53,- İbn Mace / 1609)
Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.
Yani neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı
kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle
düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki
der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”
Onun için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı
kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk
ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda
toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek
değil. Çünkü o ifsat edildi mi otamatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını
ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla
ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta
yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne
bırakmadım” diyor. (Tirmizi
/ 2929, - İbn Mace / 3998, - Buhari)
Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan,
kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi
Allah göstermesin kadını aşağılayıcı
itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin
kaynağında kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu
toplumun hemen anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk
halledildi bir yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet
var, o da kadın.
Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını
defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan manasında. “Benden sonra size en büyük fitne
kadınlardır. Yani onların ifsat olması.”
Bu mefhumu, muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin
hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz
arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük
bir fitne ama sizin içinde çok büyük bir hayır manası taşır.”
Bu söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır.
Neden? Erkekler büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne
olmadığı için. Neden büyük fitne olmaz? -Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk
getirilir.
Mesela; benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa birde
kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de
aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım
santimlik yarığın ne önemi var.
Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el
üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım
santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu
düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) - “Benden
sonra size kadından daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici,
aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.
Toplumun salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur.
Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi
şerifte şöyle buyuruyor:
“... İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman
bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası
kalptir” diyor.Buhari / 4.c 1900 , Müslim / 1599 - 2564 , Dârimi / 2535 , İbn
Mace / 3984 , Nesai / 443
Yani nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin
ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun
ifsadına bağlantılı tutulmuş.
Kadının gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin
gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu
mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi
şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının
yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka
yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu
şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman
ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile
şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak
denemez, bunu yapamazsın.
Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın -
deyin. İkinizde eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama
kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin
fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama
kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış
icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye
vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi)
şer'i bir töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir
ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok
büyük fitne olur.
Burada ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye
alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı
emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce
şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.
Şimdi bu çekicilik cazibe
bir hadle mi ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:
“Göbekle diz kapağı arasıdır.”
(Taberani Mucemus Sağır / 709)
Bu bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt
getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,
“Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu
ayartır .”
(Tirmizi / 1182)
Avret dediğimizde yani kadın çekici ve
cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece
“göbekle diz kapağı arası”gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır.
Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele
alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.
Bir amelin kabulü için iki şart vardır. Halis
olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis
olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme
getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı
gösterir.
Türkiye ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu
neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine bağlılığını
gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa imanlı olduğunu
göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç
Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer, başını örter ama
hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla gelmiştir. Bu büyük
şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına delalet ediyor. Ama
Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.
Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan
bu toplumda kadının kapanması onun
şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda
kapanması onun imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama
ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu
halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.
Bizim işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı
muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok
basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil
bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş
şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala
emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana -
babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.
Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan
bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur.
Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi
söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan
imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın
bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için
buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i
ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez.
Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan
ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir
payı yoktur.
Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık
ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur
olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat
yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması
gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık
cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.
Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir
çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği
zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü
zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte
olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık
saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine
ilgi duymaz olmuş.
Onun için insanlığın devamının bekasında
kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta
cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın
“mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu Teala’nın koymuş olduğu bu “mevedde” ve
“rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir. Ve yahut
kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği bir ortamda
neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve sair yerlerde
görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının fıtratında
bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat
etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi
beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir,
Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü
bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”
(Müslim / 1403)
Ve yine bir hadisi şerifte:
“Kadın bütün olarak
cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tezim eder” diyor. (Taberani / Mucemus Zevaid, K. Salat 2 / 35)
O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim
etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan
dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur.
Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.
Binaenaleyh,
Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı
ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu mevzuda salah mevkiinde oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani
kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim
olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın
kendinden veriyor.
“Cabir (r.a)
naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben
zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu
(sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:
“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir,
şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü
bu onun nefsinde olan şeyi giderir”
buyurmuştur. (Müslim / 1403)
Bakın bu misali kendisinden veriyor. Bir resul,
vahiy gelen bir resul, olması sebebiylede olsa böyle bir cazibenin dairesine
girebilir. Binaenaleyh şeri ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani
kadında olsa şeri çerçeve çiziliyor, erkekte olsa. Kadın için ama başkasını
korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.
Yani kadın
hem kendisini koruyor hem de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini
koruyan durumda. Hangisinin işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.
Onun için
kadını fitnede odak noktası yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor
şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü
varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah
Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları
topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara
topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)
Yani insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre
vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama
erkek aynı duruma alınmamıştır.
Yine bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu
(sav) efendimiz şöyle buyuruyor: “Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi
kadın kelimesini kullanırken burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet
kadınların ayakları altında” demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki
ifade çok farklıdır. Yani ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en
hayırlınız ehline en hayırlı olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;
“Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi
huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe
diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih
olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının
salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle bir ifade vardır. “ haya
güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayırlısı iyidir ama haya kadında daha
güzeldir” diyor.
Yani hayanın kadına kazandırdığı değer çok
farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha
çoktur.
Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu
iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):
“Anandır dedi. Adam: - Sonra kim? - Anan. -Daha
sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ? deyince. - Babandır,
buyurdu.”(Tergib ve Terhib 5.c 126 say - Buhari Müslim )
Bütün bu mevkiler
kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi
olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?
Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve
sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak
alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı
ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadda kullanmak
mümkündür.
ifsat ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın
şimdi:
“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer
fitnedir.” (Enfal
(8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)
“Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için bir
fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)
Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz
diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve
eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi
çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık onları salih amellerden
alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.
Kadını en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi”
bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor.
Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:
“Size benden sonra en büyük fitne kadınları
bıraktım.” (Buhari 11.c 5188)- derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş”
ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında
ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil. Ama;
“Cennet anaların ayakları altındır.”(Tergib ve
Terhib 5.c 114.sy, İbn Mace - Nesai
- - Hakim)
Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama
kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir tarafı
yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan
şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. - Ana - Saliha bir eş -gocunmayacak.
Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız
değil mi?
Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar
değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi
silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.
Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü ele
alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin başını
açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek
dolanacak. Erkeğin bu rahatlığının
yanında kadının, kapanması gerektiği gibi kapanması, şeffaf elbise
giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda açmaması, erkeğin kıyafetinin
giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı arasını kapamakla, kadının “avret”
olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede meşakkati getirmez. Bu bir
külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen değerlerin hatırı için
katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu değeri basit bir gayretle
kazanmak mümkün değildir.
Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında
rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu
mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir
olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.
Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam
aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir durumda
olması:
“Erkekler, kadınların yöneticisi ve
koruyucularıdır.”(Nisa Suresi (4) 34, E. Davud/ 2142, İbn Mace/ 1850)
“...Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi
vardır.” (Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:
Kays bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre
şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının
önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime; Resullullah (sav)
secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey
Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde ettiklerini
gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın, dedim.
Resullullah (sav): “Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer
bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için
yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim”
buyurdu. (E. Davud/
2140)
Ona maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte
hata olmaz.) Hadi seninde hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir değerin
yanında - sende ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için
verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek
gerekir.
Yani erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde
buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak için bir pay
sayılır arkadaşlar.
Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının
küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına
karşılık verilen dereceye bak.
Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonrada
seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, seninde hatırın olsun, seninde
seviyen olsun, seninde gönlün olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte
denmiş.
Şimdi
birisi gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye
kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye
münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin
bu evde söz söylemeye hakkın var diye. Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip
olduğu değerleri mükafatları vermeye başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna
razı değilim, bana verilene sana verilen bana verilsin. Bu sefer kadının burada
hak iddia etmeye çalışması erkek gibi, eşit olmaya çalışması o mevkide değerini
kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da
bakabiliriz.
Türkiye’de
Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik iddiasında , erkeğin sahip olduğu hep
“maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen bende
sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere
bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri
mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş . Birisi çiklet satacak, müstehcen bir
kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir
kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir
değer yok.
Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme
olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir.
Bilakis değeri verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet
kazanmak için yüzlerce gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.
Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine
vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla
yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların
kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.
Erkeğin
fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı
acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle
mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini
ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir.
Kadının sabrının yanında acizdir. Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının
yanında acizdir. Erkekte kadında gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şeri
ıstılah ifadeleri adil kullanılsa bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde
aynı tesiri yapmaz.
Bunu
anlamanız için şöyle bir misal verebilirim. Şeri hukuk adil ifadeler kullanır.
Zina yapan erkek ve kadına tek isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne
kadar verilen isim adilse bile her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin
akabinde bıraktığı lekeler farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün;
müslüman bir aileyi, bir babayı düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını
düşünün, oğlu yabancı bir kızla çıkmış, müslümanda olsa çocuklar şeriat ikisine
de aynı adı vermesine rağmen gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama seri
hukukta aynı adı veriyor. İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani
kızının ve oğlunun yabancı birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı
tesir ile erkeğin bıraktığı tesir aynı değildir.
Erkeğe de
bu isim verilir ama sanki değerinden birşey kaybetmeden verilir. Ama kadına
verilen bu isim bir daha kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı
olur ve lekesi olur.
Bu
vakıalar tesettürü ele alırken düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O
tesettürün ruhuna ihlasına sahip olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan
sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.
Şekli olan tesettürde bakın böyle çok kapalı
kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında
bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafirde olsa aniden önüne çıkacağını
düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.
Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde aynı
ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu kadının
şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur. Aynen
Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da
kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namazda böyledir. Sair ibadetlerde böyledir.
Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her
zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre
yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun
neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.
O meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun
gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir
tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir
başkasında olur.
Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir
Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen
müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız
askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O
kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister
kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert
mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu
birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir
çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Birde o
ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne
yapıyor.
Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir
şekil değil. Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız.
Ve o emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde
olduğu gibi külünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur.
Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü
noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe
ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul
ettiğimiz şeyler var. (Ahzab suresi 32.
ayeti okuyun ve düşünün).
“Ey Peygamber kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi
değilsiniz. Eğer Allah’tan sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde
kalbinde bozukluk olan kimse, kötü ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”
İslamın hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir
toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale
gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek
tokalaşıyor hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok
basit oluyor. Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin
kadının kadınla oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu
kadar laşgalamış ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte
burada tesettür şekilden öteye geçememiştir.
Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah
Subhanehu Teala ne buyuruyor:
“Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından
isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri
için daha temizdir.”
(Ahzab suresi (33)/ 53, - Buhari/ 10.c.- 4672.sy)
Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor?
Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından
isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin
anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın
Rabbimizin bir emri var:
“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın
sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve
halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana
helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini
nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer
müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi (33)/ 50)
Bakın, Peygamberden sonra
nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram
olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz
annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.
Nikahı haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı,
Peygamber hanımları bunlar. Sahabeye
bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat edin
misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.
Yani, onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin,
onlar ve sizin kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar
arkadaşlar. Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin
muhteviyatını anlayın.
Peygamberin hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul
edilen insanlarla karşı karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi
mümkün mü? Bu düşünülemez bile.
Peygamberin arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda
kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında
kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Buda değil.
Bütün bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı
olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.
Bakın karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük,
çocuklarınızda olsa nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip
en yakın olana bile takınacağınız tavır işte bu.
Sana nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara
takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı. Bu burada meselenin
hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani küçücük bir delik dahi
bırakmamak için bu misali veriyor.
Neden misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir.
Mesela:
“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız
ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler
olun...”(Nisa suresi (4)/ 135)
Bir insanın babası aleyhine
şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır,
lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.
Nikahı haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en
uzak sayılan insan oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu
emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu çok açıktır___ Bilene ___
Birisi dese şimdi.__canım
oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide
mi olur, müsbetlikte mi olur? Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken
kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?
Yani kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has
olur. Çocuklarının yanında kapanma hasmı olur. Annelerinin yanında onların
kapanması hasmı olur. Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin
hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.
Önce bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle
değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete
dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi.
Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla
veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:
“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete
ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık
içindedirler...” (Bakara suresi
(2)/ 137)
Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor?
Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi”
diyor.
Çünkü sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak
yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek
insandır.
Onların iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi,
örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız.
Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman
ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini
yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar
etsen kafi.
Yani bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların
iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan
kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.
Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve
Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti
midir? Hayır.
Çünkü KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir. Onun üzerinde
olduğumuzun bizde bir alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB ve SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok.
Aslı “KİTAB ve SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi
ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti
anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek,
onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz
kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.
Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah
Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Ey Peygamber! Eşlerine,
kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor.
(Ahzab suresi (33)/ 59)
Burada ki hicab emri birine farklı birine farklımı yoksa üçüne bir
mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de
emir aynı. Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin
hanımları daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir
ifade yok burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde
Rabbimiz:
“Evlenme ümidi kalmamış
yaşlı kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında
üzerlerine herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için
daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor.(Nur
suresi (24)/ 60)
Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış
örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha
hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.
Yani bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda,
sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık,
bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır.
Sübhanallah, Rabbim biz nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki
bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun.
Yarabbi bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl, kalblerimizi dininde sabit kıl
__AMİN__
Şimdi başa aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır?
Kur’an bunu şöyle açıklıyor;
“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden
öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler.” (Nur suresi (24)/ 59)
Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi
şerifte konuya biraz ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle
buyuruyor:
“ Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik
edilir.”Beyhaki “Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.
Buluğ çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle
diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım,
diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayıt
davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak
yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.
On iki - on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması
kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu
için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.
Ama küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu
kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için
geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat
vermemek gerekiyor.
Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek
çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir
kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk
atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da
kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar,
bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy
alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça
duymuşsunuzdur.
“Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet,
adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”
(Nesei / 4289- Tirmizi / 2357)
Yine,
“Her Peygamber muhakkak
koyun çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.” (Buhari)
Evet insan yaşadığı
yetiştiği yere göre özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza
böldüğümüz yerden devam edelim. İnşallah,
“Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç
topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları
kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah,
kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi
geldi.” (Tirmizi / 3130 - Ebu Davud
/ 4693)
Bakın koyun çobanlığı
insanı mülayim yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde
yaşamak insanı kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz.
Misali yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde
etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.
O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran,
erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor.
Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların
yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile
verirken;
“Ey İman edenler!
Ellerinizin altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden
ergenlik çağına erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin
istesinler.” (Nur suresi (24)/ 58)
Anaların babaların odalarına
girerken bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman,
erkek erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının
verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık
ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar
telafi edilemez.
Anadolu’ya baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok
rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz.
Kimsede bunu halletme yoluna gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne
diyor?
“Tek başlarına iken,
kadınları ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. -Ya
Resulullah, ya koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki - Koca
tarafından akraba olursa o ölümdür.”(Tirmizi / 1180, - Darimi / 2645, - Müslim
/ 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/ 159)
Ayrıca Tirmizi de şu
ziyadelik vardır.
“...bir erkek bir kadınla
baş başa kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”
Görüyorsunuz İslamda ki hassasiyeti. Birde bizim yaşadığımız
topluma bakın, bizi islam esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah
şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden?
Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.
Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler
daha rahat islamı yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten
kurtulmak mümkün değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.
Bir hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav)
bizim için ne diyor?
“Kocaları yanında olmayan
kadınları ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın
dolaşımı gibi dolaşmaktadır. Biz - Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benimde. Fakat
şeytana karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğd.” (Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, - Darimi
2785, - Ebu Davud / 4719)
Evet, misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali
kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla
bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.
Buluğa ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya
geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi
kurtarmıyor arkadaşlar.
İnanın şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da
müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul
edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır.
Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar
doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:
“Kişi, dostunun üzeredir.
Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”(Tirmizi / 2484, -
Ebu Davud - Edeb / 16)
İnsan iyiye de kötüye de
meyillidir. Bu yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor.
Uyarıyorsa bu bizim başımıza gelecek demektir.
Şimdi meselenin nass
yönünü, ihlas yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz.
Ahzab suresindeki:
“Ey peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin
kadınlarına söyle. Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp
eziyet edilmemeleri için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet
edendir.” (Ahzab Suresi (33)/ 59)
İfade bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor.
Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için.
Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.
“Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede
aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın
beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben
hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere indirilirdim. Bütün
yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü
ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini
bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için
yalnız başıma ordunun konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim
zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım
kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan
alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi
yüklemişler ve binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin
içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları
ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler
hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben
gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim.
Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak
üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken
uyumuşum.
Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte,
kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine
vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim
bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş
ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni
tanıdığı sırada onun:
“ İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini
söylemesiyle uyandım.
Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin
ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna
ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp
çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim.
Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine
indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...” (Buhari - 10. c / 4598 - Ebu
Davud / 4735 - Müslim / 2770)
Aişe annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda
görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.
Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken,
hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab
katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla
yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi
Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu
bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de
bile müslüman kadınlar örtünüyordu.
Misal mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken
yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye
(r.a) geliyor. Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor,
elini yıkıyor su içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu
(sav) - Kızım gerdanını kapat diyor. (Ahmed b. Hanbel)
Yani bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat
edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık
gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil.
Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O
beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.
Şimdi ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan
öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?
Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan
kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla.
Bakın bir hadiste Aişe annemiz:
“Biz ihramlı olarak
Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi.
Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından
örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “ (Ebu Davud / 1833 - İbn Mace / 2935)
Yine bir hadisi şerifte,
“Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan - Ümmü Halad denen bir
kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu.
Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli
olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle
musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını
verdi...” (Ebu Davud / 2488)
Bunlar şimdi neyi
gösteriyor? Sahabenin yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini
anladınız değil mi? Ayriyeten kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):
“İhramlı kadın yüzüne peçe
vurmasın ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.
(Buhari - 4.c / 1729 - Ebu Davud
/ 1826)
Bu neyi gösteriyor? Demek
ki hacdan evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız
değil mi?
Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir
boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:
“Mümin erkeklere söyle de,
gözlerini haramdan sakınsınlar...”
“Mümin kadınlara da söyle,
onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...”
(Nur suresi (24)/ 30- 31)
Bazıları şimdi bu ayeti ele
alarak diyor ki; şimdi gözlerini yere diksinlerden maksat ne? Demek ki diyor. -
gözlerini yere dikmeleri yüzü açıkta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki
yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O
ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.
Gelelim bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde
kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O
ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse birileri de görse - Ha bakın müslüman
kadınlar hiç kapanmıyormuş - manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz.
Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak
evlenme kastı olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.
“Bir gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini
Resullullah’a arz etti. - Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni
nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa
süzdü ve indirdi sukut etti...” (Buhari 11.c / 5210)
Kadına baştan aşağı
bakıyor, ihtiyaç duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde
onun yüzüne bakabilir.
“Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim.
O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere
haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat,
hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü
Ensarın gözlerinde bir küçüklük vardır.” (Müslim / 1424 - İbni Mace / 1964)
Onun yüzüne bakabilirsin
diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:“Cerir bin Abdullah
(r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına
bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”. (Tirmizi / 2925)
Gelen bir müşkülatı böyle
defetmen mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete
bakıyorsun ve “Onların iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi
yaşıyorsun. Olay bu kadar basit. Gerisi hiç önemli değil.
Konu şimdilik burada bitti.
Velhamdülillahi Rabbilalemin.
“Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde,
Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer
ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.” (Enfal Suresi(8)/ 24)
******************************** 16 / 11 /
1999******************************
Konuda geçen
ayetler : *TESETTÜR *
Sad/ 27 - Zariyat/ 56 - Vakıa/ 57 - Tin/ 4-6 - Araf/ 179 - Furkan/
44 - Rum/ 21 - İsra/ 23
Ankebut/ 8 - Maide/ 32 - Enfal/ 8 - Tegâbün/ 5 - Nisa/ 34 - Bakara/ 228 - Ahzab/ 53 , 50
Nisa/ 135 - Bakara/ 137 - Ahzab/ 59 - Nur/ 60 , 59 - Bakara/ 156 - Nur/ 30 , 31
KONUDA GEÇEN
AYETLERİN İÇERİĞİ:
“... Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler
ve salih amel işleyenler hariç onu, aşağılayanların ve aşağısına ittik...” (Tin (95) / 4-6)
“... Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların
gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat
onlarla işitmezler...” (A’raf (7) / 179)
“... Oysa onlar hayvan gibidirler...” (Furkan (25) / 44)
“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz
eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun delillerindendir...” (Rûm (30) / 21)
“Rabbın yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi
davranmanızı emretti...”
(İsra (17) / 23)
“Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye
etmişizdir..”
(Ankebut
(29) / 8)
“... Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş
olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat
vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)
“Biliniz ki, sizin malınızda, çocuklarınız da bir
“fitne”dir.” (Enfal (8) / 28)
“Mallarınız ve evlatlarınız da sizin için birer denemedir...” (Tegabün (64) / 14)
“... Erkekler kadınların yöneticisi ve koyucularıdır...” (Nisa (4) / 34)
“... Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır...” (Bakara (2) / 228)
“Ey Peygamberi! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak
verdiklerinden... sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın, halalarının, dayının
ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal
kıldık...” (Ahzab Suresi
(33) / 50)
“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana -babanız
ve yakın akrabanız aleyhinize de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler
olun...” (Nisa (4) / 135)
“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete
ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar , muhakkak, düşmanlık
içindedirler...” (Bakara Suresi
(2) / 137)
“ Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlarına söyle ki...”
(Ahzab Suresi (33) / 59)
“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziyaretlerini aşağıya
vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur...”
(Nur Suresi (24) / 60)
“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden
öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler. Nur Suresi (24) / 59
... Biz Allah’a aidiz ve elbette Ona döneceğiz... Bakara Suresi
(2) / 56
“Mü’min erkeklere söyle de haramdan sakınsınlar...” “Mü’min
kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...” Nur Suresi (24)
30-31
Konuda Geçen Hadisi Şerifler :
Tergib ve Terhib___ 4.c/ 203.sy - 5.c/ 126.sy - 5.c/ 114.sy
Tirmizi_Hadis No:__2743 - 1171 - 2929 - 1182 - 3130 - 1180 - 1181
- 2484 - 2925 - 2357
Buhari_Cilt, Sayfa No: 4.c/ 1900 - 11.c/ 5188 - 10.c/ 4598 - 4.c/
1729 - 11.c/ 5210, 10.c/ 4672
Müslim___________1599 , 2564 , 1403 , 2172 , 2174 , 2770 , 1424
,2551.
Darimi____________ 2535 , 2645 , 2785
İbn Mace__________ 3984 , 3998 , 2935 , 1964 ,1609 , 1850
Nesei_____________4431 , 4289
Taberani, Mucemus Sağır__ 709 ,5.c. / 272.
Ebu Davud________4963 , 4719 , 4735 , 1833 , 2488 , 1826 , 2140 ,
2142
KONUDA GEÇEN
HADİSLERİN İÇERİĞİ
“... Evlenin dininizin yarısını tamamlayın...” Tergib 4c- 203sy - Beyhaki - Taberani -
Evsat’ta- Hakim.
“... Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanı...” Tirmizi 2743
/ 1171 - Hakim, Müstednek 1/53 - İbn Mace / 1609
... O iyi olduğu zaman
bütün ceset iyi olur. O buzuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası
kalptir.” Buhari / 4.c 1900, Müslim /
1599 - 2564, Darimi / 2535, İbn Mace / 3984, Nesai / 443
“Erkeğin tesettürü göbekle
diz kapağı arasıdır.” Taberani (Mucemus
Sağır) / 709
“Kadın avrettir.” Tirmizi
/ 1182
“Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin.
Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.” Müslim / 1403
“Kadın bütün olarak
cazibedir.” Taberani, Mucemuz Zevaid, K. Salat 2 / 34
“Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.” Nisa
suresi(4) / 34 - E. Davud 2142, - İbn Mace / 1850
“Ey Allah’ın Resulu iyilik
yapmama en fazla layık olan kimdir?” Tergib ve Terhib 5.c 126 say, - Buhari, -
Müslim
“Cennet anaların ayakları
altındadır.” Tergib ve Terhib 5.c, 114. say, - İbn Mace - Nesai - Hakim
“ Size benden sonra en
büyük fitne kadınları bıraktım.” Buhari / 11. c/ 5188
“Kırda yaşayan kabalaşır,
av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.” Nesai / 4289 - Tirmizi /
2357
“Allah (c.c) Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç
topraktan yarattı.” Tirmizi / 3130, - Ebu Davud / 4693
“Tek başlarına iken,
kadınları ziyaret etmekten sakının...” Tirmizi / 1180, Darimi / 2645, - Müslim
/ 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/159)
“Kocaları yanında olmayan
kadınları ziyaret etmeyin.” Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, Darimi 2785, Ebu
Davud / 4719
“Kişi dostunun üzeredir.”
Tirmizi / 2484, Ebu Davud , Edeb /16
İfk Hadisesi. Buhari 10.c
/ 4598, Ebu Davud / 4735, - Müslim / 2770
“... Kızım gerdanını kapat
diyor.” Ahmed b. Hanbel
“... herhangi birimiz
başında örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince
yine açardık.” Ebu Davud / 1833, - İbn Mace / 2935
“Musibete uğramakla
hayanın da musibete uğramayacağı.” Ebu
Davud / 2488
HALAVETUL-ÎMAN - İMANIN
TADI
İman nimetinden daha büyük bir nimet yoktur. Allah Azze ve
Celle’nin kendisinin taatine muvaffak kılmasından daha büyük bir nimet yoktur. İnsanlık iman
için yaratılmıştır. Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık başka bir
ilah olmayan Allah’a iman. Bunun için gece ve gündüz, sabah ve akşam, bunun
için gökler ve yer yaratıldı. Bunun için hesap ve sorgu var edildi. Bu öyle bir
iman ki, hayatın her lahzasında, zamanın her anında kainatta meydana gelen her
hareket, gerçekleşen her bir olay bize bir olan, kendisinden başka hakkıyla
ibadet edilmeye layık bir ilah olmayan Allah Azze ve Celle’yi hatırlatmaktadır.
Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesi, geceleyin gökyüzünde yıldızların
belirmesi, ayın parıldaması hepside bize Lâ ilâhe illalâhı hatırlatıyor. Bu
öyle bir iman ki, bu kâinatta ki her şey onu doğrulayıp tasdik ediyor ve ona
işâret ediyor. İnsanoğlu her hâlukârda
ve her defasında buna şahitlik
ediyor. Kâinatta gerçekleşen bu mucizevi olaylar bizleri Allah Azze ve Celle’yi
birlemeye, onu tevhide götürüyor. Bunun
içindir ki Allah Azze ve Celle insanı iman için yaratmıştır.
Allah Azze ve Cellenin buyurduğu gibi: “Ben insanları ve
cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)
Allah Subhânehu ve Teâla insanı ancak kalbini bir olan
Allah’ın tevhidi ile doldurması için yaratmıştır. İnsanın bu hayattaki en mutlu
anı, kişinin gerçek manada, Allah’a iman eden bir kul olduğunu hissettiği
andır. İnsanın hayatındaki en mutlu anı kalbi, Allah Azze ve Celle’ye tamamen
inanmış bir şekilde dolduğu zamandır. İşte bu şekilde kalp, her işinde iman ile
birlikte yaşar. İşte bu, Allah’a, hiçbir şek ve şüphe olmaksızın tamamen iman etmektir.
Bu hayatta bir müminin özen göstermesi gereken en önemli
mesele, kalbini Allah’a imanla doyurmasıdır. İmanın girdiği kalbi Allah,
muhakkak genişletir. İmanın girdiği göğüs, muhakkak Allah’ın zikriyle mutmain olur, huzura kavuşur. Bir kulun
Rabbisini tanıdığı o andan kendisini sevindirici, mutlu edici başka bir an
yoktur. O anda insan kendisini yaratan Rabbisine yaklaşmış, kullukta Allah
Subhânehu ve Teâla’ya boyun eğmiştir. Bu iman Allah ile senin arandaki tek kapıdır. Bu imanın bir
lezzeti ve kalplerde de bir eseri
vardır. Bu lezzet imanın halaveti, yani tadı ve güzelliğidir. Bu şekilde insan
iltizamın tadını tadar. Bunu ancak Rahman olan Allah’ın muhabbetine, sevgisine mazhar olmuş bir mümin
tadabilir.
Bir kulun ise Allah’ın rızasını kazanmada ve O’nun
taatinde, ihlaslı bir şekilde çaba ve
gayret sarfetmeye ve bu yolda hızlı ve
güvenilir adımlarla ilerlemeye ihtiyacı
vardır. Bir insan bir tatlıdan tattığı
kadarıyla onun lezzet ve tadını
alabilir. Şayet tadını tattığı şey, alemlerin Rabbi olan Allah katında çok yüce
ise o zaman ondan daha lezzetli bir şey yoktur. Bu ise halavetul-iman, imanın
lezzeti, Rahman olan Allah’a yapılan
kulluğun ve taatin lezzetidir. Bu tadı tadan bir insan başına bir
kötülük gelse sabreder, başına sevindirici, onu mutlu edici bir olay gelse,
Allah’a bundan dolayı şükreder. İnsan, imanın tadını tattığı zaman Allah’a masiyetteki bütün lezzetleri unutur. İmanın
bu tadı her türlü münkeratı, kötülüğü, her türlü fuhşiyatı terk etmeye
sebeptir. Kâinatın efendisi olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta boyun eğmeye
sebeptir. Kalpteki imanın gücü ne kadar da yücedir. Kalplerdeki imanın tadı ne
kadar da yücedir.
Halavetul İman-İmanın Tadının Alametleri
Muhakkak ki imanın tadının alametleri vardır. Bunları
bizlere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beyan etmiştir. Buhari de
gelen rivayet bunu açıklamıştır:
Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiği hadiste Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış
olur: Allah ve Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi
yalnız Allah için sevmek, (iman ettikten
sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»
Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli
kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın
dostları ile senin aranda bir haslettir bu. Bir mümin bu üç hasleti her zaman
ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa
kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.
Birinci Haslet: Senin ile Allah azze ve celle arasında olan
haslet. Bu ise Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sana her şeyden daha sevgili gelmesidir. Yani
Allah ve Rasulünü sevmek iki şey içermektedir. Üçüncüsü ise onun semeresi,
meyvesidir. Bunlardan birincisi: Alimler şöyle diyor: Bir insanın bir şeye
muhabbet duyması, muhakkak bir sebebe binaendir. Bu muhabbet ya sadece
dünyevidir, veya sadece uhrevidir, veya da dünya ve ahiret arasında her ikisini
de toplayıcıdır. Ancak Allah sevgisi sevginin bu üç sebebini de bir araya
getirmiştir. Muhabbetullah, Allah sevgisi din sebebiyle olur ki bu da senin
dünya ve ahirette kurtuluşundur. Bir de bu muhabbet dünyevi bir sebepten olur
ki, bu hayatta sadece mal toplamak, mal biriktirmek değildir. Ancak mutlu olan
kişi Allah’tan hakkıyla korkan ve dünya ve ahiret saadetini elde edebilen
insandır.
Muhabbetullah, yani Allah sevgisine gelince, alimler söyle
demişlerdir: Bütün sebepler bunun için hazırlanmıştır. Şayet bir insan babasını sevse; onu kendisine olan ihsanından,
sürekli onu koruyup gözetmesinden ve maddi ihtiyaçlarını karşılamasından dolayı
sever. Hal böyle iken, göz açıp kapayıncaya kadar ki zamanda bile seni koruyan,
sana her türlü nimeti veren Allah Azze ve Celle’ye karşı davranışımız, O’na
karşı muhabbetimiz nasıl olmalı? Şayet muhabbet, sevgi ihsan ise, kendine
yapılacak iyilik ise, sen Allah’ın ihsanın neresindesin. Şayet muhabbet,
nimetler ise, sen Allah’ın sana verdiği nimetlerin neresindesin. Düşün ki bir
borç veya sıkıntı sebebiyle senin için bütün yollar tıkanmış, bütün kapılar
yüzüne kapanmış. Kime gitsen derdine ilaç bulamamışsın. İşte böyle bir durumda
birisi gelir sana yardım elini uzatır ve senin hacetini giderir. Şayet o
kimsenin sana yaptığı iyilik seni fazlasıyla mutlu eder, kendine yapılan bu iyiliği konuşmaya başlar ve o insanı gece gündüz
översin. Hal böyleyken kardeşlerim, Allah’ın sana verdiği nimetler nerede?
Allah’ın sana verdiği hayırlar nerede? Allah Azze ve Celle seni defalarca
sıkıntıdan kurtarmadı mı? Geceleyin hastalandığında eşin ve çocukların başında
beklerken, sen sağına ve soluna bakındın. Lâkin Allah’tan başka sana yardım
edebilecek, sana şifa verebilecek, acını dindirebilecek, Allah’tan başkasını
bulamadın. O anda Allah’a yöneldin ve Rabbâhu Rabbâh! diyerek inledin. Allah’ım
bana şifa ver! Allah’ım sıkıntılarımı gider! diyerek Allah’a yalvarmaya
başladın. İşte o esnada Allah’ın rahmeti geldi ve içinde bulunduğun sıkıntıdan
seni kurtardı. İşte böyle bir durumda hiç günlerden bir gün Allah’ın senin
üzerine olan nimetini hatırladın mı?
İnsanların yanında Allah’ı sena edip övdün mü? Allah’ın senin üzerine olan
fazlını zikrettin mi?
Bunun içindir ki Allah Azze ve Celle’nin muhabbetinden daha
doğru bir sevgi yoktur. Kulun Rabbisini sevdiği gibi kimse hakikatte sevmez.
Allah dışında ki her sevgi gaflet demektir. Sen Allah’ı her ne kadar çok sevmiş
olsan da, her ne kadar onu yüceltmiş olsan da muhakkak ki Allah Azze ve
Celle’nin senin üzerindeki hakkını ödeyemezsin.
Muhakkak ki Muhabbetullah’ın, Allah sevgisinin bazı
alametleri vardır. Alimler bunları açıklamışlardır. Bunu açıklayıcı olarak
âlimlerden biri şöyle demiştir:
Allah sevgisi ancak Allah Azze ve Celle’nin vaciplerini,
emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmakla gerçekleşir. Şayet bu gerçekleşirse o zaman
kul, Allah’ın sevdiği bir kul demektir. Bu iki haslet, bu iki özellik yani
Allah’ın farzlarını yerine getirip haramlarını terk etmek bir kulda bir araya
gelirse o zaman o kul, Allah’ın habibi, Allah’ın sevgili bir kuludur.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Kulun Allah’ı sevdiğinin
göstergesi, Allah’ın o kulu kendisine taatinde muvaffak kılmasıdır.
Bir kul Allah’ın emrettiklerinde eksikliğe gittiği miktarda yine haramlarını terk etmede noksanlığa
gittiği miktarda Allah’ın muhabbetinde,
O’na olan sevgisinde eksiklik meydana
gelir. Bu sebepten dolayıdır ki bir insanın kalbinde Allah sevgisinin devam edebilmesi için o
kulun Allah’ın farzlarını yerine getirmeye ve haramlarından da uzak durmasına,
bunu devam ettirmesine ihtiyacı vardır. Her kim Allah’ı severse her an Allah’ın
emirlerden bir emir bekler ki o emri yerine getirsin. Yine her an Allah’ın
yasaklarından bir yasak bekler ki ondan uzak durarak onu terk ederek, Allah
Azze ve Celle’ye yaklaşsın.
Allah sevgisinin alâmeti bu iki haslettedir. Allah sevgisi
Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve Allah’ın haramlarından kaçınmakla
gerçekleşir. Bir Müslüman, Allah’ın farzlarından bir farz ile veya
Allah’ın hadlerinden bir had ile, şeri
bir ceza ile karşılaştığında çok iyi bilmelidir ki o Muhabbetullah da, Allah
sevgisinde imtihan edilmektedir.
Allah sevgisi, Muhabbetullah’tan sonra beklenilen en şerefli ve ulaşılan en yüce
sevgi: Muhabbetur-Râsul, yani Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
sevgisidir. Allah Azze ve Celle her kimi Muhabbetur-Rasûl’e, Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisine muvaffak kılarsa onu cennet
yollarından bir yola muvaffak kılmıştır. Bir kimse Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’i severse tıpkı susayan bir insanın suya özlem duyması gibi, O’nun
sünnetine özlem duyar ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine
uymanın hasretini çeker. Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek, O’na itaat etmek, O’nun sünnetine uymak
kurtuluşa ermenin ve kişiyi cennetlere götürecek tek yoldur.
Bazı alimlerin dedikleri gibi : Muhakkak ki Allah, kendisine
ulaşan bir tek yol dışında bütün yolları kapatmıştır. O da Peygamberi
sallallahu aleyhi ve sellem için seçtiği yoldur. Bu manaya işâret eden kavlinde
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
Bu hiç şüphesiz benim dosdoğru yolumdur, bu itibarla ona uyun diğer yollara uymayın. Aksi
halde sizi O’nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye
Allah size bunları tavsiye etmiştir. (En’am: 153)
Şayet bir kulun Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetinin miktarını öğrenmek istersen,
ilim olarak, amel olarak, davet olarak ve uygulama olarak sünnete karşı hırsına bak. Bunun içindir ki
bazı alimler şöyle demişlerdir:
İnsanlar içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
sevgisinde en sadık, en doğru olanlar, sünnetle amel eden ve ona davet eden
Ehli Sünnettir.
Şayet bir insanın Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme karşı olan muhabbetinde, sevgisinde,
samimi olup olmadığını öğrenmek istiyorsan onun hasletlerine, sıfatlarına bak.
Onun bu hareketlerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in adabıyla
karşılaştır. Yani terazinin bir kefesine onun amellerini, hasletlerini, diğer
kefeye de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in amellerini koy. Şayet
O’nun yolunu izliyorsa, O’nu örnek alıyorsa, O’nun sünnetini öğrenme çabası
içerisinde ise vallahi o Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seviyor
demektir ve ne güzel sevgidir bu!
Bunun içindir ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
muhabbetinde sâdık olan bir müminin önem vermesi gereken ilk şey: Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini öğrenmek, onu araştırmak, onunla amel
etmeye ve uygulamaya hırslı olmak ve gücü yettiği nispette ona davet etmektir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seven bir kimse
abdest alırken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in nasıl abdest
aldığını hatırlar, elini suya uzattığında, bir uzvunu yıkarken sanki o, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i görür gibidir. Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’in abdesti gibi abdest alır O’nun guslettiği gibi gusleder.
Namaz kılarken Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’in kıyamını, kıraatini, rukusunu, secdesini, duasını hatırlar.
Tıpa tıp Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymaya teşvik
eder. Şayet Allah Azze ve Celle, bir kulun dünya ve ahiret hayrını dilerse ona
Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme
muhabbete, sevgiye muvaffak kılar.
Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisini
tadan bir insan bunun meyvesi olarak
artık akşamladığı ve sabahladığı zaman her halûkârda kalbi Allah’a
bağlıdır. Allah için kalkar, Allah için oturur, Allah için konuşur, her işinde
Allah’ın rızasını gözetir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bir mümin Rabbini sever ise
yaptığı her işte, söylediği her sözde Allah’a bağlı olur.
Kâdi İmam Hafız ibnu Dekikil- id Rahimehullah’tan şöyle bir
olay nakledilir: Kendisi bir konuda hüküm vermiş ve hakkında hüküm verdiği adam
bu konuda ona itiraz ederek: Vallahi sen bana karşı adil davranmadın ve sen
hükmünde acele ettin, der. Onun bu sözü üzerine
İmam Hafız şöyle dedi: Sen böyle mi söylüyorsun ? Kendisinden başka
hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ben
kırk seneden bu yana Allah’ın huzurunda cevabımı hazırlamadan hiçbir kelime
konuşmadım.
Evet kardeşlerim bu ise ancak Muhabbetullah’ın, Allah’a olan
sevginin kemalindendir. Bunun içindir ki bazı alimler bu hadisin şerhinde şöyle
demişlerdir:
Kalbi Allah sevgisi
ile dolu olan bir mümine ikinci bir semere, meyve gelir ki o da Allah’ın
sevdiğini sevmesi, Allah’ın düşmanına düşmanlık etmesidir. Bu sayede Allah’ın
yaklaştıklarına yaklaşır ve Allah’ın uzak olunmasını emrettiği kişilerden de
uzaklaşır. İşte bu da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
"Sevdiğini yalnız Allah için seven kimse" sözüyle işaret ettiği
manadır.
İkinci Haslet ise: el
Muhabbetullahi fillah: Sevdiğini Allah için sevmektir. İmandan sonra en sağlam
ip, el hubbu fillah vel bağdu fillah. Allah için sevmek ve Allah için buğz
etmektir. Bunu ise üç başlık altında inceleyeceğiz.
Birincisi: Sâdık muhabbetin sebepleri
nelerdir. Allah için sevdiğini ve Allah için sevmediğini buğuz ettiğini ne
zaman bilirsin?
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Allah için
sevmek, ancak buna ileten sebep Allah ise bu gerçekleşir. Şayet onu, Allah’ı
razı edecek ameller işlediğini görürse veya Allah’ı razı edecek ameller işlediğini duyarsa onu
Allah için sever. Bunun içindir ki bir insan kâmil bir imana sahip ise nereye
girerse girsin, gözleri Allah’a itaat eden birilerini gördüğünde onu sever.
Çünkü o gördüğü insan Allah’a kulluk etmektedir. Onun ne ismini ne de nesebini
bilmez. Belki de onu Allah’ın taatinde ilk defa görmüştür. Allah için sevmeye
ileten sebebin Allah ve Âhiret yurdu olması imanın kemalindendir.
Bu yüzden Allah için
sevmek imanın alametlerinden bir tanesidir. Bazı alimler şöyle
demişlerdir:
Şayet bir insan,
kendisindeki imanın kemalini imtihan etmek isterse, kendisini Allah için
sevgide ve Allah için düşmanlıkta imtihan etsin.
Bu ise kardeşlerim,
bizim hayatımızda tecrübe edebileceğimiz bir şeydir. Bu konuda kendinizi
imtihana tabi tutun: Kalbin iman ile dolup taşmış iken bir mescide girdiğinde
sağa bakarsın, namaz kılan birisini görürsün ve onu seversin. Önüne bakarsın,
Allah’ı zikreden birini görürsün ve onu seversin. Bu ise ancak imanın
kemalindendir. Şayet sen imanın zayıf bir halde mescide girersen gaflet ve
umursamazlık içinde olursun. Bu namaz kılıyormuş, şu Kuran okuyormuş, o Allah’ı
zikrediyormuş. Hiç biri umrunda olmaz.
Bunun içindir ki
Allah’ın sevdiği kullarını ve dostlarını
böyle bir mecliste toplandığımız
gibi toplandıklarını, o meclisten ayrılırken birbirlerine selam
verdiklerini, birbirlerine sarıldıklarını görürsün. Çünkü onlar biliyorlar ki
böyle bir mekanda hazır olan kimse ancak Allah’ı ve Ahiret yurdunu isteyen
kimsedir. Burada ancak mümini seven ve ona dostluk besleyen kimse hazır
bulunur. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:
Allah Azze ve Celle
müminlerin kalplerini iman ile bir araya getirmiştir. İmanın, müminleri bir
araya getirdiği gibi, kullar arasında insanları bir araya getiren bundan daha
büyük, daha sâdık ve daha temiz bir şey yoktur. Bu öyle bir iman ki, daha
İslamın başında muhacir ve ensarı bir araya getirmiştir. Kalpleri Allah’a
imanda ve Allah’a imanda ve Allah’a ve Rasûlüne taatte bir araya getirmiştir.
Bu kalpler ne güzel kalpler ve bu bir araya gelme ne büyük nimettir.
Baktığımız zaman bir çok
insan dünyalık bir şehvet, oyun ve eğlence için toplanmaktalar. Ancak Allah’a
imanı tadan bir kimse kardeşleri ile beraber Allah’ın taati ve muhabbeti üzere
bir araya gelir. Allah için sevmede sadık oluşunun delili, ona ileten sebebin
Allah’ın taati ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Bazı alimler,
insanların, Allah için sevme ve Allah için düşman olmada mertebelere
ayrıldıklarını söylemişlerdir. Bazı insanlar Allah için sevme ve Allah için
düşmanlık beslemede en üst derecede olurlar. Bazı insanlar bundan daha aşağı
mertebededir. Allah için sevmek ve Allah için düşmanlık kaidesi gereği bir
araya gelenlerin arasında gökyüzü ile yeryüzü arası gibi fark vardır. İmanın
tadını almış bir çok kimse Allah için sevgi üzere bir araya geldikleri ilk
anda, onların ictimaları Allah Azze ve Celle’ye dostlukta sâdık olarak bir araya gelmedir. Onları
kalpleri Allah Azze ve Celle’ye olabilecek en yüksek hûşu içerisindedir. Şayet
insan hidayete erdiği ilk zamanlardaki
oturumlarına baktığı zaman, acaba o zamanki oturumları nasıldı. Meclise ilk
oturduğunda imanı zayıf idi, meclisin sonunda ise imanı kuvvetli bir şekilde
oradan ayrılmıştır.
Şayet bir insan
kardeşini Allah için severse bu muhabbet dahilinde bütün his ve duygularını
kontrol etmesi gerekir. Bu sebepten dolayı bazı alimler şöyle demişlerdir:
Şeytan insana Allah için
muhabbet kapısından girebilir. Allah için sevgi gün be gün azalmaya ve sonunda Allah korusun dünya için muhabbete
dönüşür.
Şayet birini Allah için
sevmiş isen, bu muhabbette kalbini her gün murakabe etmek, onu gözetmen
gerekir. Şunu da iyice bilmen gerekir ki, kalp amellerinden olan bu muhabbet karşısında muhakkak ki sen
ecrini alırsın. Şayet bu konuda bir an bile yalnız bırakmaz. Belki de
başlangıçta birini yalnız Allah için, O’nun rızası için seversin. O Allah için
sevdiğin kardeşin bir gün senin maddi bir sıkıntını giderir veya seni bir
makama bir mevkiye getirir. Şeytan’da bu duygulardan içeri girerek bu muhabbeti ifsad eder. Artık
kardeşini dünya menfaatleri için sevmeye başlarsın . Başlangıç rahmet iken,
sonuç Allah korusun azâb olur.
Şayet bir insan birini
Allah için seviyor ve bunun sebebiyle imanın tadını tatmak istiyorsa, bu muhabbette sadık olması, samimi olması
gerekir. Allah için sevdiği kardeşi ile beraber, ancak Allah’ın rızasını ve
Ahiret yurdunu umarak beraber olması gerekir. Bu sadık muhabbetin, bu samimi
muhabbetin yerine getirilmesi gereken unsurları vardır. Alimlere bunu iki
hasletle zikretmişlerdir.
Birinci Haslet: İyiliği emretmek.
İkinci Haslet ise: Münkerden nehyetmektir.
Bir insan, her ne kadar
Allah’ın taatinde olsa, istikamet ehli olsa, Allah için sevse de, unuttuğunda
Allah’ı hatırlatacak, onu Allah’ın taatinde sebat ettirecek kardeşlere ihtiyacı
vardır.
Bunun içindir ki Allah
için sevginin gereklerinden biri de kardeşin kardeşine Allah’ın taatinde ve
muhabbetinde yardımcı olması gerekir. Bazı alimler şöyle demişlerdir.
Şayet insan bir
kardeşine: Seni Allah için seviyorum, dese, sonra da o kardeşinde velev ki Allah’ı zikirde
noksanlıkta olsa bunu onda görse, Allah Azze ve Celle o kardeşinin bu konuda ki
noksanlığından ve onun buna sessiz kalmasından dolayı onu hesaba çeker.
Allah için sevmek tasdik
edilmeye, doğrulamaya ve uygulamaya ihtiyaç duyan bir iştir. Bazımızın bazısına
söylediği: Ben seni Allah için seviyorum, sözü, yeterli değildir. Allah için
sevmek, İslam bağlarından kendisine yapışılacak güvenilir sağlam bağ üzere
şehadettir. Allah’ın taati ve rızası ile yaşamasını sürdürmek gerekir. Allah
Azze ve Celle bunun güzel etkilerini zikretmiştir. Bunların en büyük
tesirlerinden biri de: Allah’ın taatine ve muhabbetine yardım etmesidir. Bu
konuda Peygamberi Musa aleyhisselamın sözüne işaret ederek şöyle buyurmuştur.
«Musa şöyle demişti: Rabbim
göğsümü aç bana işimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz . Sözümü anlasınlar.
Ailemden bana bir vezir çıkar. Kardeşim Harun’u, beni onunla kuvvetlendir.
İşimde onu bana ortak kıl. Seni daha çok tesbih edelim ve daha çok analım.
Şüphesiz sen bizi görmektesin.» ( Taha: 25 35)
Muhakkak ki din kardeşin
sana Allah’ın zikrinde ve Allah’ın taatinde yardımcı olur.
Allah için kardeşliğin
meyvelerinden biride şudur kardeşlerim: İslam kardeşliği, kişinin Allah’ın
haramlarından ve şeri cezalardan uzak durmasına yardımcı olur. Bunun içindir ki
kardeşlerim, kişinin nefsi kendisine bir kötülük emrettiği zaman veya Allah’ın
haramlarından bir haramı yapmasını emrettiği zaman hemen Allah için sevdiği din
kardeşinin yanına gitmelidir. O da kendisini Allah’ın azabıyla korkutur ona
Allah’ın güç ve kuvvetini ve O’nun cezalandırmasını hatırlatır.
İmanın üç tadından ikincisi olan: Allah için sevmek ve Allah
için buğz konusunda, Allah bir kulunu muvaffak kılarsa üçüncü bir semere gelir
ki, o da: İman ettikten sonra
tekrar küfre dönmeyi tıpkı
ateşe atılacakmış gibi kerih görmektir.
İmanın tadını almış bir mümin, kendi nefsinde
iman ettikten sonra bunun zıddı olan küfre dönmekten hoşlanmaz. Bu ise ancak bir
kulun kalbine iman girdiği ve bunu
doğruladığı zaman gerçekleşir. Bir mümin
imanın bir gereği, bir göstergesi olarak, her zaman küfre düşmekten korkar.
Sahabe, Allah onlardan razı olsun, kendi nefislerinde hep nifaktan korkarlardı.
Seleften bazısı şöyle demiştir: Vallahi her ne zaman sözümü
ve amelimi Kuran’a arz etsem, nefsimi,
nifakı ile ittiham ederim.
Bir başkası da şöyle demiştir: Vallahi ne zaman nefsimi
Kuran’a arz etsem nefsimi nifakta derine dalmış sayarım.
İmandan
sonra tekrar küfre dönmekten hoşlanmamak iki durumu içermektedir.
Birincisi: Küfürden
korkmaktır. Buna ise Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şu şekilde işaret
etmiştir. “ İman ettikten sonra tekrar
küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılacak gibi kerih görmektir.”
Şayet bir insana: Allah’ı inkâr etmeyi mi, yoksa ateşe atılmayı mı tercih edersin? diye sorulsa, Allah’ı inkâr
edip küfre düşmektense ateşe atılmayı tercih eder. Çünkü iman, onun kalbini
doldurmuş, onun kalbine işlemiştir. Allah Azze ve Celle’den bizleri ve sizleri
bu dereceye ulaştırmasını niyaz ederiz. Bizleri ve sizleri bu menzileye ulaştırmasını
dileriz.
Muhakkak ki insan, sonunun kötü olacağından emin olamaz.
Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi: أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ
اللَّهِ “Yoksa onlar Allah’ın tuzağından mı emin olmuşlardı.” (Araf: 99) Ayette gelen soru gösteriyor ki,
bir insan her ne kadar doğru yolda olursa olsun Allah’ın tuzağından emin
olamaz. Bunun içindir ki alimler şöyle demiştir.
Bir insanın dinine karşı doğruluğu, salahı, Allah Azze ve
Celle’ye karşı takvası arttıkça, topukları üzerinde gerisin geri dönüp
hüsrana uğrayanlardan olmaktan daha çok
korkak.”
Bu haslet, bu özellik, insanın imanının bir göstergesidir.
Çünkü o imanı kalbine yerleştirip imanın tadını tattığında, bunun zıddı olan
küfürden korkar. Küfürden, kâfir olmaktan ise
ancak imanında sâdık olan bir mümin
korkar. Bunun içindir ki kardeşlerim, yüce Arşın sahibi olan Allah Azze ve
Celle’den kalplerimizi dininde sabit kılınmasını, tâki Allah’a kavuşana kadar
imanımızı ziyadeleştirmesini niyaz ederiz.
İkincisi ise:
Hayrın noksanlığından korkmaktır. Bunun içindir ki alimlerden bazıları şöyle
demişlerdir:
Geceleri namaz kılmak
ve gündüzleri de oruçlu geçirmek gibi bir taatle Allah’ın
rızıklandırdığı kimse, şayet bunda bir noksanlık görürse, bunlara tekrar dönmek
için mücadele etsin. Çünkü o kimse, Allah Azze ve Celle’nin kendisini terk
etmesinden ve topukları üzerinde geri dönüp hüsrana uğramasından emin olamaz.
Bunun içindir ki mümin bir kimsenin, Allah katında nefsini
murakabe etmesi, sürekli gözlemlemesi gerekir. Şayet hayır hasletlerinden bir
haslet üzereyse ve onu ne olursa olsun terk etmiyor ise, muhakkak ki Allah,
insanı bazı musibetlerle imtihan eder. Şayet geceleri yatağından kalkıp ibadet
eden birisi ise, bazı meşguliyetler, uğraşlar ile seni imtihan eder. Şayet sen
imanında sâdık isen, o ibadetinde süreklilik göstersin ve Allah da sana
sebatın, istikrarın tadını tattırır.
Alimlerden bazıları şöyle dedi: “Şayet bir insan Allah’a
itaat eder ve hayır hasletlerinden bir haslet ile Allah’a yaklaşmak isterse,
şeytan ona bir fitne, bir hile ile gelir. Şu iyice bilinmelidir ki, Allah onu
bu haslet ile imtihan eder.”
Taat ile alakalı bir haslette imtihan edilen
ve bunda sebat gösteren bir insan, genellikle bunun tadını, Hesap günü,
Allah Azze ve Celle’nin huzurunda alır. Seleften bazısı şöyle demiştir:
“Namaz’da nefsimle yirmi sene mücadele ettim. Ondan ise kırk
sene lezzet aldım.”
Yirmi yıl, ona her yönden dünya meşguliyeti, düşünceler ve
vesveseler gelir. O ise bunlara karşı sabreder ve ecrini de Allah’tan bekler. Sonunda Allah bütün tehlikeleri giderir ve ona namazın tadını
tattırır.
Dini yaşamaya yeni başlayan bir gence yalnızca Allah’ın
bildiği düşünce ve vesveseler gelir. Şayet o genç, bunlara karşı sabreder ve
bunun ecrini de Allah’tan beklerse, bütün düşünce ve vesvelerden kurtulur.
Tıpkı geceden sonra gündüzün, aydınlığın olduğu gibi aydınlığa çıkar.
Bütün bu
saydıklarımızdan sonra, acaba: İmanın Tadına Nasıl Ulaşabiliriz?
Bu üç haslet her kimde
bir araya gelirse muhakkak ki o, imanın tadını tatmıştır. Allah Azze ve Celle
bunun uygulanmasına, gerçekleştirilmesine ise ancak evliya ve sevdiği kullarına
muvaffak kılar. Bunun için son soru: Bu muhabbette ulaşılmanın yolu nedir?
Allah’ın en güzel isimleri ve en yüce sıfatları ile istediğimiz bu imanın
tadını nasıl tadarız?
Buna ulaşmadaki en yüce ve
en yakın yol, duadır kardeşlerim. Allah’tan, imanın tadını tatmayı istemendir.
Rahman’a kulluğun lezzetini tattırmasını istemendir. Bir kul, Allah’a dua
ederse, muhakkak duasına icabet eder. Bir kul, Rabbinden bir şey isterse,
muhakkak onu verir ve muradına ulaşır. Bunun içindir ki Allah Allah Azze ve
Celle Kitabında: ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ «Bana dua edin duanıza
icabet edeyim.»
( Mümin/ Gafir: 60 ) buyurmuştur.
İkincisi ise
zikrettiğimiz sebeplere sarılmaktır. Bunların en üstünü de, din de anlayış
sahibi olmak ve alemlerin Rabbine taatine giden yolun bilinmesidir. Allah Azze
ve Celle, her kimde bu iki güzelliği bir araya getirir ve onu bu iki şeyle
rızıklandırırsa hiç şüphe yok ki o kul, imanın tadını alır ve Rahman’ın taatine
muvaffak kıldığı kullardan olur.
Allah’ım Sen bizim
Rabbimizsin. Senden başka hakkıyla ibadet
edilecek başka bir ilah yoktur. Bizleri kendisinden sonra hiçbir
acılığın olmadığı imanın tadını tatmayla rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra Küfür
olmayan bir imanla rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra
mutsuzluk olmayan bir saadetle rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden sonra azab
olmayan bir rahmetle rızıklandır ya Rabbi!
Muhakkak ki sen her şeye
kâdirsin.
Bizans
imparatoru Heraklius SORULARI VE CEVAPLAR
Müşrikler Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i, Mekke döneminde rahat bırakmadıkları gibi Medine’ye
hicret ettikten sonra da hiç rahat bırakmadılar. Gerek civar kabileleri
ayaklandırarak, gerek Medine'ye saldırarak, gerekse aleyhte propaganda yaparak
altı yıl içerisinde üç büyük savaşa onlarca seriyye'ye sebep oldular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hicretin altıncı
yılında şartlar aleyhte olmasına rağmen Mekke site devletinin reisleri ve civar
kabilelerle on yıllığına ‘Hudeybiye
Barış Anlaşması'nı imzaladı. Artık Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ, İslam'a dâvet ve eğitime ağırlık vermeye başladı.
Zamanın üç büyük süper devleti olan İran
Kisrâ'sına, Bizans Kayser'ine, Mısır Mukavkıs'ına "Eslim Telsem
(Müslüman ol, kurtul)" mesajını gönderdi... Süleyman aleyhisselâm'ın
Belkıs'a gönderdiği gibi... Mûsa
aleyhisselâm'ın Firavun'a bildirdiği gibi... İbrahim aleyhisselâm'ın
Nemrud'a haykırıdığı gibi... Allah Rasûlü'nün mektubunu Medine'den asırlarca
insanlığı sömüren Bizans imparatorluğunun kralına Dihyetü'l-Kelbî ulaştırdı... Rasûlullah'tan sonra en güzel ve
yakışıklı olan Dihyetü'l-Kelbî... Cebrâil'in onun sûretine girerek vahyi
getirdiği Dihye... Sahabeler de civar memleketlere yayıldılar. Çöle inen nuru
ötelere taşımak için...
Küfür
cephesine gelince:
Onlar dünyalık menfaat ve çıkardan başka ne tanırlar? Uzun zamandır ticaret
yapamayan Ebû Süfyan ve otuz küsur kişilik bir ticaret kervanıyla Şam diyarına
yola çıkıyor... Mallar yükleniyor, develer hazırlanıyor... İbnü İshâk
el-Megâzî'de İbn-i Şihâb ez-Zührî yoluyla Ebû Süfyan'nın şöyle dediğini
nakleder: "Biz tüccar bir kavimdik. Ancak harp bizi ticaretten alıkoydu.
Sulh dönemi başlayınca kureyşten bir grupla birlikte Şam'a ticaret yapmaya
çıktım. Allaha yemin ederim ki, kervanın yola çıkacağı duyulunca, Mekke'de
tanıdığım hiç bir erkek ve kadın kalmadı ki satmam için bana bir mal getirmiş
olmasın..."
Rasulullah
(sav.) kisra ve kayser'e mektup yazdı. Kayser mektubu okuyunca "Şimdiye kadar hiç
böyle bir mektup almamıştım" dedi. Böylece Heraklius emniyet müdürünü
çağırttı ve ona "Şam'ın altını üstüne getir ve bana bu adamın
(peygamberimizi kastediyor) kavminden birilerini bul getir" diye emretti.
Ebû Süfyan diyor ki "Vallahi, biz Gazze şehrindeyken bir de Bizans
akerleri bize hücûm etti ve hepimizi alıp saraya götürdüler"
İmparator Heraklius Îylîyâ şehrinde idi. Bu şehre
"İlyâ" da denilir. "Allah'ın Evi" anlamına gelir. Günümüzün
Kudüs'üdür. Bir rivayete göre bu şehir ismini Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sem'in
torunu "İlya"dan almaktadır.
Taberî "Târih"inde der ki: "İran kisrası
ordusunu Bizans topraklarına sürdü. Bir çok yeri yakıp yıktı. Sonra Kisra, ordu
komutanlarından Şehrebıraz'ı öldürmek üzere bir komplo hazırladı. Şehrebıraz
bunu öğrendi ve askerleriyle birlikte Bizans imparatoru Heraklius'un tarafına
geçti. Böylece Heraklius İran askerlerinin yardımıyla Kisra'yı hezimete
uğrattı. Bu nedenle Heraklius Allah'a teşekkürün bir ifadesi olarak Hımıs'tan
İlya'ya kadar yürümeye karar verdi. İmparator İlya'ya varıncaya kadar yollarına
kırmızı halılar serip kokular sürüyorlardı."
Kervan saraya ulaşınca Ebû
Süfyan ve beraberindekiler İmparatorun huzuruna çıkarıldılar. Bir de
baktılar ki İmparator Heraklius başında tâcı, yanında Rum'un liderleri, Ruhban
ve Kıssîs'ler ile birlikte tahtında oturuyor... İmparator tercümanlarını
çağırttı ve:
- Onlara sor. Arap
diyarında çıkan ve peygamber olduğunu iddia eden bu adama kan bağı bakımından
hanginiz en yakın?
Kervandakiler Ebû
Süfyan'ı işaret ediyor. Ebû Süfyan:
- O'na nesep
bakımından en yakın benim, diyor. Çünkü kervanının içinde Abd-i Menaf
oğullarından Ebû Süfyan'dan başka kimse yoktu.
Heraklius:
- Ona yakınlık derecen
nedir?, diye sorar. Ebû Süyfan:
- Amcamın oğludur,
der.
Zira Abd-i Menaf hem
Ebû Süfyan'ın hem de Rasulullah (sav.)'in dördüncü kuşaktan babasıdır.
Rasulullah (sav.)'in babası Abdullah, O'nun babası Abdulmuttalip, onun babası
Hâşim, onun babası Abd-i Menaf'tır. Ebû Süfyan'ın babası Harp, onun babası
Ümeyye, onun babası Abd-i Şems, onun babası Abd-i Menaf'tır. İmparator
Heraklius, Ebû Süfyan'ı öne çıkarttırır. Kervandakileri de onun arkasına saf
halinde dizer. Sonra tercümanlarına der
ki:
- Arkadaki adamlara söyleyin. Bu adama, peygamberlik iddia
eden o zat hakkında sorular soracağım. Eğer
yalan cevap verirse, hemen müdahale edip düzeltsinler... İmparator Heraklius,
çok zeki bir adam. Zaten Ebû Süfyan, İbn-i İshâk'ın rivayetinde bunu açıkça
zikrederek "Allah'a yemin ederim ki o güne kadar bu adamdan daha dâhî hiç
kimseyi görmedim" diyor.
Zira, o
dönemin şartlarında kocaman bir imparatorluğun krallığını yürütmek sıradan
insanların işi değildir. Ancak bir takım yetenekler ister. Demek ki imparatorda
sıradan insanlarda olmayan bazı özellikler vardı. Zaten Ebû Süyfanı öne
çıkartıp kervandakleri arkaya dizmesi buna işaret eder.
Ebû Süfyan
diyor ki:
- Allah'a yemin ederim ki, benim
hakkımda "yalan konuşuyor" demelerinden utanmasaydım, sorduğu
sorulara yalan cevap verirdim. (İbn-i İshak'ın rivayetinde:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer yalan söylemiş olsaydım bile,
arkamdakiler imparatorun huzurunda yalanımı ortaya çıkarmazlardı. Ancak ben
lider bir adamdım. Yalan söyleyerek
şerefimi küçük düşüremezdim. İyi biliyorum ki, eğer orda yalan söyleseydim
arkamdakiler imparatorun huzurunda beni yalanlamasalar bile, başka yerlerde
bunu konuşacaklardı. Bu nedenle yalan söylemedim"
Bu cümleler gösteriyor ki, cahiliyye dönemininin liderleri
bile yalanı çirkin görüyorlardı. Yalanın,
liderin şanını, şerefini, onurunu zedeleyeceğini biliyorlardı. Bir
lider yalana tenezzül etti mi, onun değerinin yıkılacağını, insanlar nezdinde
liderlik sıfatının yıkılacağını anlıyorlardı. Peki, günümüz dünyasında yalan
söyleyen politikacılara, liderlere, bakan ve vâlilere ne demeli? Bunların
hangisi câhilî, hangisi modern?!
Bizans
imparatoru Heraklius SORULARI VE CEVAPLAR
Birinci
Soru: - (Peygamberlik iddia eden o
zâtın) içinizdeki nesebi nasıldır? -O
içimizde soylu bir nesebe sahiptir.
İkinci
soru:
- Sizin (Kureyşin veya
Arapların) içinde bu sözleri ondan daha önce söyleyen hiç kimse varmıydı? - Hayır.
Üçüncü
soru:-
Babaları içinde kral olan var mı? - Hayır.
Dördüncü
soru:
- Zenginler (meşhur insanlar) mı ona tâbi oluyor, zayıflar mı? - Bilakis zayıflar.
Beşinci
soru:
-Ona tâbi olanlardan daha sonra ona kızıp dini beğenmediği için dinden dönen
var mı? - Hayır.
Altıncı
soru:
- Sayıları artıyor mu, azalıyor mu? -
Bilakis artıyor.
Yedinci
soru:
- Peygamberlik iddia etmeden önce onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldu mu?
- Hayır.
Sekizinci
soru:
- Anlaşmasını bozar mı? (Verdiği sözden döner mi? Hile yapar mı?) - Hayır. Ancak onunla şu anda bir anlaşma içindeyiz.
Gelecekte anlaşmasını bozup bozmayacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan'ın
katabileceği tek itham bu oldu. Çünkü gelecekte ne olacağını kimse bilemezdi.
Ancak gelecek şahit oldu ki Hudeybiye anlaşmasını Beşerin Efendisi değil Kureyş
bozdu)
Dokuzuncu
soru:
- Onunla hiç savaştınız mı?
- Evet. Bazen biz yendik, bazen o.
Onuncu
soru: - Size neyi emrediyor? -
Yalnızca Allah'a kulluk yapmayı, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamayı, namaz
kılmayı, dürüst olmayı, iffetli yaşamayı, akrabalarla ilgi kurmayı.
İMPARATORUN CEVAPLARA YORUMU
Bizans imparatoru Heraklius bu sorulardan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah tarafından
gönderilen bir peygamber olduğunu anladı ve bunu açıkça şöyle ifade etti.
1- Sana nesebini sordum, sen de soylu bir nesebe sahip
olduğunu söyledin. İşte peygamberler böyledir. Kavminin içinde soylu bir
aileden seçilirler.
2- Sana bu
sözleri daha önce içinizden hiç kimse söyledi mi?" diye sordum, sen de
"Hayır" dedin. Eğer bölgenizde daha önce bu sözleri söyleyen birisi
olsaydı "Bu adam önce söylenilen bir şeyi taklit ediyor" derdim.
3- Sana
"Babaları içinde kral olan var mıydı?" diye sordum. Sen de
"Hayır" cevabını verdin. Eğer babaları içinde kral olan birisi
olsaydı "Babasının krallığının talep ediyor" derdim.
4- Sana
"İnsanların zenginleri (tanınmışları) mı ona tabi oluyor yoksa zayıfları
mı?" diye sordum,
sen de "Zayıfları" dedin. İşte o zayıflar peygamberlerin tebaasıdır.
5- Sana, sayıları artıyor mu, azalıyor
mu?" diye sordum,
sen "Bilakis artıyor" dedin. İşte tamamlanıncaya kadar iman da
böyledir. (İman bir ışık yakar. Sonra o ışık, namaz, zekat, oruç gibi emirlerle
kemale erinceye kadar artmaya devam eder. O nedenledir ki Rasulullah'ın (sav.)
son senesinde "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslamı seçtim" ayet-i kerimesi nâzil oldu.
6- Sana, "O'na tâbi olanlardan hiç kimse
dinine kızdığı için dinden döndü mü?" diye sordum, sen de "Hayır"
cevabını verdin. İşte imanın ferahlığı kalplere girince böyle olur (Bir daha
geri çıkmaz). İbn-i İshak'ın rivayetinde "İşte imanın lezzeti böyledir.
Bir kalbe girdi mi daha oradan çıkmaz!"
7- Sana, "O zât, bu söylediklerini iddia
etmeden önce, onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldumu?" diye sordum, sen de
"Hayır" cevabını verdin. Kesinlikle anladım ki insanlara karşı hiç
yalan söylemeyen bir kimse Alah'a nasıl yalan söylesin? (Mahluka yalan
söylemeyen, Hâlık'a nasıl yalan söylesin? Yaratılmışa hiç yalan söylemeyen bir
kimse, kâinatın Yaratıcısı Azamet sahibi yüce varlığa karşı nasıl yalan
söyleyebilsin?! Yalan yere Allah bana vahiy göderdi diyebilsin?! Bu
imkansızdır! Bu Muhaldir!..)
8- Sana "Hilekarlık yapıp anlaşmasını
bozuyor mu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte
peygamberler de böyleir. Anlaşmalarını bozmazlar.
9- Sana "Onunla hiç savaştınız mı?"
diye sordum.
Sen de "Evet" dedin. "Onunla savaşınızın neticesi nasıl
oldu?" diye sordum, sen de "Harp bizimle onun arasında bir keşiktir.
Bazan biz kazandık, bazan o kazandı" dedin. İşte peygamberler böyle imtihan
edilirler. Ancak nihaî zafer onlarındır.
10-
"Size neyi emrediyor" diye sordum. Sen de "Yalnızca Allah'a
kulluk yapmanızı, O'na hiçbir şeyi denk tutmamanızı, namaz kılmayı, dürüstlüğü,
iffetli yaşamayı, akarabalarla ilgi kurmayı emrediyor" dedin.
SORU VE CEVAPLARIN YORUMLARI
İmparator Heraklius'un sorduğu bu on sorudan Efendimiz
aleyhisselatü vesselâm'ın şahsında peygamberlerin on vasfını sırayla şöyle
çıkarabiliriz:
1- Soylu bir aileden gelir. Üstün bir nesebe
sahip.
2- Körü körüne taklitçi değil
3- Dünyalık bir çıkar ve menfaat gözetmiyor.
Krallık talep etmiyor.
4- Haksızlık ve sömürü altında ezilen halkları
kurtarıcı. Güçlüyü değil haklıyı üstün tutuyor.
5- Hak yolda sebatkâr ve azimli. Gönüllere
hitap ediyor, kalplerde taht kuruyor.
6- Cezbedici, etkileyici, günden güne gelişiyor
ve kuvvetleniyor.
7-
Büyük-küçük, leyhte ve
aleyhte hiç bir
meselede yalan söylemiyor. Yalana
tenezzül etmiyor. Yalan
söyleyen bir kimse ya
kendi yaptığı ve
söylediği şeylerin yanlış olduğunu bildiği için yani hata ettiği için ya da
başkalarından kortktuğu için yalan söylediğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hatasız, söyledikleri
ve yaptıkları doğru. Bu nedenle Allah'tan başka hiç kimseden korkmuyor.
8- Anlaşmalarına bağlı, sözünde duran, hile
yapmaz
9- Zalimlere, müstekbirlere, zorbalara karşı
izzetli, gerektiğinde onlara karşı güç kullanıp onları hakka döndürebilen
10-
Getirdiği sistem yerin ve göklerin Yaratıcısına itaat ve O'nu noksan
sıfatlardan tenzih etme üzerine kurulu. Dürüst, iffteli, saygın, iyilik peşinde
koşan fertlerden oluşan faziletli toplumlarla dolu bir dünya kurmak istiyor.
Bizans
imparatoru Heraklius sorularını sorup cevapları yorumladıktan sonra Ebû
Süfyan'a dönüp şöyle dedi:
- Eğer söylediklerin doğru ise, O (zât) işte şu
ayaklarımı bastığım yerlere hakim olacaktır. Onun çıkacağını biliyordum. Ancak
O'nun sizin içinizden çıkacağını zannetmemiştim. Eğer ona ulaşabileceğimi
bilsem, hemen yolculuğa başlardım. Eğer O'nun huzurunda olsaydım, O'nun ayaklarını
yıkardım!..."
SON SÖZÜN YORUMU:
İmparator Heraklius'un bu sözlerinin anlamı şudur:Eğer
sorularıma doğru cevap verdiysen, o zat pek yakında şu ayaklarımı bastığım yere
hakim olacaktır: Muhaddisler bu sözü iki şekilde yorumlamışlardır:
1- Bu cümle Kudüs ve
Şam diyarının fethedileceğine işaret eder. Çünkü Heraklius Şam diyarının bir
parçası olan İlya şehrinde yani Kudüs'te oturuyordu.
2- Heraklius
"Ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır" derken bütün saltanatını
kastetmiştir. Çünkü bu sözleri söylerken tahtında oturuyordu. "Ayaklarımı bastığım şu yere"
derken tahtını kastemişti. Bu da bütün bizansın yani İstanbul'un
fethedileceğine işaret eder. Daha sonra tarih şahit olmuştur ki İmparator
heraklius'un bu sözü gerçekleşmiş Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilmiş,
ardından bin dörtyüz elli üç yılında Bizansın merkezi Kostantiniyye sultan
Muhammed Fatih'in iman dolu askerleriyle fethedilmiş ve Kostantiniyye
semalarında asırlar boyu son peygamberin ismi zikredilmiştir. İmparator Kıssîs
ve Ruhban'larla istişare ederdi. Kuran-ı Kerim'in de bildirdiği gibi İsa
aleyhisselâm kendisinden sonra son peygamberin geleceğini müjdelemiştir. Yesrib'teki yahudilerrin konuşmalarından
anladığımıza göre onlar da bir peygamberin geleceğini bekliyorlardı. Ancak
O'nun nereden, kimin içinden çıkacağı yalnızca ve yalnız Allah'ın irade ve
Meşiet'ine bağlıdır. O lütfunu dilediği kimselere verir. Eğer ona
ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım: Bu cümle Heraklius'un
sağ-salim Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve selleme
ulaşabilmekten endişe ettiğini, öldürülme korkusundan dolayı O'na ulaşmanın
mümkün olmayacağı kanaatide olduğunu gösterir.
Zira
Dağatır kıssasından da anlaşıldığına göre Dihye, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'ın mektubunu imparatora
takdim ettikten sonra Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve selleme
inanan hırıstiyan din alimleinden birisi Dihyetü'l-Kelbi'yi sarayın
koridorlarında yakaladı ve "Git, bu mektubun sahibine söyle. Ben şehadet
ederim ki o, efendimiz Mesih'in bize müjdelediği son peygamberdir" Sonra
beyaz elbiselerini giydi. İmparatorun huzuruna çıktı. Orada bulunanları islama
çağırdı. Kelime-i Şehadet getirince oradakiler hemen ayağa kalkıp onun üzerine
saldırdılar ve öldürdüler.
EFENDİMİZ'İN
(ASV.) BİZANS İMPARATORUNA GÖDERDİĞİ MEKTUP
Ebu Süfyan diyor ki:Daha sonra Heraklius, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in Dihye ile Busra
valisi yoluyla Heaklius'a gönderdiği mektubu istetti ve okudu. Mektupta şunlar
vardı:
Rahman
ve Rahîm Allah'ın adıyla
Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten, Rum lideri
Heraklius'a: Selâm Hidayete tabi olanların üzerinedir. Bundan sonra: Seni
İslamın çağrısına davet ediyorum. Müslüman ol, (huzur bulup) kurtul, ki Allah
mükâfâtını iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, (kendi günahınla birlikte)
bütün halkının günahını yüklenirsin. Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda
ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım. Ona hiç
bir şeyi denk tutmayalım. Allah'ı bırakıp birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer
onlar (ehl-i kitap, yahudi ve hırıstiyanlar) yüz çevirir iseler, (onlara) deyin
ki "Şahit olun! Biz (Allah'a teslim olan) Müslümanlarız".
Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemın Bizians İmparatoruna yolladığı bu kısa ibareli ama geniş
anlamı mektup bir çok hikmetlerle doludur.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten: Tahrif edildikten
sonra, dünyanın en büyük süper devletinin resmi dini haline gelen hırıstiyanlık
Hz. İsa'yı – hâşâ- ilah olarak görüyordu. Yaratıcıyı yaratılmış menzilesine
indirgeyen bu anlayış Bizans İmparatorluğunda bir çok zulümlere sebep oldu. Hem
Allah'a hem de hz. İsa'ya büyük bir iftira olan bu anlayışa Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Allah'ın kulu ve
elçisi" ibaresiyle bir reddiye verdi. Zira peygamberler asla Allah'ın
dengi değil, bilakis kulu ve elçileridir. Hem kulluk makamı makamların en
üstünüdür. Zira, yerin ve göğün Yaratıcısı, Habibini Furkan ve İsra surelerinin
başında "Kuluna Furkanı indirenin Şân'ı ne yücedir", "Kulunu bir
gece Mescid-i Haramdan, ayetlerimizi göstermek için etrafını mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksa'ya götüren her türlü noksanlıklardan münezzehtir"
ibareleriyle övmüştür.
2- Selâm Hidayete tâbi olanların üzerinedir: Tâhâ suresindeki bu
ayet-i kerime'yi Musa aleyhisselam yeryüzünün en büyük zalimlerinden biri olan
Firavun'a söylemişti. Şimdi asırlar geçtikten sonra aynı ibareyi son peygamber
dünyanın diğer bir sulüm imparatorluğunun kralına söylüyordu.
Bu ibarede hem büyük bir teşvik, hem de büyük bir tehdit ve
ihtar vardır: Hidayet Allah'ın indirdiği vahiydir. Vahye tabi olan dünyada da
âhirette de kurtulur. Selâmete, huzura ve mutluluğa kavuşur (Teşvik).
Yalanlayıp yüz çeviren ise acıklı bir azap altında işkence çeker. Zaten
"Selam, Hidayet'e tâbi olanların üzerinedir" ayet-i kerimesinin hemen
ardından "Allah'ın can yakıcı azabı da yalanlayıp yüz çevirenin
üzerinedir" ayet-i kerimesi gelmektedir. O halde, "Ey zamanın
firavunları ve kralları! Vahye tâbi olun ve kurtulun! Aksi takdirde azabınız
şiddetlidir!" mesajı vardır. Bu da bir tehdit ve uyarıdır. Bu ayet-i kerimenin
akabinde efendimiz (asv.) "Bundan sonra," diyerek kendi cümleleriyle
bu ayetin kapalı olarak içerdiği manaları beyan edip tekit etmiştir.
3- Seni İslam'ın çağrısına davet ediyorum: O çağrı da Nûh'un
çağrısı, İbrâhim'in çağrısı, Mûsa ve Îsa'nın çağrısı olan Tevhît inancıdır.
Yeryüzünde Allah'tan başka ilah, otorite, güç ve mabud tanımamayı ifade eden
"Lâ ilâhe illallah" çağrısıdır. Yerin ve göklerin yaratıcısına itaat
çağrısıdır.
4-
Eslim, Teslem" Müslüman ol, kurtul): Cevâmiu'l-Kelim (az kelimelerle,
geniş manalar ifade etme) yeteneğine sahip olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu iki kelimelik
cümlesi dünya tarihindeki olaylar ve dünyanın geceğinde insanların yapacağı
olayları özetleyecek kadar geniş anlamlı iki kelimelik bir cümledir. Zira
dünhya tarihi insanın hayat sahnesidir. İşte bu sahnede –geçmişte yaşanan
olayların bize ıspatladığı gibi- yaratıcıya teslim olan, O'na itaat eden, O'nun
emir ve yasaklarını aynen uygulayan kimseler selamete erip taat
kurtulmuşlardır. Yaratıcıya teslim olmayan , O'na itaat etmeyen kimseler ise
dünya ve ahiretin fitneleri altında helak olmuşlardır. İşte tarihte yaşananlar
bunun şahididir. Nerede şimdi Âd ve Semûd kavmi!?.. Nerede Yaratıcıya isyan
eden Lût kavmi?... Nerede Mûsa'nın peşinden koşan Firavun ve ordusu?... Nerede
İbrahimi ateşe atan Nemrutlar?... Nerede Ebu Cehil'ler?... İşte son peygamber
bir kere daha haykırıyor zulmün liderine... "Müslüman ol, kurtul"
diyor!.. Kıyamete kadar gelen zalimlere!...
5- Ki Allah sana ödülünü iki kat versin: Hem hz. İsa'ya, hem de
hz. İsa'nın emrine uyup son peygambere inanıp itaat ettiğin için... Hem kendin
inandın, hem de senin inanmanla sana tabi olanların inanmasına vesile olduğun
için... Allah Teâlâ buyuruyor ki:
"Bundan evvel kendilerine kitap verdiğimiz (nice
kimseler vardır ki) onlar buna (Kuran'a) inanıyorlar. Onlara (kuran ayetleri)
okunduğu zaman "Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimizden gelen bir
Hakk'tır. Hakikat biz bundan evvel de İslam'ı kabul emiş kimselerdik"
derler. İşte bunlara, sabır ve (sebat) ettiklerinden dolayı, mükâfaatları iki
defa verilir"
Ebu
Mûsa el-Eş'arî (r), Allah elçisinin şöyle dediğini rivayet etti:
"Üç
sınıf insan vardır ki bunlara ödülleri iki kat verilecektir:
i- Ehl-i Kitaptan olup ta hem kendi peygambrine hem de
muhammed'e iman edenler.
ii- Hem Allah'ın haklarını hem de efendisinin haklarını
yerine getiren köleler.
iii- Cariyesi bulunan ve bu cariyeyi eğiten, eğitimini de
güzel yapan, sonra da onu azât edip evlenen kimseler. Bedir ehlinden Ebû Mes'ûd
Ukbe bin Amr (r), Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellemin
şöyle dediğini rivayet etti: "Kim bir iyiliğin yapılmasına vesile olursa,
o iyiliği yapan kimsenin ecri gibi sevap alır"
6- Eğer Yüz Çevirirsen ( kendi günahınla
birlikte) bütün Halkının Günahını Yüklenirsin: Çünkü halk yığınları sana
tâbidir. Senin kararın milyonları etkileyecektir. Hatta o milyonların
torunları, onların torunları ve onların yansımalarıyla birlikte kıyamete kadar
gelen nesillerin mesulyetini taşıyacaksın. Bu kısa cümlelerin ne anlama
geldiğini anlayan Heraklius'un yüzünen terler boşalmaya başladı. Zira, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur:
"İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine
uyanların sevabı verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiç bir şey eksilmez. Başkalarını delâlete çağıran
kimseye de , kensisine uyan kimselrin
günahları verilir. Ona uyanlrın günahlarından da hiç bir şey eksilmez"
İbn-i Mes'ûd (r), Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etti: "Haksız olarak öldürülen
hiç kimse yoktur ki Âdem'in ilk oğluna ondan bir nasip yazılmış olmasın. Çünkü
öldürme olayını ilk o başlatmıştı..."
Ardından Efendimiz(asv.) yahudi ve hırıstıyanlarla
stratejimizi belirleyen bir ayet-i keimeyi bildirdi: "Ey ehl-i Kitap!
Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Bu ifade o ortak
kelimenin hem Hz. İsa'ya, hem Hz. Musa'ya hem de Hz. Muhammed'e (asv.) ortak
olarak vahyedildiğine işaret eder. Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen o ortak
kelimenin ne olduğunu ve orijinal ibaresini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirilen vahiy
açıklıyor:
i- Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım
ii- O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım
iii- Allah'ı bırakıp bir birimiz rabb'ler
edinmeyelim
Böylece "Ey hırıstiyanlr! Eğer siz Hz. İsa'yı gerçekten
seviyor iseniz ona vahyedilen bu kelimeye tâbi olun! Ey yahudiler! Hz. Musa'nın
bağlıları olduğunuzu iddia ediyorsanız ona vahyedilen bu kelimeye gelin"
mesajı veriliyor..
- Ama maalesef ehl-i kitap buzağıya taptılar...
- Hz. İsa'yı ve Uzeyr'i Allah'a denk tuttular
- Ahbar ve ruhbanlarını rabb edindiler
Adiyy bin Hâtim boynunda bir haç olduğu halde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıktığında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Onlar (ehl-i
kitap) Ahbar'larını (yahudi din alimleri) ve ruhaban'larını (hırıstıyan din
alimleri) Allah'ı bırakıp rabb'ler edindiler. Meryem oğlu İsa'yı da... Halbuki
onlar (tevrat ve incilde) tek bir ilahtan başkasına kulluk yapmamamakla
emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. O , onların ortak koşup denk
tuttukları şeylerden münezzehtir ( Yücedir)" ayet-i kerimesini okudu.
Adiyy bin Hâtim: "Biz ruhbanlarımıza ibadet etmiyorduk" diyerek
itiraz etti. Bunun üzrine Efendimiz (asv.) meseleyi izah etti:
- O ruhbanlar, Allah'ın helal kıldığını haram,
haram kıldığını da helal yapmadılar mı?
- Evet
- Siz de onlara itaat etmediniz mi?
- Evet
- İşte bu onları rabb edinmenizdir.
O halde Allah'ın kanunlarını bırakıp kendi kafalarına göre
kanun koyanlar (haramı helal, helali haram yapanlar), kendilerini ilah yerine
koyanlardır. Onlara itaat edenler de o ilahları rab edinenlerdir. O halde ey
ehl-i kitap! Musa aleyhisselâm'ın, İsa aleyhisselâm'ın ve Muhammed
aleyhissalâtü vesselâm'ın dünya halklarına bildirdiği ortak meseja gelin:
i-
Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım
ii- O'na
hiç bir şeyi denk tutmayalım
iii-
Allah'ı bırakıp birbirimizi rabb edinmeyelim.
"Eğer onlar (yahudi ve hırıstıyanlar) yüz çevirir
iseler ( bu esasları kabul etmeyip Vahy'e tâbi olmazlar iseler) onlara deyin ki
"Şâhit olun. Biz (kendimizi Allah'a teslim eden) müslümanlarız": Biz
yerin ve göğün Yaratıcısına teslim olduk. O'na itaat ettik. O'nun gönderdiği
vahyi (emir ve yasakları) kabul ettik. O'nun gönderdiği son peygambere, son
kitaba, tarihte gönderilen bütün peygamberlere, bütün kitaplara iman ettik,
tasdik ettik, kabul ettik. Artık sizin yolunuz size, bizim yolumuz
bizedir.Yeniden Diriliş Günü, Yerin ve Göğün Yaratıcısı bizimle sizin
aranızdaki hükmünü verecektir.
Ibn'ü Hacer el-Askalânî "Fethu'l- Bârî Bi Şerhi
Sahîhi'l-Buhârî" adlı muhteşem eserinde der ki: "Bu mektubun kısa
cümleleri dört ince latife ile doludur (Emir, Teşvik, Uyarı ve Tehdit):
i- Müslüman ol (Emir)
ii- Ki (selâmete erip) kurtulasın ve Allah
mükafatını iki kat versin (Teşvik ve sevdirme)
iii- Eğer yüz çevirirsen (Uyarı)
iiii- Halkının günahını yüklenirsin (Tehdit)
Ebû Süyfan
diyor ki: Bizans
imparatoru Heraklius sorularını sorup mektubu okumayı bitirir bitirmez salonda
bir gürültü koptu. Sesler yükselmeye başladı. Bizidışarı çıkardılar.
Arkadaşlarımla baş başa kalınca onlara dedim ki:
- Andolsun ki Ebû
Kebşe'nin oğlunun durumu muazzam bir durumdur. Zira, Asfar (sarı) oğullarının
kralı ondan korkuyor. O'nun bir gün
galip geleceğini biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil edinceye
kadar..." Ebu Süfyan "Ebû Kebşe'nin
oğlu" ibaresiyle Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'i kastediyor. Zira büyük işlerde kapalı ibareler kullanmak
Arapların âdeti idi. Ebû Kebşe Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in dedelerinden birisinin adıdır.
HERAKLİUS'UN
SON DURUMU
İbnü Hacer el-Askalânî "Fethu'l-Bârî"de şöyle der:
"Dihye, imparatorun huzuruna çıkıp mesajı iletince Heraklius, şura üyesi
danışmanlarından bir hırıstiyan din âlimine meseleyi arz etti. O âlim:
- İşte bu, (yıllardır)
beklediğimiz ve Efendimiz İsa'nın bize müjdelediği zât'tır. Ben onu tasdik
ediyorum ve O'na tabi oluyorum, dedi. Kayzer ise:
- Eğer ben bunu
yaparsam saltanatım gider, dedi.
Dihye diyor ki:
- (Koridorda) bu
hırıstıyan din âlimi beni yakalayıp şöyle dedi: "Bu mektubu al ve Efendine
git. Ona selam söyle. Ona de ki "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka
ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir. Ben ona iman ettim ve tasdik ettim.
Onlar ise beni reddettiler". Sonra bu âlim içeri girdi ve onu öldürdüler.
أُصُول
السُّـنّة
Ehli Sünnetin Esasları
للإمام أحمد بن حنبل الشيباني
وهي من رواية عبدوس ابن مالك لعطار
İmam Ahmed Bin Hanbel
(Abdus İbni Malik el Attar rivayeti)
قال أبو يعلى الحنبلي: «لو رُحل إلى الصين في طلبها لكان قليلا»
Ebu Ya’la el Hanbeli der ki; “Bu (kitabı) aramak için
Çin’e bile yolculuk yapılsa, yine az gelirdi.”
قال الإمام أحمد - رضي
الله عنه -: أصول السنة عندنا:
İmam Ahmed r.a. dedi
ki; “İndimizde sünnetin esasları şunlardır;
1 - التمسك بما كان عليه أصحاب الرسول - صلى
الله عليه وسلم –
1- Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellemin ve ashabının üzerinde bulundukları şeye sıkı
sarılmak
2 - والاقتداء بهم
2- Onlara uymak
3 - وترك البدع
3- Bidatleri terk
etmek
4 - وكل بدعة فهي ضلالة
4- Her bidati
dalalet (sapıklık) olarak bilmek
5 - وترك الخصومات والجلوس مع أصحاب الأهواء
5- Heva ehli bidatçilerle
tartışmayı ve onlarla oturmayı terk etmek.
6 - وترك المراء والجدال والخصومات في الدين
6- Dînî hususlarda
çekişmeyi, tartışmayı ve düşmanlığı terk etmek
7 - والسنة عندنا آثار رسول الله - صلى الله
عليه وسلم –
7- Bize göre sünnet;
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilenlerdir.
8 - والسنة تفسر القرآن، وهي دلائل القرآن
8- Sünnet, Kur’an’ı
tefsir eder ve Kur’an’ın delilidir.
9 - وليس في السنة قياس، ولا تضرب لها
الأمثال، ولا تدرك بالعقول والأهواء. إنما هو الاتباع وترك الهوى
9- Sünnette kıyas
olmaz, ona darbı mesel yapılmaz, heva ve akıllar onu tam olarak kavrayamaz.
Şüphesiz bu ancak tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir.
11 - ومن السنة اللازمة التي من ترك منها
خصلة، لم يقبلها ويؤمن بها؛ لم يكن من أهلها:
11- Sünnetin gereklerinden
bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun ehlinden olamaz.
12 - الإيمان بالقدر خيره وشره. والتصديق
بالأحاديث فيه. والإيمان بها. لا يقال: (لمَ؟) و (كيف؟)، إنما هو التصديق والإيمان
بها. ومن لم يعرف تفسير الحديث، ويبلغه عقله؛ فقد كفي ذلك وأحكم له ؛
فعليه الإيمان به والتسليم له.
مثل
حديث: «الصادق المصدوق» ومثل ما كان مثله في القدر والرؤية والقرآن وغيرها من
السنن مكروه، ومنهي عنه، لا يكون صاحبه، وإن كان بكلامه سنة من أهل السنة حتى يدع
الجدال ويسلم. ويؤمن بالآثار
12- Kadere hayrı ve
şerri ile iman etmek, bu konudaki hadisleri tasdik etmek, onlara inanmak
gerekir. “niçin?” “nasıl?” diye sorulmaz. Ona iman ve tasdik ancak budur.
Hadisin açıklamasını bilmeyen, ona akıl erdiremeyen, bunun hükmünde iman etmek
ve teslim olmak ile yetinir. Böyle bir kimsenin, “sadıkul masduk”’un hadisinde,
kader, rü’yet, Kur’an gibi konularda varid olan sünnetlerde konuşmaktan
yasaklanmıştır. Sünnetle konuşsa bile, tartışmayı bırakıp teslim oluncaya ve
gelen rivayetlere iman edinceye kadar Ehli Sünnet ashabından olamaz.
13 - والقرآن كلام الله وليس بمخلوق، ولا
يضعف أن يقول: ليس بمخلوق. قال: فإن كلام الله ليس ببائن منه، وليس منه شيء مخلوق.
وإياك ومناظرة من أحدث فيه، ومن قال باللفظ وغيره، ومن وقف فيه قال: (لا أدري
مخلوق أو ليس بمخلوق، وإنما هو كلام الله). فهذا صاحب بدعة مثل من قال: (هو
مخلوق)، وإنما هو كلام الله ليس بمخلوق.
13- Kur’an Allah
Kelamıdır, mahluk değildir. “O mahluk değildir” demekte gevşeklik gösterilmez.
Şüphesiz Allah’ın Kelamından hiçbir şey mahluk değildir. Bu konuda tartışmaya
girmekten sakın! Onun lafzı ve başka şeyler hakkında konuşan veya “Mahluk mu değil mi bilmem.” Diyerek tevakkuf
eden de, “O mahluktur” diyen de bidat sahibidir. Şüphesiz o ancak Allah’ın
kelamıdır. Mahluk değildir.
14 - والإيمان بالرؤية يوم القيامة كما روي
عن النبي - صلى الله عليه وسلم - من الأحاديث الصحاح
14- Allah’ın kıyamet
gününde görüleceğine iman etmek. Nitekim bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’den sahih hadislerle gelmiştir.
15 - وأن النبي - صلى الله عليه وسلم - قد
رأى ربه. فإنه مأثور عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - صحيح. رواه قتادة عن
عكرمة عن ابن عباس، ورواه الحكم عن أبان عن ابن عباس، ورواه علي بن زيد عن يوسف بن
مهران عن ابن عباس. والحديث عندنا على ظاهره، كما جاء عن النبي - صلى الله عليه
وسلم - والكلام فيه بدعة. ولكن نؤمن به كما جاء على ظاهره. ولا نناظر فيه أحدا
15- Şüphesiz
peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini görmüştür. Bu, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiştir. Bunu Katade,
İkrime’den, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. El Hakem,
Eban’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Yine Ali Bin
Zeyd, Yusuf bin Mihran’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet
etti. Bize göre bu hadis Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den zahirinde
geldiği gibidir. Bu konuda kelama dalmak bidattir. Lakin biz zahirinde geldiği
gibi iman eder, bu konuda kimseyle tartışmayız.
16 - والايمان بالميزان بوم القيامة. كما جاء
«يوزن العبد يوم القيامة فلا يزن جناح بعوضة» وتوزن أعمال العباد كما جاء في
الأثر. والإيمان به والتصديق به، والإعراض عن من رد ذلك وترك مجادلته
16- Kıyamet gününde
mizana iman ederiz. Geldiği gibi; kul kıyamet gününde tartılır da sivri sinek
kadar ağırlık taşımaz. Eserde geldiği gibi kulların amelleri tartılır. Ona iman
ve tasdik etmek, bunu kabul etmeyenden uzaklaşmak ve tartışmayı terk etmek
gerekir.
17 - وأن الله يكلم العباد يوم القيامة ليس
بينهم وبينه ترجمان والإيمان به والتصديق به
17- Şüphesiz Allah,
kıyamet gününde kullarıyla arada bir tercüman olmadan konuşacaktır. Buna iman
edilir ve tasdik edilir.
18 - والإيمان بالحوض وأن لرسول الله - صلى
الله عليه وسلم - حوضا يوم القيامة ترد عليه أمته، عرضه مثل طوله مسيرة شهر، آنيته
كعدد نجوم السماء على ما صحت به الأخبار من غير وجه.
18- Havz’a iman
etmek gerekir. Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kıyamet
gününde, ümmetinin ona uğrayacağı bir havzı olacaktır. Genişliği de boyu gibi
bir aylık mesafedir. Üzerindeki kapların sayısı gökteki yıldızlar kadardır.
Bundan başka bu konudaki sahih olan haberlere iman ederiz.
19 -
والإيمان بعذاب القبر
19- Kabir azabına
iman etmek gerekir.
20 - أن هذه الأمة تفتن في قبورها وتسأل عن الإيمان والإسلام، ومن ربه ؟ ومن نبيه
؟ ويأتيه منكر ونكير كيف شاء الله عز وجل وكيف أرارد. والإيمان به والتصديق به
20- şüphesiz bu
ümmet kabirlerinde imtihan olunacak, imandan, islamdan, rabbinin kim
olduğundan, peygamberinin kim olduğundan sorulacaklardır. Allah nasıl dilemiş
ve nasıl murad etmişse o şekilde münker ve nekir melekleri gelecektir. Buna
iman ve tasdik ederiz.
21 - والإيمان بشفاعة النبي - صلى الله عليه
وسلم - لقوم يخرجون من النار بعدما احترقوا وصاروا فحما؛ فيؤمر بهم إلى نهر على
باب الجنة - كما جاء في الأثر - كيف شاء الله وكما شاء.
إنما هو الإيمان والتصديق به.
21- kömür gibi
oluncaya kadar cehennemde yandıktan sonra bir kavmin Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’in şefaatiyle oradan çıkacaklarına iman etmek. Onlara cennetin
kapısındaki nehre girmeleri emrolunur. Bu Allah nasıl dilerse öyle olur. Buna
ancak iman eder ve tasdik ederiz.
22 - والإيمان أن المسيح الدجال خارج مكتوب
بين عينيه كافر، والأحاديث التي جـاءت فيـه، والإيمان بأن ذلك كائن.
22- Mesih Deccal’in
çıkacağına, iki gözünün arasında kafir yazılı olacağına iman etmek. Bu konuda
hadisler gelmiştir. Bunların olacağına iman etmek gerekir.
23 - وأن عيسى ابن مريم - عليه السلام –
ينـزل فيقتله بباب لد.
23- şüphesiz Meryem
oğlu İsa aleyhisselam, nüzul ederek deccali Lüd kapısında öldürecektir.
24 - والإيمان قول وعمل يزيد وينقص
كما جاء في الخبر "أكمل المؤمنين إيمانا أحسنهم خلقا"
24- İman kavil ve
ameldir. Artar ve eksilir. Tıpkı rivayette; “İman bakımından müminlerin en
kamili, ahlakça en güzel olanıdır” buyrulduğu gibi.
25 - "ومن ترك الصلاة فقد كفر"
و"ليس من الأعمال شيء تركه كفر إلا الصلاة" من تركها فهو كافر. وقد أحل
الله قتله.
25- “Kim namazı terk
ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel yoktur.” Kim namazı
terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal kılmıştır.
26 - وخير هذه الأمة بعد نبيها: أبو بكر
الصديق، ثم عمر بن الخطاب، ثم عثمان بن عفان. نقدم هؤلاء الثلاثة كما قدمهم أصحاب
رسول الله - صلى الله عليه وسلم -. لم يختلفوا في ذلك. ثم بعد هؤلاء الثلاثة أصحاب
الشورى الخمسة: علي بن أبي طالب , وطلحة، والزبير، وعبد الرحمن بن عوف، وسعد،
وكلهم يصلح للخلافة. وكلهم إمام. ونذهب في ذلك إلى حديث ابن عمر "كنا نعد
ورسول الله - صلى الله عليه وسلم - حي وأصحابـه متوافرون: أبوبكر ثم عمر ثم عثمان،
ثم نسكت" ثم بعد أصحاب الشورى أهل بدر من المهاجرين، ثم أهل بدر من الأنصار
من أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم - على قدر الهجرة والسابقة أولا فأول.
26- Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es
Sıddık, sonra Ömer bin el Hattab, sonra Osman bin Affan radıyallahu anhumdur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabının öne geçirdikleri gibi biz
de bunları öne geçiririz. Bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Bu üçünden sonra beş
şura ashabı; Ali bin Ebi Talib, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Sa’d
radıyallahu anhum gelir. Bunların hepsi hilafet için uygundur. Hepsi de
imamdır. Bu konuda mezhebimiz İbni Ömer radıyallahu anhuma hadisidir;
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken, ashabı şöyle sıralanırdı;
Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra susardık.” Bundan sonra Muhacirlerden
ve Bedir ehlinden olan şura ashabı gelir. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in Ensar’dan olan Bedir ehli ashabı gelir. Bundan sonra hicretteki
önceliklerine göre sıralanırlar.
27 - ثم أفضل الناس بعد هؤلاء أصحاب رسول
الله - صلى الله عليه وسلم - القرن الذي بعث فيهم. كل من صحبه سنة أو شهرا أو يوما
أو ساعة أو رآه فهو من أصحابه له من الصحبة على قدر ما صحبه، وكانت سابقته معه
وسمع إليه ونظر إليه نظرة. فأدناهم صحبة هو أفضل من القرن الذين لم يروه. ولو لقو
الله بجميع الأعمال؛ كان هؤلاء الذين صحبوا النبي - صلى الله عليه وسلم - ورأوه
وسمعوا منه ومن رآه بعينه وآمن به ولو ساعة أفضل لصحبته من التابعين ولو عملوا كل
أعمال الخير.
27- Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sahabelerinden sonra insanların en üstünleri,
O’nun gönderildiği asırda yaşayıp, O’nunla bir sene, veya bir ay, veya bir gün
veya bir saat sohbet eden veya O’nu gören her bir sahabedir. O’nunla beraber
sahabelik yapan, onu işiten ve onu gören, sahabeliğine göre sıralanır. Onların
sahabelik bakımından en altta olanı, topladığı bir çok amellerle Allah’a
kavuşsa bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyenlerden üstündür.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabelik edenler, O’nu görmüşler, onu
dinlemişlerdir. Onu gözüyle görüp iman eden kimse, bir saatlik görse de,
sahabeliği sebebiyle, bütün hayırlı toplamış olan tabiinden üstündür.”
28 - والسمع والطاعة للأمة وأمير المؤمنين
البر والفاجـر ومن ولي الخلافة، واجتمع الناس عليه ورضوا به، ومن عليهم بالسيف حتى
صار خليفة وسمي أمير المؤمنين.
28- İyi de olsa,
günahkar da olsa ümmetin, insanların etrafında toplanıp razı oldukları, ve
kılıçla halifeliğini kabul ettikleri, müminlerin hilafet makamındaki emirini
dinleyip itaat etmeleri gerekir.
29 - والغزو ماض مع الأمراء إلى يوم القيامة
البر والفاجر لا يترك.
29- Kıyamet gününe
kadar iyi ve facir emirlerle birlikte gazaya çıkmak terk edilmez.
30 - وقسمة الفيء، وإقامة الحدود إلى الأئمة
ماض، ليس لأحد أن يطعن عليهم، ولا ينازعهم.
30- Fey’in taksimi
ve hadlerin ikamesi imamlara aittir. Hiç kimse onlara bu hususta hakaret edemez
ve onlarla çekişemez.
31 - ودفع الصدقات إليهم جائزة نافذة. من
دفعها إليهم أجزأت عنه برا كان أو فاجرا.
31- Zekatları onlara
vermek caiz ve geçerlidir. Zekatını onlara veren kimsenin zekatı, imamları iyi
yada facir olsun yerini bulur.
32 - وصلاة الجمعة خلفه، وخلف من ولاه جائزة
باقية تامة ركعتين، من أعادهما فهو مبتدع، تارك للآثار، مخالف للسنة، ليس له من
فضل الجمعة شيء؛ إذا لم ير الصلاة خلف الأئمة برهم وفاجرهم فالسنة بأن يصلي معهم
ركعتين ويدين بأنها تامت. لايكن في صدرك من ذلك شك.
32- halifenin ve onun
tayin ettiği kimsenin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, tamdır ve iki rekat
olarak kılınır. Bu namazı eksik görüp iade eden bidatçidir, eserleri
(hadisleri) terk ederek sünnete muhalefet etmiş olur. İmamların iyisinin ve
facirinin ardında namaz kılmayı caiz görmezse, o kimseye Cuma’nın faziletinden
bir nasip yoktur. Sünnet ise, namazı onlarla beraber iki rekat olarak
kılmaktır. Bu eksiksiz bir namazdır, gönlünde bu hususta bir şüphe olmasın.
33 - ومن خرج على إمام من أمة المسلمين وقد
كان الناس اجتمعوا عليه وأقروا له بالخلاقة بأي وجه كان بالرضا أو بالغلبة فقد شق
هذا الخارج عصا المسلمين، وخالف الآثار عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - فإن
مات الخارج عليه مات ميتة جاهلية.
33- İnsanların,
ister halifeliğini razı olarak kabul ettikleri, ister zorla etrafında toplanmış
oldukları Müslüman ümmetten olan bir İmam’a karşı çıkan kimse, Müslümanların
birliğini bozmuş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen
rivayetlere muhalefet etmiş olur. Bu şekilde ölürse cahiliye üzere ölmüş olur.
34 - ولا يحل قتال السلطان ولا الخروج غليه
لأجد من الناس. فمن فعل ذلك فهو مبتدع على غير السنة والطريق.
34- Sultana karşı
savaşmak helal değildir ve insanlardan hiç kimsenin onlara karşı çıkması caiz
değildir. Kim böyle yaparsa sünnetin ve doğru yolun haricinde bir bidatçidir.
35 - وقتال اللصوص والخوارج جائز إذا عرضوا
للرجل في نفسه وماله فله أن يقاتل عن نفسه وماله، ويدفع عنها بكل ما يقدر، وليس له
إذا فارقوه أو تركوه أن يطلبهم، ولا يتبع آثارهم، ليس لأحد إلا الإمام أو ولاة
المسلمين. إنما له أن يدفع عن نفسه في مقامه ذلك، وينوي بجهده أن لا يقتل أحدا؛
فإن مات علي يديه في دفعه عن نفسه في المعركة فأبعد الله المقتول وإن قتل هذا في
تلك الحال وهويدفع عن نفسه وماله رجوت له الشهادة. كما جاء في الأحاديث وجميع
الآثار في هذا إنما أمر بقتاله، ولم يأمر بقتله ولا اتباعه، ولا يجيز عليه إن صرع
أو كان جريحا، وإن أخذه أسيرا فليس له أن يقتله، ولا يقيم عليه الحد، ولكن يرفع
أمره إلى من ولاه الله فيحكم فيه.
35- Kişinin canına
ve malına saldırırlarsa, canını ve malını korumak için hırsızlara ve haricilere
karşı savaşmak caizdir. Gücü yettiği kadar onlara karşı kendini müdafaa eder.
Onlar bırakıp giderlerse onları takip etmez. Bunu ancak Müslümanların imamı
yapabilir. Kişinin sadece bulunduğu yerde kendisini savunması ve kimseyi
öldürmemeye niyet etmesi gerekir. Şayet canını ve malını müdafaa esnasında
saldırganı öldürürse Allah’tan uzak olanı öldürülendir. Şayet canını ve malını
savunurken öldürülecek olursa, hadislerde geldiği gibi o kimsenin şehid
olmasını umarım. Bu konudaki bütün hadisler, saldırgan ile çarpışmayı emreder
fakat, onu öldürmeyi ve arkasını takip etmeyi emretmez. Eğer onu yaralarsa veya
esir alırsa o öldürülmez. Ona had cezası da uygulanmaz. Onun durumu Allah’ın
kendisine yetki verdiği kimseye havale edilir ve buna o hükmeder.
36 - ولا نشهد على أحد من أهل القبلة بعمل
يعمله بجنة أونار. نرجو للصالح ونخاف عليه، ونخاف على المسيء المذنب. ونرجو له
رحمة الله.
36- kıble ehlinden
herhangi bir kimsenin işlediği bir amel sebebiyle onun cennetlik veya
cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih kimse için ümit besleriz ve
günahkar kimse için de korkar, onun için Allah’ın rahmetini umarız.
37 - ومن لقي الله بذنب يجب له ربه النار
-تائبا غير مصر عليه - فإن الله يتوب عليه. ويقبل التوبة عن عباده ويعفو عن
السيئات.
37- kim Allah’ın
huzuruna cehennemi gerektiren bir günahta ısrar etmemiş ve ondan tevbe etmiş
olarak çıkarsa, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. O, kullarının
tevbesini kabul edendir, kötülüklerini bağışlayandır.
38 - ومن لقيه وقد أقيم عليه حد ذلك الذنب في
الدنيا فهو كفارته. كما جاء في الخبر عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم -.
38- bu günahından
dolayı kendisine had uygulanmış olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimseye gelince,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayette olduğu gibi, onun
günahına kefaret olur.
39 - ومن لقيه مصرا غير تائب من الذنوب التي
قد استوجب بها العقوبة ؛ فأمره إلى الله إن شاء عذبه وإن شاء غفر له.
39- ceza gerektiren
bir günaha tevbe etmeden Allah’ın huzuruna çıkan kimseyi, Allah dilerse azab
eder, dilerse bağışlar.
40 - ومن لقيه من كافر عذبه ولم يغفر له.
40- kafir olarak
Allah’ın huzuruna çıkan kimse azaba uğrar, bağışlanmaz.
41 - والرجم حق على من زنا وقد أحصن إذا
اعترف أو قامت عليه بينة.
41- evli iken zina
eden kimse bunu itiraf ederse veya zina ettiğine dair delil ortaya konursa,
onun recm edilmesi haktır.
42 - وقد رجم رسول الله - صلى الله عليه وسلم
-.
42- nitekim
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem recim cezası uygulamıştır.
43 - وقد رجمت الأئمة الراشدون.
43- Raşid imamlar da
recim cezasını uygulamışlardır.
44 - ومن انتقص أحدا من أصحاب رسول الله -
صلى الله عليه وسلم - أو أبغضه بحدث كان منه أو ذكر مساوئه كان مبتدعا حتى يترحم
عليهم جميعا، ويكون قلبه لهم سليما.
44- Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birini küçük gören veya yaptığı
bir şeyden dolayı onlardan birine buğzederek kötülüklerini dile dolayan,
ashabın hepsini rahmetle anmadıkça ve kalbi onlar için selim olmadıkça bidatçi
olur.
45 - والنفاق هو الكفر: أن يكفر بالله ويعبد
غيره، ويظهر الإسلام في العلانية، مثل المنافقين الذين كانوا على عهد رسول الله -
صلى الله عليه وسلم –
45- Nifak küfürdür.
Bu; kişinin Allah’ı inkar etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmesidir, bununla
beraber müslümanmış gibi görünmesidir. Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem zamanındaki münafıklar gibi.
46 - وقوله - صلى الله عليه وسلم - :
"ثلاث من كُنَّ فيه فهو منافق"
هذا على التغليظ نرويها كما جاءت، ولا نفسرها.
46- Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Şu üç şey kimde bulunursa o münafıktır”
hadisine gelince, bu vebalin ağırlığını anlatmak içindir. Bunları öylece
rivayet ederiz, yorum yapmayız.
47 - وقولـه - صلى الله عليه وسلم - "لا
ترجعوا بعدي كفارا ضلالا يضرب بعضكم رقاب بعض". ومثل: "إذا التقى
المسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار" ومثل "سباب المسلم فسوق
وقتاله كفر" ومثل "من قال لأخيه يا كافر فقد باء بها أحدهما" ومثل
"كفر بالله تبرؤ من نسب وإن دق ".
47- Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak
sapık kafirlere dönmeyin” hadisi, “iki Müslüman kılıçlarıyla çarpışırsa öldüren
de, öldürülen de ateştedir” hadisi ve “Müslüman sövmek fasıklık, onu öldürmek
küfürdür” hadisi, “kim kardeşine ey kafir derse bu küfür ithamı ikisinden
birini bulur” hadisi ve “zayıf bir ihtimal ile dahi olsa nesebden uzak olduğunu
belirtmek, Allah’ı inkardır” hadisine gelince;
48 - ونحو هذه الأحاديث مما صح وحفظ، فإنا
نسلم له، وإن لم نعلم تفسيرها ولا نتكلم فيها ولا نجادل فيها، ولا نفسر هذه
الأحاديث إلا مثل ما جاءت لا نردها إلا بأحق منها
48- bu ve bunlar
gibi sahih olarak ezberlenmiş hadislere, yorumunu bilmesek de teslim oluruz.
Bunlar hakkında konuşup mücadeleye girmeyiz. Bu hadisleri ancak böyle rivayet
edilen hadislerle açıklarız. Bunları en uygun olan anlamına hamlederiz.
49 - والجنة والنار مخلوقتان كما جاء عن رسول
الله - صلى الله عليه وسلم -: "دخلت الجنة فرأيت قصرا"، "ورأيت
الكوثر" و"اطلعت في الجنة فرأيت أكثر أهلها. . . ."، "واطلعت
في النار فرأيت. . . . . . كذا"، فمن زعم أنهما لم تخلقا فهو مكذب بالقرآن ,
وأحاديث رسول الله - صلى الله عليه وسلم -، ولا أحسبه يؤمن بالجنة والنار.
49- Cennet ve
Cehennem Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen; “Cennete girdim ve
orada bir köşk gördüm”, “Kevseri gördüm”, “Cennet halkının çoğunun şunlar
şunlar olduğuna muttali oldum..”, “Cehennem’e şöyle muttali oldum..”
hadislerinde olduğu gibi yaratılmışlardır, şuan mevcutturlar. Kim onların
yaratılmamış olduğunu iddia ederse Kur’anı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in hadislerini yalanlamış olur. Böyle bir kimsenin cennete ve cehenneme
de inandığını sanmam.
50 - ومن مات من أهل القبلة موحدا يصلى عليـه
ويستغفر له، ولا يحجب عنه الاستغفار، ولا تترك الصلاة عليه لذنب أذنبه -صغيرا كان
أو كبيرا - أمره إلى الله.
50- Kim kıble ehli
bir muvahhid olarak ölürse, onun cenaze namazını kılarız ve onun için
bağışlanma dileriz. İşlediği küçük yada büyük günah sebebiyle onun cenaze
namazını ve ona bağışlanma dilemeyi terk etmeyiz. Onun işini Allah’a havale
ederiz.
[1]
Dört Rükün(s.87)
[2]
Bkz.:
el-Guluv Fid-Din(s.330-335)
[3] (İsra Suresi (17)/
23 , Ankebut Suresi (29)/8), (Taberani (5/272) Müslim(2551- 85.)
[4] Keşful Hafa(214) Mecmauz Zevaid(4/252) Zübeydi
İthaf(5/288) Camiüs Sağir(8591) Kenz(44433) Nevafihul Atira(2105) Iraki el
Muğni(1389) ihya(2/23) Tergib veTerhib (4/203; Beyhaki, Taberani ve Hakim’den)
zayıftır. Ebu Ya’lanın benzer bir rivayeti için bkz.:Ramuzül Ehadis(489)
Mecmauz Zevaid(4/252)
[5] Tirmizi(2743,1171) Hakim, Müstedrek(1/53) İbn
Mace(1609) Camiüs Sağir(3990) hasendir.
[6] Buhari(7/11)
Müslim(zikr 26) Tirmizi(2780) Ahmed(5/200) Beyhaki(7/91) Beyhaki Sagir(2470)
Şuabul İman(5410) Taberani(1/133) Mişkat(3085) Kurtubi(12/311)
İbniAsakir(2/395) Hatib(12/339) Hilye(3/35) Zübeydi İthaf(7433) Fethul
Bari(9/137) Nevafihul Atire(1712) İbni Mace(3998) Şiratul İslam(324)
[7] Buhari(4/1900) Müslim(1599,2564) Dârimi(2535) İbn
Mace(3984) Nesai(443)
[8] Taberani Mucemus Sağir(709)
[9] Tirmizi(1173)
Deylemi(6713) Tac(3/596) Kenz(45158) Taberani(10/132) Mecmauz Zevaid(4/314)
Keşful Hafa(2705) İbni Kesir(3/491) Beyhaki Şuab(7819) Mişkat(3109) Şa'rani
Hukukil Uhuvve(266) Nasbur Raye(1/298) İbni Hibban(Mevariduz Zaman(s.103) İbni
Huzeyme(3/93) Feyzul Kadir(6/267) Iraki Muğni(1572) Kunuzül Hakayık(8006)
Elbani Sahihul Cami(6/14) Tergib Ve Terhib(2/269) Nevafih(1855) İbnu Katan
Kitabun Nazar(s.137) ittifakla sahihtir.
[10] Müslim(1403)
[11] Taberani / Mecmauz Zevaid(2/35)
[12] Müslim(1403)
[13]Deylemi’den;
Kunuzul Hakayık(3405) el Mesanid(2/160)
[14] (Tergib ve Terhib
5/126 – Buhari Müslim )
[15] Ahmed(3/429) Nesai(6/11)
İbni Mace(2781) Hakim(2/70,4/151) Deylemi(2611) Ebu Bekr eşŞafii
Rubaiyyat(2/25) Ebuş Şeyh Fevaid(s.253) Hatib Cami(2/289) Dulabi Kuna(2/138)
Kudai(119) Keşful Hafa(1/335) Dürerül Müntesira(68) Ahadisul Kussas(70) İbni
Adiy(6/2347) Şa’rani Bedrul Münir(1124) Kenz(45439) Elbani Daife(593) Daiful
Cami(s.394 no;2666) Camiüs Sağir(3642) Tergib ve Terhib(5/5) Nevafihul
Atira(610) Hafız Yemani; sahih, Suyuti hasen dedi, Elbani mevzu olduğunu iddia
eder. Doğrusu Muaviye Bin Cahime’den gelen rivayet sahihtir. Zehebi de bunu
doğrular. Elbani’nin Mevzu dediği rivayet ise, Enes Radıyallahu anh.’den gelmiş
olup zayıftır.
[16] (Nisa Suresi(4)34,
E.Davud/ 2142, İbn Mace/1850)
[17] (E. Davud/ 2140)
[18] Hadiste;"Kişinin
başına demirden çivi çakılması yabancı kadına dokunmasından daha iyidir."
Buyruluyor. Bu sahih hadisi; Taberani Mucemul Kebir’de(20/212) Suyuti Camius
Sagir’de(7216) Elbani Sahiha’da(226) Beyhaki Şuab’da(5455) Ru'yani
Müsned’de(2/323) Münziri Tergib’de(3/66) Deylemi Müsnedül Firdevs’de(7859) İbni
Sünni(43/b) Ebu Nuaym Tıbbun Nebevi’de(2/33) Nebhani Fethul Kebir(9665) Heysemi
Mecmauz Zevaid’de(4/326) rivayet etmişler.
[19] Ahzab suresi 53
[20] Beyhaki
“Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.)
[21] Nesei(4289)
Tirmizi(2357)
[22] Buhari
[23] (Tirmizi(3130) Ebu
Davud(4693)
[24] Buhari(nikah
11/1-6/159) Müslim(selam 20) Tirmizi(1171) Darimi(2645) Ahmed(4/149) İbnu Katan
Kitabun Nazar(s198) Cemül Fevaid(4347) Tergib(4/195) Beyhaki(7/90) Beyhaki
Şuab(5437) Tac(3/615) Fethul Kebir(4871) Deylemi(1551) Kunuz(2467) Kenz(13060)
Makdisi Umdetul Ahkam(306) Nesai İşretün Nisa(338) Fethul Bari(9/330) İbni
Cevzi Zadul Mesir(6/34) Nüzhetül Muttakin(2/339) Rıyazus Salihin(1630) Iraki
Tarhut Tesrib(7/39)
[25] Müslim(hac 1341)
Tirmizi(2165) Nesai(3898) Ahmed(1/18,26) Hakim(1/114) Beyhaki Şuab(5454) Zeylai Nasbur Raye(4/249) Kunuzul
hakayık(9537) Kenz(13042) Tergib(4/196) Ramuz(172/7) Tac(3/616) Tarhut
Tesrib(7/40)
[26] (Tirmizi / 1181, – Müslim / 2174, – Darimi
2785, – Ebu Davud / 4719) bkz.:Müslim(selam 22) Tirmizi(2779) Beyhaki
Şuab(5444) Buhari(9/290) Cemül Fevaid(4350) Rıyazus Salihin(1631) Nüzhetül
Muttakin(2/339) Tarhut Tesrib(7/40)
[27] Tirmizi(2484) Ebu Davud(Edeb / 16)
[28] Buhari(megazi 34)
Müslim(tevbe 58) Tirmizi(3180) Ebu Davud(4735) İbni Kesir(3/1584) Cemül
Fevaid(7104) Taberi(2/111) İbni Hişam(4/10) Vakıdi(2/426) DürrüMensur(190) İbni
Seyyidin Nas Uyunül Eser(2/128) Zadul Mead(3/1223) İbni Mace(1970) Beyhaki
Delail(4/64) İbni Sad(2/65)
[29] Ahmed b. Hanbel
[30] Ebu Davud(1833)
İbni Rüşd Bidaye(2/166) İbni Sa'd(8/71) İbni Mace(2935) İbnu Katan Kitabun Nazar(s149)
Ezraki(2/14) Cemül Fevaid(3246)
[31] Ebu Davud(2488)
Beyhaki(9/175) İbni Sad(3/83) Suyuti Babus Seadeteyn(43/17) Cem'ül Fevaid(6133)
Hayatus Sahabe(3/201) Kenz(2/157)
[32] Malik(730)
Buhari(3/146) Ebu Davud(1827) Tirmizi(763) Cemül Fevaid(3235) Müslim(2012)
Nesai(2616) İbni Mace(2920) Ahmed(4252)
Darimi(1730) Tarhut Tesrib(5/40)
[33] Buhari(11/5210)
[34] Müslim(1424) İbni Mace(1964)
[35] Müslim(1699) Ebu
Davud(2148) Tirmizi(2776) Hakim(2/396) Beyhaki(7/90) Ahmed(4/358)
Tayalisi(s.93) Darimi(2646) Cem'ül Fevaid(4352) Tac(3/618) İbnu Katan Kitabun
Nazar(s.71)
[36] Buhari
ve Müslim.
[37] Sahih,
Ebu Davud.
[38] Sahibul
Camii: 5439.
[39] Buharî.
[40] Buharî.
[41] Yıl, milâdın
"Rabbinin, Fil
Ordusu'na nasıl yaptığını görmedin mi? O, onların üzerlerine balçıktan
pişirilmiş taşlar atan sürüler halinde kuşlar göndermek ve böylece onları
yenilmiş ekin yaprakları gibi yapmak suretiyle, planlarını boşa çıkarmamış
mıdır?"
[el-Fîl
[42] el-Bakara
[43]
Örneğin bk. Buhârî,
"Bed'ü'l-Vahiy",
[44] İbn Mâce, "Ticârât",
[45] en-Nisâ
[46] Müslim, "Fedâilü's-Sahâbe",
[47] Buhârî, "Bed'ü'l-Vahy",
[48] el-Alak
[49] el-Müddessir
[50] el-Hicr
[51] Buhârî, "Bed'ü'l-Halk",
[52] Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "Kulu (Muhammed'i) geceleyin,
mucizelerini göstermek üzere, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız
Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfattan uzaktır. Kuşkusuz, O,
çok iyi işiten, çok iyi görendir." [el-İsrâ
[53] Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ona yardım etmeyecek olursanız, (bilin
ki), Allah -inkar edenler, onu (Mekke'den) çıkardıklarında, mağarada bulunan
iki kişiden biri olarak- ona yardım etmişti. Hani o, arkadaşına: ‘Üzülme; zira
Allah bizimledir.' diyordu." [et-Tövbe
[54] Ebû Dâvûd, "Talâk",
[55] Buhârî, "Tevhîd",
* Türkçe de ise ‘bağış, hediye' gibi anlamlara
gelmektedir.
[56] Müslim, "Cihâd",
[57] Buhârî, "İlim",
* Yani şahadet kelimelerinin her birini yavaşça
söyledikten sonra tekrar yüksek sesle söylemektir.
[58] el-Mâide
[59] Müslim, "Fedâil",
[60] Ebû Dâvûd, "Cihâd",
[61] Müslim, "Hac",
[62] Müslim, "Hac",
[63] Sarık, güneş ışınlarından başı korumak için
Arap beldelerinde kullanılan bir âdet idi.
[64] Buhârî, "Libâs",
[65] Ebû Dâvûd, "Libâs",
[66] Müslim, "Libâs"
[67] Ebû Dâvûd, "Tıb",
[68] Ebû Dâvûd, "Libâs",
[69] Tirmizî, "İsti'zân",
[70] Ebû Dâvûd, "Libâs",
[71] Ebû Dâvûd, "Libâs",
[72] Ebû Dâvûd, "Libâs",
[73] Buhârî, "Libâs",
[74] Müslim, "İmân",
[75] Bk. Buhârî, "Eşribe",
[76] Müslim, "Eşribe",
[77] Buhârî, "Vudû",
[78] Tirmizî, "Eşribe",
[79] Nesâî, "İşretü'n-Nisâ",
[80] Ebû Dâvûd, "Nikâh",
[81] "İlâ" ve "zıhâr"ın anlamı
daha sonra gelecektir; içindekilere bakınız.
[82] İbn Mâce, "Nikâh",
[83] Ebû Dâvûd, "Nikâh",
[84] Buhârî, "Tevhîd",
[85] Müslim, "Müsâfirîn",
[86] Buhârî, "Tevhîd",
[87] Bk. Ebû Dâvûd, "Salât",
[88] Ebû Dâvûd, "Edeb",
* Sa',
[89] Buhârî, "İstikrâd",
[90] Ebû Dâvûd, "Büyû'",
[91] Tirmizî, "Menâkıb",
[92] Müslim, "Fedâil",
[93] Buhârî, "Cihâd",
[94] Buhârî, "Vudû",
[95] Ebû Dâvûd, "Tahâret",
[96] Müslim, "Tahâret",
[97] Tirmizî, "Edeb",
[98] Müslim, "Tahâret",
[99] Buhârî, "Libâs",
[100] Buhârî, "Hibe",
[101] Müslim, "Elfâz",
[102] Ebû Dâvûd, "Tereccül",
[103] Buhârî, "Cum'a",
[104] Buhârî, "Cum'a",
[105] Buhârî, "Savm",
[106] Ebû Dâvûd, "Savm",
[107] Buhârî, "Savm",
[108] Allah Resûlü'nün maksadı, "Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha
güzeldir." [Buhârî, "Savm",
[109] Buhârî, "Menâkıb",
[110] en-Nisâ
[111] Müslim, "Müsâfirîn",
[112] Müslim, "Cum'a",
[113] Müslim, "Cum'a",
[114] Ebû Dâvûd, "Salât",
[115]
Müslim(153,240) Ahmed(2/350)
[116] Nisa;
136
[117] Nisa;
137
[118]
Muhtasarı İbni Kesir(1/448)
[119] Tevbe;
91
[120] Nur; 62
[121] A’raf,
158
[122] Fetih,
8-9
[123] Bakara
145
[124] Fetih,
13
[125] Hucurat,
15
[126] Tegabün,
8
[127] Tevbe,
80
[128]
Buhari(24,1321,2748) Müslim(22)
[129]
Buhari(cenaiz 87)
[130]
Buhari(7) Müslim(21)
[131] Bakara,
62
[132]
Hakim(3/600)
[133] İbni
Kesir(1/48-49)
[134]
Taberi(1/256)
[135] A’raf,
157-158
[136] Hadid,
28
[137] Kasas,
50
[138] Beyyine,
1-6
[139] Hadis
öğrenim ve öğretim yollarından olan icazet, hocanın talebesine rivayet hakkına
sahip olduğu hadislerin veya kitapların tamamını yahut bir kısmını rivayet
etmesi için, yazılı veya sözlü olarak müsaade etmesidir.
[140] Zındık
(çoğulu zenadıka:zındıklar) kelimesi mecusilerin kutsal kitabı Zend-Avesta’yla
bağlantılı bir kelime olup Zend-ik yani Zend’e bağlı, o kitapla amel eden
demektir. İran’ın fethinden sonra Mecusilerin bir kısmı İslam’ı içten yıkmak
amacıyla İslamı kabul etmiş gibi görünüp eski inançlarını devam ettirdiler.
Örneğin zındıkların en büyük alameti biri hayır diğeri şer ilahı olmak üzere
iki ilahın kainatı yönettiğine dair inanıştır ki buna Seneviyye (dualizm,
ikicilik) ismi verilir. Bu inanç tamamen mecusilere aittir. Kısacası Zındık
terimi Kur’an’daki münafık kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılır. Fıkıh
kitaplarında içindeki küfrü ortaya çıkan münafıklara uygulanacak ahkam zındığın
hükmü başlığı altında incelenmiştir. Ayrıca İslam toplumu içinde ve İslami
kisveyle ortaya çıkmalarına rağmen küfür olan düşünceleri savunan batıniler,
filozoflar ve vahdeti vücutçular da zındık olarak adlandırılmıştır.
Bu eserde olduğu gibi bazı İslami kaynaklarda ise her türlü dinsiz, inkarcı
akım zındıklık/zındıka olarak nitelenmiştir. Günümüzdeki komünizm ve masonluk
gibi fikir akımları da zındıklık olarak değerlendirilebilir. Zaten kitabın
ilerleyen sayfalarında zındıkların Kur’an’a yönelttikleri ithamları
gördüğümüzde bunların benzerlerinin hatta bazen tıpatıp aynılarının günümüzdeki
din düşmanları tarafından da dile getirildiğini ibretle müşahede edeceğiz.
[141] İmam Beğavi ilgili ayetin tefsirinde bu meseleyi
şöyle izah etmektedir: “Şayet: Dünyada olmayan ve Allah’a isyan etmemiş bir
deriye nasıl azap edilir? denilirse: Cevaben şöyle denir: Her defasında o ilk
deri yenilenir.. “Başka derilerle” denilmesi ise, niteliğinin değişmesi
nedeniyledir. Örneğin:“Bu yüzüğümden, başka bir yüzük yaptım” denilir. İkinci
yüzük birinci yüzüktendir. Ancak sadece yapım ve nitelik değişmiştir. Yine
örneğin: Bir kimse arkadaşını sıhhatli bir halde terkedip sonra döndüğünde onu
hasta ve bitkin bir halde gördüğünde arkadaşı ona: Ben, beni bıraktığından
farklıyım, der. Aslında bu ilk kişidir. Ancak niteliği değişmiştir.
Süddi der ki: Deri, kafirin etinden bir deriyle değişir. Sonra deri, eti
getirir. Sonra etten başka bir deri çıkarır. Denildi ki: Derinin kendisi azap
edilmez, onun sahibi derisine azap edilir. Çünkü Allah daha sonra: “Ta ki azabı
tatsınlar” buyurmuştur, “litezüka; o deri tatsın” diye buyurmamıştır. Abdulaziz
İbni Yahya der ki: Allah (celle celaluhu) Cehennem’liklere acı çekmeyen deriler
giydirir. Bu onlar için daha büyük bir azap olur: Derinin her yanışında, bu
başka bir deriyle değiştirilir. Örneğin Allah: “Elbiseleri Katran’dandır.”
(İbrahim 14/50) buyurur. Elbiseler azap görmez, onlara azap verir. (Ta ki azabı
tatsınlar. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.)” (Beğavi, Mealim’ut Tenzil)
[142] İbnu
Abbas (r.anhuma) “O gün durumlar çeşitlidir. Bazan konuşacaklar, bazan da
ağızlarına mühür vurulacaktır.” demiştir. (bkz: Taberi Tefsiri el-Murselat
77/35. ayetin açıklaması)
[143] İmam
Ahmed (rh.a) şu hadise işaret etmektedir: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
«Allah (celle celaluhu) yeryüzünün her tarafından alınan birer avuç topraktan
Adem (a.s)'ı yarattı. İşte insanlar bu yüzden toprak gibi değişik değişiktir.
Bazıları siyah, bazıları kırmızı, bazıları da beyazdır. Bazıları yumuşak,
bazıları çirkef, bazıları da temizdir. (Ebu Davud; Tirmizi; Ahmed; İbni Hibban;
Beyhaki rivayet etti. Tirmizi bu hadis için hasen-sahih dedi. Hakim bu hadis
için Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, dedi.)
[144]
Ekinoks adı verilen bu durum 21 Mart ve 21 Eylül günlerinde meydana gelir.
[145] 21
Aralık
[146] 21
Haziran
[147]
Buradaki ifadede çelişki gibi görülen azap ve ceza ile kasdedilen husus şu
şekilde açıklanabilir. Bu dünyada verilen karşılık ceza olarak
adlandırılmaktayken ahirette verilen karşılık ise azap olarak
adlandırılmaktadır. Yani Allah onları domuza çevirerek bu dünyada
cezalandırmıştır oysa Firavun ve ailesine ahirette çok büyük bir azap vardır.
[148]
Cehennemin 7 kapısı bazı müfessirlerce cehennemdeki yedi tabaka olarak
adlandırılmıştır. Bazı rivayetlere göre ilk tabaka olan Haviye günahkâr
müminler için, Sakar Yahudiler için, Sa’ir Hıristiyanlar için, Cahim Sabiler
için, Leza ateşperestler için, Hutame putperestler için ve pek çok farklı
isimle adlandırılan yedinci kapı (tabaka) cehennem ise münafıklar içindir.
[149]
Cehmiye, Cehm bin Safvan et-Tirmizi’ye müntesib olanlardır. Sıfatları
nefyetmeyi ve ta’tili açıkça dile getiren odur. O ise bu kanaatleri Abdullah
bin Halid el-Kasri’nin, Vasıt’ta kurban niyetine kestiği el-Cad bin Dirhem’den
almıştır. el-Ca’d ise Harran’lı Sabii filozoflarla ilişkiye geçmişti. O aynı
şekilde dinlerini tahrif eden ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e büyü
yapan, büyücü Lebid bin el-A’sam ile bağlantıları bulunan ve dinlerini tahrif
eden bir takım Yahudilerden bazı şeyler de öğrenmişti. (Geniş bilgi için bkz:
el-Akidet’ut Tahaviyye ve şerhi sf 539 ve krş için Türkçe terc. Sf 456)
[150] -
“Sumeniyye” de denilen bu topluluk Hind filozoflarından (İndo-Budist
felsefeciler olarak bilinmekle beraber aynı zamanda Harranlı müşrik
felsefeciler de aynı isimle adlandırılmıştır. Mesudi el-Tenbih ve'l-İşraf
138-139) bir gruptur. Bunlar maddi olarak hissedilenler dışındaki şeylerin
bilgisini inkar ederler. Böyle materyalist bir topluluk olmalarına karşın
el-Fark Beyne'l-Firak muellifi Abdu'l-Kahir Bağdadi’nin verdiği bilgiye göre
tenasuhu yani reeenkarnasyonu kabul etmektedirler. (bkz, a.g.e 12. bölüm:
Ashabu’t tenasuh) Kısacası bu grubun batini/ezoterik görüşlere sahip bir tür
gizli cemiyet olduğu söylenebilir. Yukarda ki dipnotta kaydettiğimiz hususlar
da göz önünde bulundurulursa Cehmiyye’nin de diğer bid’at fırkalarında olduğu
gibi Yahudiler ve de masonluğa benzer bir takım çevrelerin İslam toplumuna
soktuğu bir fitne unsuru olduğu rahatlıkla görülür.
[151] Bu
süre zarfında namazı terk ettiği ve hiçbir ilaha ibadet etmeden durduğu
söylenir.
[152]
Allah'ı yaratıklarına benzeten fırkaya verilen isim. Cehm bin Safvan (öl.
128/746) Allah'ın sıfatlarını inkar edip tatile saptıktan sonra buna bir tepki
olarak Allah'ı insanlara benzetme hareketi başlamıştır. Allah’ı cisim olarak
tasavvur eden Mücessime fırkası da bu akımın içinden doğmuştur. Gerçek
Müşebbihe’nin en önemli temsilcisi Hişam bin Hakem adındaki bir Şii’dir. –Haşa-
Allah’ın boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca
Kerramiye mezhebi de Müşebbihe sınıfından sayılabilir. Bir de Cehmiyye,
Mutezile gibi bazı dalalet fırkaları Allah’ın sıfatlarını ispat ettikleri için
Ehli sünneti Müşebbihe olmakla itham ederler.
[153]
Mu’tezile’nin kurucularından olup, Hasan el-Basri’nin öğrencisiyken büyük günah
işleyenin hükmü konusunda ondan ayrılan Vasıl bin Ata’nın arkadaşıdır.
[154] Ragıb
el-İsfahani diyor ki: “جعل” beş vecih üzere
kullanılır: Birinci vecih “صارَ” yani “yapmaya
başlamak, meydana gelmek” manasınadır. “جعل زيد يقول”
yani “Zeyd söylemeye başladı” gibi. İkinci vecih, icad manasınadır. “وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ” (el-En’am 6/1) yani
“karanlıkları ve aydınlığı varetti” kavlinde olduğu gibi. Üçüncüsü; bir şeyden
bir şeyi çıkarmak manasına وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ
أَزْوَاجِكُم بَنِينَ “eşlerinizden de sizin için oğullar
varetti.” (en-Nahl 16/72) kavlinde olduğu gibi. Dördüncüsü bir şeyi bir halden
diğer bir hale çevirmek manasına:الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ
الأَرْضَ فِرَاشاً “yeri sizin için bir döşek kıldı.”
(el-Bakara 2/22) kavlinde olduğu gibi. Beşinci olarak da bir şey ile diğer bir
şeye hükmetme manasında kullanılır.إِنَّا رَادُّوهُ
إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ “Biz, muhakkak onu
sana iade edeceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız.” (el-Kasas
28/7) ayetinde olduğu gibi. (Geniş bilgi için bkz. Ragıb el-İsfahani,
el-Mufredat, جعل maddesi)
[155]
Buradaki “emir” kavramı hakkında başka açıklamalar da yapılmıştır. Nitekim
Kurtubi’nin naklettiğine göre İbn İsa şöyle demiştir: Emir, yüce Allah'ın
mübarek gecede kullarının halleri ile ilgili olarak hükme bağladığı şeylerdir.
(el-Camiu li Ahkam’il Kur’an)
[156] Bu
hadisin Kitabu Sünne’de birçok rivayeti vardır. Kitab el-Sünne 62-32 “Salsala”
kelimesi “gürleme” sesi anlamındadır. Tirmizi’de yer alan rivayette ise
“silsile” yer almaktadır ki bu kelime “demir bir zincirin bir kayaya
sürtülmesiyle oluşan ses”i ifade eder.
[157]
Kitapta Ahmed bin Hanbel kimi zaman tek bir şahsı kastederek cevap vermekte
kimi zamansa çoğul hitaplar kullanmaktadır.
[158] Ahmed bin Hanbel burada
her iki ayeti ayırmadan tek ayetmiş gibi birlikte vermektedir.
[159] Cehm
bin Safvan, Allah’ın hiçbir sıfatla nitelenemeyeceğini ve kulların onu hiçbir
şekilde bilemeyeceklerini, bundan aciz olduklarını ileri sürer. Bu düşüncesini
Sabiilerden aynen iktibas etmiştir. Zanlarınca tamamen meçhul bir varlık olan
Allah’ın görülmesini ise haliyle mümkün görmemektedirler.
[160] Kitab
el-Sünne, 42
[161]
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den gelen ve ru’yetullah’a delalet eden
hadisi şerifler ile ashabının bu husustaki sözleri mütevatirdir. Bu hadisleri
sahih, müsned ve sünen te’lif eden hadis âlimleri eserlerinde rivayet
etmişlerdir. Bu hadislerden birisi şudur: Ebu Hureyre (ra) dedi ki:
"Bazıları: Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?
diye sordular. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Ondördünde ay’ı görmekte herhangi bir zorluk, bir sıkıntı çeker misiniz? Hayır,
ey Allah’ın Rasulü dediler. Bu sefer: Önünde herhangi bir bulut yokken güneşi
görmekte bir sıkıntı çeker misiniz? Onlar yine: Hayır, dediler. Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İşte siz O’nu böylece
göreceksiniz." Hadisi uzun uzadıya Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.
Daha fazla bilgi için Tahavi Akidesi’nin İbnu Ebi’l İzz tarafından yapılan
şerhinin Ruyetullahla alakalı bölümüne ve ayrıca İbn’ul Kayyim’in Türkçeye
“Cennetteki Hayat” adıyla çevrilen “Had’il Ervah” isimli eserinin ilgili
bölümüne müracaat edilebilir. İmam Ahmed’in muhtasar olarak değindiği bu konuya
mezkur eserlerde hem geniş olarak yer verilmiş, hem de Cehmiye’nin getirdiği
şüphelere doyurucu cevaplar verilmiştir.
[162] Kitab
el-Sünnede yer alan rivayette, rivayet zincirinde Süfyan atlanmış ve Hz
Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisi duyan kişi olarak Hz Ebu
Bekir (ra) verilmiştir Kitab el-Sünne, 51
[163] Kitab
el-Sünne’de birçok farklı şekilde rivayetlerine yer verilmiştir. Hadisin uzunca
anlatıldığı bir rivayetinde bazı farklılıklara yer verilmiştir. Kitab el-Sünne
1/44-45
[164] Kitab
el-Sünne, 1/44
[165] Bu
rivayetin kaynağı tespit edilememiştir. Kitab el-Sünne 1/64 ve 2/153
[166]
Buradaki ifade bozukluğu transkripte yer alan bir hatadan oluşmuş olmalı, bu
haliyle bir anlam ifade etmemektedir. Biz çeviri yaptığımız metinde yer aldığı
için metin içerisinde olduğu gibi yer verdik.
[167] Kenz
el-Ummal’da bu hadisin Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbni Hibban, İbn Ebi Şeybe ve
Taberani’den birçok değişik rivayeti vardır. (Kenz el-Ummal 463; 480; 481;491)