Bu Blog içinde Ara

7 Nisan 2021 Çarşamba

İLMİHALİ KONULAR

 

NAMAZ ÖNCESİ TEMİZLİK

 

Şüphe yok ki namaz ibadeti kalbi bütün kötülüklerden temizleyen bir ibadettir. Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

 “Muhakkak ki namaz hayasızlıklardan ve kötülüklerden alıkoyar.” (Ankebut:45)

 

Bildiğimiz gibi bir müslümanı manevi bütün kötülüklerden arındıran namaz ibadetine başlamadan önce maddi bir takım temizlikleri de yapması lazımdır. Vücudun, elbisenin ve namaz kılınacak olan yerin temiz olması yapılması gereken bu temizliklerin başında gelir. Dolayısıyla namaz insanı hem maddi ve hem de manevi kirlerden arındıran bir kalkan vazifesi görmektedir. Namaz ile ilgili konumuza tuvalet adabından başlamayı uygun gördük. Zira bu âdâba riayet etmeden gerçek temizlik olmaz, gerçek temizlik olmayınca da namaz olmaz.

 

TUVALETE ÇIKMA ÂDABI

 

  • İstinca ve İsticmar:

İstinca; her iki yoldan çıkan pisliğin eserinin su ile temizlenmesi, isticmar ise; taş, mendil, kumaş parçası ve benzeri şeylerle pisliğin hükmen temizlenmesidir.

            İhtiyacını gidermek isteyen kişi bu ihtiyacını göreceyi yere gitmeden önce yanına temizleneceği su veya taş ve taşa benzer kuru şeyler almalıdır. İhtiyacını gidereceği yerde bunlar varsa buna gerek yoktur. İstinca veya isticmar yaparken sağ eli kullanmak caiz değildir. Bir fıtrat dini olan islam insan fıtratının sevdiği temizlik konusuna büyük önem vermiştir. 

Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

 “Muhakkak ki Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.”    (Bakara:222)

 

 “Orada öyle kimseler vardır ki temizlenmeyi severler Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe:108)

 

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

 “Temizlik imanın yarısıdır.”

           

Helâya girerken:

 “Bismillahi eûzü billahi minel hubsi ve’l habais” demek müstehaptır.

“Allah’ın adıyla! Pislikten (kötülüklerden) ve pislikler (şeytanlar) den sana sığınırım.”

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

 “Tuvalete girdiği zaman adem oğlunun avret mahalli ve cinler arasındaki örtü o kulun bismillah demesidir”

 

Kişinin tuvaletten çıkarken ise «غُفْرَانَكَ» “Ğufrâneke” yani (Bağışlamanı dilerim!) demesi müstehaptır. Enes’ten (r.a) şöyle rivayet edilir:

 

 “Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) helâdan çıktığında «Ğufrâneke» derdi.” 

 

Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in İbn-i Mâce’nin Enes (r.a) den rivayet etmiş olduğu hadiste heladan çıktıktan sonra şöyle dediği rivayet edilmiştir:

 “Bana eziyet veren şeyi benden giderip bana afiyet veren Allah’a hamd olsun.”

Helaya sol ayakla girip, sağ ayakla çıkmak müstehaptır.  Camiye veya eve girerken sağ ayakla girilir. Ayakkabı giyerken sağ ayakla başlanır. Giyecekleri giyerken sağ ayak veya sağ kolla başlanır.  Bu durum, temiz ve iyi yerlere girerken sağ ayak, kötü pis yerlere girerken sol ayağın kullanılması sünnetine kıyaslanmıştır.

 

Allah’ın Resûlü tuvalet esnasında kıbleyi öne veya arkaya almayı, sağ elle istinca yapmayı, üç taştan azıyla veya pislik veya kemikle istinca yapmayı  yasaklamıştır. Selman’ın (Allah ondan razı olsun) Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e intisap ettiği bir hadiste Peygamberimizden şöyle haber verir:

 

 “Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük veya küçük tuvalet esnasında kıbleye yönelmekten veya kıbleyi arkaya almaktan, sağ elle istinca yapmaktan, üç taştan azıyla istinca yapmaktan, kuru hayvan pisliği ve kemikle istinca yapmaktan  bizi menetmiştir.”

            Helaya oturan kişinin ağırlığını sol ayağının üzerine vermesi müstehaptır. Tabarâni’nin El-Mû’cem’de Sürâka Bin Malik’ten rivayet ettiği hadiste Sürâka şöyle söyler:

 “Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi  ve Sellem) ağırlığımızı sol ayağımızın üstüne verip sağ ayağımızı uzatmamızı emretti.”

 

Aynı zamanda arazide helaya çıkan kişi kendisini kimsenin görmemesi için gerektiği ölçüde uzaklaşması müstehaptır. Ebu Davud’un Cabir’den rivayet ettiği bir hadiste şöyle haber verilir:

 “(Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)) büyük tuvaletine çıktığında birileri tarafından görülmemek için ta uzaklara kadar giderdi.”

 

Yine helaya çıkanın -özellikle alt taraflarının- birileri tarafından görülmesini engellemek için en azından vücudun alt kısımlarını taş, ağaç, tepe arkası gibi engellerle gizlemek müstehaptır. Fakat kişi görülme ihtimali yüksek bir konumda ise mutlaka en azından avret yerlerini örtecek önlemleri almalıdır. Ebu Hureyre’den rivayet edilen hadiste:

 “Kim helaya giderse kendini gözlerden saklasın” buyurulmaktadır.

Arazide helaya giden kişi sidiğin kendisine sıçramaması için kumlu veya yumuşak zeminli bir yer seçmelidir. Evlerde ki tuvalet taşlarının ise sidiğin sıçrama tehlikesine karşı derin olması lazımdır. Kişi tuvalette sidiğin kendi üstüne sıçramaması için elinden geldiği kadar bu duruma dikkat etmelidir. Bir hadiste şöyle buyurulur:

 “İçinizden biriniz bevlettiği zaman sidiğini kendi üzerine sıçratmasın.”

 

Erkek bir kişi bevlini yaptıktan sonra, sol elinin baş ve orta parmağı ile  zekerini (tenasül uzvunu) kökünden tutup hafifçe bastırarak başına doğru çekerek zekerin içinde kalan sidiği boşaltması ve bu işlemi üç kez tekrarlanması iyidir. Fakat Şeyhu’l-islam İbn-i Teymiye bütün bu işlemlerin bidat olduğunu söylemiştir.

Özellikle insanlar tarafından görülme tehlikesi olunan yerlerde daha  eğilmeden elbisesinin kaldırılması mekruhtur. Tuvalette iken konuşmak veya selam almak mekruhtur. Fakat bir kişinin tehlikeye düştüğü görülürse insan tuvalette de olsa onu uyarmalıdır. Tuvalette hapşırası gelen kişi, hapşırdıktan sonra içinden “elhamdülillah” der. Kara parçası üzerinde herhangi bir deliğe veya yarığa veya boş bir kabın içine bir zaruret olmadığı müddetçe bevletmek mekruhtur. Zira bu durum  bu gibi yer ve kapları mesken edinmiş olan böcek ve sürüngen hayvanlara eziyet verecektir. Bevlederken kişinin tenasül uzvunu sağ eli ellemesi mekruhtur. Yine istinca ve isticmarda sağ eli kullanmak mekruhtur. Ebu Gatâde’den rivayet edilen hadiste şöyle buyurulur:

 

 “İçinizden hiç  bir kimse bevlini yaparken sağ eli ile zekerini tutmasın ve tuvalette sağ elini kullanarak silinmesin.”     

Kişinin ihtiyacını giderirken aya veya güneşe doğru yönelmesi mekruhtur. Zira bunlarda Allah’ın nuru vardır. İhtiyaç giderirken -binaların içinde olmak hariç- kıbleye doğru yönelmek veya kıbleye arka dönmek haramdır. Ebu Eyyûb’un Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e intisap ettirerek  rivayet ettiği hadiste şöyle buyurulur:

 “Tuvalete çıktığınızda kıbleyi arkanıza veya önünüze almayın. Fakat doğuya veya batıya dönün.”

Kıbleden hafif bir şekilde başka bir yere dönmek yeterlidir. Kişi ile kıble arasında belli bir engelin olup olmaması bu hükmü değiştirmez. İstinca yaparken kıbleye dönmek mekruhtur. Tuvalette gereksiz yere beklemek caiz değildir. Zira avret mahalli gereksiz olduğu halde açık tutulmuş olunmaktadır. Bu durumun aynı zamanda da tıbbî açıdan zararlı olduğu uzmanlar tarafından ifade edilmiştir.

 

Kullanılan yol veya insanların gölgelendiği, güneşlendiği veya toplandığı yerlere, meyveli bir ağacın dibine ve su kaynaklarına küçük veya büyük ihtiyacı gidermek caiz değildir. Her ne kadar taş ve benzeri kuru şeylerle temizlenmek yeterli olsa da taşlarla silindikten sonra suyla yıkamak daha uygundur. Zira Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) taşla silindikten sonra suyla yıkanır ve bunu müminlere tavsiye ederdi. Fakat dışkılanan madde normal bölgenin haricinde diğer yerlere yayılmışsa bu durumda taş ve benzeri şeylerle silinmek yeterli olmayıp mutlaka su gerekir.

            İsticmar yapılan maddelerin taş, odun, kumaş v.b. şeylerden olması, temiz ve temizleyici olması ve kullanılması mübah olan şeylerden olması gerekmektedir. Temiz de olsa kemik, hayvan pisliği, yiyecek, ilim kitapları veya bir hayvanın cismine birleşik durumda olan kuyruk ve tüy ile isticmar yapılması haramdır.

Silme sayısı en az üç olmalıdır, yani  kullanılacak taşların adedi en az üç olmalıdır. Fakat kullanılan taşın kenarları üç kenarlı veya daha fazla olurda bu kenarların kullanımı ile temizlik sağlanabilmiş olursa bu taş üç taş yerine geçer. Zira burada önemli olan silme sayıları olup taşların adedi değildir. İsticmar temizlenmesi ancak su ile mümkün olabilecek seviyeye gelene kadar silme işlemiyle temizlik yapma gayretidir.

Üç taş ile temizlik mümkün olmazsa beş taş, beş yeterli olmazsa yedi kullanılmalıdır. Yani kullanılan taşların adedi daima tek sayılı olması sünnettir. Her iki dışkılama yolundan yellenme haricinde çıkan her türlü madde için su veya taş v.b. şeylerle istinca (temizlik) yapmak farzdır. Bunları yapmadan alınan abdest veya alınan teyemmüm geçerli olmaz. Buhari ve Müslim’de Migdâd’dan rivayet edilen hadis şöyle buyurulur:

 “O önce zekerini (tenasül uzvunu) yıkar daha sonra abdest alırdı.”

Dışkılanan maddeler şayet normal yollardan gelmezse bu durum da istinca yapmadan da abdest alınabilir.

 

MİSVAĞIN ÖNEMİ

 

            Sivak ve misvak, ağız temizliğinde kullanılan bir çeşit ağaç köküne verilen addır. Sivak; hem erak, zeytin, urcun v.b. güzel kokulu ağaç köklerine verilen ismin, hem de bu kökü kullanarak yapılan ağız temizliği işlemine verilen isimdir. Her hangi bir vakitte misvak kullanmak sünnettir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:    

 “Misvak kullanmak ağzı temizler ve Rabbin rızasını kazandırır.”

Özellikle gece veya gündüz uykusundan kalkıldığında misvak kullanmak sünnettir. Huzeyfe’den rivayet edilen hadiste şöyle buyurulur:

 “Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gece namazına kalktığında ağzını misvakla fırçalardı.”

 

Uzun süre konuşulduğunda, uzun süre açlık ve susuzluk durumlarında misvak kullanmak müstehaptır. Zira bu durumlarda misvak ağızda meydana gelecek kokuları giderecektir.

            Abdest almadan önce veya namazdan hemen önce misvak kullanmak müstehaptır. Bu konuda Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği hadis şöyledir:

 

 “Ümmetime zor geleceğinden korkmasaydım onlara her abdest öncesi misvak kullanmalarını emrederdim.”

Kuran okumaya başlamadan önce de misvak kullanmak müstehaptır. Hz.Ali’den merfû olarak rivayet edilen hadiste şöyle buyurulur:

 “Ağızlarınız Kur’anın yollarıdırlar onları misvakla güzel kokulu yapınız.»

Başka bir hadiste şöyle buyurulur:

 

 “Sizden biriniz gece namaza kalktığınızda misvak kullansın, zira; o  kişi namazda okumaya başladığında bir melek gelip ağzını bu kişinin ağzına dayar ve onun ağzından dökülen her şey (Kur’an ve zikirler) o meleğin karnına girer.”

 

 

ABDEST

 

     Allâh Teâlâ'nın kulları olan müminlerin üzerine kıldığı en önemli amel, namaz ibâdetidir.

     Bu namazın şartları vardır,  ancak bu şartlarla  namaz sahih olur.

     En önemli şartıda abdesttir.

     Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

     (Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar ellerinizi, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı yıkayın) (Mâide, 6).

     Her kim namaz kılmak isterse,  abdest alması gerekir.

     Çünkü Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: 

    «Allâh abdestsiz kılınan namazı kabul etmez».

     «Abdesti olmayanın namazı da yoktur».

 

     Abdestin bir çok fazileti ve  sevâbı vardır.

     Peygamberimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

  

     «Müslüman bir kul abdest aldığında, onun günahları kulağından, gözünden, iki eli ve ayağından çıkar. Oturduğunda günahları affedilmiş olarak oturur.»

     Yine şöyle buyurur:  «Her kim abdest alırda abdestini güzelleştirirse, günahları cesedinden , hatta tırnaklarının altından dahi çıkar.»  

     Abdesti nasıl alacağımızı öğrenmeden, abdestten  önce çok kere  yaptığımız önemli bir şeyi öğrenmemiz gerekmektedir. O da, hâcetimizi nasıl gidereceğimizdir.

     Peygamberimiz  (sallâllâhu aleyhi ve sellem)     bunun adâbını bizlere öğretmiştir.

     Dolayısıyla  her   kim    hâcetini   gidermek (helâya gitmek)  isterse  şöyle yapması gerekir:

 

     1-Helâya girmek istediğinde bu duâyı okuyup;

     (ALLAHUMME İNNÎ EÛZU BİKE MİNEL HUBUSİ VE’L-HABÂİS)

sol ayağı ile girmesi .

     2-Beraberinde Kur'ân veya Kur'ândan sayfalar olmaması.

     3-İdrarının elbisesine değmesi veya sıçramasından sakınması.

     4-Hâcetini bitirdiği esnada idrarının kesildiğinden emin olması.

     5-Küçük veya büyük abdestini yaptıktan sonra necâseti su ile temizlemesi.

     6-Kağıt ile necâseti temizlemek istediğinde, kağıtta âyet veya hadislerin olmadığından emin olması gerekir. Böyle bir kullanım haram olduğundan üzerinde yazı bulunan her türlü kağıttan sakınması.

     7-Küçük veya büyük abdestten sonra, necâsetin temizlendiğine, bu necâsetin tamamen giderildiğine emin olması.

     8-Necâsetin giderilmesi esnasında sol elin kullanılması. Sağ elini ise, su dökmek için kullanması.

     9-Hâcetini  giderdikten  sonra  sağ  ayağı  ile  çıkar ve  ( غُفْرَانَكَ) (GUFRÂNEKE) der.   

 

     Hâcetini giderdikten sonra, abdest almak istediğinde şu şekilde abdest alması gerekir:

 

     1-Abdest niyetini kalbinden yapıp,  dili ile niyet etmemesi. Çünkü Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve     sellem) şöyle buyurur: «Ameller niyetlere göredir».

     2-Abdestine Allâh’ın ismini söyleyerek başlar ve (بِسْمِ اللهِ) (BİSMİLLAH) der.                                            3-İki elini üç kere yıkar.

     4-Sağ eli ile üç kere mazmaza yapar.   Mazmaza: Ağzın yıkanıp suyun ağızda hareket ettirilmesidir.

     5-Sağ eli ile üç kere istinşâk yapar.  İstinşâk: Suyun burun içine ulaştırılıp nefes ile çekilmesidir.

     6-Birden üç kereye kadar suyu burna çekip hınkırır (istinsâr).

     İstinsâr: Burnuna suyu çektikten sonra   üç kere (sol el ile) hınkırmasıdır.

     7-Yukarıdan başındaki saçının bittiği yerden başlayarak yüzünü üç kere yıkar, aşağıya doğru, çene altına kadar, yanlarda dahil iki kulak memesine varıncaya kadar ulaşır.

     8-Kollarını parmaklarının uçlarından başlayarak dirsekleriyle birlikte üç kere yıkar. (Sağ kolundan başlar sonrada sol kolunu yıkar).

     9-İki eliyle birlikte bütün başını arkaya doğru mesheder, sonrada ellerini öne doğru getirir.

     10-Sonrada iki kulağını mesheder, çünkü ikisi de başın  parçasıdır.  (Tekrar   su    almasına   gerek   yoktur. İşaret parmağını kulağının içine koyar, baş parmağıyla da kulağının arkasını mesheder). 

     11-Son olarak iki ayağını parmak uçlarından başlayarak topuklarına kadar yıkar.

 

     Bütün bunları yaptın ise abdestin tamamlanmıştır.

 

     Abdesti bitirdikten sonra aşağıdaki duâyı okumak sünnettir:

    

     (EŞHEDU EN LÂ İLÂHE  İLLALLÂHU   VAHDEHÛ LÂ ŞERÎKE LEHU, VE EŞHEDU     ENNE MUHAMMEDEN ABDUHÛ VE RASÛLUHÛ, ALLÂHUMME İC'ALNİ MİNETTEVVÂBÎNE VEC'ALNİ  MİNELMUTETAHHİRÎN)

     Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

     «Her kim abdest alırda abdestini güzelleştirir sonra da şöyle derse (yukarıdaki duayı zikreder); ona cennetin sekiz kapısı açılır, hangisinden isterse oradan (cennete) girer.»   

  

     Burada bazı önemli konulara değinmek istiyorum:

 

     1-Abdest alanın bütün abdest azalarını üçer kere yıkaması sünnettir. Ancak suyun, yıkanması gereken bütün uzuvlara ulaşması şartıyla iki veya bir kerede yıkanabilir.

     2-Abdest alanın misvak kullanması müstehabtır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

     «Eğer ümmetime zorluk vermeyecek olsaydı, onlara her abdestte misvağı emrederdim».

     3-Abdest alanın fazla su kullanması caiz değildir. Çünkü bu israftır, israfta mümine yakışmaz.

     4-Bir çok insan ensesini mesheder, ancak ensenin meshi hakkında sahih bir hadis yoktur.

     5-Abdest esnasında herhangi bir duanın okunması, sünnette sabit değildir.

     Ancak daha öncede işaret edildiği gibi, abdestten sonra dua okumak sünnettir.

    

     Abdesti bozan şeyler:  

 

     1-Helâya gidip, küçük veya büyük hâcetini giderdiğinde.

     2-Yellendiğinde.

     3-Uyuduğunda.

     4-Deve eti yediğinde. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:

     «Herkim deve eti yedi ise, abdest alsın».

 

   (Tenbih):Bazı insanlar, kan akmasının abdesti bozduğunu zannederler. Bu kanaat doğru değildir. Çünkü kanın akması abdesti bozan şeylerden değildir.

    

Abdestten Sonra İki Rekat Namaz: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim güzel bir şekilde abdest alır ve sonra da kalbi ve yüzü ile yönelerek iki rekat namaz kılarsa cennet ona vacip olur.”

İsraftan Kaçınmak: Suyu iktisatlı kullanmak sünnettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kimi zaman organlarını birer kere, kimi zaman ikişer kere ve kimi zaman da üçer kere yıkamıştır.

 

TEYEMMÜM

 

Teyemmüm, suyun olmadığı veya su olmasına rağmen kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda toprakla yapılan ve abdest veya gusül abdesti yerine  geçen vacip bir temizliktir. Allahu Teâlâ şöyle  buyurur:

 “Eğer cünüp oldunuz ise, boy abdesti alın. Eğer hasta veya yolculuk halinde bulunursanız yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara dokunmuşsanız (cinsi temasta bulunmuşsanız) ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz topraklarla teyemmüm edin de yüzünüzü ve (dirseklere kadar) ellerinizi onunla meshedin…”         (Maide:6)

 

Teyemmüm Nasıl Yapılır?

 

Teyemmüm alacak kişi öncelikle normal abdest için mi, yoksa gusül abdesti için mi teyemmüm yapacağına niyet eder. Sonra toprağa veya toprak cinsinden bir şeye iki elinin içi ile vurarak bununla yüzünü ve ellerini mesh eder. Bazı alimlere göre eller kollarla beraber mesh edilmelidir. Fakat âyette elleriniz manasına gelen “eydikum” lafzı geçmektedir. Başka bir âyette:

 “Erkek veya dişi hırsızın ellerini kesin.”

 

buyurulmaktadır. Ayette “ellerini kesin” manasına gelen “eydiyehuma” lafzı geçmektedir. Hırsızın ellerinin bileğinden kesileceği konusunda şüphe yoktur. Öyleyse ellerden kasıt kollar olmayıp sadece kolların el bileklerine kadar olan kısmıdır.

Teyemmüm, suyun olmadığı veya kullanılmasının mümkün olmadığı durumlarda namaz abdesti ve gusül abdesti için yeterlidir. Zira Allahu Teâlâ küçük ve büyük temizliği zikrettikten sonra:

 “Temiz toprakla teyemmüm edin.” buyurmaktadır.

Allahu Teâlâ âyette şöyle buyurur:

 “Allah size bir güçlük çıkarmak istemez fakat sizi tertemiz kılmak ister.”  (Maide:6)

Bazı alimler teyemmümün temizleyici değil sadece ibadeti mübah kılıcı olduğunu ifade etmişlerdir. Fakat teyemmüm mübah kılıcı değil hükmen temizleyicidir.

 

Bu ayette teyemmümün temizleyici olduğuna işaret vardır. Bu iki söz arasındaki fark şudur: Teyemmüm mübah edicidir diyenler şöyle diyorlar: “Teyemmüm belli bir zaman ve belli bir çeşit için geçerlidir, yani bir insan belli bir namaz için teyemmüm alsa o namazın vaktinin çıkması ile teyemmümü de bozulmuş olur. Yine bir bu görüşe göre; bir insan nafile namaz kılmak için teyemmüm alsa, bu teyemmümle farz bir namaz kılamaz. Zira farz namaz çeşit olarak nafileden farklıdır. Fakat doğru görüşe göre teyemmüm temizleyicidir ve dolayısıyla nafile namaz için alınan teyemmümle farz namazlar da kılınabilir ve namaz vaktinin çıkması ile teyemmüm bozulmaz. Şayet bir kişi abdesti bozacak bir iş yapmadığı takdir de almış olduğu teyemmümle beş vakit namazın beşini dahi kılabilir.

            Teyemmümden kaynaklanan bu temizlik su bulununcaya kadardır. Su bulunulduğunda teyemmümün sağladığı temizlik ortadan kalkar. Örneğin cünüplükten dolayı teyemmüm yapan biri su bulduğunda hemen gusül almalıdır.

Buhari’de Ümran bin El-Husayn’nin rivayetiyle aktarılan şöyle bir kıssa geçer. Müslümanlar (bir sefer esnasında) susuz kalmışlardır. Sonunda bir müşrik kadının yanında su bulunur Allah’ın Resûlüne getirilir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanında sahabeler vardır. Hepsi bu sudan içip susuzluklarını giderirler ve sonra develerini de sularlar. (Bu olaydan önce) Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sahabeler arasından birinin onlarla beraber namaz kılmadığını görür  o kişiye sorar:

 “Seni bizimle namaz kılmaktan alı koyan nedir?”

 “Şöyle cevap verir: Ey Allah’ın Resûlü bana cünüplük isabet etti ve gusül almam  için su da yok.”

 “Allah’ın Resûlü der ki:Toprakla teyemmüm yapman senin için yeterlidir.”

Daha sonra su gelir ondan bir miktar su artar. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o kişiye şöyle der:

 “Bu suyu al ve üzerine dök.”

Burada dikkat çeken bir durumda gusülde tertibin şart olmadığıdır. Zira Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sahabiye önce şunu yap, sonra şunu yap dememiş, sadece suyu alıp üstüne dökmek suretiyle normal olarak yıkanmasını öğütlemiştir.

 

MEST VEYA ÇORAP ÜZERİNE MEST YAPMAK

 

Mest, deri ve benzeri maddelerden yapılmış olup ayağa giyilen bir ayakkabı türünden bir giysidir. Zamanımızda bazı Müslümanlar genelde soğuktan korunmak için bunu giyerler ve temizliğini sağlamak için de mestin üzerine onu koruyacak bir deri, plastik ve benzeri maddelerden imal edilmiş başka bir ayakkabı daha giyerler. Her ne kadar abdeste mest üzerine, mest edebilmek için bu koruyucu ayakkabı şart olmasa da bazı müslümanlar temizliğinden daha emin olabilmek için bu ikinci ayakkabıyı giymeyi uygun görürler.

Çorap, ayağa giyilen yün, pamuk veya benzeri maddelerden yapılmış bir ayak giysisidir.

 

Mest, çarık ve çorap üzerine mest yapmanın hükmü:     

 

Ayağa giyilen çarık ve çorap türünden şeylerin üzerine  mesh yapmak Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sünnetidir. Kim ki bunları abdestli iken giymişse bunların üzerine mest etmesi ayaklarını yıkamasından efdaldır. Buna delil ise Muğire Bin Şûbe’den rivayet edilen şu hadistir:

«Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) abdest alıyordu. Çarıklarını çıkarmak için hareketlenmiştim bana: “Onları bırak ben onların ikisini de temiz (abdestli) olarak giydim”  dedi ve çarıklarının üzerine mest etti.»

Allahu Teâlâ şöyle buyurur:

 “Ey iman edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayınız, başlarınızı mesh edip ayaklarınızı topuklarınıza kadar yıkayın.” (Maide:6)

«« وَأَرْجُلَكُمْ  kelimesi konusunda iki sahih kıraat (okuyuş) vardır. Birincisinde bu kelime « «وُجُوهَكُمْ kelimesine atfedilmiştir. Bu kıraata göre ayakların yıkanması emredilmiştir. İkincisi: « « وَأَرْجُلِكُمْ kelimesi بِرُءُوسِكُمْ»» kelimesine atfedilmiştir. Bu kıraata göre mana ayakların meshedilmesini ifade etmektedir. Bu durumda ayakların yıkanması mı yoksa mest edilmesi mi gerektiğini sünnet belirtmektedir. Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ayakları açıksa onları yıkar ve şayet çorap veya çarıkla kapalı ise üzerine mest ederdi. 

            İmam Ahmed Bin Hanbel ayaklara mest etme konusunda hiç bir şüphesi olmadığını zira bu konuda kırk tane hadis olduğunu beyan etmiştir.

 

Çarığa (ayakkabı, çizme) mest etmenin şartları:

 

1.      Kişi abdestli iken çarıklarını giymiş olması: Delili,  Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in Muğîre için: 

 “Onları bırak ben onların ikisini temiz (abdestli)           olarak giydim” demiştir.

 

2.      Çarık veya çorapların temiz olması: Şayet temiz olmazlarsa mest yapılmaz. Bir gün Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sahabesi ile ayaklarında çarıkları ile beraber namaz kılarken onları ayağından çıkarmış ve daha sonra ashabına Cebrail’in kendisine gelerek çarıklarında necaset olduğunu haber verdiğini bu haber üzerine onları çıkartmak zorunda kaldığını haber vermiştir.

 

3.      Mest sadece namaz abdesti gibi normal abdestte yapılmalıdır. Cünüp kimse ayaklarını mest edemez, böyle bir kişi su bulduğu takdirde bütün vücudunu yıkamalıdır. Bunun delili ise şu hadisi şeriftir:  Safvan Bin Assal’ın (Allah ondan razı olsun) Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den yaptığı şu rivayette şöyle der:

 “Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yolculukta olduğumuzda, cünüplük durumları hariç, büyük ve küçük  ihtiyaca çıkma, uyuma durumlarında, geceleri ile beraber üç gün çarıklarımızı çıkarmamamızı  emrederdi.” 

 

4.      Mestin müsaade edilen zaman dilimi dışında yapılması: Mestin müddeti yolcular için geceleri ile birlikte üç gün, yolcu olmayanlar için gecesi ile birlikte bir gündür.  Ali Bin Ebi Talib’den şöyle rivayet eder:

 “Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mest müddetini yolcu olmayan için gecesiyle birlikte bir gün, yolcular için geceleri ile birlikte üç gün olarak kılmıştır.”    

Mestin müddeti ne zaman başlayıp ne zaman biter?

 

Mestin müddeti abdestli olarak mesti giydikten sonra bu abdesti bozup ardından alınacak olan ilk abdestte yapılacak olan mest ile başlar. Mestin süresi yukarıda beyan edilen normal sürede biter fakat sürenin bitmesi abdesti bozmaz. Kişi abdestini bozana kadar abdestli sayılır.

 

HASTA NASIL TEMİZLENİR?

 

1.     Kişi sağlıklı olsun, hastalıklı olsun küçük veya büyük tuvalete çıktıktan sonra her iki  yolun çıkışında bulunan pislikleri su ile temizlemesi gerekir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) su ile temizlenirdi.

A-Bu temizlik iki yolla olacaktır:

2.     İsticmar: Taş, odun parçası, kumaş parçası, mendil v.b. şeylerle yapılan temizliktir. Bu şeyler manevi kıymeti olan şeylerden olmamalıdır. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

3.     “İçinizden biri büyük tuvaletine çıktığında yanına üç tane taş alıp bunlarla temizlensin, bu onu temizler.”

4.     Özrü olmayan hastanın suyla temizlenmesi  gerekir. Yani özrü olmayan hasta küçük hades (bevletmek gibi) meydana geldiğinde abdest almalı, cünüplük ve hayız gibi durumlardan sonra da gusül abesti almalıdır.

5.     Şâyet imkansızlık, korku veya hastalık sebebi ile suyun kullanması mümkün olmazsa teyemmüm yapılır.

6.     Kişi abdest almaya veya teyemmüm yapmaya gücü yetmezse bir başkası tarafından kendisine abdest veya teyemmüm aldırılır.

7.     Abdest azalarından bazılarında sakat olup suyun değmesi sakıncalı olursa eller ıslatılarak yaralı olan bölümün üzeri mest edilir. Şayet bu şekilde mest edilmesi de sakıncalı ise bu su sürülmeyen bu yerin yerine geçmek üzere teyemmüm eder.

8.     Abdest azalarından birinde sargı veya alçıya alınmışsa el ıslatılarak sargı üzerine mest yapılır.

9.     Duvar ve benzeri temiz şeylerle teyemmüm etmek caizdir. Şayet  duvar boyalı toprak cinsinden olmayan bir madde ile boyalı ise üzerinde toprak tozu olması  gerekir.

10. Şayet toprak bulunamazsa teyemmüm etmek için bir kaba veya mendile toprak konulabilir.

11. Teyemmümlü biri abdestini bozmadıkça abdestli sayılır ve belli bir namaz vaktinde almış olduğu bir teyemmümle başka namazları da kılabilir. Cünüplükten teyemmüm eden biri cünüplük gerektirecek başka iş yapmadıkça gusül abdestli sayılır. Böyle bir kişi küçük abdesti bozacak işler yaptığında abdest gerektiren işler için teyemmüm almalıdır.

12. Hasta gücü yeterse bedenini her türlü pislikten temizlemeli veya temizletmelidir. Şayet buna gücü yetmezse bulunduğu hal üzere ibadetlerini yapabilir.

13. Kişi temiz bir şeyin üzerinde namaz kılmalıdır. Şayet namaz kıldığı yer kirli ise o yeri temizlemelidir. Şayet buna gücü yetmezse o hal üzerine namazını eda edebilir.

 

 

G U S Ü L L E     A L A K A L I     K O N U L A R

 

İSLAMA GİREN KİMSENİN GUSLETMESİ

 

 Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Sumatetü’l-Hanefi esir olmuştu. Müteakiben İslam’a girdi. Resulullah s.a.v ona yıkanmasını emretti. Sumame de yıkandı ve iki rekat namaz kıldı. Bunun üzerine Resulullah  s.a.v : Kardeşinizin İslam‘ı güzel oldu, buyurdu. İbni Huzeyme : 253 - İbni Hibban : 1238-el-İhsan - Abdurrezzak : 9834 - Beyhaki : 1/171

“ … Abdirrahman rivayet etti ve dedi ki : Bana Ebû Hureyre rivayet etti. Dedi ki : Annem'i İslâm'a davet ediyordum. Kendisi müşrik idi. Bir gün onu davet ettim de bana Resûlullah s.a.v hakkında hoşlanmadığım sözler işittirdi. Bunun üzerine ağlaya­rak Resûlullah s.a.v’e geldim :

 - Yâ Resûlallah ! Ben annemi İslâm'a davet ediyordum da kabulden çekiniyordu. Bugün kendisini yine davet ettim ; bana senin hakkında hoş­lanmadığım sözler işittirdi. Şimdi Ebû Hureyre'nin annesine hidâyet ver­mesi için Allah'a duâ et !  dedim. Bunun üzerine Resûlulah :

 - Allah'ım ! Ebû Hureyre'nin annesine hidâyet ver, diye duâ etti. Ben Nebi s.a.v’in duasına sevinerek çıktım.Eve gelerek kapıya dayandığımda onun kapalı olduğunu gördüm. Derken an­nem ayak seslerimi işitti ve :

- Yerinde dur ey Ebû Hureyre !  dedi. Bir de suyun şırıltısını işit­tim. Annem yıkandı, gömleğini giydi. Acele baş örtüsünü sardı. Arkacığından kapıyı açtı. Sonra şunu söyledi :

 - Yâ Ebâ  Hureyre !  Ben  Allah'dan  başka  ilâh  olmadığına  şehâdet ederim. Muhammed'in onun kulu ve Resulü olduğuna da şehâdet ederim. Ben hemen Resûlullah s.a.v'e döndüm. Sevincimden ona ağlayarak geldim ve dedim ki :

- Yâ Resûlallah, müjde ! Allah senin duanı kabul etti ve Ebû Hureyre'nin annesine bidayet verdi. Bunun  üzerine Allah'a hamdü sena etti. Ve hayırlı sözler söyledi.

- Yâ Resûlallal ! Annemle beni mü'min kullarına, onları da bize sevdirmesi için Allah'a duâ et ! dedim. Resûlullah  :

 - Allah'ım ! Şu kulcağızını - yâni Ebû Hureyre'y'ı - ve annesini mü'min kullarına, mü'minleri de bunlara sevdir !, diye duâ etti. Artık yaratıl­mış hiç bir mü'min yoktu ki, beni işitsin veya görsün de benî sevmemiş olsu. “Müslim : 7.c.2491.n

 … Husayn b. Kays dedesi Kays b. Asım r.a’nun İslam’a girişini şöyle anlatıyor : Kays İslam’a girdiğinde Resulullah s.a.v ona su ve sidir ile gusül etmesini emretti. Ebu Davud : 355 - Nesei : 188 - Tirmizi : 605 - Beyhaki : 1/171 -  Ahmed : 2/221-286 Albani : 1 28-el-İrva

 

 

CİMA EDEN KİMSENİN GUSLETMESİ

 

 

   Allah’u  Azze ve Celle  Abdest Ayet’inin  bir kısmında şöyle buyurmaktadır :

   “ …… Veya kadınlara dokunmuş iseniz ….. “MAİDE : 6.AY.

     Yani, Ey iman edenler ! ………… Eğer cünüpseniz temizlenin. Hasta, yahut yolcu iseniz, yahut  biriniz  ayak yolundan gelmişse, yada kadınlara dokunmuş - yani ilişki kurmuş - su bulamamış iseniz, bu durumda temiz bir toprakla teyemmüm edin  ……… “  buyurmaktadır.

    Bu Ayet’i celileden hareketle kimileri ; buradaki  “ lems “ den kasıt  “ hakiki manadaki dokunmaktır “ demiş ve bir erkeğin kadına dokunmasıyla abdestinin bozulacağını söylemişlerdir.

    Kimileri de ; hayır ! “ Karine bulunursa lafız hakiki manasından mecaza aktarılır “  ve bunun karinesi de :

“ Ey iman edenler ! inanan kadınları nikahlayıp da henüz onlara dokunmadan boşarsanız …… “Ahzab : 49

     Ayetidir. Dolayısıyle buradaki  “ dokunmaktan “ kasıt      cimadan kinayedir  demiş ve kadına dokunmanın abdesti bozmayacağını söylemişlerdir.

    Dolayısıyla bu meselede zikri geçen mesh kelimesinin mantuku  dokunmak. Bunun mefhumu ise cima’dır. - yani cinsel ilişkidir -  Çünkü biraz önce de ifade edildiği gibi :

      “ Karine bulunursa lafız hakiki manasından mecaza aktarılır “ demiştik.Ve bunun karinesi de :

“ Ey iman edenler ! inanan kadınları nikahlayıp da henüz onlara dokunmadan boşarsanız …… “Ahzab : 49

     Ayet’i kerimesi olduğu gibi, Aişe validemizden rivayet edilen şu hadisi şeriftir :

 Aişe r.a’ya Abdullah ibnu Zübeyr gelir  ve der ki : " Ey mü'minlerin annesi, Allah Rasulü s.a.v. hanımlarından bazılarına dokunup abdest almadan gidip namaz kılar mıydı ?   Bunun üzerine Aişe validemiz tebessüm ederek " O hanımlarını öper ve abdest almadan namaz kılardı " diyerek cevap verir. İBNİ  MACE  : 2.C.502.N - TİRMİZİ  :  1.C. 86.N - EBU DAVUD   : 1.C. 178.N

 Meymune r.anha şöyle dedi : Nebi s.a.v’i perdeledim cünüplükten dolayı gusledip yıkandı. İbnu’l-Carud (97-100) Buhari (249-Ter:370(257-259-260-265-266-274-276-281) Müslim (317/37-38) Ebu Avane (1/299) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Darimi (1/191) Beyhaki (1/173-177) Beğavi(248-eş-Şerh) Tabarani (23/1023-1027) Tayalisi (1628) Abdurrezzak (998) Humeydi (316) ibni Hibban (1190-el-İhsan) Ahmed (6/329-330)

 Ebu Hureyre r.a dan Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Erkek kadının dört şubesi arasına oturur ve gayret sarf ederse gusül abdesti vacip olur. Buhari : 392 Müslim 348/87 Ebu Avane 1/288 Ebu Davud 216 Nesei 191-192 Darimi 1/194) İbni Mace 610 Dare kutni (1/113) Beyhaki (1/163) Tayalisi (2449) Ebu Yağla (6227) İbni Hibban (1174-el-İhsan) İbni Ebi Şeybe (1/108)   Ahmed (2/247-270) Albani (1/122-163 el- İrva)

 

SU  ANCAK  SU’DAN  DOLAYI  İCABEDER  HÜKMÜ  VE  NESH’İ   

 

  Abdurrahman b. Ebi Saîd el - Hudrî'den, o da babasından naklen rivayet etti demiş ki : Pazartesi günü Resûlullah  s.a.v ile birlikte - kuba'ya gitmek üzere yola çıktım Benî Salim’in bulunduğu yere vardığımız zaman Resûlullah s.a.v Itbâ'nın kapısı önünde durarak ona seslendi, İtbân esvabını sürükleyerek çıktı. Resûlul­lah s.a.v : Adama acele ettirdik. buyurdu, İtbân : Ya Resûlallah ne buyurursun, bir adam karısı İle cima halinde iken acele ettirilirde meni indirmezse ona ne lâzım gelir ? dedi.    Resûlullah s.a.v : Su ancak sudan dolayı icab eder, buyurdular. Müslim : 1.c.343.N

  Ebû Saîd-i Hudri den o da peygamber s.a.v’den. Peygamber s.a.v : Su ancak sudan dolayı icab eder, buyurmuşlar.  Müslim : 1.c.343 / 81.N

  Ebu Saîd'i Hudri'den naklen rivayet etti ki : Resûlüllah Sallallahü Aleyhi ve Selem ensardân bîr zatın yanına uğramış ta kendisini çağırtmış. O zat başından su damla-yarak çıkmış bu­nun üzerine Peygamber s.a.v : Galiba sana acele ettirdik,  buyurmuş. O zat : Evet Ya Resûlullah, mukabelesinde bulunmuş, Resûlullah Sallallahü Aleyhi ve Selem : Şayet acele ettirilir veya meninin tıkanmasına maruz kalırsan, sana gusül lâzım değil, yalnız abdest icab eder, buyurmuşlar.

İbni Beşşar : Acele ettirilir veya meninin tıkanmasına maruz bırakılırsan, demiş­tir.Müslim : 1.c.345.N

  Ubey b. Ka'b'dan, o da Re­sûlullah s.a.v’den naklen rivayet etti. Resûlullah  s.a.v ehliyle cima' edip de meni indirmeyen erkek hakkında : Zekerini yıkar ; ve abdest alır, buyurmuşlardır. Müslim : 1.c.346.N

  Bana Ebû Seleme haber verdi, ona da Atâ' b. Yesâr haber vermiş, ona da Zeyd b. Hâlid el - Cühenî haber vermiş, ki Kendisi Osman b. Affan'a şunu sormuş ; Bir adam karısı ile cima' ederde menisini indirmezse ne buyurur­sun ?, ve o da şöyle demiştir : Namaz abdest alır gibi abdest alır ve zekerini yıkarsın. Ve ayrıyeten de şun­ları ilâve etti : Ben bunu Resûlullah s.a.v den işittim. Müslim : 1.c.347.N

 

SÜNNET  YERİ  SÜNNET  YERİNE  DEĞDİĞİNDE  GUSLÜN  VACİP  OLACAĞI

 

  Ebû Hureyre r.a’dan. Nebi s.a.v buyurdular ki : Erkek kadının dört şu'besi arasına oturup da onu yorarsa kendisine yıkanmak vacib olur, buyurmuşlar.

Matar'ın hadîsinde ise : Meniyi indirmese bile, kaydı vardır. Râvilerden Züheyr de : Kadının dört eş'ubu arasına, diye rivayet etti. Müslim : 1.c.348.N

Bu Hadîs-i Buhâri «Katâbü-I - Gusl» de, Ebû Dâvûd (202 - 275) Nesâi (215 - 303) ve İbni Mâce (209 - 273) de «Kitabü-t Tahâre» babında tahrîc etmişlerdir.

  Ebû Mûsâ r.a şöyle demiştir : Bu bâbta Muhacirlerle Ensâr'dan bir cemaat ihtilâf ettiler. Ensâr ; Gusl ancak defkden yahut meniden dolayı lâzım gelir, dediler. Muhacirler ise : Hayır, iki uzuv birbirine değdiği zaman gusl vacibdir, mukabelesinde bulundular.

Râvi diyorki, Ebu Musa devamla şöyle dedi : Ben sizi bu münakaşadan kurtarayım dedim ve kalkarak, Aişe'nin ya­nına girmek için izin istedim. Bana izin verildi. Aişe'ye dedim ki ; Ey an­neciğim ; yahut ey müminlerin annesi ! Ben sana birşey sormak istiyorum, ama senden de utanıyorum. Aişe : Seni doğuran annene sorabileceğin bîrşeyi bana sormaktan utanma ; çünkü ben de senin annenim, dedi ben : Öyle ise guslü icab eden şey nedir ? , dedim Aişe :Bu işi tam bilene rastladın ; Resûlullah s.a.v bu konuda buyurdular ki : Erkek cadının dört şu'besi arasına oturur da sünnet mahalli sünnet mahalline temas ederse gusl vacib olur. Müslim : 1.c.349.N

 Ümmü Külsüm r.anha’dan, o da Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem’in zevcesi Âişe'den naklen haber verdi : Âişe şöyle demiştir : Bir adam, ResûluIIah s.a.v'e, zevcesi ile ci­ma' yaparak menisini inzal etmiyen kimsenin hükmünü sorarak ; bu karı kocaya gusl vacip olur mu ? dedi. Ben Aişe'de orada oturuyordum. Resûlullah s.a.v : Şununla  ben,  ikimiz bunu yapıyoruz, sonra  yıkanıyoruz, buyurdu­lar. Müslim : 1.c.350.N

 

KİŞİNİN  KESL’ DEN  DOLAYI  GUSLETMESİ

 

 Nebi s.a.v’in eşi Aişe r.anha şöyle dedi : Bir kimse Resulullah s.a.v’e, eşiyle cima eden sonra kesl - sebebiyle inzal - olmayan kimseyi sordu. Bu erkek ve kadına gusül gerekli midir, dedi. Aişe de orada oturuyordu. Resulullah s.a.v : Şüphesiz ben bunu yapıyorum, ben ve şu ondan sonra yıkanıyoruz,buyurdu. Müslim : 350/89.N

AÇIKLAMA : Kesl kelimesinin sözlük anlamı tembellik demektir. Burada kastedilen kesl, kişinin ehliyle münasebeti halinde kendisinde arız olan isteksizlik durumudur. İslam’ın ilk yıllarında böyle durumlarda tenasül uzvu yıkanıyor, sadece abdest alınıyordu.

Bu hüküm Resulullah  s.a.v in : Kişiye, kadının dört şubesi arasına oturduğu ve sünnet yeri sünnet yerine dokunduğu vakit gusül abdesti gereklidir. Hadisiyle neshedilmiştir.   Ebu Davud : 215 - Tirmizi : 110 - İbni Mace : 609 - Ahmed : 5/115-116

 

 

İHTİLAM  OLAN  KİMSENİN  GUSLETMESİ

 

 Ümmü Seleme r.anha şöyle dedi :Ümmü Süleym, Nebi s.a.v’e gelerek : Bir kadın rüyasında erkeğin gördüğünü görürse ne yapar ? dedi. Resulullah s.a.v : Suyu gördüğü müddetçe gusül abdesti alır,buyurdu. Ümmü Seleme r.anha utanarak dedi ki : Ya rasulallah kadın hiç ihtilam olur mu ?  Bunun üzerine Resulullah s.a.v bana : İki elin topraklansın, - böyle bir şey olmasa - onun çocuğu kendisine neyle benzer, buyurdu. İbnu Carud : 88 - Malik : 1/51/85 - Buhari : 130-Ter:283(282 - Müslim : 313/12 - Ebu Avane : 1/291- Nesei : 1/114-115 - Tirmizi : 122 - İbni Huzeyme : 235 - İbni Hibban : 1165-el-İhsan - Beğavi : 244-eş-Şerh – Abdurrezzak : 1049 - Humeydi : 298 - Beyhaki : 1/167-168

Aişe r.anha şöyle dedi : İhtilam olduğunu hatırlamadığı halde önünde ıslaklık bulan bir kimse hakkında Resulullah s.a.v’e sorulduğunda : 0 kimse gusül abdesti alır,buyurdu. Uykusunda İhtilam olduğunu gören ancak önünde ıslaklık bulamayan bir kimse hakkında sorulduğunda : Onun gusül abdesti alması gerekmez, buyurdu….. İbnu Carud : 89 - Darimi : 1/195-196 - Ebu Davud : 236 - Tirmizi : 113 - İbni Mace : 612 Beyhaki : 1/168 - Ahmed : 6/256

 

 

ŞEHVETLE  ÇIKAN  MENİDEN  DOLAYI  GUSLEDİLMESİ

 

 Ali b. Ebi Talib r.a şöyle dedi : “..... Resulullah s.a.v : “….. Eğer meni çıkarırsan gusül abdesti al,buyurdu. Ebu Davud : 206 - Nesei : 194 - İbni Hibban : 1 102-el-İhsan - Ahmed : 1028 - Albani : 562-S. Cami

AÇIKLAMA : Şehvetle meninin çıkışı guslü gerektirir. Bu ister bakmak şekliyle, ister düşünmek şekliyle, ister dokunmak şekliyle, ister istimna şekliyle, ister başka bir şekilde olsun hüküm aynıdır. Bu haller kendisinde meydana gelen kimsenin gusül abdesti alması gerekir.

 

 

HAYIZ  VE  NİFASLI  KADININ  GUSLETMESİ

 

 Hamne b. Cahş r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki : “ ..... Altı veya yedi gün Allah‘ın sana - ve diğer kadınlara - bildirdiği müddet kendini hayızlı kabul et ; sonra yıkan ........ Ebu Davud : 287 – Tirmizi : 128 - İbni Mace : 627 – Dare kutni : 1/214/48 - Hakim : 1/172 Beyhaki : 1/338 - Tahavi : 3/300- el-Müşkil - Ahmed : 6/381-382-439-440 - Albani : 1 88 -el-İrva

 

CUMA GÜNÜ GUSLETMENİN GÜZELLİĞİ

 

 Ebu Said el-Hudri r.a den Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cuma günü guslet-mek, buluğ çağına gelen her kimse için vaciptir. Malik (1/122/4) Buhari : (895 Müslim 846/5 Ebu Davud 341) Nesei (3/93) Darimi (1/361) İbni Mace (1089) İbni Huzeyme (1742) Beyhaki (11294) , (3/188) Beğavi (331-eş-Şerh) Şafli (1/154-el-Umm) Ahmed (3/60) Albani (143-el-İrva)

 Ebu Hureyre r.a şöyle tahdis etti : Bir cuma günü Ömer r.a hutbe okurken mescide Osman b. Affan çıkageldi. Ömer ona ta’riz ederek : Bazı insanlara ne oluyor ki ezandan sonra gecikiyorlar ! dedi. Osman :Ya Emirel müminin, ezanı işitince sadece abdest alıp buraya geldim,dedi. Ömer : Sadece abdest aldın öyle mi ? Resulullah s.a.v’in : Herhangi biriniz Cuma namazına geleceyiğinde yıkansın, buyurduğunu işitmediniz mi ? dedi.

 Başka bir rivayette “ ... Bir de Resulullah s.a.v in yıkanmayı emrettiğini bilip dururken, sadece abdest aldın öyle mi ? dedi. ”Müslim : 845/4-3) Buhari : 878-Ter:852 - Malik : 1/101-102/3

 … Semure bin Cündüb r.a dan.Resulullah s.a.v buyurdularki : Cuma günü kim abdest alırsa gerekeni yapmıştır ve güzeldir. Kim de yıkanırsa bu daha efdaldir. Ebu Davud : 1.c.354.N – Tirmizi : 1.c.496.N

… Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurduki : Her kim abdeste davranıp onu noksansız aldıktan sonra Cuma namazına gelir,sesini çıkarmaz, hutbeyi dinlerse…. Müslim : 3.c.857/27.N - Ebu Davud : 2.c.1050.N – Tirmizi : 1.c.497.N

 

İSTİHAZE  KANI  İÇİN  GUSLETME

 

 Hamne b. Cahş r.anha şöyle dedi : Çok fazla hayız görüyordum. Bu durumu haber verip fetva istemek için kardeşim Zeyneb’in evinde bulunan Resulullah s.a.v’e geldim. Dedim ki :

- Ya Resulallah, ben çok fazla hayız gören bir kadınım. Bu duruma ne dersin? Beni bu durum namazdan ve oruçtan men etti. Resulullah s.a.v :

- Sana pamuğu öğütlerim, zira o kanı giderir, buyurdu. Ben :

- Kan bundan daha çoktur dedim. Resulullah s.a.v :

- Bez kullan dedi. Ben :

- Kan bundan daha fazladır, fişkırır gibi geliyor dedim. Resulullah s.a.v bunun üzerine şöyle buyurdu :

- İki hüküm söyleyeyim, hangisini yaparsan sana yeter. Eğer ikisini de yaparsan ne ala, orasını sen daha iyi bilirsin. Bu durum şeytanın darbelerinden bir darbedir. Altı veya yedi gün Allah’ın sana - ve diğer kadınlara - bildirdiği müddet kendini hayızlı kabul et ; sonra yıkan. – Hayızdan - temizlenip arındığına kanaat getirdiğin de yirmi üç veya yirmi dört gün namaz kıl ve oruç tut. Çünkü bu sana yeter. – Normal - kadınlar nasıl hayız günlerinde hayız, temizlik günlerinde de temizleniyorlarsa sen de her ay öyle yap. Öğleyi tehir edip ikindide acele ederek yıkanır ve iki namazı cem eder kılarsın. Akşamı tehir edip yatsıda acele ederek sonra yıkanır ve iki namazı cem eder kılarsın. Sabah namazında yıkanabilirsen yıkan - ve o şekilde namazını kıl -. Gücün yeterse oruç tut. Bu - şekilde yapman - bana göre iki işin daha sevimli olanıdır. Ebu Davud (287) Tirmizi (128) İbni Mace (627) Dare kutni (1/214/48) Hakim (1/172) Beyhaki (1/338) Tahavi (3/300-el-Müşkil) Ahmed (6/381-382-439-440) Albani (1 88-el-İrva)

Aişe r.anha şöyle dedi : Fatıma b. Ebi Hubeyş, Nebi s.a.v’e geldi ve şöyle dedi : Ya Resulallah, ben müstehaze olup temiz kalamayan bir kadınım. Namazı terk edeyim mi ? Resulullah s.a.v : Hayır, o ancak bir damar kanıdır, hayız değildir. Sen hayız olduğun günlerde namazdan uzak kal. Sonra güslet ve her namaz için abdest al, buyurdu.

İbni Mace (624) Ebu Davud (298) Nesei (363) Tirmizi (125)

 

 

CENAZE  YIKAMADAN  DOLAYI  GUSLETMEK

  

 Ebu Hureyre r.a dan,o şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki : Kim ölüyü yıkarsa , yıkansın. Kim de onu taşırsa, abdest alsın. Ebu Davud : 4.c.3161 – İbni Mace : 4.c.1463 – Tirmizi : 2.c.998 – İbni Hibban : 751 – Ahmed : 2/280-433-454 - Tayalisi : 2314 - Albani . Cenaiz : 71.s .ter: 37.s – Tahricu Mişkat : 541 – el-İrva : 144

Ali r.a dan şöyle dediği rivayet edilmiştir : Ebu Talib vefat edince Peygamber s.a.v’e  gidip şöyle dedim : Senin o yaşlı [sapık] amcan ölmüş bulunuyor. [ Onu kim gömsün ] Peygamber : Git onu göm ve yanıma gelinceye kadar da başka hiçbir şey yapma,dedi. Ali dedi ki : Ama o müşrik olarak öldü. – Resulullah s.a.v - : Git onu göm, diye buyurdu. Ali dedi ki : Onu gömdüm, sonra ona gittim. Git guslet, sonra yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma dedi. Ali devamla dedi ki : Guslettim sonra onun yanına gittim. Bana bazı dualar yaptı ki onların karşılığında kırmızı ve siyah tüylü develere sahib olmak beni sevindirmez. Hadisi Ali r.a'den rivayet eden dedi ki : Ali ölüyü yıkadı mı kendisi de guslederdi. Ebu Davud : 4.c.3214 – Nesei : 1.c.192 – Beyhaki : 3/398.1.c.1497.n - Ahmed : 807 ve oğlu Müsned'in zevaid'in de : 1074'de Ebu Abdu'r-Rahman es-Sülemi'den, o Ali'den diye rivayet etmiştir. El-Albani cenaiz : 94.s Derim ki senedi sahihtir.

 … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Biz ölü yıkıyorduk. Bizden bazı kimseler - bundan dolayı - gusül abdesti alıyor,bazı kimseler de gusül abdesti almıyordu. Beyhaki kebir : 1/306 -Albani : 72.s .Cenaiz – Dare kutni : 2/72 - Hatib : 5/424-et-Tarih – İbni Ebi Şeybe : 3/267-268 – Abdurrezzak : 3/407 – İbni Hacer Telhis : 1/239 Sahih der.

 … İbni Abbas r.a dan Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Ölünüzü yıkadığınız zaman, onu yıkamanızdan dolayı sizin gusül abdesti almanız gerekmez. Çünkü ölünüz necis değildir. Ellerinizi yıkamanız size yeterlidir. İbni Şahin : 295-296 Nasih ve Mensuh - Hakim Müstedrek : 1/386 - Beyhaki : 3/398  Albani Cenaiz : 72.s

 

AÇIKLAMA :  Her  ne kadar İbni Abbas tan gelen bir önceki hadisi delil göstererek “ cenaze yıkamadan dolayı gusletmenin “ nesh olduğunu söyleselerde,ehli tahkik alimleri bu hadisin merfuan zayıf olduğunu bildirmişlerdir.Yani,bu ifadeler Resulullah s.a.v’in ifadeleri değildir.

    Ama bunun mevkufen sahih olduğunu ifade etmişlerdir. Yani,bu ifadeler sahabi sözüdür. Beyhaki süneni kübra : 1.c.1504 - 1505.n

    Burada dikkat edilmesi gereken husus ; cenazeyi yıkayanın gusletmesi ile alakalı hüküm ; sahabenin bazılarına göre emir değil muhayyerlik ifade eden bir hükümdür . Çünkü İbni Ömer r.a dan gelen rivayet : Biz ölü yıkıyorduk. Bizden bazı kimseler  gusül abdesti alıyor,bazı kimseler de almıyordu,şeklindedir. Dolayısıyla,cenaze yıkayanlar bu hususta sahabenin uygulamasını kendilerine örnek alabilirler. Ama unutmayalım ki,diğer taraftan Resulullah s.a.v’in : Kim ölüyü yıkarsa , yıkansın. Kim de onu taşırsa, abdest alsın,ifadesi bir emirdir. Aslında bu, Ali r.a ya ; Git guslet ifadesinden de anlaşılmak-tadır.Allah en iyisini bilendir.

 

GUSLÜN  KEYFİYETİ

 

 Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüplükten yıkanmaya şöyle başlardı. Önce ellerini yıkardı. Sonra sağ eliyle suyu sol eline boşaltır ve fercini yıkardı. Sonra namaz abdesti gibi abdest alırdı. Sonra suyu alır ve parmaklarını saç köklerine sokar, tamamıyla suyun ulaştığına kani oluncaya kadar başını yıkardı. Sonra suyu elleriyle alır ve başının üzerine üç defa bolca dökerdi. Sonra vücudunun kalan yerleri üzerine su akıtırdı. -  sonra da ayaklarmı yıkardı. -

Buhari (248-Ter:370) Müslim (316/35) Ebu Davud (242) Nesei (421) Abdurrezzak (999) Humeydi (163) Darimi (1/191) Beyhaki (1/171-173) İbni Huzeyme (242) İbni Hibban (1 196-el-İhsan) Malik (1/44) Ahmed (6/52)

 Ümmü Seleme r.anha şöyle tahdis etti : Ben Resulullah s.a.v’e :  Ya Resulallah, ben başımın saç örgüsü çok olan bir kadınım. Gusül abdesti alırken saçımın örgüsünü çözeyim mi ? dedim. Resulullah s.a.v : Hayır, başına üç kere su dökmen yeterlidir. Sonra bedeninin tamamına su akıtırsın ve temizlenmiş olursun - veya işte temizlendin gitti - buyurdu. Müslim 330/58 Ebu Davud 251 Nesei 241 Tirmizi 105 İbni Mace 603

 … Cubeyr b. Mutim r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v’in yanında yıkanma hususunda münakaşa ettiler. Cemaatten biri : Bana gelince ben başımı şöyle şöyle yıkarım dedi. Bunu üzerine Resulullah s.a.v : Bana gelince, ben başımın üzerinden üç avuç su akıtırım,buyurdu. Müslim 327/54

  Meymune r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v gusül abdestini şöyle aldı. Fercini yıkadı, sonra elini yere - veya duvara - sürtüp ovaladı. Sonra namaz abdesti gibi abdest aldı. Sonra başına ve vücudunun tamamına suyu akıttı. Sonra oradan kenara çekilerek ayaklarını yıkadı. Kurulanması için kendisine bez parçası verdim. 0 bunu almaktan imtina etti. Eliyle şöyle yaptı ve ona dokunmadı.  

İbnu’l-Carud (100) Buhari (260-Ter:376) Müslim (317/37-38) Ebu Avane (1/290) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Humeydi (316) Abdurrezzak (998) İbni Huzeyme (1/120) İbni Hibban (1190-el-İhsan) Beyhaki (1/173-184) Beğavi (248-eş-Şerh) Darimi (1/191) Tayalisi (1628) Tabarani (23/1023—1027 , 24/35)

 

 

GUSLEDERKEN  PERDELENMEK

 

 Meymune r.anha şöyle dedi :Nebi s.a.v’i perdeledim cünüplükten dolayı gusledip yıkandı. İbnu Carud (97-100) Buhari (249-Ter:370(257-259-260-265-266-274-276-281) Müslim (317/37-38) Ebu Avane (1/299) Ebu Davud (245) Nesei (1/137-200) Tirmizi (103) Darimi (1/191) Beyhaki (1/173-177) Beğavi (248-eş-Şerh) Tabarani (23/1023-1027) Tayalisi (1628) Abdurrezzak (998) Humeydi (316) İbni Hibban (1190-el-İhsan) Ahmed (6/329-330)

 

GUSÜL  YAPILACAK  SUYUN  MİKTARI

 

 Sefine r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v bir sa’ su ile yıkanır ve bir müd su ile de abdest alırdı. Müslim 326/52 Tirmizi 56 İbni Mace 267 Ahmed 5/22

    Bir Sa’, takriben dört buçuk ile beş buçuk litre hacimli bir ölçektir. Müdd ise, yarım litre veya biraz daha fazla hacimli bir ölçektir.

 

EŞLERİN  AYNI  KAPTAN  BERABERCE  YIKANMALARI

 

  Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v bir kase ile yıkanıyordu. Ben ve Resulullah s.a.v bir kaptan yıkanıyor idik. Müslim (317/41) Buhari (273-Ter:382) Nesei (1/128-201) İbni Mace (376) İbni Hibban (1194-el-İhsan) İbni Huzeyme (238-239) Abdurrezzak (1034) Beyhaki (1/188-193) Ahmed (6/37)

 

GUSÜL  ABDESTİ  İLE  NAMAZ  KILINACAĞI

 

  Aişe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v gusül abdesti aldıktan sonra – namaz kılmak için yeniden bir -  abdest almazdı. Tirmizi (107) Ebu Davud (250) Nesei (252) İbni Mace (579) Hakim (1/153) Beğavi (305-el-Mesabih

    Gusül abdesti ile namaz kılmak için burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. O da ; Guslederken namaz abdesti gibi abdest aldıktan sonra gerek tepeden aşağı su dökünürken ve gerekse kurulanıp giyinirken avret mahalline dokunmamak gerekir. Çünkü arada engel olmadan erkek, zekerine kadın da fercine dokunursa abdestleri bozulur.

 İbni Amr r.a dan.Şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki : Kim zekerine dokunursa abdest alsın.Herhangi bir kadın da fercine dokunursa o da abdest alsın. İbni Carud : 19.n – Dare Kutni : 1/147 – Ahmed : 2 / 223 – Beyhaki : 1/132 – El-Albani S.Camiu’s Sağir :2722.N

Salim şöyle dedi : Babam Abdullah bin Ömer’i gusül ettikten sonra abdest aldığını görünce ona : Gusül abdest yerine geçmez mi ? dedim. O :

- Evet geçer,ama ben bazen zekerime dokunuyorum da onun için abdest alıyorum, dedi. Malik Muvatta : 1.c.105.S

 

CÜNÜP  KİMSEYE  MUBAH  OLAN  ŞEYLER

 Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüp olarak yemek veya uyumak isterse, namaz abdesti gibi abdest alırdı. Müslim (305/22) Buhari (286-Ter:390) Ebu Avane (1/277-278) Ebu Davud (224-222) Nesei (1/138-139) İbni Mace (584) Beyhaki (1/200) Beğavi (265-eş-Şerh) İbni Huzeyme (213) İbni Hibban (1217-el-İhsan) Abdurrezzak (1073)

 … Aişe r.anha şöyle dedi : Resulullah s.a.v cünüp olarak bir şey yemek istediği zaman,sadece ellerini yıkar sonra yerdi. İbni Huzeyme : 1/218 – İbni Hibban : 2.c.1215 – Dare Kutni : 1/447- 448

 Abdullah b. Ömer r.a dedi ki : Ömer r.a Resulullah s.a.v’e : Birimiz cünüp iken, uyuyabilir mi ? dedi. Resulullah s.a.v : Abdest alsın, isterse uyusun, isterse yesin, buyurdu. Buhari : 287-Ter:390 - Müslim : 306/23-24 - Tirmizi : 120 - İbni Mace : 585 – İbni Hibban : 2/1213 – İbni Huzeyme : 1/211 – Ahmed : 1/166

 Ebu Said el-Hudri r.a den Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : Herhangi biriniz ehline geldiği ve sonra - tekrar ona - dönmek istediği vakit abdest alsın. Müslim (308/27) Ebu Avane (1/280) Ebu Davud (220) Nesei (1/142) Tirmizi (141) İbni Mace (587) Beyhaki (1/204) Beğavi (271 -eş-Şerh) İbni Huzeyme (219-220-221) İbni Hibban (1211 -el-İhsan) Ahmed (3/28)

 

CÜNÜP DE  OLSA  MÜSLÜMAN  NECİS  DEĞİLDİR

  Huzeyfe r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v ben cünüp olduğum halde bana karşı geldi. Musafaha yapmak için bana uzandı. Ben cünübüm dedim. Resulullah s.a.v : Müslüman necis olmaz,dedi. İbni Hibban (1369-el-İhsan) Müslim (372/116) Ebu Avane (1/275) Ebu Davud (230) Nesei (1/145) İbni Mace (535) İbni Huzeyme (1359) Beyhaki (1/189) Ahmed (5/384- 402)

 Ebu Hureyre r.a dan,o şöyle dedi : Ebu Hureyre cünüp iken Medine sokağının birinde kendisini Peygamber s.a.v karşılamıştı. – Ebu Hureyre diyorki – yanından savuşup gittim. Ebu Hureyre gidip yıkanıp geldi.Peygamber s.a.v ona : Sen nerede idin ya eba Hureyre ? diye sordu. Ebu Hureyre de : Cünüp idim teharetsiz olarak seninle oturmak istemedim,diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah resulü s.a.v : Subhanallah ! mü’min necis olmaz , buyurdular. Buhari : 1.c.389.s - Müslim : 1.c.371.n

Ezan arkasından bu dua okunur.

Allahümme rabbe hazihi'd-davet'it-tâmmeh, ve's-salâti'l-kaimeh, âti Muhammeden'il-vesilete ve'l-fazilete veb'ashu makâmen mahmuden'illez'i vaadteh.

 

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN NAMAZ KILMA ŞEKLİ

 

* Müslüman namaz kılacağı zaman, kıble (Mekke'de bulunan Kabe)'ye döner,  ( الله أكبر )  "ALLAHU EKBER"  der. Bunlar olmazsa namazın olmıyacağı şartlardandır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Namaza kılmak istediğinde, abdest azalarını güzelce yıka, sonra kıbleye dön, ve tekbir getir ("Allahu Ekber" de). Bu hadisi Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir.

*Bunu diliyle söyleyip, sesini yükseltmesi gerekmez.

*Eğer kişi dilsiz ise kalbiyle niyet eder.

*Tekbir (Allahu Ekber) derken ellerini avucu açık olarak omuzları hizasına kaldırır. Buhari ve Muslim   veya kulakları hizasına kaldırır. Muslim.

 

                                                  

 

 

 

* Sağ elini resim  de görüldüğü gibi sol bileğinin üzerine ve resim  de görüldüğü gibi göğsünün üzerine gelecek şekilde koyar.

Vail bin Hucr radiyallahu anhu'nun hadisi bunun delilidir. O, "Rasulullah tekbir  'Allahu Ekber' deyip, sağ elini sol eli üzerine bilek ile dirsek arasına koydu" diye rivayet etmiştir. Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 88.

Elleri bu şekilde (sağı sol üzerine) koymayı emrederdi. Malik Muvatta Beyan yay. c. 1 s.272, Buhari Sahih Ötüken yay. c, 2 s,755, Ebu Avane

                                                   .

Vail bin Hucr'un hadisine göre "ellerini göğsünün üzerine koyardı" Bu hadisi İbnu Huzeyme rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 88.

Önemli bir açıklama: Her ne kadar Hanefilerde, elleri kaldırma ve ellerin konacağı yerlerde erkeklerle kadınlar arasında farklılık olsa da, sahih olan, kadın ve erkeklerde bu konuda bir farklılık yoktur.

 

 

 

* Aişe radiya'llahu anha'dan rivayet edilen hadise göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini secde edeceği yerden ayırmadı. Bu hadisi el-Beyhaqi rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 88. Bu hadise göre namaz kılan kişi namaz kılarken bakışlarını secde edeceği yere diker. Teşehhüd (Ettahıyyatu lillahi diye başlayan duayı okuduğumuz yer) oturuşu müstesna, bu oturma esnasında bakışlarını şahadet parmağına diker.

                       

* Sonra istiftah (namaza başlangıç) duasını okur. Bu dualar çok çeşitlidir. bunlardan en yaygın olanı:

"Subhâneke'llâhumme ve bihamdik, ve tebâreke'smuk, ve teâlâ cedduk, ve lâ ilâhe ğayruk". Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 93.

"Allahım! Seni överek tesbih ederim. Senin İsmin mubarektir. Şanın yücedir. Senden başka İlah yoktur."  

"Allâhumme bâ'id beynî ve beyne khatâyâye kemâ bâ'adte beyne_lmaşriqi ve_lmağrib, Allâhumme naqqinî min khatâyâye kemâ yunaqqa_ssavbu_lebyadu mine_ddenesi, Allâhumme_ğsilnî bi_lmai ve_sselci ve_lberedi."Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

"Allahım! Doğu ile batı arasını uzaklaştırdığın gibi, beni de hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi, beni de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve dolu ile benim hatalarımı yıkayıp temizle."

* Sonra kovulmuş şeytanın şerrinden Allahu Teala'ya sığınır. ve

"Eudzu bi_llâhi mine_şşeytânirraciym" der.

"Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım."

 veya

"Euzu bi_llâhi_ssemî'il_alîmi mine_şşeytanirracîm"

"Şeytanın şerrinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım."

 veya

"Euzu bi_llâhi_ssemî'il_alîmi mine_şşeytanirracîmi min hemzihi ve nefkhihi ve nefsih."

 "Kovulmuş şeytanın dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım." derdi.

* Sonra "Bismillâhirrahmânirrahîm" der.

*Sonra Fatiha suresini "Elhamdu lillâhi Rabbi_lâ'lemîn" diye başlayan sureyi okur.  Fatiha suresini namazının her rekatında okur. Bir imama uymuş olsa da bile okuması gerekir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem "Fatihayı okumayanın namazı yoktur" buyurmuştur. Buhari ve Muslim. Bu namazın erkanından birisidir. Bu olmayınca namaz olmaz.

*Eğer namaz kılan kişi Fatihayı bilmiyorsa, Kur'an'dan kolayına geleni okur. Bunu da bilmiyorsa "Subhânallah, velhamdu lillâh, ve la ilahe illallâhu vallâhu ekber, ve la havle ve la quvvâte illa billâh" bunları der. Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 98.

(Bunların hepsini diyemiyorsa birisini dese de olur.  Tercüme eden.)

Bu arada Fatiha suresini ezberlemeye çalışması gerekir.

*Fatiha'dan sonra Kur'an'dan kolayına geleni okur. Ya bir sure veya bir kaç ayet.

 

 

* Sonra Allahu Ekber diyerek ve ellerini omuzları hizasına kadar kaldırarak. Ruku eder. Ruku resim  de görüldüğü gibi düz olması gerekir.

                         

 görüldüğü gibi avucu ile parmakları açık şekilde diz kapaklarının üzerine koyar.

*Rukusunda "Subhâna Rabbiya_l-Azîm" "Yüce olan Rabbim sen her türlü noksanlıktan uzaksın." der. Bu zikri en azından bir kere demenin farz olduğunu alimler zikretmişle. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu ve benzeri zikirleri ruku ve secde de çok çok yaptığı sahih olarak rivayet edilmiştir.

Rukuda dikkat edilmesi gereken iki husus var. Birincisi, vücudun mafsalları ruku edildiğinde hepsi yerine oturması gerekir, yani kişinin eğilişle doğrulması bir olmaması gerekir. İkincisi, Rukuda Kuran okunmaması. Rukuda da gözler secde mahalline dikilir.

Şu zikirleri de söylemesi sünnettir. "Subhâneke_llâhumme ve bi hamdik. Allâhumme_ğfirlî." Buhari ve Muslim.

"Allahım! Seni överek tesbih ederim. Beni bağışla." veya

"Subbûhun, Quddûsun, Rabbu_l-Melâiketi ve_r-Rûh." Muslim.

"Her türlü kötülükten beri olan, Mübarek olan, Meleklerin ve Rûh'un Rabbi."

                                             



 

 

*Sonra "semi'a-llâhu limen hamideh" "Allah hamd edenin hamdini işitir"  diyerek doğrulur

Resim 1 ve 2 de olduğu gibi ellerini kaldırır ve "Rabbenâ leke_l-Hamd" veya "Rabbenâ ve leke_l-Hamd" "Allâhumme Rabbenâ leke_l-Hamd" veya "Allâhumme Rabbenâ ve leke_l-Hamd" der.

 İlahi, Rabbi tüm övgüler sana mahsustur.

                 

 *Şu duayı ziyade etmesi de sünnettir.

"Mil'e_s-semâvâti ve_l-Ardi ve mil'e mâ şi'te min şey'in ba'di, Ehle_s-Senai ve_l-Mecdi, ehaqqu mâ qâle_l-Abdu, ve kullunâ leke abdun, Allâhumme lâ mânia limâ a'teyte vel'a mu'tiye limâ mana'te, velâ yenfa'u za_l-ceddi minke_l-ceddu." Muslim 477.

                                                

Rukudan doğrulurken elleri bu şekilde kaldırmak yanlıştır

 

 

 

 

 

 

 


 

* Sonra "Allahu Ekber" diyerek secdeye gider.

                

 

*Ellerinden önce dizlerini koyar  deki resimde görüldüğü gibi. Sunen sahiplerinin sahih olarak rivayet etmiş oldukları Vail bin Hucr hadisinde rivayet olunduğu gibi.

Eller Üzere Secdeye Kapanmak

 

                                                   

"Hz. Peygamber sav dizlerini yere koymadan önce, ellerini yere koyardı." (İbnu Huzeyme, Darequtni, Hakim rivayet etmişler ve buna aykırı olan hadisin sahih değildir.) Hz. Peygamber sav, böyle yapmayı da emrederek şöyle buyururdu: "Sizden biri secde ettiği zaman deve gibi çökmesin; dizlerinden önce ellerini koysun.

Bundan anlaşıldığına göre secdeye giderken önce eller konur ve daha sonra dizler konur.

* Secdenin yedi aza üzere yapılması gerekir. Bunlar; iki ayak, iki diz, iki el ve yüzü (burun ve alın)dır. Secde esnasında bu azalardan bir tanesini kaldırması caiz değildir. Eğer secde etmek için bir özrü varsa secde şekline elinden geldiği kadar yaklaşmaya çalışır.

                                                  

*Secde ettiği zaman pazılarını vücudundan ayırır (yani dirseklerini yanlarından uzaklaştırı.)  Rasulullah sav secdeye vardığı zaman dirseklerini öyle kaldırırdı ki koltuk altı gözükürdü. Buhari ve Muslim. Ancak kollarını açması yanındakilere eziyet etmemesi gerekir. Eğer eziyet varsa duruma göre davranır.

                                      

 

*Secdede karnını baldırlarından uzaklaştırırdı.

*Secdede dizlerini birbirinden ayırır. Ayakları ise birbirine yapıştırır. Rasulullah sav secdede ayak topuklarını diker parmaklarını da kıbleye döndürürdü. Bu hadisi İbnu Huzeyme rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 142.

                                       

 

 

              

 

* 9. resimde görüldüğü gibi dirseklerini ve bileklerini yere yapıştırmaz. Böyle yapmayı Rasulullah sav yasaklamıştır. "Sizden biriniz secde ettiğinde köpeğin yayıldığı gibi (kollarını) yaymasın." Eger secdenin uzunluğundan yorulursa dirseklerini dizine yapıştırabilir. Resim 10.

*Secdede ( سبحان ربي الأعلى )

   (SUBHÂNE  RABBİYEL  Â’LÂ)

der. "Yüce olan Rabbim Her türlü noksanlıktan uzaktır"

Rukuda olduğu gibi bu zikri en azından bir kere demesi gerekir. Eğer ziyade ederse sünnete uymuş olur.

*Secdede şu duaları demesi de sünnettir.

"Subhâneke_llâhumme ve bi hamdik. Allâhumme_ğfirlî." Buhari ve Muslim.

"Allahım! Seni överek tesbih ederim. Beni bağışla." veya

"Subbûhun, Quddûsun, Rabbu_l-Melâiketi ve_r-Rûh." Muslim.

"Her türlü kötülükten beri olan, Mübarek olan, Meleklerin ve Rûh'un Rabbi."



 

*Sonra başını birinci secdeden (ALLÂHU EKBER) doğrulur ve iki elini omuzları hizasında kaldırır

                               

sonra dizlerinin üzerine koyar, sağ ayağını resim  de

 görüldüğü gibi diker parmaklarını kıbleye döndürür.

                             

 

*bu oturuşunda şöyle der: (RABBİGFİRLİ) 

  *Şöyle demesi de sünnettir.

(RABBİGFİRLİ  VERHAMNİ  VEHDİNİ  VEÂFİNİ  VERZUKNİ)

 

 

Bu hadisi Ebu Davud rivayet edip, Albani senedinin sahih olduğunu söyleyip Rasulullah'ın Namazının Sıfatı'nda  tahriç etmiştir. s, 153.
 

 

 

* Ellerini diz baldırlarının üzerine, parmak uçları da diz kapaklarına gelecek şekilde koyardı. Resimlerde de görüldüğü gibi diz kapaklarını avuçlar  şekilde de koyabilir.

*Sonra ALLAHU EKBER diyerek ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır ve

                       

 resim  de görüldüğü gibi ikinci secdeye  gider. Birinci secdede yaptığını burada da yapar.

*İkinci secdeyi de bitirince, başını (ALLAHU EKBER) diyerek kaldırır ve sağ ayağını dikip sol ayağını yayarak üzerine hafifçe oturur.

                    

*Sonra ikinci rekata dizlerine dayanarak kalkar.

                     

 

*Sonra ikinci rekatta, birinci rekatta yaptığını tekrar eder. Sadece bu rekatlarda başlangıç dualarını okumaz.

*İkinci rekatı bitirince resimlerde  de görüldüğü gibi, aynen birinci rekatın iki secde arasında

oturduğu gibi oturur ve sol elini dizi üzerine koyar, sağ

     

 eliyle de parmaklarını sıkarak yalnız işaret parmağını kaldırır ve hareket ettirerek şöyle der:

 

* Selam oturuşu teverruk olur

                                        

Eğer kılacağı namaz üç (akşam) veya dört rekat (öğlen, ikindi ve yatsı) ise 16. ve 17. resimde görüldüğü gibi oturur. Elleri aynen ilk teşehhüd oturuşunda olduğu gibi resim 14 15 de olduğu gibidir. o oturuştaki duaları da burada okur.

(ETTEHİYYÂTU  LİLLÂHİ  VESSALAVÂTU  VETTAYYİBÂTU  ESSELÂMU ALÂNNEBİYYİ  VERAHMETULLÂHİ VE BEREKÂTUHU ESSELÂMU  ALEYNA  VE  AL  İBÂDİLLÂHİ  ESSÂLİHÎN. EŞHEDU  EN LA İLÂHE İLLALLÂHU  VE  EŞHEDU  ENNE  MUMAMMEDEN  ABDUHU  VE  RASÛLUHU.)

(ALLÂHUMME  SALLİ  AL  MUHAMMEDİN   VE  AL  ÂLİ MUHAMMED,KEM SALLEYTE     AL  İBRÂHİME  VE  AL  ÂLİ  İBRÂHÎM İNNEKE  HAMÎDUN  MECÎD)

(ALLÂHUMME BÂRİK AL MUHAMMEDİN VE AL ÂLİ MUHAMMED,KEM  BÂREKTE  AL İBRÂHÎME VE ALÂÂLİ İBRÂHÎME İNNEKE HAMÎDUN  MECÎD)

* Son rekatta salatu selamdan sonra şu duayı okuması sünnettir:

(ALLÂHUMME İNNİ EÛZU BİKE MİN AZÂBİ  CEHENNEM, VE  MİN  AZÂBİLKABRİ  VE  MİN FİTNETİLMEHYA  VELMEMÂT, VE  MİN  ŞERRİ FİTNETİLMESÎH  EDDECCÂL.)

(Allah'ım cehennem azabından sana sığınırım, kabir azabından sana sığırım, hayat ve ölüm

fitnesinden sana sığınırım, mesih deccal fitnesinden sana sığınırım.)

 

Sonra istediği gibi dua eder.

(ALLAHUMME E'INNI ALA ZİKRİKE VE ŞUKRİKE VE HUSNİ İBADETİK)

(Allah'ım seni hatırlamak, sana şükretmek ve sana güzel ibadet edebilmem için bana yardım et)

*Sonrada başını sağ tarafa çevirerek (ESSELÂMUALEYKUM VE RAHMETULLAH) der,

                                     

sonrada sol tarafına aynı şekilde çevirerek selam verir.

                                      

* Sonra Rasulullah sav'den varit olan zikirleri söylemeye çalışır.

misal: üç kere (ESTAGFİRULLÂH)

(ALLAHUMME  ENTESSELÂMU  VE  MİNKESSELÂMU  TEBÂREKTE  Y  ZELCELÂLU   VEL-İKRÂM)

Namazın kılınış şekli erkek olsun,kadın olsun aynıdır.Kesinlikle bir değişiklik yoktur.

Abdullah İbnu Zubeyr (R. A.) her nama/m selamından sonra şöyle derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l-mülkii ve lehii'l-hamdu ve hüve ala külli şey'in kadir. La havle ve la kuvvete illa billah. La ilahe illalah. Ve la na'budu illa iyyah. Lehu'n-ni'metü ve lehii'l-fadlu ve lehü's-senau'l-hasen. La ilahe illallahu muhlisine lehü'd-dine ve lev kerihe'l-kafirun.

Ve Abdullah İbn Zubeyr: Resûlullah (S.A.V.)'in her namazdan sonra bu lafızları tehlil ederdi. (Yani bu kelimeleri yüksek sesle söylerdi)

Her namazın arkasından şöyle demeyi terketmemeni sana vasiyyet ediyorum" dedi. Ellahumme e'inni ala zikrike ve şükrike ve husni ibadetike.

"Her namazın akabinde otuz üç kere Subhanellah, otuz üç kere Allahu ekber, otuz üç kere Elhamdu lillah, dersiniz" buyurdu.

Her farz namazın ardından otuz üç kere subhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere allahu-ekber dersiniz. (Bu hadisi Müslim (596) rivayet etmiştir.)

NAMAZLARIN AKABİNDE SÖYLENEN TEsBİH, TAHMİD VE TEKBİRİ SAĞ ELLE YAPMANIN SÜNNET OLDUĞU

FARZ VE NAFlLE HER NAMAZIN AKABİNDE AYET'EL-KÜRSİ'NİN OKUNACAĞI

Kim ki, her namazın arkasından ayet'el-kürsiyi okursa, cennete girmesine tek engel ölümdür" dedi. (Bu hadisi İbnu Sünni (S/121)

HER NAMAZIN AKABİNDEN MUAVEZAT'IN OKUNACAĞININ EMİR OLDUĞU

Resûlullah   (S.A.V.)  bana  her  namazın  arkasından muavezat'ı okumamı emretti.

NAMAZIN AKABİNDEKİ ZİKRE ŞEYTANIN  MANİ' OLMAK İSTEDİĞİ

"İki haslet veya iki hal vardır ki, müslüman bir kul bunları muhafaza ederse behemehal cennete girer. O iki şey çok kolaydır ama onlarla amel eden azdır. (Her farz namazın) akabinde on defa subhanallah, on defa elhamdu lillah on defa allahu ekber der. İşte bunlar dilde yüz elli, fakat mizanda bin beşyüzdür. Yatma yerini aldığın vakitte, otuzdört defa allahu ekber, otuz üç defa elhamdu lillah, otuz üç defada subhanallah der. İşte bunlar dilde yüzdür. Fakat mizanda bindir." Abdullah dedi ki: "Resûlullah (S.A.V.) bunları (sağ) elinin parmaklarıyla yaptığım gördüm."Dediler ki: "Bu kadar kolay şeyleri yapan az olur. Sizden biriniz yatacağında şeytan ona gelir uykusunu getirir bunları yapmadan uyur. Ve sizden birinize namazında gelirde ona bazı ihtiyaçlarını hatırlatır. Namazı bitirir bitirmez hemen ihtiyaçlarının peşinden giderde yapamaz."(Bu hadisi Ebu Davud (4065) Tirmizi (3407)

Namazların Farz ve Müekked (Ratib) Olan  Sünnetlerini Gösteren Çizelge:

 

 

Namazların Adı

İlk Sünnetler

Farzlar

Son Sünnetler

1

Sabah

2

2

-

2

Öğle

4

4

2

3

İkindi

-

4

-

4

Akşam

-

3

2

5

Yatsı

-

4

2

Cuma Namazı

Tahiyyet’ül- Mescid namazı 2 rekat

2

Evde kılınırsa 2, camide kılınırsa 2+2

 

NAMAZIN SÜNNETLERİ

 

 

1.    İftitah Tekbirinde, ve her tekbirlerde elleri omuz hizasına kadar kaldırmak.

2.    Elleri bağlarken sağ eli sol elin üzerine koyarak göğüs üzerine bağlamak.

3.    Namazın başında açılış duası okumak. Bu konuda Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den değişik dualar varid olmuştur. Sübhaneke duası gibi.

4.    İlk okumaya başlandığında kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmak. Yani (sesziz olarak “Eûzü billahimineşşeytanirracîm”  demek sünnettir.

5.    Fatihanın sonunda “Amin!” demek.

6.    Fatihadan sonra küçük bir sûre veya okuyabildiği kadar Kur’andan âyetler okumak.

7.    Rükûdan kalkış hariç bütün eğilip doğrulmalarda tekbir getirmek.

8.    Beli düz tutup başı belin hizasında tutmak, parmakları açık tutmak kaydıyla ellerin iç kısımları ile iki diz kapağına dayayarak destek almak.

9.    Rükûda üç defa    «سُبْحَانَ رَبِّيَ العَظِيمِ » demek.

10.              Rükûdan kalkınca «سَمِعَ اللهُ لِمَنْ حَمِدَهُ اللَّهُمَّ رَبَّنَا لَكَ الحَمْدُ»                  demek.

11.              Rükuda şu durumlara dikkat edilmelidir:

12.              Secdede alın, burun, eller yere değmelidir. İşâret parmakları kulak hizasında olmalıdır. El ve ayak parmakları kıble yönünde yere yapışık bir şekilde uzatılır.

13.              Secdede yapılan zikirler:   

“Sübhane Rabbiye'l-âlâ” (üç defa).

Şu  duayı Peygamberimiz  (Sallallahu   Aleyhi  ve Sellem) rüku ve secdesinde çok yapardı:

14.              “Sübhaneke Allahümme Rebbenâ ve bihamdike, Allahümmeğfirli.”

15.              “Allahım! Rabbimiz! Sana hamd ederek seni tesbih ederim. Allahım! Beni bağışla.!”

16.              İki secde arasında oturuş şekli:

17.              Sol ayak sağa doğru yatırılarak üzerine oturulur. Sağ   ayak dikilerek parmaklar kıbleye döndürülür.

İki secde arasında yapılan dualar:

18.               “Allahümmeğfirli, ve'rhamnî, ve'cburnî, ve'rfa’nî, ve'hdinî, ve âfini, ve'rzugnî.”

Manası:“Allahım! Beni bağışla, bana merhamet et, itaatine beni mecbur kıl, beni yükselt, bana hidayet et, bana afiyet ver, beni rıızıklandır.”

19.              Dinlenme Oturuşu: İkinci secdeden sonra bir sonra        ki rekata kalkarken çok kısa bir zaman oturmak sünnettir.

20.              Teşehhüdde oturuş şekli: Hadiste şöyle buyurulur:

21.              “Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) teşehhüde oturduğunda sağ elini sağ dizinin üstüne, sol elini ise sol dizinin üstüne koyardı. Sağ işâret parmağı ile işâret ederdi ve gözü işaretinden ayrılmazdı.” (Müslim).

22.              Başka bir hadiste şöyle buyurulur:

23.              “Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve  Sellem) işâret parmağını kaldırdığında onu hareket ettirir ve böylece dua eder ve şöyle derdi: Bu işâret parmağının, bu işâreti  şeytana demir (şişten) daha şiddetli gelir.” 

24.              Teşehhütte Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e salat ve selam getirmek.

25.              Vitir namazında kunut duası okumak sünnettir.

26.              Musibet indiğinde beş vakit namazda kunut  duası yapmak sünnettir.

27.              İkinci teşehhütte sol kalçanın üzerine oturarak sol ayağın parmaklarını  sağ bacağın altından çıkarmak ve sağ ayağı parmaklar kıbleye yönelecek şekilde dik tutmak sünnettir.

28.              Selam vermeden önce şu duaları yapmak sünnettir:

 “Allahumme innî euzü bike min azâbi cehennem ve min azâbi‘l-kabri ve min fitneti’l-mehya ve'l-memat ve min el-Mesihi’d-Deccal.”

Manası:“Allahım! Cehennem ve kabir azabından, hayatın ve ölümün ve Mesihi’d-Deccal’in fitnelerinden sana sığınırım!”

 “Allahümme! İnnî zalamtü nefsî zulmen kesîran vela yağfirü'z-zünûbe illa ente, feğfirlî mağfireten min indeke, verhamni inneke ente’l-ğafûrü'r-rahîm.”

Manası: “Allahım! Ben nefsime çok zulüm ettim, günahları senden başka af edecek olan da yoktur. Katından vereceğin bir bağışla beni bağışla! Bana merhamet et! Muhakkak ki sen bağışlamayı seversin ve çok merhametlisin!” (Buhari –Müslim)

NAMAZDA HUŞU

 

Huşusuz namaz kuru ağaca benzer. Huşusuz namaz sahibini münkerden korumaz. Namazda huşudan kasıt kalbin hazır bulunmasıdır. Kalbin hazır bulunduğu bir namaz cennete giriş sebeplerindendir. Allahu  Teâlâ şöyle buyurur:

“Mü’minler felaha ermişlerdir. Ki onlar namazlarında huşu içindedirler.” (Mü’minûn:1-2).

“Haşiûn” kelimesinin manası “korku duymak ve sükûnete ermek manalarına gelmektedir. İbn-i Kesir huşuyu şu şekilde açıklıyor: Huşu, sükûnete ermek, huzur bulmak, vakar ve tevâzu göstermek, Allah’tan korkmak ve O’nun murakabesini hissetmektir.

 

HUŞUYU GİZLEMEK

 

Huzeyfe (Allah ondan razı olsun) şöyle der:

Nifak huşusuna karşı dikkatli olun. Ona dediler ki: Nifak huşusu nedir? Dedi ki: Cismi korkulu gördüğün halde kalbin korkmamasıdır.”

Fudayl Bin İyad kişinin cisminin kalbinden daha huşulu görünmesi mekruh olduğunu ifade eder.

Salihlerden biri, namaz kılan birinin omuzlarını yukarı doğru çekmiş bir halde namaz kıldığını görünce:

 “Ey filan kişi huşu omuzları çekmekte değil, huşu kalptedir” demiştir.        

Başka bir ayette şöyle buyurulur:

 “Allah’a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın” (Bakara:3)                                                                     

Namaz islamın en önemli şartıdır ve onu huşulu bir şekilde eda etmek şeriatın isteğidir. Bu yüzden insan oğlunu büyük ibadetten alıkoymak için elinden gelen bütün gayreti gösterir. Şeytan şöyle der:

“Daha sonra olara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim.”

Şeytan her türlü vesileyi kullanarak insanların ecirlerini azaltmak için gayret eder. Huzeyfe (Radıyellahu anhü) şöyle der:

“Dininizden ilk olarak kaybedeceğiniz şey namazınızdaki huşu, ondan sonra kaybedeceğiniz ise namazın kendisidir. Ne namaz kılanlar vardır ki onlarda hayır yoktur, öyle zaman gelir ki mescide girip huşulu bir şekilde namaz kılan bir kişi dahi bulamazsınız.”

 

NAMAZDA HUŞULU OLMAYA YARDIMCI OLAN BAZI VESİLELER

 

1.    Namaz için yapacağımız ön hazırlığı en iyi şekilde  yapmak.

2.    Namazda rükû, secde ve diğer hareketlerin hakkını vererek sünnete uygun bir şekilde yapmak.

3.    Namazda ölümü düşünmek.

4.    Okumuş olduğumuz âyetlerin ve yapmış olduğumuz duaların manalarını düşünmek.

5.    Ayetlerin manasını daha iyi düşünebilmek için ayetleri arasında durmak.

6.    İmamın okurken, tecvit kaidelerine uygun olarak sesini güzelleştirmesi.

7.    Kişinin namaz esnasındaki yakarışlarına Allahu Teâlâ’nın cevap vereceğinin bilincinde olması.

8.    Namaz kılarken önümüzde bir duvar direk gibi herhangi bir engelin olması.

9.    Kıyamda sağ eli sol elin üzerine koyarak göğüs üzerinden bağlanması.

10.              Namazda secde edilecek yere bakılması.

11.              Teşehhüt oturuşlarında şahadet parmağını ileri doğru dikçe tutarak hareket ettirmek. Unutulmamalıdır ki bu hareket şeytan için ona demirle vurmaktan daha ağırdır.

12.              Namazda okuduğumuz sureleri ve duaları çeşitli kılmak yani her zaman hep aynı sureleri okumamak.

13.              Secde ayeti okuduğumuz yerde tilavet secdesi yapmak.

14.              Şeytandan Allah’a sığınmak.

15.              Gelip geçmiş salih insanların namazlarında gösterdikleri büyük huşu örneklerini örnek almak.

16.              Huşu ile kılınan namazın ecrinin ne kadar büyük olduğu bilinmeli.

17.              Özellikle secdede ihlasla dua etmek.

18.              Namazdan sonra sünnette varit olan duaları mutlaka yapmak.

19.              Namaz kılınan yerde insanı namazda meşgul edecek ne varsa onları kaldırmak gerekir.

20.              Kişinin namaz kıldığı elbise her türlü nakış, şekil ve resimlerden uzak olmalı.

21.              Bevl veya büyük tuvalet olduğu durumlarda namaza durulmamalı.

22.              Namazı uykunun bastıracağı bir vakte kadar ertelememek.

23.              Uykulu birinin arkasında namaz kılmamak.

24.              Şayet toprak üzerinde namaz kılınıyorsa namazda secde yerini düzlemekle uğraşmamak.

25.              Okuyuşu sesli yaparak başkalarına rahatsızlık vermemek.

26.              Namazda sağa, sola ve göğe doğru bakmamak.

27.              Namazda esnememeye çalışmak.

28.              Namazı kısa tutmaya çalışmamak.

29.              Elbiseyi yerlerde süründürmemek.

TİLAVET SECDESİ

 

Bir mümin secde âyeti okuduğu zaman tilavet secdesi eder. Kur’an-ı Kerim’de secde âyetlerinin yan tarafına secde âyetleri oldukları belirtilmiştir. Bir müslümanın üzerine düşen bu ayetlerden birine uğradığında secde yapmaktır.

 

Tilavet secdesi nasıl yapılır?   

 

Tekbir getirilerek normal secdeye gider gibi yedi ağza ile beraber secde yapılır. Secdede:

 “Subhane rabbiyel âlâ.” Manası: En yüksek olan Rabbimi tesbih ederim.”Denir. Daha sonra dilerse:

«Sübhaneke’l-llahüme Rabbena ve bihamdik. Allahümme’ğfirlî.»

 

Manası:

“Allahım! Rabbimiz seni hamd ile tesbih ederiz! Allah’ım beni bağışla!” 

Şayet dilerse şu meşhur dua da yapılabilir:

 “Allahümme leke secettü ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü. Secede vechi lillahi’llezi halagahu ve savverahu ve şagga sem'ahu ve basarahu bi havlihi ve guvvetihi. Allahumme uktüb li biha hayran ve tegabbelhü minnî kema tegabbelteha min abduke Davud.”

 

Manası:

“Allah’ım sana secde ettim! Sana iman ettim! Sana tevekkül ettim. Yüzüm onu yaratan, ona şekil veren, kuvvetiyle  onun kulaklarını ve gözlerini yaratan Allah’a secde etti. Allahım bu secde vesilesi ile bana hayır yaz, onun vesilesi ile günahlarımı sil, onu senin yanında birikmiş bir hasene bana ulaştır. Bu secdeyi Davud (a.s.)’dan kabul benden de kabul buyur.”

 

Daha sonra namazda ise tekbir getirerek ayağa kalkar namazda  değilse tekbirsiz ve selamsız olarak kalkar. (Bu bir içtihattır)

 

SEHİV SECDESİ

 

Sehiv secdesi kişinin namazında eksiklik, fazlalık veya şüphe duyması sonucu hatanın telafisi için yapılması gereken secdeye verilen isimdir. Namaz kılan kişi rekat, rükû, secde sayısında bir eksiklik veya fazlalık yaparsa veya fazla veya bu konuda kuvvetli bir şekilde şüphe duyarsa sehiv secdesi yaparak oluşan bu hatayı telafi edebilir. Sehiv secdesi üç durum sebebi ile olur:

 

Bir: Fazlalık: Rükû, secde veya rekât adedinde bir fazlalık olduğu durumdur. Örneğin bir rekatta iki rükû veya üç secde yapmak, dört rekatlı bir namazı beş kılmak gibi. Böyle durumlarda sehiv secdesi selam verdikten sonra yapılır.

            Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dört rekatlı öğle  veya ikindi namazının ikinci rekatından sonra selam vermiş sahabenin uyarısı üzerine dörde tamamlamış ve sonra selam vermiş ve ardından da sehiv secdesi yapmıştır.

 

İki: Eksiklik: Namazda vaciplerin biri unutulursa bunun telafisi için selam vermeden önce secde yapılır. Örneğin kişi dört rekatlı bir namazda ikinci teşehhüdü unutmak, secdede “Subhane Rabbiye’l- a’lâ” demeyi, veya rükûda “Subhane Rabbiye’l-azîm” demeyi unutmak gibi durumlarda selamdan önce sehiv secdesi yapılmalıdır. Abdullah İbn-i Buhayne’den rivayet edilen bir hadiste Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) öğle namazını kılarken birinci teşehhüde oturmayı unutur ve ikinci teşehhütte selamdan önce iki secde yapar ve daha sonra selam vererek namazı bitirir.

 

Üç: Şüphe:  Kişinin namazında eksik mi veya fazlalık mı olduğunu bilmemesi durumudur. Bu durumu iki gurupta inceleyebiliriz:

         

Birinci Durum:Kişinin namazında yapmış olduğu fazlalık veya eksiklik konusunda her hangi birinin ağır basması durumu. Bu durumda ağır basan ihtimalin üzerine hareket eder ve selam verdikten sonra secde eder.

 

İkinci Durum: Şayet kişi namazında eksik mi yaptı yoksa fazlalık mı yaptı bunu bilmiyorsa ve bu konuda iki ihtimalden hiç biri diğerine üstün gelemiyorsa bu durumda kişi namazını eksik kılma ihtimalini dikkate alarak tamamlar ve selam vermeden sehiv secdesi yapar.

NAMAZI BOZAN ŞEYLER

 

1.    Bilerek yemek içmek. Bu konuda farz namazda icmâ vardır. Nafile bir namazda Yemek alimlerin çoğuna göre namazı bozar.

2.    Maslahat olmadan bilerek konuşmak.

3.    Namazın erkanından veya şartlarından birini bilerek terk etmek.

4.    Çok hareket etmek.

5.    Gülümsemek veya gülmek.

 

NAMAZDA MEKRUH OLAN ŞEYLER

 

1.    Namazın sünnetlerinden her hangi birini terk etmek mekruhtur.

2.    Namaz kılınacak elbise veya bedenin kirli olması. (Zaruret hariç)

3.    Elleri tam göbeğin üstünden bağlamak.

4.    Namazda yukarıya veya göğe doğru bakmak.

5.    Ağzı kapamak, elbiseyi yere değecek kadar uzun tutmak.

6.    Kişi aç iken sofra kurulması halinde kişinin namaza başlaması.

7.    Kişinin tuvaleti olduğu halde namaza durması.

8.    Gece namazına kalkındığında insanın aşırı uykusu olması.

9.    Mescitte kendine özel bir yer hazırlayarak burada namazını eda etmesi.

NAMAZ VAKİTLERİ

 

Her namazın belli bir vakti vardır. Her namaz kendi vaktinde kılınmalıdır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Abdullah Bin Amr şöyle der: Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

 

Manası:

“Öğle namazının vakti:Güneş tam ortada iken batıya doğru biraz meyletmesi ile başlar. Bir cismin gölgesi kendi boyuna eşit oluncaya kadar, (yani) ikindi vakti girene kadar sürer. İkindi namazının vakti; güneş iyice sararıncaya kadar devam eder. Akşam namazının vakti; güneşin batmasıyla başlar şafağın kırmızılığının kaybolması ile sona erer. Yatsı namazının vakti: Şafağın kırmızılığının kaybolması ile başlar gece yarısına kadar devam eder. Sabah namazının vakti: Fecrin doğması ile başlar güneşin doğması ile sona erer. Güneş doğduğunda namaz kılınmaz zira güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar.” (Müslim)

 

NAMAZ KILINMASI YASAK OLAN VAKİTLER

 

Namaz kılınması yasak olan vakitler üçtür:

1.    Sabah namazından sonra güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar namaz kılınmaz.

2.    Güneş tam ortada iken namaz kılınmaz. Güneş bir eğildikten sonra namaz kılınabilir.

3.    İkindi namazından sonra güneş batana kadar namaz kılınmaz.

Kişi vakte ait farz namazı bu yasak vakitlerde hatırlarsa hatırladığı anda kılabilir.

Cemaat farz namaza durduğunda fertlerin nafile namaz kılmaları doğru değildir.

İMAMLIKTA EFDAL OLAN KİŞİ

 

Allah’ın kitabı olan Kur’anı en iyi okuyan kişi imamlıkta önceliklidir. Şayet imam olabilecek kişiler Kur’anı güzel okumada eşit iseler Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sünnetini daha iyi bilen kişi imam olmalıdır. Bunda da eşit iseler en önce hicret eden kişi imam olmalıdır. Şayet bun dada eşit iseler daha yaşlı olan imam olmalıdır.

 

KİMLERİN İMAMLIĞI GEÇERLİ OLUR

 

1.     En az yedi yaşında, doğruyu yanlıştan ayırt edebilecek çağdaki çocuğun kıldırdığı namaz makbuldür. 

2.     Gözleri görmeyen bir kişinin imamlığı makbuldür.

3.     Farz namaza niyet etmiş birinin arkasında nafileye niyet etmiş biri nafile namaz kılabilir. Zira Sahabelerden Muaz Allah’ın Resûlünün imamlığında, yatsı namazını cemaatle kıldıktan sonra kendi kavmine dönüp onlara yine yatsı namazında imamlık yapmıştır. Bu durumda Muaz’ın ikinci namazı nafile namaz olurken kavminin namazı farz namaz olmuştur.

4.     Teyemmümlü insanın abdestli insana imamlık yapması caizdir.

5.     Yolcunun yolcu olmayana imamlığı caizdir.

6.     Oturarak namaz kılmak durumunda kalan kişinin imamlığı caizdir.

CEMAATLE NAMAZ KILMAK

 

*Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurur:

 “Erkeğin cemaatle kıldığı namaz evde veya iş yerinde kıldığı namazdan yirmi küsur derece daha efdaldır.”

*Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İbn-i Mace’nin rivayet ettiği sahih bir hadiste şöyle buyurur:

 “Ezanı duyduğu  halde özürsüz olarak namaza gelmeyenin namazı kılınmamış gibidir.”

 

 

 HASTANIN NAMAZI

 

Ø Hasta durumda olan bir kişi şayet gücü yeterse namazını ayakta kılmalıdır. Ayakta durmak kendisine zor gelirse duvar değnek v.s. her hangi bir şeye yaslanarak da ayakta durabilir.

Ø Eğer buna da gücü yetmiyorsa namazını oturarak kılar. Bağdaş kurularak oturulması efdaldir.

Ø Buna da gücü yetmezse kıbleye dönmek şartıyla yan tarafına yatarak kılar. Sağ tarafa yatması efdaldır. Kıbleye dönmek zor gelirse kıbleye dönmesi şart değildir.

Ø Bu şekilde de kılması mümkün olmazsa ayaklarını kıble tarafa yönelterek sırt üzeri yatarak ta kılabilir. Şayet mümkün olursa başı hafifçe kaldırmak efdaldır.

Ø Hasta şayet gücü yeterse rüku ve secdeleri esas şekliyle yapmalıdır. Şayet buna gücü yetecek durumda değilse rüku için başını hafifçe eğer, secde yapmak için ise başını rükudakinden biraz daha fazla olarak eğer. Şayet hasta kişi sadece rüku ve ya secdeden birini gerçek şekliyle yapmaya gücü yetecek durumda ise gücü yettiğini gerçek şekliyle yetmediğini de ima ile yapar.

Ø Şayet başıyla da ima edecek durumu yoksa rüku için göz kirpiklerini biraz yumar secde içinse öncekinden biraz daha yumar.

Ø Bunlardan hiçbirine gücü yetemiyorsa niyeti, tekbirleri, okumaları kıyam, rüku ve secdeleri hepsi için niyet ederek kalbiyle yapar.

Ø Şayet hasta namazlarını vaktinde kılmaya gücü yetmiyorsa iki namazı bir arada kılarak öğle ile ikindiyi ikisinden birinin vaktinde, yine akşam ile yatsıyı da ikisinin birinin vaktinde eda eder. Sabah namazı başkasıyla cem olmaz.

      

NAMAZ KILANIN ÖNÜNDEN GEÇMEK İSTENDİĞİNDE ENGELLEYİN

 

Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:

 “Şayet namaz kılanın önünden geçen kişi kendisine hangi cezanın verileceğini bilseydi kırk… boyunca ayakta durmasının namaz kılanın önünü kesmekten daha hayırlı olacağını görecektir.”

Ebu En-Nasr şöyle der: Bilmiyorum, kırk gün mü, yoksa kırk ay mı, yoksa kırk sene mi dedi!  

(Buhari namaz kılanın önünü kesmek babında rivayet etmiştir.)

 

SEFERİ (YOLCU) NAMAZI


Seferde namazi kisaltmanin vucubiyeti; Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; ”Yeryuzunde sefere ciktiginiz zaman kafirlerin size kotuluk etmelerinden endise ederseniz, namazi kisaltmanizda size bir gunah yoktur.”(Nisa 101)

Ibni Abbas r.a.’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Azze ve Celle’nin korkusu disinda hicbir korku olmadigi halde Medine’ye yolculuk yapar, donunceye kadar namazlari iki rekat kilardi.” (Ibni Ebi Seybe, Tirmizi(547) Nesai(3/117) sahihtir. Bkz.; el Irva(3/6))

Harise Ibnu Vehb (radiyallahu anh) anlatiyor: ”Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) Mina'da bize, sayica en cok oldugumuz ve en ziyade guven icinde oldugumuz bir zamanda namazi iki rek'at kildirdi.” (Buhari, Taksir 2, Hacc 84; Muslim(696) Ebu Davud(1965) Tirmizi(882) Nesai(3.119.120))

Ya'la b. Umeyye'den soyle dedigi rivayet edilmistir: Ben Omer b. el-Hattab'a: ”Yeryuzunde sefere ciktiginiz zaman eger kafirlerin size bir fenalik yapmasindan korkarsaniz, namazi kisaltmanizda uzerinize bir vebal yoktur.” (en-Nisa, 4/101) buyrugu ile ilgili olarak insanlar artik iman etmis (ve guvenlige kavusmus) bulunuyorlar, dedim. Bana su cevabi verdi: Senin hayret ettigin seye ben de hayret ettim, bunun uzerine Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem'e buna dair soru sordum, soyle buyurdu: ”Bu Allah'in size verdigi bir sadakadir. O'nun sadakasini kabul ediniz.” (Muslim(686) Ahmed(1/25) Ebu Ya’la(1/163) Beyhaki(3/134) Safii el Umm(1/179) Abdurrazzak(2/517) Fesevi(2/205) Ebu Davud(1199) Tirmizi(3034) Nesai(3/116) Ibni mace(1065) Darimi(salat 179))

Aise (radiyallahu anha) anlatiyor: ”Allah namazi (ilk defa farz ettigi zaman iki rek'at olarak farz etmisti. Sonra onu hazer icin (dorde) tamamladi. Yolcu namazi ilk farz edildigi sekilde sabit tutuldu.” (Buhari(3935) Muslim(685) Muvatta(1/146) Ebu Davud(1198) Nesai(1/225).)

Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem'in ister hacca gitmek, ister umre yapmak, isterse de gaza yapmak uzere butun seferlerinde namazlarini kasr ile kildigina dair haberler tevatur derecesindedir. Ibn Omer dedi ki: Ben Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte yolculuklarda bulundum. Yuce Allah vefat ettirinceye kadar iki raketten fazla kilmadi. Ebu Bekir ile de yolculuklarda bulundum, o da Allah vefat ettirinceye kadar iki rekatten fazlasini kilmadi. Omer ile de birlikte oldum, o da Allah vefat ettirinceye kadar iki rekatten fazla kilmadi. Daha sonra Osman ile birlikte yolculuklarda bulundum. O da Allah vefat ettirinceye kadar iki rekatten fazla kilmadi. Yuce Allah da: ”Andolsun ki sizin icin... Rasulullahda guzel bir ornek vardir.” (el-Ahzab, 33/21) diye buyurmaktadir. (Buhari(1101) Muslim(689) Nesai(3/121 ))

Abdullah b. Mesud dedi ki: ”Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Mina'da (farzi) iki rekat olarak kildim. Ebu Bekir es-Siddik ile birlikte Mina'da iki rekat kildim, Omer ile birlikte Mina'da iki rekat kildim. Dort rekat kilmak yerine, keske kabul olunan iki rekat nasib olsa.” (Muslim(695))

Muverrik el Icli’den; Ibni Omer r.a.’ya seferde namazdan soruldu. Dedi ki; ”Ikiser ikiser kiliniz. Kim sunnete muhalefet ederse kufre sapar.” (sahihtir. Ahmed(2/83,400) Abdurrazzak(4281) Tahavi(1/422) Beyhaki(3/140) Mecmauz Zevaid(2/154) Busayri Ithaf(1805) Ibni Hacer Metalibul Aliye(649) Ibn Kesir Camiul Mesanid(28/321) Satibi el-Itisam(1/102))

Bisr Bin Harb’den; Ibni Omer radiyallahu anhuma’ya; ”Yolcunun namazi nasil olacak ey Ebu Abdurrahman?” diye sordum. Dedi ki; ”Eger Peygamberiniz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sunnetine uyacaksaniz size haber vereyim, peygamberinizin sunnetine uymayacaksaniz haber vermeyeyim.” Biz de; ”En hayirli sunnet peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sunnetidir ey Ebu Abdurrahman!” dedik. Bunun uzerine dedi ki; ”Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine’den ciktigi zaman donunceye kadar iki rekat kilardi.” (Ahmed(2/124) isnadi sahihtir.)

Seferilik mesafesi; namazin kisaltilmasi icin ne seferilik mesafesi ne de muddeti sinirlandirilmamistir. (Ibni Kudame el Kafi(1/201) Menarus Sebil(1/133) Ibni Kayyim Zadul Mead(3/562)) Sayet bunun bir siniri olsaydi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mutlaka bunu beyan ederdi.”[/b]Ey Mekke halki dort beridlik mesafeden azinda namazi kisaltmayin" seklinde rivayet edilen sozun ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait olmadigi tesbit edilmistir. (Ibni Teymiye Mecmuatur Resail(2/6) Elbani Daife(439))

Enes (radiyallahu anh) 'in anlattigina gore kendisine Basra’dan Kufe’ye giden kisinin kasru's-salat yani namazini kisaltmasi hakkinda sorulmustu. Soyle cevap verdi: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) uc millik (5.5 km.) mesafeyi veya (Su'be'nin sekkine gore uc fersah mesafeyi) disari cikti mi iki rek'at kilardi.'' (Muslim(691); Ebu Davud(1201,1233) Abdurrazzak(4336) Ahmed(3.129.187.190.282) Darimi(1/355) Ibni Sad(1/143) Buhari(2.34.5.95) Tirmizi(548) Nesai(3/118) Ibni Mace(1077) Ibni Huzeyme(956,2996) Tahavi(1/418) Ibni Hibban(2734,2740) Beyhaki(3.136.146.153) Ibni Ebi Seybe(2/332))

Enes r.a.’e Basra’dan Kufe’ye giden kisi hakkinda soruldugu icin, bu hadisin "Belki orada konaklayip yolculuguna devam ediyordu, yolculugunun son duragi degildi" seklinde yorumlanamaz. Aksi halde Enes r.a.’in boyle bir soruya karsi uc mil gibi bir mesafeden bahsetmesi anlamsiz kalirdi. (bkz. Fethul Bari(2/567) el Irva(3/15))

Su’be’nin sekke dustugu seyi su rivayetler gidermektedir; Ebu Said r.a.’den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’den cikip bir fersah(5,762 km) yurudugu zaman namazi kisaltirdi." (Ibni Ebi Seybe(2/331) Abdurrazzak(2/529) Musedded, Abd Bin Humeyd(1/294 no:947) ve Ahmed Bin Muni’den; Busayri Ithaf(1802) Ibni Hacer Metalibul Aliye(647) Said Bin Mansur’dan; Telhisul Habir(2/46) Neylul Evtar(3/254) bkz.: Temamul Minneh(s.319) el Irva(3/15) Ibni Adiy(5/79) Subulus Selam(2/39) Ibni Kudame el Mugni(2/48)) Ancak bu rivayet zayif olup, asagida gorulecegi gibi bazi sahabelerden mevkuf olarak sahihtir.

Abdurrahman Bin Harmele’den; "Said Bin Museyyeb’e Medine’ye bir beridlik (22 km.) mesafede namaz kisaltilir mi?" Diye sordum, "evet" dedi. (Ibni Ebi Seybe(2/15) isnadi sahihtir. Sahiha(1/260))

Muhammed Bin Zeyd Bin Huleyde’den; Ibni Omer r.a. dedi ki; "Uc mil (5541 metre) mesafede namaz kisaltilir." (Ibni Ebi Seybe(2/332) sahihtir. Bkz.: Elbani el Irva(3/18 no;561) Sahiha(1/259))

Leclac der ki; "Omer Bin el Hattab r.a. ile sefere ciktik uc millik (5541 metrelik) mesafede namazi kisaltiyorduk." (Ibni Ebi Seybe(2/333) Sahiha(1/260) hasendir.)

Muharib Bin Disar’dan; Ibni Omer r.a. dedi ki; "Gunduz vakti bir saatlik yola ciksam bile namazi kisaltirim." (Ibni Ebi Seybe(2/334) isnadi sahihtir. Bkz.: Fethul Bari(2/567) Irva(3/18) Sahiha(1/259)) Yine Ibni Omer r.a. der ki; "Bir millik (1847 metrelik) mesafeye gitsem bile namazi kisaltirim." (Sahihtir. Fethul Bari(2/567) Irva(3/18) Sahiha(1/259))

Nafi dedi ki; "Ibni Omer r.a. Mekke’de ikamet ederdi. Mina’ya ciktigi zaman namazi kisaltirdi." (Ibni Ebi Seybe(2/334) isnadi sahihtir. Irva(3/18) Sahiha(1/259)) Mekke ile Mina arasi bir fersah (5762 metre) dir. Mekkeliler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Arafat’ta namazi kisaltmislardir. Nitekim Cabir Bin Zeyd r.a. dedi ki; "Arafat’ta namaz kisaltilir." (Ibni Ebi Seybe(2/334)) Mekke ile Arafat arasi dort fersahtir.(22 km.)

Ibnu'l-Munzir dedi ki: Kendisinden ilim belledigimiz herkes icma ile sunu ifade etmistir. Yolculuga cikmak isteyen bir kimse ancak yolculuga cikacagi kasabanin evlerinin disina ciktigi vakit namazini kasredebilir. (Ibn Kudame, el-Mugni(2/260))

Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: "Medine 'de ogle namazini Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) ile dort rek'at kildik. Mekke 'ye gitmek uzere yola cikip Zulhuleyfe 'ye gelince ikindiyi iki rek'at kildi.'' (Buhari(1039,1471–1073) Muslim(690) Ebu Davud(1202) Tirmizi(546) Nesai(1/237) Ahmed(3.111.117, 186,268))

Seferilik muddeti; Cabir (radiyallahu anh) anlatiyor: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam) Tebuk'de yirmi gun ikamet etti ve namazlari hep kasretti." (sahihtir. Ebu Davud(1235) Ibni Hibban(546-Mevariduz Zaman) Sahihu Suneni Ebu Davud(1094) Irva(574) Ahmed(3/295) Ibni Ebi Seybe(2/342) Abdurrazzak(4335) Ibni Hibban(2738-41) Beyhaki(3/152) Ibni Hazm Muhalla(5/26) Zeylai Nasbur Raye(2/186))

Enes r.a’den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile Mekke’de bir ay kaldik ve namazlari kisalttik.” (Buhari(2/34))

Ibn Omer radiyallahu anhuma’dan; "Biz kar yollari kapattigi icin Azerbaycan’da alti ay kaldik ve namazlari ikiser rekat kildik." (Isnadi sahihtir. Ahmed(2.83.154 no:5552,6424) Mecmauz Zevaid(2/158) Ibn Kesir Camiul Mesanid(28/58) Ibni Hacer ed-Diraye(129) Zeylai Nasbur Raye(2/185) Irva(3/28) Zadul Mead(3/562) Ibni Muflih el-Mubdi(2/115) Ibni Teymiye Fetava(24/142) Ibni Kudame el-Mugni(2/68) el-Kafi(1/201) Kessaful Kina(1/518) Telhisul Habir(2/47) Bedrul Munir(507))

Bazilari; "Belki bugun yarin cikarim diye niyet etmemislerdir" seklinde yorumladilar. Ancak bu gorus hatadir. Zira alti ay Azerbaycan’da kalan Ibni Omer r.a.’in bu cesit karlarin birkac gunde eriyecek bir sey olmadigini takdir etmemis olmasi dusunulemez. Enes r.a.’in Sam’da iki sene kalip namazi kisaltmasi(Beyhaki(3/152) isnadi salihtir.), bir grup sahabenin Ramehurmuz’de yedi ay kalarak namazlari kisaltmalari (Beyhaki(3/152) Ebu Hatem Merasil(s.240) Zadul Mead(3/562) Ibni Muflih el Mubdi(2/115) Ibni Teymiye Fetava(24/142) Ibni Kudame el Mugni(2/68) el Kafi(1/201) Kessaful Kina(1/518)) da bunun gibidir.

Osman et Tavil’den; Ebul Aliye (Rufey Bin Mihran) er Riyahi dedi ki; "Bize Ebubekr r.a. soyle bir hutbe okudu; "Evinde oturan icin namaz dort rekat, yolcu icin iki rekattir. Benim dogum yerim Mekke, hicret yerim Medinedir. Medine’den cikinca Zulhuleyfe’den oteye iki rekat olarak kilarim. Bu ona donunceye kadar boyle devam eder." Rufey Bin Mihran’a dedim ki; "Ben memlekete geliyor iki ay kaliyorum. Namazi kisaltmali miyim?" dedi ki; "Evet! Orada elli yil kalsan bile donunceye kadar kisaltirsin." (isnadi hasendir. Mervezi Musnedi Ebu Bekr(135) Ebu Nuaym Hilye(2/222) Osman et Tavil disindaki ravileri guvenilirdir. Osman hakkinda Buhari cerh ve tadil zikretmeden bahsetmistir.(Tarihul Kebir(2/3/258) Ebu Hatem ise sadece; "Seyhtir" demistir.(Cerh ve Tadil(3/1/173))

Hasen r.a.’den; Enes Bin Malik r.a. Nisabur’da bir veya iki sene kaldi namazlari kisaltti.( Ibni Ebi Seybe(2/341) Ibni Kudame Mugni(2/68) Cemul Fevaid(1944))

Simak Bin Seleme Ibni Abbas r.a.’dan; "Bir beldede bes ay kaldim ve namazi kisalttim." (Ibni Ebi Seybe(2/341))

Abdurrahman Bin Misver’den; "Sa’d Bin Malik ile Umman’da iki ay kaldik ve namazi kisalttik" (Ibni Ebi Seybe(2/341) Abdurrazzak(4350) Tahavi Serhu Maanil Asar(1/420) sahih isnad ile.)

Ebu Cemre Nasr Bin Umran’dan; "Ibni Abbas r.a.’ya; "Horasan’da kalmaya devam edersek ne dersin?" diye sordum. Dedi ki; "On sene kalacak olsan bile namazi iki rekat kil." (Ibni Ebi Seybe(2/341))

Hasen r.a.’den; "Abdurrahman Bin Semure Kabil’de bir veya iki kis gecirdi, namazlari kisaltti." (Ibni Ebi Seybe(2/341) Abdurrazzak(4352) Fikhus Sunne(1/242) sahihtir.)

Malik r.a.’den; "Cabir Bin Zeyd’e; "Bir veya iki sene Kesker’de kalsam oranin halkindan sayilirim" dedim. O da; "Namazlari kisalt" dedi. (Ibni Ebi Seybe(2/341))

Ebu Vail’den; "Mesruk ile Silsile’de iki yil kaldim. Namazlari kisaltiyordu." (Ibni Ebi Seybe(2/342))

Ibrahim en Nehai’den; "Alkame ile Havarizm’de iki yil kaldik, namazlari kisaltiyordu." (Ibni Ebi Seybe(2/342))

Zekeriya Bin Amir’den; "Alkame Merv’de iki yil kaldi ve namazlari kisaltti." (Ibni Ebi Seybe(2/341))

Eger bir yerde ikamet etmeye, orasini vatan edinmeye niyet ederse artik seferi olmaz; Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Rasulullah (Mekke 'de) ondokuz gun ikamet etti ve namazlari kasretti. Biz de (bundan boyle) sefer yapip ondokuz gun ikamet ettik mi namazlari hep kasrederdik, ondokuzdan fazla kaldik mi artik dorde tamamlardik." (Buhari, Taksir 1, Megazi 52, Ebu Davud(1230, 1231, 1232) Tirmizi(549) Nesai(3/121)) Yukarida naklettigimiz Cabir r.a. hadisi ve diger rivayetler dikkate alindiginda bu anlasilmaktadir. Eger o yerde ikamete niyet etmezse, orada kaldigi surece seferidir.

Seferinin cemaatle namaz kilmasi: Musa Bin Seleme’den; Ibni Abbas r.a’ya; "Mekke’de iken cemaatle kilmazsam nasil kilayim?" diye sordum. Dedi ki; "Ebul Kasim sallallahu aleyhi ve sellem’in sunneti (seferde) iki rekat kilmaktir." (Ahmed(1862.1996.2632) Muslim(688) Nesai(3/119) Ibni Huzeyme(951) Beyhaki(3/153))

Sa’bi’den; "Ibni Omer r.a. Mekke’de namazi yalniz iken ikiser rekat kiliyor, cemaatle kildiginda ise imam kac rekat kilarsa o kadar kilardi." (Ibni Huzeyme(954) sahihtir.)

Omer r.a. Mekke’ye geldiginde onlara iki rekat kildirdiktan sonra dedi ki; "Ey Mekke halki! Namazinizi tamamlayiniz. Zira biz seferiyiz." (Malik Muvatta(1/149) sahihtir.)

Seferde nafile namaz; Muekked namazlar seferde kilinmaz. Ancak seferde duha, teheccud gibi diger nafile namazlar kilinabilir. (bkz. Fethul bari(2/578) Avayse Mevsuatul Fikhil Muyessere(2/342))

Ibnu Omer (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Rasulullah (aleyhissalatu vesselam)'a (onsekiz defa) refakat ettim. Ancak, sefer sirasinda nafile kildigini hic gormedim. Allah Teala hazretleri soyle buyurmustur: "Rasulullah'ta sizin icin guzel ornek vardir" (Ahzab 21 ). Ibnu Omer devamla der ki: "Eger nafileyi kilsaydim namazi da tam kilardim." (Buhari, Taksiru's-Salat 11; Muslim(689); Muvatta(1,150) Ebu Davud(1223); Tirmizi, Salat 391, Nesai(3/122; 123).)

Nafi anlatiyor: "Ibnu Omer (radiyallahu anh), oglu Ubeydullah'i seferde nafile kilarken gorurdu de bundan dolayi onu kinamazdi." (Muvatta, Kasru's-Salat, 24 (1,150).)

Amir r.a.’den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gece seferdeyken binegi uzerinde nafile kiliyordu, binegi nereye donerse aldirmiyordu." (Buhari(1104) Muslim(700))

Cuma gunu yolculuga cikmak; Eger Cuma ezani okunmamissa sefere cikmak caizdir. Okunmussa sefere cikmamasi gerekir. (bkz.: Temamul Minneh(s.320)) Cuma gunu yolculuktan mutlak olarak alikoyan sahih bir sey -bildigimiz kadariyla- varit olmamistir.

Ebu Hureyre r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Seferi olana Cuma namazi yoktur." (Tarikleri ve sahitleriyle sahihtir. Bkz.: el Irva(592,594))

Esved Bin Kays babasindan naklediyor; Omer Bin el Hattab r.a. yolculuk hazirliginda olan birini gordu ve onun soyle deigini isitti; "Sayet bugun Cuma olmasaydi yola cikacaktim." Bunun uzerine Omer r.a dedi ki; "Yola cikabilirsin. Zira Cuma yolculuktan alikoymaz." (Ibni Ebi Seybe(2/205) isnadi sahihtir.)

Gemide veya Ucakta Namaz Kilmak

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gemide nasil namaz kilinacagi soruldu. Dedi ki: "Ayakta durarak namaz kil. Ancak bogulmaktan korkarsan hayir (yani oturarak namaz kilabilirsin)." (Bezzar (68) Abdulgani el-Makdisi, Sunen(2/82) Hakim sahih oldugunu soylemis, Zehebi de ona muvafakat etmistir. Not: Ucakta namaz kilmanin hukmu gemide namaz kilmanin hukmu gibidir. Yani gucu yeterse ayakta kilar, degilse oturarak kilar, ruku ve secdelerini imayla yapar.)

"Yaslandiginda ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kildigi yerde bir direk diktirmis ve ona yaslanmistir." (es-Sahiha(319), el-Irva (383))

 

NAMAZIN TERKİ

Bu mevzuda delil olan âyeti kerimelerin

“Hep Allah’a dönüp itaat edin, O’ndan korkun ve namazı kılın da müşriklerden olmayın.”Rûm Sûresi: 31

“Haram olan aylar Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu’l-evvel çıktığı zaman, artık o mişrikleri nerede bulursanız öldürün: Onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun. Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekatlarını verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gâfur ve Rahim’dir.Tevbe Sûresi: 5

Sübhanehu ve teâlâ, Rasûlüne ve mü’minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah Azze ve Celle katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip hapsedilmelerini, kadınlarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor:

1- Şirkten avdet ederek tevbe etmek yani “kelime-i şehadeti” lisanen ikrar etmesi.

2- Namaz kılarak, tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.

3- Zekatı edâ etmesi.

Bu üç şartı yerine getirdikleri an malları ve canları müslümanlara haram olur, zira müslüman olmuşlardır.

Namazı terkedenin müşrik olduğunu beyan eden hadis-i şeriflerin zikri.

 

Ebu Süfyan’dan, dedi ki: Ben Cabir’den duydum şöyle diyordu: Ben Allah Rasûlü (s.a.v.)’den işittim şöyle buyuruyordu: “Şübhesiz ki, kişi ile şirk ve küfür arasındaki şey sadece namazı terketmektir.Bu hadisi Müslim (82), Ebu Davud (4678), Tirmizi (2619), Nesei (465) ve İbnu Mâce (1078) rivâyet etmişlerdir.

 

Cabir (r.a.)’dan (şöyle dedi):

Allah Rasûlü (s.a.v.)’den, buyurdu ki: “Namazı terketmek şirktir.”

Bu hadisi Abdurrezzak, Musannef’de (5009); Muhammed bin Nasr, Kitabu’s-Salat’da (888); Hibetullah et-Taberi, Usulu’s-Sunne’de (1513) ve Âcurri, Şeria’da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 

Enes (r.a.)’dan, (şöyle dedi): Allah Rasûlü (s.a.v.) buyurdu ki: “Kişi ile şirk arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman (Allah’a) şirk koşmuştur.”

Bu hadisi İbnu Mâce (1080) ve Muhammed bin Nasr, Kitabu’s-Salat’da (897) rivâyet etmişlerdir. Şeyh Elbani, İbnu Mâce’nin Sahih’inde (880) tahric etmiştir.

 

Rasûlullah (s.a.v.)’in azadlısı Sevban (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle derken işittim dedi: Allah Rasûlü (s.a.v.) buyurdu ki: “Kul ile küfür ve iman arasındaki şey, namaz’dır. Onu terkettiği zaman (Allah’a) şirk koşmuştur.

Bu hadisi Hibetullah et-Taberî, Usulu’s-Sünne’de (1521) sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Ayrıca Şeyh Elbani Terğib’in Sahih’inde (566) tahric etmiştir.

 

Yukarıda zikredilen âyet ve hadisler, namazı terkedenin Allah’a şirk (ortak) koştuğunu yâni müşrik olduğunu isbat eden münakaşa götürmeyen açık delillerdir.

Sübhanehu ve teâlâ ise, kendisine şirk yâni ortak koşanları affetmeyeceğini haber veriyor.

 

“Muhakkak ki Allah, kendine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bu günahdan (şirkten) başkasını, dilediği kimseden bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa doğrusu uzak bir dalâlete sapmıştır.”Nisa Sûresi: 116

 

Başka bir âyet-i celilede de kendisine ortak koşanların ebedi cehennemde kalacaklarını haber veriyor.

 

“Şübhesiz ki, kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır. Ve barınacağı yer de cehennemdir. Zâlimlerin hiç bir yardımcısı yoktur.”Maide Sûresi: 72

 

Bu babdaki âyet ve hadislerden çıkan hükümlerin hülasası,

1- Namazı terkedenin Allah’a şirk koştuğu,

2- Allah’a ortak koşanın da hiç mağfiret olunmayacağı,

3- Mağfiret olunmayan müşrikin de ebedi cehennemde kalacağı.

 

NAMAZI TERKEDENİN KÂFİR OLDUĞU BÂBI

 

Bu mevzuda Allah Rasûlü (s.a.v.)’den rivâyet edilen hadisler.

 

Ebû Süfyan’dan, dedi ki: Ben Câbir’den duydum şöyle diyordu: Ben Nebi (s.a.v.)’den, şöyle derken işittim: Şübhesiz ki, kişi ile “şirk ve küfür” arasındaki şey sâdece namazı terketmektir.

Bu hadisi Müslim (82), Ebû Dâvud (4678), Tirmizi (2619), Neseî (465) ve İbnu Mâce (1078) rivâvet etmişlerdir.

 

Câbir (İbnu Abdillah) (r.a.)’dan, (şöyle dedi:) Nebi (s.a.v.)’den, buyurdu ki: “İman ve küfür arasındaki şey namazı terketmektir.

Bu hadisi Tirmizi (2618), Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî Kitabu’s-Salatta (887) ve İbnu Ebi Şeybe İman’da (44) İbnu Batta İbane’de sahih senedle rivâyet etmişlerdir.

 

Bureyde (r.a.)’dan, şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Bizlerle onların (yâni münafıkların) arasındaki ahd (onlarla mukatele etmemize mâni olan) namaz’dır. Kim bu namazı terkederse küfretmiş olur.

Bu hadisi Tirmizî (2623), Neseî (1/231), İbnu Mâce (1079) ve Ahmed (5/346) sahih olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albanî Tergib’in Sahih’inde (564) tahric etmiştir.

 

Enes İbnu Mâlik (r.a.)’dan, şöyle dedi:

Nebi (s.a.v.) şöyle dedi: “Her kim ki, kasten namazı terkederse açıkca küfre düşmüştür.”

Bu hadisi Taberanî Evsatta (524) rivâyet etmiştir. Heysemî Mecmau’z-Zevaid’de (1/295) tahric etmiştir.

 

Enes (r.a.)’dan, Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle derken işittim, dedi: “Kişi ile küfür veya şirk arasındaki şey namazdır. Namazı terkettiği zaman kâfir olur.”

Bu hadisi Muhammed İbnu Nasr, Kitabu’s-Salat’ta (899) ve İbnu Batta İbane’de (882) rivâyet etmiştir.

 

RASÛLULLAH (S.A.V.)’İN ASHABININ CEMİSİNİN DE NAMAZI TERKETMENİN KÜFÜR OLDUĞUNA KAİL OLDUKLARI BÂBI:

 

Ebû Hureyre (r.a.)’den, şöyle dedi:

Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı namazdan başka hiç bir amelin terkini küfür olarak göstermezlerdi.

Bu eseri Hâkim, Müstedrek’te (1/7) ve Lale Kai Usulü’s-Sünne’de (4/829) rivâyet etmişlerdir.

 

Abdullah İbnu Şakik el-Ukeylî (r.h.’dan, şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)’in ashabı namazdan başka hiç bir amelin terkini “küfür” olarak görmezlerdi.

Bu eseri Tirmizî (2622), İbnu Ebi Şeybe, Musannaf’da (10495) ve İman’da (137) ve Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (948) sahih olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albâni, terğibin Sahih’inde (564) tahric etmiştir.

 

Mücahid İbnu Cebr (r.h.)’dan, (o da) Câbir İbnu Abdullah (r.a.)’dan ki o Allah Rasûlü’ne arkadaşlık yapmış birisidir. Kendisine; Allah Rasûlü (s.a.v.)’in zamanında, sizce amellerden, küfür ile imanın arasını ayıran ne idi diye sordum. O da “namaz” diye cevab verdi.

Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî Kitabu’s-Salat’ta (893-948) ve Hibetullah et-Taberi, Usulu’s-Sünne’de (1538) ve İbnu Batta İbane’de (876) Hasen olarak rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albânî Terğib’in Sahih’inde (1/227) tahirc ederek Hasen demiştir.

 

Hasan (r.a.) kendisine şöyle ulaştığını haber verdi: Allah Rasûlü’nün ashabı kişi ile şirk ve küfretmekliğin arasında hiçbir özür olmadan namazı bırakmak vardır diyorlardı.

Bu eseri İbnu Batta İbane’de (877) Hibetullah et-Taberî Usulü’s-Sünne’de (1503) rivâyet etmiştir.

 

İbnu Mes’ud (r.a.)’dan, “Kim namazı terkederse kâfir olur” dedi.

Bu eseri Taberânî Mu’cemü’l-Kebir’de (8939) ve Acurrî, Şeria’da (133) sahih olarak rivâyet etmişlerdir.

 

Câbir İbnu Abdillah (r.a.)’dan, “Namaz kılmayan kâfirdir” dedi.

Bu eseri İbnu Abdi’l-Ber, Temhid’de (4/225) sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir.

 

İbnu Abbas (r.a.)’dan, şöyle dedi: “Her kim ki namazı terkederse kâfir olmuştur.”

Bu eseri Muhammed İbnu Nasır el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (939) ve İbnu Abdi’l-Ber, Temhid’de (4/225) sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir.

 

Ali İbnu Ebi Tâlib (r.a.)’dan şöyle dedi: “Her kim ki namazı kılmazsa o kâfirdir.”

Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî, Kitabu’s-Salat’ta (933); Acurri, Şeria’da (135); İbnu Ebi Şeybe, Musannaf’da (10485); ve İman’da (126); Beyhakî, Şuabu’l-İman’da (41); Buhari, Tarihu’l-Kebir’de (   ) ve İbnu Batta İbane’de (899) rivâyet etmişlerdir.

 

TÂBİ’İ ÂLİMLERİ DE NAMAZI TERKEDENİN KÂFİR OLDUĞUNA KÂİL İDİLER

 

Leys dedi ki; Said bin Cubeyr (r.a.) şöyle dedi: “Her kim müteammiden (kasten) namazı terkederse kâfir olmuştur.”

Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadru’s-Salat’ta (919) ve Hibetullah et-Taberi Usulü’s-Sünne’de (1540) rivâyet etmişlerdir.

 

Mâkel bin Ubeydullah şöyle dedi:

Nafi (r.a.)’e dedim ki: Adamın birisi Allah’ın indirdiğini ve Allah Rasûlü (s.a.v.)’in beyan ettiğini ikrar ediyor. Ve sonra namazı Allah’dan bir hak olduğunu biliyorum ve terkediyorum diyor. (Buna ne dersin). O (adam) kâfirdir dedi ve elini elimden çekerek kızgın bir halde yürüdü gitti.

Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadru’s-Salat’ta (977) rivâyet etmiştir.

 

Hasan el-Basri (r.a.)’dan, şöyle dedi: Allah Rasûlü (s.a.v.)’in ashabından bana ulaşan kişi ile şirk koşmak ve küfretme arasında özürsüz olarak namazı terketmek olduğudur.

Bu eseri Hibetullah et-Taberî Usulü’s-Sünne’de (1503) İbnu Batta (877) rivâyet etmiştir.

 

Ubeyd el-Kelâi’den şöyle dedi:

Mekhul eş-Şâmi (r.h.) elimden tutarak “Ya Eba Vehb! Farz bir namazı kasten bilerek terk eden birisi için ne diyorsun?” dedi. Ben de âsi bir mü’mindir dedim. Elimi daha fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: “Yâ Eba Vehb! İmanın şânı nefsinden daha azim olsun. Kim ki farz bir namazı kasten bilerek terkederse Allah’ın zimmeti ondan beri olmuştur. Kimden de Allah’ın zimmeti beri olduysa o kâfir olur.”

Bu eseri İbnu Ebi Şeybe İmanda (129) ve Abdurrezzak Musannef’de (5008) sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Şeyh el-Albâni yukardaki rakamda tahric etmiştir.

 

SELEF ÂLİMLERİNİN NAMAZI TERKETMENİN KÜFÜR OLDUĞUNDA İCMA ETTİKLERİ BÂBI:

 

Ebu Abdillah (r.h.) İshak bin Rahevey’in (r.h.) şöyle dediğini işittim dedi:

Namazı terkedenin kâfir olduğu Allah Rasûlü (s.a.v.)’den bize sahih olarak ulaşmıştır. Peygamberden zamanımıza kadar olan ilim ehlinin görüşü de budur. (Yâni) hiç bir özrü olmadan bilerek ta namazın vakti çıkana kadar kılmayan kâfirdir.

Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezi Kadiu’s-Salat’ta (990) ve Abdu’l-Ber Temhid’de (4/226) rivâyet etmişlerdir.

 

Eyüb (es-Sahtiyani) (r.a.)’dan şöyle dedi: Namazı terketme üzerinde ihtilaf olunmayan bir küfürdür.

Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (978) rivâyet etmiştir. Ayrıca Şeyh Nasır Terğib’in Sahih’inde (1/230) tahric etmiştir.

 

Yahya bin Main (r.h.)’dan, şöyle dedi: Abdullah İbnu Mubarek’e, onlar ikrar ettikten sonra oruç tutmayan, namaz kılmayan mü’min ve kâmil bir iman sahibidir diyorlar diye soruldu. Abdullah İbnu Mübârek (r.h.) cevaben biz onların dediği gibi demiyoruz. Her kim bilerek özürsüz olarak namazı ta başka bir vakit girene dek kılmaz, terkederse o kâfirdir.

Bu eseri Muhammed İbnu Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (981) rivâyet etmiştir.

 

İbnu Ebi Şeybe şöyle dedi:

Allah Rasûlü (s.a.v.) “Kim namazı terkederse küfretmiştir” demiştir.

Bu eseri Muhammed İbnu Nasır el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (988) rivâyet etmiştir.

 

Şeyhu’l-İslâm İbnu Teymiye (r.h.) diyor ki:

Sahabe ve Tabii’nden Selef’in cumhurundan meşhur olan söz namazı terk edenin teklifini kâfir olduğudur.

Mecmau’l-Feteva (20/97)

 

Muhammed bin Nasr el-Mervezî (r.h.) şöyle dedi:

Bize Allah Rasûlü (s.a.v.)’den namazı terkedenin tekfiri, İslâm milletinden çıktığına kılmaktan imtina edenin öldürülmesinin mübahlığına dair haberler gelmiştir. Sonra sahabeden de aynı haberler geldi, bunun hilafına hicbirisinden bize birşey ulaşmış değildir.

Sonra, ilim ehli Allah Rasûlü ve sahabeden gelen rivâyetleri tevilde namazı terkedenin tekfirinde ve edasından imtina edenin öldürülmesinde ihtilaf ettiler.

Bu eseri Muhammed bin Nasr el-Mervezî Kadru’s-Salat’ta (2/925) rivâyet etmiştir.

 

Namaz Kılan Bir Kimse, Rükûdan Doğrulduktan Sonra Ellerini Nereye Koymalıdır?

Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’den bildirilen sahîh sünnetin delâlet ettiği gibi, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- namazda ayaktayken sağ elini sol elinin üzerine koyarak bağlar, ashâbına da böyle yapmayı emrederdi.

İmam Buhârî-Allah ona rahmet etsin- Sahîhinde “Namazda sağ elin sol elin üzerine konulması” bölümünde şöyle der:

“Abdullah b. Mesleme Mâlik’ten, Mâlik de Ebu Hâzım’dan, Ebu Hâzım da Sehl b. Sa’d’den-Allah hepsinden râzı olsun- rivâyet ettiğine göre şöyle der:

“İnsanlar (sahâbe) namazda iken sağ ellerini, sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.”

Ebu Hâzım:

“Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka bir şey bilmiyorum” der.

Bu sahîh hadîste, namaz kılan kimsenin ayakta iken rükûdan önce ve sonra sağ eli, sol kolun üzerine koymanın câiz olduğuna delâlet eden yönü, Sehl b. Sa’d’ın:

“İnsanlar (sahâbe) namazdayken sağ ellerini, sol kolları-nın üzerine koymakla emrolunurlardı” diye haber vermesidir.

   Bilindiği gibi sünnet olan, namaz kılan kimsenin, rükûda ellerini dizlerinin üzerine, secdede ise omuz veya kulaklarının hizâsına gelecek şekilde yere koymasıdır.İki secde arasındaki oturuşla teşehhüd oturuşunda uyluklarla dizlerin üzerine koymasıdır.Bunları sünnette açıklandığı gibi yapar.Geriye, ayakta dururken ellerin nereye konulması meselesi kalıyor ki, Sehl b. Sa’d’in naklettiği hadîste kaste-dilen şeyin bu olduğu anlaşılmış olur.Câiz olan, namaz kılan kimsenin ayaktayken sağ elini, sol elinin veya sol kolunun üzerine koymasıdır.Bu durum, rükûdan önce olsun, rükûdan sonra ayakta dururken olsun aynıdır.Çünkü bildiğimiz kadarıyla Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den iki durum arasında fark olduğu hususunda bir şey sâbit olmamıştır.

İki durum arasında fark olduğunu iddiâ edenin delîl getirmesi gerekir.

Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:

“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- namazda ayakta dururken, sağ elini sol elinin üzerine bağlardı.” 

Yine, Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunan başka bir hadîste, o şöyle der:

 “Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in iftitâh tekbirini aldıktan sonra, sağ elini sol elinin bilek ve kolunu kavrayacak şekilde üzerine koyduğunu gördüm.” 

Bu hadîste, rükûdan önceki ve sonraki ayakta duruş arasında bir ayırım yapılmamıştır.Böylece bu hadîsin, rükûdan önceki ve sonraki her iki ayakta duruşu kapsadığı açıkça anlaşılmış olur.

   Hâfız İbni Hacer-Allah ondan râzı olsun- “Fethu’l-Bârî ” adlı eserinde Buhârî’nin az önce adı geçen konu başlığı ile ilgili olarak şöyle demiştir:

   «Hadîste geçen “(Namazda ayaktayken) sağ elin sol elin üzerine konulması bölümü” ile “İnsanlar (sahâbe) namazdayken, sağ ellerini sol ellerinin üzerine koymakla emrolunurlardı” sözü,merfû hükmündedir. Çünkü; ileride de açıklanacağı gibi sahâbeye emreden bizzât Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’dir.»

   “Kolun üzerine” sözünde, kolun neresine konulacağı açıklanmamıştır.Vâil b.Hucr’dan rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:

 «…sonra sağ elini sol elinin üzerine, bilek ve kolunu kavrayacak şekilde koydu…»  

 [ الرُّسْغُ ]er-Rusğ  kelimesi; bilek demektir.

   Namaz bölümünün sonunda, Hz.Ali’den-Allah ondan râzı olsun- buna benzer bir hadîsi zikredeceğiz.

Yine az önce belittiğimiz hadîste ellerin bedenin neresine konulacağı hususunda bir açıklama yapılmamış-tır. Başka bir rivâyette İbn-i Huzeyme-Allah ona rahmet etsin- Vâil b.Hucr’dan “ellerini göğsünün üzerine koydu” diye rivâyet etmiştir.

Bezzâr-Allah ona rahmet etsin- ise “göğsünün yanına (koydu)” diye rivâyet etmiştir.İmam Ahmed de-Allah ona rahmet etsin-  Hulb et-Tâî’den buna benzer bir hadîs rivâyet etmiştir.

Yine, “Ziyâdâtu’l-Müsned” (Müsned’in Ziyâdeleri) adlı eserde, Hz. Ali’den nakledilen “ellerini göbeğinin altına koydu” şeklindeki hadîsin isnâdı zayıftır.

ed-Dânî-Allah ona rahmet etsin- “Etrâfu’l-Muvattâ” adlı eserinde Ebu Hâzım’a itirâz ederek “Bu hadîs, illetlidir. Çünkü Ebu Hâzım  zanna dayanarak söylemiştir” demiş, ardından da; “Eğer Ebu Hâzım:(Ben,onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka birşey bilmiyorum) dememiş olsaydı, hadîs merfû’ hükmünü alırdı.Çünkü sahâbenin “bununla emrolunuyorduk” sözünün zâhirine bakılarak, onlara emredenin bizzât Peygamber          -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğu sonucuna varılır.Çünkü sahâbî, şeriatı tanıtıcı konumundadır.Dolayısıyla onlara emredenin hüküm koyan konumunda olan Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- olduğuna hükme-dilir.Hz.Âişe’nin-Allah ondan râzı olsun-: “Bizler, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında âdet görür, orucu kazâ etmekle emrolunur, namazı ise kazâ etmekle emrolunmazdık.”

hadîsi bunun gibidir.Çünkü bu şekilde emredenin Peygamber   -sallallahu aleyhi ve sellem- olduğuna hükmedilmiştir.

Beyhakî de-Allah ona rahmet etsin- bir genelleme yaparak: “Bu hususta, âlimler arasında hiçbir ihtilâf yoktur.Yine de Allah daha iyisini bilir ” demiştir.

Ebu Dâvud ve Nesâi’nin sünenleri ile İbni Seken’in      -Allah onlara rahmet etsin- sahîhinde emreden ile emrolunanın tâyini hususunda, Abdullah b. Mes’ud’dan-Allah ondan râzı olsun-konuya ışık tutan şu hadîs nakledilmiştir:

“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- (namazda) sol elimi sağ elimin üzerine koyduğum halde görünce, sol elimi çekip sağ elimi sol elimin üzerine koydu” 

Denildi ki:

“Eğer hadis merfû’ olsaydı, Ebu Hâzım: «Ben, onun bunu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e isnâd etmesinden başka bir şey bilmiyorum» demesine gerek duymazdı.”

Buna şöyle cevap verebiliriz:

“Ebu Hâzım, bu sözüyle emredenin Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem- olduğunu açıklamak istemiştir.Çünkü birincisine merfû’ hükmündedir, denir ancak “merfû’” denilmez.

 

İslâm âlimleri, “Namazda Elleri Bağlamanın” hikmetini şöyle izâh etmektedirler :

1. Bu davranış, mütevâzi olarak Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.

2. Bu davranış, elleri boş şeylerle oyalanmaktan  alıkoymaktır.

3. Bu davranış, huşû içerisinde Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakarmaya  daha uygundur.

 

   İmam Buhârî de bunu idrâk etmiş  olmalı ki, bunun ardından “Huşû Bölümü” diye bir bölüm zikretmiştir.

“Namazda Elleri Bağlamak” ile ilgili söylenen güzel sözlerden birisi de bazılarının dediği gibi:

“Kalp, niyetin yeridir. Bilindiği gibi insan, bir şeyi korumak istediği zaman, ellerini o şeyin üzerine koyarak onu korur”.

   İbni Abdilberr de-Allah ona rahmet etsin- şöyle der:

“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den ellerin bağlanması hususunda aykırı bir şey rivâyet olunmamıştır”

Bu, sahâbe ve tabiînin çoğunluğunun görüşüdür.

 

İmam Mâlik de-Allah ona rahmet etsin- “el-Muvattâ” adlı eserinde bunu zikretmiştir.İbnul-Münzir ve başkaları, İmam Mâlik’ten bundan başka birşey rivâyet etmemişlerdir. Ancak, İbnul-Kâsım, İmam Mâlik’ten ellerin salınacağını rivâyet etmiş, Mâlikî âlimlerinin çoğu da bu görüşü benim-semişlerdir.

Yine İmam Mâlik’ten, farz ile nâfile arasında ayırım yaptığı da rivâyet edilmiştir.Mâlikîlerin bir kısmı da el bağla-mayı mekrûh görmüşlerdir.İbnul-Hâcib, bunun dinlenmek amacıyla yapılması halinde mekrûh olduğunu nakletmiştir. 

Hafız İbn-i Hacer’in-Allah ona rahmet etsin- söylediği şeyler, bu konuda rivâyet edilenleri açıklamaya tam anlamıyla yeterlidir.

İmam İbn-i Abdilberr’den-Allah ona rahmet etsin- rivâyet edilen, “sağ elin sol elin üzerine bağlanması” namazda iken el bağlamanın, kıyâm halinde olduğuna delâlet eder.Bu, İslâm âlimlerin çoğunun görüşüdür.İmam İbn-i Abdilberr rükûdan önceki ve sonraki kıyâm arasında bir ayırım yapmamıştır.

İmam İbn-i Kudâme-Allah ona rahmet etsin- “el-Muğnî”, İbn-i Müflih-Allah ona rahmet etsin-“el-Furû’” adlı eserlerinde ve diğer âlimlerin, İmam Ahmed’in-Allah ona rahmet etsin–; “Namaz kılan kimsenin rükûdan doğrulduktan sonra ellerini bağlamakla salmak arasında serbest olduğu” görüşünde olduğunun dînî bir delîli olduğunu bilmiyorum.Bilâkis daha önce zikredilen sahîh hadîslerin açık manaları, iki duruşta da el bağlamanın sünnet olduğuna delîl teşkil etmektedir.

   Ayrıca, bâzı Hanefîlerin; “rukûdan doğrulduktan sonra elleri salmak daha faziletlidir” yönündeki görüşleri de, daha önce zikredilen hadîslere muhalif olduğundan dînî delîlden yoksundur.İslâm âlimlerinin belirttikleri gibi “istihsân”   hadîs-lere muhâlif olursa, ona itibâr edilmez. 

   İbn-i Abdilberr’in-Allah ona rahmet etsin– Mâlikîlerin çoğun-luğunun “rükûdan önceki ve sonraki duruşta elleri salmak daha faziletlidir” demelerine gelince, şüphesiz ki Mâlikîlerin bu görüşü, daha önce de belirtilen sahîh hadîslere ve ilim ehlinin çoğunluğunun görüşüne aykırı olduğundan tercih edilmemiştir.

 

Vâil b. Hucr ile Hulb et-Tâî’nin-Allah her ikisinden de râzı olsun-naklettikleri hadîsler, namazda ayakta dururken elleri göğsün üzerine koymanın daha fazîletli olduğuna delîl teşkil etmektedir.Daha önce de belirttiğimiz gibi bu iki hadîsi de İbn-i Hacer nakletmiştir.Her iki hadîs de ‘ceyyid’-iyi- olup, senedleri zararsızdır.

 

Birinci hadîsi, (Vâil’in hadîsi) İmam İbn-i Huzeyme rivâyet etmiş ve “hadîs, sahîh” demiştir.İmam Şevkânî de “Neylu’l-Evtâr” adlı eserinde zikretmiştir.İkinci hadîsi ise (Hulb et-Tâî’nin hadîsi) İmam Ahmed hasen bir senedle rivâyet etmiştir.

Ebu Dâvûd-Allah ona rahmet etsin- Tâvûs’tan, o da Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den Vâil ve Hulb’un hadîsle-rine uygun bir hadîs rivayet etmiştir.Bu hadîs “mürsel” olup, senedi ise ‘ceyyid’dir.

Şayet Ebu Dâvûd’un, Hz. Ali’nin-Allah ondan râzı olsun-“namazda sünnet olan,elleri üst üste koyup göbeğin altına koymaktır” dediğini nakletmiştir, diyecek olursan biz de bu hadîse Hâfız İbn-i Hacer’in “hadîs, zayıftır” dediğini belirtiriz.

Hadîsin zayıf olmasının sebebi ise; Abdurrahman b. İshak el-Kûfî veya el-Vâsıtî denilen şahsın rivâyet etmiş olmasıdır.

Bu şahıs, ilim ehlinin nazarında zayıf olup, rivâyet ettiği hadîslere itibâr edilmemiştir.

İmam Ahmed, Ebu Hâtim, Yahyâ b. Maîn ve başkaları bu şahsın “zayıf” olduğunu söylemişlerdir.

Ebu Dâvûd’un, Ebu Hureyre’den-Allah ondan râzı olsun- merfû’ olarak rivâyet ettiği; “Namazda elleri üst üste göbeğin altına koydu” hadîsi zayıftır.Çünkü; hadîsin râvileri arasında, durumunu yukarıda belirttiğimiz Abdurrahman b. İshak vardır.

Şeyh Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsul-Hak “Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Süneni Ebî Dâvûd” adlı eserinde şöyle der:

“Tâvûs’tan mürsel olarak rivâyet edilen Hulb ve Vâil’in hadîsleri, namazda elleri göğsün üzerine koymanın müstehap olduğu-na delâlet eder.Doğru olan da budur.Elleri göbek altından veya üstünden bağlamaya gelince, bu hususta Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den herhangi bir hadîs sâbit olmamıştır.”

Durum, geçen hadîsler hakkında söylediği gibidir.

Şayet, âlim M. Nâsıruddin Elbânî “Sıfetu Salâtin-Nebî     -sallallahu aleyhi ve sellem- (Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in namaz kılış şekli)” adlı eserinin 6. baskı, 145. sayfasının dipnotunda:

“Ayakta dururken (rükûdan sonra) elleri göğsün üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğundan şüphe etmiyorum.Çünkü namaz ile ilgili hadîsler o kadar çok olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olmuş olsaydı herhangi bir yoldan bize ulaşırdı. Seleften hiç kimsenin, bildiğim kadarıyla da hiçbir hadîs imamının zikretmemesi bu görüşü doğrulamaktadır.” demektedir, diyen olursa, ona şöyle cevap verilir:

Evet, faziletli kardeşimiz M. Nâsıruddin Elbânî adı geçen kitabının dipnotunda yukarıda anılan görüşleri belirtmiştir.

Buna bir kaç yönden cevap verilir:

1. Rükûdan sonra, sağ eli sol elin üzerine koymanın dalâlet bid’atı olduğunu kesin bir dille ifâde etmesi,açık bir hatadır.Bildiğimiz kadarıyla hiçbir ilim ehli bunu söyleme-miştir.Bu, daha önce zikredilen sahîh hadîslere aykırıdır.Ben, onun ilminden, faziletinden, geniş araştırmasından ve sün-nete verdiği değerden hiç şüphe etmiyorum.Allah Teâlâ onun bilgi ve başarısını arttırsın.Ancak kendisi bu meselede açıkça hatâ etmiştir.

   İmam Mâlik’in-Allh ona rahmet etsin-:

“Bizden hiç kimse yoktur ki başkasının görüşlerini, başkası da bizim görüşlerimizi reddetmiş olmasın.(Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’i) göstererek ancak şu kabirde yatanın sözü müstesnâdır (reddedilmez)”

buyurduğu gibi, her âlimin sözü kabul edilir veya reddedilir.Ondan önceki ve sonraki âlimlerin hepsi böyle demişlerdir.Bu davranış, onların değerlerini eksiltmek veya makamlarını düşürmek demek değildir.

Bilâkis onlar, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den müctehidin hükmü hususunda sahîh bir hadîste:

“Müctehid, içtihad eder ve içtihadında doğruyu bulursa iki ecir, ictihad eder ve ictihadında hata ederse bir ecir alır.”  

buyurduğu gibi, bir veya iki ecir kazanmaktadır.

2. Daha önce zikredilen (Sehl, Vâil ve başkalarından rivâyet edilen) hadîsleri iyice araştıran kimse, bu hadîslerin namazda, rükûdan önce ve sonra sağ eli sol elin üzerine koymanın câiz olduğuna delîl teşkil ettiğini açıkça görür. Çünkü hadîste rükûdan önce ve sonra diye bir açıklama yapılmamıştır.O halde esas olan, iki davranış arasında ayırım yapmamaktır.

Yine Sehl’in hadîsinde, namazda sağ eli sol kolun üzerine koymakla ilgili emir vardır.Ancak namazın neresinde böyle yapılacağı belirtilmemiştir.

   O halde, hadîslere dikkatle baktığımızda, namazda sünnet olan; elleri rükûda dizlerin üzerine, secdede yere, teşehhüdde ise uyluklarla dizlerin üzerine koymaktır. Geriye, ayakta dururken ellerin konulacağı yer kalıyor ki, Sehl’in hadîsinde kastedilenin bu olduğu anlaşılmış oluyor. Bu da gayet açıktır.

Vâil’in hadîsine gelince, o :

“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’i namazda ayakta iken sağ elini sol elinin üzerine koyarak bağladığını”   gördüğünü açıkça belirtmiştir.

   Şüphesiz ki Vâil’in bu ifadesi, rükûdan önceki ve sonraki her iki duruşu da kapsamaktadır.Konunun başında da belirttildiği gibi, iki duruş arasında ayırım yapanın delîl getirmesi gerekir.

 

3. Hâfız İbn-i Hacer’in-Allah ona rahmet etsin- daha önce zikredilen sözünde olduğu gibi, İslâm âlimleri sağ eli sol elin üzerine bağlamanın hikmeti hakkında şöyle demişlerdir:

* Bu davranış, mütevâzi olarak Allah Teâlâ’ya yalvaran kimsenin özelliğidir.

* Elleri boş şeylerle oyalanmaktan  alıkoymaktır.

* Huşû içerisinde Allah Teâlâ’ya yalvarıp yakarmaya  daha uygundur.

   Namaz kılan kimse, bunu rükûdan önce de sonra da yerine getirmesi  gerekir.Kabul edilmesi gereken,açık bir delîl olmadan iki duruş arasında bir ayırım yapmamaktır.

Allâme kardeşimizin:

“Namazla ilgili hadîsler pekçok olmasına rağmen hiçbirisinde bu husus zikredilmemiştir.Eğer bunun aslı olsaydı herhangi bir yoldan bize ulaşırdı”

sözüne gelince, buna şöyle cevap verilir:

   Bu husus, sizin dediğiniz gibi değildir.Bilâkis daha önce belirtildiği gibi Sehl, Vâil ve başkalarından rivâyet edilen hadîsler buna delîl teşkil etmektedir.Bu hadîslerden kastedilen mananın dışına çıkanın, bunu ispat etmek için delîl getirmesi gerekir.

Allâme kardeşimizin:

 “Seleften hiç kimsenin bunu yapmaması ve bildiğim kadarıyla da hadîs imamlarından hiçbirisinin bu hususu zikretmemesi bu görüşü doğrulamaktadır.”

sözüne gelince, buna şöyle cevap verilir:

Bu sözünüz çok gariptir.Neye dayanarak seleften hiç kimsenin bunu yapmadığını söyleyebiliriz ki ?

Bilâkis doğru olan, bu durum selefin rükûdan doğrul-duktan sonra ellerini bağladıklarını gösterir.Eğer bunun tersini yapmış olsalardı bu haber bize ulaşırdı.Çünkü daha önce zikredilen hadîsler, ayakta dururken rükûdan önce ve rükûdan sonra el bağlamanın câiz olduğuna delâlet eder.

Nitekim İmam Buhârî-Allah ona rahmet etsin- sözümüzün başında naklettiğimiz konu başlığı da bunu gerektirmekte-dir. Hâfız İbni Hacer’in bu konu başlığı ile ilgili sözü de aynı doğrultudadır.Bundan daha önemlisi Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in rükûdan doğrulduktan sonra ellerini saldığı da rivâyet edilmemiştir.Çünkü böyle yapsaydı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in bundan daha az öneme hâiz söz ve fiillerini, sahâbe bize nakletmiş oldukları gibi bunu da bize naklederlerdi.

İbni Abdilberr’in:

“Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’den el bağlama hususunda  aykırı bir şey naklonulmamıştır”

dediğini daha önce belirtmiştik.

Hâfız İbn-i Hacer de onun bu sözünü onaylamıştır. Başkalarının da buna aykırı bir şey söylediklerini bilmiyoruz. Söylediklerimizden açıkça anlaşılmaktadır ki kardeşimiz fazîletli âlim M. Nâsıruddin Elbânî, sözlerine dikkatle bakıp ilim ehlinin uyguladıkları kurallara göre incelediğimizde söylediği sözler onun lehine değil, bilâkis aleyhine delîl teşkil eder.

Allah Teâlâ, bizi ve onu bağışlasın ve hepimize affıyla muâmelede bulunsun.Burada sunduğumuz delîlleri okuduktan sonra kendisinin hakkı açıkça görüp ona dönmesini ümit ederim.Çünkü hak, mü’minin yitik malıdır, onu ne zaman bulursa alır.Allah’a hamd olsun ki, kendisi hakkı arzu edenlerden olup, ona koşan, hakkın açığa çıkması için büyük gayretler sarfeden ve hakka dâvet edenlerdendir.

C U M A    N A M A Z I

 

 

Cumanın Farziyeti :

 

  Değerli Müslümanlar ! bilindiği gibi Cuma namazı Allah’ın mü’minler üzerine farz kıldığı mühim bir ibadettir… Allah c.c kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

” Ey iman edenler Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. ”Cuma : 9

 

“ … Ömer r.a şöyle dedi : Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in dili üzere sefer namazı iki rekattır. Cuma namazı iki rekattır. Fıtır ve Kurban bayramı namazları iki rekattır. Tamamdır, noksan değildir.” Nesei 1419 İbni Mace 1064 İbni Huzeyme 1425 Ahmed 1/37 Albani 638-el-irva

 

Cuma Gününün Fazileti :

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selllem şöyle buyurdu : İçerisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür. Adem  o günde yaratıldı, o günde cennete girdirildi, o günde oradan çıkartıldı ve o günde kıyamet kopacaktır. 0 günde öyle bir saat var ki, müslüman bir kul o saate denk getirerek Allah‘tan hayırlı bir şey isterse, Allah onun isteğini verir.”İbnu’l-Munzir 1714-el-Evsat Müslim 854/17-17 Ebu Davud 1046 Tirmizi 491 İbni Huzeyme 1729 İbni Hibban 2772 Malik 1/108-109 Hakim 1/278 Beğavi 1050 Abdurrezzak 5583 Ahmed 10307 Albani 3/227-el-İrva

 

“ … Ebu Hureyre r.a şöyle rivayet etti : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cuma gününü anlattı ve şöyle buyurdu : Onda öyle bir saat var ki müslüman bir kul o saate denk getirerek namaz kılıp Allah’u tealadan bir şey isterse, Allah ona isteğini mutlaka verir.”İbnu’l-Munzir 1716-el-Evsat  - Malik 1/108  - Buhari : 935 - Müslim : 852/13

 

“ … Ebu Hureyre, Ribiyyibni Hıraş ve Huzeyfe r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : Allah’u teala bizden önceki kimselere cuma gününü kaybettirdi. Dolayısıyla Yahudilerin özel günü cumartesi, Hıristiyan’ların özel günü pazar oldu. Derken bizi dünyaya getirdi ve cuma gününü Allah bize hidayet ederek gösterdi. Böylece cuma, cumartesi, pazar günlerini ibadet günü kılmış oldu. İşte bunun gibi kıyamet gününde de onlar bize ittiba edecektir. Biz dünya ehlinin sonuncularıyız, kıyamet gününde ise herkesten önce lehine hüküm verilenlerin ilkleri biz olacağız. “Müslim 856/22 Nesei 1367 İbni Mace 1083 Albani 1017-S. Cami

 

Cuma namazı günahlara kefarettir :

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Büyük günahları işlemedikçe beş vakit namaz ve cuma, öbür cumaya kadar aralarında işlenen günahlara kefarettir. ”Müslim 233/14 Ebu Avane 2/20 Tirmizi 214 Ibni Mace 1086 İbni Huzeyme 314 İbni Hibban 1733 Tayalisi 2470 Beybaki 21467 Begavi 345 Ahmed 2/484

 

“ … Selman el Farisi r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki :  Bir kimse cuma günü yıkanıp elinden geldiğince temizlenir ve yağından yağlanır veya evindeki kokusundan sürünür sonra cumaya çıkar, yan yana oturan iki kişinin arasını açmaz, sonra kendisi için takdir olunan miktarda namaz kılar ve daha sonra imam hutbede konuştuğunda susar dinlerse, muhakkak o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları mağflret edilir, buyurdu.”Buhari Ter : 855 Darimi 1/362 İbni Mace 1097 İbni Huzeyme 1763 İbni Hibban 2776 Ahmed 5/181

 

Cuma namazını terk etmenin tehlikesi :

 

“ … Abdullah b. Mesud r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem cuma namazına gelmeyen kimseler için : Yemin olsun ki ; birisine emredeyim insanlara namaz kıldırsın, sonra cuma namazına gelmeyen kimselerin evlerini  - kendileri orada iken - yakıvereyim istedim, buyurdu.”Müslim : 652 / 254 - Ahmed : 3743 – 3816 - 4007- 4295 – 4398 - Albani  : 5142-S. Cami

 

“ … İbni Ömer ve Ebu Hureyre r.a dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i minberinin ağaçları üzerinde : Bir takım insanlar cuma namazlarmı terk etmekten ya vazgeçer veya Allah onların kalplerini muhakkak mühürleyecek de kendileri gafiillerden olacaklardır, buyururken işittiklerini rivayet ettiler.” Müslim 865/40 Nesei 3/88 İbni Hibban 2785 Beğavi 1054 Ahmed 2132

“ … Ebi’l-Cağd ed-Damuri r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Kim küçümseyerek üç cumayı - peş peşe - terk ederse, Allah onun kalb ini mühürler.” Ebu Davud 1052 Nesei 1368 Tirmizi 500 İbnj Mace 1125

 

 “ … Rasulullah s.a.v buyurdu ki : “ Kim peşpeşe üç cuma namazını terk ederse o, islami arkasına atmıştır.” Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 174 / 10

 

 Cuma Namazı Kendisine Vacip Olmayanlar :

 

“ … Tarık b. Şihab r.a dan. Nebi s.a.v şöyle buyurmuştur : Cuma namazı haktır ve her müslümana cemaatle  - onu eda etmesi - farzdır. Dört kişi müstesnadır : Köle veya kadın veya çocuk veya hastadır.”Ebu Davud 1067 Dare kutni 2/3 Hakim 1/288 Beyhaki 3/183-172 Albani 592-el-İrva

 

 

Cuma Günü İçin Gusül Abdesti Almanın önemi :

 

“ … Ebu Said el-Hudri r.a’den Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur : Cuma günü gusletmek, buluğ çağına gelen herkese vacibdir.”Buhari Ter : 895 Müslim 846/5 Ebu Davud 341 Nesei 3/93 Darimi 1/361 İbni Mace 1089 Malik 1/122/4 İbni Huzeyme 1742 Beğavi 331 Beyhaki 1/294 Ahmed 3/60 Albani 143-el-İrva

 

“ … İbni Ömer r.a’dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Herhangi biriniz cumaya gideceği vakit gusül etsin.”Buhari Ter : 851 Müslim 844/1 Nesei 1375 Malik 1/102/5 Beğavi 332 Albani 458 S. Cami

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Her yedi günde bir gün gusül edip başını ve bütün vücudunu yıkamak her müslüman üzerine Allah‘in bir hakkıdır.”Müslim 849/9 Buhari 897- 898 Abdurrezzak 5298 İbni Huzeyrne 1761 Beğavi 337

 

“ … Aişe r.anha şöyle dedi : İnsanlar köylerden ve Medine civarındaki evlerden cumaya iştirak ediyordu. Sırtlarında ki abalara toz toprak isabet etmiş halde gelirlerdi. Bu halde onlardan ter kokusu çıkardı. Rasulullah benim yanımdayken onlardan biri Ona geldi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem :  Keşke bu cuma gününüz için yıkansanız, buyurdu.”Buhari Ter : 868 Müslim 847/6 Ebu Davud 1055 Nesei 3/93-94 İbni Huzeyme 1745 İbni Hibban 1237

“ … Semure b. Cundeb’den Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur : Bir kimse cuma günü abdest alırsa o, makbuldür, iyidir. Kim de gusül abdesti alırsa, gusül abdesti daha faziletlidir.”Ebu Davud 354 Nesei 1379 Tirmizi 497 Darimi 1/362 İbni Huzeyme 1757 İbnu’l- Carud 285 Beğavi 2/164 Beyhaki 1/295 Ahmed 5/88-11-17-22

 

“ … Ebu Hureyre r.a şöyle tahdis etti : Bir cuma günü Ömer b. el-Hattap hutbe okurken mescide Osman r.a çıkageldi. Ömer ona tariz ederek : Bazı insanlara ne oluyor ki ezandan sonra gecikiyorlar ! dedi. Osman : Ya emirel mü’minin, ezanı işitince sadece abdest alıp buraya geldim, dedi. Ömer r.a : Sadece abdest aldın öyle mi ? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in : Herhangi biriniz cuma namazına geldiğinde yıkansın, dediğini işitmediniz mi ? dedi.

 

Başka bir rivayette ise : “...Bir de Rasulullah’ın yıkanmayı emrettiğini bilip dururken sadece abdest aldın yıkanmadın öyle mi ? dedi. ”Buhari : 878 - Müslim : 845 / 4-3

 

 

Cumaya Erken Gitmenin fazileti :

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Cuma günü mescidin kapılarından her kapının önünde melekler ilk gelenleri yazarlar. İmam minbere çıkıp oturunca, yazdıkları sayfaları dürer ve hutbeyi dinlerler. İlk gelen deve kurban eden kimse gibidir. Bundan sonra gelen, sığır kurban eden gibidir. Rasulullah : Tavuk ve yumurtaya varana kadar zikretti.”Buhari Ter : 890 Müslim 850/25 Nesei 363-1384 İbni Mace 1092 Darimi 1/362 Malik 1/101 Tayalisi 2384 İbnu’1-Can 286 Ibni Huzeyme 3/133 Ahmed 2/239

 

Cuma Günü farz’dan önce kılınan ratibe namaz :

 

“ … Selman el Farisi r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve selem buyurdu ki :  Bir kimse cuma günü yıkanıp elinden geldiğince temizlenir ve yağından yağlanır veya evindeki kokusundan sürünür sonra cumaya çıkar, yan yana oturan iki kişinin arasını açmaz, sonra kendisi için takdir olunan miktarda namaz kılar ve daha sonra imam hutbede konuştuğunda susar dinlerse, muhakkak o cuma ile diğer cuma arasındaki günahları mağflret edilir, buyurdu.”Buhari Ter : 855 Darimi 1/362 İbni Mace 1097 İbni Huzeyme 1763 İbni Hibban 2776 Ahmed 5/181

 

“ … Safiye şöyle dedi : Safiye b. Huyiy’i - bu hanım Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in eşlerinden biridir ve Muaviye’nin velayeti döneminde vefat etmiştir - İmam minbere çıkmadan önce dört rekat namaz kılarken gördüm. Safiye r.anha cuma namazım imamla iki rekat kıldı.” Albani el-Ecvibe : 35.s -  İbni Sa’d 8/360

 

“ … İbni Munzir : İbni Ömer r.a dan rivayet ettiğimize göre o, cumadan önce on iki rekat namaz kılıyordu dedi.” Albani  el-Ecvibe : s.35 - İbni Kayyım 1/421-Zadü’l-Mead

 

“ … İbni Mesud r.a cumadan önce ve cumadan sonra dört rekat namaz kılardı.” Abdullah İbni Mübarek ve Sufyan es-Seyri de böyle yaparlardı. “Albani el-Ecvibe : s.35 -  İbn Ebi Şeybe 2/40/1 - İbni Kayyım 1/421-Zadü’l-Mead

 

“ … İbni Abbas r.a “ Kendisi cumadan önce sekiz rekat namaz kılardı.”Albani el-Ecvibe : s.35 - İbn Ebi Şeybe 2/40 İbnu’l Munzir 4/97-el-Evsat İbni Kayyım 1/424- Zadü’l Mead

 

Cuma günü imam minber’de iken tahiyatu’l mescid namazı kılma :

 

“ … Ebu Katade’den. Resulullah s.a.v buyurdular ki : sizden biri mescide geldiğinde - namaza durması müstesna - oturacaksa  iki rekat namaz kılsın. “Buhari : 444 Ter : 540 Müslim : 2.c.714.n - Ebu Avane 1/4l5 - Ebu Davud 467 Nesai 729 Tirmizi : 315.n - İbni Mace : 3.c.1013.n - Darimi : 1/323

 

“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hutbe okurken bir kimse mescide girdi ve oturdu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona : iki rekat namaz kılmaktan seni alıkoyan nedir ? Kalk namaz kıl buyurdu. “Müslim : 54 ,55, 56,57,58-875 - Buhari : ter.891

 

“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. Şöyle dedi : Benim peygamber s.a.v üzerinde bir alacağım vardı.Kendisi borcunu bana daha fazlasıyla ödedi. Mescide yanına gittiğimde bana : iki rekat namaz kıl, buyurdu. “Müslim : 2.c.715.n

 

“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. Şöyle dedi : Peygamber s.a.v bir Cuma günü hutbe yaparken bir adam geldi. Peygamber s.a.v o kimseye : Ey fulan sen namaz kıldın mı ? diye sordu. O zat hayır dedi. Bunun üzerine s.a.v : Öyleyse kalk  iki rekat namaz kıl, buyurdu. “Buhari : 2.c.891.s

 

“ … Cabir bin Abdullah r.a dan. O şöyle dedi : Resulullah s.a.v yolculukta benden bir deve satın aldı. Medine ye gelince, mescide gelmemi ve iki rekat namaz kılmamı emir buyurdu. “Müslim : 2.c.715 / 72.n

 

“ … Ka’b İbnu Malik r.a dan. Şöyle dedi : Resulullah s.a.v gittiği her seferden muhakkak gündüzleyin kuşluk vaktinde gelirdi. Geldiği zaman da evvela mescide girer ve orada iki rekat namaz kılar sonra otururdu. “Müslim : 2.c.716.n

 

“ … Ebu Katade’den. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Oturmadan evvel iki rekat namaz kılarak mescidlerin hakkını verin. “Camiu’s Sağir : 1.c.666.n

 

“ … Cabir r.a şöyle dedi : Bir adam cuma günü Rasulullah s.a.v hutbe okurken mescide girdi. Rasulullah s.a.v ona : Namaz kıldın mı ?, Dedi. Adam Hayır dedi. Rasulullah : Kalk iki rekat namaz kıl, buyurdu. “İbnu’l- Carud 293 Buhari 930-Ter:1 166 Müslim 875/55 Ebu Davud 1115 Nesei 1394 Tirmizi 510 Darimi 1/364 İbni Mace 1112 İbni Huzeyme 1833 İbni Hibban 2504 İbn Ebi Şeybe 2/20 Tayalisi 1695 Ebu Yala 1830 Beyhaki 3/193 Beğavi 4/263

 

Bu konudaki zayıf rivayet :

 

“ … İbni ömer r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdularki : Sizden biriniz imam minberin üzerinde iken camiye girerse, imam hutbesini bitirinceye kadar namaz kılamaz ve konuşamaz. “Bu hadisi Taberani zikretmiştir.

 

   İbni Ömer r.a dan zikredilen bu hadisi şerif, sahih değildir. Hadis alimlerinden Ebu Zur’a ve Ebu Hatim ; bu hadisin  münkerul hadis  olduğunu söylemişlerdir.

 

Cuma Gününün Adabı :

 

“ … Abdullah b. Busr r.a şöyle dedi : Cuma günü minberin yanında oturuyor idim. Rasulullah s.a.v insanlara hutbe okuyordu.  - o esnada - bir adam insanların omuzunu eze eze geldi. Rasulullah s.a.v ona : Otur, gerçekten eziyet ettin ve geç kaldın, buyurdu”İbni Hibban 2790 Ebu Davud 1118 Nesei 1398 İbni Mace 1115 İbni Carut 294 İbni Huzeyme 1811 Ahmed 4/188

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurmuştur : Cuma günü imam hutbe okurken arkadaşına sus desen dahi, yine lağv etmiş olursun.”Buhari Ter : 894 Müslim 851/11 Ebu Davud 1112 Nesei 1400 Tirmizi 512  Darimi 1/364 İbni Mace 1110 İbn Ebi Şeybe 2/33/4 İbni Huzeyme 1805 İbni Hibban 2793 Malik 1/103 Abdurrezzak 5414 Tayalisi 2365 Ebu Yala 5846 Humeydi 966 Tabarani 9163-M. Evsat) Beyhaki 3/218 Ahmed 2/244-285 Albani 619-el-İrva

 

“ … Muaz b. Enes r.a şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü imam hutbe okurken ‘ Hibve ’ oturuşunu yasakladı.” Ahmed 15630 Ebu Davud 1110 Tirmizi 514 Hakim 1069 Albani 6876-S. Cami

 

 

İZAH : “ Hibve “  oturuşu kalçayı yere koyup dizleri birleştirerek dikmek ve elleri dizlerin ön kısmında birleştirmektir.

 

“ … Ebu Hureyre r.a den Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : “... Kim - namaz’da - çakıl taşlarıyla oynarsa dahi lağv etmiş olur.”İbni Mace 1025 Müslim 857/27 Tirmizi 498 Beğavi 336

 

“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i işittim şöyle buyuruyordu : Biriniz cuma günü mescidde uyukladığı vakit oturduğu yeri başka bir yerle değiştirsin. ”Ebu Davud 1119 Tirmizi 526 İbni Ebi Şeybe 2/29 İbni Huzeyme 1819 İbni Hibban 571-el-Mevarid Hakim 1/291 Beyhaki 3/237 Ahmed 2122 Albani 468-es-Sahiha

 

 

“ … Aişe r.anha şöyle dedi : Nebi sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü insanlara hutbe okudu. Müteakiben onların üzerinde Nimar - denen elbiseleri - gördü : Biriniz maddi bir genişlik bulduğunda iş elbisesinden hariç cuması için iki elbise edinse ne olur, buyurdu.”İbni Mace 1096-1897 Ebu Davud 1078 İbni Huzeyme 1765 İbni Hibban 568-el-Mevarid Albani 77-el-Meram

 

“ … Cabir r.a dan. Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Sizden biri cuma günü sakın kardeşini yerinden kaldırıp sonra onun yerine geçerek oturmasın, fakat yer açın genişleyin desin.”Müslim 2178/30 Ahmed 342 Albani 1302-es-Sahiha

 

“ … İbnı Abbas r.a dedi ki :  Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Şüphesiz ki bugün bayramdır. Allah bu günü müslümanlar için  - bayram - yapmıştır. cumaya gelen kimseler yıkansrn. Eğer güzel kokusu varsa ondan sürünsün. Misvaka ise, iltizam gösteriniz. ”İbni Mace 1098 Tabarani 1/129-1/269 M.Sağir

 

Cuma Günü Ezan :

 

“ … Es-Saib b. Yezid r.a şöyle dedi : Cuma günü ezan önceleri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir ve Ömer’in zamanlarında imam minbere oturduğu zaman okunurdu. Osman r.a nun zamanında insanlar çoğaldı. 0 da Zevrada okunan üçüncü ezanı ziyadeleştirdi.”Buhari Ter : 876 Ebu Davud 1087 Nesei 1391 Tirmizi 516 İbni Mace 1135 İbnu’l- Carud 290 İbni Huzeyme 1773 Beyhaki 3/192 Beğavi 984-el-Mesabih Ahmed 3/450

 

Cuma Günü Hutbe :

 

“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü minberine çıktığı vakit onun yanındaki kimselere selam verir sonra minberin üzerine çıkardı. İnsanlara yüzünü döndüğü vakit onlara selam verir ve otururdu.” İbnu’l- Münzir  : 1799 - el-Evsat - Beyhaki : 3/205

 

“ … Süleyman b. Neşit r.a şöyle dedi : İbni Zübeyr cuma günü minbere çıkar onun üzerinde kaim olunca insanlara selam verir sonra da otururdu.” İbnu’l Münzir 1800-el-Evsat Beyhaki 3/205

 

“ … İbni Ömer r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem ; cuma günü iki hutbe irad eder ve aralarında otururdu.”Buhari Ter : 890 Müslim 861/33 Ebu Davud 1092 Nesei 1415 Tirmizi 506 İbni Mace 1103 Darimi 1/366 İbni Huzeyıne 3/142 Beğavi : 4/246 - Tayalisi : 1858) İbn Ebi Şeybe 2/23 İbnu’l- Carud 295 Beyhaki  3/197 Ahmed 2135 Albani 604-el-İrva

 

“ … Cabir b. Semure r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayakta hutbe okurdu. Sonra – biraz - oturur sonra tekrar kalkardı. Ayet’ler okur Allah’ı sena ederdi. Hutbesi ve namazı vasat idi.  - yani ne uzun ne de kısa idi - ”Müslim 866/41 Ebu Davud 1093 Nesei 1417 Tirmizi 507 İbni Mace 1105-1106 Darimi 1/366 Tayalisi 757 Begavi 4/251 İbnu’l- Canıd 296 - İbn Ebi Şeybe 2121 Beyhaki 3/207 Ahmed 5/87-88 Albani 3/71-el-İrva

 

 

“ … AmMar bin Yasir r.a dedi ki : Rasulullah s.a.v’i işittim buyuruyordu ki : Namazın uzunluğu, hutbenin kısa - ve özlü - oluşu kişinin fıkhındandır. Dolayısıyla namazı uzun, hutbeyi kısa tutun. Şüphesiz ki beyan  - yani güzel konuşma - da sihirdendir. “Müslim 869/47 Darimi 1/365 Hakim 3/393 İbn Münzir 1797-el-Evsat İbn Ebi Şeybe 2124/4 Albani 61 8-el-İrva Beyhaki 3/208 Ahmed 4/262

 

“ … Cabir b. Abdullah r.a şöyle dedi : Nebi s.a.v’in hutbesi Allah’a hamd ve Ona övgü ile başlardı – yani şöyle derdi : İnne’l-Hamde Lillah Nahmeduhu Ve Nesteinuhu Ve Nestağfiruh. Ve Nea zu Billahi Min Şururi Enfusina Ve Min Seyyiatu A‘malina Men Yehdihil lahu Fela Mudille Leh. Ve Men Yudlil Fela Hadiye Leh. Eşhedu Ella İlahe İllallahu Vahdehu La Şerike Leh. Ve Eşhedu Enne Muhammeden Abduhu Ve Rasuluh... “Müslim 867/44 Ebu Davud 2118 Nesei 1403 Abdullah b. Mesud’dan Ebu Yala 5233 Tayalisi 338 Tabarani 10079-M. Kebir

 

 

“ … Binti Harise b. en-Nuğman r.a şöyle dedi : Ben Kaf Suresini sadece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ağzından ezberledim. 0 her cuma bu sureyi hutbede okurdu.”Müslim 873/51 Ebu Davud 1100 Nesei 1410 Ebu Yala 7/50 İbni Huzeyme 3/144/1786 Beyhaki 3/211 Ahmed 6/463

 

Cuma Günü Hutbede Dua etmek :

 

“ … Enes b. Malik r.a şöyle dedi : Bir kimse Cuma günü minberin karşısındaki kapıdan içeriye girdi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayakta hutbe okuyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in karşısında dikilip ;  ya Rasulellah ! davarlar helak oldu ve yollar kesildi. Allah’a dua et de imdadımıza yetişsin dedi. Enes dedi ki : Rasulullah elini kaldırdı ve ‘Allah umme Eskına, Allah umme Eskına, Allah umme Eskına’ dedi. Enes devamla şöyle dedi : Allah’a yemin ederim ki, o sırada biz, gökyüzünde ne kalın ne de ince buluttan bir şey görmüyorduk. Bizimle Seli Dağı arasmda o zaman hiçbir ev hiçbir konak da yoktu. Enes dedi ki, derken Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasından kalkan şeklinde bir bulut belirdi. Semanın ortasına ulaşınca yayıldı. Sonra yağmur yağmaya başladı. Enes dedi ki : Allah’a yeminle söylüyorum, biz altı gün güneşin yüzünü göremedik. Sonra öbür Cuma günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem yine ayakta hutbe okurken, aynı kapıdan bir kimse girdi, Rasulullah’ın karşısında dikilip ; ya Rasulallah ! Mallar helak oldu, yollar da kesildi. Allah’a dua et de bu yağmuru durdursun dedi. Enes dedi ki : Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ellerini kaldırdı ve : Ey Allah  etrafımı za, üzerimize değil Ey Allah‘ım ! Tepelere, dağlara, kırlara, bayırlara, derelere ve ağaçlıklara yağdır’ buyurdu. Enes dedi ki : Bunun üzerine yağmur kesildi. Namazdan çıktığımızda güneş altında yürüyorduk .....Buhari Ter: 967 Müslim 897/8 Malik 1/191 Ebu Davud 1174 Nesei 1514 İbnu’l-Carüd 256) İbni Hibban 992 Beyhaki 3/353-355 Ahmed 3/104-187-194 Albani 41 6-el-İrva

 

Cuma Namazının Kıraati :

 

“ … Numan b. Beşir r.a şöyle dedi : Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ; her iki bayram namazında ve Cuma namazında ‘ Sebbihisme Rabbike‘l-A’la ile Hel Etake Hadisu’l -Gaşiye’ ayetleriyle başlayan sureleri okurdu.”Müslim 878/62 Ebu Davud 1122 Tirmizi 533 Darimi 1/368 İbni Mace 1281 İbni Huzeyme 921 İbn Ebi Şeybe 2/50/1 İbnu’l Carud 265 Humeydi 921 Tayalisi 795 Beyhaki 3/294 Beğavi 4/272 Ahmed 4/271-272

 

“ … İbni Ebi Rafi şöyle dedi : Mervan, Ebu Hureyre’yi Medine’de yerine halef yaptı Mekke’ye gitti. Bu sebeple Cuma namazını bize Ebu Hureyre kıldırdı. Ebu Hureyre birinci rekat te Cuma Suresini okudu, ikinci rekatta Munafikun Suresini okudu. Namazdan ayrılırken Ebu Hureyre’ ye yetiştim ve : Sen bu gün Ali b. Ebi Talibin Kufe’de okuduğu sureleri okudun. Ebu Hureyre : Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den Cuma günü bunları okurken işittim, dedi...”Müslim 877/61 Ebu Davud 1124 Tirmizi 519 İbni Mace 1118 İbnu’l-Carud 301 İbni Huzeyme 3/170-171 Ahmed 2/430

 

Cuma’dan sonra kılınan sünnet Namazı

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Biriniz cumayı kıldığı vakit, ondan sonra dört rekat de sünnet kılsın.”Müslim 881/67 Ebu Davud 1131 Nesei 2425 Darimi 1/370 İbni Mace 1132 İbni Hibban 2477 Tayalisi 2406 Beyhaki 3/239 Ebu Nuaym 7/334-el-Hilye Ahmed 2/499 Albani 625-el-irva

 

“ … İbni Ömer r.a Rasulullah’ın sünnet namazlarını vasfederek şöyle dedi : Rasulul-lah sallallahu aleyhi ve sellem cuma günü farz namazını kıldıktan sonra - evine dönene kadar -  namaz kılmazdı. Müteakiben evinde iki rekat namaz kılardı.”Müslim 882/71 Ebu Davud 1132 Nesei 1426-1427 Tirmizi 521 Darimi 1/369 İbni Mace 1131 Malik 1/166 Ahmed 21103

 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cumadan sonra namaz kıldığınız vakit dört rekat daha namaz kılınız.”

 

Ravilerden Amr’in rivayetinde şu ziyade vardır : İbni İdris ona da Suhey şöyle dedi : “ Bir şey seni acele ettirirse sünneti mescidde iki rekat kıl iki rekatı da – varacağın  yere - döndüğünde kıl.”Müslim : 2.c.881/68.n

 

“ … Nafi’ şöyle dedi : Abdullah b. Ömer r.a cumanın farzını kıldığı zaman gider evinde iki rekat namaz kılardı. Sonra İbni Ömer şöyle dedi : Rasulullah s.a.v de işte böyle yapardı.”Müslim : 882/70.n

 

 

 

C U M A     N A M A Z I   K I L M A Y A N L A R A

                                                        

               Değerli Müslümanlar ! bilindiği gibi Cuma namazı Allah’ın mü’minler üzerine farz kıldığı mühim bir ibadettir. Allah c.c kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِي لِلصَّلَاةِ مِن يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ

 

” Ey iman edenler Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah’ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. ”

 

Cuma : 9

 

               Allah’u Teala bu ibadeti kitabında farz kılmasına rağmen, ne yazık ki bugün bu ibadeti birtakım insanlar delilsiz, mesnedsiz, zanni gerekçelerle sulandırmış ve terk etmişlerdir…

 

               Halbuki basiretli bir müslümana yakışan ; ardına düştüğü meseleleri  sahih delillere dayandırmasıdır. Eğer dini meselelerde gerçekten Allah’tan hakkıyla korkuluyorsa, bunu böyle yapması gerekir… Yani iddia ettiği gerekçeleri, sahih delillere dayandırıp ona göre hareket etmesi gerekir.

 

Allah’u azze ve celle inananlara körü körüne hareket etmemeleri sık sık kitabında zimretmiştir. Bu konuda şöyle buyurur :

 

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

 

{  Bilmediğin bir şeyin ardına düşme ; zira kulak, göz ve gönül bunların hepsi de ondan mes’uldür.  }İsra : 36


“... Allah’tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir ?...“İsra : 50

 

“ Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse ile, kötü işi kendisine süslen-dirilen ve keyfine uyan gibi olur mu hiç ?. “Muhammed : 14

 

“ Kendilerine gelmiş hiç bir delil olmadan, Allah’ın Ayet’leri üzerinde tartışırlar. Bu çirkin iş ise, gerek Allah’ın yanında ve gerekse mü’minlerin arasında  büyük bir kızgınlık doğurur. Allah her kibirli zorbanın kalbini mühürler. “Mü’min : 35

 

   İşte Allah’u Azze ve Celle bu ve bununla eş manalı Ayeti celileleri, inananlara bilinçli ve şuurlu hareket etmelerini, körü körüne bir şeylerin ardına düşmemelerini ve bu şekildeki bilinçsiz ve şuursuz hareketlerinden dolayı da hesaba çekileceklerini bildirmektedir…

 

               İmamların aldığı maaşı, attıkları imzayı, burası daru’l harb tir sözünü veya idarecileri bahane ederek bu ibadeti terk edenlerin dikkatine şunu sunmak isterim : acaba Cuma’nın  terki  için  öne  sürdüğünüz  bu gerekçeler herhangi bir delile dayanıyor mu ?. Veya bunların siz ce mazeret olması Allah indinde de mazeretmidir ?.

 

               Öyleyse her konuda olduğu gibi bu konuda da Müslümanlar uyanık olmalı ve yaptıkları her şeyi delile dayandırmalıdırlar. Hele hele bu konudaki hadisleri akıl-larından asla çıkarmamaları gerekir. Çünkü Cuma namazını kılmayanların, Allah tarafından kalplerinin mühürleneceyi anlatılmaktadır..

 

“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem cumaya gelmeyen bir kavim için : Vallahi bir adama cemaate namaz kıldırmasını emretmeyi, sonra da cumaya gelmeyenlerin evlerini üzerlerine yakmayı arzu ettim,” buyurmuşlardır. Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 169 / 1

 

“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki : Kim özürsüz üç cumayı terk ederse Allah onun kalbini mühürler…. Kim özürsüz üç cumayı terk ederse o münafıktır.”Sahih Terğib : 726 – Ter : 2 / 171 / 3 – İbni Hibban ve İbni Huzeyme

 

“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki : “ Kim peşpeşe üç cuma namazını terk ederse o, islami arkasına atmıştır.”Sahih Terğib : 723 – Ter : 2 / 174 / 10

 

       Burası daru’l harp’tir diyenlerin biraz insaflı ve adil olmaları gerekmez mi ? Sizler rahatınızdan hiç taviz vermeden, kimseyle de savaşmadan yan gelip yatıyorsunuz… Bu nasıl darul harp se !! … Hem cumayı kılmıyor, hem iddia ettiğiniz harpten kaçıyorsunuz ! Allah’tan korkun ve bu konuyu güzel düşünün.

 

               Bununla beraber hür değiliz diyen beyefendilerin dikkatine şunu da sunmak iste-rim ; sizler tacirler, memurlar, amirler olarak yaptığınız işleri veya seyahatleri acaba köle olarak mı yapıyorsunuz ? … Efendisinin malı olan, alınıp satılan köleye bile bu namaz haram değilken, sizi cami’den, Müslümanlardan ve cemaatten koparan şey nedir ? … Ve yine kendinizi köle kabul ederken, acaba hanımlarınızın da cariye olduğunu hiç düşündünüz mü ?

 

               Bana kalırsa ümmet içerisinde körü körüne estirilen bu ayrılık rüzgarından yakanızı kurtarın ve basiretli bir şekle konuyu düşünün. Eğer düşünemiyor, anlayamıyorsanız,ya da bu şekildeki Müslümanlardan ayrılık size hoş geliyorsa, bilin ki Allah’ın elçisi yalan söylememiştir. Yani kalbinizi kontrol edin, çünkü doğruları anlama hususunda kapanmış olabilir.

 

“ … Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur : “ Bir takım kimseler Cuma namazlarını terk etmelerinden ya yaz geçerler, yahut da Allah onların kalpleri üzerine muhakkak mühür vuracak sonra da kendileri muhakkak surette gafillerden olacaklardır. “Müslim : 3.c.865.n - Sahihu’t Terğib : 724 ter. 2/170/2

 

CUMA  NAMAZININ  FARZ  OLMADIĞI  KİMSELER

 

{ … Tarık bin Şihab r.a dan gelen haberde Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Cuma cema her müslümanın hakkı ve ödevidir. Dört sınıf hariç ; köle, kadın, çocuk ve hasta.. “ }Ebu Davud : 2.c.1067.N

 

CUMA  NAMAZI  SİYASİ  VE  DEVLET  NAMAZI  DEĞİLDİR

 

   Değerli Müslümanlar unutmayınız ki Cuma namazı ne devlet namazıdır ve ne de siyasi bir namazdır… Cuma namazı, daha islami bir idare yokken de kılınmıştır. Hatta şehirlerde de kılınmış köylerde de kılınmıştır.

 

“ … İbn-i Abbas r.a‘dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki : Bid’atlere göre amel eden kişi bid’ati terkedinceye kadar, Allah onun amelini kabul etmekten yüz çevirir. “Sahihu’-Tergib : 1/51 ter. 1/110-11

 

CUMA  NAMAZI  KILMAYANLARIN  ÖNE  SÜRDÜKLERİ  DELİL

 

"... Câbir bin Abdillah r.a’an ; Şöyle demiştir : Resûlullah   Sallallahü Aleyhi ve Sellem  bize şu hutbeyi irad buyurdu : Ey İnsanlar ! Ölmeden Önce Allah'a tevbe ediniz. Meşgul olmadan önce sâlih amellere koşunuz. Rabbinizi çok anmakla ve gizli - açık bol sadaka ( vermek ) ile O'nun, sizin üzerinizdeki hakkı yerine ulaştırınız ki nzıklan asınız, yardım olunasınız ve İslah olunasınız. Bilmiş olunuz ki içinde bulunduğum bu yılın bu ayının bu gününde ve burada kıyamet gününe kadar Allah size Cuma namazını şüphesiz farz kıldı. Ben hayatta İken veya benden sonra, başında âdil veya zâlim bir devlet başkanı varken kim Cuma namazını küçüm-siyerek veya farziyetini inkâr ederek bırakırsa Allah onun işini düzene sokmasın ve işinde ona bereket vermesin. Bilmiş olunuz ki tevbe etmedikçe böylesinin ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hiç bir hayrı sahihtir. Kim de tevbe ederse Allah tevbesini kabul eder - veya kabul eylesin -. Bilmiş olunuz ki, hiç bir kadın hiç bir erkeğe namaz kıldıranı az. Hiç bir bedevi hiç bir muhacire imam olamaz. Hiç bir fâsık, hiç bir mü'mine namaz kıldıramaz. Meğer ki fâsık zor kullanır, mümin de onun kılıcından ve copundan korktuğu zaman mü'min uyar. "Zayıf …..  İbni Mace : 3.C.1081.N – Beyhaki Sünen : 3.c.177 de Zayıf diyor.

 

     Ne yazık ki davalarını üzerine bina ettikleri bu hadis sahih değildir. Çünkü Hadisin ravilerinden Ali bin Zeyd bin Cüd’an Ve Abdullah bin Muhammed el Adevi zayıf oldukları için isnadın zayıflığı zevaid de bildirilmiştir.

 

 

NAFİLE NAMAZLAR

1- Nafile Namazların Tarifi:

Salavatut Tatavvu (Nafile namazlar): bileşik kelime ve isimlerdir. Bunları önce tek tek tarif ettikten sonra izafe edilmiş şekliyle bileşik olarak ele alacağız.

Salavat: Salat (namaz) kelimesinin çoğuludur. Sözlük anlamı dua demektir. Şer’î anlamı ise; anahtarı temizlik, başlangıcı tekbir ve bitişi selam vermek olan söz ve fiiller bütünüdür.

Tatavvu (nafile): sözlük anlamı Salih amel işlemek, ihtiyaçtan fazla olarak yardımda bulunmak veya lüzumlu olmayan fazlalık demektir. Tatavvu’nun sadece hayır ve iyilik hakkında olacağı söylenemez. Şer’î anlamı ise; İslam hakkı olarak vacip kılınan şeyler üzerine fazlalıktır. Bu fazlalığın vacip olup olmaması fark etmez.

İslam hakkı olarak vacip kılınan namazlar, sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazı olarak günde beş vakit kılınan namazlardır. Tatavvu (nafile) ise, farzlar üzerine, vacip olup olmaması eşit olan fazlalıklardır.

O halde nafile namazlar; vacip olsun olmasın fark etmeden, farz namazlardan fazla olarak kılınan namazlardır. İslam’da günde beş vakit olarak vacip kılınan farz namazlardan fazla olarak kılınması meşru olan namazlar “Tatavvu (nafile) namazlar” kapsamındadır.

Allah izin verirse, beş vakit farz namazın dışında kalan bazı namazların vacip hükmünde olmakla beraber, nafile namazlar arasında sayılmasının bir çelişki olmadığını göreceksin. Zira onun vacip oluşu zatı itibarıyla değildir. Bununla ilgili emir daha hafif olup her müslüman erkek ve kadına, seferde ve mukim iken farz olan beş vakit namazla aynı hükümde değildir. Bu beş vakit namazın vacip oluşu, ancak İslam’ın hakkı olmasındandır. Fakat bundan başka namazlardan vacip olanı, mescide girip oturmayı istemek gibi farklı sebeplerden dolayıdır. Şüphesiz bu, “tahiyyetul mescid” namazının vacip olmasına sebeptir. Çünkü adağı yerine getirmek vacip olduğundan, adanmış bir namazı eda etmek de vaciptir. Bunun gibi...  

2- Nafile Namazların Çeşitleri

Nafile iki çeşittir;

Birincisi; Dinin bir sınır belirlemediği mutlak nafile. Mesela; Allah yolunda yarım hurma bile olsa dilediğin kadar nafile sadaka verebilir, gece ve gündüz ikişer rekat olmak üzere nafile namaz kılabilirsin.

Lakin bu mutlak nafileye, revatib sünnetlere devam edildiği gibi devam edilmemesi gerekir. Aksi halde bu bir bidat halini alır veya bidat ehline benzemiş olunur.

İkincisi: Dinde bir sınır belirlenmiş olan mukayyed nafile. Mesela; kim sabah namazının sünnetini kılmak isterse, bunu ancak vakti girdikten sonra sabah namazının farzından önce, sabah namazının sünneti niyetiyle iki rekât kılmakla gerçekleşir. Yine, kim küsuf (güneş tutulması) namazı veya bayram namazlarını kılmak isterse bu ancak, meşru şekliyle olursa yerine gelmiş olur. Dinin vasıflarını tayin ettiği diğer sünnetler de böyledir.

3- Nafile Namazların Fazileti

Nafile namazların fazileti hakkında pek çok hadis varid olmuştur. Bunlardan bazıları şöyledir;

1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Şüphesiz insanların kıyamet gününde ilk hesaba çekilecekleri amelleri namazdır. Rabbimiz Azze ve Celle en iyi bilen olduğu halde meleklere buyurur ki;

“Kulumun namazına bakınız, tam mı yoksa eksik mi?” Eğer tam ise onun için tam olarak yazılır. Şayet onlardan bir şey eksikse buyurur ki;

“Bakınız, kulumun nafilesi var mı?” Eğer onun nafilesi varsa

“Kulumun farzlarını nafilelerinden tamamlayın” buyurur. Sonra aynı şekilde diğer amellerine geçilir.” Bunu Ahmed ve dört sünen sahipleri rivayet etmişlerdir.

Bu hadiste nafile namazların meşru kılınmasının hikmetlerinden biri açıklanmıştır.

2- Rabia Bin Ka’b Bin Malik el-Eslemî’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte akşamlardım. Ona abdest alması ve haceti için gittiğimde bana;

İste” dedi. Ben de; “Senden cennette bana arkadaş olmanı isterim” dedim.

Başka bir şey var mı?” buyurdu. “Sadece bu” dedim.

O halde çok secde etmekle kendin için bana yardımcı ol” buyurdu. Bunu Müslim ve Sünen sahipleri rivayet ettiler.

3- Ma’dan Bin Ebi Talha el-Ya’merî’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in azatlısı Sevban radıyallahu anh ile karşılaştım ve ona;

"Bana, yaptığım takdirde Allah'ın beni cennete koyacağı bir amel bildir" veya "Allah'ın en sevdiği ameli söyle" dedim. Sustu. Tekrar sordum. Yine sustu. Üçüncü defa sorduğumda dedi ki;

"Ben de bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sormuştum. Buyurdu ki; "Sana secdeleri artırmanı tavsiye ederim. Zira Allah için yaptığın her secdeden dolayı Allah bir dereceni yükseltir, bir de hatanı siler" Ma’dan dedi ki;“Sonra Ebud Derdâ radıyallahu anh ile karşılaştım ve ona da sordum. O da Sevban radıyallahu anh’ın söylediğinin aynısını söyledi.”

Burada secdeler ile kastedilen; nafile namazlardır. Zira namaz harici ve sebepsiz olarak sadece secde talep edilen bir şey değildir. Sücûd kelimesi farz namaz manasına da gelebilirse de farz namazlar her müslümanın borcu olduğundan burada nafile na­maz anlamında kullanılmıştır. Zira Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu umdu­ğuna nail kılacak husûsi bir şeye irşad etmek istemişti.

Bu iki hadis, nafile namazları artırmanın faziletini göstermektedir.

REVATİB SÜNNETLERRevatib Sünnetlerden Kastedilen:

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in beş vakit farz namazlardan önce veya sonra beraber kıldığı veya kılınmasını teşvik ettiği namazlardır.

1- Revatib Sünnetlerin Faziletleri

Revatib sünnetlerin faziletleri hakkında hadisler varid olmuştur. Onlardan bazıları mücmel olarak revatib sünnetlerin faziletleri hakkında olup, bazıları da tek tek faziletleri hakkındadır.

1- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı Ümmü Habibe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim;

 Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her gün farz dışında, nafile olarak on iki rekât namaz kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yap­masın! Veya cennette, ona bir ev yapılmasın” Müslim rivayet etmiştir.

Tirmizi ve Nesai’nin rivayetlerinde ise bu on iki rekât şöyle açıklanmıştır;

 Dört rekât öğle namazından önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşamdan sonra, iki rekât yatsıdan sonra ve iki rekât de sabah namazından önce

Bu hadis, günde on iki rekât nafile namaz kılmaya devam etmenin müstehap olduğuna delil olmaktadır. Kim her gün on iki rekât ve daha fazla namaz kılarak revatib sünnetleri muhafaza ederse, bu hadiste anlatılan fazilete ulaşır. Yine bu hadiste, hadiste genel ve özel olarak zikredilen revatib sünnetlere devam etmenin fazileti vardır. Vallahu a’lem.

Nitekim revatib sünnetler Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in fiili olarak sabit olmuş, kavlî ve fiilî sünnet bir araya gelmiştir.

2- İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den on rekât (nafile) ezberledim; öğleden önce iki ve sonra iki rekât, akşam namazından sonra evinde kıldığı iki rekât, yatsıdan sonra evinde kıldığı iki rekat ve sabah namazından önce kıldığı iki rekat. Bu, öyle bir saatti ki, o saatte, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına girilmezdi. Bana, (kız kardeşi) Hafsa Radıyallahu anha anlattı ki; “

“Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem müezzin ezan okuyup fecir doğunca iki rek'ât namaz kılardı.”

Buharî’nin ve Müslim’in benzer rivayetinde şu ziyade vardır; “ve Cuma namazından sonra iki secde.”

Müslim’in diğer bir rivayetinde; “Akşam, yatsı ve Cuma namazının (nafilelerini) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber evinde kıldım.” Şeklindedir.

Tirmizi’nin rivayetinde ise; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bir gece ve gündüzde kıldığı on rekât namaz ezberledim” şeklinde geçmektedir.

2- Ratibe Sünnetlerin Vasfı ve Hükümleri

Bu bölüm, beş vakit farz namazlarla beraber kılınan ratibe sünnetlerin açıklamasını içermektedir. Her farz namazla ilgili ratibelere bağlı olan meseleler beş bahis altında değerlendirilecektir.

1- Sabahın Sünneti:

Birincisi; Hükmü: Sabah namazının sünneti, te’kid edilmiş ratibe sünnetlerdendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu namaza devam etmiş, hazarda ve seferde terk etmemiştir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bunun vacip olduğunu gösteren sahih bir şey gelmemiştir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu iki rekâtı seferde de kıldığının delili, Ebu Meryem’in rivayet ettiği şu hadistir; Ebu Meryem dedi ki;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber bir seferde idik. Gece boyu yola devam ettik. Sabaha karşı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir yerde konakladı ve uyudu, insanlar da uyudular. Ancak güneşin üzerimize doğmasıyla uyanabildik. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem müezzine emretti ve ezanı okudu. Sonra sabahın farzından önce ki iki rekât sünneti kıldık. Sonra emriyle kamet getirildi ve insanlara sabah namazını kıldırdı. Sonra da bize kıyamete kadar olacak şeyleri anlattı.”

Bu hadis, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sabah namazının farzıyla beraber sünnetini de seferde kıldığını göstermektedir.

Yine, sabah namazının vaktini kaçırınca onu kılmanın meşru olduğunu da gösterir. Şüphesiz böyle durumda Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi, sabah namazının sünnetini, sonra da farzını kılmak meşrudur.

İkincisi; Vasfı ve Fazileti; Sabah namazının sünneti, farzından önce kılınmak üzere iki rekâttır. Bunun fazileti hakkında varid olan hadisler şu şekildedir;

1- Aişe radıyallahu anha’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Sabahın iki rekâtı dünyadan ve içindekilerden hayırlıdır (Muhakkak ki bu iki rekât benim için bütün dünyadan sevimlidir.)” Müslim rivayet etmiştir.

Hadis sabah namazının iki rekâtının müstehap oluşuna delildir ve buna teşvik etmektedir.

2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sabah namazının iki rekatı kadar ısrarla devam ettiği başka bir nafile yoktu.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Hadis sabah namazının iki rekâtına devam etmenin te’kid edildiğine delildir.

Nitekim bu ratibe, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in teşvik edici kavlî sünnetini ve buna devam ettiğine dair fiilî sünnetini bir araya getirmiştir.

3- Yine Aişe radıyallahu anha demiştir ki; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğleden önce dört rekatı ve sabah namazından önceki iki rekatı terk etmezdi.” Bunu Buhari ve Nesai rivayet etmiştir.

Bu hadis sabah namazının iki rekât (sünnetinin) faziletini göstermektedir. Şüphesiz o, en çok tekid edilen ratibe (sünnet) namazdır.

Üçüncüsü; Hafifletilmesi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti sabah namazının sünnetini hafif iki rekât olarak kılıp, onda kıraati uzatmamaktır. Buna delil olan hadisler şu şekildedir;

1- Müminlerin annesi Hafsa radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, müezzin, sabah namazı için okuduğu ezanı (bitirip) sustuğu ve sabah (vakti girdiği) vakit (farz) namaz kılınmadan evvel hafif iki rekat (nafile) kılardı.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazından önceki iki rekatı öyle hafif kılardı ki, “Ümmül Kitab’ı (Fatiha’yı) okudu mu?” derdim. Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Bu iki hadis sabah namazının iki rekât sünnetini hafif kılmanın meşru olduğunu göstermektedir.

Bazı alimler Aişe radıyallahu anha hadisinden, sabah namazının sünnetinde sadece Fatiha suresini okumanın meşru olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Fakat hadiste buna delil yoktur. Sadece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu namazda kıraati hafiflettiğine işaret etmiştir. Nitekim bir sonra açıklanacak mesele bu sözümüzü desteklemektedir.

Dördüncüsü; Bu İki Rekâtta Ne Okunur:

1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabahın iki rekâtında; “De ki: ey kâfirler!” (Kafirun) ve “De ki: O Allah birdir!” (İhlâs) surelerini okurdu.” 

2- İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rekâtlık sünnetinin ilk rekâtında Bakara’daki “Allah'a ve bize indirilen şey'e iman ettik; deyin”(Bakara 136) ayet-i kerimesini ikinci rekâtta da Âl-i İmran’daki “Biz, Allah'a iman ettik. Şahit ol ki, biz Müslümanlarız”(Âl-i İmran 52) âyet-i kerimesini okurdu.”

Diğer rivayette; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rekât sünnetinde “Biz, Allah'a ve bize indirilene iman ettik; deyin!”(Bakara 136) âyet-i kerimesi ile “Sizinle ara­mızdaki müsâvî bir kelimeye gelin!”(Âl-i İmran 64) âyetini okurdu”

Bu iki hadis, sabah namazının sünnetinde birinci rekâtta İhlâs, ikinci rekâtta da Kafirun surelerini okumanın müstehap olduğuna delildir. Yine aynı şekilde Bakara suresinden bir ayet ve Al-i İmran suresinden bir ayet okumanın müstehap oluşunu da gösterir. O halde müslüman bazen onu bazen bunu okuyarak sünneti tatbik eder.

Beşincisi; Sabah Namazının Sünnetinden Sonra Yatmak: Müslümanın evinde sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra sağ yanı üzerine yatması müstehaptır. Bu konuda varid olan hadisler şu şekildedir;

1- Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Biriniz sabah namazının iki rekât sünnetini kıldıktan sonra sağ yanı üzerine yatsın.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.

Bu hadis sabah namazını kıldıktan sonra yatmanın meşru oluşuna delildir. Yine burada emrin gereği olarak vacip oluşuna da delalet vardır. Lakin aşağıda gelecek olan rivayetler, bu vacip hükmünü müstehaplık hükmüne çevirmektedir.

2- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının sünnetini kıldığı zaman ben uyanmışsam benimle konuşur, uyanmamışsam namaz için ezan okunana kadar yatardı.” Bunu Buhari rivayet etmiştir.

Bu hadis, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra sağ yanı üzere yatmayı bazen terk ettiğini belirtmektedir. Şayet vacip olsaydı terk etmezdi.

2- Öğle Namazının Sünneti:

Birincisi; Hükümleri: Öğle namazının ratibesi, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlî ve fiilî olarak sabit olan müstehap sünnetlerdendir. Vacip olduğuna dair bir delil gelmemiştir.

İkincisi; Şekli ve Fazileti: Gerek öğle namazından önce dört ve sonra dört rekât olarak, gerek öğle namazından önce dört ve sonra iki rekat olarak ve gerekse öğle namazından önce iki ve sonra iki rekat olarak kılınabilir. Müslüman bunlardan birini öğlenin ratibesi (sünneti) niyetiyle yaparsa, bu sünneti eda etmiş olması için yeterlidir.

 Bu şekillerin meşru oluşuna delil olan rivayetler şöyledir;

1- Ümmü Habibe radıyallahu anha dedi ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim;

 Kim öğleden önce dört ve sonra dört rekât kılmaya devam ederse Allah onu cehenneme haram eder.” Bunu Tirmizi ve İbn Mace rivayet etmiştir.

Bu hadis öğle namazından önce dört ve sonra dört rekat namaz kılmaya devam etmenin müstehap olduğunu göstermektedir.

2- Abdullah Bin Şakik radıyallahu anh’den; “Aişe radıyallahu anha’ya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından sordum. Dedi ki;

 “Evimde öğleden önce dört rekât kılar, sonra çıkıp insanlara namazı kıldırırdı. Sonra eve gelip iki rekât daha kılardı. İnsanlara akşam namazını kıldırdıktan sonra eve gelip iki rekât daha kılardı. İnsanlara yatsı namazını kıldırdıktan sonra evime gelip iki rekât kılardı. Gece vitir de dâhil olmak üzere dokuz rekât namaz kılardı. Bazı geceler, namazı ayakta, uzun kılar; bazı gece­ler de oturarak uzun kılardı. Ayakta kılarken okursa, ayakta iken rükû' ve sücûd eder; otururken okursa, oturduğu yerden rükû' ve secde ederdi. Fecir doğunca, iki rekât (nafile namaz) kılardı.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

Bu hadis öğleden önce dört ve sonra iki rekât kılmanın meşru olduğuna delildir. Hadisin zahiri Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bunları dört rekât olarak eda edilen namazlar gibi, selam ile ara vermeden iki teşehhüdü birleştirerek kıldığını gösteriyor.

Üçüncüsü; Öğlenin Farzından Önceki Dört Rekâtı Kaçırmak: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bu namazı öğleden önce kaçırdığı zaman, öğleden sonra kıldığı varid olmuştur.

Aişe radıyallahu anha’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem öğleden önceki dört rekâtı kılamadığı zaman öğle namazından sonra kılardı.” Bunu Tirmizi ve İbn Mace rivayet etmiştir.

Bu hadis, öğle namazının farzından önceki dört rekâtı kaçıranın öğlenin farzından sonra kılabileceğine mutlak olarak delil olmaktadır.

Dördüncüsü; Öğlenin Farzından Sonraki İki Rekâtı Kaçırmak:

İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı Küreyb’den; “Abdullah Bin Abbas, Abdurrahman Bin Ezher ve Misver Bin Mahrame (radıyallahu anhum) Küreyb’i Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı Aişe radıyallahu anha’ya göndermişler ve demişler ki;

“Ona hepimizden selam söyle ve İkindi namazından sonra kıldığı iki rekatı sor. De ki; “Bize haber verdiler ki sen bu iki rekâtı kılarmışsın. Fakat Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bunu yasakladığı bize ulaşmıştır.” İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki;

“Ben Ömer İbnul Hattab radıyallahu anh ile beraber bu yüzden insanları döverdim.” Küreyb dedi ki;

“Onun yanına girdim ve gönderildiğim şeyi ona ulaştırdım.”

“Ümmü Seleme’ye sor” dedi. Ben de onlara gidip ne söylediğini bildirdim. Beni bu sefer Ümmü Seleme radıyallahu anha’ya, Aişe radıyallahu anha’ya gönderdikleri aynı sebepten gönderdiler. Ümmü Seleme radıyallahu anha dedi ki,

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bundan yasakladığını duydum. Sonra onun kıldığını gördüm. Onları kıldığında vakit, ikindi idi. Sonra benim yanıma girdi, yanımda Ensâr’dan Benî Haram kabilesinden bâzı kadınlar vardı, Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu iki rekâtı o zaman kıldı. Ben, kendisine kızı göndererek:

“Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanı başına dur da, ona de ki: “Ümmü Seleme; “Ey Allah’ın Rasulü! Ben, senin bu iki rekâtı kılmaktan ne­hiy buyurduğunu işitiyorum. Hâlbuki şimdi onları kendinin kıldığını görüyorum” diyor.” Şayet eliyle işaret ederse geri çekil!” Kız dediğimi yaptı. Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eliyle işaret etti. O da geri çekildi. Namazdan çıkınca (bana hitaben):

 Ey Ebû Umeyye'nin kızı! İkindiden sonra kıldığım iki rekâtı sormuş­sun. Bana Abdülkays kabilesinden bir takım kimseler ka­vimlerinden ayrılarak müslüman olmak İçin geldiler de, öğle namazından sonra kılmakta olduğum iki rekât nafileden beni alıkoydular, işte bu iki rekât, o rekâtlardır.” buyurdular.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

3- İkindi Namazının Sünneti:Sahih olarak bir rivayet gelmemektedir.

4- Akşam Namazının Sünneti:

Birincisi; Hükmü: Akşamın sünneti, müslümanın devam etmesi müstehap olan revatib sünnetlerdendir. Nitekim bu sünnet Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlen ve fiilen sabit olmuştur.

İkincisi; Şekli ve Fazileti: Akşamın sünneti iki rekâttır. Akşamın farzından sonra kılınır. Bu konudaki rivayetler daha önce de geçmişti;

Ümmü Habibe radıyallahu anha’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her gün farz dışında, nafile olarak on iki rekât namaz kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yap­masın! Veya cennette, ona bir ev yapılmasın (Dört rekât öğle namazından önce, iki rekât öğleden sonra, iki rekât akşamdan sonra...)

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den on rekât ezberledim; öğleden önce iki ve sonra iki rekât, akşamdan sonra evinde kıldığı iki rekât…”

Abdullah Bin Şakik’ten; “Aişe radıyallahu anha’ya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından sordum. Dedi ki;

 “Evimde öğleden önce dört rekât kılar, sonra çıkıp insanlara namazı kıldırırdı. Sonra eve gelip iki rekât daha kılardı. İnsanlara akşam namazını kıldırdıktan sonra eve gelip iki rekât daha kılardı…”

Üçüncüsü; Evlerde Kılınmasının Te’kid Edilmesi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünneti, herhangi bir durum olmazsa nafileleri evinde kılması şeklinde devam etmiştir. Akşamın sünnetinin evlerde kılınması hususunda ise Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den te’kid varid olmuştur;

Mahmud Bin Lebid’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdul-Eşhel oğulları kabilesine geldi ve onlara akşam namazını kıldırdı. Selam verince buyurdu ki;

Şu iki rekât (sünneti) de evlerinizde kılınız.” Bunu Ahmed rivayet etmiş ve İbn Huzeyme de sahih olduğunu söylemiştir.

Ka’b Bin Ucra radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abdul-Eşhel oğulları mescidinde akşam namazını kıldırdı. Namazdan sonra insanlar nafile kılmak için kalktılar. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

Bu namazı evlerinizde kılmanız gerekir” Bunu Ebu Davud ve Nesai rivayet ettiler.

5- Yatsı Namazının Sünneti:

Birincisi; Hükmü: Yatsının sünneti revatib sünnetlerdendir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den fiilen sabit olduğu gibi teşvik eden kavliyle de sabit olduğu için, Müslümanın buna devam etmesi müstehaptır.

İkincisi; Şekli ve Fazileti:  Bu konudaki hadisler daha önce de geçen hadislerdir;

İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den on rekat ezberledim;…ve yatsıdan sonra evinde kıldığı iki rekat” şeklinde geçmişti.

Abdullah Bin Şakik hadisinde ise; ““Aişe radıyallahu anha’ya Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in nafile namazından sordum. Dedi ki;

 “…ve insanlara yatsı namazını kıldırdıktan sonra evime gelip iki rekât daha kılardı.”

Bir de Ümmü Habibe radıyallahu anha hadisinde; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Hiç bir müslüman kul yoktur ki, Allah için her gün farz dışında, nafile olarak on iki rekât namaz kılsın da, Allah, ona cennette bir ev yap­masın! Veya cennette, ona bir ev yapılmasın… ve yatsıdan sonra iki rekat…” şeklinde geçmişti.

Bu hadisler yatsının farzından sonra kılınan iki rekat sünnetin ratibe olduğunu gösterir.

GECE NAMAZI VE VİTİR

1- Fazileti:

Gece namazı ve vitir’in fazileti hakkında bazı hadisler varid olmuştur. Bunlardan bazıları aşağıdaki şekildedir;

1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Oruçların Ramazan’dan sonra en faziletlisi Allah’ın ayı olan Muharrem’de tutulanıdır. Namazların farzlardan sonra en faziletlisi ise gece namazıdır.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

2- Ebu Umame el-Bahilî radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Size gece kıyamını tavsiye ederim. Zira o sizden önceki Salihlerin adeti, Rabbinize bir yakınlaşma (vesilesi), kötülüklere örtücü ve günahları silicidir.” Bunu Tirmizi ve Hakim rivayet etmiştir.

3- Abdullah Bin Amr Bin el-Âs radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Şüphesiz Allah size bir namaz daha artırmıştır. O halde bu namaza devam ediniz. O vitir namazıdır.” Bunu Ahmed ve İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir.

 geçen bu hadisler gece namazının faziletini ve vitir namazına devam etmenin müstehap olduğunu gösterir.

2- Gece Namazı ve Vitir’in Hükmü:

Gece namazı müstehap bir sünnettir. Bunun sonunda vitir kılmak ise müekked bir sünnettir. Buna delil olan hadisler şu şekildedir;

1- Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Gece namazınızın sonunu tek (vitir) yapınız.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

2- Abdullah Bin Bureyde, babasından rivayet ediyor; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim; “Vitir bir haktır.” Bunu Ahmed ve Ebu Davud rivayet etti.

3- Ebu Eyyub el-Ensari radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Vitir, her müslümana bir haktır. Kim beş rekât ile vitir yapmak isterse yapsın, kim üç rekât ile vitir yapmak isterse yapsın ve kim de tek rekât ile vitir yapmak isterse yapsın.

Bir rivayette şöyle geçer; “Vitir haktır. Dileyen yedi rekât ile vitir yapsın. Dileyen beş rekât ile vitir yapsın. Dileyen üç rekât ile vitir yapsın, dileyen bir rekât ile vitir yapsın. Dileyen de ima ile kılıversin

Ali radıyallahu anh dedi ki; “Vitir, mektubun sonundaki mühür gibi değildir. Lakin o, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in koyduğu bir sünnettir.” Bunu Nesai rivayet etti.

3- Gece Namazı ile Vitir’in İlk ve Son Vakitleri:

Gece namazı ve vitir’in ilk vakti yatsı namazından sonra başlar, fecrin doğuşuna kadar devam eder. Buna dair deliller şu şekildedir;

1- Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların “ateme” dedikleri yatsı namazını bitirdikten sonra, sabah namazına kadar on bir rek'ât na­maz kılardı. Her iki rekât arasında selâm verir; bir rekâtla da vitir yapardı. Sabah namazında müezzin (Ezanı okuyup) sustuğu, sabahın oldu­ğunu iyice anladığı ve kendisine (haber vermek için) müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rekât namaz kılardı.   Sonra ikamet için müezzin gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.” Bunu Müslim rivayet etti.

2- Ebu Basratul Gıfari’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Şüphesiz Allah size bir namaz artırmıştır. O da vitir’dir. Onu yatsı namazı ile sabah namazı arasında kılınız.” Bunu Ahmed rivayet etmiştir.

Derim ki, bu iki hadisin zahiri, gece namazı ve vitir’in insanların “ateme” dediği yatsı namazından sonra başlayıp, sabah namazına kadar devam ettiğini göstermektedir.

Son vaktinin sabah vakti olduğunu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olan şu hadis pekiştirmektedir; “Sizden biri sabah olacağından korkarsa, bir rekât kılsın! Bu onun kılmış olduğu namazı vitir yapar.”

4- Gece Namazı ve Vitir’in Rekât Sayısı ve Şekli:

Gece namazı ve vitir on bir rekâttır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bundan fazla kılmamıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bu namaz çeşitli şekillerde rivayet edilmiştir. Müslüman bu şekillerden herhangi birini yaparak kılarsa ona yeterli olur. Bu şekiller şöyledir;

a- Gece Namazı İkişer İkişer ve Vitir Tek Rekat Olarak;

Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma’dan; Birisi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e, gece namazını sordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 Gece namazı ikişer ikişerdir. Biriniz sabah olacağından korkarsa, bir rekât kılsın! Bu onun kılmış olduğu namazı vitir yapar.” Buyurdu. Bir rivayette; “Bir adam kalktı ve dedi ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Gece namazı nasıldır?” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

 bu hadis gece namazının ikişer rekat olarak kılındığını, gece namazının sonunda da vitir olmasının meşru olacağını gösterir. Bir rekatlık vitir’in ayrı olup gece namazından önce kılınması da meşrudur.

b- Tek Rekat İle Vitir Yapmak;

Tek rekât ile vitir yapmak meşrudur. Bunun delilleri şu şekildedir;

1- Daha önce geçen şu hadis; “Gece namazı ikişer ikişer rekâttır. Sabah olacağından korkarsan tek rekât ile vitir yap.

2- Daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisi; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Vitir her müslümana bir haktır. Dileyen dokuz rekat ile vitir yapsın, dileyen yedi rekat ile vitir yapsın, dileyen beş rekat ile vitir yapsın dileyen üç rekat ile vitir yapsın ve dileyen tek rekat ile vitir yapsın. Kime (uyku) galebe çalarsa ima ile kılsın.

3- İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Vitir gecenin sonunda tek rekâttır.” Bunu Müslim rivayet etti.

Üç rekât kılınırsa vitirin meşru olan iki şekli vardır. Bunlardan birini yapsan yeterlidir;

Birincisi; bu üç rekâtı iki rekât kıldıktan sonra selam verirsin ve bir rekat daha kılarsın.

İkincisi; sadece en sonuncusunda oturmak üzere arada (teşehhüde) oturmadan bitişik olarak üç rekât kılarsın.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den sabit olduğuna göre şöyle demiştir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Üç rekât vitir kılarak onu akşam namazına benzetmeyin! Lakin beş, yedi, dokuz veya on bir rekât vitir kılın.” Bunu Hâkim rivayet etmiştir.

Arada (teşehhüd için) oturma olmaksızın sadece sonunda oturarak bitişik üç rekat eda edilmesi, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olmuştur. Nitekim Übey Bin Ka’b radıyallahu anh’den rivayet şöyle gelmiştir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir’de “Yüce Rabbinin adını tesbih et.“(A’lâ 1) suresini, ikinci rekâtta; “De ki; ey Kâfirler!”(Kafirun 1) suresini, üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.”(İhlâs 1) suresini okur, sadece son rekâtta selam verirdi.” Bunu Nesai rivayet etmiştir.

Aişe radıyallahu anha dedi ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç rekat vitir kılar, sadece sonunda selam verirdi.” Bunu Hâkim rivayet etti. Bu bazı sahabelerden de rivayet edilmiştir.

Üç rekât ile vitir kılmanın meşru olmasının delillerinden biri de daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisidir; “Kim üç rekât vitir kılmak isterse yapsın.”

c- Beş Rekat İle Vitir Kılmak;

Beş rekât olarak vitir kılmak meşrudur. Bunu iki şekilde kılabilirsin;

Birincisi; iki rekât kılarsın, sonra iki rekât daha ve sonra bir rekât daha kılarsın.

İkincisi; bitişik olarak beş rekât kılar, sadece son rekâtta oturursun.

Bunların delili şu şekildedir;

1-                       Daha önce geçen Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisi; “Kim beş rekât vitir kılmak istiyorsa yapsın.”

2-                      İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde geçmiştir; “Gece namazı ikişer ikişer rekâttır. Biriniz fecir doğacağından korkarsa bir rekât ile vitir yapsın.

3-                      Aişe radıyallahu anha’dan; dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece on üç rekât kılardı. Bunda beş rekât vitir yapardı ve sadece sonunda otururdu.” Bir rivayette; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sabah namazının iki rekât (nafilesi) ile birlikte on üç rekât kılardı.” Bunu Müslim rivayet etti.

4-                      Yine Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Şüphesiz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beş rekât ile vitir yapar, sadece sonunda otururdu.” Bunu Ebu Avane rivayet etti.

d- Yedi Rekat İle Vitir Kılmak;

Yedi rekât vitir kılmak meşrudur. İki şekilde kılınır;

Birincisi; ikişer ikişer altı rekât kılıp sonra tek rekât ile vitir yapılır.

İkincisi; bitişik olarak yedi rekât kılınır, sadece altıncı rekâtta teşehhüd için oturulur, selam vermeden kalkılıp yedinci rekat kılınır ve selam verilir.

Bunlara dair deliller şu şekildedir;

1-                      Ebu Eyyub radıyallahu anh hadisinde; “Vitir bir haktır, dileyen yedi rekât kılar…” şeklinde geçmişti.

2-                      Ümmü Seleme radıyallahu anha’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem on üç rekât (gece namazı) kılardı. İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rekât vitir kılardı.” Bunu Tirmizi ve Nesai rivayet ettiler.

3-                      Daha önce geçen İbn Ömer radıyallahu anh hadisi; “Gece namazı ikişer ikişerdir…

4-                      Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem dokuz rekât vitir kıldığı zaman ancak sekizinci rekâtta oturur, Allah’ı hamd ederek zikreder ve dua ederdi. Sonra selam vermeden kalkar dokuzuncu rekâtı kılar, oturur, Allah Azze ve Celle’yi zikreder, dua eder selam verirdi. Selam verirken bunu bize işittirirdi. Sonra oturduğu yerde iki rekât kılardı. İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rekât vitir kılmaya (başladı). Sadece altıncı rekâtta oturur, sonra selam vermeden kalkar, yedinci rekâtı kılar, sonra selam verirdi. Sonra da oturduğu yerde iki rekât kılardı.” Bunu Müslim ve Nesai rivayet etmiştir.

e- Dokuz Rekat İle Vitir Kılmak;

Müslümanın dokuz rekât vitir kılması meşrudur. Bunun iki şekli vardır;

Birincisi; ikişer ikişer sekiz rekât kılar, sonra tek rekât vitir yapar.

İkincisi; bitişik olarak dokuz rekât kılar, sadece sekizinci rekâtta teşehhüd için oturur, sonra dokuzuncu rekâtı kılar bunda da ikinci teşehhüd için oturur ve sonra selam verir.

Bunların delilleri şu şekildedir;

1- Daha önce geçen şu hadis; “Gece namazı ikişer ikişerdir. Biriniz sabah olmasından korkarsa bir rekât daha kılar. Bu, kılmış olduğu namazı vitir yapar.

2- Sa’d Bin Hişam’dan; “Dedim ki; “Ey Müminlerin annesi! (yani Aişe radıyallahu anha) Bana Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ahlakından haber ver.” Dedi ki;

“Kur’an okumuyor musun?”

“Evet” dedim.

“Şüphesiz Allah’ın peygamberi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ahlakı Kur’an idi.” Dedi. Bunun üzerine ben kalkmaya davrandım ve (bundan sonra) ölün­ceye kadar kimseye bir şey sormamaya niyet ettim. Sonra aklıma geldi de;

“Bana, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in gece namazını an­lat!” dedim. Âişe radıyallahu anha:

“Sen Müzemmil suresini okuyorsun değil mi?” dedi.

“Evet okurum!” cevâbını verdim. Âişe radıyallahu anha:

“İşte Allah Azze ve Celle bu surenin başında gece namazını farz kıldı. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile ashabı bir sene gece namazına kalktılar. Allah, bu surenin sonunu on iki ay semâda tuttu. Nihayet bu sûrenin sonunda tahfifi indirdi de artık gece namazı farzdan sonra kılınan bir nafile oldu.”  dedi. Ben:

“Ey Mü'minlerin annesi! Bana, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in vitir’inden haber ver” dedim. Âişe radıyallahu anha:

“Biz, onun misvakını ve abdest suyunu hazırlardık. Allah da, onu geceleyin ne zaman uyandırmak dilerse, uyandırırdı. Bunu müteakip mis­vak tutunur; abdest alır ve dokuz rekât namaz kılardı. Bu rekâtların yal­nız sekizincisinde oturur da, Allah'ı zikreder; ona hamd eder ve duada bulunurdu. Sonra selâm vermeden ayağa kalkar, dokuzuncu rekâtı da kılardı. Sonra oturarak Allah'ı zikreder, ona hamd eder ve duada bulu­nurdu. Sonra bize işittirecek derecede selâm verirdi. Selâm verdikten son­ra oturduğu yerden iki rekât namaz kılardı. İşte ey oğlum bu namaz on bir rekâttır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaşlanıp et tutunca vitri yedi rekât kılmaya başladı. Bu İki rekâtı yine eskiden kıldığı gibi kıldı. Böylece bu da dokuz rekât oldu ey oğlum!...” Bunu Müslim rivayet etti.

f- On Bir Rekat İle Vitir Kılmak;

Müslümanın on bir rekât vitir kılması meşrudur. Bu iki şekilde olur;

Birincisi; ikişer ikişer on rekât kılınır sonra bir rekat ile vitir yapılır.

İkincisi; dört rekât, dört rekât kılınır ve üç rekât daha kılınır.

Bunların delilleri şu şekildedir;

1- Ebu Seleme Bin Abdurrahman, Aişe radıyallahu anha’ya; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Ramazan’da namazı nasıldı?” diye sorunca Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ne ramazanda, ne de rama­zandan başka gecelerde on bir rekâttan fazla namaz kılmış değildir. Dört rekât namaz kılardı. Artık onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra dört rekât (daha) kılardı; onların da güzelliğini ve uzunluğunu sorma! Sonra üç rekât namaz kılardı. Ben:

“Ey Allah’ın Rasulü! Vitir’i kılma­dan mı uyuyorsun” dedim, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;

Ey Âişe! Şüphesiz benim gözlerim uyur fakat kalbim uyumaz” bu­yurdu.” Bir rivayette;

“On üç rekât na­maz kılardı, önce sekiz rekât olarak kılar; sonra vitir yapar; sonra oturduğu yerden iki rekât daha kılardı. Rükû'a varmak istedi mi, ayağa kalkar da, öyle rükû ederdi. Sonra sabah namazında ezanla ikamet ara­sında iki rekât namaz kılardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet ettiler.

2- Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gece on bir rekât namaz kılar bunu içerisinde bir rekât ile vitir yapardı. Bitirdiği zaman, müezzin gelinceye kadar sağ yanına uzanıp yatardı. Sonra hafif iki rekât kılardı.”

Diğer rivayette; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların “ateme” dedikleri yatsı namazını bitirdikten sonra, sabah namazına kadar on bir rek'ât na­maz kılardı. Her iki rekât arasında selâm verir; bir rekâtla da vitir yapardı. Sabah namazında müezzin (Ezanı okuyup) sustuğu, sabahın oldu­ğunu iyice anladığı ve kendisine (haber vermek için) müezzin geldiği vakit kalkar; hafif iki rekât namaz kılardı.   Sonra ikamet için müezzin gelinceye kadar sağ tarafına yaslanırdı.” Bunu Müslim rivayet etti.

 Gece namazı ve vitir on bir rekât ile son bulur.

Bir Mesele: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vitirden sonra oturduğu yerde kıldığı iki rekâtın hükmü nedir?

Bu meseleye cevap olarak şunu söylerim;

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuştur ki; “Gece namazınızın sonunu vitir yapın.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bazen vitirden sonra oturduğu yerde hafif iki rekât daha kıldığı geçmişti.

Binaenaleyh, “Gece namazınızın sonunu vitir yapınız” hadisin rağmen bunu yapması, ancak en faziletli olana irşad etmek için öyle buyurduğunu gösterir. Müslümanın vitirden sonra iki rekât kılması da mubahtır, bunda bir sıkıntı yoktur.

Sevban radıyallahu anh’ın rivayet ettiği şu hadis bunu pekiştirmektedir; “Biz Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber yolculukta idik. Buyurdu ki;

 Şüphesiz şu yolculuk, zorluk ve ağırlıktır. Sizden biriniz vitir namazı kıldığı vakit iki rekât (daha) kılsın. Sonra şayet gece kalkarsa (bir, üç, beş... rekât kılıp bu iki rekâtı vitir yapar). Aksi halde (yani gece kalkamazsa), bu iki rekât onun hesabına (yazılmış olur)" Bunu Darimi, İbn Huzeyme ve İbn Hibban rivayet etmişlerdir.

Bu, gece namazının sonunu vitir yapmaya dair emirden kastedilenin bir rekâtlık vitir’in ihmal edilmemesi olduğunu gösterir ve ondan sonra iki rekat kılmak buna çelişmez. Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in fiili ve emri bu şekilde sabit olmuştur. Vallahu a’lem.

Nitekim İbn Huzeyme rahimehullah, Sevban radıyallahu anh hadisini kaydettiği yere şu başlığı vermiştir;

“Vitirden sonra namaz kılmanın, dileyen herkes için mubah olduğunun, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vitirden sonra kıldığı iki rekâtın ümmetinden maada kendisine has olmadığı ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize vitirden sonra iki rekât kılmayı emrettiğinde bu emrin farz veya vacip değil mendupluk veya fazilet ifade ettiğinin delilinin zikri babı.”

5- Vitir’de Ne Okunur:

Müslümanın vitir’in birinci rekâtında A’lâ suresini, ikinci rekâtta Kafirun suresini ve üçüncü rekâtta İhlâs suresini okuması meşrudur. Bazen İhlâs suresi ile beraber Muavizeteyn (Felak ve Nas) surelerini okuyabilir.

Bunun delili şu şekildedir;

Übey Bin Ka’b radıyallahu anh’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir’de “Yüce Rabbinin adını tesbih et.“(A’lâ 1) suresini, ikinci rekâtta; “De ki; ey Kâfirler!”(Kafirun 1) suresini, üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.”(İhlâs 1) suresini okurdu. Rükûdan önce kunut yapardı. Bitirdiği zaman üç defa; “Subhanel Melikil Kuddus” derdi. Sonuncusunda uzatırdı.” Bunu Nesai rivayet etmiştir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üç rekât vitir kılar, birinci rekâtta “Yüce Rabbinin ismini tesbih et” (A’lâ suresini), ikinci rekâtta “De ki ey kâfirler” (Kafirun suresini) ve üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.” (İhlâs) suresini okurdu.” Bunu Nesai rivayet etti.

Abdulaziz Bin Cüreyc’den; “Aişe radıyallahu anha’ya; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ne ile vitir yapardı?” diye sordum. Dedi ki;

“Birinci rekâtta “Yüce Rabbinin ismini tesbih et” (A’lâ sûresi), ikinci rekatta; “De ki ey kafirler!” (Kafirûn suresi), üçüncü rekâtta da; “De ki o Allah birdir.” (İhlâs suresi) ve Muavizeteyn’i (yani Felak ve Nas surelerini) okurdu.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.

6- Vitir’de Kunut:

Birincisi; Vitirde Kunutun Hükmü:

Vitirde kunut okumak müstehaptır, vacip değildir.

Müstehap olduğunun delili; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir kılar bazen kunut yapmazdı. Bu da vitirde kunutun vacip olmadığını gösterir. Şayet vacip olsaydı, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onu bazen terk etmezdi. Vallahu a’lem.

Yine bunun delillerindendir ki, bazı sahabe ve tabiinden vitirde kunutu yıl boyunca terk edip, sadece Ramazan’ın yarısında okudukları, diğerlerinin de yıl boyunca vitirde kunut yaptıkları sabit olmuştur.

Bu farklı davranışları, onların (sahabelerin) hepsine göre Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in her vitir kıldığında kunut okuduğunun sabit olmadığını düşündürüyor. Burada da Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in vitirde kunutu bazen terk ettiğine delil vardır. Vallahu a’lem.

Bu ihtilafı nakledenlerden biri olan et-Tirmizî dedi ki; “İlim ehli vitirde kunut hakkında ihtilaf etmişlerdir. Abdullah bin Mes’ûd radıyallahu anh’ın görüşü, bütün sene vitirde kunutun rükû’dan önce yapılmasıydı. Bu aynı zamanda bazı ilim ehlinin de görüşüdür. Sûfyân es-Sevrî, İbn’ül Mübarek, İshak ve Küfeliler bu görüştedirler.

Fakat Ali bin ebî Talip radıyallahu anh’den, sadece Ramazan’ın ikinci yarısında rükû’dan sonra kunut yaptığı rivayet edilmiştir. Şafiî ve Ahmed gibi bazı ilim ehli de bunu tercih etmişlerdir.”

İkincisi; Vitir’de Kunutun Yeri:

Kunut, son rekâtta kıraatten sonra ve rükûdan önce okunabilir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olduğuna göre genellikle böyle yapmıştır. Bazen de rükûdan sonra kunut yapmıştır. Vallahu a’lem.

Bunun delili şu şekildedir;

1- Ubey Bin Ka’b radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir kılar, rükûdan önce kunut yapardı.” Bunu İbn Mace rivayet etti.

2- Alkame’den; “İbn Mesud ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabı vitirde rükûdan önce kunut yaparlardı.” Bunu İbn Ebi Şeybe rivayet etti.

 Ubey Bin Ka’b radıyallahu anh hadisinde ve Alkame’nin rivayet ettiği eserde, vitirde kunutun kıraatten sonra ve rükûdan önce olmasına delil vardır.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bazen vitirde rükûdan sonra kunut yaptığının deliline gelince;

Abdurrahman Bin Abd el-Kârî dedi ki; “Bir ramazan gecesinde Ömer bin el-Hattab Radıyallahu anh ile birlikte mescide çıktık. İnsanlar dağınık dağınık idi. Kimisi kendi kendisine namaz kılıyor, kimisi namaz kılarken ona bir gurup da uymuş oluyordu. Ömer radıyallahu anh şöyle dedi:

“Benim görüşüme göre eğer bunları tek bir imamın etrafında toplayacak olursam daha güzel olur.” Sonra bu kararını verdi ve onları Ubey bin Ka’b radıyallahu anh’ın etrafında topladı. Daha sonra onunla bir başka gece çıktım. İnsanlar önlerindeki imama uymuşlardı. Ömer şöyle dedi:

“Bu ne güzel bir başlangıç! Bununla birlikte uyuyanların namazı daha faziletlidir.” Bununla gecenin nihayetinde kılanları kastediyordu. İnsanlar ise gecenin ilk vakitlerinde (bu namazı) kılıyorlardı." Bir rivayette şu fazlalık vardır;

“Ramazan’ın yarısında kâfirlere lanet ederek şöyle diyorlardı;

 “Allah’ım! Senin yolundan alıkoyan, Rasulünü yalanlayan ve vaadine iman etmeyen kâfirleri katlet! Onların arasını ayır, kalplerine korku at! Azabını üzerlerine gönder!”

Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzerine salat eder, güçleri hayra yettiğince Müslümanlara dua ederlerdi. Sonra müminler için bağışlanma dilerlerdi. Kafirlere lanet, Peygambere salat ettikten, mümin erkek ve kadınlar için bağışlanma diledikten sonra şöyle istekte bulunurlardı;

 “Allah’ım! Ancak sana kulluk ederiz, senin için namaz kılar ve secde ederiz. Ancak sana (kulluk) için çalışır ve koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da korkarız. Zira senin azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşıcıdır." Sonra tekbir alır ve secdeye giderlerdi.”

 “Sonra tekbir alır ve secdeye giderlerdi” sözündeki delil olma yönü; vitirde kunut duasının rükûdan sonra olmasıdır. Şayet dua, kıratten sonra olsaydı, secde için değil, rüku için tekbir aldıkları belirtilirdi. Muvaffak kılan Allah’tır.

Üçüncüsü; Vitir’de Kunutun Şekli;

Varid olan rivayetler düşünüldüğü zaman ortaya çıkar ki, vitirin kunutunda vakti tayin edilmiş bir şey yoktur. O sadece dua ve bağışlanma dilemekten ibarettir.

Vitirin kunutunda okunacak en hayırlı dualar şu şekildedir;

Hasen Bin Ali radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana vitir namazında (kıraati bitirdikten sonra) Kunut duası olarak okumam için şu duayı öğretti:

"Allahım! Beni hidayet verdiklerinden kıl, afiyet verdiklerinden eyle, beni, işlerini üzerine aldıkların arasına koy. Verdiklerini hakkımda mübarek kıl. Olmasına hükmettiğin şerlerden beni koru. Sen dilediğin hükmü verirsin, kimse seni mahkum edemez. Sen kimin işini üzerine aldıysan o zelîl olmaz. Düşmanın da izzet bulamaz. Mübareksin ve yüceler yücesisin Ey Rabbimiz (Senden başka kendisine sığınılacak yoktur)"

Aynı şekilde az önce geçen Abdurrahman Bin Abd el-Kari rivayetinde sabit olan duayı da okumak meşrudur; “Ramazan’ın yarısında kâfirlere lanet ederek şöyle diyorlardı;

 “Allah’ım! Senin yolundan alıkoyan, Rasulünü yalanlayan ve vaadine iman etmeyen kâfirleri katlet! Onların arasını ayır, kalplerine korku at! Azabını üzerlerine gönder!”

Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzerine salât eder, güçleri hayra yettiğince Müslümanlara dua ederlerdi. Sonra müminler için bağışlanma dilerlerdi. Kâfirlere lanet, Peygambere salat ettikten, mümin erkek ve kadınlar için bağışlanma diledikten sonra şöyle istekte bulunurlardı;

 “Allah’ım! Ancak sana kulluk ederiz, senin için namaz kılar ve secde ederiz. Ancak sana (kulluk) için çalışır ve koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da korkarız. Zira senin azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşıcıdır."

Ali Bin Ebi Talib radıyallahu anh’den sabit olmuştur ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem vitir namazının sonunda şöyle dua ederdi:

 “Allah’ım! Gazabından rızana sığınırım, cezalandırmandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Seni övebilecek kelimeleri sayamam. Sen kendini övdüğün gibisin.”

 bu siyak ile Tirmizi, “Vitir’de Dua” babında, Nesai “Vitir’de Dua” babında, Ebu Davud “Vitir’de Kunut” babında ve İbn Mace “Vitir’de Kunut Hakkında Gelenler” babında rivayet ettiler.

Es-Sindî’nin Nesai haşiyesinde dediği gibi; “Vitir namazının sonunda” ifadesi, bunun muhtemelen son kıyamda olduğunu gösterir ki bu da kunuttur. Musannif’in sözü de bunu gerektirir. Bir ihtimal de, bunu teşehhüd oturuşunda söylemiş olmasıdır ki lafzın zahiri budur.”

Lakin Nesai bunu “Amelul Yevm vel-Leyle”de ve İbnus Sünnî şu metinle rivayet ettiler;

Ali Bin Ebi Talib radıyallahu anh’den; “Bir gece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile kaldım. Ben onun namazı bitirip yatağına yönelirken şöyle dediğini işitiyordum;

 “Allah’ım! Gazabından rızana sığınırım, cezalandırmandan affına sığınırım. Senden sana sığınırım. Allah’ım! Gayret etsem de seni övmeye güç yetiremem. Lakin sen, kendini övdüğün gibisin.”

7- Vitir Kılmadan Uyuyup Kalan Veya Unutan;

Gece namazına uyanamayan hakkında, onun niyet edip kılacağı namaz için Ebud Derda radıyallahu anh’den şu rivayet gelmiştir;

 “Gece namazını kılmak niyeti olduğu halde yatan kimse, gözlerine yenik düşüp sabaha kadar uyanamaz ise, ona niyet ettiği şeyin sevabı yazılır. Onun uykusu da Rabbi Azze ve Celle’nin ona bir sadakasıdır.” Bunu Nesai ve İbn Mace rivayet ettiler.

Müslümanın uyuyakaldığı takdirde veya vitiri kılamadığı zaman gündüz bunu kılması meşrudur. Rekât sayılarında şu iki şekilden birini tercih edebilir;

Birincisi; her zaman kıldığı vitir gibi kılar. Bu, Ebu Said radıyallahu anh’ın rivayet ettiği şu hadisten alınmıştır; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Vitiri kılmadan uyuyakalan veya unutan, onu hatırladığı zaman kılsın.” Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet ettiler.

İkincisi; gündüz on iki rekât olarak kılar. Bu da Aişe radıyallahu anha’nın Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den naklettiği fiildir;

“Şa­yet kendisine uyku veya bir acı galebe çalar da, gece namazını kılamazsa (onun yerine) gündüz on iki rekât namaz kılardı…” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

8- Ramazan’da Gece Namazını Cemaat İle Kılmanın Meşru Oluşu;

Ramazan’da gece namazını cemaat ile kılmanın meşru oluşu, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlî ve fiilî olarak sabit olmuştur.

Kavlî olana gelince; Cübeyr Bin Nüfeyr, Ebu Zer radıyallahu anh’den rivayet ediyor; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber oruç tuttuk Ramazan ayının son haftasına kadar bize farz namazdan başka bir namaz kıldırmadı. Bundan sonra kalkıp bize gecenin üçte biri geçinceye kadar namaz kıldırdı. Altıncı gün namaz kıldırmadı. Beşinci gün gecenin yarısına kadar bize namaz kıldırdı. Bizde ona dedik ki:

“Ey Allah’ın Rasûlü! Bu gecenin geri kalan kısmında da bize nafile namaz kıldırsanız?” Bunun üzerine şöyle buyurdu:

 “Her kim imam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılarsa ona gece kıyamı sevabı yazılır.”

Sonra Ramazan ayının son üç günü kalıncaya kadar bize namaz kıldırmadı. Üçüncü gün kıldırdı. Ailesini ve hanımlarını da çağırdı ve “Felah” geçirme korkusuna düşünceye kadar bize namaz kıldırdı. Ebû Zerr’e;

“Felah” nedir? Dedim.

“Sahur” dedi.”Bunu Tirmizi, Nesai ve İbn Mace rivayet ettiler.

Tirmizi, bu hadisle ilgili izahında der ki; “İbnul Mübarek, Ahmed ve İshak Ramazan da gece namazının imamla kılınmasını tercih etmiştir. Eş-Şafiî ise, eğer okuması düzgün ise kendi başına kılınmasını tercih etmektedir.”

 Ebu Zerr radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bu hadis, gece namazının cemaat ile kılınmasının meşru olduğuna dair Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den kavlî bir nastır. Hatta bunun faziletini de açıklamaktadır.

Gece namazının cemaat ile kılınmasına dair fiilî hadise gelince; Aişe radıyallahu anha’nın şu sözleridir;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem geceleyin (evden) çıkarak mescitte namaz kıldı. Bâzı kimseler de, onun namazına uyarak namaz kıldılar. Derken halk bu mesele üzerinde konuşmaya başladılar. Bu sebeple öncekilerden daha çok cemaat toplan­dı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikinci gece de mescide çık­tı ve cemaat de ona uyarak namaz kıldılar. Cemaat (yine) bunu anlatmaya başladılar. Derken üçüncü gece mescidin cemaati ço­ğaldı ama Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yine çıkarak cemaate namaz kıldırdı. Dördüncü gece olunca artık mescit cemaati almaz ol­du. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de, cemaate çıkmadı. Nihayet sabah namazına çıktı. Sabah namazını kılınca, cemaa­te doğru döndü, sonra şehâdet getirerek, şöyle buyurdu:

 Bundan sonra, (malûmunuz olsun ki) hâliniz bana gizli kal­mış değildir. Lâkin ben gece namazının size farz kılınır da, onu kılamaz­sanız diye endişe ettim.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Hafız İbni Hacer bu hadis için faideler zikrettiği esnada der ki; “Burada gece kıyamının özellikle Ramazan’da cemaat ile kılmanın mendupluğu vardır. Zira Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in endişe ettiği şey, vefatı ile ortadan kalkmıştır. Bu sebepten ötürü Ömer Bin el-Hattab radıyallahu anh insanları Ubey Bin Kab radıyallahu anh arkasında namaz kılmaları için toplamıştır.”

9- Bir Gecede İki Vitir Olmaz;

Kays Bin Talk Bin Ali dedi ki; “Bir Ramazan gününde Talk bin Ali radıyallahu anh bizi ziyaret etti ve yanımızda akşamladı. Sonra bize gece namazı ve vitir kıldırdı. Sonra mescidine gitti ve arkadaşlarına namazı kıldırdı. Geriye vitir kaldı. Birisine gelip; “Arkadaşlarına vitiri kıldır. Zira ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den şöyle buyurduğunu işittim;

 Bir gecede iki vitir olmaz.” Bunu Ebu Davud ve sahih kaydıyla İbn Hibban rivayet etmiştir.

İşrak Namazı

Bu, duha namazı vaktinde kılındığı için ilk duha (kuşluk) namazıdır. Güneşin doğmasıyla vakti başlar. Bu vakitte kuşluk namazına dâhil olan bu namaza bu ismin verilmesi, İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın sözüyle sabit olmuştur.

Abdullah Bin el-Haris Bin Nevfel’den; “İbn Abbas radıyallahu anhuma kuşluk namazı kılmazdı. Onu Ümmü Hani radıyallahu anha’nın yanına götürdüm ve;

“Bana haber verdiğini buna da söyle” dedim. Dedi ki;

“Fetih günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem evime geldi, su istedi ve bir kap getirtti. Sonra bir örtü istedi. Onunla benim aramda o örtüyü perde yaptım, o da gusletti. Sonra evin etrafına serpiştirdi. Sonra sekiz rekât namaz kıldı. Bu kuşluk vaktinde idi. Kıyamı, rükûsu, secdesi ve oturuşu birbirine yakın eşitlikteydi.” Bunun üzerine İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle diyerek çıktı;

“İki kapak arasını (Kuran’ı) okudum, duha (kuşluk) namazını ancak şimdi gördüm; “akşam ve işrak vakti onunla birlikte tesbih ederlerdi.”(Sad 18) ben de işrak namazı nerede?” diyordum. İşte bu işrak namazıdır.” Bunu tefsirinde et-Taberi ve Hakim rivayet ettiler.

Duha namazını ilk vaktinde –ki bu işrak namazıdır – kılmanın fazileti hakkında şu hadis varid olmuştur;

Ebu Umame radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

من صلى صلاة الصبح في مسجد جماعة ، يثبت فيه حتى يصلي سبحة الضحى ؛ كان كأجر حاج أو معتمر تاماً حجته وعمرته

Kim sabah namazını mescitte cemaat ile kılıp, duha namazını kılıncaya kadar orada kalırsa onun ecri tam bir hac veya tam bir umre sevabı gibidir.” Bunu Taberani rivayet etmiştir.

Diğer rivayette; “Kim sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğuncaya kadar oturup zikrederse…” şeklindedir. Bunu da Taberani rivayet etti.

Duha (Kuşluk) Namazı

1- Duha Namazının Fazileti:

Duha namazının fazileti hakkında bazı hadisler varid olmuştur. Bunlar arasında şu hadisleri zikredebiliriz;

Ebu Zer radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Her birinizin her eklemi için bir sadaka vermesi gerekir. Her tesbih (Subhanallah demek) bir sadakadır, her tahmid (elhamdülillah demek) bir sadakadır, her tehlil (la ilahe illallah demek) bir sadakadır, her tekbir (Allahu ekber demek) bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir sadakadır, iki rekât kuşluk namazı kılmak bunu karşılar” Müslim rivayet etmiştir.

Ebud Derda ve Ebu Zer radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu;

 Ey Âdemoğlu! Gündüzün başında benim için dört rekât namaz kıl, günün kalanında sana yeteyim.” Bunu Tirmizi rivayet etti.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Duha namazına ancak evvab (Allah’a yönelen) kimse devam eder.” Yine buyurdu ki; “O evvabin (Allah’a yönelen kimselerin) namazıdır.” Bunu İbn Huzeyme ve Hakim rivayet ettiler.

2- Duha Namazının Hükmü

Geçen hadisler ve benzerleri kuşluk vaktinde kılınan namazın sevilen bir hasene olduğunu gösteriyor. Bu hadislerde ayrıca bu namaza devam etmenin meşru oluşunun hükmü vardır.

Fakat vacipliğine delalet eden bir şey sabit olmamıştır.

3- Duha Namazının Vakti

Duha namazının vakti, güneşin doğmasından başlar, zeval vaktine kadar devam eder. En faziletli vakti güneşin ısıtmaya başladığı vakittir.

Bunun delilleri şu şekildedir;

İlk vaktine daha önce geçen Ebud Derda ve Ebu Zer radıyallahu anhuma’nın rivayet ettikleri hadis delildir. Delil olan kısmı; “Gündüzün evvelinde benim için dört rekât namaz kıl…” ifadesidir.

Aynı şekilde Enes radıyallahu anh’den de şu hadis gelmiştir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Kim sabah namazını cemaat ile kılar ve oturup güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikrederse, sonra da iki rekât namaz kılarsa onun ecri tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre gibidir.” Bunu Tirmizi rivayet etmiştir.

Ebu Umame radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Kim sabah namazını mescitte cemaat ile kılıp, duha namazını kılıncaya kadar orada kalırsa onun ecri tam bir hac veya tam bir umre sevabı gibidir.” Bunu Taberani rivayet etmiştir.

Diğer rivayette; “Kim sabah namazını cemaatle kılar ve güneş doğuncaya kadar oturup zikrederse…” şeklindedir. Bunu da Taberani rivayet etti.

Zeval ile vaktinin çıkmasına gelince; şüphesiz o kuşluk namazı olduğu için böyledir.

Faziletli vaktine gelince; Zeyd Bin Erkam radıyallahu anh’den rivayet buna delildir. O, bazı kimselerin duha namazı kıldıklarını görünce şöyle demiştir; “Bunlar pekâlâ bilirler ki, bu saatten başka zamanda namaz kıl­mak daha faziletlidir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı zaman kılınır.  Buyurmuştur.” Bunu Müslim rivayet etti.

4- Duha Namazının Rekât Sayısı ve Şekli

Müslümanın kuşluk namazını iki, dört, altı, sekiz veya on iki rekât kılması meşrudur. Dilerse bunları iki rekât iki rekât olarak kılar.

Bu namazın iki rekât kılınmasının delili; Ebu Zer radıyallahu anh hadisidir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

Her birinizin her eklemi için bir sadaka vermesi gerekir... iki rekât kuşluk namazı kılmak bunu karşılar” Müslim rivayet etmiştir.

Dört rekât kılınmasının delili; Ebud Derda ve Ebu Zer radıyallahu anhuma’nın rivayet ettikleri hadistir;

 Ey Âdemoğlu! Gündüzün başında benim için dört rekât namaz kıl, günün kalanında sana yeteyim.” Bunu Tirmizi rivayet etti.

Altı rekât kılınmasının delili; Enes Bin Malik radıyallahu anh hadisidir; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem altı rekat kuşluk namazı kılardı.” Bunu Tirmizi, eş-Şemail’de rivayet etti.

Sekiz rekât kılınmasının delili Ümmü Hani radıyallahu anha hadisidir; “Kendisi Mek­ke'nin fethedildiği sene Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke'­nin yukarısında bulunduğu bir sırada onun yanına gelmiş, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yıkanmaya kalkmış, Fatıma radıyallahu anha da onun üzerine perde tutmuş. Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem elbisesini alarak ona sarınmış, sonra sekiz rekât kuşluk nafilesini kılmış.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

On iki rekât kılınmasına da Ebud Derda radıyallahu anh hadisi delalet etmektedir; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Kim kuşluk namazını iki rekât kılarsa gafillerden yazılmaz. Dört rekât kılan abidlerden yazılır. Altı rekât kılana o gün için kâfi gelinir. Sekiz rekât kılan kânitîn’den (Allah’a boyun eğenlerden) yazılır. On iki rekât kılana Allah cennette ev yapar. Hiçbir gün ve gece yoktur ki, onda Allah’ın kullarına ihsan ettiği bir iyiliği olmasın. Allah kuluna, kendisini zikretme ilhamı vermesi gibi daha faziletli bir ihsan vermemiştir.” Bunu Taberani rivayet etti.  

 bu hadisleri, mutlak olmasına hamleden Aişe radıyallahu anha, kendisine Muaze radıyallahu anha’nın; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem kuşluk namazını ne kadar kılardı?” diye sorunca şöyle cevap vermiştir;

“Dört rekât idi ve Allah’ın dilediği kadar artırırdı.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

3- Zeval Namazı

Bu namaz öğle namazından önceki ratibe namaza dahildir. Nitekim daha önce buna işaret etmiştik. Burada faziletine dair varid olan bazı hadisleri zikrediyorum;

Ebu Eyyub radıyallahu anh’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Öğlenin farzından önce… kılınan dört rekat nafile var ya bunların önünde sema kapıları açılır.” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etti.

Abdlullah İbnu's-Sâib radıyallahu anh’den: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem güneşin zevalinden sonra dört rek 'at namaz kılardı ve derdi ki:

"Şimdi sema kapılarının açıldığı bir vakittir. Bu anda salih bir amelimin oraya  yükselmesini isterim'' Bunu Tirmizi rivayet etti.

4- Eve Giriş ve Çıkış Namazı

Müslümanın evine girerken ve evinden çıkarken iki rekât namaz kılması meşrudur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Evine girdiğin zaman iki rekât namaz kıl. Bu seni kötü girişten alıkoyar. Evinden çıkacağın zaman da iki rekât namaz kıl. Bu seni kötü çıkıştan alıkoyar.” Bunu Bezzar rivayet etti.

5- Abdest Aldıktan Sonra İki Rekât Namaz

Müslümanın abdest aldığı zaman iki rekât namaz kılması meşrudur. Kalbi ve bütün benliği ile yönelmek şartıyla bu namazın bol fazileti ve hayrının çokluğu sabit olmuştur.

Ukbe Bin Amir radıyallahu anh’den; “Üzerimizde deve gütme vazifesi vardı. Nöbetim gelince akşamları develeri ağıllarına götürdüm. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ayakta cemaate bir şeyler söylerken yetiştim. Yetiştiğim sözü şudur:

Eğer bir Müslüman güzelce abdest alır, sonra kalkarak iki rekât namaz kılar, kalbi ve benliğiyle o iki rekâta yönelirse o kimseye cennet va­cip olur.”   buyurdular. Ben:

“Bu ne güzel şey” dedim. Birde baktım Önümde biri:

“Bundan önceki daha güzeldi” diyor! Baktım ki Ömer radıyallahu anh! (bana) dedi ki:

“Ben seni demin gelirken gördüm Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem sen gelmeden Önce şöyle buyurdular;

Eğer sizden biriniz abdest alır, onu yerli yerince (yahut tas­tamam) yapar da sonra:

"Ben Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve rasulü olduğuna şehadet ederim." derse o kimseye cennetin sekiz kapısı (birden) açılır. Onların hangisinden diler­se ondan girer.” Bunu Müslim rivayet etti.

Osman radıyallahu anh'ın azatlısı Humrân’dan; “O, şöyle görmüş; Osman bin Affan Radıyallahu anh’ın abdest suyu isteyerek abdest al­dı ve ellerini üç defa yıkadı. Sonra mazmaza ve istinşak yaptı (yani ağzına ve burnuna su verdi). Sonra yüzünü üç defa yıkadı, sonra sağ kolunu dirsekleri ile beraber üç defa sonra sol kolunu aynı şekilde üç defa yıkadı. Sonra başına mesh etti. Sonra sağ ayağını topuklarıyla beraber üç defa sonra sol ayağını da aynı şe­kilde (üç defa) yıkadı. Osman radıyallahu anh sonra şöyle dedi:

“Ben Rasulullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in şu benim abdestim gibi abdest aldığını gördüm. Sonra Rasulullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

 Her kim benim şu abdestim gibi abdest alır da kalkar ve gönlünden bir şey geçirmeyerek iki rekât namaz kılarsa, geçmiş günahları affolunur.” Buyurdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Bu iki hadis, abdest aldıktan sonra iki rekât namaz kılmanın müstehap olduğunu gösterir. Bununla beraber “Kalbi ve tüm benliği ile yönelmek” ve “gönlünden bir şey geçirmemek” şartıyla kayıtlıdır. Bu konuyla ilgili bir hadisin sonunda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Aldanmayın!” buyurduğu da sabit olmuştur.

6- Tahıyyetul Mescid Namazı

1- Hükmü:

 Müslüman’ın, orada oturmak niyetiyle mescide girdiği zaman iki rekat namaz kılması vaciptir. Bu namazın vacip olduğuna delil olan hadislerden bazıları şu şekildedir;

Ebu Katade es-Sülemî’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Sizden biriniz mescide girdiği zaman oturmadan önce iki rekât namaz kılsın.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Diğer rivayette; “Sizden biriniz mescide girdiği zaman iki rekat namaz kılmadan oturmasın.

2- Mescidul Haram’ın Tahıyyesi Nedir?

Yukarıdaki hadisin umumiliğinden Mescidul Haram’ı çıkaran bir delil yoktur. Yani Mescidul Haram’a girince bunu diğer mescidlerden ayıran özel bir tahıyyetul mescid namazı yoktur.

3- Namaz İçin Kamet Okunurken Mescide Girmek:

Mescide girildiğinde kamet okunuyorsa, kameti okunmakta olan namaza girilmesi gerekir. Tahıyyetul mescid namazı bu kimseden düşer.

Bunun delili şu şekildedir;

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Namaz ikin kamet okunduğu zaman mektube (vaktin farzı olan) namazdan başka namaz yoktur.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

Buradaki şahid; “…başka namaz yoktur” kısmıdır. Delil olma yönü ise; namaz için ikamet okunmasıyla başka bir namazın meşruiyetinin kalkmasıdır.

4- İmam Cuma Hutbesinde İken Mescide Girmek:

  Müslüman, mescide imam Cuma hutbesi okurken girerse, hafif iki rekat tahıyyetul mescid namazı kılmadan oturamaz.

Bunun delili şudur;

Cabir Bin Abdullah radıyallahu anh’den; “Süleyk el-Gatafanî Cuma günü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem hutbedeyken geldi. Ona buyurdu ki;

 Ey Süleyk! Kalk iki rekât namaz kıl. Ama onları hafif tut!” buyurdu. Sonra şunları söyledi:

Biriniz cuma günü imam hutbe okurken gelirse hemen iki rekât na­maz kılsın ve onları hafif tutsun!” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

7- Ezan ve Kamet Arasındaki Namaz

Müslümanın ezan ile kamet arasında namaz kılması müstehaptır. Bunun delilleri şu şekildedir;

Abdullah Bin Mugaffel radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Her iki ezan (ezan ile kamet) arasında bir namaz vardır, her ezan ile kamet arasında bir namaz vardır” sonra üçüncüsünde; “Dileyen için” buyurdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Bunun müstehap oluşunu, Akşam namazı için ezan ile kamet arasındaki namaz hakkında gelen rivayet de destekler;

Abdullah Bin Mugaffel radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Akşam namazından önce (nafile) namaz kılınız.” Üçüncü seferinde insanların onu sünnet edinmesini istemeyerek; “Dileyen kılsın” buyurdu.” Bunu Buhari rivayet etmiştir.

Ebu Davud’un rivayetinde şöyle geçer; “Akşam namazından önce iki rekât namaz kılınız.” Sonra insanların onu sünnet edinmesi korkusuyla buyurdu ki; “Akşam namazından önce iki rekât namaz kılınız. Dileyen kılsın.”

8- Tevbe Namazı

Müslümanın, Allah’tan sakınıp bu halini sürekli kontrol ederek günaha düşmemesi gerekir. Eğer günah işlerse derhal tevbe edip Allah’a yönelmelidir.

Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem tevbe anında bu namazın kılınmasını meşru kılmıştır.

Esma Bintul Hakem el-Fezari’den; Ali radıyallahu anh’den şöyle dediğini işittim:

“Ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bir hadis işittiğimde Allah o hadisten beni dilediği şekilde faydalandırırdı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından biri bana hadis söyleyince ona yemin ettirirdim. Şayet yemin ederse onu tasdik ederdim. Ebû Bekir radıyallahu anh bana bir hadis söyledi. Ebû Bekir radıyallahu anh doğru söyledi. Şöyle demişti; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den işittim şöyle buyurmuştur;

 Bir kimse bir günah işler, sonra kalkar abdest alır, namaz kılar, sonra Allah’tan bağışlanmasını isterse Allah onu mutlaka affeder.” Sonra Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şu ayeti okudu:

“Onlar ki, utanç verici bir iş yaptıklarında veya (günah işleyerek) nefislerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlar ve günahlarının affı için bağışlanma dilerler. Allah’tan başka kim günahları affedebilir. Onlar yaptıkları (hatalı işlerde) bilerek ısrar etmezler.”(Al-i İmran 135)

9- Cuma Namazının Sünneti

1- Cuma Namazından Önce Sünnet Namaz Var mıdır?

Cuma namazından önce belirlenmiş bir sünnet namaz sabit olmamıştır. Ama mutlak nafileye gelince buna delil olan rivayetler şu şekildedir;

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Bir kimse gusül eder, sonra Cuma’ya gelir ve kendisine mukadder olan namazı kılar, sonra hatip hutbesini bitirinceye kadar dinler, sonra onunla beraber cuma namazını kılarsa, o kimsenin o Cuma ile öbür Cuma arasındaki günahları; üç günlük de fazla günahı affolunur.” Bunu Müslim rivayet etti.

Ebu Davud’un rivayeti şu şekildedir; "Kim cuma günü gusül eder, en güzel elbisesini giyer, yanında varsa (güzel) koku sürünür, sonra da cumaya gelip insanların omuz­larına basmaz ve Allah'ın kendisine yazdığı (tahiyyetul-mescid namazı)nı kılar, imam (hutbe için) çıktığı zaman namazını bitirinceye kadar (konuşmaz) susarsa, bu cuma ile geçmiş cu­ma arasındaki (hata)lar örtülür." Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki; “Fazladan da üç gün” ve yine dedi ki; “Şüphesiz iyilikler on kat karşılık görür.”

2- Cuma Namazından Sonraki Sünnet

Daha önce İbn Ömer radıyallahu anhuma hadisinde şöyle geçmişti; “…ve evinde Cumadan sonra kıldığı iki rekat”

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Biriniz Cuma’yı kıldığı zaman bundan sonra da dört rekât namaz kılsın.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

Diğer rivayette; “Sizden her kim cumadan sonra namaz kılıyorsa dört rekât kılsın.

 bu iki hadis, Cuma namazından sonra iki veya dört rekat namaz kılmanın meşru olduğunu gösterir. Yani müslümanın bununla amel etmesi caizdir. Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisinde geçenlerden dolayı Cuma namazından sonra dört rekat namaz kılmak daha faziletlidir.

Bu sünnetin iki veya dört rekât olması fark etmeksizin evde kılınması, açıklamaya gerek olmadan, mutlak olarak daha faziletlidir. 

10- Tesbih Namazı

Meşru namazlardan biri de Tesbih namazıdır. Bu, aşağıdaki İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisinde gelmiştir;

İbnu Abbâs radıyallahu anhumâ) anlatıyor: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Abbâs İbnu Abdilmuttalib radıyallahu anh'e dediler ki:

"Ey Abbas, ey amcacığım! Sana bir iyilik yapmayayım mı?" Sana bağışta bulunmayayım mı? Sana ikram etmeyeyim mi? Sana on haslet(in hatırlatmasını) yapmayayım mı? Eğer sen bunu yaparsan, Allah senin bütün günahlarını önceki-sonraki, eskisi-yenisi, hatayla yapılanı-kasten yapılanı, küçüğünü-büyüğünü, gizlisini-alenisini yani hepsini affeder. Bu on haslet şunlardır:

Dört rek'at namaz kılarsın, her bir rekâtta, Fatiha suresi ve bir sure okursun. Birinci rekâtta kıraati tamamladın mı, ayakta olduğun halde on beş kere "Subhanallahi velhamdülillahi ve lailahe illallahu vallahu ekber" diyeceksin. Sonra rükû yapıp, rükûda iken aynı kelimeleri on kere söyleyeceksin, sonra başını rükûdan kaldıracaksın, aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra secde edip, secdede iken onları onar kere söyleyeceksin. Sonra başını secdeden kaldıracaksın, onları onar kere söyleyeceksin. Sonra tekrar secde edip aynı şeyleri onar kere söyleyeceksin. Sonra başını kaldırır, bunları on kere daha söylersin. Böylece her bir rekâtta bunları yetmiş beş defa söylemiş olursun.

Aynı şeyleri dört rekâtta yaparsın. Dilersen bu namazı her gün bir kere kıl. Her gün yapamazsan haftada bir kere yap, haftada yapamazsan her ayda bir kere yap. Ayda olmazsa yılda bir kere yap. Yılda da yapamazsan hiç olsun ömründe bir kere yap." Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etmiştir.

Tirmizî, Vitir, 19; İbn Mace, ikâme, 190; Ebû Dâvud, Tatavvu, 14; et-Tergib ve't-Terhib, I, 467, 469. Bu hadisi Ebû Dâvûd, İbnu Mâce, İbnu Huzeyme, Taberani rivayet etmiştir. Hafız şöyle demiştir: Bu hadis birçok yoldan rivayet edilmiştir. Ve sahabeden bir cemaat tarafından da rivayet edilmiştir. İbnu Mübarek şöyle demiştir: "Teşbih namazı teşvik edilmiş olup, teşbih namazını her zaman âdet haline getirmeli ve ondan gafil olmamalıdır."

Tesbih Namazı 4 rek'atlı bir namazdır. Bu namazı kılabilmek için aşağıdaki tesbihi ezber bilmek gerekir.

tesbih

"Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym"

Tesbih Namazının Kılınışı : Sübhâneke'den sonra 15 kere Rüku tesbihinden sonra 10 kere Rükûdan doğrulunca 10 kere, Secde tesbihinden sonra 10 kere, "Allâhü Ekber" diyerek namaza başlanır. Zamm-ı sureden sonra 10 kere   Secdeden doğrulunca 10 kere,   2.secde de tesbihden sonra 10 kere, okunur Böylece birinci rek'at kılınmış olur. İkinci rek'ate kalkılınca Fâtiha-i şerîfe'den önce yine 15 kere, diğer yerlerde de, tarif edildiği gibi 10'ar kere okunarak 4 rek'at tamamlanır. Tesbih namazının diğer tarafları aynen diğer namazlarda olduğu gibidir. Fark sadece okunan tesbihlerdir. Tesbih namazında beher rek'atte okunan tesbih adedi 75'dir. Dört rek'atte 300 tesbih okunmuş olur.

Arapça bir kelime olan "tesbih", Allah Teâlâ'yı noksan sıfatlardan tenzih, kemâl sıfatlarla tavsif etme ve ululama manasına gelir Dört rek’at olan bu namazda üçyüz defa "Sühhânallâhi velhamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vellâhu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azıym" dendiği için bu ismi almıştır.

Tesbih namazının muayyen-belli bir vakti yoktur Kerahet vakitlerinin dışında her zaman kılınabilir.

 

11- Seferden Dönüş Namazı

Ka’b Bin Malik radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem seferden dönünce önce mescide uğrar, iki rekât namaz kılar, sonra insanlarla beraber otururdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Bu hadisten kişinin, seferden dönünce, eğer abdestli ise evinden önce mescide gitmesinin ve orada namaz kılmasının, sonra da oradakilerle oturmasının müstehap olduğu anlaşılmaktadır.

12- İstihare Namazı

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ümmetine, hayatlarında başlarına gelen işleri Allah’a havale etmeleri ve Allah’tan bu şaşkınlıklarını gidermesini talep etmeleri için bu namazı meşru kılmış, cahiliye döneminde yapmakta oldukları falcılık, ok çekme gibi batıl işlerin yerine, istihare namazını öğretmiştir.

Bu namaz hakkında şu hadis varid olmuştur;

Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize, Kur'àn'dan -bir süre öğrettiği gibi her işte istiharede bulunmamızı öğretirdi. Derdi ki:

"Biriniz bir işi yapmaya arzu duyduğu zaman, farzlar dışında iki rek'at namaz kılsın, sonra şu duayı okusun:

"Allah’ım! Senden hayır talep ediyorum, zira sen bilirsin. Senden hayrı yapmaya kudret talep ediyorum, zira sen vermeye kâdirsin. Rabbim! Yüce fazlını da talep ediyorum. Sen her şeye kâdirsin, ben âcizim. Sen bilirsin, ben cahilim. Sen gaybları bilirsin. Allah’ım, eğer biliyorsan ki bu işi bana dinim, bayatım ve sonum için -veya hal-i hazırda ve ileride demişti- hayırlıdır, bunu bana takdir et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda mübarek kıl. Eğer bu işin, bana dinim, hayatım ve âkibetim için -veya hal-i hazırda ve ileride dedi- zararlıdır; onu benden çevir, beni de ondan çevir. Hayır ne ise bana onu takdir et, sonra da bana onu sevdir!" Câbir r.a. dedi ki:

"Bu duadan sonra yapacağı işi zikrederdi.'' Bunu Buhari rivayet etmiştir.

13- Küsuf (Güneş Tutulması) ve Husuf (Ay Tutulması) Namazları

1- Küsuf ve Husuf Namazlarının Hükmü

Güneş ve ay tutulması namazları müekked bir sünnettir. Müslümanın bunu yapması müekked bir müstehaptır.

Bunun delilleri aşağıda geldiği gibidir;

Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu. Ama kıyamı uzattı. Sonra rükû' etti, rükû'u da çok uzattı. Sonra ba­şını rükû'dan kaldırdı, bu kıyamı da çok uzattı. Yalnız, bu ikinci kıyam, birinciden daha kısa idi. Sonra tekrar rükû'a gitti ve rükû'u çok uzattı. (Ama) bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra secde etti. Sonra kalktı ve yine kıyamı uzattı. Yalnız bu kıyam, birinciden daha kısaydı. Sonra rü­kû'a vardı, rükû'u da uzattı. Fakat bu rükû' birinciden daha kısaydı. Sonra başını rükû'dan kaldırarak dikildi, kıyamı da uzattı. Ancak bu kıyam da birinciden azdı. Sonra rükû' etti. Ve rükû'u uzattı. Fakat bu rükû' birinci­den daha kısa sürdü. Sonra secdeye vardı. Sonra namazdan çıktı, güneş de açılmıştı. Cemaate bir hutbe okudu, Allah'a hamdu sena ettikten son­ra şunları söyledi:

 Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın ayetlerindendir. Bunlar, hiç bir kim­senin hayatı veya ölümü için tutulmazlar. Siz bunları tutulmuş görürseniz, hemen tekbir alın, Allah'a dua edin, namaz kılın ve sadaka verin. Ey üm­meti Muhammed! Erkek veya kadın kulunun zinasından dolayı Allah Teâlâ'nın kıskançlığı kadar hiç bir kimse kıskanç olamaz. Ey ümmet-i Mu­hammed! Vallahi benim bildiğimi bir bilseniz, mutlaka çok ağlar ve mut­laka az gülerdiniz.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

 hadisin delil olma yönü, emir, tekbir, dua ve sadakaya bağlı olarak gelmiştir. Tutulma anında sadaka, tekbir ve duanın vacip olduğu söylenemez. Burada icma ile emir, müstehaplık içindir. Tutulma namazı da bu emre bağlı olarak müstehaptır. Muvaffak kılan Allah’tır.

2- Tutulma Namazının Şekli ve Rekât Sayısı

Birinci Mesele; Tutulma Namazı İçin Ezan ve Kamet Okunmaz:

Tutulma namazı için ezan ve kamet okunmayacağında âlimler ittifak ettiler. Müstehap olan; “es-Salatu Camiatun” (namaz toplayıcıdır” diye seslenmektir.

Bunun delili, Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma’dan sabit olan şu rivayettir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında güneş tutulunca “Şüphesiz namaz toplayıcıdır” diye nida edildi.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

İkinci Mesele; Tutulma Namazının Rekât Sayısı:

Güneş tutulması namazı ikişer rükûlu iki rekât olarak kılınır. Bunun delili, az önce geçen Aişe radıyallahu anha hadisidir. Yine Abdullah Bin Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayet de buna delildir;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu. Ama Bakara suresini okuyacak kadar uzun bir kıyam yaptı. Sonra uzun bir rükû' yaptı, sonra başını rükû'dan kaldırdı ve uzun uzadıya ayakta durdu. Yalnız bu kıyam birinciden daha kısaydı. Sonra uzun bir rükû' yaptı fakat bu da birinci rükû'dan daha kısaydı. Sonra secde etti, sonra (tekrar) uzun bir kıyam yaptı fakat bu da birinci kıyamdan kısa idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı ama bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra başını kaldırarak uzun bir kıyama durdu. Bu da birinci kıyamdan aşağı idi. Sonra uzun bir rükû' yaptı: Bu da birinci rükû'dan aşağı idi. Sonra secde etti, sonra namazdan çıktı. Gerçekten güneş açılmıştı. Müteakiben şöyle buyurdu;

 Şüphesiz ki güneş ile ay Allah'ın ayetlerinden iki ayettirler. Bun­lar bir kimsenin hayatı veya ölümü için tutulmazlar. Siz böyle bir şey görünce hemen Allah'ı zikredin.” Ashâb:

“Ey Allah’ın Rasulü! Şu makamında seni bir şey almak için uzandığını, sonra bundan vazgeçtiğini gördük” dediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

Ben, cenneti gördüm de, ondan bir salkım üzüm koparmaya el uzattım. Eğer ben o salkımı almış olsaydım, dünya durdukça siz ondan yerdiniz. Ben cehennemi de gördüm; Bugünkü gördüğüm manzara gibi (şimdiye kadar) hiç bir manzara görmüş değilim. Cehennemlik­lerin çoğunluğunun kadınlar olduğunu da gördüm” buyurdular. Ashap:

“Ey Allah’ın Rasulü bunun sebebi nedir?” diye sordular.

Küfretmeleri sebebi ile” cevabını verdi.

“Kadınlar Allah'a küfreder mi?” diyenler oldu;

“Evet, onlar kocalarına karşı nankörlük ederler, iyiliğe karşı nankörlük ederler. Onlardan birine daima iyilik etsen, sonra senden bir şey görse hemen: “Senden hiç bir hayır görmedim” der” buyurdu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Aişe ve İbn Abbas radıyallahu anhum hadislerinde, tutulma anında hutbenin, namazdan sonra yapılmasının müstehap olduğuna delil vardır.

Üçüncü Mesele; Tutulma Namazında Kıraat Sesli Olur:

Tutulma namazında kıraat, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi cehrîdir.

Aişe radıyallahu anha’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem husuf namazında sesli okudu. Kıraatini bitirince tekbir alıp rükû etti. Rükûdan kalkarken; “Semîallahu limen hamideh, Rabbena ve lekel hamd” dedi. Sonra küsuf namazındaki kıraatine döndü. İki rekâtta dört rükû ve dört secde yaptı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Dördüncü Mesele; Mescitte Cemaatle Kılınması:

Küsuf namazının mescitte kılınması sünnettir. Bunun delilleri şu şekildedir;

1- Küsuf namazı için “es-Salatu camiatun” diye seslenilmesinin meşru olduğu daha önce geçmişti.

2- Bazı sahabenin bu namazı mescitte cemaatle kıldığı varid olmuştur.

3- Daha önce geçen Aişe ve İbn Abbas hadisleri, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu namazı mescitte cemaat ile kıldığını düşündürmektedir. Hatta Aişe radıyallahu anha’nın rivayetinden birinde şöyle geçer;

 “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hayatında güneş tutuldu. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mescide gitti, tekbir alıp namaza durdu ve insanlar arkasında saf tuttular…”

Beşinci Mesele; Bir Rekâtta İki Rükûdan Birinin Kaçırılması:

Küsuf namazı iki rekât olup her rekâtta iki rükû ve iki secde vardır. Yani bu namazda toplam iki rekâtta dört rükû ve dört secde vardır.

Birinci rekâtta ikinci rükuya yetişen kimse, kıyamı, kıraati ve rükuyu kaçırmış olacaktır. Binaenaleyh, küsuf namazının iki rekâtından birini eksik yapmış olacaktır. Bu rükuyu iade etmez. İmam selam verdikten sonra, sahih hadislerde sabit olduğu gibi, iki rükûlu bir rekât kılar.

Bunun delili; Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri;

 Kim emrimiz olmayan bir amel işlerse o reddolunur” hadisidir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in emrinde küsuf namazının bir rekatında bir rükû yoktur. Vallahu a’lem.

3- Ay Tutulması Namazı da Güneş Tutulması Namazı Gibidir

Ay tutulması (Husuf) namazı, güneş tutulması (Küsuf) namazı gibi kılınır. Bunun delili; “Şüphesiz güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Her hangi birinin ölümü veya hayatı için tutulmazlar. Bunu gördüğünüz zaman ise Allah’a dua edin, tekbir edin, namaz kılın ve sadaka verin” hadisidir. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

 Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneş tutulunca küsuf namazı kılmış ve bize ay tutulunca da aynı şekilde kılmamızı emretmiştir. Bu ortadadır. Vallahu a’lem.

İbnul Münzir dedi ki; “Ay tutulması namazı da güneş tutulması namazı gibi kılınır.”

14- Bayram Namazı

1- İki Bayram Namazının Hükmü:

Bu namaz gücü yeten her erkek ve kadın müslümana ikamet mahallinde kılınmak üzere emirdir. Bunun delili şöyledir;

Ümmü Atiye radıyallahu anh dedi ki; “(peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize bayramlarda kocaya gitmemiş genç kızlarla, örtülü ha­nımları namazgâha çıkarmamızı; hayızlı kadınlara da Müslümanların namazgâhından biraz uzaklaşmalarını emir buyurdu.”

Hafsa Bintu Sirin’in Ümmü Atiye’den bir rivayetinde de şöyle geçer; “Bayramlarda örtülü hanımlar ve bakire kızlarla beraber namazgâha çık­mamızla emrolunurduk. Hayızlılar da çıkar fakat cemaatin arkasında bulunurlar; cemaatle beraber tekbir alırlardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

“Bil ki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayram namazına devam etmiş, bu namazı hiçbir bayramda terk etmemiştir. İnsanlara bu namaza çıkmalarını, hatta genç kızların ve hayızlı kadınların dahi namazgâha gelmelerini emretmiştir. Hayızlılara namazdan ayrı durup, bu hayra ve Müslümanların dualarına katılmalarını emretmiştir. Öyle ki, dış örtüsü olmayan kadının ödünç alarak çıkmalarını emretmiştir.

Hitap fehvasınca, namaza çıkma emrinin gereği olarak, erkeklerle beraber kadınlara emir daha önceliklidir.

2- Bayram Namazının Vakti ve Şekli:

Birinci Mesele; Bayram Namazının Vakti:

Yezid Bin Humeyr er-Rahabî’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabesi Abdullah bin Büsr, Fıtr (Ramazan) veya kurban bayramı günü insanlarla birlikte çıktı. İmamın gecikme­sini yadırgayıp

"Biz bu saatte namazı bitirmiş olurduk.” “Bu vakit tesbih (kuşluk) vaktidir" dedi.” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etti.

Bu hadis bayram namazının vaktinin güneşin doğmasından sonra başladığını ve namaza giderken tekbir getirmenin müstehap olduğunu göstermektedir.

Son vaktine gelince, çoğunluğa göre zeval vaktine kadardır. Vallahu a’lem.

İkinci Mesele; Bayram Namazı İçin Ezan ve Kamet Okunmaz:

Bayram namazı için ezan ve kamet okumak meşru olmadığı gibi “es-Salatu camiatun” diye de nida etmek meşru değildir. Bunun delili şu şekildedir;

İbn Cürayc, Atâ’dan, o da İbn Abbas radıyallahu anhuma ve Cabir Bin Abdillah el-Ensarî radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; ikisi dediler ki;

“Ne Ramazan bayramında ne de kurban bayramında ezan okunmazdı.” (İbni Cüreyc diyor ki:)

“Bir müddet sonra ben, Atâ'ya bu meseleyi yine sordum, bana haber vererek, dedi ki:

“Bana Câbir bin Abdillâh eI-Ensâri haber verdi ki, Ramazan Bay­ramı günü gerek İmam minbere çıkarken gerekse çıktıktan sonra na­maz için ezan, kamet, nida ve hiç bir şey yokmuş. O gün ne ezan varmış ne de kamet.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Cabir Bin Semura radıyallahu anh’den; “Ben, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bayram namazlarını bir değil, İki değil; birçok defalar ezan ve kametsiz olarak kıldım.” Bunu Müslim rivayet etmiştir.

Üçüncü Mesele; Bayram Namazının Rekât ve Tekbir Sayıları:

Bayram namazı iki rekâttır. Birinci rekâtta kıraatten önce yedi tekbir, ikinci rekâtta da intikal tekbirlerinden hariç olarak kıraatten önce beş tekbir alınır.

Bunun delili şu şekildedir;

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan bayramında iki rekât kıldı. Ne öncesinde ne sonrasında namaz kılmadı. Sonra Bilal ile birlikte kadınlar tarafına gitti ve onlara sadaka vermelerini emretti. Bilâl elbisesini açmış, bekliyordu. Derken kadınlar yüzük, halka ve (kıymetli şeylerini) atmaya başladılar.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

Ömer radıyallahu anh demiştir ki; “Kurban bayramı namazı iki rekâttır. Ramazan bayramı namazı iki rekâttır, yolcu namazı iki rekâttır. Cuma namazı iki rekâttır. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in dili ile bunlar noksansız böylece ikişer rekât olarak kılınırlar.” Bunu Nesai rivayet etmiştir.

Tekbirlerin deliline gelince;

Aişe radıyallahu anha’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan ve kurban bayramlarında birinci rekâtta yedi tekbir, ikinci rekâtta ise (rükû tekbiri hariç) beş tekbir getirirdi.” Bunu Ebu Davud rivayet etti.

Abdullah Bin Amr Bin el-As radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Ramazan bayramında tekbir ilk rekâtta yedi, son rekâtta de beş'tir. Her ikisinde de kıraat tekbirlerden sonradır.” Ebu Davud rivayet etmiştir.

Dördüncü Mesele; Bayram Namazında Kıraat:

Her iki rekâtta da Fatihatul Kitab okunur. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Fatihatul Kitab’ı okumayanın namazı yoktur” buyurmuştur. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Her iki rekatta Fatiha’dan sonra kolayına gelen sure okunur. Bu iki rekatta Kaf ve Kamer surelerini okumak müstehaptır. Kıraat seslidir. Veya A’lâ ve Gaşiye sureleri okunur.

Bunun delilleri şu şekildedir;

Ubeydullah Bin Abdullah Bin Utbe, Ebi Vakıd el-Leysî’den; “Ömer İbnul Hattab radıyallahu anh bana;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bayram namazlarında ne okuyordu?” diye sordu. Dedim ki;

“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onlarda İnşikak ile Kaf surelerini okurdu.” Bunu Müslim rivayet etti.

En-Nu’man Bin Beşir radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayramlar ile Cuma’da A'lâ ve Gâşiye surelerini okurdu. Bayramla cuma aynı güne tesadüf ederse, bu sureleri her iki namaz­da okurdu.” Bunu Müslim rivayet etti.

3- Sünnet Olan Bayram Namazını Namazgâh’ta Kılmaktır:

Sünnet olan, imamın bayram namazı için naibi ile beraber namazgâha çıkması ve özür haricinde mescitte kılınmamasıdır.

Bunun delilleri şu şekildedir;

1- Ümmü Atiye radıyallahu anha hadisinde, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in namazgaha çıkmayı emrettiği geçmişti.

2- İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bayram günü çıktığı zaman harbenin getirilmesini emrederdi. Bu harbe onun önüne dikilir, kendisi ona doğru namaz kılar, cemaat de arkasında dururlardı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu seferde de ya­pardı. Emirlerin harbe taşıması buradan kalmıştır.”

Diğer rivayet; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan ve kurban bayramlarında önüne harbe diker, sonra namaz kılardı.”

Diğer bir rivayet; “Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazgâha çıkar, önünde namazgâha aneze taşınır ve önüne dikerek ona doğru namaz kılardı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

4- Hutbe Bayram Namazından Sonra Okunur:

İki bayram namazında hutbe namazdan sonra okunur. Bunun delilleri şu şekildedir;

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Bayram namazında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebû Bekir, Ömer ve Osman (radıyallahu anhum) ile beraber bulundum. Hepsi onu hutbeden önce kılar, sonra hutbe okurlardı.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhuma bayram namazlarını hutbeden önce kılarlardı.” Buhari ve Müslim rivayet etti.

5- Bayram ve Cuma Aynı Güne Tesadüf Ederse:

Bayram ve Cuma aynı günde birleşirse, bayram namazı kılan kimseden Cuma namazının vücubiyeti düşer. Bunun yerine yalnız olarak öğle namazı kılar.

Bunun delilleri şu şekildedir;

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Sizin şu gününüzde iki bayram bir araya geldi. İsteyen(e bay­ram namazı yeter) cumayı kılmayabilir ama biz cumayı kılacağız” Bunu Ebu Davud ve İbn Mace rivayet etti.

Ata Bin Ebi Rabah’tan; “Cumaya rastlayan bir bayram gününde İbnu'z-Zübeyr bize gü­nün evvelinde (Bayram namazı vaktinde Bayram namazını) kıldırdı. Sonra biz cumaya gittik, fakat İbnu'z-Zübeyr gelmedi. Biz de nama­zımızı teker teker kıldık. O zaman İbn Abbas Taif'te idi. Gelince du­rumu kendisine anlattık.

“Sünnete isabet etmiş” dedi.” Bunu Ebu Davud rivayet etti.

6- Bayram Namazı Kaçırılırsa İki Rekât Namaz Kılınır

Müslüman bayram namazını kaçırırsa, imamın bayram namazı kıldığı gibi iki rekât namaz kılar. Bunun delili aşağıdaki hadistir;

Ubeydullah Bin Ebi Bekir Bin Enes Bin Malik (Rasulullah’ın hizmetçisi)’den; “Enes radıyallahu anh bayram namazını imamla birlikte kılmayı kaçırırsa, aile halkını toplar ve onlara imamın bayram namazı gibi namaz kıldırırdı.” Bunu Beyhaki rivayet etmiştir.

İbn Cürayc, Atâ’dan naklediyor; Atâ radıyallahu anh dedi ki; “İki rekat namaz kılınır ve tekbirler getirilir.” İbn Ebi Şeybe rivayet etmiştir.

Nitekim Buhari, Sahih’inde; “Bayram namazı kaçırılırsa iki rekât namaz kılınır” diye bir bab başlığı açmıştır.

İbnul Münzir dedi ki; “Bayram namazını kaçıran, imamın kıldığı gibi iki rekât namaz kılar”

7- Eğer Bayram Olduğu Ancak Zevalden Sonra Öğrenilirse

Bayram olduğu, zevalden sonra ancak öğrenilmişse, ertesi gün bayrama çıkılır. Bunun delili aşağıda geldiği gibidir;

Ebu Umeyr Bin Enes, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından olan amcalarından naklediyor: “Binekliler Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip akşam hilali gördüklerine şahitlik ettiler. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara oruçlarını bozmalarını ve ertesi gün bayram için namazgâha çıkmalarını emretti.” Bunu Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace rivayet etti.

8- Seferde Bayram Namazı Yoktur

Yolcu olana bayram namazı meşru kılınmamıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem birçok sefere çıkmış olmasına, sahabelerini seriyyeler halinde göndermiş olmasına rağmen seferde bayram namazı kıldığı veya seferdeki sahabelerine bayram namazı kılmalarını emrettiği nakledilmemiştir.

15- İstiska (Yağmur İsteme) Namazı

Allah Tebarek ve Teala, yağmursuz kaldıkları ve yer çoraklaştığı zaman Müslümanların Allah’a yönelip tevbe etmeleri ve bağışlanma dileyerek kendisinden yağmur istemeleri için bunu meşru kılmıştır. Allah Azze ve Celle’den yağmur istemenin meşru şekillerinden biri de İstiska namazıdır.

1- İstiska Namazının Hükmü:

Bu, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnet kıldığı, müstehap bir namazdır.

2- İstiska Namazının Vakti ve Şekli:

Birinci Mesele; İstiska Namazının Vakti:

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneş ışınları görünmeye başlarken İstiska namazına çıkmıştır.

Aişe radıyallahu anha’dan; “İnsanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir minber konulmasını emretti ve musallaya ken­disi için bir minber konuldu. Yağmur duasına çıkacağı günü ahaliye bildirdi. (Kararlaştırılan gün gelince) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce gidip minberin üzerine çıktı. Tekbir aldı. Allah Azze ve Celle’ye hamd etti, sonra;

"Siz memleketinizin kuraklığından ve yağmurun ilk zamanın­dan geciktiğinden şikâyet ettiniz. Hâlbuki Allah Azze ve Celle size, ken­disine duâ etmenizi emretti ve duanızı kabul edeceğini vâdetti" buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

"Hamd âlemlerin rabbi, rahim ve rahman, kıyamet gününün tek hâkimi olan Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. O dilediğini yapar.

"Ey Rabbim! Sen Allahsın, senden başka ilâh yok. Sen zengin­sin biz muhtacız, bize yağmur indir. İndirdiğini bize kuvvet ve bir za­mana ulaştıracak azık kıl.”

Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, bu kaldırışa koltukları­nın beyazı görününceye kadar devam etti. Bilâhare sırtını cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları yaparken elleri hâlâ havadaydı. Daha sonra insanlara doğru döndü, minberden inip iki rekât namaz kıldır­dı. Hemen akabinde Allah bir bulut meydana getirdi bunun peşinden gök gürledi, şimşek çaktı, sonra Allah'ın izni ile yağmur yağdı. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem (yollardan) seller akıncaya kadar mescidine gelmedi. İnsanla­rın (yağmurdan korunmak için) kuytuya koştuğunu görünce azı dişleri görünceye kadar güldü ve şöyle buyurdu:

"Şehâdet ederim ki Allah, her şeye kadirdir, ben de Allah'ın kulu ve resulüyüm." Bunu Ebu Davud rivayet etti.

Hükümlerinin çoğu bayram namazı gibi olsa da burada bu namaz için vakit tayin edildiğine dair bir delil yoktur. Lakin özel bir güne tahsis edilmemesi ile bayram namazından ayrılır.

İkinci Mesele; İstiska Namazı İçin Ezan ve Kamet Okunmaz:

İstiska namazı için ezan ve kamet okumak meşru kılınmamıştır. Fakat imam ve naibi sadece, insanlara çıkacakları günü bildirerek sözleşirler ve birlikte namaz için çıkarlar.

Bunun delili az önceki Aişe radıyallahu anha’nın rivayet ettiği hadiste geçmiştir; “İnsanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir minber konulmasını emretti ve musallaya ken­disi için bir minber konuldu. Yağmur duasına çıkacağı günü ahaliye bildirdi. (Kararlaştırılan gün gelince) Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce gidip minberin üzerine çıktı…” Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.

İbn Battal dedi ki; “İstiska namazında ezan ve kamet okunmayacağında icma edilmiştir.”

İbn Kudame dedi ki; “İstiska namazında ne ezan ne de kamet sünnet kılınmamıştır. Bu konuda bir muhalefet bilmiyoruz.”

Bu sahabenin fiili olarak sabit olmuştur.

Ebu İshak’tan; “Abdullah Bin Yezid el-Ensari, el-Bera Bin Âzib ve Zeyd Bin el-Erkam radıyallahu anhum birlikte İstiska için çıktılar. Abdullah, minber olmadan ayağa kalktı, bağışlanma diledi, sonra kıraatini sesli yaptığı iki rekât namaz kıldırdı. Ne ezan okundu ne de kamet.” Ebu İshak dedi ki; “Abdullah bin Yezid radıyallahu anh bunu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den görmüştü.” Bunu Buhari rivayet etmiştir.

Üçüncü Mesele; İstiska Namazı, Bayram Namazı Gibi Kılınır:

İstiska (Yağmur İsteme) namazı, bayram namazı gibi, rüku tekbirleri dışında birinci rekatta yedi, ikinci rekatta beş tekbir alınarak kılınır. Bu tekbirler kıraatten önce olur.

İstiska namazında da, bayram namazında olduğu gibi kıraat sesli olur. Bunun delilleri şu şekildedir;

İshak Bin Abdullah Bin Kinane’den; “Velid bin Utbe Medine valisi iken, beni Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yağmur duasında kıldığı nama­zını sormam için İbn Abbas radıyallahu anhumâ'ya gönderdi. Gidip İbn Abbas radıyallahu anhuma'ya sordum. O da şöyle dedi:

 “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski elbisesini giymiş, mütevazı bir vaziyet­te, yakarır bir halde musallaya kadar geldi. Minberin üzerine çıktı. Sizin şu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fa­kat dua, tazarru ve tekbire devam etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekât namaz kıldı.” Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti.

3- İstiska Namazı, Namazgâh’ta Kılınır:

İstiska namazında sünnet olan, daha önce geçen hadislerin gösterdiği gibi, namazgâhta kılınmasıdır. Ancak Mekke halkı bundan hariçtir. Onlar, Mescidul Haram dışında kılmazlar. Selef radıyallahu anhum’un uygulaması böyle devam edegelmiştir.

İstiska namazının namazgâhta kılınmasının delillerinden bazıları;

1- Daha önce Aişe radıyallahu anha hadisinde şöyle geçmiştir; “İnsanlar Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e kuraklıktan şikâyet ettiler. Bunun üzerine namazgâha ken­disi için bir minber konuldu…” Bunu Ebu Davud rivayet etti.

2- Daha önce İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisinde şöyle geçmiştir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski elbisesini giymiş, mütevazı bir vaziyet­te, yakarır bir halde namazgâha kadar geldi…” Sünen sahipleri rivayet etmiştir.

3- Abdullah Bin Zeyd radıyallahu anh hadisinde şöyle geçmiştir; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem namazgâha namaz için çıktı…” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

4- Namazgâha Çıkış Şekli, Dua ve İstiska Namazından Önce Hutbe Okunması:

Yağmur duasına çıkışta sünnet olan; sade kıyafet, tevazu, tazarru ve meskenet içinde Allah’a dua ederek, O’ndan yağmur isteyerek, tekbir getirerek ve Allah’a hamd ederek çıkmaktır.

İmam ve cemaat ellerini dua ederek kaldırırlar.

İmamın yağmur duasında ellerini, koltuk altı görünecek kadar fazlaca kaldırması meşrudur.

Aynı şekilde, imamın namazgâha çıkarken insanlara hitap ederek yağmura olan ihtiyaçlarını hatırlatması ve dua etmeye yönlendirmesi, dua etmesi ve kıbleye yönelmesi de meşrudur.

Geçen şekilden başka sıfatta hutbe okumak meşru değildir. Bunun delilleri aşağıda geldiği gibidir;

1- Daha önce geçen İbn Abbas radıyallahu anhuma hadisinde şu şekilde geçer; ““Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem eski elbisesini giymiş, mütevazı bir vaziyet­te, yakarır bir halde musallaya kadar geldi. Minberin üzerine çıktı. Sizin şu hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fa­kat dua, tazarru ve tekbire devam etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekât namaz kıldı.” Bunu Ebu Davud rivayet etti.

2- Aişe radıyallahu anha hadisinde şu şekilde geçmişti; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem güneşin kaşı (ilk ışınları) görününce gidip minberin üzerine çıktı. Tekbir aldı. Allah Azze ve Celle’ye hamd etti, sonra;

"Siz memleketinizin kuraklığından ve yağmurun ilk zamanın­dan geciktiğinden şikâyet ettiniz. Hâlbuki Allah Azze ve Celle size, ken­disine duâ etmenizi emretti ve duanızı kabul edeceğini vâdetti" buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:

"Hamd âlemlerin rabbi, rahim ve rahman, kıyamet gününün tek hâkimi olan Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. O dilediğini yapar.

"Ey Rabbim! Sen Allahsın, senden başka ilâh yok. Sen zengin­sin biz muhtacız, bize yağmur indir. İndirdiğini bize kuvvet ve bir za­mana ulaştıracak azık kıl.”

Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, bu kaldırışa koltukları­nın beyazı görününceye kadar devam etti. Sonra sırtını cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları yaparken elleri hâlâ havadaydı. Daha sonra insanlara doğru döndü,..” Bunu Ebu Davud rivayet etti.

3- Abdullah Bin Zeyd el-Ensarî radıyallahu anh’den; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlarla beraber yağmur duası için çıktı. Kalktı ve ayakta Allah’a dua etti. Sonra kıbleye döndü ve cübbesini ters çevirdi.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

4- Enes radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yağmur duasından başka hiçbir duasında ellerini kaldırmazdı. Yağmur duasında koltuklarının beyazı görününceye kadar ellerini kaldırırdı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

5- Buhari, “İnsanların imamla birlikte yağmur duası için ellerini kaldırmaları babı” diye başlık açmış ve orada muallâk olarak Enes Bin Malik radıyallahu anh’ın şu sözünü nakletmiştir;

“Bir bedevi Cuma günü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e geldi ve dedi ki; “Ey Allah’ın rasulü! Hayvanlar helak oldu, aileler helak oldu, insanlar helak oldu.” Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırarak dua etti. Cemaat de onunla beraber ellerini kaldırarak dua ettiler…”

5- İmamın Yağmur Duası Esnasında Cübbesini Ters Çevirmesinin Meşru Oluşu:

İmamın yağmur duası esnasında cübbesini ters çevirerek giymesi meşrudur. Fakat yanındaki cemaat için bu meşru kılınmamıştır.

1- Aişe radıyallahu anha, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yağmur duası ve insanlara İstiska namazı kıldırmak için çıkışını anlatırken şöyle demişti; “Sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ellerini kaldırdı, bu kaldırışa koltuklarının beyazı görününceye kadar devam etti. Bilahare sırtını cemaate döndü, cübbesini ters çevirdi. Bunları yaparken elleri hâlâ havadaydı. Daha sonra insanlara doğru döndü, minberden inip iki rekât namaz kıldır­dı…”

2- Ebu Davud’un, Abdullah Bin Zeyd el-Mazinî’den rivayet ettiği hadiste şu şekilde geçmişti; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlarla beraber yağmur duası için çıktı. Kalktı ve ayakta Allah’a dua etti. Sonra kıbleye döndü ve cübbesini ters çevirdi.”

Diğer rivayette şöyledir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ridâsını çevirip, sağ tarafını sol omuzu üzeri­ne, sol tarafını da sağ omuzu üzerine koydu. Sonra Azîz ve Celîl olan Allah'a dua etti.”

Bir diğer rivayet ise şu şekildedir; “Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem üzerinde Hamîsa denilen siyah elbisesi olduğu halde yağmur duasına çıktı. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem (önce) elbisesinin aşağısını yu­karıya koymak istedi. Fakat ağır gelince, sağ tarafını sol, sol tarafını da sağ omuzu üzerine koydu.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti. Lafız Ebu Davud’un rivayetindendir.

16- Cenaze Namazı

1- Cenaze Namazının Hükmü ve Fazileti:

Ölen müslüman için namaz kılmak farzı kifayedir. Zira Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den bunu emreden hadisler gelmiştir. Bunlardan bazısı şu şekildedir;

Zeyd Bin Halid el-Cühenî radıyallahu anh’den; “Hayber savaşında Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından biri öldü. Bu Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e söylenince:

Arkadaşınızın namazını kılın.” Buyurdu. Bunun üzerine insanların yüz ifadeleri değişince şöyle buyurdu;

Şüphesiz arkadaşınız, Allah yolunda savaşırken ganimet malından çalmıştır” Biz de onun eşyalarını kontrol ettik, iki dirhemi geçmeyecek değerde bir Yahudi boncuğunu ganimet mallarından aşırdığını gördük.” Bunu Ebu Davud ve Nesaî rivayet etti.

Hadisin delil olma yönü şudur ki, şayet cenaze namazı farzı ayn olsaydı, bu namazı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de kılar ve “Arkadaşınızın namazını kılın” demekle yetinmezdi.

Cenaze namazının faziletine gelince,

Amir Bin Sa'd Bin Ebî Vakkas, babasından naklen rivayet ediyor; babası Abdullah bin Ömer radıyallahu anhuma'nın ya­nında oturuyordu. Birden Maksûre'nin sahibi Habbâb çıka gel­di ve;

“Ey Abdullah bin Ömer! Ebu Hüreyre'nin ne söylediğini duymuyor musun? Baksana Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in;

 Her kim cenaze ile birlikte onun evinden çıkar da; namazını kılar, son­ra defnedilinceye kadar cenazenin arkasından giderse, o kimseye iki kırat ecir vardır. Her bir kırat Uhud Dağı kadardır. Cenaze namazını kılıp da, dönen kimseye ise Uhud Dağı kadar bir ecir vardır.” dediğini işitmiş” dedi. Bunun üzerine İbni Ömer, Habbâb'ı Ebu Hüreyre'nin söyledik­lerini sorarak, gelip kendisine haber vermek üzere Âişe'ye gönderdi. İbni Ömer mescidin çakıllarından bir avuç almış, onları elinde evirip çeviriyordu. Nihayet elçi dönüp geldi ve Âişe'nin:

“Ebu Hüreyre doğru söylemiş” dediğini bildirdi. Bunun üzerine İbni Ömer elindeki çakılları yere vurarak:

“Vallahi biz birçok kıratlardan geri kaldık” dedi.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

2- Cenaze Namazında Cemaat:

Cenaze namazında cemaat vaciptir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu namazı cemaatle kılmaya devam etmiş olup, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in;

 Namazı benim kıldığımı gördüğünüz şekilde kılınız” hadisinin genel hükmüne dâhildir. Bu hadisi Buhari rivayet etmiştir.

Namaz kılanların sayısının kırk olması müstehaptır. İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı Küreyb, Abdullah Bin Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor; “İbni Abbâs'ın Kudeyd'de yahut Usfân'da bir oğlu vefat etti. Bunun üzerine İbni Abbâs radıyallahu anhuma:

“Ey Küreyb! Bak oğlumun cenazesine ne kadar cemaat toplanmış?” dedi. Küreyb diyor ki: “Bunun üzerine ben dışarıya çıktım. Bir de baktım ki oğlunun cenazesine bir hayli cemaat toplanmış. Bunu kendisine haber verdim, İbni Abbâs:

“Bu toplananların kırk kişi olduğunu tahmin eder misin?” dedi. Ben:

“Evet” dedim.

“O halde cenazeyi çıkarın. Zira ben Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i şöyle buyururken işittim:

"Bir müslüman ölür de onun cenazesi üzerine Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmayan kırk adam (namaz kılmak üzere) durursa mutlaka Allah onların onun hakkındaki şefaat dileklerini kabul eder." Bunu Müslim rivayet etti.

Eğer yüz müslüman toplanırsa Allah onları ölü hakkında şefaatçi kılar. Aişe radıyallahu anha’dan; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

"Herhangi bir ölüye müslümanlardan sayısı yüze ulaşan bir topluluk namaz kılacak ve hepsi de ona şefaat dileyecek olurlarsa mutlaka onun hakkında şefaat dilekleri kabul olunur." Bunu Müslim rivayet etti.

Malik Bin Hubeyre hadisinde olduğu gibi, üç saf tutmak müstehaptır; Malik Bin Hubeyre dedi ki; “Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

"Bir müslüman ölür de onun üzerinde müslümanlardan üç saf namaz kılacak olursa mutlaka vacip olur" "Bundan dolayı Malik cenaze sahiblerinin sayısını az gördüğü takdirde onları –bu hadis sebebiyle- üç safa ayırırdı." Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti.

3- İmamın Duracağı Yer:

İmam, meyyit erkek ise başının hizasında, kadın ise orta kısmının hizasında durur. Bunun delili:

Ebu Galib’den rivayet edilmiştir. O dedi ki: "Enes bin Malik radıyallahu anh'ın bir erkeğin cenaze namazını kıldırdığına şahid oldum. Baştarafında durdu. Bu cenaze kaldırılınca bu sefer Kureyş'ten bir kadının cenazesi getirildi. Ona:

“Ey Ebu Hamza! bu cenaze filanın kızı filan hanımın cenazesidir. Onun namazını kıldır.” Dediler. O da namazını kıldırdı. Cenazenin orta tarafında durdu. el-Ala bin Ziyad el-Adevi şöyle dedi:

“Ey Hamza'nın babası! Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu şekilde senin durduğun gibi kadının cenazesi için de durduğun yerde mi duruyordu?” Enes radıyallahu anh;

“Evet” dedi. Bitirince de:

“İyice belleyin” dedi." Bunu Tirmizi ve Ebu Davud rivayet etti.

İmamla beraber bir kişiden başka kimse yoksa, diğer namazlarda sünnet olduğu gibi onun hizasında değil, imamın arkasında durur. Bunun delili:

Abdullah Bin Ebi Talha rivayet ettiği hadisinde şöyle demektedir: "Ebu Talha radıyallahu anh, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i, Umeyr Bin Ebi Talha vefat ettiğinde (cenaze namazını kılmaya) çağırdı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yanına gitti ve evlerinde onun cenaze namazını kıldı. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem öne geçti, Ebu Talha radıyallahu anh onun arkasında idi. Ümmü Süleym radıyallahu anha da Ebu Talha'nın arkasında idi. Beraberlerinde başka kimse de yoktu." Bunu Hakim ve Beyhaki rivayet etti.

Erkek ve kadın olarak birden fazla cenaze bir arada olursa, üzerlerine tek cenaze namazı kılınır. Erkekler -yaşları küçük olsalar dahi- imama yakın yerleştirilir. Kadınların cenazeleri ise kıble tarafında bırakılır. Bunun delili:

Nafi, İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan naklediyor: "İbn Ömer radıyallahu anhuma dokuz cenaze üzerine birlikte namaz kıldırdı. Erkekleri imama yakın, kadınları da kıble tarafına yakın yerleştirdi. Kadınları tek bir saf yaptı. Ali radıyallahu anh'ın kızı ve Ömer bin el-Hattab radıyallahu anh'ın hanımı olan Ümmü Külsum'un cenazesi ile Zeyd adındaki bir oğlu ile birlikte konuldular. İmam o gün Said bin el-As idi. Cemaat arasında da İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade radıyallahu anhum vardı. Çocuğu imama yakın yerde koydu. Bir adam: “Ben bunu uygun görmedim. Bunun için İbn Abbas, Ebu Hureyre, Ebu Said ve Ebu Katade'ye baktım ve: “Bu da ne?” diye sordum. Onlar: “Bu sünnettir” dediler." Bunu Nesai rivayet etti.

4- Cenaze Namazının Şekli:

Birinci Mesele; Cenaze Namazı İçin Temizlik:

Cenaze namazı için taharet (abdest) şarttır. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;

 Hades vaki olanın (abdesti bozulanın) namazı, abdest alıncaya kadar kabul edilmez.” Buyurmuştur. Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Yine buyurmuştur ki; “Namazın anahtarı temizlik (abdest), başlangıcı tekbir ve bitişi de selamdır.” Bunu Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etti.

Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cenaze için kılınan namaza “Arkadaşınız üzerine (cenaze) namazı kılınız” buyurarak, “salat = namaz” ismini vermiştir. Yine; “Kim cenaze ile beraber (cenaze) evinden çıkarsa, onun namazını da kılsın. Buyurmuştur. Bu namazda tekbir ve selam olduğundan “Namazın anahtarı…” diye başlayan hadis delildir. Her başlangıcı tekbir ve bitişi selam olan namazın anahtarı temizliktir.

İkinci Mesele: Şekli Ve Bu Namazın Tekbirleri:

Cenaze namazı ayakta kılınır. Bu namazda rükû, secdeler ve oturuş yoktur.

Cenaze üzerine dört yahut beş tekbir, hatta altı, yedi ve dokuz tekbire kadar tekbir alır. Bütün bu sayılar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sabit olmuştur. Hangisini yaparsa yeterli olur. Fakat daha uygunu çeşitlendirmektir. Tekbirleri dokuza kadar çıkarabilir. Eğer mutlaka bunlardan bir türüne bağlı kalmak istiyorsa o vakit dört tekbire bağlı kalır. Çünkü bu husustaki hadisler daha fazladır.

Bunun delilleri şu şekildedir;

İbn Hazm dedi ki; “Cenaze namazının ayakta kılınıp, bunda rüku, secdeler, oturuş ve teşehhüd olmadığı hususunda ihtilaf yoktur.”

Tekbirlerin deliline gelince;

Dört tekbirin delili Ebu Hureyre radıyallahu anh hadisidir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Necaşî'nin vefatını halka, günü günü­ne haber verdi. Sonra cemaati namazgâha çıkarıp saf yaptı ve dört tekbir alarak cenaze namazı kıldı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Üçüncü Mesele; İlk Tekbirde Ellerin Kaldırılması ve Sağ Elin Sol El Üzerine Konması:

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in cenaze namazında ilk tekbirde ellerini kaldırdığı sabit olan bir sünnettir.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bu namazın diğer tekbirlerinde ellerini kaldırdığı sabit olmamıştır. Fakat Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma’dan diğer tekbirlerde de ellerini kaldırdığı sabit olmuştur.

Tekbirden sonra, müslüman sağ elini sol eli üzerine mi bağlar, yoksa salar mı? Bu kesin bir şekilde sabit olmamıştır. Bazı ilim ehli cenaze namazında sağ elin sol el üzerine bağlanacağını müstehap gördüler.

İlk tekbirde elleri kaldırmanın delili; Ebu Hureyre radıyallahu anh’den gelen hadistir; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cenaze için tekbir alır ve ilk tekbirde ellerini kaldırırdı…” Bunu Tirmizi rivayet etti.

Tirmizi rahimehullah “Cenaze Namazında Elleri Kaldırmak Hakkında Gelenler Babı”nda dedi ki; “İlim ehli bu meselede ihtilaf etti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinden ve diğerlerinden olan ilim ehlinin çoğunluğu, kişi cenaze namazında her tekbirde elleri kaldırır dediler. Bazı ilim ehli de sadece ilk tekbirde kaldırılacağı görüşündedirler. Bu da es-Sevrî’nin ve Kufe’lilerin görüşüdür.

Dördüncü Mesele; Cenaze Namazında Kıraat:

Müslümanın ilk tekbirden sonra Fatiha okuması sünnettir. Kıraat sessiz olur. Cenaze namazında istiftah subhaneke ve benzeri başlangıç duaları yoktur.

Bunun delili, Talha Bin Abdullah Bin Avf’ın şu rivayetidir; “Ben İbn Abbas radıyallahu anhuma'nın arkasında bir cenaze namazı kıldım. Fatiha'yı okudu. Ve dedi ki;

“Bunun bir sünnet olduğunu öğrenmeniz içindir." Bunu Buhari rivayet etti.

Nesai’nin rivayetinde hadis şu şekilde geçer; “Ben İbn Abbas (r.a)'ın arkasında bir cenaze namazı kıldım. Fatiha'yı ve bir sureyi okudu. Bize işittirecek kadar sesini yükseltti. Namazını bitirince elini tuttum ve ona sordum. O dedi ki:

“Sesimi yükseltmemin sebebi bunun bir sünnet ve bir hak olduğunu öğrenmeniz içindir."

Beşinci ve Altıncı Meseleler; İkinci ve Üçüncü Tekbirlerden Sonra Ne Söylenir?:

 Cenaze namazında müslüman, ikinci tekbiri aldıktan sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salat eder. Bu salavatın, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabına (radıyallahu anhum) öğrettiği siga üzere olması müstehaptır.

Üçüncü tekbirden sonra ve diğer tekbirlerden sonra ölü için samimi şekilde dua edilir. Bu duada müstehap olan, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den cenaze için yaptığı nakledilen duaların edilmesidir.

Bunların delili şöyledir;

Ebu Umame Bin Sehl, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından birinden naklediyor;  "Cenaze üzerine namaz kılmakta sünnet olan; imamın tekbir getirmesi, sonra birinci tekbirin akabinde kendi kendisine gizlice fatiha suresini okuması, sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salavat getirmesi, sonra (üçüncü) tekbirde cenazeye ihlas ve samimiyetle dua etmesidir. Bunların hiçbirisinde (Kur'ân) okumaz. Sonra kendi kendisine gizlice selam verir." Bunu eş-Şafiî el-Ümm’de rivayet etti.

Hakim’in Ebi Umame Bin Sehl Bin Huneyf’ten rivayetinde; ona Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından biri cenaze namazını şöyle haber vermiş; “İmam tekbir alır, sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salavat okur ve bunda ihlaslı olur, sonra üç tekbir getirir, sonuncusundan az sonra da selam verir. Sünnete uygun olan, arkasında bulunanların da imamlarının yaptığı gibi yapmasıdır."

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Cenazede Okuduğu Sabit Olan Dualar:

Avf bin Malik radıyallahu anh'den gelen rivayette, o şöyle demektedir: "Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir cenaze üzerine namaz kıldı. Onun okuduğu dualar arasında şu söylediklerini belledim:

"Allah'ım! Ona mağfiret buyur, ona merhamet eyle, ona afiyet ver, onu affet, onun konaklayacağı yeri şerefli kıl, gireceği yeri genişlet, su, kar ve dolu ile onu yıka, onu günahlardan beyaz elbise kirlisinden ayrıldığı gibi ayır. Ona şimdiki yurdundan daha hayırlı bir yurt, ailesinden daha hayırlı bir aile, zevcesinden daha hayırlı bir eş ver. Onu cennete girdir ve onu kabir azabından, -veya- cehennem ateşinin azabından koru." Avf bin Malik radıyallahu anh dedi ki:

"O ölmüş kişi ben olsaydım diye temenni ettim." Bunu Müslim rivayet etti. Diğer rivayette; “…ve onu kabir fitnesinden ve kabir azabından koru” ziyadesi vardır.

Yedinci Mesele; Cenaze Namazında Selam:

Cenaze namazında diğer namazlarda olduğu gibi iki selam vermek sünnettir. Sadece sağ tarafa selam vermekle de yetinebilir, bu caizdir. Selam sessizce olmalıdır. Bunun delilleri şu şekildedir;

Abdullah Bin Mesud radıyallahu anh’den; “Şu üç şeyi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem yaptığı halde insanlar terk ediyorlar; bunlardan birisi; namazdaki selam gibi cenaze namazında da selam vermektir.” Bunu Beyhaki rivayet etti.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadis; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem cenaze üzerine dört tekbir alır ve tek selam verirdi.” Bunu Darekutni rivayet etti.

Ebu Umame Bin Sehl Bin Huneyf hadisinde; “Sonra sessizce kendi kendine selam verir” şeklinde geçmişti. İbnul Carud’un ondan diğer rivayetinde ise; “Sonra kendi kendine sağ tarafına selam verir” şeklinde geçmiştir.

17- İki Rekât Tavaf Namazı

1- İki Rekât Tavaf Namazının Hükmü:

Her yedi şavtta iki rekât tavaf namazı kılmak vaciptir. Bunun delili aşağıda geçtiği gibidir;

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.”(Bakara 125)

Bu ayetteki; “…namaz yeri edinin” emri vacip olduğunu göstermektedir.

Eğer; “Burada musalla (namaz yeri) edinin emri, iki rekât tavaf namazı olabileceği gibi, kıble ve dua için yer anlamına da gelebilir” denilecek olursa, bunun cevabı şöyledir;

Buradaki emir ile kastedilenin iki rekât tavaf namazı olduğuna dair delil, Cabir et-Tavil’in, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in haccını anlattığı şu rivayettir; o der ki; “…Sonra İb­rahim Aleyhisselâm’ın makamına ulaşarak:

İbrahim'in makamından namaz yeri edinin!”(Bakara 125) ayetini okudu. Makamı, kendisiyle Beyt-i şerif arasına aldı… kıldı­ğı iki rek'at namazda İhlâs ile Kâfirûn surelerini okuyordu…” Bunu Müslim rivayet etti.

2- Nerede Kılınır?:

Müslüman,  Ka’be’yi tavaftan sonra makamın arkasında iki rekât tavaf namazını kılar. Eğer buna imkân bulamazsa Harem mescidinde dilediği yerde kılar.

Bunun delilleri şu şekildedir;

Allah Azze ve Celle; “İbrahim'in makamından namaz yeri edinin!”(Bakara 125) buyurmuştur.

Humeyd Bin Abdurrahman Bin Avf’dan; Abdurrahman Bin Abd el-Kârî şunu haber verdi; “O, Ömer Bin el-Hattab radıyallahu anh ile beraber sabah namazından sonra tavaf yapmış. Ömer radıyallahu anh tavafını bitirince bakmış, güneşin henüz doğmadığını görünce bineğiyle Zi-Tuva’ya kadar gitmiş ve orada iki rekat namaz kılmış.” Bunu Malik Muvatta’da rivayet etti.

3- Bu İki Rekâtta Neler Okunur?

Bu iki rekâtta İhlâs ve Kafirun surelerinin okunması sünnettir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in haccını tarif eden Cabir radıyallahu anh hadisinde tavaf namazı kılışı anlatılırken; “İki rekâtta İhlâs ve Kafirun surelerini okuyordu” dediği geçmişti. Bunu Müslim rivayet etmiştir.

18- Kuba Mescidinde Namaz

Useyd Bin Zuheyr el-Ensarî’den; Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Kuba mescidinde namaz kılmak, umre gibidir.” Bunu Tirmizi ve İbn Mace rivayet etti.

Sehl Bin Huneyf radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;

 Kim çıkar da şu mescide – Kuba mescidine – kadar gelir de, burada namaz kılarsa, ona umre yapmış gibi sevap vardır.” Bunu Nesai ve İbn Mace rivayet etti.

Bu iki hadis Kuba mescidinde namaz kılmanın faziletini ifade etmektedir.

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kuba mescidine binekli olarak ve yürüyerek de gelir, orada iki rekât namaz kılardı.”

Diğer rivayette; “Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in her cumartesi oraya geldiğini gördüm.” Dedi. Buhari ve Müslim rivayet etti.

Nafileleri Evde Kılmak Daha Faziletlidir

Zeyd Bin Sabit radıyallahu anh’den; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Ramazan’da bir oda edindi (Zeyd radıyallahu anh’den nakleden ravi der ki; “zannediyorum ki “hasırdan” dedi.) Birkaç gece çıkıp orada namaz kıldı. Ashabından bazı kimseler gelerek onun nama­zına uydular. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunu öğrenince oturmaya başladı. Sonra onların yanına çıkarak buyurdu ki;

“Görmüş olduğum davranışlarınızı öğrendim. Ey insanlar! Bunu evlerinizde kılınız. Çünkü farz namaz dışında kişinin kıldığı en faziletli namazı evinde kıldığı namazdır.”  Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

Az da Olsa Nafile Namaza Devam Etmek Daha Faziletlidir

Aişe radıyallahu anha dedi ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir hasırı vardı. Onu geceleyin kendine hücre yapar da, içinde namaz kılardı. Gündüzün ise (yere) yayardı. Derken cemaat de onun namazına uymaya başladılar. Ve bir gece toplandılar. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;

Ey insanlar! Siz gücünüzün yeteceği amellere bakın! Çünkü siz usanmadıkça Allah usanmaz. Allah katında amellerin en sevimlisi az da olsa devamlı olanıdır.” Buyurdu. Âl-i Muhammed, bir şey yaptılar mı, artık ona devam ederlerdi.” Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.

 hadis, müslümanın devam etmeye güç yetirebileceği ibadetlere yönelmesini göstermektedir. Hadisin mefhumu, gücün yetmediği ibadeti yüklenmekten yasaklamadır.

Seferde Nafile Namaz Kılmak

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde (yolculukta) sünneti, sadece farzları kılması idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in seferde, vitir ve sabah namazının sünneti dışında, farz namazlardan önce veya sonra sünnet namaz kıldığı rivayet edilmemiştir. Vitiri ve sabah namazının sünnetini ise ne mukim iken, ne de seferde terk etmemiştir.

Nafile Namazı Farz İle Bitiştirmek

Ömer Bin Atâ Bin Ebil-Huvar’dan; Nâfi' b. Cübeyr, kendisini Sâib ibni Uht-i Nemir'e göndererek Muâviye radıyallahu anh’ın namaz hususunda onda gördüğü bir şey'i sordur­muş. Sâib şu cevabı vermiş;

“Evet, ben onunla birlikte Maksure’de Cuma namazını kıldım. İmam selâm verince ben olduğum yerde ayağa kalkarak namaz kıldım. (Muâviye) içeriye girince bana;

“Bir daha böyle yapma! Cuma’yı kıldığın vakit konuşmadıkça yahut oradan çıkmadıkça ona başka namaz ekleme. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize, bunu (yani )konuşmadıkça yahut mescidden çıkma­dıkça hiç bir namazın, başka namaza eklenmemesini emretti.” Diye haber gönderdi.” Bunu Müslim rivayet etti.

 bu hadis, arada konuşmadan veya bulunduğu yerden ayrılmadan, bir namazı diğer namaza bitiştirmenin caiz olmadığını göstermektedir.

Nafile Namazda Cemaat

Devam edilen bir adet haline getirilmemesi ve evde kılınması şartıyla nafile namazı cemaat ile kılmak meşrudur.

Bunun delilleri şu şekildedir;

1- Gece namazını cemaat ile kılmanın meşru oluşuna dair deliller daha önce geçmişti.

2- Enes Bin Malik radıyallahu anh’den; Enes'in ninesi Müleyke, kendi yaptı­ğı bir yemeğe Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'i davet etmiş. Pey­gamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de o yemekten yemiş, sonra; “Haydi, kalkın da size namaz kıldırayım!” buyurmuş. Enes radıyallahu anh demiş ki; “Bunun üzerine ben kalkarak çok kullanılmaktan ka­rarmış bir hasırımızı getirmeğe gittim ve onun üzerine biraz su serptim. Ardından Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun üzerine namaza durdu. Yetim ile ben de arkasına saf olduk. İhtiyar kadın da arkamıza durdu. Böylece Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bize iki rekât namaz kıl­dırdı. Sonra oradan ayrıldı.” Bunu Buhari ve Müslim rivayet etti.

İbn Hacer rahimehullah dedi ki; “Bu hadiste bazı faideler vardır…nafile namazın evde cemaat ile kılınabilir. Bu rivayette, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ev halkına namazın nasıl kılınacağını öğretmiştir. Çünkü ihtiyar nine, uzak bir yerde oturduğu için namaz ile ilgili bazı detayları bilmiyordu.”

Mahmud Bin er-Rabî el-Ensarî’den; o, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Bedir savaşına katılmış bir sahabe olan Itban Bin Malik el-Ensarî radıyallahu anh’ın şöyle dediğini işitmiş; “Ben Salim oğulları'nda kendi cemaatime namaz kıldırırdım. On­larla benim aramda bir dere vardı ki, yağmurlar geldiği zaman ara­mıza engel oluyor ve onların mescidi tarafına geçmek bana zorluk veriyordu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e geldim ve O'na şöyle dedim:

“Ben gözümden hoşnut değilim. Benimle cemaatim arasında bulunan dere, yağmur­lar geldiği zaman akıyor ve benim o dereyi geçmem zor oluyor. Arzu ettim ki, Sen gelsen de evimden bir yerde namaz kıldırsan, ben de orayı namazgâh edinsem!” Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem;

"Yapacağım" buyurdu. Ertesi sabah gündüz şiddetlendikten sonra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile Ebû Bekr radıyallahu anh bana geldiler. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem içeri girmeye izin istedi. Ben de O'na izin verdim. Eve girdiğinde oturmadan;

"Evinin neresinde namaz kıl­mamı istersin?" buyurdu. Ben kendisine, içinde namaz kılmasını istediğim yeri işaret edip gösterdim. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu ve tekbir aldı. Biz de O'nun arkasında saf olduk. İki rekât namaz kıldırdı, sonra selâm verdi. O selâm verdiği zaman biz de selâm ve­rip, namazdan çıktık. Ben Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem için yapılmış olan bir hazîr yemeğini yemesi için O'nu alıkoydum…” Bunu Buhari rivayet etti.

Buhari, “Cemaat ile nafile namaz babı” diye bir başlık koymuş ve orada Enes ile Aişe radıyallahu anhuma’nın peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den rivayetini zikretmiş, sonra da Mahmud Bin er-Rabî hadisini isnadıyla beraber uzunca nakletmiştir.

 işaret edilen Enes radıyallahu anh hadisi az önce naklettiğim ve içinde; “Ben ve yetim arkasında safa durduk…” şeklinde geçen rivayettir.

Aişe radıyallahu anha hadisi ise, daha önce geçmiş bulunan, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mescidde gece namazı kılması ile ilgili rivayettir.

İbn Teymiye rahimehullah dedi ki; “Eğer devam edilmezse bazen nafileleri cemaat ile kılmak için toplanmak müstehaptır. Bunda, yalnız kıldığı zaman güzel kılamamak veya yalnız kıldığında hevesi olmaması gibi maslahatlar varsa, yine devam etmemek şartıyla, cemaat ile kılmak daha faziletli olur. Başka bir sebep yoksa, bunun evde olması da daha faziletlidir.”

Kıraati Uzun Olan Namaz Daha Faziletlidir

 Cabir radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki; “Namazın en faziletlisi kunût'u uzun olandır.” Bunu Müslim rivayet etti.

 bu hadis, namazda Kuran okumak için kıyamı (ayakta duruşu) uzatmanın faziletini göstermektedir. Bu fazilet nafile ve farz namazları da kapsar.

Nafile Namazlarla İlgili Bidatler

Bir amelin Allah Azze ve Celle katında kabul görmesi için iki şart vardır;

Birincisi; Allah rızası için halis olması

İkincisi de; Doğru olmasıdır. Doğru olması ise sünnete uygun olup muhalif olmamasına bağlıdır.

Muhakkik âlimler katında üzerinde karara varılmış bir hususlardan birisidir ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kavliyle meşru olduğunu bize belirtmediği ve kendisinin bizzat fiiliyle Allah’a yakınlık sağlamadığı her ibadet, O’nun sünnetine aykırıdır. Zira sünnet iki kısımdır; Sünnet-i Fiiliye ve Sünnet-i Terkiye. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in terk ederek yapmadığı bu ibadetler, terk edilmesi sünnet olan şeylerdir.

Görmez misin ki, bayram namazı ve cenazede ezan, Allah Azze ve Celle’yi zikir ve O’na tazim olmakla birlikte, bu namazlarda ezan okuyarak Allah’a yakınlaşmaya çalışmak caiz değildir. İşte bunun gibiler, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in terk edilmesini sünnet kıldığıdır.

Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabeleri bunu iyi kavradıkları için yerinde zikredileceği üzere, bidatlerden şiddetle sakındırmışlardır. Hatta Huzeyfe Bin el-Yeman radıyallahu anh der ki; “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinin yapmadığı hiçbir ibadet yapılamaz”

İbn Mesud radıyallahu anh der ki; “Tabi olun, bidat çıkarmayın! Bu size yeter. Size ilk durum(a uymak) gerekir.”

Allah’ın, ibadetinde kendisinin rızası için ihlâslı olmayı ve peygamberinin sünnetine tabi olarak, bidat karıştırmamayı nasip ettiği kimseye mübarek olsun!

Eğer böyleyse, Allah Azze ve Celle’nin taatini kabul edişi ve cennetine girdirmesi ile sevinsin! Allah bizleri, sözü dinleyip en güzeline tabi olanlardan eylesin.

Bil ki, işaret edilen bidatlerin sebepleri şunlardır;

Birincisi; delil getirilmesi ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e nispet edilmesi caiz olmayan zayıf hadisler. Bize göre, bunun gibi hadislerle amel etmek caiz değildir.

İkincisi; Bazı fakihlerin fark edemeden üzerine hüküm bina ettiği uydurma ve aslı (isnadı) olmayan hadisler. İşte bu, bidatlerin ve sonradan çıkarılanların can evinden vuranıdır!

Üçüncüsü; Bazı fakihlerden özellikle sonrakilerinden sudur eden, dayanağı ve şer’î bir delili olmayan ictihat ve ihtihsanlar. Bunlar delile dayanmak bir tarafa, bazı işlerin kabul edilmesine yol açmış, sonra da birer sünnet gibi tabi olunur hale gelmişlerdir!

Dininde basiret sahibi olana, bu bidatlere uyulamayacağı hususu gizli kalmaz. Çünkü ancak Allah şeriat koyar. İstihsan yapan, eğer Müçtehit ise (yani bir delile dayanarak hüküm çıkarırsa), Allah’ın onu muaheze etmemesi için, istihsan ettiği o ameli kendisinin işlemesi caizdir.

Dördüncüsü; Şer’î bir delili olmayan ve aklın da uygun bulmadığı, gelenekler ve hurafeler. Her ne kadar bunu cahiller yapmış olsa da, bu yol edinilmektedir. Bunlar, ilim ehlinden olduğunu iddia edip, âlimlerin suretinde görünen birinin kendilerini desteklediğini görünce ellerinden kaçırmazlar.  

Bilinmelidir ki, bu bidatlerin tehlikesi tek değil, aksine dereceleri vardır. Bidatlerden bazısı az sonra göreceğin gibi şirk ve açık küfür olup, bazısı bundan daha aşağıdır. Lakin bidat oluşu ortaya çıktıktan sonra, kişinin dinde işlediği en küçük bir bidatin, haram olduğunun bilinmesi gerekir. Bidat, bazılarının zannettiği gibi sadece mekruh rütbesinde olan bir şey değildir. Öyle olsaydı Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Her bidat sapıklıktır, her sapıklık (sahibi) da cehennemdedir.” Buyurur muydu?

Bu meseleyi İmam Şatıbî rahimehullah, “el-İtisam” adlı önemli kitabında en güzel şekilde tahkik etmiştir.

Bu yüzden, bidatin tehlikesi gerçekten büyüktür. İnsanların çoğu bu tehlikeden gafil kalmaya devam etmektedirler. Bunu sadece ilim ehlinden bazıları bilmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisi şerifi, bidatin tehlikesine delil olarak sana yeter; “Şüphesiz Allah, bidatini terk edinceye kadar her bidat sahibini tevbeden alıkoyar.” Bunu Taberani ile el-Ehadisul Muhtara” adlı eserinde Ziyaul Makdisi ve başkaları sahih senedle rivayet etmişlerdir. Münziri “Hasen” demiştir.

Bu cümlelere, önceki Müslümanların âlimlerinden, İmam Ahmed Bin Hanbel rahimehullah’ın ashabından, hicri 329 yılında vefat eden büyük imam, Şeyh Hasen Bin Ali el-Berbeharî’nin, okuyuculara nasihat olması için takdim edeceğim şu sözleriyle bitiriyorum;

El-Berbeharî rahimehullah der ki; “(Dinde) sonradan çıkarılanların küçüklerinden bile sakın! Zira küçük bidatler, büyük bidatlere dönüşür. Aynı şekilde, bu ümmette çıkarılan her bidatin başlangıcı, hakka benzeyen küçük şeyler şeklinde olmuştur. Bu kapıdan girenler aldanmışlar, sonra içinden çıkamamışlardır. Sonra bu iş büyüyerek din edinilir hale gelmiştir.

Allah sana rahmet etsin, özellikle zamanında sözlerini işittiğin kimselere bak! Acele etme! Hemen onların arasına girme! Orada Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabelerinden veya âlimlerden birinin konuşulup konuşulmadığını sor. Eğer onlardan bir eseri orada bulursan ona sarıl, onu aşma ve ondan ayrılma! Aksi halde cehenneme düşersin!

Allah sana rahmet etsin, bil ki, kulun Müslümanlığı, tabi olucu, tasdik edici bir müslüman olmadıkça tamam olmaz. Kim Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabının İslam dininden bize yetmeyen bir şey bıraktığını iddia ederse onları yalanlamış olur. İşte bu, onların yolundan ayrılış ve onlara hakaret olarak yeter! İşte o kimse İslam’da olmayanı ona sokan, sapık ve saptırıcı bir bidatçidir!”

 Allah, “Bu ümmetin öncekileri neyle ıslah olduysa, sonrakilerini de ıslah edecek olan ancak odur. O gün (sahabeler zamanında) dinden olmayan, bugün din olamaz!” diyen İmam Malik’e rahmet eylesin.

Bidat Olan Nafile Namazlar:

1- Ramazan’ın sonlarında, geçmiş yıllarda kaçırılmış namazlara kefaret olması için kılınan namaz. (es-Sünen vel-Mubtediat s.17)

2- Kur’anı ezberlemek için dua namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.124)

3-  Hacet namazı; “Kimin Allah’tan bir haceti olursa….” (es-Sünen vel-Mübtediat s. 124)

4- En’am suresini okuyarak bir rekât namaz kılmak. Ramazanda veya başka zaman, bunun için bir gece tayin edilsin veya edilmesin bidattir. Bazı insanlar bunu vitir namazının son rekâtı olarak kılıp bu sureyi okurlar, insanlara bunu uzatır da uzatırlar, çirkin bir şekilde sayıklamaya başlarlar. (Muhtasaru Fetaval Mısriye(s.81)

5- Mescitte toplanıp yüz rekâtlık namaz kılarak 1000 ihlas okumak bidattir. Bunu müstehap gören olmamıştır. (Muhtasaru Fetaval Mısriye(s.81)

6- Kaçak ve kayıp namazı (es-Sunen vel-Mubtediat s.127)

7- Yolculuğa azmedenin namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.129)

8- Akşam ile yatsı arasında “evvabin namazı” kılmak (es-Sünen vel-Mübtediat s.130)

9- Akşam ile yatsı arasında “gaflet namazı” kılmak; (es-Sünen vel-Mübtediat s.130)

10- Kifayet namazı kılmak (es-Sünen vel-Mübtediat s.132)

11- Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i görme namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.132)

12- Aşure namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.134, 180)

13- Mirac gecesi namazı

14- Receb ayının her gecesinde namaz(es-Sünen vel-Mübtediat s.140-143)

15- Receb ayında Regaib gecesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.156, İlmu Usulil Bid’a s.149, 150, 151)

16- Şaban’ın ortasında Berat gecesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.144, İlmu Usulil Bid’a s.115, 149, 150)

17- Belaların def edilmesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.145)

18- Şa’ban ayının her gecesinde namaz (es-Sünen vel-Mübtediat s.140, 143, 156)

19- Kadir Gecesi namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.156)

20- Ramazan ve kurban bayramlarının gündüz ve gecesinde kılınan namaz (Muhtasaru Fetaval Mısriye s.78, es-Sünen vel-Mübtediat s.161, 172, 180)

21- Arefe günü namazı (es-Sünen vel-Mübtediat s.172)

22- Haftanın günlerinde kılınan namazlar (Muhtasaru Fetaval Mısriye s.78, es-Sünen vel-Mübtediat s.179)

23- Yıllık namazlar (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78)

24- Recebin başında ve Şaban’ın ortasında kılınan Elfiye namazı (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78)

25- Recebin ilk (perşembeyi) Cuma(ya bağlayan) gecesinde on iki rekât namaz kılmak

26- Recebin 27. gecesinde namaz (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78, es-Sünen vel-Mübtediat s.180)

27- Üç aylar namazı (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.78-79)

28- (Hacda Merve ileSafa arasında) Sa’yden sonra iki rekât namaz kılmak (Mulhaku Bidaul Hac vel- Umre vez-Ziyare- Haccetun Nebi Kitabının sonunda(s.121)

29- Bütün geceyi ihya etmek (İlmu Usulil Bid’a(s.86, 108)

30- Nafile bir namazı cemaat ile kılmaya devam etmek (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.81)

31- Düzenli olarak mescidde toplanarak belirlenmiş bir namaz kılmak (Muhtasaru Fetaval Mısrıye s.81)

NİÇİN NAMAZ KILIYORUZ

Namaz, Şehadet Kelimelerinden Sonra İslam'ın En Büyük Rüknüdür

Allah Teala müşrikler hakkında buyuruyor ki; "Eğer tevbe eder, namazı kılar ve zekatı verirlerse, onlar sizin din kardeşlerinizdir."(Tevbe 11)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de buyuruyor ki; "İslam, şu beş şey üzerine kurulmuştur; Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah rasulü olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekatı vermek, beyti (Kabeyi) haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak."

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz radıyallahu anh'ı Yemen'e gönderirken buyurdu ki; "Şüphesiz sen ehli kitap bir kavme gidiyorsun. Onları davet edeceğin ilk şey, Allah Azze ve Celle'ye kulluk olsun. Bunu öğrendiklerinde onlara Allah'ın kendilerine bir gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir."

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "İnsanlarla Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah rasulü olduğuna şahitlik edinceye, namazı kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman İslam hakkı olarak canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir."

Ebu Said radıyallahu anh'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ganimetleri paylaştırırken birisi; "Ey Allah'ın Rasulü! Allah'tan kork!" dedi. Bunun üzerine buyurdu ki; "Sana yazıklar olsun! Allah'tan korkmak için yeryüzü üzerinde benden daha layığı var mı?!" Halid Bin Velid radıyallahu anh; "Şunun boynunu vurayım mı ey Allah'ın Rasulü?" dedi. Buyurdu ki; "Hayır, belki de o namaz kılıyor."

Namaz Dinin En Önemli Emridir

Muhakkak ki namaz, tevhidden sonra dinin üzerine bina edildiği şeylerin en önemlisidir. Onun dindeki yeri, bedendeki başın misali gibidir. Başsız bir vücutta hayat olamayacağı gibi, namazı olmayanın da dini olmaz. Müminlerin emiri Ömer Bin el-Hattab radıyallahu anh her tarafa şöyle yazıp göndermişti; "Bana göre işlerinizin en önemlisi namazdır. Kim onu korursa dinini korumuş olur. Kim onu kaybederse, her şeyini kaybetmiştir. Namazı terk edenin İslam'dan nasibi yoktur."

Namaz, dinin diğer rükünlerine yardımcıdır. Zira kula rabbin yüceliğini, kulluğun zilletini, sevap ve cezaya eriştiren işleri hatırlatarak, itaat için boyun eğmesini kolaylaştırır. Bunun için Allah Teala buyurur ki; "Sabır ve namazla yardım isteyiniz"

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "İşin başı İslam'dır. Onun direkleri namaz, zirvesi Allah yolunda cihaddır."(sahihtir.)

Namaz, çadırı ayakta tutan direk gibi, dini ayakta tutan direğidir. Bin tane kazığı çakılmış bir çadır, ortasında direk olmadan ayakta durur mu hiç?

Misver Bin Mahrame r.a. diyor ki; "Ömer Bin el-Hattab r.a.'ın yanına girdiğimde örtünmüş halde yatıyordu. "Onun halini nasıl buluyorsunuz?" dedim. "Gördüğün gibi" dediler. "O'nu namaz için uyandırın. Zira sizler ona namazdan daha korkunç gelen bir şeyle uyandıramazsınız" dedim. "Namaz! Ey müminlerin emiri" dediler. Bunun üzerine; "Tamam o zaman! Namazı terk edenin İslam'dan nasibi yoktur." Dedi ve yarasından kan damladığı halde namazı kıldı." (sahihtir.)

Namaz, Farzların ve Rükünlerin Bağıdır

Şüphesiz namaz, Kur'an-ı Kerim'de en çok zikredilen ibadettir; bazen şu ayette olduğu gibi zikir ile beraber teşvik edilir; "Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl."(Hud 114) Şu ayette olduğu gibi bazen de sabırla birlikte anılır; "Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile yardım isteyin."(Bakara 153)

Şu ayetteki gibi bazen zekât ile birlikte anılır; "Namazı kılınız, zekâtı veriniz."(Bakara 43, 110, Nisa 77)

Şu ayette olduğu gibi bazen de cihad ile birlikte anılır; "Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin."(Hac 77-78)

Aişe radıyallahu anha'dan; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Şu üç şeye yemin ederim; İslam'da payı olanı Allah Teala, hiçbir payı olmayan gibi tutmaz. İslam'ın payları ise şu üçüdür; namaz, oruç ve zekat." (Sahihtir.)

Noksanlardan münezzeh olan Allah, namazı diğer farzlarla birlikte andığında, namazı hep öne geçirmiştir. Nitekim namaz, el-Mü'minun ve el-Mearic surelerinde görüldüğü gibi, iyi amellerin başlangıcında ve hatimesinde zikredilmiştir.

Namaz İbadetlerin Anasıdır.

Nitekim kul, gizli ve açık bütün hallerinde, kalbi, dili ve organları ile kendini vererek namazı eda etmekle mükellef kılınmıştır. Allah Teala buyuruyor ki; "Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın."(Bakara 238) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de; "Şüphesiz namazda meşguliyet vardır." Buyurmuştur.

Namaz esnasında yemek, içmek, başka tarafa yönelmek ve (namaz fiili olmayan) hareket yasaktır. Namaz dışındaki ibadetler ise böyle olmayıp, sadece bazı organlara farz kılınmıştır. Oruç tutan kişi, konuşabilir ve hareket edebilir. Cihad eden, başka tarafa yönelebilir ve konuşabilir. Hac yapan yiyip içebilir. Fakat namaz, kalp, akıl, beden ve dile yönelik ibadet türlerini kapsayan bir ibadettir.

Dile yönelik olanlar; iki şehadet, tekbir, sığınma, besmele, Kuran okuma, tesbih, tahmid, istiğfar ve dualardır. Organların ki; ayakta durmak, rükuya eğilmek, secdeleri yapmak, itidal, iniş, kalkış ve oturuştur. Akla yönelik olanlar; tefekkür, düşünme, kavrama ve anlamadır. Kalbe yönelik olanlar; huşu, incelik, korku, ümit, manevi tat almak, boyun eğmek ve ağlamaktır.

İbnul Kayyım rahimehullah diyor ki; "Namaz, kıraat, zikir ve dua gibi bütün yönlerden kulluk cüzlerini kapsadığı için, tek olarak kıraat, zikir ve duadan daha faziletlidir. Çünkü diğer bütün uzuvların kulluğunu bir arada toplamaktadır."

Namaz Allah Teala'nın Emridir.

Onu Allah Azze ve Celle emretmiştir, O’nun emrine itaat edilmesi gerekir. Allah Teala buyuruyor ki; “Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak Allah'a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”(Beyyine 5)

“İman eden kullarıma söyle: Namazlarını dosdoğru kılsınlar”(İbrahim 31)

Namazı kılınız”(Nur 56)

Namazlara ve orta namaza devam edin.”(Bakara 238)

El-Haris el-Eşarî r.a., Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ediyor; “Yahya a.s. toplanmış olan İsrail oğullarına dedi ki; “Şüphesiz Allah Tebarek ve Teala amel etmem için beş kelime emretti ve sizlerin de onlarla amel etmenizi emretmemi söyledi.” Bu şekilde başlayan hadiste şu da geçmektedir; “Allah da size namazı emretti. Namaz kılarken (sağa-sola) bakınmayın. Zira Allah yüzünü, namazda bulunan kulunun yüzüne karşı diker, o sağa sola bakmadığı müddetçe.”(Sahihtir.)

Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”(Ahzab 36)

Namaz Allah’ın ve rasulünün emridir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Benim emrime muhalefet edenlere zillet ve küçülme yazılmıştır.”(Sahih)

Namaz, Rasulullah (S.A.V.)’in Son Vasiyetidir

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, dünyaya veda etmeden önceki son anlarında, ölüm sıkıntıları şiddetlendiğinde dahi namazı vasiyet etmiştir. Ali r.a. diyor ki; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in son sözleri şunlar oldu; “Namaz, namaz! Elleriniz altındakiler hakkında Allah’tan korkun.”(Sahih)

Enes Bin Malik r.a.’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dilinden çıkan son vasiyeti şuydu; “Namaz! Namaz! Elleriniz altında bulunanlar (kadın ve köleler) hakkında Allah’tan korkun!”(sahih)

Namaz, Müslüman'ın Amel Aynası ve Müminin Kalbinde Din’e Saygısının Bir Ölçüsüdür

Namaz, tıpkı doktorun hastasının ateşini ölçtüğü termometre gibi insanın imanını artırmak veya eksiltmek için uyacağı amellerin ölçüsüdür.

Enes r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kulun kıyamet gününde hesaba çekileceği şeylerin ilki namazdır. Eğer namazı düzgün çıkarsa diğer amelleri de düzgün sayılır, namazı bozuk çıkarsa onun diğer amelleri bozuk sayılır.”(Sahih)

“Doğru ölçü, insanların, ilim ve zekâ gibi diğer üstünlüklerden önce namazdaki üstünlüklerine göre değerlendirilmeleridir. Onunla kişinin dinine ve İslam’daki yerine hükmedilir. Tarihte kalıcı hatıraları olanların kendi çağlarındaki akranlarına olan fazileti, ancak bu namazdaki seçkinlikleri ve ihsan derecesine ulaşmış olmaları sebebiyledir.”[1]

Diğer taraftan, namazı hafife alan ve bu konuda gevşeklik gösterenler, İslam’ı hafife almış ve onda gevşeklik göstermiş olurlar. Zira kişinin İslam’dan nasibi, namazdan nasibi kadardır.

İslam’daki rağbetinin miktarını öğrenmek istersen, namaza olan rağbetine bak. Kalbinde İslam’ın kıymeti, kalbinde namazın kıymeti gibi olduğuna göre, bir kulun imanını ölçmek istersen, namaza olan tazimine bak.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Kim Allah katındaki durumunu bilmek isterse, Allah’ın kendi katında durumu nedir ona baksın.”(hadis hasendir)

El-Hasen (el-Basrî) dedi ki; “Ey Âdemoğlu! Namazını önemsemiyorsan, dininden hangi şey sana aziz olabilir?!”

Namaz, Bütün Semavi Dinlerin Direğidir

Namaz en eski ibadettir. Zira o, imanın gereklerinden olup, hiçbir din onsuz olmamış, dinden neshedilenler içinde hiç nesh edilmemiştir. O halde namaz olmayan bir dinde hayır yoktur. Bu yüzden Allah’ın bütün rasulleri ve peygamberleri –Allah’ın salat ve selamı onların ve peygamberimizin üzerine olsun- hep namaza teşvik etmişlerdir.

Allah Azze ve Celle İbrahim a.s.’ın şöyle dua ettiğini bildiriyor; “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle”(İbrahim 40)

 İsmail a.s. hakkında da şöyle buyuruyor; “Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi.”(Meryem 55)

Allah Subhanehu, Musa a.s.’a hitaben şöyle buyuruyor; “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.”(Taha 14)

Melekler İsa a.s.’ın annesi Meryem a.s.’a şöyle nida etmişlerdir; “Ey Meryem! Rabbine ibadet et; secdeye kapan, (O'nun huzurunda) eğilenlerle beraber sen de eğil.”(Al-i İmran 43)

İsa a.s. noksanlardan münezzeh olan Rabbinin nimetlerini dile getirerek şöyle diyor; “Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.”(Meryem 31)

Allah Azze ve Celle, İsrail oğullarından misak aldığında namaz kılmayı en önemli şart kılmıştır; “Vaktiyle biz, İsrail oğullarından: Yalnızca Allah'a kulluk edeceksiniz, ana-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve "İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin" diye de emretmiştik.”(Bakara 83)

Allah Azze ve Celle, peygamberlerin sonuncusu sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyurmuştur; “Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.”(Taha 132)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur; “Biz peygamberler topluluğu… ve namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzerine bağlamakla emrolunduk.”(Sahih)

Namaz, İslam Diyarının Şiarıdır.

Nasıl bir kimsenin küfür hükmü namaz ile kalkıyorsa, şu hadiste olduğu gibi; “Kim bizim namazımızı kılar, kıblemize yönelir ve kestiğimizi yerse, işte o müslümandır, Allah’ın ve Rasulünün zimmetindedir. Allah’a zimmeti hakkında bekçilik yapmayın”(Buhari rivayet etmiştir)

Aynı şekilde bir devletin de küfür hükmü, başta namaz olmak üzere İslam’ın şiarlarını ve hükümlerini izhar etmeleriyle kalkar. Böylece onun için İslam kimliği sabit olur. Bir beldede ezan sesi işitilmezse, mescidler bulunmazsa bu o ülkenin küfür ülkesi olduğunu gösterir. Ezan sesi işitilir, mescidleri bulunursa işte onun İslam ülkesi olduğuna karar verilir.[2]

Enes Bin Malik r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir kavme savaşa çıkacağı zaman sabaha kadar bekler, ezan sesi işitirse onları bırakırdı. Eğer ezan sesi işitmezse onlarla savaşırdı.” (Buhari rivayet etmiştir.)

İsam el-Muzenî r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir seriye gönderirken; “Mescid görürseniz veya ezan sesi işitirseniz sakın kimseyi öldürmeyin!” buyururdu.”

Namaz İmandır

Allah Azze ve Celle şu ayette namazı iman olarak isimlendirmiştir; “Allah imanlarınızı (yani beyt yanındaki namazlarınızı) zayi edecek değildir.”(Bakara 143) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de aynı şeyi şu hadisinde ifade etmiştir;

“Sizlere dört şeyi emrediyor ve dört şeyden yasaklıyorum; sizlere bir olan Allah’a iman etmeyi emrediyorum. Bilir misiniz bir olan Allah’a iman nedir? Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah rasulü olduğuna şahitlik etmek, namazı kılmak, zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetlerden beşte bir vermektir.”(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Bu hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı, bir olan Allah’a iman olarak saymıştır. Beyhaki rahimehullah diyor ki; “İbadetler içerisinde imandan sonra küfrü kaldırıcı, Allah Azze ve Celle’nin iman diye isimlendirdiği başka bir ibadet yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de terki küfür olan şeyin ancak namaz olduğunu belirtmiştir.”

Yine diyor ki; “Allah Azze ve Celle iman ve namazı zikrederek, yanında başka bir şey zikretmemiştir. Bu da namazın imana has kılındığını göstermektedir. Buyurmuştur ki; “İşte o, (Peygamber'in getirdiğini) doğru kabul etmemiş, namaz da kılmamıştı.”(Kıyamet 31)

Onlar, kendilerine: "Allah'ın huzurunda eğilin!" denildiği vakit eğilmezler: O gün, (hakikatleri) yalan sayanların vay haline! Onlar artık bundan (Kur'an'dan) sonra hangi söze inanacaklar?”(Murselat 48-50)

Onlar, namazı terk etmekten dolayı imanı terk etmiş gibi kınanmaktadırlar. Nitekim Allah Azze ve Celle burada sadece namazı zikrederek dindeki amellerin direğinin namaz olduğuna işaret etmektedir.“ Bunun diğer bir benzeri de şu ayettedir;

“Âhirete inananlar buna da inanırlar ve onlar namazlarını hakkıyla kılmaya devam ederler.”(En’am 92)

Namaz, Nifaktan Uzaklaşmaktır

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Kim Allah için kırk gün ilk tekbire yetişerek cemaatle namaz kılarsa, ona iki güvence yazılır; cehennemden güvence ve nifaktan güvence”(Hadis hasendir.)

Ebu Said r.a. dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle söylerken işittim; “Rabbimiz baldırını açar, her mümin ve mümine ona secde eder. Ancak dünyada gösteriş ve duyurmak için secde edenler geride kalır. Secde etmeye çalışır fakat sırt üstü kapaklanır.” (Buhari rivayet etmiştir)

Allah Azze ve Celle, secdeleri, müminleri münafıklardan ayırıcı vasıf kılmıştır. Bundan dolayı şöyle buyurmaktadır; “O gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür.”(Kalem 42-43) Müminler Rablerine baktıkları zaman derhal secdeye kapanırlar. Münafıklar secdeye çağırılır, secde etmeye güç yetiremezler. Dünyada iken Allah için secdeyi terk etmelerinin cezası olarak onların önüne engel konulur. Hâlbuki dünyada iken; “onlar, secdeye davet ediliyorlardı, sapasağlam oldukları halde (secde etmiyorlardı)”(Kalem 43)

Namaz, Müminlerin Yolu, Kurtulmuş Olan Allah Taraftarlarının ve Merhamet Olunmuş Dostlarının Şiarıdır

Kim namaz kılmıyorsa o, hüsrana uğrayanlardan, Allah’ın, Rasulünün ve müminlerin düşmanı olan şeytan taraftarlarındandır. Çünkü Allah’ın dostları ancak namaz kılanlardır. Allah Teala buyuruyor ki; “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir."(Tevbe 71)

İbrahim ve Mücahid (r.a.)'den nakledildiğine göre onlar, Allah Teala'nın; "Sabah akşam Rablerine dua edenlerle birlikte sebat et."(Kehf 28) ayetinin tefsiri hakkında; "Kastedilen beş vakit namazdır." Demişlerdir.

Amr Bin Murre el-Cuhenî r.a.'den; "Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip dedi ki; "Ey Allah'ın rasulü! Allah'tan başka ilah olmadığına, senin Allah rasulü olduğuna şehadet eder, beş vakit namazı kılar, zekâtı öder ve ramazan orucunu tutarsam ben kimlerden sayılırım?" buyurdu ki; "Sıddîklardan ve şehitlerden sayılırsın." (sahihtir.)

İşte bu namaz kılanlar, kendilerine korku olmayan ve mahzun da olmayacak olan Allah dostlarıdır! Onlar, Rablerine kavuştuklarında, ayrılıklarına göğün ve yerin ağladığı kimselerdir. Onlar; "Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salih kişilerle beraberdir."(Nisa 69) Onlar, bir günde on yedi defa yollarına iletilmeyi istemeyi Allah'ın bize farz kıldığı kimselerdir; "Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!"(Fatiha 6-7)

Namaz, Yaratılmışların Kulluğu Arasında Ortak Paydır

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır; "Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir."(Nur 41) yani; bütün namaz kılan ve tesbih edenler mükellef oldukları kendi dua ve tesbihlerini öğrenmişlerdir. Zemahşerî diyor ki; "Akıl sahiplerinin kavrayamadığı diğer incelikli ilimlerin ilham edildiği gibi, Allah'ın kuşlara dua ve tesbihlerini de ilham etmiş olması uzak ihtimal değildir."

Ayetin zahiri, kuşlar tesbih ettiklerini ve bizim bilmediğimiz fakat Allah'ın onlara öğrettiği tesbihlerle namaz kıldıklarını ifade ediyor. Tıpkı Allah Teala'nın şu kavlindeki gibi; "O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız."(İsra 44)

Cinler de aynı şekilde insanlar gibi namaz kılmakla mükelleftirler. Allah Teala buyuruyor ki; "Cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım."(Zariyat 56) Şeyhulislam İbn Teymiye (rahimehullah) diyor ki; "Cinler, usul ve füru'dan kendi haseplerince sorumludurlar. Zira onlar had ve hakikat bakımından insanlarla aynı değillerdir. Had bakımından onlar emrolundukları ve yasaklandıkları şeyler hususunda insanlarla eşit olamazlar. Lakin emre, yasağa, helale ve harama mükellef olma bakımından insanlarla ortaktırlar."

Melekler de namaz kılmaktadırlar. Nitekim Allah Teala onlar hakkında şöyle buyuruyor; "Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O'nu tesbih ederler."(Fussilet 38) Yine onların şöyle dediklerini bildiriyor; "Şüphesiz biz, orada sıra sıra dururuz."(Saffat 165)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle buyurmuştur; "Siz meleklerin Rableri huzurunda saf bağladığı gibi saf teşkil etmez mi­siniz?" Sonra onların nasıl saf tuttuklarını anlatarak; "Öndeki safları tamamlarlar ve safta sıkışık dururlar" buyurdu."(Buhari rivayet etmiştir)

Sahih-i Müslim'de geçtiği gibi Allah, bizleri diğer ümmetlere melekler gibi saf tutmamızla üstün kılmıştır.

Hakiym Bin Hizam radıyallahu anh dedi ki; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabeleri arasında iken onlara; "İşittiğimi sizler de işitiyor musunuz?" deyince, "Biz bir şey duymuyoruz" dediler. Buyurdu ki; "Şüphesiz ben semanın çatırdamasını işitmekteyim. Çatırdamasında da haklıdır. Zira onda bir karışlık bir yer bile yoktur ki, üzerinde secde eden veya kıyam halinde olan bir melek bulunmasın."(sahihtir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "Şüphesiz ben sizlerin görmediğini görüyor ve işitmediğinizi işitiyorum. Sema çatırdamaktadır ve bu onun hakkıdır da. Onun üzerinde bir parmaklık bir yer bile yoktur ki, bir melek alnını Allah için secdeye koymuş olmasın."(Sahih)

Miraç hadisinde de şöyle buyurmuştur; "…Benim için Beytul Mamur kaldırıldı, Cebrail'e onu sordum. Dedi ki; "Bu Beytul Mamur'dur. Onda her gün yetmiş bin melek namaz kılar. Oradan çıktıkları zaman bir daha dönemezler."(Buhari rivayet etmiştir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Cibril bana geldi imam oldu ve ben de onunla namaz kıldım. Sonra tekrar onunla namaz kıldım, sonra tekrar kıldım, sonra tekrar kıldım ve sonra tekrar onunla namaz kıldım." böyle derken parmaklarıyla beş vakit namazı hesapladı.(Buhari rivayet etmiştir.)

Melekler müminlerle beraber namaz kılmışlardır; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; "Cuma günü geldiği zaman, mescidlerin kapılarının hepsi üzerinde melekler bulunur ve ilk gelenleri sırayla yazarlar. İmam (hutbede) oturduğu zaman sayfalarını dürerler ve zikri dinlemeye gelirler."(Buhari rivayet etmiştir)

Namaz Konulmuş Şeylerin En Hayırlısıdır

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Namaz, konulmuş şeylerin en hayırlısıdır. Kim onu çoğaltabilirse çoğaltsın."(hadis hasendir.)

Yani; namaz, Allah'ın meşru kıldığı ibadetlerin en üstünüdür. Ondan farz kıldığını farzların en üstünü ve nafilelerini de nafileler arasında en faziletlisi kılmıştır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki;

"Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namazdır."(Müslim rivayet etmiştir.)

Yine buyurmuştur ki; "Dosdoğru olunuz! (bunun sevabını) sayamazsınız/hakkından gelemez­siniz. Bilin ki amellerinizin en hayırlısı namazdır. Sürekli abdestli olma halini sadece mü'min korur."(Sahihtir)

Ma'dan Bin Talha el-Ya'merî dedi ki; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in azatlısı Sevban ile karşılaşmıştım. Ona dedim ki; "Bana, yaptığım takdirde Allah'ın beni cennete koyacağı bir amel bildir" veya "Allah'ın en sevdiği ameli söyle" dedim. Sustu. Tekrar sordum. Yine sustu. Üçüncü defa sorduğumda dedi ki; "Ben de bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e sormuştum. Buyurdu ki; "Sana secdeleri artırmanı tavsiye ederim. Zira Allah için yaptığın her secdeden dolayı Allah bir dereceni yükseltir, bir de hatanı siler"(Müslim rivayet etmiştir.)

Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kabre uğradı ve; "Bu kabir kime ait?" diye sordu. "Falanındır" dediler. Bunun üzerine buyurdu ki; "İki rekat namaz bunun için dünyanızın kalan kısmından daha sevimlidir." Diğer rivayette; "Sizin küçümsediğiniz ve nafile olarak kıldığınız İki hafif rekatlık bir namazın bu kişinin ameline eklenmesi, onun için kalan dünyanızdan daha sevimli olurdu."(Sahihtir)

Sabit Bin Elsem r.a. şöyle derdi; "Namaz yeryüzünde Allah'ın hizmetçisidir. Şayet ondan faziletli bir şey olsaydı, Allah Azze ve Celle şöyle buyurmazdı; "Zekeriyya mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler"(Ali İmran 39)

Namaz, Allah Azze ve Celle'ye Yakınlaşma Vesilesidir

Namaz, müminlerin miracı, âlemlerin Rabbine münacat mahalli ve namaz kılan ile Rabbi arasındaki vasıtadır. Ondan muhabbet tesiri ortaya çıkar. Zira sevenin katında, isteğine kavuşmak için sevgili ile yalnız kalmaktan daha güzel bir şey yoktur.

Kudsi hadiste Allah Teala şöyle buyuruyor; "Kulum Bana kendisine farz kıldığım amellerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Kulum nafile amellerle de yaklaşmaya devam ederse Ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da onun duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben’den bir şey istediğinde verir, Bana sığındığında korurum."(Buhari rivayet etmiştir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ka'b Bin Ucre'ye de şöyle buyurmuştur; "Namaz yakınlıktır"(hadis hasendir)

Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur; "Biriniz namaz kılmaya kalktığı zaman önüne tükürmesin. Zira namazda bulunduğu sürece ancak Allah Tebarek ve Teala'ya münacat etmektedir." (Buhari rivayet etmiştir.)

Abdullah Bin Mesud r.a. dedi ki; "Namazda olan, hükümdarın kapısını çalmaktadır. Hükümdarın kapısını çalana da kapının açılması yakındır."

Yine bir Kudsi hadiste Allah Tebarek ve Teala buyuruyor ki; "Kulum beni zikretmek için dudaklarını hareket ettirdiği sürece ben kulumla beraberim."(Sahihtir)

Bu beraberlik, Allah'ın Salih dostlarına, yardımı, hıfzı, koruması, Tevfik ve muhabbeti ile desteklediği yakın kullarına özel bir beraberliktir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır; "Gördün mü şu namaz kılarken bir kulu men edeni?"(Alak 9-10) "Hayır! Ona uyma!"(Alak 19) Yani; namazı terk etmeye çağırana uyma!

"Allah'a secde et ve (yalnızca O'na) yaklaş!"(Alak 19) Yani; Allah için namaz kıl ve O'na taat, ibadet ve dua ile yakınlaş. Zira secdeler, namaz kılanın Allah'a en yakın olduğu ve O'nun en sevdiği halidir. Nitekim Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Kulun Rabbine en yakın olduğu hal, secde halidir. O halde secdede duayı artırınız"(Müslim rivayet etmiştir.)

Secdeleri artıran, Allah Teala'ya yakınlığını artırır. Çünkü secde, kulluk ve zilletin son noktası, Allah için izzetin hedefidir. Miktarı ölçülemeyen izzet O'na aittir. Kul izzet sıfatından uzaklaştıkça, Rabbinin cennetine yakınlaşır, azaları da O'nun diyarına yaklaşır. Kim Allah için tevazu gösterirse Allah onu yükseltir. Secdeden öte tevazu yoktur.

 

Namaz, Ahlakî Okuldur

Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkân verildiğinde ise pinti kesilir. Ancak şunlar öyle değildir: Namaz kılanlar.”(Mearic 19-22)

Kötü ahlak sahiplerinden namaza devam edenler istisna edilmiştir. Şeyh Ebul Hasen en-Nedvi –Allah ona rahmet eylesin- Namazın ahlak ve mizaca tesirini açıklayarak diyor ki;

“Kelime-i Tevhid’den sonra namazdan başka nefsi, çirkin ahlaktan, kötülüklerden ve ruhsatlardan faydalanmaktan alıkoymada daha etkili bir şey yoktur. Bunun için Allah Teala şöyle buyuruyor; “Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”(Ankebut 45) Bu şekilde namaz, sahibini bir cihetten diğer bir cihete, bir zevkten diğer bir zevke, bir istekten diğer bir isteğe, bir fikirden diğer bir fikre ve düşük işlerden yüce işlere yöneltir. İmanı ona sevdirir ve kalbinde süsler. Küfürden, günahlardan ve isyandan nefret ettirir. İşte namaz böyle gerçekleşirse, tesiri hayata yansır, samimiyet ve kuvveti artırır. Bu yüzdendir ki, Şuayb a.s.’ın kavmi tevhide, fazilete, takvaya, üzerinde bulundukları zulüm, pislik ve haksızlığa karşı çıkmaya davet ile karşılaştıklarında, Şuayb a.s.’ın hayatına yönelerek bu değişimin ve farklılığın kaynağını araştırmaya başladılar. Nitekim bu, kendi içlerinden, kendi kavimlerinden, kendi beldelerinden doğup yetişmişti. Onun kendilerine karşı olan bu mücadelesinin mahiyeti neydi? Onun hayatında görüp şahit oldukları namazdan daha belirgin bir şey bulamadılar. Namazın güzelliği ve uzunluğuna taaccüp ederek dediler ki; “Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!”(Hud 87)

Şüphesiz namaz, ameli düzelten ahlak okuludur. Nefiste bir zapt edici olarak, düzenliliği sevmek için eğitir. Hayatın meselelerinde ince düzenlemeler yapmaya götürür. Kişi, onunla ağırbaşlılık, yumuşaklık, sakinlik ve vakar hasletlerini öğrenir. Namaz vakitlerini kaçırmamak, namazın şartları, abdestli bulunmak ve onu bozacak şeylerden kaçınmak etrafında yoğunlaşarak zihnini faydalı şeylerle meşgul eder. Yine Kuran-ı Kerim’in manası, Allah Teala’nın azameti ve namazın anlamını düşünerek uyanık bulunur.

Namaz, Rahatlık, Mutluluk ve Gözlerin Nurudur

Nefsin namazda büyük bir rahatlığı, ruhî itminanı ve bu hayatta insanı tehlikeye gönderecek gafletten kurtuluş vardır. Şayet, tabipler, nefsin sıhhatinin namazdan kaynaklandığını anlasalardı, hastalarına ilaç yazmazlardı. Şüphesiz namazda ruhî görevler ve insanlığın yaratıcısının koyduğu sıhhat aşısı vardır. Onun sırlarını ruhi susuzluğu gideren, ilaçların gideremediği nefsin şevklerini doyurarak huzura götüren Allah’tan başka kimse bilemez. Nitekim insanlık nesli ve selim akıllar, tabiplerin yönlendirme ve tavsiyelerine, sınırlı tecrübelerine ve zandan kaynaklanan tahminlerine boyun eğmişlerdir… “O halde âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?”(Saffat 87) “O, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir”(Taha 50) “Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.”(Mülk 14)

O Kitab-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor; “De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de hidayete erdirir. Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”(Ra’d 27-28) Namaz Allah Azze ve Celle’nin zikri ve O’na kulluk ile doludur. Bunun için göğüslere genişlik verir ve sıkıntıyı giderir. Allah Teala’nın; “Onların söyledikleri şeyler yüzünden senin canının sıkıldığını and olsun biliyoruz. O halde Rabbini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol!”(Hicr 97-98) bu kavlini düşünürse bunun böyle olduğunu anlar.

Şüphesiz kim namazın hakkıyla kılarsa nefsinde hafiflik bulur ve ondan yüz çevirdiği zaman konulmuş bir ağırlık hisseder. Öyle bir sevinç, rahatlık ve ferahlık bulur ki namazdan hiç ayrılmamayı temenni eder. Zira o, gözlerinin nuru, ruhunun nimeti, kalbinin cenneti ve dünyadaki mola yeridir.  O dünyada namaza başlayıncaya kadar dar bir hapishanede gibi olmaya devam eder. Namazda ise başka bir şeyde bulamadığı rahatlığı bulur. Sevenler tıpkı imamları ve önderleri olan Allah rasulu sallallahu aleyhi ve sellem gibi; “Namaz kılıyor ve namazımızla rahatlık buluyoruz” derler. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Bilal r.a.’e şöyle buyurmuştu;

Ey Bilal! Namaz için ikamet oku da bizi ferahlat”(Sahihtir.) Yine şöyle buyurmuştur;

Gözümün nuru namazda kılındı”(sahihtir)

Kalpte sevgili olanı anlatmak için onun göz nuru olmasından daha güçlü bir vasıf bulunamaz.

Bunun için öncekilerin namaza olan hasreti, onun uğruna hayatları tehlikede olmasına ve bu (namaza düşkünlükleri) müşrikler tarafından bilinmesine rağmen beşeri nefsin sevdiği şeylere karşı namazı tercih ettirmiştir. Müslim, Cabir r.a.'den rivayet ediyor; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Cuheyne kavmine karşı savaştık. Onlar çok şiddetli savaşıyorlardı." Bu hadiste şu ifadeler de geçmektedir; "Müşrikler dediler ki; "Onlara namaz vakti geldiği zaman, namaz onlara çocuklarından bile sevimli gelecektir."

Namaz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in göz nuru olduğu için kıyamını ve teheccüd namazını uzatır, onu bundan ayırmaya güç yetmezdi.

Huzeyfe r.a.'den; "Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber namaz kıldım. Bakara suresini okuyarak başladı. Kendi kendime "yüz ayet olunca rükuya gider" dedim. Sonra devam etti. Herhalde Bakara suresiyle bu rekati tamamlar dedim. Fakat o okumaya devam etti. "Bundan sonra rükû eder" dedim. Sonra Nisa suresine başladı ve onu okudu. Sonra Âl-i İmran suresine başladı ve onu da okudu. Tane tane okuyordu. Tesbih ayetine gelince tesbih ediyor, istek ayetine gelince istiyor ve sığınma ayeti okuduğu zaman Allah'a sığınıyordu. Sonra rükû etti ve "Subhane Rabbiyel Azim" dedi. Rükûsu da kıyamı gibiydi. Sonra "Semiallahu limen hamideh, Rabbena lekel hamd" dedi. Rükusu gibi uzun müddet kıyamda durdu. Sonra secde etti ve "Subhane rabbiyel a'lâ" dedi. Secdesi de kıyamı gibi uzun idi." (Müslim rivayet etmiştir.)

Nesai'nin metninde şu şekilde geçmektedir; "Korku veya Allah'a ta'zim içeren ayete geldiğinde zikretmeden geçmiyordu." Selefi salihin erleri de bu şekilde O'na uymuşlar, nefisleri namazda kaybolmuş, kalplerine namaz hükmetmiş ve hatta etraflarından habersiz hale gelmişlerdir;

Abdullah Bin ez-Zubeyr r.a. Abdulmelik Bin Mervan ordusu tarafından muhasara altına alındığında Ka'benin içinde namaz kılıyordu. Kubeys dağından atılan mancınık darbeleri onu ve kendisine tabi olanları hapsetmişti. Büyük bir taş parçası onun sakalı ile gırtlağı arasından geçmiş, o yerinden kıpırdamadığı gibi, görünüşünden buna bir önem verdiğine dair bir belirti de görülmemişti. Namazını bitirene kadar ne kıraatini kesti ne de rükûsunda değişiklik oldu.

Hatta darbeler durunca o namaz kılarken serçeler, Harem'in en yüksek yerinden bir duvar veya kopmuş bir dal zannederek onun sırtına konuyor, güven içinde inip kalkıyorlardı.

Bir seferinde de o rükûda iken arkadaşlarından biri Kuran okuyordu. Arkadaşı Bakara, Al-i İmran, Nisa ve Maide surelerini okuyup kıraatini bitirene kadar, İbn Zübeyr r.a. rükûsundan kalkmamıştı.

Yine ondan rivayet edildiğine göre, bir gün evinde namaz kılıyordu. Çatıdan bir yılan oğlu Haşim'in karnı üzerine düştü. Kadınlar çığlık atıp ev halkı panikledi. Yılanı öldürmek için toplandılar ve öldürdüler. Böylece çocuk kurtuldu. Onlar bütün bunlarla meşgul iken İbn Zübeyr r.a. namaza devam etmiş, dönüp bakmamıştı bile. Namazını bitirinceye kadar olanlardan haberi dahi olmamıştı.

Ebu Müslim el-Havlanî rahimehullah, ibadette çok gayretli idi. Şöyle derdi; "Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının bunu bizim dışımızda kendilerine ayırdıklarını mı zannediyorsunuz? Hayır! Vallahi onlar buna öyle izdiham yaparlardı ki peşlerinden birileri kovalıyor zannederlerdi."

Adiy Bin Hatim r.a. dedi ki; "Namaz vakti geldiğinde mutlaka ben onu iştiyakla beklemişimdir." Nasıl böyle olmasın ki! Nitekim Sadıkul Masduk Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Allah'ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde yedi kişi Allah'ın gölgesinde olur." Bu hadiste sayılan yedi kişiden birisi de "Mescidden çıktığında tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kişidir."(Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in bu hadiste "kalbi mescide bağlı olan kişi" ile kastettiği; bütün namaz vakitlerinde namazını ancak mescitte kılan, ondan çıktığında ona dönüp tekrar namaz kılmak için diğer namaz vaktini bekleyen, bedeni dışarıda olsa da kalbiyle mescitte kalmaya devam eden kimsedir. O kimse, ancak suda yaşayabilen balık gibidir. Sudan çıkacak olsa, suya muhtaç olmaya devam eder. Hasretle ona dönmek için kaçar. İşte bu anlamda namaz bir göz nuru ve bir ferahlıktır.

Bunun içindir ki onlardan biri, ölümden sonra namazlarının kesintiye uğramış olmasına üzüldükleri gibi başka kaybettikleri hiçbir şeye üzülmezlerdi.

Ebud Derda r.a. dedi ki; "Şu üç şey olmasaydı, bir gün bile yaşamayı istemezdim; sıcaklarda (oruç tutarak) susuz kalmak, gecenin ortasında yapılan secdeler, hurmanın iyisini seçer gibi sözlerin en güzelini seçen toplulukla oturmak."

Amir Bin Abdikays ölüm hazırlığındayken ağlamaya başladı. Ona; "Neden ağlıyorsun?" denilince dedi ki; "Ölüm endişesinden veya dünya hırsından ağlamıyorum. Sıcaklarda (oruç tutarak) susuzluktan ve kış gecelerinde namazdan ayrılacağıma üzüldüğümden ağlıyorum."

 Ebu Reca r.a. dedi ki; "Dünya işlerinden olarak özleyeceğim tek şey, yüzümü her gün beş kere Aziz ve Celil olan Rabbim için toprağa bulamaktır."

 Hatta Sabit r.a. şöyle dua etmiştir; "Allah'ım! Eğer bir kimseye kabrinde namaz kılmak için izin vermişsen bana da nasib et!"

Bazıları da bu nimetler ve Allah'ın zikriyle namazdaki göz aydınlığını ifade etmek için şöyle demişlerdir; "Şayet sultanlar ve ileri gelenler bizde olanı bilselerdi, kılıçlarla bize vururlardı." Diğer biri de şöyle dedi; "Muhakkak ki bana öyle vakitler gelir de şöyle derim; cennet ehli bunun gibi bir durumdaysa şüphesiz onlar hoş bir yaşantı içerisindeler demektir."

Bir başkası da şöyle demiştir; "Dünya ehlinin miskinleri, dünyadan ayrılırken hayatın lezzetini ve ondaki en hoş şeyi tatmadan ayrılırlar." Yine bir diğeri de şöyle der; "Dünyada bir cennet vardır ki, ona girmeyen ahiret cennetine giremez"

Allah Teala güzel hayatı Allah'a iman eden ve Salih amel işleyenler için kılmıştır. Namaz ise Salih amellerin başıdır. Allah Teala buyuruyor ki; "Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz."(Nahl 97) İman ve Salih amel ehli, dünyada güzel hayatın bir parçasını yaşamakta olup daha güzeline kıyamet gününde kavuşacaklar, böylece iki cihanda en güzel hayatları yaşayacaklardır.

Namaz Bir Nur, Bir Burhan ve Bir Aydınlıktır.

Namaz, sapkınlık ve batılın karanlığını gideren bir nurdur. O sahibinin yüzünü dünyada aydınlatır, ona hislerin şahit olduğu gibi bir güzellik ve baha giydirir. Kalbini nurlandırır. Zira ondan marifet nurları parlamaktadır. Ebud Derda r.a.'ın dediği gibi kabrindeki karanlığı nurlandırır. O demiştir ki; "Kabirdeki karanlık için karanlık gecede iki rekat namaz kılınız." Aynı şekilde namaz kılanın yüzü kıyamet gününde de parlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Namaz nurdur" buyurmuştur.(Müslim)

Yine; "Namaz burhandır." Buyurmuştur.(Sahih) Yani, sahibinin imanını ispatlayan delil demektir.  

Namaz yüzü aydınlatır ve parlatır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur; "Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir."(Fetih 29)

Allah Azze ve Celle'nin; "Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir." Kavli hakkında şöyle denilmiştir; namaz yüzlerini güzelleştirmiştir. İbn Abbas r.a.; "güzel görünüş demektir" dedi. Mansur, Mücahid r.a.'ın bu ayet hakkında "Huşu kastediliyor" dediğini nakletmiştir. Dedim ki; "Yüzünde bu izin görüldüğü kimseler hakkında ne dersin?" Bunun üzerine şöyle dedi; "O bazen kalbi Firavun'un kalbinden daha katı olan kimselerde de görülür"

İşte bu alamet namaz kılanların yüzlerinde beliren aydınlık, parlama, temizlik ve berraklıktır. İbadetin solgunluğunun latif bir aydınlığı vardır. O ancak kalpteki huşu'nun ve nefisteki sükûnetin yüze taşan eseridir. Nasıl ki tevazu ve âlicenaplık, kendini beğenmişliği, kibir ve atılganlığı gizliyorsa, berraklık, temizlik ve aydınlık da onun gibi belirginleşir. Hafif bir solgunluk, müminin yüzündeki aydınlığı ve güzelliği artırır.

Böylece namaz kılan kişide huşunun, korku ve ümidin, hamd ve tesbihin neticeleri ortaya çıkar. Tıpkı ahirete gidip insanlara orada gördüklerini anlatan veya önceki insanlar arasından sıçrayıp aramıza gelen, asrımızda yaşayan bir kimse gibi olur.  

Büreyde r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Karanlıklarda mescidlere yürüyenleri, kıyamet gününde tam bir nur ile müjdeleyin!"(sahihtir)

Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Şüphesiz Allah karanlıkta mescide gelenleri kıyamet gününde parlak bir nur ile aydınlatacaktır."(Hasendir.)

Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma'dan; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün namazı anlatarak şöyle buyurdu; "Kim onlara devam ederek muhafaza ederse onun için kıyamet gününde bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş olur. Kim de onu muhafaza etmezse, onun için bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş olmaz. Ve o kıyamet gününde Karun, Haman, Firavun ve Ubey Bin Halef ile beraber olur."(sahihtir)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Kıyamet gününde ümmetimden her bir kimseyi tanırım" buyurunca; "O kadar kalabalık içinde nasıl tanırsın ey Allah'ın Rasulü?" dediler. Buyurdu ki; "Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı?” Sahâbe: "Evet, tanır, ey Allah’ın Resûlü" dediler. Buyurdu ki; “İşte onlar da secdelerden dolayı yüzleri nurlu, abdestten dolayı el ve ayakları parlak olarak gelecekler."(Sahih)

Namaz Hidayet Sünnetlerindendir

İbn Mesud r.a. demiştir ki; “Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize hidayet sünnetlerini öğretti. Muhakkak ki ezan okunan mescidlerde namazı kılmak da hidayet sünnetlerindendir.”(Müslim rivayet etmiştir.)

Yine İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki; “Kim yarın Allah ile Müslüman olarak karşılaşmaktan mutluluk duyarsa ezan okunduğunda şu beş vakit namaza devam etsin. Zira o hidayet sünnetlerindendir. Şüphesiz Allah peygamberiniz için hidayet sünnetleri koymuştur. Ömrüme yemin olsun ki, hepiniz namazı evlerinizde kılsanız, peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ettiğiniz zaman da mutlaka saparsınız. Biz cemaatle namazdan geri kalanları, ancak nifağı bilinen münafıklardan görürdük. Ben birinin safa girinceye kadar iki kişi arasında meyledip durduğunu gördüm.”(sahihtir.)

Namaz Rabbani Ayrıcalıktır

Namaz, diğer farzlardan sayılamayacak kadar çok özellikleriyle ayrılır. Nitekim Allah Azze ve Celle ona bizzat cevap vererek, namazın şanının büyütmüş ve kadrini yüceltmiştir. Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Mirac gecesinde arada bir vasıta olmaksızın onu Allah’tan almıştır. Bu, Allah Azze ve Celle’nin, peygamberi ve Halil sallallahu aleyhi ve sellem’e büyük buluşma gecesinde hediye ettiği rabbani bir ayrıcalıktır. İşte bu, Rabbi Azze ve Celle’ye sadık kulluğunun bir mükâfatıdır. Onu kimse geçememiş ve kimse de ona yetişemeyecektir. 

Namaz, Allah Azze ve Celle’nin Nimetlerine Şükretmektir

Akıl sahipleri, nimet verene şükredilmesi gerektiği hususunda ihtilaf etmezler. Allah Subhanehu ve Teala, şükrü, daha fazla vermek için bir sebep kılmıştır. Şükür, mevcut olan nimeti bağlar, elde olmayanı da elde etmeyi sağlar. Düzgün nefisler, Fazl sahibinin fazlını itiraf ve ona şükretme mizacına sahiptir. Bu şükür arttıkça nimetler de artar ve çeşitlenir. Bizleri yoktan var edip açık ve gizli nimetlerine boyayan Allah’tan daha büyük nimet verici yoktur; “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.”(Nahl 78)

Bizi akıl ve düzgün fıtrat ile keremlendirmiş, İslam ile aziz kılmış, imana hidayet etmiş ve bizleri bağış ve ihsanları ile doldurmuştur. “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız”(Nahl 18)

Allah’ın üzerimizdeki sayılamaz nimetleri, bize kesintisiz bağışlar tahsis etmesi, üzerimize bağışlarını saçması, dinmeyen yağmurlar gibi bol nimetlerini yağdırması söz konusu olunca, şüphesiz Allah Teala’nın üzerimizdeki hakkı, ona meleklerin yaptığı gibi kesintisiz ibadette bulunmamızı gerektirir. “Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler.”(Enbiya 20)

Lakin yeryüzünde halifelik vazifeleri bizleri sürekli rüku ve secdede bulunmaktan, kesintisiz tesbih ve usanmaksızın zikirden alıkoymaktadır. Namaz ise bu kainatta bize has, bizi hedef alan durumumuza uygun olarak, Allah’ın üzerimizdeki nimetlerine şükrünü bir parça olsun gerçekleştirebilmemiz için emredilmiştir. Allah Teala buyuruyor ki;

O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Ancak O'na döndürüleceksiniz.” (Ankebut 17)

Allah'ın nimetine şükredin, eğer gerçekten O'na ibadet edecekseniz.”(Nahl 114)

Ey Davud ailesi! Şükredin.”(Sebe 13)

Namaz amellerin en faziletlisi olup, Allah’ın nimetlerine şükrü en güzel ifade edenidir. Allah Tebarek ve Teala, halîl’i Muhammed aleyhis salatu ves-selam’ı “Sana kevseri verdik” buyurarak müjdeleyince – ki o büyük bir iyilik olan cennetteki Kevser nehridir. – Allah Subhanehu ona bu nimet için nasıl şükredeceğini şöyle bildirmiştir; “Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve ellerini göğsüne bağla”(Kevser suresi)

Allah Teala ona Mekke’nin fethi gibi büyük bir fetih ile nimetlendirince, bu büyük nimetin şükrünü yerine getirmek için Ümmü Hani Binti Ebi Talib’in evine girerek gusletti ve Allah Teala’ya şükür olarak sekiz rekât fetih namazı kıldı.(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

El-Mugira bin Şu’be r.a.’den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Ona; “Allah seni geçmiş ve gelecek günahlardan korumuştur” denilince buyurdu ki; “Şükreden bir kul olmayayım mı?”

Atâ dedi ki; “Ubeyd Bin Umeyr ile birlikte Aişe r.a.’nın yanına girdim. Ubeyd Bin Umeyr dedi ki; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’de gördüğün ve en çok hoşuna giden bir şeyi bize haber ver” bunun üzerine ağladı ve dedi ki; “Bana ayırdığı gecelerden birinde kalktı ve; “Rabbime ibadet etmem için bana müsaade eder misin?” dedi. Ben de; “Vallahi ben senin yakınlığını ve seni mutlu eden şeyi severim” dedim. Kalktı ve abdest aldı. Sonra namaz kıldı. Odası ıslanana kadar ağlamaya devam etti. Sonra tekrar ağlamaya başladı ve yer ıslanana kadar ağladı. Ardından Bilal r.a. namaz için ezan okumaya geldi. Onun ağladığını görünce dedi ki;

“Ey Allah’ın Rasulü! Allah seni geçmiş ve gelecek günahlardan koruduğu halde ağlıyor musun?” O da buyurdu ki; “Şükreden bir kul olmayayım mı? Bana bu gece bir ayet indi ki onu okuyup da onun hakkında düşünmeyene yazıklar olsun; “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında… deliller vardır”(Bakara 164) (Müslim’in şartına göre isnadı kuvvetlidir)

Ebu Zerr radıyallahu anh’den; peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Her birinizin her organı için bir sadaka vermesi gerekir. Her tesbih (subhanallah demek) bir sadakadır, her tahmid (elhamdulillah demek) bir sadakadır, her tehlil (la ilahe illallah demek) bir sadakadır, her tekbir (Allahu ekber demek) bir sadakadır, iyiliği emretmek bir sadakadır, kötülükten alıkoymak bir sadakadır, iki rekat kuşluk namazı kılmak bunu karşılar”(Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.)

Ebu Bureyde radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittim; “İnsanda üç yüz altmış eklem vardır. Her eklem için bir sadaka gerekir.” Dediler ki; “Buna kimin gücü yeter ey Allah’ın Rasulü?” buyurdu ki; “mescitte balgamı gömmek ve yoldan bir şeyi kaldırmak, buna da gücü yetmezse iki rekat kuşluk namazı kılmak bunu karşılar.”(sahihtir.)

Ey dünya meşguliyeti yüzünden namazı zayi edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerine, sağlık, afiyet, rızk ve mala aldanmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetlerinin kıymetini bilin ve O’na hakkıyla şükredin. “Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden de bilsin ki, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir, her türlü övgüye lâyıktır.”(Lukman 12) Allah’ın nimetlerini ona itaat ve onun razı olduğu işlerde değerlendirin; “Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!”(Bakara 152)

Seleften birisi şöyle demiştir; “Kim kendisinin yaratılışını tefekkür ederse bilir ki eklemleri ancak ibadet için gevşer” isyan ve nankörlüğe kuvvet bulamaz.

Namaz, Kâfirleri Kızdırır ve Din Düşmanlarının Burnunu Sürter

Allah Azze ve Celle’ye, dostları tarafından düşmanlarının burnunun sürtülmesi ve onların öfkelenmesi gibi sevimli bir şey yoktur. Bu yüzden şöyle buyurmaktadır; “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur.”(Nisa 100)

İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa ve bir açlığa duçar olmaları, kâfirleri öfkelendirecek bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine salih bir amel yazılması içindir. Çünkü Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”(Tevbe 120)

Allah Teala, halili Muhammed sallallahu aleyhi ve selemi ve sahabelerini şöyle vasfediyor; “Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir.”(Fetih 29) Kâfirlerin öfkelendirilmesi, Rab Azze ve Celle’nin sevdiği ve istenen bir gayedir. Bunu gerçekleştirmek kulluğun kemalindendir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, namazda yanılan kimsenin iki secde ile sehiv secdesi yapmasını meşru kılmıştır. Müslim ve başkalarının rivayetinde şöyle buyurmuştur; “Şayet namazı tam ise bu secdeler şeytanın burnunu sürter” diğer rivayette; “Şeytan için burun sürtme olur” buyrulmuştur. Böylece bu secdeleri “iki burun sürtücü” olarak isimlendirmiştir. Kim Allah için ibadet ederek O’nun düşmanının burnunu sürterse, kulun Rabbine olan sevgisi, ona yakınlığı ve düşmanlarına olan düşmanlığı miktarınca bereketli bir hisseyle sıddıklığa tutunmuş olur. Bu burun sürttürmeden nasibini alır. Düşmanın burnunu sürtmek için (savaşta) iki saf arasında gururlanmak ve büyüklenmek, kendisini Allah’tan başka kimsenin görmediği yerde gizli sadaka verirken gururlanmak övülür. Çünkü bunları kişi sevdiği şeylerden, canından ve malından Allah Azze ve Celle için feda ettiğinden Allah düşmanlarını, şeytanı hor kılar.

Bu insanlardan çok az kimsenin bildiği bir kulluk kapısıdır. Bunu bir tadan, geçmiş günlerde kaçırdıklarına ağlar.”

Namaz kılan, şeytana baktığı zaman, namazı kılarak ve onun hudutlarını koruyarak onun öfkesini artırdığı gibi, onun burnunu böyle sürtmesi diğer bir ibadet olur.

Şüphesiz şeytan, insanları namazdan engellemek için çok hırslıdır. Allah Teala buyuruyor ki; "Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"(Maide 91) Şeytan, kulu rabbinin önünde secde ederken görünce öfkelenir ve haset ederek ona düşmanlığını ilan eder:

Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Âdemoğlu secde ayeti okuyup secde ettiğinde şeytan ağlayarak uzaklaşır ve der ki; "Bana yazıklar olsun! Âdemoğlu secde ile emrolundu ve secde etti. Ona cennet vardır. Ben ise secde ile emrolundum fakat yüz çevirdim. Bana da cehennem var!"(Müslim rivayet etmiştir.)

Şeytan insanları namazdan alıkoyamayınca bu sefer namazı bozmaya veya sevabını azaltmaya çalışır. Sahabeden biri Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelmiş ve ona şöyle demişti; "Şeytan namazla benim arama girdi ve kıraatimi şaşırttı." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; "İşte o, "Hınzeb" denilen şeytandır. Onu hissettiğin zaman ondan Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tükür." Sahabe dedi ki; "Ben de öyle yaptım ve Allah onu benden uzaklaştırdı."(Müslim rivayet etmiştir.)

Kul, namazına başlayınca şeytan ona vesvese vermek için yönelerek onu Allah'a itaatten alıkoyar, dünya işlerini ona hatırlatır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Şüphesiz şeytan, ezanı işitince yellenerek ezan sesini duyamayacağı yere kadar kaçar. Ezan bittiğinde döner ve vesvese vermeye devam eder. İkameti işitince onu duyamayacağı yere kadar uzaklaşır. İkamet bittiğinde tekrar döner ve vesvese verir."(Müslim rivayet etmiştir.)

Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği diğer metinde şu şekilde geçer; "Ezan ve ikamet bitince gelir ve kişi ile nefsi arasına girerek; "şunu hatırla, şunu da hatırla" der. Aklında daha önce hiç olmayan şeylerle vesvese verdiğinden (buna kapılan) kişi kaç rekât kıldığını bilemeyecek hale gelir."

Şeytan, kulu yalnız başına takıntıları ve üfürmeleriyle alıkoymaktan aciz kalırsa, ona orduları ile belirerek türlü desiselerle askerlerini musallat eder. Namaz kılmaya özen gösterdikçe, şeytan da alçak kışkırtmalarına özen gösterir. "Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar"(Maide 58) bazen onunla eğlenirler, bazen alay ederler ve bazen de onun hakkında birbirlerine işaret ederler. "İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar." (Mücadele 19)

Şüphesiz namazları kılmak ve onu ilan etmek, toplumu Allah'ın boyasıyla boyamaktır ve İslam'ın şiarlarını izhar etmektir. Müslümanların İslam ile övüncü cisimleşir, insanların Rablerine dönmelerinden tedirgin olan din düşmanları, onların dinlerinin şiarlarını meydana çıkarmalarına öfkelenir.

Aişe radıyallahu anha'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Yahudiler sizin selamınıza ve (namazda Fatihadan sonra) âmin demenize haset ettikleri gibi başka bir şeye haset etmezler."(sahih)

Amin demeleri dışında, ezanın ilanı, mescidlerin imar edilmesi, sık saf tutarak namaz kılanlar, rüku edenler, secde edenler, huşu sahipleri nasıl haset ettirmesin onları!?

Namaz, Korunma ve Himayedir

Allah Teala buyuruyor ki; "Namazları ve orta namazı muhafaza edin"

Muhafaza; çarpışma ve dövüşme gibi ancak iki kişi arasında karşılıklı olur. O yüzden burada bu kelime seçilmiştir. Zira bu muhafaza kul ile rabbi arasında karşılıklıdır. Sanki şöyle buyrulmaktadır; "Namazı koru ki, onu emreden Allah da seni korusun." Bu Allah Teala'nın şu kavli gibidir; "Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim." Ve şu ayetlerdeki gibidir; "Ahdime vefa gösterin ki ben de sizin ahdinize vefa göstereyim." "Eğer Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder." Şüphesiz karşılık, yapılan amelin cinsindendir.

Veya buradaki muhafaza, namaz kılan kimse ile namaz arasındadır. Sanki şöyle denilmektedir; "Namazı koru ki, namaz seni korusun." Namaz, sahibini birkaç açıdan korur; şu ayette olduğu gibi günahlardan korur; "Şüphesiz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." Namazın koruması, namazın hayâsızlıktan alıkoymasıdır.

Yine namaz, belalardan ve mihnetlerden korur. Allah Teala buyuruyor ki; "Sabır ve namaz ile yardım isteyin." Namaz, kabir azabından ve kıyamet gününde cehennem azabından da korur.

Namaz kılan kimse Allah'ın himayesi altındadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Kim sabah namazını kılarsa Allah'ın garantisindedir. Allah'ın garantisinde olan bir şeyin peşine düşmeyin. Zira kim Allah'ın garantisinde olanın peşine düşerse Allah onu yakalar ve yüzüstü cehennem ateşine atar." (Müslim rivayet etmiştir.)

Kim namazı muhafaza etmezse Allah'ın vaad ettiği tehlikeye kendisini atmış olur. Allah ondan yardımını ve desteğini çeker. Hiçbir sığınağı kalmaz… Allah onu terk ettikten sonra kendisini sadece şeytanın oyuncağı olarak bulur.

Salihlerden biri der ki; "Mevla seni yalnız bırakmadıkça düşmanın sana düşmanlık etmez. Düşmanın sana galip geldiğini zannetme. Fakat Koruyucun olan Allah senden yüz çevirmiştir." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "Kim sabah namazını cemaatle kılarsa o Allah'ın garantisindedir. Kim Allah'ın garantisini ihlal ederse Allah onu yüzüstü ateşe atar."(Hasendir.)

Diğer bir hadiste de; "Kim sabah namazını kılarsa o Allah'ın garantisindedir. Ey Âdemoğlu! O halde dikkat et ve Allah'ın garantisinde olanı ihlal etme" Bu rivayetlerde sabah namazını kılan müminlere eziyet edene tehdit vardır. Zira o Allah'ın himayesi altında olanın hürmetini ihlal etmektedir. Nitekim kudsi hadiste Allah Teala şöyle buyuruyor; "Kim benim dostuma düşmanlık ederse ona harp ilan ederim."(Buhari rivayet etmiştir.)

Abdullah Bin Amr radıyallahu anhuma'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Altı meclis ve içinde olanlar Allah'ın korumasındadır; cemaat mescidi, hastayı ziyaret edenler, cenazeye katılanlar, evinde (uzlette)kiler, adaletli yöneticiye nasihat veya teşekkür için gidenler ve cihada katılanlar."(Hasendir.)

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; "Üç kişi vardır ki Allah'ın koruması altındadır. Yaşarsa rızıklanır ve onunla yetinir. Vefat ettiği takdirde Allah onu cennete koyar." Böyle devam eden hadiste şu ifade de geçer; "Mescide giden kişi de Allah'ın koruması altındadır."(sahihtir.)

Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Evinden çıkmak istediğinde iki rekat namaz kılarsan bu iki rekat seni kötü çıkıştan (yani evin dışındaki kötülükten) seni korur. Evine girince de iki rekat namaz kılarsan evin içindeki kötülüklerden seni korur."(Hasendir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Şüphesiz Allah buyurdu ki; “Ey Adem oğlu! Gündüzün başında dört rekat namaz kılarak beni gözet ki ben de kalan gününde seni gözeteyim.”(sahihtir.)

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasındaydım. Bana dedi ki; “Ey delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteyim; Allah’ın hakkını gözet ki o da seni gözetsin. Allah’ın hakkını muhafaza et ki onu önünde bulasın. Rahatlık zamanında Allah’ı tanı ki, zorluk anında o da seni tanısın.”(sahihtir.)

Bu hadiste geçen “Allah’ı gözet” ibaresi, O’nun hudutlarını ve hakkını gözetmek, emirlerine uymak, yasaklarından uzaklaşmak demektir. Kim böyle yaparsa o, Allah Teala’nın kitabında övdüğü “Allah’ın hududunu koruyanlar”dan olur. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “İşte size vâdedilen cennet! Ki o, daima Allah'a yönelene, (O'nun buyruklarını) koruyana…”(Kaf 32) Bu ayetteki “hafiz; koruyan” kelimesi Allah’ın emirlerini yerine getirerek ve günah işlediğinde de ondan tevbe ederek koruyan” diye tefsir edilmiştir.

Allah’ın korunması gereken en büyük emirlerinden biri de namazdır. Allah onun muhafaza edilmesini emretmiştir. Buyuruyor ki; “Namazları ve orta namazı koruyun.”(Bakara 238) şu ayette de namazı muhafaza edenler övülüyor; “ve onlar namazlarını muhafaza ederler.” Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyuruyor; “Kim Allah’ın kendisi üzerindeki ahdini muhafaza ederse onu cennete koyar.”(sahihtir.)

Diğer bir hadiste de; “Kim namazlara devam ederse onun için kıyamette bir nur, bir burhan ve bir kurtuluş olur.” Buyrulmuştur.(Sahihtir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazın anahtarı olan temizlik hakkında; “Abdesti ancak mümin muhafaza eder” buyurmuştur.(sahihtir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Allah’ı gözet ki, o da seni gözetsin” kavlinin anlamı; kim Allah’ın hududunu muhafaza eder, haklarını gözetirse Allah da onu muhafaza eder demektir. Zira karşılık, Allah Teala’nın şu kavlindeki gibi işlenen amelin cinsinden olur; “Ahdime vefa gösterin ki ben de sizin ahdinize vefa göstereyim."(Bakara 40) "Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim."(Bakara 152) "Eğer Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder."(Muhammed 7)

Allah’ın Kulunu Muhafazası İki Çeşittir;

Birincisi; bedeni, çocuğu, eşi ve malı hakkında muhafası gibi dünya işleriyle ilgili koruması. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır.”(Ra’d 11) İbn Abbas r.a. diyor ki; “Onlar Allahın emriyle onu koruyan meleklerdir. Kader geldiği zaman onu korurlar.”

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah ve akşam şöyle dua ederdi; "Allah'ım! Beni, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden muhafaza et." Kim çocukluğunda ve kuvvetli zamanında Allah'ın hakkını muhafaza ederse, yaşlanıp kuvveti zayıfladığında da Allah onu muhafaza eder. Onu işitmesiyle, görmesiyle, kuvvetiyle ve aklıyla faydalandırır.

Nitekim Allah, kulun Salih olması sebebiyle ölümünden sonra da neslini muhafaza eder. Allah Teala'nın şu ayetinde buyrulduğu gibi; "ve ikisinin babası Salih idi." Şüphesiz o iki kişi babalarının Salih olması sebebiyle muhafaza edilmiştir. Said Bin el-Müseyyeb oğluna şöyle demiştir; "Şüphesiz senin muhafaza edilmen suretiyle gözetileceğimi umarak namazımı artırıyorum." Sonra şu ayeti okudu "ve ikisinin babası Salih idi."

Ömer Bin Abdulaziz rahimehullah da şöyle demiştir; "Herhangi bir mümin öldüğünde Allah mutlaka onun geride kalan neslini korur."

İbnul Münkedir ise şöyle der; "Şüphesiz Allah Salih kimseyi, çocuğunu, torununu ve komşularını korur, Allah'ın koruması ve onların kötülüklerini örtmesi devam eder."

Şaşılacak işlerdendir ki, Allah Teala, tabiatında eziyet vericilik olan hayvanları bile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in azatlısı Sefine'nin başından geçtiği gibi, eziyete karşı bir koruma yapmaktadır. Sefine r.a.'ın bineği parçalanınca bir adaya çıkmıştı. Birden orada bir arslan gördü. Onunla beraber yürümeye başladı ve aslan ona yol gösterdi. O durduğu zaman aslan çağırır gibi hareket ediyordu.(Bunu Taberani ve sahih kaydıyla Hakim rivayet etmiştir. Zehebî, Hakimin tashihini onaylamıştır.)

Allah'ın emrini gözetmeyeni ise Allah, o kimse fayda umsa bile zarara veya sıkıntıya uğradığında gözetmez.

El-Fudayl (Bin Iyad) rahimehullah diyor ki; "Şüphesiz Allah'a isyan ettiğimi, kölemin ve hayvanımın huysuzluk etmesinden anlayabiliyorum."

Muhafazanın ikinci çeşiti ise – ki bu daha şereflidir- Allah'ın kulunu dini ve imanı hakkında muhafaza etmesidir. Onu saptırıcı şüphelerden, haram şehvetlerden ve ölümü anında imansız gitmekten korur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem uyuyacağı zaman şöyle derdi; "Eğer (uykuda) canımı alırsan ona rahmet eyle. Şayet bırakırsan Salih kullarını hıfzettiğin gibi muhafaza eyle" (Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Ömer r.a.'e şöyle dua etmesini öğretmiştir; "Allah'ım! Ayaktayken beni İslam ile muhafaza et. Otururken beni İslam ile muhafaza et. Yatarken beni İslam ile muhafaza et. Beni hasetçi düşmanların diline düşürme!"(hasendir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yolculuğa çıkmak istediğinde veda ederken şöyle derdi; "Dinini, emanetini ve amelinin sonucunu Allah'a emanet ediyorum."(Hasendir.) yine şöyle buyurmuştur; "Bir şey Allah'a emanet edilirse onu korur."(sahihtir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in; "Allah'ın hakkını gözet ki, Onu önünde bulasın" sözünün anlamı şudur; Kim Allah'ın hududunu korur, haklarını gözetirse, bütün hallerinde Allah'ın yardımını, muhafazasını, muvaffak kılmasını ve desteğini yanında bulur. "Şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir. Onlar ki iyilik eden kimselerdir." Katade der ki; "Kim Allah'tan korkarsa Allah onun yanında olur. Allah kimin yanında olursa yenilmez bir orduyla, uyumayan koruyucu ile ve sapmayan hidayet edici ile beraber demektir."

Namaz, İslam’ın Başı ve Sonudur

Kelimei şehadetten sonra İslam’ın farzlarının ilki namazdır. Nitekim bu daha önce açıklanmıştı. Kıyamet günün de Allah’ın kulu hesaba çekeceği şeylerin ilki de namazdır. Ebu Hureyre r.a.’den; Rasulullah salllahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işitim; “Şüphesiz kulun kıyamette ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Eğer düzgün çıkarsa kurtulur. Eğer namazı bozuk çıkarsa kaybeder ve hüsrana uğrar. Eğer farzlarda bir eksiklik çıkarsa Allah şöyle buyurur; “Bakın kulumun nafilesi var mı?” böylece nafilelerle farzların eksiği tamamlanır. Sonra aynı şekilde diğer amellerine geçilir.”(Sahihtir.)

Aynı şekilde namaz, dinden en son kaybedilecek şeydir; Zeyd Bin Sabit r.a. rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “İnsanlardan ilk kaldırılacak şey emanettir. Dinlerinden son kalacak şey ise namazdır. Nice namaz kılanlar vardır ki Allah katında hiçbir nasipleri yoktur.”(Hasendir.)

Ebu Umame r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “İslam’ın kulpu halka halka eksilecektir. Her halka eksildikçe insanlar bir sonrakine tutunacaktır. İlk eksilen halka; hüküm, son eksilecek olan ise namazdır.”(Sahihtir.)

Namazın gidişinden sonra ise ne İslam ne de din kalır. Zira namaz İslam’ın başı ve sonudur. Başı ve sonu gidenden geriye bir şey kalmaz.

Namaz, İlahî Yardımın ve Dünya İle Ahirette Kurtuluşun Sebebidir

Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler.”(Mü’minun 1-2) “Ve onlar ki, namazlarına devam ederler.”(Mü’minun 9) “Doğrusu feraha ermiştir temizlenen, Rabbinin adını anıp namaz kılan.”(A’la 14-15) Namaz bu ayetlerde “felah=kurtuluş” olarak isimlendirilmiştir. Ezanda da felah’a çağrı yapılır; “Haydi namaza, haydi kurtuluşa” Felah; murad edilene ulaşmak, hayır içinde kalmak demektir.

Namaz ile Allah’ın yardımına kavuşulur. Allah Teala buyuruyor ki; “Sabır ve namaz ile yardım isteyin.”

Ey iman edenler! (harpte) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat ediniz ve Allah’ı çokça zikrediniz. Umulur ki felaha erersiniz.” Kenetli ve silahlı halde korku namazı kılmaları emredilerek, bu namazın Allah’ın yardımını çekeceğine işaret edilmektedir. Sa’d r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Şüphesiz Allah bu ümmete ancak zayıflarının duaları, namazları ve samimiyetleri sebebiyle yardım eder.”(sahihtir. Buharinin rivayetinde “samimiyetleri” lafzı yoktur.)

Birisi el-Hasen radıyallahu anh’e; “Bana nasihat et” deyince o da şöyle dedi; “Allah’ın emrine kıymet ver ki, o da seni aziz kılsın. Allah Teala buyuruyor ki; “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”

Allah Teala başka bir ayette şöyle buyurur; “Ve Allah dedi ki; eğer namazı kılar, zekatı verirseniz şüphesiz ben sizinleyim.” Anlamı; “Eğer siz namazı kılar, zekatı verirseniz ben de yardımım ve desteğim ile sizinle beraberim. Allah kiminle beraberse o Allah’ın dostudur. Allah Azze ve Celle düşmanını aziz kılmaz ve dostunu zillete düşürmez. Aksine zillet onun emrine isyan eden içindir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Emrime muhalefet edene zillet ve küçülme yazıldı” buyurmuştur.(Sahih.)

Allah bazı kulları ile düşmanlarını cezalandırır, onların eliyle azap eder ve cihadlarında yardım eder. Allah Teala buyuruyor ki; “Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik.”(İsra 5) Bu kulluk ile ahir zamanda taşlar müslümanı tanıyarak nida edecek; “Ey Müslüman! Ey Allah’ın kulu! İşte Yahudi ardımda gel öldür” diyecektir.”(hadisi Müslim rivayet etmiştir.)

Allah onlara fetih verdiği zaman insanların takdim ettiklerinin en büyüğü namaz kılmak olur; “Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır.”(Hac 41)

Namaz, Kabir Azabından Kurtuluştur

Şüphesiz Allah Azze ve Celle’ye taat, insanın öne geçirdiği ve kabrine götüreceği iyiliktir. Allah Teala buyuruyor ki; “Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhine olur. İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için (yerlerini) hazırlamış olurlar.”(Rum 44) Mücahid; “Kabirlerindeki yerlerini hazırlamış olurlar” demektir” dedi.

Enes r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Ölüyü üç şey takip eder, ikisi geri döner biri kalır. Onu yakınları, malı ve ameli takip eder, yakınları ve malı geri döner, ameli ise onunla kalır.”(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabrinde mümin ile Salih amelinin ayrılmadan onunla nasıl arkadaşlık edeceğini detayları ile anlatmıştır. Bera r.a.’ın rivayet ettiği uzun bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, mümin hakkında şöyle buyurmuştur; “Ona güzel koku getirilir ve kabri gözünün alabildiği yere kadar genişletilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokulu birisi ona gelerek; “Kolaylık, Allah’ın hoşnutluğu, içinde kalıcı nimetler olan cennet ve vaad olunduğun bu gün ile sevin” der. Mümin; “Allah seni de hayır ile müjdelesin. Sen kimsin? Senin yüzün kendisinden ancak hayır gelecek kimsenin yüzüdür.” der. O da; “Ben senin Salih amelinim. Senin hakkında ancak Allah’a itaatte hızlı olduğunu, O’na isyanda ise geri kaldığını biliyorum. Allah sana hayırlı karşılık versin” der. Sonra ona cennetten bir kapı açılır.”(Sahihtir.)

Namaz, sahibini kabir azabından korumak için Salih amellerin önünde gelir. Ebu Hureyre r.a.’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Ölü kabrine konduğu zaman, gelip gidenlerin ayak seslerini işitir. Eğer mümin ise, namaz başının yanında, oruç sağında, zekat solunda, sadaka, sılayı rahim, insanlara iyilik gibi hayırlı amelleri de ayakları tarafında olur. Başı tarafından gelindiğinde namaz der ki; “benim tarafımdan giriş yoktur”, sonra sağından oruç; “Benim tarafımdan giriş yoktur “, solundan zekat; “Benim tarafımdan giriş yoktur”, ayakları tarafından da hayırlı amelleri; “bu taraftan da giriş yoktur” derler…”(Hasendir.)

Namaz, Ölülerin ve Azap Görenlerin Temennisidir

Ebu Hureyre r.a.’den; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yeni defnedilmiş bir kabre uğradı ve buyurdu ki; “Sizin küçük gördüğünüz iki hafif rekatlık bir namazın bu kimsenin ameline eklenmiş olması, bu kimse için dünyanızın kalan kısmından daha sevimli olurdu.”(Sahih)

İbrahim Bin Zeyd el-Abdî der ki; “Riyah el-Kaysî bana geldi ve şöyle dedi; “Ey Ebu İshak! Benimle gel de ahiret ehlinin yanına gidelim.” Beraber bir kabristana gittik ve bu kabirlerden birinin yanında oturduk. Dedi ki; “Ey Ebu İshak! Ne dersin şimdi bu ne temennî ediyordur?” dedim ki; “Allah’ın kendisini dünyaya döndürmesini, böylece orada Salih amellerde bulunmayı istiyordur” Dedi ki; “Bunu biz de isteriz” Sonra kalktı, çabaladı, yoruldu. Az bir süre sonra öldü.”

Şüphesiz ölüm, bu dünya ile karar yurdu arasındaki fasıladır ve imtihan yurdu ile neticelerin zuhur edeceği diyar arasındaki sınırdır. Ölümden sonra artık mazeret kabul edilmeyecek, iyiliklere bir ekleme ve kötülüklerden bir çıkarma yapılamayacaktır. Ne hile, ne fidye, ne altın ve ne de gümüş geçerli olmayacaktır. Allah Teala buyuruyor ki; “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım. Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.“(Müminun 99-100)

Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır. Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”(Münafıkun 9-11)

Azabı gördüklerinde zalimlerin: Dönecek bir yol var mı? dediklerini görürsün.”(Şura 44) Onlar tekrar dünyaya dönmeyi isteyeceklerdir. Aynı şeyi cehennem üzerinde durdurulduklarında da isteyeceklerdir. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Onların ateşin karşısında durdurulup "Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!" dediklerini bir görsen!..”(En’am 27) Rablerine arz edildikleri zaman da bunu temenni edeceklerdir; “O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen!”(Secde 12)

Bu dönüş istekleri cehennem onları kuşattığı zaman da tekrar edecektir. Allah Teala buyuruyor ki; “Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.”(Fatır 37)

Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler.”(Mümin 11)

Katade r.a., “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: "Rabbim! der, beni geri gönder;" Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım. Hayır!” ayeti hakkında şöyle dedi; “el-A’la Bin Ziyad; “Sizden biri nefsini ölüm anına gelmiş gibi kabul etsin, Rabbinden bağışlanma dilesin ve Rabbi Teala’nın taati ile amel etsin.” Dedi.” Katade diyor ki; “Vallahi ancak Allah’a taatte bulunmak için geri dönmeyi temenni eder. Kafirlerin amel etmeyi temenni etmelerine bir bakınsana! La havle vela kuvvete illa billah”

Bu yüzdendir ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize şöyle tavsiyede bulunmuştur; “Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz; ihtiyarlıktan önce gençliği, hastalıktan önce sıhhati, fakirlikten önce zenginliği, meşguliyetten önce boş vakti ve ölümden önce hayatı”(sahihtir.)

Amel etme ve ahiret azığı artırmaya imkan varken bu fırsatı kaçıranların geri kaldıkları ve ihmal ettikleri amelleri temenni etmeleri fayda vermez. Kim hayatı zamanında amel etme fırsatını kaçırırsa, ölümden sonra o fırsatı yakalayamaz. İşte o zaman amel etmek için dönmeyi arzular fakat iş işten geçmiştir. O gün çok büyük pişmanlık çeker de bu nedameti gideremez; “Artık, bundan önce benzerlerine yapıldığı gibi, kendileriyle arzu ettikleri şey arasına perde çekilmiştir.”(Sebe 54) Yani arzu ettikleri geri dönüş ve tevbedir. Yine Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'tan, geri çevrilmesi imkânsız bir gün gelmezden önce, Rabbinize uyun. Çünkü o gün, hiçbiriniz sığınacak yer bulamazsınız, itiraz da edemezsiniz. Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.”(Şura 47-48)

Namaz, Allah Teala’nın Azabından Kurtuluştur

Abdullah Bin Mesud r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "İşlediğiniz günahın ateşiyle yandıkça yanarsınız. Sabah namazını kıldığınızda o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz günahların ateşiyle yandıkça yanarsınız. Öğle namazını kıl­dığınızda bu namaz o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz gü­nahların ateşiyle yandıkça yanarsınız. İkindi namazını kıldı­ğınızda bu namaz o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz günah­ların ateşiyle yandıkça yanarsınız. Akşam namazını kıldığınızda bu namaz o ateşi söndürür. Sonra işlediğiniz günahla­rın ateşiyle yandıkça yanarsınız. Yatsı namazını kıldığınızda bu namaz o ateşi söndürür, günahlarınızı affettirir. Sonra uyursunuz, artık uyanıncaya kadar size günah yazılmaz."(Hasendir.)

Enes Bin Malik r.a.'den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Şüphesiz Allah'ın bir meleği vardır ki, her namaz vaktinde; "Ey Ademoğulları! Kalkın yaktığınız ateşinizi söndürün" diye nida eder."(Hasendir.)

İbn Mesud r.a. dedi ki; "Şüphesiz Allah şu iki kişiye güler; bunlardan birisi, soğuk bir gecede yatağından ve büründüğü örtüsünden kalkıp abdest alan sonra namaz kılan kişidir. Allah Teala meleklerine şöyle der; "Kulumun böyle yapmasının sebebi nedir?" Melekler de; "Ey Rabbimiz! Senin katındakileri ümit ediyor ve yine senin katındakinden korkuyor"  derler. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle şöyle buyurur; "Muhakkak ki ona umduğu şeyi verdim, korktuğu şeyden de emin kıldım."(Hasendir.)

Abdullah Bin Ömer radıyallahu anhuma dedi ki; "Rüyamda her birinin elinde demirden birer tokmak ile iki melek geldi. Sonra elinde demirden tokmak olan bir melekle daha karşılaştım. "Sana korku yok. Şayet gece namazlarını artırsaydın sen ne güzel bir kimse olacaktın." Dediler. Sonra beni cehennemin kenarına götürdüler."(Buhari ve Müslim)

Abdurrahman Bin Semure r.a.'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir; "Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi. Biz Medine'deki Suffe'de idik. Buyurdu ki; "Dün gece şaşırtıcı bir şey gördüm… Ve meleklerin azaba götürmek istediği ümmetimden bir adam gördüm. Namazı geldi onu ellerinden kurtardı."

Nitekim Allah Azze ve Celle, sabah ve ikindi namazlarını muhafaza edenleri cehennemden kurtaracağına dair güvence vermiştir. Umare Bin Ruveybe r.a., Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir; "Güneş doğmadan önce ve batmadan önce namaz kılan bir kimse cehenneme girmeyecektir."(Müslim rivayet etmiştir.)

Namazı terk etmeyen isyan ve fesat ehli, günah işlemelerine rağmen namazlarının faydasını görürler. Namaz onların, günah işlemeleri yüzünden girdikleri cehennemden kurtulmalarına sebep olur. Ebu Hureyre r.a.'den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Allah kulları arasında hükmetme işini bitirince, Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenlerden merhamet etmek istediklerini cehennemden çıkarmayı diler. Allah onların çıkarılmalarını emreder. Onlar secde izlerinden tanınırlar. Allah cehenneme ademoğullarından secde izlerini yemesini haram kılmıştır. Korkmuş bir halde çıkarılırlar. Üzerlerine hayat suyu denilen su dökülür. Böylece selin daneyi yeşerterek bitirdiği gibi yenilenirler."

Allah Teala buyurur ki; "Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız."(Bakara 110) Namaz sahibini koruyacak ve ona şefaat edecektir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kim öğle namazından önce dört ve sonra dört rekat namaz kılmaya devam ederse cehenneme haram kılınır."(Sahihtir.)

Namaz Dereceleri Yükseltir

Allah Teala buyuruyor ki; "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. (Böylece) Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceğini umabilirsin."(İsra 79) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gece namazı sayesinde makam-ı mahmud verilmiş ve en şerefli makama nail olmuştur.

Muaz Bin Cebel r.a. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellm'e; "Bana cennete girmeme vesile olacak bir amel söyle" deyince buyurdu ki; "Aferin! Önemli bir mesele sordun. O Allah'ın kolaylaştırdığı kimselere kolaydır; Farz kılınmış namazı kıl, farz kılınmış zekatı ver ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma"(Hasendir.)

Ka'b Bin Ucra r.a.'den; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi. Biz yedi kişiydik. Dört kişi azatlılarımızdan, üç kişi de Araplardan idi. Onun mescidinde bize gözükmesini bekliyorduk. Buyurdu ki; "Neden oturuyorsunuz?" biz de; "Namazı bekliyoruz" dedik. Bir müddet sustuktan sonra bize dönerek buyurdu ki; "Rabbiniz ne buyuruyor biliyor musunuz?" "Hayır" dedik. "Şüphesiz Rabbiniz; "Kim namazı vaktinde kılar ve buna hakkını hafife almadan ve zayi etmeden devam ederse, onun bende onu cennete koyacağıma dair ahdi vardır. Kim de vaktinde kılmaz, hakkını hafife alıp zayi eder, muhafaza etmezse onun bende bir ahdi yoktur. Dilersem azap ederim, dilersem onu bağışlarım."(Hasendir)

Amr Bin Murre el-Cuhenî r.a. dedi ki; "Birisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e geldi ve; "Ey Allah'ın Rasulü! Ne dersin, Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet eder, beş vakit namazı kılarsam, zekatı verir, Ramazan orucunu tutarsam ben kimlerden sayılırım?" dedi. Buyurdu ki; "Sıddıklardan ve şehidlerden!"(Sahihtir.)

Rebîa Bin Ka'b dedi ki; "Gece peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile kalırdım. Onun abdest suyunu getirir, ihtiyaçlarını görürdüm. Bana; "Benden iste" dedi. Ben de; "Cennette seninle beraber olmak isterim" dedim. "Bundan başka?" dedi. "Sadece onu isterim" deyince buyurdu ki; "O halde kendin için çok secde etmekle bana yardımcı ol"(Müslim rivayet etmiştir.)

Abdullah Bin Amr r.a.'dan; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Cennette dışından içi gözüken, içinden de dışı gözüken bir oda vardır." Ebu Malik el-Eşarî; "Ey Allah'ın Rasulü! O kimler içindir?" diye sordu. Buyurdu ki; "Güzel konuşan, yemek yediren ve insanlar uykudayken geceyi ibadetle geçirenler için"(Sahihtir.)

Ukbe Bin Amir r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Herhangi bir kimse en güzel şekilde abdest alır, tüm kalbi ve yüzü ile ona yönelerek iki rekat namaz kılarsa cennet ona vacip olur."(Müslim rivayet etmiştir.)

Ebu Musa r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "İki serinlik (sabah ve ikindi) namazını kılan cennete girer"(Buhari ve Müslim)

Ebu Umame r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Namaz ardından namaz kılıp ikisi arasında boş iş yapmayan İlliyyin (yüceler)den yazılır."(Hasendir.)

Sa'd Bin Ebi Vakkas r.a. dedi ki; " İki erkek kardeş vardı. Bunlardan biri diğerinden kırk gün kadar önce vefat etti. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında bunlardan birincinin faziletleri zikredildi. Bunun üzerine Rasulullah aleyhissalâtu vesselâm;

"Diğeri müslüman değil miydi?" diye sordu.

"Evet, müslümandı ve zararsız bir kimseydi!" dediler. Buyurdu ki;

"Öldükten sonra, namazının ona ne kazandırdığını biliyor musunuz? Namazın misali, sizden birinin kapısının önünde akan ve her gün içine beş kere girip yıkandığı suyu bol ve tatlı bir nehir gibidir. Bu (nehrin) onun üzerinde kir bıraktığını göremezsiniz. Siz ona namazının neler ulaştırdığını bilemezsiniz."(Sahih)

Ebu Hureyre r.a.'den; "Kudae kabilesinin mahallelerinden Beliy'den iki kişi vardı. Bunlardan biri Allah yolunda şehid edildi. Diğeri ise ondan sonra bir yıl daha yaşayıp vefat etti. Talha Bin Ubeydullah dedi ki; "Rüyamda sonra vefat edenin cennete şehitten önce girdiğini gördüm ve buna hayret ettim. Sabah olunca bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattım. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Sonra vefat eden onun ardından ramazan ayı boyunca oruç tutmadı mı, bir yıl boyunca altı bin şu kadar rekatlık namaz kılmadı mı?" İbni Hibban Sahih'inde bunu şu fazlalık ile rivayet etmiştir; "İkisinin arasında göklerle yer arası kadar mesafe vardır."(Sahihtir.)

Ebu Hureyre r.a.'den; "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sabah namazı vakti Bilal'e dedi ki; "Ey Bilâl! Müslüman olduktan sonra yaptığın ibadetler arasında en fazla sevap beklediğin hangisidir? Çünkü ben cennette, senin ayakkabılarının tıkırtısını önümde duydum” diye sordu. Bilâl de:

"Gece veya gündüz abdest aldıktan sonra bu abdestle kılabildiğim kadar namaz kılarım. En fazla sevap beklediğim ibadet budur, dedi."(Buhari rivayet etmiştir)

Ebu Hureyre r.a.'den; "Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Dikkat edin! Size Allah'ın onlar sebebiyle hataları sildiği ve dereceleri yükselttiği şeyleri bildireyim mi?" dediler ki; "Evet ey Allah'ın Rasulü!" şöyle buyurdu; "Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur”(Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.)

Yine Ebu Hureyre r.a. rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kim sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip gelişinde Allah Taâlâ o kimseye cennetteki yerini hazırlar"(Buhari ve Müslim)

İbni Abbas radıyallahu anhuma Allah Teala'nın; "And olsun Zikir'den sonra Zebur'da da: "Yeryüzüne salih kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık."(Enbiya 105) ayeti hakkında şöyle demiştir; "Cennete beş vakit namazı cemaat ile kılanlar varis olacaklar demektir." Yine; "İşte bunda, (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesaj vardır."(Enbiya 106) ayeti hakkında da; "Namazları cemaat ile kılanlar burada müjdelenen abidlerdir" dedi.

Namaz, Sahibini Cennette Allah'ın Cemalini Görmeye Layık Kılar

Cennetliklerin Rableri Tebarek ve Teala'yı görmeleri, işe canla başla girişenlerin ona koşuşturacağı, mücadele edenlerin onun için mücadele edeceği, yarışanların onun için rekabet edeceği bir gayedir. Böyle bir şey için çalışsın çalışanlar! Cennetlikler ona nail oldukları zaman diğer nimetleri unuturlar. Cehennemliklerin ise ondan mahrum edilmesi ve perdelenmeleri onlara cehennem azabından daha şiddetli gelecektir.

El-Hasen (el-Basrî) rahimehullah diyor ki; "Şayet âbidler kıyamet gününde Rablerini göremeyeceklerini bilseler, elbette (bunun üzüntüsünden) ölürlerdi." Yine ondan gelen diğer bir rivayette şöyle der; "elbette canları erirdi."

Arap yarımadasının abidlerinden Nafi şöyle derdi; "Keşke Rabbim, amelimin karşılığı olarak kendisine bakmamı nasip eylese ve sonra "Ey Nafi! Toprak ol" dese."

Kalıbı ve ruhuyla namazları muhafaza etmek ve nafileleri artırmanın, kalbin safâsı, nefsin tezkiyesi, vicdanın temizliği, ruhun yücelmesi ve kutsal aleme ulaşması bakımından başka şeylerde görülmeyen bir tesiri vardır. Namaz nefsi, uhrevî tecellîlerle karşılaşmaya, ilahi nefhalara yönelmeye ve özellikle de Allah Teala'yı ahirette görmeye layık hale getirir.

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rab Tebarek ve Teala'yı görmek ile namazı birbiri ile alakalandırmıştır. Cerir Bin Abdullah el-Becelî r.a. diyor ki; "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında idik. Dolunay halindeki aya baktı ve buyurdu ki;

"Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O'nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin)."

Cerir der ki: "Resûlullah, sonra şu ayeti okudu: "Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et" (Tâ-ha 13)"(Buhari ve Müslim rivayet etmiştir.)

Enes Bin Malik r.a.'den; Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Cennet ehlinin bir çarşısı vardır. Her cuma oraya gelirler. Derken kuzey rüzgârı eser, elbiselerini ve yüzlerini okşar. Bunun tesiriyle güzellikleri artar. Böylece ailelerine, daha da güzelleşmiş olarak dönerler. Hanımları:

"Vallahi, bizden ayrıldıktan sonra sizin cemal ve güzelliğiniz artmış!" derler. Erkekler de:

"Vallahi sizler de bizden sonra çok daha güzelleşmişsiniz!" derler."(Müslim rivayet etmiştir)

Onlar "Mezid günü"nde Cuma namazı vaktinde toplanmışlardır. Bazı hadislerde Allah'ın onlara o gün tecelli edeceği ve onlardan her birinin orada bulunacağı rivayet edilmiştir.

 

Namazın Terki Küfürdür.

Allah Teala müşrikler hakkında şöyle buyuruyor; "Eğer tevbe eder, namazı kılar, zekatı verirlerse onlar sizin din kardeşlerinizdir."(Tevbe 11) Yani, şirklerinden ve küfürlerinden tevbe ederler, namazların farz olduğuna inanarak kılarlar, şartlarını yerine getirirlerse ve farz olan zekatı verirlerse onlar İslam dininde kardeşlerinizdir. Ayetin mefhumu; şirkinde, namazı terk etmede veya zekatı terkte ısrar eden sizin İslam'da din kardeşleriniz değildir demektir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; "İnsanlarla "La ilahe illallah deyinceye, namazı kılıncaya ve zekatı verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde kanlarını ve mallarını benden ancak İslam hakkıyla korumuş olurlar. Hesapları ise Allah'a aittir."(Buhari ve Müslim)

Cabir Bin Abdullah r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kişi ile küfür arasında namazın terki vardır."(Müslim)

Yine buyurdu ki; "Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır."(Müslim)

Diğer metninde şöyle geçer; "Kul ile küfür arasında ancak namazın terki vardır." Diğer bir hadiste de şöyle buyurmuştur; "Bizimle onlar arsındaki ahit namazdır. Kim onu terk ederse kafir olur."(sahihtir.)

Mihcen Bin el-Edra el-Eslemî, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bulunduğu mecliste namaz için ezan okudu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem namaza kalktı, Mihcen ise yerine döndü. Ona; "Sen müslüman değil misin? Neden bizimle namaz kılmıyorsun?" buyurdu. Dedi ki; "Ben evde kılmıştım" bunun üzerine Rasulullah şöyle buyurdu; "önceden kılmış olsan da buraya geldiğinde insanlarla beraber namaz kıl."(Sahih) bunun anlamı; "Eğer müslüman isen kılarsın" demektir.

Müminlerin emiri Ömer Bin el-Hattab r.a. dedi ki; "Namazı terk edenin islamdan bir nasibi yoktur." Diğer bir rivayette şöyle demiştir; "Namazı terk edenin İslam'da bir hakkı yoktur."

İbn Mesud r.a. dedi ki; "Namazı terk edenin dini yoktur."(Hasendir.)

Abdullah Bin Şakik Ebu Hureyre r.a.'den rivayet ediyor; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabeleri namazın terki dışında bir amelin terkini küfür olarak görmezlerdi."(Sahihtir)

Ebud Derda r.a.'den; "Namazı olmayanın imanı, abdesti olmayanın da namazı yoktur."(sahihtir.)

İbrahim en-Nehaî dedi ki; "Namazı terk eden kafir olmuştur." Eyyub dedi ki; "Namazı terk edenin kafir olduğu konusunda ihtilaf edilmemiştir."

İmam Ahmed rahimehullah dedi ki; "Kişinin namaz kılmayan, cünüplükten gusletmeyen ve Kuran öğrenmeyen eşiyle kalmasının helal olmamasından korkarım."

İbnul Cevzi rahimehullah diyor ki; "Bedeni sıhhatli olmasına rağmen namaz kılmayanın şahitliği geçersizdir. Müslümanın onu yedirmesi, kızını onunla evlendirmesi, onunla aynı çatı altına girmesi helal olmaz."

Farz olduğuna inandığı halde tembelliğinden dolayı namazı terk edenin küfrünün dinden çıkaran küfür olmasında alimler ihtilaf ettiler. O halde biz namazı terk edenin kulağına şunu fısıldayalım;

Tevhid dini olan İslam dinine mensup olman ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetinden olmanın alimler arasında ihtilaf sebebi olması seni razı eder mi? Bir grup alim; "Sen kanı, malı helal olan kafirsin, müşriksin, sen yaşamayı hak etmiyorsun! Müslümanların veliyul-emri seni mürted olduğun için öldürmelidir. Senin müslüman bir kadınla evlenmen caiz değildir. Şer'an çocuklarının velisi de olamazsın. Sen ne varis olabilir, ne de miras bırakabilirsin. Sen ölünce yıkanmaz, cenaze namazın kılınmaz ve Müslümanların kabristanına gömülemezsin! Sen firavun, haman, Ubey Bin Halef ve diğer din düşmanlarıyla beraber sonsuza kadar cehennemde kalacaksın" derlerken, diğer bir grup alim; "Bilakis sen (kafir olmasan da) fasık, isyankar, günahkar birisin. Namazı terk etmede ısrar edersen ceza olarak öldürülmen gerekir!.." diyor.

Namazın Terki En Büyük Günahtır

Muhammed Bin Nasr el-Mervezî'den; İshak (Bin Rahuye) şöyle dedi; "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den namazı terk edenin kafir olduğuna dair rivayetler sahih olarak sabit olmuştur. Aynı şekilde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabından ilim ehli, özürsüz olarak kasten bir namaz vaktini kılmadan geçirenin kafir olduğu görüşündedirler."

İmam İbn Hazm rahimehullah der ki; "Şirkten sonra vakti çıkıncaya kadar namazın kılmamaktan ve haksız yere bir mümini öldürmekten büyük bir günah yoktur."

Muhakkik İmam İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah diyor ki; "Müslümanlar farz namazın kasten terk edilmesinin en büyük günah olduğunda ihtilaf etmemişlerdir. O Allah katında, bir kimseyi öldürmenin günahından, hırsızlıktan, zinadan ve içki içmekten daha büyük bir günahtır. Namazı terk eden, Allah'ın gazabına, dünyada ve ahirette aşağılanmaya maruzdur."

İmam Zehebi rahimehullah diyor ki; "Namazı vaktinden erteleyen büyük günah sahibidir. Bir vakit namazı hiç kılmayan zina etmiş veya hırsızlık yapmış gibidir. Zira namazı terk etmek veya onu kaçırmak büyük günahtır. Bunu yinelerse o büyük günah ehlinden olur. Ancak tevbe ederse o başka. Şüphesiz namazı terk etmeye devam etmek, onu hüsrana uğrayan bahtsız mücrimlerden yapar."

Namazın Terki Nifaktır

Allah Teala buyuruyor ki; "Şüphesiz münafıklar Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; halbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler."(Nisa 142) Yani; onlar gösteriş için namaz kılarlar ve bu onlara ağır gelir. Ondan sevap ummazlar ve terkinden dolayı uğrayacakları cezaya inanmazlar.

İbn Abbas r.a.'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Kişinin namaza üşenerek kalkması çirkin görülmüştür. Lakin güler yüzle, azimle, istekle ve sevinerek kalkması gerekir. Çünkü Allah ile münacat yapacaktır. Allah şüphesiz kendisine yöneleni affeder ve dua ederse duasını kabul eder."

Allah Azze ve Celle münafıklar hakkında şöyle buyurur; "Onların harcamalarının kabul edilmesini engelleyen, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmeleri, namaza ancak üşenerek gelmeleri ve istemeyerek harcamalarından başka bir şey değildir."(Tevbe 54)

İbn Abbas r.a. diyor ki; "Onlar eğer cemaat arasında olurlarsa namazı kılarlar. Yalnız iken ise kılmazlar." Onlar namazın sevabını ummazlar ve terk etmenin cezasından korkmazlar. Nifak ibadette üşengeçlik meydana getirir. Onların namaza rağbeti sadece insanların hoşnutluğunu kazanmak, iman ettikleri görüntüsü vermek, kınanmaktan kaçmak ve ganimet kazanmak içindir. Onlar namaza kalktıklarında üşenerek kalkar ve onu da huşu ve kalp huzuru ile kılmazlar. Onlar Yaratıcıdan yaratılmışlara kaçanlardır! Tıpkı Allah Teala'nın onlar hakkında buyurduğu gibi; "Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, Ve hayra da mâni olurlar."(Maun 4-7)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı geciktirenleri şöyle kötülüyor; "Bu münafığın namazıdır! –bunu üç defa tekrarladı – biriniz oturur, güneşi gözetler, şeytanın boynuzları arasına gelince – veya; şeytanın boynuzları üzerine gelince dedi – kalkar ve gagalar gibi dört rekat kılar ve onda da Allah'ı çok az zikreder"(Müslim)

En kötü münafık bile namazı üşenerek kılar, vaktini geciktirerek de olsa kılarken, ya hiç namaz kılmayanın, alnını Allah için secdeyle tanıştırmayanın hali ne olur !!?

Abdullah Bin Mesud r.a. cemaat ile namaz hakkında şöyle diyor; "Ancak münafıklığı bilinenlerin cemaatten geri kaldığını görürdük. Hasta olan adam bile iki kişi arasında gelir safa dururdu."(Müslim)

İbn Ömer r.a. dedi ki; "Biz bir kimseyi sabah ve yatsı namazlarında göremezsek onun hakkında kötü zanda bulunurduk."(Sahihtir)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıkların yatsı namazı ile ilgili durumu hakkında şöyle buyurmuştur; "Şayet onlardan biri yağlı bir kemik bulacağını bilse mutlaka gelirdi."(Müslim) Yani; şayet alabilecekleri bir dünyalık görseler ve buna emin olsalar mutlaka gelirler. Yine onların işlerinden ve adetlerindendir ki; "Haydi şehvetlere gelin" desen, koşa koşa gelirler. Ama haydi namaza deyince üşenerek kalkarlar. Onlar günah konusunda sebatlıdır fakat taat konusunda hareketsizlikte sebatlıdırlar.

Ebu Hureyre r.a.'den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. Şayet bu namazlarda olanı bilselerdi, sürünerek de olsa gelirlerdi. Ezan okutup namaza başlamayı, sonra halkın namazını kıldırması için yerime birini bırakmayı, sonra da beraberlerinde odun desteleri olan bir grup  erkekle namaza gelmeyenlere gitmeyi ve evlerini üzerlerine yıkmayı düşündüm."(Buhari ve Müslim)

Kurtubi rahimehullah diyor ki; "Yatsı namazına gelmelerinin ağır gelmesi, gündüz çalıştıklarından yoruldukları içindir. Sabah namazında ise uyku daha tatlı geldiğinden ağır gelir. Şayet kılıç korkusu olmasa yine gelmezlerdi."

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in onlar hakkında şöyle demesi ne kadar doğrudur; "Şüphesiz Allah her kibirli kaba saba kimseden, oburdan, sokaklarda bağıran, geceleri ceset gibi yatan gündüzleri merkep gibi çalışandan ve dünya işlerinin alimi olup ahiret işlerinin cahili olan kimseden nefret eder."(Sahihtir)

Münafıklar geceleri odun, gündüzleri gürültücü olur. Gece karanlığı onları örtünce odun gibi uyurlar. Ne Allah'ı zikrederler ne de namaz kılarlar. Sabah olunca dünya hırsı ve tamahı ile gürültüye başlarlar. Bu yüzden onlar hakkında; "Gece ceset gibi yatan, gündüzleri merkep gibi olan" buyrulmuştur. Böyle denmesinin sebebi, gün boyunca dünya işi için çalışıp gece boyunca da ölü gibi hareketsiz yattıkları içindir. Katade r.a. diyor ki; "Münafık gece kalkamaz"

Münafıklar, kıyamet gününde müminlerin rablerine yaptıkları secdelere katılmak isteyecekler, buna güç yetiremeyeceklerdir. Onlardan her hangi biri secde etmeye çalıştıkça sırt üstü kapaklanacaktır. Zillet ve aşağılık içinde kalacaklardır. Allah Teala buyuruyor ki; "O gün baldırdan açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler. Gözleri horluktan aşağı düşmüş bir halde kendilerini zillet bürür. Halbuki onlar, sapasağlam iken de secdeye davet ediliyorlardı (fakat yine secde etmiyorlardı)."(Kalem 42-43)

Namazın Terki, Karalık, Karanlık ve Dünya İle Ahirette Helak Sebebidir

Namazı terk etmek, kalbi karanlıklaştırır ve yüzü karartır. Zira taat nurdur, günah karanlıktır. Karanlık kuvvetlendikçe şaşkınlık artar. Öyle ki namazı terk eden yalnız başına karanlığa çıkan kör bir kimse gibi farkında olmadan sapıklıklara düşer. Bu karanlık kuvvetlendikçe gözde belirir, sonra yüzü kaplar. Basiret ehlinin fark edeceği şekilde kararır. İşte o zaman kendisiyle hayırlı insanlar arasında bir soğukluk meydana gelir. Bu soğukluk arttıkça onlardan uzaklaşır, onlardan faydalanma bereketinden mahrum kalır. Rahman'ın taraftarlarından uzaklaştığı oranda şeytanın taraftarlarına yakınlaşır. Bu hal, Cebbar ve Melik olan Allah'a arz olunacağı günde kötü arkadaşlarla beraber olmaya ve şerlilerden olmaya kadar sürer; "İşte onlar şeytanın yandaşlarıdır. İyi bilin ki şeytanın yandaşları hep kayıptadırlar."(Mücadele 19)

Abdullah Bin Amr r.a. peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor; "Kim namazı muhafaza ederse onun için kıyamet gününde bir nur ve bir burhan olur. Namazı muhafaza etmeyen için ise kıyamet gününde nur, burhan ve kurtuluş olmaz. O kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve Ubey Bin Halef ile beraber olur."(sahihtir.)

Bazı ilim ehli şöyle der; “Namazı terk eden bu dört kimseyle haşrolunur. Çünkü namazı terk edeni, ya malı, ya reisliği, ya memuriyeti, ya da ticareti engeller. Namaz kılmaktan malı engelleyenler Karun’la beraber, saltanatı engelleyenler Firavunla beraber, memuriyet ve vezirliği engelleyenler, Haman ile beraber ve ticareti engelleyenler Mekke kafirlerinin tüccarı olan Ubey Bin Halef ile beraber haşrolurlar.”

Allah'ın peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve Salihlerle arkadaşlık ile nimetlendirmesini, yukarıda sayılanlara arkadaşlık karşılığında satanlar ne kadar akılsız kimselerdir! Allah'ın gazabı ve laneti onlar üzerinedir. Onlar için kötü bir varış yeri olan cehennem hazırlanmıştır!

Namazı Terk Etmek Kötü Sona Sebeptir

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; "Ameller ancak sonuçları iledir" buyurmuştur.(Buhari)

Yine buyurmuştur ki; "Her kul hangi halde öldüyse onunla diriltilir"(Müslim)

Namazı kötü kılmak kötü sonu hazırlayan sebeplerden olunca, onu hiç kılmamak nasıl olur?!! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem rükusunu tam yapmayan, secdesini de gagalar gibi yaparak namaz kılan birini görünce şöyle buyurur; "Şayet bu durumda ölseydin, Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) dini dışında bir din üzere ölmüş olurdun."(Hasendir)

Namazı terk edenlerin ölüm hallerine şahid olan nice kimseler bundan ibret almışlar, durumun ciddiyeti onlara gizli kalmamıştır. Kalbi Allah'ın zikrinden gafil olan, hevasına uyan ve işi ihmalkarlık olan kimse nasıl güzel sona muvaffak olabilir? Namazı zayi eden ve onu terk etmekte ısrar eden kimse nasıl kötü sona uğramaz?!!

Namazı Terk Etmek Kabir Azabına Sebeptir

Allah Teala buyuruyor ki; "Kim de benim ‘zikr’imden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır” (Tâhâ, 124) Bu ayette geçen sıkıntılı geçim ifadesi kabir azabı olarak tefsir edilmiştir. Şüphesiz kabir azabı sıkıntılı hayattandır ve Allah onu dünyada, berzahta ve kıyamet gününde zikrinden yüz çevirenlere musallat edecektir. İbnul Kayyım rahimehullah diyor ki; "Allah Teala'nın; "İyiler muhakkak cennettedirler, Kötüler de cehennemdedirler."(İnfitar 13-14) ayetini yalnızca kıyamet gününe has zannetme. Aksine onlar hayatlarının üç devresinde de nimetler içinde, diğerleri ise hayatlarının üç devrelerinde de azaptadırlar."

 Namazı terk eden, cehennem ehli günahkarların amelini işlemektedir. Şayet Allah'a Nasuh tevbesi ile tevbe edemeden ulaşırsa Allah korusun kötü son ile ölür. Sonra kötü ameli ona kabrinde arkadaşlık etmek için gelir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem günahkar kimsenin gömüldükten sonraki durumu hakkında şöyle buyurmuştur;

"Ona çirkin suratlı, çirkin elbiseli, kötü kokulu bir adam gelir ve der ki; "Kötülüklerinle müjdelerim seni. Bu senin vaad olunduğun gündür." O da; "Allah da seni şer ile müjdelesin. Sen kimsin? Yüzün ancak şer getiren kimsenin yüzü gibidir" der. "Ben senin pis amelinim" diye karşılık verir."(Sahihtir.)

Kıyamet gününe kadar elim azap içinde kalır. Semura Bin Cundeb r.a.'den; Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Gece iki kişi gelip elimden tutup götürdüler…" bu şekilde başlayan hadiste şu ifadeler de geçer; "Derken uzanıp yatmakta olan bir adamın yanına vardık. Bir adam onun başucunda durmuş bir kayayı başına atıyor ve onun başını taş yarıyordu. Taş yuvarlanıp gidiyor, tekrar gelip onu yakalıyordu. Bakıyor ki başı tekrar eski haline sapasağlam olarak gelmiş. Yine vuruyor, yine yarılıyor. Taş geliyor ve onu eski halinde sapasağlam buluyor…" hadis böyle devam ediyor. iki melek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gördüğünü şöyle açıklıyorlar; "Hani o gördüğün o başı taşla yarılan adam var ya, o adam Kuran'ı alıp okumadan bir kenara bırakıyordu. Farz namazdan yana uykudaydı, kılmıyordu."

Namazı Terk Etmek "Sekar" Ashabının Şiarıdır

"Sen biliyor musun sekar nedir? Hem (bütün bedeni helâk eder, hiçbir şey) bırakmaz, hem (eski hale getirip tekrar azap etmekten) vazgeçmez o. İnsanın derisini kavurur. Üzerinde on dokuz (muhafız melek) vardır.`(Müddessir 27-30)

"Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir; Ancak sağdakiler başka. Onlar cennetler içinde günahkârların durumunu sorarlar. Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir? Diye Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk`(Müddessir 38-45)

Namazı terk edenler sekar'dadır. Allah Azze ve Celle'ye rüku etmekten kibirlenenler ve namaz vakitlerini geçirenlere veyl vardır. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; "Onlara "Ruku edin" denildiginde rukua varmazlar. O gün, (hakikatleri) yalan sayanlara veyl vadır!"(Mürselat 48-49)

"Fakat veyl o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar."(Maun 4-5)

Namazı zayi ve ihmal edenlere "el-gayy" vardır. Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; "Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler; bunlar da Gayya kuyusunu boylayacaklardır."(Meryem 59)

Ey namazı terk eden! Bir günde beş vakit namaz kılmanın sayılamayacak kadar çok olan faziletleri, irin içmekten, demirlerle doğranmaktan ve şiddetli azaba düçar olmaktan daha iyi değil mi?

Namazı Terk Etmek Şehvetlere Batmanın Sebebidir

Burada namazı zayi etmenin, şehvetlere batmanın, hatalarla kirlenmenin sebebi olduğu açıklanacaktır. Nitekim Allah Teala, babaları hidayet üzere iken, namaza sarılmışlar, onu muhafaza etmişlerken ve Allah'a yakın kimseler iken arkalarından gelen neslin namazı terk ettiklerini haber vermiştir; "Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler; bunlar da Gayya kuyusunu boylayacaklardır."(Meryem 59)

Namazı terk eden herkes mutlaka şehvetlerinin kölesi olmaktadır. Bir kötülüğü diğer bir kötülük takip eder.

İmam Beyhaki rahimehullah der ki; "Peygamberler ve öncekiler, kendilerine Rahman'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapandıkları zikrediliyor ve övülüyorlar. Sonra da onların yolundan ayrılıp kötülenenler zikrediliyor; "Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler." Sonra varacakları kötü akibeti haber veriyor; "bunlar da Gayya kuyusunu boylayacaklardır." Yani – Allahu a'lem – namazı terk ederek işlerini düzeltmediler lakin yoldan döndüler. Onlar böyle devam ettikçe bir fesattan diğer fesada düştüler. Yoldan sapıp da bir helakten diğer helake sürüklenen kimse gibi fesadının sonu gelmez. Bu bize namazın değerinin büyüklüğünü ve ibadetler arasındaki önemli yerini gösteriyor. Vallahu a'lem"

Namazın faydalarından birisinin hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyması olduğu gibi, hayasızlık ve kötülük de namazdan alıkoyar. Bu hayasızlık ve kötülükler; insanı şehvetlere köle eden, namazdan alıkoyan içki ve kumar gibi şeyleri getirir. Allah Teala buyuruyor ki; "Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?"(Maide 91) Bu sebeple sarhoş olmak yüzünden namazı terk eden kimsenin musibeti büyük olmuş ve cezası katlanmıştır;

Abdullah bin Amr r.a.'dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; "Kim sarhoşlukla bir defa namazı terk ederse, dünyayı ve içindekileri çalmış gibidir. Kim sarhoşluk sebebiyle dört defa namazı terk ederse Allah'ın onu tıynetul habaldan içirmesi hak olur." Denildi ki; "Tıynetul habal nedir ey Allah'ın Rasulü?" buyurdu ki; "Cehennemliklerin akıntılarıdır."(sahihtir)

Namazı Terk Etmek Musibet Ve Beladır

Nevfel Bin Muaviye r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Kim namazı kaçırırsa sanki o ailesini ve malını yitirmiş gibidir.”(sahihtir)

Abdurrazzak’ın rivayetinde hadisin metni şu şekildedir; “Şüphesiz birinizin ailesini ve malını yitirmesi namaz vaktini kaçırmasından hayırlıdır.”

İbn Ömer r.a.’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “İkindi namazını kaçıran sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.”(Buhari ve Müslim)

Ailesinden ve malından eksilenin buna şiddetle üzülmesi gibi, namazı kaçıran işlediği günahtan ve kaçırdığı sevaptan ötürü üzülmelidir.

Bureyde r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittim; “Kim ikindi namazını terk ederse amelleri boşa gider, iptal olur.”(Buhari)

Nitekim Allah Azze ve Celle zikrinden yüz çevirenleri şöyle tehdit ediyor; “Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”(Taha 124)

Namazı terk eden, Allah ile harp halinde olma, hayatının kötüleşmesi, kalbinin kirli olması, zihninin dağılması, fakirlik, durumunun bozulması ve daha şiddetli ve aşağılayıcı olan ahiret azabı ile müjdelenmektedir.

Namazı terk ederek günah işleyenlerin, mesuliyetinin önemini, yaptığının kötülüğünü hissetmeyen ve Allah’ın cezalandırmasını umursamayan kimselere dönüştüğü görülmektedir. “Ölümünü duyurmak ölüyü yaralamaz.” Bil ki akibetlerin en şiddetlisi bilinen fakat ihmal edilendir. Zira sahibi musibetinden gafildir. O sarhoş veya uyuşturulmuş gibi acının farkında değildir. Kendisini bundan kurtarmaya da çalışmaz. Allah Teala buyuruyor ki; “Allah'ı unutan ve bu yüzden Allah'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”(Haşr 19) “Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!”(Tevbe 67) Allah Azze ve Celle’ye itaate ilgisiz kaldıkları için Allah onların kalplerine gaflet musallat eder ve tevbeye de muvaffak kılınmazlar.

Ebu Hureyre ve İbn Ömer r.anhum rivayet ediyorlar; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minberi üzerinde şöyle buyurdu; “Ya bazı kimseler cemaati terk etmeye son verecekler ya da Allah onların kalplerini mühürleyecek ve gafillerden olacaklardır.”(Müslim). Böylece ahiretlerini harap etseler de dünyalarını ıslah etmek için çalışacaklar ve yaptıklarını da güzel zannedecekler.

El-Hasen (el-Basrî) dünya ehli hakkında diyor ki; “Vallahi onlardan biri dünya için dirhem ödeneceğini duysa sana ağırlığını haber verir de namaz kılmayı güzel bulmaz.”

Ebu Bekir Bin Ayyaş dedi ki; “Dünyayı sevenlerin miskini, parasını düşürse “Biz Allah’tan geldik ve yine ona dönücüleriz” diyerek gününü karartır da ömründen ve dininden eksilene üzülmez.”

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in dualarından birisi de şöyle idi; “Musibetimizi dinimiz hakkında kılma!”(Hasendir)

Kul kaçırdığı her şeyi telafi edebilir ama Allah’ın hakkını kaçırırsa asla onu telafi edemez. Şöyle bir kudsi hadis rivayet edilmiştir; “Ey Ademoğlu! Seni bana ibadet etmen için yarattım, oyalanma! Rızkına kefil oldum boşa yorulma! Ey Ademoğlu! Beni istersen bulursun. Beni bulduğunda her şeyi bulmuşsun demektir. Beni kaybedersen her şeyi kaybedersin. Ben sana her şeyden daha sevgiliyim.”

Namazı Terk Etmek, Şeytanın Kulu Eline Geçirmesine Sebeptir

Allah Teala buyuruyor ki; “Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! der. Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız." denir.”(Zuhruf 36-39)

Kim namazı zayi ederse Allah da onu zayi eder, onu terk eder ve şeytanı ona arkadaş yapar. O ondan ne otururken ne giderken ayrılmaz. O onun dostu ve kardeşi olur. Ne kötü bir dost ve ne kötü bir kardeş! Hastalık kalbine yerleşerek orasını mesken edinir. Onu şöyle diyerek karşılar ve selamlar; “Sana ne dünyada ne de ahirette kurtulamayacağın bir arkadaş olarak verildim.”

Ebud Derda r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Herhangi bir yerde üç kişi bulunur da içlerinde namaz kılan olmazsa şeytan onları ele geçirir. Size cemaati tavsiye ederim. Zira kurt ancak (sürüden) uzaklaşanı yer.”(Hasendir.)

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın insanın kurdu ve en şiddetli düşmanı olduğunu beyan etmiştir. Tıpkı kuşun yükseldikçe afetlerden uzaklaşması ve alçaldıkça afetlere yaklaşması gibi koyun da çobana yakın oldukça kurttan selamette olur ve çobandan uzaklaştıkça da helake yaklaşır. En güvence de olan koyun çobana en yakın olandır. Kurt ancak çobandan en uzakta olan koyunu alır.

Selef’ten biri der ki; “Kulu Allah subhanehu ile şeytan arasına atılmış gördüm. Allah’tan uzaklaştıkça şeytana yaklaşır, Allah’a yaklaşırsa şeytan ona güç yetiremez.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, şeytanın mümini Allah’ın zikrinden ve namazdan alıkoymak için yaptığı tuzaklardan birini ve bu tuzağı nasıl iptal edeceğimizi bize göstererek açıklamıştır. Ebu Hureyre r.a. rivayet ediyor; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Şeytan sizden birinin başı tarafına oturur ve o kimse uyursa üç düğüm atar. Her düğümü atarken; “sen yat gece uzundur” der. Eğer uyanır ve Allah’ı zikrederse bir düğüm çözülür. Eğer abdest alırsa ikinci düğüm de çözülür. Eğer namaz kılarsa düğümlerin hepsi çözülmüş olur. Sabah olduğunda zinde ve gönül hoşluğu içinde sabahlar. Bunları yapmazsa kötü bir halde ve tembellikle kalkar.”(Buhari ve Müslim)

Uyuyup da namaz kılmayan şeytanın düğümlerine ve vesveselerine teslim olur. Nefsini düşmanının eline kendisi teslim etmiş olur. İbn Mesud r.a.’den; “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında birisinden bahsedildi ve; “O sabaha kadar uyur, namaza kalkmaz” denildi. Buyurdu ki; “Şeytan onun kulaklarına bevletmiştir.”(Buhari) İbn Hibban’ın rivayetinde onun farz namazı kılmadan uyuduğu geçmektedir.

Anlamı şudur; şeytan onu ele geçirmiş ve onu bevlini edeceği bir helâ gibi hafife almıştır. Bir şeyi önemsemeyenlerin adeti onun üzerine bevl etmektir.

Namazı Terk Etmek Emanete Hıyanettir

Allah Teala buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”(Enfal 27) Bütün günahlar ve özellikle en önde namazın terki Allah Azze ve Celle’ye hıyanettir.

Allah Subhanehu buyuruyor ki; “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”(Nisa58)

Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.”(Ahzab 72)

Allah Teala müminleri vasfederken şöyle buyuruyor; “Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler”(Muminun 8, Mearic 32)

Buradaki manası ile emanet, mücerred olarak emanet edilen bir şeyi korumaktan daha geniş kapsamlıdır. O da Allah’ın kullarına emanet ve emrettiği dinî yükümlülüklerdir. Bunları yerine getirdikleri zaman emaneti ödemiş olurlar, yapmadıkları zaman da cezasını görürler. Ebul Âliye diyor ki; “Emanet; emrolunan veya yasaklanan şeylerdir.”

Namaz Allah’ın bize korumamızla mükellef kıldığı emanetlerin en önemlisidir. Onu zayi eden Allah Azze ve Celle’ye ihanet etmiş ve ahdini bozmuş olur:

Allah'ın size olan nimetini, "Duyduk ve kabul ettik" dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın.”(Maide 7)

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Emaneti olmayanın imanı yoktur. Ahdi olmayanın da dini yoktur.”(Sahihtir.)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir kimseyle vedalaşırken; “Dinini, emanetini ve amelinin sonucunu Allah’a emanet ederim” derdi.(Sahihtir.) Böyle derdi çünkü yolculuk meşakkatli olduğundan bazen bazı şeylerden alıkoymaktadır.

Namazı Terk Etmek, Peygamberlere, Meleklere Ve Diğer Salih Kullara Karşı Bir Suçtur

 Zira teşehhüdde şöyle demek gerekmektedir; “Allah’ın Salih kullarına selam olsun” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Bunu söylediği zaman gökte ve yerde olan bütün Salih kullara ulaşır.”(Buhari ve Müslim) Namazı terk eden, Allah’ın Salih dostlarına ulaştırılan bu güzel selamı da terk etmiş olacaktır.

Namazı Terk Etmek İki Cihanda Allah’ın Cezasına Düçar Olur

Muaz radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şunu tavsiye etti; “Öldürülsen ve yakılacak olsan da Allah’a hiçbir şeyi ortak koşma! Sana aileni ve malını elinden çıkarmanı emretseler de ana babana isyan etme. Farz namazı kasten terk etme! Zira kim farz bir namazı kasten terk ederse Allah’ın zimmetinden uzak olur.”(Hasen ligayrihi)

Yani; dünyada azarlanmayı hak etmekten ve kınanmaktan yana, ahirette de cezayı hak etmekten yana Allah Teala’nın güvencesinde olmaz. İbn Hacer der ki; “Bu, onun hürmetinin düşmesine kinayedir. Zira bunu terk etmesiyle kendini hapsedilme cezasına, alimlerden bir topluluğa göre de kafir olarak değil de namazı zaruri vaktinden çıkarmasından dolayı had cezası olarak öldürülmesine arz etmiş olur. Zamanımızdaki İmamlarımıza göre iş böyledir. İmam Ahmed Bin Hanbel ve diğer alimlere göre ise o kafir olarak öldürüldüğünden cenaze namazı kılınmaz ve Müslümanların kabristanına gömülmez.”

BAZI LÜZUMLU TENBİH VE TAVSİYELER

Dinde Fakih Olmaya Çalışmak

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “İlim talep etmek her müslümana farzdır.”(Hasendir.) Burada bahsedilen ilim, kendisiyle farzların yerine getirildiği ilimdir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah kimin hayrını dilerse onu dinde anlayışlı (fakih) kılar.”(Buhari ve Müslim) O halde ey Müslüman kardeşim, din fıkhını öğrenmeye koş! İbadetinin özellikle de namazın nasıl doğru olacağını öğren. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur; “Namazı, benim nasıl kıldığımı görüyorsanız öyle kılınız.”(Buhari ve Müslim) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu ancak alimlere sorularak ya da ilim kitaplarını mutalaa ederek öğrenilir. Özellikle taharet ve namaz bilgileri Şeyh Nasıruddin el-Albanî’nin Sıfatu Salatin Nebi (Peygamber S.a.v.’in Namaz Kılma Şekli) adlı eseri gibi kolay öğrenilebilecek şekilde özetlenmiştir.

Namaz Konusunda Nasihatleşmek

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi “Din, nasihat” olduğundan ve namazında dindeki yeri aşikar olduğundan dolayı namaz hakkında kusurlu olanı gördüğünde ona nasihat etmesi ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazı düzgün kılmayan kimseye yaptığı gibi öğretmesi müslümana vaciptir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem düzgün namaz kılmayan kimseye; “Dön ve namaz kıl. Sen namaz kılmış olmadın” buyurmuş, bu üç sefer tekrar etmiş sonunda şöyle demiştir; “Seni hak ile gönderene yemin olsun bundan güzelini beceremiyorum. Bana öğret!” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona namazın gereklerini öğretmiştir.(Bu rivayeti Buhari ve Müslim nakletmiştir.)

Meymun Bin Mihran der ki; “Bir kimsenin namazı düzgün kılmadığını gören ve onu nehyetmeyen kimse, onu yılan ısıracakken uyur halde görüp de uyandırmayan gibidir.” İmam Ahmed Bin Hanbel’e nisbet edildiğine göre şöyle demiştir; “İyi bilin ki, bir kimse namazı güzelce ahkamına göre kılar, sonra namazı düzgün kılmayan veya onu zayi eden birini görür de sükut ederse, ona namazdaki hatasını bildirmez, bundan nehyetmez ve nasihat etmezse onun kötülüğüne ortaktır. Eğer nehyetmez ve nasihat etmezse namazını güzel kılan da kötü kılanın kötülüğüne ortaktır.”

İbn Kesir diyor ki; “Haccac b. Yusuf, bir defasında Said b. Müseyyeb'in yanı başında namaz kıldı. Haccac, o zamanlar yetkisi olmayan bir kimseydi. Namazda imamdan önce elini kaldırıyor ve yine imamdan önce secdeye varıyordu. Selam verdikten sonra Said b. Müseyyeb, onun abasının yakasından tuttu. Namaz sonrası zikrine devam etti. Haccac da yakasını onun elinden kurtarmaya çalışıyordu. Nihayet Said, zikrini tamamladı ve Haccac'a dönüp şöyle dedi:

"Ey hırsız, ey hain! Sen namazı böyle mi kılarsın? Namazı bu şekilde kılarken şu ayakkabıyla senin suratına vurmak istedim." Haccac, ona cevap vermedi, çekip gitti. Haccını yaptı, sonra dönüp Şam'a gitti. Bilahare vali olarak Hicaz'a geldi. İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra vali olarak Medine'ye geldi. Mescid-i Nebevî'ye gir­diğinde Said b. Müseyyeb'in etrafında insanlar oturmuşlardı. Haccac, ona doğru gitti. İnsanlar, Said'e zarar vermesinden korktular. Gidip Said'in önünde oturdu ve ona:

"O sözlerin sahibi sensin değil mi?" de­di. Said de eliyle göğsüne vurup:

"Evet." dedi. Haccac da ona:

"İyiliği öğretip iyi yolda terbiye verdiğin için Allah sana hayır mükafat ver­sin. Senden sonra her namaz kılışımda, bana söylemiş olduğun o söz­leri mutlaka hatırlardım." dedi. Sonra kalkıp gitti.”

Eğer namazdan çalanın suçunu bir düşünürsen velayetin altında olanlara bu suçun bulaşmasını istemezsin ve kendine olan şefkatin seni ona nasihat etmemekten alıkoyar. Zira yöneticiler bozulursa yönetilenler de bozulur. Fudayl Bin Iyaz diyor ki; “Malik Bin Dinar birisinin namazını düzgün kılmadığını gördü ve; “Onun çoluk çocuğuna acıyorum” dedi. Deiler ki; “Ey Eba Yahya! O namazını düzgün kılmıyor fakat sen çoluk çocuğuna acıyorsun öyle mi?” dedi ki; “Bu onların büyüğüdür. Onlar bundan bu şekilde öğreniyorlar.”

Namazı İlk Vaktinde Kılarak Muhafaza Etmek

Allah Teala buyuruyor ki; “Namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır.”(Nisa 103) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Amellerin en faziletlisi vaktinde kılınan namazdır.”(Buhari ve Müslim)

Kuran ve Sünnette namazı ikame etmekle geçen bütün naslar namazı ilk vaktinde kılarak muhafaza etmeyi kastetmektedir.

Allah Teala buyuruyor ki; “Sonra bunların arkasından bozuk bir güruh geldi, namazı ziyan ettiler ve şehvetlerinin ardına düştüler; bunlar da Gayya kuyusunu boylayacaklardır. “(Meryem 59)

Ömer Bin Abdulaziz rahimehullah der ki; “Namazın zayi edilmesi terk edilmesi değil, vaktini zayi etmektir.” Mesruk rahimehullah da şöyle der; “Bir kimse beş vakit namazı muhafaza etmezse gafillerden yazılır. Onu vaktinde kılmayarak geri kalmak ise helaktir.”

Allah Teala buyuruyor ki; “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.”(Maun 4-5) Sa’d Bin Ebi Vakkas r.a. der ki; “Namazı vaktinden çıkıncaya kadar ciddiye almazlar.” Oysa bu namaz kılan kimselerdendir. Namaz kılarak veyl’den kurtulurlar fakat vaktinde kılmayanlar veyl’i hak ederler.

Sabah Namazını Mescitte Cemaatle Kılmaya Devam Etmek

Eğer Müslümanlar topluluğu olarak Allah Azze ve Celle yanında ihmalkarlığımızın boyutunu kıyaslamak istersen sabah namazındaki safların boşluğuna bak. Ancak Allah’ın merhamet ettiği azınlığı göreceksin. Allah Teala’nın şu ayetini bir düşün; “Ne yazık şu kullara!”(Yasin 30) Sanki sabah namazı bizden başkalarına farz kılınmış, sanki sabah namazı bizden kaldırılmış gibi! Hayır! Aksine kalpler katılaşmış, gözler donmuş, gayretler dinmiş!

İslam’a mensup olanlar arasında nispeten namaz kılanlar ne kadar azaldı! Namaz kılanlar arasında da cemaate katılanlar azaldı. Sabah namazını mescitte cemaatle kılanlar ise daha az. Hatta evlerinde yalnız namaz kılanlar da daha az. Aman ya rabbi! İslam ehlinin uğradığı musibet nedir?! En hayırlı olan bu ümmetin uğradığı bela nedir?!

Günahlarımızın bize musallat edilmesi ve merhamet olunmamamız Allah’ın adaletinden değil midir? Durumumuz böyle olduğu halde bizim izzet, yardım ve temkin umuyor olmamız, Kerim olan Rabbimiz ile aldanmamız demek değil midir?!

Gafletten uyanacak mısın? Yoksa uyumaya devam mı edeceksin? Ya da bu donukluk ve sönüklükten hareket ve gayrete geçecek misin?

Ölümden hayata, katılık ve durgunluktan uyanış ve canlanışa geçmeyecek misin? “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”(Ra’d 11) Şüphesiz kurtuluşa ve temkine giden yol mihraptan başlar. Allah ile beraber ıslahata girişmemiz, üzerimize gazabı inmeden öfkesi bize mustehak olmadan önce O’na yönelmemiz zorunludur.

Sabah Namazını Muhafaza Etmeye Götüren Sebepler

Birincisi: kalp hastalıklarını araştırmak, teşhis etmek ve çaresini bularak tedavi etmek. Zira kalp düzelirse bütün vücut düzelir. O, kendisi doğru olursa organlardan oluşan ordusunun da doğru olacağı bir komutandır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir; “Kulun imanı, kalbi düzgün olmadıkça düzgün olmaz.” Kalpteki iman ağacını Kuranı Kerim besler, Allah’ı zikretmek sular, Allah’ın hududlarını korumak ve emir ve yasaklarını gözetmek onu gövdesi üzerinde ayağa kaldırır.

İkincisi: genel olarak namazı ve özel olarak da sabah namazını muhafaza etmeye teşvik eden ayet ve hadisleri okumak. Nitekim bir kısmı daha önce nakledildi. İşte sana onlardan bazıları daha;

Allah tebarek ve Teala buyuruyor ki; “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.”(İsra 78) Sabah namazına gece melekleri ve gündüz meleklerinin şahitlik ettiği kastedilmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Karanlıklarda mescitlere yürüyenler kıyamet gününde tam bir nur ile müjdelenmiştir.” O nur onları her yönden kuşatacaktır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Güneş doğmadan önce ve batmadan önce namaz kılan kimse cehenneme girmeyecektir.”(Müslim)

Yine buyurmuştur ki; “Sabah namazını kılan Allah’ın himayesindedir. Ey Ademoğlu! Dikkat et, Allah, bizzat himayesinde olan bir konuda seni sorguya çekmesin.” diğer rivayette şöyle geçer; “Kim O’nun himayesinde olan bir şeyin peşine düşerse Allah onu yakalar ve yüzüstü cehenneme atar.”(Müslim rivayet etmiştir.) O halde sabah namazını kılan için kefil olunan bu vaadi iyi düşün! Tehdit ise ona ilişen ve eza eden kimseleredir.

Sabah ve ikindi namazları en faziletli namazlar ve en önemli taatler olduğuna göre onları muhafaza eden en faziletli bağışlara nail olacaktır. Dikkat edin! O cennette Allah Azze ve Celle’yi görmektir! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Siz şu ayı güçlük çekmeden gördüğünüz gibi, Rabbinizi de açıkça göreceksiniz. Güneş doğmadan ve batmadan önceki namazları kaçırmamak elinizden geliyorsa, kesinlikle kaçırmayıp kılınız.” Sonra şu ayeti okudu; “Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de Rabbini hamd ile tesbih et.”(Kaf 39)”(Buhari ve Müslim)

Sabah namazının nafilesi “dünya ve içindekilerden hayırlı” ise, ya farzı nasıl olur?!

Bütün bunlardan ve müminin şeytanın vesvesesine ve nefsin kötülüğü süsleyerek emretmesine galip gelip sabah namazına uyanmaya olan ihtiyacının fazlalığından dolayı fecr vaktinin girişinden önce birinci ezan meşru kılınmıştır. Müminin kalbine elektrik akımı gibi nüfuz edecek, uykuyu kovacak ve namaz için harekete geçirecek şu veciz ibare de ona eklenmiştir; “Namaz uykudan hayırlıdır!” Yani; namazın tadı zevk ehlinin ve şevk ashabının katındakilerden, uykunun lezzetinden üstündür. Onu işitip de kalbinde onu işlemeyene gelinde, o dünya lezzetlerini ahiret nimetlerine tercih etmiştir. O şeytanın kulağına işemesi ile karşılaşır ve canı sıkkın, tembel bir vaziyette sabahlar.

Üçüncüsü; Yatsı namazını ve ondan sonraki sünnetini kıldıktan sonra vitir namazı için azmederek ve gece sohbetinden sakınarak gecenin başında yatmakta acele etmek. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yatsı namazından önce uyumayı ve ondan sonra konuşmayı çirkin bulurdu.(Buhari rivayet etmiştir.)

Gece uyanmak adeti olup uyanabileceğini biliyorsa, ilim müzakere ederek, misafirleriyle sohbet ederek, yanında uyanık bulunan ailesiyle konuşarak geçirebilir. Ama uyanamayacağını ve namazı geçireceğini tahmin ediyorsa gece sohbeti yapmamalı hatta sabah namazına katılması riske girecekse gece namazına da kalkmamalıdır. Kudsi hadiste; “Kulum bana kendisine farz kıldığım şeyle yaklaştığı kadar başka hiçbir şeyle yakınlaşamaz” buyrulmuştur.(Buhari)

Ebu Bekir Bin Süleyman Bin Ebi Hasme’den; Ömer bin el-Hattab r.a. Süleyman Bin Ebi Hasme’yi sabah namazında göremedi. Süleyman’ın evi çarşı ile Mescidi Nebevi arasında idi. Ömer r.a. çarşıya doğru gitti ve Süleyman’ın annesi Şifa’ya uğradı. Ona dedi ki; “Süleyman’ı sabah namazında göremedim” annesi de; “O geceyi namaz kılarak geçirdi ve gözlerine yenik düştü uyuyakaldı.” Dedi. Bunun üzerine Ömer r.a.; “Cemaatle sabah namazına katılmam benim için geceyi namazla geçirmemden daha sevimlidir” dedi.(İmam Malik Muvatta’da rivayet etmiştir.)

Kim gece namazında çok yorulup da sabah namazına bitkin gelirse münafıkların şu hasletine benzemiş olur; “Namaza ancak üşenerek gelirler.”

Sabah namazını kaçırmış olmayı umursamayan ve gece sohbeti veya gece namazı ile sabah namazının ihmal edilmesine sebep olan misafirlikten sakınmalıdır. Eş-Şabî rahimehullah diyor ki; “Kim sabah namazının iki rekatını kaçırırsa insanlar ve cinler ona lanet eder.”

Dördüncüsü; çalar saat, telefonla uyandırma servisi gibi modern cihazları edinmek, komşulara birbirlerini uyandırmalarını rica etmek ve böylece bu sebeplerle değil, kalbi Allah’a bağlamak için iyilik ve takvada yardımlaşmak.

Beşincisi: Uyuma ile ilgili edeplere ve zikirlere özellikle Ayetel Kürsi’yi ve muavizeteyn’i yatarken okumaya devam etmek.

Altıncısı: Sabah namazına, kardeşlerinin kendisi olmadığı zaman fark etmeleri, namazı kaçıracak olursa kendisine nasihat etmeleri için aynı mescitte katılmaya devam etmek. Zira şüphesiz şeytan insanın kurdudur. Kurt ancak uzaklaşan koyunu yer. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor; “Kavminden Salih bir kimseden çekindiğin gibi Allah’tan haya etmeni tavsiye ederim.” (hadis ceyyid (sahih)dir)

Mücahid der ki; “Şayet Müslüman, kardeşinden ondan çekinmiş olması sebebiyle günahına engel olması dışında bir şey görmese bile bu ona yeter.”

Yedincisi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu kavlini uygulamaya çalışmak; “Kim Allah için kırk gün ilk tekbire yetişerek cemaatle namaz kılarsa ona iki güvence yazılır; cehennemden güvence ve nifaktan güvence.” (Hasendir) Gücü yettiği kadarıyla ilk tekbire yetişmeye çalışırsa “Ameller niyetler iledir” ve Salih selefe uymakla müminin niyeti amelini geçer. Kim Salih selefin bu meseledeki gidişatlarını mutalaa ederse şaşırtıcı şeyler görür:

Nitekim selef, ilk tekbiri kaçırdıkları zaman üç gün, cemaati kaçırdıkları zaman ise yedi gün kendileri için yas tutarlardı.

Hatem el-Esam der ki; “Dinin musibeti dünyanın musibetinden daha büyüktür. Benim kızım ölmüştü on binden fazla kimse taziyeye geldi. Fakat cemaati kaçırdığımda kimse taziyeye gelmedi.”

Onlardan cemaatle ilk tekbiri kaçırdığı için ağlayanlar, cemaatle namazı kaçırdığı için hastalananlar vardı. Onlardan doksan yaşı civarında olan bir şöyle demiştir; “İki defa haricinde hiçbir farz namazı yalnız kılmadım. O iki defayı da kılmamış gibi kabul ediyorum.”

Onlardan bir diğeri kırk sene boyunca cemaatle namazı hiç kaçırmamış, yalnız bir defasında annesi vefat etmiş olduğundan onun techiziyle uğraşması sebebiyle katılamamıştır.

İşte Said Bin el-Museyyeb! Talebesi Ebu Vedaa onun hakkında şöyle diyor; “Kırk seneden beri o eviye mescit arası dışında bir yerde görülmedi.” İşte Süleyman Bin Mihran el-A’meş! Vekî Bin el-Cerrah onun hakkında şöyle diyor; “El-A’meş yetmiş seneye yakın zamandır ilk tekbiri kaçırmazdı.”

Faydalı Olan Namaz Huşulu Olandır.

Allah Teala buyuruyor ki; “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler”(Müminun 1-2) Sonra Allah Teala namazda huşuyu onun rükünlerine ve farzlarına bağlıyor. Bu da namazda huşunun vacip olduğunu gösterir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazlarında gözlerini semaya kaldıranları şöyle tehdit ediyor; “Ya buna son verecekler ya da gözleri alınacaktır.”(Buhari)

Huşu, manası kalpte olup organların sükunet içinde olması ve Allah Azze ve Celle için boyun eğmektir. Allah Teala peygamberler hakkında şöyle buyuruyor; “Onlar (bütün bu peygamberler), hayır işlerinde koşuşurlar, umarak ve korkarak bize yalvarırlardı; onlar, bize karşı (Huşu) derin saygı içindeydiler.”(Enbiya 90)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem rükusunda şöyle derdi; “Kulağım, gözüm, kemiklerim, sinirlerim ve ayaklarımın taşıdığı her şey alemlerin rabbi olan Allah için huşu içindedir.”(Müslim)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem duasında “huşu duymayan kalpten” Allah’a sığınırdı. Yine buyurmuştur ki; “Bu ümmet’ten ilk kaldırılacak şey huşudur. Hatta içlerinde huşu sahibi bir kimse görülmeyecek.”(hasendir.)

Huşu ve kalp huzurunun önemi hakkında Allah Teala buyurur ki; “Ey iman edenler! Ne söylediğinizi bilinceye kadar sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın!” dünya sevgisiyle sarhoş olup ne söylediğini bilmeyen, kaç rekat kıldığının farkında olmayan içki sebebiyle sarhoş olup ne söylediğini bilmeyene benzer.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mescide giderken koşarak gitmeyi yasaklamıştır. Zira koşarken kendine dikkat edeceğinden huşudan mahrum olacaktır. Aynı şekilde yemek hazırken ve abdesti sıkışık iken namaz kılmak yasaklanmıştır. Çünkü bunlar huşuya engel olur.

Huşuyu sağlayan bazı sebepler; kalpten namaz dışındaki düşünceleri boşaltarak kalp huzurunu sağlamak, işlerini namazdan önce bitirmek, ahireti hatırlayarak kendini yenilemek, Allah Azze ve Celle’nin huzurunda olduğunu düşünmek. Kalp namazdan kaybolursa bunun sebebi iman zayıflığıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem abdest alan kimse için şöyle buyurmuştur; “…eğer kalkar namaz kılar, Allah’a hamdu sena eder, Onu temcid eder ve kalbini Allah için boşaltırsa anasından doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur.”(Müslim)

Huşu sebeplerinden birisi de Allah Teala ile karşılaşacağı hususunda emin olmaktır. Allah Subhanehu buyuruyor ki; “Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o, Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Onlar, kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O'na döneceklerini düşünen ve bunu kabullenen kimselerdir.”(Bakara 45-46)

Huşu sebeplerinden bir diğeri; veda eden kimsenin namazı gibi namaz kılmaktır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuştur ki; “Namazında ölümü hatırla. Kişi namazında ölümü hatırlarsa namazını güzelleştirir. Bir daha namaz kılamayacağını zanneden kimsenin namazı gibi namaz kıl. Bundan mazeret gerektiren her işten sakın.”(hasendir.) yine; “Veda eden kimsenin namazı gibi namaz kıl” buyurmuştur.(hasendir.)

Bir diğer huşu sebebi; Kuran kıraatini uzatmaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Namazların en faziletlisi kunutu uzun olanıdır.”(Sahihtir.) Yani manasını düşünerek kıraati uzatmak.

Kulak ve gözü meşgul edecek şeylerden uzaklaşmak, kıbleye yaklaşmak, secde edeceği yere bakmak ve namazda nakışlı yerlere bakmamak da huşuya sebep olur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem üzerinde alametler olan bir elbise içinde namaz kılmış, sonra onu çıkararak şöyle buyurmuştur; “Bu beni az önce namazımdan alıkoydu.”(Buhari ve Müslim)

Nafileleri Zayi Etmemek

 Allah Azze ve Celle kudsi hadiste şöyle buyuruyor; “Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki onu severim. Onu sevdiğim zaman işiteceği kulağı, göreceği gözü, tutacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum. Eğer benden bir şey isterse onu veririm. Eğer bir şeyden bana sığınırsa ondan korurum.”(Buhari)

Bu nafile namazlar korunmak için kazılan hendekler veya şehrin etrafına örülen surlar gibidir. Kötülük oradan giremez, düşman tuzağa düşmeden bu hendekleri aşamaz ve surları aşmadan şehre giremez. Nafilelere farzlarla birlikte devam eden kimsenin farzlardan eksiği nfile namazlardan giderilecektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki; “Kıyamet gününde kulun ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Namazı düzgün çıkarsa kurtulur. Bozuk çıkarsa hüsrana uğrar. Farzlarından bir şey eksik çıkarsa Rab Teala; “Bakın kulumun nafilesi var mı” buyurur ve nafilelerle farzdan eksiği tamamlanır. Sonra aynı şekilde diğer amellerine geçilir.”(Sahihtir.)

Yine buyurmuştur ki; “Kim tamamlamadan namaz kılmışsa onu nafile kılarak tamamlasın.”(sahihtir.)

Çocuklarımız ve Namaz

Ey Müslüman kardeş! Çocuklarını kulluk binası işinde namaz rüknü ile ilgili, yetiştirme konusunda örnek alacağın bazı tembihler bulacaksın.

1-                       Çocuklar, büyüklerinin her yaptığının doğru olduğuna inanır. Onlara göre babaları insanların en kamili ve en üstünüdür. Bu yüzden onları taklit eder ve onlara uyarlar. Büyük yaşlarda ise önlerinde Salih bir örnek bulamadıkları zaman telkinlerden etkilenmezler. Bunun için baba namaza devam ederse çocuğun derinine işler.

2-                       Babanın, İbrahim a.s.’ın yaptığı gibi Allah Azze ve Celle’ye dua ederek yardım istemesi gerekir; “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle”(İbrahim 40)

3-                       Baba, çocuğun alışması, daha sonra zorlanıp da terk etmeyi avantaj görmemesi için bedenî şartlarını öğrenmelidir.

4-                       Baba, çocuğuna abdest almayı, tahareti açıklayarak öğretmeli sonra uygulayarak tekrar etmesini istemeli, onun önünde uygularken müsamahalı olmalı, hata yaparsa usandırmadan güzelce düzeltmelidir. Abdesti benimsemesi, onu bir şiar kabul etmesi sağlanmalıdır.

5-                       Ona abdestin faziletleri öğretilerek sevabını kazanması için teşvik edilmelidir.

6-                       Erken yaşlardan itibaren namazı öğreterek alıştırmalı, evde çocukların göreceği yerlerde nafile namaz kılarak çocuğun derinlerine etki etmesi sağlanmalıdır. Çocuk, babasını Allah Azze ve Celle için yüzünü secdeye koyar halde, ayakta huşu içinde, namaza konsantre olmuş, etrafından alakasını kesmiş halde gördüğü zaman nefislerine Allah Subhanehu’nun azameti yerleşir. Aynı şekilde bu yol ile namaz amellerini öğrenmiş olurlar ve severler.

7-                       Baba, çocuğa temyiz çağından önce namaz için tahareti ve tesettürü emretme konusunda şiddetli olmamalı, onu kendi haline bırakıp örnek olacak büyüklerini taklit etmesini sağlamalıdır. Zira henüz mükellef olmadığı o yaşta zorlarsa namazdan nefret ettirmiş olur.

8-                       Yedi yaşına geldiği zaman (Hicri takvime göre) babanın ona namazı emretmesi gerekir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; “Yedi yaşına geldiklerinde çocuklarınıza namazı emredin” buyurmuştur.(Hadis hasendir.) aynı şekilde ona namazın taharet, tesettür gibi şartları da emredilir.

9-                       İş, yedinci yaşı tamamlayan tarihin gelip çatmasına bırakılmamalı, aksine öncesinden bu önemli işe hazırlanması sağlanmalıdır. Yedinci yaşına geldiği zaman ilk farzı kılmalı, babası ona arkadaşlarını ve kardeşlerini toplayıp bu münasebetle sevindirmelidir. Mesela ona namazı vaktinde kıldığı için bir kol saati almalıdır.

10-                   Namazı düzenli olarak kılmalı, ona bu hatırlatılmalı bıktırmadan namaz emri tekrar edilmelidir. Babanın bulunmadığı veya meşgul olduğu zaman başkası onun namaza uyarılması için görevlendirilmeli, kendisinin yokluğunda da kılması sağlanmalıdır. İbn Mesud r.a.’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Çocuklarınızı namaza devam etmek konusunda yetiştirin, hayra alıştırın. Zira şüphesiz hayır, alışkanlık yapar.”

11-                   Namazdaki düzenliliği sebebiyle ödüllendirilmesinde sakınca yoktur. Fakat buna, her seferinde hediye beklentisi içinde olabileceği şekilde devam edilmemelidir.

12-                   Baba, namazı sevdirecek işler yapmalı, mesela ikindi veya akşam namazını kılmak karşılığında gezmeye götürmeli böylece teşvik etmelidir. Onların sevdiği şeylere bağlayarak namazı vaktinde kılmaları sağlanmalıdır.

13-                   Namaz vakitleriyle çocuklarına vaad ettiği her şeyi yerine getirmeli, vakitlerini namaz vakitlerine göre ayarlamayı onlara öğretmelidir.

14-                   Kuran-ı Kerimden ve sünneti şerifeden namazın faziletleri hatırlatılmalı ki, zihinlerinde namaz ve önemi yerleşsin.

15-                   Çocuk özellikle on yaşından sonra farz namazlarla beraber sünnet namazlara da alıştırılmalıdır. Az da olsa gece namazına teşvik edilmelidir. Baba, gece namazına hangi vakitte kalkacağını duyurmalı, o vakitte babası uyandırmadan kendi uyanması için hazır olmasını sağlamalı, iradesini güçlendirmeli ve kendilerine güvenmelerini sağlamalıdır. Eğer ona uyku gelirse yumuşaklıkla davranıp uyumasını söylemelidir.

16-                   Eğer çocuk on yaşından sonra da namaz kılmazsa baba, ona namaz hakkındaki ayet ve hadisleri hatırlatarak nasihat etmeli, terk etmeye devam ederse sertleşmeli, ona küsmeli, onunla şakalaşmamalı, sevdiği bazı şeylerden mahrum etmelidir. Baba onu cezalandırmakla gözünü korkutmalı, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in; “On yaşına geldiklerinde namaz kılmazlarsa dövünüz”(hasendir.) kavlinden dolayı şartlarına göre bedeni ceza da vermelidir.

17-                   Eğer baba yedi yaşında iken namazı emretmemişse, on yaşından sonra da yeniden alışana kadar bedenî ceza vermemelidir.

18-                   Çocuk küçüklükten beri namazı cemaat ile kılmaya alıştırılmalı, kalbi mescitlere bağlanmalıdır. Orada alimlerle tanıştırılmalı, ilim meclislerinin edeplerini uygulayarak öğrenmelidir. Bu, büyüklerin yaptıklarına katılma konusunda onları teşvik eder, çocukta oralara gelip gitmek için tabii bir meyil sağlar.

19-                   Mescide gitmeden önce onu hazırlamalı, beklemediği bir şeyle karşılaşmaması için ona anlatmalı, bütün güzel şeyleri mescide bağlayarak anlatmalı, mesela; “Şu tatlıyı mescidin yakınındaki yerden aldım” demelidir. Onunla beraber mescit yanından geçerlerse; “Bak şu bina ne kadar güzel! İşte orası mescittir. Sonra beraber orada namaz kılmaya gidelim tamam mı?” demelidir.

20-                   Onu mescide götürmeden önce imam, müezzin ve cemaatten bazıları ile ona sevecen davranmaları ve şakalaşarak ünsiyet göstermeleri için anlaşmalı, mescit ehliyle huzur bulması sağlanmalıdır. Bu münasebetle ehemmiyet verdikleri her iş gibi onun nefsinde namazın önemi de yer etmelidir.

21-                   Eğer imam namazı uzatıyorsa, bunun sünnete muhalif olduğu hatırlatılarak uzatmaması için uyarılmalıdır.

22-                   Kuran-ı Kerim ezberlemek ve onun tecvidini öğrenmek için halkaya katılmasında imamla beraber yardımcı olunmalıdır.

23-                   Mescit ve mescit ehliyle bağının sağlamlaştırılması için çocuklar teşvik edici uygulamalar yoluyla faydalı şeylerle eğlendirilmelidir.

24-                   Onun önünde Cuma namazına ehemmiyet verilmeli, onun edepleri, hükümleri ve ona saygı gösterme gereği anlatılmalıdır.

25-                   Fakat Cuma namazı konusunda onun gücünün yetmeyeceği şeye zorlanmamalıdır. Zira onun abdestini muhafaza etmesi veya hutbenin uzunluğu kendisine zor gelebilir. Ebu Hureyre r.a.’den rivayet edilmiştir; O bir defasında Cuma günü mescide girmiş, orda bir çocuk görmüş ve ona; “Ey çocuk! Git oyun oyna” demiş. O da; “Ben sadece mescide geldim” demiş. Ebu Hureyre r.a. tekrar; “Git oyun oyna” demiş. O da yine; “Ben ancak mescide geldim” demiş. Bunun üzerine; “İmam çıkıncaya kadar oturabilecek misin?” deyince o da; “Evet” demiş. Babanın çocuğu on yaşından önce Cuma namazı için zorlamaması gerekir. Teşvik etmesi, fakat korkutmaması gerekir. On yaşına gelinceye veya az bir zaman kalıncaya kadar onu kendi haline bırakmalı, Cuma namazına yönelirse birlikte devam etmelidir.

26-                   Hutbenin çocukların ahlakı üzerinde-özellikle hutbeyi anlar ve düşünürse derin tesiri olduğundan baba, araştırarak hatibi seçmelidir. Hutbeden sonra onlara hutbenin konusu hakkında sorular sormakta sakınca yoktur. Cumaya gitmeden önce ona güzelce dinlemesi teşvik edilmeli, hutbe hakkında soru soracağını söyleyerek hutbeye konsantre olması sağlanmalıdır.

RAMAZAN  AYI  VE  ORUÇ

 

   Bilindiği gibi ramazan ayı Allah’u Azze ve Celle’nin Müslümanlara ikram etmiş olduğu çok değerli bir aydır.

   Rabbimiz kerim kitabında ramazan ayı için şöyle buyurmaktadır :

 

 “ Ramazan ayı öyle bir aydır ki, biz o ay da insanlara yol gösteren,hidayet veren,doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırdeden Kur’anı indirmişizdir........”

BAKARA : 185.AY.

 

  Bu ay,şeytanların zincire vurulduğu,Cennetin kapılarının açıldığı,Cehennemin kapılarının kapandığı ,sevabın ve mağfiretin bol olduğu bereketli bir aydır….

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurmuştur :” Ramazan ayının ilk gecesi olunca şeytanlar ve cinlerin azgınları zincire vurulur. Cehennemin kapıları kapatılır da hiç biri açılmaz.Cennetin kapıları açılır da hiç biri kapatılmaz. Ve bir nidacı :

- “Ey hayır isteyen-hayır işlerine-yönel ve ey şer isteyen kimse sende kendine sahip ol. –çünkü bu ay’da- Allah tarafından ateşten azad edilenler olur “ diye nida eder. Bu nida ramazanın her gecesinde yapılır. ) İBNİ MACE :4.C.1642.N TİRMİZİ      : 2.C. 677.N

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :” Ramazan girdiği vakit ; cennetin kapıları açılır,cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur “ ) BUHARİ  : 4.C.1773.S MÜSLİM : 3.C.1079.N

 

   Dolayısiyle,senede bir sefer kapımızı çalan böyle değeri yüce bir aya erişen bir müslümanın bu aydan gafil olması, onu değerlendirememesi,- veya başka bir tabirle - bu ay’da kendisini affettirip kesesini dolduramaması büyük bir kayıp ve büyük bir gaflettir….

  Değerli kardeşlerim! Elbetteki Ramazan ayı denildiği zaman,aklımıza ilk önce oruç gelir.Yani bu ay’da yapılması gereken ilk şey,üzerimize farz olan oruçu tutmaktır.

  Öyleyse bu güzel ibadetin faziletini,onun tarifini, nasıl tutulması gerektiğini,  şartlarının neler olduğunu ve onun bozulmasına vesile olan şeyler nelerdir ? bunları Allah resulü s.a.v’in örnek yaşantısından öğrenmeye çalışalım.

 

ORUÇ NEDİR ? : Oruç: İslamın tarif ettiği zaman içerisinde Allah’a ibadet niye-tiyle yiğip içmekten,cinsi münasebetten ve kavlu’z zur dediğimiz çirkin söz ve davranışlardan uzak durmak demektir.

 

ORUCUN  FARZİYETİ

 

ORUÇ … Akıllı,buluğ çağına ermiş,mukim ve gücü yeten her müslümanın üzerine farzdır… Rabbimiz şöyle buyurmaktadır :

   Ey inananlar! Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz kılın-dı.Umulur ki korunursunuz “BAKARA : 183.AY.

 

( ... İbn Ömer r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : “ İslam beş şey üzerine kurulmuştur:Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah’ın re-sulü olduğuna şehadet etmek,namaz kılmak,zekat vermek,hacc etmek ve ramazan orucunu tutmak “ ) BUHARİ : 1.C.165.S MÜSLİM: 1.C.  16.N

( ... Enes İbn Malik r.a dan.Dedi ki :Resulullah s.a.v’e bir şey sormaktan nehyo-lunmuştuk.Bundan dolayı çöl ahalisinden akıllı bir kimsenin gelipte resulullah s.a.v’e soru sormasını ve bizim de bunu dinlememiz hoşumuza giderdi.Bir gün çöl ahalisinden biri geldi ve şöyle dedi :

- Ey Muhammed ! Elçin bize geldi ve seni Allah’ın resul olarak gönderdiğini bize haber verdi. Resulullah s.a.v :

- Doğru söylemiştir, buyurdular. Adam : ............................................................

- Elçin,her sene ramazan ayında orucun üzerimize farz olduğunu söyledi ? Resulullah s.a.v :

- Doğru söylemiştir, buyurdular.) MÜSLİM : 1.C. 12.N TİRMİZİ : 1.C.615.N

 

ORUCUN  FAZİLETİ

 

ORUÇ … Günahların affedilmesi için bir sebep ve kötülüklerden koruyan güzel bir kalkandır.

 

( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Her kim inanarak ve sevabını umarak ramazan orucunu tutarsa,o kimsenin geçmiş günahları mağfiret olur. ) BUHARİ : 4.C.1863.S

 ( … Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Beş vakit namaz, cu-maya kadar Cuma,ramazana kadar ramazan,büyük günahlardan sakınıldı-ğı müddetçe,aralarında işlenen günahlar için kefarettirler. ) MÜSLİM:1.C.233-16

 

( … Huzeyfe r.a dan.Dedi ki :Ben peygamber s.a.v’den işittim,buyurdular ki :İn-sanın ehli,malı ve komşusu yüzünden uğrayacağı fitneye namaz kılması, oruç tutması,sadaka vermesi kefaret olur. ) BUHARİ : 4.C.1770.S

ORUÇ … İnsanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır.

 

( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki :Oruç bir kalkandır.  ) MÜSLİM: 3.C.361.S

 

( … Ebu Said el-Hudri r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki: Her hangi bir kul Allah rızası için bir gün oruç tutarsa,bu günün orucu sebebiyle Allah o kulun yüzünü ateşten yetmiş sonbahar uzaklaştırır. ) MÜSLİM : 3.C.1153.N NESEİ  :    4.C. 2246.N

 

( … Cabir r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Oruç, kulun ateşten korun-masını sağlayan bir kalkandır. ) AHMED – MÜSNED: TABERANİ- KEBİR:

 

ORUÇ … Kıyamet günü şefaatçi olacaktır.

 

( …Abdullah İbn Ömer r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki :Oruç ve Kur’an kıyamet günü kula şefaat ederler.Oruç şöyle der:Ey rabbim!gündüz bu kulu yemeden-içmeden- ve şehvetten men ettim.Ona şefaat etmem için izin ver.Kur’an da şöyle der:Bu kulunu gece uykudan men ettim,ona şefaat etmem için izin ver.Böylece her ikisi de şefaat ederler. ) AHMED  : 2 .    174 C.SAĞİR : 2.2546.N

 

ORUÇ … İnsanın cennete girmesine vesile olan en güzel amellerden birisidir.

 

( …. Huzeyfe r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdularki : Oruçlu iken ölen kimse cennete girer. ) C.SAĞİR : 3.C.3634.N

 

( … Sehl b.Sa’d r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Cennette reyhan denilen bir kapı vardır.Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer; o kapıdan oruç tutanlardan başka hiç kimse giremez.O gün “oruç tu-

 

 

3

tanlar nerede? ” denilir.Oruç tutanlar kalkarlar ve o kapıdan girerler. Onlar girdiği zaman kapı kapatılır,artık bu kapıdan hiç kimse giremez. ) BUHARİ : 4.C.1771.S NESEİ  : 4 . C.2236.N

ORUÇ … Şehevi arzu ve isteklere karşı bir siperdir.

 

( … Abdullah İbn Mes’ud r.a dan.Dedi ki: Bizler peygamber s.a.v’in beraberin-de bulunuyorduk.Peygamber s.a.v buyurdular ki :Kim evlenmeye güç yetirirse evlensin.Çünkü evlenmek,gözü haramdan en çok koruyan ferci de en sağ-lam muhafaza edendir.Kimin evlenmeye gücü yetmezse oruç tutsun.Çünkü oruç, oruçlu için şehvet kırıcıdır. ) BUHARİ : 4.C.1776.S NESEİ   :  4.C. 2238.N

 

    Şüphesiz ki orucun daha bir çok faydaları vardır.Biz birkaç örnekle yetinerek bundan sonraki sayfalarımızda da bu ibadetin ahkamından bahsedelim. Yani oruca ne zaman başlanır, nasıl tutulur, oruçlunun dikkat etmesi gereken şeyler nelerdir,orucu neler bozar ve oruçluya mubah olan şeyler nelerdir …...bunları delilleri ile beraber zikretmeye çalışalım.

 

ORUÇ  AYI  RAMAZAN AYI’DIR

 

   Oruç,bilindiği gibi şaban ayından sonra gelen ramazan  hilalinin görülme-siyle başlar….. Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

“ …… O halde kim –ramazan- ayına erişirse oruç tutsun  ) BAKARA : 185.AY.

 

( … İbni Ömer r.a dan. Resulullah s.a.v ramazanı zikretti ve şöyle buyurdular : Hilali  görmedikce oruca başlamayınız.Ve yine hilali görmedikçe de iftar    etmeyiniz. Eğer hilal size karşı bulutla örtülürse,o zaman takdir yapınız. Yani,şaban ayını otuza tamamlayınız. ) BUHARİ : 4.C.1778.S MÜSLİM:3.C.1080.N

 

( … Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Ramazan hilalini gördüğünüz vakit oruç tutunuz.Şevval hilalini gördüğünüz vakitte iftar edi-niz. Eğer hilal görülmez ise,şaban ayını otuza tamamlayın. ) BUHARİ: 4.C.1779.S MÜSLİM:3.C.1081.N

 ( … Abdullah b. Ebi Kays r.a’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :Aişe r.a nın şöyle dediğini işittim : Resulullah s.a.v başka ayların günlerini sayma tekellüfünde bulunmadığı halde,şaban ayının günlareni sayma tekellüfünde bulunmuştu.Sonra ramazan hilalini görünce oruç tutardı,eğer hilal gizli kalırsa şabanı otuza tamamlar,sonra oruç tutardı. ) EBU DAVUD :3.C.2325.N

 

RAMAZANI  KARŞILAMA  ORUCU  YASAKTIR

 

   Toplum arasında yapılan yanlışlıkladan birisi de,ramazanı karşılama orucudur. Halbuki Allah resulü s.a.v bunu yasaklamıştır.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Sizden hiç kimse, bir veya iki gün oruç tutarak ramazanın önüne geçmesin)BUHARİ : 4.C.1783.S MÜSLİM :3.C.1082.N

 

ŞEK  GÜNÜN  DE  ORUÇ  TUTMAK  HARAMDIR

 

ŞEK GÜNÜ DEMEK : Şaban ayının otuzuncu günüdür.Ramazan hilali görül-mezse,Ramazandan mıdır ? yoksa Şabandan mıdır ? diye şüphe edildiği için bu güne şek günü denilmiştir.

 

( … Sıla İbni Züfer’den rivayet edilmiştir;dedi ki:Ammar b.Yasir’in yanında idik; kızartılmış bir koyun getirdi ve “ yiyin “dedi. Cemaatten biri,”ben oruçlu-yum “ diyerek kenara çekildi. Bunun üzerine Ammar dedi ki: Şek gününde oruç tutan,muhakkak ki Ebu’l Kasım’a isyan etmiştir. ) TİRMİZİ  : 2.C.  681.N E.DAVUD: 3.C.2334.N

 

BİR VEYA BİRDEN FAZLA KİMSELERİN ŞAHİTLİĞİ İLE ORUCA BAŞLAMA

 

     Müslümanlardan ister bir kişi,isterse birden fazla kişiler hilali gördüklerine şahitlik ettiklerinde,oruca başlanır.

 

( … İbni Ömer r.a’dan. Şöyle dedi : İnsanlar ayı görmek için toplandılar. Resulullah s.a.v’e ayı gördüğümü haber verdim.Bunun üzerine kendisi oruca başladı,insanların da oruç tutmalarını emretti. )

                                                                                               EBU DAVUD : 3.C.2342.N

 

( … Abdurrahman b.Zeyd b. El-Hattab r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdu-lar : “ …….. İki Müslüman ramazan hilalini gördüklerine şahitlik ederlerse oruç ve bayram yapın “  ) NESEİ  : 4.C.2116. N AHMED:  4 . 321 D.KUTNİ:2.C.2167.N

 

 

BAŞKA BELDEDEN HİLALİ GÖRENLERİN ŞAHİTLİĞİ İLE ORUCA BAŞLAMA

 

( … Resulullah s.a.v’in ashabından bir kimse şöyle buyurdu:Ramazanın son gü-nünde insanlar ihtilafa düştüler.İki bedevi geldi,dünkü günün akşamı ayı gör-düklerine yemin ettiler. Bunun üzerine resulullah s.a.v insanlara oruçlarını bozmalarını emretti…… ) EBU DAVUD : 3.C.2339.N

 

( … Ebu Umeyr b. Enes b.Malik r.a dan.Dedi ki :Resulullah s.a.v’in ensardan olan  sahabilerinden  amcalarım,bana  hadis  anlatarak  dediler  ki: Şevval ayının

hilali,havanın bulutlu olması nedeniyle görülmedi.Bu sebeple –ramazanın otuzuncu günü- oruçlu olarak sabahladık.O gün akşama doğru bir cemaat gele-rek :Dün hilali gördüklerine Peygamber s.a.v’in yanında şahitlik ettiler.Bunun üzerine resulullah s.a.v sahabilere oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazına çıkmalarını emretti. ) İBNİ MACE : 4.C.1653.N

 

    Bu hadislerden anlaşıldığı gibi ; ister ramazan orucuna başlamak için,isterse bayram yapmak için –eğer hava bulutlu olupta hilal görülmez ise-başka belde-lerden gelen kimselerin şahitliği ile oruç tutulup bayram yapılabilir.Çünkü ,riva-yetlerde  görüldüğü  gibi, Medine’de  insanlar  havanın bulutlu olması nedeniyle

oruca devam etmişlerdir.Ama ne zaman ki başka bir beldeden gelen kimseler hilali gördüklerine şahitlik ettiler,işte o zaman Allah resulü s.a.v insanlara oruç-larını derhal bozmalarını ve bayram yapmalarını emretmiştir.

 

ORUCA  NİYET  VE  BAŞLAMA  ZAMANI

 

    Farz olan oruçlarda şafak sökmeden niyet etmek farzdır. Allah resulü s.a.v bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır :

“ Fecirden önce oruca niyetlenmeyenin orucu yoktur “E. DAVUD :3.C.2454. N NESEİ: 4.C.2326.N

Diğer bir rivayette ise şöyle buyrulmaktadır :

 

“ Oruca geceden niyetlenmeyen kimsenin orucu yoktur “NESEİ : 4.C.2327.N

 

   Oruç,fecri sadık’tan başlayıp güneşin batışına kadardır. Allah’u Azze ve Cel-le kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

 “ .......... Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırdedilinceye kadar yiyin ve için,sonra geceye kadar orucu tamamlayın ........... “BAKARA : 187.AY.

 

Fecir ; Fecri kazib, Fecri sadık diye iki türlüdür.

 

Fecri kazib :Yani,yalancı fecir.Bu fecir de sabah namazının vakti girmiş olmaz. Oruç tutacak olan bir kimsenin bu vakitte yemesi, içmesi ve cinsi münasebette bulunması haram değildir. Bu fecrin alameti;ufukta dimdik duran,kurt kuyruğu şeklindeki uzun bir aydınlıktır.

 

Fecri sadık : Bu vakit,ufuk boyunca dağların ve tepelerin üzerinde yaygın bir beyazlığın bulunduğu vakittir.Bu vakitte sabah namazının vakti girmiş olur ki, artık yiğilip içilmez.

 

( ... Semure b.Cündüb bir hutbesinde şöyle dedi : Resulullah s.a.v buyurdular ki: Sizi seher yemeğinden Bilal’in ezanı ve etrafa yayılmadıkça ufuktaki şöyle –dikine- beyazlık alakoymasın ) MÜSLİM : 3.C.1094.N E.DAVUD:3.C.2346. N NESEİ      : 4.C.2172.N TİRMİZİ : 2.C.  702.N

 

( ... Abdullah İbn Mes’ud r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Sizden bi-rinizi sahur yemeyinden Bilal’in ezanı sakın alakoymasın.Bilal o saatte ezan okur ki, teheccüd kılanınız istirahata dönsün,uyuyanlarınız da uyansın. Fecir –yahut sabahın- zahir oluşu böyle  değildir,taki böyle oluncaya kadar fecir olmaz.

    Ravi Zuheyr : Resulullah ,”fecrin zahir oluşu böyle değildir” derken par-maklarını yukarı kaldırıp sonra diklemesine aşağı indirdi. “ta ki böyle oluncaya kadar fecir olmaz” derken de şehadet ve orta parmaklarını üst üste koyup sağa ve sola uzattı,dedi. ) BUHARİ : 2.C.  669. S MÜSLİM: 3.C.1093.N E.DAVUD:3.C.2347.N

 

( ... Kays b.Talk’ın babasından rivayet ettiğine göre Resulullah s.a.v şöyle buyurmuşlardır : Yiğiniz,içiniz,yukarı yükselerek parlayan –yalancı fecr- sizi yiyip içmekten sakın menetmesin.Ta ki, ufukta kırmızılık enine yayılana kadar. ) TİRMİZİ  :2.C.  701.N E.DAVUD:3.C.2348.N

 

SAHUR  YEMEĞİ  VE  ONA  TEŞVİK

 

   Oruç tutacak olan kimse,sahur yemeği ile gündüze hazırlanması gerekir. Allah resulü s.a.v’in sahur yemeği ile alakalı bir çok teşvik edici sözleri mevcuttur.İşte bunlardan bazıları :

 

                                                               

 ( ... Amr İbn As r.a’dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Bizim orucumuz ile ehli kitabın orucu arasındaki fark,sahur yemeğidir. ) MÜSLİM : 3.C.1096.N E.DAVUD:3.C.2343. N NESEİ      : 4.C.2166.N TİRMİZİ  : 2.C. 705.N

                                                  

( ....... Enes r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Sahur yemeği yiğiniz. Çünkü sahur yemeğinde bereket vardır. ) MÜSLİM : 3.C.1095.N TİRMİZİ  : 2.C.704. N

 

( ... Abdullah b. El-Haris,bir sahabeden şöyle naklediyor :Nebi s.a.v’in yanına girdim.O sahur yemeği yiyordu. Ve bana şöyle buyurdu : Sahur, Allah’ın size ihsan ettiği bir berekettir.Onu terketmeyiniz. ) NESEİ : 4.C.2162.N

 

( .... Resulullah s.a.v yine şöyle buyurdular : Sahur bereket yemeğidir, biriniz bir şey bulamayıp bir yudum su içse bile onu terketmeyiniz.Çünkü  sahur yemeği yiyenlere melekler dua eder,Allah c.c da  mağfiret eder. ) AHMED. MÜSNED :

( ... Ebu Hureyre r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Hurma,mü’minin en güzel sahur yemeğidir. ) EBU DAVUD : 3.C.2345.N

 

SAHUR YEMEĞİNİN SON VAKTİ

 

  Sahur yemeği,sabah namazı için okunan ezandan  15-20  dakika öncesine kadar yenilebilir.

 

( ....... Enes b. Malik’ten; O da Zeyd b.Sabit’ten.Zeyd b. Sabit şöyle demiştir:Biz

peygamber s.a.v in beraberinde sahur yemeği yedik.Sonra peygamber .s.a.v sabah namazına kalktı. Enes dedi ki: Ben de Zeyd’e :

- Sabah ezanı ile sahur arasında ne kadar zaman bulundu ? diye sordum.  Zeyd :

- Elli Ayet okunacak vakit kadar,diye cevap verdi.  ) BUHARİ :4.C.1789.S  MÜSLİM:3.C.1097.N TİRMİZİ : 2.C.699.N

 

 

 ( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Sizden biriniz elinde bardağı olduğu halde –sabah- ezanını işittiğinde ondaki ihtiyacını bitirmeden yere koymasın. ) EBU DAVUD : 3.C.2350.N

 

MÜSLÜMAN  BÜTÜN  AZALARI  İLE  ORUÇ  TUTMALIDIR

 

    Şuurlu bir Müslüman bütün azaları ile oruç tutmalıdır.Yemeği,içmeği ve cinsi münasebeti terk ettiği gibi,bütün çirkin söz ve davranışları da terk etmelidir.

   Oruç tutan bir Müslüman her şeyden önce dilini yalan,iftira,gıybet,dedikodu ve boş şeylerden uzak tuttuğu gibi,elini harama uzatmaktan,ayağını haram yollardan da uzak tutması gerekir….. Ve yine oruçlu bir Müslüman,gözünü harama bakmaktan,kulaklarını da haram seslerden uzak tutması gerekir.

 

( … Ebu Hureyre r.a’dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Kavlu’z Zur’u     yani,yalan söz ve ameli- terk etmeyenin yeme ve içmesini terk etmesine Allah’u Tealanın ihtiyaci yoktur. ) BUHARİ : 4.C.1775.S İBNİ MACE  :4.C.1689.N  EBU DAVUD:3.C.2362.N

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki :……………… Her hangi biriniz oruç tuttuğu zaman, artık o kimse kötü söz ve fiillerde bulun-masın. Düşmanlık –veya bağırıp çağırma da – yapmasın  ) BUHARİ : 4.C.1776.S MÜSLİM: 3.C.  362.S

 

( … Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Oruç bir kalkandır, sizden biriniz oruçlu olduğu vakit,çirkin sözler söylemesin,cahillik etmesin. Eğer bir kimse onunla vuruşur veya ona söverse ben oruçluyum,ben oruç-luyum desin. ) MÜSLİM        : 3.C.1151.N EBU DAVUD : 3.C.2363.N

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Oruç,sadece yememek ve içmemek değildir.Bununla beraber oruç,hayırsız ve fahiş söz-den de oruç tutmaktır.Biri sana sövdüğü veya cahilce davrandığı zaman, “ben oruçluyum,ben oruçluyum” de. ) İBNİ HUZEYME : 3.C.1696.N H.MÜSTEDREK  : 1. 430. 431

 

     Zikri geçen bu hadisi şeriflerden anlaşıldığı gibi,oruç tutmak demek sadece yemeği ve içmeyi terk etmek demek değildir.

  

 Oruç tutmak demek ; yemeden  içmeden uzak durmak olduğu gibi ….. cinsi münasebetten ….. yalandan ….. gıybetten …..harama bakmaktan …. Hara-ma  el uzatmaktan ……harama yürümekten ….. kavgadan gürültüden …..  ….. ve bütün hayasız, edebsiz söz ve davranışlardan da …..  ….. uzak durmak demektir.

      Eğer bir Müslüman hem oruç tutup hem de azalarından bu gibi çirkin söz ve      tavırlar sudur ederse,Allah  korusun, Resulullah s.a.v’in şu ifadelerinde buyur-duğu gibi boşuna aç ve susuz kalanlardan oluruz.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : Nice oruç tutan kimseler vardır ki,bu oruçlarından kendilerine aç kalmaktan başka bir şey yoktur.Ve yine nice gece kalkıp namaz kılanlar vardır ki,bu namazlarından kendilerine uykusuzluktan başka bir şey yoktur. ) İBNİ MACE : 4.C.1690.N C.SAĞİR      : 2.C.2247.N

 

ORUCU  BOZAN  ŞEYLER

 

KASITLI YEMEK VE İÇMEK : Bilinçli bir şekilde yemek ve içmek orucu bozar. Ama unutarak, hata ile yiğip içenin orucu bozulmaz.Bu kimseye kaza veya kefarette gerekmez.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular :Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutup da yediği ve içtiği zaman,orucunu –bozmayıp-tamamlasın.Çünkü o oruçluya ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir. ) BUHARİ : 4.C.1799.S MÜSLİM: 3.C.1155.N

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v’e bir adam geldi ve : Ya rasulallah ben oruçlu olduğum halde unutarak yedim ve içtim,dedi.Resulullah s.a.v :

- Seni Allah doyurdu ve Allah suladı, buyurdu. )

                                                                                               EBU DAVUD : 3.C.2398.N

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Ramazanda unu-tarak orucunu yiyen kimseye kaza da yoktur,kefaret de yoktur. ) İBNİ HİBBAN : 5.C.3512.N HAKİM .MÜS :  1 .  430 . S EL – İRVA       :         938.N

 

CİNSEL  İLİŞKİ : Oruç tutan bir mükellefin cinsel ilişkide bulunması orucu bozar. Bu duruma düşen bir kimse,orucunu kaza edeceği gibi,gücü nisbetinde de kefaret ödemesi gerekir.

( …. Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle demiştir: Bizler peygamberin yanında oturmuş bulunduğumuz sırada o na bir kimse geldi de :

- Ya Rasulallah helak oldum ! dedi. Resulullah s.a.v ona :

- Sana ne oldu ki ? diye sordu. O kimse :

- Oruçlu olduğum halde kadınımın üzerine düştüm,dedi.Resulullah s.a.v :

- Hürriyete kavuşturacağın bir köle bulabilir misin ? buyurdu.O zat :

- Hayır bulamam,dedi.Resulullah s.a.v :

 

- Öyle ise iki ay üst üste oruç tutmaya gücün yeter mi?diye sordu. O zat :

- Hayır buna güç yetiremem,dedi.Resulullah s.a.v :

- Altmış yoksulu doyurmak yolunu bulabilir misin?buyurdu.O zat :

- Hayır bulamam,dedi.

Ebu Hureyre dedi ki :Peygamber bir süre bekledi.Bizler de bu bekleyiş üzerinde iken Peygamber’e içinde hurma dolu bir arak getirildi.Arak mıktel demektir. Peygamber s.a.v :

- O meseleyi soran kimse nerededir? Buyurdu. O zat :

- Benim – buradayım diye ayağa kalktı-. Peygamber s.a.v :

- Bu hurmayı al da fakirlare sadaka et, buyurdu. O adam:

- Bu hurmaları benden daha fakir olana mı vereceğim,ya rasulallah ? Allah’a yemin ederim ki,Medine’nin iki kara taşlığı arasında benim ev halkımdan daha fakir bir ev halkı yoktur,dedi.

- Ravi: İki labe ile,iki kara taşlığı kasdediyor,demiştir.

  Bu sözü üzerine peygamber,azı dişleri görününceye kadar güldü.Sonra da o zata :

- Haydi bu hurmayı al da ailene yedir,buyurdu.  ) BUHARİ : 4.C.1804. S MÜSLİM : 3.C.1111.N

 

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle dedi : Bir adam geldi.Ramazan’da orucunu bozmuştu. Resulullah s.a.v bir zenbil getirdi,onun içinde beş sa’ hurma vardı.O kimseye dedi ki :

- Onu sen ye ve aile fertlerine de yedir, bir gün oruç tut ve Allah’a istiğfar et. ) EBU DAVUD : 3.C.2393.N

( …. İbni Müseyyeb şöyle dedi :Bir adam nebi s.a.v’e geldi ve :Ben orucumu bozdum,dedi. Nebi s.a.v ona :

- Sadaka ver,Allah’a istiğfar et ve onun yerine bir gün oruç tut, dedi. ) İBNİ EBİ ŞEYBE:2.515-1 ALBANİ-EL-İRVA:4.92.N

 

      Bu delillerden anlaşıldığı gibi ramazan’da bilinçli bir şekilde orucunu bozan bir kimse,gününe gün oruç tutacağı gibi,kefaret olarak da –hadisler de zikredil-diği şekilde - Ya iki ay üst üste oruç tutma …. Ya köle azad etme …. Ya altmış fakiri doyurma …. Ya da bir şeyler tasadduk etme …. gibi,gücü han-gisine yetiyor ise onu kefaret olarak yerine getirmesi gerekir.Bunlardan hiç birine gücü yetmeyen ise,Allah’a istiğfar etmesi gerekir.

 

     Ama şuurlu bir müslümanın şunu da asla unutmaması gerekir ki;Ramazan’da terk edilen bir orucun yerini,sene boyu oruç tutmak doldurmaz.

 

 

 ( ……. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Bir kimse Allah’ın verdiği ruhsatlar haricinde Ramazandan bir günü yerse,bir sene oruç tutsa onun yerini tutmaz. ) BUHARİ  : 4 . C. 1802 . S EBU DAVUD:3.C.2396.N İBN MACE : 4.C.1672. N

 

HAYZ VE NİFAS : Oruçlu bir kadının hayz ve nifas hali orucu bozar.Bu durum-daki bir kadın,namazı da orucu da terk eder.Ama sonra namazını değil orucunu kaza eder.

( ….. Ebu Said el-Hudri r.a’dan. Resulullah s.a.v : …………..  kadın hayız gör-düğü zaman namaz da kılmaz oruç ta tutmaz ………… ) BUHARİ:4.C.1820.S

 

( …. Aişe r.a dan. Şöyle demiştir :Biz,peygamber s.a.v’in yanında iken-ramazan da adet görürdük. Temizlendikten sonra bize orucu kaza etme-mizi emrederdi. ) İBNİ MACE :4.C.1670.N

 

İSTEYEREK KUSMAK : Oruçlu bir kimsenin isteyerek kusması da orucu bozar. Ama irade dışı kusma orucu bozmaz.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdu :Kim elinde olmadan kusarsa orucu bozulmaz. Kim kusmaya kendini zorlayarak kusarsa oru-cunu kaza etsin. ) EBU DAVUD : 3.C.2380.N İBNİ MACE   : 4.C.1676.N TİRMİZİ        : 2.C.  716.N

 

 

ORUÇLU  İÇİN  MUBAH  OLAN  ŞEYLER

 

MİSVAK KULLANMAK : Oruçlu bir kimsenin misvak kullanmasında bir sakınca yoktur.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Ümmetime meşakkat vermeyeceğini bilseydim, her abdest alışlarında onlara misvak kullanmalarını emrederdim. ) MÜSLİM  : 1.C.252.N  BUHARİ   :4.C.1800.S AHMED    :        2.259

Buhari r.h der ki : Resulullah s.a.v bu hadisinde oruçluyu oruçsuzdan ayırma-mıştır.

 

 ( …. Amr b.Rabia’dan. O şöyle demiştir :Ben peygamber s.a.v’i oruçlu olduğu halde misvakla dişlerini temizlerken sayamıyacağım kadar çok gördüm. ) TALİK OLARAK  …..        BUHARİ : 4.C.1799.S E.DAVUD:3.C.2364.N

 

KUCAKLAŞMAK VE ÖPMEK : Oruçlu bir kimsenin kucaklayıp öpmesinde de oruç bozulmaz.Yalnız tedbir açısından -özellikle gençlerin-bu gibi hallerden uzak durmaları tavsiye edilmiştir.

 

( …. Hakim İbni İkal dedi ki :Ben Aişe’ye:Ey mü’minlerin annesi! Ben oruçlu iken bana kadınımın hangi uzvu haram olur? Dedim. Aişe r.a : Ferci,diye cevap verdi. ) TALİK …. BUHARİ:4.C.1794.S

 

( …. Aişe r.a şöyle demiştir : Peygamber s.a.v oruçlu iken öper ve sarılıp derisini kadının derisine dokundururdu. O,sizin içinizde nefsine en fazla hakim olanınızdı. ) BUHARİ : 4.C.1794.S

 

( …. Aişe r.a : Resulullah s.a.v oruçlu iken kadınlarının bazısını muhakkak öperdi,demiş;sonra da gülmüştür. ) BUHARİ : 4.C.1795.S

 

( …. Ebu Hureyre r.a’dan.Bir adam Resulullah s.a.v’e oruçlunun mubaşere-tinden sordu.Ona ruhsat verdi.Ona başka birisi geldi - aynı şeyi sordu - onu men etti. O zaman, kendisine ruhsat verdiği kimse ihtiyardı,men ettiği kimse ise gençti. ) EBU DAVUD : 3.C.2387.N S.SAHİHA      :       1606.N

 

YEMEKLERİN TADINI KONTROL ETMEK : Yemek pişirenlerin,gırtlağa gitmemesi şartıyla yemeklerin tadını tuzunu kontrol etmeleri de orucu bozbaz.

 

( …. İbni Abbas r.a dan.O şöyle demiştir :Oruçlu bir kimsenin,boğazına gitmediği sürece sirke veya bu gibi şeylerin tadına bakmasında bir beis yoktur. ) TALİK … BUHARİ   : 4.C.1796.S İBNİ  EBİ  ŞEYBE     :  2 - 463 – 2 EL-ALBANİ. EL-İRVA :    937. N

 

    Delilleri ile beraber zikrettiğimiz bu hususların yanı sıra ; yine oruçlu bir kim-senin …. kan aldırmasında ….. kan vermesinde ….. diş çektirmesinde ….. irade dışı ihtilam olmasında …. İğne vurulmasında …. Yıkanmasında …. Saç kesmesinde …. Tırnak kesmesinde …. Sürme çekmesinde …. bir sakınca yoktur.

 

    Aslında kaide olarak ; orucu bozan şeyler zikredilir,bozmayanlar değil.  Benim bu hususları zikretmemdeki sebep ise,toplumumuzda –her hangi bir delile dayanmadan - bu gibi şeylerin orucu bozduğuna dair söylenen sözlerdir.

 

RAMAZANDA  RUHSAT  VERİLEN  KİMSELER

 

 

HASTA İÇİN RUHSAT : Ramazan da hasta olan bir kimseye  oruç tutmama ruhsatı verilmiştir.Hastalığı geçici olan kimseler, tutamadığı günleri sağlığına kavuş-tuğunda kaza ederler.Şayet hastalık müzmin bir hastalık ise,- yani geçici olmayan bir hastalık ise- tutamadığı gün sayısınca fakirlere fidye verir.

   Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

 

“ …… Sizden kim o ay’a erişirse oruç tutsun.Kim hasta olur,yahut seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.Allah sizin için kolaylık ister,güçlük istemez …………. “BAKARA : 185.AY.

 

 

“ …………. Oruca dayanamayanlar ise bir fakir doyumu fidye vermeleri gerekir ………… “BAKARA : 184.AY.

 

YAŞLI İÇİN RUHSAT : İslam,oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılara da oruç tut-mama ruhsatı vermiştir.Yalnız bu kimseler de tutamadığı gün sayısınca bir fakiri doyuracak miktarda fidye vermeleri gerekir.

 

“ …………. Oruca dayanamayanlar ise bir fakir doyumu fidye vermeleri gerekir ………… “BAKARA : 184.AY.

 

   Hafız  ebu Yala’nın müsnedinde zikredildiğine göre; Enes İbn Malik r.a oruç tutmaya güç yetiremedi. Bir çanak tirit yaptı ve otuz miskini çağı-rarak onlara –fidye olarak- yedirdi. “İBNİ KESİR : 3.C.707.S

 

  İbni Abbas r.a dan : Resulullah s.a.v :Çok yaşlı ihtiyara iftar izni veril-miştir. O,her gün için bir fakir doyurur. Daha sonra kaza etmeside gerekmez. “HAKİM :

HAMİLE VE EMZİKLİ KADIN İÇİN RUHSAT :  Gerek hamilelik dönemlerinde ve gerekse bebeklerini emzirme dönemlerinde kadına oruç tutmama ruhsatı veril-miştir.Bu durumdan dolayı tutamadığı günler sayısınca başka gün tutarlar.

 

( …. Enes İbni Malik r.a.dan. Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : Sıhhatine zarar gelmesinden korkan hamile kadın ile çocuğuna zarar gelmesinden korkan emzikli kadının oruç tutmama izni vardır. NESEİ  .  SÜNEN  :  4.C.2269.N

 

YOLCU İÇİN RUHSAT : Seferde olan bir kimseye de oruç tutmama ruhsatı veril-miştir.Bu kimse de tutamadığı günler sayısınca başka günler tutar.

 

“ …… Sizden kim o ay’a erişirse oruç tutsun. Kim ………… seferde bulunursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutsun.Allah sizin için kolaylık ister,güçlük istemez …………. “BAKARA : 185.AY.

 

( …. Aişe r.a şöyle dedi :Hazma b.Amr el-Eslemi,Peygamber s.a.v’e :Seferde oruç tutabilir miyim? dedi. - o,çok oruç tutan birisiydi - Resulullah s.a.v ona :

- İstersen oruç tut,istersen ye, buyurdular. ) BUHARİ : 4.C.1811. S MÜSLİM : 3.C.1121.N

 

( …. İbni Abbas r.a dan.Dedi ki:Resulullah s.a.v Medineden Mekke ye doğru yola çıktı.Usfan’a ulaşıncaya kadar yolda oruç tuttu.Sonra biraz su istedi.İnsan-ların onu görmesi için suyu eliyle iyice yukarı kaldırdı ve orucunu açtı.İbni Abbas devamla dedi ki : Resulullah s.a.v seferde bazen oruç tutmuştur bazende tutmamıştır.Sahabelerden de isteyen seferde oruç tutar,isteyen tutmazdı. ) BUHARİ : 4.C.1815.S MÜSLİM : 3.C.1113.N

 

 

ORUÇLUNUN  İFTAR  VAKTİ

 

    Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız çizgide oruç tutanların ilk sevinci, elbet-teki iftar sevincidir.Çünkü Allah resulü s.a.v bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurur :

 

“ …….. Oruçlunun iki sevinci vardır.Bunlardan ilki iftar ettiği zaman ki se-vinci,diğeri ise Rabbiyle karşılaştığı zaman ki sevincidir. “

                                                                                                      BUHARİ : 4.C.1776.S

 

   İftara acele etmek,Allah resulü’nün sünnetindendir.Bundan dolayıdır ki oruçlu  bir Müslüman iftar anı gelir gelmez orucunu bozmalıdır.

 

( ….. Sehl İbni Sa’d r.a dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : İnsanlar iftar için acele ettikleri müddetçe hayır üzeredirler.Onun için iftara acele edin. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanlar geciktirirler. ) BUHARİ        : 4.C.1825.S   İBN MACE   : 4.C.1698.N EBU DAVUD:3.C.2353.N

( …. Resulullah s.a.v buyurdular ki :Ümmetim,iftarlarında yıldızların çıkmasını beklemedikçe benim sünnetim üzeredirler. )

                                                                                                  İBNİ HİBBAN :

   

     Şuurlu bir müslüman iftar hususunda dikkatli olacağı gibi,o anı değerlendir-mede de uyanık davranmalıdır.Çünkü oruçlunun iftar anındaki duası,icabet edi-len bir dua’dır.

 

( …. Ebu Hureyre r.a.dan.Resulullah s.a.v buyurdular ki : Üç sınıf insan vardır ki duası Allah katında reddolunmaz: “……….. İftar edinceye kadar oruç-lunun duası. Mazlumun duası …………………)İBNİ MACE : 5.C.1752.N S. SAHİHA   :        1797.N

 

GÜNEŞ  BATINCA  İFTAR  EDİLİR

 

( …. Ömer r.a şöyle demiştir :Resulullah s.a.v şöyle buyurdu : “ ………. Güneş battığı zaman oruç tutan orucunu açar. ) BUHARİ :4.C.1823.S  MÜSLİM:3.C.1100.N

 

    Oruçlu,her işte olduğu gibi yemeğe de besmele ile başlar ve yemeğini namazdan önce acele etmeden yer.Yemekten sonra ise şu duayı yapar :

    

 

( ….. İbni Ömer r.a şöyle demiştir :Resulullah s.a.v orocunu açtığı zaman şöyle derdi :     Zehebe’z  zamau , vebtelleti’l  urug ,ve sebete’l  ecru  inşaallah “

Susuzluk giti,damaklar ıslandı ve ecir de sabit oldu inşaallah.  ) EBU DAVUD : 3.C.2357.N DARE KUTNİ: 2.C.2247.N

 

   Eğer oruçlu kimse başkalarının evinde iftar ederse,ev sahibi için şu duayı eder:

 

 

( … Abdullah İbni Zübeyr şöyle dedi:Resulullah s.a.v Sa’d bin Muaz’ın yanında iftar etti.Sonra şöyle dua etti : Eftara indekumu’s saimun, ve ekele taamukumul ebrar,ve sallat aleykumul melaikeh.

 

Yanınızda oruçlular iftar etsin,yemeğinizi Salih kimseler yesin ve melekler de duacınız olsun. ) İBNİ MACE : 5.C.1747.N

 

TERAVİH  NAMAZI

 

   Allah’a hamd olsun orucu tuttuk,iftarımızı da ettik.Hadiste zikredildiği gibi, inşaallah ecir de sabit olmuştur.Şimdi ise bu ayın gecelerinde müslümana başka ecir kazandıran bir ibadetten bahsedeceğiz,o da teravih namazı.

   Teravih namazı, sünneti seniyede zikredildiği gibi ramazan gecelerinde yatsı namazından sonra kılınan  namazın adıdır.Ve sekiz rekattır.

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan. Resulullah s.a.v buyurdular ki : “Farz olan namazlardan sonra en faziletli namaz geceleyin kılınan namazdır. ) MÜSLİM : 3.C.1163.N

 

( … Ebu Hureyre r.a dan.O şöyle dedi: Ben Resulullah s.a.v den işittim,ramazan için şöyle buyuruyordu : İnanarak ve sevabını umarak ramazan da –oruç ve namaz-ibadetini yerine getiren kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur.) BUHARİ : 4.C.1862.S

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v kesin emir vermeksizin ramazanda teravih namazına teşvik ederek buyurdular ki : Kim inanarak ve sevabını umarak ramazanı ihya ederse geçmiş günahları affolunur.) MUVATTA:1.C.204.S

( …… Ebu Seleme,Aişe’ye :

- Resulullah’ın ramazandaki gece namazı nasıl idi? Diye sordu. Aişe şöyle dedi :

- Resulullah ne ramazanda, ne de ramazandan başka gecelerde on bir rekattan  fazla kılar değildi.Resulullah evvela dört rekat kılardı.Artık o rekatların güzelliğinden ve uzunluğundan sorma ! Sonra dört rekat daha kılardı.Bunların da güzelliğinden ve uzunluğundan sorma ! Sonra üç rekat –vitir- kılardı …………………….. ) BUHARİ : 4.C.1866.S  MÜSLİM:2.C.  738.N

( … Cabir İbn Abdullah r.a dan.Şöyle dedi : Resulullah s.a.v bize ramazanda sekiz rekat –teravih- sonra da vitr namazı kıldırdı ) TABERANİ. M.SAĞİR:1.C.370.N

 

   Teravih konusunda her ne kadar sekiz rekattan fazla kılındığını ifade eden rivayetler olsa da, bu  rivayetler sağlıklı rivayetler değildir.Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynaklara bakabilirler.

 

KADİR  GECESİ

 

    Değerli kardeşlerim ! Ramazan ayında gafil olunmaması gereken zaman-lardan birisi de,bu ayın son on günüdür. Çünkü bu ayın son on gününün tekli gecelerinin içerisinde bin ay’dan daha hayırlı bir gece vardır ki o da, kadir gecesidir.

   Rabbimiz kerim kitabında bu gece ile alakalı şöyle buyurmaktadır :

 

 “ Biz o - Kur’anı – kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin ? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve ruh,o gece rablerinin izniyle her iş için iner de iner.Esenliktir o gece,ta tan yeri ağarıncaya kadar “KADİR : 1.2.3.4.5.AY.

 

( …. Enes İbni Malik’ten gelen bir hadislerinde ise Allah resulü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Bu aya girmiş bulunuyorsunuz.Unutmayın ki onda bin aydan daha hayırlı olan bir gece vardır.Bu geceden mahrum olan bir kimse hayrın tümünden de mahrum olmuş olur. Bu gecenin hayrından ancak saadetten payı olmayan kimse mahrum kalır. ) İBNİ MACE : 4.C.1644.N

 

( …. Ebu Hureyre r.a dan.Resulullah s.a.v şöyle buyurdular : “ …………. Her kim iman ederek ve ecrini de yalnız Allah dan umarak kadir gecesini ibadetle geçirirse geçmiş günahları mağfiret edilir “  ) BUHARİ : 4.C.1868.S

 

( …. Ebu Said r.a şöyle dedi :Peygamber s.a.v bize bir hutbe yaptı ve şöyle dedi: Bana kadir gecesi gösterildi ve sonra da o bana unutturuldu. Sizler kadir gecesini ramazanın son on gününün tekli gecelerinde arayınız) BUHARİ : 4.C.1869.S

 

    Kadir gecesinin kadrini kıymetini anlatan daha bir çok deliller mevcuttur. Biz bu kadarı ile iktifa ederek tekrar diyoruz ki;Madem ki Ramazan ayı ve onun içerisindeki bin aydan daha hayılı olan kadir gecesi Allah’ın kullarına ihsan ettiği büyük bir lütuftur,öyleyse bunu fırsat bilmeli,o geceyi yakalamak için son on günü iyi değerlendirmeliyiz. Ve yine  bu gecelerde Allah’a bol bol ibadet ederek,bizi bağışlaması için O’na  yalvarmalıyız. Çünkü O’ndan başka ne sığı-nacak bir yerimiz var ve ne de gidecek bir kapımız var ……………….

 

FİTRE  ZEKATI

 

      Ramazanı gece ve gündüzü ile ihya eden samimi Müslümanların bu ayın sonunda da fıtır zekatı ile kendilerini temizlemeleri gerekir.Çünkü fıtır zekatı, oruçluların ramazan içerisinde kullanmış oldukları lüzumsuz sözlerinden ve çirkin  tavırlardan doğan günahları için onları temizleyen bir vesile kılınmıştır.

 

( …. İbni Abbas r.a dan. O şöyle demiştir: Resulullah s.a.v fıtır zekatını, oruçlulara lüzumsuz sözden ve sövmekten temizleyici bir vesile ve fakirler için de bir yiyecek kıldı. Kim fıtır zekatını namazdan önce eda ederse,bu makbul bir zekat olur.Kim de namazdan sonra eda ederse,bu da sadaka-lardan bir sadaka olur. ) EBU DAVUD : 2.C.1609.N İBNİ  MACE  : 5.C.1827.N

 

( …. İbni Ömer r.a şöyle demiştir : Resulullah s.a.v fıtır zekatını Müslüman-lardan köle,hür,erkek,kadın,küçük,büyük üzerine hurmadan bir sa’ yahut arpadan bir sa’ olarak farz kıldı.Ve bu zekatın, insanların bayram namazına çıkmasından önce verilmesini de emretti. ) BUHARİ : 3.C.1434.S

 

 

    Fıtır zekatı,durumu iyi olan her müslümanın mutlaka yerine getirmesi gereken mali bir ibadettir. Bunu yerine getirme şekli ise arpa’dan, buğday’dan, hurma’dan,kuru üzüm’den veya yoğurt kurusu -yani lor, peynir- gibi yiyecek maddelerinden yaklaşık üç kilo olarak fakirlere verilmesidir…….Mükellef,bu sayılan yiyecek maddelerinin hangisinden dilerse ondan fıtresini verebilir…..    Gaye fakirlere yardım amacı taşıdığı için,bu belirtilen gıda maddelerinin ücretlerini de vermekte bir sakınca olmaz.

 

UMRENiN YAPILIŞI

 

Rahman ismiyle, yarattığı her canlıya Dünya ve Ahiret’te, Rahim ismiyle de Ahiret’te mümin kullarına merhamet eden Allah’ın adıyla.

*Bize Mescidi Haramı ziyaret yeri ve yöneleceğimiz bir kıble olarak kılan Yüce Allaha şükürler olsun. Yüce Allah: ”Şübhesizki âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlık için kurulan ilk ev (mabet) Mekkedeki (Kâbe) dir”(Ali İmran suresi 96. ayet) diyerek Mekkeyi ve evini kutsamıştır.

*İnsanın yapabileceği salih ameller arasında en efdal olanlarından biride hac ve umre yapmak, Mescidi Haramde namaz kılmaktır. Peygamber  efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Umre, kendisinsen önceki umre ile arasındaki (küçük) günahlara keffarettir” (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir). Ve şöyle buyurmuştur: “Kim eve (Kâbe’ye) gelir ve her hangi bir cinsellikle alakalı bir şeyde bulunmaz haram olan şeylerden biri ile meşgul olmaz ise anasından doğduğu gün gibi günahlarından temizlenmiş olarak döner” (Muslim rivayet etmiştir) Ve şöyle buyurmuştur: "Mescidi Haremde kılınan bir namaz diyer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir” (Ahmed ve İbnu Macid rivayet etmişlerdir).

*Müslümanın umre yapmaktan maksadı Yüce Allahın rızasını kazanmak olması, bu sebebtende umre ve haccını gerektiği gibi, tam bir şekilde eksiksiz bir biçimde eda etmesi gerekmektedir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Hac ve umreyi Allah için tamamlayın” (Bakara suresi 96. ayet).     

Umre yapacak kişinin umreye başlamadan önce umrenin nasıl yapılacağını öğrenmesi, Peygamber  efendimizin emrettiği gibi, sünnette varid olduğu üzere umresini tamamlası gerekmektedir. Bu konu hakkında Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "...Benden menasiklerinizi nasıl yapacağınızı öğrenmeniz için...” (Muslim rivayet etmiştir) 

 

 

 

 

UMRENiN YAPILIŞI

 

 

1)- İHRAM GİYMEK

 

·                İhram giymek umre yapacak kişinin bu ibadetine başlangıç esnasında  yapılması gereken, bu şekilde bu ibadetin icraatı esnasında  kulun kendi nefsine çeşitli yasaklar koyduğu umrenin rukunlarındandır. Umre yapmak isteyen kişi ilk önce güzel bir yıkanır ve temizlenir (yani eğer avret mahallinde yada koltuk altlarında kıl ve benzeri şeyler varsa onları temizler). Bu  temizlik Yüce Allahın bu ibadete verdiği önem, Yüce Allahın evini ziyaret esnasında bu rabbinin yüceliğinden dolayı sünnettir, bu ibadete başlanılmadan önce temizlik yapılması el verdiğince gerekmektedir. Kadınlar dahi bu temizlik işlemini yaparlar. Hayız halinde  olmaları yada doğum sonrası nifas kanın geliyor  olması buna engel değildir. Peygamber efendimiz Aişe validemize hayız olduğu halde, Esma bintu Umeys (radıyallahu anhuma)’ya nifas olduğu halde bu şekilde davranmalarını emretmiştir. Umre yapacak olan eğer erkek ise güzel kokular sürünür. Kadınların koku sürünmeleri caiz değildir. Koku bedene sürülür ihram elbisesine koku sürmek caiz değildir. Eğer yıkanmak ve tamizlenmek imkânı olmayacak olursa bunda her hangi dini bir sakınca yoktur. Kişinin yıkanamadığından ötürü teyemmüm alması dinen caiz değildir. Umre yapacak erkek iç çamaşırlarını diyer bütün elbiseleri ile beraber çıkarır ve ihram elbisesini giyer ihram iki kısımdan oluşmaktadır: İzar göbekten aşağısını örten kısmıdır. Rida ise omuzların üzerine alınan kısımdır. İzar ve ridanın beyaz renkte ve temiz  olmaları ıercih edilmelidir. İhram giyilirken başın açıkta kalmasına dikkat edilmelidir. Kadınlar ise süslü olmayacak, ziynetlerini göstermeyecek, erkeklere ve kâfir kadınlara benzemeyecek bir şekilde normal, günlük elbiseleri içinde ihrama girerler. Buna rağmen kadın eldiven ve nikab (kadınların yüzlerini örtmek için kullandıkları sadece gözlerin görüldüğü bir örtüdür) giymez yüzlerini herhangi başka bir şeyle örterler. Daha sonra umre için niyet edilir. Kalble  niyet edilen dil ile telaffuz edilir ve şöyle söylenir “LEBBEYK ALLAHUMME UMRA”. Bu söz söylenirken kıble istikametine yönelmek daha uygundur. Umreye girdiğini, umre niyetini yaptığını belirten başka her hangi bir sözü söylamekte caizdir.  Bu söz söylendikten sonra artık  umre ibadetine giriş yapılmış olur. Enes (radıyallahu anh) Peygamber efendimizin haccında şu şekilde yaptığını söylemiştir: “sonra bineğine bindi ne zamanki (Medine civarında bulunan düz bir arazi olan) Beyda’ya ulaştığında Allaha şükretti, tesbih etti. Daha sonra hac ile beraber umreye niyet ettiğini bildirecek şekilde sesini yükseltti ve (beraberinde bulunan) insanlarda aynı şekilde seslerini yükselttiler (niyetlerini açıktan getirdiler)” (Buhari rivayet etmiştir). Eğer umrenin tamamlanamayacağından korkulacak olursa niyetini söylerken şu şekilde şart öne sürmesi iyi olur “Eğer her hangi bir şey umremi tamamlamama engel olacak olursa benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer olsun” yada bu manayı ifade eden başka her hangi bir sözde söyleyebilir. Bunun delili ise Duba’a bintu Zubeyr ibnu Abdulmuttalib (radıyallahu anha)’nın Peygamber efendimize: Ya Resulullah ben hac etmek istiyorum velakin rahatsızım (yani hastayım ve hastalığımın beni haccımı tamamlamaktan alı koyacağını zannediyorum) dedi. Peygamber efendimiz de Ona: “Haccını eda et ve şart koş Benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer olsun” de diye buyurmuştur (Hadis muttefekun aleyhtir). İhram namazı diye bir namaz yoktur. Velakin ihram giyildiği esnada eğer farz namaz kılınma zamanı gelecek olursa namazdan sonra niyet yerine getirilir. Peygamber efendimiz bu şekilde yapmıştır. Kendisi öğle namazını kıldıktan sonra hacca niyet etmiştir (bu şekilde bir hadis Buhari ve Muslimde bulunmaktadır). Daha sonra telbiye geririr. Telbiye: “LEBBEYK ALLAHUMME LEBBEYK LEBBEYKE LA ŞERİYKE LEKE  LEBBEYK  İNNEL HAMDE VEN Nİ’METE LEKE VEL MULK LA ŞERİYKE LEKE” demektir. Manası ise: Senin çağrına icabet ediyorum, Senin davetine uyuyorum. Senin hiçbir şekilde bir ortağın yoktur. Şübhesizki bütün şükürler sözlü yada fiili olsun senin içindir. Her nimet sendendir. Her şeyin mülkü, tapusu  senin elindedir. Şübhesizki senin hiçbir işinde hiçbir ortağın yoktur. Umre yapan kişinin bu telbiyeyi sesini yükselterek çokca söylemesi, Yüce Allahı çeşitli zikirlerle yüceltmesi Ona dua etmesi umre esnasında yapılması iyi olan amellerdendir. Fakat kadınların bu zikirleri yaparken  seslerini yükseltmeleri caiz değildir. Bu şekilde ta Kâbe görülünceye kadar devam edilir. Kâbe görüldüğü anda telbiye kesilir. Ve tavafa başlanır.

 

2)- TAVAF

 

Tavaf yapacak kişinin tavafa başlamadan önce büyük abdest, gusul gerektirecek biir durum üzere olmaması, abdest almış bir vaziyette bulunması gerekmektedir. Peygamber efendimiz Aişe validemizi hayız kanı geldiği yüzünden tavaf yapmasını engellemiş, kanın kesilmesini beklemesini daha sonra yıkanıp tavaf etmesini emretmiştir (bu rivayet Buhari ve Muslimde bulunmaktadır). İbnu Ömer’den gelen bir rivayete göre: Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ziy Tuva denilen yerde gecelemiş sabh namazını kıldıktan sonra yıkanmış ve gündüz vakti hareme girmiştir (Bu hadis Buhari rivayet etmiştir). Aişe validemiz Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk önce abdest aldığını daha sonrada tavafa başladığını söylemiştir (Hadis Buharide geçmektedir).

·       Tavaf yapılırken avret mahalinin açılmamasına dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü tavaf aynı namaz gibidir. Peygamber  efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Çıplak bir şekilde hiç bir kimse evi tavaf etmesin” (Hadis muttefekun aleyhtir). Ve şöyle buyurmuştur: "Evi tavaf namaz kılmaktır. Tek fark siz tavaf ederken konuşabilirsiniz” (Bu hadisi Tirmizi ve İbnu Huzeyme ve Hakim rivayet etmiş Şeyh Albani sahih olduğunu söylemiştir). Erkekler için tavaf esnasında sağ omuzun açık sol omuzun kapalı olması mustehab olan amellerdendir.

·       Mescide geldikten sonra Kâbeyi görünce telbiyeyi keser ve Hacerul Esvedi tam karşısına alarak elini Ona doğru elini uzatarak  Bismillah Vallahu Ekber” der. Eğer imkânı olursa Hacerul Esvedi  öper yada elini sürer. Elbetteki bu esnada da kimseye bir zarar vermez. Orda bululanları elden geldikçe rahatsız etmemeye çalışır. Hacerul Esvede doğru uzattığı elini yada işaret etmek için kullandığı her hangi bir şeyi öpmez. Bu dinimizde olmayan bir şeydir. Daha sonra her defasında daha önce belirttiğimiz üzere yapmak, Kâbeyi sol tarafına almak sureti ile  yedi defa çevresinde döner. Ruknul Yemaniye geldiği vakit elini sürer ve “Bismillah Vallahu Ekber”der. Eğer elini sürmeye imkân bulamayacak olursa ne elini Ona doğru uzatır, nede tekbir getirir.

Hacerul Esvedi her dönüşte imkân olursa öpmek, eğer imkân olmassa elini sürüp yada başka bir şeyi Hacerul Esvede sürüp daha sonrada elini yada o sürmüş olduğu şeyi öpmesi uygundur. Çünkü Peygamber  efendimizden Ebu Tufeyl Amir ibnu Vaile (radıyallahu anhu) şöyle rivayet etmiştir: “Peygamber  efendimiz beraberindeki bastanunu Hacerul Esvede sürdükten sonra bastanunu öpmüştür”. Ve Peygamber  efendimiz şöyle buyurmuştur: “Hacerul Esvede (el) sürmek günahları (tek tek) döker” (İbnu Hibban ve İbnu Huzeyme güçlü bir senedle rivayet etmişlerdir). Erkeklerin tavafın ilk üç dönümü  esnasında remel etmeleri (adımları bir birine yakın bir surette atıb hızlı bir şekilde yürümektir) uygun olur. Yalnızca bu remel esnasında Ruknul Yemani ve Hacerul Esved arasında sakince yürür. Tavaf edecek kişi sıhhi nedenlerden ötürü bir bineğe binmek zorunda kalırsa her hangi bir sakınca yoktur. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ummu Seleme rahatsızlığından şikâyet edince Ona: “İnsanların arkalarında, binek üstünde olmak üzere tavaf et” diye buyurmuştur (Buhari ve Muslim rvayet etmiştir). Tavaf mescidin her tarafında olur. Mescidin tavanında koridorlarında tavaf etmekte her hangi bir beis yoktur. Tavaf yapan kişi yorulduğunda dinlenebilir, su içebilir, imamla beraber namaz kılabilir. Bu Onun tavafını yarıda bırakmadığı tavafını kesmeyeceği için tavafa tekrardan başlaması gerekmez. Tavaf esnasında bolca zikir çekmek, dua etmek gerekir. Bu esnada kimseyi sesi ile rahatsız etmemeye dikkat etmesi uygun olur.

Tavafa ait özel bir dua, özel bir zikir yoktur.  Kul Yüce Allaha istediği gibi dua eder ve istediği gibi Onu zikreder. Yalnızca Ruknul Yemani ve Hacerul Esved arasına gelince şu duayı söylemesi iyi olur

﴿رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّار﴾ {سورة البقرة الآية: 201}                          

 ِRebbena Atina fid Dünya Haseneten ve fil Ahireti Haseneten ve Kına Azaben Nar” (Ey Rabbimiz! bize bu dünyadada ahirettede iyilikler, güzellikler ver) . Yedinci dönüşün sonunda Hacerul Esvedi ya öper, ya elini sürer ve elini öper veya başka bir şeyi sürer ve onu öper yada Ona doğru elini uzatır ve tekbir getirir. İbnu Abbastan şu şekilde rivayet olunmuştur: ”Peygamber Evi deve üzerinde tavaf etmiştir. Hacerul Esvede her ulaştığı sırada elinde bulunan bir şeyle Ona doğru işaret etmiş ve tekbir getirmiştir” (Buhari rivayet etmiştir). Tavafı bitirdikten sonra ridayı omuzların ikisinide kapatacak bir şekilde koymak gerekir.

Tavaf bittikten sonra Makamı İbrahimin arkasına geçerken

﴿وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ  مُصَلًّى﴾                                                   {سورة البقرة الآية:125}                                                                          

”Vettehızu min makamı ibrahime musalla” (İbrahimin makamını namaz kılma yeri edinin) (Bakara suresi125. ayet) ayetini okur. Makamın arkasında eğer fırsat bulabilirse iki rekât namaz kılar. Eğer kalabalıktan ötürü yer bulamayacak olursa mescidin her hangi başka bir yerinde namaz kılabilir. Namazın birinci rekâtında kâfirun suresini ikinci rekâtında ise ihlas suresini okuması mustehabtır. Namazı kılarken başka surelerinde okunmasında her hangi bir sakınca yoktur.

Namazı bitirdikten sonra Hacerul Esvede gelib sağ elini sürmesi uygun olur. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Muslimde geçen bir rivayete göre bu şekilde yapmıştır. Bunun dışında Hacerul Esvedi öpmek yada uzaktan el ile işaret etmek caiz değildir. Eğer kalabalıktan dolayı yaklaşamayacak olursa kimseye zarar vermemek maksadı ile bu işten vaz geçer.

 

3)- SA’Y

 

·       Daha sonra Safa tepesine çıkar. Tepeye yaklaşınca:

﴿إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوْ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللَّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ﴾{سورة البقرة الآية:158}                  İnnes Safa vel Mervete min şeâirillah femen haccel Beyte evi’temera fela cünaha aleyhi en yettavvafa bihima ve men tetavvaa hayran fe innellaha Şakirun Alim” (Bakara suresi 158.ayet) (Şübhesizki Safa ve Merve Allahın koyduğu nişanlardandır. Her kimBeytullahı ziyaret eder veya umre yaparsa onları tavaf etmesinde kendisine bir günah yoktur. Şübhesizki Allah yapılan ibadetleri kabul eder ve O her şeyi hakkıyla bilir). Sa’y ederken abdestli olmak mustehabtır. Amma velakin abdestsizde sa’y edebilir. Tepenin üzerine çıkılır (tepenin üzerine çıkmak daha efdaldir ama her hangi bir özürden  ötürü çıkılmasada olur) ve kıbleye doğru yönelir. Eli ile Kâbeye doğru işaret etmeden şu şekilde söyler:                         

       “La ilahe illallahu vallahu ekber. La ilahe illallahu vahdehu la şeriyke leh lehul mulku ve lehul hamdu ve huve ala kulli şey’in Kadir. La ilahe illahu vahdeh enceze va’deh ve nasara abdeh ve hezemel ahzaba vahdeh” daha sonra ellerini kaldırarak dua eder. Bu zikir üç defa tekrar edilir. Daha sonra tepeden aşağıya doğru inilip, Merve istikametinde yürülür. Erkekler vadiye geldiklerinde (şu an yeşil ışıklar ile belirtilmiştir) iki yeşil ışık arasında hızlıca koşuşurlar. Kadınların vadide koşmaları caiz değildir. Merve tepesine gelince eğer imkân olursa üzerine çıkar. Yok eğer imkân olmaz ise tepenin başlangıç yerinde durur. Safa tepesinde ne yaptı ise aynısını burda yapar tek fark bu tepe üzerinde biraz önce zikrettiğimiz ayet okunmaz. Daha sonra safa tepesine doğru yönelir Merveye gelirken yaptığı şekilde yapar. Safa ile Merve arası bir şavt, Merve ile Safa arası da bir şavt sayılır. Bu şekilde yedi defa tekrar edip, en son olarakta Merve tepesi üzerinde sa’y sona erdirilir. Binek üzerinde  de sa’y edilebir, ama yürüyerek sa’y etmek daha efdaldir. Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlar kendisini rahatlıkla görebilsinler diye bineği üzerinde tavaf ve sa’yını eda etmiştir (Bu rivayet Muslimde geçmektedir). Mescidin üst katlarında tazaf ve sa’y edilmesinde her hangi bir sakınca yoktur. Eğer sa’y esnasında namaz kılmak, su içmek gibi zorunluluklardan ötürü sa’y yarıda kesilmek zorunda kalınırsa sa’yı yarıda kalmış olduğu yerden tamamlar. Sa’y yapılırken elden geldiğince dua ve zikirle uğraşmak gerekir. Bu arada okunması gereken özel bir dua yoktur. Öylede sa’ya hususi özel bir namaz yoktur. Namaz tavaf için meşru kılınmıştır.

 

4)- SAÇI  KAZIMA  YADA KISALTMA

 

·       Erkekler sa’yı bitirdikten sonra saçlarını ya tamamen kökten kazıtırlar yada tamamen kısaltırlar. Çünkü Yüce Allah başın bir kısmını diğerinden ayırt etmemiştir. Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve ashabı ya başlarının tamamını kazıtıyorlar yada  kısaltıyorlar idi. Saçı kökten kazıtmak en efdal olanıdır. Çünkü Yüce Allah kitabında saçı kazıtmayı kısaltmadan daha önce zikretmiştir. Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’de saçını kazıtanlara Allahın rahmetini kazanmaları için üç defa, saçlarını kısaltanlar için ise bir defa  dua etmiştir. Çünkü saçı kazımak bu yapılan ibadette daha fazla fedakârlıkta bulunmaktır. Kul için yazılan ecir, kulun ibadet esnasındaki fedakârlığına göre farklılık gösterir. Velakin eğer yapmış olduğu umre hac zamanına yakın bir zamanda yapılmış ve hac yapmakta isteniyor ise saçı kısaltmak daha efdaldir. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda haccında beraberinde bulunan sahabelerden temettu haccına niyet etmiş olanlara umreyi tamamladıktan sonra saçlarını kısaltmalarını emretmiştir (Buhari ve Muslim rivayet etmiştirler). Umre yapan kadınlar ise saçlarını toplayıp 2 cm kadar kısaltırlar. Saçlar kazınıp ve kısaltılırken başın sağ tarafından başlamak sünnettir. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda haccında böyle yapmıştır (Muslim rivayet etmiştir). Bu zikrettiğimiz her şeyi tam bir şekilde yapan kimsenin umresi en kâmil bir şekilde tamamlanmış olur.

 

SANA GEREKLİ OLAN BAZI HÜKÜMLER

 

·       Umre her zaman yapılabir. Ama umre için en efdal zaman ramazan ayıdır. Çünkü Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: "Ramazan ayında yapılan umre bir hacca bedeldir” (Buhari rivayet etmiştir). Elbettelki bu ecir yönü iledir. Hiç bir zaman umre hac  borcunu ödemez. Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine umre yapmanın ayrı bir özelliği olduğuna dair her hangi bir şey gelmemiştir. Öylede receb ayında umre yapmanın bir özelliği olduğuna dair de Peygamber efendimizden her hangi bir şey gelmemiştir. Bu sebebten bir özelliği olduğunu düşünerek bu şekilde bir umre yapmanın dinimizde her hangi bir yeri yoktur. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) zul kıde ayında umre yaptığı rivayet olunmuştur.

·       Bir kadın kendi başına, yanında kendine umre yaparken eşlik edecek bir yakın erkek akrabası (babası, kocası, abisi, oğlu, dayısı, amcası, dedesi gibi) olmaksızın, umre yapmak maksadı ile yolculuğa çıkamaz. Ve eğer bu akrabalarından her hangi birini kendisini umre yapmaya götürmek için bulamayacak olursa kendisinden umre ibadeti düşer. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kadın mahremsiz yolculuğa çıkamaz” bunun üzerine bir kişi kalkıp: Ey resulullah! Benim karım hac yapmak niyeti ile yolculuğa çıktı ve  bende filan savaşa katılmak üzere yazıldım. Dedi bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Git ve hanımınla beraber hac yap” dedi (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir). Mahrem ise kadının kocası ve kendisi ile nikâh düşmeyen bütün erkeklerdir.

·       Mekkeye umre maksadı ile giden her kes miykat mahallini geçmeden önce ihramlarını giymiş olmalıdır. Eğer miykat mahallini ihramsız bir şekilde geçecek olursa bir kurban kesmesi ve Mekke ehline dağıtması gerekir. Miykat mahallini karadan yada havadan yada denizden geçme arasında her hangi bir fark yoktur. Mekkeye umre maksadı ile gitmeyen kişilerin ihram giymeleri şart değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekkenin fethi esnasında başında miğfer olmak üzere, ihramsız bir şekilde şehre girmiştir.

·       Miykat mahalleri şunlardır: Zul huleyfe (Ebyar Ali- Medine yakınlarındadır), Cuhfe (Rabiğ yakınlarındadır), Yelemlem (Yemen yolu üzerinde Sa’diyye civarındadır), Karnul menazil (Seyl Kebir- Vadi Muhrim olarakta bilinir. Taif yolu üzerindedir), Zatu Irk (Dariybe olarakta bilinir. Mekkenin kuzey doğu istikametine düşer)

·       Miykat sınırları içinde oturanlar umre yapmaya niyet ettikleri yerde ihramlarını giyerler. Mekkede harem sınırları içerisinde oturanlar ise, harem sınırları dışına çıkıp daha sonra ihram giyerler. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Huneyn savaşından geri Mekkeye döndüğü zaman Cu’ rane mıntıkasına gelince ihram giymiş daha sonrada umresini tamamlamıştır. Öylede Aieşe (radıyallahu anha) haccı bitirib daha sonrada umre yapmak isteyince Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona kardeşi ile beraber Ten’ıme gitmesini ve ordan ihrama girmesini söylemiştir (Bu rivayet Buhari ve Muslimde geçmektedir).

·       Haremin sınırları bellidir: Hudeybiyye, Arafa, Cu’rane ve Mekkeye en yakın yer olan Ten’im haremin sınırlarını oluşturmaktadır. Öylede Mina ve Muzdelife harem sınırları içinde kalmaktadır.

·       Umre yapmak maksadı ile ihram giyecek olanın şunlara dikkat etmesi gerekmektedir: Cinsel ilişki ve ilişki kurmaya davet edici her şeyden salınmalı, kız isteme ve evlilik sözleşmesi imzalamamalı, (Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhrim evlenmez, kız istemez ve evlendirmez” Muslim rivayet etmiştir), koku sürünmemeli, tırnak kesmemeli, saçından bir şey koparmamalı, avlanmamalı ({kara hayvanlarını avlamak size ihramlı iken haram kılınmıştır} Maide suresi 96.ayetinde geldiği üzere kara hayvanlarından yenilebilinenlerinin avlanması caiz değildir), dikili elbise giyilmemeli, eldiven takmamalı, başı ve yüzü örtmemelidir. Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Muhrim gömlek, sarık, pantalon, cubbe ve üzerine zaferan ve veres sürülmüş elbise giymez (Za’feran ve veres bir çeşit bir bitkidir. Bu bitkilerin  kokusu olduğundan ötürü, bu bitkilerin sürülmüş olduğu elbiselerin giyilmesi yasaklanmıştır)” (Buhari ve Muslim rivayet etmiştir). Arafede ihramlı iken kendisini hayvanın çiğnemesi sonucu ölen sahabi için: “Onu sidir ve su ile yıkayın ihram elbiseleri ile kefenleyin, koku sürmeyin ve başını örtmeyin” diye buyurmuştur. Başka bir rivayette ise: “Başını ve yüzünü örtmeyin. Çünkü O Kıyamet günü telbiye getirerek haşrolonacaktır” (Muslim rivayet etmiştir) demiştir. Kadınlar ise eldiven ve nikab (yüzü örten sadece gözlerin görülmesini sağlayan bir örtüdür) giymez bunun dışında vucudunu göstermeyecek ve fitneye sebebiyet vermeyecek şekilde istediği gibi giyinebilir. Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İhram giyen kadın eldiven giymez ve yüzünü nikab ile örtmez” (Buhari rivayet etmiştir). Peygamber  efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) pantalon ve şalvar türü şeylerin giyilmesini yasaklaması, kadınların yüzlerini açmaları, erkek ve kadınların avret yerlerini açabilecekleri manasına gelir diye bir mana anlaşılması yanlıştır. Çünkü Hz. Aişe validemiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bizler (yani kadınlar) muhrimler (umre yada hac için niyet etmiş) olarak Allahın resulu ile beraberken hayvanlarına binmiş vaziyetteki insanlar geçerdi. Bizde onlar bize yaklaşırken çarşaflarımızın uçlarını  yüzlerimize doğru indirir ve bu şekilde yüzlerimizi örterdik. Bizden uzaklaştıklarında da yüzlerimizi açardık” (Ahmed, Ebu Davud ve İbnu Mace rivayet etmişlerdir). Fatıma bintu Munzir (radıyallahu anha)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Bizler muhrimler olarak Ebu Bekrin kızı Esmanın yanında iken  yüzlerimizi (her hangi bir şeyle) örterdik” (İmam Malik rivayet etmiştir)

·       İhramlı kişi yıkanabilir, saçını tarayabilir. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Aişe validemize ihramlı iken yıkanmasını ve saçlarını taramasını emretmiştir (Hadis Buhari ve Muslimde geçmektedir). Umre esnasında şemsiye ve benzeri bir şeylerle  gölgelenmekte her hangi bir sakınca yoktur. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Arafede kendisi için kurulmuş olan çadırda istirahet etmekte, cemreleri taşlarkende Bilal (radıyallahu anhu) ve Usame (radıyallahu anhu) bir elbise ile Onu gölgelendirmekte idi (Muslim rivayet etmiştir). İhram esnasında kan bağışında bulunulabilir. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ihramlı iken hacamat (vucuttan belli bazı yollarla kan aldırmaya hacamat denir) olmuştur (Buhari ve Muslim  rivayet etmişlerdir).

·       Her hangi bir zorunluluktan ötürü ihram yasaklarından biri işlenmek zorunda kalınırsa her hangi bir günah yoktur amma velakin karşılığında ceza ödemesi gerekmektedir. Örnek vermek gerekirse rahatsizlıktan ötürü başını ihramlı iken tıraş etmek zorunda kalan kişi başını tıraş eder ve karşılığında ceza öder.

·       İhram yasaklarından birini bilmeden yada unutarak yada kendisine zorla yaptırılan kişiye her hangi bir şey yoktur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey Rabbimiz! Bizi unutarak yada hata ile yaptıklarımızdan sorumlu tutma” (Bakara süresi 286. ayet). Elbetteki bir şeyin haramlığını bilen bir kimse için, haramı işlemesi sonucunda nasıl bir ceza ile karşılaşacağını bilmemesi Onun için bir özür sayılamaz. İşte bu sebebten ötürüdür ki Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ramazanda gündüz vakti hanımı ile cinsel ilişkiye giren kişiye bu yapmış olduğundan pişman olmasına rağmen  keffaret (yani bir köle azadı yada atmış bir gün oruç yada atmış yoksulun karnını doyurmak bu yapılan günahın keffaretidir)  tayin etmiş Onun bu keffaretin hükmünü bilmemesini bir özür olarak görmemiştir.

·       İhram esnasında dikişli elbise giyenler yada saçını tıraş edenler yada tırnaklarını kesenler: üç gün oruş yada altı fakirin karnını doyurmak yada bir kurban kesip Mekke ehline dağıtmak arasında seçim yaparlar. Bu onların yapmış oldukları yasak olan işlerin keffaretidir. Yüce Allah saçını zorunluluktan ötürü tıraş etmek zorunda kalan kimse için şöyle buyurmuştur: "sadaka vererek yada oruç tutarak veya kurban keserek fidye versin” (Bakara suresi 196. ayet). Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Kâ’b ibnu Acera (radıyallahu anh) için şöyle buyurmuştur: "Seni başındaki (bitler) rahatsızmı ediyor? Oda cevab olarak: Evet dedi. bunun üzerine Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona başını tıraş et (kazıt) sonrada ya üç gün oruç tut veya altı kişiye sadaka dağıt (karnını doyur) yada bir kurban kes (kurbandan kasıt küçük baş hayvandır) dedi” (Buhari ve muslim rivayet etmişlerdir). Sahabenin büyük alimlerinden İbnu Abbas (radıyallahu anhuma) tavaf ve sayını yaptıktan sonra saçını tıraş edip ihramdan çıkmadan önce  hanımı ile cinsel ilişkiye giren kişi için: ”Onun sadaka vererek yada oruç tutarak veya kurban keserek fidye ödemesi gerekir” demiştir (Beyhaki mevkuf olarak rivayet etmiştir). Amma velakin ihrama girip daha tavaf ve sayını yapmamış bir kimse hanımı ile cinsel ilişkiye girecek olursa onun umresi iptal olur. Bu şekilde umresini tamamlayıp daha sonra bir kaza umresi yapmak ve ceza kurbanı kesmek zorundadır. Bunun dışında ihramlı iken eğer kara hayvanlarından birini avlayacak olursa avlamış olduğu hayvanın kıymetinde bir hayvanı ceza olarak kurban olarak keser. Bu konu da Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! İhramlı iken (av hayvanı) öldürmeyin. Içinizde kim kasten bilerek avlanırsa öldürdüğü hayvanın dengi onun için cezadır (o kıymette bir hayvanı kurban olarak keser). (Bu kesilen hayvan) Kâbeye (ehline) ulaşacak bir şekilde içinizden iki adalet sahibi tarafından bu hayvanın kıymetine karar verilir. Yahut (avlanmanın cezası olarak) oruç tutar veya fakirlerin karnını doyurmak sureti ile keffaret öder” (Maide suresi 95. ayet).

·       Başkasının yerine umre yapacak kişi ihramını giyerken yerine umre yapacağı kişinin adını zikreder.daha sonra yapacağı işlerde tekrardan o şahsın adını zikretmez, aynı kendi için umre yapıyormuş gibi davranır. Bu konuda şöyle bir kıssa geçmektedir: Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kişinin: Ben Şubrume (bir kişinin adıdır) için ihrama giriyorum dediğini duymuş bunun üzerine Ona: Kendi yerine hac yaptınmı? diye sormuştur. Oda  ccvap olarak hayır deyince Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): İlk önce kendi yerine hac yap daha sonra Şubrume yerine hac yap” buyurmuştur (Ebu Davut ve İbnu Mace rivayet etmişlerdir). Başkası yerine hac yapmak caiz olursa hac yapmakta caiz olur. Amma velakin başkasının yerine tavaf yada sa’y yapmak yalnız başına caiz değildir. Bunun da delili Hz. Aişe validemiz ay başı kanı geldiğinden ötürü tavaf yapamamasına rağmen Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Onun yerine başka birinin tavaf yapmasını emretmemesi tavafın başka biri yerine yapılamayacağına delalet eder.

·       Kadın erkeğin, erkek kadının yerine hac ve umre yapabilir. Çünkü Peygamber  efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) bir kadın şöyle bir soru sormuştur: Ya Resulallah! Şübhesizki  Allah (hac ibadetini) kulları üzerine farz kılmıştır. Benim  babam yaşlı bir ihtiyardır. Onun hac yapmaya ve yolculuğa çıkmaya gücü yetmez. Onun yerine hac yapabilirmiyim? Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona: “ Evet Onun yerine hac yapabilirsin” diye buyurmuştur (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir).

·       Kadınlar umreyi aynı erkeklerin yaptıkları gibi yaparlar. Yalnızca tavaf ve sa’y  esnasında koşmazlar ve saçlarını kazıtmazlar.

·       Çocukların yapmış oldukları oldukları umre geçerlidir. İbnu Abbas (radıyallahu anhu) onüç yaşında iken Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile hac yapmıştır. Saib ibnu Yezid (radıyallahu anhu)’dan gelen bir rivayette şöyle buyurmuştur: "Ben daha yedi yaşında iken resulullah ile hac yaptırıldım” (Buhari rivayet etmiştir). Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) veda haccından dönerken bir kadın bineğinin üzerinden (eskiden kadınların binekleri üzerine gölgelenmeleri için kulube benzeri bir şey koyulurdu) bir bebeği uzatmış ve: Bu çocuk hac yapabilirmi diye sormuştur. Bunun üzerine Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona: ”Evet Senin içinde ecir yazılır” buyurmuştur (Muslim rivayet etmiştir).

·       Umrenin olmazsa olmaz üç büyük rüknu vardır. Bunlar: İhram giymek, tavaf ve sa’y   yapmaktır. Umrenin yapılması gereken iki vacibi vardır: Miykat mahallinden ihrama girmek ve saçı kazıtmak yada kısaltmaktır. Eğer bu vaciblerden birini yerine getirmeyecek olursa Mekkenin fakirlerine dağıtılmak üzere bir  kurban kesilir. İbnu Abbas şöyle buyurmuştur: "Kim umrenin gereklerinden  birini terkederse kan akıtması (kurban kesmesi) gerekir” (İmam Malik rivayet etmiştir. Şeyh Albani hadisin mevkuf olarak sahih olduğunu söylemiştir). Umre yapan kişi eğer saçını kesmediğini unutur, asıl yerleşim yerine ulaşıncaya kadar hatırlamayacak olursa bulunmuş olduğu yerde kurban keser. Eğer bilmeden sa’yı tavaftan önce yapacak olursa sa’yı tekrar etmez. Çünkü bu ibadete gereğinden fazla zorlaştırmak olur. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hac esnasında bazı amellerin diğerleri üzerine takdim edilmesinin her hangi bir sorun çıkarmayacağını söylemiştir (Bu hadis Buhari ve Muslimde rivayet edilmiştir).

·       Mescidi Hareme girerken söylenecek özel bir dua, özel bir zikir  yoktur. Haremin kendisine özgü yapılması gereken bir ibadet çeşiti yoktur. Harem’de aynı diğer mescidlerde yapılması gereken, mescide girerken söylenecek dua ve mescidde kılınacak iki rekât mescid namazından başka bir ibadet sarfedilmez. Hareme girildiği için tavaf ve benzeri şeyler yapılmaz.

·       Günümüzde umre ibadeti eda edilirken bir çok yanlışlıklar yapılmaktadır. Örneğin: sağ omuzun bütün umre boyunca açıkta tutulması, tavaf ve sa’ya başlarken sesli bir şekilde niyet edilmesi, tavafın ve sayın her şavtı için özel bir dua söylenmesi, Makamı İbrahimin yanında dua edilmesi, başka birisinin etmiş olduğu duanın aynen tekrar edilmesi (kitabtan dua okumakta yada başkasının duasına amin demekte bir sakınca yoktur), Hacerul Esvedin dışında başka bir şeyi öpmek, işaret etmek, Onun ve Ruknul Yemanin dışında başka bir yere el sürmek, tavafın dışında başka zamanlar Hacerul Esvedi öpmek yada el sürmek yada Ona doğru el ile işaret etmek caiz değildir. Kâbe ve Mescidi Harem kendi zatlarında her hangi bir özellikleri yoktur. Yüce Allah bize emrettiği için biz orada bir takım ibadet çeşitlerini yalnızca Yüce Allaha has kılaraktan eda ediyoruz. Hz. Ömer (radıyallahu anhu) Hacerul Esved için şöyle buyurmuştur: "Vallahi Ben Seni öpüyorum. Ve Ben biliyorumki Sen sadece bir taşsın. Ne fayda, nede zarar verebilirsin. Eğer Ben Resulullahı Seni öperken görmese idim Seni kesinlikle öpmezdim” (Buhari ve Muslim rivayet etmiştir).

·       Eğer tavaf ve say esnasında namaza durulacak olursa sende onlarla namaza dur daha sonra kaldığın yerden devam et. Daha önceden namazı kılmış olman cemeatle namaz kılmana engel değildir. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Namaz için ikamet getirildiğinde cami içinde olduğun vakit namaz kıl (cemeate iştirak et). Ben daha önceden kılmıştım, bu sebebten namaz kılmıyorum  deme” diye buyurmuştur (Muslim rivayet etmiştir). Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hacda Onunla beraber namaz kılmayan iki kişiye: “Böyle yapmayın. Eğer yolculuğunuz esnasında namaz kıldı idiyseniz daha sonra içinde cemeatle namaz kılınan bir camiye geldiğinizde onlarla beraber cemeate uyun. Çünkü yolculuğunuz esnasında kıldığınız namaz sizin için nafile sayılır” (Ebu Davut ve Tirmizi ve Nesai rivayet etmişlerdir). Elbetteki bu şu an Haremde sıkca görülen kamet getirildikten sonra bütün herkesin cemeatle namaz kılmak maksadı ile izdiham oluşturması bunun sonucu olarakda namazın tadil ve erkânına riayet edilmeden, secdesi rukusu düzgün bir şekilde yapılmadan, bazende namazı ima ederek kılmak caiz değildir. Böyle bir durumda  namazın cemeatle kılınmasından tek başına kılınması daha iyidir.

·       Eğer bir kimse tavaf ve sa’y esnasında kaç defa döndüğünü karıştıracak olursa, kendince hangi sayıda kaldığını zannediyorsa o sayından itibaren devam eder ve tavafını ve sayını tamamlar. Eğer her hangi bir rakamdan kesin emin olamayacak olursa aklında bukunan en küçük rakam üzerine tamamlar. Örneğin: eğer tavafın kaçıncı dönüşünde olduğumuzu karıştıracak olursak ve bizcede diyelimki altıncı şavtta isek o zaman altıncı şavt üzerine devam ederiz. Ve eğer hangi şavtta olduğumuzdan da emin değil isek o zamanda tavafını yapmış olduğumuz en küçük rakam üzerine tamamlarız. Diyelimki üçüncü şavtı döndüğümüzden kesin emin isek üçten itibaren devam ederiz.

·       Kadınların umre esnasında adet kanlarının gelmesini engelleyecek ilaçlar kullanmaları eğer sıhhatlerine zarar vermeyckse caizdir. Eğer adet ve nifas kanı tavafı yaptıktan sonra gelecek olursa sayını yapar ama say bittikten sonra cami içinde durmadan dışarı çıkar. Eğer umreyi tamamlayamadan yolculuğa çıkmak zorunda kalırsa ve yakın bir zamanda geri döneceğinden emin olursa ihramdan çıkmadan bekler, geri döndüğünde üzerine düşen umresinden geri kalan diğer vazifeleri yerine getirir. Eğer geri dönemeyeceğini düşünürse tavafını ve sayını yapar daha sonra saçından bir parça kısaltarak ihramdan çıkar. Elbetteki tavaftan sonra kılınan namazı kılmaz. Devamlı bir şekilde bir kişide abdesti bozucu küçük abdestini tutamama, kadınlara gelen istihaze kanı gibi durumlarda tavafını ve sayını kesintiye uğratmadan tamamlar. Çünkü Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Size bir şeyi emrettiğim zaman gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz” (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir)

·       Umre yapmak maksadı ile ihrama giren kimse başına hastalık yada kaza veya buna benzer bir şey gelecek olursa, eğer umresini yakın bir zamanda tamamlayacağını düşünürse ihramdan çıkmadan bekler, daha sonra umresini tamamlar. Yok eğer umresini tamamlayamayacağını düşünürse bir kurban keser ve başını tıraş edip ihramdan çıkar. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "(Hac ve umre yapmaktan alıkonulursanız) kolayınıza gelen bir kurban kesin. Saçınızı kurban, yerine ulaşıncaya kadar tıraş etmeyin” (Bakara suresi 196. ayet). Peygamber  efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) umre yapmak maksadı ile Mekkeye gitmiş, ama Mekke müşrikleri izin vermeyince beraberinde getirmiş olduğu kurbanı kesip saçını tıraş etmiştir. Eğer ihrama girerken şart öne sürmüş yani “Eğer her hangi bir şey umremi tamamlamama engel olacak olursa benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer olsun” sözünü söylemiş ise her hangi bir problemle karşılaşacak olursa kurban kesmeden saçını tıraş eder ve ihramdan çıkar. Bu konuda Duba’a hadisi delil olarak kullanılabilir. Çünkü Duba’a bintu Zubeyr ibnu Abdulmuttalib (radıyallahu anha) Peygamber efendimize: Ya Resulullah ben hac etmek istiyorum velakin rahatsızım (yani hastayım ve hastalığımın beni hacımı tamamlamaktan alı koyacağını zannediyorum) dedi. Peygamber efendimiz de Ona: “Haccını eda et ve şart koş Benim ihramdan çıkacağım yer engellendiğim, her hangi bir engel ile karşılaştığım yer olsun” de diye buyurmuştur (Hadis muttefekun aleyhtir).

·       İhrama giren kişi eğer ihram esnasında vefat edecek olursa Ona ihramlı muamelesi yapılır. Yani koku sürülmez ve ihramı içine kefenlenir.

·       Bir seferde birden fazla umre yapmak Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yapmamış olduğu bir şeydir. Kimseye izin vermemiş, bu şekilde yapmalarını da söylememiştir. Eğer böyle bir şey olmuş olsa idi Hz.Aişe validemizle beraber kardeşi Abdurrahmanı gönderirken Ona umre yapmasını söylerdi. Büyük alimlerden hiç kimse bir umre için yola çıktıktan sonra birkaç tane daha umre yapılabileceğini söylememiştir.

·       Tavaf ve sonrasındaki iki rekât namaz her zaman için geçerlidir. Yani her zaman yapılabilir. Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekkenin fethinden sonra ihramlı olmadığı halde  tavaf yapmıştır (hadis Ebu Davutta geçmektedir). Ve şöyle buyurmuştur: "Kim evi tavaf eder sonrada iki rekât namaz kılacak olursa köle azat etmiş gibi ecir alır” (İbnu Mace sahih bir sentle rivayet etmiştir).

·       Hıcr’de (Kâbenin dış tarafında bulunan çıkıntılı kısım) namaz kılınabilir. Çünkü Hz. Aişe validemiz Kâbenin içinde namaz kılmak istemiş bunun üzerine Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ona: “Hıcr’de namaz kıl. Çünkü Hıcr evden bir parçadır” diye  söylemiştir (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir)

·       Yılın her zamanında Allah rızası için bir kurbanı kesip Mekke ehline dağıtmak caizdir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hudeybiye umresinde bu şekilde yapmıştır.

·       Zemzem içmek, Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetidir. Çünkü Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) haccı esnasında kudum tavafını  yaptıktan ve veda tavafını yaptıktan sonra zemzem suyundan içmiştir. Zemzem hakkında şöyle buyurmuştur: "O doyurucu bir yemek, hastalığın şifasıdır” (Ebu Davut rivayet etmiştir). Zemzem suyu ile yıkanılmasında her hangi bir beis yoktur.

·       Umreyi bitirdikten sonra bir müddet daha Mekkede kalınacak olunursa Kâbenin çevresi tavaf edildikten sonra yolculuğa çıkılır. Bu tavaftan normal diğer tavaflardaki gibi iki rekât namaz kılınır. Bu tavafdan sonra say yapılmaz. Bu konuda Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İçinizden hiç kimse (Mekkeden ayrılmadan önce) son olarak evi (tavaf etmeden) yola çıkmasın” (Muslim rivayet etmiştir). Ve şöyle buyurmuştur: "Umrende de aynı haccında yaptığın gibi yap” (Buhari ve Muslim rivayet etmişlerdir). Tavaf yapıldıktan sonra Mekkede fazlaca durmadan yola çıkmak gerekir. Eğer biraz gecikelecek olunursa sorun değildir.

 

HACC VE UMRENİN YAPILIŞ ŞEKLİ VE HACC ÇEŞİTLERİ

Üç türlü hacc vardır:

1-Temettü. 2- İfrad. 3- Kıran.

 

1-Temettü Haccı: Bu hacc türünde hacı, hacc aylarında umre yapmak için ihrama girer, Mekke’ye ulaştığında Kâbe’yi tavaf eder, Safa ve Merve arasında sa’y eder, daha sonra saçını tıraş eder veya kısaltır. Bu şekilde umresini bitirerek ihramdan çıkar. Daha sonra Zilhiccenin 8. günü olan tevriye günü geldiğinde ise bu sefer sadece hacc yapmak için yeniden ihrama girerek gerekli bütün farzları yerine getirir.

 

2-İfrad Haccı: Bu hacc türünde sadece hacc yapmak üzere ihrama girilir. Hacı Mekke’ye vardığında kudüm tavafını ve ardından haccın say’ini yapar. Say’dan sonra, tâki bayramın birinci günü, Akabe cemresine yedi taş atana kadar tıraş olmaz, saçını kısaltmaz ve de ihramdan çıkmaz. Hacı, say’ini haccın tavafından sonraya da bırakabilir.

 

3-Kıran Haccı: Hacının bir ihramla hem umresini hem de haccını yapmasıdır. Bu hacc türünde hacı, ihrama girerken umre ve haccı aynı ihramla yapmaya niyet eder veya önce umreye niyet eder ama umrenin tavafını yapmadan haccı da aynı ihramla yapmaya niyet eder. İfrad haccı yapacak olanlarla kıran haccı yapacak olanların yapacakları işler aynıdır fakat kıran haccına niyet edenlere kurban gerekirken ifrat haccına niyet edenlere kurban gerekmemektedir.

   Hacc çeşitlerinin en efdali temettü haccıdır. Zira Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabına bu haccı tavsiye etmiştir onları bu hacc için teşvik etmiştir. Bir kişi ifrad veya kıran haccına niyet etmiş olsa da -umresinin tavaf ve say’ini yapmış olsa bile- ihramını umre ihramına çevirerek temettü haccına niyet edebilir. Zira Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) umrenin tavaf ve say’ni yaptıktan sonra hacc için yanlarında kurbanları olmayan kişilere umreyle yetinmelerini emretmiş ve ihramdan çıkmalarını isteyerek şöyle buyurmuştur:

 “Şayet ben kurban getirmemiş olsaydım size emretmiş olduğum gibi hareket ederdim.”

 

UMRENİN YAPILIŞI

 

Umre için ihrama girmek isteyen kişi öncelikle bütün elbiselerini çıkartır, gusül alır ve ardından başına veya sakalına güzel kokular sürer. İhramlı iken bu kokuların eserinin vücutta kalmasında bir sakınca yoktur.

   İhram esnasında gusül almak hem erkek, hem de kadın için sünnettir. Hayız veya nifaslı kadınların da ihram esnasında gusül almaları sünnettir.

   Gusül alındıktan sonra güzel koku sürülür ardından da ihram elbiseleri giyilir. Daha sonra vakit namazı kılınmamışsa onu eda eder ve şayet vakit namazını daha önce kılmışsa iki rekat abdest namazı kılar. Fakat hayız veya nifaslı kadınlar hiçbir namaz kılmazlar.

   Namazdan sonra ihrama şöyle diyerek niyet edilir: “Lebbeyke Umreten” (Umreye niyet ettim). “Lebbeyke Allahümme lebbeyke! Lebbeyke, la şerike leke lebbeyke! İnnel’hamde ve’n ni’mete leke ve mülkü, la şerike leke!” Erkekler seslerini yükseltebilirler fakat kadınlar sadece yanlarındaki kişiler duyacak kadar ses çıkartabilirler.

   İhramlı kişi daima telbiye getirmeye özen göstermelidir ve özellikle bir yerden bir yere giderken, akşam olurken, sabah olurken, inişte, çıkışta buna önem vermelidir. Hacı telbiyenin ardından Allah’ın rızasını dilemeli, cennetini kazanıp cehenneminden sakınmak için bol bol dualar yapmalıdır. Umre yapan bir kişi ihram giydikten sonra tavaf yapmaya başlayana kadar telbiye getirmesi meşrudur. Hac yapan kişinin ise ihrama girdikten sonra başlayıp bayramın birinci günü Akabe cemresini taşlayana kadar telbiye getirmesi meşrudur.

Hacı, Mescid-i Haram’a girerken sağ ayağı ile girer ve şu duayı yapar:

 “Allah’ın adıyla.. Allah’ın Resulüne salat ve selam olsun. Allahım! Günahlarımı bağışla! Rahmet kapılarını bana aç! Kerim olan vechi ile, ezeli olan sultanıyla kovulmuş şeytanın şerrinden büyük olan Allah’a sığınırım!”

daha sonra Haceru’l-Esved’e yönelerek sağ elini oana sürerek tavafa başlar. Şayet el sürmek mümkün olmazsa ona yönelerek eli ile ona işaret eder ve işaret ettiği elini öpmez.

Efdal olan hacının ne başkalarına eziyet etmesi ne de başkalarından eziyet görmesidir. Hacerü’l- Esved’e el sürerken şöyle der:

 “Allahın adı ile.. Allah en büyüktür. Allahım! Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, emrine uyarak, Resulün Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’im sünnetine uyarak başlarım.”  

Daha sonra Kâbe’yi sağ tarafına alarak tavafa başlar. Yemani köşesine geldiğinde şayet kalabalık değilse onu öpmeksizin elini bu köşeye sürer. Bu köşe ile Haceru’l- Evsed’in bulunduğu köşe arasında şöyle dua eder:

 “Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver, ahirette iyilik ver! Bizi cehe

nnem azabından koru! Allahım! Ben, Senden hem dünyada hem de ahirette affımı ve afiyetini dilerim!”

Hacerü’l- Esved’e her ulaşıldığında tekbir getirilir. Tavafın geri kalan kısmında istediği zikir ve duaları yapar, Kur’an-ı Kerim okur. Kâbe’nin tavafı, Safa-Merve say’i, cemrelere taş atma işlemi ve diğer işler sadece Allah’ı zikretmek için konmuştur.

Tavafın başında kişi şu iki şeyi yapmalıdır:

Birincisi: Ittıbaa (sağ omuzu açık bırakmak). Ittıbaa; tavaf esnasında üst tarafa giyilen ridanın ortasını sağ koltuğun altına getirmek, iki ucunu  da sol omuzun üstüne koymak suretiyle sağ omuzu açık bırakma işlemidir. Tavaf bitince açık bırakılan omuz tekrar kapanır zira bu işlem sadece tavafa ait bir işlemdir. 

İkincisi: İlk üç dönüşte remel yapmak. Remel: Adımları kısaltarak hızlı bir yürüyüş yapmak manasına gelir. Diğer kalan turlarda remel yapılmaz ancak normal bir yürüyüşle tavaf bitirilir.                   Kâbe’nin etrafında yedi kez dönerek tavafı bitirdikten sonra Makamı İbarahim’e gelir ve şu ayeti okur:

“İbrahim’in makamından bir namazgah edinin.” (Bakara:125) Daha sonra burada kısa olarak iki rekat namaz kılar. Birinci rekatta fatiha suresinden sonra Kâfirun suresini, ikinci rekatta ihlas suresini okur. Namazı bitirdikten sonra mükün olursa Haceru’l-Esved’e gelerek ona el sürer. Daha sonra say etmek için say sahasına gelir. Safa tepesinin dibine gelince şu ayeti okur:

….

“Safa ve Merve Allah’ın şiarlarındandır.” (bakara:158) daha sonra Kâbe’yi görebileceği bir yere gelene kadar Safa tepesinin üstüne çıkar, Kabe’ye yönelir, ellerini açarak Allah’a hamd eder ve istediği duaları burada yapar. Burada Peygamberimizin yaptığı dualardan birisi şuydu:

 “Allahdan başka ilah yoktur. Sadece o vardır.Asla onun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd ona aittir. O Her şeye kadirdir. Allah’dan başka ilah yoktur. Sadece O vardır. Vaadini gerçekleştirmiş, kuluna yardım ederek onu muzaffer kılmış ve tek başına bütün gurupları hezimete uğratmıştır.”

Bu duayı üç kere tekrarlar ve bunların arasında da istediği duaları yapmıştır.

   Daha sonra Safa’dan Merve’ye yürüyerek olmak üzere iner. İki yeşil işaretin arasına gelince insanlara eziyet etmeden elinden geldiği kadar hızlı bir yürüyüş yapar. Rivayetlere göre Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu bölümde öyle bir süratli yürürdü ki izarı dizlerine dolanır ve bu yüzden diz kapakları bile ortaya çıkardı. Allah’ın Resulü şimdi iki yeşile boyanmış çizgilerle beyan edilen bu bölgeyi geçtikten sonra Merveya kadar normal bir yürüyüşle yürür ve oraya vardığında Merve tepesine çıkarak kıbleye döner ve orada da ellerini açarak Safa’da yaptığı duaların aynısını burada yapardı. Daha sonra tekrar Safa’ya doğru normal bir yürüyüşle yürür, remel yapacağı yerde de remel yapardı. Safa’ya varınca birinci kez yaptığı işleri tekrarlar ve yine Merve’de de ilk kez yaptıklarını tekrarlardı. Bu şkilde yedi şavtını tamamlardı. Safa’dan, Merve’ye gidiş bir şavt oradan dönüş de ikinci şavttır. Bu şekilde dört gidiş üç gelişle say tamamlanmış olunur.

   Alahın Resulü say ederken aklına gelen duları, zikirleri yapar Kur’an-ı Kerim okurdu. Say bittikten sonra erkekler tıraş olurlar veya saşlarını kısaltırlar, kadınlar ise zülüflerinden parmak ucu kadar keserler. Erkeklerin tıraşı veya saç kısaltmaları başın bütününü kapsamalıdır. Erkekler için tıraş olmak saçları kısaltmaktan daha efdaldir. Fakat hacc yapacak olan kişi için hacc günü yakın olup da saçların bitmesine fırsat bırakmayacaksa bu sefer saçları kısaltmak daha evladır. Zira hacc ihramından çıkarken tıraş olacak saçlarının kalması ve bunların tıraşla alınması efdal olanıdır.

İşte bu saydığımız fillerle birlikte umre ibadeti de bitmektedir. Bunun ardından kişi ihramdan çıkar ve ihramsızların yapacağı her şeyi yapabilir; dikişli giymek, güzel koku sürünmek ve eşlerle cinsi münasebete girmek gibi.

 

HACCIN YAPILIŞ ŞEKLİ

   Zilhiccenin 8. günü olan tevriye günü hacı Mekke’de bulunduğu yerden hacca niyet ederek ihrama girer. Umre için ihrama girerken ne yaptı ise burada bunları aynen bir daha yapar. Yani gusül alır, güzel kokular sürünür ve abdest sonrası namazı kılar. Daha sonra hacc için “Lebbeyke haccen” (hac için niyet ettim) diyip niyet ederek ihrama girerek telbiye getirmeye başlar. Bu telbiye şöyledir:

 “Lebbeyke Allahümme lebbeyke! Lebbeyke, la şerike leke lebbeyke! İnnel’hamde ve’n ni’mete leke ve mülkü, la şerike leke!”  

“Davetine icabet ederek sana geldim ey Allahım sana geldim! Sana geldim, senin hiçbir ortağın yoktur, sana geldim. Hamd, nimet ve mülk sana aittir, senin hiçbir ortağın yoktur.”

Hacı adayı, haccını engelleyebilecek bir engel vuku bulmasından korkuyorsa şöyle şart koşar:

 “Eğer bir engel çıkar da haccımı tamamlamazsam orada ihramdan çıkmış sayılırım.”

 Şayet bir korkusu yoksa bu şartı dile getirmesine gerek yoktur. Hacı adayı daha sonra Mina’ya giderek orada öğle, ikindi akşam ve yatsı namazlarını cem yapmadan her birinin kendi vaktinde kısaltarak kılar. Zilhiccenin 9. günü olan arafe günü güneş doğunca doğruca Arafat’ın yolu tutulur. Burada Mümkünse Nemira bölgesinde konaklar, mümkün olmazsa Arafat’ın her hangi bir yerinde vakfesini yapabilir. Zira Nemira bölgesinde konaklamak sünnettir.

   Hacı, güneşin zevaliyle öğle vakti girince, ve ikindiyi ikişer rekat olarak öğle vaktinde kılar ki vakfe dualar için daha geniş bir vakit kalsın. Namazdan sonra kıbleye dönerek ellerini açar, bol bol zikir ve dua yapar, Allah’a boyun bükerek günahlarının af edilmesi için yalvarır ve Allah’dan ne arzu ediyorsa bunları niyaz eder. Bu vakfe esnasında rahmet dağı arka tarafta kalsa da fark etmez zira sünnet olan bu tepeye değil kıbleye yönelmektir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Selem)’in vakfede şu duayı çok yapardı:

 “Allahdan başka ilah yoktur. Sadece o vardır.Asla onun ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd ona aittir. O Her şeye kadirdir.”

Şayet hacı dua etmekten biraz usanırsa faydalı konularda arkadaşları ile sohbet yapmasında, özellikle Allah’ın keremini, fazlını konu alan konuları işleyen kitaplar okumasında bir sakıncada yoktur. Böyle bir dinlenmeden sonra akşama doğru yeniden dua ve yalvarma ve yakarışlara devam etmesi elzemdir. Zira duaların en hayırlısı Arafat’ta yapılan duadır.

   Bu şekilde yapılan dualarla birlikte güneşin batmasıyla Müzdelife’ye doğru yola çıkılır. Müzdelife’ye varınca orada akşam ve yatsı namazını birlikte kılar. Müzdelife’ye gece yarısından sonra ulaşacağını sanırsa namazını Müzdelefe’ye varmayı beklemeden kılmalıdır. Zira yatsı namazını gece yarısından sonraya bırakmak caiz değildir. Müzdelife’de geceler ve fecrin doğuşu ile birlikte ezan ve kaametle sabah namazını kılar ve mümkün olursa Meş’ari’l-Haram’a (Mescidin yerin’e) gider. Burada Allah’ı birler ve tekbir getirir ve hava aydınlanana kadar istediği duaları yaparak Allah’a yalvarır. Dua ederken kıbleye yönelinir ve eller kaldırılır. Hava aydınlanınca güneş doğmadan Mina’ya doğru yola çıkılır ve yolda Muhassir vadisinden geçerken hızlı geçilir.

Mina’ya varınca Mekke’ye en yakın cemre olan Akabe Cemresi’ne her keresinde “Allahuekber” diyerek ardı ardına, nohut tanesi büyüklüğünde olan taşlardan yedi taş atar. Bu işlem bittikten sonra kurban kesilir, tıraş olunur veya saçlar kısaltılır. Kadınlar sadece saçlarının ucundan bir tutam alırlar. Daha sonra hacı Kâbe’ye gider haccın tavafını ve sayını yapar. Akabe cemresini taşlayıp tıraş olduktan sonra Mekke’ye inerken güzel koku sürünmek sünnettir. Hacı, tavafını ve sayini sonra gecelemek üzere gecelemek üzere Mina’ya gelir. Zülhicce ayının 11. ve 12. geceleri Mina’da gecelenir. Taş atmaya giderken yürüyerek gitmek daha efdaldir fakat isteyen binek üzerinde de gidebilir. Hacı, Zilhiccenin 11. günü, öğleden sonra Mekke’ye en uzak kalan, Mescid-i Hayf tarafında olan küçük cemreye yedi taş atar. Her atıştan sonra “Allahuekber” der. Yedi taşı da attıktan biraz ilerler ve orada uzunca istediği duaları yapar. Uzun müddet ayakta durması zor oluyorsa sünnet yerini bulsun diye kısa bir müddet de olsa duada bulunabilir. Daha sonra hacı, orta cemreye gidip aynı şekilde her atışın ardından tekbir getirmek üzere yedi taş atar. Daha sonra sol tarafa doğru gidip kıbleye döner ve orada gücü yettiği ölçüde uzun dualarda bulunur.

Daha sonra Akabe Cemresine gelir ve orada ardı ardına tekbir getirerek yedi taş atar ve burada dua etmeden gider. Hacı 12. gün de bu şekilde taşlamaları yaptıktan sonra isterse güneş batmadan Mina’dan çıkar ve isterse 13.gün de orada kalarak aynı taşlamaya aynı şekilde tekrarlar.                                                 13. gün de Mina’da kalmak efdal olanıdır. 13. gün Mina’da kalmamak için 12.gün güneş batmadan Mina’yı terk etmek gerekir.

Artık ülkesine dönmek isteyen bir hacı mutlaka veda tavafı yapmalıdır. Allah’ın Resulü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle  buyurur:

 “Allah’ın evini son iş olarak tavaf etmeden kimse ülkesine dönmesin.”

Hayızlı veya nüfesa olan kadınların veda tavafı yapmasına gerek yoktur.

 

Bilinmesi Gerekli Bazı Bilgiler

Hac veya umre için ihrama girmiş olan kişi şu işleri bilmesi gerekir:

1-Namazlarını vaktinde cemaatle kılmak gibi Allah’ın kendisine farz kıldığı emirleri yerine getirmelidir.

2- Allah’ın yasak kıldığı işlerden sakınmalı. Hanımına yaklaşmak, fasıklık ve her türlü isyandan sakınmalıdır.

“Kim ki o aylarda hac için ihrama girerse bilsin ki hacda kadınlara yaklaşmak, günah fiillere yaklaşmak ve gavga etmek yoktur.” (Bakara:197)

3-Kutsal yerlerde ve diğer bölgelerde hacılara söz, fiille eziyet edilmemelidir.

4-İhramlının yapmaması gerek işlerden sakınmalıdır:

A-Saçından bir tel dahi koparmaz ve tırnaklarını kesmez, koparmaz. Fakat batan bir dikeni çıkarmakta bir beis yoktur.

B- İhrama girdikten sonra bedenine veya elbisesine koku sürmez, kokulu sabun kullanmaz. İhram öncesi sürülen kokuların eserinin ihramdan sonra da devam etmesinde bir beis yoktur.

C-Av hayvanı öldürmez. Burada av hayvanından kasıt yenmesi helal vahşi kara hayvanıdır.

D-Hanımı ile cinsi ilişkide bulunmaz.

E-Hanımına şehvetle dokunmaz veya şehvetle öpmez.

F-Kendisine veya başkasına nişan veya nikah yapmaz.

G-Ellerine eldiven giymez fakat ellerine bir kumaş parçası ile sarmasında sakınca yoktur.

Bu sayılan yedi madde hem ihramlı erkek ve hem de kadınlar için geçerlidir.

 

SADECE İHRAMLI ERKEKLERE YASAK OLAN İŞLER

1-İhramlı bir erkek asla başıyla temas eden bir örtü ile örtmez. Ancak güneşten sakınmak için kullanılan şeysiye, araba, ev veya çadırların tavanı altında olmakta ve de baş üzerinde bir yük taşımakta bir beis yoktur.

2-Gömlek, sarık, palto, şalvar ve ayakkabı giymez. İzar bulamazsa şalvar, terlik bulamazsa ayakkabı giyebilir.

3- Önceki maddede de söylendiği gibi dikişli her türlü giysiyi giyemez. Pardüsü, kaban, takke ve fanila v.s. Terlik giymek, yüzük, gözlük, kulağa takılan ses yükselticisi ve saat v.s. takmak ve para ve önemli evrakların taşındığı keseler taşımak caizdir. Kokulu olmayan sabun, şampuan gibi temizlik maddelerini kullanmak, başı ve bedeni kaşımak caizdir. Kaşıma esnasında kendiliğinden düşen saçlar veya tüylerin bir zararı yoktur.

Kadınların yüzlerini örtmek için taktıkları ve göz kısımları açık durumda olan nikap veya burkuu takmaları caiz değildir. İhramlı kadınların yüzlerini açmaları sünnettir. Ancak kendilerini mahremi olmayan erkeklerin görmesi tehlikesi olursa bu durumda -ihramlı ve yada ihramsız olsun fark etmez- yüzünü kapamalıdır.

Z E K A T L A    A L A K A L I   K O N U L A R

 

بسم الله الرحمن الرحيم

 

ZEKATIN  FARZİYETİ

 

{ … Ömer r.a şöyle dedi : Bir gün biz Rasulullah’ın yanında bulunuyor iken birden yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri olmayan ve bizden kendisini kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Nihayet Nebi s.a.v’in yanına oturdu. İki dizini onun dizine dayadı, iki elini dizlerinin üzerine koydu ve : Ya Muhammed, bana İslam’dan haber ver dedi. Rasulullah  s.a.v :  İslam, Allah‘tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah‘in Rasulü olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, yoluna gücün yeterse Beyti hac etmendir, buyurdu. 0 adam : Doğru söyledin dedi. Ömer dedi ki : Biz buna hayret ettik, hem soruyor hem de Rasulullah’ı tasdik ediyordu…..... }Müslim (8/1) Ebu Davud (4695) Nesei (8/97) Tirmizi (2610) İbni Mace (63) İbni Mende (1) Tayalisi (20) Ahmed (1/52)

 

 

{ … İbni Ömer r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : İslam beş esas üzere kurulmuştur : Allah‘tan başka ilah olmadığına ve Muhammed‘in Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, ramazan orucunu tutmak ve hac etmektir. }Müslim (16/22) Buhari (8-Ter: Nesei (8/108) Tirmizi (2609) İbni Huzeyme (308) İbni Hibban (158-1446) İbni Mende (40-el-İman) Humeydi (703) Tabarani (13203-M.Kebir) Ebu Nuaym (3/62-el-Hilye) Beyhaki (1/358) Beğavi (6) Ahmed (2/143) Albani (781-el-İrva)

 

 

{ … İbni Abbas r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle buyurdu : Şüphesiz ki sen, ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun, onların yanına vardığın vakit önce onları La İlahe İllallah Muhammedu’r Rasulullah‘a şehadet ge- tirmeye davet et. Eğer onlar şehadet getirmede sana itaat ederlerse, Allah‘ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namaz kılmayı farz kıldığını haber ver. Onlar bu beş vakit namaz kılma – hususunda - da sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine zekatı farz kıldığını ve bu zekatın onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini de haber ver. Onlar bu zekat hususunda da sana itaat ederlerse, onların yanında en kıymetli olan malı zekat malı olarak almaktan sakın ve mazlumun bedduasından da kork. Çünkü mazlum ile Allah’ın arasında perde yoktur – yani duasına icabet eder - } Buhari (1496-Ter1423 Müslim (19/29) Ebu Davud (1584) Nesej (2434) Tirmizi (625) Darinıi (1/379) İbni Mace (1783) İbni Hibban (156-el- Mevarid) İbni Mende (116-el-iman) Tabarani (12408-M. Kebir) Ahmed (1/233) Dare kutni (2/136) Beyhaki (4/96-101) Beğavi (1557)

 

 

 

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v vefat ettiği zaman Ebu Bekir halife oldu. Arap kabilelerinden bazıları ktifre dönüp irtidat ettiler. Ebu Bekir onlara karşı ordu gön dermeye başladığında Ömer, Ebu Bekir’e şöyle dedi : Sen bu insanlarla nasıl savaşırsın ? Oysa Rasulullah s.a.v : Ben insanlar La İlahe İllallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim bu sözü söylerse o kimse İslam hukukunun dışında benden malını ve canını korumuş olur. - Haddi gerektirmeyen günahlarının - hesabı ise Allah‘a aittir,buyurdu. Ebu Bekir : Allah’a yemin ederim ki, ben namaz ile zekat vermenin arasını ayıran kimselerle savaşırım. Çünkü zekat malın üzerindeki bir haktır. Vallahi onlar Rasulullah’a zekat olarak verdikleri dişi oğlağı bana vermezlerse, o dişi oğlağı vermeleri için elbette onlarla savaşırım dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi : Vallahi bu - savaş isteği - Allah’ın Ebu Bekir’in gönlünü açmasından başka bir şey değildi, ben bildim ki bu haktır. }Buhari (1399-Ter:1325) Müslim (20/32) Ebu Davud (1556) Nesei (2442) Tirmizi (2607) İbni Hibban (216) İbni Mende 215-el-İman) Abdurrezzak (18718) Beyhaki 4/104) Ahmed (2/528)

 

ZEKATINI  VERMEYENLERİN  GÜNAHI

 

 

{ … Ebu Hureyre r.a dan Rasulullah  s.a.v şöyle buyurdu : Altın ve gümüşün zekat hakkını ödemeyen kimseler, kıyamet günü olduğunda o altın ve gümüşleri kendileri için ateşten levhalar haline getirilir ve cehennem ateşinde iyice kızdırılır. Sonra bu kızgın levhalarla onların böğrü, alnı ve sırtı dağlanır. Levhalar soğudukça azap için kızdırma tekrar iade olunur. Bu azaplandırma, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde kullar arasındaki haklar ödeninceye kadar devam eder. Neticede o kimseye ya cennete ya da cehenneme giden yol gösterilir. Denildi ki : Ya Rasulallah ! Zekatı verilmeyen develerin durumu nedir ? Rasulullah s.a.v : Develerinden zekat hakkını ödemeyen her deve sahibi de ,kıyamet gününde geniş ve düz bir araziye yatırılır. Develer en semiz oldukları halde,onlardan bir tek yavru dahi eksilmeksizin hepsi ayaklarıyla onu çiğner ve ağızlarıyla da ısırırlar. Develerin sonuncusu ona uğrayıp geçince, baş tarafı o kimseye tekrar uğratılır. Bu azaplandırma, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde kullar arasındaki haklar ödeninceye kadar devam eder. Neticede o kimseye ya cennete ya da cehenneme giden yol gösterilir,buyurdu. Ya Rasu-lallah ! Zekatı verilmeyen sığır ve davarların durumu nedir ? denildiğinde, Rasulullah s.a.v : Sığır ve davarlardan zekat hakkını ödemeyen her sığır ve davar sahibi de geniş ve düz bir araziye yatırılır. Bu hayvanlardan da hiçbiri kaybolmaksızın  içlerinde iki boynuzu kıvrık, boynuzsuz ve boynuzu kırılmış olanın hepsi, o kimseye toslayacak ve ayaklarıyla o kimseyi çiğneyeceklerdir. Bu sürünün de baş tarafı onun üzerinden geçtiğinde sonu tekrar geri döndürülür. Bu azaplandırma, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde kullar arasındaki haklar ödeninceye kadar devam eder. Neticede o kim seye ya cennete ya da cehen-neme giden yol gösterilir,buyurdu.Ya Rasulellah ! Zekatı verilmeyen atların durumu nedir denildiğinde, Rasulullah : Atlar üç kısımdır : At bazı kimseler için günah, bazı kimseler için bir Perde, bazı kimseler için de sırf hayırdır. At’ın kendisi için günah olan kimseye gelince o, atını gösteriş övünüp böbürlenmek ve müslümanlara savaş için besler. İşte bu at o kimse için büyük günahtır.At’ın kendi ihtiyacı için bir perde olana gelince, o kimse atını, Allah yolunda bağlar, sonra da gerek hayvanların sırtındaki Allah‘ın hakkını – yani cihat için binmek veya bindirmek – yahut da Allah’ın hakkı olan sadakayı unutmaz. İşte bu at o kimse için bir perdedir. At’ın kendisi için hayır olana gelince, o kimse de atını müslümanların lehine Allah yolunda - cihat maksadıyla - bağlamıştır. Atı bol otlu geniş bir çayırlıkta beslenirse, atın bu bol otlu çayırlıktan yediği bitkilerin sayısınca sahibi için bir çok haseneler yazılır. Atın gübre ve bevli için de ona haseneler yazılır. Atın yuları kopsa şahlanarak bir veya iki yüksek tepeye raks ederek neşeyle koşsa, yerde tırnaklarının bıraktığı izleri ve gübreleri sayısınca sahibine Allah haseneler yazar. Hayvan bir nehre uğrayıp ondan su içse, sahibi sulamak istememiş olsa bile - Allah o kimse için atının içtiği su sayısınca hase-neler yazar,buyurdu. Ya Rasulallah ! Zekatı verilmeyen eşeklerin durumu nedir ? denildiğinde, Rasulullah : Eşekler hakkında bana bir şey indirilmedi. Ancak bana her hükmü içeren, emsalsiz :

{ Her kim zerre miktarı bir hayır işlerse onu görecek. Her kim zerre miktarı bir şer işlerse onu görecektir }  ZİLZAL : 7-8 . ayeti indirildi,buyurdu. }Müslim (987/24) Ebu Davud (1658) Nesei (5/12) İbni Huzeyme (2252) İbni Hibban (3253) Beyhaki (4/119) Beğavi (1562) Abdurrezzak (6858) Ahmed (2/262-276-3 83)

 

 

{ … Ebu Hureyre r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her kim Allah kendisine mal verir de o malın zekatını vermezse, kıyamet gününde zekatı verilmeyen o mal, sahibi için çok zehirli bir yılan şekline dönüşür. Bu yılanın iki gözü üstünde iki nokta vardır. Bu azgın yılan kıyamet gününde mal sahibinin boynuna gerdanlık yapılır. Sonra yılan  ağzı  ile  sahibinin çenesini iki tara-fından yakalar. Sonra ona : Ben senin - çok sevdiğin - malınım, ben senin hazinenim der. Ebu Hureyre dedi ki : Bundan sonra Rasulullah s.a.v : 

 

{ Allah’ın kereminden kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Bilakis o kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolandırılacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Allah yaptıklarınızı haber alandır. }  Ali İmran :180.   ayetini okudu. }Buhari : 1403-Ter:1329 - Nesei : 2481 - Beyhaki : 7/4 - Beğavi : 1560

 

 

{ … Ebu Hureyre r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Deve sahibi devesinin zekat hakkını ödemediği zaman, kıyamet günü o deve en kuvvetli ve besili haliyle sahibinin üzerine gelir ve onu ayaklarıyla çiğner. Koyun sahibi de koyunlarının zekatını vermediği zaman, kıyamet günü o koyunlar en kuvvetli ve besili halde sahibinin üzerine gelir,onu ayaklarıyla çiğner ve boynuzlarıyla ona toslarlar. Nebi s.a.v devamla :  Bu hayvanların haklarından biri de , sütlerinin sağılması ve fakirlere ondan içirilmesidir. Hiç biriniz kıyamet günü zekatını ödemediği davarı omzunda meler bir halde : Ya Muhammed, bana yardım et diyerek yanıma gelmesin. Çünkü o vakit ben ona, ben senin için bir şey yapmaya malik değilim, ben sana bu günü tebliğ etmiştim derim. Ve yine sizden hiç kimse, zekatını vermediği devesi omuzunda böğürür bir halde : Ya Muhammed, bana yardım et diyerek yanıma gelmesin. Çünkü o vakit ben ona, ben senin için bir şey yapmaya malik değilim, ben sana bu günü tebliğ etmiştim derim. Buhari : 1402.Ter:1328 - Nesei : 2447

 

                                                     

ZEKATINI  VERMEYENLERLE  SAVAŞILIR

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v vefat ettiği zaman Ebu Bekir halife oldu. Arap kabilelerinden bazıları küfte dönüp irtidat ettiler. Ebu Bekir de onlara karşı ordu göndermeye başladığında Ömer, Ebu Bekir’e şöyle dedi : Sen bu insanlarla nasıl savaşırsın ? Oysa Rasulullah s.a.v : Ben insanlarla La İlahe İllallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum. Kim bu sözü söylerse o kimse islam hukukunun dışında benden malını ve canını korumuş olur. - Haddi gerek-tirmeyen günahlarının - hesabı ise Allah‘a aittir,buyurdu. Ebu Bekir : Allah’a yemin ederim ki, ben namaz ile zekat vermenin arasını ayıran kimselerle savaşırım. Çünkü zekat malın üzerindeki bir haktır. Vallahi onlar Rasulullah’a zekat olarak verdikleri dişi bir oğlağı bana vermezlerse, o dişi oğlağı vermeleri için elbette onlarla savaşırım, dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi : Vallahi bu iş, Allah’ın Ebu Bekir’in gönlünü açmasından başka bir şey değildi, ben bildim ki bu haktır. }Buhari :  1399-Ter : 1325-1326 - Müslim : 20/32 :  Ebu Davud : 1556

 

 

Z E K A T I N    N İ S A BI

 

DEVELERİN  ZEKATI

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir rahim  Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin. Devenin yirmi dört tanesi ve daha aşağısında, koyundan  her beş devede bir koyundur. Deve sayısı yirmi beşe erişince, otuz altıya kadar bir Bintu mahad, Otuz altıya erişince, kırk beşe kadar bir Bintu lebun,Kırk altıya erişince, altmışa kadar bir Hıkka, Altmış bire erişince, yetmiş beşe kadar bir Cezea,Yetmiş altıya erişince, doksana kadar iki Bintu lebun, Doksan bire erişince, yüz yirmiye kadar iki Hıka, zekat vermek vacibdir. Deve sayısı yüz yirmiden daha fazla olursa, her kırk devede bir Bintu lebun ve her elli devede bir Hıkka zekat vardır. Yanında dört deveden gayri bulunmayan kimseye gelince, o miktardaki deveye zekat yoktur. Ancak deve sahibi kendi vermek isterse bu müstesnadır. Deve adedi beşe ulaştığında ondan bir koyun zekat vermek vaciptir. ………………………. }Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni Mace (1800) İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla (1 27) Dare kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed (1/11)

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’e - onu zekat amili yap-tığında - Allah’ın, Rasullüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı. - 0 mektupta - : Kimin zekat bedeli Bintu mehad’a ulaşır ve mal sahibinin yanında Bintu mehad bulunmaz ve onun yanında Bintu lebun olursa, o kabul edilir. Zekat amili, mal sahibine - yaş farkı olarak - yirmi dirhem veya iki koyun verir. Mal sahibinin yanında Bintu mehad bulunmaz ve onun yanında İbnu Lebun bulunursa, o kabul edilir. Mal sahibine - yaş farkı olarak - bir şey verilmez. }Buhari : 1448-Ter:1373

 

 

İbnu Mehad : bir yaşını doldurmuş ve iki yaşına basmış erkek deve. Bintu Mehad : bir yaşını doldurmuş ve iki yaşına basmış dişi deve. İbnu Lebun : iki yaşını doldur-muş ve üç yaşına basmış erkek deve. Bintu Lebun    :  iki yaşını doldurmuş ve üç yaşına basmış dişi deve.Hıkk :  üç yaşını doldurmuş ve dört yaşına basmış erkek deve. Hıka  :  üç yaşını doldurmuş ve dört yaşına basmış dişi deve. Cez’a : dert yaşını doldurmuş ve beş yaşına basmış erkek deve. Cezea :  dört yaşını doldurmuş ve beş yaşına basmış dişi deve.

 

KOYUNLARIN  ZEKATI

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir rahim  Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin ……………..Yay-lakta kalan koyunun zekatında, koyun sayısı kırk olunca, yüz yirmiye kadar bir koyundur. Yüz yirmiden fazlada iki yüze kadar iki koyundur. Koyun sayısı iki yüzden fazla olursa, üç yüze kadar üç koyundur. Koyun sayısı üç yüzden fazla olursa, her yüz koyunda bir zekat vardır. Bir kimsenin yayılır koyunu, kırktan bir koyun noksan olursa, bu noksan koyunda zekat yoktur. Ancak sahibi diler verirse bu müs-tesnadır……………. }Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni Mace (1800) İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla (1 27) Dare kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed (1/11)

 

GÜMÜŞÜN  ZEKATI

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’i Bahreyn’e zekat amili olarak gönderdiği vakit, onun için şu mektubu yazmıştı : Bis millahir rahmanir rahim  Bu Allah’ın, Rasulüne emrettiği ve Rasulullah s.a.v’in müslümanlar üzerine takdir ettiği zekat farizasıdır. Her kimden bu mektupta bildirilen miktar da zekat istenirse, o kimse zekatını versin. Bundan fazlası istenirse fazlasını vermesin ……………..iki yüz dirhem gümüşün onda birinin dörtte biri  - yani kırkta bir - miktarında zekat vacibdir Gümüş miktarı yüz doksan dirhem olursa bunda da zekat yoktur. Ancak gümüş sahibi diler verirse bu müstesnadır. } Buhari (1454-Ter: 1380) Ebu Davud (1567) Nesel (2446) İbni Mace (1800) İbn Carud (342) İbni Huzeyme (2261) İbni Hibbarı (3266) Ebu Yağla (1 27) Dare kutni (2/113) Hakim (1/390) Beyhaki (4/85-86) Beğavi (1 570) Ahmed (1/11)

 

{ … Ebu Said el-Hudri r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Beş ukiyyeden az miktar gümüşte zekat yoktur. En aşağı üç yaşındaki beş deveden aşağısında zekat yoktur. Beş vesk ,niktarının aşağısındaki hububatta da zekat yoktur. }Buhari (1405-Ter:1331) Müslim (979/1) Malik (1/244)) Ebu Davud (1558) Nesei (2473) Tirmizi (626) Darimi (1/384) İbni Mace (1793) İbni Huzeyme (2294) İbni Hibban (3282) İbn Carud Abdurrezzak  (7258) Ahmed (3/6)

 

Bir ukiyye  : kırk dirhemdir. Beş ukiyye ise iki yüz dirhem eder. Vesk : Bir vesk Rasulullah’in Sa’ı ile 60 sa’ miktarıdır. Bir sa’ : 1040 dirhem ayarındaki bir ölçektir. Beş vesk ise net 1000 gram etmektedir.

 

SIĞIRLARIN  ZEKATI

 

.{ … Muaz b. Cebel r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v onu yemene gönderdiği vakit sığırdan her otuz sığıra zekat farizası olarak iki yaşında erkek - yahut dişi - dana almasını ; her kırk sığıra üç yaşında erkek - yahut dişi - dana almasını…… emretti. }Ebu Davud (1576) Nesei (2449-2450) Tirmizi (623) Darimi (1/382) İbni Mace (1803) İbni Huzeyme (2268) İbni Hibban (794-el-Mevarid) İbn Carud (343) Dare kutni (2/94) Hakim (1/398) Beyhaki (4/98) Beğavi (107ı) Abdurrezzak (6841)

 

YER  MAHSÜLLERİNİN  ZEKATI

 

{ … İbni Ömer r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Semanın ve pınarların veya sulanmaksızın kendi  damarlarıyla topraktan su emip yetişmiş olan mahsuller için uşr - yani onda bir - zekat, kuyu ve dolapla sulananlarda ise yirmide bir zekat vardır..... }Buhari (1483-Ter: 1412) Müslim (980/7) Ebu Davud (1596) Nesei (2487-2488) Tirmizi (640) İbni Mace (1817) İbni Huzeyme (2308) İbni Hibban (3285) İbnu Carud (348) Tabarani (2/1 14-M. Sağir) Dare kutni (2/130) Beyhaki (1/130) Beğavi (1580)

 

BAL’IN  ZEKATI

 

{ … Ebu Seyyare el-Mukti r.a şöyle dedi : Ben Rasulullah s.a.v : Ya Rasulellah, benim arılarım var dedim. Rasulullah : Onlardan - çıkan balın - onda birini zekat olarak öde,buyurdu. Ben : Ya Rasulallah, arıları benim için himaye ettir dedim. Rasulullah  s.a.v onları benim için himaye ettirdi. }İbni Mace : 1823-1824 – İbn Carud : 350 - Ebu Davud : 1600 - Nesei : 2498 - İbni Huzeyme : 2325 - Ebu Ubeyd : 1489 - Albani : 810 el-İrva

 

 

{ … İbni Ömer r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bal da her on zikka da bir zıkka zekat vardır. }Tirmizi :  629

 

Zikka :  içine sıvı maddeler konan deriden yapılma bir kaptır.

 

 

MADENLERİN  ZEKATI

 

{ … Ebu Hureyre r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Hayvanın zarar ve ziyanı hederdir, kuyunun zararı hederdir, madenin zararı hederdir – yani tazminat lazım gelmez - Rikazda beşte bir oranında vergi vardır. }Buhari (1499-Ter:1429) Müslim (1710/45) Malik (1/249 Ebu Davud (3085) Nesei : 2494 Tirmizi (1377) Darimi (1/393) İbni Mace : 2509 – İbn Carud (372) İbni Hibban (6005) Dare kutni (3/151) Tayalisi (2305) Beyhaki (4/155) Ahmed (2/239) Albani (812-İrva

 

Rikaz : gömülü olan herhangi bir maden, hazine vesaire gibi şeylerdir.

 

KENDİSİNDEN  İSTİFADE   EDİLEN   MALLARIN   ZEKATI

 

 

{ … İbni Ömer r.a dan. Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Her kim bir mal - elde eder ve on - dan istifade ederse, onun üzerinden bir sene geçmedikçe o mala zekat yoktur. }Tirmizi : 631.Ter : 626 - Malik : 1/246/1 - Beyhaki : 4/104 - Beğavi : 1576 - Albani : 3/254-el-İrva)

 

ZEKAT  OLARAK  VERİLMEYECEK  MALLAR

 

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir Enes’e - onu zekat amili yaptığında - Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı. – Onda – “ …...Zekat verirken malın yaşlısı, kusurlusu, damızlık döl hayvanı çıkarılmaz. Ancak zekat amilinin bunları kabul etmesi müstesnadır. }Buhari : 1455. Ter: 1382

 

Yani , Zekat için verilen hayvan yaşlı ve kusurlu olur, zekat toplayan memur da onu zekat farizası olarak kabul ederse bu müstesnadır. Hakeza zekat farizası olarak eda edilen damızlık hayvan olur zekat mükellefi de onu gönülden gelerek veriyor ise, yine bu da müstesnadır, yani kabul edilir.

 

ZEKAT MALI TOPLU İSE AYRILMAZ AYRIK İSE TOPLANMAZ

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir Enes’e - onu zekat amili yaptığında - Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı. - 0 mektupta -  : “ …...Zekat verme endişesiyle, ayn ayrı bulunan zekat malları bir araya toplanmaz. Toplu bulunanların arası da ayrılmaz….}Buhari : 1450-Ter : 1375

 

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle rivayet etti : Ebu Bekir r.a Enes’e - onu zekat amili yaptığında - Allah’ın, Rasulüne emrettiği zekat miktarlarını açıklayan bir mektup yazmıştı. - 0 mektupta - : “…..İki karışık sürüden oluşan sürünün zekatında, bu karışık sürünün sahipleri kendi aralarında adaletli bir seviyede muracaat ederler. }Buhari : 1451-Ter : 1376


 

{ … Suveyd b. Gafele r.a şöyle dedi : Ben - zekat amili olarak - gittiğimde - yahut Rasulullah’ın zekat amili ile giden haber verdi - Rasulullah’ın - yazdığı zekat - ahdi şöyle idi : Sütlü hayvanları alma, ayrık olanları birleştirme, toplu olanların arasını da ayırma…… }Ebu Davud : 1579 - Nesei : 2456 - İbni Mace : 1801

 

AÇIKLAMA : Zekat vermekten kaçıyormuş zannına kapılıp ayrı olan ve zekat nisabına erişmeyen mallar birleştirilerek zekat verilmez. Ortaklık sebebiyle birleştirilmiş, zekat nisabına baliğ olan mallar da zekat vermek endişesiyle ayrılmaz. Birleştirilmiş mallar eğer zekat nisabına eriyorsa ondan zekat verilir. Ortaklar zekat için ödenen malları aralarında eşit şekilde paylaşırlar. Mesela iki ortağın beş devesi olsa, ona zekat olarak bir koyun verirler. Zekat olarak verilen koyun ortaklardan kimin malından verildi ise, diğeri ona koyunun yarı bedelini para olarak öder. İki ortağın kırk koyunu olsa, bunda da zekat olarak bir koyun vardır. Bu koyun kimin malından zekat olarak verildi ise, diğeri ortağına koyunun yarı bedelini para olarak öder. Dolayısıyla ortaklardan her biri verilen zekata iştirak etmiş olur. Bölünebilen mallarda durum, daha kolaydır.

 

ZEKAT  AMİLLERİNİ  MEMNUN  ETME

 

{ … Cerir b. Abdullah r.a şöyle dedi : Bedevilerden bazı kimseler Rasulullah s.a.v’e gelip : Zekat amilleri bize geliyor ve bizlere zulmediyor dediler. Bunun üzerine Rasulullah s.a.v : Zekat amillerini - zekatlarınızı güzellikte ödeyerek - razı ediniz, buyurdu. }Müslim (989/29) Ebu Davud (1589) Nesei (2459) Beğavi (1 253-el-Mevarid) Ahmed (19228) Albani (901 -S. Cami)

 

ZEKAT VERENLERE ZEKAT AMİLLERİNİN DUA ETMESİ

 

{ … Abdullah b. Ebı Evfa r.a şöyle dedi : Herhangi bir kavim Nebi s.a.v’e  zekatlarını getirdiği zaman, Nebi s.a.v onlara şöyle dua ederdi : Allahumme Salli Ala FuIan.   Babam Ebu Evfa zekatını getirdiğinde, Nebi s.a.v ona :   Allahumme Salli Ala Ebi Evfa. diye dua etti.}Buhari (1497-Ter. 1424) Müslim (1078/) Ebu Davud (1590) Nesei (2458 - İbni Mace : 1796
 

 

 

ZEKAT AMİLLERİNİN ZEKAT VERENLERE ZULMETMEMESİ

 

{ … İbni Abbas r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle buyurdu : Şüphesiz ki sen, ehl-i kitap bir kavme gidiyorsun, onların yanına vardığın vakit önce onları La İlahe İllallah Muhammeden resulullah‘a şehadet ge- tirmeye davet et. Eğer onlar şehadet getirmede sana itaat ederlerse, Allah’ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namaz kılmayı farz kıldığını haber ver.Onlar bu beş vakit namaz kılma hususunda sana itaat ederlerse Allah’ın kendilerine zekatı farz kıldığını, bu zekatın onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini de haber ver. Onlar bu zekat hususunda da sana itaat ederlerse, onların yanında en kıymetli olan malı zekat malı olarak almaktan sakın ve mazlumun bedduasından da kork. Çünkü mazlum ile Allah’ın arasında perde yoktur. }Buhari : 1496 – ter : 1423 - Müslim : 19/29 - Ebu Davud : 1084 - Nesei : 2434 - Tirmizi : 625 - Darimi : 1/379-384 - İbni Mace : 1783 :  İbni Hibban : 156 - İbni Mende : 214-el-iman - Tabarani : 12207-12408-M.Kebir : Dare kutni : 2/136 - Beyhaki : 7/12 - Beğavi : 1557 - Ahmed : 1/233

 

 

 

 TAHSİL EDENE KADAR BORÇ PARA ÜZERİNDE ZEKAT YOKTUR

 

{ … Aişe r.anha dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Borç parada onu alana kadar zekat vermek yoktur. }İbni Ebi Şeybe : 3/54 - Albani : 784 – İrva

 

KÖLE’YE  VE  BİNEĞE  ZEKAT  YOKTUR

 

{ … Ebu Hureyre r.a dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Müslüman kimseye atı ve kölesi için zekat yoktur. }Buhari : 1463-Ter 1390 - Müslim (982/8 - Malik 1/277 - Ebu Davud : 1595 - Nesei (2469) Tirmizi (628) Darimi (1/384) İbni Mace (1812) İbni Huzeyme (2285) İbni Hibban (3273) İbn Carud (355) Abdurrezzak (6878) Tayalisi (2527) Humeydi (1073) Ebu Nuaym (8/356) Dare kutni (2/27) Beyhaki (4/117) Beğavi (1073) Ahmed (2/242)

 

 

  VAKTİ GELMEDEN ZEKAT VERMENİN CAİZLİĞİ

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Rasulullah s.a.v Ömer’i zekat toplamak için gönderdi. İbnu Cemil, Halit b. Velid ve Rasulullah’ın amcası Abbas’ın zekatlarını vermediği kendisine söylendi. Rasulullah s.a.v : İbnu Cemil zekattan nasıl imtina edilebilir ki ? O fakir iken Allah kendisini zengin etmişti. Halid’e gelince siz ona haksızlık ediyorsunuz. Halid zırhını ve bütün silahlarını Allah yolunda hap-setmiştir. Abbas b. Abdulmuttalib‘e gelince onun zekatı - daha önce verilmiş olup - bir misli ile beraber benim üzerimdedir, buyurdu ......  }Müslim : 983/11 - Buhari : 1468-Ter : 1397 :  Nesei : 2463-2464

 

 

{ … Ali b. Ebi Talib r.a şöyle dedi : Abbas b. Abdulmuttalib, Rasulullah s.a.v’e  zekatını henüz vakti gelmeden acele edip ödeme hususunda talepte bulundu. Rasulullah s.a.v de ona bu hususta ruhsat verdi. }İbn Carud : 360 - Ebu Davud (1624) Tirmizi (679) Darimi (1/385) İbni Mace (1795) Hakim (3/332) Beyhaki (4/111) Albani (857- el-İrva)

 

ZEKATIN  VERİLECEĞİ  YERLER

 

    Allah-u teala şöyle buyuruyor : { Sadakalar – yani zekatlar - Allah’tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekat amillerine, kalpleri İslam’a ısındırılacak olan-lara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara,Allah yolunda cihat edenlere ve   yolculara mahsustur. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. }  TEVBE : 60

 

ZENGİNLERE  ZEKAT  VERİLMEZ

 

{ … İbni Ömer r.a dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Zekat almak, zengin ve uzuvlarında noksan olmayan kimselere helal değildir.}İbn Carud (363) Buhari (3/329-T.Kebir) Ebu Davud (1634) Nesci (2592) Tirmizi (652) Darimi (1/386) İbni Mace (1893) İbni Ebi Şeybe (3/97/1) Abdurrezzak (71 55) Tayalisi (2271) Dare kutni (2/119) Hakim (1/407) Beyhaki (7/13> Beğavi (1599 - Albani (877 – İrva

 

EHLİ  BEYT  ZEKAT  AMİLLİĞİ YAPMAZ

 

{ … Abdulmuttalib b. Rab b. el-Haris rivayet edip şöyle dedi : Rabia b. el-Haris ve Abbas b. Abdulmuttalib toplanıp : - Beni ve Fadl’ı kast ederek - Vallahi şu iki oğlanı Rasulullah’a göndersek, bunlar Onunla konuşsalar, o da bunları zekat üzerine amil tayin etse. Zekat amili kimselerinin yaptıklarını yapsalar, onların aldığı ücreti bunlar da alsalar, şeklinde konuştular. Abdulmuttalib dedi ki : Onlar bu şekilde konu-şurlarken, Ali b. Ebi Talib geldi ve önlerinde durdu. Bu meseleyi ona da söylediler. Bunun üzerine Ali b. Ebi Talib : bunu yapmayın. Vallahi Rasulullah bunu yapmaz dedi. Rabia b. el-Haris itiraz edip : Vallahi sen bunu bize hasedinden yapıyorsun. Sen Rasulullah’ın damatlığına eriştin de biz seni asla haset etmedik dedi. Ali : Peki iki oğlanı gönderin dedi. İkisi çıkıp gittiler, Ali de yan üstü uzandı. Abdulmuttalib dedi ki : Rasulullah s.a.v öğle namazını kıldırınca ondan önce hücresine gidip hücrenin yanında durduk. Nihayet Rasulullah geldi ve kulaklarımızı tuttuktan sonra : İçinizde sakIadığınız şeyleri çıkarın,buyurdu. Sonra hücreye girdi, biz de yanına vardık. Kendisi o gün Zeyneb b. Cahş’ın yanındaydı. Biz her ikimiz de sözü diğerimize havale edip söze başlamasını bekledik. Sonra birimiz şöyle konuştu : Ya Rasulallah ! Sen insanların en iyisisin ve insanlara pek çok iyilikler ulaştırırsın. Bizler buluğ çağına varmış haldeyiz. Biz sana şu zekatlardan bazısına bizleri zekat memuru tayin etmen için geldik. Eğer memur tayin edersen, onların eda ettiği görevi biz de eda ederiz, onların isabet ettiği gelire biz de isabet ederiz dedi. Rasulullah uzun müddet, hatta biz tekrar konuşmak isteyinceye kadar sukut etti. Tam bu sırada Zeyneb, perdenin arkasından bizlere : Rasulullah ile konuşmayın diye işaret etmeye başladı. Bundan sonra Rasulullah s.a.v : Şüphesiz bu zekat amilliği Muhammed’in ailesine yaraşmaz. Sadaka insanların kirleridir. Mahmiyyeyi  - Ki bu şahıs ganimetlerden alınan beşte bir gelirin sorumlusu idi - ve Haris b. Abdulmuttalib oğlu Nevfeli bana çağırın,dedi. Bunlar yanına geldiklerinde. Rasulullah Mahmiy-yeye, - Fadl b. Abbas’ı göstererek - : Kızını bu gence nikah et,buyurdu. Mahmiyye kızını FadI’a nikahladı. Sonra Rasulullah Nevfel b. el-Haris’e : Kızını bu gence nikahla,buyurdu. 0 da kızını bana nikahladı. Müteakiben Rasulullah s.a.v Mahmiy-yeye : Bu gençler için kızlara humus malından şu kadar, şu kadar mihir ver, buyurdu. }Müslim (1072/167 - Ebu Davud (2985) Nesei (2608) Ebu Ubeyd (841) Beyhaki (7/31) Ahmed (17521) Albani (879-el-İrva)

 

EHLİ  BEYTİN  ZEKAT  ALMASI  YASAKTIR

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Ali’nin oğlu Hasan zekat hurmasından bir hurma alıp ağzına koydu. Bunun üzerine Nebi s.a.v : Kıh kıh onu at, dedi. Sonra da : Sen bizim zekat malından yemediğimizi bilmiyor musun ? , buyurdu. }Müslim (1069/161) Buhari (1491-Ter:1419) Darimi (1/386) Tayalisi (2482) İbni Hibban (3294) Beğavi (1605) Ahmed (2/444)

 

{ … Ebu Hureyre r.a şöyle dedi : Nebi s.a.v’e yiyecek bir şey getirildiğinde, bu hediye midir, yoksa sadaka mıdır diye sorardı. Eğer sadakadır denirse, asha-bına yiyin der kendisi yemezdi. Eğer hediyedir denirse elini ona vurur ashabı ile beraber ondan kendisi de yerdi. }Buhari (2576-Ter:2373) Müslim (1077/175) İbni Hibban 16382> Beyhaki (7/33) Beğavi (1608) Ahmed (2/492)

 

{ … Enes b. Malik r.a şöyle dedi : Berire r.a kendisine sadaka olarak verilmiş olan bir et parçasını Rasulullah’a hediye etti. Rasulullah : Bu et Berire’ye bir sadakadır, bize ise bir hediyedir, buyurdu. }Müslim : 1074/170 - Buhari : 1495-Ter : 1422 - Ebu Davud : 1655 - Nesei : 3454 - İbni Hibban : 5115 - Tayalisi : 1417

TESETTÜR HAKKINDA

 

Te’lif; HUSEYİN EBU EMRE

 

Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi:

“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/27)

Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.

Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Bu da aynen:

       “Ben cinleri ve insanları, ancak  bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)

         Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor:

         İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.                                          

         Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblehliğini gösterir.

         Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:

         “Sizi biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?”  (Vakıa(56)/ 57)

         İnsanoğlu ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve -Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.

         Çünkü insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu gösterir.

         Aynen evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbi de devrede olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi, birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi bundan daha aptallığını ifade eder.

         Bunu itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır.  Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:

“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.”  (Tin Suresi(95)/ 4 – 6)

         Güzel bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.

         Demek ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyine çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse –esfeli safilin– aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.”   (Araf Suresi (7)/ 179)

Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeple kim Allah’a itaat ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de hayvanlar daha iyidir. Bu sebeple Allah (c.c) “Onlar hayvanlar gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.

         Ve yine bir ayeti kerimede:

          “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”  (Furkan Suresi (25)/44)

         Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak koşmaktadırlar.

         Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve alçalmaya  muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.

         Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.

         Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;

         “Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun delillerindendir.”   (Rum Suresi (30)/ 21)

         Allah (c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.

         Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık diyor. –Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeten ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık, diyor.

         “Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik arz eden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.

         Yani nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi iseler, ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki ediliyor.

         Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.

         Yukarıda zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;

         “İnsanoğlu kabul etse de etmese de, tasdik etse de etmese de, inansa da inanmasa da onu biz yarattık, diyor.  (Vakıa (56)/ 57)

         Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hem de sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hem de bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.

         Bunu birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’ın sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.

         Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.

         Ama çocuğun ana – babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:

         “Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana–babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile – deme, onları azarlama ikisine de güzel söz söyle.”[3]

              Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin , diyor.

         Yani ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana  babasına yaptığı bir itaat ve isyan meselesidir.

         Aynen insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.

         İşte böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.

         Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

         “Kul evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.”[4]

         Yukarıdaki sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da bir yarımlılık sayılıyorlar.

         Hadiste de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.

         Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin kendine de  böyle Allah’ın çizdiği bir şer’i daire yok mudur? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.

         Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.

         Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istidadı vardır.

         Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak istidattadır kadın.

         Çünkü, içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.

         Kadının salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da  kadının salahına bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:

         “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor.[5]         

         Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.

         Yani neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”

         Onun için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otomatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

         “Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.[6]

         Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı  itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.

         Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan manasında.  “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani onların ifsat olması.”

         Bu, mefhumu muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin için de çok büyük bir hayır manası taşır.”

         Bu söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne olmaz? –Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.

         Mesela; benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa bir de kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım santimlik  yarığın ne önemi var.

         Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) – “Benden sonra size kadından daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.

         Toplumun salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:

         “... İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.[7]        

         Yani nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.

         Kadının gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.

         Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın – deyin. İkiniz de eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.

         Burada ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.

         Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:

         “Göbekle diz kapağı arasıdır.”[8] 

         Bu bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,

         “Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”[9]

         Avret dediğimizde yani kadın çekici ve cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece “göbekle diz kapağı arası” gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır. Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.

         Bir amelin kabulü için iki şart vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı gösterir.

         Türkiye ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer, başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.

         Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması  onun şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.

         Bizim işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana – babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.

         Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez. Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir payı yoktur.

         Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.

         Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.

         Onun için insanlığın devamının bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın “mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu  Teala’nın koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:

         “Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”[10]  

         Ve yine bir hadisi şerifte:

         Kadın bütün olarak cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tanzim eder” diyor.[11] 

         O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.

         Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu mevzuda salah mevkiinde  oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın kendinden veriyor.

         “Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:

         Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir”  buyurmuştur.[12]  

         Bakın bu misali kendisinden veriyor. Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiyle de olsa böyle bir cazibenin dairesine girebilir. Binaenaleyh şer’i ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani kadın da olsa şer’i çerçeve çiziliyor, erkek de olsa. Kadın için ama başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.

         Yani kadın hem kendisini koruyor hem de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.

         Onun için kadını fitnede odak noktası yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

         “Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)

         Yani insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.

         Yine bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında” demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;

         “Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle bir ifade vardır. “Haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayalısı iyidir ama haya kadında daha güzeldir[13] diyor.

         Yani hayanın kadına kazandırdığı değer çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha çoktur.

         Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):

         “Anandır” dedi. Adam: - Sonra kim? – Anan. –Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ? deyince. – Babandır, buyurdu.”[14]

Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?

         Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak  alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadta kullanmak mümkündür.

         ifsat ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın şimdi:

       “Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir.”(Enfal (8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)

        Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)

         Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.

         Kadını en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:

        “Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.”  derken kadın en büyük fitne diyor.  Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil. Ama;

         Cennet anaların ayakları altındadır.”[15]

         Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. – Ana – Saliha bir eş –gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız değil mi?

         Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.

         Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek dolanacak.  Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.

         Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.

         Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir durumda olması:

         Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.”[16]

           “...Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır.”    (Bakara Suresi (2) 228)            ve hadisi şerifte şöyle geliyor:

           Kays bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime; Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın, dedim. Resullullah (sav):

“Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.[17]

         Ona maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte hata olmaz.) Hadi senin de hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir değerin yanında – sen de ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek gerekir.

         Yani erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak için bir pay sayılır arkadaşlar.

         Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına  karşılık verilen  dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonra da seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, senin de hatırın olsun, senin de seviyen olsun, senin de gönlün olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte denmiş.

         Şimdi birisi gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye. Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi, eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.

         Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik iddiasında, erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen ben de sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri, mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş. Birisi çiklet satacak, müstehcen bir kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer yok.

         Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir.  Bilakis değeri verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.

         Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.

         Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir. Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şer’i ıstılah ifadeleri adil kullanılsa bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.

         Bunu anlamanız için şöyle bir misal verebilirim. Şer’i hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla çıkmış, Müslüman da olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama şer’i hukukta aynı adı veriyor. İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı tesir aynı değildir.

         Erkeğe de bu isim verilir ama sanki değerinden bir şey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.

         Bu vakıalar tesettürü ele alırken düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.

         Şekli olan tesettürde bakın böyle çok kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafir de olsa aniden önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.

         Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur. Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namaz da böyledir. Sair ibadetler de böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.

         O meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.

         Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Bir de o ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.

Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil, Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o  emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi küllünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler  var. (Ahzab suresi 32. ayeti okuyun ve düşünün).

“Ey Peygamber kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan kimse, kötü ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”

         İslamın hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek tokalaşıyor[18] hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor. Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laçkalaşmış ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür şekilden öteye geçememiştir.

         Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:

         Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.[19]

         Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:

“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi  50)

Bakın, Peygamberden  sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.

Nikahı haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar. Sahabeye  bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.

Yani, onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar. Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.

Peygamberin hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez bile.

Peygamberin arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Buda değil.

Bütün bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.

Bakın karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile takınacağınız tavır işte bu.

Sana nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.

Neden misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:

“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”(Nisa suresi  135)

 Bir insanın babası aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.

Nikahı haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu çok açıktır­­          _ Bilene ___

 Birisi dese şimdi; “canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide mi olur, müsbetlikte mi olur?” Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?

Yani kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının yanında kapanma has mı olur. Annelerinin yanında onların kapanması has mı olur. Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.

Önce bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:

“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...”        (Bakara suresi 137)

Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.

Çünkü sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.

    Onların iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.

             Yani bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.

          Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.

         Çünkü KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB  ve SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB  ve  SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.

           Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

          “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor. (Ahzab suresi  59)

         Burada ki hicab emri birine farklı birine farklı mı, yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:

         Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor. (Nur suresi  60)

           Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.

         Yani bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim! biz nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Ya Rabbi! bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl, kalplerimizi dininde sabit kıl __AMİN__

Şimdi başa aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle açıklıyor;

“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler.” (Nur suresi  59)

         Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

         Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”[20]

         Buluğ çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.

         On iki – on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.

         Ama küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.

         Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.

         Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”[21] 

 Yine,

         Her Peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”[22]    

         Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam edelim. İnşallah,

         Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”[23]      

         Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.

         O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile verirken;

         Ey İman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin istesinler.” (Nur suresi 58)

         Anaların babaların odalarına girerken bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar telafi edilemez.

         Anadolu’ya baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz. Kimse de bunu halletme yoluna gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?

         Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. –Ya Resulullah, ya koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki – Koca tarafından akraba olursa o ölümdür.”[24]

         Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik vardır.

         “...bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”[25]

         Görüyorsunuz İslam’daki hassasiyeti. Bir de bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi İslam esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.

         Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler daha rahat İslam’ı yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle  meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.

           Bir hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?

         Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı gibi dolaşmaktadır. Biz – Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benim de. Fakat şeytana karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğdi.”[26]          

         Evet, misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.

             Buluğa ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.

         İnanın şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:

         “Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.[27]            

         İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim başımıza gelecek demektir.

         Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab suresindeki:

        Ey peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”   (Ahzab Suresi (33)/ 59)

İfade bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.

            “Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif  idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim. Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.

Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:

           “ İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”   (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.

           Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...”[28]  

            Aişe annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.

          Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi

            Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.

           Misal mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) – Kızım gerdanını kapat diyor.[29] 

              Yani bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.

           Şimdi ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?

           Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:

             “Biz ihramlı olarak Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi. Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “[30]

  Yine bir hadisi şerifte,

         “Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan – Ümmü Hallad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını verdi...”[31]

       Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):

        İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.[32]

        Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?

         Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:

      Mümin erkeklere söyle de, gözlerini haramdan sakınsınlar...”

     Mümin kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...” (Nur suresi 30- 31)

           Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak diyor ki; şimdi “gözlerini yere diksinler” den maksat ne? Demek ki diyor. – gözlerini yere dikmeleri yüzü açık ta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.

           Gelelim bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse birileri de görse – Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş – manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.

             Bir gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. – Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...”[33]

        Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne bakabilir.

         “Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde  bir küçüklük vardır.” [34]            

Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:

         “Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.[35] 

        Gelen bir müşkülatı böyle defetmen mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar basit. Gerisi hiç önemli değil.

     Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi Rabbilalemin.

         Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.” (Enfal Suresi(8)/24)

                                                        HUSEYİN EBU EMRE

 

 

Sakal bırakmanın hükmü

Sözlükte Ve Şeriatte Sakalın Ölçüsü:

 

Sakal: Yanaklar ve çene arasında çıkan kılların ismidir.

Bıyık dışında, çene, iki çene kemiği altı, iki yanak ve boynun iki yanında biten tüm yüz kılları sakaldır.

Sakal bırakmanın hükmü: Sakal bırakmak akıl baliğ bütün müslüman erkeklere farzdır. Bunu, bırakılmasını emrederek, kesilmesini veya bir kabzadan fazlasının kısaltılmasını yasaklayarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem farz olduğunu bildirmiştir. Mevzu, asru saadette nasıl bir önem ve ehemmiyete sahip idiyse bu günde yine aynı öneme  sahiptir.

Öyleyse Allah resul’u s.a.v ‘in nasıl  bu önemli sünneti seniyesini  ihlal  edenlere  karşı  mevzunun  önemini  ciddi bir şekilde anlatmaktır.

Çünkü  sakalı gerek kazıyarak  irtikab  edilen  edilen günah   gerekse ona istedikleri şekli  kazandırma günahı  etrafa  korkunç bir şekilde  yayılmıştır.

Kafirleri bir kenara bırakın  din adamları ,şeyhler,müderrisler, tefsir ve hadis okutmaya çalışanlar bile  bu cürmün  içerisinde rahatlıkla  yüzmektedirler. Bunlarla beraber islami ilimler  tahsil etmeye çalışan talebeler  bile sakallarını kazımakta veya ona istedikleri şekli (kirli sakal vb) vermektedirler.

Allah resul’ü s.a.v’in : Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin .Eğer eliyle  değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin.Ona da gücü yetmezse  kalbiyle buğz etsin buda  imanın en zayıf olanıdır.(Müslim=1.c.49.n.). Hadisi geregince…….bu tehlikeli cürme karşı  konuyla  ilgili  hakikatin ortaya konulması  ve buna engel olunması gerektirttiği kanaatindeyim.Konuyu çeşitli başlıklar halinde  ele  almadan önce  ben hasetsen , toplumun nazarında  yanlış  telaki  edilen  bir hususu izah  etmek istiyorum.Buda “sünnet” kavramı çünkü  toplumumuz bu kavramı  iyi bilmedikleri  için  ona çok kısır bir mana  yüklemişlerdir…Böyle bir telakkiden  dolayı’da ister istemez  bir çok çarpıklıklar  içerisine düşmeleri kaçınılmaz olmuştur.Onlar nazarında “sünnet” denildiği zaman bunu nafileler olarak telakki etmektedirler.İşte bundan dolayıda  islamın bir çok emirleri   nafile olarak gördükleri için onu yapıp yapmama  onlar için  bir önem arzetmemektedir.

Bahsini edeceğimiz sakal konusuda  bunlardan bir tanesidir.

Oysaki”sünnet:”Kelime olarak  takip edilen yol, usül, adet ve çığır manalarındadır”

Istılahi olarak “sünnet: Resulullah s.a.v.’in takip ediği yoldur….Yani onun kaviller,fiilleri ve takrirleri manasındadır.Bina enaleyh   sünnet denilince  ilada nafile olan  şeyler değil , bununla beraber emirler,nehiyler dahi bunun içerisine girmektedir…

Daha açık bir ifadeyle  sünnet;Allah resul’ü s.a.v ‘in emrettiği ,nehy ettiği ve muhayyer bırakmış olduğu tüm şeylerdir.Öyleyse  bunların içerisinde  nafile  olanlar olduğu  gibi emir olup(yani farz olup) bizi ilzam edici olanlarda vardır…..

İşte üzerinde  durmaya  çalışacağımız  sakal konusu da , bizleri ilzam edici emir mahiyetinde  olan sünnetlerdendir.Yani sakal emir siğa sında geldiği için farz  olan bir sünnettir.Ki zaten  konunun  üzerinde  durmamıza  neden olanda budur….

SAKAL  İBADETİ  FARZ’DIR.

Başta buhari ve Müslim  olmak üzere  pek çok  hadis kitaplarında bir çok sahabeden  nakledilen  hadisler, sakalın  emir siğasıyla  geldiğini  açıkça  ifade etmektedir…

Ehlince malumdur ki emir, şeriat nazarında vucubiyet ifade eder.(yani emir ,veya vacip farz demektir.bakınız imam şafii’nin er-risale).

Abdullah  ibni ömer’den rivayet ettiği bir hadisi şerifte Allah resul’ü s.a.v şöyle buyurdu: bıyıkları kısaltın , sakalları  çokça ve uzunca bırakın..(Müslim 1.c.259.n)

Abdullah ibni  ömer’den  r.a  Allah resul’ü s.av ‘in bıyıkları kısaltmak ve sakalı bolca ve uzunca  bırakmakla  emir buyurduğunu  haber vermiştir.(a.g.e)

İbni ömer r.a şöyle dedi :Resulullah s.a.v buyurduki : “müşriklere muhalefet ediniz,bıyıkları kısaltın ,sakalları çokça ve uzunca bırakın. (a.g.e.)

Ebu hureyra r.a şöyle dedi:resulullah s.a.v buyurdu ki:”bıyıkları kesin ,sakalları salıverin, mecüsilere  muhalaefet edin” (a.g.e) :görüldüğü gibi bıyıkları kesmek ve sakalıda  affetmek alakalı hadisler emir siğasında gelmiştir.

Sakal konusunda  emir ,değişik  lafızlarla  gelmiş olup  beş nevidir.Bunlar

1.                       Affedin,bağışlayın……

2.                       Hür bırakın ,azad edin……

3.                       Salıverin,sarkıtın…

4.                       Yayın (yani,sağından solundan almayın)

Not: Bu kelimelin Arapça karşılığına  Müslim cilt:1 sayfa.335’de bakabilirsiniz.

Bu ifadelerden anlaşıldığı gibi emir, memura (yani emr olunana)vacip olmakta ,bu sebeblede yerine getirene sevap ,terk edenede azap gerekmektedir.

İmam nevevi r.h  tefsirinde bu konuda ki emir siğasının  nehiyle varid olduğunu ,bu sebeplede  vacip  bulunduğu belirtmiştir.Çünkü nehy(yani yasak)fiilden isteği mendir.Sakal hususundaki  emir siğasıda  nehiyle  varid olmuştur. Peygamberimizin a.s affedin,bağışlayın sözü: “sakalınızı affedin,bağışlayın-yani ona dokunmayın -:manasınadır…Öyleyse nehy ,kaçınmayı gerekli kılar.Muhalefet ise azabı celbeder.Rabbimizin bir ayeti kerimesinde buyurduğu gibi:

Resul size neyi verdiyse onu alın , sizi neyden nehy ettiyse ondan da kaçının. Allah’tan korkun,çünkü Allah’ın c.c  azbı şiddetlidir.**haşr-7**

Yine bir ayeti kerimesinde :

“Resulün emrine  muhalefet edenler , kendilerine bir fitnenin  isabet etmesinden yahut elim  bir azaba  uğramalarından  sakınsınlar.**nur-63**

Buyurmaktadır. Allah resulü s.v.a  ise hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor:

“Size neyi emretti isem onu alınız ve sizi neyden nehyetti  isem ondan da uzak durunuz” (ibni mace :1C.1n.

Herkim benim sünnetimden yüz çevirirse  o benden  değildir.(Müslim:4:c.1401.n.

Bizden başkasının  sünnetini yapan bizden değildir.(deylemi.m.firdevs)

“kim bir kavme benzerse o ondandır”(ebu davud:4.c.4031.n)

Bu ve bununla eş manalı ayet ve hadis’lerin  ifade  etmiş olduğu mana gayet açık ve nettir. Bu da şudur:”sakal ibadeti  Allah’ın  bir emridir.Dolayısıyla  bu emre  muhalefet isyandır”.

SAKALIN HÜR BIRAKILMASINI EMREDEN HADİSLER..

·  İbni ömer r.a ‘dan :Peygamberimiz s.a.v şöyle buyurmuştur:”Bıyıklarınızı kesin sakallarınızıda  affedin(bağışlayın)(müslim01.c.259)(nesei=8.c.5191)

·  Ebu hureyre r.a’dan; Resulullah s.a.v şöyle dedi:Bıyıkları kesin sakallarınızı azad edin(hür bırakın)..(Müslim:1:c.260.n)

·  Resulullah s.a.v şöyle buyurdu :……….Sakallarınızı  yayın(sağından solundan almayın)bıyıklarınızı  kesiniz.(buhari:13.c5926.n)

·  Enes r.a ‘dan şöyle dedi: resulullah s.a.v. bir gün  oturan bir ensar topluluğun yanından geçerken  birinin  sakalın bembeyaz olduğunu görür, ve ona: -bunları kınala ,Yahudi ve hıritiyanlara  muhalefet et,buyurdu.Dedilerki:-Peki ey Allah’ın  resul’ü  s.a.v  ,onlar  sakallarını  kısaltıyorlar  bıyıklarını uzatıyorlar,buna ne dersin .allah resul’ü  s.a.v buyurdular ki :-Siz sakalınızı  hür bırakın.(yani ona dokunmayın )bıyıklarınızı ise kısatın.(ahmed ibni hanbel  müsnedinde)(elbani-silsiletu’s-sahiha )’da rivayet etmişlerdir.

“RESUL’ÜN  S.A.V  SAKALI”

Allah  azze ve celle ‘nin  sakal konusunda  ki emrinin ,resul s.a.v  deki uygulama keyfiyetine gelince  oda şöyledir:

·  Enes r.a ‘dan ;o şöyle dedi : Resulullah s.a.v ‘in sakalı , onun göğsünü doldurmaktaydı.(taberani.m.kebir)ve (ibni asakir)de rivayet etmişlerdir.

·  Bera ra.’dan :resulullah s.a.v yiğit ,orta boylu .iki omzunun  arası  geniş , kaba sakallı ve al yanaklı  idi. Saçları kulak  yumuşaklarına kadar inerdi.(nesei:8.c.5197)

 SAKALI  HÜR BIRAKMAK KAFİR’LERE  MUHALEFETTİR.

Mevzu’nun önemli noktalarından biriside , sakal ibadetiyle  Yahudilere , hiristiyanlara ,Mecusi ve müşriklere  muhalefet etmektir.hatta  buradaki muhalefet şeklini iyi dikkat edilirse, manzara ,sakal  bırakmak şeklinde değil  bilakis , sakala dokunmama şeklinde tezahür  etmektedir.

Kaldı ki – hadislerinde ifadelerinden   anlaşılacağı gibi –muhalefet  edilmesi gereken  insanların zaten sakalı vardı .

Yani buradaki  muhalefet , onlar sakalarını kısaltıp  bıyıklarını uzatıyorlar.Bizim ise onun tam tersi olan , sakalları hür bırakma ,bıyıkları kısaltma şeklinde olmalıdır.

·  İbni  ömer r.a ‘dan dedi ki: resulullah s.a.v  şöyle buyurdu: Müşriklere muhalefet ediniz .Bıyıkları kısaltın, sakalları hali üzere terk edin (müslim1.c .259.n)

·  Ebu hureyre r.a ‘dan;resulullah s.a.v şöyle buyurdu:bıyıkları kesin ,sakallarıda hür bırakın ,mecüsilere  muhalefet edin.(Müslim.1.c.260.n)

·  Ebu hureyre r.a’dan resulullah  s.a.v  şöyle buyurdu:Muhakkak ki ehli kitap  bıyıklarını uzatıp sakallarını keserler.siz ise onlara muhalefet edin Sakallarınızı affedin (bağışlayın ) bıyıklarınızı kesin.(hasen bir hadis)(bezzarın müsnedi)de rivayet edilmiştir.

SAKAL FITRAT’TANDIR .BİNAENALEYH ŞERİAT’İN İZNİ OLMADAN  ALLAH’IN YARATTIĞI ŞEYİ DEĞİŞTİRMEK HARAMDIR.

Allah azze ve celle insan oğlunu  şerefli bir mahluk olarak yaratmıştır. Binaleyn  onun  ,yaratılışında her  hangi bir değişiklik yapması için, rabbinin izni olması gerekir;onun izni olmadan  yapılan değişikler ise  şeytanın emridir.Bu hususta şeytan şöyle demiştir:Onlara emredeceğim Allah’ın yaratışını degiştirecektir.nisa 119 Bu sebeb ten dolayıdır ki  şar ile müsle  yapanlara yani  yüzlerinden kıl alanlara , yaratılışını değiştirenlere lanet edilmiştir.Yani  yüce allah’ın izni olmadan şeytanın emrine uyarak allah’ın yaratığını değiştirmek  ona karşı isyandır.Konuyla alakalı bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

Abdullah ibni mesud r.a şöyle demiştir: Allah şunlara lanet etmiştir.Bedenlerine döğme yapanlar,yaptıranlar,yüzünün tüylerini yolanlar,seyrek dişli güzel görünmek için  dişlerinin arasının yontan sırıtkanlar,allahın yarattığını değiştirenler .

Abdullah’ın  bu hadisi esed oğullarından ummi Yakup denilen bir kadının kulağına ulaştı hemen  ibni mesud’a geldi ve senin şöyle ,şöyle yapanlara lanet ettiğin haberi bana ulaştı dedi.İbni  mesud’ta  ona:Ben resullahın  lanet ettiği  kimselere niye lanet etmeyeyim dedi:Kadın  and olsun ki  ben kuranın  iki kabağı arasında  ne varsa okudum  fakat senin söylemekte  olduğun şeyi  onda bulamadım dedi .İbni mesuda ona :  yemin olsun sen onu okumuş isen  elbette onu bulmuşsundur. Allah’ı teala :Resul size neyi verdiyse onu alın ,size neyi yasak ettiyse ondanda sakının  buyurduğunu okumadın mı dedi. Kadın: evet dedi .İbni mesud:şüphesiz ki , resulullah s.a.v ondan nehy etti,cevabını verdi.Kadın : Ben senin  ehlinin  bunu yapmakta olduğunu görüyorum dedi. İbni mesud: Ehlime git bak  dedi.Kadın  ona gitti ,baktı, fakat  düşünmüş olduğu  hacetinden  bir şey göremedi .(Kadın dönüp gelince)ibni mesud:Eğer  eşim böyle  yapmış olaydı ,o bizimle arkadaşlık etmezdi,dedi. (buhari.10.c.4846)

SAHABE’NİN RESUL’E S.A.V MUHALİF DÜŞEN FİİLERİ, BİZE DELİL OLURMU?

Sahabi söz ve uygulamaları ile alakalı işlenen yanlışlıklardan biride, bu  mevzudaki  yanlışlıktır.. Yani, sahabelerden  bir ikisinin  sakallarını kısaltmaları, sanki bu ibadetin  bir beyanı imiş  gibi kabul edilerek ,sakalların kısaltılması yanlışlığıdır.

Halbuki sahabe söz ve uygulamaları, ilk önce resul s.a.v baz alınarak değerlendirilir. Eğer  kendilerinden südur eden söz ve  uygulamaları resul’un s.a.v söz ve uygulamalarına  muhalif ise o söz ve uygulama ,dinde huccet  kabul edilemez .Şu nokta çok önemlidir:”Sahabe  söz ve uygulamaları, bazen  resul’ün   bir meseledeki  beyanını  izah mahiyetinde  geldiği için  bu kabul edilmiştir.-Tabi ki bu, resul’un s.a.v  o konuda  bir izahı  veya uygulaması  olmaması halindedir.

Bazen de  resul’e  ters düşen  sahabi  söz ve uygulamalarını, bir önceki  kaideye  benzeterek , o söz ve uygulamayı –Resule  ters düştüğü halde  bile – resulden  bir beyanat  olarak  telakki  etmektedirler  ki, bu kesinlikle  doğru değildir .Neden ?

Çünkü  burada  resul’e  muhalefet  söz konusudur.Öyleyse  bizim bu konuda  gayet  uyanık  olma  mecburiyetimiz vardır.

Dini meselelerde  bizleri  ilzam edici  söz ve uygulamalar  muhakkak ki resul’ün  s.a.v  söz ve uygulamalarıdır.Çünkü Allah azze ve celle ‘nin  bizler  için örnek kıldığı  tek şahsiyet , resul’dür s.a.v. Onun söz ve uygulamalarına  ters düşen  bütün  söz ve uygulamalar, yapanı ve söyleyeni kim olursa olsun batıldır.(bilmemek umu men mazerettir.),uyulması gereken bir şey değildir.

Bir  not:Peygamber s.a.v  on şey fıtrattandır,bunlardan bir tanesi de  sakalın uzatılmasıdır.(Müslim)

Sakal Tıraşının Haram Olduğuna Dair Deliller:

1) Allah’ın yarattığını değiştirme: Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

“Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” (Rum, 30/30)

Yani Allah’ın yaratışında ve sizi yarattığı şekilde değişiklik yoktur. Allahu Teâlâ İblis’in şöyle dediğini naklediyor:

“Şüphesiz onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler.” (Nisa, 4/99).

Bu nas açıkça, şerî bir izin olmaksızın, Allah’ın yarattığını değiştirmenin, şeytanın emrine itaat olduğunu göstermektedir. Sakal tıraşının Şeytan’ın sevdiği ve emrettiği bir yaratılışı bozma eylemi olduğunda hiç kuşku yoktur.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kendilerini güzelleştirmek için dövme yapan ve yaptıran, yüzden kıl alan (kaşlarını incelttiren), dişlerinin seyrekleştirmek için dişlerinin arasını yontturan kadınlara Allah lanet etmiştir. Allah’ın yaratmış olduğu şekli bozanlara da lanet etmiştir.”[36]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bütün bu davranışları Allah’ın yaratmış olduğu şekli bozmak olarak kabul etmiştir. Sakal tıraşının da güzellik için işlenilen bir yaratılışı bozma eylemi olduğunda şüphe yoktur. Ve bu davranış da, yaratılışı bozmaya yönelik diğer davranışlar ile, laneti gerektiren illette müşterektir. Sakal tıraşı Allah’ın yarattığına itiraz demektir. Zira Allahu Teâlâ insanı en mükemmel surette yaratmıştır. Allah azze ve celle şöyle buyurdu:

“Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.” (Tegabun, 64/3)

“Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık.” (İsra, 17/70)

“Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/4)

“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır.” (Neml, 27/88)

Şüphesiz sakalın kesilip atılması bu büyük nimeti inkar anlamına gelir.

2) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine muhalefet: Yukarıda örnek verdiğimiz hadislerde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem açıkça sakalın uzatılmasını emretmiş ve kesilmesini yasaklamıştır. Emir ise, emredilen şeyin yapılmasını gerektirir. Emre uyan sevap, uymayan ceza görür. Usulü fıkıhta emir, karine ile lafzın zahiri anlamının kast edilmediğinin anlaşılması hali hariç, vücub ifade eder. Burada ise tüm karineler vücubu tekid etmektedir. Bütün bunlardan sakal tıraşının Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in açık ve kesin emrine aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

“Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab, 33/36).

“Artık kim Allah’a ve Rasulüne karşı gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi vardır.” (Cinn, 72/23).

3) Kafirlere benzemek: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem birçok sahih hadisinde “Mecusilere muhalefet edin...” “Müşriklere muhalefet edin...” ve “Ehli kitaba muhalefet edin...” buyurmuştur. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sakal tıraşının müşriklerin adeti olduğunu ve müslümanların onlara muhalefet etmelerini ve benzememeleri gerektiğini bildirmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu.

“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa o, onlardandır.”[37]

Sakal tıraşı bugün çoğu kafir miletlerin şiarı olmuştur. Bu çirkin adet bize onlardan geçmiştir. Efendimiz şöyle buyurdu: “Başkasının sünneti ile amel eden bizden değildir”[38]

4) Kadınlara benzemek: Açık bir gerçektir ki Allah’ın erkekleri kadınlardan ayırdığı en önemli şeylerden biri sakaldır. Bunun tıraş edilmesi de erkeklerle kadınlar arasında ileri derecede benzerlik meydana getirir. Erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlar ise, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in diliyle lanetlenmişlerdir.

“Erkeklerden kadınlara benzemeye çalışanlar lanetlenmişlerdir”[39]

Eğer sakal tıraşı kadınlara benzemek değilse, kadınlara benzemek ya ne ile olur?! Sakalın erkekler için birçok faydaları vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Süstür, vakardır, heybettir ve kadın ile erkek arasındaki farktır.

5) Fıtrata aykırılık: Allahu Teâlâ şöyle buyurdu

“(Rasûlum!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum, 30/30)

Fıtrat: Yani sünnet. Yani Allah’ın insanları yarattığı saf, temiz hal. İnsanlar buna eğilim duyarlar, buna aykırı şeylerden kaçınma eğilimi üzerine yaratılmışlardır. İnsan fıtrattan gelen bu hasletleri terk ettiği takdirde, insanlığından bir şey kalmaz. Sakal Peygamberlerin seçtikleri ve şeriatlerin üzerinde müttefik oldukları eski bir sünnet ve fıtrattan gelen bir haslettir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hulefai Raşidin, Sahabe ve Tabiin’in tamamı uzun sakallı idiler.

Sakal tıraşı; israf, vakit kaybı ve günahı açığa vurmaktır: Sakal tıraşı için jilet, tıraş sabunu ve saire şeylere masraf yapılmaktadır ki bu da Allah’ın bize emanet olarak verdiği malı uygun olmayan işlerde harcamaktır. Yarın Allah, kıyamet gününde bunun hesabını soracaktır. Bu iş için harcanan paranın fazla bir şey olmadığı söylenemez. Zira Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl, 99/9)

Aynı şekilde müslümanın vakti de çok kıymetlidir. Böylesi haram işler ile zayi edilmemesi gerekir. Sakal tıraşı açıkça günah işlemek ve bunu herkese göstermektir. Günahını izhar edenlerin günahları affolunmayacaktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bütün ümmetim affolunur, ancak günahlarını açıktan işleyenler hariç.”

İmamların Sakal Tıraşı Konusundaki Sözleri:

Bütün fakihler sakal tıraşının haram olduğunu belirtmişlerdir. İbn Hazm “Meratibu’l İcmaa” da şöyle diyor: “Sakal tıraşının caiz olmayan çirkin bir davranış olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Yüz, Allah’ın yaratıcılık kudretinin ileri derecede ifadesini bulduğu bir organdır. Dolayısıyla bu organa saygı duyulması ve korunması gerekir; çirkinleştirilmesi veya ihanete uğratılması değil! Abdullah b. Yezid el-Ensarî radiyallahu anhü’den “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yağma ve ibret amacıyla organların kesilmesini yasakladı.”[40]

* İbn Teymiyye “İhtiyaratu’l-İlmiyye” de şöyle der: “Sahih hadislerde belirtildiği üzere sakal tıraşı haramdır. Kimse mübah görmemiştir.”

* Hanefilerden İbn Abidin “Reddü’l-Muhtar” da şöyle der: Erkeğin sakalını kesmesi haramdır.

* İmamı Şafi de “el-Ümm” de sakalı tıraşın haram olduğunu belirtmiştir.

* Malikilerden de el-Adevi, İmam Malik’den, sakal tıraşının mecusilerin işlerinden olduğunu nakletmiştir. İbn Abdilber de “Temhid” de sakal tıraşının haram olduğunu ve bunu ancak kadınlara benzeyen kadınsı erkeklerin yaptığını belirtmiştir.

 

HZ. PEYGAMBER'İN HAYATI

 

Buradan, insanın peygamberi tanımaya, onun haber verdiklerini tasdik etmeye ve emrettiği hususlarda ona uymaya zorunlu olduğunu öğrenmekteyiz. Zira iyi ve kötüyü ayrıntılı olarak bilmenin yolu ancak peygamberler vasıtasıyla mümkündür. Onlar tercih edilen ölçülerdir ki, diğer sözler, karakterler ve davranışlar onların söz, davranış ve karakterleriyle ölçülür. Hangi zaruret ve ihtiyaç farzedilirse edilsin, kulun peygamberlere olan ihtiyaç ve gereksinimi ondan çok daha fazladır.

 İnsanın dünya ve âhiret mutluluğu Hz. Peygamber'in rehberliğine/örnekliğine (hedy) uymaya bağlıdır. Öyleyse, kendi iyiliğini düşünen, kurtuluşunu ve mutluluğunu isteyen herkesin, kendisini cahillikten kurtarıp, Allah Elçisi'nin tâbiîleri, taraftarları ve grubu arasında sayılacak kadar onun örnekliğini ve yaşam biçimini tanıması gerekir. Bu hususta kimi insanlar, Peygamber'in yaşam biçimine ilişkin engin bilgiye, kimileri çok bilgiye sahip iken kimileri de böyle bilgiden yoksundurlar. Lütuf ve ihsan, Allah'ın elindedir; onu dilediğine bağışlar; zira Allah, sınırsız lütuf sahibidir.

1. Hz. Peygamber'in Nesebi/Soy Kütüğü

Hz. Peygamber'in nesebi, zirve noktasındadır. Bu nedenle en şerefli kavim onun kavmi, en şerefli kabile onun kabilesi ve en şerefli aşiret onun aşiretidir. Onun soy kütüğü şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdü­menâf b. Kusay b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. en-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyâs b. Mudar b. Nizzâr b. Mead b. Adnân. Buraya kadar olan kısmı doğru olarak bilinmektedir ve bu konuda nesep uzmanları arasında görüş birliği vardır. Ayrıca, Adnân'ın Hz. İsmâil'in çocuklarından olduğuna dair hiçbir ihtilaf yoktur. Hz. İsmâil ise, sahâbe, tabiûn ve daha sonraki âlimlerce doğru kabul edilen görüşe göre, (babası Hz. İbrâhim tarafından) kurban edilmek istenen kişidir.

2. Hz. Peygamber'in Doğumu ve Peygamber Olarak Gönderilmesi

Hz. Muhammed, Fil Va'kas'ının meydana geldiği senede[41] Mekke'de doğdu. Fil olayı vesilesiyle Allah, peygamberi Hz. Muhammed'e ve evi Kabe'ye bir armağan sunmuştur. Yoksa fil sahipleri Ehl-i kitap hıristiyanlardı ve onların dini o zamanki Mekke halkının dininden daha iyi idi, zira Mekkeliler putperest idiler. Bununla birlikte Allah, Mekke'den çıkacak olan Hz. Peygamber'i koruma ve ona bir armağan olması ve Kabe'yi yüceltme amacıyla, Ehl-i kitaba karşı Mekkelilere, hiçbir beşerin rol oynamadığı bir yardımda bulunmuştur.

 Hz. Peygamber, ana karnında iken babası öldü. Annesi ise, Muhammed'in dayılarını ziyaret edip Medine'den dönerken Mekke ile Medine arasındaki Ebvâ'da vefat etmiştir. Hz. Muhammed o zaman henüz yedi yaşını tamamlamamıştı. Bakımını dedesi Abdülmuttalib üstlendi, dedesi öldüğünde Hz. Muhammed sekiz yaşlarında idi. O vakit Hz. Peygamber'in altı veya on yaşında olduğu da söylenmektedir. Daha sonra bakımını amcası Ebû Tâlib üstlendi.

Hz. Peygamber on iki yaşına gelince, amcası onu Şam'a götürdü. O zaman dokuz yaşında olduğunu söyleyenler de vardır. Bu yolculukta rahip Bahîrâ onu gördü ve yahudilerden ona bir zarar gelir korkusuyla amcasına onu Şam'a götürmemesini tavsiye etti. Bunun üzerine amcası, onu hizmetçilerinden biriyle Mekke'ye gönderdi. Hz. Muhammed yirmi beş yaşına gelince, bir ticaret kervanı ile Şam yolculuğuna çıktı. Busrâ'ya kadar vardı, sonra geri döndü. Döndükten sonra Huveylid'in kızı Hatice ile evlendi. Bu evlilik sırasında kendisinin otuz veya yirmi bir yaşlarında olduğuna ilişkin görüşler de vardır. Hatice, hem evlendiği ilk eşi hem de ölen ilk hanımıdır. Hz. Muhammed, Hz. Hatice varken bir başkasıyla evlenmemiştir. Cebrâil, Rabbinden Hatice'ye selam getirdiğini söylemesini Hz. Peygamber'e emretti.

Daha sonraları Hz. Muhammed'e yalnızlık ve Rabbine ibadet etmek sevdirildi. Hira mağarasında yalnızlığa (halvete) çekilir, orada pek çok gece ibadet ederdi. Putlardan ve toplumunun yaşam biçiminden (dininden) nefret ettirildi. Onun nazarında bunlardan daha iğrenç bir şey yoktu.

Kırk yaşını tamamlayınca, üzerinde peygamberlik nurları parladı. Allah Teâlâ ona elçilik görevini ihsan etti ve onu bütün insanlığa peygamber olarak gönderdi. Peygamber olarak gönderildiği günün Pazartesi olduğunda hiçbir ihtilaf olmamakla birlikte, peygamber olarak gönderildiği ay hakkında ihtilaf söz konusudur. Bu ayın, Fil Vak'ası'nın meydana gelişinin kırk birinci senesinin Rebîülevvel ayının sekizinci gününde olduğuna dair bir görüş de vardır. Bu görüş, çoğunluk tarafından benimsenmektedir. Bir diğer görüşe göre bu ay, Ramazan ayıdır. Bu görüşte olanlar "(Bu ay) Kur'an'ın indirildiği Ramazan ayıdır."[42] âyetini delil olarak ileri sürmektedirler. Bir başka görüşe göre ise, peygamber olarak gönderilişi Recep ayında olmuştur.

3. Vahyin Geliş Şekilleri

Yüce Allah, Hz. Peygamber'e birçok şekilde vahyetti:

a) Sâdık rüya: Vahyin başlangıcı bu şekilde idi. Gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi gerçekleşirdi.[43]

b) Vahiy meleği, görünmeksizin Hz. Peygamber'in aklına ve kalbine vahyi yerleştirirdi. Nitekim Allah Resûlü şöyle demektedir: "Rûhu'l-Kudüs (Cebrail), hiç kimsenin rızkını tamamlamadan asla ölmeyeceğini zihnime esinledi. Öyleyse Allah'a karşı saygılı olun, rızkınızı arama hususunda iyi davranın. Rızkın yavaşlığı/gecikmesi sizi Allah'a isyan ederek onu aramaya sevketmesin! Zira Allah'ın katındakilere ancak O'na itaatle ulaşılabilir."[44]

c) Vahiy meleği, Hz. Peygamber'e insan şeklinde görünür, onunla konuşur ve Allah elçisi de onun söylediklerini ezberlerdi. Vahyin bu durumunda sahabe de bazen (insan suretindeki) meleği görürlerdi.

d) Vahiy bazen zil sesi şeklinde gelirdi. Bu şekilde gelen vahiy, Hz. Peygamber'e en ağır geleniydi. Melek ona iyice sokulur, soğuğu şiddetli günde bile alnından ter boşanırdı. Hatta eğer deve üzerinde ise devesi yere çökerdi. Bir seferinde bu şekildeki vahiy geldiğinde, baldırı/dizi Zeyd b. Sâbit'in dizi üzerindeydi. O kadar ağır gelmişti ki, Zeyd'in dizi neredeyse kırılacaktı.

e) Hz. Peygamber, vahiy meleğini yaratıldığı aslî suretinde görür, melek Allah'ın iletmesini istediği âyetleri ona bildirirdi. Bu olgu, Allah'ın Necm sûresinde zikrettiği gibi iki kez meydana gelmiştir.

f) Hz. Peygamber göklerin ötesinde iken, Allah'ın Mi'râc gecesinde namazın farz kılınması vb. hususları ona vahyettiği şekil.

g) Hiçbir melek aracılığı olmadan -Allah'ın Hz. Musa'ya doğrudan konuştuğu gibi- Allah'ın Hz. Muhammed'e bizzat kendisinin konuştuğu şekil. Bu şekil, Hz. Musa için Kur'an âyeti ile tespit edilmişken,[45] Peygamberimiz için İsrâ hadîsi ile sabittir.

Kimi bilginler sekizinci bir şekil olarak, Allah'ın onunla hiçbir engel bulunmadan karşı karşıya konuşmasını ilave etmektedirler. Bu görüşte olanlara göre, Hz. Peygamber Rabbi Allah Teâlâ'yı görmüştür. Bu görüş, -her ne kadar sahabenin çoğunluğu, hatta tamamı Hz. Aişe ile aynı görüşü paylaşsalar da- selef ve halef âlimleri arasında tartışmalıdır. Nitekim Osman b. Saîd ed-Dârimî sahabenin bu hususta icmâ ettiklerini aktarmaktadır.

Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesâî'nin Mesrûk'tan rivâyet ettiğine göre Mes­rûk şöyle demiştir: Hz. Aişe'ye: Ey müminlerin annesi! Hz. Muhammed Rabbini gördü mü? diye sorunca Hz. Aişe: "Fesübhanallah! Sorduğun şey­den dolayı tüylerim diken diken oldu! Şu üç şey hakkında sen ne biliyorsun ki! Bunları sana anlatan muhakkak yalan söylemiştir: 1) Sana Hz. Muhammed'in Rabbini gördüğünü söyleyen yalan söylemiştir." dedi. Sonra şu âyetleri okudu: "Gözler O'nu algılayamazlar, ama O, gözleri algılar; çünkü O, kendisi algılanamayan ama her şeyden çok iyi haberdar olandır." [el-En'âm 6/103]. "Allah'ın bir insan ile konuşması ancak vahiy yoluyla ya da perde arkasından (seslenmek) yahut da (vahyedilmesini) istediğini, izni ile, vahyetmesi için bir elçi göndermek suretiyle gerçekleşebilir. Şüphesiz O, çok yücedir, hikmet sahibidir." [eş-Şûrâ 42/51]. 2) "Sana, Allah Resûlü'nün yarın ne olacağını bilir diyen, yalan söylemiştir!" dedi ve: "Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilemez; yine hiçbir kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah, çok iyi bilendir, çok iyi haberdar olandır." [Lokmân 31/34] âyetini okudu. 3) "Sana Hz. Peygamber'in kendisine gelen vahiyden herhangi bir şeyi gizlediğini söyleyen de yalan söylemiştir!" dedi ve:

"Ey Elçi! Sana Rabbinden indirileni bildir! Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, (çok iyi bil ki), sen, o takdirde O'nun mesajını bildirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz  ki, Allah, kafirler topluluğunu doğru yola ulaştırmaz." [el-Mâide 5/67] âyetini okudu. Buhârî, "Tefsîru Sûre 53", 1; Müslim, "İmân", 289; Tirmizî, "Tefsîru Sûre 53", 2; İbn Han­bel, VI, 49.

4. Hz. Peygamber'in Sünnet Olması

Bu konuda ihtilaf olup, üç görüş vardır:

a) Hz. Peygamber, sünnetli ve göbeği kesik doğmuştur. Bu hususta Ebu'l-Ferec ibnü'l-Cevzî'nin el-Mevzûât isimli eserinde kaydettiği ancak sahih olmayan bir hadis vardır. Bu hususta hiçbir sahih hadis yoktur. Bu şekil doğma Hz. Peygamber'e has bir durum değildir; zira pek çok kişi sünnetli olarak doğmaktadır.

b) Sütannesi Halime'nin yanında iken meleklerin kalbini yardığı gün sünnet edilmiştir.

c) Dedesi Abdülmuttalib, doğumunun yedinci günü onu sünnet ett(ird)i, yemek ziyafeti verdi ve ona "Muhammed" ismini koydu. Ebû Amr b. Abdülber şöyle demektedir: "Bu konuda isnadı garîb bir hadis vardır. Bu mesele, iki değerli âlim arasında tartışma konusu haline geldi. Bunlardan biri olan Kemaleddin b. Talha, Hz. Peygamber'in sünnetli doğduğuna dair bir eser yazdı ve eserinde aslı astarı olmayan bir çok hadis topladı. Kemaleddin b. Nedîm ise, ona reddiye yazmış ve bu reddiyesinde Hz. Peygamber'in Arap âdetine göre sünnet edildiğini ve söz konusu âdetin bütün Araplar arasında yaygın olmasından dolayı bu konuda belli bir nakil bulunmasına ihtiyaç duyulmadığını izah etmiştir. Yine de en doğrusunu Allah bilir.

5. Hz. Peygamber'in Sütanneleri

a) Süveybe: Ebû Leheb'in câriyesi idi. Hz. Peygamber'i günlerce emzirdi. Oğlu Mesrûh'un sütü ile hem Hz. Peygamber'i hem de Abdullah b. Abdülesed el-Mahzûmî'yi ve hem de Hz. Peygamber'in amcası Hamza b. Abdülmuttalib'i emzirdi. Süveybe'nin müslüman olup olmadığı tartışmalıdır. Doğrusunu Allah bilir.

b) Halîme es-Sa'diyye: Oğlu Abdullah'ı emzirirken Hz. Peygamberi de emzirdi. Abdullah, Hars b. Abdüluzzâ b. Rifâa es-Sa'dî'nin çocukları olan Üneyse ve Cüzâme yani Şeymâ'nın kar­deşidir. Hz. Peygamber'in sütannesinin ve sütbabasının müs­lüman olup olmadıkları hususu tartışmalıdır. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Halîme, Hz. Peygamber'le birlikte, önceleri Hz. Muhammed'in azılı düşmanı olup Mekke'nin Fethi senesinde müslüman olan amcası oğlu Ebû Süfyân b. el-Hâris b. Ab­dülmuttalib'i de emzirdi. Peygamber'in amcası Hz. Hamza da süt emzirilmesi için Sa'd b. Bekir oğulları arasında idi. Hamza'nın annesi, Resûlullah'ı, sütannesi Halime'nin yanında bir gün emzirdi. Buna göre Hamza, hem Süveybe hem de Halîme es-Sa'diyye tarafından emzirildiği için Allah Elçisi'nin sütkardeşidir.

6. Hz. Peygamber'in Dadıları

a) Annesi Amine: Vehb b. Abdimenâf b. Zühre b. Ki­lâb'ın kızıdır.

b) Süveybe.

c) Halîme.

d) Halîme'nin Kızı Şeymâ: Şeymâ, Hz. Peygamber'in süt kardeşi olup, annesi ile birlikte ona dadılık yapardı. Hevâzin heyeti içinde Hz. Peygamber'in huzuruna çıkmıştı. Hz. Muhammed ona saygı için için ridasını (üst elbise) yere serip üzerine oturttu.

e) Ümmü Eymen Bereke: Habeşli, saygın ve faziletli olan bu hanım (cariye olduğundan) babasından miras kalmıştı ve onun dadısı idi. Hz. Peygamber, onu çok sevdiği Zeyd b. Hârise ile evlendirdi. Bu evlilikten Üsâme dünyaya geldi. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer, Ümmü Eymen'in yanına girdiler, o ise ağlıyordu. Dediler ki: "Ey Ümmü Eymen! Neden ağlıyorsun? Allah katında olanlar Peygamberi için daha hayırlıdır." O şöyle cevap verdi: "Allah katında olanların Peygamberi için daha hayırlı olduğunu elbette biliyorum. Ağlayışımın asıl sebebi, artık göğün haberlerinin kesilmesidir!" Bu sözleriyle onları ağlattı.[46]

7. Hz. Peygamber'e İndirilen İlk Vahiy

Hz. Muhammed'in peygamberliği ilk olarak rüya şeklinde başladı. Gördüğü her rüya mutlaka sabah aydınlığı gibi meydana çıkardı.[47] Bu rüya sürecinin altı ay, peygamberlik döneminin ise yirmi üç sene olduğu alındığı için bu rüyanın, peygamberliğin kırk altıda biri olduğu söylenmektedir. En doğrusunu Allah bilir.

Sonra Allah Teâlâ ona peygamberlik görevini lütfetti. Hira mağarasında bulunduğu bir sırada melek geldi. Kendisi uzlete çekilmeyi severdi. Ona indirilen ilk âyetler şöyledir: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı 'alak'dan yarattı."[48] Bu, Hz. Aişe ve çoğunluğun görüşüdür. Câbir ise, "Ey örtünüp bürünen (Peygamber!). Kalk da uyar. Rabbini yücelt."[49] âyetlerinin ilk indirilen âyetler olduğu görüşündedir. Doğru olan Hz. Aişe'nin görüşüdür.

8. Davetin Aşamaları

a) Peygamberlik, b) Yakın akrabalarını uyarması, c) Kavmini uyarması, d) Kendisinden önce hiçbir uyarıcının gelmediği bir kavmi, yani bütün Arap toplumunu uyarması ve e) Kıyamete kadar davetin ulaştığı bütün cinleri ve insanları uyarması. Bundan sonra Hz. Peygamber üç sene insanları gizlice Allah'a davet etti. Daha sonra "Artık sana emredileni açıkça tebliğ et ve müşriklere aldırış etme!"[50] âyeti inince davetini herkese ilan etti. Kavmi düşmanlığını açıkça gösterdi ve hem ona hem de müslümanlara karşı yapılan eza şiddetini artırdı ve nihayet Hz. Peygamber onlara (Habeşistan'a) iki kez hicret etme izni verdi.

9. İki Hicret (Habeşistan ve Medine'ye Hicret)

Müslümanlar çoğalıp kâfirler onlardan korkmaya başlayınca Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yönelik işkencelerinin şiddetini artırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü, müslümanların Habeşistan'a hicret etmelerine izin verdi ve şöyle buyurdu: "Orada, yanında insanlara zulüm edilmeyen bir hükümdar vardır." On iki erkek ve dört kadın hicret etti. Aralarında Hz. Osman da vardı.

 Hz. Peygamber'in kızı olan hanımı Rukiyye de beraberinde ilk hicret eden idi. Müslümanlar Habeşistan'da en iyi yerlerde ikamet ettiler. Kureyş'in müslüman olduğuna dair yalan haber kendilerine ulaşınca Mekke'ye geri döndüler. Durumun öncekinden daha şiddetli bir hal aldığı haberi yolda onlara ulaşınca, bir kısmı geri döndü, diğer bir kısmı ise Mekke'ye girdi; Kureyş'in çok şiddetli eziyetiyle karşılaştılar. Mekke'ye girenler arasında Abdullah b. Mes'ûd da vardı.

 Daha sonra Hz. Peygamber, müslümanların Habeşistan'a ikinci kez hicret etmelerine izin verdi. Seksen üç erkek ve on sekiz kadından oluşan bir topluluk oraya hicret ettiler ve Necâşî'nin yanında en güzel şekilde ikamet ettiler. Bu durum Kureyş'e ulaşınca, Necâşî'nin nazarında müslümanları tuzağa düşürmek amacıyla derhal Amr b. el-Âs ve Abdullah b. Zübeyr el-Mahzûmî'yi bir heyet ile gönderdiler. Allah heveslerini kursaklarında koydu. Bunun üzerine Resûlullah'a eziyetleri daha arttı; onu ve ailesini Ebû Tâlib mahallesinde üç sene -bir başka görüşe göre iki sene- kuşatma altına aldılar/tecrit ettiler. Hz. Peygamber bu kuşatmadan çıktığında kırk dokuz -bir başka görüşe göre kırk sekiz- yaşındaydı.

Bundan birkaç ay sonra amcası Ebû Talib, ardından da eşi Hz. Hatice vefat etti. Kafirlerin eziyet ve işkenceleri artarak devam etti. Bunun üzerine Allah'a davet etmek üzere Zeyd b. Hârise ile birlikte Taif'e gitti. Orada günlerce kaldı. Davetine olumlu cevap vermedikleri gibi ona eziyet ettiler ve onu beldelerinden çıkardılar, yol kenarlarına iki sıra olup onu taşladılar, topuklarını kana bulattılar. Hz. Peygamber, oradan ayrılıp tekrar Mekke'ye geri döndü. Yolda Hıristiyan Addâs ile karşılaştı ve Hz. Peygamber'e iman etti. Yine yolda iken Nahle denilen yerde Nusaybinlilerden yedi kişilik bir cin grubu gönderildi ve Kur'an dinlediler. Yine bu yolda Allah "dağların meleği"ni gönderip, kendisine itaat etmesini ve şayet isterse Mekke'nin iki büyük dağını kavminin üzerine geçireceğini söyledi. O ise, "Hayır, aksine onlara zaman tanınmasını istiyorum. Belki Allah, onların nesillerinden O'na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet edecek kişiler yaratır."[51] demişti. Yolda iken şu duayı yapmıştı: "Allah'ım! Gücümün zayıflığından ve çaresizliğimden Sana yakınıyorum." Sonra Mut'ım b. Adiy'in himayesinde Mekke'ye girdi.

 Daha sonra ruhu ve bedeniyle Mescid-i Aksâ'ya gece götürüldü. Oradan göklerin ötesine bedeni ve ruhuyla yüce Allah'ın huzuruna çıkarıldı. Allah onunla konuştu ve ona beş vakit namazı farz kıldı. Bu durum bir kere oldu. Görüşlerin en doğrusu budur. Bu hâdisenin uykuda meydana geldiği de söylenmektedir.[52] Hz. Peygamber Mekke'de kaldığı sürece kabileleri Allah'a davet ediyor ve Rabbinin elçiliğini onlara tebliğ etmek için her (hac) mevsiminde onlara kendisini arzedip barındırmalarını, isteğini yerine getirmeleri durumunda cennete gireceklerini söylüyordu. Fakat hiçbir kabile onun bu çağrısına olumlu cevap vermedi!!

Yüce Allah, dinini açığa çıkarmak, va'dini yerine getirmek, peygamberine yardım etmek, kelimesini yüceltmek ve düşmanlarından intikam almak isteyince -kendilerine bir şeref bahşetmek istemiyle- ensârı Hz. Peygamber'e gönderdi. Onlardan altı kişilik -sekiz kişi oldukları da söylenmektedir- bir grubun hac mevsiminde Mina'da Akabe mevkiinde başlarını tıraş ederlerken yanlarına vardı ve oturdu; onları Allah'a davet etti ve onlara Kur'an okudu. Bunun üzerine Allah ve Elçisi'nin davetini kabul edip Medine'ye döndüler. Toplumlarını İslâm'a davet ettiler ve İslâm aralarında yayıldı. Resûlullah'dan bahsedilmeyen hiçbir ensâr evi kalmadı. Medine'de içinde Kur'an okunan ilk mescid Züreykoğulları mescididir.

Ertesi sene aralarında önceki altı kişiden beşinin de bulunduğu on iki erkekten oluşan bir ensâr topluluğu Mekke'ye gelip Akabe'de Hz. Peygamber'e kadınlarla da biat etmek üzere biat ettiler; sonra Medine'ye geri döndüler. Bir sonraki yıl yetmiş üç erkek ve iki kadın -son Akabe ehli olarak- Hz. Peygamber'e gelip kadınlarını, çocuklarını ve kendilerini korudukları gibi onu da koruyacaklarına dair biat ettiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed ve ashabı onların yanına hicret ettiler. Allah Resûlü onlardan on iki temsilci (nakîb) seçti. Ashabının Medine'ye hicretine izin verdi. Bunun üzerine birbirini takiben topluluklar halinde yola çıktılar. Ensârın evinde konuk oldular, muhacirleri evlerinde barındırdılar, onlara ikramda bulundular ve böylece İslâm Medine'de yayıldı.

Sonra Allah, Elçisi'ne hicret izni verdi. Hz. Muhammed Rebîülevvel ayının -bir görüşe göre bu ay Safer idi - bir pazartesi günü Mekke'den yola çıktı. Resûlullah o zaman elli üç yaşında idi. Beraberinde Hz. Ebû Bekir ve onun kölesi Âmir b. Füheyre de vardı. Kılavuzları Abdullah b. Uraykıt el-Leysî idi. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir[53] Sevr mağarasına girip orada üç gün kaldılar. Sonra sahil yolunu tutular. Medine'ye ulaşınca -o gün Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi olan Pazartesi idi-, Medine'nin üst taraflarında Kuba denilen yerde Amr b. Avfoğulları'nın konuğu oldu. -Bir görüşe göre Gülsüm b. el-Herem'in, bir diğer görüşe göre ise Sa'd b. Hayseme'nin konuğu olduğu söylense de- birinci görüş daha meşhurdur. Hz. Peygamber, Amr b. Avfoğulları'nın yanında on dört gün kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa etti.

Sonra cuma günü yola koyuldu. Cuma vaktinde Sâlim­oğul­ları'nın bulunduğu yere vardı. Beraberinde bulunan yaklaşık yüz müslümana cuma namazı kıldırdı, sonra devesine binip yola koyuldu. İnsanlar kendilerinin yanında konuk olması için onunla konuşmaya ve devesinin yularını tutmaya başladılar. Bunun üzerine o şöyle diyordu: "Devenin yolunu açın! Zira o nerede duracağına dair gerekli emri almıştır." Deve bugünkü Mescid-i Nebevî'nin bulunduğu yerin yakınına çöktü. -Burası Neccâroğulları'ndan Sehl ve Süheyl adında iki çocuğun hurma kuruttukları bir yerdi.- Allah Resûlü deveden inip Ebû Eyyub el-Ensârî'nin evine konuk oldu. Daha sonra hurma kurutulan bu yerde arkadaşlarıyla beraber hurma dalları ve kerpiçten kendi eliyle mescidini (Mescid-i Nebevî'yi) inşa etti. Sonra da mescidin yanına kendisinin ve hanımlarının odalarını yaptı. Kendisininkine en yakın olanı Hz. Aişe'nin odası idi. Ebû Eyyub'un evinde yedi ay kaldıktan sonra kendi evine taşındı.

Habeşistan'daki arkadaşlarına Hz. Muhammed'in Medine'ye hicret ettiği haberi ulaşınca, onlardan otuz üç kişi geri döndü. İçlerinden yedisi Mekke'de alıkonuldu/hapsedildi. Diğerleri Medine'de Allah Resûlü'ne ulaştılar

10. Hz. Peygamber'in Çocukları

İlk çocuğu Kâsım'dır. Daha sonra sırasıyla Zeynep, Ru­kiy­ye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah dünyaya gelmiştir. Bun­ların hepsi Hz. Hatice'den olmuştur. Hz. Peygamber'in on­dan başka bir hanımından çocuğu olmamıştır. Çok sonraları Medine'de hicretin sekizinci yılında cariyesi Mâriye'den oğlu İbrâhim doğmuştur; fakat o daha süt çocuğu iken ölmüştür. Fâtıma dışında bütün çocukları kendisinden önce vefat etmiştir. Hz. Fâtıma ise, kendisinden altı ay sonra vefat etmiştir.


11. Hz. Peygamber'in Amcaları ve Halaları

Amcalarının isimleri şöyledir: a) Şehidlerin efendisi Hamza b. Abdülmuttalib. b) Abbâs. c) Ebû Tâlib. d) Ebû Leheb. e) Zübeyr. f) Abdülkabe. g) Mukavim. h) Dırâr. i) Kusem. j) Mu­ğîre. k) Aydâk. Bazıları bu listeye Avvâm'ı da ilave ederler. Bun­lardan yalnızca Hz. Hamza ve Hz. Abbâs müslüman ol­muş­lardır.

Halalarının isimleri de şöyledir: a) Safiyye: Zübeyr b. Av­vâm'ın annesidir. b) Atike. c) Berre. d) Ervâ. e) Ümeyye: Ha­kîm el-Beyzâ'nın annesidir. Bunlardan sadece Safiyye müs­lüman oldu, Atike'nin müslümanlığı tartışmalı olup, bazıları ise Er­vâ'nın müslüman olduğunu doğrulamışlardır.

12. Hz. Peygamber'in Hanımları

a) Hz. Hatice: Hanımlarından ilki olan Hz. Hatice Ku­reyşli Huveylid'in kızıdır. Hz. Muhammed onunla peygamber olmadan önce, Hatice kırk yaşında iken evlendi. Bu hanımı ölünceye kadar bir başkasıyla evlenmedi. Zira bu hanım, peygamberlik görevinde Hz. Muhammed'e yardım eden, onunla birlikte üstün gayret gösteren, canını ve malını onun yoluna koymuştu. Hicretten üç sene önce vefat etti.

b) Hz. Sevde: Resûlullah, Hz. Hatice'nin vefatından günler­ce sonra Kureyşli Zem'a'nın bu kızı ile evlendi. Hz. Sevde Hz. Peygamber'le geceleme hakkını Hz. Aişe'ye devretmişti.

c) Hz. Aişe: Hz. Ebû Bekir'in kızıdır. Hicretin birinci senesinde Hz. Peygamber onunla zifafa girdi. Ondan başka bâkire ile evlenmedi. Hanımlarının en fakihi/anlayışlısı ve kendisine en sevimlisi idi. Sahâbenin pek çoğunun fetvâ kaynağı idi. (Ona iftira atıldığında) suçsuzluğu vahiy ile tespit edildi.

d) Hz. Hafsa: Ömer b. Hattâb'ın kızıdır. Ebû Dâvûd, Hz. Peygamber'in onu boşadığını fakat daha sonra ona geri döndüğünü zikretmektedir.[54]

e) Hz. Zeyneb: Kays kabilesinin Hilâl b. Amiroğulları'ndan Huzeyme b. el-Hâris'in kızıdır. Hz.Peygamber'in bu hanımı, ev­len­dikten iki ay sonra vefat etmiştir.

f) Hz. Ümmü Seleme Hind: Kureyşli Mahzûm­oğulla­rı'n­dan Ebû Ümeyye'nin kızıdır. Ümmü Seleme, Allah Resûlü'nün en son ölen hanımıdır.

g) Hz. Zeyneb bt. Cahş: Esedoğulları'ndandır. Bu hanım, halası Ümeyye'nin kızıdır. Şu âyet onun hakkında inmiştir: "Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik." Bu âyet nedeniyle Hz. Peygamber'in diğer hanım­larına karşı övünerek şöyle derdi: "Sizi aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat ötesinden Allah evlendirdi!"[55] Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk zamanlarında vefat etti.

h) Hz. Cüveyriye: el-Hâris'in kızıdır. Bu hanım Mutsa­lik­oğul­ları'ndan esir alınanlar arasında idi. Hz. Peygamber'e gelere­k ondan kölelikten azât sözleşmesi (mükâtebe) ile yardım istedi. Hz. Muhammed onun adına kölelikten kurtulma parasını ödedi ve onunla evlendi.

i) Hz. Ümmü Habîbe: Kureyş'in Emeviler kolundan Ebû Süfyân'ın kızıdır. Abdullah b. Cahş ile evli iken, birlikte Habeşistan'a hicret etmişlerdi. Abdullah orada hıristiyan oldu, Üm­mü Habîbe ise müslüman olarak kaldı. Bunun üzerine Hz. Muhammed, Necâşî'ye bir heyet göndererek Ümmü Habîbe'ye talip oldu. Necâşî, Hz. Muhammed'le onu nikahladı. Necâşî, Hz. Peygamber adına Ümmü Habîbe'ye mehir verdi. Bu olay hicretin yedinci senesinde meydana geldi.

j) Safiyye: Nadîroğulları'nın reisi olan Huyey b. Ahtab'ın kızıdır. Hârûn b. İmrân'ın soyundan gelmektedir. Bu hanım, Hz. Peygamber'e Safî'den bir câriye olarak gelmişti. Allah Resûlü onu azât etmiş ve azâdını mehri saymıştı. Böylece bu durum ümmet için sünnet/ gelenek oldu. Buna göre, kişi câriyesini azât eder ve azâdını onun mehri kabul ederdi.

k) Hz. Meymûne: Hilâloğulları'ndan el-Hâris'in kızıdır. Bu hanım, Hz. Muhammed'in evlendiği en son kadındır. Hz. Peygamber'in bu hanımla evliliği, Mekke'de kaza umresi sırasında ihramdan çıktıktan sonra gerçekleşmiştir.

13. Hz. Peygamber'in Köleleri

a) Zeyd b. Hârise: Allah Resûlü'nün aşığı. Hz. Peygamber onu azât edip câriyesi Ümmü Eymen ile evlendirdi. Bu evlilikten Üsâme doğdu. b) Elsem. c) Ebû Râfi'. d) Sevbân. e) Ebû Kebşe Süleym. f) Şükrân: İsmi Sâlih'tir. g) Rebâh 'Nûbî'. h) Ye­sâr 'Nûbî': Urenîler tarafından öldürülmüştür. i) Mid'am. j) Kir­kire 'Nûbî'. k) Enceşe el-Hâdî. l) Sefîne b. Ferrûh: Asıl ismi Mih­rân olup Hz. Muhammed ona Sefine ismi koymuştur. Çünkü yolculukta eşyalarını ona taşıtıyorlardı. m) Enîse: Künyesi Ebû Meşrûh idi. n) Eflah. o) Ubeyde. p) Tahmân. r) Huneyn. s) Sender. ş) Fudâle 'Yemânî'.

Kadın köleleri ise şunlardır: a) Selmâ Ümmü Râfî'. b) Mey­mûne bt. Sa'd. c) Hudayra. d) Radvâ. e) Reyşeha. f) Reyhâne.

14. Hz. Peygamber'in Hizmetçileri

a) Enes b. Mâlik: Peygamberin ihtiyaçlarını görürdü. b) Abdullah b. Mes'ûd: Ayakkabısına ve misvağına sahip olurdu. c) Ukbe b. Âmir el-Cühenî: Katırına sahip olur, onu yolculuklarda sürerdi. d) Esla' b. Şerîk: Devesine göz-kulak olurdu. e) Ebû Zerr el-Gıfârî. f) Eymen b. Ubeyd: Temizlik ve tuvalet işlerine bakardı. g) Müezzin Bilâl b. Rebâh. h) Sa'd. Son ikisi Hz. Ebû Bekir'in azâtlı köleleri idi.

15. Hz. Peygamber'in Katipleri

a) Ebû Bekir. b) Ömer. c) Osmân. d) Ali. e) Zübeyr. f) Âmir b. Füheyre. g) Amr b. Âs. h) Übeyy b. Ka'b. i) Abdullah b. Erkam. j) Sâbit b. Kays b. Şemmâs. k) Hanzala b. Rebî' Esedî. l) Muğîre b. Şu'be. m) Abdullah b. Revâha. n) Hâlid b. Velîd. o) Hâlid b. Saîd b. Âs. Bu kişinin Hz. Peygamber'in ilk kâtibi olduğu söylenmektedir. p) Muâviye b. Ebû Süfyân. r) Zeyd b. Sâbit. Bu işle en çok ilgilenen ve en uzman olanları idi.

16. Hz. Peygamber'in İslam Hukukuna İlişkin
Müslü­man­lara Yazdırdığı  Mektupları

a) Hz. Ebû Bekir'in yanında bulundurduğu zekat konularını içeren mektubu: Hz. Ebû Bekir, Enes b. Mâlik'i Bahreyn'e gön­derdiğinde bu mektubu yazdı.

b) Yemenlilere gönderdiği mektup: Ebû Bekir b. Amr b. Hazm'ın rivâyet ettiği mektuptur. Aynı şekilde bu mektubu Hâkim Sahih'inde, Nesâî ve diğerleri. rivâyet etmişlerdir. Bu kap­samlı bir mektup olup fıkhın çeşitli konularını içermektedir.

c) Züheyroğulları'na gönderdiği mektup.

d) Hz. Ömer'in yanında bulunan mektup: Zekat nisabını ve benzeri konuları içermektedir.

17. Hz. Peygamber'in Hükümdarlara Gönderdiği
Mektupları ve Elçileri

Hz. Muhammed, Hudeybiye'den dönünce çeşitli yerlerdeki hükümdarlara mektuplar ve elçiler gönderdi. Bu cümleden olarak Rûm hükümdarına mektup gönderdi. Kendisine "Onlar mühürsüz hiçbir mektubu okumazlar!" denilince, bir gümüş mühür/yüzük edinip üzerine "Muhammed" bir satır, "Resûl" bir satır ve "Allah" bir satır olmak üzere üç satır yazdırdı. Hükümdarlara gönderdiği mektupları bununla mühürledi. Hicretin yedinci yılının Muharrem ayında bir günde tam altı kişiyi elçi olarak gönderdi.

a) Amr b. Ümeyye Damrî: Bu elçiyi Necâşî'ye gönderdi. -Necâşî'nin asıl ismi Eshame olup Arapça'da atıyye* anlamındadır.- Necâşî, Hz. Peygamber'in mektubuna saygı gösterip sonra müslüman oldu. Böylece hakkın şahâdetine şâhitlikte bulundu. İncil'i en iyi bilenlerdendi. O Habeşistan'da öldüğü gün Allah Resûlü Medine'de cenaze namazını kıldırdı. Vâkıdî ve benzerlerinin de içinde bulunduğu bir grup tarihçi böyle demekteyse de durum bunların dediği gibi değildir. Zira Resûlullah'ın cenaze namazını kıldırdığı Necâşî Eshame, Peygamberin kendisine mek­tup gönderdiği kişi değildir. Müslüman olarak ölen birincisinin aksine, bu ikincisinin müslüman olduğu bilinmemektedir.

Nitekim Müslim Sahîh'inde Katâde yoluyla Enes'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Rasûlullah, Kisrâ'ya, Kayser'e ve Ne­câşî'ye birer mektup yazdırıp gönderdi. Bu Necâşî, Allah El­çisi'nin cenaze namazını kıldırdığı Necâşî değildir."[56] Muhammed b. Hazm: "Resûlullah'ın Amr b. Ümeyye Damrî'yi elçi olarak gönderdiği bu Necâşî müslüman olmadı." demektedir. Bi­­rincisi İbn Sa'd vb. tarihçilerin tercihidir. Açık olan ise İbn Hazm'ın görüşüdür.

b) Dıhye b. Halîfe Kelbî: Rûm hükümdarı Kayser'e gönderdi. Hükümdarın ismi Hirakl (Heraklius) idi. Müslüman olmayı düşündü, neredeyse olacaktı fakat olmadı. Ebû Hâtim ve İbn Hibbân Sahîh'inde Enes b. Mâlik'ten şu rivâyeti nakletmektedirler: "Resûlullah: 'Şu mektubumu kim Kayser'e götürüp karşılığında cenneti kazanmak ister?' diye sordu. Topluluktan biri: "Mektubu ya kabul etmezse?" dedi. Hz. Peygamber: "Kabul etmese de (cennet var)" buyurdu. Kayser Beyt-i Makdis'e gelirken elçi ona rastladı. Mektubu halının üzerine attı ve yana çekildi. Kayser:

-Bu mektubun sahibi kimse güvendedir! diye nida etti. Elçi:

-Benim, dedi. Kayser:

-(Memleketime) geldiğinde bana gel, dedi. Elçi memleketine gelince yanına gitti. Derken Kayser sarayının kapılarının kapatılmasını emretti. Sonra tellala "Haberiniz olsun! Kayser, Muhammed'e uydu, Hıristiyanlığı terk etti!" şeklinde nida etmesini emretti. Bunu duyan ordusu silahlarını kuşanıp geldiler. Bunun üzerine Resûlullah'ın elçisine şöyle dedi: "Görüyorsun, memleketimden korkuyorum/tahtım elden gidecek!". Sonra tel­lalına "Dikkat! Kayser, bu davranışınızdan hoşnut oldu." Kayser, Hz. Peygamber'e "Ben müslümanım" diye mektup yazdı ve ona dinarlar gönderdi. Hz. Muhammed "Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Müslüman olmayıp Hıristiyanlık üzere devam etmektedir." buyurdu ve kendisine gönderilen dinarları dağıttı.

c) Abdullah b. Huzâfe Sehmî: Bu elçiyi Kisrâ'ya gönderdi. Kisrâ'nın ismi, İbrevîz b. Hürmüz b. Enûşirvân'dır. Bu hükümdar Allah Elçisi'nin mektubunu parçaladı! Bunun üzerine Resûlullah: "Allahım! Onun saltanatını parçala!" diye bedduada bulundu. Allah hem onun hem de toplumunun saltanatını parçaladı.[57]

d) Hâtib b. Ebî Beltea': Bu elçiyi Mukavkıs'a gönderdi. Mukavkıs'ın ismi, Cüreyc b. Minâ olup İskenderiye kıralı ve Kıptîlerin lideri idi. Mukavkıs, iyi şeyler söyleyip yakınlık gösterdi. Fakat müslüman olmadı. Hz. Peygamber'e Mâriye ile onun kız kardeşleri Sîrîn ve Kayserâ'yı hediye olarak gönderdi. Allah Elçisi Mâriye'yi odalık edinip Sîrin'i Hassân b. Sâbit'e hediye etti. Mukavkıs ayrıca, bir başka câriye, bin miskâl altın, Mısır kubâtî kumaşından yirmi parça elbise, Düldül isimli bir boz katır , Ufeyr isimli bir boz eşek , Mâbûr adında bir hadım köle -bu kölenin Mâriye'nin amcasının oğlu olduğu söylenmektedir-, Lizâz isimli bir at , bir cam kadeh ve bir miktar bal hediye olarak göndermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Pis adam, saltanatına kıyamadı, saltanatı sürekli olmayacaktır." buyurdu.

e) Şucâ' b. Vehb Esedî: Belkâ kralı Hâris b. Ebû Şemir el-Gassânî'ye gönderdi.

f) Selît b. Amr: Yemâme'deki Hevze b. Ali el-Hanefî'ye gönderdi. Hevze elçiye ikramda bulundu. Bir başka görüşe göre, Hz. Peygamber, Selît b. Amr'ı İbn Hevze ve Sümâme b. Ünâl el-Hanefî'ye gönderdi. Hevze müslüman olmadı, Sümâ­me ise daha sonra müslüman oldu. İşte Allah Resûlü'nün aynı günde gönderdiği söylenen altı elçi bunlardır.

g) Amr b. Âs: Hicretin sekizinci yılının Zilkade ayında Umman'daki Ezdoğulları'ndan el-Cülendî'nin oğulları Ceyfer ile Abdullah'a gönderdi. Bu ikisi müslüman olup Hz. Peygamber'in peygamberliğini tasdik ettiler ve Amr'a hem zekat/sadaka toplama hem de aralarında hükmetme yetkisi tanıdılar. Amr, Allah Elçisi'nin vefat haberi kendisine ulaşıncaya kadar onların yanında kaldı.

h) Alâ b. Hadramî: Resûlullah, Ci'râne'den ayrılmadan önce -bir görüşe göre Mekke'nin fethinden önce- Bahreyn kralı el-Münzir b. Sâvâ el-Abdî'ye gönderdi. Bu kral müslüman olup, Hz. Peygamber'in peygamberliğini tasdik etti.

i) Muhâcir b. Ebû Ümeyye Mahzûmî: Yemen'deki el-Hars b. Abdikülâl el-Hımyerî'ye gönderdi. Hars: "Durumumu iyiden iyiye düşünüp taşınacağım." dedi.

j) Ebû Mûsâ Eşarî ve Muâz b. Cebel: Tebuk seferinden dönerken -bir görüşe göre hicretin onuncu senesinin Rebîül­ev­vel ayında- bu iki sahâbîyi İslâm'a davet etmek üzere Yemen'e gönderdi. Yemen halkının geneli savaşsız, gönüllü olarak müs­lüman oldu.

k) Ali b. Ebû Tâlib: Yemenlilere gönderdi. Hz. Ali veda haccı esnasında Mekke'de müslümanlara katıldı.

l) Cerîr b. Abdullah Becelî: Zü'l-Kelâ' el-Hımyerî ile Zû Amr'a onları İslâm'a davet etmek için gönderdi. Bu kişiler müslüman oldu. Hz. Peygamber vefat ettiğinde Cerîr, onların yanında idi.

m) Amr b. Ümeyye Damrî: Bir mektupla Müseylemetü'l-Kezzâb'a gönderdi. Ayrıca ona Zübeyr'in kardeşi es-Sâib b. el-Avvâm ile bir başka mektup daha gönderdi, fakat müslüman olmadı.

n) İslâm'a davet etmek için Ferve b. Amr el-Cüzâmî'ye bir elçi gönderdi. Bu kişiye Hz. Peygamber'in elçi göndermediği de söylenmektedir. Ferve, Kayser'in Maan valisi idi; müslüman oldu ve Hz. Peygamber'e İslâm'ı kabul ettiğine dair bir mektup gönderdi. Ferve, Mes'ûd b. Sa'd ile Hz. Peygamber'e Fıdda adında bir boz katır, Darb adında bir at ve Yagfûr adında bir de eşeği hediye olarak gönderdi. Ayrıca değişik kumaşlar ve altın işlemeli ipek bir kaftan gönderdi. Allah Resûlü hediyelerini kabul etti ve Mes'ûd b. Sa'd'a on iki ukiyye ve güzel koku bağış yaptı.

o) Ayyâş b. Ebû Rebîa Mahzûmî: Bir mektupla Him­yer'den el-Hars, Mesrûh ve Nuaym b. Abdikülâl'a gönderdi.

18. Hz. Peygamber'in Müezzinleri

Hz. Peygamber'in müezzinleri dört tane olup ikisi Medine'de idi: a) Bilâl b. Rabâh: Allah Elçisi'nin ilk müezzinidir. b) Ku­reyşli Âmiroğulları'ndan Amr b. Ümmü Mektûm. c) Kuba'da Sa'd Karaz: Ammâr b. Yâsir'in azâtlısı idi. d) Mekke'de Ebû Mah­­­zûre: İsmi Evs b. Muğîre Cumhî'dir.

Ebû Mahzûre, ezanda terci'* yapar ve kâmeti iki kere tekrarlardı. Bilâl ise, terci' yapmaz, kâmeti bir kez söylerdi.

19. Hz. Peygamber'in Valileri

a) Bâzân b. Sâsân: Hz. Peygamber, Kisrâ'dan sonra onu bütün Yemen halkının başına geçirdi. İslâm'da Yemen'e tayin edilen ilk vali olup, aynı zamanda Arap olmayan krallardan ilk müslüman olandır. Allah Elçisi, Bâzân'ın ölümünden sonra San'a ve civarına oğlu Şehr b. Bâzân'ı atadı. Daha sonra Şehr öldürülünce Hz. Muhammed, Hâlid b. Saîd b. el-Âs'ı San'a'ya vali olarak atadı.

b) Muhâcir b. Ebû Ümeyye Mahzûmî: Kinde ve Sadif'e vali tayin etti. Resûlullah vefat ettiğinde daha görev yerine gitmemişti. Bunun üzerine Ebû Bekir onu dinden dönen (mürted) bir takım insanlarla savaşması için (bir müfrezenin başında) gönderdi.

c) Ziyâd b. Ümeyye Ensârî: Hadramevt'e tayin etti.

d) Ebû Musâ Eş'arî: Zübeyd, Aden ve Sâhil'e tayin etti.

e) Muaz b. Cebel: Cened'e tayin etti.

f) Ebû Süfyân Sahr b. Harb: Necrân'a tayin etti.

g) Ebû Süfyân'ın Oğlu Yezîd: Teymâ'ya atadı.

h) Attâb b. Esîd: Mekke'ye tayin etti ve hicretin sekizinci senesi müslümanlara hac ibadeti yaptırma görevini ona verdi. O zaman yirmi yaşından küçüktü.

i) Ali b. Ebû Tâlib: Humusları (beşte birlik vergileri) toplama ve kadılık görevini icra etmek üzere Yemen'e gönderdi.

j) Amr b. Âs: Ummân ve çevresine vali olarak atadı. Zekat toplama işine pek çok grup görevlendirdi. Zira her kabilenin zekatlarını toplayan bir görevli vardı.

k) Ebû Bekir: Hicretin dokuzuncu senesi hac ibadetini yaptırmakla görevlendirdi ve onun ardından Hz. Ali'yi Berâe (Tövbe) sûresini okumak üzere gönderdi.

20. Hz. Peygamber'in Muhafızları

a) Sa'd b. Muâz: Bedir savaşında gölgelikte uyurken Hz. Peygamber'in muhafızlığını yapmıştır.

b) Muhammed b. Mesleme: Uhud savaşında muhafızı idi.

c) Zübeyr b. Avvâm: Hendek savaşında muhafızlığını yapmıştır.

d) Abbâd b. Bişr: Muhafızlık işlerine bakan bu kişiydi.

Bunların dışında daha pek çok kişi Hz. Muhammed'in korumacılığını yapmışlardır. "Allah seni insanlardan korur"[58] âyeti inince insanların karşısına çıktı, âyeti onlara okudu ve korumaları gönderdi.

21. Hz. Peygamber'in Şairleri ve Hatipleri

Hz. Peygamber'in İslâm'ı müdafaa eden şâirleri şunlardır: a) Ka'b. Mâlik. b) Abdullah b. Revâha. c) Hassân b. Sâbit. Ka­firlere karşı en sert olanı Hassân idi. Ka'b b. Mâlik ise, onları inkar ve şirkleriyle ayıplardı. Hz. Peygamber'in hatîbi ise, Sâbit b. Kays b. Şemmâs idi.

22. Hz. Peygamber'in Yolculukta Şarkı Söyleyenleri

a) Abdullah b. Revâha. b) Enceşe. c) Âmir b. Ekva'. d) Amcası Seleme b. Ekva'. Sahîh-i Müslim'de, Allah Elçisi'nin güzel sesli, şarkı söyleyen bir deve sürücüsünün olduğu rivâyet edilmektedir. Hz. Peygamber ona: "Yavaş ol Enceşe! Cam kaseleri kırmayasın." buyurdu. Hz. Peygamber el-kavârîr kelimesiyle "kadınların zayıflığı"nı kastetmektedir.[59]

23. Hz. Peygamber'in Silahları ve Eşyası

Hz. Muhammed'in dokuz kılıcı vardı. Bunlardan biri Zülfikâr isimli kılıçtı. Onu yanından hemen hiç ayırmazdı. Kabzası, kabzasının pervazesi, halkası, tepe kısmı, süs için olan halkaları ve kınının dilciği hep gümüştendi. Yedi zırhı, altı yayı, Fütak ve Zelûk isimli iki kalkanı, beş mızrağı, Neb'a isimli bir hançeri, Beyzâ isimli daha büyük bir başka mızrağı vardı. Bastona benzeyen bayramlarda önüne alarak yürüdüğü, önüne koyduğu küçük bir mızrağı daha vardı. Bu mızrağını namaz kıldığı tarafa diktiği sütre edinmişti. Yine bu mızrakla zaman zaman yürürdü.

Muvaşşah ve Mesbûğ adlarında iki demir miğferi vardı. Savaş esnasında giydiği üç cübbesi vardı. Savaşta yeşil ince ipekten bir cübbe giydiği de söylenmektedir. Siyah bir bayrağı vardı. Ebû Dâvûd'un Sünen'inde rivâyet edildiğine göre sahâbeden biri şöyle demiştir: "Resûlullah'ın bayrağını sarı olarak gördüm."[60]

Allah Resûlü'nün beyaz sancakları vardı. Bazen bunlara siyah desenler verirdi. "Kin" adında büyük bir kıl çadırı vardı. Kendisiyle yürüdüğü, onunla (devsine) bindiği ve üzerinde iken devesinin önüne astığı ucu çengelli bir bastonu vardı.

Gümüş zincir takılmış bir kadeh ile cam bir kadehi vardı. Bir yağ şişesi, ayna, tarak, makas ve misvakını koyduğu orta büyüklükte bir sandığı, ayakları Hind ardıcından olan bir divanı ve dolgu maddesi lif olan deri bir yatağı vardı.

Dört kişinin aralarında taşıdığı dört halkası bulunan Gurâ adında büyük tas/kazan/bir yemek tepsisi, kilimi/halısı, gece içine küçük abdest bozduğu hurma ağacından yapılmış bir kabı vardı.

Allah Elçisi'nin yüz koyunu vardı. Bu sayıdan daha fazla olmasını istemezdi. Çobanı her ne zaman bir kuzu doğduğunu haber etse, yerine bir koyun keserdi. Bedir savaşında Ebû Cehil'in, burnunda gümüş bir halka bulunan ve attan hızlı giden bir devesini ganimet olarak ele geçirdi. Müşrikleri öfkelerinden çatlatmak için bu deveyi Hudeybiye günü birine hediye olarak verdi.

24. Hz. Peygamber'in Elbiseleri

Altına takke giydiği sarığı vardı. Ancak kimi zaman takkeyi sarıksız, kimi zaman da sarığı takkesiz giyerdi. Sarık sardığı zaman sarığını omuzlarının arasına sarkıtırdı. Nitekim Müslim Sahîh'inde Amr b. Hureys'in şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Resûlullah'ı minberde, başında iki ucunu omuzları arasına sarkıttığı siyah bir sarığı ile gördüm."[61] Yine Müslim'de Câbir b. Abdullah'tan rivâyet edildiğine göre, Allah Elçisi, (Fetih günü) Mekke'ye başında siyah bir sarıkla girdi.[62] Câbir'in rivâyet ettiği bu hadiste sarığın ucu zikredilmemiştir. Bu da, Hz. Peygamber'in sarığının ucunu daima omuzları arasına sarkıtmadığını göstermektedir.[63] Hz. Peygamber'in Mekke'ye üzerinde savaş takımı ve başında miğferi ile girdiği, buna göre her yerde uygun olanı giydiği söylenebilir.

Hz. Muhammed en sevdiği giysi olan gömlek giymiştir. Gömleğin kolu bileğine kadardı. Cübbe, -kaftana benzer (ense tarafından yırtmaçlı bir elbise) olan gerrûc ve ferâce giymiştir. Ayrıca kaftan da giymiştir. Yolculukta yenleri dar bir cübbe giymiştir. İzâr (belden aşağı giyilen peştemale benzer giysi) ve ridâ (bedeni örten üsten giyilen şala benzer giysi) giymiştir.

Allah Resûlü, kırmızı hülle giymiştir. Hülle, izâr ve ridâdan oluşan takıma denir. Bu iki giyeceğe birlikte hülle denir. Hz. Pey­­gamber'in hüllesinin, başka renk katışmamış sade kırmızı ol­duğunu sananlar yanılmışlardır. Kırmızı hülle, diğer Yemen bürdelerinde olduğu gibi siyahla karışık, kırmızı desenlerle dokunmuş iki Yemen bürdesinden oluşmaktaydı. Kırmızı çizgiler bulunduğundan dolayı bu adla tanınmaktadır. Yoksa sade kır­mızı şiddetle yasaklanmıştır. Sahîh-i Buhârî'de rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber, kırmızı eğerin kullanılmasını yasakladı.[64] Ebû Dâvûd'un Sünen'inde Abdullah b. Ömer'den rivâyet edildiğine göre, Hz. Peygamber Abdullah'ın üzerinde us­furla bo­yalı bir rayta (düz desenli dikişsiz pelerine benzer giysi) gördü. "Üzerindeki bu rayta nedir?!" diye sordu. Beğenmediğini anladım. Ailemin yanına geldiğimde tandır yakıyorlardı, raytayı tandıra attım. Ertesi gün Hz. Peygamber'in yanına geldiğimde: "Abdullah, raytayı ne yaptın?" dedi. Yaktığımı söyledim. Bunun üzerine: "Hanımlarından birine giydirseydin ya! Zira onu kadınların giymesinde bir sakınca yoktur." buyurdu.[65]

Siyah elbise giydi. İmam Ahmed ve Ebû Dâvûd'un rivâyet ettikleri gibi, ayrıca kenarlarına ince ipek çekilmiş kürk de giymiştir. Mest ve ayakkabı giyinmiş; yüzük takmıştır. Sahîh-i Müslim'de rivâyet edildiğine göre Hz. Ebû Bekir'in kızı Esmâ: "İşte bu, Allah Resûlü'nün cübbesidir." dedi ve arkasından ipek cepli ön ve arkasının aşağı kısmındaki yırtmaçları ipek olan İran hükümdarlarına has kalın şal cübbe çıkarttı. Ardından şöyle dedi: "Bu cübbe, vefatına kadar Hz. Aişe'nin yanında idi. O vefat edince ben aldım. Hz. Peygamber bunu giyerdi."[66]

Gömleği pamuktan olup kısa boylu, kısa yenli idi. Heybe gibi sarkan yenli gömlekleri ne Hz. Muhammed ne de ashabından herhangi biri giydi! Zira bunlar, Resûlullah'ın sünnetine aykırıdır. Bu gibi elbiselerin giyiminin caizliği tartışmalıdır. Çünkü bunlar kibir cinsindendir. En çok beğendiği renk beyaz idi. O bu konuda şöyle buyurmaktadır: "Elbiselerinizin en hayırlısı beyaz olanıdır. Öyleyse beyaz giyinin ve ölülerinizi onunla kefenleyin."[67]

Enes, üzerlerinde şal (tayâlise) bulunan bir grup insan gördü ve "Hayber yahudilerine ne kadar da benziyorlar!!" dedi.

Buradan hareketle, selef ve haleften bir kısım âlim, şal giyilmesini mekruh saymıştır. Zira Ebû Dâvûd'un ve Hâkim'in Müstedrek'te İbn Ömer'den rivâyet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber: "Kim bir topluluğa/kavme benzerse, o da onlardandır.",[68] Tirmizî'nin rivâyet ettiği hadiste de: "Bizden başka bir kavme benzeyen bizden değildir." [69] buyurmuştur.

Hz. Peygamber'in giyecekler konusundaki tutumu, kolayına geleni giyinme tarzındaydı. Bu yüzden bazen yünlü, bazen pamuklu, bazen de ketenli giyerdi.

Yeni bir elbise giyindiğinde adını belirterek şu duayı okurdu: "Allah'ım! Bu gömleği, yahut ridayı yahut ta sarığı Sen bana giydirdin. Hem onun hayırlı olmasını ve hem de yapıldığı amaçta hayırla kullanılmasını Senden dilerim. Yine hem onun şerrinden ve hem de kötü maksatla kullanılmasının şerrinden Sana sığınırım."[70] Gömleğini giymeye sağından başlardı. Nesâî'nin Sünen'indeki bir rivâyete göre, Hz. Aişe Hz. Peygamber'e yünden bir hırka ördü. Peygamber onu giydi. Terleyip yünün kokusunu hissedince onu çıkardı. Güzel kokuyu severdi.

 Ebû Dâvûd'un Sünen'indeki bir rivâyete göre İbn Abbas: "Allah Resûlü'nün üzerinde olabilecek en güzel bir hülle (takım elbise) gördüm." demiştir.[71] Zahidlik ve kendini daha çok ibadete adama amacıyla Allah'ın mübah kıldığı giyeceklerden, yiyeceklerden ve kadınlardan/evlilikten uzak duranlar olduğu gibi, tam aksine, en güzel elbiseleri giyen, en leziz yemekleri yiyenler vardır. Bunlar, katı giyinme ve yemeyi kibir ve böbürlenme olarak görmemektedirler.

 Her iki grubun tutum ve davranışı da Hz. Peygamber'in tutum ve davranışına aykırıdır. Bu nedenle seleften bazıları: "Eskiler, birinci sınıf (lüks) elbise ile âdî (indirimli) elbisenin iki meşhur türünü hoş görmezlerdi" demişlerdir. Sünen'de İbn Ömer'den gelen bir rivâyete göre Hz. Peygamber: "Kim şöhret elbisesi giyerse Allah ona kıyamet günü zillet elbisesi giydirir, sonra da onun içinde ateşe atılır."[72] buyurmuştur. Buhârî ve Müslim'de rivayet edilen bir hadiste Hz. Muhammed şöyle buyurmaktadır: "Bir kimse çalım satarak eteklerini yerde sürürse, Allah kıyamet günü o kişinin yüzüne bakmayacaktır."[73]

Aynı şekilde âdî elbise giymek de bir yerde kınanmış, bir yerde övülmüştür: Şöhret ve çalım satmak için olursa yerilmiş, tevazu ve alçak gönüllülükten giyinilmişse övül­müştür. Nitekim pahalı elbiseler giyinmek şayet kibir, böbürlenme ve çalım satmak içinse yerilmiş, güzelleşmek ve Allah'ın nimetini göstermek içinse övülmüştür.

Müslim'in Sahîh'inde geçen bir hadiste şöyle buyurul­maktadır: "Kalbinde hardal tanesi ağırlığında kibir bulunan kimse cennete giremez. Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunan kimse de cehenneme girmez." Bunun üzerine bir adam: "Ey Allah'ın Elçisi! Doğrusu ben, elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasını severim. Bu da kibir midir?" diye sordu. Hz. Peygamber cevaben: "Hayır! Allah güzeldir ve güzelliği sever. Kibir ise, hakkı kabullenmemek ve insanları küçümsemektir." [74] buyurdu.

 

HZ. PEYGAMBER'İN ÖRNEKLİĞİ

1. Hz. Peygamber'in Yemesi ve İçmesi

Mevcut olanı reddetmez, bulunmayanı araştırmazdı/zorla­mazdı: Önüne konan güzel yiyecekleri yerdi. Ancak beğenmediği bir şey olursa kendisi yemez, başkasına da haram kılmazdı. Hiçbir zaman bir yemeğe kusur bulmamıştır. İştahı olursa yer, olmazsa yemezdi. Nitekim alışık olmadığı için keler yememiş, fakat ümmeti için de haram kılmamıştı. Hatta sofrasında gözü önünde keler yediler.

Onun tutumu hazır bulduğunu yemekti. Şayet yemek bulamazsa sabrederdi. Hatta açlıktan karnına taş bağladığı olurdu. Aylar geçerdi de evinde ateş yandığı olmazdı. Yolculukta çoğunlukla yemeğini yere serdiği sofrasının üzerine kordu.

Suyu oturarak içmesi onun tavrıydı. Suyu ayakta içtiği de olmuştur: Nitekim bir defasında zemzem kuyusuna geldi, birileri oradan su çekiyorlardı, su istedi, su kovasını ona verdiler, o da ayakta suyu içti.[75]

Hz. Peygamber'in: "Biriniz su içtiğinde, yudumlayarak içsin." şeklinde buyurduğu rivâyet edilmektedir.

Müslim'in Sahîh'inde Hz. Peygamber'in suyu üç yudumda/nefeste içtiği ve şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Susuzluğu gideren, sıhhat ve afiyet veren Allah'tır."[76] İçme esnasındaki teneffüsünün anlamı, bardağı ağzından uzaklaştırıp nefesini bardağın dışına vermesi, sonra tekrar içmeye devam etmesidir. Nitekim şu hadiste bu durum açıkça ifade edilmektedir: "Biriniz su içtiğinde nefesini bardağın içine vermesin, fakat bardağı ağzından çeksin."[77]  Tirmizî de ise şu rivâyet vardır: "Devenin içtiği gibi, suyu bir solukta içmeyin! Fakat iki veya üç yudumda için. İçmeye başladığınızda besmele çekin, bitirdiğinizde ise Allah'a hamd edin."[78]

 Resûl-i Ekrem dayanarak yemek yemezdi. Yemeğin başında besmele çeker, sonunda da Allah'a hamd ederdi. Su içtiğinde, sol tarafındaki kendisinden daha yaşlı/büyük biri bulunsa bile, bardağı sağındakine verirdi.

2. Hz. Peygamber'in Ailesiyle İlişkisi

Sahih bir senetle Enes'ten rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber: "Dünyanızdan bana kadınlar ve güzel koku sevdirildi. Gözümün aydınlığı da namaza bağlandı." [79]  buyurmuştur.

Hz. Peygamber bir gecede hanımlarını dolaşırdı. Geceleme, yanlarında kalma ve nafaka konularını eşleri arasında tak­sim ederdi/eşitliğe uyardı. Sevgi konusunda ise: "Allah'ım! Gücümün yettiği konulardaki taksimim bu. Gücümün yetmediği hususlarda ise beni kınama!"[80] diye duada bulunmuştur. Hz. Peygamber, boşamış, ric'at yapmış (boşadığı eşine geri dönmüş) ve bir ay süreli îlâ yapmıştır. Fakat eşlerine asla zıhâr yap­ma­mıştır.[81]

Hz. Muhammed, eşlerine karşı iyi davranır ve onlarla iyi geçinirdi. Ensârın kızlarını gruplar halinde beraber oynamaları için Hz. Aişe'ye gönderirdi. Hz. Aişe, sakıncası olmayan bir şey istediği zaman, o konuda Hz. Aişe'ye tâbi olurdu. Hz. Aişe, bir bardaktan su içtiği zaman kendisi o bardağı eline alır, ağzını eşinin ağzının değdiği yere kor, sonra su içerdi. Hz. Aişe'nin kucağına yaslanır, bazen hayızlı olup, başı onun kucağında iken Kur'an okurdu. O hayızlı iken ona peştamal tutmasını söyler sonra onunla münasebet kurardı. Oruçlu olduğu halde onu öperdi. Hz. Aişe, Peygamber'in omuzlarına dayanmış bakar bir vaziyette iken ona mescidinde oynayan Habeşlileri seyrettirmiştir. Hz. Peygamber, yolculuk esnasında Hz. Aişe ile iki kez koşu yarışı yaptı. Bir keresinde de evden çıkarlarken itiştiler.

Yolculuğa çıkmak istediğinde hanımları arasında kura çeker, kimin şansına çıkarsa onu beraberinde götürür ve şöyle buyururdu: "Sizin en hayırlınız, hanımına karşı en iyi davranandır. İzinizde ailesine karşı en iyi davranan benim."[82] Ara sıra hanımlarından birine diğerlerinin yanında elini uzattığı olurdu. İkindi namazını kılınca, hanımlarını dolaşır, onlara yaklaşıp hal ve hatırlarını sorardı. Gece olunca geceleme sırası kendine gelen hanımının odasına gider, bütün geceyi ona tahsis ederdi. Bu hususta Hz. Aişe şöyle demektedir: "Resûlulah, hanımları arasında yaptığı paylaştırmada/gecelemede onların yanında kalma hususunda bizi birbirimizden üstün tutmazdı."[83] Hz. Peygamber dokuzuncu hanımı hariç, sekiz hanımı arasında geceleme taksimi yapardı. Dokuzuncu hanımı Hz. Sevde idi. Sevde yaşlanınca, geceleme sırasını Hz. Aişe'ye bağışladı. Hz. Peygamber, Hz. Aişe'ye hem kendisinin gününü hem de Hz. Sevde'nin gününü tahsis ederdi.

Resûlullah, gerek gecenin sonunda gerekse başında hanımına yaklaşırdı. Gecenin başında cinsel ilişkiye girdiğinde kimi zaman gusledip uyur, kimi zaman da abdest alıp uyurdu. Hanımlarını bir gusülle dolaştığı gibi, bazen de her birinin yanında guslederdi.

Geceleyin yolculuktan dönüp şehre girdiği zaman kendisi ailesinin yanına girmez, başkalarını da ailelerinin yanına girmekten yasaklardı.

3. Hz. Peygamber'in Uyuma ve Uyanma Şekli

Bazen yatakta, bazen hasır üzerinde, bazen divanda, bazen de yerde yatardı. Aynı şekilde bazen yere ve bazen de hasır üzerine otururdu. Bundaki hik­met, hem sertliği tercih etme hem de Allah'ın nimetinden yararlanmadır. Bununla Hz. Peygamber, nefsinin özel bir şeye alışmamasını istediği gibi, özel bir yiyeceğe ve içeceğe alışarak onunla sıhhat bulup, esiri olmaktan ve nimetle azgınlaşarak zamanın beklenmedik olaylarına karşı direnç gösteremeyeceği şekilde onunla kuşatılmaktan kendisini koruyordu. Bu, hayatta orta yolu izleme, terbiyede iktisatlı olma ve toplumda faydalı olan şeylerin en hayırlısıdır. Yatağının dolgu maddesi lif idi.

Uyumak için yatağına yattığında: "Senin adınla Allah'ım, dirilirim ve ölürüm!" diye dua ederdi.[84] Sağ tarafına yatar, sağ elini sağ yanağının altına kor sonra: "Allah'ım! Kullarının diriltileceği günde beni azabından koru!" diye dua ederdi.[85] Uykusundan uyandığı zaman ise: "Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun! Yeniden diriliş sadece O'nun huzurunda olacaktır."[86] der sonra dişlerini misvakla temizlerdi. Gecenin evvelinde uyur, sonunda da kalkardı. Müslümanların işleriyle uğraştığı zamanlarda gecenin evvelini uykusuz geçirirdi. Gece boyu oyun ve eğlence sebebiyle uykusuz kalıp ümmete ahlâkı bozma ve maslahatları yok etmenin dışında bir şey kazandırmayanlar bundan ibret alsınlar.  Gözleri uyur fakat kalbi uyumazdı. Uyuduğunda kendisi uyanıncaya kadar başkaları onu uyandırmazdı.

4. Hz. Peygamber'in Hayvana Binme Şekli

Hz. Muhammed, atlara, develere, katırlara ve eşeklere bin­miştir. Kimi zaman eğerli, kimi zaman da çıplak ata binmiştir. Bazı zamanlar atı koşturduğu da olurdu. Çoğunlukla hayvana yalnız binerdi. Bazen de terkisine bir kişi, önüne bir kişi bindirirdi! Böylece devenin üzerinde üç kişi olurlardı. Kimi erkekleri terkisine bindirdiği gibi, kimi eşlerini de terkisine bindirmiştir. Çoğunlukla bineği at ve deve idi. Katır ise zaten Arap memleketinde yaygın değildi. O'na dişi bir katır hediye edilince: "Atları eşeklere aştıralım mı? diye sormaları üzerine: "Bunu ancak bilgisizler yapar."[87] cevabını verdi. Çünkü bilmeyenler, atı ve atın kendi cinsinden neslini korumazlar. At, savaşta büyük bir kuvvettir! Ata önem vermemiz için Allah atın savaşa ilişkin niteliklerine yemin ederek şöyle buyurmaktadır: "Soluk soluğa süratle koşan, (koşarken tırnaklarını yere vurarak) kıvılcımlar çıkaran, sabah erkenden baskın yapan, orada tozu dumana katarak düşman topluluğunun ortasına dalan (atlara) andolsun." [el-Adiyât 100/1/5]. Atın dışında savaştaki her kuvvet zamanla değişmektedir. Atın kuvveti ise devam etmektedir. Kur'an'ın belagatına bak! Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"(Ey inananlar!) Onlara (kâfirlere) karşı gücünüz yettiğince kuvvet ve savaş atları hazırlayın; çünkü, (böyle hareket etmekle), hem Allah'ın düşmanını hem de sizin düşmanınızı korkutup caydırmış olursunuz." [el-Enfâl 8/60]. Allah, âyetteki ‘kuvvet' kelimesini nekre (belirsiz) olarak zikredip çeşitlerini açıklamadı; çünkü kuvvet, keşiflerle yenilenir. Atı ise ismiyle belirli olarak zikretti; zira at, Allah'ın dilediği zamana kadar kuvvet olarak devam edecektir. Biz, dinin öğretilerini terk ettiğimiz günden beri, atın dışındaki diğer savaş kuvvetlerini, korunma ve savunma hazırlıklarını terk ettiğimiz gibi ata ilgiyi de terk ettik. Böylece, bize istediklerini yapan düşmanın alay konusu olduk.

5. Hz. Peygamber'in Ticaret Ahlâkı

Hz. Peygamber, hem satmış, hem satın almıştır, hem kiraya vermiş ve hem de kiralamıştır. O'ndan bize intikal eden yalnızca peygamber olmadan önce ücretle koyun sürüsü gütmesi ve bir yolculuğu esnasında Hz. Hatice'nin malını Şam'a götürmesi olaylarıdır.

Allah Elçisi, ortaklık yapmıştı, ortağı yanına gelince ona: "Beni tanıyor musun?" diye sormuş, o da: "Sen ortağım değil miydin? Hem de ne güzel ortaktın, aldatmaz ve münakaşa et­mezdin." demişti.[88] Metinde geçen "aldatmazdın" kelimesi 'hem­zeli' olarak, hakkı savunma anlamındaki müdârae kökündendir. 'Hemzesiz' olarak ise, en güzel şekilde savuşturma anlamındaki müdârâ kökündendir.

Hz. Peygamber, vekil tayin etmiş, vekil olmuştur. Hediye vermiş, hediye kabul etmiş ve hediye ile mükafâtlandırmıştır. Bağış yapmış, bağış kabul etmiştir. Seleme b Ekva'nın payına ganimetten bir câriye düşmüştü; Peygamber ona: "Onu bana bağışla" deyince o da bağışlamıştır. Hz. Peygamber, o câriyeyi müslüman esirleri kurtarmak için Mekke müşriklerine fidye olarak vermiştir. Gerek rehin karşılığı, gerek rehinsiz borç almıştır. Hem ödünç almış, hem de gerek peşin, gerekse veresiye alış-veriş yapmıştır. Rabbinden bir takım amellere karşı özel bir garanti (kefâlet) almış ve amelleri işleyenin cennete gitmesine kefil olacağını bildirmiştir. Genel olarak da, vefat edip de geride borcunu karşılayacak mal bırakmayan müslümanların borçlarını ödemiştir.

 Bu hükmün, Hz. Peygamber'den sonra gelen devlet başkanları için de geçerli olup, devlet başkanının da yeterli mal bırakmayan müslümanların borçlarını devlet hazinesinden ödeyeceğine ilişkin genel bir hüküm olduğu söylenmiştir. Bu hususu şöyle ifade etmektedirler: Hiçbir mirasçı bırakmadan ölen kişinin malı nasıl devlet hazinesine kalıyorsa (devlet başkanı ona mirasçı oluyorsa), borcunu karşılayacak kadar yeterli mal bırakmadan ölen kişinin borcunu da devlet başkanı öder. Yine aynı şekilde, hayatta iken kendisinin geçimini (nafakasını) sağlayacak kimsesi bulunmayan kişinin geçimini devlet yöneticisi temin eder.

Resûlullah, sahibi olduğu bir araziyi vakfedip Allah yoluna sadaka olarak bağışladı. Hem arabuluculuk yaptı hem de araya aracılar sokularak kendisine müracaat edildi. Berîre isimli kadın, ayrıldığı kocası Mugîs'e geri dönmesi için Hz. Peygamber tarafından yapılan arabuluculuk girişimini kabul etmedi. Buna rağmen, Allah Elçisi o kadına ne kızdı ne de azarladı. Hz. Muhammed, bazen yemin ederken (inşallah diyerek) istisna yapar, bazen herhangi bir nedenle geri dönmek istediğinde yeminine kefâret öder, bazen de yeminini devam ettirirdi. Yani, devam ettirme hayırlı olduğu zaman o yemini devam ettirirdi; dönmeyi hayırlı gördüğü zaman ise, yeminden döner ve kefâret öderdi. Bu durum, maslahata göredir. Nitekim Allah çeşitli âyetlerde şöyle buyurmaktadır: "Yeminlerinizden ötürü, iyilik yapmanıza, (kötülükten) sakınmanıza ve insanların arasını bulmanıza Allah'ı engel yapmayın! Allah çok iyi işiten, çok iyi bilendir." [el-Bakara 2/224]

"Allah, sizi düşünmeden ettiğiniz yeminlerden dolayı değil, fakat isteyerek kendinizi bağladığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Kefâreti ise, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on fakiri doyurmak veya onları giydirmek yahut bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Kim, (bunları) bulamazsa, üç gün oruç tutar. İşte bunlar, yemin ettiğinizde yeminlerinizi (bozmanın) kefâretidir. Ancak siz, (her şeye rağmen yine de) yeminlerinizi tutun! Allah, şükretmeniz için, size âyetlerini böylece açıklamaktadır." [el-Mâide 5/89].

Allah Elçisi, şakalaşır ve şakasında yalnızca hakikati söylerdi. Tevriyeli konuşur, fakat tevriyesinde hakikatten başkasını söylemezdi. Sözgelimi, gitmek istediği bir yöne doğru yola çıktığında o yönle ilişkisi olmayan "Yolu nasıldır?", "Suları nasıldır?" ve "Güzergahı nasıldır?" gibi sorular sorardı. Hem istişâre eder, hem de kendisiyle istişâre edilirdi. Hastaları ziyaret eder, cenazeye katılır, davete icâbet eder, dul kadınların, kimsesizlerin ve düşkünlerin ihtiyacını giderirdi. Şiir dinler ve mükafatını verirdi. O, hakikat olan şiire ödül verirdi. Kendisi koşu yarışı yaptı ve güreşti. Ayakkabısını kendi eliyle onardı, elbisesini dikti ve kovasını tamir etti, koyununun sütünü sağdı, giysisini temizledi, ailesinin ve kendisinin hizmetini gördü, Mescid-i Nebevî'nin inşasında kerpiç taşıdı, hem misafir oldu hem de misafir ağırladı ve hastaya zarar verecek şeyleri yemesini yasakladı (perhiz verdi).

Hz. Peygamber davranış bakımından insanların en iyisi idi. Ödünç aldığı zaman ondan daha iyisiyle öderdi. Bir kişiden borç aldığında o kişinin borcunu öder, ona dua eder ve: "Allah ailene ve malına hayırlar versin. Borcun karşılığı yalnızca teşekkür etmek ve ödemektir." derdi.

Bezzâr'ın zikrettiğine göre Resûl-i Ekrem bir kişiden kırk sa'* borç aldı. Borç aldığı ensarlı buna ihtiyaç duydu ve Hz. Peygamber'e geldi. Allah Resûlü: "Henüz bize bir şey gelmedi." buyurdu. Bunun üzerine o kişi laf etmek isteyince, Hz. Peygamber: "İyilikten başka bir şey söyleme. Ben borç alanların en hayırlısıyım." dedi ve kırkı borcu karşılığı kırkı da fazladan olmak üzere toplam seksen sa' verdi.

Hz. Peygamber, bir deve ödünç almıştı. Sahibi borcunu almak için geldiğinde Allah Elçisi'ne ağır sözler sarf etti, bunun üzerine ashabı o kişiye haddini bildirmek isteyince o: "Bırakın onu, hak / mal sahibinin söz söyleme hakkı vardır."[89] buyurdu.

Ebû Dâvûd'un rivâyet ettiğine göre Allah Resûlü bir keresinde bir şey satın almıştı. Fakat yanında parası yoktu. Kendisine kâr teklif edilince onu sattı, kârını Abdülmuttaliboğulları'na sadaka olarak verdi ve: "Bundan sonra yanımda para olmadan bir şey satın almayacağım." [90] buyurdu. Bu hadîs, bir müddete kadar borçlanarak alış-veriş yapmaya aykırı olmadığını ifade eder. Çünkü o borca almak başka, satmak başkadır. Bir alacaklısı Allah Resûlü'nden borcunu almak üzere geldi ve sert konuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer adamı haklamak istedi. Hz. Peygamber: "Yavaş ol ey Ömer! Sen, bana borcumu ödememi emretmene; ona da sabırlı olmasını emretmene daha çok ihtiyacımız var." buyurdu. Bir yahudi Hz. Muhammed'e bir müddete kadar veresiye bir şey sattı. Yahudi süresinden önce parasını almaya gelince Resûlullah: "Henüz süresi dolmadı." dedi. Bunun üzerine yahudi:

"Ey Abdülmuttaliboğulları! Siz borcunuzu geciktiriyorsu­nuz." dedi. Sahabe o yahudiyi haklamak isteyince Hz. Peygam­ber onlara engel oldu. Bu durum ancak onun yumuşak huy­luluğunu artırdı. Bunu gören yahudi: "Sendeki peygamberlik alâmetlerinden hepsini tanıdım. Yalnızca biri kalmıştı. O da kendisine karşı yapılan aşırı câhilâne tavırların, ancak onun yumuşak huyluluğunu artırmasıydı. Onu da ta­nı­mak istedim." dedi ve hemen müslüman oldu. Allah Teâlâ'nın ona şahitliği yeter: "Sen, şüphesiz, çok yüce bir ahlâk üzeresin." [el-Kalem 68/4]. "Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi." [Âl-i İmrân 3/159]. Şayet insanlar arasındaki ilişkiler bu güzel ahlâk üzere olsaydı, insanların kalpleri katılaşmaz, aralarındaki güven yok olmaz, yabancılar onların içlerine karışıp sıkıntı ve zorluklara sebep olan, beraberinde çeşitli düşmanlıkları getiren zulüm ve kaba kuvvete ihtiyaç duymazlardı.

6. Hz. Peygamber'in Yürüme, Oturma ve Bir Yere Yas­lanma Şekli

Ebû Hureyre şöyle anlatmaktadır: Allah Elçisi'nden daha hızlı yürüyen bir kimse görmedim. Sanki yer onun için dürülüyordu. Biz kendimizi ona yetişmek için zorlardık. O aldırmadan yürürdü.[91] Hz. Ali şöyle demektedir: Resûlullah, yürüdüğü zaman, sanki bir yokuştan iniyormuşçasına vücudu dik olarak yürürdü. Arkadaşlarıyla yürürken, arkadaşları önünde, kendisi ise onların arkasında yürür ve: "Arkamı meleklere bırakın!" derdi.[92] Bu nedenle bir hadiste: "Arkadaşlarını öne sürerdi." denilmektedir. Kimi zaman yalın ayak kimi zaman da ayakkabıyla yürürdü. Arkadaşlarıyla yürürken bazen tek bazen de toplu olarak yürürdü. Bir keresinde yaptığı savaşların birinde yürürken parmağı yaralandı ve kan aktı. Bunun üzerine şu beyti söyledi:

 

Sen sadece kanayan bir parmak değil misin?

Allah yolunda gelmiştir başına gelen.[93]

 

Yolculukta arkadaşlarının gerisinden gider, güçsüz kişiyi terkine bindirir ve onlara dua ederdi. Hz. Peygamber, kimi zaman yere, kimi zaman hasıra, kimi zaman da kilim/halı üzerine otururdu. Adiy b. Hâtim yanına geldiğinde onu evine davet etti. Câriye ona oturması için bir yastık verdi, o ise yastığı kendisi ile Adiy'in arasına koyup yere oturdu. Adiy: "Onun kral olmadığını anladım." dedi.

Allah Elçisi, bazen sırt üstü yatıp uzandığı olduğu gibi, bazen de ayak ayak üzere atardı. Yastığa dayanarak otururdu. Kimi zaman sol yanına, kimi zaman da sağ yanına yaslanırdı. Halsiz kaldığı durumlarda, dışarı çıkma ihtiyacı hissettiğinde arkadaşlarından birine dayanarak çıkardı.

7. Hz. Peygamber'in Tuvâlet Adabı

Allah Resûlü tuvalete girerken şu duayı okurdu: "Allah'ım! Görünen-görünmeyen, maddî-manevî bütün pisliklerden ve kovulmuş şeytandan sana sığınırım."[94] Çıkınca da: "Bağışla, Rabbim!"[95] derdi. Tuvalet temizliğini (istincâ) bazen su ile, bazen taşlarla, bazen de her ikisiyle birlikte yapardı.

Yolculuk esnasında tuvalete gideceği zaman arkadaşları tarafından görülmeyecek kadar uzağa giderdi. Tuvaletini yaparken kimi zaman yüksek bir yerin, kimi zaman hurma ağaçlarının, kimi zaman da vadideki ağaçların arkasına gizlenirdi. Sert bir yerde küçük abdest bozacağı zaman yerden bir odun alır, toprağın nemi belirinceye kadar onunla yeri eşeler sonra abdestini bozardı. Küçük abdest bozmak için yumuşak topraklı yer arardı. Çoğunlukla küçük abdestini oturarak yapardı.

Müslim, Huzeyfe'den, Hz. Peygamber'in küçük abdestini ayakta yaptığına dair bir hadis rivâyet nakletmiştir.[96] Allah Re­sûlü, bir kabilenin süprüntülerini attıkları bir çöplüğe uğradığın­da bu şekilde küçük abdestini bozmuştur. Bu gibi yerlere "çöplük (mezbele)" denir ve burası yüksek olur. Şayet bir kimse ora­ya oturarak küçük abdest bozsa, idrarı üzerine sıçrar. Oysa Hz. Peygamber, mezbeleyi, kendisini gizleyecek şekilde, kendisi ile duvar arasına alırdı. Elbette bu durumda ayakta küçük abdest bozacaktır. Tuvaletten çıkar Kur'an okurdu. Temizlik anında suyu ve taşları sol eliyle kullanırdı. Vesveseye kapılanların ze­keri çekme ve öksürme gibi hususların hiçbirisini yapmamıştır.

Ebû Ca'fer el-Ukaylî şöyle demektedir: Hz. Peygamber küçük abdestini bozarken birisi kendine selam verdiğinde, selamını almazdı. Bunu Müslim Sahîh'inde İbn Ömer'den rivâyet etmiştir. Bezzâr Müsned'inde bu olayda Hz. Peygamber'in selamı aldığını ve sonra: "Selam verdim, selamımı almadı demenden korktuğum için selamını aldım. Bir daha beni bu halde görürsen selam verme. Zira selamını almam!" buyurduğunu rivâyet etmiştir. Su ile temizlendikten sonra, elini yere/toprağa vururdu. Tuvaletini yapmak için oturduğunda yere yaklaşmadan elbisesini kaldırmazdı.

8. Hz. Peygamber'in Beden Temizliği

Allah Resûlü, ayakkabı giyerken, saçını tararken, temizlenirken, bir şey alıp verirken sağdan başlamaktan hoşlanırdı. Yeme, içme ve temizlik konularında sağ elini; tuvalet vb. gibi necaseti/pisliği giderme hususlarında ise sol elini kullanırdı.

Başını tıraş ederken, ya tamamını bırakırdı ya da tamamını tıraş ederdi. Bıyıklarını kısaltırdı. Tirmizî, Resûlullah'ın: "Bıyığını kısaltmayan bizden değildir."[97] buyurduğunu ve bu hadisin sahih olduğunu söylemektedir. Müslim'in Sahîh'nde ise şu rivâyet vardır: "Bıyıkları kısaltın, sakalları uzatın, böylece mecû­sîlere muhalefet edin."[98] Buhârî ve Müslim'de de: "Müşriklere muhalefet edin: Sakalları uzatın, bıyıkları kısaltın."[99] rivâyeti mevcuttur. O, güzel kokuyu sever ve çokça koku sürünürdü. Bir kısım sahabe, Hz. Peygamber'in çokça güzel koku kullandığından saçı kızıllaşmıştı. Bundan dolayı da kına yakınmadığı halde yakınmış zannedilirdi, demişlerdir.

Câbir b. Semüre'ye Hz. Peygamber'in başında beyazlık olup olmadığını sormaları üzerine şöyle cevap verdi: Başındaki saç ayırımı yerindeki birkaç saç telinden başka beyazlık yoktu. Onların beyazlığını da saçını yağladığı zaman, yağ ortaya çıkarırdı. Buhârî'de Hz. Peygamber'in kendisine sunulan güzel kokuyu geri çevirmediği rivâyet edilmektedir.[100] Müslim'de ise Allah Resûlü'nün: "Kendisine fesleğen sunulan kimse onu geri çevirmesin. Zira o, hoş kokulu, yükü hafif bir bitkidir."[101] buyur­duğu rivâyet edilmektedir. Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Sü­nen­le­rinde: "Kendisine güzel koku sunulan kimse onu geri çevirmesin. Zira o, yükü hafif, hoş kokulu bir bitkidir."[102] şeklinde rivâyet edilmiştir.

Bezzâr'ın Müsned'inde: "Allah güzeldir, güzelliği sever; temizdir, temizliği sever; naziktir, nazikliği sever; cömerttir, cömertliği sever. Öyleyse avlularınızı (iç bahçe) ve meydanlarınızı (evinizin önünü) temizleyin. Süprüntüleri evlerinde biriktiren Yahudilere benzemeyin!" rivâyeti vardır.

Hz. Peygamber'den sahih olarak şu hadis rivâyet edilmiştir: "Haftada bir gün banyo yapması Allah'ın her müslüman üzerindeki bir hakkı olduğu gibi, güzel koku sürünmesi de hakkıdır."[103] Dişlerini misvakla fırçalamayı severdi. Misvak kullanımında oruçlu olup olmaması fark etmezdi. Uykudan uyandığında, abdest alırken, namaz kılacağı zaman ve eve girdiğinde misvak kullanırdı. Bu iş için misvak ağacından yapılan ağaç çubuk kullanırdı.

Buhârî ve Müslim'de Hz. Peygamber'in: "Ümmetime sıkıntı vereceğimi bilmeseydim, onlara her namaz kılacağı zaman misvak kullanmalarını emrederdim."[104] buyurduğu rivâyet edilmiştir. Buhârî ayrıca "Misvak kullanmak hem ağzı temizler hem de Allah'ın hoşnutluğunu sağlar."[105] şeklindeki rivayeti de muallak olarak zikretmiştir. Bu konuda pek çok hadîs vardır. Misvakla ilgili pek çok faydadan bahsedilmektedir:

Ağzı temizler, dişetlerini sağlamlaştırır, oyukları giderir/doldurur, okumaya ve zikre canlılık verir. Misvak kullanmak her vakitte müs­te­hab olup, namaz ve abdest anında daha kuvvetli müste­hab­tır. Ağız kokusunu giderir. Bu husustaki hadislerin geneli ve oruçlunun buna ihtiyacı olmasından dolayı, gerek oruç tutmayan, gerekse oruç tutan kişi için her zaman müste­haptır. Sünen'de Amir b. Rebîa'dan rivâyet edildiğine göre şöyle demektedir: "Allah Resûlü'nü oruçlu iken, sayamayacağım kadar çok misvakla ağzını fırçaladığını gördüm."[106] Buhârî de İbn Ömer'in şöyle dediğini nakletmektedir: "Hz. Peygamber, gündüzün başında ve sonunda misvak kullanırdı."[107]

İnsanlar, oruçlunun zorunlu ve/veya isteyerek ağzını su ile çalkalaması (mazmaza) gerektiğine dair icma etmişlerdir. Maz­maza, misvak kullanmaktan daha önemlidir. Ne kötü koku ile Allah'a yakınlaşmada herhangi bir gaye olabilir ne de ibadetin meşru kılındığı cinsten olabilir. Bu nedenle, Kıyamet gününde oruçlunun ağız kokusunun Allah yanında daha güzel kokacağı zikredilmiştir. Böyle buyrulmasının nedeni, oruçlunun misvak kullanmasını teşvike yöneliktir, yoksa ağız kokusunun devam ettirilmesine teşvik söz konusu değildir.[108]

Misvak kullanmak, Kıyamet gününde, Allah yanında ağız kokusuna engel değildir. Aksine, oruç tuttuğunun bir göstergesi olarak oruçlu, miskten daha güzel kokarak ağız kokusuyla Allah'ın huzuruna gelecektir. Tıpkı yaralının, Kıyamet günü kanıyla ve kokusu da misk kokarak gelecektir. Halbuki dünyada bu kanı gidermekle emredilmişti. Aynı şekilde oruçlunun ağız kokusu, misvakla gitmez, çünkü onun sebebi kalıcı olmasıdır. Bu koku, midede yemek olmayışından meydana gelmektedir. Yemeğin artıkları ancak, diş ve dişetleri üzerine toplandığı zaman gider.

Keza aynı şekilde, Allah Resûlü, ümmetine oruçta müstehab olanlar ile mekruh olanları öğretti. Oruçlunun misvak kullanmasını mekruh addetmedi. O, ümmetinin bunu yaptıklarını biliyordu. Genel, kapsamlı ve etkili kelimelerle ümmetini misvak kullanmaya teşvik etti. Sahabe de Hz. Peygamber'i oruçlu iken defalarca misvak kullandığını görmüşlerdi. Yine o, ümmetinin buna uyacaklarını biliyordu ve onlara hiçbir zaman: "Öğleden sonra dişlerinizi misvakla fırçalamayın." demedi. Açıklamayı ihtiyaç anından sonraya bırakmak yasaktır/uygun değildir. Allah en iyi bilendir.

9. Hz. Peygamber'in Konuşması, Susması,
Gülmesi ve Ağlaması

Hz. Peygamber, Allah'ın yaratıkları arasında en fasih ve en tatlı konuşanı idi. Hz. Aişe der ki: Allah Resûlü, sizin şu konuşmalarınız gibi sözü peş peşe sıralamazdı.[109] Açık bir sözle tane tane konuşur, meclisinde bulunanlar konuştuklarını ezberleyebilirdi. Çoğu zaman iyi anlaşılsın diye sözü üç kez yinelerdi. Uzun zaman susardı. Gereksiz yere konuşmazdı. Söze avurtlarıyla başlar yine onlarla bitirirdi. Konuşmalarında az sözle çok mânâ ifade edecek cümleler kullanırdı. Lüzumsuz konularda konuşmazdı. Yalnızca sevabını umduğu konularda konuşurdu. Bir şeyi beğenmediğinde yüzünden anlaşılırdı. Sözleri ve davranışları arasında aşırı ve çirkin şeyler bulunmazdı; gürültücü ve bağırarak konuşan biri değildi. Gülüşü tebessüm idi. En fazla güldüğünde azı dişleri görünürdü. Gülünecek şeylere gülerdi.

 Gülmesi nasıl kahkaha ile değildiyse, ağlaması da, bağırarak, feryat ederek değildi. Ancak gözleri yaşla dolar, boşalırdı. Göğsünden bir inilti duyulurdu. Ağlaması, bazen ölü­ye merhametinden, bazen ümmeti için korktuğundan ve onlara olan şefkatinden, bazen Allah korkusundan, bazen de Kur'an dinlerken olurdu. Kur'an dinlerken ağlayışı; korku ve haşyet ile dopdolu olan bir özlem, sevgi, saygı ve eşlik etme ağlayışıdır. Oğlu İbrahim öldüğünde gözleri yaşla doldu ve ona olan merhametinden ağladı ve: "Göz yaşla dolar, kalp hüzünlenir. Rabbimizi hoşnut etmeyecek söz sarf etmeyiz. Biz senin için üzülüyoruz, ey İbrahim!" buyurdu. Kızlarından birini ruhunu teslim edeceği zaman gördüğünde de ağladı. İbn Mes'ûd ona Nisâ sûresini okurken "Her ümmetten bir şâhit getirdiğimizde ve seni de (ey Muhammed) bunların aleyhine şâhit getirdiğimizde ne olacak halleri?!"[110] âyetine geldiğinde Allah Elçisi ağladı.[111] Güneş tutulduğunda ağladı ve küsûf namazı kıldı, namazında ağlamaya başladı. Kimi zaman gece namazında da ağlardı.

10. Hz. Peygamber'in Hutbe Okuması

Allah Resûlü, yerde, minber üzerinde, erkek ve dişi develer üzerinde hutbe okumuştur. Hutbe okuduğu zaman gözleri kızarır, sesini yükseltir, sanki bir orduyu uyarıyormuşçasına öfkesi artardı.

Şöyle derdi: "Allah'a hamdden sonra, sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabıdır. En iyi yol, Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan uydurulup dine sokulandır. Dine sonradan sokulan her bid'at sapıklıktır."[112]

Hutbesini Allah'a hamd ederek başlardı. Pek çok fakih ise: Yağmur duası hutbesine istiğfarla, bayram hutbelerine de tekbirle başlardı." deseler de Hz. Peygamber'den bu konuda onları destekleyecek bir tek sünnet bile asla nakledilmemiştir. Onun sünneti bunun aksini, yani bütün hutbelere "Elhamdülillah" ile başlamıştır. Hutbeyi ayakta okurdu. Atâ gibi bir takım tâbiîlerin mürsel rivâyetlerine göre Hz. Peygamber, minbere çıktığında yüzünü cemaate çevirir ve "es-selâmü aleyküm" diye selamlardı. Şa'bî şöyle demektedir: "Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer de böyle yapardı."

Allah Resûlü hutbesini istiğfarla bitirirdi. Çoğu zaman hutbelerinde Kur'an'la vaaz ederdi. Müslim'in Sahîh'inde Ümmü Hişâm bt. Hârise'nin şöyle dediği rivâyet edilmektedir: "Kâf sûresini yalnızca Hz. Peygamber'in dilinden öğrendim. Her cuma minberde halka hitap ederken bu sûreyi okurdu."[113] Ebû Dâvûd, Hz. Peygamber'in şahâdet getireceği zaman şöyle derdi:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım diler, O'ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez. Tanıklık ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Kıyâmet öncesi müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdiği elçisidir. Allah'a ve Resûlü'ne itaat eden doğru yolu bulmuştur. Onlara isyan edense, yalnızca kendisine zarar vermiş olur. Allah'a hiçbir zarar veremez."[114]

Hutbelerinin ağırlıklı konuları şöyleydi: Verdiği nimetleri ve kemal vasıfları sebebiyle Allah'a hamd ve O'nu övme; İslâm'ın temel prensiplerini öğretme; cennet, cehennem ve âhiret hallerini anlatma; Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi emretme; Allah'ın kızdığı ve hoşnut olduğu hususları açıklama.

Muhataplarının ihtiyaç ve faydalarının gerektirdiği her zaman hutbe okurdu. Okuduğu her hutbede mutlaka her iki şahâdeti söyler ve şahâdet esnasında kendini özel ismiyle (Muhammed) anardı.

Hutbe okurken kimi zaman bir sopaya, kimi zaman da bir yaya dayanırdı. İnsanların ihtiyacına göre hutbeyi bazen kısa tutar, bazen de uzatırdı. Bayramlarda kadınlara ayrıca hutbe okur, onları sadaka vermeye teşvik ederdi.

Allah Elçisi'nin Cuma'daki hutbesine bak! Sadece sözün kafiyesine ve karmaşıklığına önem veren ve zaman, mekan ve muhatapların durumlarının dikkate alınmadığı eski hatiplerin divanlarına sıkıca yapışan hatipler bundan ibret alsınlar. Bu hatiplerin, halkın/avamın anladığı ve ruhlarını etkileyen şeyleri söylemeleri gerekir. Kendisinde rehberin en büyüğü, öğüdün en yücesi ve tesirin en kuvvetlisi olan Kur'an'a göre hutbeyi inşa etmede Peygamberlerinin metoduna uysunlar. Okudukları her âyeti ve rivâyet ettikleri her hadîsi açıklasınlar. Ümmetin doğruluğunun kendilerinin doğruluğuna bağlı olduğunu bilsinler. Okudukları her hutbeden Allah katında sorumludurlar. İnsanları etkiledikleri ve insanların da vaazlarından etkilendikleri oranda mükafât alacaklardır. Allah hepimizi ıslah etsin ve müslümanları uyarmak için bizi faydalı ve anlayışlı hatipler yapsın!

 

Ehli Sünnetin Esasları

  بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ ، نَحْمَدُهُ ، وَنَسْتَعِينُهُ ، وَنَسْتَغْفِرُهُ ، وَنَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا ، وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا ، مَنْ يَهْدِهِ اللَّهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِيَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلا تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ.

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَتَسَاءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلا سَدِيدًا . يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا.

أما بعد :

فإن أصدق الحديث كتاب الله ، وخير الهدي هدي محمد ، وشر الأمور محدثاتها ، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة ، وكل ضلالة في النار

"Hamd, ancak Allah (celle celaluhu) içindir. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız. Allah (celle celaluhu) kimi hidayete erdirirse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

Allah (celle celaluhu)'dan başka ibadete layık ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O'nun kulu ve Rasulü'dür.

"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!.." (Ali İmran 3/102);

"Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının! Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten sakının! Şüphesiz Allah sizin üzerinize gözetleyicidir." (en-Nisa 4/1);

"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğrusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (el-Ahzab 3/70-71)

Muhakkak ki, sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulanlardır. (Sonradan uydurulup dine sokulan) her bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir." Bu hadisin ilk bölümü Nesai, Cuma, 24, ayetlerden sonraki kısmı ise Müslim, Cuma, 13 ve diğer hadis mecmualarında nakledilmiştir.

 Mukaddime

Ey Rabbimiz, bizlere tarafından büyük bir rahmet ihsan eyle, işlerimizi kolaylaştır ve hakikate yönelt! Bizleri doğruluk ve iyilikten ayırma.

Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem'e ve O'nun ev halkına salât ve selamlar eyle.

Sonsuz hamd ü senalar olsun O yüce Allah'a ki, dostlarına Celal ve Cemal sıfatlarıyla zuhur edip kendi zatı ve sıfatları hakkında onların kalblerini aydınlatmış, kemal sıfatlarının müşahadesiyle onları kemale erdirip bahtiyar etmiştir. Aynı zamanda Kendisini onlara nice nimet ve lütuflarıyla tanıtmış, kulları içinde o dostlarını ilim ve marifetle seçkin kullar kılmıştır. Böylece onlar da O'nu, eşi ve benzeri olmayan, hiçbir eksiği ve ihtiyacı bulunmayan bir Zat olarak tanımışlar, O'nu zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortakdan tenzih edip birlemişler; O'nu O'nun istediği ve Kitab'ında emredip öğrettiği şekilde tevhid etmişlerdir. Her ne kadar O, haddi zatında Zat'mm künhü ve özü itibariyle hakkıyla bilinemese de, Zat'ına ait sıfatları ve fiilleri hakkında kendi dostlarını haberdar kılıp onları seçkin eylemiş ve bu en mühim konuda ifrad ve tefride düşmekten sağa-sola sapmaktan korumuştur.

Şüphesiz ki kullardan hiç biri, hakkıyla Allah'ı bilip tanıyamaz. Hiç bir kul hakkıyla O'na kulluk edemez! Allah kendisinin bildiği ve Övdüğü gibidir. Nitekim bütün kullara kulluğun kılavuzu olarak gönderilen ve bütün Allah elçilerinin en keremlisi ve en şereflisi kılınan efendimizin mübarek lisanından çıkan' bir mübarek sözde de böyle ifade edilmiştir.

Ancak bu; O'nu zatıyla, zatının künhü ve özüyle tanımak bakımındandır. Yoksa Zatına ait sıfatlar ve fiiller itibarıyla O'nu, O'nun enbiyası ve evliyası tanımakta ve bu tanıyış ile seçkin kılınmış bulunmaktadırlar, İşte bu tanıyış iledirki, başkalarına tanıtmanın kılavuzluğunu da yapmış bulunmaktadırlar. Nitekim Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem'in en büyük ve ebedi mucizesi bulunan yüce kitabımızın nice ayetleri bunun açık delili ve beyanı olduğu gibi, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellemin hadislerinde de bunun örnekleri çoktur.

Sahih bir hadise göre, şöyle buyurmuştur:

"Ey Allah'ım, sen evvelsin, senden evvel bir şey yoktur! Sen ahirsin, senden ahir bir şey yoktur! Sen zahirsin, senden zahir bir şey yoktur! Sen batınsın, senden daha yakın bir şey yoktur." Müslim. Ebu Davud. Tirmizi, 3481

İşte biz, bu ve benzeri dini tabirlere dayanarak inanıyor ve diyoruz ki: Allah evveldir, öyle bir evveldir ki, O'ndan evvel bir şey yoktur; Allah ahirdir, Öyle bir ahirdir ki, O'ndan ahir hiç bir şey yoktur; Allah zahirdir, O'ndan daha zahir hiç bir şey yoktur; Allah batındır, öyle bir batındır ki, O'ndan daha batın, bize ve bütün eşyaya O'ndan daha yakın hiçbir varlık yoktur.

İnanıyor ve diyoruz ki: Allah her şeyi bilir ve hiçbir şey O'na gizli, kalamaz. Allah Hayy u Kayyûm'dur: Diri ve kendiliğinden var olandır. Kendi Zatına ait ezelî bir hayatla diri olup varlığı kendisiyle kaimdir ve diğer bütün varlıkları ayakta tutan da 'O'dur. Ezelî olduğu gibi Ebedîdir de. O'ndan başka ezelî bir varlık bulunmadığı gibi, O'nun yaratmasıyla varlığa kavuşan yaratıklardan Ebedî ve Bakî olan da yoktur. Her mahluk mutlaka ölümü tadıcı ve zevale ericidir yok olucudur.

Evet biz, sünnet ve cemaat ehli müslümanları olarak inanıyor ve biliyoruz ki: Allah aynı zamanda işitici ve görücüdür. Kullarının ihtiyaçları muhtelif ve dilekleri çeşitli olduğu halde O, her bir kulunun her bir ihtiyacını bilmekte, dilek ve duasını işitmektedir. O'nun indinde hiç bir şey, hiç bir şeye perde olmaz. O'na niyaz edenlerin sesleri Ve dilekleri asla birbiriyle karışmaz. O, kullarının ısrarla kendisinden istemelerinden asla usanmaz. O; bütün bunları bilen ve işiten bir Zat olduğu gibi, aynı zamanda karanlık bir gecede mermer bir kaya üzerinde yürümekte bulunan kara karıncanın ayak seslerini de işiten ve görendir. Şüphesiz bundan daha gizli ve güzel olanı da O'nun, bir kulunun kalbinin en küçük hareketini dahi bilmesi ve görmesidir. Kulu, kalben O'na en küçük bir meyil gösterse, O da kuluna güzel kabul yüzünü gösterir. Kulu kalben "Rabbim." dese, O da hemen "buyur kulum" diyerek karşılar. Kulu şayet O'na arka çevirse, kulunu hemen düşmanına havale etmez ve kolay kolay kulunu terketmez. Aksine kuluna son derece merhametli davranır. Zaten kulunun O'na en küçük bir meyil göstermesi, O'nun kuluna olan ikbal ve merhameti neticesindedir.

O'nun kuluna olan ikbal ve merhameti o kadar büyüktür ki, çok şefkatli bir annenin büyük bir şefkat ve merhametle büyütmeye ve korumaya çalıştığı yavrusuna karşı duyduğu merhametten, kıyas edilemeyecek derecede daha çok ve daha fazladır. O'na arka çeviren ve O'nun emrine aykırı giden bir kulu, bu kusuruna pişman olup da tevbe ettiği zaman kulunun bu tevbesinden o kadar sevinir, o kadar razı olur ki; O'nun bu sevinci ve rızası yanında, korkunç bir çölde her şeyini üzerine yüklediği binitini kaybedip de bulamayınca helak olacağına kesin gözüyle bakan bir yolcunun, ölmek üzere uzandığı yerde, bir ara gözünü açtığında kaybettiği binitini başucunda bulunca duyduğu sevinç bir zerre bile değildir...

Elbette kuluna bu derece yakın olan, bu kadar onun iyiliğini isteyen ve kolay kolay kulunu bırakmayan yüce Allah'ın emir ve yasaklarına hiç aldırmayan, Allah'a olan isyan ve tuğyanında ısrar edip hiçbir pişmanlık duymayan ve hiç bir şekilde O'nun rahmet ve rızasına vesile olacak şeylere yanaşmayan, Allah'ın düşmanı olan şeytanla tam bir sulh ve barış içinde bulunan bir kul da, tam helak olmayı haketmiş olur.

Allah'ın kullarına olan rahmet ve ikbalinin böylesine büyüklüğü ve sonsuzluğu karşısında illa da şeytana olan dostluğunda sonuna kadar ısrar eden bir kulun, bu tutum ve anlayışı karşısında bütün insanlar hayretler içinde kalsalar, elbette yeridir. Zaten böylelerinden başka helak olanlar da yoktur.

Doğrusu ben, Allah'ın bütün bu kullarına olan lütuf ve ihsanını, ikbal ve merhametini ruhumun ta derinliğinden duyarak, O'na olan iman ve teslimiyetimi, yine O'nun bana olan müstesna bir nimeti sayarım. O'nun her nevi lütuf ve ihsanlarına karşı acizane O'na hamdler ederim. O'na olan iman ve şahadetimin islamî bir ifadesi bulunan kelime-i şehadetimizi tekrarlayarak iman ve irfanımı tazeler ve yenilerim. Ben şehadet ederim ki: "Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur! Allah birdir, O'nun hiç bir ortağı yoktur! Ö, her bakımdan bir ve eşsizdir! O'nun hiç bir dengi ve benzeri bulunmamaktadır. O, ehad ve samed'dir. Her şey O'na muhtaç, fakat O hiç bir şeye muhtaç değildir."

Ben Allah'ı hem ehadiyet'le (birliğiyle), hem de samediyetle (hiç bir şeye muhtaçsızlığıyla) tevhid ederim. Bir dileğim olduğunda veya başım darda kaldığında, hep O'na yönelir, O'ndan yardım isterim. O'nu bırakıp da haşa mahluklardan herhangi birine teveccüh etmem. Kalbim ve ruhumla, O'ndan başkasına asla sığınmam. O ortağı, eşi, benzeri, misli, niddi ve zıddı bulunmayan yüceler yücesi Rabbime; hiç bir eş ve ortak koşmam. O'nu daima bütün ortaklardan, kusur ve eksikliklerden münezzeh ve mukaddes bilirim. Hep böyle inanır, böyle derim. Amel ve fiillerimde de hep böyle davranır, böyle hareket etmeye dikkat ve gayret gösteririm. Kıldığım namazlarda, ettiğim niyazlarda da hep beni bunda muvaffak kılmasını O'ndan isterim.

Yalnız kendi adıma değil, bütün tevhid ehli kulları adına bunu O'ndan ister, samimi ve şuurlu bir şekilde: "Ey bütün alemlerin Rabbı, Rahman ve Rahîm olan, din gününün yegane Malik'i ve Hakim'i bulunan yüce Allah; bizler ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz. Bizleri doğru yol üzerinde sabit ve daim eyle." diyerek O'na yalvarıp yakarırım.

Hiç şüphesiz, O'nun sevgilisinin ifadesiyle: "Onun verdiğini geri çevirebilecek olan yoktur. O'nun vermediği bir şeyi te'mine güç yetirecek olan da yoktur. Hiç bir kimse O'nun emrine karşı duramaz ve hiç bir varlık O'nun hükmünü geçersiz kılamaz."

Mealen gördüğümüz bu hadis-i şerifte ifadesini bulan bu yüce iman hakikatinin, bir ayi celilede de yine gayet açık bir şekilde ifadesini bulmuş olduğunu görüyor ve bütün bunlarla islamî iman ve tevhidimizi yeniliyoruz. İşte o ayetin meali de şöyledir:

"...Allah bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek olan yoktur! Zaten bütün kulların, O'ndan başka koruyup kollayanları da yoktur.". Ra'd Suresi: 11

Ben yine bütün varlığımla inanır ve derim ki: "Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem  Allah'ın kulu ve rasulüdür." İlahi emirlerin ve hakların yerine getirilmesinin kaimi, davetçisi ve eminidir. Allah'ın yarattığı kulların da en hayırlısıdır. Allah onu alemlere rahmet olarak göndermiş, Allah'a karşı saygılı olanların önderi kılmıştır. Kafirler ise O'nu kendilerîne düşman edinmiş, O'nun getirdiği nuru söndürmek için durmadan çalışıp didinmiştir. Fakat asla O'nun nurunu söndürememişlerdir. Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem ise küfrün ve şirkin kalelerini yıkmış, bütün alemlere hak ve hakkaniyetin, güzelim islamiyetin kahramanı ve hücceti olmuştur.

Evet, bir fetret devresi sonrasında son peygamber olarak gönderilen Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem insanları yolun en doğrusu ve en açığına davet edip kavuşturmuştur. O, Allah'ın elçisi olduğundan Allah O'nun candan sevilmesini, O'na can ü gönülden itaat edilmesini, O'nu büyükleyip haklarına riayette bulunmayı kulları üzerine farz kılmıştır. Cennete giden bütün yolları da O'nun yolundan geçirmiştir. Eğer herhangi bir yol O'nun yoluna uğramadan devam edip gidiyorsa, kesinlikle bilinsin ki o yol çıkmaz yoldur ve asla cennete uğramayacaktır. Yolcularına da hiç bir iyilik ve saadet getirmeyecektir.

Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem, öyle bir Allah elçisidir ki, Allah yüce Kur'an'ındâki "elem neşrah leke" suresini O'nun hakkında indirmiştir. Gerçekten O'nun göğsünü açıp genişletmiş, arkasındaki yükünü indirmiş, O'nun adını ve şanını çok yüce kılmıştır. O'na karşı çıkıp muhalefet edenleri ise alabildiğine alçaltmıştır.

Evet, O öyle bir Allah elçisidir ki, yüce Allah O'nun hakkında: "Ey Rasülüm, senin ömrüne andolsun ki onlar, kendi sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı!" buyurarak and içmiştir. O'nun adını kendi adına yaklaştırıp Kendisi anıldıkça onu da andırmıştır. Nitekim kelime-i şehadetlerde, hutbelerde ve ezanlarda bu hep böyledir.

Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem de, Allah'ın elçisi sıfatıyla Allah yolunda öylesine çalışmış, öylesine mücadele etmiştir ki, hiçbir kimse ve hiçbir kuvvet kendisini bu yoldan çevirememiştir. İnsanlar fevc fevc İslama girip hidayete erinceye, alemler O'nun nuruyla doluncaya kadar mücadelesine devam etmiştir. Sonra daveti tamam olunca da yüce Allah azze ve celle O'nu dünyasından göçürüp yanına almıştır. O da her fanî gibi Allah'ın rahmetine kavuşmuş, Allah'ın kendisi için hazırladığı ilahi lütuf ve nimetlere ermiştir. Kısaca özetlemek gerekirse O; elçilik görevini yerine getirmiş, emaneti eda etmiş, insanlara tebliğ ve nasihatta bulunmuş, Allah yolunda hakkıyla mücahede ederek bütün mücahidlere hakkıyla imam ve önder olmuştur. Neticede Allah'ın dinini hakim kılıp dimdik ayakta tutmuştur. Ahirete göçmezden önce bütün müslümanları, gecesi gündüz gibi aydınlık bulunan bir yola ve dine kavuşturmuştur. Gayet haklı olarak, yüce Kur'an'ımızın da haber verdiği gibi, bu hususta şöyle buyurmuştur:

"İşte benim yolum budur! Ben insanları Allah'a basiretle davet ederim. Ben ve bana uyanlar işte hep böyleyizdir. Allah'ı tenzih ve takdis ederim. Ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim!" Yusuf Suresi: 108

Ben bütün bunlara inanan ve şehadet getiren biri olarak tam bu noktada diyorum ki: Yüceler yücesi Allah, kullarını yaratıp da başıboş bırakmış değildir. Bilakis onları sorumlu ve yükümlü kılmıştır. Onlara emretmiş ve nehyetmiş, emir ve nehiylerini yanlışsız ve eksiksiz olarak anlamalarını ve uygulamalarını onlardan istemiştir. Neticede kimi kazanmış, kimi de kaybetmiştir. Kullarına güzel ve yeterli bir istidat vermiş, ilmin ve amelin imkan ve iktidarını onlara bahşetmiş; kalb, akıl, göz ve kulak gibi uzuvlarla kendilerini donatmıştır.

Bütün bunlar, O'nun kullarına olan büyük nimet ve lütuflandır. Kuluna ise, bu nimetleri veren yüce Rabbine şükür ve kulluk etmek gerekir. Her kim Allah'ın verdiği nimet ve imkanları Allah'a itaat yolunda kullanır, kulluğunun özü ve cevheri ile Allah'ı tanımak ve O'na O'nun kendisini tanıttığı şekilde arif ve alim olmak istikametinde ilerlerse; hem Rabbine şükretmiş, hem de O'nun rızasını kazanmış olur.

Her kim de, Allah'ın kendisine verdiği bu imkan ve nimetleri, kendi nefsinin istek ve arzuları istikametinde kullanırsa, şüphesiz o da dalalet ve hüsran yolunu tutmuş olur. Bir kimse ki yaratanını tanımamış ve O'nun kendisine verdiği imkanları O'nun yolunda değil de, nefsinin arzuları istikametinde kullanmışsa; böylesinin hüsrandan başka nasibi olamaz. Böyle bir kimse sonunda hiç bir kimseye kabahat yükleyemez. Sonunda iman ve amele göre ceza ve mükafatın bulunduğunda ise hiç şüphe yoktur! İşte o hesab ve ceza gününde kul; kendisine verilen akıl, kalb, göz ve kulaktan birer birer sorguya çekilecektir. Her nevi kusur ve eksikliklerden yüce ve münezzeh bulunan yüce Rabbimizin bir ayeti de, bu islami ve ilahi hakikati ne güzel açıklamaktadır:

"Sakın bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, evet bunların hepsi ondan (o yaptığı şeyden) mutlaka sorumludur." İsra Suresi: 36

İnsana bahşedilen çeşitli organların merkezi ve mihveri durumunda olan kalbdir. Kalb; tıpkı askerleri üzerinde her emrini icra eden ve onları kendisine itaat ettiren bir hükümdar gibidir, insanın bütün organlarının ahvali, hareket ve istikameti tamamen kalbe bağlı bulunmaktadır. Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem bu hususu, bir hadislerinde şöyle beyan buyurmuşlardır:

"Haberiniz olsun ki, bir insanın kalbi iyi ve istikametti oldu mu, onun bütün bedeni ve azaları da iyi ve istikametli olur." Buharı, Kitabü'l-lman: 1/19.

Görüldüğü gibi, beden mülkünün meliki, bedenin ve bütün organların merkezi ve emredicisi kalbdir. Beden mülkünde emrini infaz eden kalbdir. Kalbin emri, kasdı ve niyeti olmadıkça bir iş meydana gelmez. Bu itibarla esas sorumluluk kalbe aittir. Bu sebeble iyi ve istikametli, selim ve sıhhatli olmasına ihtimam gösterilecek olan da kalbdir.

İşte bunu bildiği içindir ki Allah'ın düşmanı olan İblis, bütün imkanı ve dikkatiyle insanoğlunun kalbini çeşitli vesveseler, vehimler ve şehvetlerle doldurmak ister. Onu doğru yoldan sapıtabilmesi için pek çok hile ve tuzaklar kurar. Allah'ın kullarını Allah'ın rızası ve tevfıkinden mahrum bırakmak için olanca kuvveti ve şeytanatı ile çalışır durur. Bir kul; devamlı Allah'ın inayet ve hidayetine sığınmadıkça şeytanın hile ve tuzaklarından kurtulamaz. Bunun için bizler devamlı Allah'a sığınmak, Allah'ın rızası ve tevfıkine vesile olan hayırlı ve salih amellere sımsıkı sarılmalıyız. Bütün dikkat ve gayretimizle Allah'a kullukta kusur etmemeye çalışmalıyız, İşte o zaman, bizler de yüce Allah'ın şu fermanındaki kulları katarına katılmış oluruz:

"Ey İblis! Benim Öyle halis kullarım vardır ki, senin onlara karşı bir gücün yoktur! Sen ancak, sana uyan azgınları azdırabilmiş olacaksın." Hicr Suresi: 42

İşte bu ayette Yüce Allah'ın "kullarım" dediği kullar, Şeytan'ın tesir sahasının dışındadırlar. Çünkü onlar alemlerin Rabbına karşı kullukta samimi ve ihlaslıdırlar. Ubudiyet makamının gereklerini gerçekleştirmiş bulunmaktadırlar. Onların kalbleri iman ve tevhid nuruyla nurlanıp şuurlanmış, işleri ihlaslı olmuş, yakın ve tahkikleri de devamlı bulunmuştur. Artık onlar, taklidden kurtulup tahkike ermişlerdir. Allah indinde "mukarrabîn"den (Takva ve ubûdiyyet ile evliya derecesinde) olmuşlardır. Bu sebebten yüce Allah azze ve celle onları bir ayetinde de şu şekilde müstesna kıldırmıştır. Yani kendilerine zarar veremeyeceğini Iblis'e itiraf ettirip onun dilinden bildirerek ederek şöyle buyurmuştur: "Ancak ya Rabbi, kendilerine ihlas verilmiş kulların müstesnadır! Benim onları etkileyip de azdırmam mümkün olmayacaktır." Hicr Suresi: 40.

Ben hiç şüphe etmiyorum ki, bütün amellerin ve hallerin iyi veya kötü oluşlarının esas medarı kalbdir! Kalbdeki kasıd ve niyetin iyi veya kötü oluşudur... Bizler bazen, kişinin kalben ve manen "ölmüş" olduğundan bahsederiz. Aslında bu nedir ve nasıl olmaktadır? Şüphesiz başlangıç, kalblerin düşmanları bulunan şeytanların vesveseleridir.

Bazı kalbler, şeytanî vesveseleri kabullenmekte, sonra bu vesveseler kalblerde meyvelerini vermektedir. Sonra da bu iş ve amel olarak ortaya çıkmaktadır. İş ve amellerin kötü oluşu da tekrar kalbleri karartmaktadır. Yani şeytanların vesvesesi yüzünden kasıd ve niyetlerinde az da olsa bozulmalar meydana gelen gönüller bulunmakta, sonra bu kötü amele dönüşmekte, kötü işler de kalbin fesadına sebeb olmaktadır. Neticede kalb tamamen bozulup kararmakta; hastalık bir diğer hastalığa sebebiyet vererek artmakta ve sonunda kalb ölmektedir. Artık o kalbde, hiç bir hayat ve nur kalmamaktadır. İşte bu kitap akide inancını sağlamlaştıracak ve bozulan kalpler tekrar hayat bulacak.

Akîde kelimesi lügatte: ‘Akd’ kelimesinden alınmıştır. Bu kelime sıkı sıkıya yapışmak, bağlamak, sağlamlaştırmak, kesinlik ve eksiksiz yapmak demektir.

Istılahta ise: Yüce Allah’a kesin şüphesiz bir şekilde ve tevhidin gereklerine uygun olarak iman etmek, Meleklerine, Kitaplarına, Rasûllerine, Ahiret Gününe, hayır ve şerriyle Kadere iman etmek ve dinin esasları kapsamına giren diğer hususlara da iman etmektir.

Nitekim Seleften birçok kimse Sahih Akîdeyi, es-Sunne diye isimlendirmişlerdir. Bununla sapık fırkaların akide ve görüşlerini birbirinden ayırmışlardır. Zira Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’in Akîdesi olan Sahih Akîde; Kur’ân’ın açıklayıcısı olan Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in Sünnet’inden alınmıştır.

Seleften bazıları Akîde hakkında yazdıkları kitaplara es-Sunne ismini vermişlerdir. İmam Ahmed b. Hanbel’in es-Sunne adlı eseri ile İbn Ebî ‘Asım’ın ve başkalarının es-Sunne adlı eserleri bunlardandır.

Yine bazı âlimler de Akîdeye Usûlu’d-Dîn adını vermişlerdir. Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in dini; İtikadîyyât ve Amelîyyât olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Amelîyyât ile kastedilen; namaz, zekât, alışveriş gibi amellerin keyfiyetine dair kurallar ve hükümlerdir. Bunlar; Fer‘îyye veya Fur‘û diye isimlendirilir. Bu da Akîde ilminin Fer‘î’dir. Zira Akîde itaatlerin en şereflisidir ve ameli ibadetlerin kabulü, Akîdenin sahih olmasına bağlıdır. Akîde bozulduğu zaman ibadet kabul edilmez ve ecri de geçersiz olur.

Kulların buna ihtiyaçları herşeyden çoktur. Hiçbir şeyle kıyas edilmeyecek kadar buna zorunlu olarak muhtaçtırlar. Çünkü kalpler rab’lerini, ma’budlarını ve kendilerini yoktan yaratıcılarını isim, sıfat ve fiilleriyle tanımaksızın hayat bulamazlar. Bütün bunlarla birlikte kalplerin herşeyden çok onu sevmeleri gerekir ve bütün gayretleri diğer yaratıklar bir tarafa, sadece O’na kendilerini yakınlaştırmaya yönelik olmalıdır.

Akılların kendi başlarına bunları etraflı bir şekilde bilip, idrâk etmeleri imkânsız bir şeydir. Bundan dolayı aziz ve rahim olan Allah, rahmetinin gereği olarak kendisini tanıtan, yoluna çağıran, çağrılarını kabul edenleri müjdeleyen, kendilerine muhalefet edenleri korkutup uyaran peygamberler göndermiş; onların davetinin anahtarını, risaletlerinin özünü, şanı yüce ma’bûdu isim, sıfat ve fiilleriyle tanımak olarak tesbit etmiştir. Zira risaletin başından sonuna kadar bütün gerekleri bu bilgi üzerine bina edilir.

Sonra bunun arkasından iki önemli esas gelir:

Birincisi kendisine ulaştıran yolun tanımıdır. Bu da emir ve yasaklarını ihtiva eden şeriatidir.

İkincisi kendisine ulaşmalarından sonra bu yolu izleyenlere verilecek olan ebedî nimetleri bildirmektir.

Buna göre insanlar arasında Allah’ı en iyi tanıyanlar kendisine ulaştıran yola en çok uyan ve huzuruna varacakları vakit O’nun yolunu izleyenlerin durumunun ne olacağını en iyi bilen kimselerdir. İşte bundan dolayı yüce Allah, Rasûlüne indirdiklerine "ruh" adını vermiştir. Çünkü gerçek hayat buna bağlıdır. Diğer taraftan hidayet bulmak da O’na bağlı olduğundan ötürü yine bu yolu "nur" diye adlandırmıştır.

Usûlu’d-Dîn ilmi, ilimlerin en şereflisidir. Zira her bir ilim dalının şerefi, konusunun şerefindendir.  Bu ise fer’î hükümlerin fıkhına nispetle en büyük fıkıh, Fıkh-ı Ekber’dir. Bu yüzden İmam Ebû Hanife  dinin Usûlu’d-Dîn ile ilgili sayfalarda topladığı sözlerini Fıkhu’l-Ekber diye adlandırmıştır. Kulların buna olan ihtiyaçları her şeyden çoktur. Her şeyden çok buna zorunlu olarak muhtaçtırlar. Zira kalpler rablerini, mabudlarını ve kendilerinin yoktan yaratıcısını isim, sıfat ve fiilleriyle tanımaksızın hayat bulamazlar. Bütün bunlarla birlikte kalplerin her şeyden çok O’nu sevmeleri gerekir ve bütün gayretleri diğer yaratıklar bir tarafa, sadece O’na kendilerini yakınlaştırmaya yönelik olmalıdır. Bazı âlimler böylece Akîdeye Fıkhu’l-Ekber ismini vermişlerdir. Çünkü Akîde, dinin aslıdır. Amelî fıkıh ise daha önce geçtiği gibi Fıkhu’l-Asgar ve Furu’îh: Küçük Fıkıh ve Dalları diye isimlendirilmiştir. İmam Ebû Hanife de Akîde risalesini Fıkhu’l-Ekber diye isimlendirmiştir.

Ehli Sünnet ve’l-Cemaat:

Onlar, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbeleri ve kıyamet gününe kadar onlara doğru bir şekilde tabi olanlardır.  Onlar, bidat ve hurafelerin şübhesinden uzak, Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde bulunduğu ve ashâbının  üzerinde ittifak ettikleri sahih Akîdeye sarılanlardır.

Ehli Sünnet isminin verilmesinin sebebi, amellerinin; Kur’ân’ın açıklayıcısı olan Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in Sünnet’ine uygun olması ve Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisiyle amel etmelerindendir:

 ‘Benim sünnetime ve benden sonra kendilerine hak yol gösterilmiş olan Raşit halifelerimin sünnetine uyun. Ona hırsla sarılın.’ Tirmizî, 2676,

 

Ehli Sünnet ve’l-Cemaat şeklindeki isimlendirme doğru bir vasıftır. Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olan sahih Akîde mensupları ile Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in yolundan başka yol tutan diğer fırkaları bu vasıf ayırır. Bu fırkalardan olanlar Akîdelerini insanların akıllarından ve Yunan felsefesinden varis oldukları kelam ilminden alırlar. Böylece bu Akîdelerini Allah azze ve celle’ın kelamının ve Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in Sünnet’inin önüne geçirerek, sabit şer‘î nasları reddederler veya sırf bazı beşeri akılların kabul etmediği veya akılların bu nasların delalet ettiği anlamları mümkün görmediği için tevil ederler. Felsefeciler, Kaderîyye, Maturidîyye, Cehmîyye, Mu‘tezile ve bazı görüşlerinde Cehmîyye’yi taklit eden Eş‘ârîler bu fırkalardandır.

   Sünnet:

Sözlükte Sünnet:Sözlükte fiil olarak: “Senne’l-emra” bir işi açıkladı anlamındadır.

Sünnet, ister övülen, ister yerilen olsun izlenen yol ve gidiş anlamındadır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın şu hadisinde bu anlamıyla kullanılmıştır: “Sizden öncekilerin yollarına (senen) karış karış ve arşın arşın uyacaksınız.” (Buharî ve Müslim) Yani din ve dünya ile ilgili yollarını izleyeceksiniz.

Peygamber efendimizin şu hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır: “Kim İslam’da güzel bir sünnet ortaya koyarsa, ona hem o sünnetin ecri, hem de ondan sonra onunla amel edenlerin ecri -onların ecirlerinden bir şey eksiltilmeksizin- verilir. Kim de İslam’da kötü bir sünnet ortaya koyarsa...” (Müslim) yani bir yaşayış şekli, tarzı ortaya koyarsa demektir.

Terim Olarak Sünnet: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ve ashabının ilim, itikad, söz, davranış ve takrir (yapılıp ta itiraz etmedikleri) hususlarda izledikleri yol demektir.

Sünnet aynı zamanda ibadet ve itikadlardaki sünnetler hakkında da kullanılır. Sünnetin karşıtı bid’attir. Peygamber -sallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Gerçek şu ki sizden benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ayrılıklar görecektir. Size benim ve doğru yolda hidayet üzere bulunan halifelerin sünnetine bağlanmanızı tavsiye ederim.” Süneni Ebu Davud

Cemaat: Sözlük anlamıyla cemaat, bir şeyin parçalarını birbirine yaklaştırmak suretiyle, katmak ve eklemek demek olan cem’den alınmıştır. Ben onu cem ettim o da cem oldu, denilir.

Cemaat, içtimâdan türemiştir. Ayrılıp dağılmanın ve ayrılığın zıttıdır.

Cemaat çok sayıdaki insan topluluğu demek olduğu gibi, belli bir maksat etrafında toplanmış bir kesim insan anlamında da kullanılır.

Yine cemaat herhangi bir iş üzere toplanmış olan topluluk demektir.

Terim Olarak Cemaat: Müslümanların cemaati demek olup, bunlar da ashab, tabiîn ve kıyamet gününe kadar onlara güzel bir şekilde uyan, kitab ve sünnet etrafında toplanmış, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın zahiren ve batınen gittiği yolu izleyen bu ümmetin selefi demektir.

Yüce Allah mü’min kullarına cemaat olmalarını, birbirleriyle kaynaşıp yardımlaşmalarını emr ve teşvik etmiş, onlara tefrikayı, ayrılığı ve birbirini boğazlamayı yasaklamıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Allah’ın ipine topluca sarılın ve ayrılmayın.” (Al-i İmran, 3/103);”Siz kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.” (Al-i İmran, 3/105)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz bu ümmet yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunların yetmişikisi ateşte, bir tanesi ise cennette olacaktır ki o da cemaattir.” Süneni Ebu Davud

“Cemaatle birlikte olmaya bakınız, tefrikadan uzak durunuz. Şüphesiz şeytan tek başına kalanla beraberdir. İki kişiden ise nisbeten uzaktır. Kim cennetin geniş yerini istiyor ise o halde cemaatten ayrılmasın.” Ahmed

Yüce sahabi Abdullah b. Mes’ud -radıyallahu anh- da şöyle demiştir: “Cemaat tek başına olsan dahi hakka uygun düşen şeydir.” Lâlekâî, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti Ve’l-Cemaa

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat birtakım nitelik ve özellikleriyle diğerlerinden ayrılırlar. Bunların bazıları şunlardır:

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat ister itikad, ister ahkâm, ister yaşayış bakımından ifrat ile tefrit, aşırı gitmek ile katılık arasında vasat ve itidal üzere olanlardır. O halde bu ümmet diğer ümmetler arasında vasat olduğu gibi, onlar da bu ümmetin fırkaları arasında vasat olanlardır.

Dinin hükümlerini sadece kitab ve sünnetten alırlar. Bunlara gereken önemi verirler. Bunların nasslarına teslim olur ve selef yönteminin gereklerine göre bunları kavrarlar.

Onların, sözlerinin tamamını aldıkları ve ona uymayan herşeyi bir kenara bıraktıkları, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ın dışında tazim ettikleri herhangi bir imamları yoktur. Rasûlullah’ın hallerini, sözlerini ve fiillerini insanlar arasında en iyi bilenler onlardır. Bundan dolayı insanlar arasında sünneti en çok seven, ona tabi olma gayretini en çok ortaya koyan ve bu sünnet ehlini en çok sevenler de onlardır.

Din hususunda düşmanlıkları terkederler, düşmanlık yapanlardan uzak kalırlar. Helal ve haram meselelerinde tartışmayı bir kenara bırakırlar, dinin tamamını esas alır ve kabul ederler.

Selef-i salih’i tazim eder, selef yolunun en esenlikli, ilme en uygun ve en muhkem olduğuna inanırlar.

Tevili kabul etmezler, şeriata teslim olurlar. Bununla birlikte nakli, akıldan (zihni tasavvurlar) öncelikli kabul ederler ve ikincisinin, birincisine boyun eğmesini sağlarlar.

Aynı mesele ile ilgili değişik nassları birlikte ele alırlar ve müteşabih olanları muhkem’in ışığında anlamaya çalışırlar.

Hak üzere sebatları, akide hususları üzerinde ittifak edip, değişip duran kanaatlere sahib olmamaları, ilim ve ibadeti şahıslarında toplamaları, Allah’a tevekkül etmekle birlikte sebeplere yapışmaları, dünya nimetlerini elde ederken dünyaya karşı zâhidâne yaşayışları, korku ile ümit, sevgi ile buğz duygularını birlikte taşımaları, mü’minlere karşı merhametli ve yumuşak olmakla birlikte, kâfirlere karşı ise sert ve şiddetli olmaları, zaman ve mekânın değişmesi ile birlikte değişikliğe uğramamaları suretiyle hakka hidayet eden ve dosdoğru yolu gösteren salihlerin önderleridirler.

Onlar İslam, Sünnet ve Cemaatin dışında herhangi bir isim almazlar.

Sahih akideyi, dosdoğru dini yaymaya, insanlara bunları öğretip, doğruya iletmeye, onlara içten nasihat edip, onların işleriyle ilgilenmeye önem verirler.

İnsanların sözlerine, inançlarına ve davetlerine karşı, insanlar arasında en çok sabredenler, tahammül gösterenler onlardır.

Cemaate ve kaynaşmaya çokça gayret ederler, buna davet eder, insanları buna teşvik ederler. Ayrılıkları ve tefrikayı bir kenara bırakırlar, insanları bunlardan sakındırırlar.

Yüce Allah onları birbirlerini tekfir etmekten korumuştur. Başkaları hakkında da ilme ve adalete uygun olarak hüküm verirler.

Birbirlerini severler, birbirlerine karşı merhametlidirler. Kendi aralarında yardımlaşırlar, birbirlerini tamamlarlar. Ancak dini esaslara bağlı olarak başkalarını dost ya da düşman bilirler.

Özetle ehl-i sünnet ve’l-cemaat, insanlar arasında huyları en güzel olanlar, yüce Allah’a itaat etmek suretiyle nefislerini temizlemeye en çok gayret gösterenlerdir. En geniş ufuklu insanlar, en uzak görüşlüler, başkalarının görüş ayrılıklarına en çok tahammül gösterenler, bunun adabını ve usulünü en iyi bilenler onlardır.

Akîdelerini çoğu zaman heva üzerine kuran şeyhlerinin ve imamlarının görüşlerinden alan Sufîyye, Rafızîyye gibi fırkalar da bunlardandır. Onların sözlerini, Allah azze ve celle’nın kelamının ve insanların en hayırlısı olan Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in  kelamının önüne geçirirler.

Yine bu fırkalardan kimisi Akîdelerini tesis eden ve esaslarını koyarak inşa eden önderlerine nispet edilmiştir. Mesela Cehmîyye; Cehm b. Safvân’a, Eş‘ârîler; Ebû’l-Hasen Eş‘ârî’ye ve Ebadîyye; Abdullah b. Ebâd’a nispet edilerek bu ismi almışlardır. Her ne kadar Eş‘ârî bu Akîdeden dönerek Ehli Sünnet ve’l-Cemaate katılmışsa da taklitçileri onun dönüş yaptığı; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna muhalif olan Akîdesi üzerinde devam etmişlerdir.

Bu fırkalardan kimisi de Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna aykırı olan Akîdevî görüşlerine veya bazı kötü fiillerine nispet edilmişlerdir. Mesela Rafîzîler; Ebû Bekir  ve Ömer’in imamlıklarını inkâr edip onlardan uzak oluşları sebebiyle bu ismi almışlardır. Kaderîyye; kaderi inkâr etmelerinden dolayı, Haricîler; yöneticilere karşı ayaklanmaları sebebiyle bu isimlere nispet edilmişlerdir.

Allah azze ve celle, Ehli Sünneti hata ve yanlıştan korunmuş olan, semadan vahiyle desteklenmiş olan, hevasından konuşmayan, ancak kendisine bildirilen vahiyle konuşan Rasûlüllâh Muhammed b. Abdullah’in Sünnet’inden başkasına tabi olmaktan ve nispet edilmekten korumuştur. Onların es-Sunne’den başka nispet edildikleri bir isimleri yoktur

Bazı âlimler Ehli Sünnet’e, Hadis Ashâbı veya Hadis Ehli ismini vermişlerdir. Zira onlar Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerine gerek rivayet ve gerekse dirayet bakımından önem gösterir, hadislerde gelen akide ve hükümlere tabi olurlar.

Selef kelimesi lügatte; önceki topluluklar demektir. Selefe - Yeslufu denilerek geçmiş kastedilir. ‘Kişinin Selefi’ denildiğinde geçmiş babaları ve ataları kastedilir.

Istılahta ise; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbeleri ve onlara tabi olarak, üstün kılınan üç asırda yaşayıp onların yolunda yürüyen din imamları demektir.

Halef kelimesi lügatte; sonraki demektir ve geçenlerden sonra gelen kimse hakkında kullanılır. Istılahtaki anlamı ise; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in ve sahâbelerinin yoluna Akîde konusunda muhalefet eden; Haricîler, Rafızîler, beşeri aklı, şer‘î nasların önüne geçiren Kelamcılar, Cehmîyye, Mu‘tezile, Eş‘ârîyye, Kaderîyye, Mürcie ve benzerleri gibilerdir.

Ehli Sünnet ve’l-Cemaat; Selefin menheci, metot ve yöntemi üzerinde yürüyenlerdir. Onların önünde Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbeleri, başlarında Raşîd Halifeler olan Ebû Bekir, Ömer, Osman  ve ‘Alî  vardır.

Selefî Sâlihîn’in Akîdesi – Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbelerinin ve onların menheci üzerinde gidenlerin akîdesidir ki bu da- daha önce geçen hadisteki gibi; Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur.

Halef menheci, metot ve yöntemi üzerinde gidenlere ise: Halefî denilmiş ve Halef, bu isimlendirmeyi ikrar etmiştir. Hatta onlardan pek çoğu Halefin mezhebini; önünde Rasûlüllâh’in  sahâbesi olan Selefin mezhebinden daha üstün tutma cüretini göstermişlerdir. İşte bu, onların yolunun Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem’in başında olduğu sahâbelerinin yoluna muhalif oluşunun açık bir itirafıdır. Bu itiraf, Sahih Akîdeden yüz çevirmek olarak yeterlidir.

SÜNNETE UYMAK VE ONUNLA ÇELİŞEN SÖZLERİ TERK ETMEK  HAKKINDA MÜÇTEHİT ÂLİMLERİN GÖ­RÜŞLERİ

 Müçtehit âlimlerin bu konuyla ilgili görüşlerinden ula­şa­bildiklerimizi veya bir bölümünü aktarmamız faydalı ola­cak­tır. Belki bu görüşler, onları hatta daha alt seviyede o­lan­­ları kö­rükörüne taklit eden ve onların mez­heplerine ve gö­rüş­le­rine gökten inmiş açık hüküm ve delil gibi sarılan in­san­la­ra bir nasihat ve uyarı olur. Allahu Teâlâ şöyle bu­yur­mak­tadır: “Rabbinizden size indirilene uyun. O’nu bı­ra­kıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!” A’raf, 3

1- Ebû Hanife

İmam Ebû Hanife Numan b. Sabit’tir. Mezhebinden olanlar, on­dan çeşitli söz ve ifadeler nakletmişler­dir. Hepsi de aynı so­nuca götürmektedir ki, o da, “Hadisle amel etmenin ve imamların ona ters olan görüşlerini terk etmenin vacip olmasıdır.”

1- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” İbn Abidin, “Hâşiye” (1/63), “Resmü’l-müftî, Mecmûatü’r-resâil” (c.1, s.4) ve Şeyh Sâlih Fullânî, “Îkâz’ul-himem” (s.62) ve başkaları nak­letmişlerdir. Ayrıca İbn Abidin “Şerhu’l-hidaye”de, İbnu’l-Hü­ma­m’ın hocası İbnu’ş-Şahna Kebîr’den onun şöyle dediğini nak­le­der:

“H­adis sahih olduğunda, mezhebin görüşüne ters de olsa hadisle a­mel edilir. Bu durumda o kişinin mezhebi, amel ettiği o hadisin hük­mü olur. Hadisle amel etmekle kişi, Hanefî olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebû Hanife’nin “Hadis sahih olduğunda, o benim mez­hebim­dir.” sözü sabit olmuştur. İbn Abdülberrr bu sözü, Ebû Hanife’den ve başka âlim­ler­den rivâyet etmiştir.”

Bu, onların ilim ve takvadaki olgunluklarından ileri gel­mektedir. Çünkü onlar sünnetin tamamını bilmediklerine işaret et­miş­lerdir. İleride geleceği üzere, İmam Şafiî bunu açık bir şekilde dile ge­tir­miştir. Bazen kendilerine ulaşmamış bir sünnete ters görüş beyân et­mişler; fakat bizlere sünnete uymamızı ve o sünneti onların görüşü ve mezhebi olarak kabul etmemizi emretmişlerdir. Allah hepsine rah­met etsin.

2- “Nereden aldığımızı bilmedikçe hiç kimseye bizim gö­rüşümüzle amel etmesi helâl değildir.”

Bir başka rivayette: “Delilimi bilmeyen kimsenin gö­rüş­lerimle fetva vermesi haramdır.” İbn Abdülberr, “İntikâ fî fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ” (s. 145); İbn Kayyim, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/309); İbn Abidin “Bah­ru’r-râik”e yaptığı “Haşiye” (6/293), “Resmü’l-müftî” (s.29,32); Şa’rânî, “Mîzân” (1/55), ikinci rivâyet. Üçüncü rivâyeti ise, Abbas Dûrî, İbn Main’in “Târîh”inde (6/77/1), İmam Züfer’den sahih bir senedle rivâyet etmiştir. Benzer bir söz de Ebû Hanife’nin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid’den rivâyet edilmiştir; bkz. “Îkâz”, s. 52. İbn Kayyim, Ebû Yusuf’tan gelen rivâyetin kesinlikle sahih olduğunu söyler (2/344). “ Îkâz”a yapılan yorumda yer alan fazlalık (s.65), İbn Abdülberr ve İbn Kayyim’den rivâyet edilmiştir.

Delillerini bilmeyenler hakkında müçtehid âlimlerin sözleri böyle ise, görüşlerinin delile muhalif olduğunu bile bile onların sözlerini esas alarak, delile aykırı fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bunun üzerinde düşün. Çünkü bu söz bile tek başına, kör taklidi yıkmaya yeterli belgedir. Bundan dolayı bir taklitçi hoca, delilini bil­meden Ebû Hanife'nin görüşüyle fetva verip de ben onun bu fet­vasını Ebû Hanife'nin yukarıdaki sözüyle reddettiğimde bu sözün ona ait ol­du­ğunu kabul etmemiştir.

Bir başka rivayette: “Çünkü biz insanız. Bugün bir söz söy­ler, yarın ondan vazgeçebiliriz.” şeklinde ziyade vardır.

Bir diğer rivâyette: “Aman ey Yakub (Ebû Yusuf)! Ben­den duyduğun her şeyi yazma. Çünkü ben bu­gün bir görüş di­le getirir, yarın onu terk edebilirim. Yarın bir görüş dile ge­­tirir, öbür gün ise onu terk edebilirim.” Ebû Hanife, çoğu zaman gö­rüş­lerini kıyasa dayandırıyordu. Sonra daha güçlü bir kıyası görünce veya o konu hakkında kendisine Hz. Peygamber’in bir hadisi ulaşınca, hadisi esas alıyor ve önceki görüşünü terk ediyordu.

Şa’rânî “Mîzân” (1/62)’da özetle şöyle demektedir: “İmam Ebû Ha­nife hakkında bizim ve her insaf sahibi insanın kanaati şudur: Şayet o, şer’î deliller derlenip düzenlendikten, bu amaçla hadis hafız­larının çe­şitli bölgelere yaptıkları seyahatler bittikten sonra yaşamış ve bu ha­dislere ulaşmış olsaydı, kesinlikle hadisleri esas alır, hadise ters kıyas­ları terk ederek, hadisle amel ederdi. Bu takdirde diğer mez­heplerde az olduğu gibi onun mezhebinde de kıyas az bulunurdu. An­cak şer’î de­liller, onun döneminde ve tabiûn ve tebeu’t-tabiîn dö­nem­lerinde çeşitli şehir ve bölgelerde dağınık bir hâlde bulunuyordu. Böyle olun­ca, zorunlu olarak, onun mezhebinde kıyas sayısı diğer mezheplere oran­la daha fazla olmuştur. Çünkü kıyas yaptığı meselelerde, diğer müçtehit âlimlerin aksine o delile sahip değildi. Diğer müçtehit âlim­lerin dönemlerinde hadis hafızları çeşitli şehir ve bölgelere yap­tıkları yolculuklar sonunda hadislerin toplama işini bitirmişler ve onları ilmî bir disiplin altında biraraya getirmişlerdi. Böylece toplanan ha­dis­ler, sorunların da çözümünü ge­tirmişti. Kıyasın sayısının onun mez­he­bin­de çok, diğer müçtehit­lerin mezheplerinde ise az olmasının nedeni bu­dur.”

Bu bilgilerin büyük bir bölümünü Ebü’l-Hasenât, “Nâfiu’l-kebîr” ad­­lı kitabında nakletmiş (s.135) ve bunu açıklayıcı ve destekleyici bil­gi­lerle zenginleştirmiştir. Dileyen oraya baksın.

Eğer Ebû Hanife’nin bazı sahih hadislere muhalif fet­va vermesinin ardındaki özrü bu olunca -kaldı ki bu kesinlikle geçerli bir özürdür; çünkü Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle so­rumlu tutmaz- bazı cahillerin yaptığı gibi bu konuda onu eleştirip, kö­tü­­lemek doğru olmaz. Aksine ona karşı daha terbiyeli olmak gerekir. Çünkü o, bu dinin korunmasına ve bize kadar ulaşmasına sebep olan büyük âlimlerden biridir. Ayrıca hata da etmiş, doğruya da ulaşmış ol­sa her halükarda sevap kazanmıştır. Ona saygı duyanların, onun, sa­hih hadislere ters olan görüşlerine bağlı kalmaya devam etmeleri de doğ­ru değildir. Çünkü belirlediği genel prensibe göre, sünnete ters bu görüşler onun mezhebi değildir. Onlar bir tarafta, bunlar bir tarafta; hak ise onlarla bunların arasındadır. “Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr, 10)

 

3- “Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.” Fullânî, “Îkâz” s.50. Bu görüşü İmam Muhammed’e nisbet etmiş ve şöyle demiştir:

“Elbetteki bu ve benzeri sözler müçtehit âlimler için söylenmemiştir. Çün­kü müçtehit âlimin bu konuda onların görüşlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu görüş, mukallitler hakkında geçerlidir.”

Şa’rânî “Mîzân”da bu söze istinaden şöyle demiştir (1/26): “Şayet müçtehit âlim vefat ettikten sonra, sahih olduğu ve onun bunlarla amel etmediği belli olan hadisleri ne yapayım? dersen, bu­na şöyle cevap verilebilir: Senin hadislerle amel etmen gerekir. Çün­kü mezhep imamın, bu hadislere ulaşsa ve bunlar onun kriter­le­ri­ne göre sahih olsaydı, kesinlikle sana bunlarla amel etmeni emre­der­di. Çünkü imamların hepsi dine ileri derecede bağlıdırlar. Bu şekilde ya­pan hayrı iki eliyle avuçlamış olur. “Mezhep İmamımın amel etme­diği bir hadisle ben amel etmem.” diyen kimse, pek çok hayrı  elinden kaçırmış olur. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğununun durumu böyledir. Halbuki onlara düşen, mezhep imamlarının vasiyetlerini yeri­ne getirerek onlardan sonra, sahih olduğu belli olan her hadisle amel etmektir. Biz şuna inanıyoruz ki, onlar yaşasalar ve kendi­lerin­den sonra sahih olduğu anlaşılan ha­disleri elde etselerdi, kesinlikle hadis­leri esas alarak, gereğiyle amel eder­ler ve yapmış oldukları bütün kı­yas­ları ve ileri sürmüş oldukları tüm görüşleri bırakırlardı.

2- Malik b. Enes

İmam Malik şöyle demiştir:

1- “Ben bir insanım; doğruya ulaştığım da olur, yanıldı­ğım da olur. Be­nim görüşlerime bakın; onlardan Kitap ve Sün­­net’e uyanları alın, onlara uymayanları bırakın.” İbn Abdülberr, “Câmi” (2/32). Ondan naklen İbn Hazm, “Usûlü’l-ahkâm” (6/149). Ayrıca bkz. Fullânî (s. 72).

2- “Allah Rasûlü (s.a.v.)’nden başka herkesin sözü alınır da, terk edilir de. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) bunun dışın­dadır.” Bu sözün İmam Malik’e ait olduğu, sonradan gelen âlimler arasında meş­­hurdur. İbn Abdülhâdî, “İrşâdü’s-sâlik” (1/227) adlı kitabında bu sö­zün ona ait olduğunu doğrulamıştır. İbn Abdülberr “Câmi” (2/ 91)’de, İbn Hazm “Usûlü’l-ahkâm” (6/145,179)’da bunu Hakem b. Uteybe ile Mücahid’in sözü olarak nakletmişlerdir. Takıyuddin es-Sub­kî de “Fetâvâ” (1/148)’da bunu İbn Abbas’ın sözü olarak nakletmiş ve çok güzel bir söz olduğunu dile getirerek, şöyle demiştir:

“Bu sözü İbn Abbas’tan Mücahid, o ikisinden de İmam Malik almıştır. Daha sonra onun sözü olarak meşhur olmuştur.”

Sonra da onlardan İmam Ahmed almıştır. Ebû Davud “Me­sâilu’l-İmam Ahmed” (s. 276) adlı kitabında şöyle der: “Ahmed’in şöy­le dediğini işittim: Hz. Peygamber (s.a.v.) dışında her insanın bazı gö­rüşleri alınıp, bazı görüşleri terk edilebilir.”

3- İbn Vehb şöyle demiştir: İmam Malik’e, abdest alır­ken ayak parmaklarının aralarını yıkama meselesi sorulduğunda şu ce­vabı verdiğini duydum: “Bu, insanlar için, yap­ma­ları zo­runlu olan bir şey değildir.” İnsanlar çevresinden dağılın­ca­ya kadar bekledim. Sonra ona: “Bu konuda biz­de bir sün­net var.” dedim. “Nedir o?” dedi. Dedim ki: “Leys b. Sa’d, İbn Lehia ve Amr b. Haris’in bize haber verdiğine göre; Yezid b. Amr Meâfirî, Ebû Abdurrahman Hu­bu­lî’­den Müstevrid b. Şeddad’ın şu sözünü nakletmiş­tir: “Allah Rasûlü’nü (s.a.v.) serçe parma­ğıyla ayak parmak­larının arasını ovalarken gördüm.” İbn Vehb şöyle dedi: [Malik dedi ki:] “Bu hasen bir hadistir, ilk defa şimdi duyuyorum.” Artık kendi­sine bu mesele sorulduğunda, insanlara parmak aralarını ovalamayı emrettiğini duydum. İbn Ebû Hatim, “Cerh ve’t-ta'dil” isimli kitabının önsözü (s. 31, 32). Bey­hakî “Sünen”de (1/81)’de bunu tam olarak rivâyet etmiştir.

3- İmam Şafiî

İmam Şafiî’ye gelince; bu konuda ondan gelen nakiller daha fazla ve daha güzeldir. İbn Hazm şöyle demiştir (6/118): “Taklit edilen fakihlerin bizzat ken­di­leri taklidi kabul etmemişlerdir. Onlar, öğrencilerini taklitten sa­kın­dır­mışlardır. Bu hususta en fazla titizlik gösteren de İmam Şafiî’dir. Çün­kü o, sahih hadislere uyma ve hadislerin gereğince amel etme ko­nu­sun­da kimsenin ulaşamadığı seviyeye ulaşmış ve tümüyle taklit edil­mekten de uzak olduğunu açıkça ilan etmiştir. Allah bu davranışından dolayı onu mükâfatlandırsın ve sevabını ona bol bol versin. O birçok hay­rın sebebiydi.”

Şafiî mezhebinin müntesip­leri, bu nakillerle en fazla ve en iyi şekilde amel eden in­san­lar olmuşlardır. Bu konudaki sözlerinden bazıları şunlar­dır:

1- “Her insana Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) istisnasız tüm sünneti ulaşmamıştır. Dile getirdiğim görüşlerde ve belirle­di­ğim prensiplerde, Allah Rasûlü’nün sünnetine aykırı bir durum varsa, bu durumda Allah Rasûlü’nün hadisi, benim gö­rüşümdür.” Hâkim bunu İmam Şafiî’ye ulaşan bir rivâyet zinciri ile rivâyet etmiştir. Bkz. İbn Asâkir, “Târîhu Dımaşk” (15/1/3); “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 363-364) ve “Îkâz” (s.100).

2- “Müslümanlar şu konuda ittifak etmişlerdir: Allah Rasûlü’nün  (s.a.v.) sünneti açıkça belli olduktan sonra onu baş­ka birinin sözü için terk etmesi helâl değildir.” İbn Kayyim (2/361); Fullânî (s.68).

3- “Kitabımda Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünnetine ters bir şey bulursanız, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) sünnetiyle amel edin; benim görüşümü bırakın.” (Bir başka rivayette: “Ona uyun; başkasının sözüne itibar etmeyin.”) Herevî, “Zemmü’l-kelâm” (3/47/1); Hatîb, “İhticâc bi’ş-Şâfiî” (8/ 2); İbn Asâkir (15/9/1); Nevevî “Mecmû” (1/63); İbn Kayyim (2/ 361); Fullânî (s.100). Diğer rivâyet için bkz. Ebû Nuaym “Hilye” (9/107); İbn Hibbân “es-Sahîh” (3/284 - İhsân) sahih bir senedle.

4- “Hadis sahih olduğunda, o benim mezhebimdir.” Nevevî, a.y.; Şa’rânî (1/57) (Bu sözü, Hâkim ve Beyhakî’ye dayan­dır­mış­tır); Fullânî (s.107). Şa’rânî şöyle demiştir: “İbn Hazm şöyle dedi: “Yani hadis, ona veya başka âlimlere göre sahih olduğunda.”

Onun bu açıklamasının hemen ardından gelen sözü, bu an­lamı açıkça dile getirmektedir. Nevevî özetle şöyle der: “Mezhep kitaplarından bilindiği üzere mezhebimizin âlimleri, tesvib meselesinde ve hastalık özürüyle ihramdan çıkmanın şart koşulması hususunda bununla amel etmişlerdir. Mezhep âlimlerimizden hadisle fetva verdiği bildirilenlerden ikisi şunlardır: Ebû Yakub Buveytî, Ebü’l-Kasım Dârekî. Bu sözle amel eden muhaddis âlimlerimizden biri de İmam Ebû Bekr Beyhakî’dir. Bu sözü kullanan daha başka muhaddis âlimlerimiz de vardır. Mezhebimizin ilk âlimlerinden bir grup, bir me­selede Şafiî’nin mezhebi hadisle çeliştiğinde hadisi esas alır ve onunla amel eder ve “Şafiî’nin mezhebi, hadise uygun olandır.” diyerek hadi­sin gereğince fetva verirlerdi.

Şeyh Ebû Amr şöyle demiştir: “Şafiîlerden biri kendi mezhebine ters düşen bir hadisle karşılaştığında bakar: Şayet mutlak olarak veya sadece o konuda yahut meselede içtihat etme şartları onda tam ola­rak mevcutsa, bağımsız olarak o hadisle amel eder. Fakat bu şartlar onda tam olarak bulunmuyorsa ve hadise muhalefet için kalbi tatmin edecek bir cevabı bulunmayıp, bu yüzden hadise muhalefet etmek ona ağır geliyorsa, İmam Şafiî’den başka bir âlim de o hadisle amel et­miş­se, o da onunla amel eder. Bu durum, kendi imamının mezhe­bini bırakma hususunda onun için mazeret kabul edilir. Bu söylediği, bilinen güzel bir şeydir. Allah daha iyi bilir.”

Burada İbn Salâh’ın değinmediği başka bir mesele var.

O da şudur: Bu kimse, hadisle amel eden birini bulamazsa, bu du­rum­da ne yapacaktır? Takiyyüddin es-Subkî: “Ma’nâ kavli’ş-Şafiî izâ sahha’l- hadîs” (c.3, s.102) isimli kitabında bu soruya şu cevabı ve­ri­yor:

“Bu durumda en doğru olan, hadisle amel etmektir. İnsan kendini Hz. Peygamber’in huzurunda ve hadisi ondan işittiğini kabul etmelidir. Böyle olunca, hadisle amel etmekten geri kalabilir mi? Allah’a yemin olsun ki, hayır… Herkes anladığı kadarıyla amel et­mek­le mükelleftir.”

Bu konuda geniş bilgi ve araştırmayı, “İ’lâmu’l-muvakkiîn” (2/ 302, 370) ve Fullânî’nin “Îkâzü himemi uli’l-ebsâr li’l-iktidâi bi-seyyidil-muhâcirîn ve’l-ensâr ve tahzirihim ani’l-ibtidâi’ş-şâi fi’l-kurâ ve’l-emsâr min taklîdi’l-mezâhib maa’l-hamiyyeti ve’l-asabiyyeti beyne fukahâi’l-a’sâr” adlı kitabında bulabilirsin. Bu, alanında eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin anlayarak ve üzerinde titizlikle düşünerek bu kitabı oku­ması gerekir.

5- “Siz  hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Sahih hadis olduğunda onu bana bildirin. Kûfeli, Basralı veya Şamlı, hangi diyardan olursa olsun, sahih olduğunda ona gideyim.” Burada hitap İmam Ahmed b. Hanbel’edir. Bkz. İbn Ebû Hâtim “Âdâ­bü’ş-Şâfiî” (s.94-95); Ebû Nuaym “Hilye” (9/106); Hatîb “İhticâc biş-Şâfiî” (8/1); ondan naklen İbn Asâkir (15/9/1), İbn Abdülberr “İntikâ” (s.75); İbnü’l-Cevzî “Menâkibü’l-İmâm Ahmed” (s.499); Herevî (2/47/2). Bunlar, üç ayrı senedle Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’in, ba­ba­sından, İmam Şâfiî’nin böyle dediğini naklettiğini rivâyet etmiş­lerdir. Bu sözün İmam Şâfiî’ye ait olduğu doğrudur. Bu yüzden İbn Kayyim “İ’lâm” (2/325) ve Fullânî “Îkâz” (s.152)’de bu sözün İmam  Şâfiî’ye ait olduğunu kesin bir şekilde dile  getirmişler ve şöyle demişlerdir:

     “Beyhakî şöyle demiştir: Bu yüzden İmam Şafiî çoğunlukla hadisi esas almıştır. O, Hicazlıların, Şamlıların, Yemenlilerin ve Iraklıların il­mini kendisinde toplamıştır. Birini diğerine kayırmaksızın ve kendi bel­desindeki halkın mezhebine meyletmeksizin, kendine göre sahih olan hadisleri almış ve onlarla amel etmiştir. Hakikat, başkasının veya ken­disinden önce yaşamış olup da sadece belde halkının mezhebiyle ye­tinip, muhalif olduğu hadislerin sağlamlık derecesini öğrenmek için gayret göstermemiş olan âlimlerin görüşlerinde ortaya çıkmış olsa da durum aynıdır. Allah bizi de, onu da bağışlasın.”

 

6- “Hadis âlimleri tarafından benim görüşlerime aykırı ola­rak sahih hadis rivayet edilecek olursa, ben hadise mu­halif o görüşlerimden sağlığımda da, öldükten sonra da vaz geçtim.” Ebû Nuaym, “Hilye” (9/107), Herevî (47/1), İbn Kayyim, “İ’lâ­mü’l-muvakkiîn” (2/363), Fullânî (s.104).

7- “Hz. Peygamber’den (s.a.v.) sabit olan sahih bir ha­dise rağmen benim ona ters bir söz söylediğimi görürseniz bilin ki, aklım gitmiştir.” İbn Ebû Hâtim, “Âdâbü’ş-Şâfiî” (s. 93); Ebû’l-Kâsım es-Semerkandî, “Emâlî”; ondan nakille Ebû Hafs Müeddib, “Müntekâ” (1/234); Ebû Nuaym “Hilye” (9/106) ve İbn Asâkir (15/10/1) sahih senedle rivâyet etmiştir.

8- “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisine muhalif olan bütün söz ve görüşlerimde, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisi uyulmaya daha layıktır; beni taklit etme­yin.” İbn Ebû Hâtim (s.93); Ebû Nuaym ve İbn Asâkir (15/9/2) sahih bir se­nedle rivâyet etmiştir.

9- “Benden duymamış olsanız dahi Hz. Peygamber’den rivayet edilen her hadis benim görüşümdür.” İbn Ebû Hâtim (s.93-94).

4- Ahmed b. Hanbel

İmam Ahmed’e gelince; o, müçtehit âlimler arasında en fazla hadis toplayan ve onlara en çok bağlanan kişidir. Hadise bağlılıkta o kadar ileriydi ki, dinin ayrıntı ve reyle ilgili konularında kitap kaleme alınmasını hoş görmezdi.” İbnü’l-Cevzî, “Menâkıb” (s.192).

O, hadise bağlılık hususunda şöyle demiştir:

1- “Beni taklit etme. Malik’i de, Şafiî’yi de, Evzaî’yi ve Sev­rî’yi de taklit etme. Onlar bilgiyi nereden aldılarsa, sen de oradan al.” Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302).                        

Bir başka rivâyette şöyle demiştir: “Dininde bun­­lardan hiç kimseyi taklit etme. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) ve asha­bından ne gelmişse, onu al ve onunla a­mel et. Onlardan sonraki nesil olan tâbiûndan gelenlere gelince, kişi onların görüşleriyle amel edip etmemekte ser­besttir.”

Bir keresinde de şöyle demiştir: “İttibâ, kişinin, Hz. Pey­gamber’den (s.a.v.) ve ashabından gelene tâbi olması­dır. Tabiûndan sonra kişi, dilediğine tâbi olmakta serbest­tir.” Ebû Davud, “Mesâilü’l-İmâm Ahmed” (s.276-277).

2- “Evzaî’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü... Bunların tümü birer görüşten ibarettir ve bana göre hepsi eşittir. Delil sadece eserlerdedir.” İbn Abdülberr, “Câmi” (2/149).

3- “Kim Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) hadisini kabul et­mez­se, o helâkın eşiğindedir.” İbnü’l-Cevzî (s.182).

İşte bunlar, müçtehit âlimlerin sünnete sarılmayı emre­den ve kendilerini basiretsiz bir şekilde taklit etmeyi yasak­layan sözleridir. Bunlar yorum ve tartışma kabul etmeyecek derecede gayet açık ve net sözlerdir. Bundan dolayı, sün­netle sabit olan bir şeyi yapan kimse, böyle yapmakla o ko­nuda kendi mezhep imamının bazı görüşlerine aykırı düşse dahi, onun mezhebinden ve yolundan çıkmış olmaz. Tam aksine müçtehit imamların hepsine birden tâbi olmuş ve kop­ması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. An­cak müçtehit âlimlerin görüşlerine aykırı olmasından ötürü, sabit sünneti terk eden kimsenin durumu bundan fark­lıdır; o, âlimlere karşı gelmiş ve onların yukarıda geçen sözle­rine aykırı davranmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaş­mazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” Nisa, 65.

“Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başla­rına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” Nur, 63.

Hafız İbn Receb (rah.a.) bu konuda şöyle demiştir:

“Kendisine, Rasûlullah’ın (s.a.v.) emrinin ulaştığı ve onu bilen her insanın yapması gereken ve onun hakkında vacip olan şudur: İleri gelen bir âlimin görüşüne aykırı olsa dahi bu emri halka duyurup açıklamak ve onlara öğüt verip, Hz. Pey­gamber’in emrini yerine getirmelerini emretmek.

Çünkü Allah Rasûlü’nün emri, yüceltilmeye ve uyul­ma­ya, bazı konularda yanılarak sünnete aykırı düşebilen herhangi bir büyük âlimin görüşünden daha lâyıktır. Bu se­bep­le sahâbîler ve onlardan sonra gelen nesiller, sahih sünnete aykırı davranan herkesi eleştirmişler ve bazen bu eleştirinin dozunu çok yükseltmişlerdir. Bu tutumu babalarına ve âlimlerine karşı da gös­termişlerdir. Nitekim Tahâvî “Şerhu Meâni’l-âsâr”da (1/372) ve Ebû Ya’lâ da “Müsned”inde (3/1317) ravileri güvenilir olan sahih bir se­nedle Sâlim b. Abdullah b. Ömer’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

“Mes­cidde İbn Ömer’le oturuyorduk. Derken Şamlılardan bir adam geldi ve ona temettü haccını sordu. İbn Ömer: “Bu, güzel bir şeydir.” dedi. Adam: “Fakat baban bunu yasaklıyordu.” dedi. İbn Ömer ada­ma: “Yazıklar olsun sana! Babam bunu yasaklamış olabilir; ama Re­sû­lullah (s.a.v.) bunu yapmış ve yapılmasını emretmiştir. Şimdi sen Re­sû­lullah’ın emrine mi yoksa babamın yasağına mı uyarsın?” karşı­lığı verdi. Adam: “Resûlullah’ın emrine uyarım.” dedi. İbn Ömer: “Ar­tık git.” dedi. Bu rivâyetin bir benzerini de İmam Ahmed (Hadis no: 5700) rivâyet etmiştir. Tirmizî de “Şerhü’t-Tuhfeti” (2/82) bunu rivâyet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asâkir (1/51/7) de İbn Ebû Zi’b’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Sa’d b. İbrahim (yani Abdur­rah­man b. Avf’ın oğlu), bir adam hakkında Rebia b. Ebû Abdur­rah­man’ın görüşüyle hüküm verdi. Bu hüküm adamın aleyhine idi. Ben ona, Resûlullah’tan, bu hükümle çelişen bir hadis aktardım. Bunun üzerine Sa’d, Rebia’ya: “Bu İbn Ebû Zi’b’tir. Bana göre güvenilir bir ravidir. Ba­na, Resûlullah’tan, verdiğim hükmün aksine bir hadis nakletti.” De­di. Rebia ona: “Sen içtihat ettin ve hükmün geçerli oldu.” dedi. Sa’d ise: “Ne acayip durum! Ben Resûlullah (s.a.v.)’ın hükmününü bı­ra­ka­ca­­ğım, Sa’d’ın hükmüyle hükmedeceğim, öyle mi?! Bilakis Sa’d’ın hük­­münü bırakıyor ve Resûlullah (s.a.v.)’ın hükmüyle hükme­diyo­rum.” dedi. Ardından davayı yazdığı kağıdı getirterek, onu yırttı ve a­da­­mın lehine hüküm verdi.”

Bunu ise, o insan­lara kin ve nefret duydukları için yapmamışlardır. Aksine onlar, sevip, de­ğer verdikleri insanlardır. Ancak gönülle­rinde Hz. Peygam­ber’in sevgisi daha ileri ve onun emri bü­tün yaratıkların emrinin üstündedir. Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) emri ile başkalarının emri çatışınca, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) emri öne alınıp uyulmaya daha lâyıktır. Yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olsa bile, Allah Rasûlü’nün emrine muhalif görüş bildiren âlimlere duyu­lan sevgi ve saygı, Hz. Peygamber’in emrine uymaya engel olamaz. Bilakis o bu içtihadından dolayı ecir alacaktır. Çünkü Resûlullah (s.a.v.): “Hakim için, içtihat ederek meseleyi veya davayı inceleyerek hüküm verip isabet ettiği zaman iki ecir, yanıldığı zaman bir ecir vardır.” buyurmuştur. Bu hadisi Buhârî, Müslim ve başkaları ri­vâyet etmiştir.

Aksine yanlış içtihadının sorumluluğu bağışlanmış olan o âlimler, Allah Ra­sûlü’nün (s.a.v.) görüşüyle çeliştiği zaman kendi görüşle­rinin ak­sine hareket edilmesini çirkin görmemişlerdir.

Diyorum ki: Mademki yukarıda geçtiği üzere münte­sip­lerine bunu emretmişler ve kendilerinin sünnete aykırı görüşlerini terk etmeyi gerekli kılmışlarken, kendi görüşleri­nin aksine hareket edilmesini ne diye çirkin görsünler? Hatta İmam Şafiî kendi müntesiplerine, kendisi onu alma­mış veya aksini almış olsa bile sahih sünneti kendisine at­fet­me­le­rini emretmiştir. Araştırmacı büyük âlim İbn Dakik İyd, dört imamdan herbirinin sahih hadise teker teker ve topluca muhalif olan görüşlerini çok büyük bir cilt hâlinde bira­ra­ya getirdiği kitabının önsözünde şöyle der:

“Bu meseleleri müçtehit âlimlere atfetmek ha­ramdır. Onları taklit eden fakihlerin, bunları onlara atfederek ken­di­lerine iftirada bulunmamaları için bu meseleleri bilmeleri ge­reklidir.” Fullânî (s.99).

 MEZHEB İMAMLARINA İTTİBA EDENLERİN SÜNNETE UYMAK İÇİN ONLARIN BAZI GÖRÜŞLERİNİ ALMAMASI

Bütün bu sebeplerden dolayı, müçtehit âlimlere bağlı olanlar (“(Onların) çoğu önceki ümmetlerden, birazı da sonrakilerdendir Vakıa, 13-14), bağlı oldukları âlimlerin görüşlerinin hep­sini almamışlardır. Aksine onların pek çok görüşünü, sünnete aykırı olduğu anlaşılınca terk etmişlerdir. Hatta Al­lah her ikisine de rahmet etsin, İmam Muhammed b. Ha­san ve İmam Ebû Yusuf, “Hanefi mezhebinin üçte biri ka­dar konuda” hocaları Ebû Hanife’ye ters düşmüşlerdir. Fık­hın ayrıntı meselelerini konu edinen kitaplar, bu durumu açıkça ortaya koyan belgelerdir. İmam Şafiî’nin yolunu izle­yen Müzenî ve başkaları için de benzer sözler söylenmekte­dir. Bunların örneklerini aktarmak, sözü uzata­cağı gibi bizi anlatımı kısa tutma hedefimizden de saptırır. Bu nedenle sadece iki örnek vermekle yetineceğiz:

1- İmam Muhammed “Muvatta” adlı kitabında şöyle der (s.158): “Ebû Hanife’ye gelince, Allah ona rahmet et­sin; ona göre, yağmur duasında namaz yoktur. Bize göre ise; imam cemaate iki rekât namaz kıldırır, dua eder ve cüb­besini ters giyer.”

2- İmam Muhammed’in arkadaşlarından  ve İmam Ebû Yusuf’un öğrencilerinden İsam b. Yusuf Belhî. “O  da çoğunlukla Ebû Hanife’nin görüşlerinin tersine fetva veri­­yordu, çünkü onun delilini bilmiyordu. Başkasının deli­lini görüyor ve o delil gereğince fetva veriyordu.” Bu se­beple “rükûya giderken ve rükûdan doğrulurken ellerini kaldırı­yor­du.”

Nitekim Allah Rasûlü’nden (s.a.v.) gelen mütevatir sün­nette de durum budur. Bu yüzden üç imamın bu sünnete mu­­halif görüş bildirmiş olmaları, onu bu sün­netle amel et­mekten alıkoymamıştır. Yukarıda geçtiği üzere, dört mez­hep imamının ve başka âlimlerin de tanıklıklarıyla, her bir müslümanın yapması gereken de işte budur.

Özetleyecek olursak; mezhep müntesiplerinden hiç kim­senin bu kitabın metodunu kötüleme ve mezhebe mu­halif olduğu iddiasıyla içindeki sünnetlerden istifadeyi terk etme yönünde bir girişimde bulunmayacağını umarım. Bilakis müçtehit imamların, sünnetle amel etmenin vacip olduğuna ve sünnete muhalif görüşlerinin terk edilmesine dair yukarıda geçen sözlerini hatırına getirmesini dilerim. Şunu bilsin ki, bu metodu kötülemek, hangisi olursa olsun, taklit ettiği imamı kötülemesi demektir. Zira biz yukarıda da açıkladığımız üzere bu metodu onlardan al­dık. Kim, bu yol­da onların yol göstericiliğin­den yüz çevi­rirse, o büyük bir teh­likeyle karşı karşıyadır. Çünkü bu tavır beraberinde, sün­net­ten yüz çevirmeyi getirir. Halbuki bize, anlaşmazlık duru­munda sünnete başvurmamız ve onun hükmüne tes­lim olmamız emredilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çı­kan anlaşmazlık hu­su­sunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükmü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş ol­mazlar.” Nisa, 65

Allah’tan, bizleri, haklarında şöyle buyurduğu kulların­dan yapmasını niyaz ederim: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlü'ne davet edildiklerinde, müminlerin sö­­zü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleridir. İşte asıl bun­lar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve Rasûlü'ne ita­at eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” Nur, 51-52.

Ey Rabb'imiz. Bize dünyâda da bir güzellik ver, âhirettede bir güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru”(Bakara: 201).

“Ey Rabb 'imiz! Hesâb günü, ayağa kalkacağımız gün bana, ana ve babama ve bütün imân edenlere mağfireteyle” (İbrâhîm:41).

        Velhamdulillahi Rabbil Alemin Vesselâtü Vesselâmü Alâ Rasûlünâ Muhammed'in Ve Alâ Âlihî Ve Sahbihî Ecmaîn

Ehli Sünnetin Esasları -  İmam Ahmed Bin Hanbel

Ebu Ya’la el Hanbeli der ki; “Bu (kitabı) aramak için Çin’e bile yolculuk yapılsa, yine az gelirdi.”

İmam Ahmed r.a. dedi ki; “İndimizde sünnetin esasları şunlardır;

1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve ashabının üzerinde bulundukları şeye sıkı sarılmak

2- Onlara uymak

3- Bidatleri terk etmek

4- Her bidati dalalet (sapıklık) olarak bilmek

5- Heva ehli bidatçilerle tartışmayı ve onlarla oturmayı terk etmek.

6- Dînî hususlarda çekişmeyi, tartışmayı ve düşmanlığı terk etmek

7- Bize göre sünnet; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilenlerdir.

8- Sünnet, Kur’an’ı tefsir eder ve Kur’an’ın delilidir.  

9- Sünnette kıyas olmaz, ona darbı mesel yapılmaz, heva ve akıllar onu tam olarak kavrayamaz. Şüphesiz bu ancak tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir.

11- Sünnetin gereklerinden bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun ehlinden olamaz.

12- Kadere hayrı ve şerri ile iman etmek, bu konudaki hadisleri tasdik etmek, onlara inanmak gerekir. “niçin?” “nasıl?” diye sorulmaz. Ona iman ve tasdik ancak budur. Hadisin açıklamasını bilmeyen, ona akıl erdiremeyen, bunun hükmünde iman etmek ve teslim olmak ile yetinir. Böyle bir kimsenin, “sadıkul masduk”’un hadisinde, kader, rü’yet, Kur’an gibi konularda varid olan sünnetlerde konuşmaktan yasaklanmıştır. Sünnetle konuşsa bile, tartışmayı bırakıp teslim oluncaya ve gelen rivayetlere iman edinceye kadar Ehli Sünnet ashabından olamaz.

13- Kur’an Allah Kelamıdır, mahluk değildir. “O mahluk değildir” demekte gevşeklik gösterilmez. Şüphesiz Allah’ın Kelamından hiçbir şey mahluk değildir. Bu konuda tartışmaya girmekten sakın! Onun lafzı ve başka şeyler hakkında konuşan veya  “Mahluk mu değil mi bilmem.” Diyerek tevakkuf eden de, “O mahluktur” diyen de bidat sahibidir. Şüphesiz o ancak Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir.

14- Allah’ın kıyamet gününde görüleceğine iman etmek. Nitekim bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih hadislerle gelmiştir.

15- Şüphesiz peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini görmüştür. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiştir. Bunu Katade, İkrime’den, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. El Hakem, Eban’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Yine Ali Bin Zeyd, Yusuf bin Mihran’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Bize göre bu hadis Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den zahirinde geldiği gibidir. Bu konuda kelama dalmak bidattir. Lakin biz zahirinde geldiği gibi iman eder, bu konuda kimseyle tartışmayız.

16- Kıyamet gününde mizana iman ederiz. Geldiği gibi; kul kıyamet gününde tartılır da sivri sinek kadar ağırlık taşımaz. Eserde geldiği gibi kulların amelleri tartılır. Ona iman ve tasdik etmek, bunu kabul etmeyenden uzaklaşmak ve tartışmayı terk etmek gerekir.

17- Şüphesiz Allah, kıyamet gününde kullarıyla arada bir tercüman olmadan konuşacaktır. Buna iman edilir ve tasdik edilir.

18- Havz’a iman etmek gerekir. Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kıyamet gününde, ümmetinin ona uğrayacağı bir havzı olacaktır. Genişliği de boyu gibi bir aylık mesafedir. Üzerindeki kapların sayısı gökteki yıldızlar kadardır. Bundan başka bu konudaki sahih olan haberlere iman ederiz.

 

19- Kabir azabına iman etmek gerekir.

20- şüphesiz bu ümmet kabirlerinde imtihan olunacak, imandan, islamdan, rabbinin kim olduğundan, peygamberinin kim olduğundan sorulacaklardır. Allah nasıl dilemiş ve nasıl murad etmişse o şekilde münker ve nekir melekleri gelecektir. Buna iman ve tasdik ederiz.

21- kömür gibi oluncaya kadar cehennemde yandıktan sonra bir kavmin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle oradan çıkacaklarına iman etmek. Onlara cennetin kapısındaki nehre girmeleri emrolunur. Bu Allah nasıl dilerse öyle olur. Buna ancak iman eder ve tasdik ederiz.

22- Mesih Deccal’in çıkacağına, iki gözünün arasında kafir yazılı olacağına iman etmek. Bu konuda hadisler gelmiştir. Bunların olacağına iman etmek gerekir.

23- şüphesiz Meryem oğlu İsa aleyhisselam, nüzul ederek deccali Lüd kapısında öldürecektir.

24- İman kavil ve ameldir. Artar ve eksilir. Tıpkı rivayette; “İman bakımından müminlerin en kamili, ahlakça en güzel olanıdır” buyrulduğu gibi.

25- “Kim namazı terk ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel yoktur.” Kim namazı terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal kılmıştır.

26- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es Sıddık, sonra Ömer bin el Hattab, sonra Osman bin Affan radıyallahu anhumdur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabının öne geçirdikleri gibi biz de bunları öne geçiririz. Bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Bu üçünden sonra beş şura ashabı; Ali bin Ebi Talib, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Sa’d radıyallahu anhum gelir. Bunların hepsi hilafet için uygundur. Hepsi de imamdır. Bu konuda mezhebimiz İbni Ömer radıyallahu anhuma hadisidir; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken, ashabı şöyle sıralanırdı; Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra susardık.” Bundan sonra Muhacirlerden ve Bedir ehlinden olan şura ashabı gelir. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ensar’dan olan Bedir ehli ashabı gelir. Bundan sonra hicretteki önceliklerine göre sıralanırlar.

27- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sahabelerinden sonra insanların en üstünleri, O’nun gönderildiği asırda yaşayıp, O’nunla bir sene, veya bir ay, veya bir gün veya bir saat sohbet eden veya O’nu gören her bir sahabedir. O’nunla beraber sahabelik yapan, onu işiten ve onu gören, sahabeliğine göre sıralanır. Onların sahabelik bakımından en altta olanı, topladığı bir çok amellerle Allah’a kavuşsa bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyenlerden üstündür. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabelik edenler, O’nu görmüşler, onu dinlemişlerdir. Onu gözüyle görüp iman eden kimse, bir saatlik görse de, sahabeliği sebebiyle, bütün hayırlı toplamış olan tabiinden üstündür.”

28- İyi de olsa, günahkar da olsa ümmetin, insanların etrafında toplanıp razı oldukları, ve kılıçla halifeliğini kabul ettikleri, müminlerin hilafet makamındaki emirini dinleyip itaat etmeleri gerekir.

29- Kıyamet gününe kadar iyi ve facir emirlerle birlikte gazaya çıkmak terk edilmez.

30- Fey’in taksimi ve hadlerin ikamesi imamlara aittir. Hiç kimse onlara bu hususta hakaret edemez ve onlarla çekişemez.

31- Zekatları onlara vermek caiz ve geçerlidir. Zekatını onlara veren kimsenin zekatı, imamları iyi yada facir olsun yerini bulur.

32- halifenin ve onun tayin ettiği kimsenin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, tamdır ve iki rekat olarak kılınır. Bu namazı eksik görüp iade eden bidatçidir, eserleri (hadisleri) terk ederek sünnete muhalefet etmiş olur. İmamların iyisinin ve facirinin ardında namaz kılmayı caiz görmezse, o kimseye Cuma’nın faziletinden bir nasip yoktur. Sünnet ise, namazı onlarla beraber iki rekat olarak kılmaktır. Bu eksiksiz bir namazdır, gönlünde bu hususta bir şüphe olmasın.

33- İnsanların, ister halifeliğini razı olarak kabul ettikleri, ister zorla etrafında toplanmış oldukları Müslüman ümmetten olan bir İmam’a karşı çıkan kimse, Müslümanların birliğini bozmuş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayetlere muhalefet etmiş olur. Bu şekilde ölürse cahiliye üzere ölmüş olur.

34- Sultana karşı savaşmak helal değildir ve insanlardan hiç kimsenin onlara karşı çıkması caiz değildir. Kim böyle yaparsa sünnetin ve doğru yolun haricinde bir bidatçidir.

35- Kişinin canına ve malına saldırırlarsa, canını ve malını korumak için hırsızlara ve haricilere karşı savaşmak caizdir. Gücü yettiği kadar onlara karşı kendini müdafaa eder. Onlar bırakıp giderlerse onları takip etmez. Bunu ancak Müslümanların imamı yapabilir. Kişinin sadece bulunduğu yerde kendisini savunması ve kimseyi öldürmemeye niyet etmesi gerekir. Şayet canını ve malını müdafaa esnasında saldırganı öldürürse Allah’tan uzak olanı öldürülendir. Şayet canını ve malını savunurken öldürülecek olursa, hadislerde geldiği gibi o kimsenin şehid olmasını umarım. Bu konudaki bütün hadisler, saldırgan ile çarpışmayı emreder fakat, onu öldürmeyi ve arkasını takip etmeyi emretmez. Eğer onu yaralarsa veya esir alırsa o öldürülmez. Ona had cezası da uygulanmaz. Onun durumu Allah’ın kendisine yetki verdiği kimseye havale edilir ve buna o hükmeder.  

36- kıble ehlinden herhangi bir kimsenin işlediği bir amel sebebiyle onun cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih kimse için ümit besleriz ve günahkar kimse için de korkar, onun için Allah’ın rahmetini umarız.

37- kim Allah’ın huzuruna cehennemi gerektiren bir günahta ısrar etmemiş ve ondan tevbe etmiş olarak çıkarsa, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. O, kullarının tevbesini kabul edendir, kötülüklerini bağışlayandır.

38- bu günahından dolayı kendisine had uygulanmış olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimseye gelince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayette olduğu gibi, onun günahına kefaret olur.

39- ceza gerektiren bir günaha tevbe etmeden Allah’ın huzuruna çıkan kimseyi, Allah dilerse azab eder, dilerse bağışlar.

40- kafir olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimse azaba uğrar, bağışlanmaz.

41- evli iken zina eden kimse bunu itiraf ederse veya zina ettiğine dair delil ortaya konursa, onun recm edilmesi haktır.

42- nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem recim cezası uygulamıştır.

43- Raşid imamlar da recim cezasını uygulamışlardır.

44- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birini küçük gören veya yaptığı bir şeyden dolayı onlardan birine buğzederek kötülüklerini dile dolayan, ashabın hepsini rahmetle anmadıkça ve kalbi onlar için selim olmadıkça bidatçi olur.

45- Nifak küfürdür. Bu; kişinin Allah’ı inkar etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmesidir, bununla beraber müslümanmış gibi görünmesidir. Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki münafıklar gibi.

46- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Şu üç şey kimde bulunursa o münafıktır” hadisine gelince, bu vebalin ağırlığını anlatmak içindir. Bunları öylece rivayet ederiz, yorum yapmayız.

47- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak sapık kafirlere dönmeyin” hadisi, “iki Müslüman kılıçlarıyla çarpışırsa öldüren de, öldürülen de ateştedir” hadisi ve “Müslüman sövmek fasıklık, onu öldürmek küfürdür” hadisi, “kim kardeşine ey kafir derse bu küfür ithamı ikisinden birini bulur” hadisi ve “zayıf bir ihtimal ile dahi olsa nesebden uzak olduğunu belirtmek, Allah’ı inkardır” hadisine gelince;

48- bu ve bunlar gibi sahih olarak ezberlenmiş hadislere, yorumunu bilmesek de teslim oluruz. Bunlar hakkında konuşup mücadeleye girmeyiz. Bu hadisleri ancak böyle rivayet edilen hadislerle açıklarız. Bunları en uygun olan anlamına hamlederiz.

49- Cennet ve Cehennem Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen; “Cennete girdim ve orada bir köşk gördüm”, “Kevseri gördüm”, “Cennet halkının çoğunun şunlar şunlar olduğuna muttali oldum..”, “Cehennem’e şöyle muttali oldum..” hadislerinde olduğu gibi yaratılmışlardır, şuan mevcutturlar. Kim onların yaratılmamış olduğunu iddia ederse Kur’anı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini yalanlamış olur. Böyle bir kimsenin cennete ve cehenneme de inandığını sanmam.

50- Kim kıble ehli bir muvahhid olarak ölürse, onun cenaze namazını kılarız ve onun için bağışlanma dileriz. İşlediği küçük yada büyük günah sebebiyle onun cenaze namazını ve ona bağışlanma dilemeyi terk etmeyiz. Onun işini Allah’a havale ederiz.

000000000000------------00000000000000

FIKHUL EKBER ASIL ŞERHİ METNİ

Ebû Hanîfe -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- Kûfî “Fıkh-ı Ekber” adlı kitabına  şu sözleri ile başlamıştır:

Tevhidin aslı ve itikatta sağlam dayanak mükellefin söylemesi farz olan şu esaslardır: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygam­berlerine, öldükten sonra dirilmeğe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, inandım.

“Allahu Teâlâ zatında birdir. Fakat bu birliği  sayı cihetinden değil, ortağı bulunmamak yönündendir.”

Allah azze ve celle İhlâs sûresinde şöyle buyuruyor:

 “De ki: O, Allah birdir.Allah sameddir.O, doğurmamış ve doğmamıştır.Onun hiçbir dengi yoktur..”

Allah'ın yarattığı şeylerden hiçbir varlık ona benzemez.

Allah azze ve celle geçmişte ve gelecekte Zatî ve Fi’lî sıfatlar ile va­sıflanmıştır.

Allah'ın Zatî sıfatları şunlardır: Hayat, Kudret, İlim, Kelâm, Semi', Basar, İrade.

Allah'ın fi'lî sıfatları ise tahlîk, terzîk, inşâ, ibda', sun', ihya, if­na, inbat, inmâ, gibi iş ile ilgili olan sıfatlardır. Tahlîk, yaratmak demektir. Tarzîk, yaratıkları rızıklandırmaktır. İnşâ ilk başta yaratmak, ibda', eşsiz bir şekilde yaratmaktır. Sun', Allah'ın sanatı demektir. İhya diriltmek, ifna yok etmek, inmâ bü­yütmek, üretmek; tasvir eşyaya şekil vermek demektir.

Allah Teâlâ'nın isimleri ve sıfatları vardır. O'nun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı hadis değildir.

 Yâni Allah'ın bütün sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı yok­tur. Ebedîdir, sonu yoktur.

Allah Teâlâ'nın ilim sıfatı ile eşyayı bilmesi gerçektir. İlim sı­fatı ezelde Allah'ın sıfatıdır.

Allah her şeyi ezelî sıfatı olan bilgisi ile bilir, cehaleti doğuran bilgi ile değil. Allah'ın ilmi ezelidir, ebedîdir, ziyade ve noksanı ka­bul etmekten münezzehtir. Bilgi sahiplerinin bilgisi böyle değildir. Artma ve eksilme kabul eder.

Allah Teâlâ'nın isimleri ve sıfatları vardır. O'nun hiçbir ismi ve hiçbir sıfatı hadis değildir.

Yâni Allah'ın bütün sıfatları ve isimleri ezelidir, başlangıcı yok­tur. Ebedîdir, sonu yoktur.

Kudret sıfatı ile Allah'ın her şeye gücü yeter. Kudret sıfatı Al­lah'ın ezelî sıfatıdır.

Allah'ın sıfatları, ezelde yaratılmış değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış olduğunu söyleyen, yahut bu konuda duraklama göste­ren, yahut şüpheye düşen kimse kâfir-i billâhtır.

Kur'an-ı Kerîm, mushaflarda yazılıdır, kalblerde mahfuzdur, li­sanlarda okunan kelâmdır.

Kur'an-ı Kerim, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallellahu aleyhi vesellem üze­rine indirilmiştir.

Bizim Kur'an'ı telâffuz edişimiz yaratılmıştır. Kur'an'ı yazma­mız ve onu okumamız da yaratılmıştır.

Allah'ın Kelâmı Nefsisi olan Kur'an Allah kelâmıdır, yaratıl­mış değildir.

Allah azze ve celle'nın Kur'an'da, Musa aleyhisselâm'dan, diğer pey­gamberlerden, Firavun'dan ve şeytan'dan bahsettiği hususların hep­si Allah Teâlâ'nın kelâmıdır. Onlardan haber vermektedir.

Allah Teâlâ'nın kelâmı yaratılmış değildir. Mûsa aleyhisselâm ve diğer yaratıkların sözleri ise yaratılmıştır.  Kur'an, Allah Teâlâ'nın Kelâmıdır, onların sözü değildir.

Musa âleyhisselâm, Allah Teâlâ'nın kelâmını işitmiştir. Bu konu­da Allah azze ve celle şöyle buyuruyor:

“Ve Allah Musa ile vasıtasız konuştu.”

Musa ile konuşmadan önce Allah Teala Mütekellim idi yani konuşan idi. Allah Teala mahlukatı yaratmadan öncede yaratıcı idi.

Sonra Allah azze ve celle'nın:

“Hiçbir şey Allah gibi değildir.”

Allah; Musa aleyhisselâm ile konuşunca, ezelde kendi­sinin sıfatı olan Kelâm ile konuşmuştur.

Allah ın bütün sıfatları mahlukun sıfatlarının hilafınadır.

Kelâm sıfatı Allah Teâlâ'nın sıfatlarındandır.

Allah'ın bütün sıfatları ezelde vardır. Yaratıkların sıfatları böyle değildir. Allah bilir, fakat bizim bilgimiz gibi değil. Allah'ın gücü yeter, fakat bizim gücümüz gibi değil. Allah görür, fakat bi­zim gördüğümüz gibi değil. Allah, konuşur, fakat bizim konuşma­mız gibi değil. Bizler âletler, uzuvlar ve harfler yardımı ile konu­şuruz. Allah Teâlâ ise aletsiz ve harfsiz olarak konuşur. Harfler ya­ratılmıştır. Allah Kelâmı ise yaratılmış değildir.

Allah azze ve celle bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Burada Allah bir şeydir, sözünden kasdedilen, yani Allah zatı ile ve sıfatı ile vardır. Ancak Allah Teâlâ, zat ve sıfat bakımından ya­ratılmış eşya gibi değildir.

Allah Teâlâ'nın diğer eşyaya benzemeyen bir şey olduğunu ifade etmenin manası, cisimsiz, cevhersiz ve arazsız olarak varlığını ispat etmektir.

Allah Teâlâ'nm sınırı yoktur. Zıddı yoktur. Benzeri yoktur. Onun gibisi yoktur.

Allah Teâlâ'nın zatına ve sıfatına lâyık bir şekilde eli vardır, yüzü vardır, nefsi vardır. Allah'ın Kur'an'da zikrettiği yüz, el, ve nefs kelimeleri bunların hepsi keyfiyetsiz olarak Allah'ın sıfatlarıdır.

Elden maksat Allah'ın kudreti, yahut ni­metidir, denilemez. Zira bu türlü tevillerde Allah'ın sıfatlarını iptal vardır. Allah'ın sıfatlarını iptal ise Kaderiye ve Mutezile taifesinin sözleridir. Lâkin Allah'ın eli, keyfiyetsiz olarak sıfatıdır. Allah'ın ga­zap ve rızası da yine keyfiyetsiz olarak Allah'ın sıfatlarıdır. Yâni bu sıfatların nasıl olduğunu biz bilemeyiz, ancak Allah kendisi bilir.

Allah Teâlâ, eşyayı, hiçbir şey olmaksızın maddesiz olarak ya­ratmıştır.

Eşya var olmadan evvel Allah Teâlâ, ezelde eşyayı biliyordu.

Eşyayı takdir eden ve takdirine göre hüküm veren  Allah'tır.

Dünyada ve âhirette Allah'ın dilemesi, kaderi, kazası, bilgisi yazgısı ve Levh-i Mahfuz'da yazısı olmaksızın hiçbir şey var olmaz. Ancak, Allah'ın yazması, o şeyi vasf etme şeklinde olup hükmetmek suretiyle değildir.

Kaza, kader ve meşîet sıfatları keyfiyetsiz olarak Allah Teâlâ'nın ezeldeki sıfatlarıdır.

Allah Teâlâ, yok olan şeyi yokluk halinde yok olarak bilir. Ve o şeyi var ettiği zaman nasıl olacağını da bilir. Var olan şeyi, varlık halinde mevcut olarak bilir. Yine Allah Teâlâ, var olan şeyin nasıl yok olacağını bilir. Allah Teâlâ, ayakta olanı ayakta bilir, oturduğu zaman oturma halinde bilir. Allah'ın bilgisinde bir değişiklik olmaz. Allah için sonradan bir bilgi de hasıl olmaz, ancak sonradan kulların durumlarında değişiklik meydana gelir.                              

Allah Teâlâ, yaratıkları, küfür ve imandan boş olarak yarattı, sonra onları emir ve yasaklar ile muhatap kıldı. Kâfir olan kendi işiyle ve inkârıyla kâfir oldu, Allah, yardımını ondan esirgeyerek kâ­fir oldu. İman eden de kendi fiili, ikrar ve tasdiki ile iman eder. Al­lah ona yardım edip imanda muvaffak kılar.

Allah Teâlâ, Âdem aleyhisselâm'ın zürriyetini, küçük zerre şeklinde, Âdem aleyhisselam'ın neslinden yaratmış, onlara akıl vererek hitab etmiş, emir ve yasaklarda bulunmuştur. Kullar da, O’nun Rableri olduğunu ikrar etmişlerdir. Kulların bu ikrarları iman olmuştur. Bu sebeple bütün kullar, bu İslâm fıtratı üzerine doğarlar.

İmandan sonra her kim Allah'a olan sözünü bozarak küfreder fıtri olan imanını değiştirmiş olur. Kim imanını açıklarsa ve bu açıklamasını kalbi ile tasdik ederse, İslâm dini üzere sabit olur ve devam eder.

Allah Teâlâ, yarattıklarından hiçbirini küfür, yahut iman üze­rine zorlamamıştir.

Allah Teâlâ, kulların hiç birini mümin, yahut kâfir olmaya zorlamadığı gibi, yaratırken mümin, yahut kâfir olmaya zorlayarak ya­ratmamıştır. Belki Allah kullarını şahıslar olarak yaratmıştır. İman ile küfür, kulun kendi işleridir. Allah Teâlâ, kâfir olanı küfür halinde iken kâfir olarak bilir. Küfrü irtikab ettikten sonra iman ederse, ilminde ve sıfatında bir değişiklik olmaksızın iman halinde mümin olarak bilir.

Kulların, hareket ve durma gibi bütün işleri hakikaten kendi kazançları mahsulü olan işlerdir. Allah Teâlâ ise o işlerin yaratıcısıdır.

Kulların bütün işleri Allah'ın dilemesi, bilgisi, kazası ve kaderi ile meydana gelir. Tâat ve ibadetlerin hepsi Allah'ın emri, mahabbeti rızası, bilgisi, dilemesi, kazası ve kaderi ile sabit olur. Bütün kötülükler de Allah'ın bilgisi, kazası, takdiri ve dilemesiyle olur. Fakat, Allah Teâlâ bunlara razı değildir, bu işleri istemez.

Bütün Peygamberler küçük ve büyük günah işlemekten, küfür­den ve çirkin işlerden korunmuşlardır.

Peygamberlerden bir kısmının bazı kusur ve hataları olmuştur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah'ın elçisidir. Nebisidir. Kuludur. Seçtiğidir. Göz açıp kapayıncaya kadar zaman dahi Allaha şirk koşmamıştır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem büyük-küçük Hiç Bir Günah İşlememiştir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'den sonra insanların en faziletlisi Ebû Bekr, sonra Ömer b, Hattab, sonra Osman b. Affan, sonra Ali b. Ebû Tâlib -Allah onlardan razı olsun-.

Geçmişte olduğu gibi bu dört halife hak üzerinde bakîdirler. Hak ile beraber daimdirler. Onların hepsini severiz.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabîlerini yalnız hayır ile anarız.

Ne kadar büyük olursa olsun, helâl olduğuna inanmadıkça hiçbir müslüman, işlediği herhangi bir günah sebebiyle tekfir etme­yiz, îman ismini onlardan yok etmeyiz.

Biz, büyük günah işleyen kimseye gerçekten mümin deriz. Bir kimsenin kâfir olmaksızın fâsık bir mümin olması caizdir.

Mestler üzetine mesh etmek sünnettir.

Ramazan ayında Teravih namazı kılmak sünnettir.

Müminlerden Allah'a itaat eden ve etmeyen herkesin arkasında namaz kılmak caizdir.

Biz, Mümine işlediği günahlar zarar vermez demiyoruz; işledi­ği günah sebebiyle Cehennem ateşine girmez, demiyoruz; fâsık da olsa dünyadan mümin olarak çıktıktan sonra Cehennemde ebediyyen kalacak, demiyoruz.

Murcie taifesinin söylediği gibi, demiyoruz ki, yaptığımız iyilik­ler kabul edilmiştir, kötülükler de affedilmiştir. Ancak biz şunu söylüyoruz: Şartlarına uygun bir şekilde açık ayıplardan ve gizli kusurlardan uzak kalarak kim iyi bir amel işlerse ve dünyadan çıkıncaya kadar yaptığı bu ameli iptal etmezse, Allah Teâlâ onun bu amelini zayi etmez, belki fazlı ve Keremi ile bu ameli kabul edip mükâfatlandırır. Allah'a eş koşmak­tan başka mümin olarak fakat tevbe edemeden öldüğü kötülükleri ise Allah Teâlâ'nın dileğindedir. İsterse, affeder, dilerse azab eder. Fakat ebedî olarak Cehennem ateşinde bırakmaz. Herhangi bir amel­de gösteriş, yahut yaptığı işte kendini beğenmek gibi haller vuku bulursa, o amelin mükâfatını iptal eder.

Peygamberler için mucizeler, veli kullar için de kerametler haktır.

Hadislerde haber verildiği üzere, Firavun, İblis, Deccal gibi Al­lah düşmanlarında görülen harikalara mucize adını vermeyiz. Bun­lara, ihtiyaçlarının giderilmesi ismini veririz.

Allah'ın düşmanları, kendilerine verilen bu harikalar ve ni­metler sebebiyle değişirler ve isyanlarını yahut küfürlerini artırırlar. Bunların hepsi caiz ve mümkündür.

Allah Teâlâ, hiç bir şeyi yaratmadan evvel de yaratıcı idi. Kim­seye rızık vermeden evvel de rızık verendi.

Allah Teâlâ ahirette görülecektir. Müminler Allah Teâlâyı cennette teşbihsiz ve keyfiyetsiz görecektir. Müminler Allah Teâlâ'yı gördükleri zaman, yakınlık ve uzaklık bakımından bir sınır içinde bulunmayacak.

İman, dil ile ikrar, kalb ile tasdikten ibarettir.

(Ebu Hanife burada ehli sünnete muhalif kalmıştır. İman kalp ile tastik dil ile ikrar azalar ile ameldir. Artar ve eksilir.)

Gök ve yer ehlinin imanı ne artar, ne eksilir.

Bütün müminler iman ve tevhid   noktasında eşittirler. Ancak amel bakımından farklıdırlar.

İslâm, içtenlikle Allah'ın emirlerine teslim olmak, görünüşte de boyun eğmektir. Lügatte ise iman ile İslâm arasında fark vardır. Fakat İslâmsız iman olmaz, imansız da İslâm olmaz. Bunlar insanın sırtı ile karnı gibidir.

Din, iman ile islâmın her ikisine verilen isimdir. Bütün şeriatlara da din denilir.

Allah Teâlâ'yı, kendini tanıttığı şekilde, hakkıyle tanırız.

Hiçbir kimse, Allah Teâlâ'ya lâyık olduğu şekilde ibadet etme­ğe güc yetiremez. Ancak emrettiği şekilde O'na ibadet eder.

Allah'ı tanımada, din işleri ile ilgili kesin bilgide, Allah'a tevekkülde, Allah ve Rasûlünü sevmede, kaza ve kaderine rıza göstermede, Allah'ın aza­bından korkmada, rahmetini ummada ve iman hususunda bütün müminler eşittirler. Ancak tasdik ve ikrarın dışında amel, derece ve makam yönün­den farklılık gösterirler.

Allah Teâlâ, kullarından bazılarına fazlı ile muamele eder. Ba­zılarına da adaletiyle muamele eder. Bazen dilediği kullar için lâ­yık olduğunun kat kat üstünde sevabı fazlı ile ve keremi ile verir. Kulun günahına karşılık adaleti ile yalnız lâyık olduğu cezayı verir. Bazı kullarına azab etmeyip fazlı ile affeder.

Peygamberlerin ve bizim Peygamberimizin müminlerin gü­nahkârlarına ve büyük günah işleyenlere şefaat etmeleri haktır.

Kıyamet gününde amellerin özel bir tartı aleti ile tartılması haktır.

Kıyamet gününde hasımlar arasında kısas haktır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallellahu aleyhi vesellem'in havzı haktır. Cennet ve Cehennem de şimdi yaratılmışlardır.

Cennet ve Cehennem ehlinin hayatları sona ermeyecek, ebe­diyen kalacaklardır.

Allah'ın sevabı da azabı da ebediyyen fani olmaz.

Allah Teâlâ fazlı icâbı dileyeni doğru yola iletir, adaleti icabı dileyeni saptırır.

Allah'ın saptırması, kuluna yardım etmemesidir. Allah Teâlâ, kendi yolunu istemeyen, küfür ve isyan da bulunmak isteyen kullarını razı olduğu amellere muvaffak kıl­maz. Bu da Allah'ın adaleti icabıdır.

Allah Teâlâ kimi hidayet yolunda bırakmak isterse, kal­bini Tevhid inancı için genişletir ve nurlandırır. Bunun alâmeti ölmeden evvel âhiret için hazırlanmak, gurur evi olan dünya ha­yatından uzaklaşmak ve ebedî kalış yurduna intisab etmektir.

Sapıklığı isteyen kişiye yardım etmemesi adaleti icabı olduğu gibi böyle kimselere yaptıkları kötülükten dolayı azab etmesi de adaleti icabıdır. Biz demiyoruz ki, şeytan mümin kulun kalbin­den imanı zorla yok eder. Ancak biz diyoruz ki: Kul kendi arzusu ile imanı terk eder. Terk edince şeytan onu bu kuldan yok eder.

Münker ve Nekir meleklerinin kabirde soru sorması haktır.

Kabirde ruhların kullara iadesi de haktır. Kabrin kafirler için daralması ve gerek kâfirlere gerekse müslimlerin bir kısmına kabirde azab edilmesi haktır.

İlim adamlarının söyledikleri gibi, Allah'ın sıfatlarını, Arapçadan başka sözlerle, meselâ, farsça ile söylemek caizdir.

Yaratıklara benzetmeksizin ve bir keyfiyet belirtmeksizin Allah'ın yüzü mana­sında “Rûy-i Huda”demek caizdir.

Yani ilim adamlarının çeşitli lügatlerle zikrettikleri gibi, Allah'­ın isim ve sıfatlarında yabancı dillerdeki karşılığını bizler de Allah Teâlâ hakkında zikredebilir, onlara uyabiliriz.

Ancak, Kitap ve Sünnette geldiği üzre “Allah'ın eli” manasında (Yedullah) tâbirini farsça, yahut başka bir yabancı dille zikretmek caiz değildir.

Allah Teâlâ'ya yakınlık ve uzaklık, mesafe uzunluğu ve kısa­lığı manasında olmadığı gibi,keramet ve alçaklık ihsan ve zillet ma­nasında da değildir.

Ancak Allah'a itaat eden keyfiyetsiz olarak O'na yakındır; isyan eden de yine keyfiyetsiz olarak O'ndan uzaktır.

Uzaklık, yakınlık ve yönelme halleri Allah Teâlâ'ya yalvaran kulda da bulunur.

Cennette Allah Teâlâ'ya komşu olmak, Allah'ın huzu­runda bulunmak da keyfiyetsiz olacaktır.

Kur'an-ı Kerîm Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem sallellahu aleyhi vesellem'e in­dirilen, mushaflarda yazılı olan Allah Kelamıdır.

Kur'an-ı Kerîm'in bütün âyetleri Allah'ın kelâmı manasında olup fazilet,azamet bakımından eşittirler.

Ancak bazılarında zikir, bazılarında mezkur fazileti vardır.

Meselâ, Âyet'Kürsî gibi. Ayet Kürsî'de Allah'ın Celâli, azamet ve sıfatı mezkurdur. Âyet'el Kürsî'de iki türlü fazilet vardır. Biri zikir faziletidir, diğeri ise mez­kûr faziletidir.

Kâfirlerin hallerini vasfeden âyetlerde ise yalnız zikir fazileti var olup mezkûr fazileti yoktur. Çünkü bunlarda mezkûr olan kâfirlerdir.

Kâfirler için fazilet yoktur. Bunun gibi Allah'ın bü­tün isimleri ve sıfatları da fazilet ve azamet bakımından eşittirler, aralarında bir fark yoktur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem iman özerinde öl­müştür.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin anne ve babası İslâm gelmeden önce öl­müşlerdir.

Amcası Ebû Talib kafir olarak ölmüştür.

Kasım, Tâhir, ve İbrahim, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in oğulları idi. Fatma, Zeynep, Rûkiyye ve Ümm-i Gülsüm de kızları idiler. Allah hepsinden razı olsun.

Bir kimse Tevhid ilminin ince noktalarında bir şüphe içine gi­rerse, soracağı bir âlim buluncaya kadar o durumda, Allah katında en doğrusu hangisi ise ona inanıyorum, demesi gerekir. Kendisinden bilgi öğreneceği ilim adamını aramak işini tehir etmek caiz değildir. Böyle bir kişi, sorup araştırmadan beklediğinden ötürü mazur ka­bul edilemez.

Allah'ın sıfatlarından herhangi biri hakkında bilgi sa­hibi olmadığı halde bir ilim adamını araştırmayıp beklerse, bir şüp­he mânasına geleceği için böyle bir kimse kafir olur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in Miraç haberi hak­tır. Miracı inkâr eden bidatçı, sapıktır.

Deccalın çıkması, Ye'cüc ile Me'cüc'ün çıkması, güneşin batı­dan doğması, İsa aleyhisselâmın gökten inmesi ve sağlam haber­lerle geldiği üzre diğer Kıyamet alâmetlerinin ortaya çıkması hak­tır, olacaktır.

Allah dileyeni doğru yola sevk eder.

000000000000000-----0000000000

Sünnet İslam’dır, İslam Sünnet’dir

Bil ki; İslam Sünnet, Sünnet de İslam’dır. Biri olmadan diğeri (mevcud) olmaz.

Hassan ibni Atiyye (rahmetullahi aleyh), bu hususta şöyle demiştir: "Cibril (aleyhi selam), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e Kur’an'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, Sünnet’i de öylece getirir ve öğretirdi." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlm, 2/191)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim benim Sünnet’imden yüz çevirirse benden değildir!.." (Buhari; Müslim; Nesai; Darimi; Ahmed)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan naklonulduğuna göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İmtina edenler hariç, bütün ümmetim Cennet'e girecektir! Sahabe-i Kiram: İmtina edenler de kim? dediler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Kim bana itaat ederse Cennet'e girer, kim asi olur (itaat etmezse) o imtina etmiş demektir! buyurdular.” (Buhari)

Ebu Bekir es-Sıddk (radiyallahu anh) diyor ki: “Sünnet Allah’ın sapasağlam ipidir. Onu terkeden bir kimse kendisiyle Allah arasındaki ipi koparmış olur.” (İbni Batta, eş-Şerhu ve’l İbane, 120)

Nakledidiğine göre İmam Malik (rahmetullahi aleyh) şöyle dedi: “Sünnet, Nuh (aleyhi selam)’ın gemisi gibidir. Ona binen kurtulur. Ona binmeyen boğulur.” (Şeyh'ul Islam İbni Teymiyye, Mecmu el-Feteva, 4/57; Suyuti, Miftah'ul Cenne fil İ'tisam bi's Sünne, 53)

Tabiin döneminin büyük Alimleri'nden İmam Zühri (rahimehullah) şöyle dedi: "Geçmiş Ulema'mız derlerdi ki; Sünnet’e sarılmak kurtuluş (vesilesi)dir. İlim, süratli bir şekilde alınıp yok edilir. Bu sebeple ilmin ayakta tutulması, din ve dünyanın devamı (demektir). İlmin (yok olup) gitmesinde ise bütün bunların (yok olup) gitmesi (söz konusudur.)" (Darimi; Abdullah İbn'ul Mübarek, Kitab'uz Zühd, 281)

Hasan el-Basri (rahmetullahi aleyh) demiştirki; “Allah’a yemin olsun Sünnetler’iniz haddi aşanla, haktan uzak kalan arasında kalmıştır. O Sünnetler’e uymada sabrediniz. Zira Sünnet Ehli, eskiden insanların en azı idiler, gelecekte de insanların en azı olacaklardır. Sünnet Ehli; ne haddi aşanlarla azgınlıklarına gider, ne de Bi’datçilerle Bi’datlerine… Bilakis onlar; Rablerine kavuşuncaya kadar Sünnet’e uymada sabreden kimselerdir. O halde İnşallah siz de böyle olunuz!..” (Darimi; Şerh'ul Akidetu Tahavi)

Abdullah İbn'ud Deylemi şöyle dedi: “Bana ulaştı ki dinin (yok olup) gitmesinin başlangıcı Sünnet’in terk edilmesi (ile olacakdır). İpin bir büklüm bir büklüm (daha çözülerek yok olup) gitmesi gibi din de bir Sünnet bir Sünnet (derken yok olup) gider.” (Darimi; Muhammed ibni Vaddah el-Kurtubi, el-Bid'at ve'n Nehyu Anha, 1/66)

Sünnet Cema'at’e Tutunmaktır

Cema'ate tutunmak (da) Sünnet’tendir.

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayete göre, şöyle demiştir: Ömer (radiyallahu anh), Şam’ın bir bölgesi olan Cabiye’de bize bir Hutbe vererek şöyle konuştu: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bize söylediği bazı şeyleri size söylemek üzere aranızdayım. O bize şöyle demişti: “Size Ashabım'ı sonra onların peşinden gelenleri sonra da onların peşinden gelenlerin yaşantılarını tavsiye ederim bunlardan sonraki nesillerde yalan yayılacaktır. O derece ki kendisinden yemin etmesi istenmediği halde insanlar yemin edecekler, şahidlikleri istenmediği halde insanlar yalan şahidliği yapacaklardır. Dikkat edin bir erkek bir kadınla tek başına kalmasın; üçüncüleri Şeytan'dır. İslam Cema'atinden ayrılmayın, ayrılıklardan sakının çünkü Şeytan cema'ate katılmayıp tek kalanlarla beraberdir. Cema'atten olan iki kişiden uzaktır. Kim Cennet'in en güzel yerlerinden köşk sahibi olmak isterse; İslam Cema'atinden ayrılmasın. Kimi, yaptığı iyilik sevindiriyor ve kötülükleri de üzüyorsa o kimse Mü’mindir.” (Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned; Hakim; Kenz'ul Ummal, 1/1033)

Enes ibni Malik (radiyallahu anh)’dan nakledilen bir Hadis'in metni şu şekildedir; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Onların yetmiş tanesi helak oldu, bir tanesi helak oldu, bir tanesi de kurtuldu. Benim ümmetim de yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yetmiş bir tanesi helak (Cehennemlik) olacak, bir tanesi de kurtulacaktır. Ya Rasulullah! O kurtulacak olanlar kimlerdir? diye sordular. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de: Onlar cema'attir, cema'attir, buyurdu.” (İbni Mace; Ahmed)

İmam Kurtubi der ki: "Bize Yahya bin Abd'ul Hamid anlattı (...) eş-Şa'bi'den, O, Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu anh)'dan rivayetle dedi ki: "Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin!" (Al-i İmran 3/103) buyruğu cema'at olun! demektir. Yine ondan ve başkalarından çeşitli yollarla böyle bir açıklama rivayet edilmiştir. Bütün bunların manası birbirine yakın ve birbiriyle iç içedir. Şüphesiz yüce Allah, birbirimizle kaynaşmamızı emretmekte ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) helak olmaktır, cema'at ise kurtuluştur. Şöyle diyen (Abdullah) İbni Mübarek'e Allah'ın rahmeti olsun: "Şüphesiz cema'at, Hablullah’tır (Allah'ın ipidir). Ona yapışın, O’nun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun." (Kurtubi, el-Cami li Ahkam'ul Kur’an, 4/156)

 Herkim Cema'at'ten gayrısını ister ve ondan ayrılırsa; İslam boyunduruğunu boynundan çıkarıp atmış, sapan ve başkalarını saptıran birine çevrilmiş olur.

Bu konuda varid olan bazı Hadisler şöyledir: "Cema'atten ayrılan, cahiliye ölümü üzere ölür." (Buhari; Müslim; Ahmed)

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Allah benim ümmetimi -veya Muhammed Ümmeti'ni- dalalet (sapıklık) üzerine bir araya getirmeyecektir. Allah’ın yardımı cema'at ile beraberdir. Her kim cema'atten ayrılırsa Cehennem'e ayrılmış olur.” (Tirmizi)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Her kim emirinden hoşuna gitmedik bir şey görürse sabretsin. Çünkü cema'atten bir karış kadar dahi ayrılıp ta ölen bir kimsenin o ölümü cahiliye ölümüdür." (Buhari; Müslim) Bir başka rivayette: "İslam’ın boyunduruğunu boynundan çıkartmış olur." (Tirmizi; Ahmed) denilmektedir. (Şerh'ul Akidetu Tahavi, 379-382)

Ashab Cema'at’in Esasıdır

Cema'atin üzerine bina edildiği esas, Muhammed sallahu aleyhi ve sellem Ashabı'na -Allah tümüne rahmet etsin- dayanır. Onlar Sünnet ve Cema'at Ehli (Ehl-i Sünnet ve’l Cema'at)’dir.

Tirmizi'de Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet edilen Hadis'de şöyle denilmektedir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “İsrailoğulları yetmişiki fırkaya ayrılmıştı benim ümmet'im ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç gerisinin tamamı Cehennemlik'tir. Bunun üzerine Ashab; O tek fırka hangisidir? diye sordu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de; Benim ve Ashabım'ın üzerinde bulunduğu fırkadır, buyurdu.” (Tirmizi)

 (Dini ve İlmi) onlardan almayan her kimse, sapkın ve Bid’atçidir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim ve benden sonraki hidayete ermiş Raşid Halifeler'in Sünnet’ine uyunuz, ona azı dişlerinizle sımsıkı bir şekilde sanrılınız.” (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Darimi; Ahmed, Müsned; İbni Ebu Asım, es-Sünne, 54)

Her Bid’at Dalalet, her Dalalet ve (Dalalet) Ehli de ateştedir.

Cabir (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den nakleder: "Sözün en hayırlısı Allah (Subhenahu ve Teala)’nın Kitabı'dır. Yolların en hayırlısı Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’ in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olan Bid’atlardır. Her Bid’at Dalalet'tir, sapıklıktır.” (Müslim; İbni Mace; Nesai)

Ebu Şame diye bilinen Ebu Muhammed, Abd'ur Rahman ibni İsmail'in (665H) şu açıklaması, ne kadar da güzeldir! O, şöyle der:

"Görüldüğü gibi, cema'atten ayrılmamak kesinlikle emredilmiş bulunmaktadır. Bundan maksat, hakka tabi olup asla ondan ayrılmamaktır. Hakka tabi olanların sayısı az, muhalefet edenlerin sayısı çok olsa da, bu böyle olmalıdır! Çünkü itibar, hakka tabi olanların sayısına değil, hakkın kendisinedir. Ve hak, saadetli peygamberimizin zamanındaki ilk cema'atin, Ashab-ı Kiram'ın üzerinde bulunduğu yoldur. Onlardan sonra, bu yola muhalefet edenlerin sayıca çokluğu ise, asla muteber değildir. (Kitab'ul Havadis ve'l Bida, 19; İbni Kayyım, İğaset'ul Lahfan, 69/70 terc, 1/133; Şerh'ul Akidetu Tahavi)

Sünnet ve Cema'at ile Bütün Meseleler Aydınlatılmıştır

Ömer İbn'ul Hattab radiyallahu anh demiştir ki:  “(Ne kendisinin) hidayet üzere olduğunu düşünerek sapan kimsenin ne de dalalet olduğunu düşünerek hidayeti terk eden kimsenin özrü (mazareti) yoktur. Zira, emirler açıkça konulmuş, hüccetler tespit edilmiş ve özür (mazeret) kalkmıştır."

Kişinin kendisini Hak üzere zannetmesinin onu sorumluluktan kurtarmayacağı açıktır. Allah (celle ve celaluhu) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz bu Şeytanlar onları doğru yoldan saptırırlar. Onlar ise doğru yolda olduklarını sanırlar." (ez-Zuhruf 43/37);

"Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık layık oldu. Çünkü onlar Allah’ı bırakıp Şeytanlar'ı dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı." (el-A’raf 7/30)

Hüccet'in ulaşmasına dair ise; İrbad ibni Sariye (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Sizi beyazlık üzerine terk ettim, gecesi gündüzü gibidir, benden sonra ondan ancak helak olan sapar!” (İbni Mace; Ahmed, Müsned; Hakim)

Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın torunlarından ve alimler tarafından Raşid Halifeler'in beşincisi olarak nitelenen Ömer ibni Abd'ul Aziz (rahimehullah) şöyle demektedir: “Sünnet’ten sonra hiçkimseye, kendisini hak üzere olduğunu düşünerek hata edip sapmasına mazeret yoktur.” (el-Mervezi, es-Sünne, 95; Ebu Nu’aym, Hilyet'ul Evliya)

Bu; Sünnet ve cema'atin, dinin tamamını sağlamlaştırıp korumasındandır. İnsanlara bu açıklan(ıp aydınlatıl)mıştır dolayısıyla insanlara düşen (dinden) razı olup tabi olmaktır.

İbni Mesud (radiyallahu anh) diyor ki: “Tabi olunuz, Bid’at çıkarmayınız. Bu size yeter. Her Bid’at sapıklıktır.” (Darimi; Lalekai, es-Sünne, 1/96; Mervezi, es-Sünne, 28; ibni Vaddah, el-Bida ve'n Nehyu Anha, 43; Ebu Heyseme, Kitab'ul İlim, 540)

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- şüphesiz din Allah tebareke ve te’aladan gelendir.

İnsanların akıl ve görüşlerine terk edilmiş birşey değildir. (Din'in) ilmi, Allah (celle celaluhu) ve Rasulu (sallalahu aleyhi ve sellem) katındadır. Hevandan (nefsinden) kaynaklanana uyma ki böylelikle dinden çıkar ve İslam’dan ayrılırsın (Allah katında) hüccetin de olmaz. Zira, Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem ümmetine Sünnet’i beyan etmiş ve Ashabı'na açıklamıştır. Onlar (Ashab), Cema'attir ve Sevad'ul Azam (insanların ekseriyeti olan büyük topluluk; Hak üzere olan Cema'at)’dır; Sevad'ul Azam Hak'tır ve Ehli de (Hak üzeredir).

Enes (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Ümmet'im dalalet üzere İttifak etmeyecektir. Siz bir ihtilaf gördüğünüzde Sevad-ı Azam’a (insanların ekseriyeti olan büyük topluluğa; cema'ate) tabi olunuz." (İbni Mace; Ahmed, Müsned)

Ebu Umame el-Bahili (radiyallahu anh) rivayet ederek dedi ki: "Sevad-ı Azam’a tutunun! Bir adam dedi ki: Sevad-ı Azam nedir? Ebu Umame (radiyallahu anh) bunun üzerine dedi ki: Nur Suresi’ndeki şu Ayet:

"Eğer yine yüz çevirirseniz, artık onun (peygamberin) sorumluluğu kendisine yüklenen, sorumluluğunuz da size yüklenendir." (en-Nur 24/54)" (Ahmed, Müsned)

İbni Mes'ud (radiyallahu anh) diyor ki: "Cema'at, hak üzere olandır, isterse bir kişi olsun!.." (İbni Asakir, Tarihi Dımeşk, 13/322 2)

"İmam İshak ibni Rahavey’e adamın birisi Sevad'ul Azam’ın kim olduğunu sordu. İshak ibni Rahavey cevaben dedi ki: Muhammed ibni Eslem (et-Tusi), onun arkadaşları ve ona tabi olanlardır. Sonra şöyle dedi: Adamın biri (Abdullah) ibni Mübarek’e sordu: Ey Ebu Abd'ur Rahman, Sevad'ul Azam kimdir? (Abdullah ibni Mübarek) dedi ki: Ebu Hamza es-Sukkeri’dir. Sonra İshak dedi ki: Yani o zaman Ebu Hamza’ydı bugün Muhammed ibni Eslem ve onun takipçileridir. İshak sonra dedi ki: Cahillere Sevad'ul Azam kimdir? diye sorarsan diyecekler ki: İnsanların çoğunluğudur. Onlar; cema'atin, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hadisleri'ne ve Sünnet’ine uyan (alim) bir şahıs olduğunu bilmezler. Herkim onunla birlikte olur ve ona tabi olursa işte cema'at odur, herkim de ona muhalefet ederse o da cema'atten ayrılmıştır. Sonra İshak şöyle dedi: Ben, elli yıldır Muhammed ibni Eslem’den daha alim birini duymadım." (Ebu Nu’aym, Hilyet'ul Evliya)

İbni Kayyım, Ebu Şame'den naklen şunları aktarır:"Amr ibni Meymun el-Evdi şöyle der: Ben Yemen'de bulunduğum müddetçe hiç Muaz (radiyallahu anh)'dan ayrılmadım. Onun vefatından sonra, insanların en fakihi İbni Mes'ud (radiyallahu anh)'a arkadaşlık ettim. Ve onun şöyle dediğini işittim:

"Sakın cema'atten ayrılmayınız, çünkü Allah'ın eli cema'atin üzerindedir."

Bir başka gün ise şöyle diyordu: "Yakında idarecileriniz, namazı geciktirerek kıldıracak. Siz namazınızı vaktinde kılınız, bu farzdır! Sonra onların arkasında da kılınız, bu ise nafiledir. Ben dedim ki: Ey peygamberin ashabı! Hem bize, cema'atten ayrılmamamızı emrediyorsunuz, hem de böyle söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir? O bana şu karşılığı verdi: Ey Amr, ben seni şu kasabanın en anlayışlısı sanıyordum. Sen, cema'at ne demektir, bilmiyor musun? Bil ki, insanların çoğu, cema'ati terketmiştir. Cema'at, hakka uygun olandır! Tek başına da olsan, hakka uyduğun zaman, cema'ate uymuş olursun..."

Nu'aym bin Hammad da bu hususta şöyle demiştir: "O şunu demek istemiştir: Cema'at, haktan ayrılıp bozulduğu zaman, sen, bu cemaatin bozulmazdan önce tabi bulunduğu hakka uy! İşte bu takdirde tek başına da olsan, sen cema'at sayılırsın!" Bunu, Beyheki ve diğerleri rivayet etmiştir." (Ebu Şame, Kitab'ul Havadis ve'l Bida, 19; İbni Kayyım, İğaset'ul Lahfan, 69/70 terc, 1/133)

 Herkim Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemin Ashabı'na –dini meselelerden birşeyde- muhalefet ederse Küfr'e düşer.

Allah (azze ve celle) sadece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e muhalefet etmeye karşı uyarmakla yetinmiyor bundan başka, Kur’an’ın üzerlerine indiği ve dini direk olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den öğrenen ilk Mü’minlerin, Sahabe'nin takip ettiği yoldan başka bir yol edinen kimseleri de şiddetle uyarıyor ve bu tutumun kişiyi yönelteceği acı azaba şöylece değiniyor:

Kim kendisine 'dosdoğru yol' apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve Mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve Cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..” (en-Nisa 4/115)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ashabı'na eziyet edenlere lanet ederek şöyle buyurmaktadır: “Ashab'ım hakkında Allah’tan korkun! Ashab'ım hakkında Allah’tan korkun! Benden sonra onları kendinize hedef haline getirip düşmanlık etmeyin! Kim onları severse bana olan sevgisinden dolayı sever. Kim de onlara kin beslerse bana olan kininden dolayı böyle yapar. Kim onlara eziyet ederse bana eziyet etmiş olur. Kim bana eziyet ederse Allah’a eziyet etmiş demektir. Her kim de Allah’a eziyet ederse çok geçmeden Allah onun belasını verir.” (Ahmed, Müsned)

Herkim Sahabe'nin yolunu terkeder ve bundan başka bir yola saparsa, Allah’dan başka –sahte- ilahlar ihdas eden Rafıziler'in, Batiniler'in ve Hulul Ehli Sufiler'in küfre düştüğü gibi küfre düşer. Yolları tıpkı kendilerinin bu dünyada kendi yollarını Sahabe'den ayırdıkları gibi Allah tarafından Ahiret'te Sahabe'nin yolundan ayrılır.

 Dinde Sonradan Ortaya Çıkarılan Herşey Dalalet'tir

Bilki; insanlar Sünnet’den bir benzerini terk etmedikçe Bid’at çıkarmazlar. Bid'atlardan kaçın, zira:Sonradan ortaya çıkarılan herşey Bid’attır, her Bid’at dalalettir ve dalalet ve (dalalet) ehli de ateştedir. Hassan ibni Atiyye (rahmetullahi aleyh) dedi ki: "Bir topluluk dinleri hakkında bir Bid’at çıkardılar mı, mutlaka onun benzeri olan bir Sünnet, Allah tarafından onların arasından çekilip alınır ve Diriliş Günü'ne kadar onlara döndürülmez." (Darimi; Lalekai, Şerhu Ehli Sünne ve’l Cema'at; Ebu Nu'aym, Hilye, 6/73)

Bütün Büyük Bid’at ve Sapkınlıklar Küçük ve Önemsiz-Değersiz Birşey Olarak Başlamıştır

Küçük (görünen bütün) Bid’atlardan sakın çünkü (küçük Bid'at) büyük (bir Bid’at ve sapkınlık) olana kadar büyür.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hakkında “Kur’an’ı şu dört kişiden alınız: İbni Mes'ud...” (Buhari; Müslim) diyerek adını ilk zikrettiği, Sünnet-i Seniyye’ye son derece önem veren ve bu uğurda gayret sarfeden ve Bid’atlara karşı mücadele eden büyük sahabi Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) Kufe’de muallim olarak bulunduğu dönemde vuku bulan ve birçok farklı yoldan bizlere ulaşan bu olay büyük Bid’at ve sapkınlıkların küçük ve önemsiz birşey olarak başladığını ortaya koyan en güzel örneklerden biridir:

"Ömer ibni Yahya dedesinden nakletmiştir: Sabah namazından önce Abdullah ibni Mesud (radiyallahu anh)'ın kapısında oturuyorduk. Evinden çıkınca beraber mescide yürüyecektik. Ebu Musa el-Eş'ari (radiyallahu anh) yanımıza geldi: Abdullah daha çıkmadı mı? diye sordu. Hayır dedik. O da bizimle beklemeye başladı. Derken Abdullah (ibni Me'sud) evinden çıktı. Hepimiz kalkıp etrafını sardık. Ebu Musa (radiyallahu anh) ona dedi ki: Ey Abdullah! demin mescitte garibime giden bir olay gördüm. Fakat, bereket versin ki hayırlı bir iş olarak görünüyordu. Abdullah (ibni Mes'ud) neydi o iş? diye sordu. Ebu Musa: Yaşarken (beklersen) sende görürsün dedi. Sonra şöyle anlattı: Mescitte halka olmuş cema'atler gördüm. Her halkadan bir adam, elinde çakıl taşları olduğu halde komut veriyordu. Yüz defa Tekbir, cema'at yüz Tekbir getiriyordu. Sonra adam: yüz defa La-ilahe illallah diyordu. Cema'at emrin gereğini yerine getiriyordu. Sonra adam yüz defa Subhanallah diye komut veriyor, ve cema'at yine emre uyuyordu. Abdullah: Sen onlara bir şey söylemedin mi? diye sordu. Ebu Musa: Hayır hiç bir şey demedim. Senin görüşünü almak istedim dedi. Abdullah: Sen onlara: Siz o çakıl taşlarıyla günahlarınızı sayın!.. Ben size hayrınızı eksiltmeyeceğine garanti vereyim, diyemedin mi? dedi. Sonra Abdullah (radiyallahu anh) Mescite yürüdü. Biz de beraber gittik. Mescite girince bu halkalardan birine rastladı. Tepelerine dikildi. Nedir sizin şu yaptığınız? dedi. Onlar: Ey Abdullah, bunlar çakıl taşları, Tekbir, Tehlil ve Tesbihlerimiz'i sayıyoruz dediler. Abdullah: Siz o taşlarla günahlarınızı sayın!.. Ben size hayrınızın eksilmeyeceğine garanti vereyim. Ey Muhammed ümmeti! Helakınız ne de hızlı yaklaşıyor. Hem de aranızda bu kadar Sahabe varken, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in kefeni daha nemlenmişken, yemek tabağı henüz kırılmamışken... Beni Kudreti'yle saran Allah adına söyleyin: Siz, Muhammed ümetinden daha mı fazla hidayette olan bir ümmetsiniz?... Yoksa siz dalalet kapısını açanlar mısınız?... Onlar: Ey Abdullah, Allah'a andolsun ki, bizim hayır işlemekten başka bir niyetimiz yok dediler. Abdullah: Nice hayır uman insanlar var ki asla umduğu hayrı bulamamıştır. Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Kur'an okuyan, fakat okudukları kalplerine işlemeyen bir topluluk tarif etmişti. Andolsun ki, sanki o tarife uyanların çoğunluğu sizin aranızda... Sonra onlardan yüz çevirip gitti… Amr ibni Seleme dedi ki. Nehrevan olayında bu adamların çoğunluğunu, Hariciler'le beraber bize saldırırken gördük." (Darimi; Abd'ur Rezzak, Musannef; Taberani, Mucem'ul Kebir, 3/179, 3050; Münziri, et-Terğîb ve’t Terhib, 42, 246; Heysemi, Mecma'uz Zevaid, 1/280, 1001; Suyuti, el-Cami'us Sağir, 2/139; Münavi, Feyz'ul Kadir, 6/23)

Bu rivayetin bir benzeri de İbni Vaddah el-Kurtubi’nin, rivayet zincirinde Tebei Tabiun'dan Salet ibni Behram ile İbni Mesud (radiyallahu anh) arasında inkıta olan ve bu sebeple zayıf sayılan (İbni Hacer, et-Tehtib'ut Tehzib) şu Asar'dır: "İbni Mesud (radiyallahu anh) boncuklarla Tesbih çeken bir kadına uğrar, onları kopartıp atar. Sonra da taşlarla Tesbih çeken bir adama gelir ve ayağı ile vurur. Ardından şöyle der: Çok ileriye gittiniz! Karanlık Bid’atlara daldınız! Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashabını ilimde geçtiniz!.." (İbni Vaddah el-Kurtubi, el-Bid’at ve’n Nehyu Anha, 12)

 Bu, ümmetin içerisinde ortaya çıkarılan her Bid’at da aynı şekilde olmuştur. Önceleri küçük birşey olarak ve hakka benzer biçimde çıkmış ve bu sebeple de bunları işleyenler sapmış ve bunu terk edememiştir. (Zamanla) büyüyerek onların kendisine uydukları bir din halini aldı dolayısıyla Sırat-ı Mustakim’den saptılar ve İslam’dan çıktılar.

Burada şuna da işaret etmekte fayda vardır. Bilindiği üzere Bid’atlar çeşit çeşittir. Bu sebeple ulema, Bid’at'ul Mukeffire (kişiyi İslam Dini’nden çıkartan Bid’atlar) ile kişiyi İslam Dini’nden çıkarmayan Bid’atları birbirinden ayırmış ve Bid’atları farklı kategoriler halinde ele almıştır. Buradaki genel ifadeden hareketle her Bid’at işleyenin Kafir olduğu sonucuna varılmamalıdır. Zira burada Şeyh'in kişiyi İslam Dini’nden çıkartan Bid’atları kasdettiği aşikardır.

Dini Meseleleri Ciddiye Almanın Gerekliliği

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- kendi döneminden olan kimselerin sözlerini dikkatle inceleki, böylelikle; Nebi sallalahu aleyhi ve sellemin Ashabı'ndan herhangi biri yahut herhangi bir alim bu mesele hakkında konuşmuş mu? (Bunu) soru(şturu)p görene kadar amel etmede acele etmeyesin ve (bir yanlışın) içine girmeyesin! Eğer onlardan delil olacak bir nakil bulursan ona sarıl; hiç birşey yüzünden bu sınırı aşma ve hiç birşeyi ona tercih etme (Cehennem) ateş(in)e düşersin!..

İmam Evzai’den şöyle dediği nakledilmiştir: "İlim; Muhammed (sallalahu alehi ve sellem)’in Sahabeleri'nden gelendir ve hiçbir Sahabe'den gelmeyen şey, ilim değildir." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlm, 2/36)

Hak Yoldan Sapmanın İki Yolu

Bil ki; Hak yoldan sapmak iki şekilde olur:

İlkinde; hayırdan başka bir isteği olmayan bir adam hak yoldan sapar bu adamın hatasına uyulmaz çünkü helak olmaya götürür.

(İkincisinde) bir adam hakka karşı inat eder ve kendinden önce gelen (Selef'den) muttakilere muhalefet eder, işte bu adam sapan (ve başkalarını) saptıran; bu ümmetin içindeki Asi Şeytan'dır. Onu tanıyanların, insanları ona karşı uyarmak ve onun Bid’atlarına düşerek helak olmamaları için onun durumunu insanlara açıklamak (görev/sorumluluk manasında) bir haktır.

İslam Tamdır ve Teslimiyet İster

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- kulun İslam’ı, (hakka) uymayıncaya, (onu) doğrulamayıncaya ve (ona) teslim olmayıncaya kadar tamamlanmaz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı tarafından (gücü yettiği halde açıklamamak suretiyle) İslam’da yeterince açıklanmamış bir şey kaldığını iddia eden kimse onları yalanlamış (hatalı bir biçimde itham etmiş), onlardan ayrılmış ve onları ta'n etmiştir. Bu (şahıs ise); İslam’da olmayan birşeyi ihdas eden bir Mubtedi (Bid’atçı), (kendisi) sapmış ve başkalarını (da) saptıran bir kimsedir.

İbni Mesud (radiyallahu anh) şöyle rivayet etmiştir: “Allah Te'ala kullarının kalplerine baktı. Onların arasında en hayırlı kalp olarak Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kalbini gördü. O’nu kendisi için seçti ve peygamber olarak gönderdi. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kalbinden sonra kullarının kalplerine baktı. Kulları arasında Ashabı'nın kalplerini en hayırlı kalpler olarak gördü. Ve dini için savaşan kimseler olarak onları Nebisi'ne vezir kıldı. Müslümanlar'ın güzel gördükleri Allah (celle celaluhu) katında da güzeldir. Onların kötü gördükleri Allah katında da kötüdür.” (Ahmed, Müsned; Hakim, el-Müstedrek, 3, 78)

Sünnet’de Kıyasa Yer Yoktur

Bil ki -Allah’ın rahmeti üzerine olsun!- Sünnet’de kıyas yoktur ve ne de misaller verilerek mantık yapmak yoktur ve onda hevaya (nefsi isteklere) uyulmaz.

Burada kıyas ile kasdolunan fasid analoji, akli çıkarımlar ve düşünce ile mantıkdır. Buna başvurmanın gerekçesi ise, Şeri'at Ahkamı'ndan hoşnut kalmayan kimselerin dini kendi heva ve heveslerine uygun hale getirme çabalarıdır. İmam İbni Cerir Taberi ve ibni Kesir’in el-A’raf Suresi 7/12 Ayeti'nin Tefsiri'nde naklettiğine göre Hasan el-Basri ve İbni Sirin şöyle demişlerdir: "İlk kıyası yapan İblis'tir.” İblis (lanetullahi aleyh), ateşten yaratılan kendisi ile insan arasında bir kıyas yapmış, ateşin topraktan üstün olduğunu iddia ederek, Allah’a olan itaatsizliğini haklı çıkarmak, Adem (aleyhi selam)’a secde etmemesinin doğru olduğunu ispat etmek istemiştir.

 Aksine, Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemden gelen nakilleri, "nasıl?" demeden keyfiyetsiz (nasıl olduğu sorulmadan) ve şerhsiz (nasıl ve neden olduğu sorgulanmaksızın ve açıklama olmaksızın) doğrulamaktır.

Dinde Kelam, Husumet Cedel ve Çekişmenin Yerilmesi

Kelam, Husumet, Cedel ve çekişme –kişi hakka ve Sünnet’e ulamış olsa bile- kişinin kalbine şüphe düşüren bir Bid’attır.

Kelam ilmi, Kur’an ve Sünnet’ten kaynaklanmayan, Mu'tezili fırkası alimlerinin mülhidlere ve felsefik düşünce akımlarına karşılık vermek gayesiyle tesis ettikleri bir ilimdir. Mülhidlere kendi düşünce sistemleri ile (kelam-felsefe) cevap vermek isteyen Mu'tezile neticede İslam’ın birçok sabit hükmünü kelamın gereği olarak terketmek durumunda kalmışlardır. Kelam, alimler tarafından yerilmiş ve birçoğu yanında ilim olarak dahi kabul görmemiştir.

İshak ibni İsa dedi ki: Malik derdi ki: "Kim dini kelamla öğrenmek isterse Zındıklık etmiş olur. Kim kimya ile uğraşırsa iflas eder, kim de Hadis'in garibini elde etme isterse yalancı olur.” (el-Herevi, Zemm'ul Kelam, K-173)

İmam Malik dedi ki: "Şayet; kelam bir ilim olsaydı, Sahabe ve Tabiin, ahkam hakkında konuştukları gibi, kelam hakkında da konuşurlardı. Ancak o bir batıla delalet eden bir batıldır." (Beğavi, Şerh'us Sünne)

İmam Şafii dedi ki: "Kelam erbabı hakkında benim hükmüm şudur: Onlara sopa atmalı, develerin üzerine başaşağı ters bindirip aşiretler ve kabileler arasında dolaştırarak: Kitab ve Sünnet'i bir yana bırakıp da kelamı alanın cezası işte budur, diye nida edilmelidir!" Rebi, İmam Şafii’nin şöyle dediğini nakleder: "Bir kimse ilmi kitaplarını vasiyet etse, kitapları arasında kelam kitapları da bulunsa, kelam kitapları bu vasiyete dahil olmaz." (Razi, Menakıb-ı Şafiî)

Abdullah ibni Ahmed dedi ki: "Babam, Ubeydullah ibni Yahya ibni Hakan’a bir mektup yazarak şöyle dedi: Ben kelam sahini mütekellim değilim ve kelamın da herhangi bir değeri olduğunu zannetmiyorum. Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’nden başka birşey kabul etmiyoruz. Bunun dışında bir şeyde söz söylemek hoş değildir.” (el-Herevi, Zemm'ul Kelam, K-216)

İmam Ahmed şöyle demiştir: "Sünnet’i müdafaa ediyor olsa dahi Kelam Ehli ile oturma!" (İbn'ul Cevzi, Menakib'ul İmam Ahmed, 205)

İmam Eşari, Cuveyni ve Gazali ve hatta Razi gibi çok sayıda alim, kelam ile geçen dönemleri için Allah’tan af ve bağışlanma dileyerek tevbe ettiklerini söylemişlerdir.

Dinde Cedel genel manada yerilmiştir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın Deliller'i hakkında, ancak Kafir olanlar çekişirler.” (Gafir/Mü'min 40/4)

Ebu Umame (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Bir kavm, içinde bulunduğu hidayetten sonra sapıttı ise bu, mutlaka cedel sebebiyle olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu söyledikten sonra, delil olarak) şu ayeti okudu:

"Onlar: Bizim İlahımız mı yoksa O mu daha iyidir? dediler. Sana böyle söylemeleri, sırf tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz münakaşacı bir millettir!.." (ez-Zuhruf 43/58)" (Tirmizi; İbni Mace)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Biz kader hususunda münakaşa ederken, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Bize şöyle çıkıştı: Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim!?! Bilin ki, sizden öncekileri, dini meselelerdeki münakaşalarını çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri ihtilafları helak etmiştir." (Tirmizi; İbni Mace)

Adamın biri Hasan el-Basri (rahmetullahi aleyh)’e gelerek: Ey Ebu Sa’id (Hasan el-Basri)! Din konusunda münazara edelim deyince, İmam Hasan el-Basri ona şöylece mukabelede bulunmuştur: "Ben, kendi dinimi biliyorum, eğer sen dinini yitirdiysen git de dinini (tartışma mevzusu edip) ara-bul!.." (Acuri, eş-Şeri’a, 57; Lalekai, Usul İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/144 215; İbni Batta, el-İbanet'ul Kubra, 586)

Ömer ibni Abd'ul Aziz (rahmetullahi aleyh) şöyle demiştir: "Dinini münakaşaya açan (bir akide üzere sabit kalmaz) sık sık değişir!.." (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlm, 2/113; Bağdadi, el-Fakih ve'l Mutefakkih, 1/235; Darimi, 1/91)

Allah Hakkında Kelam Yapmak Sapkın Bir Bid’attır

Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Bil ki; Rab te'ala hakkında kelam yapmak, muhdes (sonradan ortaya çıkmış), Bid’at (uydurulmuş) ve dalalettir. Rab hakkında, O’nun kendisini Kur’an’da vasfettiği ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı'na açıkladığı dışında hiç birşey söylenmemelidir. O (Allah) celle senauhu, Tek'dir.

 “O'nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O, Semi (işiten)'dir, Basir (gören)'dir.” (eş-Şura 42/11)

Allah, Evvel ve Ahir’dir İlmi Herşeyi Kuşatmıştır

Rabbimiz öncesi olmayan Evvel, sonrası olmayan Ahir’dir. Gizliyi ve gizlinin gizlisini bilir. Arş’ına İstiva etmiştir. İlmi heryeri kuşatmıştır ve O’nun İlmi'nden uzak hiçbir mekan yoktur.

Müellif bu ibaresiyle, Cehmiyye’nin, Allah’ın Zat’ı ile her yerde olduğuna dair inancını inkar etmektedir. Ehli Sünnet’in bu husustaki inancı –müellifin de vurguladığı üzere- Allah’ın Zat’ı ile Arş’ın üzerine İstiva ettiği ve İlmi'nin de her yanı kapladığı yönündedir.

Kelamullah ve Allah’ın Sıfatları

Rabb’in Sıfatları hakkında Allah’dan şüphe eden şüpheciden başkası "nasıl?" ve "niçin?" demez. Kur’an, Kelamullah (Allah’ın Kelamı), (indirdiği) Vahyi ve Nuru'dur. Kur’an mahluk (yaratılmış) değildir. Kur’an Allah’dandır ve Allah’dan olan birşey yaratılmış değildir. Bu, Malik ibni Enes, Ahmed ibni Hanbel ve onlardan önce ve sonraki fakihlerin dediğidir ve bu konuda tartışmak Küfür'dür. 

Kur’an Allah’ın Kelamı'dır. Kelam Allah’ın Sıfatları'ndandır. Allah’ın bütün Sıfatları Ezeli ve Ebedi'dir.

 

İmam Malik (rahimahullah) Kur’an’ın mahluk olmayıp yaratılmadığını söylemiştir: "Kur’an Allah’ın Kelamı'dır ve yaratılmamıştır." (Lalekai, Şerh Usul'us Sunne, 414) 

İmam Ahmed ibni Hanbel (rahimahullah) kendisine Kur’an’ın mahluk olduğunu söyleyen kimse hakkında sorulduğunda "Kafir'dir." demiştir. (Lalekai, Şerh Usul'us Sunne, 449) 

Kur’an’ın mahluk olmayıp yaratılmadığı ile alakalı Ehli Sünnet alimlerinin sözleri ve kitapları çoktur.

Ehli Sünnet ve’l Cema'at, Kur’an’ın Kelamullah (Allah’ın Kelamı) olduğuna i'tikad eder. Lakin bu hususta Ehli Bidat’in hücumuna uğrarlar. Bunun yanında, Eşariler ve Maturidiler de, Zahir'de Kur’an’ın Kelamullah olduğunu söyleseler de, elimizdeki Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia etmek suretiyle Ehli Sünnet’e muhalefet etmektedirler.

Ru'yetullah

Kıyamet Günü’nde Ru'yet'e (Mü’minlerin Allah’ı görmesine) İman. (Mü’minler) Allah’ı baş gözleriyle göreceklerdir.

Allah (subhenahu ve teala) şöyle buyurmaktadır: “Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rableri'ne bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).” (Kıyamet 75/22-23)

 

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'den gelen ve Ru’yetullah’a delalet eden Hadis-i Şerifler ile Ashabı'nın bu husustaki sözleri mütevatirdir. Bu Hadisler'i Sahih, Müsned ve Sünen te’lif eden Hadis alimleri eserlerinde rivayet etmişlerdir.

 

Cerir ibni Abdullah el-Beceli (radiyallahu anh)’tan rivayete göre, o şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in huzurunda oturmakta idik. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), dolunay durumundaki Ay'a baktı ve şöyle dedi: “Siz Rabbiniz'in huzuruna varacaksınız ve şu Ay'ı gördüğünüz gibi O’nu görecek ve görme konusunda bir zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacaksınız. Dolayısıyla gün doğmadan önceki namaza ve gün batmadan önceki namaza gücünüz yettiği sürece devam edin dedi ve şu Ayet'i okudu: “…Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbi'nin sınırsız Kudret ve yüceliğini tüm eksiksiz övgüleriyle an…” (Ta-Ha 20/130)” (Buhari; Müslim; Tirmizi)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’tan ve ayrıca Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh)’tan rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Dolunay gecesi Ay'ı görmekte güçlük çeker misiniz? Veya her zaman güneşi görmekte bir güçlükle karşılaşır mısınız? Ashab: Hayır! diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Siz Rabbiniz'i dolunay gecesinde gördüğünüz gibi rahatlıkla görecek ve hiçbir zorlukla karşılaşmayacaksınız buyurdu.” (Buhari; Müslim; İbni Mace; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai; Ahmed, Müsned; İbni Huzeyme; İbni Hibban)

Suheyb (radiyallahu anh)’tan rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem); “İyi ve yararlı işler yapmakta devamlı ve kararlı olanlara karşılık olarak iyisi ve ziyadesi (ondan daha fazlası) vardır.” (Yunus 10/26) ayeti hakkında şöyle buyurdu: “Cennetlikler Cennet'e girdiklerinde bir tellal: Sizin için Allah’ın verdiği bir sözü vardır diye bağıracak… Cennetlikler de diyecekler ki: Bizim yüzümüzü ak etmedi mi? Bizi ateşten kurtarmadı mı? Bizi Cennet'e sokmadı mı? Melekler: Evet! diye cevap verecekler. Bundan sonra perde açılacaktır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle sözünü sürdürdü: Allah’a yemin ederim ki, Allah o gün Cennetlikler'e, Kendisi'ni görmekten daha sevimli bir şey vermemiştir.” (Müslim; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned)

Ehli Sünnet Akidesi'nin ele alındığı her eserde yer bulan bu meseleyle alakalı daha fazla Türkçe bilgi için Tahavi Akidesi’nin İbnu Ebi’l İzz tarafından yapılan Şerhi'nin Ru'yetullah'la alakalı bölümüne ve ayrıca İbni Kayyım’ın Türkçeye “Cennetteki Hayat” adıyla çevrilen “Had'il Ervah” isimli eserinin ilgili bölümüne ve yine Hafız ibni Hacer el-Askalani’nin “Feth'ul Bari bi Şerhi Sahih el-Buhari” isimli eserinde Darekutni’nin Ru'yetullah hakkındaki yirmiden çok Hadis'i topladığı, İbni Kayyım’ın arttırarak otuzdan çok Hadis derlediği ve bu Hadisler'in çoğunluğunun ceyyid olduğunu Yahya ibni Ma'in’in Ruyetullah hususunda onyedi Sahih Hadis olduğunu belirttiği bölüme (Feth'ul Bari, 17/448) müracaat edilebilir.

Ru'yetullah hususunda da, Mu'tezili ve diğer bazı Bidat Ehli ile Eşariler de Zahiren Ru'yetullah’ı kabul etmelerine karşın Mu'tezile ile Selef arasında telifçi bir yaklaşım tarzıyla bazı açılardan bu hususta Ehli Sünnet ve’l Cema'at’e Muhalefet etmektedirler.

Allah onları perdesiz (Kendisi adına hareket eden bir kimse olmaksızın) ve tercümansız hesaba çekecektir.

Adiyy ibni Hatim (radiyallahu anh) şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizlerden herbir kişiye Kıyamet Günü’nde Allah muhakkak Kelam söyleyecektir. Öyle bir halde ki, kendisiyle Allah arasında hiçbir tercüman bulunmaz." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ahmed, Müsned; Nevevi, Riyaz'us Salihin)

 Mizan’a İman

Kıyamet Günü’nde Hayr'ın (iyiliğin) ve Şerr'in (kötülüğün) tartıldığı -iki kefesi ve lisanı olan- Mizan’a iman1 (etmek gerekir).

Allah-u Te'ala şöyle buyurmaktadır: "İşte, kimin tartıları ağır basarsa, artık o, hoşnut olunan bir hayat içindedir. Kimin tartıları hafif kalırsa, artık onun da anası (son durağı) Haviye'dir (uçurum/Cehennem)." (el-Karia 101/6-9)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İki söz vardır ki onlar dile hafiftirler, terazide ağırdırlar; Rahman olan Allah'a sevimlidirler, bunlar: Subhanellahi ve bihamidihi (Allah'a Hamd ederek O'nu noksanlıklardan Tenzih ederim), Subhanellah'il Azim (Yüce Allah'ı Tenzih ederim)." (Buhari)

"Bitaka Hadisi" olarak bilinen meşhur Hadis'de, Abdullah ibni Amr ibn'ul As (radiyallahu anhuma ecmain) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Allah Te'ala benim ümmetimden bir kişiyi Kıyamet Günü’nde Mahluklar'ın gözü önünde kurtarır. O kişi hakkında doksandokuz defter açılır. O defterlerin herbiri gözün alabileceği kadar büyüktür. Sonra Allah Te'ala o kişiye der ki:

Bu defterde yazılanlardan bir şeyi inkar ediyor musun? Hafaza Melekler'im sana zulmettiler mi?

Hayır, ya Rab!

Senin herhangi bir özrün var mı?

Hayır, ya Rab!

Evet! Bizim nezdimizde senin bir sevabın vardır. Muhakkak ki bugün sana zulüm yok!

Allah Te'ala bir kağıt çıkarır. O kağıtta Eşhedu en La-ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Rasulullah (Allah'tan başka -tapılmaya layık- İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Rasulü olduğuna Şahidlik ederim) yazılıdır. Bunun üzerine kul sorar:

Bu kağıt, şu defterlerin yanında ne yapabilir ya Rab?

Sana zulüm yapılmayacaktır!

Bunun üzerine defterler terazinin bir kefesine, o kağıt öbür kefesine defterler konur. Defterler havalanır, o kağıt ağır basar; zira Allah'ın İsmi'nin karşısında hiçbir şey ağır gelemez." (Tirmizi; Ahmed, Müsned)

"Ebu İshak şöyle demiştir: ez-Zeccac’ın ifadesine göre Ehli Sünnet; Mizan'ın (terazinin) varlığına, Kıyamet Günü kulların amellerinin tartılacağına, terazinin bir dili iki kefesinin bulunacağına ve bunların ameller ile inip kalkacağına iman noktasında icma etmişlerdir. Mu'tezile, teraziyi inkar etmiş ve bu, "Allah’ın Adaleti'nden ibarettir!" demiş, böylece Allah’ın Kitabı’na ve Sünnet’e muhalif olmuştur." (Hafız ibni Hacer el-Askalani, Feth'ul Bari bi Şerhi Sahih'ul Buhari, 17/628; Tercüme, 14/652)

Tartının iki kefesi olduğunu Hak Ehli kabul etmekteyken Bidat Ehli ise inkar etmiştir. Bidat Ehli tartı ve kefelerinin hakiki değil mecazi olduğunu ileri sürmüştür. (Ebu'l Hasan el-Eşari, Makalat'ul İslamiyyin)

Kabir Azabı'na, Sorgu Melekleri Nekir ve Münker’e İman

Kabir Azabı'na, Münker ve Nekir (isimli sorgu meleklerin)’e iman (etmek gerekir).

Ebu’l Hasan el-Eşari (rahmetullahi aleyh)’in belirttiği üzere, Kabir Azabı'na iman hususunda Ehli Sünnet’te icma vardır. (Risale ila Ehl-i Sağir, 279)

Kabir Azabı, sadece; Hariciler'den ve de Bağdad'lı Mu'tezile’den bir grup tarafından inkar edilmiştir.

Ebu Abdullah (İmam Ahmed) kendisine Kabir Azabı ve sorgu Melekler'i hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Bunların hepsine iman ediyorum ve bunlardan birini her kim inkar ederse o, Cehmi’dir.” (Neysaburi, Mesail'ul İmam Ahmed, 2/156 1879)

Mü’minlerden olan ölülere Cennet kapıları açılır ve Cennet kendilerine gösterilir. Onlar ni'met içerisinde, sıkıntısız ve huzurlu bir şekilde Kabir hayatını yaşarken Kafir veya Münafık olanlara ise Cehennem kapıları açılır, oradaki azab kendilerine gösterilir ve kabirlerinde azab görürler. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu üzere: "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur." (Tirmizi)

Kabirde Azab'ın olacağını şu Ayet-i Kerime ifade eder:

"Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyamet’in kopacağı gün de denilir ki; Firavun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun!.." (Ğafir/Mümin, 40/46)

Rasulullah (sallallahu alehi ve sellem) Sahih bir Hadis'de:

"Allah, iman edenlere bu dünya hayatında ve Ahiret'te, o sabit sözlerinde daima sebat ihsan eder." (İbrahim 14/27) Ayeti'nin, Kabir Nimeti hakkında indiğini açıklamıştır. (Buhari)

Bazı Hadisler'de, İsrafil (aleyhi selam)'ın birinci ile ikinci Sur'a üfleyişi arasındaki süre içerisinde Kabir Azabı gören kimselerden azabın hafifletileceği haber verilmiştir. Nitekim azab görenler kabirlerinden kalktıkları zaman şöyle diyeceklerdir:

"(Yeniden dirilişi inkar edenler pişmanlık içerisinde) bize yazıklar olsun! Bizi kabirlerimizden kim kaldırdı (çıkardı)? derler. (Onlara cevap olarak şöyle denilecektir:) Bu, Rahman (olan Allah)'ın vadettiği ve doğru sözlü peygamberlerin haber verdikleri şeydir (Ba's/yeniden diriliştir)!" (Ya-Sin 36/52)

Bunun dışında, Kabir Azabı süreklidir.

Kabir Azabı ile ilgili Hadis kitaplarında pek çok Hadis zikredilmektedir. İmam Beyheki, İsbat Azab'ul Kabr başlığı altında konuyla alakalı ikiyüzkırk rivayeti derlemiştir. Sorgu-sual, Kabir Azabı ve onun Ni'metleri hakkındaki Hadisler, muhtelif lafızlarla varid olmuştur, sayıca çoktur ve mana bakımından mütevatire ulaşmıştır. (Kemal ibni Ebi Şerif, el-Musemara bi Şerh'il Museyara, 228)

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Kabir Azabı'ndan Allah (subhenahu ve teala)’ya sığınmamızı ve namazlarda son oturuşta okumamızı bizlere tavsiye etmektedir. “Allah’ım! Cehennem Azabı'ndan Sana sığınırım. Kabir Azabı'ndan Sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırım. Mesih Deccal’in şerrinden Sana sığınırım.” (Buhari; Nesai; İbni Hibban)

Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)'den rivayet olunan Hadis'de, o şöyle demiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azab çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören Ashab, niye böyle yaptığını sorduklarında şöyle buyurdu: Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." (Buhari; Müslim; Ebu Davud)

Bera ibni Azib (radıyalahu anh)'dan rivayet olunduğuna göre, o şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte Ensar'dan bir adamın cenazesini defnetmek için çıktık, kabre geldiğimizde kabir henüz kazılmamıştı. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) oturunca, biz de onun meclisine saygıdan dolayı sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz hareketsiz bir şekilde onun etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve düşünceli bir şekilde çubuğun bir ucuyla yeri eşeliyordu. Başına kaldırdı ve -iki veya üç defa-:

"Kabir Azabı'ndan Allah'a sığının!.. buyurdu. Sonra şöyle buyurdu: Mü’min kul, dünyadan ayrılmak ve Ahiret'e yönelmek üzere olduğu zaman ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan beyaz yüzlü Melekler iner. Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır. Onun görebileceği yere otururlar. Sonra Ölüm Meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: Ey güzel ruh, çık ve Rabbi'nin Mağfiret'ine ve Rızası'na gel! Bunun üzerine o ruh, tulumun ağzından damlayan bir damla gibi çıkar ve Ölüm Meleği onu alır. Ölüm Meleği, Mü'min kulun ruhunu aldığında, Melekler onu göz açıp kapayacak kadar Ölüm Meleği'nin elinde bırakmazlar. Onu Ölüm Meleği'nin elinden alırlar ve bu kefene koyarlar. O ruhtan, yeryüzünde bulunan en güzel mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu Melekler arasından geçirirken: Bu güzel ruh nedir? derler. Dünyadaki en güzel isimlerini söyleyerek: Falan oğlu falandır! derler. en yakın göğe (dünya semasına) ulaşıncaya kadar çıkarırlar. Melekler onun için kapının açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Bunun üzerine  yedinci semaya ulaşıncaya kadar her semada bulunan Allah'a yakın Melekler o ruha eşlik ederler. Nihayet Allah (azze ve celle) şöyle buyurur:

 "Kulumun Amel defterini, İlliyyin'e yazın ve ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Çünkü Ben, onları ondan (topraktan) yarattım ve yine ona döndüreceğim. Bir defa daha onları (hesaba çekmek üzere) topraktan çıkaracağım."

Bunun üzerine Mü'min kulun ruhu bedenine iade edilir. Ardından iki Melek yanına gelip onu oturturlar ve:

Rabb'in kimdir? derler.

Mü'min kul: Rabbim Allah'tır, der.

Onlar: Dinin nedir? derler.

Mü’min kul: Dinim İslam'dır, der.

Onlar: Size gönderilen adam hakkında ne dersin? derler.

Mü’min kul: O Allah'ın elçisidir, der.

Onlar: Sana bunları bildiren nedir? derler.

Mü’min kul: Allah'ın Kitabı'nı okudum, ona inandım ve onu tasdik ettim, der.

Bunun üzerine semadan bir ses gelir: Kulum doğru söyledi. Cennet'ten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu Cennet elbiselerinden giydirin ve ona Cennet'ten bir kapı açın, der. Bunun üzerine ona Cennet'in esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir, gözünün görebileceği yere kadar kabri genişletilir. Sonra ona, güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokular içerisinde olan birisi gelir ve seni mutlu edecek şeyle sevin. Bugün sana Va'd olunan gündür, der. Bunun üzerine o: Sen kimsin? Senin o Hayır'lı yüzün nedir, der. O: Ben, senin salih amelinim der. Bunu işitince, Ya Rabbi! Kıyamet'i çabuk kopar ki, aileme ve malıma kavuşayım, der.

Kafir kul, dünyadan ayrılmak ve Ahiret'e yönelmek üzere olduğu zaman, yanlarında kaba ve sert elbise olan siyah yüzlü Melekler gelir ve onun görebileceği bir yerde otururlar. Sonra Ölüm Meleği onun yanına gelip başucunda oturur ve ona: Ey çirkin ruh, haydi çık! Allah'ın öfkesine ve gazabına gel! der. Bunun üzerine ruhu bedenine dağılır ve ıslak yüne dolaşan pıtrağın (dikenli tohumları hayvanların kıllarına ve insanların giysilerine takılan bir yıllık ve otsu bir bitki) yünden çekilip çıkarıldığı gibi, Ölüm Meleği onun ruhunu bedeninden çekip alır (Ruhu bedeninden güçlükle ayrılır). Ölüm Meleği ruhunu alınca da, Melekler onu göz açıp kapayacak kadar Ölüm Meleği'nin elinde bırakmazlar. Onu Ölüm Meleği'nin elinden alırlar ve kaba ve sert elbisenin içine koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar. Onu semaya yükseltirler. Her semada bulunan meleklerin yanından geçerken onlar: Bu pis ruh kimindir? derler. Melekler, dünyadaki en kötü ismini söyleyerek: Falan oğlu falandır, derler. en yakın göğe (dünya semasına) gelince, onun için semanın kapılarının açılmasını isterler, fakat ona kapılar açılmaz. Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu Ayet'i okudu:

"(Öldükleri zaman) onlar(ın ruhların)a gök kapıları açılmaz ve deve, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar Cennet'e giremezler. Suçluları işte böyle cezalandırırız." (el-A'raf 7/40)

Allah (azze ve celle) şöyle buyurur: "Onun amel defterini Siccin'e (en aşağı tabakaya) yazın!.." Sonra onun ruhu, gökten yere fırlatılıp atılır. Sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu Ayet'i okudu:

"Kim Allah'a Şirk (ortak) koşarsa, sanki o, gökten düşüp de parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgar onu uzak bir yere sürükleyip atmış kimse gibidir." (Hac 22/31)

Ardından ruhu bedenine iade olunur da (Münker ve Nekir adlı) iki Melek ona gelip yanına oturur ve:

Rabbin kimdir? derler.

Kafir kul: Şey şey, bilmiyorum, der.

Onlar: Dinin nedir? derler.

Kafir kul: Şey şey, bilmiyorum, der.

Onlar: Size gönderilen adam hakkında ne dersin? derler.

Kafir kul: Hah…Hah… Bilmiyorum, der.

Bunun üzerine semadan bir ses: Yalan söyledi, ona Cehennem'deki yerini hazırlayın ve ona Cehennem'den bir kapı açın! der.

Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgarından gelir ve kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır. Çirkin yüzlü, kötü elbiseli ve pis kokulu bir adam ona gelir ve şöyle der: Seni üzecek şeye sevin! Bugün, va'd olunduğun gündür. Kafir ruh ona: Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük getirdi, der. O da: Ben senin çirkin amelinim, der. Bunun üzerine: Rabbim! Kıyamet'i koparma!.. der." (Ahmed, Müsned)

Başka bir Hadis'de şu şekilde ifade edilir: "Ölü mezara konulunca, birine Münker, diğerine Nekir adı verilen siyah mavi iki Melek gelir; ölüye derler ki: Şu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) denilen zat hakkında ne dersin? O da şöyle cevap verir. O, Allah'ın kulu ve Rasulü'dür. Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka İlah yoktur, Muhammed de O'nun kulu ve elçisidir. Bunun üzerine Melekler; Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekte idik, derler. Sonra onun mezarını yetmiş arşın genişletirler. Daha sonra bu ölünün mezarı ışıklandırılır ve aydınlatılır. Daha sonra Melekler ölüye: Yat ve uyu! derler. O da: Aileme gidin de durumu haber verin der. Melekler ona: zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, Mahşer Günü'ne kadar sen uyumana devam et derler.

Eğer ölü Münafık olursa, Melekler şöyle der: Şu Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) denilen zat hakkında ne dersin? Münafık da şöyle cevap verir: Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum. Melekler ona: Böyle diyeceğini zaten biliyorduk derler. Daha sonra yere: Bu adamı alabildiğine sıkıştır! diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Mahşer Günü'ne kadar bu sıkıntı devam eder." (Tirmizi)

Semura ibni Cundeb (radiyallahu anh) şöyle anlatır: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Sabah Namazı'nı kıldırdığı zaman yüzünü bize döner ve: Bu gece sizden kim rüya gördü? diye sorardı. Eğer birisi rüya görmüş ise onu anlatır, o da: Maşaallah! derdi. Yine bir gün bize: Bu gece sizden kim rüya gördü? diye sordu. Biz de: Gören yoktur! dedik. Bunun üzerine O (sallallahu aleyhi ve sellem):

Ama ben bu gece bana gelen iki adamı gördüm. Elimden tutup beni Mukaddes Toprağa çıkardılar. Bir de baktım, orada, oturan bir adamla elinde demir çengel olan ayakta bir adam var. Bu adam çengeli avurtunun içinden ensesine kadar sokuyordu. Sonra da avurtunun diğer kenarına sokup aynısını yapıyordu, bu arada diğer tarafı iyi olunca, o zaman bu tarafa dönüp tekrar aynısını yapıyordu. Ben: Bu nedir? dedim.

Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda sırt üstü uzanmış bir adama vardık. Başucunda ise ayakta elinde bir taş bulunan bir adam vardı, taşla başını eziyordu. Taşı vurduğunda taş yuvarlanıp gidiyor, o da taşı almak için arkasından gidiyordu, tekrar geri geldiğinde başı iyi olup eski halini alıyor, adam tekrar gelip başına vuruyordu. Ben: Bu da kimdir? dedim.

Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda tandır gibi bir deliğe vardık, üstü dar, altı geniş olup altında ateş yanıyordu. Ateş yaklaştırıldığında (alevler yükseldikçe) içindekiler de yükseliyor, neredeyse dışarı çıkacak oluyorlar, ateş sakinleşince tekrar içerisine dönüyorlardı. Buranın içerisinde çıplak kadınlar ve erkekler vardı. Ben: Bunlar da kimdir? dedim:

Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde ortasında bir adam bulunan kandan bir nehre vardık. Nehrin kıyısında önünde birtakım taşlar bulunan bir adam vardı. Nehirdeki adam gelip dışarı çıkmak istediğinde nehrin kıyısındaki adam onun ağzına bir taş atarak onu bulunduğu yere gönderiyordu. Adam çıkmak için geldiğinde her defasında ağzına bir taş atıp yerine döndürüyordu. Ben: Bu da nedir? dedim:

Yürü! dediler. Yürüdük, sonunda içerisinde büyük bir ağacın bulunduğu yemyeşil bir bahçeye vardık. Ağacın dibinde yaşlı bir adamla birtakım çocuklar vardı. Bir de baktım ki ağacın yakınında, önünde yakıp tutuşturduğu ateş bulunan bir adam var. Sonunda beni ağacın içinden yukarı çıkararak bir eve girdirdiler ki bu evden daha güzelini asla görmedim. Evin içerisinde yaşlısından gencine birtakım erkekler, kadınlar ve çocuklar vardı. Sonra beni buradan çıkarıp yine ağaçtan yukarı kaldırdılar ve bir eve girdirdiler ki bu ev daha güzel ve daha değerli idi. Yine buranın da içerisinde yaşlılar ve gençler vardı. Ben: Bu gece beni gezdirip dolaştırdınız, şimdi gördüklerimin ne olduğunu bana haber verin bakalım, dedim.

Olur, dediler.

Avurtu yarılıp parçalandığını gördüğün adam, yalancıdır. Yalan konuşur, kendisinden her tarafa yalan taşınırdı. İşte bu sebeple Kıyamet Günü’ne kadar ona böyle azab edilir. Başının taşla parçalandığını gördüğün adam, Allah kendisine Kur’an'ı öğrettiği halde, uykuyu Kur'an'a tercih eder, gündüz de Kur’an-ı Kerim'e göre yaşamazdı. İşte bu nedenle ona Kıyamet Günü’ne kadar böyle azab edilir. Deliğin içinde gördüğün erkekler ve kadınlar, zinakarlardır. Nehirde gördüğün adam faiz yiyenlerdir. Büyük ağacın altında gördüğün yaşlı adam İbrahim (aleyhi selam)'dır. Çevresindeki çocuklar insanların çocuklarıdır. Ateşi yakan ise Cehennem'in bekçisi Malik’tir. İlk girdiğin ev, bütün müslümanlar'ın evi, bu ev ise şehitlerin evidir. Ben Cebrail’im. Bu da Mikail’dir. Başını yukarı kaldır! dedi.

Başımı kaldırdım, bir de baktım ki üstümde bulut gibi bir şey duruyor. Bana: İşte bu de senin evindir, dediler. Ben: Beni bırakın da evime gireyim, dedim.

Ama senin henüz tamamlamadığın bir ömrün var, şayet tamamlamış olsaydın, evine girerdin, dediler." (Buhari)

İbni Kayyım günahkar Müslümanlar'ın da Kabir Azabı'na tabi tutulmalarına dair der ki: "Bazı durumlarda belirli bir süreye kadar azab edildikten sonra Kabir Azabı kesilir. Bu azab türü, günahları az olan bazı günahkar Mü'minler içindir. Bu kimseler, günahlarına göre azab görecekler, -aynı Cehennem'de azab görüp de sonra onlardan azabın giderileceği gibi-, daha sonra azab onlardan hafifletilecektir. Ölünün yakın akrabası veya başkası tarafından kendisi için yaptığı dua, verdiği sadaka, yaptığı istiğfar veya haccın sevabının kendisine ulaşmasından dolayı Kabir Azabı ölüden kaldırılabilir." (İbni Kayyım, er-Ruh, 89)

Ayet'te geçen مَعِيشَةً ضَنكًا "sıkıntılı bir hayat" (Ta-Ha 20/124) tabirinin Kabir Azabı olduğu belirtilmiştir. İbni Kesir, Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) ve Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet edilen Hadisler gereğince Kabir Azabı olarak kabul edilmesi gerektiğini söyler. İbni Hibban’ın Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet ettiği Hadis'de, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bunu Kabir Azabı olarak açıkladığı bildirilmektedir. (İbni Hibban, Sahih, 3109)

Kabir Azabı, Sünnet Ehli tarafından İcma ile kabul edilmiş ve buna muhalefet eden olmamıştır. Mu’tezile’ye gelince, onlar Cennet ve Cehennem’in henüz yaratılmadığı iddası ile, Kabir Azabı’nı da inkar etmişlerdir.

Îmânın Lügat ve Istılâh Mânâsı:

“Îmân” kelimesi lügatte: “Emniyet ve tasdîk” olmak üzere iki mânâya gelir. Emniyet: “Güven vermekve güven içinde olmak” demek olup, korkunun zıddıdır. Nitekim âyet-i kerîme’de şöyle buyrulmuştur: “Allâh onları korkudan emin kıldı.” (Kureyş: 106/4)

Tasdîk ise: “Doğrulama ve onaylama” demek olup, yalanlamanın zıddıdır. Nitekim âyet-i kerîme’de şöyle buyrulmuştur:

“Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz.” (Bakara: 2/75)

İslâmî ıstılâhta ise: “Îmân: Kalb ile tasdîk, dil ile söylemek ve âzâlarla amel etmektir. Artar ve azalır.”

Buna göre îmân: Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in Allâh’u Teâlâ’dan getirdiklerini kalb ile kabul etmek, bunları dil ile söylemek ve gerektirdikleriyle amel etmektir. İbâdetlerle artar. Günâhlarla azalır. [Bak: “E-m-n” Maddesi, İsfahânî, el-Müfredat; Firûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab; Cevherî, es-Sıhâh; İbn Fâris, Mucemu Makâyisi’l-Luğa…]

Ehl-i Sünnet Âlimleri Îmânın Tanımında İcmâ Etmişlerdir:

Ehl-i Sünnet âlimleri îmânın kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr ve âzâlarla amel etmek olduğunda ve itaatlerle artıp, masiyetlerle azalacağında icmâ etmişlerdir. Nitekim:

1. İmâm Sufyân bin Uyeyne rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmân, söz ve ameldir. Bizden öncekilerden onu, söz ve amel olarak aldık. Amel olmadan söz olmaz.” [Abdullâh bin Ahmed, es-Sünne: 1/346; İbn Battâ, el-İbâne: 2/855; el-Acurrî, eş-Şeria: 2/604.]

2. İmâm Şâfiî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Sahâbe, tabiin ve onlardan sonra bizim kendilerine yetiştiğimiz kimseler: ‘Îmân: Söz, fiil ve niyettir. Bu üçünden birisi diğeri olmadıkça geçerli değildir’ diye icmâ ettiler.” [el-Lalekâî, Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s-Sünne: 5/956; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/209.]

3. İmâm Ahmed bin Hanbel rahîmehullâh şöyle demiştir: “Tabiinden, Müslümanların imâmlarından, selef imâmlarından ve çeşitli ülkelerin fıkıhçılarından doksan kişi Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in vefat ettiği esnadaki sünnetine göre: ‘Îmân: Söz ve fiildir. İtaatle artar, masiyetle eksilir’ diye icmâ ettiler.” [İbn Receb, Tabakatu’l-Hanabile: 1/130.]

4. İmâm İbn Abdilberr rahîmehullâh şöyle demiştir: “Fıkıhçılar ve hadîsçiler îmânın söz ve amel olduğu üzerinde icmâ ettiler. Niyetsiz amel olmaz. Onlara göre îmân itaatle artar, masiyetle azalır. Onların nazarında bütün itaatler îmândır.” [İbn Abdilber, et-Temhîd: 9/238.]

5. İmâm Buhârî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Çeşitli ülkelerden binden fazla âlimle karşılaştım. Hiç kimsenin îmânın söz ve fiil olduğunda, artıp eksilebileceğinde ihtilaf ettiğini görmedim.” [İbn Hacer, Fethu’l-Bârî: 1/47; Alûsî, Rûhu’l-Meânî: 5/156.]

6. İmâm el-Acurrî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh size ve bize merhamet etsin. Biliniz ki Müslüman âlimlerin üzerinde icmâ ettikleri esasa göre îmân, bütün insânlara farzdır. O da, kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr ve âzâlarla amel etmektir.

Ve yine biliniz ki beraberinde dilin söylemesi olmadıkça sadece kalb ile bilmek ve tasdîk etmek yeterli değildir. Âzâlarla amel etmek olmadıkça da kalb ile bilmek ve lisân ile söylemek yeterli değildir. Bu üç haslet bir kimsede eksiksiz bulunduğu zaman mü’min olur. Kur’ân, Sünnet ve Müslüman âlimlerin görüşleri buna delâlet eder.” [Acurrî, eş-Şeria: 2/611.]

7. İmâm el-Beğavî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Sahâbeler, tabiinler ve onlardan sonra gelen sünnet âlimleri amellerin îmândan bir cüz olduğu konusunda görüş birliği içindedirler… Onlar dediler ki: Îmân söz, amel ve akidedir.” [el-Beğavî, Şerhu’s-Sünne: 1/38.]

8. İmâm İbn Battâ rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh size rahmet etsin, bilin ki! Allâh’u Teâlâ kalblerin kendisini tanımasını ve kendisini, rasûllerini, kitâblarını ve sünnetin getirdiği her şeyi tasdîk etmesini, dillerin bunu söylemesini ve söz olarak bunu ikrâr etmesini, bedenlerin ve âzâların emrettiği her şeyi yapmasını farz kıldı. Amelleri farz kıldı. Bunlardan herhangi birisi diğerleri olmadıkça geçerli değildir. Kul bunların hepsini kendisinde bulundurmadıkça mü’min olamaz. Ta ki kalbiyle inanmış, dili ile ikrâr etmiş ve âzâları ile amel etmiş olsun. Bununla beraber yine de mü’min olamaz. Ancak bütün söylediklerinde ve yaptıklarında sünnete uygun olduğu, bütün sözlerinde ve amellerinde Kitâb ve ilme uyduğu zaman mü’min olur. Size açıkladığım her şey Kur’ân’da ve Sünnet’te geçmektedir ve ümmetin âlimleri bunun üzerinde icmâ etmiştir.” [İbn Battâ, el-İbâne: 2/778.]

9. İmâm Ebû Ubeyd Kâsım bin Sellâm rahîmehullâh şöyle demiştir: “Allâh Teâlâ îmânın ancak şartlarına uygun bir amelle gerçek bir îmân olacağını belirlemiştir. Amel olmaksızın sadece sözle îmân iddiasında bulunanı gerçek mü’min olarak kabul eden kimse Allâh’ın Kitâbı’na ve Sünnet’e inatla karşı çıkıyor demektir. Allâh’u Teâlâ’nın insânları sözün fiille tasdîk edilip edilmediğiyle imtihan ettiğini ve amel olmaksızın sadece sözden razı olmadığını görmedin mi? Böylece birini diğerinin bir parçası kılmış olmadı mı? Allâh’ın Kitâ-bı’ndan, Rasûlü’nün Sünneti’nden ve ondan sonraki selefin metodundan sonra artık başka hangi şeye uyulur? Ki örnek alınacak ve güvenilecek kimseler onlardır. Şu kitâbımızda naklettiğimiz şeylerden âlimlerimizin belirlediği bize göre sünnete uygun olan hüküm şudur: Niyet, söz ve amelin hepsi birden îmândır.” [Kâsım bin Sellâm, Kitâbu’l-Îmân: 32-34.]

10. İmâm İbn Receb rahîmehullâh şöyle demiştir: “Âlimlerin çoğunluğu şunu söylemişlerdir. Îmân söz ve ameldir. Bu selefin tamamının ve hadîs âlimlerinin icmâsıdır. Şâfiî bu konuda sahâbenin ve tabiinin icmâ ettiklerini belirtmiştir. Ebû Sevr de bunun üzerinde icmâ olduğunu ifâde etti. Evzâî dedi ki: Seleften bu dünyadan geçip gidenler îmân ile amel arasında ayırım yapmazlardı. Bunu birden fazla selef âlimi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten naklettiler. Fudayl bin Iyâd ve Veki el-Cerrah da bunu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten nakledenlerdendir. ‘Îmân söz ve ameldir’ diyenlere gelince bunlardan bazıları şunlardır: Hasen el-Basri, Said bin Cubeyr, Ömer bin Abdulaziz, Ata, Tavus, Mücâhid, Şâbî, Nehâî ve Zührî. Bu, Sevrî, Evzâî, İbn Mübarek, Mâlik, Şâfiî, Ahmed, İshâk, Ebû Ubeyd, Ebû Sevr ve diğerlerinin de görüşüdür… Îmânın artması ve eksilmesi, âlimlerin cumhurunun görüşüdür.” [İbn Receb, Câmiu’l-Ulûm: 1/104.]

Kalb İle Tasdik Etmenin Delîlleri: 

Îmânın sahîh olabilmesi için kalb ile tasdîk edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok delîl vardır. Onlardan bazıları şöyledir: Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Îmân henüz kalblerinize girmedi (yerleşmedi).” (Hucurât: 49/14)

Bu âyet-i kerîme kalb ile tasdîk etmeden îmân iddiasının geçerli olmayacağının ve îmânın ancak kalben tasdîk ile sahîh olacağının en açık delîllerindendir. Zîrâ âyette menfaat peşinde koşarak münafıklık yapan bazı bedevîlere “Îmân henüz kalblerinize girmedi” buyrularak kalben yakînî olarak îmân etmedikçe mü’minlerden olamayacakları bildirilmektedir. Nitekim âyetin baş tarafında şöyle buyrulmaktadır: “Bedevîler, dedi ki: ‘İman ettik.’ De ki: ‘Siz îmân etmediniz; ancak ‘İslâm (teslim) olduk’ deyin. (Zîrâ) Îmân henüz kalblerinize girmedi.”

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme’de şöyle buyurmaktadır:

“Ey Rasûl! Kalbleri inanmadıkları halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin.” (Maide: 5/41)

Bu âyet-i kerîme de bir önceki âyet-i kerîme gibi îmânın sıhhati için kalb ile tasdîk etmenin şart olduğunun en büyük delîllerindendir. Âyette kalben inanmadıkça dil ile söylemenin kişiye fayda vermeyeceği beyân olunmaktadır. Zîrâ âyetin sonunda “İnanmadıkları halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar” hakkında şöyle buyrulmaktadır: “Onlara dünyada bir rüsvaylık (en aşağılayıcı bir zillet), ahirette ise yine onlara büyük bir azâb vardır.”

Îmânın sahîh olabilmesi için kalb ile tasdîk edilmesinin gerekli olduğunu ifâde eden birçok hadîsi şerîf vardır. Onlardan bazıları şöyledir:

“Ebû Said el-Hudrî radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra Allâh Subhânehu ve Teâlâ: ‘Kalbinde hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (ce­hennemden) çıkarın!’ buyurur.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (22); Müslim (146)…]

Bu hadîs-i şerîf, kalb ile tasdîk etmeden îmânın sahîh olmayacağını ve kurtuluşun ancak kalbte bulunan tevhîdî bir îmân ile mümkün olacağını açık olarak bildirmektedir. Nitekim hadîste: “Kalbinde hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (ce­hennemden) çıkarın!” buyrulmuştur.

“Enes bin Mâlik radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: (Allâh Azze ve Celle) ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammeden Rasûlullâh’a samimi bir kalble şahitlik eden herkese cehennem ateşini haram kılar’.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (128); Müslim (32) …]

Kalbten yakînî olarak şehâdet edilen kelime-i tevhid’in, cehennem ateşinde ebedî olarak kalmaya mânî olacağı ifâde edilen bu hadîs-i şerîf, bir önceki hadîste zikredilenleri takviye ederek kalb ile tasdîk etmedikçe îmân iddiasının geçerli olmayacağı hakkında açık bir nassdır.

İmâm İbn Kayyim rahîmehullâh kalbin tasdîki hakkında şöyle demiştir: “Îmânın hakikati söz ve fiilden oluşur. Söz iki kısımdır: Kalbin sözü ki bu itikattır (kalbin inanması, bağlanmasıdır), dilin sözü ise İslâm kelimesini konuşmaktır (kelime-i tevhîd’i söylemektir). Fiil de iki kısımdır: Kalbin fiili ki bu niyet ve ihlâstır. İkincisi organların fiilidir. Bu dördü bulunmadığı zaman îmân kemâliyle bulunmaz. Kalbin tasdîki bulunmadığı zaman kalan kısımların faydası olmaz.” [İbn Kayyim Kitâbu’s-Salât: 56.]

Dil İle İkrâr Etmenin Delîlleri:

Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î özürler haricinde- dil ile ikrâr edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok delîl vardır. Onlardan bazıları şöyledir: Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“Deyin ki: ‘Biz Allâh’a ve bize indirilene inandık’.” (Bakara: 2/136)

Allâh’u Teâlâ, bu âyet-i kerîmesinde îmân esasları kalben tasdîk edildikten sonra, bunların dil ile de ikrâr edilmesini emretmiştir. Bu da dil ikrâr etmenin farz olduğuna açık olarak delâlet eder. Bu sebeble -ikrah hali müstesna- dili ile îmânını ikrâr etmeyen bir kimsenin îmânı sahîh değildir. Nitekim İmâm Ebû Hanîfe rahîmehullâh şöyle demiştir: “Bir kimse Allâh’ı tanır, O’nun tasdîk eder ve imkânına rağmen dili ile ikrâr etmeden ölürse küfür üzere ölmüştür.” [el-Usûlu’l-Munife li’l İmâm Ebî Hanife: 120.]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, diğer bir âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz: ‘Bizim Rabbimiz Allâh’tır’ deyip sonra doğru bir istikâmet tutturanlar (yok mu); artık onlar için korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Ahkâf: 46/13)

Allâh’u Teâlâ, bu âyet-i kerîmesinde ise tevhîdi dil ikrâr ederek bunun gereklerini istikâmet üzere yerine getirenlerin mahzun olmayacaklarını beyân etmektedir. Ancak ilk olarak zikrettiği şey, îmânın dil ile ikrâr edilmesidir. Bu da ikrârın amelden önce olduğuna açık olarak delâlet etmektedir.         

Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î özürler haricinde- dil ile ikrâr edilmesinin gerekli olduğunu ifâde eden birçok hadîsi şerîf vardır. Onlardan bazıları şöyledir:

“Târık bin Abdullâh el-Muhârî radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Ey İnsanlar! ‘lâ ilâhe illallâh/Allâh’tan başka -ibâdete layık hak- ilâh yoktur’ deyin kurtuluşa erin.” [(SAHÎH HADÎS): Ahmed (16603); İbn Huzeyme (159)…]

Hadîs-i şerîfte ‘lâ ilâhe illallâh’ kelime-i tevhîdini ikrâr edenlerin kurtulacağı; ikrâr etmeyenlerin ise dünyâ ve âhiret kurtuluşa eremeyeceği bildirilmektedir. Bu da dil ikrâr olmadan îmânın sahîh olmayacağı gerçeğine şüphe bırakmayacak bir şekilde delâlet etmektedir.      

“Enes bin Mâlik radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: İnsânlar ‘lâ ilâhe illallâh/Allâh’tan başka -ibâdete layık hak- ilâh yoktur’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Kim Allâh’tan başka ilâh yoktur derse meşru bir gerekçesi dışında canını ve malını benden korumuş olur. Onun hesabı -bundan sonra- Allâh’a aittir’.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (6924); Müslim (20)…]

Bu hadîs-i şerifin, ‘lâ ilâhe illallâh’ kelime-i tevhîdinin yani îmânın dil ikrâr edilmesinin gereğine delâlet etmekte olduğu açıktır. Îmânlarını dil ile ikrâr etmeyen kimselerin savaş ehlinden sayılmaları ise dil ile ikrâr etmenin îmânın sıhhat (geçerlilik) şartı olması dolayısıyladır.   

İmâm İbn Battâ rahîmehullâh, îmânının sıhhat şartlarını kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr ve azarla amel olarak belirterek şöyle demiştir: “Bilin ki! Allâh’u Teâlâ kalbe Allâh’ı tanımasını, Allâh’ı, rasûllerini, kitâblarını ve sünnetin getirdiği her şeyi tasdîk etmesini; dillere bunu söylemelerini ve bunu sözlü olarak ikrâr etmelerini; bedenlere ve âzâlarla ise emrettiği her şeyi yapmalarını farz kılmıştır. Bunlardan herhangi birisi diğerleri bulunmadıkça geçerli değildir. Kul bunların hepsini birlikte yapmadıkça mü’min olmaz. Yani hem kalbiyle inanmalı, hem diliyle ikrâr etmeli, hem de organlarıyla amel etmelidir. Sonra söylediği ve yaptığı her şey Sünnet’e uygun olmadıkça, bütün sözlerinde ve amellerinde Kitâb’a ve ilme tabi olmadıkça yine mü’min olmaz. Size açıkladığım şeylerin hepsi Kur’ân’da zikredilmiştir; Sünnet’te geçmektedir ve ümmetin âlimleri de bunlar üzerinde icmâ etmişlerdir…” [İbn Battâ, el-İbâne: 2/761.]

Azalarla Amel Etmenin Delîlleri: 

Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î özürler haricinde- îmânın gerektirdikleriyle amel edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok delîl vardır. Onlardan bazıları şöyledir:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Allâh sizin îmânlarınızı asla zayi etmez.” (Bakara: 2/143)

Bu âyet-i kerîmedeki îmândan maksadın namaz olduğu hususunda icmâ edilmiştir. Allâh Azze ve Celle âyet-i kerîmesinde namaz amelini îmân olarak isimlendirerek îmândan saymıştır. Nitekim İmâm Kurtubî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Âlimler bu âyetin, Beyt-i Makdis’e doğru namaz kılıp da ölen kimsenin hakkında inmiş olduğu hususu üzerinde ittifak etmişlerdir… Görüldüğü gibi burada niyet, söz ve ameli kapsadığından dolayı nama­za ‘îmân’ adı verilmektedir.

İmâm Mâlik rahîmehullâh şöyle demiştir: Ben bu âyet-i kerîme vesi­lesiyle (amelleri îmândan saymayan sapık) Mürcie’nin: ‘Namaz îmândan değildir’ şeklindeki sözlerini hatırlıyorum (da böyle bir sözü nasıl söylediklerine şaşıyorum).” [Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 2/157.]

İmâm Şâfiî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmân; söz amel ve kalble itikattır. Görmez misin ki Allâh’u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘Allâh sizin îmânlarınızı asla zayi etmez.’ Yani ‘Mescidi Aksa’ya doğru kıldığınız namazları zayi etmeyecektir’ demektir. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, bu âyette namazı, îmân olarak isimlendirmiştir. Namaz da söz amel ve itikattır.” [İbn Abdilber, el-İntika: 81.]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl iyilik, Allâh’a, ahiret gününe, meleklere, kitâb ve nebîlere îmân edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Allâh’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.” (Bakara: 2/177)

İmâm el-Evzâî rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmân ancak söz ile istikâmet bulur (:doğrulanır). Îmân ve söz ancak amel ile istikâmet bulur. Îmân, söz ve amel ise ancak Sünnet’e uygun niyetle istikâmet bulur. Seleften geçip gitmiş olanlar ameli îmândan, îmânı amelden ayırmıyorlardı. Îmân şu dinlerin kendi isimlerini kapsadığı gibi kapsayıcı bir isimdir ve amelin onu tasdîk etmesini de kapsar. Her kim ki dili ile îmân eder, kalbi ile tanır, ameli ile de bunu doğrularsa işte bu kopmayan bir kulptur. Her kim de dili ile söyler, kalbi ile tanımaz, ameliyle onu doğrulamazsa, onun îmânı kabul edilmez ve ahirette kaybedenlerden olur.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/956; İbn Battâ, el-İbâne: 2/807.]

İmâm Süfyân es-Sevrî rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Îmân söz, amel ve niyettir; artar eksilir. İtaatle artar, masiyetle eksilir. Amelle birlikte olmadıkça sadece söylemek câiz değildir. Niyetle beraber olamadıkça sadece söz ve amel câiz değildir. Sünnete uygun olmadıkça sadece söz, amel ve niyet de câiz değildir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 1/170; İbn Battâ, el-İbâne, 6/32; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/296.]

Îmânın sahîh olabilmesi için -şer’î özürler haricinde- îmânın gerektirdikleriyle amel edilmesinin gerekli olduğunu beyân eden birçok hadîs-i şerîf vardır. Onlardan bazıları şöyledir:

“İbn Abbas radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre: Beni Abdulkays heyeti Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelince Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem onlara (önce) Allâh’a îmân etmeyi emretti ve onlara: ‘Allâh’a îmân nedir biliyor musunuz? Dedi. Onlar ‘Allâh ve Rasûlü daha iyi bilir’ dediler. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem (Yalnızca Allâh’a îmân etmek:) ‘Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın rasulü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini (İslam devlet hazinesine) vermeniz demektir’ buyurdu.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (87); Ebû Dâvud (4677)…]

Bu hadîsi şerîf, amellerin îmâna dâhil olması hakkında en açık olan hadîslerden biridir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine dini öğrenmek için gelen heyete îmânı emretmiş ve “Allâh’a îmân etmek Allâh’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allâh’ın rasûlü olduğuna şahitlik etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini (İslâm devlet hazinesine) vermektir” buyurarak Allâh’a îmân için gerekli olan şeyleri bildirmiştir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem namaz, oruç, zekât ve ganimetin beşte birini İslam devlet hazinesine vermek gibi amelleri Allâh’a îmân olarak öğretmiştir. Hadîsin diğer bir metninde gelen heyete “Bunları ezberle­yin ve geride kalanlarınıza da bildirin” şeklinde buyurarak, ibâdetlerin Allâh’a îmân etmek için gerekli olduğunu insânlara bildirmelerini emretmiştir. Eğer ibâdetler îmâna dâhil olup hakikatinden olmasaydı, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine dini öğrenmek için gelen bu kimselere ibâdetleri îmân olarak öğretmez ve öğretmelerini de emretmezdi.  

İmâm İbn Ebi’l-İzz rahîmehullâh bu hadîs-i şerîfi zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Amellerin îmânın müsemmasına (kapsamına) dâhil olduğuna bu delîlin üstünde başka hangi delîl olabilir? Bu hadîste îmân ameller olarak tefsîr edilmiş ve tasdîk söz konusu edilmemiştir. Çünkü inkâr ile birlikte bu amellerin bir faydasının olmadığı bilinen bir husustur.” [İbn Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahavîyye: 2/487.]

“Ebû Hureyre radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Îmân yetmiş küsur şubedir. En yükseği ‘lâ ilâhe illallâh’ sözüdür. En aşağısı eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır. Hayâ îmândan bir şubedir.” [(SAHÎH HADÎS): Müslim (37), Ebu Dâvud (4676)…]

Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, bu hadîste îmânın şubelerini ifâde etmiş ve amelleri de bu şubelere dâhil etmiştir. Bu da açık olarak göstermektedir ki, ameller îmânın müsemmasına dâhildir. Nitekim İmâm Beğavî rahîmehullâh bu konudaki ittifaktan bahsederek şöyle demiştir: “Sahâbe, tabiin ve onlardan sonra gelen Ehl-i Sünnet âlimleri amellerin îmândan olduğu hususunda… İttifak etmişler ve şöyle demişlerdir: Îmân; söz, amel ve inançtır. İtaatle artar, masiyetle eksilir. Îmânın arttığını bizzat Kur’ân söylemiştir. Eksilmesi ise kadınların vasfedildiği hadîste geçmektedir.” [Beğavî, Şerhu’s-Sunne: 1/38-39.]

Îmânın Artıp, Eksilmesinin Delîlleri: 

Kur’ân ve Sünnet’te îmânın artıp eksileceğine dair birçok delîller vardır. Nitekim İmâm İbn Ebi’l-İzz rahîmehullâh şöyle demiştir: “Îmânın artıp eksildiğine dair Kitâb ve Sünnet’ten delîller ile seleften gelen rivâyetler gerçekten çoktur…” [İbn Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akîdedi’t-Tahavîyye: 2/479.]

Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

“Îmân edenlerin îmânını artırsın…” (Müddessir: 74/31)

Alî bin Ebî Tâlib radıyallâhu anh şöyle demiştir: “Îmân kalbte bir nükte şeklinde ortaya çıkar. Îmân arttıkça bu nükte de artar.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/224.]

İmâm İbn Cerir et-Taberî rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Îmân, söz ve amel midir, artar ve eksilir mi veya onda artma ve eksilme olmaz mı? Bu konuda söylenecek söze gelince; îmân söz ve ameldir, artar ve eksilir diyenlerin görüşü doğrudur. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbından bir topluluğun bu görüşte olduğu haber verilmiştir. Geçmişte dîn ve fazilet sâhibi kimseler bu görüşü benimsemişlerdir.” [Taberî, Sarihu’s-Sünne: 25.]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme’de şöyle buyurmaktadır:

“Mü’minler o kimselerdir ki, Allâh anıldığı zaman yürekleri ürperir, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman îmânlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal: 8/2)

İmâm İbn Kesîr rahîmehullâh, bu âyet-i tefsîr ederken şöyle demiştir: “Buhârî ve diğer imâmlar îmânın artıp eksildiğine ve kalblerdeki îmânın farklılığına bu ve benzeri âyetlerle delîl getirmişlerdir. Hatta Şâfiî, Ahmed ve Ebû Ubeyd gibi birden fazla imâm bu konuda icmâ olduğunu haber vermişlerdir. Nitekim ben bunu -Allâh’a hamd olsun- Buhârî’ye yaptığım şerhin başında uzun uzun açıkladım (arzu edenler oraya bakabilir).” [İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm: 4/12.]

 Allâh Subhânehu ve Teâlâ, başka bir âyet-i kerîme’de şöyle buyurmaktadır:

“Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: ‘Düşmanlarınız olan insânlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan korkun’ dediklerinde, bu tehdit onların îmânlarını artırmış ve ‘Allâh bize yeter. O ne güzel vekildir’ demişlerdir.” (Ali İmran: 3/173)

İmâm İbn Ebi’l-İzz rahîmehullâh bu âyeti zikrettikten sonra şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerîme ile ondan önceki âyet hakkında; buradaki artıştan kasıt, kendisine îmân edilen hususların artışıdır, nasıl denilebilir? İnsânların söyledikleri bir söz olan; ‘Düşmanlarınız olan insânlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan korkun’ sözünde teşrî olarak bildirilen bir artış var mıdır? Mü’minlerin kalblerine huzur ve sükûnun indirilmesinde teşrî bakımından bir artış var mıdır?” [İbn Ebi’l-İzz, Şerhu’l-Akîdedi’t-Tahavîyye: 2/479.]

Îmânın artıp, eksileceğine delâlet eden hadîs-i şerîflerden bazıları şöyledir: 

“Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra Allâh Subhânehu ve Teâlâ: ‘Kalbinde hardal danesi ağırlığınca îmânı olanı (ce­hennemden) çıkarın!’ buyurur.” [(SAHÎH HADÎS): Buhârî (22); Müslim (146) …]

Bu hadîs-i şerîf îmânın azaldığını beyân eden nassların en açık olanlarındandır. Nitekim hadîste ifâde edildiği üzere îmân azalır; ta ki hardal tanesi kadar kalır…

Bu ve benzeri nasslara binâen sahâbelerden Abdullâh bin Abbâs, Ebû Hureyre ve Ebû’d-Derdâ radıyallâhu anhum şöyle demişlerdir. “Îmân artar ve eksilir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1016.]

Cundub bin Abdillâh el-Becelî radıyallâhu anh ise şöyle demiştir: “Biz yiğit delikanlılar olarak Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile beraber bulunuyorduk. Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmeden önce îmânı öğrendik. Sonra Kur’ân-ı Kerîm’i öğrendik ve onunla îmânımızı artırdık.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1019; İbn Battâ, el-İbâne: 2/845; Acurrî, Kitâbu’ş-Şeria: 2/583; Hallal, es-Sünne: 5/48; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/505.]

“Ebû Umâme radıyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular: Kim Allâh için sever, Allâh için buğz eder, Allâh için verir ve Allâh için mânî olursa îmânını tamamlamış olur.” [(SAHÎH HADÎS): Ebû Dâvud (4681); Taberânî (Kebir: 7613)…]

Hadîs-i şerîfte ifâde edildiği üzere kişi, Allâh için sever, Allâh için buğz eder, Allâh için verir ve Allâh için mânî olursa îmânı artış göstererek tamamlanır; kemâle erer. Bu itibarla diğer ibâdetler de îmânın tamam olmasında ve kemâlata ulaşmada pay sâhibidirler. Nitekim sahâbelerden Umeyr bin Habib el-Hutamî radıyallâhu anh şöyle demiştir: “Îmân artar ve eksilir. Denildi ki: Onun artması ve eksilmesi nedir? Dedi ki: Allâh’ı zikrettiğimiz ve O’na hamd ettiğimiz ve tesbih ettiğimiz zaman bu, îmânın artmasıdır. Gaflet ettiğimiz ve unuttuğumuz zaman bu, îmânın azalmasıdır.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1019; İbn Battâ, el-İbâne: 2/845; Acurrî, Kitâbu’ş-Şeria: 2/583; Hallal, es-Sünne: 5/48; İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/505.]

Bilinmelidir ki! Ümmetin sünnet ve cemaat ehli imâmları, îmânın söz, itikat ve amel olduğunda icmâ ettikleri gibi, artıp eksileceği hususunda da icmâ etmişlerdir. Nitekim İmâm Ebû’l-Hasan el-Eş’arî rahîmehullâh, selefin üzerinde icmâ ettiği esaslardan söz ederken şöyle demiştir: “Onlar îmânın itaatle arttığı, masiyetle azaldığı konusunda icmâ ettiler.” [Risâletun ila Ehli’s-Sağr: 155.]

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahîmehullâh ise şöyle demiştir: “Îmân artar eksilir, sözü sahâbelerin sözüdür. Bu söze muhalefet eden herhangi bir sahâbe bilinmemektedir.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 7/224.]

Îmânın artıp eksildiğine dair ümmetin imâmlarından birçok rivâyetler naklolunmuştur. Onlardan bazıları şöyledir:

1. Edu Derda radıyallâhu anh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lalekâî, Şerhu Usulu İ’tikad: 5/1015; İbn Battâ, el-İbâne: 2/848.]

2. Ebu Hureyre radıyallâhu anh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1016; İbn Battâ, el-İbâne: 2/844.]

3. İmâm Mücâhid rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1023; İbn Battâ, el-İbâne: 2/806.]

4. İmâm Süfyan İbn Uyeyne rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lalekâî, a.g.e: 5/1028; İbn Battâ, el-İbâne: 2/813.]

İmâm’a “Îmân artar ve eksilir mi?” diye sorulduğunda şöyle demiştir: “Siz Kur’ân-ı Kerîm’i okumuyor musunuz? Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurur: ‘Bu onların îmânlarını artırmıştır.’ (Ali İmran: 3/173) Birden fazla yerde îmânın arttığına işaret edilir…” “Eksilir mi?” diye sorulduğunda ise şöyle demiştir: “Eksilmeyen bir şey artmaz” [İbn Battâ, el-İbâne: 2/850; Acurri, Kitâbu’ş-Şeria: 2/605.]

5. İmâm İbn Cüreyc rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lâlekâî, Şerhu Usûlu İ’tikâdi Ehli’s-Sunne: 5/1029.]

6. İmâm Süfyân es-Sevrî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir.” [el-Lâlekâî, a.g.e: 1/170; İbn Battâ, el-İbâne: 2/850.]

7. İmâm Mâlik rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve eksilir.” [İbn Abdilberr, el-İntika: 34; el-Lâlekâî, a.g.e: 5/1028.]

8. İmâm Şâfiî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar eksilir… Îmânın (kişiden kişiye göre değişen) halleri, dereceleri ve tabakaları vardır. Bunların bir kısmı tam ve eksiksizdir. Bir kısmı eksiktir ve eksiği apaçık bellidir. Bir kısmı da bu ikisinin ortasında olup, bir tarafı ağır basmaktadır.” [Beyhakî, Menakibu’ş-Şâfiî: 1/387.]

9. İmâm Ahmed bin Hanbel rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve eksilir.” [Abdullâh İbn Ahmed, es-Sünne: 1/307; İbn Battâ, el-İbâne: 2/813.] İmâm’a îmânın nasıl eksildiği sorulunca şöyle demiştir: “Nasıl artıyorsa öyle eksilir.” [el-Hallal, es-Sunne: 3/588.]

10. İmâm Eş’ârî rahîmehullâh, şöyle demiştir: “Îmân: Artar ve eksilir. Bu konuda adalet sâhibi sika (güvenilir) ravilerin yine adaletli ravilerden rivâyet ederek Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’de son bularak sahâbelerin, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’den naklettikleri rivâyetleri kabul ederiz.” [el-Eş’arî el-İbâne an Usuli’d-Diyâne: 27.]

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Havzı’na İman

Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellem’in Havzı’na iman (etmek gerekir).

Havz hakkında varid olan hadisler otuzdan çok Sahabe tarafından rivayet olunmuş ve mütevatir derecesine ulaşmıştır. Mevzubahis Hadisler'in çoğu Buhari ve Müslim tarafından nakledilmiştir.

Tahavi Akidesi Şarihi’nin ifade ettiği üzere: "Havz’dan söz eden Hadisler tevatür derecesine ulaşır. Bu Hadisler'i otuz küsur Sahabi rivayet etmiştir. Hocamız İmad'ud Din İbni Kesir, "el-Bidaye ve’n Nihaye" adını taşıyan tarihe dair büyük eserinin son taraflarında bu rivayetlerin bütün yollarını tesbit etmiş bulunmaktadır.

 Bu Hadisler'den birisini Buhari rivayet etmektedir. Enes ibni Malik (radiyallahu anh)‘dan rivayete göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim Havz’ımın ölçüleri Eyle ile Yemen’deki San’a arası kadardır. Onda bulunan ibrik’lerin sayısı ise semadaki yıldızların sayısı kadardır." (Buhari; Müslim)

Yine ondan gelen rivayete göre Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur: "Ashabım'dan bir takım insanlar Havz’ın etrafında yanıma geleceklerdir. Ben onları tanıyacağım ama benden uzaklaştırılmış olacaklardır. Bu sefer ben: Arkadaşlarım? diyeceğim, bana şöyle diyecek(ler): Senden sonra ne gibi Bid’at’ler ortaya çıkardıklarını bilmezsin!.." (Buhari; Müslim) Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

İmam Ahmed’in rivayetine göre de Enes ibni Malik (radiyallahu anh) şöyle demiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) bir uykuya daldı, tebessüm ederek başını kaldırdı. Ya o kendilerine söyledi, yahut onlar ona: "Ne diye güldün? diye sormaları üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: Az önce bana bir Sure indirildi. Sonra da: "Bismillahirrahmanirrahim. Muhakkak Biz sana Kevser’i verdik" (el-Kevser) Sure'sini sonuna kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu: el-Kevser’in ne olduğunu bilir misiniz? Onlar: Allah ve Rasulu daha iyi bilir, dediler. Şöyle buyurdu: O aziz ve celil olan Rabbim'in bana Cennet'te vermiş olduğu bir nehirdir. Onun üzerinde pek çok hayırlar vardır. Kıyamet Günü’nde ümmetim o nehre geleceklerdir. Onun üzerindeki kaplar yıldızların sayısı kadardır. Onlardan bir kul (ona yaklaşmaktan) alıkonulunca, ben şöyle diyeceğim: Rabbim, o benim ümmetimdendir. Şöyle denilecek: Senden sonra ne Bid’atler çıkardıklarını bilemezsin!.." (Ahmed, Müsned)

Bu Hadisi Müslim de şu lafız ile rivayet etmiştir: "O Rabbim'in bana va'adettiği bir nehirdir. Üzerinde pekçok hayır vardır. O Kıyamet Günü’nde ümmetimin kendisine gelecekleri bir havuzdur." (Müslim) geri kalan bölümleri ise az önceki rivayet gibidir.

Bunun anlamı şudur: Bu Kevser’den Havz’a doğru iki kanal bol bol su akıtmaktadır. Havz ise Sırat’tan önce Arasat’tadır. Çünkü ondan ayrılmaktadır ve topukları arkasına gerisin geri dönmüş bir takım kimseler ona yaklaştırılmayacaktır. Bu gibi kimseler ise Sırat’ı da geçemeyeceklerdir.

Buhari ve Müslim, Cündeb ibni Abdullah el-Beceli (radiyallahu anh)’dan böyle dediğini rivayet etmektedirler: Ben Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken dinledim: "Ben sizden önce Havz’a ulaşmış olacağım." (Buhari; Müslim)

Buhari’deki rivayete göre Sehl ibni Sa’d el-Ensari (radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: "Şüphesiz sizden önce Havz’a varmış olacağım, benim yanıma gelen (ondan) içer. İçen ise ebediyyen bir daha susamaz. Benim yanıma hiç şüphesiz kendilerini tanıdığım, kendilerinin de beni tanıdıkları bir takım kimseler de gelecektir. Sonra benimle onların arasına engel konulacaktır."

Ebu Hazim dedi ki: Ben onlara bu Hadis'i anlatırken, en-Nu’man ibni Ebi Ayyaş benim sözlerimi işitince dedi ki: Sen bunu Sehl’den böylece mi dinledin, ben: Evet, dedim. O da dedi ki: Ben de şahitlik ederim ki Ebu Sa'id el-Hudri (radiyallahu anh)’dan bunu dinledim ve o fazladan şunları da söylüyordu: "Bunun üzerine ben şöyle diyeceğim: Onlar benim ümmetimdendirler. Bana: Senden sonra neleri (Bid’at olarak) ihdas ettiklerini bilmezsin denilecek, bu sefer ben: Benden sonra değişiklikler yapanlar, benden uzak olsunlar, benden uzak olsunlar." (Buhari; Müslim)" (İbni Ebi’l İzz, Muhazzebu Şerh'il Akidet’it Tahaviyye)

Salih aleyhi selam dışında her Nebi’nin Havzı vardır; onun Havzı ise devesinin memesidir.

Her peygamber kendisine tabi olanlarla, kendi Havzından su içer Salih (aleyhi selam) ve kavmi ise, dişi devenin memesinden su içer. Lakin; Salih (aleyhi selam)’ın Havzı olmadığı ve onun Havzı'nın devesinin memesi olduğuna dair nakiller Sahih olmayıp bu konuda Sahih bir nakil bize ulaşmış değildir. İbn'ul Cevzi, Zehebi ve İbni Hacer gibi çok sayıda alim bu gibi haberlerin Münker ve uydurma olduğu kanaatindedir. (İbn'ul Ukeyli, ed-Duafa el-Kebir, 3/64; İbn'ul Cevzi, el-Mevzuat, 2/417; Zehebi, Lisan'ul Mizan, 4/52; ibni Asakir, Tarih, 10/458)

Tahavi Şarihi de istisna olmaksızın herbir peygamberin bir Havzı olduğuna dair Hadisler bulunduğunu belirterek şöyle der: "Bazı Hadisler'de de varid olduğuna göre: "Herbir peygamberin bir Havzı vardır. Peygamberimizin Havzı ise bunların en büyüğü, en değerlisi ve gelip su içeceklerinin sayısı en fazla olanlarıdır." Lütuf ve Keremi'yle Yüce Allah bizi onlardan kılsın." (İbni Ebi’l İzz, Muhazzebu Şerh'il Akidet'it Tahaviyye)

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Şefaat Edeceğine İman

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kıyamet Günü’nde (Mü’minlerden) mücrimlere (suçlu günahkarlara) –Sırat (Köprüsü) üzerinde olanların Cehennem’den çıkmasına sebebiyet vermek için- şefaat edeceğine iman (etmek gerekir). Her Nebi'nin şefaatı vardır keza sıddıkların, şehidlerin ve salihlerin de (şefaatı vardır). Bundan sonra, Allah (kendilerinden razı olup) dilediklerine lütufta bulunacak ve yanıp kömüre dönmüş kimseler Cehennem’den çıkartılacaktır.

Şefaat'in birçok çeşidi vardır. Diriliş Günü vuku bulacak olan Şefaat altı kısımdır. Delillerle ispatlanmış bu altı kısımdan üçü Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’e hastır. Şeri'at nezdinde ispatlanmış ümmet tarafından ittifak ile kabul edilmiş altı çeşit Şefaat'i şu şekilde sıralayabiliriz:

Şefaat'ul Uzma (Büyük Şefaat): İnsanoğlunun efendileri olan Rasul ve Nebiler arasında; "Seyidil Enbiya ve'l Mürselin", "Hatem'ul Enbiya" ve "Eşref-i Mahlukat" olan Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’e hastır.

Cennet Ehli’nin, Cennet’e girmesi için Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Şefaati.

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in, amcası Ebu Talib’in Cehennem'deki azabının hafiflemesi için Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in şefaati. Bu şefaat türü Rasullulah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in yalnızca amcası Ebu Talib’e has kılınmıştır. Ebu Talib dışındaki diğer Kafirler için şefaat söz konusu değildir. Allah Te'ala Kafirler'in Hesap Günü’ndeki hallerinden bahsederek şöyle buyurmaktadır:

"Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz." (el-Müddessir, 74/48)

Amelleri sebebiyle Cehennem’e girmeyi hakeden kimselerin Cehennem’e girmemeleri için yapılacak şefaat.

Cehennem’e girmiş kimselerin Cehennem’den çıkmaları için yapılacak şefaat.

Cennet’e girmiş kimselerin Cennet'deki derecelerinin yükseltilmesi için yapılacak şefaat. Bu tür şefaat, Rasulullah (sallahu aleyhi ve sellem), diğer Nebi ve Resuller, salih kimseler, Melekler ve Mü’minlerin küçük yaşta ölmüş çocukları tarafından yapılacaktır.

Bütün bu şefaat türleri Ehli Tevhid için sözkonusudur. Ehli Tevhid’den olup da Cehennem’e girmiş kimseler orada ebedi olarak kalmayacak ve Cehennem’de arındıktan sonra çıkartılıp Cennet’e sokulacaklardır.

Rasulullah (sallalahu aleyi ve sellem)’den Sahihayn’da nakledildiği üzere yanıp kömür olduktan, kavrulup karardıktan sonra Hayat Irmağı’na atılan bazı kimselere şefaat edilmek suretiyle Cehennem’den çıkartılıp Cennet’e sokulacaklardır.

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in –Harici ve Mut'ezili gibi Ehli Bid’at fırkalarının inkarının aksine- büyük günah işlemiş Müslümanlara şefaat edeceği ile alakalı zikredilen Hadisler mütevatire ulaşmıştır.

Unutulmamalıdır ki; hiç kimse Allah (azze ve celle) kendisine izin vermedikçe ve onun için belli bir sınırı tesbit etmedikçe şefaat edemeyecektir.

Şefaat hususunda Ehli Sünnet’e muhalefet edenler genel manada iki grupta değerlendirilebilir. İlk olarak şefaati inkar edenler ki bunlar Harici ve Mu’tezililerdir. İkinci olarak Sufiler ve kabirperestler ki onlar, kabirlere yönelmiş ve onlardan yardım ve şefaat talep etmişler tıpkı önceki Cahiliye dönemi insanları gibi Allah katında şefaatçileri olmaları için onlara ibadet sunmak suretiyle onları Allah’a ortak koşmuşlardır.

Sırat’a İman

Cehennem üzerinde olan Sırat’a iman (etmek gerekir). Sırat (Köprüsü), Allah’ın dilediklerini tutacak, Allah’ın dilediklerinin geçmesini sağlayacak ve (Allah’ın) dilediklerinin Cehennem’e düşmesini sağlayacaktır. (Üzerinden geçen) insanlar, imanları ölçüsünde nurlanacaktır.

Allah (Celle Celaluhu) şöyle buyurmaktadır: "Sizden ona (Cehennem’e) girmeyecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbi'nin kesin olarak üzerine aldığı bir karardır. Sonra, takva sahiplerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz." (Meryem 19/71-72)

 Peygamberler'e ve Melekler'e İman

Nebiler'e ve Melekler'e iman (etmek gerekir).

Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır: "Peygamber, kendisine Rabbi'nden indirilene iman etti, Mü'minler de (iman etttiler). Tümü, Allah'a, Melekleri'ne, Kitabları'na ve Rasulleri'ne inandı. O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır! dediler." (el-Bakara 2/285)

           Ebu Hureyre r.a.’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Muhammed’in(sallallahu aleyhi ve sellem) ruhu, kudreti ile yaşayan Allah’a yemin olsun ki, şu Yahudi ve Hristiyanlardan, beni işitip de haberdar olan, sonra beraber gönderilmiş olduğum hükümlere inanmadığı halde ölen bir kimse yoktur ki ateş ehlinden olmasın![115]

           Allah Azze ve Celle buyurur ki; “Ey İman edenler! Allah’a, Rasulüne ve peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitap(lar)a  iman(da sebat) edin! Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, o takdirde doğrusu (haktan) uzak bir dalalet ile sapmış olur.”[116]

           Şüphesiz ki iman edip sonra inkar edenler, sonra inanıp, tekrar inkar eden, sonra da inkarında aşırı gidenler yok mu, (bu inkarlarında devam ettikleri müddetçe) Allah onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir.”[117]

Katade r.a. der ki; “Bu ayet Yahudiler hakkındadır. Onlar Hz. Musa’ya iman ettiler, sonra buzağıya tapmak suretiyle kafir oldular. Sonra Musa a.s. dönünce tekrar iman ettiler, daha sonra İsa a.s.’ı inkar ettiler, sonra da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i inkarları sebebiyle küfürleri arttı.” Taberi de bu şekilde tefsir etmiştir.

İbni Abbas r.a.; münafıklar da bu ayetin hükmüne dahildir demiştir.[118]

           Allah’a ve Rasulüne sadık kaldıkları takdirde, zayıflara da, hastalara da sarf edecek bir şey bulamayanlara da (cihaddan geri kalmalarından dolayı) bir günah yoktur.”[119]

Bu ayette Allah Azze ve Celle, mazeret sahiplerinin mazeretini, ancak kendisine ve Rasulüne bağlı kalmaları şartıyla kabul edeceğini beyan etmektedir.

           Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah’a ve Rasulüne iman etmişlerdir, ictimai bir iş için Onunla beraber bulundukları zaman ondan izin almadan gitmezler…”[120]

Allah Azze ve Celle, rasulüne iman etmeyi ve rasulünden izin alınarak hareket edilmesini imanın özelliklerinden saymışken, O’na iman etmeyenlerin mümin olması düşünülebilir mi?

           “(Ey Habibim!) De ki; “Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki, hidayete eresiniz.”[121]

Bu ayet, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in peygamberliğinin bütün halk için umumi oluşunu açıklar.

           Şüphesiz ki Biz seni, bir şahid, bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak gönderdik. Ta ki Allah’a ve Rasulüne iman edesiniz ve Ona (dinine ve peygamberine) yardım edesiniz…”[122]

           Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun.”[123]

Bu ayet, Ehli Kitabın boş ümitlerini kesmek için indirilmiştir. Çünkü Yahudiler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i aldatmak için; “eğer (Kudüs’e yönelerek) bizim kıblemize devam etseydin, senin beklemekte olduğumuz peygamber olacağını ümit ederdik” dediler. Yahudiler ve Hristiyanlar birbirlerinin kıblesine dönmezler. Zira her iki grup da İsrailoğullarından olmalarına rağmen, aralarında şiddetli ihtilaf ve düşmanlık vardır.

           Halbuki kim Allah’a ve Rasulüne iman etmezse, hiç şüphesiz ki Biz, o kafirler için alevli bir ateş hazırlamışızdır.”[124]

Bu ayet,  Allah’a iman etse bile, rasulüne iman etmedikçe kişinin kafir olduğunu belirtir.

           Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve Rasulüne iman ederler, sonra şüpheye düşmezler…”[125]

           O halde Allah’a , Rasulü’ne ve indirdiğimiz o nur’a iman edin!..[126]

Allah Azze ve Celle, kendisine, Rasulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e ve Kur’anı Kerim’e iman edilmesini şart koşmakta, bunlara imanı, kendisine iman ile bir tutmaktadır.

           Onlar için ister mağfiret dile, ister mağfiret dileme (fark etmez). Eğer onlar için yetmiş defa da istiğfar etsen, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu şüphesiz ki onların, Allah’ı ve Rasulünü inkar etmeleri sebebiyledir…”[127]

           Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman; O’nun sadece bir peygamber olduğuna inanmanın ötesinde bir anlam ifade eder. Bu da; Onun Allah’tan alıp bize bildirdiklerinin bütününü, Onun her bakımdan örnek alınmasını ve Ona itaati de gerektirir.

           Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e imanın farz olduğunu ifade eden hadis-i şeriflere gelince, bunlardan birkaçı şöyledir;

           Ebu Hüreyre radıyallahu anh, merfuan rivayet ediyor;

 İnsanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet edinceye, Bana ve getirdiğim hükümlere iman edinceye kadar savaşmakla emrolundum…”[128]

           Kul kabire konulup yakınları kabrin başından ayrıldıklarında ayaklarının sesini işitir. Ona iki melek gelir ve konuşturur; “Muhammed hakkında ne diyorsun?” derler…sonra kafir ve münafığa gelirler…kafir der ki; “Bilmiyorum, halkın söylediğini söylüyordum.” Sonra demir balyozlarla ensesine vurulur. Bir çığlık atar ki onu insan ve cinlerden başka her şey işitir.”[129]

           İslam beş (temel) üzerine bina edilmiştir; Allah’tan başka ma’bud olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet, namazı dosdoğru kılmak, hak sahiblerine zekatı vermek, Beyt’i haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.”[130]

           Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e imanı emreden birçok ayet varken, bunun aksini iddia edenler Bakara suresindeki şu ayeti delil gösteriyorlar;

           Şüphesiz ki, (zahiren) iman edenler, Yahudi olanlar, hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah’a ve ahiret gününe iman edip Salih bir amel işleyenlerin  Rableri katında mükafatları vardır. Onlara korku yoktur ve mahzun da olmazlar.”[131]

           Halbuki ayetin nüzul sebebi şöyledir; “Selman radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelince, kendi halkının ibadetlerinden ve dini yorumlarından haber vermeye başladı. Dedi ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Onlar namaz kılıyor, oruç tutuyor, sana iman ediyor ve senin peygamber olarak gönderileceğine iman ediyorlardı.” Selman radıyallahu anh, onları övmeyi bitirince Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ey Selman! Onlar cehennem ehlidirler.” Buyurdu. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[132] 

           İbni Abbas radıyallahu anhuma’nın tefsiri; “Bundan murad, peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gönderilmezden evvel, Yahudilik ve hristiyanlığın batıl itikadlarından uzak olarak Hz. İsa aleyhisselam’a inanmış olan kimselerdir. Mesela; Kuss Bin Saide, Rahib Bahira, Habibun Neccar, Zeyd Bin Amr Bin Nüfeyl, Varaka Bin Nevfel, Selman-ı Farisi, Ebu Zerr el Gıfari ve Necaşi’nin heyetindeki kimseler gibi… Buna göre sanki Hak Teala şöyle demektedir;

“Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) gönderilmezden önce Yahudilerin batıl dini üzere ve hristiyanların batıl dini üzere olanlardan, Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildikten sonra Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Peygambere iman eden herkes için Rableri katında mükafat vardır.”[133] 

           Bu ayetin nüzulünden sonra Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyurdular ki; “Kim beni duymadan İsa’nın dini üzere, İslam üzere ölürse o, hayır üzeredir. Ama her kim bugün beni duyduğu halde bana iman etmezse şüphesiz ki o helak olmuştur.”[134]

           Kur’an, Kitap ehli olanlardan Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları elçiye tabi olanları över, onlar için ve bütün insanlar için kurtuluş yolunun ancak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ve ittiba etmek olduğunu belirtir;

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

(Ey Habibim!) De ki; “Ey insanlar! Muhakkak ki ben, sizin hepinize göklerin ve yerin mülkü kendisinin olan Allah’ın peygamberiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve O öldürür. Öyleyse Allah’a ve O’nun ümmi peygamber olan rasulüne iman edin; O ki, Allah’a ve O’nun kelimelerine (kitaplarına) iman eder, Ona tabi olun ki, hidayete eresiniz.”[135]

Ayrıca Ehl-i Kitap olanların Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iman ettikleri takdirde rahmetten iki kat nasib alacakları belirtilir;

           “(Ey geçmiş peygamberlere) iman edenler! Allah’tan korkun ve Rasulüne iman edin ki, size rahmetinden iki kat nasib versin ve sizin için bir nur kılsın ki onunla (doğru yolu bulup) yürürsünüz. Günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah, Gafurdur, Rahimdir.”[136]

           Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e uymayanlar sadece heveslerine uymuş olurlar ki, onlar şu tehdide muhatapdırlar;

           Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir.”[137]

           Ehli Kitab’ın Peygamber Efendimiz’e iman etmedikleri takdirde akibeti cehennemde sonsuza kadar kalmaktır;

           Kitab ehlinden ve müşriklerden kafir olanlar, kendilerine apaçık bir hüccet gelinceye kadar (bulundukları dinden) ayrılacak değillerdi.

(istedikleri bu delil) Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir ki (onlara) temiz kılınmış sahifeleri (Kur’an’ı) okur.

Onda dosdoğru yazılar (hükümler) vardır.

Böyleyken o kitap verilenler, ancak kendilerine o apaçık delil geldikten sonra ayrılığa düştü.

Halbuki ancak dinde ihlaslı olmaları, hakka yönelmişler olarak O’nun (rızası) için yalnız Allah’a kulluk etmeleri, namazı hakkıyla eda etmeleri ve zekat vermeleri emrolunmuştu.

İşte bu ise doğru dindir. Şüphesiz ki, kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler cehennem ateşindedirler.

Orada ebedi kalacaklardır. İşte mahlukatın en şerlileri onlardır.”[138]

HZ . PEYGAMBERİN NESEBİ

Babası Abdullah , Annesi Amine Hatundur.

ZEVCELERİ; Hatice ,Aişe ,Hafsa, Zeynep binti Caşh , Ümmü Seleme , Safiyye , Ümmü Habibe,  Meymune , Sevde ve Cüveyriye (r a)

CARİYELERİ; Mariye , oğlu İbrahim in annesi , Reyhane , Zeyneb Binti Caşhın bağışladığı bir cariye , bir savaştan Ona düşen güzel bir cariye.

ÇOCUKLARI;  Kasım , Zeynep , Rukiye, Ümmü Gülsüm , Fatıma , Abdullah ve İbrahim , ( İbrahim hariç hepsi Hz Hatice r a nındır.

 AMCALARI; Hz Hamza ,   Abbas , Ebu Talib , (adı Abdü menaftır) Ebu  Leheb (adı Abdüluzza dır) Zubeyr, Abdulkabe  , Muvakım , Dırar , Kusem , Muğıre , (lakabı :  Haceldir ) Gaydak (adı Musabdır  _ Nevfel olduğuda söylenmiştir) Avvam . { bunlardan yanalız Hamza ve Hz Abbas( r a ) Müslüman olmuştur.}[Amcalarının en yaşlısı Haris ,  en küçüğü Hz Abbas (r a) dır]

HALALARI ; Safiyye, (Zübeyr Bin Avvam’ın annesidir) Atike , Berra , Erva , Ümeyme , Ümmü Hakim el Beyza {bunlardan Safiyye ve Erva Müslüman olmuştur.} 

TEYZELERİ ; Erva, Berre , Ümeyye , Ümmü Hakim , 

ANANNESİ; Abdul Uzza kızı Berre ,  Berrenin annesi Esed kızı Ümmü Habib onun annesi de Avf kızı Berre dir. Böylece soy ağacı uzar gider.

BABANNESİ; Amr kızı Fatma dır . Amr babası Aid , Aidin babası İmran , onun ki de Mahzundur. Böylece soy ağacı gider.

  ***Allah Rasulu (sav) sizden biriniz uykudan uyandığı zaman elini yıkasın  çünkü onun nerede gecelediğini bilmez buyurmuştur.

 ( Tirmizi 24  Ebu Hureyre)  

        GİYİNİŞİ

*Elbisesini , gömleğini , ayakkabısını . yani ne yaparsa sağdan başlamayı severdi.Yeni bir elbise giydiğinde “  Allah’ım bu gömleği Sen bana giydirdin . Onun hayırlı olmasını ve yapıldığı amaçta kullanılmasını senden dilerim .Onun şerrinden ve kötü amaçla yapılmışsa onun şerrinden Sana sığınırım “  derdi.(Ebu Davud 4020 _ Tirmizi 1767)

*Yün giymeyi severdi . Hz Aişe (r a) yün bir hırka ördü . Onu giydi terleyip yünün kokusunu duyunca (hissedince ) çıkardı. Hoş kokuyu severdi. (Ebu Davud 4074)

Elbiseyi bir kimse çalım satarak eteklerini yerde sürürse , Allah kıyamet günü onun yüzüne bakmaz buyurmuştur.( Müslim 2085)

*İbni Mesut[ra]dan _Bir adam  ey Allah’ın Rasulü [sav] doğrusu ben elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasını severim,buda kibirmi dir ? diye sordu

Hz Peygamber cevaben _Hayır Allah güzeldir,güzelliği sever.Kibir gururdan dolayı hakkı kabullenmemek ve insanları hor görmektir (Müslim,Ebu Davud,İbni Mace/4173)

   ** *YEMEK MEVZUSU

 Yemek konusunda var olanı reddetmez,bulunmayanı araştırmazdı.Hoş yiyeceklerden ne konulursa yer,tiksindiği bir şey olursa kendisi yemez,başkalarına da haram kılmazdı.

Hiçbir  zaman bir yemeğe kusur bulmamıştır.Dayanarak yemek yemezdi,bağdaş kurarak yemek yediği hiç görülmemiştir (Buhari, ,İbni Mace 3263,Tirmizi1830)

*Namazda oturduğu gibi veya dizini kaldırarak oturur yerdi,yüzü koyun yatarak yemeyi de yasaklamıştır (İbni Mace 3370,Ebu Davud 3775)

*Yemeğin başlangıcında besmele çeker,sonunda hamd ederdi.Yemeği bitirince ‘Elhamdülillah’ derdi.(İbni Hibban 1352)

*Bazende yediren içiren kolaylıkla boğazdan geçiren Allah’a hamd olsun derdi (Ebu Daavud 3851) 

*Misafirse,Allah’ım onlara verdiğin rızkları bereketlendir,

*Onları bağışla ve onlara acı derdi (Müslim 2024)  Veya yemeğinizi iyi kişiler yediler,melekler size dua okudu da derdi.(Ebu D avud 3854)

  *Ey çocuk! Besmele çek,sağ elinle ye ve önünden ye (Müslim 2022)

*Oturarak su içerdi,ayakta içeni men ederdi(Müslim 2034)

*Kendisi içtiğinde  solunda daha büyük birisi bulursa,bardağı sağındakine uzatırdı.(Buhari 74/13

*Enes (ra)dan gelen bir rivayette Rasulullah (sav) üç solukta içer ve böylesi daha kandırıcı,elemden salim kılıcı ve daha kolay

akıcıdır dedi.(Müslim 2028)

*Rasulullah Sizden biriniz su içerken kaba solumasın,fakat soluduğunda kabı ağzından uzaklaştırsın dedi.(İbni M ace 3427)

*Ayrıca Rasulullah (sav) kapları örtünüz,kırbaların ağzını bağlayın.Çünkü sene içinde öyle bir gece vardır ki o gecede veba hastalığı iner .Üzerinde örtü bulunmayan bir kaba veya üzerinde bağı bulunmayan bir kaba uğrarsa,muhakkak bu vebadan oraya iner.  (Cabir bin Abdullah Müslim 2014) 

*Hz.Peygamber (sav)bir çöple bile olsa kapların örtülmesini emretmiştir(Müslim 2012)

*Allah Rasulü(sav)su kabının ağzından içmeyi yasaklamıştır (Buhari 10/79,Ebu Davud 3721)

*Ayrıca kırık kaptan,kırık bardaktan su içilmesini ve içeceğe üflenmesini yasaklamıştır (Ebu Said el-Hudri(ra) Ebu Davud 3722)

       ***UYKU HALİ

Kimi zaman yatakta,kimi zaman post üzerinde,hasır üzerinde,yerde,divanda,siyah kilim üzerinde uyurdu.Abdullah b.Temim (ra) Allah Resulü (sav) mescidde bir ayağını diğerinin üzerine koyarak arkası üstü yattığını gördüm diyor (Müslim 2100)

  Yatağı tabaklanmış deri olup dolgu maddesi lif  idi.Sözün özü hz.Peygamber (sav)yatakta uyudu,üzerini yorganla örttü ve

Hanımlarına da ‘’Ben Aişe dışında sizlerden biriyle bir yorgan altında iken Cebrail bana gelmedi’’ dedi.(Buhari 51/7,8-62/30,)

*Uyumak için yatağa yattığında ‘’Bismikallahümme ehya ve emutu’’Senin adınla Allah’ım dirilirim ölürüm derdi’’ (Buhari 80/7,8,16,Müslim 2711,Tirmizi 34/3)

*Avuçlarını birleştirir içlerine üfler İhlas,Felak,Nas,surelerini okur,sonra bedeninin ön kısımlarından ,başı ve yüzünden başlamamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine sürerdi.Bunu üç kere yapardı.(Buhari 11/107,Ebu Davud 5056)

*Sağ yanına yatar,uyur,sağ elini sağ yanağının altına koyar sonra ‘’Allah’ım kullarını yeniden dirilteceğin günde beni azabından koru ‘’diye dua ederdi.(Ebu Davud 5045)

*Yatağına girdiğinde ‘’Bizi yediren içiren,bizi koruyan bize sığınak olan Allah’a hamd olsun.Nice kimseler vardır ki kendisine yeterli olacak,onu koruyacak,barındıracak kimsesi yoktur’’derdi (Müslim 2715)

*Uykudan uyanınca’’Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun,kıyamette onun huzurunda haşr olacağız’’derdi

(Müslim 2711) Sonrada dişlerini misvakalardı (Müslim 763)

        *** EVLİLİK MEVZUSU

Rasulullah (sav)ümmetini evlenmeye teşvik etmiş ve ‘’Evlenin çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla

övüneceğim’’ demiştir.(Ebu Davud 2050)

*Rasulullah(sav) ‘’Ben kadınlarla evlenirim,hem uyurum,hem de gece namaza kalkarım,hem oruç tutarım ve hem de tutmam.

Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.demiştir.(Müslim 1401)

*Abdullah b.Mesud(ra) Gençler evlenmeye gücünüz yetenler evlensin,gözü engeller,namusu korur,gücü yetmeyenler oruç tutsun oruç onun şehvetini kırar.(Müslim 1400)

*Evlenirken kadının malı,nesebi,güzelliği ve dindarlığı dolayısı ile nikah edilir.Dindar olanı seçmezsen,fakirliğe düşersin

demiştir (Müslim 1466)

*Cinsi birleşmeden evvel‘’Bismillahi Allahümme Cennibişşeytane ve Cennibişşeytane ma razektane (Sizden biriniz eğer eşiyle

cima edeceğinde ‘’Bismillah Allah’ım bizi şeytandan ve şeytanıda bizi rızıklandırdığın şeyden uzak eyle’’ derse Allah bir çocuk verirse şeytan ona ebedi olarak zarar veremez.

 *Rasulullah  karısı ile oynar ve onu öperdi (Ebu Davud 2386)

* CABİR (ra) Rasulullah (sav)oynaşmadan birleşmeyi yasaklamıştır.Birleşme şekillerinden en güzeli oynaşma ve öpüşmeden sonra ...Birleşme zürriyet yeri olan birtek yerdenolur. (müslim  1435_3002 Ebu davut 2163_4804 İbni Mace 1923 Tirmizi 3395_135) 

*Ebu Said El Hudri den  “Rasulullah (sav) Sizden biri eşiyle birleşir sonra yeniden birleşmek isterse abdesh alsın “  buyurmuştur.

       *** TUVALET ADABI

Hz Peygamber (sav)   gerek toprak üzerine , gerek hasır ve halı üzerine otururdu .Zaman zaman sırt üstü yatıp uzandığı olurdu .Bazen ayak ayak üzerine otururdu.

Tuvalete girerken  “Allah ım görünen _ görünmeyen bütün pisliklerden , Kovulmuş şeytandan sana sığınırım (müslim 375) > Çıkıncada   “ Bağışla Rabbım  “ derdi(Tirmizi 7  _Ebu Davud 30 ) 

*Küçük Abdesh bozmak için yumuşak topraklı yer arardı. Hz Aişe (ra)  “ size kim Hz  Peygamber (sav ) ayakta bevlederdi diye söylerse  onu tastik etmeyin .  O daima oturarak bevlederdi .( Tirmizi 12 _İbn M ace 307)

  ****SELAM MEVZUSU

Abdeshi bozarken biri Ona selam verirse , onun selamını almazdı . (müslim 370)

*Selam konusunda ; Hz Ali insanların Allah a en evlası , selama ilk başlayandır. (Tirmizi 2695)

*Bir topluluk geçtikleri zaman içlerinden birisinin selam vermesi onlara kafi gelir. Oturanlara da içlerinden birisinin selamı cevaplandırması yeterlidir  buyur ulur(Ebu Davud 5210) 

*Enes (ra) Nebi (sav) oynamakta olan çocukların yanından geçti de onlara selam verdi . (müslim 2169)

*Ebu Hureyre (ra) dan ;Biriniz bir meclise vardığı zaman selam versin , oradan kalkmak istediği  zamanda selam versin .( Ebu Davud 5208 )

  ***AKSIRANA DUA

Biriniz hapşırdığı zaman _ELHAMDÜLİLLAH _ desin , arkadaşları ; _YERHAMUKALLAH _ desin . oda ; YEHDİKUMULLAHU VE YASLEHU BALEKUM desin (Ebu Davud 5033_ Buhari  edep bölümü 10/502)

  ***MECLİSTE ZİKR MEVZUSU

Bir meclisten kalkarken ‘’Subhanekallahümme ve bi hamdike eşhedü ellailahe  illa ente  estağfiruke ve etübü ileyh’’ derse Allah onun bu mecliste olan hatalarnı

örter buyurmuştur.(TİRMİZİ 2429)

*Ebu Hüreyre (ra) ‘’Bir mecliste oturup da orada Allah’ı zikretmeden kalkan hiçbir topluluk yoktur ki oradan,eşeğin leşi gibi kalkmış olmasınlar.

En büyük zarar da onlar içindir’’demiştir.(4855)

   ***ÖFKELENDİĞİ ZAMANKİ TAVRI

Rasulullah (sav) öfkelendiği zaman Euzü çekerdi .(Müslim 2610)

*Atiyye ibni urve (ra) Öfke şeytandandır şeytan ateşten yaratılmıştır ,ateş su ile söner,Biriniz öfkelendiği zaman abdest  alsın demiştir.(Ebu Davud 4784)

*Başka bir hadiste öfkelenen kişi ayakta ise oturmasını,oturuyor ise yatmasını emretmiştir.(Ebu Davud 4782)

   *** KOKU MEVZUSU

Allah Rasulu kendisine sunulan güzel kokuyu geri çevirmezdi (MÜSLİM 2253)

*Kıymetli koku bulunan bir kabı vardı,ondan sürünürdü en çok sevdiği koku misk idi,kına çiçeğinden de hoşlanır idi.(Ebu Davud 416)

  ***BIYIK ,SAKALVE TIRNAK MEVZUSU

Bıyıkları kısaltmada tutumu ise şu hadisler açıklamaktadır ‘’Bıyıkları kısaltın,sakalları bırakın,böylece mecusilere muhalefet edin’’buyurmuştur.(Müslim 260)

*Enes (ra) Hz.Peygambere bıyığı kısaltma ve tırnakları kesme konularında bize vakit sınırlaması getirdi.Bu ,işleri kırk gün kırk geceden fazla aksatmama sınırı

koydu.(Müslim 258)

   ***KONUŞMASI,GÜLÜŞÜ,AĞLAMASI

*Konuştuğu zaman,konuşması kalplerin anlayacağı şekilde tane tane idi (MÜSLİM 2493)

*Çoğunlukla gülüşü tebessüm idi,kimi zaman ağlar,ağlarken bağıra bağıra ağlamaz ancak gözleri yaşla dolar boşalırdı.

Kimi zaman ölüye merhametinden,kimi zaman ümmeti için korktuğundan,kimi zaman Allah korkusundan,kimi zaman Kuran dinlerken,korku,muhabbet ve saygı

İle ağlardı.(Müslim 2315)

*Nisa suresi 41.ayeti okunduğunda ağlamıştır.(Müslim 800)

*Güneş tutulduğunda ağlamıştır.Kusuf namazı kılarak da ağlamış ve ‘’Rabbim sen bana ben onların arasında iken ve onlar bağışlanma dilerken onlara azap etmeyeceğini vaat edmemişmiyidin ?diye dua etmiştir (Nisa 3/137 Ebu Davud 1194)

*Kızlarından birinin mezarı üzerine oturduğunda da ağlamıştır.(Buhari 27 / 72)

***TEBRİKDE TUTUMU

*İnsanları evlendirdiği zaman tebrik eder şöyle derdi:’’Allah sana mübarek eylesin,ikinizede mübarek olsun.Allah aranızı hayırla birleştirsin.(Ebu Hüreyre Tirmizi 1031)

***YENİ DOĞAN ÇOÇUĞUN KULAĞINA EZAN OKUNMASI

*Ebu Rafi (ra)Rasulullah (sav)Alinin oğlu Hsan doğduğunda kulağına ezan okutturdu.(Tirmizi 1514,Ebu Davud 1500)

***EŞEK ANIRMASI VE HORAZ SESİ

*Eşek anırmasını duyduğunuz zaman şeytandan Allah’a sığınınız,zira o şeytanı görmüştür,Horoz sesi duyduğumuz zaman ise Allah’ın fazlını isteyiniz

Zira o melek görmüştür..demıştır.(Ebu Hureyre(ra) Müslim 2729)

***BELA UĞRAYAN I GÖRENİN DUASI

*Belaya uğramış birini gören kimse:senin tutulduğun beladan bana afiyet veren Yaratılanlardan bir çoğuna beni faziletli kılan Allah’a hamd olsun derse

ona bu bela isabet etmez(Ebu Hüreyre (ra)Tirmizi 3428)

ZAMANA SÖVMEDE NEHY

*Rasulullah(sav)Sizden biri zamana sövmesin ,sizden biri vay zamanın musibetine demesin demiştir.(Müslim 2246)

***İĞRENDİM DEMENİN YASAKLIĞI

*Hz Peygamber kişinin iğrendim demesini yasaklamış ve midem bulandı demesini tavsiye etmiştir(Müslim 2251)

***KEŞKE DEMEYİN

*Bir şeyi kaçırdıktan sonra ‘keşke şöyle şöyle yapsaydım’ diyen kişinin böyle söylemesini yasaklamış ‘Keşke sözü,şeytanın ameline yol’ açar buyurmuştur

‘’Bunu Allah taktir etti,O dilediğini yapar,’’de diye tavsiye etmiştir.(Müslim 2664 İbni Mace 79)

Veya Allah’ım endişe ve hüzünden,acizlik ve tembellikten,cimrilik ve korkaklıktan,borç yükünden ve insanların galebesinden sana sığınırım (Buhari 80/36,Tirmizi 3480)

 ***EVE GİRERKEN VE EVDEN ÇIKARKEN Kİ TUTUMU

*Evinden çıktığında:Allah’ın adıyla  Allah’a tevekkül ettim ,Allah’ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten,ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından

Zulmetmekten ve zulme uğramaktan,cehalete düşmekten veya cahil görünmekten sana sığınırım.(Tirmizi 3423/Ebu Davud 5094)

*Hz Aişe (ra) Eve onları şaşırtacak şekilde farkına varmadan ansızın girmezdi,aksine ailesi girişinden haberdar olarak girerdi.Onlara selam verir,hal hatır sorardı.(Müslim 1154)

***BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ BAKMAK

*Allah Rasulü(sav)’Kim bir gurubun bulunduğu eve,onların izni olmaksızın bakarsa ,onlara o kişinin gözünü çıkarmaları helal olur .(Müslim 2158)

*Yine şayet bir adam izinsiz olarak senin evinin içine baksa sen ona çakıl atsan,böylece onun gözünü çıkarmış olsan hiçbir günaha girmiş olmazsın (Müslim 2158)

*Yine bir kişi izinleri olmaksızın bir grubun bulunduğu eve o bakan kişinin gözünü çıkarırsa bundan dolayı ne diyet ne kısas vardır(Nesei 6/61)

***İZİNDEN ÖNCE SELAM VERİLMESİ MEVZUSU

Allah Rasulu (sav) izin istemeden önce selam vermeyi emr etmiş,nitekim bir adam kendilerinden izin istedi ve gireyimmi dedi

Rasulullah(sav)başka birine ‘’bu adamı çıkart ve izin istemeyi öğret ‘’dedi.Adam o şahsa’’ selam ver ve izin iste ‘’dedi O şahısta Esselamü Aleyküm  girebilirmiyim ? dedi.Bunun üzerine Rasulullah (sav)izin verdi(Ebu Davud 5177/Müslim 1479)

*Biriniz bir meclise girdiği zaman selam versin ve Allah’ım bana Rahmet kapılarını aç desin.Çıktığı zaman ise Allah’ım senin fazlını diliyorum desin.(Ebu Humeyd (ra) Müslim 713) 

***HASTALIĞA DUA

Osman İbni Ebil-As(ra)rivayet edildiğine göre vücutta bir ağrıdan şikayet edildi.Nebi (sav)elini vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç defa’’ Bismillah’’de yedi defa da hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden Allah’a ve kudretine sığınırım’’de (Müslim 2202)

*Hz.Aişe (ra)Ey İnsanların Rabbi !Rahatsızlığı gider,şifa ver.Şafi sensin şifandan başka şifa yoktur.Hastalık bırakmayan şifa ver derdi

ve sağ eliyle mesh ederdi (Müslim 2191)

***KABİR ZİYARETİNDEKİ TUTUMU

 *Kabirlere gittiğinde ‘’Müslüman ve Müminlerden oluşan ey diyar sakinleri!Size selam olsun,inşeallah bizlerde sizlere ulaşacağız

Allah’tan bize de,size de afiyet dileriz.(Müslim 975) 

***RÜZGAR VE GÖKGÜRÜLTÜSÜNDE TUTUMU

Rüzgar estiği zaman ‘’Allah’ım senden onun hayırlısını isterim,O rüzgarla gönderdiğinin hayırlısını dilerim.Onun şerrinden sana sığınırım Onunla gönderdiğinin şerrinden sana sığınırım diye dua etmiştir.(Hz.Aişe Müslim 899)

*Gökgürlediği zaman konuşmayı bırakır ve Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederim derdi.Ka’b (ra)löyle diyor:Bunu kim üç defa

söylerse gök gürültüsünden emin olur (selamet bulur ) (Muvatta  2/992,Buhari Edebül Müfred 2/186)

***İLİMLE İLGİLİ

*Ubey bin Ka’b (ra):Rasulullah(sav)şöyle buyururdu ; Musa (as) İsrailoğullarına hutbe okumak için ayağa kalkınca kendisine insanların en alimi kimdir ? diye bir soru soruldu ; En alimi benim dedi . Bu yüzden Allah onu kınadı. Çünkü Allah bilir demeliydi.(buhari ve müslim)

***HAYVANLARA İŞKENCENİN  YASAKLANMASI

* İbni Ömer (ra) ; herhangi bir insan serçe veya daha büyüğünü haksız yere öldürürse ; muhakkak Allah ona bu hareketini sorar. Serçenin hakkı nedir Ya Rasulallah ? dediler : Efendimiz ; keser yersin , başını koparıp atmazsın buyurdu. ( Nesei _ve hayvanlara işkenceyi yasaklamıştır.)

*** RIZIK TALEBİNDE ORTA YOLU TUTMAK

*İbn Mesud (ra) SAV den şöyle buyurdu ; Benim emrettiğim ameller dışında cennete yaklaştıran hiçbir amel yoktur ve Benim yasak ettiğim ameller hariç cehenneme yaklaştıran hiçbir amel yoktur. Sizden hiç  biri rızkını gecikmiş saymasın , Çünkü Cebrail (as) benim kalbime hiç kimsenin rızkını tastamam almadan dünyadan çıkmaz, ölmez diye ilham  etti . Ey insanlar Allah tan korkunuz ve rızkınızı talep etmede güzel bir yol tutunuz . Sizden biri rızkını gecikmiş sayarsa onu haram yollardan Allah a karşı masiyet işleyerek taleb etmesin Şüphesizki Allah ın ihsanına Ona karşı masiyet işleyerek ulaşılmaz ( Terhib ve Tergıb)

*Ebu Hureyre (ra) Rasulullah sav den şöyle  dua ettiğini rivayet etmiştir ; Allah ım faydasız ilimden , korkmayan kalpten , doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırım ( İBN Mace_ Nesei_ Müslim ve Tirmizide  Zeyd Bin Erkam dan ilim babında rivayet edilmiştir )

*******02********

Cennet ve Cehennem’in Hak Olduğuna ve Her İkisinin de Yaratılmış Olduklarına İman

Cennet’in ve Cehennem’in hak olduğuna iman (etmek gerekir).

Cennet ve Cehennem’in halihazırda yaratılmış olduğu hususunda Ehli Sünnet ve’l Cema'at arasında farklı bir görüş sözkonusu değildir. Cennet ve Cehennem’in halihazırda yaratılmamış oldukları ve Kıyamet Günü’nde yaratılacağını iddia eden bazı Mu'tezili ve Kaderiler dışında bu hususta farklı bir kanaat ileri süren de olmamıştır. Bu görüşleri icmaya muhalif olduğu gibi delilden de yoksundur. İbni Kayyım el-Cevziyye ‘Hadi'l Ervah İla Bilad'il Efrah’ isimli eserinde meseleyi detaylıca ele almakta, ‘Rasulullah’ın Ashabı, Tabiin ve Tebe-i Tabiin, Sünnet ve Hadis Ehli hiç istisnasız olarak ve her çağda İslam Fakihler'i, Tasavvuf ve Zühd bu inanç ve bu inancı ispat üzere olmuşladır’ dedikten sonra ehli Ehli Sünnet ve’l Cema'atin görüşünü ispatlayıp, bu hususta ‘Müşebbihe ve Cehmiyye özellikleri taşıdıklarını’ ifade ettiği Mu'tezili ve Kaderilerin görüşünü reddetmektedir.

Cennet ve Cehennem’in her ikisi de mahluktur (yaratılmışdır). Cennet semanın (gök yüzünün) yedinci katındadır, onun tavanı Arş’tır.

Ehli Sünnet ve’l Cema'at arasında Cennet'in semanın (gök yüzünün) yedinci katında olduğu hususunda fikirbirliği vardır. Zahiriler'den İbni Hazm ise, Cennet'in semanın altıncı katında olduğunu söylemişse de bu reddedilmiştir. Kelamcılar'dan Taftazani ve ona tabi olan bazı Eşariler ise, doğru olan bunun ilmini Allah’a havale etmektir diyerek Tevafuk yolunu seçmiş ve bu görüşleriyle Ehli Sünnet ve’l Cema'atten ayrılmışlardır.

Cehennem (ise) yerin yedi kat altındadır. Her ikisi de yaratılmıştır. Allah Te'ala, Cennet Ehli’nin sayısını ve oraya girecekleri ve; Cehennem Ehli’nin sayısını ve oraya girecekleri (de) bilir. (Cennet ve Cehennem’in) her ikisi de ebediyen yok olmazlar. Her ikisi de Allah ile ebediyyen baki kalacaktır.

Metinde yer alan: '(Cennet ve Cehennem’in) her ikisi de ebediyen yok olmazlar. Her ikisi de Allah ile ebediyyen baki kalacaktır.' şeklindeki ifadenin ilk kısmı olan ‘(Cennet) fani değil sonsuzdur. Allah ile ebediyyen baki kalacaktır.’ şeklindeki yargı, bütün Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin İcma ile kabul ettikleri bir husustur. Bu ifadedeki ikinci önerme olan:

‘(Cehennem) fani değil sonsuzdur. Allah ile ebediyyen baki kalacaktır.’ şeklindeki yargı hususunda ise Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin iki görüşü bulunmaktadır. Birinci görüşe göre; Cehennem tıpkı Cennet gibi sonsuz olacaktır, bu Cumhr'un görüşüdür. Bu husustaki ikinci görüş ise; Ömer (radiyallahu anh), İbni Me’sud (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) gibi Sahabeler'den ve Selef'den birçokları tarafından dile getirilen, Cehennem'in çok uzun zaman geçtikten sonra içerisindekileri de yiyip yutarak son bulacağı görüşüdür. Bu konuyla alakalı geniş bilgi, İbni Kayyım el-Cevziyye’nin ‘Had'il Ervah İla Bilad'il Efrah’ isimli eserinde ve yine Tahavi’nin Akide’sine İbni Ebi’l İzz el-Hanefi tarafından yapılan Şerh'de ve başka kaynaklarda bulunabilir.

Adem (aleyhi selam) Cennet’teydi ve İtaatsizlik Ettiği İçin Oradan Çıkarıldı

Adem aleyhi selam sonsuza kadar kalacak olan ve (halihazırda) yaratılmış olan (mükafat yurdu) Cennet’teydi lakin Allah’a asi olmasından (itaatsizlik etmesinden) sonra oradan çıkarıldı.

Adem (aleyhi selam)’ın mükafat yurdu olan Cennet’ten mi yoksa, başka bir Cennet'ten mi çıkarıldığı hususunda iki farklı görüş vardır. Meşhur olan görüş, Adem (aleyhi selam)’ın mükafat yurdu olan Cennet’ten çıkarıldığı yönündedir ancak bazıları da başka bir Cennet'ten çıkarıldığını söylemişlerdir. İkinci görüşte olanlar da iki görüşe ayrılmış; kimileri bu Cennet'in yeryüzünde olduğunu söylemişken diğerleri ise semanın yedinci katında olduğunu söylemiştir. Bundan başka İbni ebi Hatib ve ayrıca Fahr ed-Din er-Razi gibi bazı Kelamcılar ise bu konuda Tevafuk (sessiz kalmak) görüşünü ortaya atmışlar ve böylelikle bu meseledeki doğruya dair ilmi Allah’a havale ettiklerini söylemişlerdir.

Mesih Deccal

Mesih Deccal'a (Deccal'ın geleceğine) iman (etmek gerekir).

Mesih Deccal’la alakalı çok sayıda Sahih Hadis alimler tarafından kaydedilmiştir. Bu konuda varid olan hadisler mütevatire ulaşmıştır.

Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhum ecmain)'den rivayet edilmiştir ki: "Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) Veda Haccı sırasında bir ara: Halk susup dinlesin! buyurdu. Sonra Allah'a Hamd ve Sena'da bulunup, arkadan Mesih (İsa) ve (Mesih) Deccal'den uzun uzun söz ettiler ve buyurdular ki: Allah'ın gönderdiği her peygamber, ümmetini onunla inzar etti (ona karşı uyardı). Nuh (aleyhi selam) ümmetini onunla inzar etti, ondan sonra gelen peygamberler de. O, sizin aranızda çıkacak. Onun hali sizden gizli kalmayacak. Rabbiniz'in tek gözlü olmadığı size kapalı değildir. O ise sağ gözü kör birisidir. Onun gözü, sanki (salkımdan) dışa fırlamış bir üzüm tanesi gibidir. İki gözünün arasında "Kafir" yazılmış olacaktır. Bunu her Müslüman okuyacaktır." (Buhari; Müslim)

Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) bize Deccal üzerine uzun bir Hadis buyurdu. Bize anlattıkları içinde şöyle buyurmuştu: Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine Haram kılınmış olarak ortaya çıkacak. Derken Medine civarındaki bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan –veya en hayırlılarından– bir kimse onun karşısına çıkar ve: Sen Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in bize haber verdiği Deccal'sın! der. Oradakiler: Hayır! derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman adam: Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli olmamıştım! der. Deccal onu tekrar öldürmek isteyecek, fakat musallat edilmeyecek." (Buhari; Müslim)

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kehf Suresi’nin baş tarafından on ayet ezberleyen kimse Deccal’den korunur!.." (Müslim)

Reb’i İbni Hıraş şöyle dedi: Ebu Mes’ud el-Ensari ile birlikte Huzeyfe İbni Yeman (radiyallahu anh)’ın yanına gittim. Ebu Mes’ud ona: Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’den Deccal hakkında duyduklarını söyle, dedi. Huzeyfe (radiyallahu anh) da şunları söyledi: “Deccal, yanında bir su ve bir de ateş olduğu halde ortaya çıkacak. Bazılarının onun yanında gördüğü su gerçekte su olmayıp yakıcı ateştir. Bazılarının onun yanında gördüğü ateş de gerçekte ateş olmayıp soğuk, tatlı bir sudur. Sizden Deccal’e kim yetişirse, ateş olarak gördüğü tarafta bulunsun. Zira o, tatlı, içimi güzel bir sudur. Ebu Mes’ud el-Ensari (radiyallahu anh), Huzeyfe’nin böyle söylediğini ben de duydum, dedi." (Buhari; Müslim)

Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Mekke ile Medine dışında, Deccal’in ayak basmadığı bir yer kalmaz. Mekke ile Medine’nin bütün yollarında saf tutmuş Melekler bu iki şehri korur. Deccal kumlu, çorak bir yere iner. Ardından Medine üç defa sarsılır; Allah Te'ala orada bulunan Kafir ve Münafıklar'ı dışarı çıkarır.” (Buhari; Müslim; İbni Mace)

Yine Enes (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İsfahan Yahudileri'nden Taylasan'lı yetmiş bin kişi Deccal’in ardından gider.” (Müslim)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Biriniz namazda Tahiyyat'ı bitirdiği zaman, dört şeyden Allah’a sığınarak şöyle desin: Allah'ım, Cehennem Azabı'ndan ve Kabir Azabı'ndan, hayat ve ölüm Fitnesi'nden, Mesih Deccal’in Fitnesi'ne uğramaktan Sana sığınırım.” (Müslim; Ebu Davud; Nesai)

Allame es-Sefferani el-Hanbeli’nin de dikkat çektiği üzere, alimler; Mesih Deccal hakkındaki Hadisler'i çocuk-talebe yetiştiren ilim adamlarına –bu fitneden çocuk ve talebelerin korunabilmeleri için bu husustaki ilme vakıf olmalarına sebebiyet vermek maksadıyla- verilmesi gerekliliğine işaret etmişlerdir. (es-Seferani, Levami'ul Envar'il Behiyye, 2/106)

İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü

Meryem oğlu İsa aleyhi selam’ın nüzulüne (tekrar yeryüzüne geleceğine) iman (etmek gerekir). (İsa Peygamber) nüzul edecek, Deccal’ı öldürecek, evlenecek ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin soyundan olan Müslümanlar'ın lideri (Mehdi)’nin arkasında namaz kılacaktır. (Daha sonra İsa Peygamber) vefat edecek ve Müslümanlar tarafından defn edilecektir.

es-Seffarini el-Hanbeli, İsa (aleyhi selam)’ın nüzulu hususunda İslam alimlerinin bu konuda ittifak halinde olduklarını belirtir: "Bütün ümmet, Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)'ın nüzul edeceği (ineceği) hususunda ittifak etmiştir. Şeri'at Ehli'nden hiç kimse bu hususta muhalif olmamıştır." (es-Seffarini, Levami'ul Envar'il Behiyye, 2/94-95)

İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne tekrar inmesi ile alakalı olarak İbni Kesir en-Nisa Suresi 4/159 numaralı Ayet'de şu bilgilere yer verir:

“Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)'ın Ahir Zaman'da, Kıyamet Günü’nden önce gökten yeryüzüne ineceğine ve onun tek ve ortağı olmaksızın sadece Allah'a ibadete da'vet edeceğine dair varid olan Hadisleri' zikredelim;

İmam Buhari herkesçe kabule mazhar olmuş Sahih'inin el-Enbiya (Peygamberler) bölümünde şöyle der: Meryem oğlu İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü Babı:

Bize İshak İbni İbrahim'in... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: "Nefsim elinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki; Meryem oğlu aranıza adaletli hakem olarak inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, Cizye koyacaktır. Mal gelecek de hiç kimse kabul etmeyecektir. Nihayet bir secde dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlı olacaktır. Sonra Ebu Hureyre (radiyallahu anh) şöyle ekler: Dilerseniz

"Kitab Ehli'nden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak olmasın. O da Kıyamet Günü aleyhlerinde şahit olacaktır." (en-Nisa 4/159) ayetini okuyunuz."

Hadisi Müslim de Hasan el-Hulvani ve Abd İbni Humeyd kanalıyla Ya'kub'dan rivayet etmiş; Buhari ve Müslim, Süfyan ibni Uyeyne kanalıyla Zühri'den tahric etmişlerdir. Buhari ve Müslim aynı Hadis'i Leys kanalıyla Zühri'den de rivayet etmişlerdir.

İbni Merduyeh'in Muhammed ibn Ebu Hafsa kanalıyla... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet ettiğine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır: "Meryem oğlunun sizin hakkınızda adaletli bir hakem olması yakındır. O, Deccal'i ve domuzu öldürecek, haçı kıracak, Cizye koyacaktır. Mal akıp çoğalacak ve secde sadece alemlerin Rabbı Allah'a mahsus olacaktır. Ebu Hureyre (radiyallahu anh) der ki: Dilerseniz, "Kitab Ehli'nden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak olmasın" ayetini okuyunuz. Bu sözü Ebu Hureyre (radiyallahu anh) üç kere tekrarlamıştır.

Bu Hadis'in Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan, başka bir kanalla rivayeti şöyledir: İmam Ahmed der ki: Bize... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurdular: "Meryem oğlu İsa er-Ravha'da Hacc ve Umre için ya da her ikisi için birden Tehlil getirecektir." Bu Hadi'si Süfyan İbn Uyeyne, Leys İbni Sa'd ve Yunus İbni Yezid kanalıyla Zühri'den sadece İmam Müslim rivayet etmiştir.

İmam Ahmed der ki: Bize Yezid'in... (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurmuşlardır: "Meryem oğlu İsa inecek, domuzu öldürecek, haçı imha edecek ve onun için namazda toplanılacaktır. Kabul edilmeyecek kadar kendisine mal verilecek ve Harac koyacaktır. Ravha'ya inecek ve oradan Hacc’a gidecek, ya da Umre yapacak veya her ikisini birleştirecektir. Bundan sonra Ebu Hureyre (radiyallahu anh): "Kitab Ehli'nden hiç kimse yoktur ki; ölümünden önce ona inanacak olmasın." ayetini okumuştur. Hanzala, Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'ın: "İsa (aleyhi selam)’ın ölümünden önce ona inanacaktır." dediğini sanmıştır. Ancak ben, hepsinin Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Hadis'i mi, yoksa Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'ın söylediği bir kısmı var mıdır bilmiyorum.

Aynı Hadis'i İbni Ebu Hatim de babası kanalıyla... Zühri'den rivayet etmiştir

Hadis'in başka bir kanaldan rivayeti şöyledir: Buhari der ki: Bize İbni Bükeyr'in... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İmam'ınız sizden olduğu halde, Meryem oğlu Mesih aranıza indiğinde siz ne olacaksınız? Hadis'i rivayette Ukayl ve Evzai de ona tabi olmuşlardır." Hadis'i, İmam Ahmed de Abd'ur Rezzak kanalıyla... Zühri'den rivayet etmiş; Müslim ise Yunus, Evzai ve ibni Ebu Zi'b kanalıyla tahric etmiştir.

Hadis'in başka bir kanaldan rivayeti şöyledir: İmam Ahmed der ki: Bize Affan'ın... Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayetine göre; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: "Peygamberler üvey kardeşlerdir. Anneleri değişik, dinleri birdir. Ben, Meryem oğlu İsa'ya insanların en layıkiyim. Zira benimle onun arasında (başka bir) peygamber yoktur. O inecektir. Onu gördüğünüzde tanırsınız: Kırmızı ve beyaza çalar renkte birisidir. Üzerinde hafif sarı renkte iki elbise vardır. Kendisine yaşlık isabet etmemiş olsa bile, başından su damlar gibidir. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, Cizye koyacak, insanları İslam'a da'vet edecektir. Onun zamanında Allah Te'ala İslam dışında bütün Dinleri kaldıracak ve onun zamanında Mesih Deccal'i helak edecektir. Sonra yeryüzünde emniyyet hasıl olacak da aslanlar develerle, kaplanlar ineklerle, kurtlar koyunlarla birlikte otlayacak, çocuklar yılanlarla oynayacak da onlara zarar gelmeyecektir. İsa (aleyhi selam) kırk sene kalacak, sonra vefat ederek Müslümanlar onun üzerine (cenaze) namazı kılacaklardır."

Bu Hadis'i Ebu Davud da Hüdbe İbni Halid'den, o da Hemmam İbni Yahya'dan rivayet etmiştir. İbni Cerir'in bu ayetin tefsirinde -ki ondan başkası bu ayetin tefsirinde bu Hadis'i zikretmemiştir- Bişr ibni Mu’az kanalıyla... rivayetinde şu fazlalık vardır: "İslam üzerine insanlarla harbedecektir." (İbni Kesir, Tefsir)

İbni Kesir Ayet'in Tefsir'inin devamında Kıyamet Alametleri’ni ele alırken İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne tekrar inmesi ile alakalı olarak bilgilere yer verir. İlgili yere müracaat ediniz.

Ehli Sünnet ve’l Cema'at i’tikadına dair bütün kitaplarda, İsa (aleyhi selam)’ın nüzuluna değinilir. Konuyla alakalı Ayetler ve Hadisler ilim adamlarınca kaynak gösterilmek suretiyle bu hususta bir şüphe olmadığı ifade edilmiştir. Zahiriler'den İbni Hazm, en-Nisa 4/157 Ayeti'nin Tefsir'inde İsa (aleyhi selam)’ın öldürüldüğünü söyleyen kimsenin Mürted ve(ya) Kafir olacağını söyler. (İbni Hazm, İlm'ul Kelam, 56-57)

İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten sonra evleneceğine dair Sahih bir nakil yoktur yalnızca birtakım zayıf-uydurma rivayetler ve bazı alimlerin bu yönde açıklamaları bulunmaktadır.

Nu’aym ibni Hammad, İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten sonra Kudüs’e döneceği ve orada Şu’ayb (aleyhi selam)’ın kavminden olan ve Musa (aleyhi selam)’ın eşinin soyundan gelen bir hanımla evleneceği ve bir erkek çocukları olacağı ve dokuz yıl kalacağı (Nu’aym ibni Hammad, el-Fiten, 2/578, 1616) yönünde bilgiler ifade eden bir görüşe yer verir. Lakin bu rivayetin dayandığı bir kaynak olmadığı gibi, senedinde yer alan Yahya ibni Sa’id el-Attar ‘Zayıf’ (et-Takrib, 7608); Süleyman ibni Musa el-Siczi ‘yalancı’ (Mizan'ul İtidal, 3/308) olmakla itham edilmişlerdir.

Hadis olarak İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) yoluyla Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen bir başka rivayetde ise, İsa (aleyhi selam)’ın yeryüzüne indikten sonra kırkbeş yıl kalacağı bu süre zarfında evleneceği ve bir çocuğu olacağından bahsedilmektedir. Hadis'in devamında ise, İsa (aleyhi selam)’ın öldükten sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in mezarına gömüleceği, Diriliş Günü’nde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve İsa (aleyhi selam)’ın, Ebu Bekir (radiyallahu anh) ile Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) arasındaki mezardan birlikte diriltileceği geçmektedir. İbn'ul Cevzi, Hadis'in Sahih olmadığını ve rivayet zincirinde yer alan el-Ifriki’nin ‘tamamıyla Zayıf’ olduğunu (İbn'ul Cevzi, el-İl'el'ul Mutenehiye, 2/915, 1529) söylerken Hafız Zehebi de, Abd'ur Rahman ibni Ziyad el-Ifriki’nin tercümeyi halinde bu ve benzeri Hadisler'i naklettikten sonra "Bunlar Münker'dir, (doğru olmaları) muhtemel değildir" (Zehebi, Mizan'ul İtidal, 4/281) demiştir.

 İman; İkrar, Amel ve Tasdik'tir, Artar ve Eksilir

İman'ın; söz ve amel, amel ve söz, niyet ve isabet (Sünnet’e uygun) olduğuna iman (etmek gerekir). (İman) artar ve eksilir. Allah’ın dilemesi ile artar ve imandan hiç birşey kalmayıncaya kadar da eksilebilir.

Allah Te'ala şöyle buyurmaktadır:

"Onlar, kendilerine insanlar: Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun! dedikleri halde imanları artanlar ve: Allah bize yeter, O ne güzel Vekil'dir! diyenlerdir." (Al-i İmran 3/173);

"Mü'minlerin kalplerine, imanlarına iman katıp-arttırsınlar diye, güven duygusu ve huzur indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, Hüküm ve Hikmet sahibidir." (el-Feth 48/4);

"Bir Sure indirildiğinde onlardan bazısı: Bu, hanginizin imanını arttırdı? der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler." (et-Tevbe 9/124)

Abd'ur Rezzak es-Sanani şöyle demiştir: "Yetmiş tane şeyh ile karşılaştım ki onlardan bazıları şunlardır: Ma’mer, Evzai, Sevri, Velid ibni Muhammed el-Kureyşi, Yezid ibn'us Saib, Hammad ibni Seleme, Hammad ibni Zeyd, Sufyan ibni Uyeyne, Şu'ayb ibni Harb, Veki ibni Cerrah, Malik ibni Enes, İbni Ebi Leyla, İsmail ibni Ayyaş, Velid ibni Müslim ve daha adını zikretmediğim birçokları, bunların hepsi şöyle demiştir: İman; söz ve ameldir, artar ve eksilir." (Lalikai, Şerh Usul el-İ’tikad Ehl-i Sünne, 5/958 1737)

Abdullah ibni Ahmed (ibni Hanbel) babasından nakleder: "Babam (Ahmed ibni Hanbel) bana nakletti: Ebu Seleme el-Huzai bize naklederek dedi ki; Malik, Şerik, Ebu Bekir ibni Ayyaş, Abd'ul Aziz ibni Ebi Seleme, Hammad ibni Seleme ve Hammad ibni Zeyd şöyle demiştir: İman; i’tikad, söz ve ameldir." (es-Sünne, 612)

Ukbe ibni Alkeme şöyle demiştir: "Evzai’ye iman hakkında sordum (dedim ki) artar mı? Dedi ki: Evet ta ki dağlar kadar büyüyene kadar artar. Dedim ki: Eksilir mi? Dedi ki: Evet ta ki, hiçbirşey kalmayıncaya kadar..." (Lalikai, Şerh Usul el-İ’tikad Eh-li Sünne, 5/959 1740)

İmam Laleka’i Ebu Sevr’den şöyle dediğini nakleder: “Amelin imandan olmadığını iddia eden fırkaya gelince onlara şöyle deriz: Allah (azze ve celle) kullarına ‘namaz kılın!’ ve ‘zekat verin!’ diye buyurduğunda onlardan ne istemektedir? Bunları (yalnızca) ikrar etmelerini mi istedi? Yoksa hem ikrar etmelerini ve hem de amel etmelerini mi istedi? Eğer, ‘Allah ikrar etmelerini istedi, amel etmelerini değil’ derlerse Küfr'e düşerler zira şüphe yok ki İlim Ehli'ne göre; ‘şüphesiz ki Allah kullarından namaz kılmalarını, zekat vermelerini istememiştir’ diyen kimse Küfr'e düşmüştür. Eğer derlerse ki, (Allah) onlardan hem ikrar etmelerini hem de amel etmelerini istemiştir bu durumda deriz ki: Onlardan her iki fiili birlikte istiyorsa o halde bu ikisinden biri olmadan (yalnızca) diğerini ifa etmekle kişinin Mü’min olduğunu nasıl oluyorda iddia ediyorsunuz? Halbuki (Allah) onların her ikisini(n ifa edilmesini) de istemektedir.

Birisi, ‘Allah’ın emrettiği herşeyi yapıyorum lakin onları ikrar etmiyorum’ derse böyle bir kimse hakkında ne düşünürsünüz? Böyle bir kimse (size göre) Mü’min olur mu? Eğer hayır (Mü’min olmaz) derlerse onlara deriz ki: Allah’ın emrettiği herşeyi ikrar ediyorum lakin (hiçbirini) yapmıyorum diyen kimsenin hali nasıldır: (Bu haliyle) Mü’min olur mu? Eğer evet (Mü’min olur) derlerse onlara deriz ki: (İkisi arasındaki) fark nedir? Kendiniz (kabul edip) dediniz ki, Allah (ayette) bu işin her ikisini de kasdetmiştir. Eğer (size göre) kişi bunlardan birini ifa edip diğerini terketmekle Mü’min olabiliyorsa bu durumda kişi ikrar etmeden (yalnızca) amel etmekle de Mü’min olması gerekir. Bunların arasında fark yoktur.”

İmam Ebu Sevr şöyle demiştir: “Bil ki iman, kalp ile tasdik, dil ile söylemek ve azalarla amel etmektir. Böyle olduğu için eğer bir adam: Ben Allah’ın birliğine ve peygamberlerin getirdikleri şeylerin hak olduğuna şahitlik ederim derse ve bütün şer’i hükümleri kabul ettiğini diliyle ikrar etse, sonra da kalbim bunlardan hiçbir şeye inanmadı ve (bunların) hiçbirini tasdik etmiyorum derse bu adamın Müslüman olmadığı hususunda ilim adamları arasında ihtilaf yoktur. Eğer “Mesih Allah’tır” derse ve İslam’ın hükmünü inkar ederse, kalbim buna inanmadı (inanmadan söyledim) dese bile, bunu (Küfrü) izhar ettiği, açığa vurduğu için Kafir'dir, Mü’min degildir. Zira kalben tasdik etmeden sırf dille ikrar ederek Mü’min sayılmayacağı gibi, diliyle ikrar etmeden sırf kalbiyle tasdik etmesi de onu Mü’min kılmaz.” (İmam Laleka’i, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti ve’l Cema'at, 4/932 1590)

Ashab’ın Faziletliler'i

Nebimiz (Muhammed’in vefatın)’dan sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir (radiyallahu anh) sonra Ömer (radiyallahu anh) sonra da Osman (radiyallahu anh)’dır.

Fazilet sıralaması hususunda Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh) hususunda ümmet arasında icma vardır. Ehl-i Sünnet dışındaki Bidat Ehli ve Kelamcılar –Havaric, Mu'tezile, Şia’dan bazıları- da bu hususta Ehli Sünnet ile mutabakat halindedir.

Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra kimin en faziletli olduğu hususunda ise farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Ehl-i Sünnet ve’l Cema'atin çoğunluğu Osman (radiyallahu anh)’ın bu ikisini takip ettiğini söylemektedir. İmam Malik’den nakledilen meşhur görüşüne göre İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed gibi büyük İmamlar da bu kanaattedir. Kelamcıların çoğunluğu -Mu'tezile, Eşariler, Kerramiye, Kullabiye- da bu görüştedir.

Kufe ehli ise, Ali (radiyallahu anh)’ın fazilet bakımından Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra geldiği ve Ali (radiyallahu anh)’ın Osman (radiyallahu anh)’dan fazilet bakımından üstün olduğu görüşündedir. Süfyan es-Sevri ve Ebu Hanife bu görüştedir. Sonraları bu görüşten döndükleri de söylenmektedir Allahu A'lem. Zehebi; A'meş'in, Ebu Hanife'nin, Şu'be'nin, Abd'ur Rezzak'ın ve Abd'ur Rahman ibni Ebi Hatim'in bu görüşte olduğunu nakleder. (Zehebi, Mizan, 2/588)

Süfyan, İmam Malik’den nakledilen bir görüşe göre İmam Malik, Yahya el-Kattan ve Yahya ibni Main’in aralarında olduğu bir grup ise bu hususta Tevaffuk etmeyi tercih etmişlerdir.

Ehli Sünnet ve’l Cema'atin çoğunluğunun görüşü olan Osman (radiyallahu anh)’ın Ali (radiyallahu anh)’dan fazilet bakımından üstün olması hususu aynı zamanda Sahabe'nin görüşüdür. İmam el-Berbehari’nin de alıntıladığı İbni Ömer (radiyallahu anh)’dan nakledilen Hadis de bunun delilidir. Bir başka delil de, Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra Halife seçiminde Abd'ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh)’ın tutumunda görülmektedir. Zira o, Halife seçiminin tamamlandığı süreçte üç gün üç gece boyunca; Muhacirler, Ensar ve Mü’minlerin anneleri ile istişare etmiş ve sonunda Osman (radiyallahu anh)’ın bu göreve en layık olan kimse olduğuna karar vermiştir.

Hallal’ın aktardığına göre, Abdullah ibni Mübarek’e birisi, Osman (radiyallahu anh) ile Ali (radiyallahu anh) arasında hangisinin daha faziletli olduğu yolunda bir soru sormuş, büyük imam da: Abd'ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh) bunun cevabını bize verdi şeklinde cevap vermiştir. (el-Hallal, es-Sünne, 2/389)

Bu, İbni Ömer (radiyallahu anhum ecmain)’den naklolunandır, (ki o) şöyle demiştir:

 “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta iken insanlar arasında fulan fulandan hayırlıdır, fulan da fulan kimseden hayırlıdır, diye konuşurduk; (önce) Ebu Bekir (radiyallahu anh), sonra Ömer (radiyallahu anh), sonra Osman (radiyallahu anh), hayırlıdır, derdik. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu duyar ancak bizi eletirmezdi.” Buhari; Ahmed, Müsned; İbni Asım, es-Sünne, 574-578, 1193

 Onlardan sonra en hayırlılar Ali (radiyallahu anh), Talha (radiyallahu anh), Zubeyir (radiyallahu anh), Sa’d (ibni Ebi Vakkas), Sa’id (ibni Zeyd), Abd'ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh), (ve Ebu Ubeyde Amir ibn'ul Cerrah). Hepsi hilafete layıktı. Onlardan sonra (insanların) en hayırlıları; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in (bunlardan başka) Sahabeleri'dir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendilerine (peygamber olarak) gönderildiği ilk nesil (Sahabe), Muhacir ve Ensar, her iki Kıble'ye (Kudüs ve Mekke) yönelerek namaz kılanlar, onlardan sonra en hayırlılar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir gün, bir ay, bir yıl yahut bundan az veya daha çok Sahabelik edenlerdir. Allah’tan onlara rahmet emesini dileriz. Onların faziletlerinden bahseder, onların yaptıkları hatalar hususunda susar ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu üzere onlardan hiçbiri hakkında hayırdan başka birşey söylemeyiz:

 Ashabım zikredildiğinde (onların hataları hususunda) sessiz kalın!” Taberani, el-Mucem'ul Kebir, 10/198; el-Haris bin Ebu Usame, Müsned, 2/478; Ebu Nu’aym, Hilye, 4/108

Süfyan ibni Uyeyne (rahimehullah) şöyle demiştir:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashabı hakkında birtek (olumsuz) kelime konuşan Heva (Bid'at) Ehlindendir!”

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:  “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız doğru yola iletilirsiniz.”

Şeyh'in Hadis olarak naklettiği bu rivayet hakkında alimlerin bazı itirazları olmuştur. Rivayetler birbirine yakın ifadeler ile şu şekillerde nakledilmiştir:

“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” (İbni Abd'il Berr, Cami'ul Beyan'il İlmi ve Fazlihi, 2/90-91; İbni Hazm, el-İhkam, 6/82; Abd ibni Humeyd, Müsned; İbni Adi, Kamil; Suyuti, Menahil'ul Safa, 193; 1027; Suyuti, Cami'us Sağir, 4603);

”Ashabım'ın misali yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” (el-Kuda'i, Müsned'ul Şihab, 109/2);

”Hakikaten Ashabım yıldızlar gibidir, bundan dolayı eğer onlardan işittiğiniz herhangi bir sözü kabul ederseniz, hidayete erersiniz.” (İbni Abd'il Berr, Cami’ul Beyan'il İlmi ve Fazlihi, 2/90-91; İbni Hazm, el-İhkam, 6/82; Abd ibni Humeyd, el-Muntehab min'el Müsned, 86/1; Darakutni, Feza'il'ul Sahabe)

İlk rivayet için şunlar söylenmiştir:

Sellam ibni Suleym, şöyle demiştir: el-Haris ibni Gusay bize Ameş'den o Ebu Süfyan'dan o da Cabir (radiyallahu anh)'dan o da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet etmiştir.

İbni Abd'il Berr bu hüccetin kaim olmadığı bir senettir (yani bu senet ile hüccet kaim olmaz). Çünkü senetteki Haris ibni Gusay Meçhul'dur, diyor. Aynı senetle gelen rivayet için İbni Hazm bu sağlam olmayan bir senettir. Ebu Süfyan Zayıf'tır; bahsi geçen Haris ibni Gusay, Ebu Vehb es-Segafi'dir ki Meçhul biridir, Sellam ibni Süleyman uydurma Hadis rivayet eden biridir -hiç şüphe yokki bu da onlardan biridir- demektedir. İbni Hibban ise Haris bin Gusay'dan es-Sika'da güvenilir raviler arasında bahsetmektedir.

 “Hakikaten Ashabım yıldızlar gibidir, bundan dolayı eğer onlardan işittiğiniz herhangi bir sözü kabul ederseniz, hidayete erersiniz.“

İbni Abd'il Berr bu rivayeti Muallak bir şekilde nakleder ve İbni Hazm da ondan aktarır; tamamlanmış Hadis zinciri şöyledir:

Ahmed İbni Yunus bana haber verdi: Ebu Şihab el-Hannat bize Hamza el-Cazre o da Nafii’den oda İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den o da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bize bildirdi. (Abd İbni Humeyd, el-Muntekab min'el Müsned, 86/1)

Aynı zamanda İbni Batta, Ebu Şihab’dan baska bir rivayet zinciriyle rivayet etmiştir. (İbni Batta, el-İbane, 4/11/2)

Beyheki bu rivayete yer verdikten sonra, Müslim'de geçen Ebu Musa (radiyallahu anh) Hadisi'nin bu rivayeti güçlendirdiğini söyler. Ebu Musa (radiyallahu anh)’ın naklettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ben de Sahabeler'in emniyetiyim… Sahabeler'im de ümmetimin enmiyetidir.” (Beyheki, el-İ’tikad, 160) İbni Hacer, Beyheki’nin sözleri hakkında şöyle der: "Beyheki doğru söylemektedir. (Ebu Musa Hadis'i) genel manada Sahabeler'in yıldızlara benzemesi hususunun doğruluğunu gösterir lakin (Sahabeler'den herhangi birini) izleme meselesinde bu husus Ebu Musa (radiyallahu anh) Hadis'inde açık değildir." (İbni Hacer, Telhis'ul Habir, 4/351)

İmam Ebu'l Hattab el-Kelvezani el-Hanbeli şöyle der: “Burada kasdedilen Müslüman'ın onlardan dilediğini taklit etmesinin Caiz olduğu yahut da ‘benden rivayet ettiğinde hangisini izlerseniz hidayet erişirsiniz’ demektir.” (et-Temhid fi Usul'il Fıkh, 4/331) 

Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de şöyle der: “el-Kadı (Ebu Ya’la), Sahabe'nin iki görüşünden biri üzerinde icma etmesi hususunda dedi ki: (Bununla) ihtilaf aradan kalkmaz (…) çünkü Acurri kitabında İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’den şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” Bunun üzerine ona denildi ki: Bu Hadis'i ne için delil olarak getiriyorsun? Oysa İsmail ibni Sa’id şöyle der: (İmam) Ahmed’den Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” sözlerini delil getiren kimse hakkında sordum ve şöyle cavep verdi: "Bu Hadis Sahih değildir!" Ona şöyle cevap veririz: (İmam) Ahmed Sahabeler'in fazileti hususunda bunu delil getirir ve buna (bu hususta) itimad eder. Ebu Bekir el-Hallal, es-Sünne isimli kitabında şöyle der: Ubeydullah ibni Hanbel ibni İshak ibni Hanbel bize bildirdi, babam bana dedi ki, Ebu Abdullah (Ahmed ibni Hanbel)’i şöyle derken işittim: Haddi aşmak Muhammed (sallalalhu aleyhi ve sellem)’in Ashabı'nı (şerr üzere) anmaktır. Çünkü Rasulullah (sallalalhu aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: “Sahabeler'im (hakkında size) Allah’ı, Allah’ı (hatırlatırım), onları (haklarında kötü sözler söylemek suretiyle) hedef etmeyin.” Yine (Rasulullah) şöyle de demiştir: “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz.” (Kadı Ebu Ya’la) şöyle dedi: Bu lafzı delil getirmiştir, böylelikle bu, (Hadis'in) ona göre Sahih olduğunu gösterir.” (Musevvede fi Usul'il Fıkh, 326)

Son olarak Hadis'in mana olarak doğru olduğunu söyleyenlerden birisi de Aliyy'ul Kari’dir. O Şifa Şerhi'nde Kadı İyad’ın bu rivayete yer vermesi üzerine şu yorumlarda bulunur: Belki Kadı İyad bir senete ulaştığından yada çok sayıda Zayıf rivayetin birbirini kuvvetlendirmek suretiyle Hasen derecesine ulaştığını düşündüğünden, kendisince rivayeti güzel bulduğundan (yahut da) mevzubahis etmeye dahi gerek duyulmayan, Zayıf Hadisler'in amellerin faziletleriyle alakalı kullanılabileceği (prensibi)nden dolayı bu rivayete yer vermiş olabilir. (Şerhu Şifa 2/91) Aliyy'ul Kari bir başka yerde de Hadis'in manasının:

"Bilmiyorsanız Zikir Ehli'ne sorun!" (en-Nahl 16/43) Ayeti ile uyum içerisinde olduğunu belirtir. (el-Esrar, 372)

 Allah (azze ve celle)’nin Sevip Razı Olduğu İşlerde Emir Sahiplerine İtaat

Allah’ın sevip razı olduğu işlerde (Emir sahiplerini) işitmek ve (onlara) itaat etmek (gerekir). Herkim insanların icması ile ve kendisinden razı olmaları ile halife olursa, o kimse Emir'el Mü’minin’dir.

Ehli Sünnet emir sahiplerine itaatin sınırlarını çizmekte ve "Allah'a isyanın söz konusu olduğu yerde kula itaat'in olmayacağı" yönündeki prensibe de bu ifadesiyle sadık kalmaktadır. Bu prensip Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) vasıtasıyla nakledilen Hadis'de geçmektedir: "Masiyet de (Allah'a isyan söz konusu olan yerde) kula itaat yoktur. İtaat ancak Ma'rufta (iyilik ve hayırda)dır." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud; Nesai)

Bir Kimsenin Biatsız Gecelemesi Caiz Değildir

Dolayısıyla, hiçkimse için kendisinin (tabi olduğu) –Birr (iyi; salih) olsun, facir olsun- bir İmam'ı (kendisi üzerinde yasal bir İmam olarak) tanımadan geceleyeceği bir tek gün geçirmesi Helal (Caiz) değildir.

Müslümanlar'ın başında, Şeri'at Ahkamı'nı icra eden ve Müslümanlar'ın kendisini emir seçtikleri veya emir kabul ettikleri bir İmam/Emir bulunduğunda hiçbir Müslüman'ın İslam Cema'atinden ayrılarak, emir sahibinin velayetini reddetmesi Caiz değildir. Bu hususta varid olmuş birçok Hadis vardır. Bu Hadisler; Müslümanlar'ı, yöneticilerine karşı isyan edip ayaklanmaktan, anarşik ortamlara zemin hazırlamaktan sakındırmaya yönelik emirler içermektedir. Bu Hadisler, zalim de olsa Müslüman yöneticilere -Allah’a isyan sözkonusu olmadığı müddetçe- itaat etme fikrini ön plana çıkarır. Bu Hadisler aynı zamanda, Müslümanlar'ın emirine itaatten çıkan kimselerin İslam bağını boyunlarından çözmüş olacakları ve Cahiliye ölümü üzere ölecekleri tehditini içerirler. Zira bu tutum aynı zamanda, Müslümanları'n birliğini bozmaya yönelik bir harekettir ve bu nedenle şiddetle kınanmıştır. Bu hususta bizlere ulaşan Hadisler'den bazıları şunlardır:

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim dedi: “Her kim bir eli taatten çıkarırsa Kıyamet Günü’nde Allah'a hiç bir hücceti olmadığı halde kavuşur. Ve her kim boynunda bir bey'at olmadığı halde ölürse, Cahiliyyet ölümü gibi (bir ölümle) ölür.“ (Müslim)

İbni Abbas (radiyallahu anhunma ecmain)’den nakledilen bir başka rivayette Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Kim emirinden hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Zira insanlardan herhangi bir kimse, sultana bir karış kadar bile karşı çıksa ve bu halde ölse, mutlaka Cahiliyye ölümü ile ölmüş olur!” (Müslim; Ahmed, Müsned)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “…Size beş şeyi emrediyorum ki, onları Allah bana emretti. Cema'atleşmek, söz dinlemek, itaat etmek, hicret etmek, Allah yolunda cihad etmek. Kim cema'atten bir karış ayrılırsa, İslam’ın bağını boynundan çözmüş olur. Ancak cema'ate tekrar katılırsa o hariç. Kim Cahiliye davasını güderse, bu Cehennem'e diz çöküştür. Dediler ki, ya Rasulullah, namaz kılsa, oruç tutsa da mı? (Rasulullah) buyurdu ki, namaz kılsa da, oruç tutsa da ve Müslüman olduğunu zannetse de…” (Ahmed, Müsned)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayet edilen bir başka hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Üç kişi vardır ki Kıyamet Günü’nde Allah onlarla konuşmayacak ve onları temize de çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azap vardır. Bunlardan (…) ikincisi; sırf dünya çıkarı için bir İmam'a biat edip eğer İmam kendisine istediklerini verirse biatına vefa gösterip istediğini elde edemezse biatından dönen kimse (…)” (Buhari)

Emir Sahiplerinin Arkasında Namaz Kılınır ve Onlarla Birlikte Hacc ve Cihad’a Katılınır

Hacc ve Gazve (Cihad) emir sahibinin liderliği altında yerine getirilir. Cuma Namazı'nı (Fasık İmamlar) arkasında kılmak Caiz'dir bundan sonra altı rekat -ikişer rekatlar halinde- kılınmalıdır. Bu Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah)’ın sözüdür.

Ubeydullah ibnu Udey, Osman (radiyallahu anh)'a: "Sen bütün halkın İmamı'sın ve başına bu gördüğün durum geldi. Bize de fitne öncüsü (bu işlerin başını çeken kişi) namaz kıldırıyor. Ancak onun arkasında namaz kılmakta zorlanıyoruz dedi. Osman (radiyallahu anh): Namaz insanların yaptıklarının en güzelidir. İnsanlar güzel bir şey yaptıklarında sen de onlarla birlikte güzel şey yap. Onlar kötülük yaptıklarında sen onlarla birlikte kötülük yapmaktan çekin! dedi." (Buhari)

İmam Tirmizi'nin beyanına göre, İmam Şafii ve Ahmed ibni Hanbel Cuma (namazın)’dan sonra kılınacak olan Sünnet'in iki rekat olduğu görüşündedirler. İmam Ebu Hanife'ye göre bu Sünnet, dört rekat; talebesi İmam Ebu Yusuf'a göre ise altı rekattır. (Tirmizi, Sünen, Salat, 376)

Cuma (namazın)’dan sonra kılınacak olan Sünnet'in ikişer rekatlı toplam altı rekat olduğuna dair görüş İmam Ahmed’den nakledilen ve kendisinin de tercih ettiği bildirilen görüşüdür.

Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel babasının şöyle dediğini aktarır: "Babama, Cuma Namazı’nın ardından ne kadar (rekat) kılmalıyım diye sordum. Dilersen dört (rekat) kıl, dilersen –ikişerli olmak üzere- altı rekat kıl (ki) bu benim tercihimdir lakin dört kılmanda da bir sakınca yoktur dedi." (Mesail, 446)

Ebu Davud, Ahmed ibni Hanbel’in şöyle dediğini işittiğini nakleder: "Cuma Namazı’ndan sonra kılınan namaz (hususunda) eğer bir kimse; dört (rekat) kılarsa iyidir, iki (rekat) kılarsa iyidir." (Mesail, 59)

Bu görüş aynı zamanda Ashab'dan Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh) ve Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’i ve İmamlar'dan Süfyan es-Sevri, Ebu Yusuf, Ata ve Tahavi’nin de görüşüdür.

İbni Şeybe’nin rivayetine göre, Ebu Abd'ur Rahman demiştir ki: "İbni Mes’ud (radiyallahu anh) bizim yanımıza geldi ve bize Cuma (namazın)’dan sonra dört rekat kılmamızı emrederdi. Yanımıza Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh) geldiğinde altı (rekat) kılmamızı emretti. Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh)’ın sözünü alıp (buna göre amel ettik) İbni Mes’ud (radiyallahu anh)’ın sözünü terk ettik." (ibni Şeybe, Musannef, 4/117)

Ata'dan rivayet edildiğine göre; "İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) Mekke'de olduğu zaman, Cuma’yı kılınca biraz ilerleyip iki rekat, sonra yine ilerleyip dört rekat daha kılardı. Medine'de olduğunda ise, Cuma’yı kılar sonra evine döner ve (evinde) iki rekat namaz kılardı. ‘Mescid'de (birşey) kılmazdı. Kendisine (bu farklılığın sebebi) soruldu: Rasulullah (sallallalahu aleyhi ve sellem) böyle yapardı’ cevabını verdi." (Ebu Davud, 1130; Beyheki, es-Sünen'ul Kübra, 3/240)

İbni Mes'ud (radiyallahu anh), Abdullah ibni Mübarek, Alkame, Nehai, İshak ve Ebu Hanife'ye göre Cuma’nın son Sünnet'i dört rekattir. Bu görüşte olanların delili Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet edilen şu Hadis olmuştur: "Sizden Cuma’dan sonra namaz kılan dört rekat kılsın." (Müslim; Tirmizi; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned, 249, 252)

Tirmizi’de geçtiğine göre Abdullah ibni Mes'ud (radiyallahu anh) Cuma’dan evvel dört, sonra da dört rekat namaz kılardı. (Tirmizi, Cuma, 24)

Taberani’nin Ubeyde'den rivayetine göre: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Cuma’dan önce dört ve Cuma’dan sonra yine dört rekat namaz kılardı." (Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, 4/244-253)

Hilafet İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü'ne Kadar Kureyş’de Kalacaktır

Hilafet, İsa ibni Meryem aleyhi selam Nüzul edene kadar Kureyş’de kalacaktır.

İsa (aleyhi selam)’ın Allah tarafından Ref edilmesi (katına yükseltilmesi) ve Nüzulü (Kıyamet’e yakın, Ahir Zaman’da tekrar yeryüzüne indirilmesi) geçmişte Mu'tezili ve diğer Kelam Ehli ile bugün onların takipçisi durumunda olan modernistler tarafından inkar edilmektedir.

İsrailoğulları İsa (aleyhi selam)’ı yalancılıkla suçlamış peygamber olduğunu inkar etmiş ve neticesinde onu çarmıha germek teşebbüsünde bulunmuş bunun üzerine Allah onu kurtararak kendi katına yükseltmiştir (Al-i İmran 3/55; en-Nisa 4/157-158). İsa (aleyhi selam)’ın Kıyamet’e yakın, Ahir Zaman’da tekrar yeryüzüne indirileceğine dair başta Sahihayn ve Kütübü Sitte’de yer alan diğer Sünenler’de ayrıca İmam Ahmed’in Müsned’inde olmak üzere Hadis Kitablar'ında çok sayıda Hadis bulunmaktadır. Bu Hadisler'de hadiseler çok detaylı biçimde işlenmektedir.

Mevzubahis Hadisler'in dışında Ulema:

"Ehl-i Kitab'dan herbiri ölümünden önce ona muhakkak iman edecektir." (en-Nisa 4/159) Ayet'indeki "ölümünden önce" ve:

"O, Kıyamet’in kopacağını bildirir" (ez-Zuhruf 43/61) ifadelerindeki "o" zamirinin İsa (aleyhi selam)'a raci olduğunu, dolayısıyla İsa (aleyhi selam)'ın Kıyamet’in habercisi olduğunu kaydetmektedirler.

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Katade Malik ibni Dinar ve Dahhak'a nisbet edilen kıraatlarda ez-Zuhruf Sure’si 43/61 nolu Ayet'te geçen "ilm" kelimesi "alem" şeklinde okunmaktadır. Bu duruma göre Ayet'e: "O, Kıyamet için bir alamettir" şeklinde mana verilmektedir. (Kurtubi, el-Cami, 16/105)

‘İsa (aleyhi selam)’ın Nüzulü’ hususunda varid olmuş bazı Hadisler şunlardır:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ben, ömrüm uzarsa Meryem oğlu İsa’ya ulaşacağımı umuyorum. Eğer ecelim acele gelirse, sizden ona ulaşan selamımı söylesin!..” (Ahmed, Müsned)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, muhakkak yakında Meryem oğlu İsa, adil bir hakim olarak inecektir. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek, Cizye'yi kaldıracaktır. O zaman, mal o kadar artacak ki, onu kimse kabul etmeyecek. Artık Allah'a bir kere secde etmek dünya ve dünyanın içinde olan her şeyden daha hayırlı olacaktır.” (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi;  Ahmed, Müsned)

Cabir ibni Abdullah (radiyallahu anh)’tan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden bir cema'at Kıyamet Günü’ne kadar hakka yardımcı ve hizmetçi olarak devam edecektir. Nihayet Meryemoğlu İsa iner, Müslümanlar'ın emiri: ‘Gel, bize namaz kıldır’ der. İsa (aleyhi selam) ‘Hayır, Allah’ın bu ümmete bir ikramı olarak sizin bir kısmınız diğer kısmı üzerine emirlersiniz’ der.” (Müslim)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) dedi ki: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İmamı'nız (devlet reisiniz) kendinizden olduğu halde Meryem oğlu (İsa aleyhi selam) içinize indiği (İmam'ınıza iktida ettiği) zaman acaba nasıl olursunuz?" (Buhari; Müslim)

Nevvas ibni Sem’an el Kilabi (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Deccal’den bahsederken şöyle buyurmuştur:  “...Sizin için korktuğum şey Deccal’den başkadır. Eğer Deccal ben sizin aranızda iken çıkarsa onu sizin yerinize ben delillerle mağlub ederim. Ben aranızda yokken çıkarsa her Müslüman kendi delilleriyle kendisini savunacaktır. Ben tüm Müslümanlar'ı onun şerrinden Allah’a emanet ediyorum. Deccal, kıvırcık saçlı bir delikanlı şeklindedir, gözü dışarıya çıkmış şekildedir. Abd'ul Uzza ibni Katan’a benzer. Sizden kim onunla karşılaşırsa Kehf Suresi’nin ilk Ayetleri'ni okusun… Deccal, Şam ile Irak arasından çıkacaktır, sağ sol her tarafı çabucak bozmaya çalışacaktır. Ey Allah’ın kulları o günleri görürseniz Allah’ın dini üzerinde kalmaya özen gösterip dininizde sebat ediniz… (Deccal yeryüzünde) kırk gün kalacaktır; bir günü bir sene uzunluğunda, bir günü bir ay uzunluğunda, bir günü de bir hafta uzunluğunda olacak diğer günleri ise sizin bu günkü günleriniz durumunda olacaktır… (Deccal’ın yeryüzündeki hızı) rüzgarın önüne kattığı bulut gibi olacak bir topluma gelip onları kendisine inanmaya çağıracak onlarda onu yalanlayacaklar ve sözlerini reddedeceklerdir. Bu kimselerin malları Deccal’ın arkasından gidecek sabahladıkları vakit ellerinde bir şey kalmamış olacaktır. Sonra başka bir topluma gelecek onları da Dav'et edecektir. Onlar da Deccal’e inanacaklardır. Deccal göğe yağmur yağdırmasını emredecekde gök yağmurunu indirecektir. Toprağa bitkileri bitirmesini emredecek toprakta bitki çıkaracaktır. O toplumun küçükbaş ve büyükbaş hayvanları o gün her zamankinden daha fazla etlenmiş semiz durumda memeleri sütle dopdolu olarak döneceklerdir… Deccal bir harabeye uğrayıp hazinelerini çıkar diyecek ve oradan ayrılıp gidecek oradaki hazineler de arıların arı beyini takip ettikleri gibi Deccal’ın peşinden gidecektir. Sonra Deccal genç sağlam atik birini çağıracak ve kılıç darbesiyle iki parça edecektir. Sonra onu çağıracak oda yüzü parlayarak ve gülerek gelecektir. Tam bu esnada Meryem oğlu İsa (aleyhi selam); Şam’ın doğusunda beyaz minarenin yanında iki güzel elbise içersinde ellerini iki Melek'in kanatlarına koymuş olarak inecektir. Başını eğdiğinde başından damlayarak başını kaldırdığında ise başından gümüş suyu kadar berrak inci taneleri gibi su damlacıkları dökülecektir… Onun nefesinin rüzgarı Kafirler'den her isabet ettiği kimseyi öldürecektir. Onun nefesinin rüzgarı gözünün görebildiği yere kadar ulaşacaktır. İsa (aleyhi selam); Deccal’ı arayacak ve onu Kudüs’ün yakınlarındaki Lud Kapısı’nda ona ulaşarak onu öldürecektir. Sonra Allah’ın dilediği vakte kadar böylece devam edecektir. Sonra Allah; İsa (aleyhi selam)’a kullarımı Tur Dağı'na doğru götür diye vahyedecek çünkü ben, bazı kullarımı indirdim ki onlarla savaşmaya kimsenin gücü yetmez ki bunlar Ye’cuc ve Me’cuc Kavmi'dir. Bunlar her bir tepeden seller gibi akarcasına inip yeryüzüne dağılacaklardır. İlk grup Taberiyye Gölü’ne inecek ve oranın suyunu içip bitireceklerdir. İkinci gurup o göle uğrayacaklar ve önceden burada su vardı diyeceklerdir. Sonra Beyti Makdis Dağı'na varıncaya kadar yürüyecekler ve şöyle diyecekler: Yeryüzündekilerle savaştık ve hepsini öldürdük haydin şimdide gökyüzündekileri öldürelim diyecekler oklarını fırlatacaklar da Allah onların oklarını kana bulanmış olarak geri çevirecektir. Meryem oğlu İsa (aleyhi selam) ve çevresindekiler kuşatılacaktır. O gün bir öküz başı sizin için yüz dinardan daha kıymetli olacaktır. Sonra Meryem oğlu İsa (aleyhi selam) ve arkadaşları Allah’a dua edecekler de Allah o kavmin boyunlarında kurtçuklar meydana getirecek ve tek bir kişinin ölümü gibi ölüp yok olacaklardır. İsa (aleyhi selam) ve arkadaşları bulundukları yerden dağılacaklar da yeryüzünde ölüp yok olan Ye’cuc ve Me’cuc kavminin yağlarının kokmuş etlerinin ve kanlarının bulunmadığı bir karış yer bile bulamayacaklardır. İsa (aleyhi selam) ve arkadaşları tekrar Allah’a dua ve niyaz edecekler de Allah o leşlerin üzerine deve boyunlarına benzeyen kuşlar gönderecek bu kuşlar onların leşlerini derin bir çukura atarak yeryüzünü temizleyeceklerdir...” (Müslim; İbni Mace; Tirmizi)

Mücemma ibni Cariye el-Ensari (radiyallahu anh)’dan işittim şöyle diyordu: “Meryem oğlu İsa (aleyhi selam), Deccal’ı “Bab-ı Lud (Lud Kapısı)” denilen yerde öldürecektir.” (Tirmizi; Ebu Davud) Tirmizi bu hadisi naklettikten sonra şunları da söylemiştir: “Bu konuda İmran ibni Husayn (radiyallahu anh), Nafi ibni Utbe, Ebu Berze (radiyallahu anh), Huzeyfe ibni ebi Useyd, Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Keysan, Osman ibni Ebi’l As (radiyallahu anh), Cabir (radiyallahu anh), Ebu Umame (radiyallahu anh), İbni Mes’ud (radiyallahu anh), Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain), Semure ibni Cündüb (radiyallahu anh), Nevvas ibni Sem’an (radiyallahu anh), Amr ibni Avf (radiyallahu anh) ve Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu anh)’dan da Hadis rivayet edilmiştir.”

Huzeyfe ibni Useyd (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, o şöyle demiştir: Biz aramızda Kıyamet’i müzakere ederken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üst kattan bize baktı ve şöyle buyurdu: “On alamet görülmeden Kıyamet kopmayacaktır; Güneşin batıdan doğması, Ye’cüc ve Me’cüc’ün çıkması, en-Neml Suresi’nin 82. Ayet'inde belirtilen Dabbe’nin çıkması, biri doğuda biri batıda bir diğeri de Arap yarımadasında meydana gelecek yere batma hadisesi, çöküntüler, Aden’den çıkacak bir ateş ki daima insanlarla beraber olacak, onlarla beraber gelip gidecek ve onlarla beraber istirahat edecektir...” (İbni Mace)

Ebu Musa Muhammed ibni Müsenna; Ebu Nu'man el-Hakem ibni Abdullah el-Icli vasıtasıyla Şu’be’den, Furat’dan, Ebu Davud’un, Şu’be’den rivayeti gibi rivayet ederek şu ilaveyi yapmışlardır: “Onuncusu ise ya onları denize dökecek olan bir rüzgar veya Meryem oğlu İsa’nın inişidir.” Tirmizi: “Bu konuda Ali (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Ümmü Seleme (radiyallahu anha) ve Safiye binti Huyey (radiyallahu anha)’dan da Hadis rivayet edilmiştir. Bu Hadis Hasen Sahih'tir.” demiştir.

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Rumlar, A'mak ve Dabık nam mahallere inmedikçek Kıyamet kopmaz. Onlara karşı Medine`den bir ordu çıkar. Bunlar o gün arz ehlinin en hayırlılarıdır. Bu ordunun askerleri savaşmak üzere saf saf düzen alınca, Rumlar: Bizden esir edilenlerle aramızdan çekilin de onları öldürelim! derler. Müslümanlar da: Hayır! Vallahi sizinle, kardeşlerimizin arasından çekilmeyiz!. derler. Bunun üzerine (Müslümanlar) onlarla harb eder. Bunlardan üçte biri inhizama uğrar. Allah ebediyen bunların tevbesini kabul etmez. Üçte biri katledilir, bunlar Allah indinde şehitlerin en faziletlileridir. Üçte biri de muzaffer olur. Bunlar ebediyen fitneye düşmezler. Bunlar İstanbul'u da fethederler. (Fetih'ten sonra) bunlar, kılıçlarını zeytin ağacına asmış ganimet taksim ederken, Şeytan aralarında şöyle bir nida atar: Mesih Deccal, ailelerinizde sizin yerinizi aldı! Bunun üzerine, çıkarlar. Ancak bu haber batıldır. Şam'a geldiklerinde (Deccal) çıkar. Bunlar savaş için hazırlık yapıp safları tanzim ederken, namaz için ikamet okunur. Derken İsa İbni Meryem (aleyhi selam) iner ve onlara gitmek ister. Allah'ın düşmanı, İsa (aleyhi selam)'ı görünce, tıpkı tuzun suda erimesi gibi, erir de erir. Eğer bırakacak olsa, (kendi kendine) helak oluncaya kadar eriyecekti. Ancak Allah onu eliyle öldürür; öyle ki onlara, harbesindeki kanını gösterir." (Müslim)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Vallahi Meryem oğlu (İsa), Fecc'ur Ravha nam mevkide, Hacc yapmak veya Umre yapmak yahut da her ikisini de yapmak için Telbiye getirecektir." (Müslim)

 İmamlar'ın -bir başka deyişle Halifelerin- Kureyş'ten olması hususu; Ehli Sünnet Uleması arasında, -Sahabe'den varid olan ittifak üzere- icmaya yakın çoğunlukla gerek mütekaddim ve gerekse de müteahhir herkesce benimsenmiş ve cumhuru ulema İmam için Kureyşli olmanın şart olduğuna hükmetmiştir.

 

Bu hususta Dört Mezheb İmamı'ndan ittifakla nakillere yer verilmiş; Eşari ve Maturidi akaidinin imamları Ebu’l Hasan Ali ibni İsmail el-Eş’ari ve Ebu Mansur Muhammed ibni Muhammed el-Maturidi de aynı kanaati paylaşmış, el-Farku beyn'el Firak sahibi Bağdadi, el-Ahkam'us Sultaniyye isimli eserin müellifi el-Maverdi bundan başka Zahiriler'in önde gelen alimi İbni Hazm ve bundan başka İmam Gazali onlardan sonra gelenlerden Nesefi, Begavi, Şehristani, Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye hep aynı görüşü dile getirmiştir. Hülasa, Selefi'nden Eşari'sine, Maturidi'sine, Zahiri'sine, Şafisi'nden, Hanefi'sine, Maliki'sine, Hanbeli'sine bu görüş kabul görmüştür. Bu zatları ayrı ayrı saymamızın sebebi, modernist düşünceli kimselerin bu ve benzeri meseleleri inkara yeltenmeleri ve, Selef-i Salihin'in ısrarla üzerinde durduğu böyle görüşleri küçük bir azınlığa nisbet ederek değersizleştirme çabasında bulunmalarıdır. Çeşitli menhec ve mezheb sahibi bu atlat fikir birliği ederek, Halifelik'de Kureyş şartını kabul etmiştir. Ehli Sünnet ve’l Cema'atin ittifak ile kabul ettikleri bu husus; tarihte Mu'tezile ve Havaric ve günümüzde onların devamı olarak sayılabilecek modernistler dışında; iman, takva, zühd ve ilim sahibi hiç kimsenin üzerinde ihtilaf etmediği bir meseledir.

Bu hususta çok sayıda Hadis ve rivayetlere Hadis Kitabları'nda yer verilmiş bundan başka Fıkıh, Tarih ve diğer İslami ilim dallarında yazan alimler, değişik ilim dallarına ait kitaplarda bu hususa işaret etmişlerdir. En mühim Siyer kaynaklarında; Vakidi (Kitab'ur Ridde ve Nebze min Fütüh’ul Irak), İbni Hişam (es-Siret'un Nebeviyye), İbni Kuteybe (İmame ve’s Siyase), Taberi (Tarih'ul Umem ve’l Muluk), Busti (Ahbar'ul Hulefa) Suyuti (Tarih'ul Hulefa) Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın Halife seçilmesiyle alakalı kısımda bu rivayetlere genişçe yer verilmiştir.

İmam Maverdi, “Bütün Müslümanlarca kabul edilen bu delile karşı bir şüphe mevcut değildir; aksi bir rivayet ve bir söz de yoktur.” (Maverdi, el-Ahkam'us Sultaniyye, 7) demektedir. Ebu Ya’la el-Hanbeli, Kureyş’e mensubiyet şartını açıklarken Ahmed ibni Hanbel’in “Kureyş dışından Halife olmaz!..” sözüne dayanmıştır. (Ebu Ya’la el-Ferra, el-Ahkam'us Sultaniyye, 20)

“İmamlar Kureyş'tendir” rivayetinin tevatür derecesine yükselmiş olduğu söylenmektedir. (Kettani, Nazm'ul Mütenasir min'el Hadis'il Mütevatir, 103) Bu hususta rivayet edilen bütün Hadisler bir arada değerlendirildiğinde sıhhatinden şüphe edilemeyecek bir rivayet özelliğini taşımaktadır. Bu mevzudaki Hadisler arasında şunları nakledelim:

Cabir (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İnsanlar hayırda da şerrde de Kureyş’e tabidir." (Müslim)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "İnsanlar bu işte Kureyş'e tabidirler. Müslümanları, Müslüman olanlarına; Kafirleri, Kafir olanlarına tabidirler. İnsanlar madenler gibidir. Cahiliyede hayırlı olanlar Fıkhı öğrenirlerse İslam'da da hayırlıdırlar. Bu işe en çok nefret edenleri insanların en hayırlısı bulacaksın. Onlar (rızaları hilafına) içine düşmedikçe buna talib olmazlar." (Buhari; Müslim; Taberani, el-Mu’cem'ul Evsat; Hakim, Müstedrek)

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) anlatıyor: Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bu iş (emirlik) insanlardan iki kişi baki kaldıkça Kureyş'te olmaya devam edecektir." (Buhari; Müslim)

"İmamlar Kureyş’tendir!.." (İbni Ebi Şeybe, Musannef; Tayalisi, Müsned; Beyheki, es-Sünen'ül Kübra)

“İmamlar Kureyş'tendir. Onların sizin üzerinizde hakkı vardır; sizin de onların üzerinde hakkı vardır.” (Ahmed, Müsned; İbni Ebi Şeybe, Musannef; Tayalisi, Müsned; Beyheki, es-Sünen'ül Kübra; Taberani, el-Mu’cem'ul Kebir; ez-Ziya'ul Makdisi, el-Ehadis'ul Muhtara)

“İmamlar Kureyş'tendir. Kim cema'atten bir karış ayrılırsa, boynundan İslam ipini çıkarıp atmıştır.” (İbni Ebi Şeybe, Musannef)

Humeyd ibni Abd'ur Rahman, Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın bey’at günü Ensar’a karşı Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini rivayet eder: “İnsanlar bir tarafa, Ensar başka bir tarafa gitse; ben Ensar’ın gittiği yoldan giderim. Ebu Bekir (radiyallahu anh) bu sözü naklettikten sonra Sa’d ibni Ubade (radiyallahu anh)’a dönüp şöyle diyor: Ey Sa’d! Sen de biliyorsun ki Rasulullah şöyle demişti; -çünkü sen o zaman oturmuş bu sözü dinliyordun- ‘Kureyşun, Vulatü haza'l Emr (Kureyş bu işin valileridir)!..’ İnsanların iyileri Kureyş’in iyilerine, insanların kötüleri de Kureyş’in kötülerine tabidir. Sa’d ibni Ubade (radiyallahu anh), Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ı şu sözüyle tasdik eder: Doğru söyledin; biz Vüzera'yız (Vezirler), sizler de Umera'sınız (Emirler).” (Ahmed, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid; Suyuti, Tarih'ul Hulefa)

İbni Hacer şu rivayeti de kaydeder: "Bu iş, Himyeriler'in elinde idi. Allah onlardan alıp Kureyş'e verdi. Tekrar onlara dönecektir."

Mevzuya dair Hadisler'i toplu halde verecek olursak: “Kureyş İmamet Ehli'dir…” (İmam eş-Şafii, el-Umm), “Melik Kureyş'tedir…” (Heysemi, Mecma’uz Zevaid), “Siz bu işe (emirlik) insanların en layık olanlarısınız…” (Beyheki, es-Sünen), “Bu iş (emirlik) Kureyş'tedir.” (Buhari; Ahmed, Müsned; Darimi; Beyheki, Sünen; İbni Hazm, el-Muhalla; Heysemi, Mecma'uz Zevaid), “İnsanlardan iki kişi var olduğu müddetçe, bu iş (emirlik), Kureyş’te devam edecektir.” (Buhari; Müslim; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, es-Sahih; Beyheki, Sünen; İbni Hazm, el-Muhalla; Ebu Ya’la, el-Müsned; Ali ibni Ca’d, el-Müsned; Ebu Avame, el-Müsned) “Kureyş’ten bir vali var olmaya devam edecektir.” (Heysemi, Mecma'uz Zevaid), “Vülat (valiler) Kureyş'tendir.” (Beyheki, es-Sünen), ”Kureyş, hayırda ve şerrde Kıyamet’e kadar insanların valileridir.” (Tirmizi), “Ey Kureyş topluluğu! Benden sonra bu işin valileri sizlersiniz.” (Ahmed, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid; Abd'ur Rezzak, el-Musannef; Şafi’i, el-Umm), “Bu iş, sizdedir. Birtakım marifetler çıkartmadığınız müddetçe, bu işin valileri de sizsiniz...” (Tayalisi, Müsned; Heysemi, Mecma'uz Zevaid), “Hilafet Kureyş’tedir…” (Ahmed, Müsned)

Müslümanlar'ın Emirine Başkaldıran Hariciler'dendir

Müslümanların emirine başkaldıran Hariciler'dendir7; Müslümanlar arasında ayrılık çıkarmış, (Müslümanlar arasında Vahdet'in gerekliliğine dair varid olan) Asar'a (nakillere) muhalefet etmiş ve (bu hal üzere ölürse) Cahiliye ölümü üzere ölmüştür.

Müslümanlar'ın emirine başkaldıranların Hariciler'den olduğuna dair bu ifade gerek mezhebleri fıkhi/ameli olsun gerekse i'tikadi/siyasi düşünce ekolleri yahut dini-politik hareketleri ele alarak i'tikadi oluşumların inanç ve düşünce biçimlerini, i'tikadi ve siyasi mezhebler ile siyasal dini akımları tasnif eden alimlerce bir başka deyişle; fırka, mezheb ve akımları ele alan fırak müellifleri ayrıca diğer din ve mezheblerin görüşlerini inceleyen Mile'l ve Nihal müellifleri ile batıl ve sapkın kabul edilen görüşleri red etmek, hak ve doğru addedilen fikirleri ispat etmek amacıyla kaleme alınan Makalat müllefileri'nin bir kısmı tarafından da paylaşılmıştır:

Şehristani (H548) bu fikri genelleştirir ve şu şekilde dile getirilir: “Cema'atin ittifak ederek aralarından seçtiği hak üzere olan devlet başkanı İmam'a isyan eden her kişi Harici ismiyle anılır. İsyanın Sahabe'nin yaşadığı devrede Raşid İmamlar'a karşı veya onları takip eden Tabiun devresinde yahut bütün devirlerdeki İmamlar'a karşı olmasında bir fark yoktur.” (el-Mile'l ve'n Nihal, 132)

İmam Eşari (H324) de Makalatın’da şöyle der: “Onlara Harici adı verildi; çünkü Onlar, Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh)’a karşı çıktılar.” (Eşari, Makalat'ul İslamiyyin ve İhtilaf'ul Musallin, 4-5)

Hariciler İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkmış olan bir siyasi akımdır. Genel manada; Ali (radiyallahu anh) ile Mu'aviye (radiyallahu anh) arasında cereyan eden Sıffin Savaş’ı ve Tahkim Olayı başlangıç olarak kabul edilir. Şehristani, İblis’in Allah’a itaatten çıkması ile Haricilik'in teşekkülü arasında bir ilişki kurar ve Haricilerin, İblis’in sözlerini örnek aldıklarını belirtir. Bu manada Hariciliğin kökü İblis’e kadar dayandırılmaktadır. (Şehristani, el-Mile'l, 1/31; 1/133) İbn'ul Cevzi, İbni Hazm ve Şehristani gibi bazı Alimler ise Zu'l Huveysira’nın Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in adaletini ta'n etmesi (Buhari; Müslim) Hadis'ine istinaden Haricilik'in kökünü Zu'l Huveysira’ya dayandırmaktadır. Başka bazı alimler ise Osman (radiyallahu anh)’a karşı ayaklanıp onu şehit eden kimselerin Haricilik'in kökü olduğunu belirtir.

 Hariciler, Bedevi Araplar'dan müteşekkil olup, şiddet ve tassup ehlidirler. Aynı zamanda ibadete düşkün kimselerdir. Alınları; secdeye çok varmaktan şişmiş, elleri; kuru ve yakığı toprağa varmaktan deve ayağı gibi sertleşmiş kimselerdir.

Osman ibni Affan (radiyallahu anh), Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh), Mu'aviye ibni Ebu Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain) başta olmak üzere, Mü'minlerin annesi Aişe (radiyallahu anha) ayrıca Talha (radiyallahu anh) ve Zubeyir ibni Avvam (radiyallahu anh) ile onlarla birlikte Cemel Olayı'nda bulunanları ve de Ebu Musab el-Eşari (radiyallahu anh) ve onu hakem seçip hükmüne razı olan Sahabe ve Müslümanları Tekfir ederler. Kebair'den bir Kebire (büyük günah) işleyen Müslümanları da Tekfir ederler.

Hariciler hususunda Ulema'nın birbirinden farklı yaklaşımları ve görüşleri vardır. Cumhur ulema Haricileri Tekfir etmemiştir. Hattabi, İbni Battal bu konuda icma olduğunu ve cumhurun bu görüşte olduğunu belirtmiştir. (Hallal, es-Sünne, 113; Kadı Iyad, eş-Şifa, 2/1057; eş-Şafii, el-Umm, 4/3229; Nevevi, Şerhi Müslim li’n Nevevi, 2/50; İbni Kudame, el-Muğni, 8/106; 12/239; İbni Hacer, Feth'ul Bari, 12/300-301; 12/314; İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 5/241-245; 13/210; 28/518; İbni Teymiyye, Minhac'us Sünne, 5/247; Şatibi, İtisam, 2/185) Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de ümmetin, Hariciler'in kınanmaları ve sapıklıkta oldukları noktasında müttefik olduğunu ancak Tekfir edilmeleri hususunda meşhur iki görüşe sahip olduğunu söyledikten başka Malik, Ahmed ve Şafii'ye göre Küfürler'inde tartışma vardır, demiştir. Ahmed ibni Hanbel ve Ehli Kelam'dan; İmam'ul Harameyn Ebu’l Me’ali, Bakillani, Gazali gibi alimler'in de Tekfir'den kaçındıkları kaynaklarda belirtilmiştir. (Hallal, es-Sünne, 145-146; İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 12/486; Kadı İyad, eş-Şifa, 2/1058; İbni Hacer, Feth'ul Bari, 12/314; Gazali, et-Teferruk Beyn'el İman ve’z Zenedika) Diğer yandan Müfessirler'in Şeyhi İmam Taberi, Muhaddisler'in İmamı Buhari, ayrıca; Ebubekr el-Arabi, Şafiiler'den Rafii, Ebu’l Abbas Kurtubi, Abd'ul Kahir el-Bağdadi ve Takıy ed-Din es-Subki gibi bazıları da Haricileri Tekfir etmiştir. (İbni Batta, el-İbane es-Suğra, 152; Rawdat'ut Talibin, 10/52; İbni Hacer, Feth'ul Bari, 12/289-300; Kadı Ebubekir İbni Arabi, Şerh'ut Tirmizi; Nevevi, Şerhi Müslim li’n Nevevi, 7/160; Subki, Feteva; Kurtubi, el-Müfhim; Kadı İyad, eş-Şifa, 2/1057; İbni Kudame, el-Muğni, 12/239) Hariciler'in Tekfir edilmesi gerektiğine dair görüşlere Makdisi ve İbni Teymiyye’de kitaplarında yer vermiştir.

Siyasi bir mezheb olarak tarihte yerini alan Hariciler zalim olan idarecilere karşı ayaklanmayı Vacib kabul ederler. Görüşlerinin ekserisi Hilafet ve Halifeler'le alakalıdır. Hariciler; Emeviler ve Abbasiler döneminde de zalim hükümdarlara/Halifeler'e karşı ayaklanmışlardır.

 Hariciler; Haruriye, el-Muhakkime, Sürat ve pekçok farklı isim ve lakaplarla anılmışlardır. Günümüzde –resmi olarak- bu mezhebe bağlı olanlar Umman Krallığında ve Zengibar çevresinde bulunmaktadırlar.

 Gizli Hariciler olarak tanımlanabilecek bazı gruplara ise; yakın dönemde Mısır’da gün yüzüne çıkan Tekfir ve’l Hicre isimli Cema'at ile bu topluluğun dağıtılması neticesinde yeryüzünün farklı noktalarında teşekkül edip kendilerine sorulduğunda Tekfir ve’l Hicre ile Haricilik fikrini ısrarla ret etmelerine karşın usül olarak aynı usüle mensup olup bir Haram'ı açıktan işlemenin onu meşrulaştrımak olduğunu ve dolayısıyla –İstihlal olmaksızın- bir Haram'ı açıktan işleyenin Kafir olduğuna hükmeden bazı cema'atlerde rastlamak mümkündür.

Hariciler çok sayıda alt kollara ayrılmıştır. Bugün halihazırda –resmi Harici Mezhebi olarak- bulunan İbadiyye ayrıca Ezarika, Necedat, Sufriyye, Sebiyye ve Acaride en çok bilinen Harici kollarıdır. Bu kollardan başka; Meymuniyye ve Yezidiyye olarak bilinen Harici kolları ise İslam dini dairesi içinde sayılmamaktadır.

Müellif ‘cahiliye ölümü üzere ölmek’ tabiriyle meşru Halife'ye biat etmeksizin ölenlerin hükmüne dair rivayetlere işaret etmektedir. Bu konuda değişik Hadis rivayetleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

"Her kim boynunda bir bey'at olmadığı halde (bir Halife'ye biat etmeden) ölürse, cahiliyye ölümü (gibi bir ölüm) ile ölür.” (Müslim);

 "Kim itaatten dışarı çıkar ve cema'atten ayrılır ve bu halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.” (Buhari; Müslim; Nesai; İbni Mace);

"Kim ki emirinde (çirkin) bir şey görürse sabretsin, muhakkak ki cema'atten bir karış ayrılıp ta ölen ancak cahiliye ölümüyle ölür." (Buhari)

Müslüman Sultana Karşı –Zalim Bile Olsa- ne Savaşmak ne de Başkaldırmak Caiz Değildir

Müslüman sultana (emir, yönetici) karşı –zalim bile olsa- ne savaşmak ne de başkaldırmak Caiz değildir. Bu(nun böyle oluşu) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ebu Zerr el-Gıfari (radiyallahu anh)’a:

 “Habeşli bir köle dahi olsa sabret!” Müslim ve Ensara:

 “Havza erinceye kadar sabredin!” Müslim demesindendir. Sultana (yöneticiye) karşı savaşmak Sünnet’de yoktur. (Yöneticiye karşı savaşmak) dinin ve dünya işlerinin fesadına (yokolmasına) yolaçar.

Huzeyfe (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e halk hayırdan sorardı. Ben ise, bana da ulaşabilir korkusuyla, hep şerr'den sorardım. (Yine bir gün): Ey Allah'ın Rasulü! Biz Cahiliye devrinde ierr içerisinde idik. Allah bize bu hayrı verdi. Bu hayırdan sonra tekrar şerr var mı? diye sordum. Evet var! buyurdular. Ben tekrar: Pekiyi bu şerden sonra hayır var mı? dedim. Evet, var! Fakat onda duman da var! buyurdular. Ben: duman da ne? dedim. Bir kavim var. Sünnet'imden başka bir Sünnet edinir; hidayetimden başka bir hidayet arar. Bazı işlerini Ma'ruf (iyi) bulursun, bazı işlerini Münker (kötü) bulursun! buyurdular. Ben tekrar: Bu hayırdan sonra başka bir şerr kaldı mı?" diye sordum. Evet! buyurdular. Cehennem kapısına çağıran davetçiler var. Kim onlara icabet ederek o kapıya dogru giderse, onlar bunu ateşe atarlar! buyurdular. Ben: Ey Allah'ın Rasulü! Ben (o güne) ulaşırsam, bana ne emredersiniz? dedim: Müslümanların cema'atine ve imamlarına uy, onlardan ayrılma. İmam sırtına (zulmen) vursa, malını (haksızlıkla) alsa da onu dinle ve itaat et! buyurdular. O zaman ne cema'at ne de imam yoksa? dedim: O takdirde bütün fırkaları terket (kaç)! Öyle ki, bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal! buyurdular." (Buhari; Muslim; Ebu Davud)

Selef İmamları'nın ve Dört Mezheb İmamı'nın isyandan meneden görüşleri nakledilmiştir. Bu cumhurun görüşüdür.

Ebu Bekir el-Hallal, İmam Ahmed İbni Hanbel’in kan dökmekden kaçınmayı emrettiğini ve isyan çıkarmayı da şiddetle yasakladığını belirtir. (el-Hallal, Sünne, 87)

Hanbeli alimlerinden İbni Akil ve İbn'ul Cevzi’nin bunu Caiz gördüklerini İbni Muflih belirtmiştir. (İbni Muflih, el-Furu, 10/180-181)

Ebu Hanife’den ise bu konuda iki farklı görüş nakledilmiştir. İmam Tahavi, Hanefi alimlerinin de diğer mezheb imamları gibi zalim dahi olsa Emir sahiplerine karşı ayaklanmayı ve onların aleyhine dua etmeyi Caiz görmediğinden bahseder. (Tahavi Akidesi, 24) Ebu Bekir el-Cessas ise, Ebu Hanife’nin zalimlere ve fasık imamlara karşı savaşmak gerektiği görüşünde olduğunu söyler. (Cessas, 1/86) Abdullah ibni İmam Ahmed ibni Hanbel, Ebu Hanife’nin buna Cevaz verdiğine dair iki farklı rivayete yer verir. İlkinde Abdullah ibni Mübarek’in huzurunda bir adamın Ebu Hanife’nin buna Cevaz verdiğine dair kelam etmesine karşın Abdullah ibni Mübarek’in buna muhalefet etmediği şeklindeki rivayetdir. Bir diğer rivayet ise bizzat Ebu Hanife’nin en önemli iki talebesinden biri olan Ebu Yusuf’un, Ebu Hanife’nin buna Cevaz verdiğini söylediğine dair rivayettir. (Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/181-182)

Ebu Hanife, Abbasiler'den gelen kadılık teklifini şiddetle reddetmesi ve Zeyd ibni Ali’nin Abbasiler'e karşı ayaklanmasını, fetvası ile desteklemesi onun da diğer imamlar gibi esasında bu fiili caiz görmeyip ancak şartların yerine gelmesi durumunda yani elde edilecek faydanın, zarardan çok olması durumunda Cevaz verdiği şekilde yorumlanabilir ki bu diğer alimlerden de nakledilmiştir.

İmam eş-Şafii de emir sahiplerine karşı isyan etmenin Caiz olmadığı kanaatindedir. Maverdi (Ahkam el-Sultaniyye isimli eserinde) bunun aksini İmam Şafii’ye nispet etmiştir. Şafiiler'den İmam el-Harameyn el-Cuveyni de bu görüştedir. (İbni Muflih, el-Furu, 10/180-181; ez-Zubeydi, İthaf'us Sadet'il Muttakin bi Şerhi İhya-i Ulum ed-Din, 2/233)

Zahiriler'den İbni Hazm’ın da zalim emir sahiplerine karşı ayaklanmanın Caiz olduğu görüşünde olduğu söylenmiştir.

İbni Ebi’l İzz, Tahavi Şerhi’nde bu yasağın hikmetine temas etmektedir. Zulmetseler dahi emir sahiplerine itaat etmenin gereği, itaatin dışına çıkıp, ayaklanmanın sebep olacağı kötülüklerin onların zulümlerinden hasıl olacak kötülüklerden kat kat fazla olmasıdır. (Muhazzebu Şerhi’l Akidet'it Tahaviyye ve Şerhi, 318)

Bundan başka; İmam Buhari (Lalekai, Şerh Usul İ’tikad Ehli Sünne, 2/172), Sabuni (Akidetu Selef ve Ashab'ul Hadis), ibni Kudame (Lumuat'ul İ'tikad), İbni Teymiyye (el-Akidetu Vasıtiyye), İbni Kayyım (İlam'ul Muvakkikin) ve Muhammed ibni Abd'i’l Vehhab (Kasımilere Mektup) hep bir ağızdan bunun Caiz olmadığını söylemektedirler. Diğer alimler de aynı isstikamette görüş bildirmiştir.

Son olarak, Mu'aviye (radiyallahu anh), Hüseyin (radiyallahu anh), Abdullah ibni Zubeyir (radiyallahu anhuma ecmain) ve sonrasındaki başka örneklerde görüldüğü gibi bu tarz ayaklanmalara yol açan Müslümanlar bundan dolayı kınanmamıştır. Bunun sebebi de alimlerin bu eylemleri bir ictihad meselesi olarak değerlendirmesi ve zafere ulaşılacağına dair oluşan şiddetli inanç gösterilebilir. Bir de Yezid örneğinde olduğu gibi, fıskın ve zulmün ayyuka çıkması bir başka gerekçe olarak zikredilebilir.

Hariciler'le, Müslümanlara Saldırmaları Durumunda Savaşmak Caiz'dir

Haricilerle savaşmak, onların insanlara, mallarına veya müslümanların ailelerine saldırmaları durumunda Caiz'dir ancak; eğer (saldırıdan) vazgeçer ve kaçarlarsa bu durumda ne kovalanırlar ne de yaralıları öldürülür ne de esir olarak alınanları öldürülür (ne ganimetleri alınır) ne de kaçanları takip edilir.

Hariciler'le savaşmanın meşrutiyetine dair birtakım Hadisler varid olmuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ben onlara yetişmiş olsa idim, Ad Kavmi'nin tepelendiği gibi tepelerdim." (Buhari; Müslim); “Eğer onlara yetişirsem, Semud Kavmi’nin katledilmesi gibi onları katlederim.” (Buhari; Müslim); “Onlarla nerde karşılaşırsanız onları katledin çünkü onları katledene Kıyamet’te ecir vardır.” Ali (radiyallahu anhu) buna binaen şöyle demiştir: “Eğer onları katletmekte ne kadar ecir olduğunu bilseydiniz, onları öldürdükten sonra amel etmeye ihtiyaç duymama hissine kapılırdınız.” (Muslim)

İmam Nevevi, Müslim Şerhi’nde Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem)’in; “Semud Kavmi’nin katledilmesi gibi onları katlederim” buyurduğu Hadis'in açıklamasında bu Hadis'in, Hariciler'in asileriyle savaşma hususunda apaçık bir delil olduğunu ve bu konuda Müslümanlar'ın icması olduğunu belirtir. (Nevevi, Şerh Müslim li’n Nevevi, 7/169-170)

Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye de, Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem)’in Raşid Halifeler'den biri olan Ali ibni Ebu Talib (radiyalalhu anh)’ı Haricilerle savaşmak üzere görevlendirdiğini söyledikten sonra Sahabe'den dinin imamları, Tabi’in ve onlardan sonra gelenlerin onlara karşı savaşılması hususunda fikirbirliği ettiklerini söyler. (İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 3/282) Başka bir yerde ise; Mü’minlerin emirleri ve onun yanındakilerin Hariciler'le savaştıklarını, Selef'den ve imamlardan hiç kimsenin –Sıffin ve Cemel Hadiseleri'nde olduğu gibi- onlarla savaş hususunda ihtilafa düşmediklerini söyler. Hariciler'in saflarında hiçbir Sahabe'nin yer almadığını ve hiçbir Sahabe'nin onlarla savaşılmasından men eden bir sözü bulunmadığını da ekler. (İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 28/512-513) Şeyh'ul İslam, bir başka yerde, Haricileri yol kesen haydutlarla kıyaslayıp Sahabeler'in ve ulemanın onlarla savaşma hususunda icma ettiklerini belirtir. (İbni Teymiyye, Minhac'us Sünne, 5/243-44)

Bunun gerekçesi, asilerin hala Müslüman olarak kabul edilmesidir. Zaruret'in sözkonusu olmadığı durumlarda ise bir Müslüman'la savaşmak, onu öldürmek Caiz değildir.

Kadı İbni Arabi kaçtıklarında kovalanmamaları, yaralılarının öldürülmemesi, esir olarak alınanlarının öldürülmemesi, ganimetlerinin alınmaması ve kaçanlarının takip edilmemesinin hikmetini çok güzel özetlemiştir. Esirlerin öldürülmemesinin, kaçanlarının takip edilmemesinin sebebi buradaki maksadın onları defetmek oluşunda olup asıl maksadın onları öldürmek olmamasındadır. Ashab böyle durumlarda karşılaştığında hiçbir zaman bu halde olan kimselerin peşine düşmemiş, esirleri yahut yaralıları öldürmemiştir ne de savaşta öldürdükleri kimseler yada telef ettikleri mala karşılık fidye ödememişlerdir. İbni Arabi bu halin Sahabe'nin hali olduğunu ve onların bizler için örnek (ve hüccet) olduğunu belirtir. (İbni Arabi, Ahkam'ul Kur’an, 4/154)

Kadı İyad, cumhurun görüşünün Hariciler'in hayvanları ve silahlarının ganimet olarak alınmaması yönünde olduğunu ancak Ebu Hanife’nin buna izin verdiğini söyler. (Nevevi, Şerh Muslim li’n Nevevi, 7/170)

Alimler'den bir kısmı ise, ortaya attıkları Bid'atları ve fitneyi ortadan kaldırmak gibi sebeplere binaen Hariciler saldırmasa dahi onlara saldırmanın, onlarla savaşmanın ve onları öldürmenin meşru olduğunu söylemişlerdir.

Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye, Haruriler gibi Hariciler'den olan ve Rafiziler'in ve benzerlerinin öldürülmesi hususunda fukaha arasında iki görüş bulunduğunu ve İmam Ahmed’den de bu konuda iki görüş nakledildiğini söyler, onları savaş durumunda öldürmenin Meşru olduğunu bildirir. (İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 28/499)

İbni Kudame el-Makdısi ise, bu konuda doğru olanın Hariciler'i öldürmenin meşru oluşudur der bu hükme iki gerekçe ileri sürer: Hariciler'le savaşma ve onları öldürme bizzat Rasulullah (sallalllahu aleyhi ve sellem)’in emri doğrultusunda olmaktadır ve onları öldürmekten dolayı büyük bir mükafat elde edilecektir. (İbni Kudame, el-Muğni, 8/107)

Kullara İtaat Ancak İyi İşlerdedir

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah’a masiyette hiçbir insana itaat yoktur. 

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu düsturu bildirmiştir:"Allah'a isyan edildiği yerde İtaat olmaz, itaat sadece iyi işlerde olur." (Buhari; Müslim);

"Müslüman kişiye, hoşuna giden veya gitmeyen her hususta itaat etmesi gerekir. Ancak, Masiyet (Allah'a isyan) emredilmişse o hariç, eğer Masiyet emredilmişse, dinlemek de yok, itaat de yok." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud)

Hiç Kimsenin Cennet Yahut Cehennem Ehli Olduğuna Şehadet Etmemek

İslam Milleti’nden hiç kimse için (Cennet’lik yahut Cehennem’lik olduğuna), işlediği bir kötü yahut iyi amel sebebiyle şehadet edilmez zira onun ölümden önceki son durumunun ne olacağını bilmezsin. Onun için Allah’ın rahmetini umar ve onun günahları yüzünden onun için korkarsın (onun lehine olanı umut eder aleyhine olana karşı korkarsın). Onun ölüm anında neyin kader kılındığını bilmezsin, tevbeye dair ve Allah’ın onun için eğer İslam üzere ölürse neyi kader kıldığını bilmezsin. Onun için Allah’ın rahmetini umar ve onun günahları sebebiyle onun için korkarsın!

Mikdad ibni Esved (radiyallahu anh) şöyle der: “Ben, bir adamın sonunu görmeden onun hakkında iyi veya kötü bir şey söylemem! Çünkü buna dair Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bir şey işittim. Kendisine nedir duyduğun denilince şöyle dedi: Ademoğlunun kalbi (ateşin üzerindeki) tencere gibi (kaynayan bir şeydir) sürekli değişir (ondan daha fazla değişen bir şey yoktur)!” (Ahmed; Hakim; ibni Ebi Asım, es-Sünne, 226)

Enes (radiyallahu anh) der ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Sonunu görmeden, hiç kimsenin amelinden hoşnut olmayın!” (Ahmed; Hakim; ibni Ebi Asım, es-Sünne, 347-353)

 Allah (celle ve celaluhu) Bütün Günahlar İçin Tevbe'yi Kabul Eder

Kulun tevbe edemeyeceği hiçbir günah yoktur.

Zina Cezası Olarak Recm Hak’tır

Recm doğru ve haktır.

Ubade ibni Samit (radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Benden öğrenin! Benden öğrenin!.. Allah o (kadı)nlara (çıkar) bir yol halketti (yarattı). Bekarla bekar (zina ederse) yüz değnekle bir sene sürgün; evli ile evliye yüz değnek ve Recm (var)!” (Müslim; İbni Mace)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) dedi ki: "Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'ı hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Te'ala Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'i hak (din ile) gönderdi ve ona Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında 'Recm Ayeti' de vardı! Biz bu ayeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) zina yapana Recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: ‘Biz Kitabullah'da Recm cezasını görmüyoruz!..’ (deyip inkara sapabilecek ve) Allah'ın Kitabı'nda indirdiği bir farzı terkederek dalalete düşebilecektir. Bilesiniz, Recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübut bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a Kasem (yemin) ile söylüyorum, eğer insanlar: ‘Ömer Allah’ın Kitabı'na ilavede bulundu’ demeyecek olsalar, Recm Ayet'ini (Kitabullah'a) yazardım." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud; Malik, Muvatta)

Hariciler'in büyük çoğunluğu ve Mutezile’den bazıları Recm'i inkar etmektedir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in evli olarak zina edenlere Recm uyguladığı tevatüre ulaşan Hadisler ile sabit olmuştur. Ayrıca Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) Medine’de minberden Recm'i açıkca ilan etmiş Sahabe'den çok sayıda kimse bulunmasına karşın hiç kimse buna itiraz etmemiştir.

Mestler Üzerine Mesh Etmek

Mestler üzerine Mesh etmek Sünnet’dir.

Mestler üzerine mesh etmek fıkhi bir mevzu olmasına karşın i’tikada dair olan bu eserde ve İmam Tahavi’nin Akide isimli eseri gibi i’tikada dair diğer eserlerde yer bulmuştur. Mütevatir Sünnet ile sabit olan bu mesele Ehli Sünnet ve’l Cema'at nezdinde kabul bulmuş, Ehli Bidat dışında inkar eden olmamıştır. Ehli Sünnet ve’l Cema'at ile Ehli Bid'at arasındaki farikalardan biri olması sebebiyle i’tikad ve akaide dair eserlerde mestlerin mesh edilmesinin Sünnet olduğu inancı dile getirilmiştir.

ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ HADİSLER

 Muğire b. Şu'be şöyle rivayet etmiştir: Nebî (s.a.v) abdest aldı ve çorapları ve ayakkabıları (mestler) üzerine mesnetti. Ebû İsa et-Tirmizî ''Bu hadis hasen sahihtir." demiştir. (Bu lafız, et-Tirmizi'ye aittir.)

 Hadisin Senedleri

 1. Haddesenâ Hennâd ve Mahmud b. Gaylân kâlâ: Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 2. Haddesenâ Ali b. Muhammed, sena Vekî', sena Sufyan an Ebî Kays el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 3. Haddesenâ Muhammed b. Yahya, sena Mualla b. Mansur ve Bişr b. Adem kâlâ sena İsa b. Yunus an İsa b. Sinan an ed-Dahhak b. Abdirrahman b. Arzeb an Ebî Musa el-Eş'arî. 4. Haddesenâ Osman b. Ebî Şeybe, an Vekî' an Sufyan, Hadde­senâ es-Sevrî an Ebî Kays el-Evdî (huve Abdurrahman b. Servan) an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 5. Haddesenâ Abdullah, Haddesenî Ebî, sena Vekî', sena Suf­yan an Ebî Kays an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 6. Ahberanâ Ebû Tahir, Nâ Ebû Bekr, sena Bundar ve Muham­med b. el-Velid kâlâ: Haddesenâ Ebû Asım, Nâ Sufyan, Nâ Selem b. Ca'de, Nâ Vekî' an Sufyan Haddesenâ Ahmed b. Meni' ve Muham­med b. Râfi kâlâ: Haddesenâ Zeyd b. el-Hubab, Nâ Sufyan es-Sevrî an Ebi'1-Kays el-Evdî an Huzeyl b. Şurahbil ani'l-Muğîre b. Şu'be. 7. Haddesenâ Vekî' an Sufyan an Ebi'1-Kays an Huzeyl an Muğîre b. Şu'be.

 ÇORAP VE AYAKKABI (MEST) ÜZERİNE MESH İLE İLGİLİ SAHA­BENİN UYGULAMASI

 a) Hz. Ali'nin Uygulaması:

Ka'b b. Abdillah şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ali'yi bevledip (da­ha sonra da abdest alırken) çoraplarına ve ayakkabılarına (mest­lerine ) meshettikten sonra namaz kıldığını gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadisin Senedîeri1. Abdurezzak an es-Sevrî an ez-Zeberkân an Ka'b b. Abdil­lah. 2. Haddesenâ Ebû Bekr b. Ayyaş an Abdillah b. Saîd an Culas b. Amr kale: Raeytu aliyyen bale summe meseha ala cevrabeyhi ve na'leyhi. 3. Haddesenâ Veki' an Sufyan an ez-Zeberkân el-Abdî an Ka'b b. Abdillah enne aliyyen bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyni ve'n-na'leyni. 4. Haddesenâ Vekî' kale Haddesenâ Yezid b. Merdanebe an el-Velid b. Serî an Amr b. Kureyb enne Aliyyen teveddae ve mese­ha ale'l-cevrabeyn.

B) Ebû Mes'ud'un Uygulaması:

Halid b. Sa'd şöyle rivayet etmiştir: Ebû Mes'ud el-Ensarî kıl­dan örülmüş çoraplara ve ayakkabılara (mestlere) meshediyordu. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadîsin Senedleri1. Abdurrezzak an es-Sevrî an Mansur an Hâlid b. Sa'd. 2. Abdurrezzak ani's-Sevrî, ani'l-A'meş an İbrahim an Hemmam b. Haris an Ebî Mes'ud. 3. Haddesenâ Ebû Bekr kale: Nâ Numeyr ani'l-A'meş an İbrahim an Hemmam enne Ebâ Mes'ud kâne yemsehu ale'l-Cevrabeyn. 4. Haddesenâ Vekî ani'l-A'meş ani'l-Müseyyib b. Râfi' an Busr b, Amr kale raeytu Ebâ Mes'ud bale summe teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.

 C) İbn Ömer'in Uygulaması;

 Ebu Culas'in rivayetine göre İbn Ömer çoraplarına ve ayakka­bılarına (mestlerine) meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadisin Senedleri1. Abdurrezzak ani's-Sevrî, an Yahya b. Ebî Hayye an Ebi'l-Culas an İbn Ömer. 2. Abdurrezzak an Ebî Ca'fer an Yahya el-Bukâl kale: Semi'tu İbn Ömer yekûlu: el-Meshu ale'l-cevrabeyn kel meshi ale'l-huffeyn.

 D) Enes B. Malik'm Uygulaması:

 Katâde'ye Enes b. Malik'in çoraplara meshedip etmediği sorul­duğunda:

"Evet mestlere meshettiği gibi çoraplara da meshetmiştir." demiştir. (Bu lafız Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadisin Senedleri1. Ahberanâ Abdurrezzak kale: Ahberanâ Ma'mer an Katâde an Enes b. Malik. 2. Haddesenâ Vekî' an Hişam an Katâde an Enes ennehu kâne yemsehu ale'l-cevrabeyn. 3. Haddesenâ İbn Mehdî an Sufyan an Vasıl an Saîd b. Abdillah b. Dırar enne Enes b. Malik teveddae ve meseha ale'l-cevrabeyn.

 E) Berâ B. Azib'in Uygulaması:

 İsmail b. Raca babasından şöyle rivayet etmiştir: Berâ b. Azib'in çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) meshettiğini gördüm." (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadisin Senedleri1. Abdurrezzak ani's-Sevrî ani'l-A'meş an İsmail b. Raca an Ebihi.2. Haddesenâ es-Sekafî an İsmail b. Umeyye kale belağanî en-nel-Berâ b. Azib kâne la yerâ be'sen bilmeshi ale'l-cevrabeyn, ve beleğanî an Sa'd b. Ebî Vakkas ve Saîd b. el-Museyyib ennehuma kâna la yereyan be'sen bilmeshi ale'l-cevrabeyni. 3. Haddesenâ Veki' ani'l-A'meş kale Haddesenâ İsmail b. Raca an Ebîhi kale raeytu Berâ teveddae femeseha ale'l-cevrabeyn.

 F) Hz. Ömer'in Uygulaması:

 Culas b. Amr şöyle rivayet etmiştir: Hz. Ömer Cuma günü abdest aldı ve çoraplarına ve ayakkabılarına (mestlerine) mesnetti. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir.)

 Hadisin Senedi1. Haddesenâ Vekî' an Ebî Hubab an Ebîhi an Culas b. Amr enne Ömer.

 G) Îbn Mes'ud'un Uygulaması:

 İbrahim şöyle rivayet etmiştir: İbn Mes'ud mestlerine ve çorap­larına meshederdi. (Bu lafız, Abdurrezzak'a aittir)  

Hadisin Senedi. Abdurrezzak an Ma'mer ani'l-A'meş an İbrahim.

“Misafir için üç gece mukiym için gecedir,meshin müddeti.”

Müslim taharet-85-      -Ebu Davud-157-Tirmizi No95-Nesei-İbn Mace –552,553-Darimi- -          

 Ahmed –1/96.100.113,118,120,123,146,149,2/27,4/240,5/213

Çoraplar üzerine mesti, Sahâbe'den intikal eden Sünnete dayanmaktadır: Ömer b. EI-Hattab, Ali, Ebû Mes'ûd, Berâ, Enes, Ebû Ümame, Sehl, Amr b. Hureys, İbn Abbâs, İbn Ömer, İbn Ebî Vakkâs, Ammâr, Bilâl, İbn Ebî Evlâ, Muğîre ve Ebû Musa (Allah onlardan razı olsun) bu Sahâbe'den bazılarındır. Çoraplar üzerine mesh, ayni şekilde Tabiînden de menkuldür: Katâde, İbnü'i-Müseyyeb, İbn Cüreyc, Ata, Nehaî, Hasen, Hilâs, İbn Cübeyr ve Nâfi (Allah onlara rahmet eylesin)

Çoraplar üzerine mesh hadîsini Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Dâvûd-i Zahirî ve ibn Hazm kabul etmişlerdir.

Kadı Ebu Ya'la el-Hanbeli, İmam Ahmed’den "Ehli Sünnet ve'l Cema'atten olan Mü’minin Özellikleri"ni naklederken bunların arasında İmam Ahmed’in "Sefer'de olsun hazarda (Mukim olarak) olsun mestlerin üzerine mesh eder." dediğini de nakletmektedir. (Ebu Ya'la, Tabakat'ul Hanabile, 1/294-295)

Yine Kadı Ebu Ya'la, İmam Ahmed’den "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Vefat Ettiğinde Üzerinde Bulunduğu Sünneti" tarif ederken, "Mestler üzerine mesh etmek." dediğini de nakletmektedir. (Ebu Ya'la, Tabakat'ul Hanabile, 1/131)

İbn'ul Cevzi de İmam Ahmed’in dilinden "Ehl-i Sünnet ve’l Cema'at Akidesi"ni aktarırken mesh etmeyi dile getirir: "Çoraplar üzerine mesh etmek (seferi için) üç gün ve gece, mukim için bir gün ve gecedir." (İbn'ul Cevzi, Menakib'ul İmam Ahmed ibni Hanbel, 167-171) "İmam Ahmed bin Hanbel'in İ'tikadı"na aşağıdaki link vasıtasıyla ulaşabilirsiniz:

Şeyh'ul Ümme Ahmed ibni Hanbel'in Akidesi

Laleka’i, İmam Abdullah et-Tusteri’nin kendisine yöneltilen bir kimsenin Sünnet ve Cem'aat üzere olduğunu nasıl bilinir şeklindeki soruya verdiği cevapta on husustan bahsetmekte olduğunu ve bunlardan birisi olarak da "Mestler üzerine mesh etmeyi terketmez." dediğini nakleder. (İmam el-Laleka’i, Şerh Usuli İ’tikadi Ehl'is Sünneti ve'l Cema’at, 2/182-183) "Zahid İmam Sehl ibni Abdullah et-Tusteri'nin Akidesi"ne aşağıdaki link vasıtasıyla ulaşabilirsiniz:

Zahid İmam Sehl ibni Abdullah et-Tusteri'nin Akidesi

Yolculukta Kasr-ı Salat

Yolculukta Kasr-ı Salat (namazı kısaltma) Sünnet’dir.

 “Abdullah b. Abbas şöyle demiştir:”Allah c.cPeygamberin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört rekat, yolcu  iken iki rekat ve korku anında bir rekat olarak farz kılmıştır. Ebu Davud K.Salah 287.bab –1247no.Müslim,K.Salatin Misafirun babı Salatün Havf N.143-687 no.Nesei K.Salatil –Havf   N. 1533-İbni Mace -Buhari 3c 1060

  “Ömer(R A)’a “Kafirlerin size kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur.” Ayetini okudum.Ve”Bugün artık insanlar güven içindedirler. Namazı yine kısaltacaklar mı? Dedim. Ömer(r a) şöyle dedi.”Senin hayret ettiğin bu hususta bende hayret etmiş ve bunu Resulullah’ a (s a v) sormuştum.Resulullah (s a v) ; Bu, Allah’ın size verdiği bir sadakadır. Sadakasına kabul edin.” Buyurdu.Müslim-K.Misafirun 4.bab 686 no- Ebu Davut k. Sefer bab 1 1199 no-Nesei-1433 Tirmizi-3224-İbn Mace K.İkametil-salat bab 113-İbn mace 1065

“Aişe(r a) dan:...Namaz ilk farz olduğunda iki rekat olarak farz kılındı. Hicretten sonra, sefer namazı olduğu gibi bırakıldı.Hazar namazı ise dörde tamamlandı.Nesei-452-456-Müslim,muhtasar 202 no-(685 no)-Ebu Davud-K.Salat 1198 no-Buhari K.Taksir,B.5-3c 1060sy

“Ebu Bekr (ra)dan:...Ben doğduğum yer Mekke,hicret ettiğim yer Medine, Medine’de derdum mu Zul  Huleyfe’den öteye dönünceye kadar iki kılarım.Sahabi’nin biri ( Ebul Ali’ye) Ey Allah’ın Resulu ben memleketime gidiyorum ve iki ay kalıyorum namazı kısaltacak mıyım? Diye sorar. Resulullah SAV “-Evet, orada elli yılda kalıncaya kadar seferisin dedi.”Ebu Bekr müsned-135

“Sa’d ile beraber Şam’ın bazı köylerinde 40 gün kaldık, O namazları kısaltıyordu.”Abdulrezzak , Musennaf 4350

İbn Ömer(r a) Azerbeycanda namazlarını altı ay iki rekat kıldı.Abdurrezzak, Musennaf 4339,Beyhaki 3/152,H. İbn Hacer Telhis 2/47.A.Hambel 5552,Heysani Mecmauz, Zevail 2/158

“Enes b.Malik (r a) Şamda iki sene yolcu namazı kılmıştır.” Abdurrezzak, Musennaf 4354,İbn Ebu Şeybe 517.

“Enes (r a) “ Resulullah S A V’ in Ashabı Ram Hürmüz’de yedi ay kalmışlar ve namazı kısalttılar .Beyhaki-3/2

“Hasan’i-Basri “ Kabul” da Abdurrahman b.Samure(r a) ile beraber iki sene ikame ettim namazı kısalttım.Abdurrezzak-4352

“Abdullah İbn Ömer(r a)’dan” Resulullah S A V ehlinden ayrıldığı zaman dönünceye kadar iki rekat kılardı.”İbn Mace 1067 no

“Enes(r a)dan, Resulullah S A V üç mil mesafeye çıktımı farzları iki rekat kılardı.”Ebu Davud 1201, Müslim, K. Misafirun    - Müsned –3/129

Yolculukta Dileyen Oruç Tutar, Dileyen Oruç Tutmaz

Yolculuk sırasında oruç tutmaya gelince, dileyen tutar ve dileyen de tutmaz.

Yolculukta isteyen yavaş gidebilir, isteyen hızlanabilir. Yolculukta orucu ister tutar, ister bozabilir. Daha sonra kaza eder. Yolculukta oruç tutmayanı eleştirmesin.

“Ebu Hureyre(r a)’dan Resulullah S A V “Otlu yolda sefer ettiğiniz vakit deveye hakkını verin. Orada otlatın,kurak otsuz yerde sefer ettiğiniz vakit süratle seyredin.Hayvan zaafa düşmesin, gece sonunda seherde istiharat için inmek istediğinizde, yol kenarına sapın.’’dedi.Ebu Davud-K.Cihad 63. Bab-2569-Müslim-K. İmaret 1926 – Tirmizi,K.edeb – Nesei- İbn Mace

Enes(r a) dan,” Resulullah S A V “ Yolculuğu gece yapın, yeryüzü gece dürülür” buyurdu.Ebu Davud 2571-Tirmizi

“Yolculuk azabtan bir parçadır. Sizden birisinin uyumasına, yemesine, içmesine mani olur. İşini gören ailesine dönmeye acele etsin.Buhari, umre-  -Müslim, İmaret 1179   -Muvatta 4c 375 sy

“Aişe(r a) dan , Resulullah S A V ile beraber yaya olduğum halde koşuya girdim, onu geçtim. Şişmanladığım vakit yine onunla koşuya girdim, bu sefer Resulullah S A V beni geçti. Ve benim bu koşuyu kazanışım, senin kazandığın o koşuya karşılıktır.” Buyurdu.Ebu Davud, K. Cihad 68.bab-2578 no – İbn Mace K.nikah-1979-Ahmed b. Hanbel, Müsned 39-129

“Cabir(r a) dan Resulullah S A V, şöyle buyurdu:”Güneş battıktan sonra, yatsı’nın zifiri karanlığı gidene kadar, hayvanlarınızı bırakmayın. Güneş battığı zaman yatsı’nın karanlığı gidene kadar şeytanlar yeryüzünde fesat çıkarırlar.”Ebu Davud-K.Cihad 83.bab2604- Müslim K.Eşribe 2013Müsned, 14393, 15319

“Aişe(r a) dan Eslemli Hamza Resulullah S A V ‘e sordu “ Ben devamlı oruç tutarım, seferde de tutayım mı? Dedi. Resulullah S A V dilersen tut dilersen tutma dedi.Ebu Davud-2402, Buhari K.savm seferde oruç babı-   -Müslim-1121 – Tirmizi -   Nesei 2296- İbn Mace 16

Geniş ve Bol Pantolon İle Namaz Kılmak

Geniş ve bol pantalon (şalvar) giyilerek namaz kılmada bir beis yoktur.

Münafıklık, Küfrü Gizleyerek İman İddiasında Bulunmaktır

Nifak (Münafıklık), küfrü içinde gizleyerek İslam’ı dil ile sergilemektir.

Nifak (Münafıklık; ikiyüzlülük, olduğundan başka görünmek) iki çeşittir:

İ'tikadi Nifak: Müellifin burada kasdettiği Nifak türüdür. "Kalben inanmadığı halde müslüman gibi görünmektir" şeklinde tarif edebileceğimiz bu tür Nifak kişiyi İslam Dini'nden çıkaran Nifaktır.

İ'tikadi Nifak; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'i yalanlamak, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in getirdiklerinin bir kısmını yalanlamak, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'e buğzetmek, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in getirdiklerinin bir kısmına buğzetmek, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in getirdiği dinin başarısızlığını görünce bundan sevinç duymak, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)'in dininin başarı kazanmasına üzülmek, bundan rahatsızlık duymak olmak üzere altı çeşittir.

Ameli Nifak: Kalbi imanı tasdik ettiği ve imanın bütün şartlarını yerine getirdiği halde, nefsine uyduğundan dolayı münafıkların yaptığı haram olan bazı fiilleri işlemektir ve beş çeşittir. Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

"Münafığın alameti üçtür; Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, kendisine birşey emanet edilince ihanet eder." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ahmed, Müsned)

Hadisin başka bir lafzında ise bunlara ilave olarak şöyle buyurulmuştur:

"Husumet ettiği zaman haktan ayrılır. Ahdedince ahdini bozar." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Ahmed, Müsned) 

Dünya, Dar'ul İslam ve Dar’ul İman’dır

Bil ki, dünya; İslam ve İman yurdudur.

Alimlerin çoğunluğu yeryüzünü Dar’ul İslam ve Dar’ul Küfür olmak üzere iki kategoride değerlendirir.

Hanbeliler'den İbni Muflih (rahimehullah), yeryüzünü ikiye ayırarak Dar’ul İslam ve Dar’ul Harb olmak üzere tasnif eder ve şöyle der: “Yalnızca Dar’ul İslam ve Dar’ul Harb (şeklinde) iki taraf vardır. İslam şeria’tinin hakimiyeti bulunan yer, Dar’ul İslam; küfür kanunlarının hakimiyeti bulunan yer ise Dar’ul Küfür'dür, yalnızca bu iki grup/taraf vardır.” (el-Edeb'uş Şeri’a, 1/190)

Ala ed-Din el-Kasani şöyle der: “Her dar, İslam’a yahut küfre nisbet edilir. Bir yer, ancak İslam şeri’atinin uygulanması ile ve İslam’ın egemenliği sebebiyle İslam’a atfedilir ve küfür kanunlarının uygulanması ile ve kafirlerin kendi kanunlarının egemenliği sebebiyle küfre atfedilir. Tıpkı senin; mükemmeliyet sebebiyle, Cennet esenlik yurdudur; yıkım sebebiyle, Cehennem hüsran yurdudur demen gibi.” (Bedai’us Sena’i, 9/4375) Yine şöyle der:

“Bizim Dar’ul Küfür ve Dar’ul İslam tabirimiz, dar’ın küfür yahut İslam’a izafe edilmesidir. Bir yerin İslam’a yahut küfre izafe edilmesi, İslam yahut küfrün üstün ve egemen olmasından dolayıdır. Bir yerde küfür kanunları egemense orası Dar’ul Küfür’dür (bu şekilde dar’ın küfürle oluşturduğu) tamlama da doğru olur. Bundan dolayı, bir yer başka hiçbir şart aranmaksızın İslam ahkamının egemenliği ile Dar’ul İslam olur hakeza küfür kanunlarının egemenliği ile de Dar’ul Harb olur.” (Bedai’us Sena’i, 7/131)

Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmeti'nden Hükmen Mü’min ve Müslümanlar

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin ümmetinde; hükümleri, mirasları, hayvan boğazlamaları ve cenaze namazları (hukukunda, hükmen) Mü’min ve Müslümanlar vardır.

Bir Kimsenin Kamilen Mü’min Olduğuna Şehadet Etmemek

Lakin, İslam’ın bütün şer'i emirlerine riyaet etmedikçe hiç kimsenin kamilen Mü’min olduğuna şehadet etmeyiz. Kişi eğer (İslam’ın şer'i emirlerini) yerine getirmede eksiklik gösterirse tevbe edene kadar imanında nakıs sayılır. Kişinin imanının tam yahut nakıs oluşu –İslam’ın şer'i emirlerine riyaet etmediği amellerinde görünenler müstesna- Allah Te'ala‘ya kalmıştır.

Ehli Kıble’nin Cenaze Namazını Kılmak Sünnet’tir

Ehli Kıble’den ölen bir kişinin cenaze namazını kılmak Sünnet’tir. Recm ile öldürülen zinakar erkek yada kadın, intihar eden kimse, Kıble Ehli’nden olan diğerleri, sarhoş ve başkaları, onların (cenaze) namazını kılmak Sünnet’tir.

Müslim ve Nesai’de yeralan Cabir ibni Semure (radiyallahu anh) kanalıyla rivayet olunan bir Hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) intihar ederek hayatına son veren bir müslümanın cenaze namazını kılmayı reddetmiştir. Cabir ibni Semura (radiyallahu anh)'dan rivayete göre o şöyle dedi:

"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e kendini oklarıyla öldüren (intihar eden) bir adam getirdiler de, onun cenaze namazını kıl­madı." (Müslim, 978)

İmam Evzai (rahimehullah) ve Ömer ibni Abd’il Aziz (rahimehullah) bu Hadisi delil alarak intihar eden bir müslümanın cenaze namazının kılınmayacağını söylemektedirler.

İmam Nevevi hadisin şerhinde, Hasan el-Basri (rahimehullah), İbrahim en-Nehai (rahimehullah), Katade (rahimehullah), İmam Malik (rahimehullah), Ebu Hanife (rahimehullah), İmam eş-Şafii (rahimehullah) ile Kadı İyad (rahimehullah) ve cumhurun, intihar eden müslümanın cenaze namazının kılınacağını söylediklerini bildirmektedir.

Cumhur, İmam Evzai (rahimehullah) ve Ömer ibni Abd’il Aziz (rahimehullah)’ın kendi görüşlerine dayanak yaptıkları sahih Hadisin intihar eden müslümanın cenaze namazı kılınmayacağına dair bir delil olmadığını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in cenaze namazını kılmamasına karşın ashabın bu şahsın cenaze namazını kıldığını söylemektedir. Buna göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in intihar eden şahsın cenaze namazını kılmaması, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e has bir uygulamadır. (İmam Nevevi, Sahih-i Müslim Şerhi, 7/47)

Mü’min Vasfı Ancak Kati Birşey ile Kaldırılır

Allah‘ın Kitabı'ndan bir ayeti inkar etmedikçe, yahut Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Asarları'ndan (Hadis, nakil ve rivayetler) birini inkar etmedikçe veya Allah’tan başkasına namaz kılmadıkça; ya da Allah’tan başkasına kurban kesmedikçe Ehli Kıble’den hiç kimse İslam’dan çıkmaz. Bunlardan herhangi birini yaparsa, onu İslam’dan çıkarmak (Tekfir etmek) senin üzerinde bir yükümlülüktür. Eğer bunlardan herhangi birini yapmadıysa, -hakikatte (batında) öyle olmasa da- o ismen (hükmen) Mü’min’dir, Müslüman’dır.

İbadet çeşitlerinden herhangi birisini Allah’tan başkasına yönelten kimse onu Allah’a ortak koşmuş ve ilahlaştırmış olur. Müellifin örnek olması babında zikrettiği namaz kılmak ve kurban kesmek ibadet çeşitlerindendir. İbadet çeşitlerinden bazıları ise şunlardır:

 

الدعاء Dua, الاستعانة İstiane (yardım istemek), الاستغاثة İstigase (medet ummak), ذبح القربان Zebh'ul Kurban (boğazlamak), النذر Nezr (adak adamak), الخوف Havf (korkmak), الرجاء Reca (umut etmek), التوكل Tevekkül, الإنابة İnabe (yönelmek), المحبة Muhabbet (sevgi), الخشية Haşyet (bilerek, titreyerek korkmak), الرغبة Rağbet (sevap umarak yönelmek), الرهبة Rahbet (azabından korkmak), التأله Teelluh (ilah edinmek, ibadet etmek), الركوع Rüku, السجود Secde, الخشوع Huşu التذلل Tezellül (küçüklüğünü itiraf ederek ona yönelmek), التعظيم Tazim (yüceltmek)...

 Hakikatine Vakıf Olunmasa da, Allah (azze ve celle) ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den Nakledilenlerin Kabul Edilmesi

Kişinin nakillerde geçen, duyduğu herşeyi –hakikatına vakıf olmasa da- kabul etmesi, onaylaması ve Tevfid (keyfiyyetini araştırmaksızın hakikatini Allah’a havale ederek nakilde işittiği gibi kabul) etmesi gerekir. (Tıpkı:) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:

 Kulların kalpleri Rahman’ın parmaklarından iki parmağı arasındadır.“ Müslim tarafından rivayet edilmiştir.

Allah’ın parmakları olduğunu Ehli Sünnet ve’l Cema'at kabul etmekteyken, Ehli Bid'at ise inkar yolunu tercih etmiştir. İbni Huzeyme “Tevhid” isimli eserinde, İmam Acurri “eş-Şeria” isimli eserinde, İbni Batta “el-İbane” isimli eserinde, İbni Ebi Asım “es-Sünne” isimli eserinde, İbni Mende “Redd’ul Cehmiyye” isimli eserinde Darakutni “es-Sıfat” isimli eserinde, Herevi “el-Erbain fi Delail'ut Tevhid” isimli eserinde, İmam Beğavi “Şerh’us Sünne” isimli eserinde, İbni Kuteybe “Tevilu Muhtelif'ul Hadis” isimli eserinde Allah’ın parmakları olduğunu isbat etmekte ve Ehli Bid'atın inkarına reddiye vermektedir.; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:

 Şüphesiz Allah –Tebareke ve Teala-, en yakın göğe (dünya semasına) iner.“ Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Allah’ın nüzulu hususunda, Ebu Ömer et-Telmanki’den ümmetin selefinin icmasını nakleder. (Mecmu'ul Feteva, 5/577) ve:

 “(Allah), Arafe Günü’nde iner.“ ve:

 “Allah, Kıyamet Günü’nde iner.“ Bu hususta Darimi’nin Redd ale’l Cehmiyye (72) isimli eserine bakınız. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya çıkacaktır).” (el-Fecr 89/22) ve:

 “Allah –azze ve celle- ayağını Cehennem’e koymadıkça Cehennem dolmaz.“ Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. ve Allah –azze ve celle-‘nin kuluna buyurduğu:

 “Bana yürüyerek gelirsen sana koşar adım gelirim.“ ve (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in) sözü:

 “Allah, Adem (aleyhi selam)’ı kendi suretinde yarattı.“ Buhari ve Müslim ile İbni Ebi Asım, es-Sünne’de, Darekutni ise Kitab’us Sıfat’da (58) nakletmiştir.

Allah’ın suretinin olması selef arasında ihtilaf olmayan bir husustur. Selefin nazarında buradaki zamir Allah’a aiddir dolayısıyla Allah’ın sureti olduğuna iman etmek vacibdir. Bu suretin keyfiyyeti, niceliği malum değildir aksine meçhuldur.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye’nin bildirdiği üzere Cehmiyye Fırkası’nın ortaya çıkması ile birlikte üçüncü yüzyıldan itibaren hadisin metninde geçen “kendi suretinde” ifadesindeki “kendi” zamiri Allah’a atıfken Adem (aleyhi selam)’a döndürülmek suretiyle tevil ve inkara varmıştır. Bu tarz yaklaşımlar Ebu Sevr, İbni Huzeyme ve Ebu’ş Şeyh el-Asbahani gibi ilim adamlarından da nakledilmiştir. (Beyan Telbis'il Cehmiyye fi Tesisi Bidaihim el-Kelamiyye, 6/373-377)

İbni Kuteybe şöyle demektedir: “Benim kanaatim odur ki: Hiç şüphesiz en iyi bilen Allah’tır, suret; iki el, parmaklar ve gözden daha çok şaşılacak birşey değildir. Bunlara olan alışkanlığımız sadece bunların Kur'an'da zikredilmesi sebebiyledir. Suret kelimesinden ürkülmesi ise, bu kelimenin Kur'an'da bulunmayışındandır. Biz, bütün bunların (eller, parmak, göz ve suret) hepsine inanır, onlardan hiçbirinin ne keyfiyyeti, ne de haddi (sınırı, şekli) olduğu hakkında herhangi birşey söyleriz.” (Tevilu Muhtelif'ul Hadis, 322) ve Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in:

 “Muhakkak ki, ben Rabbimi en güzel suretde gördüm.“ Tirmizi ve Ahmed, Müsned’de, İbni Ebi Asım, es-Sünne’de ve Abdullah ibni Ahmed, es-Sünne’de (1117) nakletmiştir. sözünde ve bunun gibi diğer hadislerde olduğu gibi. Bunlardan hiçbirini aklınla/hevanla tefsir etme zira bunlara iman etmek vacibdir. Bunlardan herhangi birini hevasıyla tefsir eden yahut inkar eden Cehmi’dir.

Allah’ı Bu Dünyada Gördüğünü Söyleyen Küfre Düşmüştür

Rabbini bu dünyada gördüğünü iddia eden Allah’a küfretmiştir (kafir olmuştur).

Ehli Sünnet burada İslam dininin sınırlarını aşmış sufilere, Allah’ın mahlukatı ile bir olduğunu iddia eden yahut Allah’ın mahlukatı ile bir olmasının mümkün olduğunu iddia eden veyahut da Allah’tan kendi şahıslarına has bilgi aldıklarını iddia eden ve Allah’ı uyanık kalple dünya gözüyle gördüğünü iddia eden zındıklara dikkat çekmektedir. Allah (subhenahu ve teala) müşrik zındıkların iddialarından münezzeh ve yücedir.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye şöyle demektedir: “Ümmetin selefi ve imamları, mü'minlerin ahirette yüce Allah'ı gözleriyle görecekleri, dünyada ise bunun mümkün olamayacağı konusunda icma etmişlerdir. Bu konuda sadece Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında farklı görüşler vardır. Onun sahih hadiste şöyle buyurduğu sabit olmuştur:

"İyi bilin ki, sizden biriniz ölünceye kadar Rabbi Azze ve Celle'yi katiyyen göremeyecektir.." (Müslim; Tirmizi)

Kim evliya, ya da onlardan başka kimseler dünyada gözleriyle Allah'ı görür derse, o kişi bid'atçi ve sapıktır. Kitab'a, Sünnet'e ve Ümmetin selefinin icmasına muhalefet eder. Bunlar, bu gibi kimselerin Musa (aleyhi selam)'dan daha faziletli olduğunu ileri sürecek olurlarsa, tevbe etmeleri istenir. Ederlerse ne ala, değilse öldürülürler." (Şeyh'ul İslam İbni Teymiyye, Mecmu'ul Feteva, 6/512)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkındaki ihtilaf ise, Mirac’da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah (azze ve celle)’yi dünya gözü ile görüp görmediği hususundadır. Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye aynı yerde şöyle demektedir:

"Sahih naslarla ve ümmetin selefinin ittifakıyla sabit olan şudur: Dünyada yüce Allah'ı hiçbir kimse gözüyle göremez. Şu kadar var ki bazı kimseler Peygamberimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Rabbini (Mirac’da) görüp görmediği konusunda ihtilaf etmiştir. Tek istisna budur. Bununla birlikte bunlar mü'minlerin Kıyamet Günü’nde, tıpkı (dünyada) güneşi ve ay'ı gördükleri gibi, Allah'ı görecekleri konusu üzerinde ittifak etmişlerdir." (Mecmu'ul Feteva, 6/512)

Allah’ın bu dünyada gözle görülmesi mümkündür ancak sözkonusu olmayacağı bildirilmiştir. İbni Ebi’l İzz el-Hanefi şöyle der: "Kadı İyad (rahimehullah)’ın dediği bu söz haktır, çünkü dünyada (Allah’ı) görmek mümkündür, çünkü eğer mümkün olmasaydı Musa (aleyhi selam) onu sormazdı." (Şerh’ul Akideti’t Tahaviyye, 224)

Allah Teala'nın Zatı Hakkında Düşünmek Bid'attir

Allah'ın zatı hakkında düşünmek bid'attir, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in buyurduğu üzere:

Mahlukat üzerine tefekkür edin, Allah’ın zatı hakkında tefekkür etmeyin!..“

Bu manada birbirine yakın birçok rivayet vardır. Ebu’ş Şeyh (el-Azamet, 5) ve Ebu’l Kasım el-Asbahani (et-Tergib, 2/73, 174), Suyuti (Cami'us Sağir, 1/132) Ebu Zerr (radiyallahu anh)’dan ve İbni Abbas (radiyallahu anh)’dan zayıf bir rivayet olarak nakletmişlerdir. Ancak Ebu Nu’aym (el-Hilye, 6/66-67) Abdullah ibni Selam (radiyallahu anh)’dan merfu olarak bu hadisin şahidini rivayet etmiştir ki böylelikle hadis hasen olmaktadır. Bundan başka Taberani, İbni Ebi Şeybe, İsfehani, Beyhaki’nin rivayet ettikleri şahidleri vardır ki hepsi zayıftır. (Acluni, Keşf’ul Hafa, 1/311, 357-358, 449)

Burada kınanan ve yasaklanan tefekkür Allah’ın zatı hakkında tefekkür edip, nasıl, neden gibi sorular sorarak bunların cevabını bulmaya çalışmaktadır. Acluni’nin rivayet ettiği bir hadisde: “Allah’ın mahlukatını tefekkür edin, Kendisini değil. Çünkü buna güç yetiremezsiniz!..“ buyrulmaktadır. (Acluni, Keşf’ul Hafa, 1/311) Çeşitli varyasyonlarıyla hadis, felsefenin aşıladığı yaratıcıya karşı şüpheci yaklaşım ve sorgulama üzerine kurulu sistemine de bir reddiye manası taşımaktadır. Bunların yanısıra, Allah’ın yaratmış olduğu mahlukat, Allah’ın nimetleri, Esma ve Sıfatları üzerine tefekkür ise yasaklanmış değildir. Bilakis hadisde buna teşvik vardır.

Zira Allah’ın zatı hakkında tefekkür kalpte şüpheye yolaçar.

Bütün Mahklukat Allah’ın Emri Doğrultusunda Hareket Eder

Bil ki; sürüngenler, yırtıcı (av) hayvanlar(ı) ve bütün hayvanlar örneğin minik karınca, sinek ve de karınca emrolundukları üzere hareket etmektedirler. Allah (tebareke ve teala)’nın izni dışında hiçbir şey yapmıyorlar.

Allah’ın İlmi, Henüz Vuku Bulsun-Bulmasın Herşeyi Kuşatmıştır

Allah’ın zamanın başlangıcından beri olacak yahut olmayacak herşeyi bildiğine, herşeyi hesapladığına ve olacak herşeyi kuşattığına iman etmek gerekir. “(Allah) olmuş yahut olacak şeyleri bilmez!“ diyen azamet sahibi Allah’a küfretmiştir (kafir olmuştur).

Bu apaçık küfür olan sözler, Hişam ibni el-Hakem isimli dalalet önderi olan bir şahsa aittir. Hişam ibn'ul Hakem, Allah (celle celaluhu)’nun yaratana kadar mahlukat hakkında ilim sahibi olmadığını iddia etmektedir. Euzubillah...

Velisiz Nikah Yoktur

Velisiz, iki adil şahitsiz ve az olsun çok olsun mehirsiz nikah yoktur. Velisi olmayanın velisi sultandır.

Velisiz nikahın olmayacağı prensibi Ebu Musa (radiyallahu anh) tarafından rivayet edilen bir hadise dayanmaktadır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Velisiz nikah yoktur.“ (Ebu Davud; Tirmizi)

Velisi olmayanın velisinin sultan olduğu prensibi de bir Hadis'e dayanır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah olmaz. Bu şekilde kıyılmayan nikah batıldır. Anlaşamazlarsa sultan velisi olmayanın velisidir.” (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned)

Üç Talakla Boşamak, Kadını Haram Kılar

Birisi karısını üç defa ayrı ayrı talakla boşarsa, karısı ona Haram olur. Bir başka adamla evlenip, boşanıp tekrar ilk kocası ile evlenmeden kadın adama Helal olmaz.

Müslümanın Kanı(nı Dökmek) Üç Durum Dışında Haramdır

Allah’tan başka tapılmaya layık bir İlah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet eden bir müslümanın kanı üç durum dışında dökülmez: Evlendikten sonra zina etmek, iman ettikten sonra irtidat etmek ve haksız yere bir müslümanı öldürenin buna karşılık olarak kanının dökülmesi. Bunun dışında, müslümanın kanı, Kıyamet kopana değin Haram'dır.

Bu hususlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den Sahihayn’da nakledilen bir Hadis'de bildirilmiştir:

"Allah'tan başka (ibadete layık) ilah bulunmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı Helal olmaz, ancak şu üç şeyden biri ile Helal olur: Maktulün hayatı karşılığında öldürülmesi, zina edenin evli olması, İslam Dini'nden çıkıp müslüman cema'atini terketmesi!" (Buhari; Müslim)

Mahlukattan Bazıları Yokolacak, Bazıları Allah’ın Dilemesi İle Yokolmayacaktır

Allah’ın yokolmasını vacib kıldığı herşey muhakkak yokolacaktır. Cennet ve ateş (Cehennem) yokolmayacaktır, ne Arş ne de Kürsi, (ne) Levh ve Kalem, ve (ne de) Sur yokolacaktır. Bunlardan hiçbiri yokolmayacaktır. Sonra Allah, Kıyamet Günü öldükleri hal üzere mahlukatı yeniden diriltecektir. (Allah) dilediği gibi onları hesaba çekecek; onlardan bir kısmı Cennet’e ve diğer bir kısmı ise “es-Seir (tutuşturulmuş ve alevlenmiş yakıcı ateş, Cehennem)’e“ (girecek), ebedi kalmak için yaratılmamış olan diğer mahlukata (Allah): “Toz-toprak olun!“ diyecek.

Allah Bütün Kullarına Adalet İle Hükmedecektir

Kıyamet Günü’nde bütün mahlukat arasında; ademoğlu, sürüngenler, (yırtıcı) av hayvanları hatta karıncalar arasında bile ta ki Allah’ın, bütün kulları arasındaki adaleti tesis edene kadar; Ehli Cennet’in Ehli Cehennem’den, Ehli Cehennem’in Ehli Cennet’den, Ehli Cennet’in birbirlerinden ve Ehli Cehennem’in birbirlerinden (alıp-vereceği hakkı kalmayacak şekilde) kısasın olduğuna iman (etmek gerekir).

Abdullah ibni Uneys (radiyallahu anh) dedi ki: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Allah, Kıyamet Günü kullarını -yahut insanları- çıplak olarak, sünnetsiz olarak ve (bühmen) eşyasız olarak biraraya toplayacaktır. Biz dedik ki: Bühm ne demektir? Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İnsanların beraberlerinde hiç bir şeyleri olmamaktır. Böylece uzakta olan kimsenin duyacağı bir sesle onları şöyle çağıracaktır (zannedersem, o şöyle demişti: Yakında olan kimse O’nu duyduğu gibi, uzaktaki de O’nu duyacaktır): Gerçekten Sahib, Sultan benim; Cennet ehlinden hiç kimseye, Cehennemliklerden birinin zulümden ötürü ona davacı olması halinde, Cennet’e girmek layık değildir. Cehennem ehlinden de hiç kimseye, Cennetliklerden birinin zulümden ötürü ona davacı olması halinde, Cehennem’e girmek layık değildir. (Cennet veya Cehennem’e girmeden önce, bunlara hakları verilir). Dedim ki: Bu nasıl olur? Biz Allah'a çıplak olarak varlıksız şekilde gideceğiz, (haklan nereden ve nasıl verebiliriz)? Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem): Sevablarla ve günahlarla.. buyurdu.” (Ahmed, Müsned; Buhari, el-Edeb el-Müfred,  970)

Kul’un Amelleri, İhlas ile ve Şirkden Uzak Olmalıdır

İhlaslı amel Allah içindir.

Allah’ın Kazasını Kabul Etmek ve bundan Razı Olmak

Allah’ın kazasından razı olmak, Allah’ın hükmüne karşı sabırlı olmak, Allah’ın buyurduklarına iman etmek, Allah’ın takdir ettiklerinin tümüne; hayrıyla şerriyle, acısıyla tatlısıyla iman (etmek gerekir), Allah kullarının ne yapacaklarını ve hangi istikamete doğru gittiklerini bilir. Onlar Allah’ın ilminden kaçıp-kurtulamazlar. Ne yerlerde ne de göklerde Allah’ın bilmediği birşey yoktur. Bilmelisin ki; sana isabet eden (hayır yahut şerr) şaşmayacaktır ve sana isabet etmeyen (hayır yahut şerr) sana isabet etmeyecektir.

Ebu’l Abbas Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den şöyle dediği rivayet edildi: “Bir gün Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in arkasındaydım bana buyurdu ki: Ey çocuk sana birkaç kelime öğreteceğim: Sen Allah’ı(n dinini) koru ki, Allah’ta seni korusun, sen Allah’ı(n dinini) koru ki, Allah’ı karşında bulursun. İstediğin zaman Allah’tan iste, yardım dilediğin zaman Allah’tan yardım dile. Bilki ümmet eğer sana bir şeyle fayda vermek üzere toplansa, sana ancak Allah’ın senin lehine yazdığı şey ile fayda  verebilirler, ve eğer sana birşey ile zarar vermek üzere toplansa ancak Allah’ın senin aleyhine yazdığı şeyle sana zarar verebilirler. Kalemler kaldırıldı ve  ve sahifeler kurudu.” (Tirmizi; Ahmed, Müsned; Nevevi, 40 Hadis; Abd ibni Humeyd, Müsned)

Hayrı ve şerriyle Allah’ın kaza ve kaderine iman etmek imanın şartlarındandır. Hayrı ve şerriyle Allah’ın kaza ve kaderine iman etmek dört esas üzeredir: Olacak herşeyi Allah’ın bildiğine, olacak herşeyi Allah’ın Levhi Mahfuz’a yazdığına, olan herşeyin Allah’ın dilemesi ile olduğuna ve herşeyi; hayır ve şerri ile Allah’ın yarattığına iman etmek.

Ehli Sünnetin söylediği sana isabet eden (hayır yahut şerr) şaşmayacaktır ve sana isabet etmeyen (hayır yahut şerr) sana isabet etmeyecektir yargısının aksine i'tikad etmek, Allah’tan başka bir yaratıcı olduğunu iddia etmek olurki, bu da Şirk ve Küfür'dür.

KADERE İMAN

Kader: Allah’ın kainattaki her şeyi ezeli ilmi ve hikmeti doğrultusunda takdir etmesi, o ilmine uygun bir şekilde düzenlemesidir.

Kişinin kadere imanının tam ve uygun bir şekilde olabilmesi için şu dört mertebeyi gerçekleştirmesi gerekir.

El-İlmu-İlim:  Allah’ın ilmen, cümleten ve tafsileten ezeli ve ebedi her şeyi bildiğine inanma. Kullarının fiilerini, olacak olmayacak her ne varsa ilmi ile kaimdir(bilir). Yarattığının rızkını ne kadar olacağını fiilini ve cennetemi cehennememi gideceğini bilir. Şüphesiz kendi yolundan sapanları en iyi bilen Rabbım’dır. Doğru yolu bilenleride en iyi bilen O’dur. Gaybın anahtarı O’ndadır. Ve onları O’dan başkası bilemez. Karada denizde olanı bilir. Hiçbir yaprak düşmesinki onu bilmesin. Yani dalındaki bir yaprak bile O’nun ilminin dışında düşmez.  Yeryüzünün karanlıklarında hiçbir dane hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitabda Levhi Mahvuzda yazılı bulunmasın. Olacağı, olanı, olmayışı ve olmayacağı mabudu yok ve mevcudu var olanıda biliyordu. Allah(cc) yarın onların itirazı olmasın diye onlara Resuller gönderiyor.

EL-KİTATU-YAZI: Allah cc’ın yazması kıyamete kadar yaşayıp, yaşatacağı mahlukun kaderini, ilminin heryeri kuşatmasından dolayı “levfi Mahfuz” da yazmıştır. Allah cc kıyamete kadar, 50.000 yıl önce yazılmıştır.

EL-MEŞİETU-DİLEME:Her şeyde nufus eden Allah’ın meşietinin dilemesinin kudretinin şumulune istediği şeyin olduğu, istemediğinin olmadığına, ne haraket, ne sukut, ne hidayet nede dalalet ancak Allah cc’ın meşiyetine tabidir.

El halku (YARATMA): Bu mertebede Allah'tan gayrı kainattaki her şeyin yoktan var olma zatlarıyla, sıfatlarıyla, hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğuna iman etmeyi gerektirmekte dir.

Ehli Sünnetin Kader İnancı Ve Akidesi:

Yüce Allah her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisidir. Hiçbir şeyi daha yaratmamışken olacak her şeyin kaderini çizmiş, kullarının ve diğer bütün mahlukatın ölümlerini, ömürlerini, rızıklarını, yapacakları işleri, ahlaki durumlarını (iyi ya da kötümü olacaklarını) apaçık bir kitap olan levhi mahfuzda yazmış ve saymıştır. Allah neyi dilerse olur. Neyi de dilemezse hiç kimsenin onu meydana getirmeye gücü yetmez. O’nun her şeye gücü yeter. Kimi dilerse hidayete, kimide dilerse sapkınlığa erdirir. O neyin olduğunu, neyin olacağını, neyinde meydana gelmediğini, eğer meydana gelse idi nasıl olacağını da çok iyi bilir. Kullarında Allah’ın kendileri için çizmiş olduğu kader doğrultusunda, yapmak istedikleri şeyleri dileme ve güçlerini bu doğrultuda kullanma hakları vardır. Tabi ki kulların ancak Allah’ın dilediği şeyleri dileyebileceklerine itikat edip buna inanmaları gerekir.

Şüphesiz ki Allah kullarını fiillerini yaptığı işleri yaratandır. Fakat kullar bu işleri fiiliyatta yapanlardırlar. Kulun yapılması gerekli olan şeylerin terkedip, yapılması haram olan şeyleri fiiliyata dökmeleri hususunda Yüce Allah’a karşı kullanabilecekleri  bir özürleri, hüccetleri yoktur. Bilakis hüccet kulların üzerine ikame edilmiştir. Kulun nefsine gelen musibetler için bu kaderdir demesi caizdir. İşlediği günahlar için bu Benim kaderimde vardı demesi caiz değildir. Eğer hatalarından tövbe ederse o zaman bu şekilde söylemek caiz olur.

Yüce Allah’ın kainatta yarattığı fiiller iki kısma ayrılır.

Birincisi: Yüce Allah’ın mahlukatın fiillerini, onların istek, irade ve seçme hakları dışında yönlendirmesi, kendi isteğine göre şekillendirmesidir. Çünkü Yüce Allah sadece kendi dilediğini yapar. Öldürmek, diriltmek, hastalık ve şifa vermek gibi fiiller bu kabildendir.

İkincisi: İrade ve isteği olan her türlü mahlukatın kendi istek ve arzuları doğrultusunda yapmış oldukları fiillerdir.

Kişi bir işin, bir olayın kendi isteği dışında cereyan etmesi ile kendi arzuları doğrultusunda vuku bulması arasındaki farkı anlayabilir. Şöyle ki bir kişinin binanın çatısından merdivenle aşağıya inmesi ile birinin onu çatıdan aşağıya zorla itmesi buna bir örnektir. Sonuç olarak ikiside aşağıya inmiştir. Ama birincisi kendi arzusu, diğeri ise zorunlu olarak inmiştir.

Allah’ın Kulun Fiillerini Yaratması Ve Kulun Fiilleri İşlemesi:

Yüce Allah kulu ve onun fiiliyatını da yaratmıştır. Ve ona o fiili yapabilme gücü ve isteğini de vermiştir. Kul o fiili gerçekte yapan, fiil ile temas halinde bulunandır. Kişi eğer iman ederse bu onun kendi gücü ve isteği ile yapmış olduğu bir şeydir. Şayet küfür ve inkar ederse buda yine O’nun isteği doğrultusunda meydana gelmiştir. Bu aynı bu meyve şu ağaçtandır, şu mahsul bu topraktandır dememiz gibidir. Yani ondan meydana gelmiş demektir.    

Yüce Allah her şey için bir başlangıç noktası ve buna bağlı olarak yaşamını, devamını bu noktalardan sağlayan mahlukatı yaratmıştır. Ağacı yaratan Allah’tır, meyve ağaçtan Allah’ın dilemesi ile türemiştir. Meyve ağaçtandır ama onu yaratan Allah’tır. Bunun gibi daha bir çok örnek gösterilebilir. İşte bu şekilde Allah’ın yaratması ile kulun fiili işlemesi arasında bir bağlantı vardır, aralarında herhangi bir çelişki yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

 “Allah sizi ve sizin yaptıklarınızı da yaratmıştır.” (Saffat Suresi 96. ayet) ve şöyle buyurmuştur:

 “Kim (malından) verir ve (Allah’ın azabından) sakınırsa, en güzeli tasdik ederse Bizde onu en kolaya (hesaptaki kolaylık) hazırlarız. Kimde cimrilik edip (malından) vermezse, kendisini zengin sayıp, en güzel olanıda yalanlarsa Bizde onu en zor olana yöneltiriz.” (Leyl Suresi 5-10. ayetler)

Kulun kadere inancında iki şey ona gerekli ve farz olur.

Birincisi: Kulun yapılması kendisine yasaklanan şeylerden kaçınmasına ve kendisi için takdir edileni (farzları ve Sünnet’leri) fiiliyata dökmesinde Allah’tan yardım dilemesi, onu kolaya yöneltip, zorluktan uzaklaştırması için Allah’a dua etmesi ona farz olur. Böylece kul Allah’a tevekkül eder ve kötülüklerden O’na sığınır, hayra ulaşıp şerden sakınmada Allah’ın yardımına muhtaç olduğunu bilir.

İkincisi: Kul kendisi için takdir edilmiş musibetlere sabredip, umutsuzluğa kapılmamalıdır. Gelen musibetin Allah’ın katından geldiğini bilip, razı olmalıdır. Böylece dünyada selameti bulur. Bilir ki kendisine bir musibet gelecek olsa o musibeti ondan uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur. Aynı şekilde kendisi için takdir edilmemiş bir musibet kesinlikle ona isabet edecek değildir.

Kulun kendisi için takdir edilen kadere rıza göstermesi gerekir. Çünkü kadere olan rızası onun Yüce Allah’ın rububiyetine tam manası ile iman etmesinden ileri gelir. Her müslüman Allah’ın iradesine uygun bir şekilde cerayan eden kaderin fiiliyatı olan kazaya iman etmesi, rıza göstermesi imanın şartlarından biridir. Yüce Allah yaptığı her işi adalet ve hikmet çerçevesinde yapar, kulun kalbinin Allah’ın verdiği musibetin yanlışlıkla kendisine gelmeyeceğine, yanlışlıkla kendisine gelecek bir musibetinde Allah’ın iradesi ve kazası olmadan isabet etmeyeceğine inanması, onun meydana gelen olaylar karşısında tereddüde düşmesine ve hayretler içinde kalmasına engel olur. Sitres ve huzursuzluktan arınır, emin olur. Kaybettiği şeylere üzülmez, geleceğinden korkmaz. Böylece insanların en huzurlusu, aklı ve fikri rahat olanı haline gelir. Her kim ömrünün sınırlı olduğunu, korkaklığın ömrünü uzatmayacağını, rızkının belli olduğunu, cimriliğin rızkını artırmayacağını bilirse kalbi ve gönlü rahatlar, mutmain olur. Kendisine isabet eden musibetlere sabreder, yapmış olduğu yanlış işler için tevbe eder, Yüce Allah’ın onun için takdir ettiğine razı olur. Böylece kendisine gelen musibetlere sabrettiği gibi emredilenleride yapmış, bu ikisi arasını birleştirmiş olur.

İrade Çeşitleri

İrade (dilemek, dilediğini yapmak) Yüce Allah’ın kitabında iki çeşit olmak üzere varid olmuştur.

Birincisi: Kevni İrade:Bu irade Yüce Allah’ın yarattığı bütün her şey için geçerlidir. Dilediği meydana gelir, dilemediği ise vuku bulmaz. Yüce Allah’ın murad ettiğinin muhakkak olması gerekir. Kainatta vuku bulan her şeyin Yüce Allah tarafından sevilmesi, hoşnut olunması meydana gelmesi için şart değildir. Kevni irade, Yüce Allah tarafından yerler ve gökler yaratılmadan önce takdir edilmiştir. Eğer kevni irade ile Şer’i irade bir yerde, bir noktada çakışırsa işte o zaman Yüce Allah o kevni iradeyi sever ve ondan razı olur.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:  “Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü islama açar” (Enam Suresi 125. ayet)

İkincisi: Şer’i İrade: Şer’i irade Allah’ın istediği, dilediği, razı olduğu amellerin, hadiselerin vuku bulmasını sağladığı, bu sevdiği, istediği şeyleri yapanlardan razı olduğu iradedir. Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi vuku bulacağı manasına gelmez. Ancak kevni irade ile meydana gelmesi istenirse o zaman vuku bulması gerekli olur.

Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:  “Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi 185. ayet)  

Yüce Allah kulunun iman etmesini, itaatte bulunmasını, iyi ameller işlemesini ister, bunu arzular ve sever. Kullarına sevdiği işleri yapmaları için emreder. Emirlere uyanları mükafatlandırır, güzel bir karşılık verir. Hiç kimse Allah’ın iradesi olmadan isyan edemez, asilik yapamaz. O’nun dilediğinden başka hiçbir şey vuku bulmaz.

Kaderi Değiştiren Sebepler

Yüce Allah kulunun başına gelecek kaderin dua, sadaka, kulun yapmış olduğu işlerde  dikkatli davranması, ilaç kullanması, yaptığı işi en sağlam bir şekilde yapması gibi sebeplerle değiştirilebileceğini başa gelecek olan kaderin bertaraf edilebileceğini bildirmiştir. Çünkü olacak her şey Allah’ın ezeli ilminde sabittir. Kader değişse de bu kulun kaderinde zaten vardır, çizilmiştir. Bu sadece bir kaderden diğerine geçiştir. Kulun acizliği ve başarılı olması dahi kaderinin bir parçasıdır.

Kader Allah’ın Bir Sırrıdır

Kader Allah’ın yarattıklarından gizlediği bir sırrıdır. Kainattaki her şeyin gerçek halini Yüce Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Kulun sapkınlığa düşmesi, hidayete ermesi, ölmesi, dirilmesi, kiminin bolca nimetlenip, kiminin de az rızık alması hepsi Allah’ın takdirindendir.

Yüce Allah’ın ezeli ilmi ile olacakları ve olan her şeyi bilmesi insanlık için ğaybı bir meseledir. Gayb ise Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir ilimdir. Ve gayb kulların nazarında meçhul bir şeydir. Bu sebepten dolayı hiç kimse kaderi, yapmış olduğu günahlara “Kaderimde vardı” diyerek delil olarak getiremez. Eğer böyle bir şey olacak olsaydı, günah işleyenlere hesap sorulamaz, zalimlere ceza verilemezdi. Müşrikler öldürülemez, had cezaları uygulanamazdı. Zalimler zulmünden alıkonulamaz, din ve dünya fesada boğulurdu.

Kul dünya yaşantısında iki türlü musibetle karşı karşıya kalır.

Birincisi: Kulun kendi elinden gelen musibeti bertaraf edecek gücü vardır. Böyle olduğu halde o musibet karşısında acizlik gösteremez, elinden geleni yapmak zorundadır.

İkincisi ise: Kul kendisine gelen musibet karşısında yapacak hiçbir şeyi yoktur. Böyle bir durumda ümitsizliğe, paniğe kapılmadan Yüce Allah’a yönelmeli, ondan probleminin çözümünü istemelidir. Çünkü Yüce Allah musibetleri daha vuku bulmadan nasıl ve ne zaman vuku bulacağını çok iyi bilir. Her musibet için meydana gelişi esnasında bazı sebepler yaratmıştır. Böylece musibetin bertaraf edilişinin yollarını da bize öğretmiştir. Dolayısıyla kul eğer sebeplere sıkı sıkı sarılırsa musibetleri bertaraf edecek gücüde kendisinde bulacaktır. Dinimiz sebeplere sarılmayı emretmiş, sebepler doğrultusunda hareket etmeyeni ayıplamıştır. Çünkü kul bu fiili ile kendisini tehlikelerden korumamıştır. Bütün bunların yanı sıra eğer kulda musibetlere karşı koyacak güç ve imkanı yoksa o zaman kul mazur olmuş olur.

Kulun sebeplere sarılması, Allah’a tevekkül etmesine engel değildir. Çünkü sebepler kaderin cüzlerinden biridir. Dolayısıyla kader sebepler ile bir bütündür. Her halükarda Allah’a tevekkül etmeyi gerektirir. Kul yapacağı işlerde sebeplere sarıldıktan sonra Allah’a tevekkül eder, ondan kaderinin hayırlı olmasını ister. Eğer başına bir musibet gelecek olursa da şöyle der: "قدر الله ما شاء فعل" “Allah takdir etti ve dilediğini de yaptı.”

Kula musibet gelmeden evvel musibeti önleyecek sebeplere sarılması gerekir. Çünkü kader ancak başka bir kader ile defedilir. Şüphesiz ki bütün peygamberler kendilerini düşmanlarından koruyacak sebeplere sarılmışlardır. Halbuki Yüce Allah onları korumuş, onlara davetleri esnasında yardım etmiş ve vahiy ile desteklemiştir. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a tevekkül edenlerin efendisi olmasına rağmen sebeplere sarılırdı.

Soru:

Rızık artar ve eksilir mi? Rızık sadece yenilen şeyler midir, yoksa kulun sahip olduğu her şey rızık mıdır?

Cevap:

İki türlü rızık vardır:

Birincisi: Allah’ın, kişinin rızkı olacağını, yiyeceğini bildiği şey. Bu rızık değişmez.

İkincisi: Allah’ın yazdığı ve meleklere bildirdiği rızık. Bu rızık, sebeplere bağlı olarak artar da eksilir de. Çünkü Allah meleklere, kul için bir rızık yazmalarını emreder. Eğer Allah’ın rahmeti kula erişirse, bu rızkı onun için arttırır. Nitekim sahih bir hadiste peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını gözet-sin.” Buhari, Buyû, 12

Aynı şekilde Davud peygamberin (a.s.) ömrü altmış sene olarak yazılmıştı. Kırk yaşına geldiğinde, Allah ömrünün yüz sene olmasını öngördü. Tirmizi, 3076

 Hz. Ömer’in şu sözü de bu kapsama girer: “Allahım! Eğer benim bedbahtlardan olmamı yazmışsan, bunu sil ve beni mutlulardan kıl. Çünkü sen dilediğini siler ve dilediğini sabit bırakırsın.

 Nuh’un (a.s.) şu sözü de buna örnektir: “Allah’a kulluk edin; O’na karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vadeye kadar tehir etsin. Nuh, 3-4 Bunun birçok örneği vardır.

Rızık elde edilmesine aracı kılınan rızıklar da yüce Allah’ın takdir edip yazdığı şeyler arasında yer alırlar. Eğer Allah, kulun çalışması ve kazancıyla rızıklanmasını öngörmüşse, ona çalışmayı ve kazanmayı ilham eder. Çalışmayla elde edilmesi öngörülen bu rızık, çalışma dışında elde edilemez. Çalışma ise iki türlüdür. Çalışmanın bir türü tamamen rızık elde etme içindir. Zanaat, ziraat ve ticaret gibi. Bir kısım çalışma da dua, tevekkül ve mahlûkata ihsan etme şeklinde olur. Çünkü kul kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder.

Rızık kavramıyla iki şey kast edilir:

Birincisi: Kulun yararlandığı şeyler.

İkincisi: Kulun sahip olduğu şeyler. “Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler. Bakara, 3 “Size verdiğimiz rızıktan harcayın. Münafikun, 10 ayetlerinde bu ikinci kısım rızık kast ediliyor. Bu, Allah’ın helâl olarak kişiyi sahip kıldığı mallardır.

Birinci kısım rızıktan ise şu ayette söz edilmiştir: “Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir. Hud, 6 Peygambe-rimizden (s.a.v.) rivayet edilen şu hadiste de bu tür rızıktan söz edilmiştir: “Kişi, kendisi için takdir edilen rızkı tamamlamadan ölmez.” İbni Mace, Ticarat, 2 Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Kul, helâl da yer haram da. Bu yedikleri, birinci kısım rızık itibariyle rızıktır, ikinci kısım rızık itibariyle değil. Kulun çalışarak kazandığı, ama yemediği şey de ikinci kısım itibariyle rızıktır, birinci kısım itibariyle değil. Çünkü bu, gerçekte miras aldığı bir maldır, kendi malı değildir. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.

Soru:

Bir adam, yol kesse, hırsızlık yapsa veya haram yese, bu yediği ve çalıp çırptığı şeyler, onun Allah tarafından garanti edilen rızkı mıdır, değil midir?

Cevap:

Bu, Allah’ın ona mübah kıldığı rızık değildir. Allah bunu sevmez ve bundan razı da olmaz. Bu nitelikteki bir maldan infak edilmesini de emretmemiştir. “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Bakara, 3 “Size rızık olarak verdikleri-mizden infak edin. Münafikun, 10 ayetlerinin kapsamına haram yollardan elde edilen mallar girmezler. Bilakis, haram yollardan elde ettiği bir şeyi infak eden kimseyi yüce Allah kınamıştır. Böyle bir kimse, dinine göre, dünya ve ahirette azabı hakkeder. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Mallarınızı aranızda haksız yollardan yemeyin. Bakara, 188 Soruda belirtilen durum, malın haksız ve batıl yollardan yenilmesi kapsamına girer.

Ancak bu, Allah’ın önceden bildiği ve takdir ettiği rızıktır. Nitekim sahih bir hadiste İbni Mes’ud peygamber efendimizden (s.a.v.) şöyle rivayet eder: “Sizden birinizin yaratılışı şöyle gerçekleşir: Anasının karnında kırk gün nütfe halinde kalır. Sonra bunun gibi kırk kan pıhtısı halinde kalır. Sonra kırk gün bir çiğnem et halinde kalır. Sonra onun yanına iki melek gönderilir ve bunlara şu dört söz emredilir ve denilir ki: Rızkını, ecelini, amelini, mutsuz veya mutlu olacağını yaz.” Buhari, Kader, 1; Müslim, Kader, 1 Allah, kulun hayır ve şer olarak işleyeceği şeyleri bildiği gibi, hayırdan dolayı sevap, şerden dolayı da ceza verecektir. Aynı şekilde helâl ve haram olarak kişinin edindiği rızıkları da yazmıştır. Bunun yanında haram yollardan elde ettiği rızıklardan dolayı kulu cezalandıracaktır.

Haram rızık, Allah’ın takdir ettiği ve meleklerin yazdığı bir şeydir. Bu da Allah’ın dilemesinin kapsamına girer, Allah’ın yarattığı şeyler arasında yer alır. Bununla beraber Allah bunu haram kılmıştır. Yasaklamıştır. Bunu işleyen kimseye, hakkettiği oranda gazap edecektir, onu yerecek ve cezalandıracaktır. Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir.

Kişi, kendisine emredilen sebebi yerine getirir ve ğücünün dışında olan hususlarda ise Allah’a tevekkül eder. Tıpkı toprağı süren ve tohumu eken kimsenin, bunları yaptıktan sonra yağmurun yağması, ekinin yeşermesi ve zararlı unsurların bertaraf edilmesi hususunda Allah’a tevekkül etmesi gibi. Aynı şekilde tüccar da mal getirmek ve bir yerden bir yere nakletmek hususunda bütün çabasını sarf eder; ancak insanların kalbine bu malı talep etme duygusun koyma, kar edeceği bir fiyatı verme gibi hususlar kulun gücü dahilinde değildir. Kişi gücünün yettiği şeyleri yaparsa, Allah, aciz kaldığı şeylerden dolayı onu cezalandırmaz. İstek belli bir şeye yönelik olmaz. Bilakis, rızkın kendisine yetmesini sağlayan şeylerle ilgili olur. Tıpkı, herhangi bir belirlemede bulunmadan, Allah’tan yeterli derecede rızık isteyerek dua eden kimse gibi.

Çalışmaya gücü yeten bir kimsenin kendisinin, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi ya da borcunu ödemesi gereken kimse gibi. Alimlerin ortak görüşüne göre, böyle bir kimsenin çalışması vaciptir. Çalışabildiği halde bunu terk ederse, günahkâr bir asi olur.

Peygamberlerin (a.s.) geneli, rızıklarını elde etmelerine yarayan işler yapmışlar, sebepler gerçekleştirmişlerdir. Nitekim İbni Ömerin rivayet ettiği bir hadiste peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyametin hemen öncesinde, insanlar tek ve ortaksız Allah’a ibadet etsinler diye, kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın gölgesindedir. Benim emirlerime muhalefet edenler için alçaklık ve küçüklük vardır. Bir kavme benzeyen onlardandır.” Ahmed, 2/50 Sahih bir hadiste peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kişinin yediğinin en üstünü kendi kazancıdır.” Nesai, Buyû, 1 Davud peygamber kendi kazancını yerdi, zırh yapardı. Zekeriya peygamber (a.s.) marangozdu. İbrahim peygambe-rin (a.s.) sürüleri vardı. Öyle ki tanımadığı kimselere semiz bir buzağı ikram edebiliyordu. Ancak varlıklı olan biri bu şekilde davranabilir.

Allah her şeyin yaratıcısıdır. Fakat Kur’an ve hadislerde kötülük ancak aşağıda işaret edilen üç şekilde yüce Allah’a izafe edilir:

Birincisi: Genelleştirme yoluyla. Allah her şeyin yaratıcısı-dır. Rad, 16, Zümer, 62 ayetinde olduğu gibi.

İkincisi: Sebebe izafe etmek sûretiyle. Yarattığı şeylerin şerrin-den...” ayetinde olduğu gibi.

Üçüncüsü: Fail hazfedilerek. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri onlara bir hayır mı diledi? Cin, 10

Bu üç ifada tarzının üçünün de Fatiha suresinde yer aldığını görüyoruz: “Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun. burada genelleştirme söz konusudur. “Nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğramışların... değil. burada ise gazabın faili hazf edilmiş. “ve saapmışların.... burada ise sapma olgusu mahlûka izafe edilmiş. Buna Hz. İbrahim’in (a.s.) şu sözünü de örnek gösterebiliriz: “Hasta olduğum zaman, bana şifa veren O’dur. Şuara, 80 Hızırın şu sözü de: “O’nu kusurlu kılmak istedim. “Böylece istedik ki, rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin. “Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler. Kehf, 79-82

Allah şöyle buyurmuştur: “O ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış... Secde, 7 “Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Neml, 88 Buna göre mahlûkat, yaratılışına esas oluşturan hikmet itibariyle hayır ve hikmetten ibarettir. Başka açıdan şer de içerse de. Bu ise, arızi ve cüz’i bir olgudur. Salt şer değildir. Bilakis, ağır basan hayır amaçlanarak işlenen şer de hikmet sahibi bir fail açısından hayrın göstergesidir. Bu işi gerçekleştirdiği mahal açısından şer olsa da.

Allah’ın kudretinin herşeyi kapsaması

Allah’ın her şeye gücü yeter. Hiçbir şey bu genelliğin dışında değildir. Fakat, varlığı tasavvur edilebilene “şey” adı verilir. Fakat özü itibariyle imkânsız olan ise, aklı başında herkesin ittifak ettiği üzere “şey” olarak değerlendirilemez.

Zıt olan şeyleri yaratma kudreti, bunları alternatifli olarak yaratma kudretidir. Allah, kulunu hareket eden yapmak istediği zaman, yapar. Onu hareketsiz yapmak istediğinde de, yapar. İman, küfür ve başka hususlar için de bu kural geçerlidir. Fakat kulun, aynı anda zıt olan iki şeyle vasfedilmesi mümkün değildir. Hem Allah’ın muttaki velilerinden sadık bir mü’min olması hem de Allah’ın düşmanı münafık bir kâfir olması gibi. Bununla beraber kul da, imandan bir şube ile nifaktan bir şubenin bulunması mümkün-dür.

Kulun bilmesi gerekir ki, Allah’ın bilgisi, kudreti, hikmeti ve rahmeti eksiksizdir, mükemmeldir, bundan daha fazlası tasavvur edilemez. Daha doğrusu, eksiksiz kemal tasavvur edildikçe, bu, yüce Allah açısından vacip olur. Bazı kullar, Allah’ın bazı hikmetlerini bilirler. Allah’ın gizlediği bazı hikmetler de onlardan gizli kalır.

Allah’ın hikmetini, rahmetini ve adaletini bilme bakımından insanlar birbirlerinden üstün olabilirler. Kulun varlıkların hakikatine dair ilgisi arttıkça, Allah’ın hikmetine, adaletine, rahmetine ve kudretine dair bilgisi de artar. Bilir ki, Allah işlediği güzel ameller ve bu amellerin sevapları itibariyle kendisine nimet bahşetmiştir. Yine bilir ki, işlediği günahlardan dolayı başına gelen azap da Allah’ın adaletinin bir göstergesidir. Günahın kendisinden sadır olması, Allah’ın takdirinin bir parçası olsa da, kendi nefsinin yetersizliğinin, acizliğinin ve bunun bir sonucu olan cahilliğinin sonucudur. Kendisinde bulunan iyilikler de Allah’ın fiilidir. Bunların varlığını Allah bahşetmiştir. Allah, nefsi yaratmış ve ona şekil vermiştir. Ona günahını da takvasını da ilham etmiştir. Günah ve takvanın ilham edilmiş olması, sınırsız bir hikmetin göstergesidir. Şayet Adem oğullarının öncekileri ve sonrakileri içindeki bütün aklı başındaki kimseler, bundan daha mükemmel bir hikmet bulmak için toplansalar, bulamazlar.

Soru:

Maktul eceliyle mi ölmüştür, yoksa katil ecelini dolmadan kesmiş midir?

Cevap:

Maktul ve diğer ölüler, ecelleri dolmadan ölmezler. Hiç kimse de önceden belirlenmiş ecelinden sonra ölmez. Hatta diğer hayvanların ve ağaçların da öne alınamaz ve ertelenemez ecelleri vardır. Çünkü bir şeyin eceli, ömrünün sonudur. Bir şeyin ömrü de hayatta kalış süresidir. Buna göre, ömür, hayatta kalış müddeti, ecel de ömrün sona ermesi demektir.

Sahihi Müslim’de ve başka kaynaklarda peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah, gökleri ve yeri yaratmazdan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderlerini belirlemişti. O sırada Allah’ın arşı suyun üzerindeydi.” Müslim, Kader, 16 Sahihi Buhari’de ise peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah vardı ve Ondan önce hiçbir şey yoktu. Arşı suyun üzerindeydi. Her şeyi zikirde yazdı. Gökleri ve yeri yarattı.-rivayetin bir diğer versiyonunda lafız şöyledir:- sonra gökleri ve yeri yarattı.” Buhari, Bed’ul halk, 1 Yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler. Nahl, 61

Daha olmadan, Allah, olanı bilir. Bunu yazmıştır da. Şunun karın ağrısıyla, şunun zatulcenab hastalığıyla, şunun yıkıntı altında kalarak veya boğularak, yahut başka sebeplerle öleceğini bilir. Şunun, zehirlenerek veya kılıçla yahut taşla ya da başka bir şeyle öldürüleceğini bilir.

Allah’ın bütün bunları bilmesi ve yazması, hatta her şeyi dile-mesi ve her şeyi yaratması, kişilerin bunlardan dolayı övülmelerine, yerilmelerine, sevap kazanmalarına veya cezalandırılmalarına engel değildir. Bilakis, Allah yolunda cihad eden kimse gibi, bir insan, Allah’ın ve resulü’nün emri uyarınca birini öldürürse, bundan dolayı sevap kazanır. Yol kesenlerin ve saldırganların yaptığı gibi, bir kimse de Allah ve resulü’nün haram ettiği şekilde birini öldürürse, bundan dolayı cezalandırır. Kısas olayında olduğu gibi, mübah olarak birini öldürürse, ne sevap kazanır, ne de ceza görür. Ancak bu bağlamda iyi ya da kötü bir niyet taşımış olması başka.

İki türlü ecel vardır: Allah’ın bildiği mutlak ecel... Şartlara bağlı ecel.... Bununla, peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözlerinin anlamı anlaşılmış oluyor. Buyuruyor ki: “Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını gözetsin.” Buhari, Buyû, 12 Çünkü yüce Allah, meleğe şöyle emretmiştir: Ecelini yaz. Ama sıla-ı rahmi gözetirse, ona fazladan şu kadar ömür vereceğim.... Melek, ömrün uzatılıp uzatıl-mayacağını bilmez. Fakat Allah, işin nereye varacağını bilir. Bu sonuç da gerçekleştiği zaman, ecel ne bir saat ileriye alınır, ne de bir saat ertelenir.

Allah’ın hükmü iki türlüdür: Yaratma ve Emretme.

Birincisinin kapsamına, takdir ettiği musibetler girer.

İkincisinin kapsamına, emir ve yasakları girer. Kul, her iki durumda da sabretmekle yükümlüdür. Dolayısıyla yapması emredi-len şeyi yapmak ve yasaklanan şeyi de terk etmek hususunda sabretmesi gerekir. Aynı şekilde Allah’ın takdir ettiklerine sabretmesi de lazım gelir.

İnsanlar dört kısma ayrılırlar

1) Kendisi için değil, rabbi için buğzedenler. 2) Rabbi için değil, kendisi için buğzedenler. 3) Her ikisi için de buğzedenler. 4) Her ikisi için de buğzetmeyenler...

Kadere tanıklık etmek hususunda da dört kısma ayrılırlar.

1) İyiliğin Allah’ın fiili, kötülüğünse kendisinin fiili olduğuna inananlar. 2) İyiliğin kendi fiili, kötülüğünse Allah’ın fiili olduğuna inananlar. 3) Her ikisinin de Allah’ın fiili olduğunu düşünenler. 4) Her ikisinin de kendi fiili olduğunu düşünenler...

İşte Rububiyeti müşahede etme hususunda insanlar bu dört gruba ayrılırlar. Bu, insanların Allah ve kendileriyle ilgili olarak takındıkları tavırların odaklandığı taksimdir. Ayrıca Allah ve kendileriyle de bu şekilde gruplanırlar. Salt olan taksim ise, Allah ile Allah için amel etmektir. Kendisiyle kendisi için değil.

Saidler ve Şakiler

Soru: Sırf mutluluğa özgü kılınmış veya sırf mutsuzluğa özgü kılınmış topluluk yahut mutsuz olmayacak mutlu ya da mutlu olmayacak mutlu var mıdır? Şayet bizden önce amellerin varlığı söz konusuysa, o zaman amel etme hususunda nefsi yormanın ve onu lezzetlerden alıkoymanın ne anlamı var? Değil mi ki ezelde yazılan şey kaçınılmaz olarak gerçekleşecek?

Bu Meseleye Resulullah’ın Cevabı

Cevap: Allah Resulu (s.a.v.) birden çok hadiste bu soruya cevap vermiş.

Müslim sahihinde Züheyr’den, Ebu Zübeyr’den ve Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet eder: Süraka b. Malik b. Cü’süm geldi ve dedi ki: “Ya Resulallah! Sanki şu anda yaratılmışız gibi bize dinimizi açıkla. Bu gün ne için amel edilir? Kalemlerin mürekkep-lerinin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için mi? Buyurdu ki: “Bilakis; kalemlerin kuruduğu ve kaderlerin takdir edildiği şeyler için. Dedi ki: Şu halde neden amel etmeyelim ki? Züheyr şöyle der: Burada Ebu Zübeyr anlamadığım bir şey söyledi. Ne dediğini sordum. Dedi ki: Amel edin, çünkü herkese kolaylaştırılır.” Müslim, Kader, 8

Buhari ve Müslim’de Ali’den (r) şöyle rivayet edilir: “Bir gün Resulullah (s.a.v.) elinde bir değnek yeri eşeliyordu. Bir ara başını kaldırdı ve şöyle dedi: Sizden hiç kimse yoktur ki cennetteki ve cehennemdeki menzili şu anda biliniyor olmasın. Dediler ki: “Ya Resulallah! O halde ne diye amel ediyoruz? Tevekkül etsek daha iyi olmaz mı? Buyurdu ki: Hayır; amel edin! Çünkü herkese, yaratıldığı akıbete uygun ameller kolaylaştırılır.” Ardından şu ayetleri okudu: “Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı da yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. Leyl, 5-10 Buhari, Kader, 4

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu ve benzeri hadislerde, Kur’an’ın da haber verdiği gibi, yüce Allah’ın, kulların varacakları mutluluk ve mutsuzluğu önceden bildiğini, yazdığını ve takdir ettiğini haber veriyor. Kulların ve başka varlıkların hallerini önceden bilip yazdığı gibi. Nitekim Buhari ve Müslim’de Abdullah b. Mesud’dan şöyle rivayet edilir: Doğru sözlü ve sözleri her zaman doğrulanan Resulullah (s.a.v.) şöyle anlattı: “Sizden her birinizin ana rahmindeki yaratılışının ilk kırk günü nütfe şeklinde geçer. Sonraki kırk günde bir kan pıhtısı olur. Ondan sonraki kırk günde bir çiğnem et olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle ona gönderir. Melek onun amelini, ecelini, rızkını, mutsuz veya mutlu oluşunu yazar. Sonra onun içine ruh üfler. Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, içinizden biri sürekli olarak cennet ehlinin amelini işler, nihayet onunla cennet arasında bir zira kadar mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam ateş ehlinin amelini işleyerek ateşe girer. Yine içinizden biri sürekli olarak ateş ehlinin amelini işler, nihayet onunla ateş arasında bir zira kadar bir mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer.” Buhari, Bed’ul halk, 6

Yüce Allah’ın varlıkları ve türlerini yaratmadan önce onları bildiğine, yazdığına, hükmettiğine ve takdir ettiğine dair nasslar ve rivayetler oldukça fazladır.

Resulullah efendimiz (s.a.v.) bunun, mutluluk ve mutsuzluğa yol açan amellerin varlığına engel olmadığını, mutluluk ehli olana mutluluk ehlinin amelinin kolaylaştırıldığını açıklamış, kişinin nasıl olsa önceden yazılmış bir kader vardır diye amel etmeyi terk etmesini yasaklamıştır. Bu yüzden önceden yazılmış kadere güvenerek emredilen amelleri terk edenler, amel olarak en büyük hüsrana uğrayan, emekleri dünya ve ahirette boşa giden kimselerdir. Dolayısıyla yapmakla yükümlü oldukları amelleri terk edişleri, kendileri için takdir edilip de kendilerine kolaylaştırılan mutsuzluk ehlinin amelleri arasında yer alır. Çünkü mutluluk ehli olanlar, emredilenleri yapıp yasaklananlardan kaçınan kimselerdir. Bu bakımdan, kadere yaslanarak kendisine emredilen vacip amelleri terk edip, yasaklanan amelleri işleyen kimse, kendilerine mutsuzluk ehlinin amelleri kolaylaştırılan mutsuzlardan biridir.

Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu son derece doğru ve isabetli cevabı, Tirmizi kanalıyla rivayet edilen bir diğer hadiste yer alan şu cevabına benziyor: Denildi ki: “Ya Resulallah! İlaçlarla tedavi olalım mı? Ayet ve dua ile hastalıktan korunalım mı? Hastalık korkusuyla önceden tedbir alalım mı? Bunlar, Allah’ın takdir ettiği bir şeyi engeller mi? Buyurdu ki: Bunlar da Allah’ın takdirleridir.” Tirmizi, Tıp, 21

Çünkü yüce Allah, varlıkların bütün durumlarını ve mahiyetlerini bilir, buna göre yazar. Allah, bir şeyin amel veya başka sebepler aracılığıyla olacağını bilip yazdığında ve bunu takdir ettiğinde, bu gibi şeylerin, Allah’ın sebep kıldığı şeyler olmadan olabileceklerini düşünmek caiz değildir. Bu durum, bütün hadiseler için geçerlidir.

Bir örnek verecek olursak: Allah, şu erkek ve kadının bir çocuğunun olacağını bilip yazdığı zaman ve Allah bunun gerçekleşmesini kadınla erkeğin birleşmelerine, çocuğun oluşumunu sağlayan meninin ana rahmine akmasına bağlı kıldığı vakit, artık Allah’ın, çocuğun varlığını bağlı kıldığı sebep olmaksızın çocuğun var olabilmesi caiz değildir. Çocuğun olmasının sebepleri, alışıla gelen (normal) ve alışık olunmayan (normal ötesi) olmak üzere iki kısma ayrılırlar.

Normal sebepler: Ademoğullarının bir anne ve bir babadan dünyaya gelmeleri.

Normal ötesi sebepler: Bir insanın sadece bir anneden dünyaya gelmesi, İsa (a.s.) gibi. Ya da sadece bir babadan dünyaya gelmesi, Havva gibi. Yahut anasız ve babasız dünyaya gelmesi, insanlığın atası Adem’in çamurdan yaratılması gibi.

Allah bütün sebepleri önceden bilmiş ve yazmıştır. Onları takdir etmiş, hükme bağlamıştır. Bunların sonuçlarla irtibatlarını da önceden belirlemiştir. Bitkilerin yaratılmasına aracı olan yağmurun yağması gibi sebepler de bu kapsama girer. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor:”Ve Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında... Bakara, 164 “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. Araf, 57 “Ve her canlı şeyi sudan yarattık. Enbiya, 30 Bunun gibi daha birçok ayeti örnek gösterebiliriz. Şu halde bunların tümü önceden takdir edilmiş ve bilinen şeylerdir. Oluşlarından önce hükme bağlanıp yazılmışlardır.

Soru: 

Yüce yaratıcı saptırır mı hidayete mi erdirir?

Cevap:

Varlık aleminde olan her şey Allah tarafından yaratılmıştır. Her şeyi dilemesi ve kudretiyle yarattı. O’nun istediği olur, istemediği de olmaz. Veren de O’dur, vermeyen de. Alçaltan da O’dur, yükselten de. Üstün kılan da O’dur, alçaltan da. Zengin eden de O’dur, fakir eden de. Kimini saptırır, kimini de doğru yola iletir. Kimini mutlu eder, kimini bedbaht. Mülkü dilediğine verir, dilediğinden de çekip alır. Dilediği kimsenin göğsünü islâma açar, dilediği kimselerinde göğsünü göğe yükseliyormuş gibi sıkıştırır. O, kalpleri çekip çevirendir. Bütün kulların kalpleri Rahman’ın iki parmağının arasındadir. Bunlardan dilediğini dosdoğru tutar, dilediğini de kaydırır. Mü’minlere imanı sevdiren, onu kalplerine süslü gösteren, onların küfürden, fısktan ve günahtan tiksinmelerini sağlayan O’dur. İşte bunlar doğru yol üzere olanlardır.

Allah her şeyin yaratıcısı, rabbi ve sahibidir. O’nun dilediği olur, dilemediği de olmaz. O’nun her şeye gücü yeter. Kulu, sabırsız, aceleci, kendisine bir kötülük isabet ettiğinde feryadı basan, kendisine bir iyilik dokunduğunda ise, başkasına vermeyen bir karakterde yaratmıştır. Bununla beraber kul, gerçek bir faildir, bir dilemesi ve kudreti vardır. Nitekim yüce Allah bu hususla ilgili olarak şöyle buyur-maktadır: “Sizden doğru yolda gitmek isteyenler için. Alemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” Tekvir, 28-29

“Şüphesiz bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine doğru bir yol tutar.Sizler ancak Allah’ın dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz.” İnsan, 29-30

“Asla! Bilsinler ki bu, gerçekten bir ikazdır. Dileyen öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya layık O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.” Müddessir, 54-56

Müsbetlikte ve menfilikte kaderin hakkına tecavüz etmemek gerekir, örneğin, rızkı temin etmek, esbaba tevessüle bağlı kılınmıştır, Rızık konusunda insanlar üçe ayrılırlar;

1)- Rızkı ben kazandım diyen (kafirler)

2)- Rızkı Kabbim verdi diyen (mü'minler.)

3)- Rızkı manevi şekilde bulanlar (muhlisler)

 Allah ile birlikte başka bir yaratıcı yoktur.

İnsanın kendi fiillerini yarattığını iddia ederek kaderi inkar eden Kaderiyye ve biri hayır diğeri şerri yaratan iki ilaha inanan Mecusiler'in aksine müellifin vurguladığı Allah’ın tek yaratıcı oluşu yargısı elbetteki insanların fiillerini de kapsamaktadır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) geleceğe dair verdiği bilgiyle bizleri kaderin inkar edilişine dair uyarmaktadır:

“Her ümmetin Mecusi'si vardır. Benim ümmetimin Mecusileri ise 'Kader yoktur' diyenlerdir. Onlardan biri ölürse, cenazesine katılmayın, hasta olursa ziyaretine gitmeyin. Onlar Deccal taifesidir. Allah’ın onları Deccal’e ilhak ettirmesi (ona katılmış bir grup olarak değerlendirmesi) hakkıdır.” (Ebu Davud)

Allah (azze ve celle) insanları ve fiillerini yaratığını buyurmaktadır:  “Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.” (es-Saffat 37/96)

Allah, insanoğlunu iyi ve kötüyü seçme hususunda serbest bırakmıştır:

"Şüphesiz Biz ona (doğru) yolu gösterdik; ister şükreder, ister nankörlük eder." (İnsan 76/3)

Allah, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran peygamberler göndermiş insanoğlunu sapkınlıktan kurtulmaya davet etmiştir. Neticesinde Allah insanları fiillerinden sorumlu tutmuştur. İnsanlar fiillerinin karşılığı olarak da, Cennet yahut Cehennem ile mükafatlandırılacaktır. İmam Buhari, bu hususta Halk Efal’ul İbad (Kulların Fiilleri Yaratılmıştır) isimli müstakil bir eser yazmıştır.

 Cenaze Namazında Dört Tekbir Vardır

Cenaze namazında dört tekbir söylenilmelidir. Bu; Malik ibni Enes, Süfyan es-Sevri, Hasan ibni Salih, Ahmed ibni Hanbel ve fakihlerin görüşüdür ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin kavlidir.

Buhari ve Müslim tarafından nakledilen Hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Necaşi’nin cenaze namazında dört tekbir getirdiği kaydedilmiştir.

Ebu Hureyre (radiyallahu anh)'dan rivayet olundu ki (o, şöyle demiştir): "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Necaşi'nin vefatını, Necaşi öldüğü gün bizzat haber verdi. Akabinde namaz yerine çıktı, sahabilerini saf yaptı ve dört tekbir aldı." (Buhari; Müslim)

Herbir Yağmur Damlası ile Gökten Yeryüzüne İnen bir Melek Vardır

Herbir yağmur damlası ile, Aziz ve Celil olan Allah’ın kendisine emrettiği yere (yağmur tanesini) yerleştirene kadar gökten yeryüzüne inen bir melek olduğuna iman (etmek gerekir).

İmam Taberi, bu görüşü sahih bir isnadla, tabiin döneminin önder imamlarından Hakem ibni Uteybe (H115)’den nakleder. (Taberi, Tefsir, 14/19) Ebu’ş Şeyh (Azamet, 761) ve İbni Kesir (el-Bidaye ve’n Nihaye) ise Tabiin döneminin bir başka önder imamı olan Hasan el-Basri’den bu görüşü hasen isnad ile nakletmişlerdir.

Mekke Müşriklerinin Ölüleri; Bedir Günü, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sözlerini İşittiler

Bedir Günü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kuru kuyuya atılan (müşrik ölüler) ile konuştuğunda müşriklerin (ölülerinin) onun kelamını işittiklerine iman (etmek gerekir).

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Günü, müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerinin isimlerini birer birer zikretmiş ve onlara hitaben "Rabbinizin size vaadettiğini hak buldunuz değil mi?" diye sormuştur: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Bedir Günü, müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerine şöyle seslenmiştir: "Ya Ebu Cehil ibni Hişam! Ya Umeyye ibn'ul Halef! Ya Utbe ibni Rebia! Ya Şeybe ibni Rabia! Rabbinizin size vaadettiğini hak buldunuz değil mi? Ben Rabbimin bana vaadettiğini hak buldum. Ömer (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sözünü işitmiş de: Ya Rasulullah! Nasıl işitsinler, nasıl cevap versinler ki? Hepsi leş olmuşlar, demiş. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki: Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitir değilsiniz. Lakin onlar cevap vermeye kadir olamazlar." (Buhari; Müslim)

Allah Hastalık Sebebiyle Kulunun Günahlarını Siler

Bir adam hastalandığında, Allah’ın onu hastalığı sebebiyle ödüllendireceğine iman (etmek gerekir).

Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: “Ben Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hastalığında vücudu hummanın hararetinden şiddetle sarsıldığı sırada huzuruna vardım ve: Ya Rasulullah, şübhesiz ki, humma hararetinden çok ıztırab çekmektesin! dedim. Ardından: Ya Rasulullah, bu şiddetli hummanın şüphesiz iki kat ıztırabı var, elbette buna karşılık size de iki kat ecr ve mükafat vardır diye arzettim. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Evet. Herhangi müslümana bir eza isabet ederse, muhakkak ağacın yapraklarının düşmesi gibi, Allah o Müslümandan günahlarını düşürür, buyurdu.” (Buhari; Müslim)

İsabet eden bela, eza ve hastalıkların müslümanın günahlarına kefaret olması ve günahlarını silmesi ile alakalı alimler arasında bazı ihtilaflar vardır.

"Müslümana isabet eden musibet sebebiyle Allah kulunun sadece küçük günahlarını mı siler yoksa bütün günahlarını mı siler?" şeklindeki ihtilafa dair İbni Hacer şöyle der: “(Hadisin) zahiri umumen bütün günahlara aid olmasını ifade eder, lakin alimlerin çoğunluğu bunu küçük günahlara has kılmışlardır.” (İbni Hacer, Feth’ul Bari, 13/14)

Bu mevzuda nakledilen çok sayıda hadisden anlaşıldığı üzere, kişiye isabet eden musibetler günahların silinmesine vesile olduğu gibi aynı zamanda kişinin sevap kazanmasına ve derecesinin yükselmesine de vesile olur. Bu noktada alimler arasında bir başka ihtilaf da, "kişinin sevap kazanması ve derecesinin yükselmesi bizzat hastalık sebebiyle midir yoksa hastalığa tutulan şahsın buna sabretmesi sebebiyle midir?" şeklinde cereyan etmiştir. Kurtubi, İzz ed-Din ibni Abd’us Selam, Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Hafız ibni Kayyım ve onlarla aynı görüşte olan alimlere göre; musibetler, hastalıklar ve ezalar sadece işlenmiş günahlara verilen karşılıktır ki böylelikle Allah kişinin günahlarını siler. Yani musibetler, hastalıklar ve ezalar günahlara kefaret olur ancak kişi bundan dolayı sevap kazanmaz ve derecesi de yükselmez zira sevap yalnız kesb yolu ile kazanılır yani insan sevabı işlediği ameli ile kazanır, mücerred musibetin isabet etmesi ile kazanmaz. Bu görüş Abdullah ibni Mes’ud (radiyallahu anh)’dan sahih olarak nakledilmiştir. Diğer taraftan, Karafi, İmam Nevevi, Hafız ibni Receb el-Hanbeli, Hafız İbni Hacer el-Askalani ve onlarla aynı görüşte olan diğer alimlere göre; mücerred musibetin büyüklüğüne göre günahlara kefaret olur günahlar silinir, kişi musibete karşı sabrederse kefaret daha çabuk elde edilir ve karşılık büyür. Hafız İbni Hacer, ilgili hadisin şerhinde geniş açıklamalar yapar. (İbni Hacer, Feth’ul Bari)

Allah Şehidleri Ödüllendirir

Allah şehidi (Allah yolunda) ölümü sebebiyle ödüllendirir.

Çocuklar Bu Dünyada Ağrı Hisseder

Çocukların bu dünyada kendilerine bir musibet isabet ettiğinde ağrı hissettiklerine iman (etmek gerekir). Bekre ibni Uhti Abd’ul Vahid “onlar ağrı hissetmez!“ demiş ve yalan söylemiştir.

Bekre ibni Uhti Abd’ul Vahid ibni Zeyd el-Basri. Ehli Zühd ve Ehli Bidat’ın liderlerindendir. İbni Hazm onun Havaric fırkasına mensup olduğunu söyler. Küçük günahlardan birini dahi işleyenin kafir ve müşrik olduğunu ve Cehennem’e gideceğini söyler. Bedir Ehli'nden olup da günah işleyenlerin kafir ve müşrik olduğunu ancak Cennet’e gireceklerini söyler. (İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 2/60-61)

İbni Hacer, Bekre ibni Uhti Abd'ul Vahid’in talebesi Abdullah ibni İsa’dan çocukların bu dünyada agrı hissetmeyecekleri görüşünü nakleder. Ardından da, İbni Kuteybe’nin bu görüşü bizzat Bekre ibni Uhti Abd’ul Vahid’den naklettiğini söyler: "Abdullah ibni İsa derki: Deliler, çocuklar ve hayvanlar başlarına gelen hastalıklardan dolayı ağrı çekmezler, çünkü Allah hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez. İbni Kuteybe ise bu ağrılar meselesini Bekre’nin kendisinden nakleder." (Lisan’ul Mizan, 2/358-359)

Allah’ın Rahmeti ile Olması Müstesna Hiç Kimse Cennet’e Giremez

Bil ki; Allah’ın rahmeti olmadan hiç kimse Cennet’e giremez. Allah hiç kimseyi günahlarının miktarının karşılığı olmaksızın cezalandırmaz. Eğer onların hepsini; gökyüzündekileri, yeryüzündekileri, iyi ve facir olanlarını cezalandırırsa, onlara karşı adilce azab etmiş olur.9

Ubeyy ibni Kab (radiyallahu anh)’ın naklettiği bir hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazip etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu." (Ebu Davud; İbni Mace; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, Sahih)

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Allah’ın zulme kadir olduğunu ancak adaleti, hikmeti ve rahmeti gereği zulmü terkettiğini söylemektedir: "Zulmü reddeden bu deliller ispatlamaktadır ki, (Allah’ın) cezasında adalet olacak ve amel sahibi kendi amellerini azaltmamalıdır. Allah’ın azablandırdığı kişiler hakkında dediği sözler de bunun gibidir:

"Biz onlara zulmetmedik, ancak onlar kendi nefislerine zulmettiler. Böylece Rabbinin emri geldiği zaman, Allah'ı bırakıp da taptıkları ilahları, onlara hiç bir şey sağlayamadı." (Huud 11/101);

"Biz onlara zulmetmedik; ancak onların kendileri zalimlerdir." (ez-Zuhruf 43/76)

Katillerin cezasının günahlarının karşılığında adalet olduğu beyan ediliyor, yoksa; onlara zulmetmedik ve hiçbir günahları olmadan onları cezalandırdık manasını ifade etmiyor. Sünen’deki   

"Eğer Allah, sahip olduğu göklerin halkını ve yer (küresin)in halkını tazip etseydi onlara zulüm etmiş olmadan azab vermiş olurdu. Eğer onlara merhamet etseydi Allah'ın rahmeti, onlar için kendilerinin işledikleri amellerinin karşılığından daha hayırlı olurdu." Hadisi de beyan etmektedir ki; eğer azap sözkonusu olsa mutlaka onlar buna (azaba) layık oldukları için sözkonusu olurdu yoksa hiçbir günahları olmadan (azabın) sözkonusu olacağını göstermemektedir. Bu da göstermektedir ki, günah işlememiş birini cezalandırmak da red olunmuş zulümdendir." (Mecmu'ul Feteva, 18/138-144)

Aziz ve Celil olan Allah’ı zalim olarak tarif etmek Caiz değildir çünkü zalim kendisine ait olmayanı alandır oysaki mahlukat ve emir Allah'ındır. Mahlukat O’nun yarattıklarıdır ve dünya evi O’nun evidir. Yaptıklarından sorguya çekilmez, ama onlar (yarattıkları) sorguya çekilecektir. “Neden?” ve “Nasıl?” diye sorulmaz. Allah ve yarattıkları arasına kimse (aracı) giremez.

Aziz ve Celil olan Allah, kulunun duasını işitip cevap vermektedir. Dolayısıyla kişinin herhangi birini aracı kılması manasızdır. Üstelik Aziz ve Celil olan Allah, aracıya ihtiyaç duymadığı gibi bundan münezzehtir. Aracılık şirki önceki toplumlarda olduğu gibi günümüz müşrik toplumunda da çok sık rastlanılan şeylerdendir. Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır:

"Kullarım sana, Beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) Benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar." (el-Bakara 2/186)

 Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hadis’ini Kabul Etmeyenin İslam’ından Şüphe Et!

Bir adamın Asarı (nakilleri/hadisleri) ta'n ettiği (eleştirdiği)ni; kabul etmediğini yahut Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin haberlerini inkar ettiğini işitirsen, onun İslam’ından şüphe et zira o kötü bir söz ve mezhep (yol, görüş) sahibidir. O (böylelikle) şüphesiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme ve ashabına ta'n ediyor. Biz Allah’ı ve Rasulü'nü, Kur’an’ı ve dünya ve ahiretdeki hayrı ve şerri yalnızca Asarlar ile biliyoruz.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu tehlikeye karşı ümmetini uyarmıştır:

"Sakın sizden birinizi koltuğuna yaslanmış otururken, kendisine emrettiğimiz veya yasakladığımız hususlardan bir husus geldiğinde: Biz bunu bilmiyoruz. Biz Allah'ın Kitabı'nda ne bulduksa ona tabi oluruz, diyen biri olarak görmeyeyim." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace);

"Dikkat edin! Bana Kitap, bir de Vahy-i Gayri Metluv (onun kadarı) verilmiştir. Yakında karnı tok olan ve koltuğuna yaslanan bir kişi: Siz sadece bu Kur'an'a sarılın. Siz onda neyin Helal olduğunu görürseniz onu Helal sayın ve neyin de Haram olduğunu görürseniz onu Haram sayın, diyecektir." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned);

"Dikkat edin olabilir ki, koltuğuna yaslanan bir kimseye benim Hadisim ulaşır. O da der ki: Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitabı bulunmaktadır. Onda neyin Helal olduğunu görürsek onu Helal sayarız. Neyin de Haram olduğunu görürsek onu Haram sayarız. Dikkat edin. Allah'ın Rasulu'nün Haram kıldığı, Allah'ın Haram kıldığı gibidir." (Tirmizi; Darimi)

Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dışında herkesin görüşü alınır yahut terkedilir." (Subki, Feteva, 1/148) İmam Malik, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabrini göstererek: “Bu kabir sahibinin dışında, herkes söylediklerinden tenkide tabi tutulur, demiş ve Allah Rasulü’nün kabrine işaret etmiştir. (İbni Abd’il Berr, Cami’ul Beyan’il İlm ve Fadlihi, 1/91: el-İhkam fi Usul’il Ahkam, 1/45) Ebu Davud şöyle der: “Ahmed’i şöyle söylerken işittim; Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in dışında herkesin görüşü alınır veya terkedilir.” (Ebu Davud, Mesail İmam Ahmed, 276)

İmam Ahmed yine şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hadisini inkar eden helakın eşiğindedir!..” (Tabakat’ul Hanebila, 2/15; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 1/97)

Kur’an’ın Açıklanması İçin Sünnet’e İhtiyaç Vardır

Sünnet’in Kur’an’a ihtiyaç duymasından çok, Kur’an Sünnet’e ihtiyaç duyar.

Bu söz, selefden birçoklarından nakledilmiştir. Sa'id ibni Mansur, İsa ibni Yunus, Evzai (İbni Abd’il Berr, el-Cami; Şatibi, Muvafakat), Mekhul el-Şami’den (Hatib, el-Kifaye, 14) nakledilmiş ayrıca bunun bir benzeri Yahya ibni Ebi Kesir’den nakledilmiştir: "Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir. Kur'an ise Sünnet üzerinde hüküm verici değildir." (Darimi, es-Sünne, 1/153; İbni Şahin, Şerh Mezahib Ehl’üs Sünne, 4648; İbni Kuteybe, Tevil'ul Muhtelif'ul Hadis, 199)

Şatibi’nin naklettiği üzere: İmam Evzai: "Kitab'ın Sünnet’e olan ihtiyacı, Sünnet’in Kitab'a olan ihtiyacından daha çoktur." derdi. İbni Abd’il Berr de: "O bu sözüyle; ‘Sünnet, Kitab üzerine hükmeder ve ondan muradın ne olduğunu açıklar.’ demeyi kastetmiştir" demiştir. (İmam Şatıbi, el-Muvafakat) İbni Kuteybe şöyle der: "İsa ibni Yunus el-Evzai’den, o da Yahya ibni ebi Kesir'den rivayet etti ki o, şöyle demiştir: Sünnet, Kur'an üzerinde hüküm vericidir. Kur'an ise Sünnet üzerinde hüküm verici değildir. Yani demek istiyor ki: Sünnet Kur'an'ı açıklayıcıdır. Allah'ın Kur'an'da ne murad ettiğini (Sünnet) haber verir." (Tevil'ul Muhtelif'ul Hadis, 199) İmam Ahmed’e Sünnet’in Kur’an üzerinde hükmetmesi meselesi sorulduğunda dedi ki: "Böyle birşeyi söylemeye cüret edemem ancak Sünnet Kur’an’ı tefsir eder, tarif eder ve izah eder." (Hatib el-Bağdadi, el-Kifaye fi İlm’ir Rivaye, 15) Bunu Abd’il Berr de, Fudeyl ibni Ziyad kanalıyla İmam Ahmed’den nakleder. (İbni Abd’il Berr, el-Cami, 191-192)

Bu husus, Allah’ın şu buyruğu ile de uyum içerisindedir:

"İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik." (en-Nahl 16/44)

Allah’ın Kaderi Hakkında Kelama Dalmak Yasaktır

Hususi olarak kader hakkında (yerme kasdı ile); kelam(a dalmak), cedel (yapmak) ve husumet (gütmek) bütün fırkalar nezdinde yasaktır. Zira Kader Allah’ın sırrıdır. Celil olan Rabb, enbiyanın (peygamberlerin) kader mevzusunda (bu şekilde) konuşmalarını neyh etmiştir (yasaklamıştır). Nebi sallallahu aleyhi ve sellem kader konusunda husumeti neyh etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı ve Tabi’un bunu Kerih görmüştür. Ulema (alimler) ve Ehli Vera da (Haramlardan ve şüpheli şeylerden uzak duran kişiler) kader üzerine cedeli Kerih görmüştür. Sana düşen; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bütün meselelerde söylediklerine teslim olmak, ikrar etmek (tasdik etmek), iman etmek ve i'tikad etmektir, bundan başka meselelerde ise sükuttur (susmaktır).

İsra ve Mirac’a İnanmak

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin bir gece gökyüzüne kaldırıldığı, Arş’a çıkarıldığı, Allah'ın kelamını işittiği, Cennet’e girdiği, ateşi (Cehennemi) gördüğü, melekleri gördüğü, peygamberlerin kendisine gösterildiği, Aziz ve Celil olan Allah ile konuştuğuna iman (etmek gerekir). (Rasulullah) Arş’ın örtüsünü, Kursi’yi ve gökte ve yerdekilerin tümünü uyanık vaziyette gördü. Cebrail (aleyhi selam) onu gökleri gezdirerek taşıyan Burak üzerinde götürdü. O gece beş vakit namaz ona farz kılındı. Aynı gece Mekke’ye geri döndü bu (olanlar) Hicret’ten önce oldu.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) İsra ve Mirac vuku bulduğunda, (Mekke’deki) Mescid-i Haram’dan, (Kudüs’deki) Mescid-i Aksa’ya ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan "Burak" ile gelmiştir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

 

"Bana Burak'ı getirdiler -bu merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı- ben buna binerek Beyt-i Makdis’e (Süleyman Mabedi’ne) geldim ve Burak'ı benden önceki peygamberlerin hayvan bağladıkları halkaya bağladım." (Buhari; Müslim)

‘Burak’ ismi, bu binite renginin son derece parlak olması sebebiyle veya hızı şimşeği andırdığı için verilmiştir. (Nevevi, Şerh'ul Müslim, 2/210; İbn'ül Esir, en-Nihaye, 1/120) ‘Burak’ katırdan küçük, merkepten büyük beyaz renkli çarptığında ayaklarını hızlandıran, uyluğunda iki kanadı olan ve adımını gözünün gördüğü mesafenin biraz daha ilerisine atabilen bir binek hayvanıdır. (İbni Sa'd, Tabakat, 1/214; Aliyy'ul Kari, Şerh'uş Şifa, 1/381) Rivayetlerde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den önceki bazı peygamberlerin de bu binite bindiği vakidir. (İbni Hişam, es-Siret'un Nebevi, 2/397; İbni Sa'd, Tabakat, 1/150)

İsra ile alakalı nakledilen rivayetler Sahih’tir ve Buhari, Müslim gibi çok sayıda muhaddis tarafından nakledilmiştir.

Suyuti, "el-Ayat’ul Kubra fi Şerh Kıssat’il İsra" ismini verdiği müstakil bir eser kaleme almış ve eserinde İsra ile alakalı rivayet edilen hadisleri derlemiştir. Suyuti “Kıtaf’ul Ezhar’il Mutesanira fi’l Ahbar’il Mutevatira” isimli eserinde ise, İsra ve Mirac ile akalalı olarak yirmiyedi sahabeden rivayetler bulunduğunu dolayısıyla İsra ve Mirac hakkındaki hadislerin mutevatir olduğunu söyler.

Şehidlerin Ruhları Yeşil Kuşların Kursağındadır!

Bil ki; şehidlerin ruhları Cenneti (serbestçe) gezip-dolaşan ve Arş’ın altındaki kandillerde4 barınan yeşil kuşların kursağındadır.

İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Şehidlerin ruhları, Allah katında (ahirette), yeşil kuşların içlerine girerler, gündüzleyin Cennet’te, istedikleri gibi gezerler. Sonra Arş’ın altında bulunan kandillerin içine barınırlar.” (Müslim)

Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet edildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Uhud savaşında kardeşlerimiz şehit olunca Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine yerleştirdi. Onlar Cennet nehirlerinden içerler, meyvelerinden yerler ve Arş’ın gölgesi altında asılı bulunan altın kandillere konarlar. Onlar yiyecek ve içeceklerinin tadını, eğlenip dinlendikleri yerin güzelliğini görünce de: Kardeşlerimizin cihaddan uzak durmamaları ve savaştan yüz çevirmemeleri için, bizim Cennet'te rızıklandırıldığımızı onlara kim bildirecek?, dediler. Allah Te'ala: Sizin arzunuzu onlara Ben duyururum, buyurdu. Bunun üzerine bu ayetler indi:

“Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilakis onlar Rabb’leri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.” (Al-i İmran 3/169-170).” (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet olunduğuna göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Uhud'da, arkadaşlarınız vurulduğu zaman, Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Cennet gündüzlerinde, gelir. Cennet meyvelerinden yerler. Sonra Arş’ın altında asılı olan altın kandillerin içinde barınırlar.” (Ebu Davud; Ahmed; Hakim; Beyheki)

Sa'id ibni Mansur, İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: “Şehidlerin ruhları, yeşil kuşların içine girerler. Cennet ağaçları içinde uçuşurlar, meyvesinden yerler.”

Baki ibni Muhalled, Ebu Sa'id el-Hudri (radiyallahu anh)’dan rivayet ettiğine göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Şehidler, sabah gelir, akşam giderler. Sonra Arş'a asılı kandillerin içine barınırlar. Cenab-ı Hakk onlara: Size yaptığım ikramdan daha üstün bir ikram biliyor musunuz? der. Onlar ise şöyle derler: Hayır, fakat ruhlarımızın cesedlerimize iade etmeni isteriz ki, bir daha savaşıp Sen'in yolunda şehid düşelim.”

Hennad ibni Sirri, “Zühd” kitabında ve İbni Mende, Ebu Sa'id el-Hudri (radiyallahu anh)’dan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Şehidlerin ruhları, yeşil kuşlar içinde, Cennet bahçelerinde gezinirler. Sonra Arş'a asılı kandillerin içinde barınırlar. Sonra Allah ile onlar arasında yukardaki konuşma geçer.”

Ebu Şeyh, Enes (radiyallahu anh)’dan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Allah şehitlerin ruhlarını Arş'a asılı kandiller içinde barınan, ak kuşların cevfinde diriltir.”

İbni Mende, Sa'id ibni Süveyd'den rivayet ettiğine göre, o ibni Şihab'dan mü’minlerin ruhlarının nerede barındıklarını sormuş. İbni Şihap demiş (ki): “Bana ulaştı ki, şehidlerin ruhları, Arş’da uçuşan yeşil kuşlar gibidirler. Gelir sonra, Cennet bahçelerine giderler. Her gün Cenab-ı Hakk Sübhanehu ve Teala'ya gelir, ona selam verirler.”

İbni Ebi Hatim, İbni Mes'ud (radiyallahu anh)’dan rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir: “Şehidlerin ruhları Arş’ın altında kandiller içinde yeşil kuşların cevfindedirler. İstedikleri gibi Cennet'te gezerler. Sonra kandillerine dönerler. (...) Mü’min çocuklarının ruhları ise serçelerin içine girerler. Cennet’de istedikleri gibi gezerler.”

Ebu Derda (radiyallahu anh)’dan rivayet edildiğine göre, ona şehidlerin ruhları sorulduğunda şöyle karşılık vermiştir: “Onlar yeşil kuşlardır. Arş’a asılı kandiller içindedirler. Cennet bahçelerinde istedikleri gibi gezerler.”

Tirmizi'nin rivayeti ise, şöyledir: “Şehidlerin ruhları, Cennet meyvesi veya Cennet ağacı yiyen yeşil kuşlar içindedirler.”

Suyuti derki: “Şehidlerin ve ruhları Cennet’de olan diğer mü’minlerin hayatları arasında iki yönden fark vardır:

Biri: Şehidlerin ruhları için, kuş şeklinde cesetler yaratılır, kursağına yerleşirler ki, o kuşun organlarıyla soyut ruhtan daha fazla ve daha mükemmel nimetlensinler. Çünkü şehidler, cesedlerini Allah yolunda feda etmişler. Buna mukabil Berzah’ta onlara bu cesedler verilmiştir.

İkinci fark: Şehidler Cennet’ten rızıklanırlar. Halbuki diğer ölüler hakkında böyle kesin bir ifade yoktur. (...) Ala kulli hal, yemekte, nimet ve istifadede de şehitler derecesinde değiller. Allah gaybı daha iyi bilir.” (Şerh’us Sudur, 343)

İbni Kayyım, “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde ruhların Kıyamet’e kadar nerede kalacağı mevzusunu işlemiş orada şehidlerin ruhlarının nerede olacağına temas etmiş ve bu konuda nakledilen hadisler ile selefin ve alimlerin görüşlerini delilleri ve mukayesi ile birlikte zikretmiştir.

Suyuti de, “Tezkiret’ul Kurtubi”nin şerh ve genişletilmiş hali olan “Şerh’us Sudur” isimli eserinde “Ruhlar’ın Makarrı ve Berzah Alemi” mevzusuna dair uzunca bir bölüm ayırmış ve orada şehidlerin ruhlarının yeşil kuşların cevfinde olduğuna dair hadisleri derlemiştir.

 Mü’minlerin ruhları Arş’ın altındadır.

Ka'b ibni Malik (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mü'min kulun ruhu ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur: “Mü'minin ruhu Cennet ağacına konan, ondan yiyen bir kuştur. Sonra Kıyamet Günü’nde, Allah onu cesedine iade eder.” (Tirmizi; Nesai; Ahmed, Müsned; Malik, Muvatta)

İbni Mende, Ümmü Kebşe Binta Ma'rur'dan rivayet ettiğine göre şöyle demiştir: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) yanımıza girdi. Biz ondan mü’minlerin ruhlarını sorduk. Öyle anlattı ki, evdekileri ağlattı. Buyurdu ki: “Mü’minlerin ruhları, yeşil kuşlar içindedirler. Cennet’de gezerler. Meyvelerinden yer, suyundan içerler. Arş’a asılı altın kandiller içine barınırlar. Ya Rabbi kardeşlerimizi de bize kavuştur. Bize va'd ettiğini ver! derler.”

İbni Kayyım, “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde ruhların Kıyamet’e kadar nerede kalacağı mevzusunu işlemiş ve bu konuda nakledilen hadisler ile selefin ve alimlerin görüşlerini delilleri ve mukayesi ile birlikte zikretmiştir.

Suyuti de, “Tezkiret’ul Kurtubi”nin şerh ve genişletilmiş hali olan “Şerh’us Sudur” isimli eserinde “Ruhlar’ın Makarrı ve Berzah Alemi” mevzusuna dair uzunca bir bölüm ayırmış ve orada mü’minlerin ruhlarının Cennet’de gezinmeleri ile alakalı hadisleri derlemiştir.

 Kafirlerin ve facirlerin ruhları Siccin’de Barahut Kuyusu’ndadır.

Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’den rivayet olunduğuna göre: “Kafirlerin ruhları Hadramevt’de bulunan Berhut Kuyusu’ndadır.”

Dilbilginlerine göre; Berhut, Yemen’de Hadramevt bölgesinde bulunan bir kuyunun adıdır. (el-Hamevi, Mucem'ul Buldan, 1/405; Feth’ul Kadir, 2/506)

İbni Kayyım “Kitab'ur Ruh” isimli eserinde (145-147), İbni Receb el-Hanbeli ise “Ahval’ul Kubur” isimli eserinde (255-263) bu görüşün yanlış olduğunu belirtmektedirler. Kur’an ve Sünnet’in ilettiği doğru görüş kafirlerin ruhlarının yerin yedi kat altında Siccin’de olduklarıdır Allahu a’lem. Bu görüş aynı zamanda müfessirlerin imamı Taberi tarafından da tercih edilen görüştür. (Taberi, Tefsir, 30/94)

İbni Kayyım “Bir kısmı da: Mü'minlerin ruhları Zemzem Kuyusu'ndadır. Kafirlerin ruhları ise (Hadramevt'te bulunan) Berhut kuyusundadır, demektedir.” dedikten sonra ilerleyen sayfalarda içeriğini bu konuya ayırdığı bir fasıl açmış ve şunları söylemiştir:

“Mü'minlerin ruhları, büyük bir havuzdadır. Kafirlerin ruhları ise Hadramevt'te bulunan Berhut Kuyusu’ndadır. Ebu Muhammed ibni Hazm der ki: "Bu, Rafizilerin görüşüdür!.." Ancak bu İbni Hazm'ın dediği gibi değildir. Ehl-i Sünnet’ten de aynı görüşte olanlar vardır.

Ebu Abdullah ibni Mendeh der ki: "Sahabe ve Tabiinden rivayet edildiğine göre onlar, mü'minlerin ruhlarının büyük bir havuzda olduğunu belirtmişlerdir." Bu bilgileri verdikten sonra, Ebu Abdullah ibni Mendeh anlatır: Bize Muhammed ibni Yunus, o da Ahmed ibni Asım'dan, o da Ebu Davud Süleyman ibni Davud'dan, o da Hemmam'dan, o da Katade'den, o da bir adamdan, o da Sa'id ibni Müseyyeb'den, o da Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’den şöyle dediğini nakleder: "Mü'minlerin ruhları büyük bir havuzda toplanır. Kafirlerin ruhları ise Hadramevt'te Berhut denilen tuzlu, çorak bir arazidedir."

Hammad ibni Seleme, Abd’ul Celil ibni Atiyye'den, o da Sehr ibni Huşeb'den naklettiğine göre Ka'b, Abdullah ibn Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’i insanlar etrafında toplanmış, ona soru sorarlarken görür. Soru soranlardan birine yaklaşarak: "Abdullah ibn Amr’a mü'minlerin ve kafirlerin ruhlarının nerede olduğunu sor!" der. Adam da bunu kabul edince, Abdullah ibn Amr'a sorar. Abdullah ibn Amr (radiyallahu anhuma ecmain) der ki: "Mü'minlerin ruhu büyük bir havuzdadır. Kafirlerin ruhu ise Berhut'tadır. (Berhut, Hadramevtte kafir ruhların içerisinde toplandığı bir kuyudur.)

İbni Mendeh der ki: "Bu hadisi Ebu Davud ve diğerleri Abdullah ibni Celil’den rivayet etmişlerdir. Sonra, Süfyan'ın Ferat el-Kazzaz'dan, o da Ebu Tufeyl'den, o da Ali (radiyallahu anh)'dan rivayet ettiği hadistir. Ali (radiyallahu anh) der ki: "Yeryüzünde en hayırlı kuyu Zemzem Kuyusu’dur. En şerli kuyu ise Hadramevt'te bulunan Berhut Kuyusu’dur. Yeryüzünün en hayırlı vadisi, Mekke Vadisi ve Adem (aleyhi selam)'ın yeryüzüne indiği Hind Vadisi’dir. Yeryüzünün en şerli vadisi ise Hadramevt'te kafir ruhların bulunduğu Ahkaf (rüzgarın oluşturduğu kum tepe) Vadisi’dir."

Yine İbni Mendeh: Hammad ibni Seleme Ali ibni Yezid'den, o da Yusuf ibni Mihran'dan, o da İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) yoluyla, Ali (radiyallahu anh)'dan şöyle dediğim nakleder: "Yeryüzünün en kötü yeri Hadramevt'teki içerisinde kafirlerin ruhları bulunan, gündüzleri bile, üzerine atılmış zehirden dolayı kanayan yaradan çıkan kan gibi simsiyah suyu bulunan Berhut denen bir Kuyu’dur."

İsmail ibni İshak el-Kadi de Ali ibni Abdullah'tan, o da Süfyan'dan, o da Eban ibni Tağlib'den şöyle dediğini nakleder: Adamın biri geldi ve: "Bir gece bu bölgede Berhut Vadisi’nde kaldım. İnsanların korkunç çığlıklar attığını ve: "ey Devme! ey Devme!" diye bağırdıklarını duydum. Eban derki: Ehli Kitab’dan biri bana, Devme'nin kafirlerin ruhlarıyla görevli melek olduğunu söyledi.

Süfyan de ki: "Bunu Hadramevt sakinlerine anlattık. Bize dediler ki: Hiç kimse orada geceleyemez."

Bu görüşle ilgili bildiğim şeyler bunlardan ibarettir. Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain), genişliğine, güzelliğine benzeterek ruhların kalacağı yeri Cabiye'ye, yani büyük bir havuza benzetiyorsa bu yorum uzak değildir. Yok bundan bilfiil diğer yerler dışında sadece büyük havuzu kastediyorsa biz bunu bilemeyiz. Zaman bunu bize gösterir. Bu bilgiyi Abdullah ibni Amr (radiyallahu anhuma ecmain)’in Ehli Kitab'dan birinden almış olması muhtemeldir.” (İbni Kayyım, Kitab'ur Ruh, 145-147)

Hafız İbni Receb el-Hanbeli şöyle der: "Alimlerden bir grup kafirlerin ruhlarının Berhut Kuyusu’nda olması görüşünü tercih etmiştir. Onların arasında ashabımızdan Kadı Ebu Ya’la da yer alır ve bunu "el-Mutemed” isimli kitabında demektedir. Bu ise, (İmam) Ahmed’in açık sözlerine muhaliftir; (İmam Ahmed diyor ki) kafirlerin ruhları ateştedir. Berhut Kuyusu’nun altından Cehennem ile bir ilgisi vardır. Nasıl ki; "Deniz’in altı Cehennem’dir” diye rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir!.” (İbni Receb, Ahval’ul Kubur ve Ahvalu Ehliha ile’n Nüşur, 196)

İbni Receb’in bu te’vili İmam el-Berbehari’nin sözleriyle de uyum içerisindedir. Çünkü o, denizin altındaki mağma ateşi ile Cehennem’in ateşi arasında bir ilgi kurmakta ve bu şekilde izah etmektedir. İmam el-Berbehari de kafirlerin ruhlarının Berhut Kuyusu’nda olduğunu, Berhut Kuyusu’nun ise Siccin’de olduğunu söyler.

Ölünün Ruhu Bedene Dönecek ve Kabir Sorgusuna Çekilecek

Ölünün kabirde oturtulacağına, Allah’ın ölünün ruhunu bedenine geri göndereceğine ve Münker ve Nekir (isimli sorgu melekleri) tarafından İman ve gerek(şartları, hüküm)lerine dair sorguya çekileceğine iman (etmek gerekir). Sonra hiçbir acı hissetmeksizin ruhu alınacak. Ölü, kendisini ziyaret etmeye gelen ziyaretçiyi tanır. Allah’ın dilediği şekilde; mü’min’e kabirde nimetler verilir, facire ise (kabirde) azab verilir.

Ruhu iade edilip kabirde oturtulup kabir sorgusuna çekileceği gibi bu haldeyken "Ölü kabrine konulduktan sonra oradan ayrılıp giden ehlinin ayak seslerini işitir.” (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Nesai; Ahmed, Müsned)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Sahihayn'da geçtiği üzere Bedir Günü, müşriklerden öldürülmüş Mekke liderlerinin isimlerini birer birer zikretmiş ve onlara hitaben "Rabbinizin size vaadettiğini hak buldunuz değil mi?" diye sormuştur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) mezarlığa gittiğinde kabir ehline selam vermiş (Müslim; Ebu Davud; Nesai; İbni Mace; Malik, Muvatta) onlara: "Esselamu aleykum ya Ehl’ul Kubur! Yagfirullahı lena ve lekum entum selefuna ve nahnu bi’l eser" (Tirmizi; Ahmed, Müsned) diyerek hitab etmiştir.

İbni Abbas (radiyallahu anh)’dan nakledilen bir hadisde ise, tanıdığı mü’min bir kişinin mezarının yanından geçerken ona selam verdiğinde, kabirdeki onu tanır ve selamına cevap verir (Hafız İbni Abd’il Berr, İstiskar, 2/165) denilmeketdir. Bu hadisi Abdullah ibni Mübarek, İbni Abd’il Berr, Ebu’l Abbas el-Kurtubi, Hafız Abd’ul Hak el-İşbili, Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, İbni Kesir, Iraki, Zubeydi, Suyuti, Azımabadi ve Şevkani 'Sahih' olarak kabul etmişlerdir. İbni Kayyım bu konuda çokça nakilde bulunmuş ve şöyle demiştir: "Ölünün ziyaretçilerini tanıması tevatüren sabit olduğu gibi selef alimleri de bu konuda müttefiktirler." (Kitab'ur Ruh, 10) İbni Kesir de bunu dile getirir. (İbni Kesir, Tefsir, 6/325)

Kabir, Berzah ve Ahiret hayatına dair eserlerde buna benzer çok sayıda nakile yer verilmiştir. (İbni Ebi’d Dünya, el-Kubur; Kurtubi, Tezkire; İbki Kayyım, er-Ruh; İbni Receb el-Hanbeli, Ahval’ul Kubur; Suyuti, Şerh’us Sudur)

Bu ve bunun gibi diğer nakiller göstermektedir ki, Allah (azze ve celle), kabir ziyareti sırasında cereyan eden bu olaylarda ölüye işittirmektedir. Ölüyü tam olarak nasıl işittirdiğine dair açık, sağlam bir nakil bulunmadığı için bu durum bizler için gaybi bir hal almaktadır. Nass olmaksızın gaybi konularda görüş bildirmeden, nasıl olduğunu araştırmaksızın Allah’a havale ederiz.

Allah’ın Kazası ve Kaderi

Bil ki; şerr de, hayır da Allah’ın kazası ve kaderi iledir.

Allah (celle celaluhu)’nun Musa (aleyhi selam) ile Konuştuğuna İman

Tur Günü, Musa ibni İmran (aleyhi selam) ile konuşanın Allah olduğuna, Musa’nın Allah’ın kelamını duyduğuna, (Musa’nın) işittiği sesin O’ndan olduğuna ve başkasından olmadığına iman (etmek gerekir). Herkim bundan gayrısını söylerse Azim olan Allah'a küfretmiştir.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye şöyle der: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den, Sahabeler'den, Tabiin'den ve onlardan sonraki Ehli Sünnet alimlerinden Allah’ın çağırdığında ses ile çağırdığına dair çokca nakil vardır. Musa (aleyhi selam)’ı ses ile çağırdı ve Diriliş Günü’nde kullarını ses ile çağıracaktır. Vahyi ses ile konuşur. Seleften bir kişinin bile, Allah ses olmaksızın konuşur yada kelimeler olmaksızın (konuşur) dediği rivayet edilmemiştir ne de birteki bile Allah’ın ses ile ve kelimelerle konuştuğunu inkar etmiştir." (Mecmu'ul Feteva, 12/304-305)

Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, babasından bu mevzuda şunları nakleder:

"Babama; Allah, Musa (aleyhi selam) ile konuştuğunda ses ile konuşmadığını söyleyen insanlar hakkında sordum. Babam (İmam Ahmed ibni Hanbel) ise şöyle dedi: Aksine, Rabbin ses ile konuştu. Bu (konudaki) hadisleri (bizden öncekilerden bize) nakledildiği şekilde (inkar etmeden, tevil etmeden) naklediyoruz." (es-Sünne, 532)

Abdullah ibni Ahmed yine şunu nakleder: Ebu Ma’mer el-Huzeli’nin şöyle dediğini işittim: "Allah’ın konuşmadığını (iddia eden), ve de duyduğunu, gördüğünü, kızdığını, memnun olduğunu (bazı sıfatları zikrediyor) inkar eden Allah’a küfretmiştir. Bir kuyu kenarında durduğunu görürseniz, onu kuyuya atın! İşte bu, Allah katında benim dinimdir çünkü onlar Allah’a küfretmişlerdir." (es-Sünne, 535)

İmam Acurri derki: "Allah bize ve size merhamet etsin! Bil ki; geçmişte ve şimdi, kalpleri hakikatten döndürülmemiş ve hakka hidayet ettirilmiş müslümanların sözü (şudur): Kur’an Kelamullah'dır (Allah’ın Kelamı'dır). Yaratılmamıştır zira Allah’ın ilmindendir. Allah’ın ilmi yaratılmamıştır. Allah bundan münezzehtir. Bu Kur’an, Sünnet, sahabelerin sözleri ve alimlerin sözleri ile ispatlanmıştır. Pis Cehmi dışında hiçkimse (bu prensibi) reddetmemiştir. Alimlerin görüşü Cehmiyye’nin kafir olduğu yönündedir." (Acurri, eş-Şeri’a, 75)

 Her İnsana Akıl Verilmiştir ve Kendisine Verilen Akıl Uyarınca Amel Etmelidir

Akıl, insana doğumu ile verilir. Her insana Allah’ın dilediği kadar akıl verilir. Tıpkı gökyüzündeki zerre(lerin birbirinden farklı oluşu) gibi insanların akılları birbirlerinden farklıdır.

"Ashabımız der ki; Bir aklın başka bir akıldan daha kamil ve daha üstün olması mümkündür. Bunu Ebu Muhammed el-Berbehari, Ebu’l Hasan et-Temimi ve Kadı söylemiştir. Şeyhimiz (İbni Teymiyye) dedi ki: Ebu Muhammed (el-Berbehari) Şerh’us Sünne’de dedi ki: "Akıl, insana doğumu ile verilir. Her insana Allah’ın dilediği kadar akıl verilir. Tıpkı gökyüzündeki zerre(lerin birbirinden farklı oluşu) gibi insanların akılları birbirlerinden farklıdır. Her insandan Allah’ın ona verdiği akla uygun amel etmesi talep olunur." Şeyhimizin dedesi (Abdu’l Halim ibni Abd’us Selam) dedi ki: Ebu’l Hattab ve İbni Akil ise bir aklın diğerinden üstün olmasının caiz olmaması görüşüne yöneldiler. Bu ise –Kadı’nın nakletiğine binayen- Mutezile’nin ve Eşarilerin mezhebidir. Eşariler derki: İnsanların, "filanın aklı falanınkinden üstündür" şeklindeki sözlerine gelince bu sadece tecrübelere aittir çünkü tecrübeler akıl olarak adlandırılabilir. Bu fasid(geçersiz)dir." (el-Musvedde fi Usuli’l Fıkh, 560)

Her insandan Allah’ın ona verdiği akla uygun amel etmesi talep olunur.

Allah (celle celaluhu) akli yetisi olmayan kimseleri sorumlu tutmadığı gibi cezalandırmayacaktır da. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kalem (dinen sorumlu tutulmak), üç kişiden kaldırılmıştır: (Uykusundan) uyanıncaya kadar uyuyan kimseden, akıl-baliğ oluncaya kadar çocuktan, akli dengesi yerine gelinceye kadar deliden." (Buhari; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai; İbni Mace; Ahmed, Müsned; Darimi; Hakim)

 Akıl sonradan elde edilen birşey değildir aksine Allah’ın verdiği bir nimettir.

Allah Bazı Kullarını diğerlerinden daha Fazla Nimetlendirir ve bunu Tam bir Adalet ile Yapar

Bil ki; Allah, dünyevi ve dini işlerde bazı kullarını diğerlerinden daha üstün kılmıştır ve bu O’nun adaletindendir. (Ne, Allah kuluna) adaletsizlik (zulm) etti ne de haksızlık etti denilmez. Herkim Allah, mü’min ile kafiri aynı oranda nimetlendirir derse Bid'atçıdır. Aksine Allah; mü’mini kafire, itaatkarı asiye, Masum'u Mehzul'a üstün kılmıştır ve bu O’nun adaletindendir. Bu Allah’ın fazlıdır; dilediğine (dilediğince) verir ve dilediğini (dilediğince) ondan mahrum eder.

Masum; korunmuş, müdafa olunmuş manasında kullanılmaktadır.

Mehzul; çaresiz, terkolunmuş manasında kullanılmaktadır.

Müslümanlardan Samimi Nasihatı Gizleyen kimse Onlara İhanet etmiştir

Birr (iyi, takvalı) olsun facir olsun hiçbir müslümandan, dini meselelerde samimi nasihatı gizlemek Helal değildir. Gizleyen kişi müslümanlara karşı hıyanet etmiştir. Müslümana hıyanet eden dine de hıyanet etmiş olur. Dine hıyanet eden de, Allah’a, O’nun Rasulü'ne ve mü’minlere hıyanet etmiş olur.

"Nasihat", Arap dilinin en kapsamlı kelimelerinden biridir. Bazı dil bilimciler, Arapçada nasihat ile felah kelimeleri kadar dünya ve ahiret hayırlarını bünyesinde toplayan kelime olmadığını söylerler. Arap dilinde nasihat halislik, temizlik ve samimilik ifade eder. Nasihat sözünün manalarından biri hayır dilemektir ve bu hayır samimi ve halis olmalıdır. Aynı zamanda, öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet, kötü ve şer olan şeylerden nehyetmek, bir işi sadece Allah rızası için yapmak manalarında da kullanılır. Netice itibariyle nasihat; ihlas, samimiyet, sadakat ve itaat manalarını içermektedir.

Müslümana düşen Allah’a, Kitabına, Rasulüne, mü’minlerin yöneticilerine ve tüm müslamanlara karşı halis ve samimi olmaktır. Temim ed-Dari (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Din nasihattır! Biz kendisine: Kimin için nasihattır? dedik. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Allah’a, Kitabı'na, Rasulü'ne, mü’minlerin yöneticilerine ve tüm müslamanlara (nasihattır) buyurdu." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai)

Allah, İşitir, Görür ve Bilir

Allah işitir, görür, işitir ve bilir. Her iki eli de açıktır.

Allah’ın sıfatlarıyla alakalı olarak özet olarak söylenecek şudur:

Allah’ın ve Rasulü’nün tasdik ettiği sıfatları bizler de tasdik ederiz. Sıfatın taşıdığı manaya iman ederiz. Yine iman ederiz ki bu sıfatın taşıdığı mana herhangi bir mahlukun taşıdığı sıfatın manasından farklıdır. Son olarak; bu sıfatın keyfiyyetini, nasıllığını ancak Allah bilir der ve Allah’a havale ederiz.

 Allah yaratmadan önce, yaratdıklarının asi olacaklarını bilirdi. Allah’ın ilmi onların hepsine nüfuz eder. Allah’ın onlar hakkındaki ilmi, onları İslam'a hidayet etmesine mani olmadı. Allah onları keremi, cömertliği ve lütfu ile nimetlendirdi, hamd O’nadır.

Kişi Öldüğünde Üç Şeyden Biri İle Müjdelenir

Bil ki; biri öldüğünde ona verilen müjde üç çeşiddir: Denilir ki, "Ey Allah’ın sevimli kulu, müjdeler olsun sana Allah’ın rızası ve Cennet’i!.." Yada denilir ki: "Ey Allah’ın düşmanı, müjdeler olsun sana Allah’ın gazabı ve ateşi (Cehennemi)!.." Yada denilir ki: "Ey Allah’ın kulu, müjdeler olsun sana İslam’dan dolayı Cennet!.." Bu İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’in sözüdür.

Diğer bir nüshada ise "İslam" sözü yerine "intikam" yazılıdır. Bu şekilde yazıldığında şöyle olur: "Ey Allah’ın kulu, müjdeler olsun sana intikamdan sonra Cennet!.." Burada "intikam" teriminin manası kişinin günahlarına göre Cehennem’de azap çektikten sonra Cennet’e dahil olmasıdır Allahu A'lem!..

Ruyetullah’ı İnkar Küfürdür

Bil ki; Allah Te'ala’yı Cennet’te ilk görecek olanlar körlerdir İbni Kesir, Tefsir, 2/531-538; el-İşbili, el-Akidetu fi Zikr’il Mevt, 118 sonra erkekler daha sonra kadınlar. Kendi gözleri ile (Allah’ı) göreceklerdir tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği gibi:

"Şüphesiz ki sizler, bu ayı (ondördünde dolunay) gördüğünüz gibi Rabbinizi göreceksiniz ve O’nu görmekte, sıkıntı çekmeyeceksiniz." Buhari; Müslim; Ebu Davud; Abdullah ibni İmam Ahmed, es-Sünne, 4 de rivayet etmiştir.

Buna iman etmek Vacib, bunu inkar ise küfürdür.

Kelam; İnançsızlığa, Şüpheciliğe, Bidatçılığa, Sapkınlığa ve Kafakarışıklığına Yolaçar

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- dinde; zındıklık, küfür, şek (şüphe), bid'at, dalalet ve şaşkınlık kelam (ilmi) ve: kelam, cedel, münakaşa ve husumet ehli dışında bir sebepten zuhur etmemiştir. Allah:

"Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez." (Ğafir/Mü'min 40/4) buyurmasına karşın insanın münakaşa, husumet ve cedele cüret etmesi ne kadar da acayib(şaşılası birşey)dir. Sana düşen, Asarlara (nakillere) ve Asar (Hadis) Ehli'ne teslim olmak ve onlardan razı olmak, (kelamdan) kaçınmak ve (ilmin olmayan konularda) sükut etmektir.

Allah, Cezayı Hakeden Kullarını Cehennem’in İçinde Cezalandıracaktır, Cehmiyye’nin İnandığı Gibi Cehennem’in Yanında Değil

Allah’ın (cezayı hakeden) kullarını ateşin (Cehennem’in) içinde kelepçelerle, köstekler ve zincirlerle cezalandıracağına iman (etmek gerekir). Ateş (Cehennem) onların içlerinde, üstlerinde ve altlarında olacaktır. Halbuki Cehmiyye, onlardan Hişam el-Futi, Allah’ı(n) ve Rasulünü(n sözünü) inkar ederek, der ki: “(Şüphesiz), Allah onlara ateşin (Cehennem’in) yanında azab edecek!..”

Ebu Abdullah Hişam ibni Amr el-Futi (H228), Basra’lı olup, köken bakımından Şeybani’dir. Mutezili önderlerinden ve davetçilerindendir. Mutezile içerisinde kendi tabiilerine Hişami, ekolüne ise Hişamiyye denmiştir. Bağdadi bu fırkayı şu sözlerle takdim etmiştir: "Onun kader konusundaki sapıklıklarını, birtakım saçmalıklarını takib eder."

Meşhur Mutezili alimi(!) Ebu’l Huzeyl’in talebesi ve dostlarındandır. Şeyhleri arasında Nazzam ve Muammer ibni Abbad da bulunmaktadır. En meşhur talebesi Abbad ibni Süleyman es-Saymeri’dir. Abbasiler zamanında, Halife Me’mun döneminde yaşamıştır. Cenazesini Hanefilerden ve Mihne döneminin meşhur Mutezili başkadısı Ahmed ibni Ebi Duad’ın kıldırdığı kaydedilmektedir. Kendisine ait herhangibir eser ulaşmadığı için, görüşleri mezhepler tarihi alanındaki eserler aracılığıyla bizlere ulaşmıştır.

"Allah’ın Cehennem’in yanında, ateşin bizzat kendisi dışında birşey ile azab edeceği" görüşü gibi birçok batıl görüş sahibiydi. Allah’ı "Vekil" ismiyle çağırmayı yasaklamak amacıyla "Hasbunallahu ve Ni’me’l Vekil (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir)!" demeyi Haram kılmıştı. Allah’ın insanlara hidayet verdiğini yahut azdırdığını inkar ediyordu. Onun saçmalıklarınan biri de Osman (radiyallahu anh)’ın asilerce evinin muhasara altına alındığını zorla ve zorbaca öldürüldüğünü inkar etmesiydi. O, küçük bir topluluğun, muhasara olayı olmaksızın, onu gaflete düşürerek öldürdüklerini iddia ediyordu. Cennet ve Cehennem’in henüz yaratılmadığını iddia ediyordu. el-Futi, mezhebine karşı olanların, doğrudan veya hile ile öldürülmesinde, kafir saydıkları için mallarının zorla alınması ve çalınmasında bir sakınca görmemiş, onların canlarını ve mallarını Helal saymıştır.

Bağdadi el-Futi’nin saçmalıklarını listeledikten sonra sözlerini şöyle sonlandırır: "Şimdi Sünnet Ehli, bu el-Futi ve arkadaşları için: ‘Kanları ve malları müslümanlara Helaldir ve beşte bir ganimet düşer’ deseler, birşey gerekir mi? Üstelik onlardan birini öldüren kimseye ne Kısas, ne Diyet ve ne de Keffaret düşer. Aksine onu öldürene, Yüce Allah’ın katında yakınlık ve yüksek mertebeler vardır; bundan dolayı da Allah’a hamd olsun!"

Ebu Abdullah Hişam ibni Amr el-Futi ile alakalı bilgiler aşağıdaki kaynaklardan derlenmiştir:

İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 6/195; İbni Hazm, Kitab’ul Fasl fi’l Milel ve’l Ehva ve’n Nihal, 5/62; Bağdadi, Kitab’ul Fark Beyne’l Fırak ve Beyan’ul Fırkat’in Naciyeti Minhum, 96-100; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 75-76; DİA, Hişam b. Amr, 18/151-152

Farz Namazlar Beş Vakittir, Sabit Namaz Vakitleri Vardır ve Seferi, Namazlarını Kasr ve Cem Edebilir

SÜTRE BABLARI

NAMAZ KILARKEN SÜTRE İTTİHAZ ETMENİN VÜCUBİYYETİ BABI

1) Sadakatu'bni Yesar, İbnu Umer (R.A.)'yu, şöyle derken işittiğini rivayet etti: Resûlullah (S.A.V.) "Sadece sütreye doğru namaz kıl" buyurdu. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (800) Abdurrezzak (2305) Beyhaki (2/272) ve Hakim (1/251) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SÜTREYE DOĞRU KILINMAYAN NAMAZIN

ŞEYTAN, EŞEK, HAYIZLI KADIN VE SİYAH KÖPEK

TARAFINDAN KESİLDİĞİ BABI

2)  Sehl -İbnu Hasme (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) sizden biriniz sütreye doğru namaz kılacağı vakit, sütreye yakın dursun ki, şeytan onun namazını kesmesin buyurdu. (Bu hadisi Ebu Davud (695) ve Hakim (1/251) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

3) Ebu Zer (R.A)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Sizden biriniz namaza durduğu vakit, önünde deve semerinin arka kaşı kadar bir şey bulunursa, o kendisini sütreler. Önünde semerin arka kaşı kadar bir şey bulunmazsa bunun namazını eşek, kadın ve siyah köpek keser."                                                 ; Ravi Abdullah İbnu Samit der ki: "Ya Eba Zerr! Siyah köpeğin kırmızı köpekten, sarı köpekten farkı nedir ki?" dedim. "Ey kardeşimin oğlu! Bunu, senin bana sorduğun gibi bende Resûlullah'dan sordum:" "Siyah köpek şeytandır", buyurdu, dedi. (Bu hadisi Müslim (510) Ebu Davud (702) ve İbnu Huzeyme (831) rivayet etmişlerdir.)

 RESÛLULLAH (S.A.V.) SAHRADA NAMAZ KILDIĞI VAKİTTE SÜTRE EDİNDİĞİ BABI

4) İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) bayram günü (namaz için sahraya) çıktığı zaman (hizmetçisine) bir harbe taşımasını emrederdi. (Harbe namaza duracağında) karşısına dikilir, kendisi de ona doğru namaz kılar, halk da arkasında namaza dururlardı. Bunu sefere çıktığında da yapardı. (Resûlullah (S.A.V.)'in vefatından sonra) Halifelerde bunu âdet ittihaz ettiler. (Bu hadisi Buharı (494) Müslim (5O1) ve Ebu Davud (687) rivayet etmişlerdir.

MESCİD DAHİLİNDE DE SÜTRE İTTİHAZ EDİNİLECEĞİ BABI

5) Yezid İbnu Ebi Uheyd şöyle dedi: Selemet'ubnu Ekva ile (mescide) geldim. Mushaf sandığının olduğu direğin yanında namaza durdu. Dedim ki: "Ya Eba Müslim, seni hep bu direğin yanında namaz kılmağa çalıştığını görüyorum." Dedi ki: "Ben Resûlullah (S.A.V.)'i hep bu direğin arkasında namaz kılmağa çalıştığını gördüm." (Bu hadisi Buharı (502) ve Müslim (509) rivayet etmişlerdir.)

MESCİDİN İÇİNDE SÜTRE BULAMAYINCA BİR ASA DİKİLEREK ONA DOĞRU NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI

6) Yahya İbnu Ebi Kesir şöyle dedi: Enes İbnu Malik'i, Mescid'il-Harem'de bir asa dikerek ona doğru namaz kıldığını gördüm. (Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/277) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

MESCİDİN İÇİNDE SÜTREYE DOĞRU YOL

BULAMAYINCA OTURAN BİRİSİNİN ARKASINI

DÖNDÜRTEREK ONA DOĞRU NAMAZ KILMA BABI

7) Nafi'i şöyle dedi: İbnu Umer (R.A.) Mescid'in direklerinden birisini sütre edinmek için (oraya kadar gitme) imkânı bulamayınca, bana sırtını dön derdi. (Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/279) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

MESCİD'DE DİREKLERİN ARKASINDA, OTURANLARDAN DAHA ÇOK NAMAZ KILMAK İSTEYENLERİN HAK SAHİBİ OLDUKLARI BABI

8) Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Namaz kılmak isteyenler, direklerin arkasında oturanlardan daha çok orada hak sahibidirler. (Bu hadisi Buharı (502) ve Beğavi (2/453) Ta'likan İbnu Ebi Şeybe (2/370) ve Humeydi ( ) Mevsulan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SÜTREYE DOĞRU NAMAZ KILMAYAN GÖRÜLDÜĞÜ ZAMAN  GÖREN TARAFINDAN  SÜTREYE  DOĞRU İTİLECEĞİ BABI

9) Muaviyetu'bnu kurre babasından rivayed ederek şöyle dedi. Umer (R.A.)'dan, iki direk arasında namaz kılan birini gördü. Adamı tutarak direğin birisine doğru itti ve ona (direğe) doğru namaz kıl dedi. (Bu hadisi Buharı (502) ve Beğavi (2/453) Ta 'likan ve İbnu Ebi Şeybe (2/370) Mevsulan sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZDAKİ SÜTRENİN KEYFİYYETİNİN BEYANI BABI

10) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'e, namaz kılanın sütresinden soruldu. "Semerin arka kaşı gibidir" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (500) rivayet etmiştir.)

OTURAN VEYA UYUYAN BİR İNSANA DOĞRU SÜTRE KASDI İLE NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI

11) Aişe (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) geceleyin, kendisi ile kıblesi arasında ben, cenazenin uzanması gibi karşısında uzanmış olduğum halde (bana doğru) namaz kılardı. (Bu hadisi Buharı (512) ve Müslim (512) rivayet etmişlerdir.)

12) Nafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: İbnu Umer (R. A.) Mescid'in direklerinden birisini sütre edinmek için (oraya kadar gitme) imkânı bulamayınca, "Bana sırtını dön" derdi. (Bu hadisi İbnu EbiŞeybe (1/279) sahih birsenedle rivayet etmiştir.)

HAYVANA DOĞRU SÜTRE KASDI İLE NAMAZ KILINABİLECEĞİ BABI

13) îbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) devesine doğru namaz kılar idi. Ravilerden İbnu Numeyr: "Resûlullah (S.A.V.) bir deveyi karşısına alarak namaz kıldı" dedi. (Bu hadisi Müslim (502) rivayet etmiştir.)

NAMAZ KILANIN SÜTREYE YAKIN OLACAĞI BABI

14) Sehl İbnu Sa'd es-Saidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in musallası (yani secde ettiği yer) ile (kıble cihetinde ki) duvar (veya sütre edindiği şey ile) arasında bir davar geçebilecek kadar yer olurdu. (Bu hadisi Buharı (496) ve Müslim (508) rivayet etmişlerdir.)

İMAMIN SÜTRESİNİN CEMAATİN SÜTRESİ OLDUĞU BABI

15) İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Mina'da insanlara namaz kıldırdığı sırada dişi bir merkebe binerek karşıdan geldim. Ben o zaman buluğ yaşına yaklaşmıştım. Safın önünden geçtim. Merkebi otlasın diye salıverdim, ondan sonra safa girdim, bu yaptığıma kimse ses çıkarmadı. (Bu hadisi Buharı (493) ve Müslim (504) rivayet etmişlerdir.)

NAMAZ KILANIN ÖNÜNDEN GEÇENİN GÜNAHKÂR OLDUĞU BABI

16) Bize Yahya İbnu Yahya tahdis edip dedi ki: Malik'in huzurunda okudum. O da, Ebu'n-Nadr'dan, o da Busr İbnu Said'den: Busr İbnu El-Hadramiyi Zeyd İbnu Halid El-Cuheni, namaz kılanın önünden geçen kimse hakkında Resûlullah 'dan ne duyduğunu haber vermesi için Ebu Cuheym El-Ensari'nin yanına gönderdi. Ebu Cuheym'de şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaz kılanın önünden geçen kimse, üzerine ne kadar (günah aldığını) bilse idi. O namaz kılanın önünden geçmektense kırk (bilmem ne kadar zaman, yerinde) durması daha hayırlı olur." Ravi Ebu Nadr dedi ki: Kırk gün mü, ay mı yoksa sene mi dedi bilmiyorum. (Bu hadisi Buharı (510) ve Müslim (507) ve Malik (1/154) rivayet etmişlerdir.)

NAMAZ   KILANIN   ÖNÜNDEN   ISRARLA   GEÇMEK İSTEYENİN ŞEYTAN OLDUĞU BABI

17) Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "İçinizden birisi namaza durduğu zaman, önünden geçecek olan hiç bir kimseyi bırakmasın. Gücü yettiği nisbette onun geçmesine mani olsun. Eğer dinlemezse onunla doğuşsun. Çünkü o ancak bir şeytandır." (Bu hadisi Buhari (509) ve Müslim (505) rivayet etmişlerdir. )

NAMAZ  KILANIN  ÖNÜNDEN   GEÇMEK  İSTEYENİ MEN ETME BABI

18) Bize İbnu Hilal (yani Humeyd) tahdis edib şöyle dedi: Ben ve bir arkadaşım beraberce hadis müzakere ettiğimiz sırada hemen Ebu Salih es-Semman: Ben Ebu Said'den işittiğimi ve gördüğümü sana tahdis edeyim, dedi şöyle anlattı: Ben Ebu Said ile beraber bulunduğum sırada bir cum'a günü Ebu Said kendisini gelenden geçenden setr edecek bir şeye doğru namaz kılıyordu. Birden bire Ebu Muayt oğullarından genç bir adam geldi ve Ebu Said'in önünden geçmek istedi. Ebu Said'de göğsüne dokunub onu def etti. O genç etrafına bakındı fakat Ebu Said'in önünden başka geçecek (yol bulamadı. Dönüb yine (önünden) geçmeğe davrandı. Ebu Said birinci defakinden daha şiddetli bir surette onu göğsünden iterek def etti. Bu sefer karşısına dikilip Ebu Said'e sövdü. Sonra insanları sıkıştırarak çıkıb gitti. Mervan'ın yanına girdi. Ebu Said'in yaptığı muameleden şikâyet etti. Arkasından Ebu Said'de Mervan'ın yanına giı;di. Mervan ona: Şu kardeşin oğlu ile ne alıb veremiyorsun? Geldi senden şikâyet ediyor, dedi. Bunun üzerine Ebu Said şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'den işittim, buyuruyordu ki: "içinizden biri kendisini gelenden geçenden koruyacak bir sütreye karşı namaza durub da biri önünden geçmeye davranacak olursa onu göğsüne dokunarak def etsin, dinlemezse onunla doğuşsun etsin. Çünkü o ancak bir şeytandır. (Bu Hadis Buharı (509) ve Müslim (505) rivayet etmişlerdir.)

SÜTRE MEVZU'UNDA NAKL OLUNAN ZAYIF RİVAYETLER BABI

19) Abdullah İbnu abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Uyuyan ve konuşanın arkasında namaz kılmayın." (Bu Hadisi Ebu Davud (694) ve İbnu Mace (959) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Bu rivayetin zayıf oluşunun sebebi şudur ki: Ebu Davud'un rivayetinin senedinde iki ravi Mecburdur. İbnu Mace'nin rivayetinde ise Ebu'l-Mikdam Hişam İbnu Ziyad vardır ki, Hadis'de Metruk'dur. Ayrıyeten bu mevzuda yani uyuyan veya başka birisinin arkasında namaz kılınabileceğine dair Resûlullah (S.A.V.)'in amelinden Buhari ve Müslim'de delilimiz vardır. Bu Hadis'i Şerifi II numarada zikr ettik.

20) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Sizden biriniz namaz kılacağında yüzü cihetine sütre edinmek için bir şeyler koysun. Eğer, koyacak bir şey bulamazsa, bir asa diksin. Eğer yanında asa'sı da yoksa, bir hat çizsin. Sonra önünden gelib geçenler ona zarar veremez." (Bu Hadisi Ebu Davud (689) ve İbun Mace (943) ve Abdurrezzak (2286) ve Beyhaki (2/271) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.

Bu rivayetin zayıf olmasının sebebi ise, senedde Ebu Umer İbnu Muhammed İbnu Haris ve dedesi vardır ki: İkisi de Hadisde Mechul'dur.

İbnu Kudame "El-Muharrer" isimli eserinde bu rivayetin senedi Muddarib'dir diyor.

SAFF BABLARI

SAFLARI TESVİYE ETMENiN VUCUBİYYETİ BABI

1) Enes İbnu Malik (R. A.) 'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Saflarınızı düzeltiniz. Çünkü saffın düzgünlüğü namazın tamamındadır" buyururdu. (Bu Hadisi Buharı (723) Müslim (433) Ebu Davud (668) îbnu Mace (993) rivayet etmişlerdir.

2) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Safı ikame ediniz. Çünkü safın ikamesi, namazın güzelliğindendir." (Bu Hadisi Buharı (722) ve Müslim (435) rivayet etmişlerdir.)

SAFLARDAKI DUZGUNSUZLÜĞÜN MÜSLÜMANLAR

ARASINDAKİ   İHTİLAFLARIN   SEBEBLERİNDEN

OLDUĞU BABI

3) Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan evvel omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi: "Doğru durunuz, ayrı ayrı hizalarda durmayınız ki, kalbleriniz birbirine muhalefet etmesin. Akıl ve ilim sahibleri hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar", buyurdu. Ebu Mes'ud: "Siz ise bugün son derece ihtilaf üzeresiniz" buyurdu. (Bu Hadisi Muslim (432) rivayet etmiştir.)

4) Nu'man İbnu Beşir R. A dedi ki: Resûlullah S.A.V i şöyle buyururken işittim: Ya saflarınızı düzeltirsiniz, ya da Allah'u Teala'nın yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini muhakkak biliniz. Bu Hadisi Müslim (436) rivayet etmiştir.

CEMAATIN SAFLARI TESVİYE ETMESİNİ ÖĞRENENE KADAR İMAMIN SAFLARI TESVİYE EDECEĞİ BABI

5) Simak İbnu Harb'dan, (dedi ki:) Nu'man İbnu Beşir (R.A.)'dan işittim şöyle diyordu: Resûlullah (S.A.V.) saflarımızı, bir okçu yaptığı okları nasıl dümdüz ederse öylece dümdüz bir hale getirirdi. Bunu ta biz anlayıp layıkıyla öğreninceye kadar yaptı durdu. Nihayet günün birinde yine namaz kıldıracağında tam tekbir getirecekti ki, göğsü saf dan dışarıya çıkmış birini gördü. Bunun üzerine: Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah'u Teala'nın yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini biliniz" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (436) rivayet etmiştir.)

SAFLARI DÜZELTİRKEN İMAMIN CEMAATE YÜZÜNÜ DÖNMESİ BABI

6) Enes (R.A.)'dan, şöyle dedi: Namaz için kamet getirilmişti, Resûlullah (S.A.V.) yüzünü bize döndü: "Saflarınızı dosdoğru ve sımsıkı tutunuz. Hakikat ben sizi, arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu hadisi Buharı (719) rivayet etmiştir.)

İMAMIN, ARKA SAFLARI TESVİYE ETMESİ İÇİN BİRİSİNİ TAYİN ETMESİ BABI

7) Nafi'den, (şöyle dedi:) Umer (R.A.) (namaza durmadan önce) safların tesviyesini emrederdi. Kendisine safların düzeltildiğini gelip haber verdikleri zaman tekbir alır (namaza dururdu. (Bu hadisi Malik (1/158) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

8) Malik'in amcası Ebu Süheyl İbnu Malik babasından, şöyle rivayet ediyor. Şöyle dedi: "Usman İbnu Affan ile beraber olduğum bir sırada namaz için kamet getirildi. Ben ise Usmanla konuşuyordum. Bana da ayrıyeten "Sen de safta düzgün dur" desin diye. Ben usmanla konuşmaya devam ediyordum, o da nialleri ile taşları düzeltiyordu. Ta ki safları tesviye etmek için tayin ettiği kimseler gelib safların tesviye olunduğunu haber verdiler. Ve bana da saf da düzgün dur dedi ve tekbir getirdi." (Bu hadisi Malik (1/158) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

BİRİNCİ SAFIN FAZİLETİ BABI

9) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Ön safdaki olan; (hayrı) bilse idiniz, veya bilselerdi. Kur'a atmak zaruri olurdu". (Bu hadisi Müslim (439) ve Buhari (721) rivayet etmişlerdir.

10) Cabir İbnu Semure (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bizim yanımıza çıkmıştı. Buyurdular ki: "Meleklerin Rableri huzurunda saf tuttukları gibi, saf tutmaz mısınız?" Biz: "Ey Allah'ın Resulü, melekler Rableri huzurunda nasıl saf tutarlar?" dedik. Resûlullah (S.A.V.) "önceki safı tamamlarlar ve sık tutarlar" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (430) ve İbnu Mace (992)

11) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Erkeklerin en hayırlı safları ilkleri, sevabı en az olanları da geridekilerdir. Kadınların en hayırlısı safları geridekilerdir, sevabı en az olanları da öndekilerdir." (Bu hadisi Müslim (440) Ebu Davud (678) Tirmizi (224) ve Nesei (2/93) rivayet etmişlerdir.

12) Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) sahabelerinin namaz saflarında gerileyişlerini gördü de onlara hitaben şöyle buyurdu: İlerleyin de bana uyun. Sizden sonrakiler de size uysunlar. Bir takım kimseler vardır ki, (birinci saf dan) geri kala kala nihayet Allah'u Teala da onları geriletir. (Bu hadisi Müslim (438) ve Ebu Davud (678) rivayet etmişlerdir.)

BİRİNCİ SAFA İLİM VE AKIL SAHİHLERİNİN DURMAĞA DAHA ÇOK HAK SAHİBİ OLDUKLARI BABI

13) Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah   (S.A.V.)   namazdan   evvel   omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi: " ........................... Akıl ve ilim sahibleri hemen arkamda, onlardan sonra gelenler daha arkada, daha sonra gelenler daha arkada dursunlar" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (432) rivayet etmiştir.)

İLİM SAHİBİNİN BİRİNCİ SAFDAKİ BİRİSİNİ GERİYE ÇEKİP YERİNE DURABİLECEĞİ BABI

14) Kays İbnu Ubad 'dan, (şöyle dedi:) Bir defasında ben, mescidde ilk safda bulunuyordum. Arkamdan bir adam bini sertçe geriye çekti. Sonra benim yerime geçti. Nasıl namaz kıldığımı bilemedim. Namaz bitince birde ne göreyim beni geriye çeken adam Ubeyy İbnu Ka'b imiş. Bana şöyle dedi: "Delikanlı, Allah seni kötülüklerden korusun. Benim bu hareketim Resûlullah (S.A.V.)'in bize bir emridir. Bize kendi arkasına durmamızı emrederdi .......... (Bu hadisi Nesei (2/88) hasen bir senedle rivayet etmiştir. Ayrıyeten Şeyh Elbani Nesei'nin sahihinde (778) tahric etmiştir.)

SAFIN DÜZGÜN OLMASI NAMAZIN TAMAMINDAN OLDUĞU BABI

15) Enes Ibnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) saflarınızı düzeltiniz. Çünkü safların düzgünlüğü namazıa tamammdadır. (Bu hadisiBuhari(732)Müslim (433)EbuDavud(668) ve îbnu Mace (993) rivayet etmişlerdir.)

SAFIN DÜZGÜN OLMASI NAMAZIN GÜZELLİĞİNDEN OLDUĞU BABI

16) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, buyurdu ki: "Saffı ikame ediniz. Çünkü safın ikamesi, namazın güzelliğindendir." (Bu hadisi Buhari (722) ve Müslim (435) rivayet etmişlerdir.)

SAFLARIN NASIL TESVİYE EDİLECEĞİ VE İLK YAPILACAK İŞİN SAFDAKİLERİN AYNI HİZADA OLACAĞI BABI

17) Ebu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan evvel omuzlarımıza dokunarak şöyle derdi. "Doğru durunuz, ayrı ayrı hizalarda durmayınız." ........................ (Bu hadisi Müslim (436) ve Ebu Davud (664) rivayet etmişlerdir.)

SAFLARIN TESVİYESİNDE GÖĞÜSLERİNDE AYNI HİZADA OLACAĞI BABI

18) Simak İbnu Harb'dan, (dedi ki:) Nu'man İbnu Beşir (R.A.)'dan, işittim şöyle diyordu: Resûlullah (S.A.V.) saflarımızı bir okçu yaptığı okları nasıl dümdüz ederse öylece dümdüz bir hale getirirdi. Bunu ta biz anlayıp layıkıyla öğreninceye kadar yaptı durdu. Nihayet günün birinde yine namaz kıldıracağında tam tekbir getirecekti ki, "göğsü saf dan dışarıya çıkmış" birini gördü. Bunun üzerine: "Ey Allah'ın kulları! Ya saflarınızı düzeltirsiniz ya da Allah'u Teala'mn yüzlerinizi ayrı ayrı şekillere çevireceğini biliniz buyurdu. ( Bu hadisi Müslim (436) rivayet etmiştir.)

SAFLARIN SIKLAŞTIRILIP BOYUNLARINDA AYNI HİZADA TUTULACAĞI BABI

19) Enes İbnu Malik (R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Saflarınızı sıklaştırın. Aralarını yakınlaştırın. Boyunlarınızı bir hizaya koyun. Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben safın boş kalan aralıklarından şeytanın hazef gibi girdiğini görüyorum. Hazef: Hicaz taraflarında yetişen bir nev'i koyundur. (Bu hadisi Ebu Davud (667) ve Nesei (2/92) sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.)

SAFLARIN   TESVİYESİNDE   OMUZLARINDA   AYNI HİZADA OLACAĞI BABI

20) Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Saflarınızı ikame ediniz. "Omuzlarınızı hizalayın." Aralıkları kapatın ............... " (Bu hadisi Ebu Davud (666) Nesei (819) ve İbnu Huzeyme (1549) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SAFLARIN TESVİYESİNDE OMUZLARI, DİZ KAPAKLARI VE AYAK TOPUKLARINI BİRBİRİNE BİTİŞTİRME BABI

21) Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Saflarınızı dosdoğru tutunuz, hakikat ben sizi, arkamdan da görüyorum." (Enes şöyle dedi:) Her birimiz omuzunu, yanındakinin omuzuna, ayağını yanındakinin ayağına yapıştırırdı. (Bu hadisi Buharı (725) rivayet etmiştir.)

  22) Ebu Kasım El-Cedeli, Nu'man İbnu Beşir'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Resûlullah (S.A.V.) yüzünü insanlara döndürerek şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, ya saflarınızı dosdoğru tutarsınız, ya da Allah kalblerinizi birbirine çevirir. Nu'man İbnu Beşir (bu ikazdan sonra insanların) omuzunu, arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu arkadaşının topuğuna yapıştırdığını gördüm" dedi. (Bu hadisi Ebu Davud (662) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

SAFLARI BİTİŞTİRENE ALLAH'IN VE MELEKLERİN DUA ETTİĞİ BABI

23) Aişe (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Allah'u Azze ve Celle ve Melekleri, saflardaki aralıkları bitiştirenlere dua ederler." (Bu hadisi İbni Huzeyme (1550) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

SAFLARI  BİTİŞTİRENLERE  RESÛLULLAH  (S.A.V.) DUA EDİP BİTİŞTİRMEYENLERE DE BEDDUA ETTİĞİ BABI

24) Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Saflarınızı ikame ediniz. Omuzlarınızı hizalayın. Aralıkları kapatın. Safa girmek isteyen kardeşlerinize yumuşak olunuz. Şeytanın girmesi için aralıklar bırakmayın. Ve kim safları bitiştirirse Allah ona rahmet etsin. Ve kim de bitiştirmez ise Allah'da ondan rahmetini kessin. (Bu hadisi Ebu Da vud (666) Nesei (819) ve İbnu Huzeyme (1549) sahih senedle rivayet etmişlerdir.)

ERKEĞİN   TEK   BAŞINA   SAF   OLAMAYACAĞI  VE SAFSIZ OLARAK KILMIŞ OLDUĞU NAMAZIN İADE ETTİRİLECEĞİ BABI

25) Vabise (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) saff gerisinde tek başına namaz kılan birini gördü. Ona namazını iade etmesini emretti. (Bu hadisi Ebu Da vud (682) Tir m izi (230) İbnu Mace (1004) Ahmed (4/23) İbnu Hibban (401) ve Beyhaki (3/105) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

KADINLARIN TEK BAŞINA SAF OLABİLECEĞİ BABI

26) Enes Ibnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi:Ben ve yetim bizim evimizde Resûlullah (S.A.V.)'m arkasında  namaz  kıldık.   Annem  -Ümmü   Seleym  de-arkamızda yalnız başına (saff) yapmıştı.(Bu hadisi Buharı (727) rivayet etmiştir.)

BİR VEYA İKİ KiŞi HALiNDE İMAMIN NERESİNE DURULACAĞI BABI

27) Cabir (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle nakletti: ........ Hadis'in burasına uzunca zikrettikten sonra şöyle dedi ....... Sonra gelib Resûlullah (S.A.V.)'in sol tarafında namaza durdum. Resûlullah (S.A.V.) eliyle beni tuttu ve sağ yanında dikeltinceye kadar döndürdü. Takiben Cebbar Ibnu Sahr geldi ve abdest aldı. Sonra gelib Resûlullah (S.A.V.)'in solunda namaza durdu. Resûlullah (S.A.V.) ikimizinde ellerimizi tutarak bizi arkasında dikeltinceye kadar geriye itti ........... (Bu hadisi Buharı (726) muhtasaran ve Müslim (3010) rivayet etmişlerdir.

28) Ubeydullah Ibnu Abdullah (R.H.)'dan şöyle dediği rivayet olundu: Gündüz ortası Ömer tbnu'l-Hattab'ın nafile namaz kıldığı bir esnada yanma girdim ve bende arkasında namaza durdum. Beni sağ hizasına getirinceye kadar kendisine yaklaştırdı. (Sonra kölesi) Yerf e gelince ben geriye doğru çekildim beraberce (Yerfe'yle Ömer'in) arkasında saf yaptık. (Bu eseri Malik (1/154) ve Beğavi Şerh de (3/384) rivayet etmişlerdir, isnadı ise sahihdir.)

İLLETEN BİNAYEN İMAMIN YANINA DURULACAĞI BABI

29) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) hastalığı sırasında Ebu Bekre insanlara namaz kıldırmasını emretti. Ebu Bekr namaz kıldırıyordu ki: (Urve şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) nefsinde bir hafiflik bularak (cemaata) çıktı. Ebu Bekr insanlara namaz kıldırıyordu. Ebu Bekr Resûlullah (S.A.V.) geldiğini görünce yerini terkederek gerilemeğe başladı. Resûlullah (S.A.V.) yerinde kalması için işaret etti. Resûlullah Ebu Bekr 'in hizasında yanı başına oturdu. Ebu Bekr Resûlullah'ın namazını kılıyor, insanlar da Ebu Bekr'in namazını kılıyorlardı.    (Bu hadisi Buharı (683) rivayet etmiştir.)

DUVAR   VEYA   PERDE   ARKASINDANDA   İMAMA İKTİDA OLUNABİLECEĞİ BABI

30) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) geceleyin odasında namaz kılıyordu. Odanın duvarı alçak olduğundan dışarıdan insanlar Resûlullah (S.A.V.)'in namaz kıldığını gördüler. Bazıları gelib Resûlullah iktida edip namaz kılmaya başladılar. Sabahleyin bunu herkese anlattılar. Bunu duyanlarda ikinci gece gelib, Resûlullah (S.A.V.)'m arkasında namaza durdular. Bunu iki veya üç gece yaptılar. Bundan sonra Resûlullah (S.A.V.) ayakta namaz kılmayı terkederek oturdu. Sabahleyin Resûlullah (S.A.V.) neden böyle yapıldığı soruldu. De ki: Gece namazının üzerinize farz olmasından korktuğum için yaptım dedi. (Bu hadisi Buhar i (729) rivayet etmiştir.)

İKİ DİREK ARASINDA SAF TUTMANIN YASAK OLDUĞU BABI

30) Muaviyetu'bnu Kurre, babasından şöyle rivayet etti: Kurre (R. A.) dedi ki: Biz Resûlullah (S.A.V.) zamanında (safları kestiği için) direkler arasına saf tutmaktan nehy olunurduk. (Tutan görüldüğü zaman da) şiddetle uzaklaştırılırdık. (Bu hadisi İbnu Mace (1002) İbnu Huzeyme (1567) îbnu Hibban (400) Hakim (1/218) Bey haki (3/104) Tayalisi (1073) ve Taberani kebirde (19/31) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZ BABLARI

NİYYET BABI

1) Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Ameller (in kıymeti) ancak niyyete göredir. Bir kimsenin niyyet ettiği ne ise eline geçecek olan da ancak odur. Artık her kimin hicreti Allah'a ve Resûlü'nün rızasına yönelmiş ise, onun hicreti Allah'a ve Resûlü'nedir. Her kim de nail olacağı bir dünyalığa veya evleneceği bir kadından dolayı hicret etmişse, onun hicreti de hicretine sebeb olan şeyedir. (Bu hadisi Buharı (l ) ve Müslim (1907) rivayet etmişlerdir.)

İZAH

Bu hadis'i şerif niyyetin, bütün ibadetlerde birer rükun olduğunun delilidir. İmam'ı Safi' ve onun gibi bazı imamların ifadesi ile niyyet İslâm'ın üçte biridir, bazılarına göre de dörtte biridir denilmiştir.

Niyyet; Halik'ı Kainat'a takdim edilen ibadetin ruhudur. Mahalli ise kalbdir. Lisan ve cevarihin amelleri ne olursa olsun, itibar kalbdeki niyyetedir. Hadis'i şerifin mânâsı ve varid oluş sebebi bunu açıkça ifade etmektedir.

"Muhacir'i Ümmü Kays"u denilen şahsın sevmiş olduğu kadın Mekke'den Medine'ye hicret edince, o da Ümmü Kays denilen bu kadınla evlenebilmek için, Mekke'den Medine'ye hicret eder. Zahiren Allah ve Resulü için hicret eder görünen bu şahsın kalbindeki niyyeti ise, Ümmü Kays ile evlenmekti. Her ne kadar, Mekke'den Medine'ye gelerek birçok meşakket çekmiş ise de Allah ve Resulü için hicret edenlerden olamamıştır. Esas niyyeti açığa çıktıktan sonra, herkes ona "Muhacir 'i Ümmü Kays" demeğe başlamıştır.

Niyyet; Allah'a takdim edilen ibadetteki, kalbin nasibidir. Kalb bundan mahrum edilir ve bu amel lisanla yapılmağa kalkışılırsa lisana vazifesi olmayan bir ibadet yüklenilmiş olur. Tabi' lisan bunu beceremiyeceği için ibadeti ifsad edecektir.

Niyyet; yapılacak ibadetin keyfiyeti ile zihni meşkul etmektir. Böylelikle yapılan ibadetten mütelezziz olunsun.

Niyyetin keyfiyeti: Telaffuz etmeden, kalbden eda edilecek ibadetin keyfiyetini düşünerek bütün azaları bu ibadete hazır etmektir.

Niyyetin teleffuz edilmesi bid'attır. Onun sünnet olduğu kabul etmekte başka bir bid'attır. Musallinin namaza başlarken lisanla yapmış olduğu ilk amel, Allah'u Ekber lafzı ile namaza başlamaktır. Tekbir bahsindeki Aişe hadisi buna delildir.

Şakik (R.H.) tbnu Mes'ud (R.A.)'nun şöyle dediğini rivayet etti. Kim bir şey taleb ederek hicret ederse ona taleb ettiği vardır (ve sonra devam ederek) dedi ki; adamın birisi Ümmü Kays denilen bir kadınla evlene bilmek için hicret etti (ondan sonra o kişiye) Muhaciru Ümmi Kays denilmeye başlandı. Bu esiri Taberani kebirde (8540) rivayet etmiştir. Heysemi Mecmau 'z-Zevaid'de 3/102 bu eserin ra vileriSahih 'in ricalidir demiştir.)

İFTİTAH TEKBİRİNİN VUCUBİYETİ BABI

3) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (namazını beceremeyen adama, namazı tarif ederken) şöyle dedi: "Namaza kalktığın vakit ihram tekbirini al............" (Bu hadisi Buharı (793) Müslim (397) Tirmizi (303) Nesei (2/123) ve İbnu Mace (1060) rivayet etmişlerdir.)

4) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza Allah'u Ekber (lafzı) ile, başlardı. (Bu hadisi Müslim (498) rivayet etmiştir.) Bu hadis'i şerifler musallinin namaza başlarken telaffuz ettiği ilk kelimenin Allah'u Ekber lafzı olduğuna delildir.

5) Ali (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namazın anahtarı taharettir. Tahrimi tekbirdir. Ve tahlili de teslimdir." (Bu hadi si A h m ed (1/123/129) Ebu Da vud (61) Tirmizi (3) İbnu Mace (275) Safi (1/69) Darımı (1/138) Hakim (1/132) Tahavi (1/161) ve Beyhaki (2/173) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

 (Tahrimi tekbirdir) sözünden maksad, Allah'u Ekber lafzını söyledikten sonra namazın haricindeki hareketler musalliye haram olur.

(Tahlili 'de teslim 'dir) sözünden maksad, selam verdikten sonra tekbirle musalliye haram olan her şey helal olur.

kiyamda elleri kaldirma

 

TEKBİRDE ELLERİN NE ZAMAN KALDIRILACAĞI BABI

Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen "tekbirle beraber" kaldırırdı.

6) Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) tekbir aldığı vakit ellerini kulakları hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. (Bu hadisi Müslim (391) rivayet etmiştir.)

Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen "tekbirden önce" kaldırdı.

7) Abdullah İbnu Umer (R.A.) şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza durduğu vakit ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırır, sonra tekbir alırdı. (Bu hadisi Müslim (390) ve Ebu Davud (722) rivayet etmişlerdir.)

Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazende "tekbirden sonra" kaldırırdı.

8) Ebu Kılabe, Malik İbnu'l-Huveyris'i, namaz kılarken gördüğünü haber vermiştir: Malik İbnu'l-Huveyris namaza durduğu zaman tekbir alır, sonra ellerini kaldırırdı ............. Sonra işte Resûlullah (S.A.V.) böyle yapardı diye tahdis etti. (Bu hadis Buhari (739) ve Müslim (391) rivayet etmişlerdir.)

ELLERİN KALKIŞ ESNASINDAKİ HALİNİ BEYAN BABI

9) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) (tekbir alıp) namaza girdiği vakit ellerini dik olarak kaldırırdı.(Bu hadisi Ebu Davud (73S) ve Tirmizi (239) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

10) Said İbnu Sem'an'dan, şöyle dedi: Biz Verik oğullarının mescidinde iken yanımıza Ebu Hureyre (R.A.) çıka geldi. Ve şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) üç şey yapardı ki, insanlar bunları terkettiler. Resûlullah (S.A.V.) namaza kalktığı zaman, (ravi) Ebu Amir (Ebu Hureyre (R.A.)'nun nasıl gösterdiğini tarif ederken) eliyle işaret ederek şöyle dedi: 

(Tekbir için ellerini kaldırdığında) parmaklarını ne çok açardı. Ve ne de çok bitiştirirdi. Ve (sonra) dedi ki: Ebu Zi'bu da bize böyle gösterdi. (Bu hadisi Nesei (2/95) İbnu Huzeyme (459) Beyhaki (2/27) ve Hakim Müstedrekinde sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

ELLERİN NEREYE KADAR KALDIRILACAĞI BABI

Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen "omuzlan hizasına" vardınncaya kadar kaldırırdı.

11) Abdullah İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in (namaz kılışım) gördüm. Namaza durduğu zaman, ellerini omuzlan hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. (Bu hadisi Müslim (390) ve Ebu Davud (722) rivayet etmişlerdir.)

 Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen "kulakları hizasına" vardırıncaya kadar kaldırırdı.

12) Malik Ibnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) tekbir aldığı zaman, ellerini kulakları hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. (Bu hadisi Müslim (391) ve Ebu Davud (726) rivayet etmişlerdir.)

Resûlullah (S.A.V.) ellerini, bazen de ‘kulakları üstü’ hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı.

13) Katade'nin rivayetinde ise şöyledir. Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'i namaz kılarken görmüştür. Malik burada: Resûlullah (S.A.V.) ellerini kulaklarının üstü hizasına vardırıncaya kadar kaldırdı demiştir. (Bu hadisi Müslim (391) ve Ebu Davud (745) rivayet etmişlerdir.)

ELLERİ KALDIRIRKEN PARMAKLARI KULAK MEMELERİNE DEYDİRME RİVAYETİNİN ZAYIFLIĞI BABI

Elleri kaldırırken baş parmak uçlarını kulak memelerine deydirmenin, Resûlullah (S.A.V.)'in sünnetinde yeri yoktur. Sahih olan ise yukarıdaki hadislerde zikredilen üç şekildir. Baş parmak uçlarım kulak memelerine deydirenlerin delili ise, senedi "Münkatı" olan, aşağıda zikredeceğimiz "Zayıf Rivayet'tir.

14) Abdu'l-Cebbar İbnu Vail'den: Babasının şöyle rivayet ettiğini haber verdi: Babası dediki: Resûlullah (S.A.V.) namazda (el kaldırdığında) baş parmak uçlarını kulak memelerine değdirdiğini gördüm. (Bu hadisi Ebu Davud (737) ve Nesei (2/123) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)

İZAH

Bu rivayetin zayıf olmasının sebebi, rivayetin ravilerinden olan, "Abdu'l-Cebbar, İbnu Vail'in babasından hadis işitmeyişidir. İbnu Hacer "Takrib"de Abdu'l-Cebbar için babasından rivayeti Mürsel'dir diyor.

Ehlince ma'lumdur ki: Zayıf rivayet dinde hüccet değildir. Yani "Zayıf Rivayet "le amel olunmaz.

NAMAZIN KIYAMINDA SAĞ ELİ SOL KOL ÜZERİNE KOYMANIN VUCUBİYETİ BABI

elleri gogus uzerinde baglama

15) Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında) insanlar namazlarında, sağ ellerini sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.(Bu  hadisi Buharı  (740)   ve  Malik  (1/159)  rivayet etmişlerdir.)

16) İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Biz Enbiya'lar topluluğu, suhur'u geciktirmekle, iftarda acele etmekle ve namazda da sağ ellerimizle sollarımızı tutmakla emrolunduk. (Bu hadisi İbnu Hibban (1761) ve Taberani Evsatta (1/100) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.) .

17) İbnu Mes'ud R.A. dan, (şöyle:) (bir gün) sol elimi sağ elimin üstüne koyduğum bir halde namaz kılıyordum Resûlullah beni (bu halde) görünce, sağ elimi alıp sol elimin üzerine koydu. Bu Hadisi Ahmed () ve Ebu Da vud (755) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

NAMAZDA ELLERİ SAĞ SOLUN ÜSTÜNDE GÖĞSÜN ÜZERİNE KOYMA BABI

elleri gogus uzerinde baglama

18) Hulbu't-Tai (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazdan çıkarken, önce sağına sonra soluna selam verdiğini ve bunları (yani elleirini) göğsüriün üzerine koyarken gördüm. Yahya bunu, sağı solun üstünde mafsal üzerine koymak olarak tavsif etti. (Bu hadisi Ahmed (5/226) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

19) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kıldım. Sağ elini, sol elinin üstünde göğsünün üzerine koydu. Bu hadisi Ibnu Huzeyme (479) Beyhaki Süneninde (2/30) ve Bezzar hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.

20) Tavus mürsel olarak Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle rivayet ediyor. Resûlullah (S.A.V.) namazda sağ elini sol elinin üstünde sıkıca tutarak, göğsünün üzerine koydu. (Bu hadisi Ebu Davud (759) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

ELLERİN GÖĞSÜN ÜZERİNDEKİ KEYFİYETİNİN BEYANI BABI

21) Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında) insanlar namazlarında, sağ ellerini sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı. (Bu hadisi Buhari (740)   ve Malik (1/159) rivayet etmişlerdir.)

22) Asım İbnu Kuleyb'den, şöyle dedi: Babam bana tahdis etti ki: Ona da Vail haber vermiş. Vail İbnu Hucr şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in nasıl namaz kıldığını görmek için ona baktım. Namaza kalktı. Ellerini kulakları hizasına kadar kaldırarak tekbir getirdi. Sonra sağ elini sol elinin üzerine, bileğinin üzerine ve dirseğine yakın olarak koydu. (Bu hadisi Ahmed (4/318) Nesei (2/126) ve İbnu Huzeyme (480) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZDA  ELLERİ  GÖBEĞİN   ALTINA BAĞLAMANIN SAHİH OLMADIĞI BABI

Namazda elleri göbeğin altına bağlama ameli, senedi zayıf olan bir rivayete dayanmaktadır. Hancfilerin ameli bu zayıf rivayet üzeredir. Halbuki Hanefi ulemasından, Umdet'ul-Kari sahibi Ayni ve Nasbu'r-Raye sahibi leyle'i (R. H.) bu rivayetin isnadının sahih olmadığına kaildirler. İleride zikredeceğimiz gibi hadis ulemasının cumhuru da bu rivayetin zayıflığında ittifak etmişlerdir. Resûlullah (S.A.V.) sabit olan amel, elleri göğsün üzerine koymaktır.

Hanefilerin delilleri olan zayıf rivayetler şunlardır.

23) Ebu Cuheyfe'den, (şöyle dedi:) Ali (R. A.) namazda sünnet olan, sağ eli sol elin üzerinde göbeğin altına koymaktır dedi. (Bu hadisi Ahmed (1/110) ve Ebu Davud (756) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir. )

1) Bu hadis Ebu Davud'un İbnu'l-Arabi nüshasından başka nüshalarında sabit değildir. Ve senedinde, Abdurrahman İbnu İshak El-Kufi El- Vasili vardır. Ebu Davud, ahmed İbnu Hanbel'in İshak için zayıf dediğini işittim dedi. Ebu Talib, Ahmed İbnu Hanbel'den naklederek İshak hiç bir şey değildir, hadisi münkerdir dedi. Edduri, İbnu Main'den, İshak zayıf dır dedi.

İbnu Saad, Ya'kub İbnu Süfyan, Ebu Davud, Nesei ve İbnu Hıbban, İshak için zayıfdır dediler. Buhari "fihi nazar" (onda şübhe vardır) dedi. İbnu Huzeyme, İshak'ın hadisiyle amel olunmaz dedi. Ebu Hatim, İshak'ın hadisi münkerdir, onunla amel olunmaz dedi. Beyhaki, İshak hadis de metruk'tur dedi.

2) Ve yine senedinde, Ziyad İbnu Zeyd El-A'sem El-Kufi vardır ki: Ebu Hatim onun için meçhuldür dedi. Ziyad 'in Ebu Davud'da bir tek hadisi vardır. O da yukarıda Ali (R. A.)'dan olan rivayetidir.

Yine onların delillerinden başka bir zayıf rivayet.

24) Ebu Vail'den, şöyle dedi Ebu Hureyre (R. A.) namazda ellerin vaziyeti, biri öbürkünün üzerinde göbeğin altına koymaktır dedi. (Bu hadisi Ebu Davud (758) zayıf bir senedle rivayet etmiştir.) Bu rivayetin senedinde de Abdurrahman ibn İshak vardır. Terceme'i hâlini yukarıda zikrettik.

Yine onların delillerinden başka bir zayıf rivayet.

25) İbnu Cerir, babasından Ali (R.A.)'nun sağ eli ile sol bileğini tutarak göbeğinin üzerine koyarken gördüğünü haber verdi, (Bu hadisi Ebu Davud (757) zayıf bir senedle rivayet etmiştir.)

Bu rivayetin senedinde de Ali (R.A.)'dan rivayet eden Cerir Ed-Dabbi vardır ki. Ali (R.A.)'dan rivayeti bilinmiyor.

Yukarıda görüldüğü gibi, Meşhur Hadis âlimlerinin ittifıakı ile, Hanefılerin delili olan "göbek altına veya üstüne" el bağlama rivayeti zayıfdır. Ve bu rivayet ile amel edilemiyeceği açık bir gerçektir.

Ebu Hanife (R.H.) tabi olduklarını iddia eden arkadaşlara, İbnu Abidin haşiyesinde, Ebu Hanife (R.H.) isnad edilen şu sözü hatırlatmakta faide görürüz. (1/63) "Hadis sahih oldumu işte benim mezhebim odur." Aklı selim olan kişiye, İmam'ının bu sözü kâfidir.

İHRAM TEKBİRİ İLE KIRA’AT ARASINDA NE OKUNACAĞI BABI

26) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz başlangıçlarında iftitah tekbiri aldığı zaman kıra'attan evvel biraz sükut ederdi. Dedim ki: "Yâ Resûlallah! Anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıra'at arasındaki şu sukutunda, ne yaptığını bana haber verir misin?" dedim. Şöyle derim buyurdu.

Allahumme baid beyni ve beyne hatayaye kema baadte beyne'I-meşrikı ve'I-mağrib.

Allahumme nakkini min hatayaye kema yunakka's-sevbu'l-ebyadu mine'd-denes.

Allahümm'e-ğsilni min hatayaye bi's-selci ve'I-mai ve'l-bered.

Ey Allah'ım! Benimle hatalarımın arasını uzaklaştır. Tıpkı doğu ile batının arasını uzaklaştırdığın gibi.Ey Allah'ım! Beni hatalarımdan temizle. Tıpkı beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi.Ey Allah'ım! Beni hatalarımdan, karla, su ile ve soğuk su ile yıka.(Bu hadisi Buharı (744) Müslim (598) Ebu Da vud (781) ve Nesei (2/129) rivayet etmişlerdir.)

Farz namazlarda okunan İftitah dualarından birinde bu duadır ki: Halkın okuya geldiği Subhaneke'nin farzlarda okunacağına hiç bir delil yoktur. Yukarıdaki hadis'i şerifin istidlal vechi ise, Ebu Hureyre (R.A.) Resûlullah (S.A.V.) tekbirden sonra sukut etteğini söylemekle, görmüş olduğu sukutun farz bir namaz olduğu zahirdir. Zira nafile kılmış olsa idi kıra'atı sırrı olurdu.

27) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz başlangıçlarında iftitah tekbiri aldığı zaman şöyle derdi:"Subhaneke'llahumme ve bihamdike ve tebareke'smuke ve teala cedduke ve la ilahe ğayruk." Ey Allah'ım! Seni hamdin ile tesbih ve tenzih ederim. İsmin mübarektir. Azametin yücedir. Ve senden başka ilah yoktur. (Bu hadisi Ebu Davud (776) Tirmizi (243) Nesei (2/132) İbnuMace (804) Ahmed (3/50) Pare Kutni (1/1 12) ve Hakim (1/235) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

28) Enes (R.A.)'dan, (şöyle demiştir:) Bir zat, (yapmış olduğu hareketli yürüyüşten) nefesi sıkıştırmış olarak geldi ve safa dahil oldu. Müteakiben: "Elhamdu lillahi hamden kesiran tayyiben mübareken fih" Allah'a, hayrı çok ve devamlı bol bol hamd olsun, dedi: Resûlullah  (S.A.V.)   namazını   bitirince:   "Şu   kelimeleri söyleyen, hanginizdi?" diye sordu. Cemaat sukut etti. Resûlullah (S.A.V.) tekrar: "O sözleri söyleyen hanginizdi?" Zira kötü bir şey demiş değil buyurdu. Bunun üzerine cemaatten birisi: (Cemaata yetişmek için hızlı yürüdüm) Beni nefesim sıkıştırdı da (soluyarak) geldim ve (cemaate yetiştiğim için) o kelimeleri söyledim dedi. Resûlullah (S.A.V.): "Vallahi on iki melek gördüm ki, bu sözü hangisi Hakkın huzuruna çıkaracak diye birbirleriyle yarış ediyorlardı" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (600) ve Ebu Davud (763) rivayet etmişlerdir.)

KIRAAT'TAN ÖNCE TEAVVÜZ'ÜN VUCUBİYYETİ BABI

29) Kur'ân okuyacağın zaman, o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın.

30) Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) gece namazına (rivayette namaza) kalktığı zaman tekbir alır: Sonra (iftitah duasının okur ve kıraattan   önce)   .....  Euzü   billah's-semi'i-1-alimi min'e-ş- şeytan'i-r-racim min hemzihi ve nefhihi ve nefsih derdi. Hakkın rahmetinden kovulmuş şeytandan, onun vesvesesinden, kuruntusundan, büyüsünden, Semi'i (her şeyi işiten) ve Alim (her şeyi bilen) Allah'a sığınırım. (Bu hadisi Ebu Da vud (775) Tirmizi (242) İbnu Mace (807) İbnu Hibban (1771) Dare-Kutni (1/298) ve Hakim (1/235) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

BESMELENİN GİZLİ OKUNACAĞI BABI

31) Enes İbnu Malik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Ebu Bekr, Umer ve Usman ile namaz kıldım hiç birisinin Besmele'yi açıktan okuduğunu duymadım. (Bu hadisi Buharı (743) Müslim (299) Tirmizi (244) Ahmed (3/264) ve Nesei (2/264) rivayet etmişlerdir.)

Aişe (R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) kıraatini EI-Hamdu Lillah ile açardı. (Bu hadisi Abdurrezzak Cami'inde () rivayet etmiştir. El Kenz (22050))

Besmelenin sırrı gizli okunma mes'elesi Şafi'iler hariç bütün mezhebler arasında ittifak edilmiş bir mes' eledir. Bununla beraber, bazıları bazı rivayetlere dayanarak Besmelenin sesli okunacağı kanaatini savunmaktadırlar. Biz burada bunun münakaşasını yapacak değiliz. Sadece faideli gördüğümüz birkaç noktayı zikretmeyi münasib gördük.

Ma'lumdur ki: Enes (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye gelişinden vefatına kadar, Resûlullah (S.A.V.)'e hizmet etmiş. Hadarda ve seferde, hatta haceti için bile gittiği vakit yanında su götürerek Resûlullah (S.A.V.)'den ayrılmamıştır. Hicabdan önce hane'i saadete bile rahatlıkla girib çıkardı. Enes (R.A.)'nun bu refakatına rağmen hiç mümkün müdür ki, Resûlullah (S.A.V.)'in besmeleyi cebrettiğini duymasın. Ve yine Ebu Bekr, Umer ve Osman (R.A.)'un arkalarında namaz kıldığını da ifade etmesi mes'elemizi ayrıca te'yid eder.

Ibnu Teymiye (R. H.) diyor ki: İlim ehli ittifak etmişlerdir ki, Besmelenin açıktan okunacağına dair sahih bir nas yoktur. Fakat senedi sahih olmayan rivayetler mevcuddur. Sa'lebi diyor ki: Dare Kutni (R.H.)'a Besmelenin cehri söylenib söylenmeyeceğine dair sorulduğunda, şöyle cevab verdi. Besmelenin açıktan söyleneceğine dair Resûlullah (S.A.V.) sahih bir rivayet varid olmamıştır. Fakat sahabelerden ise sahih olanda vardır zayıf da.(Sülasiyatı müsnedi İmam Ahmed 204)

32) İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Allah Resulü (S.A.V.) Bismillahirrahmanirrahimi (sesli) okuduğu zaman müşrikler alay ederek Muhammed Yemame'nin efendisini (Müseyleme'yi) anıyor, Müseyleme er-Rahman, er-Rahim ismiyle tesmiye olunuyordu. Bu âyet indikten sonra Allah Resulü Besmele'nin açıktan okunmamasını emretti. (Bu hadisi Taberani 'Kebirde ( ) ve Evsat'ta rivayet etmiştir. Heysemi Mecmauz'Zevaid'de (2/108) ravileri sağlam, raviler demiştir.)

33) Aişe R.A.  dan (şöyle dedi:) Rasulullah (S.A.V.) kıratı, El-Hamdu Lillah ile açardı. (Bu Hadis'i Abdurrezzak Cami'inde ( ) rivayet etmiştir. El-Kenz (22050))

HER REK'ATTE FATİHA'YI OKUMANIN VUCUBİYYETİ BABI

34) Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki, "Fatiha't-ul-KitabV okumazsa önün namazı yoktur." (Bu hadisi Buharı (756) Müslim (394) Ebu Davud (822) Tirmizi (247) Nesei (2/137) ve İbnu Mace (837) rivayet etmişlerdir.)

35) Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir sabah namazında Resûlullah (S.A.V.)'in arkasında idik. Resûlullah (S.A.V.) Kur'ân okurken, kıra'ati ona ağırlık verdi. Namazdan bitince (cemaata hitaben) zannedersem sizler imamınızın arkasında (Kur'ân) okuyorsunuz dedi? Biz de evet ya Resûlallah hızlıca (size yetişe bilmek için okuyoruz) dedik. Resûlullah (S.A.V.) imamınızın arkasında "Fatiha'dan" başka bir şey okumayın, zira "Fatiha'yı" okumayanın namazı yoktur" dedi. (Bu hadisiAhmed (5/316/322) Ebu Davud (823) Tirmizi (311) Nesei (2/141) Buharı Cüz'ünde (60/226) Dare Kutni (l/318)İbnuHibban (1776) Hakim (l/238)BeyhakiSüneninde (2/164) veKıra'atta (98) îbnu EbiŞeybe (1/373) ve Tahavi (1/215) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

36) Reca îbnu Hayve'den, şöyle dedi: Bir gün Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'nun yanı başında namaz kılıyordum ki, imamın arkasında (Fatiha'yı) okuduğunu duydum. Namazı kıldıktan sonra, dedim ki: "Ya Eba Velid, sen imamla olduğun halde arkasında (Fatiha'yı) okuyor musun? dedi ki: Yazıklar olsun sana (Fatiha'sız) namaz yoktur (bilmez misin?) (Bu hadisi Abdurrazzak (2771) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

Ubade't-İbnu es-Samit İbni Kays İbni esram Ibni Fihr Ibni Sa'lebe el-Ensari el-Hazreci: Birinci ve ikinci akabe biatında hazır bulunanlardandır. Bedr, Uhud ve Hendek dahil Resûlullah (S.A.V.)'in iştirak ettiği bütün gazalarda hazır bulunmuştur. Muhammed İbnu Ka'b el-Kurazi, Allah Resûlü'nün zamanında Ensar'dan beş kişi Kur'ân'ı ezberlemişlerdir. Bunlar Muaz îbnu Cebel, Ubade't-İbnu es-Samit, Ubey İbnu Ka'b, Ebu Eyyub ve Ebu'd-Derda (R.A.) diye haber vermiştir. Aynı zamanda Ubade't-İbun es-Samit (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında, Eshab'ı Suffa'ya Kur'ân öğretirdi. Müslümanlar, Şam'ı feth edince Hz. Umer (R.A.) kendisini müslümanlara Kur'ân ve Fıkıh öğretmesi için Şam'a yollamıştır. Evzai (R.H.) Filistin'e tayin olunan ilk kadı Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.)'dır dedi. Sahih olan kavle göre, Ubade't-İbnu es-Samit (R.A.) Filistin'in Rumeyle kasabasında hicri otuz dört senesinde yetmiş iki yaşında iken vefat etmiştir.

37) Enes tbnu Malik (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) ashabına namaz kıldırdı. Namazdan bitince, yüzünü ashabına çevirerek dedi ki: İmam okuduğu halde siz de (arkasında) namazlarınızda okuyor musunuz? Hepsi sukut ettiler. Resûlullah (S.A.V.) bu sorusunu üç kere tekrar etti. Birisi dedi ki: Veya birkaçı dediler ki: Evet Yâ Resûlullah biz bunu yapıyoruz. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Bunu yapmayın. Sizden biriniz imamın arkasında, içinden olmak üzere sadece "Fatiha'yı" okusun. Bu hadisi Buharı Cüz'ünde (224) Dare-Kutni (1/340) Tahavi (1/218) Abdurrezzak (2765) Beyhaki Kitab 'ul-Kıra 'atta (121) Süneninde (2/166) Hatib (13/176) Ebu Ya'la ve Taberam 'Evsafta Mec-Mauzzevaid (2/110) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Enes İbnu Malik (R.A.) Resûlullah (S.A.V.)'in Medine'ye hicretle şeref verdiklerinde, annesi Ummü Suleym tarafından Allah Resulüne hediye olarak verilir. Hatta rivayette naklolunmaktadır ki: Resûlullah (S.A.V.) Medine'ye şeref verdiklerinde her kes Allah Resûlü'ne (S.A.V. )'e bir hediye takdim eder. Hediye edecek hiç bir şeyi olmayan Ummü Suleym ise, Enes'i kolundan tutarak Allah Resûlü'nün huzuruna varır der ki: Yâ Resûlullah benim başkaları gibi size takdim edecek hiç bir şeyim yok. Fakat bu oğlum Enes'dir kendisini hizmetinize kabul buyurun der.

Enes (R.A.) o esnalarda on yaşlarında bulunuyordu. Allah Resûlü'nün âhirete irtihaline kadar, hadarda, seferde, haceti için bile gittiğinde yanında su taşıyarak yanından ayrılmadan Sahib'i Risalete hizmet etmiştir.

38) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Fatiha" okunmayan namaz yeterli değildir. Dedim ki: (Peki Yâ Resûlullah) eğer imamın arkasında olursam? dedi ki: Elimden tutarak "Fatiha'yı" içinden (kendi kendine) oku buyurdu. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (490) ve İbnu Hibban (1780) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

39) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Her kim ki namaz kılar da o namazında "Ümmü'I-Kur'ân'ı" okumazsa, o namaz güdüktür sonra güdüktür, (yani) tamam değildir dedi. (Müslim'in rivayetinde ise bu sözü üç kere tekrar etti şeklinde gelmiştir.)

(Ravi diyor ki:) Bunun üzerine dedim ki: "Ya Eba Hureyre! İmam sesli okuduğunda nasıl yapayım? "Fatiha'yı" içinden okursun" dedi. Zira ben Resûlullah (S.A.V.) işittim ki: Şöyle buyurdu. Allah'u Teâla buyurdu ki: Ben "Fatiha'yı" benimle kulum arasında yarı yarıya taksim ettim. (Yarısı benim yarısı kulumundur.) Ve kulumun istediği onundur.

"Kul,   Elhamdu   lillahi   Rabbi'l-alemin   dediği   zaman Allah'da: Kulum bana hamd etti der. Kul, Errahmanirrahim dediği zaman, Allah'da: Kulum beni sena etti der. Kul, maliki yevmiddin dediği zaman, Allah'da: Kulum beni temcid etti (ve bir defada: Kulum bana tefyiz eyledi) dedi. (Ve buraya kadar benim.) Kul iyyake na'budu ve iyyake neste'in dediği zaman, Allah: Bu kulumla benim aramda ve kulumun istediği hakkıdır der. Kul İhdina's-sırata'l-mustekim sıratallezine en'amte aleyhim ğayri'l-meğdubi aleyhim ve-la'd-da-lin dediği zaman, Allah: İşte bu kulumundur ve kulumun istediği hakkıdır" buyurur. (Bu hadisi Müslim (395) Ebu Davud (821) İbnu Mace (838) Malik (1/84) İbnu Huzeyme (489) İbnu EbiŞeybe (1/375) İbnu Hibban (l 775) Buharı Cüz 'ünde (l 5/68/65/72) Abdurrezzak (2767) Ebu A vane (2/138) Beyhaki Süneninde (2/38) ve Kibul Kıraat 'da (52) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

40) İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki "Fatiha't-uI-Kitab'ı" okumazsa onun namazı yoktur."(Bu hadisi Beyhaki Kitab 'ul, Kıraatta (86/87/88) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

41) İbnu Cureyc'den, şöyle dedi: Bana Nafi'i, İbnu Umer (R.A.)'nun farz namazlarından "Fatiha" okumadık hiç bir rek'at bırakmadığını haber verdi.(Bu hadisi A bdurrezzak (2625) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

42) Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Fatiha't-ul-Kitab'ın" okunmadığı her namaz güdüktür, güdüktür. (Bu hadisi İbnu Mace (841) Ahmed (2/204/215) Buhari Cüz 'ünde (l 4) ve Beyhaki Kitab 'ul-Kıraat 'ta (84/85) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

43) Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) (ashabına hitaben) benim arkamda olduğunuz halde (Kur'ân) okuyor musunuz diye sual etti? (Sahabeler) dediler ki: Evet Yâ Resûlullah sür'atli bir şekilde okuyoruz. (Bu cevab üzerine) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: (İmamın arkasında) "Fatiha'dan" başka bir şey okumayın. (Bu hadisi Buhari Cüz' ünde (57) ve Beyhaki Kitab'ul-Kıraatta (l 38) hasen bin senedle rivayet etmişlerdir.)

44) Yezid İbnu Şerik'den, (şöyle dedi:) Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'ya dedim ki: İmam'ın arkasında iken "Fatiha'ul-Kıtab'ı" okuyabilir miyim? Evet okursun dedi. Ve tekrar dedim ki: Sen okuduğun halde de mi Yâ Emir'el-Mu'minin? dedi ki: "Evet ben okusam da" buyurdu. (Bu hadisi Buharı Cüz'ünde (45) Beyhaki Sünen'inde (2/167)Hakim (1/239)DareKutni(1/218) Tahavi(1/218) ve Abdurrezzak (2776) Hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

45) Abdullah İbnu Abbas (R.A.)'dan, (Tavus'a) şöyle dediği (nakledildi) imamın arkasında, sesli veya sessizde okusa, sakın "Fatiha't-ul-kitab'ı" okumayı bırakma dedi. (Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe (1/373) Abdurrezzak (2773) ve Beyhaki Kitab'ul-Kıraat'ta (175) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir).

Sahabelerden ve Tabi'inden ehli ilmin ekserisinin ameli bu hadisler üzeredir.

Sahabelerden, Umer İbnu'l-Hattab, Ali İbnu Ebi Talib, Aişe Bintu Ebi Bekr, Ebu Hureyre, Enes İbnu Malik, İbnu Abbas, İbnu Umer, İbnu Mes'ud, Muaz İbnu Cebel, Ubey İbnu Ka'b, Ubade't-İbnu es-Samit, Abdullah İbnu Amr (R.A.) daha isimlerini zikretmediğimiz birçok sahabe vardır ki, onları rivayetleri ile "Fatiha" hakkındaki, risalemizde zikrettik.

Mezheb imamlarından: Malik İbnu "Enes, Abdullah İbnu'l-Mübarek, Şafi'i, Ahmed ve İshak, imamın arkasında "Fatiha'nın" okunacağı görüşündedirler.

Hatta hadis imamlarından, Buhari ve Beyhaki kitaplarındaki hadislerle iktifa etmeyerek bu mevzuda müstakil birer risale yazmışlardır. Bu risalelerin ikisi de, Pakistan'da basılmıştır.

Hanefilerden, Umde'tu-1-Kari sahibi "Ayni" diyor ki: Arkadaşlarımızdan bazıları, ihtiyaten bütün- namazlarda "Fatiha'nın" okunmasını hoş görmüşlerdir. Bazıları da sadece sırri olan namazlarda okunacağı görüşündedirler.

Hidaye sahibinin naklettiğine göre, Ebu Hanife'nin talebelerinden, Muhammed İbnu Hasen eş-Şeybani'den de imamın arkasında sırri olan namazlarda Fatiha'nın okunacağına dair rivayet vardır.

Bu hadisi şerifler "Fatiha'nın" namazın rükünlerinden bir rüknü olduğuna delildir. Ve hadis umumi ifadesiyle münferiden, imam ve me'mum olarak namaz kılan her kişiye şamildir. Hadisi şeriflerde de görüldüğü gibi mes'elenin münakaşa götürecek hiç bir tarafı yoktur, zira sahabelerin Resûlullah (S.A.V.) naklettikleri ve kendilerinin nasıl anlayıb amel edişleri yukarıda zikredildi. Bu gün gibi açık nasların karşısında daha hâlâ taassub göstererek itirazda bulunmak Resûlullah'ı kendisine imam edinen kişiye yaraşmasa gerek.

Maa'zalike Mezheb ulemasından bazısı içtihad ve meselemiz ile alakası olmayan deliller getirerek, sahih delile ve bununla amel eden ehli ilme muhalefet etmişlerdir.

Muhalefet edenlerden bazısı, "Fatiha'nın" sadece imamın arkasında sırri olan namazlarda okunacağına kaildir. Bazısı da sırri ve cehri imamın arkasında kılınan namazların hiç birisinde de okunmayacağına kaildirler.

Biz burada nasıl ve ne şekilde ihtilaf edildiğini anlatacak değiliz. Bize düşen nassları serdetmekti, bu mevzuda fazla ma'lumat isteyen "Fatiha" hakkındaki risalemize müracat edebilirler.

FATİHAYI ÂYET ÂYET KESEREK OKUMA BABI

46) Ummu Seleme (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Veya bunun gibi bir kelime söyledi). Resûlullah (S.A.V.)'in kıra'at-i (şöyle idi) Bismillahirrahmanirrahim - Elhamdu lillahi rabbilalemin -Errahmanirrahim - Maliki yevmiddin - diye âyet âyet keserek (okurdu). (Bu hadisi Ebu Davud (4001) ve Sehmi tarih Cürcanda (104) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

47) Ummu Seleme (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) kira'atini (âyet âyet) kesik ederdi. Elhamdu    lillahi    rabbilalemin    der    durur,    sonra Errahmanirrahim der durur ve Meliki yevmiddin olarak okurdu. (Bu hadisi Tirmizi (1466) ve Ahmed (6/302) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

TE'MİN BABI

48) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "İmam âmin dediği zaman arkasından sizde âmin deyiniz. Çünkü her kimin âmin demesi meleklerin âmin demesine muvafakat ederse geçmiş günahları mağfiret olunur. Hadisin ravilerinden olan İbnu Şihab: Resûlullah (S.A.V.) âmin derdi, demiştir.) Bu hadis'i Buhari (780) Müslim (410) ebu Davud (936) ve Tirmizi (250) rivayet etmişlerdir. Bu hadisi şerif, imam ve me'mum'un cehri olan namazlarda âmin lafzım sesli olarak söyleyeceklerini beyan eder.

AMİN DERKEN SESİN YÜKSELTİLİB VE UZATILACAĞI BABI

49) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Ve'lad-daalliin i okuduktan sonra âmin derdi. Ve (derken) sesini de yükseltirdi. (Bu hadisi Ebu Davud (932) Tirmizi (248) ve İbnu Mace

(855) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

50) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah   (S.A.V.)'i   "Gayri 'I-mağdubi   aleyhim   ve 'la'd-daallin"i okuduktan sonra âmin dedi. Ve (âmin derken) sesini uzattığını işittim. (Bu hadisi Buhari Cüz'ünde (209) Tirmizi (248) veAhmed (4/316) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

ÂMİN DERKEN ÂMİN SESİNDEN MESCİDİN İNLEYECEĞİ BABI

51) İbnu Cureyc, Ata'dan (rivayet ediyor ki:) Ata'ya dedim ki: İbnu Zübeyr fatihadan sonra Amin der miydi? Ata dedi ki: Evet derdi. Arkasında olanlarda derdi. Hatta Amin sesinden mescid inlerdi dedi. Ve sonra şübhesiz Amin duadır dedi. Ebu Hureyre, İmam kendisinden evvel kalkmış olarak mescide girdiğinde, (İmama seslenerek) beni Amin'de geçme derdi. Bu hadisi Buhari ta'likan (bab/III) Abdurrazzak (2640) Safî (1/76) ve Beyhaki (2/59) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

YAHUDİLERİN   İMAM'IN   ARKASINDA  SÖYLEDİĞİMİZ AMİNİ HASED ETTİKLERİ BABI

52) Aişe R.A. dan, (şöyle dedi:) Nebiyyu S.A.V. buyurdu ki: Yahudiler sizin hiç bir şeyinize hased etmemişlerdir, selam ve âmin sözüne hased ettikleri gibi. Ahmedin rivayetinde ise: İmamın arkasında söylediğimiz, âmin sözüne (hased ettikleri gibi.) (Bu hadisi Buhari Cüz'ünde (988) Ahmed (6/135) ve İbnu Mace (856) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

FATİHA'DAN SONRA Kİ KIRAAT'IN BEYANI BABI

53) Ebu Hureyre (R.A.) şöyle dedi: Her namazda kıraat vardır. Resûlullah (S.A.V.)'in bize duyurduklarını biz de sizlere duyuruyoruz, bizden gizlice okuduklarını biz de sizlerden gizli okuyoruz. Her kim Ummu'l-Kur'ân'ı okursa bu, ona yeter. Her kim bundan fazla okursa o, daha faziletlidir. (Bu hadisi Buhari (772) ve Müslim (396) rivayet etmişlerdir.)

İLK İKİ REK'ATTE FATİHA'DAN SONRA BİRER SURE VE SON İKİ REK'ATTE İSE SADECE FATİHA'NIN OKUNACAĞI BABI

54) Abdullah İbnu Ebi Katade babası Ebu Katade'den, (şöyle demiştir:) Resûlullah (S.A.V.) öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rek'atlarında Fatihatu'l-Kitab ile birer sure okur idi. Ve bazen (gizli okuduğu) âyeti bize işittirirdi. Son iki rek'atlarda ise (yalnız) Fatihatu'l-Kitab'ı okurdu. (Bu hadisi Buharı (776) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)

 

BİRİNCİ REK'ATİN İKİNCİ REK'ATTEN DAHA UZUN OLACAĞI BABI

55) Abdullah İbnu Ebi Katede babası Ebu Katade'den, (naklederek şöyle demiştir.) Resûlullah (S.A.V.) öğle namazının ilk iki rek'atlarında "Fatihatu'l-Kitab" ile birer sure okur idi. Son iki rek'atlarda ise (sadece) "Fatihatu'l-Kitab'ı" okurdu. (Bazen gizli okuduğu) âyet'i bize işittirirdi. Birinci rek'atını ikinci rek'atından daha uzun yapardı. İkindi ve sabah namazıda böyle olurdu. (Bu Hadisi Buharı (776) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)

YALNIZ NAMAZ KILARKEN REK'ATLARIN HEPSİNDE FATİHA'DAN SONRA SURE OKUNABİLECEĞİ BABI

56) Nafi'i den, İbnu Umer (R.A.)'nun, yalnız namaz kıldığı zaman namazın dört rek'atının hepsinde, "ÜMMÜ'L-Kur'ân'ı" ve akabinde Kur'ân'dan bir sure okuduğunu haber verdi. (Bu Hadisi Malik (1/79) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

KUR'ÂN'I EZBERLEYEMEYEN KİŞİNİN NASIL YAPMASI GEREKTİĞİ BABI

57) Abdullah İbnu Ebi Evfa R.A. dan, şöyle dedi: Resûlullah S.A.V. e birisi gelib şöyle dedi: Ya Resulellah ben kur'an'dan hiç bir şey ezberleyemiyorum bana kıraatimin yerine geçecek birşey öğret ondan. Resûlullah S.A.V. buyurdu ki: Sübhanallah, ve'I- hamdu lillahı, ve la ilahe illallahu ve'llahu ekber, ve la havle ve la kuvvete illa billah'İI - aliyyi'l - a/im, dersin, dedi...... (Bu Hadisi Ebu Da vud (832) ve İbnu Huzeyme (544) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARINDAKİ KIRAAT BABI

58) Ebu Katade (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resulullah (S.A.V.) Öğle ve ikindi namazlarının ilk iki rek'atlarmda "Fatihatu'l-Kitab'ı" ve birer sure okur, bazen de bize (sırren okuduğu) âyet'i duyururdu. Son iki rek'atlarda ise sadece "Fatihatu'l-Kitab'ı" okurdu. (Bu hadisi Beğavi (592) Buhari (759) ve Müslim (451) rivayet etmişlerdir.)

59) Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resulullah (S.A.V.) öğle namazının ilk iki rek'atının her bir rekatında otuz âyet kadar okur idi. Son iki rek'atlarda ise on beşer âyet kadar yahut bunun yarısı kadar. İkindi namazının ilk iki rek'atının her bir rek'atında on beş âyet kadar okurdu. Son iki rek'atlarda ise bunun yarısı kadar okurdu. (Bu hadisi Müslim (452) rivayet etmiştir.)

ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARININ KIRAATLARININ SİRRİ OLACAĞI BABI

60) Ebu Ma'mer den, şöyle dedi: Habbab İbnu'1-Eret (R.A.) ya dedim ki: Resulullah (S.A.V.) öğle ve ikindi namazlarında okur muydu? "Evet" dedi: Ona "Peki okuduğunu neyden anlardınız!" dedim. "Sakalının oynamasından" dedi. (Bu hadisi Buhari (761) rivayet etmiştir.)

AKŞAM NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI

61) Abdullah İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Bir defa anam) Ümmü'1-Fadl bintu'l-hadis, Ve'I-Murselati Urfen sûresini okuduğumu işitti. Bana dedi ki: "Ey yavrucuğum! Bu sûreyi okumakla bana Resûlullah (S.A.V.)'in bir akşam namazında en son olarak işittiğim okuyuşunu hatırlattın." (Bu hadisi Buharı (763) ve Müslim (462) rivayet etmişlerdir.)

62) Muhammed İbnu Cubeyr İbni Mut'im den, o da babası Cubeyr (R.A.)'dan, rivayet etti. Cubeyr (R.A.) şöyle dedi: Ben Resûlullah (S.A.V.)'in akşam namazında Ve'tturi sûresini okuduğunu işittim.

YATSI NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI

63) Abdullah İbnu Bureyde den, o da babası Bureyde (R.A.)'dan, şöyle rivayet etti. Bureyde (R.A.) şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) yatsı namazında, Veşşemsi ve Duhaha'yı veya onun gibilerini okurdu. (Bu hadisi Tirmizi (309) Nesei (2/173) ve Ahmed (5/355) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

CEMAATE NAMAZ KILDIRILACAGINDA NAMAZIN HAFİF TUTULACAĞI BABI

64) Cabir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muaz İbnu Cebel her defa Resulullah'ın arkasında (yatsı) namazını kılar sonra kavmine (yâni Seleme oğullarına) gelir, onlara imamlık yapardı. Bir gece Resûlullah (S.A.V.) ile beraber yatsıyı kıldı. Sonra kavmine gelip, onlara imam oldu. Suretu'l-Bakara'dan başlayıp okumaya girişti. Bunun üzerine cemaatten bir kimse selam verip ayrıldı, sonra namazı yalnız başına kılıb çıktı. Namazdan sonra o kimseye: Ey fulan! Sen münafık mı oldun? dediler. O da: Hayır, münafık değilim. (Hele sabah olsun) Vallahi, Resûlullah (S.A.V.) huzuruna muhakkak gideceğim ve ona mutlaka bunu haber vereceğim dedi. Ertesi gün Resûlullah (S. A. V.)'e geldi ve şunları söyledi. "Yâ Resûlullah! Biz su çeker develer sahibiyiz. Bütün gün işimiz başında didiniriz, (yatsı olunca gelib namaz kılarız) Muaz sizinle birlikte yatsıyı kıldı sonra geldi ve bize imam olup Suretu'l-Bakara'dan başlayıb okumağa kalktı." Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Muaz'a dönüb: "Yâ Muaz! Sen dinden nefret ettirici misin! Fulan sûreyi oku, f ulan sûreyi oku!" buyurdu.

Sufyan der ki: Amre: Ebu'z-Zubeyr bize Cabir'den tahdis etti ki: Resûlullah (S.A.V.) Veşşemsi ve Duhahe'yı. Ve'dduha'yı, Ve'1-leyli iza yağşe'yı, Ve sebbih isme Rabbike'l-a'la'yı oku buyurmuştur, dedim. Bunun üzerine Amr: İşte bunlar gibi sûreler, cevabını verdi. (Bu hadisi Buharı (701) ve Müslim (465) rivayet etmişlerdir.)

Bazıları bu hadis'i şerif de zikredilen kıyamda ki tahfifi ruku'da, ruku'dan sonra ki i'tidal'da, secde'de ve iki secde arasında da yapılacağını zannederek namazlarını ibtal edib başkalarını da ibtal ettirmektedirler. Binaenaleyh, din düşmanlarının namaz bir idmandır diyerek bu azim ibadetle istihza etmelerine sebeb olunmaktadır. Zira o şekilde kılınan namaz da beden eğitiminden de başka bir şey değildir. İleride rüku ve secde bahsinde bu mevzuya temas edilecektir.

SABAH NAMAZINDAKİ KIRAAT VE ONUN CEHRİ OLACAĞI BABI

65) Ebu Berze (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) sabah namazında altmış ile yüz âyet kadar okurdu dedi. (Bu hadisi Müslim (461) rivayet etmiştir.)

66) Cabir Ibnu Semure (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah     (S.A.V.)     sabah     namazında,     Kaf ve'1-Kur'âni'l-mecid sûresini okurdu. Sabah namazından sonraki namazlarını daha hafif kıldırırdı.(Bu hadisi Müslim (458) rivayet etmiştir.)

İMAMA RUKUDA YETİŞENİN REKATININ OLMADIĞI BABI

67) Ebu Hureyre (R.A.)'dan: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaz için kamet getirildiğinde sakın namaza koşarak gelmeyin. Namaza yavaş yavaş sekinetten ayrılmayarak geliniz. İmama (kavuştuğunuz yerde ona uyun) yetişebildiğinizi onunla kılın, yetişemediğiniz kısımda (kendiniz) tamamlayın." (Bu hadisi Buhari (636) ve Müslim (602) rivayet etmişlerdir.)

Bu hadisi şerif imama nerede yetişilirse yetişilsin yetişemediği kısmın memun tarafından tamamlanacağına delalet eder.

A'rac (R. H.) Ebu Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etti: imama kıyamda kavuşmadan (ki yapılan rüku o rekatın için) yetirli değildir. (Bu eseri Buharı kıraatu helfel-1-imam isimli cüzünde (131) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

69) Abdurrahman İbnu Hürmüz (R.H.)'dan, şöyle dedi: Ebu Said el-Hudri dedi ki: Sizden biriniz Ummu'l-Kur'an'ı (Fatihayı) okuman rüku etmesin (zira o rekat tamam değildir). (Bu eseri Buhari kıraat u halfel-İmam isimli eserinde (133) hasen bir senedle rivayet etmiştir.)

RUKU'YA GİDİLECEĞİ ZAMAN ELLERİ OMUZLAR HİZASINA VARDIRINCA YA KADAR KALDIRMA BABI

kiyamda elleri kaldirma

70) Salim babası Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namaza başladığı zaman, ruku'a gitmezden evvel ve birde ruku'dan doğrulduğu zaman ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde arasında (ellerini) kaldırmazdı. (Bu hadisi Buhari (735) Müslim (390) Ebu Davud (721) Tirmizi (255) Nesei (2/126) ve İbnu Mace (858) rivayet etmişlerdir.)

Ruku'a giderken ve ruku'dan kalkarken el kaldırma hadisi Resûlullah (S. A. V.)' den sabit olan bir ameldir. Bu Ümmetin âlim'lerinin cemi'si bu amelin subutunda ve tatbikinde ittifak etmişlerdir. Sadece Ehli-Rey muhalefet ederek bütün Ümmetin ittifakından ayrılmışlardır.

Bu hadisi Allah Resûlullah'dan elliye yakın sahabe rivayet etmişlerdir. Buhari Ehli Rey'in bu muhalefetine dayanamıyarak bu mevzuda "Refu'I-yedeyn fi'ssalat" namazda elleri kaldırma diye bir risale te'lif etmiştir. Bu Risale Pakistan'da basılmıştır.

Bu hadisi rivayet eden sahabelerden bazıları şunlardır. İbnu Umer, Malik İbnu'l-Huveyris, Enes İbnun Malik, Vail İbnu Hucr, Ebu Hureyre, ebu Humeyd es-Saidi, Ebu Bekr, Umer İbnu'l-Hattab, Usman İbnu Affan, Ali İbnu Ebi Talib, Sehl İbnu Sa'd, Muhammed İbnu Mesleme, Ebu Katade, Cabir İbnu Abdullah, İbnu Abbas, Umeyr İbnu Habib, Ebu Musa el-Eşari, Ebu Useyd, Abdullah İbnu Zubeyr, Ebu Said, Ümmü Darda, bizim şu ana kadar toparlaya bildiğimiz bu kadar Allah nasib ederse bu mevzuda bir risale yazmayı düşünüyoruz.

RUKU'DA ELLERİN DİZKAP AKLARIN ÜZERİNE KONULACAĞI VE BUNUN EMİR OLDUĞU BABI

ruku

71) Ebu Ya'fur, Mus'ab İbnu Sa'd-ı şöyle derken işittiğini rivayet etti: Babamın yanında namaz kıldım, (rüku'da) avuçlarımı bir birine bitiştirib iki baldırımın arasına koydum. (Bu hareketimi gören) babam beni bundan nehyetti. Dedi ki: Biz bunu yapıyorduk. Fakat sonra bunu yapmaktan nehyolunduk. Ve ellerimizi diz kapakların üzerine koymakla emrolunduk. (Bu hadisi Buharı (790) ve Müslim (535) rivayet etmişlerdir.

72) Abbas İbnu Sehl'den, şöyle dedi: "Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl İbnu Sa'd ve Muhammed İbnu Mesleme toplanarak Resûlullah (S.A.V.)'in namazını müzakere ettiler. Ebu Humeyd dedi ki: "Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi bileniniz benim. Resûlullah (S.A.V.) ruku'a vardı, dizkapaklarını tutar gibi ellerini dizkapaklarının üzerine koydu. Kollarını gerdi ve koltuklarını kaldırdı." (Bu hadisi Ebu Davud (734) ve Tirmizi (260) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DA EL PARMAKLARININ DİZKAPAKLARIN ÜZERİNDE AÇILACAĞI BABI

73) Alkame't-İbnu Vail babasından şöyle rivayet etti: Resûlullah (S.A.V.) Ruku'a gittiği zaman (dizkapaklarının üstünde) parmaklarını açardı. (Bu hadisi Hakim (1/224) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

RUKU'DA BELİN DÜMDÜZ TUTULACAĞI BABI

ruku

74) Raşid, Vabisa (R.A.)'yıı şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Resûlullah (S.A.V.)'i namaz kılarken gördüm. Ruku'ya gitiği zaman belini dümdüz yaptı. Öyle ki üzerine su dökülse belinde eyleşirdi. (Bu Hadisi İbnu Mace (872) Taberani Kebirde (12781) veSağirda (1/31) Ahmedin oğlu Abdullah 'da Müsnedih zevaidinde sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DA BAŞ'IN BEL İLE BERABER DÜMDÜZ TUTULACAĞI BABI

75) Ebu Humeyd Essaidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaza durduğu zaman .... (Hadisin burasını zikrettikten sonra şöyle devam etti). Sonra ruku'ya gitti ve ellerini dizkapaklarının üstüne koydu. Sonra başinı ne aşağı sarkıttı ne de yukarı kaldırdı. (Yani beli ile başını aynı hizada dümdüz tuttu.) (Bu hadisi Ebu Davud (730) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

RUKU'DAKİ ZİKRİN BEYANI BABI

76) Huzeyfe (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kılıp, Resûlullah (S.A.V.)'in rukusunda, "Subhane Rabbiye'I-Azim" dediğini rivayet etti. (Bu hadisi Ebu Davud (871) ve Tirmizi (262) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

77) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) rüku'unda ve sucudunda: "Subhaneke ellahumme! Rabbena ve bihamdike ellahumme-gfirli." Teşbih ve istiğfarını çokça söylerdi. (Resûlullah bunu demekle) Kur'ân'a imtisal ediyordu. (Bu hadisi Buhari (794) Müslim (484) Ebu Davud (877) ve Nesei (2/190) rivayet etmişlerdir.)

78) Aişe (R. A.) şöyle haber verdi: Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunda ve sucudunda: Subbuhun kuddûsun. Rabbul melaiketi ve'r-ruh derdi. (Bu hadisi Müslim (487) Ebu Davud (827) Nesei (2/224) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DA Kİ İTMİ'NAN-IN FARZİYYETİNİN BEYANI BABI

79) Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Resûlullah (S.A.V.) "Ruku'u ve sucud'u tastamam yapınız. Allah'a yemin ederim ki rüku, ettiğinizde ve secdeye vardığınız zaman ben sizleri muhakkak arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu hadisi Buhari (741) ve Müslim (425) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'NUN VE SUCUD'UN NASIL TAMAM OLDUĞU BABI

80) Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) ile birlikte kılınan namazı gözetleyip dikkat ettim. Kıyamını, ruku'unu, ruku'dan sonraki itidalini, secdesini, iki secde arasındaki oturuşunu, tekrar secdesini ve selam vermekle kalkıp gitmesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum. (Bu hadisi Müslim (471) rivayet etmiştir.)

RUKU'SUNU VE SUCUD'UNU TAM YAPMAYAN ADAMA RESÛLULLAH'IN NAMAZINI İADE ETTİRMESİ BABI

81) Ebu Hureyre (R. A.) 'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) mescide girdi derken biride girip namaz kıldı. Sonra Resûlullah (S.A.V.)'e gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamını aldıktan sonra: Adama "Dönde namazım yeniden kıl." Çünkü sen namaz kılmadın buyurdu. O kimse namazını yemden kılıp Resûlullah'ın yanına gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamım aldıktan sonra tekrar adama "Namazını yeniden kıl çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu. (Bunu üç kere tekrar etti.) Nihayet o kimsem Seni hak ile yollayan Allah'a yemin ederim ki, bunun başka türlüsünü bilmiyorum. Bana (doğrusunu) öğret dedi. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaza durduğun vakit ihram tekbirini al, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'ân oku. Sonra ruku'a varıp ta mut'main oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur.

Sonra secdeye var ve mut'main oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp ta mut'main oluncaya kadar otur. Sonra tekrar secdeye var ta mut'main oluncaya kadar kal. Sonra bunu namazının hepsinde (böyle) yap." (Bu hadisi Buharı (793) Müslim (397) Ebu Davud (856) Tirmizi (303) Nesei (2/124) ve İbnun Mace (1060) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'SUNU VE SUCUD'UNU TAM YAPMAYANIN NAMAZININ BATIL, KENDİSİNİNDE  MİLLET'İ-   MUHAMMED'DEN GAYRI BİR MİLLET ÜZERE ÖLECEĞİ BABI

82) Süleyman, Zeyd İbnu Vehb'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Huzeyfe (R. A.) Rüküşünü ve sucudunu tam yapmayan bir adam gördü. Adama, sen namaz kılmadın. Eğer (bu halinle yani bu namaz kılışınla) ölmüş olsaydın, Allah'ın Resulünü yaratmış olduğu fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün dedi. (Bu hadisi Buharı (791) rivayet etmiştir.) Ahmed İbnu Hanbel'in rivayetinde ise şöyle bir ziyadelik vardır.

Huzeyfe (R.A.) (Rüküşünü ve sucudunu tam yapmayan) adama şöyle dedi: Ne zamandan beri bu namazı böyle kılıyorsun? Adam kırk seneden beri böyle kılıyorum (diye cevab) verdi. Huzeyfe yeniden adama sen kırk seneden beri lamaz kılmamışsın. Eğer bu namaz kılışınla ölmüş olsaydın, Muhammed (S.A.V.) yaratıldığı fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün dedi. (Bu hadisi Ahmed (5/384) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

83) Ebu Abdullah El-Eş'ari (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah   (S.A.V.)   Ruku'sunu   tam   yapmayan   ve sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapan birini gördü. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Eğer bu adam şu hali (yâni namaz kılışı) üzere ölseydi, Millet'i-Muhammed'den gayrı bir millet üzere ölürdü." Ve sonra şöyle dedi: "Ruku'sunu tam yapmayan, sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapanın misali, aç birisinin bir veya iki tane hurma yemesi nasıl    açlığını  gidermez ise, (rüku 'sunu vesucud'unu tam yapmayan da namaz kılmamıştır.)"

Ravi  Ebu   Salih   dediki:   Ebu  Abdullah'a  bu   hadisi Resûlullah'dan kendisine kimin rivayet ettiğini sordum. Dediki:  Umeraul-Ecnad   (yani  Filistin,  Ürdün,   Humus, Kansirin, Şam) vilayetlerinin emirleri olan Amr İbnu'1-As, Halid Îbnu'l-Velid, Şurahbil İbnu Hasene, Resûlullah'dan işitmişler dedi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (665) Beyhaki Sünende (2/89)

Taberani Kebirde Ebu Ya 'la Musnedin 'de hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DAN   KALKARKEN   "SEMlALLAH'U   LİMEN HAMİDEH" DENİLECEĞİ BABI

84) Malik İbnu'l-Huveyris (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Ruku'dan başını kaldırdığı zaman "Semiallah'u limen hamideh" derdi. (Bu hadisi Müslim (391) rivayet etmiştir.)

RUKU'DAN KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA VARINCAYA KADAR KALDIRILACAĞI BABI

kiyamda elleri kaldirma

85) Salim babası Abdullah'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in namaz kılışını gördüm. Resûlullah (S.A.V.) namaza başladığı zaman, ruku'a gitmeden evvel ve birde ruku'dan doğrulduğu vakit ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırırdı. İki secde arasında ise kaldırmazdı. (Bu hadisi Buhar i (735) Müslim (390) Ebu Davud (721) Tirmizi (255) Nesei (2/126) ve İbnu Mace (858) rivayet etmişlerdir.)

İMAM'LA NAMAZ KILANIN YALNIZ "ELLAHUMME RABBENA VE LEKE'L-HAMD DİYECEĞİ BABI

86) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: İmam (başını rukudan kaldırırken) Semi'allahu limenhamideh dediği zaman, sizde Ellahumme rabbena leke'l-hamdu deyiniz. Zira kimin bu kavli, Meleklerin kavline muvafakat ederse yapmış olduğu günahlar mağfiret olunur. (Bu Hadisi Buhari (796) ve Mustim (409) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DAN BELİNİ DOGRULTMAYANIN NAMAZININ YETERLİ OLMADIĞI BABI

87) Ebu Mesude'l-Ensari (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Ruku'dan ve secde'den belini doğrultmayanın namazı yeterli değildir." (Bu hadisi Ebu Da vud (855) Tirmizi (265) İbnu Mace (870)îbnuHibban (501) veAhmed' (4/122) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

BAŞI İMAMDAN ÖNCE KADIRMANIN YASAK OLDUĞU BABI

88) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) buyurdu ki: "Başını imamdan evvel kaldıran, Allah'ın onun başını eşek başına tahvil etmesinden korkmaz mı?" (Bu hadisi Buhari (691) ve Müslim (427) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DAN KALKTIKTAN SONRA ELLERİ TEKRAR GÖĞSÜN ÜZERİNE KOYMA BABI

elleri gogus uzerinde baglama

89) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namaz için tekbir aldığı vakit, ellerini kulakları hizasına kadar kaldırdığını ve sonra ruku'ya giderken ve sonra Semiallahu limen hamideh deyip rukudan kalkarken de aynı şeyi yaptığını ve kıyamda da sağ eliyle sol elini tuttuğunu gördüm. Bu hadisi Ahmed (4/318) hasen bir senedle rivayet etmiştir.

izah

Bu Hadis'i Şerif, Resûlullah (S.A.V.)'in "iftitah" tekbirinden ve "ruku'dan" sonraki "kıyam" halinde ellerini göğsünün üzerine bağladığım ifade ediyor. Zira göğsün üzerine el koyma, "iftitah" tekbirinden sonraki kıyama hass olsaydı, hemen iftitah tekbirinden sonra ellerini göğsünün üzerinde bağladı diye ifade etmesi gerekirdi. İftitah tekbirinden sonra zikretmeyip, ruku'dan sonra bu hareketi tek isim altında, ruku'dan kalktıktan sonra "kıyam'da" sağı ile solunu tuttuğunu gördüm demesi, çok sarih bir ifade'i kelamdır.

Zira asıl olanda budur. Hem rukudan kalktıktan sonra eller salıverilecek diye zayıf'da olsa bir rivayet mevcud değildir. Resûlullah (S.A.V.)'den gelen hadislerin cemi'si namazda kıyam halinde ellerin göğsün üzerine konulacağına delalet ediyor.

RESÛLULLAH (S.A.V.)'İN ZAMANINDA İNSANLARIN KIYAMDA ELLERİNİ GÖĞÜSLERİNİN ÜZERİNE KOYMAKLA EMROLUNDUKLARI BABI

elleri gogus uzerinde baglama

90) Sehl İbnu Sa'd (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) (Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında) İnsanlar namazlarının (kıyamında) sağ ellerini sol kollarının üzerine koymakla emrolunurlardı.(Bu hadisi Buharı (740) ve Malik (1/159) rivayet etmişlerdir.)

91) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazda kıyamda iken, sağ eliyle sol elini kabzettiğini gördüm. (Bu hadisi Ahmed (4/316) veNesei(2/125)sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

RUKU'DAN KALKTIKTAN SONRAKİ DUA BABI

92) İbnu Ebi Evfa (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) belini ruku'dan kaldırdığı zaman (şu sözleri) söylerdi: Semiallahu limen hamideh. Ellahumme! Rabbena leke'1-hamd. Mil'u-s-semavati ve mil'u-1-ard. Ve mîl'u ma şi'te min şey'in ba'd. Ellahumme! Tahhirni bi's-selci ve'1-beredi ve'1-mai'l-barid. Ellahumme! Tahhirni mine'z-zunubi ve'1-hataye kemayunekka's-sevbu'l-ebyadu mine'l-vesahi. Ey Allah'ım! Hamd sana mahsustur. Hem gök dolusu, yer dolusu ve bunlardan öte ne yaratmayı diledinse hepsinin dolusu hamd! Ey Allah'ım! Beni kar ile dolu ile ve soğuk su ile tertemiz eyle! Ey Allah'ım! Beni günahlardan ve hatalardan, beyaz kumaş kirden nasıl temizlenirse öyle temizle. (Bu hadisi Müslim (476) rivayet etmiştir.)

93) Ebu Said El-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) başını ruku'dan kaldırdığında şöyle derdi. Rabbena leke'l-hamd. Mil'u-s-semavati ve'l-ard. Ve mil 'u ma'şite min şey'in ba'd. Ehle's-sena'i ve'l-mecd. Ehakku ma kale'l-abdu ve kulluna leke abdun. Ellahumme! La mani'a Uma a'teyte ve la mu'tiye limâ mena'te. Ve la yenfe'u ze'1-ceddi mine'l-ceddu. Ey Rabbimiz olan Allah! Hamd sana mahsustur. Hem gökler dolusu, yerler dolusu ve bunlardan öte ne yaratmağı diledinse hepsinin dolusu hamd. Senaya, mecde layık olan Allah'ım! Her hangi bir kulun ^ki hepimiz de sana kuluz- en muhik olarak söylediğisöz: Allah'ım! Verdiğine mani' olacak yok, vermediğini verecek yok. Taat ve rızana bedel hiç bir bahtiyara kendi bahtının yar olacağı yok. (Bu hadisi Müslim (477) rivayet etmiştir.)

94) Refa'at İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Biz bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in arkasında namaz kılıyorduk. Başını rukudan kaldırdığında, Semiallahu limen hamideh dedi. Arkasından birisi "Rabbena ve leke'1-hamd, hamden kesiran tayyiben mubareken fih" dedi. Namaz bittikten sonra konuşanın kim olduğunu sordu. O kelimeleri söyleyen adam, benim dedi. Resûlullah (S.A.V.) buyurdular ki otuz küsur tane melek gördüm ben evvel yazacağım diye birbirleriyle yarış ediyorlardı. (Bu hadisi Buharı (799) ve Ahmed (4/316) rivayet etmişlerdir.)

RUKUDAN KALKTIKTAN SONRAKİ İTİDALIN   KEYFİYETİ BABI

95) Enes (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i bize nasıl namaz kıldırırken gördüysem sizede öylece namaz kıldırmaktan vazgeçmeyeceğim dedi: Enes'in namazım ta'rif eden ravi sabit İbnu Eşlem El-Bunani şöyle dedi: Enes (R. A.) sizi yaparken görmediğim bir şey yapardı ki: Başını rüku 'dan kaldırdığı vakit gören secde etmeği unuttu diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden kaldırdığı vakit iki secde arasında gören (ikinci secdeye gitmeyi) unuttu diyecek kadar dururdu. (Bu hadisi Buhar i (800) ve Müslim (472) rivayet etmişlerdir.)

İMAMA MÜTABAAT ETMEK VE HAREKETLERİ İMAMDAN SONRA YAPMAK BABI

96) Bera İbnu Azib (R. A.) 'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile beraber namaz kılardıkta hiç birimiz, onu secdeye varmış olarak görmemize kadar belini bükmezdi. (Bu hadisi Buhari (811) ve Müslim (474) rivayet etmişlerdir.)

İMAM OTURARAK NAMAZ KILDIĞINDA CEMAATINDA OTURACAĞI BABI

97) Zuhri dedi ki: Enes Ibnu Malik'ten işittim şöyle diyordu: Resûlullah (S.A.V.) bir gün beygirden düştü de sağ yanı sıyrıldı. Biz hasta ziyareti yapmak için huzuruna girdik. Derken namaz vakti geldi. Resûlullah (S.A.V.) bize oturarak namaz kıldırdı. Biz de onun arkasında oturarak namaz kıldık. Namazı bitirdiği vakit şöyle buyurdu: İmam ancak kendisine uyulsun diye imam yapılmıştır. Öyle olunca o tekbir aldığı zaman sizde tekbir alınız. O secdeye vardığı vakit siz de secdeye varınız. O kalktığında sizde kalkınız. O Semi Allahu limen hamideh dediği zaman sizler, Rabbena leke'1-hamd deyiniz. O oturduğu halde namaz kıldığı vakit hepiniz oturarak kılınız. (Bu hadisi Buharı (688) ve Müslim (411) rivayet etmişlerdir.)

SECDEYE GİDİŞ BABI

98) Rifaa İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: İnsanlardan hiç birisinin namazı tamam olmaz...........Sonra rüku eder ta mafsalları mutmain oluncaya kadar (rukuda kalır) sonra Semi Allahu limen hamideh diyerek ta doğruluncaya kadar dikilir. Ve Allahu ekber der sonra secde eder mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede kalmadıkça) ........... (Bu Hadisi Ebu Davud (857) ve Hakim sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

99) Ebu Bekr İbnu Abdurrahman dan, Ebu Hureyre (R.A.)'yu şöyle derken işittiğini haber verdi.

Ebu Hureyre (R. A.) dedi ki: Resûlullah (S.A.V.) secdeye gideceğinde tekbir getirirdi. (Bu hadisi Buhari (803) ve İbnu Huzeyme (624) rivayet etmişlerdir.)

 SECDEYE GİDERKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA KADAR KALDIRILACAĞI BABI

kiyamda elleri kaldirma

100) Malik İbnu Huveyris (R.A.)'den: O, Nebi (S.A.V.)'in, namazında, rüku ettiğinde, başını ruku'dan kaldırdığında ve secde ettiğinde, ............ ellerini kulakları hizasına kadar kaldırdığını görmüş. (Bu hadisiNesei (1085) ve Dar e Kutni (   ) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Kıyamdan secdeye giderken, secdeden kalkarken, tekrar secdeye giderken, birinci ve üçüncü rek' atlardan kıyama kalkarken elleri tekbirle kaldırma hareketi Resûlullah (S.A.V. ) 'den, sabit olan bir ameldir. 64 numaralı İbnu Umer Hadisiyle aralarında tenakuz varmış gibi görünmesine rağmen, İbnu Umer dahil on tane sahabeden naklolunmuştur. Bu rivayet mütenakız değil bilakis İbnu Umer 'in rivayetinin ziyadesidir. Hadis İlmin'de ma'lum olduğu üzere sika'nın ziyadesi makbul'dur.

SECDEYE GİDERKEN ELLERİN DİZLERDEN ÖNCE KONULACAĞI BABI

once eller sonra dizler

101) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Sizden biriniz secde ettiği vakit, devenin çöktüğü gibi çökmesin. Önce ellerini, sonra dizlerini koysun." (Bu hadisi Ahmed (2/381) Ebu Da vud (840) Nesei (2/207)Darimi (1327) Dare Kutni (1/345) Tahavi (1/245) Beyhaki (2/99) ve Buhari Tarihinde (1/139) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

102) İbnu Umer R. A. dan. (şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secde ettiği vakit ellerini dizlerinden önce koyardı. (Bu hadisi Buharı Ta'likan (803) İbnu Huzeyme (627) Dari Kutni (1/344) Tahavi (1/254) ve Hakim sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

DİZLERİ ELLERDEN ÖNCE KOYMA HADİSİNİN ZAYIF OLDUĞU BABI

103) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A. V.) secdeye gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (Secdeden kıyama) kalktığı zamanda ellerini dizlerinden önce kaldırırdı. (Bu hadisi Ebu Davud (838) Tirmizi (268) ve İbnu Mace (882) zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Ebu İsa (Tirmizi) bu hadis hasen garib'dir. "Şerik"den bu hadisi başka birinin rivayet ettiğini bilmiyoruz dedi. Dare Kutni'de Sünenin'de "Şerik" rivayetinde teferrüd ettiği zaman onun rivayeti zayif dır dedi. Yukarıda görüldüğü gibi Vail'in hadisi seneden zayıfdır. Ma'lum olduğu gibi zayıf hadis'le amel etmek caiz değildir. Sahih olan Ebu Hureyre ve İbnu Umer hadisidir.

YEDİ ÂZA ÜZERİNE SECDE ETME BABI

secde on

104) İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: Alın, (eliyle burnu üzerine işaret etti) eller, dizler ve ayak uçları olmak üzere yedi aza üzerine secde etmekle emrolundum. (Namaz kılarken) elbise ve saç toplamaktan neyh olundum. (Bu hadisi Buhari (809) ve Müslim (490) rivayet etmişlerdir.)

KÖPEK OTURUŞU GİBİ SECDE YAPMANIN YASAK OLDUĞU BABI

105) Enes İbnu Malik'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Secdede i'tidal üzere bulununuz. Hiç biriniz kolunu (secdede) köpek yayışı gibi yaymasın" buyurdu. (Bu hadisi Buhar i (822) Müslim (493) Ebu Da vud (897) ve Tirmizi (276) rivayet etmişlerdir.)

SECDEDE AVUÇLARIN YERE KONULUP DİRSEKLERİN KALDIRILACAĞI BABI

secde ayaklar dik

106) Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Secde ettiğinde, avuçlarını yere koy ve dirseklerini kaldır" buyurdu. (Bu hadisi Müslim (494) rivayet etmiştir.)

SECDEDE KOLLARIN BİR KUZU GEÇEBİLECEK KADAR AÇILACAĞI BABI

107) Meymune (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyü (S.A.V.) secdedeye vardığı zaman, ufak bir kuzu istese kolları arasından geçerdi. (Bu hadisi Müslim (496) Ebu Davud (898) ve Nesei (2/213) rivayet etmişlerdir.)

SECDEDE  DİRSEKLERİN   YANLARDAN   UZAKLAŞ­TIRILACAĞI BABI

secde on

108) Meymune (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secdeye vardığı zaman dirseklerini yanlarından o kadar uzak tutardı ki, arkasında bulunan kimse koltuklarının açıklığını (beyazlığını) görürdü. (Bu hadisi Müslim (497) rivayet etmiştir.)

SECDEDE BURNUN VE ALNIN İYİCE YERE DAYANIP ELLERİN DE OMUZLAR HİZASINDA KONULACAĞI BABI

109) Ebu Humeyd Es-Saidi (R.A.)'dan (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) secdeye vardığında burnunu ve alnını iyice yere dayar, kollarını yanlarından ayırır ve ellerini de omuzlan hizasına koyardı. (Bu hadisi Ebu Davud (734) Tirmizi (270) ve Beğavi (647) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir).

110) Nafi (R.H.)'dan (şöyle dedi:) İbnu Umer (R. A.) başında sarık olduğu halde secde edeceği vakit sarığını yukarı kaldırırdı, ta ki alnı secdece değsin diye. (Bu eseri Beyhaki Sünende (2/105) rivayet etmiştir.)

SECDEDE BURNUNU YERE DEĞDİRMEYENİN NAMAZININ OLMAYACAĞI BABI

111) İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namaz kılan bir adamın (secdede) burnunu yere değdirmediğini gördü ve şöyle dedi. Burnunu yere değdirmeyenin namazı yoktur. (Bu hadisi Dare Kutni (1/348) Taberani (11917) ve Ebu. Nuaym Ehbaru İsfeh an 'da "Abdurrezzak (2982) ve Beyhaki sünende (2/104)" sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

112) İbnu Abbas (R.A.)'dan Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki; "Her kim ki secde ettiği zaman burnu ile alnını yere yapıştımazsa onun namazı yeterli değildir." (Bu hadisi Taberani Kebir'de (l l 917) veEvsat'ta (J/7) 'de rivayet etmiştir. Heysemi Mecmauz 'Zevaide(3/136)ravileri sikadır demiştir.)

SECDEDE EL PARMAKLARININ BİTİŞTİRİLECEĞl BABI

113) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) secde ettiği zaman el parmaklarını bitiştirirdi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (642) ve Beyhaki (2/112) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SECDEDE EL PARMAKLARININ KIBLEYE TEVCİH ETTİRİLECEĞİ BABI

114) Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) secde ettiği zaman ellerini yere koyar, el ve parmaklarını kıbleye doğru çevirirdi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (643) ve Beyhaki (2/113) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SECDEDE AYAK TOPUKLARINI DİKME VE BUNUN EMİR OLDUĞU BABI

secde ayaklar dik

115) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi:Bir gece Resûlullah (S.A.V.)'i yatakta kaybettim. Bunun üzerine kendisini araştırmağa başladım. Derken kendisini mescidde iki ayakları dikilmiş olarak secde halinde iken elim ayaklarının altına değdi ........... (Bu hadisi Müslim (486) İbnu Huzeyme (655) ve Beyhaki (2/116) rivayet etmişlerdir.)

116) Amir İbnu Sa'd (R. A.) babasından şöyle rivayet etmiştir. Resûlullah (S.A.V.) namazda elleri yere koymayı ve ayakların topuklarını dikmeyi emrederdi. (Bu hadisi Hakim (1/271) ve Abdurrazzak (2944) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SECDEDE AYAK TOPUKLARININ BİTİŞTİRİLECEĞİ BABI

secde ayaklar dik

117) Urve't-İbnu Zubeyr, Resûlullah'ın ailesi Aişe'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Aişe buyurdu ki: Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) benim yatağımda idi ve onu kaybettim. Ve derken aramağa başladım ve onu secdede ayak topukları bitişik bir halde buldum.. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (654) ve Beyhaki (2/116) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

AYAK PARMAK UÇLARININ KIBLEYE TEVCİH EDİLECEĞİ BABI

118) Muhammed îbnu Amr bin Ata'nın şöyle dediği rivayet olunuyor. Resûlullah (S.A.V.)'in ashabından bir takım zevat ile beraber otururken, Nebiyyi (S.A.V.)'in namazından bahsettik. Ebu Humeyd-i-s-Saidi dediyki: Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi bileniniz ben idim. Gördüm ki. ......... Resûlullah (S.A.V.) secde ettiğinde kollarını yere yaymaksızın ve bir birine yapıştırmaksızın (yere) koyup ayaklarının parmaklarını kıbleye karşı getirirdi. (Bu hadisi Buharı (828) ve Ebu Davud (963) rivayet etmişlerdir.)

SECDEDEKİ DUA VE ZİKRİN BEYANI BABI

119) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Kulun Rabbına en yakın olduğu hal, secde ederken ki, halidir. Binaenaleyh duayı çoğaltın." (Bu hadisi Müslim (482) rivayet etmiştir.)

120) Huzeyfe (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kıldı. Ve secdelerinde "Subhane rabbiyel-ala" derdi diye rivayet etti. (Bu hadisi Ebu Davud (871) ve Tirmizi (262) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

121) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'in secdelerinde şöyle dua ettiğini rivayet etti: "Ellahumme'ğfirli zenbi kullehu dıkkahu ve culehu ve evvelehu ve ahirehu ve alaniyetehu ve sırrah." Ey Allah'ım! Küçük ve büyük, ilkini ve sonuncusunu, aşikâr ve gizli, (yaptığım) bütün günahlarımı mağfiret et. (Bu hadisi Müslim (483) ve Ebu Davud (878) rivayet etmişlerdir.)

122) Aişe (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ruku'unda ve sucud'unda: "Subhaneke ellahumme! Rabbena ve bihamdike ellahumme'ğfirli" teşbih ve istiğfarını çokça söylerdi. (Resûlullah (S.A.V.) bunu demekle) Kur'ân'a imtisal ediyordu. (Bu hadisi Buharı (794) Müslim (484) Ebu Davud (877) ve Nesei (2/190) rivayet etmişlerdir.)

123) Mutarrıf İbnu Abdullah, Aişe (R.A.)'nın kendisine şöyle haber verdiğini rivayet etti: Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunda ve sucud'unda: "Subbuhun kuddusun. Rabbul'meleiketi ve'r-ruh" derdi. (Bu hadisi Müslim (487) Ebu Davud (827) ve nesei (2/224) rivayet etmişlerdir.)

SECDEDEKİ İTMİ'NAN-IN FARZİYYETİNİN BEYANI BABI

124) Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Ruku'u ve sucud'u tastamam yapınız. Allah'a yemin ederim ki, rüku ettiğinizde ve secdeye vardığınız zaman ben sizleri muhakkak arkamdan da görüyorum" buyurdu. (Bu hadisi Buharı (741) ve Müslim (425) rivayet etmişlerdir.)

RUKU'NUN VE SUCUD'UN NASIL TAMAM OLDUĞU BABI

oturusta sol ayak yatıyor

125) Bera İbnu Azib (R.A.)'dan, şöyle dedi: Muhammed (S.A.V.) ile birlikte kılınan namazı gözetleyip dikkat ettim. Kıyamını, ruku'unu, ruku'dan sonraki iti'dalini, secdesini, iki secde arasındaki oturuşunu, tekrar secdesini, selam vermekle kalkıp gitmesi arasındaki oturuşunu takriben müsavi buldum. (Bu hadisi Müslim (471) rivayet etmiştir.)

RUKU'SUNU VE SUCUD'UNU TAM YAPMAYAN ADAM RESÛLULLAH'IN NAMAZINI İADE ETTİRMESİ BABI

126) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) mescide girdi derken biri de girip namaz kıldı. Sonra Resûlullah (S.A.V.)'e gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamını aldıktan sonra: Adama "Dönde namazını yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu. O kimse namazını yeniden kılıp Resûlullah (S. A. V.)'ın yanıma gelip selam verdi. Resûlullah (S.A.V.) selamını aldıktan sonra tekrar adama "Namazını yeniden kıl, çünkü sen namaz kılmadın" buyurdu. (Bunu üç kere tekrar etti.) Nihayet o kimse: "Seni hak ile yollayan (Allah'a yemin ederim ki, bunun başka türlüsünü bilmiyorum. Bana (doğrusunu) öğret" dedi. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Namaza durduğun vakit ihram tekbirim al, sonra ne kadar kolayına gelirse o kadar Kur'ân oku. Sonra ruku'a varıp, ta mut'main oluncaya kadar dur. Sonra başını kaldırıp ayakta doğruluncaya kadar dur. Sonra secdeye var ve mut'main oluncaya kadar kal. Sonra başını kaldırıp taa mut'main oluncaya kadar kal. Sonra bunu namazının hepsinde (böyle) yap." (Bu hadisi Buharı (793) Müslim (397) Ebu Davud (856) Tirmizi (303) Nesei (2/124) ve İbnu  Mace (1060) rivayet etmişlerdir.)

RUKUSUNU VE SUCUD'UNU TAM YAPMAYANIN NAMAZ­ININ BATIL, KENDİSİNİN DE MİLLET'İ— MUHAMMED-'DEN GAYRI BİR MİLLET ÜZERE ÖLECEĞİ BABI

127) Süleyman, Zeyd İbnu Vehb'i şöyle derken işittiğini rivayet ediyor. Huzeyfe (R.A.) ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayan bir adam gördü. Adama, "Sen namaz kılmadın, eğer (bu halinle yani bu namaz kılışınla) ölmüş olsaydın, Allah'ın Resulünü yaratmış olduğu fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün" dedi. (Bu hadisi Buhari (791) rivayet etmiştir.)

Ahmed İbnu Hanbelin rivayetinde ise şöyle bir ziyadelik vardır.

128) Huzeyfe (R. A.) (Ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayan) adama şöyle dedi: "Ne zamandan beri bu namazı böyle kılıyorsun?" Adam "Kırk seneden beri böyle kılıyorum (diye cevab) verdi." Huzeyfe yeniden adama "Sen kırk seneden beri namaz kılmamışsın. Eğer bu namaz kılışınla ölmüş olsaydın, Muhammed (S.A.V.)'in yaratıldığı fıtrattan gayrı bir fıtrat üzere ölürdün" dedi. (Bu hadisi Ahmed (5/384) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

129) Ebu Abdullah El-Eşari (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) ruku'sunu tam 'yapmayan ve sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapan birini gördü. Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Eğer bu adam şu hali (yani namaz kılışı) üzere ölseydi, millet'i-Muhammed'den gayrı bir millet üzere ölürdü. Ve sonra şöyle dedi: Ruku'sunu tam yapmayan, sucud'unu tavuğun mısır tanelemesi gibi yapanın misali, aç birisinin bir veya iki tane hurma yemesi nasıl açlığını gidermez ise, (ruku'sunu ve sucud'unu tam yapmayanda namaz kılmamıştır.)

Ravi Ebu Salih dedi ki: Ebu Abdullah'a bu hadisi Resûlullah'dan (kendisine) kimin rivayet ettiğini sordum. Dedi ki: Umera'ul-Ecnad (yani Filistin, Ürdün, Humus, Kansirin, Şam) vilayetlerinin emirleri olan Amr İbnu'1-As, Halid İbnu'l-Velid, Şurahbil İbnu Hasene, Resûlulla'dan işitmişler dedi. (Bu hadisi İbnu Huzeyme (665) Taberani Kebirde Ebu Ya 'la Musnedinde hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SECDEDEN KALKIŞ BABI

iki secde arasinda eller

 

130) Ebu Bekr İbnu Abddarrahman, Ebu Hureyre (R.A.)'yu şöyle derken işittiğini rivayet ediyor: Resûlullah (S.A.V.) namaza kalktığı zaman, ............Sonra başını (secdeden) kaldırırken tekbir getirirdi. (Bu hadisi Buharı (789) ve Müslim (392) rivayet etmişlerdir.)

131) Rifaa İbnu Rafi'i (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: İnsanlardan hiç birisinin namazı tamam olmaz............... Sonra secde eder, ta mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede kalır.) Sonra Allah'u Ekber der, başını (secdeden) kaldırır ta oturur vaziyyete doğrulmadıkca.......... (Bu hadisi Ebu Da vud (857) ve Hakim sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SECDEDEN KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR HİZASINA KADAR KALDIRILACAĞI BABI

iki secde arasinda eller

132) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile beraber namaz kıldım. Resûlullah (S.A.V.) (namaza başlarken) tekbir aldığı vakit ellerini (omuzları hizasına kadar) kaldırdı ......... Ve başını secdeden kaldırdığı vakitte ellerini (omuzları hizasına kadar) kaldırdı .............. (Bu hadisi Ebu Da vud (723) veAhmed (3/436) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

İKİ SECDE ARASINDA SAĞ AYAĞIN DİKİLİB SOLUN YAYILARAK ÜZERİNE OTURULACAĞI BABI

oturusta sol ayak yatıyor

133) Rifaa İbnu Rafi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah  (S.A.V.)  namazını  beceremeyen  adama, (namazı ta'rif ederken) şöyle buyurdu: ........... Secde yaptığın vakit, secdende mütemekkin ol. (Başını secdeden) kaldırdığın zaman da sol baldırının üzerine otur. (Bu hadisi Ebu Da vud (859) Ahmed (4/340) ve İbnu Mace (893) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

134) Abdullah İbnu Umer'in oğlu Abdullah, babasından naklederek şöyle dedi: Sağ ayağı dikib, parmakları kıbleye döndürmek ve sol ayak üzerine oturmak, namazın sünnetindendir. (Bu hadisi Nesei (1158) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

135) Abdullah İbnu Abdullah'dan, İbnu Umer (R.A.)'yu namazda oturduğunda bağdaş kurarak oturduğunu, gördüğünü haber verdi. Dedi ki bende öyle yapmaya başladım. Ve ben daha o zaman yeni gelişmeye başlamış bir delikanlı idim. Abdullah İbnu Umer beni bu hareketimden menetti. Ve şöyle dedi: Namazda sünnet olan, sağ ayağı dikip solu yaymaktır. Bende, sen bağdaş kurarak oturuyorsun dedim. O da cevaben, ayaklarım (öyle oturmama) tahammül etmiyorda ondan (öyle oturuyorum) dedi. (Bu hadisi Buharı (827) rivayet etmiştir.)

İKİ SECDE ARASINDAKİ ZİKRİN KEYFİYYETİ BABI

136) İbnu Abbas (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) iki secde arasında şöyle derdi. Allahumme'ğfirli, ve'rhamni, ve'cburni, ve'rfa'ni, ve'hdini, ve afini, ve'rzukni. (Bu hadisi Ebu Davud (850) Tirmizi (284) İbnu Mace (898) ve Hakim (1/262/271) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

İKİ SECDE ARASINDAKİ İ'TİDAL-IN KEYFİYYETİ BABI

137) Enes (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i bize nasıl namaz kıldırırken gördüysem size de öylece namaz kıldırmaktan vazgeçmeyeceğim dedi: Enes'in namazını ta'ıif eden ravi Sabit İbnu Eşlem el-Bunani şöyle dedi: Enes sizi yaparken görmediğim bir şey yapardı: Başını ruku'dan kaldırdığı vakit gören (secde etmeği) unuttu diyecek kadar ayakta dikilirdi. Başını secdeden kaldırdığı vakit iki secde arasında gören (ikinci secdeye gitmeyi) unuttu diyecek kadar dururdu. (Bu hadisi Buhari (800) ve Müslim (472) rivayet etmişlerdir.)

İKİNCİ SECDEYE GİDİŞ BABI

iki secde arasinda ellersecde on

138) Rifaa İbnu Râfi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: İnsanlardan hiç birisinin namazı tamam olmaz............Sonra secde eder, ta mafsalları mutmain oluncaya kadar (secdede kalır.) Sonra Allahu Ekber der, başını (secdeden) kaldırır, ta oturur vaziyette doğrulur. Sonra Allahu Ekber der ve secdeye varıp ta mafsalları mutmain oluncaya (kadar secdede kalmadıkça) ............. " (Bu hadisi Ebu Davud (857) ve Hakim () sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

İKİNCİ SECDEDEN KALKIŞ BABI

iki secde arasinda eller

139) Rifaa İbnu Rafi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah  (S.A.V.)  buyurdu  ki:   "İnsanlardan  hiç birisinin  namazı  tamam  olmaz .............   Sonra  başını kaldırarak tekbir getirir bunu yaptığı vakit namazı tamam olur." (Bu hadisi Ebu Da vud (857) ve Hakim () sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZIN TEK REK'ATINDAN KALKARKEN BİRAZ OTURMADAN KALKILMA YASAĞI BABI

oturusta sol ayak yatıyor

140)  Malik   İbnu'l-Huveyris   (R.A.)'dan,   Resûlullah (S.A.V.)'i   namaz   kılarken   gördü.   Resûlullah   (S.A.V.) namazının tek rek'atlarından (ikinci veya dördüncü rek'atlara) kalkarken, biraz oturmadan kalkmadığını rivayet etti. (Bu hadisi Buhari (8?3) Tirmizi (287) ve İbnu Huzeyme (686) rivayet etmişlerdir.)

İZAH

Hadisden istimbat edilen hüküm: Resûlullah (S.A.V.) namazının tek rek'atlarından (yani birinci ve üçüncü rek'atlardan) bir sonraki rek'ate (yani ikinci ve dördüncü rek'atlara) kalkarken, secdeden doğrulduktan sonra bir müddet oturmadan ayağa kalkmadığını gördüğünü rivayet eden Malik İbnu' I-Huveyris "beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece namaz kılın" hadisinin ravisidir.

NAMAZIN TEK REK'ATINDAN KALKARKEN YERE DAYANARAK KALKMA BABI

eller yere dayanarak kiyama kalkma

141) Ebu Kilabe (R.A)'dan, şöyle dedi: Malik İbnu'l-Huveyris şu bizim mescidimize gelib bize namaz kıldırdı. Ve şöyle dedi: Namaz kılmak arzum olmadığı halde size namaz kıldıracağım. Maksadım Nebiyyi (S.A.V.)'i nasıl namaz kılar gördüysem onu size göstermek istiyorum. Eyyub, Ebu Kilabe'ye onun namazı nasıldı diye sordum. Ebu Kilabe, onun namazı şu şeyhimizin (yani Amr İbnu Seleme'nin) namazı gibi idi dedi: Ve Eyyub, o şeyhimiz tekbiri itmam ederdi dedi: Başını ikinci secdeden kaldırdığı zaman oturur, ve (elleri ile) yere dayanır sonra ayağa kalkardı. (Bu hadisi Buharı (824) ve İbnu Huzeyme (687) rivayet etmişlerdir.)

Ebu İshak El-Harbi'nin rivayetinde ise şöyledir. Resûlüllah (S.A.V.) secdeden kıyama kalkarken, ellerini hamur yoğurur gibi yapar ve yere dayanarak kalkardı. Bu hadisin metnini buraya alamamamın sebebi, Ebu İshak'ın bu kitabının mahtut olmasıdır. Hadisin ma'nasını Şeyh Elbani'nin te'lifi olan Allah Resûlü'nun namazının sıfatı isimli kitabından naklettim.

BİRİNCİ TEŞEHHÜD'DE SÜNNET OLAN OTURUŞUN BEYANI BABI

oturusta sol ayak yatıyor

142) Muhammed îbnu Amr bin Ata'nın şöyle haber verdiği rivayet olundu. Resûlüllah (S.A.V.) 'in ashabından bir takım zevat ile otururken, Nebiyyi (S.A.V.) 'in namazından bahsettik.   Ebu   Humeyd   Es-Saidi   dediyki:   Resûlüllah (S.A.V.)'in namazını en iyi bileniniz ben idim. Gördüm ki ....... İlk ikinci rek'atta (teşehhüdde) oturduğu vakit, sol ayağının üzerine oturup sağ ayağını dikerdi ................................ (Bu hadisi Buharı (828) ve Ebu Davud (963) rivayet etmişlerdir)

143) Abdullah îbnu Abdullah'dan, İbnu Umer (R.A.)'yu namazda oturduğunda bağdaş kurarak oturduğunu gördüğünü haber verdi. Dedi ki ben de öyle yapmaya başladım. Ve ben daha o zaman yeni gelişmeye başlamış bir delikanlı idim. Abdullah İbnu Umer beni bu hareketimden menetti. Ve şöyle dedi: Namazda sünnet olan oturuş, sağ ayağı dikip solu yaymaktır. Bende, sen bağdaş kurarak oturuyorsun dedim. O da cevaben, ayaklarım (öyle oturmama) tahammül etmiyorda ondan (öyle oturuyorum) dedi. (Bu hadisi Buharı (827) rivayet etmiştir).

TEŞEHHUD'DE ŞEHADET PARMAĞINI HAREKET ETTİRMENİN BEYANI BABI

parmak isareti

144) Ali İbnu Abdirrahman El-Muaviyyi, şöyle dedi: Ben namaz içinde küçük çakıl taşları ile oynarken, Abdullah İbnu Umer (R.A.) bu hareketimi gördü. Namazdan çıkınca beni bu hareketimden menetti: Resûlüllah (S.A.V.) namazda nasıl yapıyordiyse sende öyle yap dedi. Resûlüllah (S.A.V.) nasıl yapardı? dedim. Namazda (teşehhud için) oturduğunda sağ avucuna sağ uyluğu üzerine kordu. Müteakiben bütün parmaklarını yumarak baş parmağı takip eden parmak ile işaret ederdi. Sol avucunuda sol uyluğu üzerine koyardı. (Bu hadisi Müslim (580) Ebu Davud (987) ve Nesei (3/36) rivayet etmişlerdir).

145) İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlüllah (S.A.V.) teşehhüde oturduğu vakit, sol elini sol dizi üzerine ve sağ elini de sağ dizi üzerine koyar, elli üç akderek şehadet parmağı ile işaret ederdi. (Bu hadisi Müslim (580) rivayet etmiştir).

Abdullah İbnu Zubeyr (R.A) dan. (şöyle dedi:) Resûlüllah (S.A.V.) (namazda) oturduğu vakit teşehhud duasını okurdu. Oturuşunda sağ elini sağ uyluğu üzerine, sol elini sol uyluğu üzerine kordu. Ve şehadet parmağı ile işaret ederdi. Bunu yaparken de baş parmağını orta parmağı üzerine kordu. Sol elini de sol dizinin üzerine uzatırdı. (Yani sol dizini sol avucu ile avuçlardı, sanki sol dizi sol avucunun bir lokması haline gelirdi. (Bu hadisi Müslim (579) rivayet etmiştir.)

ŞEHADET PARMAĞINI KIBLEYE TEVCİH VE BAKIŞLARIN ONA DİKİLECEĞİ BABI

parmak isareti

147) İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:)Resûlullah (S.A.V.) namazda (teşehhud için) oturduğunda (şehadet) parmağı ile kıbleye doğru işaret ederdi. Bakışlarını da ona (şehadet parmağına) dikerdi. (Bu hadisi Ebu Avane (2/246) İbnu Huzeyme (719) ve İbnu Hibban (1938) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

148) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'i (namazda teşehhud için oturduğunda) baş ve orta parmağım halka yapıp, şehadet parmağını kaldırıp (onunla) (Allah'ın birliğine şehadet ederek) dua ettiğini gördüm. (Bu hadisi Ebu Davud (957) İbnu Mace (912) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

İŞARET'TEN MAKSAD PARMAĞI HAREKET ETTİRMEK OLDUĞU BABI

parmak isareti

149) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in nasıl namaz kıldığını görmek istedim.   Ve   (şöyle   yaptığını)   gördüm...........   Sonra parmaklarından ikisini (yani baş parmak ile orta parmağı) halka yapıp (şehadet) parmağını kaldırdı ve hareket ettirerek onunla (Allah'ın birliğine şehadet ederek) dua ediyordu. (Bu hadisi Nesei (3/37) İbnu Huzeyme (714) İbnu Carud (208) ve Beyhaki (2/132) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

PARMAK   HAREKETİNİN   SAHABELERİN   CE'MİSİ TARAFINDAN BİLİNDİĞİ BABI

150) Vail İbnu Hucr (R.A.)'dan, şöyle dedi: (Yukarıdaki hadis gibi zikrettikten sonra şöyle devam etti.) Resûlullah (S.A.V.)'i gördüm ki, (teşehhüde oturduğu vakit şehadet parmağını) hareket ettirerek onunla dua ediyordu. Ve sonra, soğuk bir zamanda geldim. Herkesin üzerinde (kışlık) elbiseleri vardı. (Parmaklarını) elbiselerinin altından hareket ettirdiklerini gördüm. (Bu hadisi Ahmed (4/318) ve İbnu carud (208) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

PARMAK HAREKETİNİN ŞEYTANA DEMİR KAMÇIDAN DAHA ŞİDDETLİ OLDUĞU BABI

151) Nafi'den, şöyle dedi: Abdullah İbnu Umer (R.A.) namazda (teşehhüd için) oturduğunda, ellerini dizlerinin üzerine koydu. (Şehadet) parmağı ile de işaret ederek bakışları da onu (yani parmağını) takib ediyordu. Ve sonra şöyle dedi: Resulullah (S.A.V.) bu (yani parmak işareti) şeytana demir kamçıdan daha şiddetlidir" dedi. (Bu hadisi Ahmed (2/119) Bezzar (5631) ve Taberani Kitabu 'd-Dua 'da (642) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

BU HAREKETİ BİRKAÇ PARMAKLA YAPMANIN YASAK OLDUĞU BABI

152) Saad İbnu Ebi Vakkas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Ben, (teşehhüdde) parmaklarımla dua (işaret) ederken yanımdan Resulullah (S.A.V.) geçti (benim bu hareketimi görünce) şehadet parmağını göstererek "Tekle tekle" dedi. (Bu hadisi Ebu Davud (1499) Tirmizi (3557) ve Nesei (3/38) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

PARMAK HAREKETİNİN BİRİNCİDE OLDUĞU GİBİ İKİNCİ TEŞEHHÜDDE DE YAPILACAĞI BABI

parmak isareti

153) Abdullah İbnu Zubeyr (R.A.)'dan, şöyle dedi:Resulullah (S.A.V.) (namazda) ilk ve son teşehhüd için oturduğunda ellerini dizlerinin üzerine koyar ve sonra (şehadet) parmağı ile işaret ederdi. (Bu hadisi Beyhaki (2/132) ve Nesei sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

BİRİNCİ TEŞEHHÜDÜN BEYANI BABI

154) İbnu Abbas (R.A.)'dan,"Resûlullah (S.A.V.) bize Kur'ân'dan bir sure öğretir gibi teşehhüdü öğretirdi" dedi. (Bu hadisi Müslim (403) Ebu Da vud (974) Tirmizi (290) Nesei (2/242/243) ve İbnu Mace (900) rivayet etmişlerdir.)

155) Abdullah İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in ardında namazda (yani teşehhüdde) Esselamu alellahi, esselamü ala fulanin (Allah'a selam olsun, fulana selam olsun) derdik. Resûlullah (S.A.V.) günün birinde bize şöyle buyurdu: "Selam Allah'ın" kendisidir. Herhangi biriniz namazda oturduğunda şöyle desin. Ettahiyyatu lillahi vesselavatu vettayyibatu esselamü aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuhu esselamü aleyna ve ala ibadillahi'ssalihin, (Bu, ve ala ibadillahi'ssalihin) sözünü söylediği vakit göklerde ve yerde olan her şey salih kula raci olmuş olur. (Ve sonra) Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedii enne muhammeden abduhu ve resuluh. Bundan sonra istediği duayı seçer. (Bu hadisi Buharı (831) Müslim (402) Ebu Davud (968) Tirmizi (289) Nesei (2/240) ve İbnu Mace (899) rivayet etmişlerdir.)

İZAH

Resûlullah (S.A.V.)'den, rivayet edilen daha başka teşehhüd duaları da vardır. Biz burada birtanesini zikretmekle iktifa ettik. Teşehhüdde illa bu dua okunacak diye bir tahsis yoktur. Peygamberden varid olan herhangi bir teşehhüd duası olabilir. Bu duanın çeşitlerini hadis kitablarına müracaat ederek öğrenebilirsiniz.

TEŞEHHÜDÜ GİZLİ OKUMANIN SÜNNET OLDUĞU BABI

156) Abdullah İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: Teşehhüdü gizli okumak sünnettendir. (Bu hadisi Ebu Davud (986) Tirmizi (291) ve Hakim (1/230) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

TEŞEHHÜDDEN SONRA RESÛLULLAH (S.A.V.)'E SALAVAT GETİRMENİN BEYANI BABI

"Şübhesiz Allah ve Melekleri, Peygambere salat ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin ve gönülden teslim olun." (Ahzab 56)

157) Kaab İbnu Ucre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Biz dedik ki veya dediler: "Yâ Resûlullah! Sen bize, sana (teşehhüdde) salat ve selâm getirmemizi emrettin. Selam'ı öğrendik fakat nasıl salat getireceğiz?" .....  (Bu hadisi E bu Davud (976) rivayet etmiştir.)

158) Ebu Mes'ud El-Ensari (R.A.)'dan, şöyle haber verib dedi ki: Biz Sa'd'ubnu Ubade'nin meclisinde iken Resûlullah (S.A.V.) bizim yanımıza geldi. Beşir İbnu Sa'd kendisine: "Yâ Resûlullah! Allah 'u Teâla sana salat okumamızı emretti. Biz sana nasıl salat okuyalım?" diye sordu. Resûlullah (S.A.V.) sukut etti. Hatta biz, Beşir bunu Resûlullah'a sormasaydı diye temenni ettik. Sonra Resûlullah (S.A.V.): Şöyle okuyunuz buyurdu: Ellahumme! Salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali İbrahime inneke hamidun meciid. Ellahumme! Barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala tbrahime ve ala ali İbrahime inneke hamidun meciid. (Salavatu şerifeler, Buhari'nin rivayetidir.) (Bu hadisi Buharı (3370) ve Müslim (405) rivayet etmişlerdir.)

NAMAZLARININ TEŞEHHÜDÜNDE ALLAH RESULÜNÜN KENDİ NEFSİNE SALA VAT GETİRDİĞİ BABI

Kaab İbnu Ucre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) namazın (teşehhüdünde) şöyle derdi: Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âli Muhammedin kema salleyte âlâ İbrahime ve âli İbrahim, ve barik âlâ Muhammedin ve âli Muhammedin kema barekte âlâ İbrahime ve âli İbrahime inneke hamidun meciid. (Bu hadisi Şâfi'i el-Ümm (1/117) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

Bu hadis'i şeriflerin umumi ifadesi, birinci ve ikinci teşehhüdde de Resûlullah (S.A.V.) salavat getirileceğine delalet ediyor. İmam'ı Şafi'nin mezhebi de bu kavi üzeredir.

İKİNCİ REK'ATTEN KALKARKEN ELLERİN OMUZLAR   HİZASINA   VARDIRINCAYA   KADAR KALDIRILACAĞI BABI

iki secde arasinda eller

160) İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ikinci rek'atten kalkacağı zaman tekbir alır ve ellerini (omuzları hizasına vardırıncaya kadar) kaldırırdı. (Bu hadisi Buhari (739) Ebu Da vud (743) Tirmizi (304) ve Ahmed (5/424) rivayet etmişlerdir.) Buhari cüz'ünde İbnu Umer'den şöyle rivayet etmiştir.

161) Salim babası Abdullah'ın (namazın oturuşundan) kalkmak istediği vakit ellerini kaldırdığını haber verdi. (Bu eseri Buhari cüz'ünde (12) rivayet etmiştir.)

162) Resûlullah (S.A.V.) (ikinci rek'atım) oturuşundan kalkacağı zaman, tekbir getirir sonra kalkardı. (Bu hadisi Ebu Ya 'la Müsnedin 'de ceyyid bir senedle rivayet etmiştir.)

Bu hadisin tam metnini burada nakl edemememin sebebi kitab'ın aslı (mahtut'dur) yani basılmamıştır. Şu an Pakistan'da arkadaşlarımızdan birisi tarafından tashih edilmektedir. Seneye basılacağını ümid etmekteyiz.

eller yere dayanarak kiyama kalkma

İKİNCİ TEŞEHHUD'DE SÜNNET OLAN OTURUŞUN BEYANI BABI

teverruk

163) Muhammed İbnu Amr bin Ata'nın şöyle haber verdiği rivayet olundu. Resûlullah (S.A.V.)'in ashabından bir takım zevat ile otururken, Nebiyyi (S.A.V.)'in namazından bahsettik.   Ebu   Humeyd   Es-Saidi   dediki:   Resûlullah (S.A.V.)'in namazını en iyi bileniniz ben idim .......... (Namazın) son teşehhüdünde oturduğu vakit, sol ayağını ileri alıp ve diğerini (yani sağ ayağını) dikerek mak'ad' üstüne otururdu. (Bu hadisi Buhari (828) ve Ebu Davud (963) rivayet etmişlerdir.)

164) Abdullah İbnu Zubeyr (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazda oturduğu zaman sol ayağın, (sağ) uyluğu ile (sağ) baldırı arasına doğru getirir, sağ ayağını da yayardı........ (Bu hadisi Müslim (579) rivayet etmiştir.)

teverruk

165) Ebu Humeydi es-Saidi (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i ikinci rek'atlerde oturduğu vakit,sol ayağının üzerine oturduğunu ve sağ ayağını da diktiğini, namazın dördüncü rek'atında oturduğu vakit ise sol kalçasını yere değdirecek şekiİde oturup, ayaklarının uçlarını ise sağ tarafından çıkardığını gördüm! (Bu hadisi Ebu Davud (965) ve Beyhaki Sünen 'i Kübra 'da (2/128) hasen bir sened/e rivayet etmiş/erdir).

TEŞEHHÜD'DE   KADINLARINDA   ERKEKLER   GİBİ OTURACAĞI BABI

teverruk

166) Mekhuldan, (şöyle rivayet olunmuştur): Ümmü'd-Derda (R. A.) namazının (teşehhüdünde) erkek oturuşu gibi otururdu. Ve kendisi "t'akihe" idi. (Bu hadisi Buharı Sahihin 'de ta 'likan (827) Tarih 'i Sağir'da mevsulan ve İbnu Ebi Şeybe Musannef'de (1/270) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Buraya kadar geçen mevzularda da görüldüğü gibi erkek ile kadının namazını ayıran hiç bir nass yoktur. Mezheblerdeki değişik ibadet ta'rifleri tamamıyla sünnetten uzak içtihatlardır.

İkinci teşehhüdde de birinci teşehhüdde olduğu gibi tahiyyat ve salavat okunarak aşağıdaki tertip üzere devam edilir.

SELAMDAN ÖNCE YAPILAN DUA BABI

167) Ebu Bekr (R.A.)'dan, bir defa Resûlullah (S.A.V.)'e (Yâ Resûlellah) bana bir dua öğret de onu namazımda okuyayım" dedi. Resûlullah (S.A.V.) de (öyle ise) şöyle de. "Ellahumme! İnni zalemtu nefsi zulmen kesiran ve la yağfiruz'zunube illa ente fağfirli meğfireten min indike ve'rhamni inneke ente'l-ğafurur'rahim." (Bu hadisi Buharı (834) ve Müslim (2705) rivayet etmişlerdir.)

SELAMDAN ÖNCE DÖRT ŞEYDEN İSTİAZE OLUNACAĞI BABI

168) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, diyor ki: Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Her hangi biriniz son teşehhüdü bitirdiği zaman dört şeyden: Cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve ölüm fitnelerinden ve Mesih Deccal'in şerrinden Allah'a sığınsın." (Bu hadisi Müslim (588) rivayet etmiştir.)

169) Resûlullah'ın zevcesi mü'minlerin annesi Aişe (R.A.)'dan şöyle haber verdi: Resûlullah (S.A.V.) namaz'(ın sonunda): "Allahumme! İnni euzü bike min azabi'l-kabri ve euzü bike min fitneti'l-mesihi'd-deccali ve euzü bike min fitneti'l-mahya ve'1-memal. Allahumme! İnni euzü bike mine'l-me'semi ve'l-mağram" diye dua ederdi. Biri kendisine: "Yâ Resûlullah borçtan ne de çok istiaze ediyorsun" dedi. Bunun üzerine: "İnsan borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz" buyurdu. (Bu hadisi Buharı (832) ve Müslim (589) rivayet etmişlerdir.)

BU DUAYA İHTİMAMIN BEYANI BABI

170) Müslim İbnu'l-Haccac şöyle dedi: Bana baliğ oldu ki, Tavus İbnu Keysan kendi oğluna: "Namazında bu kelimelerle dua ettin mi?" diye sordu. Oğlu: "Hayır" dedi. Tavus: "Namazını yeniden kıl. Çünkü hiç şübhesiz baban Tavus bu hadisi üç yahud dört sahabiden rivayet etti, yahut dediği gibi" dedi (Bu eseri Müslim (590) rivayet etmiştir.)

NAMAZDAN ÇIKIŞ VE SELAM BABI

171) Ali (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah  (S.A.V.) buyurdu  ki:   Namazın  anahtarı taharettir: Tahrimi tekbirdir ve tahlili ise teslimdir. (Bu hadisi Ebu Da vud (61) Tirmizi (3) ve İbnu Mace (275) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZDAN ÇIKARKEN SELAM VERİRKEN ARKADAN YANAKLARIN GÖRÜLECEĞİ BABI

saga selamsola selam

172) Amir'in babası Sa'd (R.A.)'dan, şöyle dedi:  Ben Resûlullah (S.A.V.)'i sağ ve sol tarafına selam verirken görürdüm. Hatta (bu sırada arkadan) yanağının beyazlığını görürdüm.  (Bu hadisi Müslim (582) Ebu Da vud (996) Tirmizi (295) ve İbnu Mace (914) rivayet etmişlerdir.)

SELAMIN KEYFİYYETİNİN BEYANI BABI

173) Alkame'nin babası Vail (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) ile namaz kıldım. (Namazdan çıkarken) sağına selam verdiğinde esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu, soluna selam verdiğinde ise, esselamu aleyküm ve rahmetullah, derdi. (Bu hadisi Ebu Da vud (997) İbnu Huzeyme (728) ve Taberani Kebir'de (10191) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZDAN SONRAKİ ZİKİR BABLARI

SELAMDAN SONRAKİ DUA VE ZİKRİN BEYANI SELAMDAN SONRA YÜKSEK SESLE BİR KERE TEKBİR GETİRİLECEĞİ BABI

1) İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi:Resûlullah (S.A.V.)'in namazdan bittiğini tekbir'den anlardım.(Bu hadisi Buharı (842) Müslim (583) rivayet etmişlerdir.)

FARZ NAMAZINDAN SONRAKİ ZİKRİN SESLİ OLACAĞI BABI

2) İbnu Abbas'm azadlısı Ebu Ma'bed, İbnu Abbas'ın şöyle dediğini haber verdi: Resûlullah (S.A.V.)'in zamanında, cemaat farz namazından bitince, seslerini yükselterek zikr ederlerdi. İbnu Abbas: "Ben zikir sesini işittiğimde (namazdan) bittiklerini anlardım" dedi. (Bu hadisi Buhari (841) ve Müslim (583) rivayet etmişlerdir.)

SELAMDAN SONRA ÜÇ KERE ESTAĞFİRULLAH DENİLECEĞİ BABI

3) Sevban (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) namazdan çıktığı zaman üç defa istiğfar eder ve şöyle derdi: "Allahumme! Ente's-selamü ve minke's-selamü. Tebarekete ya ze'l-celali ve'l-ikram! Hadisin ravilerinden Velid dedi ki: Evzaiyye: İstiğfarın nasıl olduğunu sordum. "Estağfirullah - estağfirullah dersin" dedi. (Bu hadisi 'Buharı ' () ve Müslim (591) rivayet etmişlerdir.)

SELAM'DAN SONRA (LA İLAHE İLLALLAHU

VAHDEHU LA ŞERİKE) NİN SONUNA KADAR YÜKSEK SESLE OKUNACAĞI BABI

4) Ebu Zubeyr'den, şöyle dedi: Abdullah İbnu Zubeyr (R. A.) her nama/m selamından sonra şöyle derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehü'l-mülkii ve lehii'l-hamdu ve hüve ala külli şey'in kadir. La havle ve la kuvvete illa billah. La ilahe illalah. Ve la na'budu illa iyyah. Lehu'n-ni'metü ve lehii'l-fadlu ve lehü's-senau'l-hasen. La ilahe illallahu muhlisine lehü'd-dine ve lev kerihe'l-kafirun. Ve Abdullah İbn Zubeyr: Resûlullah (S.A.V.)'in her namazdan sonra bu lafızları tehlil ederdi. (Yani bu kelimeleri yüksek sesle söylerdi) dedi. (Bu hadisi Müslim (594) rivayet etmiştir.)

5) Muğiret-t'İbnu Şu'be (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) her farz namazın arkasından şöyle derdi. La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir. Ellahumme la mania lima a'teyte ve mu'tiye lima mena'te. Ve la yenfeu ze'l-ceddi minke'l-ceddü. (Bu hadisi Buhar i (844) ve Müslim (593) rivayet etmişlerdir.)

Müslim'in rivayetinde farz namazın arkasında lafzı yoktur. Buhari ve Müslim'in rivayet ettikleri bu hadisi şerif bu zikrin farz ve nafile bütün namazların akabinde söylenebileceğine delildir.

NAMAZLARIN ARKASINDAN ALLAH'DAN, GÜZEL İBADET YAPABİLMEK İÇİN YARDIM İSTEME BABI

6) Muaz İbnu Cebel (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bir gün elinden tutarak, "Yâ Muaz Vallahi seni seviyorum." Muaz da "Yâ Resûlullah anam babam sana feda olsun, bende seni seviyorum." Resûlullah (S.A.V.) "Yâ Muaz! Her namazın arkasından şöyle demeyi terketmemeni sana vasiyyet ediyorum" dedi. Ellahumme e'inni ala zikrike ve şükrike ve husni ibadetike. (Bu hadisi Ahmed ( ) Ebu Davud (1522) Nesei (3/53) Tebarani Kebir'de (20/60) ve İbnu Sünni Ameli '1-Yevm de (116) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

SELAMDAN SONRA HER NAMAZIN AKABİNDE OTUZ ÜÇER KERE TEŞBİH, TAHMİD VE TEKBİR GETİRMENİN FAZİLETİ BABI

7) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Fakir muhacirler Resûlullah  (S.A.V.)'e gelib,  "(Yâ Resûlullah) çok mal sahibleri yüksek yüksek dereceleri alıp gittiler. Ve devamlı ni'metlere sahib oldular" dediler. Resûlullah (S.A.V.) "Bu nasıl olur?" buyurdu. Cevaben: "Bizim namaz kıldığımız gibi onlarda namaz kılarlar. Bizim oruç tuttuğumuz gibi oruç tutarlar. Ve ziyade olarak onlar sadaka verirler, biz veremiyoruz. Onlar köle azad ederler, biz edemiyoruz" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) "Size bir şey öğreteyim mi? Onu yaptığınız zaman sizi geçmiş olanlara yetişirsiniz. Sizden sonraya kalanları geçersiniz. Sizin yaptığınız gibi yapanlar müstesna hiç bir kimse sizden daha faziletli olamasın?" buyurdu. "Evet öğretiniz yâ Resûlullah" dediler. "Her namazın akabinde otuz üç kere Subhanellah, otuz üç kere Allahu ekber, otuz üç kere Elhamdu lillah, dersiniz" buyurdu.

Ebu Salih dedi ki: Müteakiben fakir muhacirler Resûlullah (S.A.V.)'e geri gelip: "Yâ Resûlellah çok mal sahibi kardeşlerimiz bizim yaptığımız bu şeyleri işittiler ve onlarda bizim gibi yapmaya başladılar. Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) bu Allah'ın bir fadl ve ihsanıdır, onu dilediğine verir" dedi. (Bu hadisi Buharı (843) ve Müslim (595) rivayet etmişlerdir.)

8) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Resûlullah (S.A.V.) (buyurdu ki:) Kim ki: Her namazın arkasından   otuz   üç   kere   subhanellah,   otuz   üç   kere elhamdülillah, otuz üç kere allahu-ekber der, bunlar ki, doksan dokuz eder. Ve sonra la ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehu'l-mulku ve huve ala külli şey'in kadir der yüze temam ederse, deniz köpüğü kadar da günahı olsa mağfiret olunur. (Bu hadisi Müslim (597) rivayet etmiştir.)

TESBİH, TAHMİD VE TEKBİRİ FARZ NAMAZLARIN AKABİNDE SÖYLEMENİN FAZİLETİ BABI

9) Kaab İbnu Ucre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Muakkibat (namazın arkasından söylenen güzel sözler) var ya onları söyleyen (veya yapan) hiç bir zaman eli boş veya ziyanda olmaz. Her farz namazın ardından otuz üç kere subhanallah, otuz üç kere elhamdülillah, otuz dört kere allahu-ekber dersiniz. (Bu hadisi Müslim (596) rivayet etmiştir.)

NAMAZLARIN AKABİNDE SÖYLENEN TEŞBİH, TAHMİD VE TEKBİRİ SAĞ ELLE YAPMANIN SÜNNET OLDUĞU BABI

10) Abdullah İbnu Amr (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Resûlullah (S.A.V.)'i, teşbihi (zikri) sağ eliyle yaparken gördüm" dedi. (Bu hadisi Ahmed (2/160/161/204/205)'Ebu Davud (1502/5065) Tirmizi'(3482) Neseı'(3/84) velbnuHibban (2343) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

11) İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'i namazının akabindeki tesbihat'ı, tahmidat'ı ve tekbirat'ı sağ eliyle yaptığını gördüm. (Bu hadisi Beğavi Şerh 'i-s-Sünne 'de (5/48) hasen senedle rivayet etmiştir.)

Bu hadisi şerifler, zamanımızda intişar etmiş ve terk edilmez bir sünnet imiş gibi ihtimam gösterilen boncukları, zikrin adedini bilmek için kullanmanın bid'at olduğuna delildir. İbnu Mes'ud'dan rivayet edilen eserde bunu te'yid etmektedir.

12) Salet İbnu Behram'dan, şöyle dedi: Elindeki teşbihle zikreden bir kadının yanından geçen İbnu Mes'ud (teşbihi Kadının elinden alarak) parça parça edip attı. Sonra ufak çakıl taşlan ile zikreden bir adamın yanından geçti. Adamı tek meleyerek, "Ne çabuk sapıttınız, böyle kötü bid'atlar ihdas ettiniz. Muhammed (S.A.V.)'in eshabını ilimde geçtiniz" dedi. (Bu eseri İbnu Vaddah Bid'at ve ondan nehy kitabında (S/12) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

FARZ VE NAFlLE HER NAMAZIN AKABİNDE AYET'EL-KÜRSİ'NİN OKUNACAĞI BABI

13) Ebu Umame (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Kim ki, her namazın arkasından ayet'el-kürsiyi okursa, cennete girmesine tek engel ölümdür" dedi. (Bu hadisi İbnu Sünni (S/121) sahih senedle rivayet etmiştir.)

14) Ebu Umame (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) "Kim ki her farz namazın arkasından ayet'el-kürsiyi okursa, cennete girmesine tek mani ölmesidir" dedi. (Bu hadisi Nesei (100) Tebarani Kebir'de (3/134) ve Kitabu'd-Duada (675)Amelil Yeman ve Veyl'de ve İbnu Sünni Ameli-Yevm'de (122) ve İbnu Hibban ( ) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

HER NAMAZIN AKABİNDEN MUAVEZAT'IN OKUNACAĞININ EMİR OLDUĞU BABI

15) Ukbe İbnu Amir (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah   (S.A.V.)  bana  her  namazın  arkasından muavezat'ı okumamı emretti. (Bu hadisi Ahmed (4/155) ve Ebu Davud (1523) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Muavezat: Felak ve Nas sûrelerine denir.

SABAH VE AKŞAM NAMAZLARINDAN SONRA ONAR KERE SÖYLENECEK ZİKRİN BEYANI BABI

16) Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Kim ki sabah namazını kıldıktan sonra on kere la ilahe illallahu vahdehu la şerike leh. Lehu'l-mulku ve lehu'l-hamdu ve huve ala külli şey'in kadir derse Allah-u Azze ve Celle onun için on hasenet yazar. On seyyiatını siler. On derece yükseltir. Bunlar ki, Hz. İsmail'in neslinden iki köle azad etmeye muadildir. Kim ki, bu zikri akşam namazından sonra da söylerse, sabaha kadar şeytanla arasında perde olur. Yani (şeytanın şerrinden emin olur.) (Bu hadisi Taberani Kebir 'de (4015) Hasen İbnu Arefe cüz 'ünde sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

NAMAZIN AKABİNDEKİ ZİKRE ŞEYTANIN  MANİ' OLMAK İSTEDİĞİ BABI

17) Abdullah İbnu Amr (R. A.) (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "İki haslet veya iki hal vardır ki, müslüman bir kul bunları muhafaza ederse behemehal cennete girer. O iki şey çok kolaydır ama onlarla amel eden azdır.  (Her farz namazın) akabinde on defa subhanallah, on defa elhamdu lillah on defa allahu ekber der. İşte bunlar dilde yüz elli, fakat mizanda bin beşyüzdür. Yatma yerini aldığın vakitte, otuzdört defa allahu ekber, otuz üç defa elhamdu lillah, otuz üç defada subhanallah der. İşte bunlar dilde yüzdür. Fakat mizanda bindir." Abdullah dedi ki: "Resûlullah (S.A.V.) bunları (sağ) elinin parmaklarıyla yaptığım gördüm."Dediler ki: "Bu kadar kolay şeyleri yapan az olur. Sizden biriniz yatacağında şeytan ona gelir uykusunu getirir bunları yapmadan uyur. Ve sizden birinize namazında gelirde ona bazı ihtiyaçlarını hatırlatır. Namazı bitirir bitirmez hemen ihtiyaçlarının peşinden giderde yapamaz." (Bu hadisi Ebu Davud (4065) Tirmizi (3407) Neşe/(3/74} Ahmed (2/205) ve Buharı edebde (1316) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.)

Bil ki; farz namazlar beş(vakit)tir. Vaktinde kılındıklarında ne azaltma ne de çoğaltma olmaz. Seferde Mağrib (akşam) namazı dışında iki rekattir. Beş (vakit)den daha çok namaz olduğunu söyleyen Bid'atçıdır. Beş (vakit)den daha az namaz olduğunu söyleyen (de) Bid'atçıdır.

Ehli Sünnet burada Bid’at’ul Mukeffire’den (kişiyi küfre düşüren, kişiyi İslam Dini’nden çıkartan Bid'attan) bahsetmektedir. Zira, ibadetler üzerinde tasarruf yetkisi ancak Allah’a ait olan hak ve yetkilerdendir. Bu hususta Allah ile mücadele eden; ibadet şekli, zamanı üzerinde değişiklik, arttırma yahut eksiltme yapmaya cüret eden kişinin küfre düştüğü aşikardır.

 Allah, vaktinde kılınan (namazlar)dan başka hiçbir şeyi (namaz olarak) kabul etmez. Unutan kişi -zira o mazurdur ve hatırladığında (namazını) kılmalıdır-; ve seferi olan -ki o, mazurdur o da dilediğinde iki namazı cem edebilir- müstesna.

Sahihaynda geçtiği üzere unutan kişi gibi, uyuyan kişi de mazur görülmüştür: "Her kim, bir namazı unutur veya uyku sebebiyle kılamazsa, hatırladığı zaman onu kılsın. Namazın bundan başka keffareti yoktur." (Buhari; Müslim)

Cem (namazları birleştirme) gündüz namazlarında ancak Zuhur (öğlen) ve Asr (ikindi) namazlarında; gece namazlarında ise Mağrib (Akşam) ve İşa (yatsı) namazlarında olur.

İki namazı cem ederek kılmak:

Namaz kılan kişinin öğle vaktinde, ikindi namazını öğle namazı ile birlikte kılmasına “cem-i takdîm” denir. Bu durumda vakti girme­den önce ikindi namazı, öğle namazıyla birlikte kılınmış olmaktadır.

Namaz kılan kişinin öğle namazını, vakti çıkıncaya kadar geciktirip ikindi vaktinde ikindi namazıyla birlikte kılmasına ise “cem-i te’hîr” de­nir. Yatsı namazıyla akşam namazı da, tıpkı öğle ve ikindi namazları gibi her iki şekilde de kılınabilirier. Sabah namazına gelince, bunun hiç bir halde başka bir vakit namazıyla bir arada kılınması sahîh ol­maz.

Yüce Allah, her namazı tâyin edilen kendi vaktinde kılmamızı emretmek üzere şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli olarak farz kılınmıştır.”  Nisa: 4/103

İslâm Dîni kolaylık ve müsamaha dîni olduğundan dolayı, meşak­katlerin bulunması hâlinde, sıkıntıları gidermek amacıyla namazların, vakitleri dışında kılınmasını mubah saymıştır.

“ Abdullah ibn Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : Muhakkakki Allah’u Teala kendisine isyan edilmemesini sevdiği gibi, tanımış olduğu ruhsatların yapılmasını da sever. “ Ahmed : 2/108, 5832

Özürsüz iki namazı cem etme ümmet için kolaylık kılınmıştır. Öyleyse hiç kimse kendi kafasına göre bazı teviller yaparak bu kolaylığı zorlaştırmaya hakkı yoktur.

Sefer yolculuk halinde cem etme:

Enes -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, güneş batıya meyletmeden yola çıkınca, öğle namazını ikindi vaktine te'hîr eder, ikindi olunca mola verir, ikisini cem ederdi (beraber kılardı). Yola çıkmazdan önce güneş batıya meyletti (öğle vakti girdi) ise, hareketten önce her ikisini de (öğle ve ikindi) kılar sonra yola çıkardı.'' Bir rivayette de şöyle gelmiştir: "...Acele yürümek gerekirse öğleyi ikindiye te'hir eder, ikisini birleştirirdi, keza ufuktaki aydınlık kaybolunca da akşamla yatsıyı birleştirirdi. " Buharî, Taksîru's-Salât 16, l5; Müslim(704); Ebu Dâvud(1218, 1219) Nesâî(1/284-285).

İbnu Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem yol halinde iken öğle ile ikindiyi birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirirdi. " Buharî, Taksîru's-Salât 13

Muâz b. Cebel -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: “Tebuk senesi Rasûlullah ile beraber yola çıktık. Rasûlullah öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı namazlarını cemediyordu. Bir gün namazı tehir etti, sonra dışarı çıktı ve öğle ile ikindiyi cemederck kıldırdı, sonra girdi. Sonra tekrar çıktı ve akşam ile yatsıyı cemederek kıldırdı. Son­ra şöyle buyurdu: "inşâallah yarın Tebük kaynağına vara­caksınız. Güneş yükselmeden oraya varmayın. Oraya va­ranlar, ben gelinceye kadar suya dokunmasın," Müslim(706) Muvatta(1/143) Abdurrazzak(11/545) Şafii el Ümm(1/77) Sahihu Ebu Davud(1065) Sahihu Nesai(512) el İrva(3/30)

Yağmur halinde cem etme:

İbnu Abbâs -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem Medine'de yedi ve sekiz (rek 'at) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını (cemederek) kıldı. Eyyub (es-Sahtiyânî) der ki :"Belki de bu, yağmurlu bir gecedeydi." Öbürü (Ebu 'ş-Şa'sâ): "Belki!'' dedi. '' Buharî (543) Müslim (705)

Nafi’den; İbni Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: “Yağmurda akşam ile yatsıyı cem ederdi.” Sahiha (6/816), el İrva(583)

Hazarda cem etmek;

İbni Abbas -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem korku ve sefer hali olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da birleştirerek kıldı." Said Bin Cübeyr r.a. İbni Abbas’a dedi ki; “Bunun sebebi ne olabilir?” dedi ki; “Ümmetine kolaylık sağlamak için.” Muvatta(1/144) Müslim(705)

Diğer rivayette; “Korku ve yağmur olmadığı halde cem etti.”

Abdullah Bin Şakik dedi ki; “İbn Abbas -Allah ondan razı olsun- bir gün ikindi namazından sonra bize akşam olup yıldızlar görününceye kadar hutbe okudu. Topluluk içinde Temimoğulları’ndan birisi “Namaz! Namaz!” demeye başladı. Bunun üzerine İbn Abbas -Allah ondan razı olsun- kızdı ve dedi ki; “Bana sünneti mi öğreteceksin?! Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in öğle ile ikindi namazını ve akşam ile yatsı namazını cem ettiğine şahit oldum.”

Abdullah bin Şakik der ki; “Bu hususta içimde bir şey hissettim ve bunu Ebu Hureyre -Allah ondan razı olsun-’e de sordum. O da buna muvafakat etti.”

Diğer rivayette İbn Abbas -Allah ondan razı olsun- ; “Namazı bize sen mi öğretiyorsun?! Biz Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile beraber iki namazı cem ederdik.” Demiştir. Müslim Kitabus-salat Cem’u beynes salateyn fil hazar

Tirmizî, Sünen'in Kitabu'l-İlel bölümünde İbnu Abbâs'ın rivâyet ettiği bu hadisle ehl-i ilimden kimsenin amel etmediğini söyler. Yani iddiasına göre sefer yağmur, korku, hastalık gibi namazın birleştirilmesine ruhsat tanıyan bir mazeret olmadan namazın birleştirilmesine hiç bir âlim fetva vermemiş olmalı. Ancak, bu  iddiasının gerçeği aksettirmediği söylenmiştir. Buna geçmeden şunu bilelim ki, Tirmizî,  başka  rivâyetlerle birlikte bu hadisin de yer aldığı, "Hazerde iki namazın arasını birleştirme hususunda gelenler" adlı bâbta, hadislerin peşlerinden  şu bilgileri sunar:

Ehl-i ilim, iki namazın sadece seferde  ve Arafat'ta birleştirileceğine hükmetmiştir. Tâbiîn'den bazı âlimler, hastanın iki namazı birleştireceğine hükmetmiştir. Bazı âlimler de yağmur sırasında iki namazın arasının birleştirilebileceğini söylemiştir. Şâfiî, Ahmed ve İshak bu görüşte olanlardır. Ancak Şâfiî hastanın iki namazı birleştirmesini caiz görmez.

Tirmizî'nin İbnu Abbâs tarafından rivâyet edilen "Rasulullah korku ve sefer hali olmaksızın öğle ve ikindiyi birleştirerek, akşam ve yatsıyı da birleştirerek kıldı" hadisi için, "Bununla hiç bir fakih amel etmemiştir" iddiasına yapılan itiraza gelince: İbnu Hacer, Nevevî'den naklen bazı örnekler sunar:

"İmamlardan bir cemaat, bu hadisin zâhirini esas alarak, mutlak bir ifade ile "ihtiyaç" sebebiyle bir şartla hazarde "cem"i tecviz ettiler. O şart da bu birleştirme işini bir âdet edinmemektir. Bu görüşte olanlar meyanında İbnu Sîrîn, Rebîa, Eşheb, İbnu'l-Münzîr, el-Kaffâlu'l-Kebîr sayılabilir. Aynı görüşü Hattâbî Ashâbu'l-hadis'ten bir gruptan da hikaye eder.

Ve bu hadisin Müslim'de Said İbnu Cübeyr tarikinden zikredilen: "İbnu Abbâs'a sordum: "Bunu Rasulullah niçin yaptı?" Bana: "Ümmetinden kimseye meşakkat vermek istemedi" diye cevap verdi" vechiyle istidlâl  eder. Müslim(5/219)

Nesâî'nin bir rivâyetine göre İbnu Abbâs, Basra'da  öğle ve ikindiyi aralarında hiç fasıla olmadan kılmıştır. Akşam ve yatsıyı da peşpeşe aralarında fasıla olmadan kılmıştır. Bu birleştirmeyi meşguliyet sebebiyle yapmıştır. İşte bu rivâyette, aynı birleştirmeyi Rasulullah'ın yaptığını da söyler. Müslim'de gelen bir rivâyette, İbnu Abbâs'ın mezkûr meşguliyetinin hutbe olduğu ikindi namazından sonra da yıldızlar doğuncaya kadar hutbesine devam ettiği sonra akşamla yatsıyı birleştirdiği belirtilir. Bu rivâyette İbnu Abbâs'ın iki namazı cem etme işini Rasulullah'a nisbetinin, Ebû Hüreyre tarafından te'yîdi de vardır. Müslim (705)

Taberânî'nin bir tahricinde, benzer merfû bir rivâyet  İbnu Mes'ud'dan kaydedilir: "Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (hiçbir meşrû sebep yokken) öğleyle ikindiyi, akşamla yatsıyı cem etti. Kendisine "Bunu niye yaptın?" diye sorulunca: "Ümmetimin meşakkatte kalmaması için" diye cevap verdi."

Görüldüğü üzere, gerek fukahâ ve gerekse muhaddisînden bazıları, bazı kayıtlarla sadedinde olduğumuz İbnu Abbâs hadisiyle amel etmiştir. Avamdan pekçok kimsenin, cem-i takdim veya tehire ihtiyacı olduğu zamanlarda bile onu terk ettiğine, diğer pek çoğunun da cem yapmayarak namazı tamamen kazaya bıraktığına tanık olursun. Halbuki İslamda namazın terkinin hükmü bellidir. Bu insanlar, ruhsatları terk edip kendilerini zora sokmakta, bazen de, yukarıda işaret ettiğimiz sebepten ötürü günaha girmektedirler. Özürsüz iki namazı cem etme ümmet için kolaylık kılınmıştır. Öyleyse hiç kimse kendi kafasına göre bazı teviller yaparak bu kolaylığı zorlaştırmaya hakkı yoktur.

CEM  EDERKEN  SÜNNET  NAMAZ  KILINMAZ

 “ Abdullah ibn Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, Müzdelife de Akşam namazı ile yatsı namazını aralarında hiçbir sünnet namazı kılmayarak cem etti. Akşam namazını üç rekat olarak kıldırdı, yatsı namazını da iki rekat olarak kıldırdı.” Müslim : 1288

 “ Salim’in babasından. Abdullah ibn Ömer -Allah ondan razı olsun- şöyle dedi: Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, Müzdelife de bir kamet ile iki namazı bir arada kıldı. Bu iki namazın ne birincisinden önce,ne de sonra hiç nafile namaz kılmadı.” Nesei : 660 

İşte bu şehadet kişinin müslüman olabilmesi için ondan yerine getirmesi talep edilen ilk şeydir. Şehadet kelimesi, kabul ve reddi bünyesinde barındırmakta ve gerekli kılmaktadır. "Allah’tan başka kendisine ibadet yöneltilen herşeyi red ve Allah’ı tek mabud olarak birlemek." İşte bu bu ancak Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman edip, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in örnekliğine tabi olunarak elde edilebilir. Şehadet kelimesinin yerine getirilmesi ancak şu yedi şartı yerine getirilmesi ile mümkün olur ve bu yedi şartı yerine getirmeyenler Şehadet kelimesini dilleriyle telaffuz etseler dahi, kendilerine hiçbir yarar sağlamaz: Cehaleti ortadan kaldıran ilim, şüpheyi ortadan kaldıran yakin, reddi ortadan kaldıran kabul, isyanı ortadan kaldıran inkiyad (itaat, bağlılık), şirki ortadan kaldıran ihlas, yalanı ortadan kaldıran sıdk ve buğzu ortadan kaldıran muhabbet.

Zekat Farzdır

Zekat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dediği gibi; altın, gümüş, hurmalardan, tahıllardan ve hayvanlardan ödenir. Kişi (zekatını) kendi paylaştırıp-dağıtabilir yada imama verebilir her ikisi de Caizdir Vallahu A'lem (Allah en iyisini bilendir).

Zekat İslam’ın rükunları’nın üçüncüsüdür.

Şeriattaki manası:Allah Teala’nın  rızasını kazanmak ve nefsin ,malın ve toplumun arındırılması olan ve belirli vakitte belirli bir maldan verilmesi vacib olan bir haktır.

Zekatın bu tarifi islam’da zekatın ene önemli hedeflerini içine almaktadır.Zekatın daha pek çok önemli hedefleri vardır.İster yüce insanlık hedefleri kabilinden olsun isterse de yüce ahlaki misal kabilinden olsun onu içermesi mümkün değildir.Bunların hepsi,şeraitiyle zekatın gerçekleşmesinde İslam kasdetmiş ve onun için bunu farz kalmıştır.

Zekatın güzellikleri’den bazıları şunlardır:

1.Allah (cc) bir çok şer’i delillerde zekat ile namazı birlikte zikretmiştir.Buda göstermektedir’ki kulun kurtuluşu Allah azze ve celle katında bu ikisine bağlı.Namazın Allah’ın kulunun cismi ve bedeni üzerindeki hakkıdır,zekat’da kulun malı ve kazancında’ki hakkıdır.Kuvvet meydana getirmeyle üzerine olan nimetlere karşı Allah’a şükrünün edasını namazla gerçekleştirdiği gibi mal ve zenginlik nimetinde Allah’a olan şükrünü de zekatla gerçekleştirir.

2. Zekatta ,cimrilik,kıskançlık ve hırsdan temizlenme vardır.Zekat,cimrilik ,açgözlülük ve hırs bencillik (egoizim) ve kin gibi hastalıkların şifa veren ilacı sayılır.İslam mal sevgisine olan içgüdüyü kendini sevmeyi kaderde takdir etmiş ve kıskançlığın imanın nefsinde var olduğunu anlatmıştır.”Nefisler kıskançlığa meyillidir.”(Nisa:128)

Allah (cc) bunların hepsini istediğinin tamama ermesi için sevdirme hissi vererek  müjdelemek ve yardım etmek nefsi tedavisiyle tedavi eder.Açgözlü nefsi kendisine sevgili ve aziz olana bol bol vermesin için onu davet eder.Allah (cc) şöyle buyurur:

“ Hoşlandığınız şeylerden (Allah yolunda)sarfetmedikçe asıl iyliğe asla eremezsiniz.”(Al-i İmran:92)

Nefis buna cevap verecek güzel arayacak ve onunla bol bol vercektir.Bununla bir Müslüman şuurun derinliklerinden bolca verme cömertlik ve her yönden verme hedefine gayesiz ulaşır.Vicdan duygusundan,huy ve mizaç duygusuna dönüşür.

3. Zekatın güzelliklerinden ve islamın fazileterinden biride toplumun ruhunu ferdler arasında  çoğalmasını sağlar.Öyleki zekatını veren bir Müslüman toplumun tam bir parçası olduğu hissini duyar.O toplumun görevlerinde onlarla iştirak eder ve yüklerini kaldırır.Allah Rasulu(sav)’in sözü gereği tek vücud olmak bunu gerçekleştirmek için toplum lideri birbirine karşı sevgi karşılıklı anlaşma ve yardımlaşma olan bir aile olur. “ Mümin birbirine karşı sevgi karşılıklı saygı gösterme ve birbirine karşı sevgi  beslemede bir misali tek vücud misali gibidir.Ondan bir uzuv şikayet etse uykusuzluk ve hararetle cesedin geriye kalan kısmı perişan olur:.”(Buhari sahihinde (Fethul Bari):10/438 (6011 Nolu) Muslim:4/1999 (2586 Nolu)

4.Yine zekat İslam kardeşliğinin ameli ifadesi ve ıslah etme açısından Müslüman ahlakının fiili uygulamasıdır.Buna ek olarakda bir fakir Müslüman bir toplulukta hiçbir hased  duymaksızın yaşar.Çünkü onun hakkı zenginin malında saklıdır o ,ona ulaşır onu elde eder ve sahibine bereket ve malının çoğalması için dua eder.Allah Rasulu (sav) şöyle buyurur:

“ Bir mümin bir mümin için her birini tamamlayan bir binanın taşları gibidir.”(Buhari sahihinde (Fethul Bari): 10/449-450 (6026 Nolu) Muslim:4/1999 (2585 Nolu)

Materyalist toplumlara bir bak .Nasıl  bir kaos kargaşa ve mahvolunmanın eşiğinde yaşıyorlar?.Orada nefret kin dolandırıcılık sahtekarlık çoğalıyor bulaşıcı hastalık ve felaket çoğalıyor.Rezilliklerden daha niceleri….

İslami bir toplum ise zekatını veren bir toplum muhabbet Salih amel günahından tövbe edip Allah’a dönen hayır ve saadet içindedirler.Bunların hepsi bu yüce ruknun edasına bağlı güzelliklerdendir.O ise zekattır

5. İslam’da zekatın faziletlerinden biri de huzur ve sukunetin yayılmasının kaynağıdır.

İslam’da zekat-Allah Tealanın fazlından sonra acizler için ictimai sigorta,toplumun bölünme ve zayıflamasının koruyucusu ve ulaşılmaya çalışılan yardımlaşma güvencesinin genel müessesi olarak itibar edilir öyleki Zekat Allah’ın izniyle …. Açlık ,yoksulluk ve fakirliği yok etme vesilelerinden bir vesiledir. Zekat malları bir fakiri nefsi güven ve razı olmakla  geleceğe yüce ve atılgan olmasını sağlar,ne bir tasa ve nede bir hüzün vardır.

6.Zekatın güzelliklerinden biri de onda çalışkanlık ciddiyet ve amele teşvik vardır.

Malın bir kısmını zekat yoluyla zenginlerden fakirlere miskinlere zekat memurlarına kalpleri islama ısındırmak borçlulara ve başkalarına toplumda dostluğa çalışkanlık ciddiyet ve amele teşvik olmak üzere bir malın nakledilmesi olarak itibar edilir.Bunun içindir ki üretim kabiliyetleri artar.Bunların hepsi güçlenen ve birbirine kenetlenen topluma iade olur.

7. Zekatın güzelliklerinden ve faziletlerinden biri de o fakirlik problemlerinin çözümündeki en iyi vesiledir.

Bunun delili ise islamla hükmedilen altın çağlarda  zekat uygulandığında zekat verilecek fakir kalmamıştı.Zekatını verecek şahıs dolanır fakat onu verecek kimseyi bulamazdı .Buda göstermektedir ki ne zaman ki müslümanalr şeri ölçüler dahilinde zekatlarını gerektiği gibi yerine getirdiler.işte o zaman fakirlik müşkilatı ortadan kalkmıştır.İslamda ki zekatın içerdiği bu faziletlerden ve Allah’ın şeriatında zekatın gerçekleşmesini yerine getirilmesini kasdetmesinden daha iyi ve daha üstün bir şey olabilir mi ?

         ZEKAT İLE İLGİLİ BİLGİ

   Zekât vermek, hicretin ikinci senesinde Ramezân ayında farz oldu. Zekâtın farzı birdir. Her müslimânın tam mülkü olan nisâb mikdârındaki ( Zekât malı )nın belli zemânda, belli mikdârını, zekât niyyeti ile ayırıp, emr edilen müslimânlara vermekdir. Tam mülk, halâl yoldan gelip, kullanması mümkin ve halâl olan öz malı demekdir. Vakf malı, kimsenin mülkü değildir. Gasb, sirkat, rüşvet, kumar, alkollü içki satışının semeni ve fâsid olarak satın aldığı mal gibi, harâm malı kendi halâl malı ile veyâ çeşidli kimselerden aldığı harâm malları birbirleri ile karışdırmamış ise, bu harâm mallar, mülkü olmaz.

Kimler zekât verir? Akıllı olan ve bülûg çağına giren ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, zengin olup, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır. Dört çeşit malı bulunup zengin olan kimse zekât verir. Bu mallar, altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, hayvanlar ve toprak mahsûlleridir. Nisap miktarı malı olan kimse zengindir. İhtiyaç eşyâsı ve kul borçları nisâba katılmaz.

Ödünç alma karşılığı olan borçlar, zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan tecilli kul borçları ve ihtiyaç eşyâsından mevcut olanlar nisâb hesâbına katılmaz. Zekât farz olduktan sonra yapılan borçlar özür olmaz. Bunların zekâtı verilir. Geçmiş senelerin ödenmemiş zekâtları kul borcu sayılır. Bunlar, yeni nisâba katılmaz. 

İhtiyaç eşyâsı: İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka, insan hayatta olduğu müddetçe muhtaç olduğu eşyâların tamâmı demektir. Bunlar iktisâdî ve sosyal şartlara göre değişir. İnsan için lâzım olan nafaka üçtür. Bunlar yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silâhları, hizmetçisi ve sanat âletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyâsı sayılır.

Nisap miktarı: Zekâtı verilecek her mal için ne kadar bir kısmının veya buna karşılık verilecek altın, gümüş ve mal miktarına dâir ölçüdür. Dînimizde bu ölçüye "zekât nisâbı" ismi verilmektedir. Belirlenen bu miktar mala sâhip olan bir Müslümanın, bu mallarının üzerinden bir kameri yıl (354 gün) geçmesi veya elinde kalması netîcesi zekât vermesi farz olur.

Zekât, artıcı özelliğin olan Ticari mallar, Madenler, Hayvanlar ve Tarım Ürünlerinden verilir.

Ev, arsa, araba gibi gayrimenkuller, eğer satın alınırken daha sonra satıp para kazanmak niyetiyle alındı ise, bunlar ticari mal sayılır ve onlara dahil edilir. Eğer bunlar kullanılmak niyetiyle satın alındılar ise, miktarları ne kadar çok olursa olsun, bunlar ihtiyaç eşyası sayılır. Zekâtları olmaz. Ancak varsa bunların kira gelirleri zekât hesabına dahil edilir.

Zekâta tabi malların değeri nisabı bulduktan sonra üzerinden bir yıl geçmesi gerekir. Malların miktarının nisabı bulduğu tarih bir yere kaydedilir. Üzerinden bir kameri (hicri) yıl geçtiktan sonra aynı tarihte tekrar zekat hesaplanarak nisabı bulup bulmadıkları kontrol edilir. Eğer nisab miktarı iseler zekâtları verilir. Değilse zekâtları verilmez. Yıl içindeki azalıp çoğalmalar dikkate alınmaz. 

İslam'da ferdi mülkiyet söz konusudur. Bir ailede karı, koca ve çocukların zekâtları ayrı ayrı hesaplanır. Fertlerden kimin zekâta tabi mallarının miktarı nisabı bulursa zekâtı o verir. Hepsinin malları ayrı ayrı nisabı bulursa, hepsi ayrı ayrı zekâtlarını verirler.

Geçmiş yıllara ait zekat borçlarının ayrıca ödenmesi gerekir.

"Zekatımızı kimlere verelim, Tevbe Suresi 60. ayetinde belirtilmiştir. Zekât, (nisab miktarından az malı olan) fakîrlere, (bir günlük nafakası dışında fazla bir şeyi olmayan) miskinlere, zekât memurlarına, (kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen) müellefe-i kulûba, kölelere, (borçlu olup borcunu ödeyemeyen) borçlulara, (ilim tahsili, hac ve cihad gibi) Allah yolunda olan ihtiyaç sahiplerine ve yolda kalanlara verilir.

Zekât malları nelerdir? Dört çeşit zekât malına sâhip olan kimse, zengin olunca bunlârın zekâtını verir:

1. Senenin ekserî zamânında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar: Yılın yarıdan fazlasında parasız, çayırda otlayan hayanlara, üretmek için veya sütü için olursa "sâime" hayvan denir. Sâime hayvan sayısı, nisâb miktarı olduktan bir yıl sonra zekâtı verilir. Yük için, yük taşımak için, binmek için olursa sâime denilmez ve zekât lâzım olmaz. Deve, sığır gibi başka cinsten sâime hayvanlar, birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmezler.

Hayvanın zekât nisâbı: Koyun ve keçi 40 adet olunca birisi zekât olarak verilir. Sığır 30 adet olunca, bir dana zekât olarak verilir. Manda da sığır gibidir. Devenin nisabı beştir. Beş devesi olan, bir koyun verir. Atın nisabı yoktur.

2. Altın, gümüş ve kâğıt paralar: Altın ile gümüşün, para olarak kullanılsın, kadınların süsü gibi, helâl olarak kullanılsın veya haram olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılıç ve altın diş gibi ihtiyaç eşyâsı olsalar bile, nisâba katılıp zekâtı verilecektir. Hac, adak ve keffâret için saklanan paraların zekâtı verilir. Çünkü kul borcu değildirler. Senetli veya iki şâhitli olan yâhut îtiraf olunan alacak, iflas edende ve fakirlerde de olsa nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.

Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti nisab miktarı olduktan îtibâren bir Hicrî sene (354 gün) elde kalırsa yıl sonunda elde bulunanın, kırkta birini ayırıp Müslüman fakirlere vermek farzdır. Altının nisabı 20 miskal, yâni 96 gramdır. Gümüşün nisabı da 672 gramdır.

Kâğıt paraların, bakır ve her türlü mâdeni paraların kıymeti 200 dirhem (672 gr) gümüş veya 20 miskal (96 gr) altın olduğu zaman bu paranın zekâtını vermek lâzımdır. Ticâret niyetiyle kullanılması şart değildir ve değeri kadar zekat verilir. Kâğıt paraların nisapları, altının nisab miktarı ile hesap edilir.

3. Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan ticâret eşyâsı. Eşyânın ticâret niyetiyle satın alınması lâzımdır. Öşür vermesi lâzım gelen topraklardan hâsıl olan ve mîras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticârete niyet edilse de bunlar ticâret malı olmaz. Çünkü ticâret niyeti, alış-verişte olur.

Canlı cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksitler, petrol ve benzerleri, ticâret eşyâsı olurlar. Altın ile gümüş her ne niyetle olursa olsun hep ticâret eşyâsıdır.

Ticâret eşyâsının zekâtı, altın nisâbına göre verilir. İhtiyaç eşyâsından ve kul borçları çıkarıldıktan sonra kalanın kırkta biri (yüzde ikibuçuk) zekât olarak verilir.

4. Yağmur suyu veya nehir suyu ile sulanan, haraçlı olmayan bütün topraklardan (uşurlu toprak olmasa bile) ve vakıf topraktan çıkan şeyler: Bunların zekâtına "öşür" denir. Öşür vermek Kur'ân-ı kerîmde, En'âm sûresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  tarafından bildirilmiştir. Öşür, mahsulün onda biridir. Haraç ise, beşte bir, dörtte bir, üçte bir, yarıya kadar olabilir. Bir topraktan, ya öşür veya haraç vermek lâzımdır. Kul borcu olan, borcunu düşmez. Öşrünü tam verir.

Zekât kimlere verilir? "Zekâtlar (sadakalar), Allah'tan bir farz olarak fakîrlere, miskinlere (düşkünlere), zekât memurlarına, müellefe-i kulûba (kalpleri İslâma alıştırılmak, ısındırılmak istenenlere), kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalanlara verilir. Allahü teâlâ bilendir, hikmet sâhibidir." (Tevbe sûresi: 60)

ZEKATIN VERİLDİĞİ YERLER

1. Fakir: Nafakasından fazla, fakat nisap miktarından az malı olana fakir denir. Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idârede güçlük çeken her fakir zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lâzım olmaz.

2. Miskîn: Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan kimseye miskîn denir.

3. Sâime hayvanların ve toprak mahsullerinin zekâtlarını toplayan "sâî" ile şehir dışında durup rastladığı tüccardan ticâret malı zekâtını toplayan "âşir", zengin dahi olsalar, işleri karşılığı zekât verilir. Sâi ve âşir İslâm devletinde zekât toplayan memurlardır. Sâime yılın fazlasında parasız çayırda otlayan üretmek ve sütü için olan hayvanlardır.

4. Efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd olacak köle.

5. Cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlar. Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. Hadîs-i şerîfte; "İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek câizdir." buyruldu.

6. Borcu olan ve ödeyemeyen Müslümanlar.

7. Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtaç kalan.

Bunların hepsine veya birine vermelidir. Zekât parasıyla, ölen kimseye kefen alınmaz, ölenin borcu ödenmez. Câmi, cihat, hac yapılmaz.

  DOĞRUDAN VE DOLAYLI OLARAK ZEKAT VERMENİN  EMREDİLDİĞİ AYETLER

      Zekat, kitabımız Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde sürekli namaz ile birlikte emredilen en önemli buyruklardan birisidir.

      Namazı kılın, zekatı verin, rüku edenlerle birlikte rüku edin. (Bakara, 43)

      Namazı kılın, zekatı verin, kendiniz için önden gönderdiğiniz her hayrı Allah katında bulacaksınız. Allah yaptıklarınızı şüphesiz görür. (Bakara, 110)

      Namaz kılın, zekat verin, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem e itaat edin ki size merhamet edilsin. (Nur, 56)

      Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; Namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ine itaat edin. Ey Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in ev halkı! şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister. (Ahzab, 33)

      Hususi konuşmanızdan önce sadaka vermekten ürktünüz mü ki bunu yerine getirmediniz? Ama Allah, tevbenizi kabul etmiştir. Öyleyse Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ine itaat edin. Allah, islediklerinizden haberdardır. (Mücadele, 13)

      İsrail oğullarından, "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı kılın, zekatı verin" diye söz almıştık. Sonra siz pek azınız müstesna, döndünüz. Sizler zaten döneksiniz. (Bakara, 83)

      Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, Namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur. (Beyyine, 5)

      And olsun ki, Allah, Israilogullarindan söz almıştı. Onlardan on iki reis seçtik. Allah: "Ben şüphesiz sizinleyim, namaz kılarsanız, zekat verirseniz, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem lerime inanır ve onlara yardim ederseniz, Allah uğrunda güzel bir takdimde bulunursanız, and olsun ki kötülüklerinizi örterim. (Maide, 12)

Onları, buyruğumuz altında insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara, iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekat vermeyi vahyettik. Onlar, bize kulluk eden kimselerdi. (Enbiya, 73)

Allah uğrunda gereği gibi cihat edin. O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kuran'da, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size Müslüman adını veren O'dur. Artık, namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır! (Hac, 78)

   Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder. (Müzzemmil, 20)

Verilen ayet-i kerimelerde görüldüğü gibi zekat ibadeti genellikle hep namaz ile birlikte emredilmektedir.

Bir malın zekâta tâbi olabilmesi için o malın "tam mülk olması", "artıcı özelliğe sahip olması", "nisaba ulaşmış olması", "kişinin tabii asli ihtiyaçlardan fazla olması" ve "üzerinden bir yıl geçmiş olması" gerekir.

ZEKAT VERMEK MÜMİNLİK SIFATIDIR

      Kur'an-ı kerimdeki birçok ayet-i kerimede, müminlerin en önemli sıfatlarından birinin, onların namaz kılmaları, zekat vermeleri olduğu vurgulanmakta ve bu sıfatları taşıyanlara ödüller vaad edilmektedir. Bu ayet- kerimelerin bir kısmı aşağıda verilmiştir.

      Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri görmedin mi? (Nisa, 77)

      Onlar zekatlarını verirler. (Müminun, 4)

      İnanıp yararlı işler işleyenlerin, namaz kılıp, zekat verenlerin Rab'leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. (Bakara, 277)

      Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah'a ve ahıret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz. (Nisa, 162)

      Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem i ve namaz kılan, zekat veren ve rüku eden mü'minlerdir. (Maide, 55)

      Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse, sizin din kardeşiniz olurlar. Bilen kimseler için ayetleri uzun uzadıya açıklıyoruz. (Tevbe, 11)

      Allah'ın mescitlerini sadece, Allah'a ve ahıret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler. (Tevbe, 18)

      Bunlar, namaz kılan, zekat veren ve ahırete de kesin olarak inanan müminlere doğruluk rehberi ve müjdedir. (Neml, 2-3)

      O kimseler Namazı kılarlar, zekatı verirler; ahırete de yakinen inanırlar. (Lokman, 4)

      Bunları ne ticaret ve ne de alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoyar. Bunlar, gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar. (Nur, 37)

      Mümin erkekler ve Mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emreder kötülükten alıkorlar; namaz kılarlar, zekat verirler, Allah'a ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir. (Tevbe, 71)

     Kitap'ta İsmail'e dair anlattıklarımızı da an. Çünkü o sözünde doğru bir kimse idi, tarafımızdan gönderilmiş bir Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem di. Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, zekat vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnudluğa ermişti. (Meryem, 54-55)

      Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namaz kılarlar, zekat verirler, uygun olanı emrederler, fenalığı yasak ederler. işlerin sonucu Allah'a aittir. (Hac, 41)

KAFİR VE MÜŞRİKLERİN HALLERİ İLE İLGİLİ AYETLER

        Aşağıdaki ayet-i kerimelerde de kafirlerin ahıret hayatını inkar ettikleri ve zekat vermedikleri belirtilmekte ve bunların tevbe ederek namaz kılıp zekatların vermeleri halinde serbest bırakılmaları emredilmektedir.

      Onlar zekat vermezler; ahıreti inkar edenler de yalnız onlardır. (Fussilet, 7)

      Hürmetli aylar çıkınca, puta tapanları bulduğunuz yerde öldürün; Onları yakalayıp hapsedin; her gözetleme yerinde Onları bekleyin. Eğer tevbe eder, namaz kılar ve zekat verirlerse yollarını serbest bırakın. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. (Tevbe, 5)

ZEKAT VERMEYENLERİN NASIL CEZALANDIRILACAĞINI                                BİLDİREN AYETLER"

      Aşağıdaki ayet-i kerimeler de, zekat vermeyenlerin maruz kalacakları şiddetli azabı bildirmektedir.

      Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. (Tevbe, 34)

      Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, "Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; yığdıklarınızın tadına bakın" denecek. (Tevbe, 35)

 

ZEKATIN KİMLERE VERİLECEĞİNİ BİLDİREN AYETLER

      Aşağıdaki ayet-i kerimeler ise, malların ne uğurda sarf edileceği ve zekatın kimlere verileceği bildirilmektedir.

      Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana çevirmeniz iyi olmak demek değildir; Lakin iyi olan, Allah'a, ahıret gününe, meleklere, Kitap'a, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem lere inanan, O'nun sevgisiyle, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolculara, yoksullara ve köleler uğrunda mal veren, namaz kılan, zekat veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler, zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir. İşte onlar doğru olanlardır ve sakınanlar ancak onlardır. (Bakara, 177)

      Zekatlar; Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düşkünlere, onu toplayan memurlara, kalbleri Müslümanlığa ısındırılacaklara verilir; kölelerin, borçluların, Allah yolunda olanların ve yolda kalanların uğrunda sarf edilir. Allah bilendir, hakimdir. (Tevbe, 60)

ZEKAT İLE İLGİLİ BAZI HADİS-İ ŞERİFLER

      Aaşağıdaki Hadis-i Şeriflerde de zekâtın önemi, zekat nisabı, zekatın verileceği kişilerle ilgili bilgiler verilmektedir.

Zekatın önemi ile ilgili hadisler

      "Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki, zekâtını vermiyenlerin, nemâzı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı yokdur".

      "Zekât vererek, malınızı zarardan koruyunuz!"

      “Mallarınızı zekât vermek suretiyle temizleyin.”

      “İbn-i Abbas'dan rivayet  edildiğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  Efendimiz, Muaz b. Cebel'i Yemen'e vâli gönderdiği vakit ona şu emri vermiştir:  Onları Allah'dan  başka bir ilah  bulunmadığına ve benim Allah'ın Elçisi olduğuma inanmaya dâvet et. Eğer bu hususta sana itaat ederlerse onlara, Cenabı Allah'ın kendilerine günde beş vakit namaz kılmalarını emrettiğini bildir. Eğer bu hususta da sana itaat ederlerse kendilerine, mallarından zekât vermelerini farz kıldığını bildir. Zekât zenginlerden alınıp fakirlere verilir.”  (Buhari, Sahih, c.2, s.104)

      “Ebû Hureyre'den rivayet edildiğine göne, bir adan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  Efendimize gelerek;

      Bana öyle bir amel göster ki onu yaptığım zama cennete gireyim, dedi.  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  Ona şöyle buyurdu;

      Allah'a ibadet edecek, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayacaksın;  farz olan namazı kılacaksın; zekâtı vereceksin;  Ramazanda oruç tutacaksın. Bunun üzerine o adam şöyle mukabelede bulundu :

      Varlığım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bundan daha  fazlasını  yapmayacağım. O kimse bu sözü söyleyip ayrıldıktan sonra  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem :

      “Kim Cennetlik birine bakmak isterse bu adama baksın, buyurdu.” (Buhari, Sahih, c.2, s.105)

      Ashabdan Cerir b. Abdillâh:  "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e, namazı kılacağıma, zekâtı vereceğime ve her Müslümana öğüt vereceğime dair söz verdim" diyor.” (Buhari, Sahih, c.2, s.106)

      “Râf'i b. Hadîc'den  rivayet  olunduğuna  göre,  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:  "Zekât işlerinde hakkiyle çalışan memur, evine dönünceye kadar Allah yolunda muharebe eden gâzi gibidir.” (Tirmizi, c.3, s.144)

      “Cenab-ı Allah kime mal verir de zekâtını ödemezse, Kıyamet gününde o mal,  sahibine,  gözlerinin  önünde  simsiyah iki benek bulunan gayet zehirli (ve zehirinin tesirinden  başı)  kel bir yılan şeklinde görünerek boynuna gerdanlık yapılacak; sonra da iki çene kemiğini,  yâni  avurdunu iki tarafından  yakalayıp şöyle diyecek :  Ben senin malınım, ben senin stokunum.”  (Buhari, Sahih, c.2, s.106)

      “Deve, sığır ve koyun sahibi bir Müslüman, bu malların zekâtını ödemezse, Kıyamet gününde o hayvanlar, dünyada olduklarından daha semiz ve daha büyük bir halde gelecekler ve herbiri boynuzu ile ona toslayacak; ayakları ile de çiğneyecek. Sonuncusu işini bitirince, birincisi yeniden toslamaya ve çiğnemeye başlayacak; tâ insanlar muhakeme edilinceye kadar.” (Buhari, Sahih, c.2, s.106)

Zekat nisabı ile ilgili hadisler

      “Resûlullah sallellahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu :  Sâime cinsinden her kırk devede üç yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir.  Hiçbir deve ayrı hesap edilmez. (Yâni hepsi kırk adet içinde mütalâa edilir, zayıfı ile şişmanı, küçüğü ile büyüğü arasında bir ayırım  yapılmaksızın orta derecede bir deve  alınır.)

Her kim, (ecrini Allah'tan isteyerek) kırk devenin zekâtını (üç yaşında dişi bir deve) verirse, kendisi için mükâfat  vardır.  Kim bunu vermek istemezse, biz hem zekâtını hem de devesinin yarısını alırız. (Zekât) , Rabbimizin haklarından bir haktır. Muhammed'in âline ondan bir şey helâl olmaz.” (Nesai, Sünen, c.5, s.15)

      Muaz b. Cebel şöyle diyor :  "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem , beni Yemen'e göndererek her otuz  sığırdan,  iki yaşında dişi veya  erkek bir dana;  her kırk sığırdan, üç yaşında bir dana; her yüklü sığırdan da bir dinar para veya buna denk Maâfir elbisesi zekât almamı emretti.” (Tirmizi, Sünen, c.2, s.389)

      (Maâfir, Hemedân kabilesine nisbet edilen bir elbise cinsinin adıdır.)

      Ebû Saîd el - Hudrî'den rivayet olunduğuna  göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :  "Beş ûkıyye'den az gümüşte, beş zevd'den az devede ve  beş vesak'tan az hububatta  zekât verme mükellefiyeti yoktur.” (Buhari şerhi, c.4, s.283)

      (Bütün müctehitlerin ittifakı ile ûkiye:  40 dirhemlik bir ağırlık ölçüsüdür. Zevd: üç ilâ otuz arasındaki deve topluluğuna verilen isimdir. Vesak: 60 sâ' olup 6240 dirhem, bugünkü ölçülerle 200 kg'a tekabül etmektedir. Buna göre beş vesak : 1000 kg. eder.)

       Ali'den rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu : "At ile kölenin zekâtını affettim. Sizler, her kırk dirhemde bir dirhem zekât  verin. 199 dirhemde zekât  yoktur. Fakat, gümüş 200 dirheme ulaştığı zaman, bu paradan 5 dirhem zekât vermek lâzımdır.” (Tirmizî, Sünen, c.2, s.384)

       Ali'den rivayet edildiğine göre,  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:  "Senin iki yüz dirhem gümüşün olduğu ve üzerinden de bir yıl geçtiği vakit, ondan beş dirhem zekât vermen gerekir. Altında, yirmi dînara kadar bir şey yoktur. Senin yirmi dînar'ın bulunduğu ve üzerinden bir yıl geçtiği vakit, ondan yarım dînar zekât vermen gerekir.”

      “Sâlim b. Abdillah'ın babasından, şöyle dediği rivayet olunmuştur :  Sâlim bana,  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  vefat etmeden önce zekât hakkında yazdırdığı bir yazıyı okuttu. O yazıda şöyle bir ibare buldum: Beş devede bir koyun, on tanesinde iki koyun, onbeş tanesinde üç koyun, yirmide dört koyun, yirmi beşte ise iki yaşına girmiş dişi bir deve vermek gerekir. Otuz beşe kadar durum böyledir. Eğer iki yaşında dişi deve bulunmazsa, üç yaşında erkek bir deve verilmesi gerekir. Otuzbeşi bir sayı geçtiği zamanda kırk  beşe  kadar üç yaşına  girmiş dişi bir deve vermek gerekir.

Kırk beşi bir yukarı geçince altmışa kadar dört yaşına basmış dişi bir deve vermek icabeder. Altmıştan yukarı geçerse yetmiş beşe kadar beş yaşına girmiş dişi bir deve vermek lâzım gelir.  Yetmiş beşi bir yukarı çıkarsa doksana kadar üç yaşına basmış iki adet deve vermek gerekir.

Doksandan bir fazla olursa, yüz yirmiye kadar dört yaşına basmış iki adet dişi deve vermek lâzım gelir. Develer yüz yirmiyi geçince,  (bundan sonra) her elli devede dört yaşında dişi bir deve, her kırkta üç yaşına girmiş bir deve vermek gerekir.” (İbn-i Mâce, Sünen, c. 1, s. 574)

      “(Mallarınızın)  kırkta bir zekâtını verin:  Kırk dirhemden bir dirhem vermek gerekir. İki yüz dirhem tamamlanıncaya kadar sizin üzerinizde bir borç yoktur. Para iki yüz dirhem olunca, ondan beş dirhem zekât vermek icap eder. İki yüz dirhemden fazlası da bu hesaba göredir."

      “Koyunda da kırkta bir zekât vermek gerekir. Otuz dokuz koyundan bir şey lâzım gelmez.

      “Sığırlar da otuz tane olunca bir yaşında bir sığır vermek gerekir. Kırk tanede ise, iki yaşında bir sığır verilir. Ziraat için kullanılan sığırlardan bir şey vermek gerekmez.

      “Develerden her yirmi beşinde beş koyun verilir..."

      “Koyunda 1/40 zekât verilir. 120'ye kadar durum böyledir. Koyunlar yüz yirmiyi aşınca iki yüze kadar iki koyun; iki yüzden fazla olunca üç yüze kadar üç koyun vermek lâzımdır. Koyunlar üç yüzden fazla olunca, her yüzde bir koyun verilir. Sonra dört yüze ulaşıncaya kadar bir şey vermek gerekmez. Zekât almakta ayrı ayrı kimselerin koyunları birleştirilmez. Zekât vermemek için de toplu olan koyunlar birbirinden ayrılmazlar. Karışık halde bulunanlar ise, mülkiyet nisbetine göre hesab edilirler. Zekâtta çok yaşlı veya kusurlu olanlar kabul edilmez.” (Tirmizi, Sünen, c. 2, s. 387)

     “Beş ûkiyye (iki yüz dirhem)'den az gümüşte zekât yoktur. Beş zevd'den az devede zekât yoktur.  Beş vesakdan az toprak mahsullerinde de zekât yoktur.” (Buhârî)

      “Yağmur, nehir ve göze suları ile (tabiî  olarak)  sulanan, veya kendiliğinden sulu olan arazi mahsullerinde onda bir, hayvanlar ve havuzlar yardımı ile sulanan  toprak mahsullerinde ise yirmide bir zekât verilir." (Nesâî, sünen, c.5, s. 31)

      “Hububat maddeleri ile hurma beş ölçek, deve beş zevd, gümüş de beş ûkıyye olmadıkça  bunlardan zekât  vermek  gerekmez,”  (Buhârî)

      “Yemenli bir kadın kızı ile birlikte Resûlüllah (s.a.v.)'in yanına geldi. Kızının elinde altından yapılmış iki âdet kalın bilezik vardı. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  kadına :

      Bunların zekâtını veriyor musun? Diye sordu. Kadın :

      Hayır, dedi.  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  :

      Kıyamet gününde Cenabı Allah'ın bu iki altını senin koluna ateşten bilezik olarak takmasından hoşlanır mısın? Buyurdu. Bunun üzerine kadın,  bilezikleri kızının  kolundan çıkarıp Resûlüllah'ın önüne bıraktı ve şöyle dedi :

      Bilezikler, Allah ve Resûlü içindir.” (Nesâî, Sünen, c.5, s. 38)

      Amr b. şuayb'ın, babası yolu ile dedesinden şu rivayet nakledilmiştir:

       Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem 'e kayıp eşyanın zekâtından soruldu. O da şöyle buyurdu:  İşlek yolda, veya şenlik bir köyde bulunanı bir sene ilân et. Eğer sahibi gelirse (onundur). Sahibi gelmezse senindir."

      “İşlek yol ile şenlik bir köyden başka yerlerde bulunan eşya ile definelerde ise beşte bir zekât vermen gerekir.” (Nesâi, Sünen, c.5, s. 44.)

      Ebû Hüreyre'den rivayet edildiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

      “Sahibi başında bulunmayıp mer'aya salıverilen dilsiz hayvanların yaraladığı hederdir. (Yâni sahibine tazminat vermek gerekmez). Su kuyusuna düşen hederdir.  Mâden  kuyusuna düşen de hederdir. (Sahibine bir şey ödemek gerekmez.)  Rikâz'da (yer altı zenginliklerinde) ise 1/5 zekât vermek gerekir. (Buhâri)

      (Rikâz, bazılarına göre, mâden ve mâdenden çıkan maddelerin tümüne verilen bir addır.)

Zekat verilecek ve verilmeyecek kişilerle ilgili hadisler

      “Ne zengine, ne de normal şekilde (çalışabilecek) güce sahip kimselere zekât helâl olmaz.” (Şevkânî, Neyl'ul-Evtâr, c.4, s.159)

      (Bu Hadîs-i Şerîf'i İbn-Mâce ile Nesaî'den başka diğer hadîs imamları da rivayet etmişlerdir.)

      Abdullah b. Adiy'den rivayet edildiğine göre, Vedâ Haccında  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem , zekât dağıtırken iki adam O'nun yanına giderek kendisinden  zekât istediler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gözlerini bu iki kişiye dikerek, onları  güçlü - kuvvetli görünce: "Dilerseniz size (zekâttan) vereyim, fakat zekâtta ne zenginin, ne de çalışabilecek güce sahip kimselerin hakkı yoktur", buyurdu. (Müsned-i Ahmed b.' Hanbel), c.9, s. 91)

      Sehl  b. Hanzaliye'den rivayet  edildiğine göre  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Her kim başkasına muhtaç olmayacak kadar yiyeceği bulunduğu halde dilenirse, Cehennem ateşinden başka bir şey dilenmez. Ashab :

      Yâ Resûlullah! Yetecek kadar yiyeceğin  ölçüsü nedir? diye sordular.  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  :

      “Sabah akşam (24 saatlik) yiyeceği kadar", buyurdu. (Şevkânî,  Neyl'ul-Evtâr,  c.4,  s.159)

      "Kimin 40 dirhem parası veya bu para karşılığında malı bulunduğu halde isterse, ihtiyacı olmadan istemiş olur."  Feth'ur-Rabbanî, c.9,  s.91  vd.

      “Her kim ihtiyacı olmadığı halde başkasından  yardım dilenirse, Kıyâmet günü yüzünde yırtık izleri ve tırmalanma belirtileri olduğu halde Allah'ın huzuruna gelecek".  Kendisine :

      Ya Resülullah (istemeyi yasak kılan) Zenginliğin ölçüsü nedir? diye sorulunca da :

      "50 dirhem (160 gr.) gümüş para, yahut bu değerde altındır", cevabını verdi. (Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s. 236)

      “Kim (başkalarına) ihtiyaç belirtmezse,  Allah onu muhtaç etmez. Kim iffet isterse (başkalarına yüz kızartmamak isterse), Allah onu afît kılar.  Bizden bir şey istemeyen  (dilenmeyen), isteyenden daha hayırlıdır.” (Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s. 236)

      Ebû Saîd el-Hudrî'den rivayet edildiğine göre  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:  "Zekât, zenginlerden ancak üç taifeye verilebilir:

1 - Allah yolunda bulunanlar,

2 - Yolda kalmış yolcular,

3 - Zengin bir kimse ki, fakir olan komşusuna zekat verilir de bu maldan kendisine hediye edilir veya dâvet edilir.” (Ebû Dâvud, Sünen, c.1, s.380)

ALTIN VE GÜMÜŞÜN NİSAB MİKTARI

      Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan i'tibâren, bir hicrî sene, ya'nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda elde bulunanın kırkda birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakîrlere vermek farzdır. Acele edip, hemen vermek vâcibdir.

       Altının nisâbı yirmi miskaldir. Miskal, ağırlık ölçü birimidir. Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân ve kıymet (para) ölçü birimleri, şer'î birimler ve urfî (örfi)birimler olarak, ikiye ayrılır: Şer'î birimler, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem zemânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde isimleri geçen birimlerdir.

            Bir miskal, dört gram ve seksen santigram [4,80 gr.] ağırlığında olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96] gramdır. Osmânlı devletinde son kabul edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât da [20] santigram idi. Buna göre, urfi miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer'î miskal ile urfî miskâl aynı ağırlıkda olmakdadır. Bir Osmânlı ve Cumhuriyyet altını bir buçuk miskal ağırlığında olduğu için, nisâb mikdârı, 20/1.5=13.3 adet altın liradır.

      Bir liralık altın, [7,20] gramdır. 13,3 adet altın, 96 gram olur. Demek ki, onüç aded ve bir sülüs [13,3] altın lirası veyâ bu kadar değerinde kâğıd parası olan kimsenin, zekât vermesi farz olur. Bir miskal 20 kırâtdır deyince, şer'î miskâl anlaşılır. Bu miskalin kaç gram olduğunu anlamak için, 20’yi bir şer'î kırâtin ağırlığı olan, 0,24 ile çarpmak lâzım olur. Urfî kırâtın ağırlığı olan 0,20 ile çarpılırsa, bulunan 4 gr şer'î miskâlin ağırlığı olmadığı gibi, urfî miskalin de olmaz. Altının nisâb mikdârını bu yanlış miskale göre yaparak 4x20=80 gramdır demek de doğru olmaz.

        Gümüşün nisâbı, ikiyüz dirhem-i şer'îdir. Bir dirhem-i şer'î, ondört kırât-ı şer'îdir. Yetmiş arpadır.  Bir miskalden, onda üçü çıkarılınca, bir dirhem olur. Bir dirheme, yedide üçü ilâve edilince bir miskal olur. Bir dirhem-i şer'î, 0,24x14=3,36 üç gram ve otuzaltı santigramdır: [3,36 gram]. O hâlde,  gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ altıyüzyetmişiki [672] gramdır. Bir mecidiye, beş miskaldir.

      Ya'nî yüz kırât-ı şer'î, ya'nî yirmidört gram olduğundan, yirmisekiz mecidiyesi olana zekât farz olur. Yirmi miskal altın ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için, değerlerinin birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, şerî'atde bir miskal altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında gümüşdür. Bir gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre şerî'atde, para olarak kullanılan altının kıymeti, ayni ağırlıkdaki gümüş paranın   kıymetinin yedi katıdır.

İslam’ın Evveli ve Şehadet Kelimesi

Bil ki; İslam’ın evveli Allah’tan başka (tapılmaya layık) ilah olmadığına şehadet ve Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü (elçisi) olduğuna şehadet etmektir.

İşte bu şehadet kişinin müslüman olabilmesi için ondan yerine getirmesi talep edilen ilk şeydir. Şehadet kelimesi, kabul ve reddi bünyesinde barındırmakta ve gerekli kılmaktadır. "Allah’tan başka kendisine ibadet yöneltilen herşeyi red ve Allah’ı tek mabud olarak birlemek." İşte bu bu ancak Muhammed (sallalahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna iman edip, Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’in örnekliğine tabi olunarak elde edilebilir. Şehadet kelimesinin yerine getirilmesi ancak şu yedi şartı yerine getirilmesi ile mümkün olur ve bu yedi şartı yerine getirmeyenler Şehadet kelimesini dilleriyle telaffuz etseler dahi, kendilerine hiçbir yarar sağlamaz: Cehaleti ortadan kaldıran ilim, şüpheyi ortadan kaldıran yakin, reddi ortadan kaldıran kabul, isyanı ortadan kaldıran inkiyad (itaat, bağlılık), şirki ortadan kaldıran ihlas, yalanı ortadan kaldıran sıdk ve buğzu ortadan kaldıran muhabbet.

 Allah’ın Sözleri Haktır-Doğrudur

Allah’ın her dediği, O’nun dediği gibidir (hakdır). O’nun dediğinin aksine olacak hiçbir şey yoktur. O, dediği gibidir.

Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?" (en-Nisa 4/122)

Şeri’at’e İman

Şeri’at’e (içerdiği bütün emir ve yasaklarının hepsine) tümüyle iman etmek (gerekir). Bil ki; alış-veriş müslümanların pazarlarında (ve marketlerinde) Kitab, İslam ve Sünnet’e uygun olarak satıldığı takdirde ve aldatma, zulüm yada hıyanet karışmadığı yahut Kur’an’a zıd yahut da bilinen(prensib)e zıd olmadığı müddetçe helaldir.

Kulun Fitnelere Karşı Herdaim İhtiyatlı Uyanık ve Korku Üzere Olması Gerekir Zira Hiç Kimse Sonunun Ne Olacağını Bilemez

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- bu dünyada yaşadığı müddetçe kulun ihtiyat ve korku üzere olması gerekir. Zira o; -hayırlı ameller işlese de- nasıl öleceğini, ne hal üzere öleceğini ve hangi durumda Aziz ve Celil olan Allah ile karşılaşacağını bilemez.

Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmaktadır: "Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar…" (el-Mü’minun 23/57)

Kişi Allah’ın Rahmetini Ummalı ve Günahları Sebebiyle Akıbeti İçin Korku İçerisinde Olmalıdır

Nefsine karşı haddini aşan kişi, ölüm anında Allah (teala)’dan ümidini kesmemeli (aksine) Allah (tebareke ve teala) için güzel zanda bulunmalı ve günahları sebebiyle korkmalıdır.

Korku ve ümit içerisinde olmak mü’min kimseni halidir. Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “Onlar, korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler.” (es-Secde 32/16);

“Onlar ahiretten çekinir ve Rabbinin rahmetini umarlar.” (ez-Zümer 39/9)

Ölüm anında korku ve ümit içerisinde olmak hususunda Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’den şöyle bir olay nakledilmiştir: “Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem), ölüm halinde bulunan bir gencin (Sa'lebe ibni Abd'ur Rahman) yanına gitti. Gence: Kendini nasıl buluyorsun, diye sordu. Genç: Allah’ın rahmetini umuyorum. Günahlarımdan da korkuyorum, dedi. Bunun üzerine Rasulullah: Bir kulun kalbinde bu ikisi bir araya gelirse, Allah o kula umduğunu verir, korktuğundan emin kılar, buyurdu.” (Tirmizi; İbni Mace)

Eğer Allah ona rahmet ederse, bu O’nun fazlındandır. Eğer (Allah) onu cezalandırırsa bu (da kulun) günahları sebebiyledir.

Allah (Te'ala), Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’e bu Ümmete Ne Olacağını Göstermiştir

Allah Te'ala’nın, Nebi sallalahu aleyhi ve selleme, bu ümmete Kıyamet Günü’ne kadar ne olacağını gösterdiğine iman etmek (gerekir).

Bunun delili, bu hususta Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sahih olarak rivayet edilen Kıyamet’in büyük ve küçük alametleridir.

Din Birtek Cema'atti sonra İnsanlar Onu Hiziplere-Fırkalara Böldüler

Bil ki; Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç bunların tamamı ateştedir ve o da Cema'attir. Denildi ki: Ya Rasulullah kimdir onlar? (Rasulullah) dedi ki: Benim ve ashabımın bugün üzerinde olduğu yoldur." Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; İbni Vadde, el-Bid’a, 85; Acurri, eş-Şer’ia, 15; Acurri, el-Erbain; Hakim, 1/128-129; İbni Nasır, es-Sünne,  62; el-Laleka’i, es-Sünne, 147; İbn’ul Cevzi, Telbis'ul İblis, 16; el-Ukayli, ed-Duafa, 2/262

Bunun gibi, Ömer (radiyallahu anh)’ın hilafeti dönemine kadar din birtek cema'atti. Bunun gibi, Osman (radiyallahu anh)'ın zamanında da din birtek cema'atti. Osman radiyallahu anh öldürülünce ihtilaf ve bid'at geldi. İnsanlar hiziplere ve fırkalara bölündü. İnsanlar arasında bazıları ilk başta hak üzere kaldı, hakkı söyledi ve insanları ona davet etti. İşler, falanın hilafetdeki dördüncü kuşağına kadar bu hal üzere kaldı.

Zaman değişip insanlar çok bozulduğunda, bid'atlar çok yaygınlaştı, hak ve cema'atin yolundan başkasına çağıran davetçiler türedi. Ne Rasulullah sallalahu aleyhi ve sellemin ne de ashabının söylemediği şeylerle insanlar sınandı. (Aziz ve Celil olan Allah ve) Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) fırkalara bölünmekten nehy etmesine karşın, insanlar fırkalaşmaya çağırdılar. Bazısı bazısını (birbirlerini) tekfir etti. Herkes kendi görüşüne davet etti ve farklı düşünenleri tekfir etti. Cahiller, avamdan olanlar ve ilim ehlinden olmayanlar azdı. İnsanların dünyalık peşinde inatçı olmalarına ve dünyevi cezalardan korkmalarına yolaçtılar. İnsanlar; onlara dünyalık işlerinden dolayı korkuları ve dünyalık için rağbetleri sebebiyle tabi oldular.

Böylece Sünnet ve Sünnet Ehli gözlerden düşürüldü. Bid'at ortaya çıktı ve yaygınlaştı. İnsanlar farkına varmaksızın birçok yönden küfür işledi. Kıyas yaptılar. Rabbin ayetlerindeki, hükümlerindeki, emirlerindeki ve yasaklarındaki kudretini kendi akıl ve görüşlerine göre yorumladılar. Akıllarına uygun olanları kabul edip, akıllarına uygun olmayan ne varsa onları da reddettiler. Böylece, İslam garibleşti, Sünnet garibleşti ve Sünnet Ehli kendi diyarlarında garibleşti.

Muta Nikahı ve Hulle Yapmak Haramdır

Bil ki; Kadınlarla Muta (geçici) Nikahı yapmak ve İstihlal yapmak Kıyamet Günü’ne kadar Haramdır.

Muta Nikahı’nın dinde Haram kılınışına dair çokca Hadis rivayet olunmuştur. Ehli Sünnet ve’l Cema'at, Muta Nikahı’nın, Kıyamet’e kadar Haram kılındığı hususunda icma etmiştir. Bu icmaya Rafıziler dışında kimse muhalefet etmemiştir. Onlar da, kendi yanlarındaki birtakım nakillere, Ehli Sünnet kaynaklarında geçen Mensuh Hadislere ve en-Nisa 4/24 ayetinin İbni Mes’ud (radiyallahu anh) tarafından okunan şazz bir kıraata dayandırdılar. Bunların tümü onlardan reddolundu.

er-Rebi ibni Sabre ibnu Ma’bed el-Cuheni (radiyallahu anh) Muta Nikahı’nın kati biçimde yasaklandığını Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den nakletmektedir: "Ey insanlar, ben Muta Nikahı ile kadınlardan faydalanmanız için izin vermiştim. Şüphe yok ki Allah, Kıyamet’e kadar bunu muhakkak Haram kılmıştır.  Kimin yanında bunlardan bir kadın varsa hemen onu serbest bıraksın, onlara verdiği şeylerden hiçbir şeyi geri almasın." (Müslim; İbni Mace)

Hadisin bir başka rivayetinde Sabre (radiyallahu anh) şöyle der: "Bundan sonra Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Muta’yı şiddetle Haram kıldı ve bu nikah hakkında en ağır kelimeleri sarfetti." (Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar, 3/26)

Rafızilerin şiası olduklarını iddia ettikleri Ali (radiyallahu anh)’dan bu konuda çok sayıda nakil ulaşmıştır. İbni Hazım bu hususa şöyle temas eder: "Bu mesele üzerine Ali’den birçok yoldan hadis rivayet edilmiştir. Bunu ondan Kufeliler inkar edilmeyecek derecede meşhur ve sınırlandırılmayacak kadar çok yoldan rivayet etmişlerdir." (Kitab’ul İtibar fi Beyanı Nasih ve Mensuh, 178)

Ali (radiyallahu anh)’dan rivayet olunduğuna göre, "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hayber’in Fethi sırasında; kadınlarla Muta yapmaktan ve ehli eşeklerin etini yemekten men etti." (Müslim; Nesai)

İbni Abbas (radiyallahu anh)’ın Muta Nikahı’na nispeten müsamaha ile yaklaştığını gördüğünde Ali (radiyallahu anh) ona şöyle demiştir: "Ağır ol ey İbni Abbas! Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hayber Günü hem Muta’yı hem de ehli eşek etinin yenilmesini yasaklamıştır." (Müslim)

Ali (radiyallahu anh) bir başka rivayette ise; Muta’nın önce bazı kayıtlarla Caiz kılındığını ancak nikah, talak, iddet ve karı-koca arasındaki miras ahkamı nazil olunca cevazın mutlak şekilde kaldırıldığını belirtir. (Beyheki, Sünen el-Kübra, 7/207)

Bunlardan başka Seleme ibnu’l Ekva (radiyallahu anh)’dan ve Cabir (radiyallahu anh)’dan (Müslim) Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan (İbni Hibban, Sahihu İbni Hibban), er-Rebi bin Sebra ibnu Ma’bed el-Cuheni (radiyallahu anh)’dan başka bir rivayet (Ebu Davud) Ömer (radiyallahu anh)’dan (İbni Mace; Malik, Muvatta) rivayetler bulunmaktadır.

"en-Nisa Suresi 4/24. Ayet Işığında Mut’a Nikahı" isimli çalışmada bu konudaki Hadisler derlenmiş ve ulemanın Hadis yorumlarına yer verilmiştir.

Müellif burada; "Hulle Nikahı" olarak bilinen nikahdan bahsetmektedir. Hulle Nikahı’nın yasaklığına dair Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur:

"...ve üçüncü kez de boşarsa, artık onu bir başkası nikahlayıncaya kadar ona dönemez." (el-Bakara 2/230)

Bu şekilde hükme bağlanan husus ancak şu şekilde grçekleştirildiğinde Caiz olabilmektedir: Üçüncü talakla boşandıktan sonra kadın iddet süresini tamamlar, sonra kadın bir başka erkekle evlenir ve herhangi bir sebeple evlilik sona erer. Bu noktada eskiden karı-koca olanlar dilerlerse tekrar nikah ile evlenebilir.

Hulle ise, şeri’atde bir hiledir ve şöyle bir yöntemdir: Üç talakla eşler boşandıktan sonra tekrar biraraya gelip nikah ile karı-koca olmak istediklerinde, üçüncü bir kişi olan bir erkekle anlaşılır. Kadını hemen boşamak şartı ile (geçici nikah ile) üçüncü şahıs nikah kıyar ve ardından boşanırlar. Böylelikle bir önceki koca kadınla nikah yapar ve evlenir.

Bu olaya "Hulle", müellifin isimlendirmesiyle "İstihlal" yahut "Tahlil" ismi verilir. "Muhallil" boşanmış kadını eski kocasına Helal kılmak niyetiyle nikah yapan adamdır. "Muhallel leh" ise, Hulle yoluyla eski karısıyla tekrar nikahlanan kişidir. Bu kelimeler "Helal" kökünden türemiştir. "Hulle" helal olma, "İstihlal" helalleştirme, "Tahlil" helal kılma, helal yapma "Muhallil" helal kılan, helal yapan anlamındadır.

Az sonra yer vereceğimiz bazı Hadislerde geçtiği üzere, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hulle yapan üçünci şahsı; kiralık tekeye (İbni Mace), ve kiralık döl hayvanına benzetmesi (Tirmizi) ve Hulle yapanlara lanet etmesi (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned) sebebiyle, ulema bu işin çok çirkin bir iş olduğu konusunda sözbirliği etmişlerdir.

"Hulle" yasaklanmıştır, bu konuda nakledilmiş rivayetler arasında şunları zikredebiliriz:

Ali (radiyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ribayi (faiz) yiyeni, yedireni, riba akdini yazanı, sadakaya (zekata) mani olanı, dövme yapanı, dövme yaptıranı -hastalık sebebiyle olan hariç- Hulle yapanı, Hulle yaptıranı lanetledi." (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai; Ahmed, Müsned)

Bunun bir benzeri İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den nakledilmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hulle yapana da yaptırana da lanet etti." (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; Nesai)

Abdullah ibni Mes’ud (radiyallahu anh)’dan rivayete göre, şöyle demiştir: “Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Hulle nikahıyla evlenen kocaya ve kendisi için Hulle yapılan kocaya lanet etmiştir.” (Tirmizi; Ebu Davud; Nesai)

Aynı hadisin benzerleri Haris (radiyallahu anh)’dan ve Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’dan da rivayet edilmiştir. (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace)

Ukbe İbni Amir (radiyallahu anh) şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), (bir gün): Sizlere kiralık döl hayvanını haber vereyim mi? buyurdular. (Yanında bulunanlar:) Evet ey Allah'ın Rasulü! Haber verin! dediler. O Hulle yapandır. Allah Hulle yapana da Hulle yaptırana da lanet etsin! buyurdular." (Tirmizi)

İbni Teymiyye "Beyan'ul Delil ala Butlan'ul Tehlil" ismini verdiği bir risalesinde "Hulle Nikahı"nın yasaklandığını etraflıca ispat etmektedir.

Haşimoğullarının, Ensar’ın, Arapların Faziletleri ve Müslümanların Hakları

Ben-i Haşim'in (Haşimoğulları'nın) Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme olan yakınlıkları sebebiyle faziletlerini bil! Kureyş’in, Arapların ve bütün kabile kollarının faziletlerini bil ve onların kadrini (kıymetini) bil ve İslam’daki hak-hukuklarını bil! (Bir) kavmin azadlı kölesi onlardan sayılır.

Ben-i Haşim; Haşimoğulları, Haşim ibni Abd’ul Menaf’ın oğullarıdır. Haşimoğulları, İslam’dan önce Kureyş’in en faziletli kabilesiydi. Haşim’in Abd’ul Muttalib isimli bir oğlu vardı. Abd’ul Muttalib’in; Abdullah, Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb isimli oğulları vardı. Abdullah’ın oğlu ise, insanların en üstünü ve faziletlisi Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’dir.

Vasile ibn'ul Eska’nın rivayet ettiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah (Teala) İsmail (aleyhi selam)’ın neslinden Kinane’yi, Kinane’nin neslinden Kureyş'i, Kureyş’in neslinden Haşimoğullarını seçti. Haşimoğulları ailesinden de beni seçti.” (Muslim; Tirmizi; Ahmed, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Sünne, 2/632)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bahsettiği bu fazilet ve üstünlük şüphesiz sadece müslüman olanlar içindir. (İbni Hacer, Feth’ul Bari, 13/113)

Diğer insanların da İslam’daki hak-hukuklarını bil! Ensar’ın6 faziletlerini bil ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin onlar hakkındaki vasiyetini (nasihatını) bil! Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ailesini de unutma! Onlara kötülük etme fakat faziletlerini bil! (Rasulullah’ın) Medine Ehli’nden komşularının faziletlerini bil!

Arapların Arap olmayanlardan daha üstün olduğuna inanmak Ehli Sünnet ve’l Cema'atin i’tikadıdır. Birçok alim bu konuda müstakil eser telif etmiştir. İbni Kuteybe (Fazl’ul Arab ve’t Tenbih ala Ulumiha), İmam Iraki (Mehecc'ul Kurab fi Fazl’ul Arab), Mer'i İbn Yusuf el-Kermi (Mesbuk ez-Zeheb fi Fazl’ul Arab ve Şeref'ul İlm ala Şeref'un Neseb) ve İmam el-Heysemi bu konuda eser telif eden alimlerdendir. Şüphe yok ki bu konuda en takdire şayan açıklamayı Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye yapmıştır. Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye şöyle der:

"Şunu da belirtelim ki, Ehl-i Sünnet ve’l Cema'at ve Mezhebi'nin inancına göre genel olarak Araplar; Rumu, Süryanisi ve Farslısı ile genel olarak Acem'den (Arap olmayanlardan), Kureyş kabilesi, geride kalan bütün Araplardan ve Haşimi kolu bütün Kureyş kabilesinden daha üstün olduğu gibi Peygamberimiz de tüm Haşimioğullarının en üstün kişisidir. Buna göre Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) gerek fert olarak ve gerekse sayıca insanların en üstünüdür. Üstünlük sıralamasında ilk sırada Arapların, sonra Kureyş kabilesinin ve daha sonra da bu kabilenin bir kolu olan Haşimoğullarının yer alması Peygamberimizin bu koldan olmasından dolayı değildir. Gerçi bu da bir üstünlük faktörüdür, ama aslında bu sıraladıklarımız kendiliklerinden üstündürler. Böylece Peygamberimizin hem fert olarak ve hem de soya dayalı üstünlüğü gerçeklik kazanır." (İbni Teymiyye, Sırat'il Müstakim, 1/374-375)

İbni Teymiyye ardından Arapların üstünlükleri ve Arapları sevmekle alakalı sıhhat durumları birbirinden farklı bazı Hadisleri naklediyor:

"Arapları sevmek iman ve onlardan nefret etmek münafıklık alametidir." (Hakim, Müstedrek; Zehebi, Müstedrek maa el-Telhis);

"Allahu Teala varlıkları yaratırken beni onların hayırlı kesiminden yaptı. Arkasından kabileleri yaratırken beni en hayırlı kabileye bağladı. Daha sonra aile kollarını yaratırken beni kabilemin en hayırlı kolundan türetti. Ben hem fert olarak ve hem de aile kolu (soy) olarak insanların en hayırlısıyım." (Tirmizi);

"Ben Abd’ul Muttalib oğlu Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah varlıkları yaratırken beni onların hayırlı kesiminden yaptı. Arkasından yarattığı varlıkları ikiye ayıran Allah beni hayırlı kısımda yaptı. Sonra kabileleri yaratırken beni en hayırlı kabileye bağladı. Daha sonra aile kollarını yaratırken beni kabilemin en hayırlı kolundan, fert olarak da en hayırlı olarak yarattı." (Tirmizi; Ahmed, Müsned);

"Bilesiniz ki, Allah yedi kat gökleri yarattı ve en üst katını seçerek dilediği kullarını oraya yerleştirdi. Sonra varlıkları yarattı ve ve içlerinden Ademoğullarını (insanları), insanlar arasında da Arapları Arapların içinden Mudar kolunu, Mudarlar’dan Kureyş kabilesini, Kureyş kabilesi içinden Haşimoğullarını ve Haşimoğullanndan da beni seçti. Demek ki, ben seçkinlerin seçkinlerinin seçkiniyim. Kim Arapları severse beni sevdiği için onları sevmiş olur. Buna karşılık kim Araplardan nefret ederse benden nefret ettiği için onlardan nefret etmiş olur." (Hakim, Müstedrek);

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) sahabilerden Selman-ı Farisi'ye: "Ya Selman, bana nefret besleme, yoksa benim dinimden ayrılmış olursun. dedi. Selman-ı Farisi'nin: Ya Rasulullah, senden nasıl nefret edebilirim ki, Allah beni senin sayende hidayete ulaştırdı? şeklindeki karşılık vermesi üzerine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine: Araplardan nefret edersin ve dolayısıyla bana nefret beslemiş olursun buyurdu." (Tirmizi)

Şeyh’ul İslam alıntıladığımız nakilleri sıralayıp açıklamaları yaptıktan sonra şöyle devam ediyor: "Tekrar konumuza dönersek açıkça görürüz ki bu Hadislere göre genel olarak Araplardan nefret etmek, onlara düşman olmak ya doğrudan doğruya küfür veya küfür sebebidir. Bu da onların diğer miletlerden üstün olmasını ve onları sevmenin imanın güçlenme sebeplerinden biri olmasını gerektirir. Çünkü Araplardan nefret etme ile ilgili yasak, eğer diğer milletlerden nefret etme yasağı gibi olsaydı bu yasak dinden ayrılma ve Peygamberimize karşı dolaylı şekilde nefret besleme sebebi olmaz, sadece bir çeşit haksızlık ve sınırı aşma sayılırdı. Fakat madem ki, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bu nefreti dinden ayrı düşme ve Rasulullah'a karşı dolaylı biçimde nefret besleme sebebi saymıştır, bu durum Araplardan nefret etmenin diğer milletlere karşı nefret beslemekten daha ağır bir günah olduğunu gösterir ve bu da Arapların diğer milletlerden üstün olduğuna delildir. Çünkü sevgi ve nefretin önem derecesi sevilenin veya nefret edilenin üstünlük derecesine bağlıdır. Yani kim ki, kendisine karşı nefret beslemek daha ağır günah sayılırsa bu durum onun diğerlerinden üstün olduğunu gösterir. Aynı zamanda bu durum böyle bir kimseyi sevmenin, dinin gereği olduğunun delilidir. Sebebine gelince, bu sevgi nefretin karşıtıdır ve fazilet kazandırıcıdır. Başka bir deyimle özellikleri sebebi ile kendisine karşı nefret beslenmesi azab sebebi olan kimseyi sevmek sevab gerekçesidir. Aynı zamanda bu durum onun üstünlüğünü gösteren bir delildir."

Konuyla alakalı diğer Hadisleri sıralayarak meseleye son veriyor:

"Kim Araplara kem gözle bakar, onları aldatırsa benim şefaatimin kapsamına giremez, benim sevgimi elde edemez." (Tirmizi);

"Arapları sevmek imanın ve onlardan nefret etmek kafirliğin belirtilerindendir." (Suyuti, Cami'ul Sağir);

"Arapları sevmek iman, onlardan nefret etmek ise münafıklık ve küfürdür." (Hakim, Müstedrek);

"Ancak münafıklar Araplardan nefret edebilirler." (Ahmed, Müsned)

"Şu üç sebepten dolayı Arapları seviniz: Ben Arabım, Kur'an Arapça'dır, Cennetliklerin Cennetteki dili Arapça olacaktır." (Hakim, Müstedrek);

Evs ibni Zamaç tarafından Selman-ı Farisi'ye mal edilen şu söz: "Ey Araplar, peygamberimiz üstün olduğunuzu belirttiği için biz de sizleri üstün sayıyor ve bu gerekçe ile kadınlarınızla evlenmiyor ve namazda size imam olmuyoruz."

Selman-ı Farisi: "Ey Araplar, sizler şu iki bakımdan bizden üstün tutuldunuz: Namazda size imam olamayız, kadınlarınızla evlenemeyiz."

Rebi ibni Fadla diyor ki: "Bir defasında on iki atlı sefere çıkmıştık. Yol arkadaşlarımın hepsi Peygamberimizin sahabilerindendi ve Selman-ı Farisi de aralarında idi. Yolda namaz vakti gelince önce aramızda kim imam olacak? diye konuşuldu, sonunda kafiledekilerden biri imam oldu ve bize farzı dört rekat kıldırdı. Namaz sona erince Selman-i Farisi bir kaç kere üst üste: Nedir bu nedir bu? dedikten sonra namazın niçin yolculuk (seferilik) şartları uyarınca iki rekat olarak kıldırılmadığını, oysa namazı kısa tutmaya çok ihtiyacımız olduğunu belirtti. Bunun üzerine kafiledekiler kendisine: Ya Selman, sen bize namaz kıldır, aramızda bu göreve en layık kimse sensin deyince Selman-ı Farisi onlara şu cevabı verdi: Hayır, ey İsmailoğulları (Araplar) imamlık sizin hakkınızdır, bizler sizin vezirleriniz (yardımcılarınız)."

Bu konudaki diğer bir delil de şudur. Halife Ömer (radiyallahu anh) zamanında bağış listesi düzenlerken listeye aldığı kimseleri neseplerini gözönünde tutarak sıraladı. Bu prensip uyarınca, önce Peygamberimizi soyca en yakın olanların adlarını yazdı, böylece Araplar bittikten sonra Arap olmayanları kütüğe aldı. Bu usul gerek geride kalan halifeler, gerek Emeviler ve gerekse Abbasiler devrinde hep böyle devam etti. Fakat daha sonra değiştirildi."

İbni Teymiyye ardından Arap dilinin konumunu ele aldığı bir başka bölüme şu sözlerle başlıyor: "Araplar için söz konusu olan bu üstünlük onların; akıl, dil, ahlak ve amel alanlarındaki üstünlüklerinden kaynaklanır." (İbni Teymiyye, Sırat'ıl Mustakim)

Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle rivayet etmiştir: "Kavmin azadlı kölesi onlardandır." (Buhari)

Allah (celle celaluhu) "Ensar" hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Muhacir ve Ensar'dan İslam'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan Cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur." (et-Tevbe 9/100);

"Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lutfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır." (et-Tevbe 9/117);

"Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir." (el-Haşr 59/9)

Ensarın üstünlüğü hakkında bizlere çok sayıda Hadis ulaşmıştır.

Enes (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu söyledi: “İmanın bir alameti ve delili de Ensar’a muhabbet beslemektir; nifakın bir belirtisi de Ensar’a buğzetmektir.” (Buhari; Ahmed, Fezail'us Sahabe, 2/790)

Ebu Hureyre (radiyallahu anh), şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Şayet Ensar bir vadiye veya geçide süluk etse ben de mutlaka Ensar'ın gittiği vadiye ve geçide süluk ederim. (Eğer hicret olmasaydı ben Ensar'dan biri olurdum.)"

Ebu Hureyre (radiyallahu anh) der ki: "Ona annem ve babam feda olsun. (Bu sözüyle haddi aşmış, Ensarın hakkından fazlasını onlara vererek) zulmetmiş değildir. (Zira) onlar (Ensar) onu (Rasulullah'ı) barındırdılar ve ona yardım ettiler veya bir başka kelime (ile ifade edilecek) yardımlar yaptılar. Mallarıyla kendisine ve Ashabına muavenette bulundular." (Buhari)

Ebu Sa’id (radiyallahu anh) şöyle anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Benim kendisine sığındığım sırdaşım Ehl-i Beyt'imdir, dayanağım da Ensar'dır. Öyleyse onların (Ehl-i Beyt ve Ensar'ın) kusurlularını affedin, faziletli olanlarına da sarılın." (Tirmizi)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Allah'a ve ahirete iman eden kimse Ensar'a buğzetmesin." (Tirmizi)

Enes (radiyallahu anh) dedi ki: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Ensar dayanağımdır, sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar azalacaklar. Öyleyse onların iyilerine yapışın, kusurlularını da affedin." (Buhari; Müslim; Tirmizi)

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den nakledilen bir Hadisde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini ekler: "... Öyle ki yemekteki tuz gibi olacaklar." (Buhari)

Din, Peygamberin ve Ashabı'nın Yolunu Takiptir; Din, Peygamberin ve Ashabı'nın Yoludur

Bil ki -Allah sana rahmet etsin!- Ehl'ul İlm (ilim ehli), Cehmiyye’yi Ben-i Abbas (Abbasoğulları; Abbasiler) dönemine -alçak ve değersiz (kimse)lerin ümmetin işleri hakkında konuştukları (akıl verdikleri) vakit gelene- kadar reddetmekten geri durmadılar ki o(alçak ve değersiz ola)nlar; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Asarını (Hadis ve nakillerini) ta’n ettiler, kıyas ve rey’e sarıldılar. Muhaliflerini tekfir ettiler; cahiller, gafiller ve ilimsiz kişiler onların sözlerini kabul etti öyleki bilmeden küfre düştüler. Ümmet birçok yönden helak oldu, birçok yönden küfre düştü, birçok yöndek zındıklık etti, birçok yönden dalalete düştü ve birçok yönden (tefrika çıkarıp) bidat çıkardılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri ve emri (ve nehyi) ve Ashabı'nın emri üzere sebat edenler, Ashab'ından hiçbirini hata ile itham etmeyen ne de onların üzerinde bulunduğu şey hususunda aşırıya kaçmayanlar onların yeterli bulduğunu yeterli bulan, onların yolu ve mezhebinden dönmeyen, onların muhakkak ki Sahih (doğru) İslam ve Sahih İman üzere olduklarını bilen; böylelikle onları dinlerinde takip edip, gönül rahatlığını bunda bulan ve dinin taklit olduğunu bilen müstesna. Taklit ise Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı'nadır.

İbni Mesud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Birinin yoluna uyacaksanız, ölenlerin yoluna uyunuz. Onlar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashabı’dır. Bu ümmetin en hayırlıları, kalpleri en iyi ve ilimleri en derin olanlardır. Allah onları, Rasulü’nün arkadaşlığı, dinin size nakledilmesi için seçti. Onların ahlak ve yollarını uyun, çünkü onlar dosdoğru yol üzereydiler." (Taberani; Heysemi, Mecma'uz Zevaid, 1/180; Beyheki, 10/116; Ebu Nu’aym, Hilyet'ul Evliya, 1/305; Lalekai, İtikadı Ehli's Sunne, 1/93; İbni Hazm el-İhkam, 6/255; İbn'ul Cevzi, Sıfat'us Safve, 1/421)

Kur’an Lafzına Yaratılmış Diyen Bid'atçıdır

Bil ki; herkim Kur’an’ın lafzı yaratılmıştır derse, o Mubtedidir (bid'atçıdır).

Bu sözü söyleyen kişinin kasdına bağlı olarak; "Kur’an’ın lafzı yaratılmış" olduğu şeklindeki yargı aynı anda hem doğru hem de yanlış ifade edecek manalar taşımaktadır. Bu sözü ilk defa ortaya atanlar Cehmi ve Mu'tezili akımlarına mensub kimselerdi. Uluorta "Kur’an mahluktur" demekten çekindikleri için bu şekilde ifade etmişlerdi. Böylelikle avam arasında bu söz yayılmıştı.

Selefin bu konudaki görüşü özet olarak şöyledir: Mushaf’da yazılı bulunan, ezberde bulunan ve telaffuz edilen Kur’an, Kelamullah (Allah’ın Kelam'ı)dır ve yaratılmamıştır. Lakin, insanın doğası gereği; insan sesi ve telaffuz sırasında dilin hareket etmesi gibi şeyler yaratılmıştır. Bid'atçılar müphem bir söylem geliştirmişler ve demişlerdi ki; "Kur’an’ın lafzı yaratılmış"tır.

 Cehmiler bu söz ile; dilleri ile telaffuz ettikleri sözlerin yaratılmış olduğunu kasdetmekteydiler ki, bu Kur’an’ın mahluk olduğu anlamına gelmekteydi. Bu, bu söz ile ifade edilen manalardan ilkidir. İkincisine gelince;

Kur’an okuyan kişinin telaffuz ettiği seslerin yaratılmış olması manası da çıkar ki, bu yanlış olmayan bir tespittir. Kur’an’ın mahluk olduğuna dair tarihte yaşanan büyük bir mücadele sözkonusudur. Şeyh’ul Ümme Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah) büyük bir direnç göstermiş ve Allah onu davasında muvaffak etmiştir. O, bu sözleri ortaya atanların Cehmi ve bid'atçı olduğunu savunmuş ve insanları onlardan ve fikirlerinden uzaklaştırmıştır.

İmam Buhari, Ahmed ibni Hanbel’in bu konudaki görüşünü nakletmiştir: "Ahmed (ibni Hanbel)'in mezhebi lehine iki fırkanın öne sürdükleri hüccetleri ile her birisinin kendisi için ileri sürdüğü iddialarının çoğunluğu sabit değildir. Muhtemelen onun mezhebinin inceliğini anlamamış olmalıdırlar. Tam aksi olarak İmam Ahmed ile Ehl-i İlim'den Allah Kelamı'nın mahluk olmadığı, onun dışındakilerin ise mahluk olduğu görüşü ma'ruftur. Üstelik onlar anlaşılması zor olan şeyleri araştırıp irdelemeyi de hoş karşılamamışlar, hakkında ilim gelip, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in açıklamış olduğu hususların dışında kelamcılarla tartışmaya girmekten de kaçınmışlardır." (Buhari, Halku Efal’il İbad ve’r Redd ale’l Cehmiyye, 217);

"Ahmed (ibni Hanbel, Allah rahmet eylesin) dedi ki: "Hamza'nın kıraati hoşuma gitmiyor." Böyle söylenilmesine karşılık "Kur’an hoşuma gitmiyor" denilemez. Hatta kimileri: "Hamza'nın kıraati üzere okuyarak namaz kılan, namazını iade etsin" demiştir. Kimileri de bunu "Bizzat Allah'ın Kelamı'nı işitene dek (hoşuma gitmiyor)" denilmemesi hususuna dikkat çekmişlerdir. Bu sözü söyleyene şu karşılık verilir: Bu hoşlanmama Allah'ın Kelamı'nı işitene kadardır, yoksa senin kelamını, nağme ve lahinlerini değil. Zira Allah, Musa (aleyhi selam)'ı onunla konuşması (kelamı) ile üstün kılmıştır. Şayet halk, Allah'ın peygamberi Musa (aleyhi selam)'a duyurduğu gibi Allah'ın Kelamı'nı işitmiş olsalardı, Musa (aleyhi selam)'ın üstünlüğü nerde kalırdı. Senin Allah'ın Kelamı'nı işitmenle Musa (aleyhi selam)'ın işitmesi bir değildir. Nitekim Allah (azze ve celle): "Ben risaletlerimle ve sana konuşmamla seni insanların başına seçtim." (el-A'raf 7/144) buyurmuştur." (Buhari, Halku Efal’il İbad ve’r Redd ale’l Cehmiyye, 540)

Herkim sessiz kalır, ne (Kur’an) yaratılmıştır der ne de (Kur’an) yaratılmamıştır derse o da Cehmidir. Hakeza İmam Ahmed de böyle söylemiştir. Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 2; Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/163-166; Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/179; Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 1/279-280; Sabuni, Akidet’us Selef ve Ashab’ul Hadis, 171; Beyheki, İ’tikad, 110; Lalekai, Şerh Usul İ’tikad Ehl’üs Sünne, 1/177; İbni Batta, el-İbane, 87; Taberi, Sarih’us Sünne, 30-33

 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İçinizde yaşayacak olanlar benden sonra pek çok ayrılık ve anlaşmazlıklara şahid olacaklardır. Dinde yeri olmayan fakat dindenmiş gibi gösterilmeye çalışan şeylerden sakınıp uzak durunuz çünkü onlar dalalettir (sapıklıktır). Sizden kim bu dönemlere ulaşırsa benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefai Raşid'imin Sünnet'ine sıkıca sarılsın. onlara iyice tutunun, onlara azı dişlerinizle sarılın!.." Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned; İbni Hibban tarafından rivayet edilmiştir.

Cehmiyye Allah’ın Zatını Düşünmekten ve Rey’e Tabi Olmaktan Dolayı Helak Oldu

Bil ki; Cehmiyye’nin helak oluşu, Rabblerini5 tefekkür etmelerinden, (Allah hakkında) "neden?" ve "nasıl?"ı (gündeme) dahil etmelerinden, Asarı (Hadis ve nakilleri) terk etmelerinden, kıyası icad etmelerinden ve dini kendi reyleriyle yapmalarındandır. Böylece öyle apaçık küfür işledilerki, küfür oluşu hafi (gizli-saklı) değildir. (Kendileri dışındaki) halkı tekfir ettiler. (Bu durum) onları (Allah’ın isim ve sıfatlarında) Ta’til'e6 vardırdı.

Diğer nüshada; "Rabblerini tefekkür etmelerinden..." ifadesinde "Aziz ve Celil olan" ziyadesi vardır: "Aziz ve Celil olan Rabblerini tefekkür etmelerinden..."

Ta’til boşa çıkarmak inkar etmektir. Cehmiler, hem Allah’ın isimlerini hem de sıfatlarını Ta’til (Allah’ı bütün vasıflarından tecrit etmek) yoluyla inkar ettiler. Cehmiler, Allah’ın kudretinin, ilminin, iradesinin olmadığını, Allah’ın görmediğini ve işitmediğini iddia ettiler. Onlara göre, Allah’ın ilmi, iradesi, kudreti O’nun vasıflarından değildir, O’nun özüdür! Bunda o kadar ileri gittikler ki Allah’ın vasıflarını nefy ede ede Ta’tile (hiçliğe) vardılar. Böylelikle Allah’ı, adı vasfı olmayan bir hiçe çevirdiler zira adı vasfı olmayan şey hakikatde bir hiçtir. Ve iyadubillah!..

 Cehmiyye’nin Sapkınlığı

Bil ki; Ahmed ibni Hanbel’in de aralarında bulunduğu bazı alimler der ki: Cehmiyye kafirdir ve Ehli Kıble’den değildir, kanı helaldir, (müslümanlar ondan) miras alamaz ve ondan miras(ı) alınmaz.

Mu'tezile ve Rafıziler, "Nesh" olmasını inkar ederler. Kendilerinden önce de Yahudiler inkar etmişti. (Cüveyni, et-Telhis, 328-330; Gazali, İslam Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi, 1/160)

Çünkü (Cehmi) diyor ki: "Cuma (namazı) yoktur, cema'at (namazı) yoktur, bayram (namazları) yoktur ve sadaka yoktur." Çünkü: “Kim Kur’an mahluktur demezse kafirdir!..” diyorlar. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine karşı kılıç kaldırmayı (savaşmayı, öldürmeyi kendilerine) helal saydılar.

Kendilerinden öncekilerle çeliştiler. İnsanları; ne Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ne de ashabından herhangi birinin söylemediği birşeyle imtihan ettiler. Mescidleri ve camileri (cemaatsiz bırakıp) boşaltmak istediler. İslam’ı zayıflattılar. Cihad’ın terkedilmesine sebep oldular, bölücülükle uğraştılar. Asara (Hadis ve nakillere) muhalefet ettiler ve Mensuh ile konuştular.

Herkesin Mu'tezile’nin "Kuran mahluktur" görüşünü benimsemesi gerektiği ilan edildi. İlim ehli tehdit edildi ve bu görüşü kabul etmeleri yönünde zor kullanıldı. Kabul etmeleri emredildi. Reddedenler hapse atıldı, ölümle tehdit edildi ve işkenceye maruz kaldı. İmam Ahmed bütün bu yaptırımlara karşın dimdik ayakta durdu ve direndi. İmam Ahmed aylarca hapsedildi, birçok defalar yöneticilerin huzuruna çıkarıldı, zincire bağlandı, ölümle tehdit edildi. Halka açık biçimde kırbaçlandı. Büyük muhaddis Ali ibni Medeni o günleri ve İmam Ahmed’in direnişini şu sözlerle ifade etti: "Allah bu dini "Ridde" zamanında Ebu Bekir (radiyallahu anh) ile "Mihne" zamanında ise Ahmed ibni Hanbel ile teyid etti." (Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz, 2/432)

Müteşabihleri delil getirdiler ve böylelikle insanları kendi i’tikad ve dinlerinde şüpheye düşürdüler. Rableri hakkında münakaşa ettiler ve dediler ki: “Kabir azabı yoktur!.. (Rasulullah’ın) havz(ı) yoktur!.. (Rasulullah’ın) şefaat(i) yoktur!.. Cennet ve Cehennem yoktur (henüz yaratılmamıştır)!.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği biçok şeye muhalefet edip inkar ettiler.

Onları tekfir eden ve kanların helal sayanlar bundan dolayı helal saymaktadır. Çünkü herkim Allah’ın Kitabı’ndan bir ayeti reddederse, Kitabı’n tamamını reddetmiştir; ve herkim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden bir Asarı reddederse Asarın tümünü reddetmiştir, bu kişi Azim olan Allah’a küfretmiştir.

Bir müddet (Cehmiler) bu hal üzere devam ettiler ve bu işlerinde onlara yardımcı olacak sultanlar ve (onların i’tikadını) inkar edenleri kılıç ve kamçıya tabi tutan (makam sahibi) kimseler buldular. Sünnet ve Cema'at ilmi silindi, ve onlar tarafından zayıflatıldı ki böylelikle Bid'ati, ve Kelamı (Bid'at hakkındaki konuşmaların propagandasını özgürce yapmak suretiyle) açığa çıkarabilmelerinden, ve (bid'atçilerin) sayıca fazla olmaları sebebiyle üstün geldiler. Meclisler kurdular, görüşlerini açığa vurdular, görüşleri hakkında kitaplar yazdılar, insanları ayarttılar ve insanlardan riyaseti (liderliği) istediler.

Alimlerden birçoğu mukallid değil de halisane Cehmileri, Ehli Kıble olarak kabul etmemiştir. Mesela Ebu Sa’id Osman ibni Sa’id ed-Darimi, Cehmiyye’ye reddiye amaçlı kaleme aldığı kitabında, Cehmiyye’yi neden tekfir ettiğini izah etmektedir. Bağdatlı birisi ile olan münazarasını hatırlayarak onun sorusuna cevaben tekfirin sebeplerini açıklamaktadır. Ardından Cehmiyye’yi tekfir eden alimlerin isimlerini lisdtelemektedir. Bu alimler arasında; Sellem ibni Ebu Muti, Hammad ibni Zeyd, Yezid ibni Harun, Abdullah ibn'ul Mübarek, Veki, Ebu Tevbe er-Rebi ibni Nafi bulunmaktadır. (Darimi, Reddu ale’l Cehmiyye, 171-180)

Cehmiyye’yi tekfir eden alimlerden birisi de İmam Buhari’dir. İmam Buhari onları tekfir ettiğini şu sözlerle açıklamaktadır: "Yahudilerin, Hıristiyanların ve Mecusilerin sözlerine baktım, lakin onlardan (Cehmilerden) küfürlerinde daha sapık olanını görmedim. Ben onları tekfir etmeyenler arasında onların küfürlerinden haberdar olmayanlardan başkasını cahil sayarım." (Reddu ale’l Cehmiyye ve Ashab’it Ta’til, 2/24) Buhari, ardından şunları ekler: "Benim için Cehmi ve Rafızinin arkasında namaz kılmak ile Hıristiyan ve Yahudinin arkasında namaz kılmak arasında bir fark yoktur. Onlara selam verilmez, (hastaları) ziyaret edilmez, onlarla evlenilmez, onları şahid tutulmaz ve kestikeri yenilmez." (Reddu ale’l Cehmiyye ve Ashab’it Ta’til, 2/33) "İmam Buhari’nin İ’tikadı"na aşağıdaki hyperlinke tıklamak suretiyle ulaşabilirsiniz:

İmam Buhari’nin ve Şeyhlerinin İ’tikadı

Cehmiyye’nin tekfir edilmesiyle alakalı olarak bakınız: Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, Kitab’us Sünne, 1/102-129, 384; 2/385; Acurri, eş-Şeria, 149-150, 190-191; Bağdadi, Usul’ud Din, 189

Cehmiyye’nin görüşlerinin reddi hususunda bihassa -tercümesini de yaptığımız- İmam Ahmed ibni Hanbel’in "er-Redd Ale'z-Zenadika ve'l-Cehmiyye" isimli değerli eserine müracaat edilebilir. Bu değerli esere aşağıdaki hyperlinke tıklamak suretiyle ulaşabilirsiniz:

er-Redd Ale'z Zenadika ve'l Cehmiyye -İmam Ahmed ibni Hanbel (rahimahullah)

Büyük bir fitneydi. Allah’ın koruduğundan başka hiç kimse bu fitneden kurtulamadı. Onların meclislerinin en az tesiri (ile); kişinin dininde şüpheye düşmesi, veya onların yolunu izlemesi, yada onların hak üzerinde olduğunu iddia etmesi, (veyahut da) söylediklerinin hakk mı batıl mı olduğunu bilmemesi yani (netice itibariyle) şüpheye düşmüş birisi olurdu.

(Halife) Mutevekkil (alallah) olarak bilinen Ca’fer’in zamanına kadar halk helak oldu.

el-Mutevekkil Alallah, Ebu’l Fazl, Ca’fer ibni Muhammed el-Mu’tasım bilallah, ibni Harun er-Reşid, ibni Muhammed ibn'ul Mehdi ibni Ebi Ca’fer, el-Mansur el-Abbas el-Kureyşi. Onuncu Abbasi halifesidir. Hicri 205 yada 207 yılında doğmuştur. Abbasi halifelerinden Mu’tasım bilallah’ın oğludur. Kardeşi el-Vasık’ın H232 yılında vefatının ardından yirmialtı yaşında kendisine biat edilmiş ve halife olmuştur. el-Mutevekkil tarihte çok mühim bir görev ifa etmiş, sünneti ihya etmiş, sünnet alimlerini yüceltmiş ve bid'atlere son vermiştir. Bu vesileyle onun kısa bir biyografisine yer vermeyi uygun gördük. İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye isimli eserinde onun hakkında şunları zikreder:

"Kendisine halifelik kaftanını giydiren kişi, Kadı Ahmed ibni Ebi Duad idi ve o, kendisine ilk halifelik selamını verdi. Sonra havas ve avam tabakası ona bey'atlarını sundular. Kendisine Cuma günü sabahında Muntasır Billah adını vermeyi kararlaştırdılar. Sonra İbni Ebi Duad dedi ki: Ben halifeye Mütevekkil alallah lakabının verilmesini uygun gördüm. Onun böyle demesi üzerine hepsi, halifeye Mütevekkil alallah lakabını vermek hususunda görüş birliği yaptılar. Bu haber İslam ülkesinin her tarafına ulaştırıldı.

Hicretin ikiyüzotuzbeşinci senesinde halife Mütevekkil zimmilere emir vererek giysileri, sarıkları ve elbiseleri bakımından Müslümanlardan farklı giyinmelerini, bal rengi başlıklar takmalarını, sarıkları üzerinde elbiselerinin renginden farklı ve önlü arkalı yamalar bulunmasını, elbiselerini sıkı bağlayacak çiftçi kemeri gibi zünnarlar bağlamalarını, boyunlarına tahtadan haçlar asmalarını, ata binmemelerini, eğerlerinin tahtadan yapılmış olmasını ve buna benzer onları tahkir edici diğer bazı hususlara riayet etmelerini; Müslümanlara tahakküm edemesinler diye resmi dairelerde çalıştırılmamalarını, yapılan kiliselerinin yıkılmasını, geniş evlerinin daraltılmasını, bu evlerinden öşür alınmasını, evlerinin geniş kısımlarının yıkılıp mescid yapılmasını, mezarlarının yerle bir edilmesini istedi ve bu hükmünü İslam ülkesinin her tarafına, her beldeye ve her mıntıkaya ulaştırdı.

Hicretin ikiyüzotuzaltıncı senesinde halife Mütevekkil, Hüseyin ibni Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anhuma ecmain)'in mezarının ve çevresindeki evlerin yıkılmasını emretti. Halka: Üç günden sonra burada bir kimse kalmasın, burada üç günden sonra bir kimseye rastlayacak olursak onu yeraltı zindanına götürürüz! diye duyuru yapıldı. Bu duyuru üzerine herkes oradan uzaklaştı. Orada kimse kalmadı. Orası, ekilen biçilen bir tarla haline getirildi.

Hicretin ikiyüzotuzyedinci senesinin Safer ayında halife Mütevekkil, mazlumların davalarına bakan Mu'tezile Mezhebi'ne mensub Kadı İbni Ebi Duad'a gazaplandı. Onu bu görevden azletti. Bu senenin Rebiyülevvel ayında halife Mütevekkil, Kadı İbni Ebi Duad'ın mallarına el konulmasını emretti. Kadı İbni Ebi Duad, felç olmuştu. Sonra ailesi horlanarak Samarra'dan Bağdat'a sürgün edildi.

Bu senenin Ramazan bayramında halife Mütevekkil, idam edilen Ahmed ibni Nasr el-Huzai'nin kesik başı ile gövdesinin bir araya getirilerek akrabalarına teslim edilmesini emretti. Bu olay üzerine insanlar çok sevindiler. Ahmed'in cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. Tabutunun tahtalarına el sürüyorlardı. Bu, cidden görülmesi gereken büyük bir gündü. Sonra insanlar, onun asılı bulunduğu ağacın yanına gittiler, bu ağaca da el sürmeye başladılar. Halk büyük bir heyecana kapıldı. Aynı zamanda çok sevinip mutlu oldular. Halife Mütevekkil, naibine mektup yazarak halkı bir insan için bu kadar aşırı derecede saygı göstermekten menetmesini istedi.

Daha sonra Mütevekkil, ülkenin her tarafına mektup göndererek kelam konularına dalmaktan ve Kur'an’ın mahluk olduğunu söylemekten insanların men edilmelerini istedi. Kelam ilmini öğrenen kimselerin bu konuda konuşmamalarını emretti. Şayet kelamdan bahsedilirse, edenlerin ölünceye kadar zindana mahkum edileceklerini bildirdi. İnsanların ancak Kitap ve Sünnet’le meşgul olmalarını, başka şeylerle meşgul olmamalarını emretti.

Sonra Mütevekkil, İmam Ahmed ibni Hanbel'e saygı ve ikramını izhar etti. Bağdat'tan yanına gelmesini istedi. O da gidip halifeyle görüştü. Mütevekkil kendisine ikramda bulundu. Kıymetli armağanlar verilmesini görevlilere emretti, ama İmam Ahmed bunları kabul etmedi. Ona kendi kaftanlarından kıymetli bir kaftan giydirdi. İmam Ahmed utandığı için giydi, ama kendi evine gidince şiddetli bir şekilde üzerinden çıkarıp attı, ağlamaya başladı. Allah ona rahmet etsin. Halife Mütevekkil ona kendi özel yemeğinden her gün gönderiyor ve İmam Ahmed'in bunları yediğini sanıyordu. Oysa İmam Ahmed yemek yemiyor, aksine o günlerde aç olarak visal orucu tutuyordu. Çünkü helal olduğuna inandığı bir yiyecek bulamıyordu. Fakat oğlu Salih ile Abdullah, kendisinin haberi olmadan gönderilen armağanları kabul ediyorlardı. Eğer Bağdat'a çabuk dönmemiş olsalardı, İmam Ahmed'in açlıktan ölmesinden korkulurdu.

Mütevekkil'in halifeliği zamanında sünnetin şanı gerçekten yükseldi. Allah onu affetsin. İmam Ahmed'e danışmadan hiçbir yöneticiyi tayin etmiyordu. İbni Ebi Duad'ın yerine Yahya ibni Eksem'i başkadılığa tayin ederken de İmam Ahmed'e danışmış ve onun olumlu görüşünü almıştı. Yahya ibni Ekseni, sünnet imamlarından ve insanların alimlerindendi. Fıkhı ve hadisi tazim eder, sahabelerin kavline uyardı.

Hicretin İkiyüzotuzdokuzuncu Senesinin Muharrem ayında halife Mütevekkil, farklı giysiler giymeleri hususunda zimmilere daha ağır ve şiddetli davrandı. İslam döneminde yapılan kiliselerinin yıkılmasını emretti.

Hicretin İkiyüzkırkbirinci senesinde halife Mütevekkil alallah, Bağdat eşrafından. İsa ibni Ca'fer ibni Muhammed ibni Asım adında birine, öldürücü darbeler vurulmasını emretti. Adam, 1.000 kırbaç yiyince can verdi. Bunun sebebi de şuydu: Onyedi kişi, Bağdat'ın doğu yakasının kadısı nezdinde şahitlik yaparak İsa bin Ca'fer'in; Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh), Aişe (radiyallahu anha) ve Hafsa (radiyallahu anha)'ya sövdüğünü söylediler. İsa'nın durumu halifeye arzedildiğinde halife, Bağdat valisi Muhammed ibni Abdullah ibni Tahir ibni Hüseyin'e mektup yazarak İsa ibni Ca'fer'e halkın huzurunda sövme haddinin tatbik edilmesini, sonra ölünceye kadar onun kırbaçlatılmasını, öldükten sonra cenaze namazı kılınmaksızın Dicle Nehri’ne atılmasını emretti ki, inat ve ilhad ehli kafirler bu durumu görüp kötülüklerinden ve küfürlerinden caysınlar.

Mütevekkil alallah halifeliğe geçince, insanlar onun başa gelmesine sevindiler. Çünkü o, sünneti ve sünnet ehlini seven bir kimseydi. İnsanların tabi tutuldukları bu işkencelere son verdi. Memleketin her tarafına mektuplar yazarak, artık kimsenin Kur'an'ın mahluk olduğunu söylememesini emretti.

Mütevekkil, halkı tarafından sevilen, sünnet alimlerinin yardımına koşan bir kimseydi. Bazıları mürtedler tarafından öldürüldüğü için onu Ebu Bekir es-Sıddık (radiyallahu anh)'a benzetmişlerdi. Çünkü o, hakka yardım eder ve dine dönünceye kadar insanları zorlardı. Emevilerin haksızlıklarını telafi edip hak sahiplerine haklarını iade ettiği için de bazıları onu Ömer ibni Abd’ul Aziz'e benzetmişlerdi. O; sünneti ortaya koymuş, bid'ati yok etmeye çalışmıştı. Bid'atçilerin ateşlerini söndürmüştü. Bid'atler yayılıp meşhur olduktan sonra onun zamanında geçersiz kılınmış ve yok edilmeye çalışılmıştı. Allah ona rahmet etsin. Öldürüldüğünde kırk yaşındaydı. Ondört sene on ay üç gün süreyle halifelik yaptı. H247 yılında vefat etmiştir. (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzikinci senesi ile hicretin ikiyüzkırkyedinci senesi olayları ile, Mütevekkil’in biyografisi 10/349-352)

Allah, onun vasıtasıyla Bid'atleri söndürdü, hakkı ve Ehli Sünnet’i açığa çıkardı (üstün kıldı). Böylece bugüne kadar, (Ehli Sünnet) sayıca az olmalarına ve Bid'atçilerin sayısının fazla olmasına karşın, (hakkı açıktan) konuştu. Prensipleri ve dalaletin alametleri ile amel eden ve buna çağıran bir grup kaldı ki, onlara söylediklerinde ve yaptıklarında mani olan kimse yoktur.

Müellif burada, Ahmed ibni Hanbel’in o dönemde halife olan Mutevekkil’e gönderdiği mektubunu kasediyor olsa gerek. Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah) korkusuzca hakkı haykırmış, Mutevekkil de mihneti kaldırmış, fakih ve muhaddislere; ehli hadise yakınlık göstermiş, Mu'tezilileri de saraydan uzaklaştirak ellerindeki imkanları almıştır. Ahmed ibni Hanbel, Mutevekkil’e hitaben şunları yazmıştı:

"Bismillahirrahmanirrahim,

Ey Ebu Hasan, Allah bütün umurda sana hayırlı neticeler nasip etsin. Rahmetiyle senden dünya ve ahiret kötülüklerini defetsin. Allah senden razı olsun, Emir’ül Mü'mininin Kur'an hakkında sordukları şeylerden bildiklerimi sana yazıyorum. Allah'tan dileğim o dur ki, Emir’ül Mü'mininin tevfikini devamlı kılsın. İnsanlar batıl içine dalmışlardı, ihtilaf içinde yuvarlanıyorlardı. Nihayet Hilafet, Emir’ül Mü'minine nasip oldu. Allah Te'ala Emir’ül Mü'mininin sayesinde her bid'aiı ortadan kaldırdı, yok etti. İnsanlar içine düştükleri zilletten, hapis sıkıntılarından kurtuldular. Allah bunların hepsini defetti. Emir’ül Mü'mininin sayesinde bu belalar kalktı. Müslümanlar buna çok sevindi. Onların gönlünü kazandı. Emirü’l-Mü'minin’in iyi niyetini arttırması, ona hayırlı işlerde yardım etmesi için Allah'a dua ediyorlar.

Abdullah İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)'den rivayet olunuyor, o şöyle demiştir: "Allah'ın Kitabı’nın bazısını bazısıyla tartıştırmayın, çünkü bu kalbinizde şüphe uzandırır."

Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) de şunu anlatır: "Bir grup, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kapısı yanında oturmuşlar, konuşuyorlardı. Bir kısmı: Allah şöyle demedi mi? dedi, diğer kısmı: Allah şöyle buyurmadı mı? dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bunları duyunca heyecanla onların yanına geldi ve: Siz bununla mı emir olundunuz? Ne bu, Allah'ın Kitabı’nın bazısını bazısıyla tartıştırıyorsunuz. Sizden önceki milletler de böyle şeylerle saptılar. Siz burada boşuna uğraşıyorsunuz. Siz emir olunduğunuz şeye bakın ve onları işleyin. Nehyolunduğunuz yasaklara bakın ve onları yapmayın!.. dedi."

 Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şunu rivayet eder: "Kur'an'da niza etmek küfürdür!.." (Ebu Davud)

 Ebu Cehm, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle nakleder: "Kur'an hakkında tartışmayın, çünkü onda münakaşa yapmak küfürdür!.."

İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) demiştir ki: "Ömer ibnul Hattab (radiyallahu anh)'ın yanına bir adam geldi, Ömer (radiyallahu anh) ona insanların ahvalini sordu. O da, ya Emir’ül Mü'minin, onlar Kur'an-ı şöyle şöyle okuyorlar... dedi. İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) diyor ki, ben de söze karışarak: Bugün Kur'an hakkında bu kadar hızlı ileri gitmelerini sevmem, dedim. Ömer (radiyallahu anh) benim sözümü kesti ve: Sus!.. dedi. Ben de üzüntülü olarak evime döndüm. Ben bu halde iken bir adam gelerek bana: Emir’ül Mü'minin sizi istiyor, dedi. Ben de gittim, vardım, kapıda beni bekliyordu, elimi tuttu, içeri girdik. Bana: Senin hoşuna gitmeyen nedir? dedi. Dedim şu: Emir’ül Mü'minin, eğer böyle hıziı giderlerse, birbirlerine kızarlar, kızınca da düşmanlık başlar, ihtilafa düşerler, ihtilaf da vuruşmaya götürür. Bunun üzerine Ömer (radiyallahu anh): Babana rahmet, vallahi bence de böyle, sen doğru söylersin, dedi."

Cabir (radiyallahu anh)’dan rivayet olunur, demiştir ki: "Ömer (radiyallahu anh), İslam’a davet ederken bazı kimselere: Beni kendi kavmine götüren yok mu? Kureyş, Rabbim’in kelamını tebliğ etmeme mani oluyor!.. dedi."

Cübeyr ibni Nüfeyr'den rivayet olunur: "Ömer (radiyallahu anh) şöyle buyurmuştur: Siz Kur'an'dan daha faziletli birşeyle bana rücu edemezsiniz!..

Abdullah İbni Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Kur'an'a başka şey karıştırmayın, ona Allah Kelamı’ndan başka birşey yazmayın!.."

Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'dan şöyle dediği rivayet olunur: "Bu Kur'an Allah Kelamı’dır, ona gerekli hürmeti, gösterin!.."

Bir adam Hasan el-Basri (rahimehullah)'a: "Ey Ebu Sa’id, ben Allah'ın Kitabı’nı okudum, onu tetkik ettim, neredeyse ümidim kesilecek, ye'se düşeceğim. dedi. Hasan el-Basri ona: Kur'an; Allah Kelamı’dır, ademoğlunun amelleri zayıftır, kusurludur, sen elinden geldiği kadar amel et, ve müjde bekle!.. dedi."

 Ferva ibni Nevfel Eşcal demiştir ki: "Ashabdan Hubab (radiyallahu anh)’a komşu idim. Birgün mescidden onunla beraber çıktım. Elimden tuttu: Gücünün yettiği kadar Allah'a yaklaşmaya çalış, sen O'na O'nun Kelamı olan Kur'an'dan daha sevdiği bir şeyle yaklaşmış olamazsın, dedi."

 Bir adam Hakem ibni Uteybe'ye: "Dalalet ehlini bu işe ne şey şevketti? dedi. O da: Düşmanlıkları. dedi."

 Mu'aviye ibni Kurra dedi ki: "Babası Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelmiş, Rasulullah ona şöyle demiş: Sakının, asla düşmanlık yapmayın, çünkü o amelleri bozar!.."

Ebu Kilabe ki ashaba yetişmiş, onlarla görüşmüş bir zattır, şöyle demiştir: "Nefisleri arzularına uyanlarla veya düşmanlık besleyenlerle oturmayın. Çünkü onların sizi de kendi dalaletlerine sokmayacaklarından emin olamam, bildikleri bazı şeyleri size de yuttururlar, aşılarlar."

 Sapık görüşlülerden iki kişi, Muhammed ibni Sirin'in yanına geldiler. Ona: "Ey Ebu Bekir, seninle konuşmak istiyoruz, dediler. O da: Olmaz, dedi. Sana biraz Kur'an okuyalım, dediler. Hayır, ya siz buradan gidin, ya ben kalkıp gideyim, dedi. Onlar da dönüp gittiler. Oradakiler: Ne olurdu, sana bir ayet okusalar? dediler. Şöyle cevap verdi: Ben şundan korktum, bana bir ayeti tahrif ederek okurlar, o da benim kalbime işler, ben şimdiki halimde kalacağımı bilsem, onlara izin verirdim."

Bid'atçilerden biri Eyyüb es-Sahtiyani'ye: "Sana bir kelime soracağım dedi. O da: Yarım kelime bile olmaz, dedi ve döndü gitti."

İbni Tavus, ehli bid'atten biriyle konuşan oğluna şöyle dedi: "Oğlum, parmaklarınla kulaklarını tıka, onun ne söylediğini dinleme, duyma!.."

Ömer ibni Abd’ul Aziz şöyle demiştir: "Dinini tartışmalara maruz bırakan, hedef yapan kimse bir yerde duramaz!.."

 İbrahim en-Nehai dedi ki: "Bid'at ehli sizin iyiliğinizi istemezler, gizli gizli tuzak kurarlar!.."

Hasan el-Basri dedi ki: "Derdin en kötüsü kalbde olandır, sapık arzulardır!.."

Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu anh) şöyle dedi: "Allah'tan korkun, sizden öncekilerin yolundan gidin. Allah'a and içerim ki, eğer doğru yolu tutarsanız, çok yol alır, çok ileri gidersiniz. Şayet sağa, sola saparak doğru yoldan ayrılırsanız, çok dalalete düşmüş olursunuz."

Allah (azze ve celle) da şöyle buyurmuştur: "Eğer Allah'a şirk koşanlardan biri aman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın Kelamı’nı işitsin." (et-Tevbe 9/6) Yine (şöyle) buyurmuştur:

"Bilmiş olun ki, halk ve emir O’nundur."

Önce halk; yaratmak dedi, sonra emir; iş dedi. Demek emir, halktan başkadır (böylece Allah halk ile emrin ayrı olduğunu haber veriyor. Kur'an Allah'ın emrindendir, halkından değil. Böylece o mahluk değil demek olur). Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

"Çok merhametli olan Allah, Kur'an'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyanı öğretti." (er-Rahman 54/1-4)

Bu ayetlerle Kur'an'ın O’nun ilminden olduğu haber veriliyor. Yine Allahu Teala (şöyle) buyurmuştur:

 "Sen onların kendi dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler, ne Hristiyanlar senden asla razı olmazlar. Sen asıl doğru yol, Allah'ın yolu olduğunu söyle. Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz." (el-Bakara  2/120) Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Sen kitap verilenlere her türlü ayeti, mu'cizeyi getirsen, yine onlar senin kıblene uymazlar, sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, o takdirde sen zulüm edenlerden olursun." (el-Bakara 2/145) Yine Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"İşte biz onu, Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan artık senin için Allah'dan ne bir dost, ne de bir koruyucu, olmaz." (er-Ra'd 13/37)

Kur'an, Allah'ın ilmindendir...

Bu ayetler göstermektedir ki, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e gelen Kur'an'dır. O, Allah'ın ilmidir. Çünkü Allah Te'ala şöyle buyurur:

"Sana gelen bu ilimden sonra onların arzularına uyarsan."

Seleften şimdiye kadar gelip geçenlerin pek çoğundan rivayet olunur ki, onlar şöyle derlerdi:

"Kur'an Allah Kelamı’dır. O mahluk değildir. Ben de, onların görüşüne katılıyorum. Ben kelam ehli değilim. Ve kelam ilmi bu konuda birşey yapamaz. Bu hususta Allah'ın Kitabı ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet'inde ne varsa o yeter. Ashabın ve Tabiin'in Asarı da var. Bunlardan başkaları. Onlardan söz etmek öğünülecek birşey değil." (Abdullah ibni Ahmed ibni Hanbel, es-Sünne, 84; Zehebi, Tarih; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 9/216-217; İbn’ul Cevzi, Menakıbi İmam Ahmed, 461-462)

Diğer nüshada, "Bid'at ve Dalalet Ehli'nin" şeklinde geçmektedir.

 Hiçbir Dalalet Yoktur ki; Cahiller Tarafından Ortaya Atılmış Olmasın

Bil ki; hiçbir Dalalet yoktur ki; ona açıktan davet eden birine uyan cahiller tarafından ortaya atılmış olmasın. Bunlar üflenen her rüzgar ile eğilirler, böylesinin dini yoktur. Allah Tebareke ve Te'ala şöyle buyurmaktadır:

 “Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'hakka tecavüz ve azgınlıktan' dolayı ihtilafa düştüler.” (Casiye 45/17) ve şöyle buyurmaktadır:

 “Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler.” (eş-Şura 42/14) ve şöyle buyurmaktadır:

 “Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.” (el-Bakara 2/213)

Böyleleri, 'Şer Uleması'; 'Tamah ve Bid'at Ashabı'dır.

Hak ve Sünnet Üzere Olacak Bir Cemaat Her Zaman Bulunacaktır

Bil ki; hiçbir zaman olmasın ki, Ehli Hak ve Sünnet üzere bulunacak -Allah’ın kendilerine hidayet vereceği ve kendileri vasıtasıyla (insanlara) hidayet vereceği, kendileri vasıtasıyla Sünnet’i dirilteceği (ihya edeceği)- bir Cema'at olmasın. Onlar ki, Allah onları ihtilaf anında sayılarının azlığı ile vasfeder ve şöyle buyurur:

 “Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan 'azgınlık ve kıskançlıkları' yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.” (el-Bakara 2/213) Onları istisna ederek şöyle buyurur:

 “Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.” (el-Bakara 2/213)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

 “Ümmetimden bir grup, Kıyamet kopuncaya kadar, mansur (Allah'ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar onlara zarar veremiyecekler."

Buhari; Müslim; Tirmizi; İbni Mace tarafından rivayet edilmiştir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bu manada –bizlere sahih senedle ulaşan bir rivayetde- şöyle buyurmuştur: "Bu ilim, her nesilde emin kişiler tarafından taşınacaktır. Onlar dini; aşırıya kaçanların tahriflerinden, yalancıların iftiralarından ve cahillerin batıl te'villerinden koruyacaklardır." (İbni Adiyy, İbni Asakir ve diğerleri)

Alim; İlmi Kısıtlı Olsa da Kitab ve Sünnet’e Uyandır

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- İlim yalnızca çokça rivayet etmek ve çok kitap yazmak değildir!.. Alim, ilmi kısıtlı olsa da ve kitapları az olsa da Kitab ve Sünnet’e tabi olandır. Kitab ve Sünnet’e muhalefet eden –ilmi ve kitapları çok olsa da- Bid'at sahibidir.

İmam Şafii şöyle demiştir: "İlim; ezberlenen değil lakin fayda verendir." (Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 9/123)

Muhammed İbn'ul Munkedir'in (H130) şöyle dediği nakledilmektedir: "Raviye (rivayetci) şiir rivayet edene diyorduk, Hadis rivayet edene alim diyorduk." (Edeb'ul İmla, 137)

Allah ve Dini Hakkında Bir Bilgiye Dayanmaksızın Konuşan Haddi Aşmıştır

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah’ın Dini hakkında Rey ile Kıyas ile ve Te'vil ile –Sünnet ve Cema'atten bir Hücceti olmaksızın- herkim konuşursa, Allah hakkında bilmediğini konuşmuştur.

Allah hakkında bir bilgiye dayanmaksızın konuşmak Kur’an’da açık bir biçimde yasaklanmıştır: “De ki: Rabbim yalnızca çirkin hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (el-A’raf 7/33)

Allah hakkında bilmediği bir şeyi konuşan kimse ise, Mütekellif (kendiliğinden bir yükümlülük uyduran/getirenlerden)lerdendir.

Mesruk'dan naklen haber verdi (şöyle demiş): Abdullah (ibni Me’sud)'un yanında oturuyorduk. Kendisi de aramızda yaslanmıştı. Derken ona bir adam gelerek: Ya Eba Abd'ir Rahman! Gerçekten, Kinde kapıları yanında bir hikayeci kıssa anlatıyor ve duman mucizesi gelerek kafirlerin canlarını alacağını, mü'minlerinse ondan nezle şeklinde müteessir olacaklarını söylüyor, dedi. Bunun üzerine Abdullah (radiyallahu anh) kızarak oturdu ve şunları söyledi: Ey insanlar! Allah'dan korkun! Sizden kim bir şey bilirse, bildiğini söylesin. Bilmeyen de, Allah bilir, desin. Çünkü birinizin bilmediği bir şey için, Allah bilir, demesi en büyük ilimdir. Gerçekten Allah (azze ve celle) Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e: “Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. Ben Mütekellif (kendiliğinden bir yükümlülük uyduran/getiren)lerden değilim de!” (Sad 38/86) buyurmuştur.” (Buhari)

Hak, Sünnet ve Cemaat…

Hak, Allah katından gelendir. Sünnet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Sünnet’idir, Cema'at Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashabı’nın Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın, Ömer (radiyallahu anh)’ın ve Osman (radiyallahu anh)’ın hilafeti döneminde etrafında razı olup-birleştiğidir.

Başarı, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’ine ve Selefin Yoluna Yapışmaktadır

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’i ve Ashabı ile Cemaat’in üzerinde olduğu ile yetinen kimse; Ehli Bidat’a karşı başarıya ulaşır, (bedeni) istirahate erer ve dini kurtulur inşallah zira Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır." demiş ve onlardan Naciye (kurtuluşa erecek) olanları bize bildirmiştir:

"Benim ve Ashab’ımın bugün üzerinde olduğu yoldur."

Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç bunların tamamı ateştedir ve o da Cema'attir. Denildi ki: Ya Rasulullah kimdir onlar? (Rasulullah) dedi ki: Benim ve Ashab'ımın bugün üzerinde olduğu yoldur." (Tirmizi; Ebu Davud; İbni Mace; İbni Vadde, el-Bid’a, 85; Acurri, eş-Şeri'a,15; Acurri, el-Erbain; Hakim, 1/128-129; İbni Nasır, es-Sünne,  62; el-Laleka’i, es-Sünne, 147; İbn’ul Cevzi, Telbis'ul İblis, 16; el-Ukayli, ed-Duafa, 2/262)

 Bu; şifa, beyan, apaçık iş, düz ve ayırtedilmiş yoldur. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Aşırılığa kaçmaktan sakının, didik didik etmekten sakının. ‘Kadim Din’e yapışın."

Müellifin burada Hadis olarak aktardığı bu söz, dağınık biçimde birçokları tarafından rivayet edilmiş ve buradaki haliyle de İbni Mes’ud (radiyallahu anh) tarafından söylenilmiş bir Asar’dır. Ebu Kilabe şöyle dedi: Abdullah İbni Mes’ud (radiyallahu anh) dedi ki: "Dürülüp ortadan kaldırılmadan önce ilmi öğreniniz. Onun dürülüp ortadan kaldırılması, ehlinin (ölüp) gitmesidir. Dikkat edin! Aşırılığa kaçmaktan, didik didik etmekten, bid'atlerden sakının! ‘Kadim Din’e yapışın!." (Darimi, Sünen, 1/66 142-143; Abd'ur Rezzak, Musannef, 10/252 20465; İbni Nasır el-Mervezi, es-Sünne, 85; Taberani, el-Mu'cem'ul Kebir, 9/170 8845; Beyheki, Sünen'ul Kubra, 271-272 387-388; İbni Asakir, Tarihi Dımeşk 33/52; 43/315 ve başkaları tarafından nakledilmiştir)

Metinde yeralan: "Aşırılığa kaçmaktan sakının!" bölümü Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) yoluyla Rasulullah (sallalahu aleyhi ve sellem)’den nakledilmiştir. (İbni Beşran, el-Ameli, 1/49 67)

İbni Abbas (radiyallahu anh)’dan söyle rivayet olunmuştur: “Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helak oldular.” (İbni Mace; Nesai; Darimi; Ahmed, Müsned)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) üç defa tekrarlayarak şöyle buyurdu: "Sözde ve işte ince eleyip sık dokuyan, haddi aşan kimseler helak oldular." (Müslim; Ebu Davud)

İbni Mes’ud (radiyallahu anh)’ın rivayetine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Aşırıya kaçanlar helak oldular." (Müslim; Ebu Davud; Ahmed, Müsned)

Bidat’a Uyan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Sünnet’ini İnkar Etmiştir

Bil ki; ‘Kadim Din’, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in vefatından Osman ibni Affan (radiyallahu anh)’ın öldürülmesine kadar olan dindir. Onun katledilmesi fırkalaşmanın başlangıcı ve ihtilafın başlangıcı oldu. Ümmet birbiriyle savaştı, bölündü, tamah (hırs)lara ve hevalara tabi oldu ve dünyaya meyletti. Rasulullah Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin4 Ashabı’nın üzerinde olmadığı birşeyi ihdas etmeye dair hiçbir ruhsat yoktur. Ne de bir adamın kendisinin ihdas ettiği yahut Ehli Bidat’ten bir adamın ihdas ettiği birşeye davet etme hakkı vardır; (Bid'ate) davet eden de ihdas eden gibidir. (Bidatı) iddia eden veya ona uygun konuşan Sünnet’i inkar etmiş, Hakk’a ve Cema'ate muhalefet etmiş ve Bid'ati Mübahlaştırmıştır. Bu kimse, Ümmet’e İblis (lanetullahi aleyh)’den daha zararlıdır.

Lalekai, Süfyan es-Sevri’nin şöyle dediğini nakleder: "Bid'at, İblis’e Masiyet (günah işlemek)ten daha sevimlidir. Çünkü Bid'atin tevbesi olmaz halbuki kişi günahından dolayı tevbe edebilir." (Lalekai, es-Sünne, 238; Beğavi, Şerh’us Sünne)

Bu hikmetli söz ile gündeme getirilen "Bid'atın tevbesi olmaz" ifadesi şu manadadır. Allah’ın Dini ve Rasulü’nün Sünnet’inde olmayan birşeyi din edinen kimseye bu yaptığı ameli süslü gösterilir. Bid'at olarak işledikleri şeylerin doğru olduğuna inanır. Kişinin kötü amellerini güzel ameller olarak gördüğü müddetçe bu amellerden tevbe etmesi de beklenemez. Zira tevbenin başlangıcı, kişinin tevbe ettiği şeyin kötü birşey olduğuna inanmasıdır. Kişi, amellerini güzel görmeye devam ettiği müddetçe tevbe etme ihtiyacı duymaz. Masiyetlerde, günah ve Haramlarda ise durum bunun aksinedir. Kişi, hata ettiğini, günaha düştüğünü, Haram işlediğini bilir ve bundan pişmanlık duyar. Bu pişmanlık da onu tevbe etmeye sürükler. Allahu A'lem.

İbni Kayyım da benzer ifadelerle durumu izah etmektedir: "Bid'atçilerin bütün günahları, Allah'a iftira ve O'nun hakkında bilmeden söz söyleme günahı çeşidine girer. Onlar, bid'atlerden tevbe etmedikçe, günahlarından tevbe etmiş olamazlar. Aslında fiilinin bid'at olduğunu dahi bilmeyen veya onu Sünnet sanan, insanları ona çağırıp onu işlemeye teşvik eden bir insan, onlardan nasıl tevbe edebilir ki? Böyle kimseler Sünnet’e dönüp ona yeterince muttali olmadıkça, onu arayıp kollamadıkça tevbe etmesi vacip olan günahlarının farkında bile olamazlar. Bunu başaran bir bidEatçi görmek mümkün değildir." (Medaric’us Salikin Şerh'u Menazil’is Sairin Beyne İyyake Nabudu ve İyyake Nastein, 1/378)

Hasan el-Basri de şöyle demiştir: “Şanı yüce Allah heva sahibi bir kimseye tevbe etmeye izin vermeyi kabul etmemiştir.” (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl’is Sünneti ve’l Cema'at; İbni Batta, el-İbane)

Eyyub es-Sahtiyani'nin şu sözleri bunun hikmetini apaçık ortaya koymaktadır: "Bid’at sahibinin gayreti ne kadar artarsa, Allah’tan da o kadar uzaklaşır." (İbni Vaddah, el-Bidau ve’n Nehyu Anha)

Ehli Bidat’in Terkettiğine Yapışan Sünnet Eridir

Herkim Ehli Bidat’ın, Sünnet’ten neyi terkettiğini ve bıraktığını bilir ve ona sarılırsa Sünnet sahibi ve Cema'at sahibi (bir kişi)dir; tabi olunmak, yardım edilmek ve korunmak hakkıdır. O, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin (bakmayı/ilgilenmeyi) vasiyette bulunduğu kişilerden biridir.

Bid'atin Kökleri (Esasları) Dörttür

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Bidat’in kökleri dörttür. Bu dördünden, yetmişiki Bid'at kolları ortaya çıktı, sonra herbir Bid'atin kendi içerisinde alt kolları vardır ve hepsi ikibin sekizyüze bölünür ve hepsi Dalalettedir. Hepsi ateştedir, biri dışında ki o; bu kitapta olanlara iman eden, kalbinde hiçbir şek ve şüphe olmaksızın İ’tikad eden, Sünnet sahibidir ki, o kurtulacaktır inşallah.

Hüccet ve Delili Olmayan Bir Hususta Susulursa Bidat Diye Bişey Kalmaz

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Eğer insanlar sonradan ihdas edilen işlerden kaçınsaydılar ve ondan hiçbirine dalmasaydılar ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden veya Ashab’ından Asar (nakil) olmayan meselelerde hiç birşey söylemeseydiler Bid'at olmazdı.

"Allah hakkında bilmeden söz söyleme" hususunda İbni Kayyım diyor ki: "Allah katında, O'nun hakkında bilmeden söz söylemekten daha büyük bir günah yoktur. Şirk ve küfrün esası bu günahtır. Bid'at ve sapıklıklar onun üzerine bina edilir. Dolayısıyla dindeki her bid'at ve dalaletin temel esası, Allah hakkında bilmeden söz söylemektir." (Medaric’us Salikin Şerh'u Menazil’is Sairin Beyne İyyake Nabudu ve İyyake Nastein, 1/378)

Küfre Düşüren Bir Yol

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- kul ile; mü’min yahut kafir olması arasında, Allah Te'ala’nın indirdiği birşeyi inkar etmek, Allah’ın Kelamı’na birşey eklemek veya çıkartmak, Allah’ın buyurduğu birşeyi inkar etmek veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği birşeyi inkar etmek dışında hiç birşey yoktur.

İfrat'tan Kaçınmak

Allah’tan kork –Allah sana rahmet etsin!- Kendi nefsine (bir) bak! Dinde ifrat (aşırıya kaçmak)tan sakın çünkü (ifratın) hak yol ile hiçbir alakası yoktur!..

Metinde geçen: "Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Kendi nefsine (bir) bak!" ifadesi diğer nüshada, Allah sana rahmet etsin! kısmı olmaksızın şu şekilde geçmektedir: "Allah’tan kork!- Kendi nefsine (bir) bak!"

Sünnet’ten Birşey İnkar Eden Sünnet’in Tamamını İnkar Etmiştir

Bu kitapta sana vasfettiğim herşey Allah’tan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden, onun ashabından, Tabii’nden, üçüncü nesilden dördüncü nesile kadar (yaşamış) kişilerdendir. Allah’tan kork ey Allah’ın kulu! Bu kitaptakileri tasdik et, teslim ol, (anlıyamadıklarını Allah’a) havale et ve (kitaptakilerden) razı ol. Bu kitabı, Ehli Kıble’den olan birinden gizleme, olur ki Allah bu kitap ile kafası karışık olanın şaşkınlığını giderir, Bid'atçiyi bid'atinden, dalalette olanı dalaletinden çıkarır böylelikle de kurtulurlar. Allah’tan kork!

 

İşin ilk başta olduğu gibi olanına tabi ol ki onlar sana bu kitapta vasfettiklerimdir. Allah bu kitabı okuyan, onu yayan, onunla amel eden, ona davet eden ve ondan ihticac (hüccet olarak istifade) eden kula rahmet etsin ve ebeveynine (de) rahmet etsin! Çünkü bu; Allah’ın (dinidir) ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin dinidir. Bu kitabdakinin tersine izin veren Allah’ın dinini din edinmiş sayılmaz, (dinin) tamamını reddetmiş sayılır.

Ehli Sünnet ve’l Cema'at ve Ashab’ul Hadis İ’tikadının temel prensipleri Akide olduğu için,  Kitab ve Sünnet’e sarılmak, Ashab’ın hidayetine bağlanmak, Cema'ate tutunmak, Kelam ilminden; cedelden ve münakaşadan uzak durmak, Bid'atlerden; Ehli Bidat’tan, Ehli Heva’dan, Ehli Kelam’dan uzak durma prensipleri titizlikle üzerinde durulması gereken meselelerdendir.

Bu şuna benzer; Allah Tebareke ve Te'alanın dediklerine icmalen (toptan) iman eden ancak bir tek harften şek içerisinde olan kul, Allah Teala’nın dediği herşeyi reddetmiş, kafir olmuştur. Bu (yine) şuna benzer; "La-ilahe illallah (Allah’tan başka –tapılmaya layık- ilah yoktur)" şehadeti sahibinden niyetde sıdk ve yakinde ihlas olmaksızın kabul edilmediği gibi, hakeza Allah, bazı Sünnetleri terkedenden Sünnetleri kabul etmez, Sünnet’ten birşeyi terkeden tamamını terketmiş gibidir. Kabul et, münakaşayı ve inatçılığı bırak şüphesiz bunun Allah’ın diniyle hiçbir alakası yoktur. Hususi olarak senin zamanın kötü zamandır. Dolayısıyla, Allah’tan kork!

Fitne Çıktığında Evlerinize Çekilin

Fitne çıktığında evinde kal ve fitne mahallinden uzaklaş! Asabiyetçilikten uzak dur! Müslümanlar arasında, dünya uğruna yapılan bütün savaşlar fitnedir. Allah’tan kork; "Vahdehu la şerike leh (O; tektir ve ortağı yoktur)". Fitnede (meydana) çıkma, vuruşma, heveslenme, taraf tutma, hiçbir tarafa meyletme ve onların yaptıkları hiç birşeyden hoşlanma! Denilmiştir ki;

"Kim bir kavmin amelinden –hayır olsun şer olsun- hoşlanırsa, onu yapan gibidir."

Allah bizi ve sizi O’nun razı kaldığı işlere muvaffak etsin ve bizi ve sizi O’na karşı masiyetden (isyandan/günahdan) uzak kılsın!..

Fitne zamanında; fitneden kaçmak, savaş aletleri olan kılıç ve yayları kırmak, evlere çekilmek hususunda çok sayıda nakil sabit olmuştur. Hadis kitaplarının Fiten bölümünde biraraya getirilmiş olan nakillerden bir kısmı şu şekildedir:

İbni Zubeyir, dostum Ebu’l Kasım (sallallahu aleyhi ve sellem) bana şöyle tavsiyede bulundu deyip Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şunu aktarmıştır: "Fitneden herhangi birşeye eriştiğinde, Uhud (Dağın)’a git ve kılıcını körelt sonra da evinde kal!" (Ahmed, Müsned);

Muhammed İbni Mesleme (radiyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Şurası muhakkak ki bir fitne, bir ayrılık ve bir ihtilaf olacak. Bu durum gelince Uhud’a kılıcınla git! Kırılıncaya kadar onu taşa çal. Sonra evinde otur. Hatta sana günahkar bir el veya ölüm gelinceye kadar (evinden çıkma)." (İbni Mace)

Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) seslendiler: Ey Ebu Zerr! Buyurun, Ey Allah'ın Rasulü, emrinizdeyim! dedim. İnsanlara (kitle halinde) ölüm isabet edip, kabirlerin (ücretli) hizmetçiler tarafından kazılacağı zaman ne yapacaksın? buyurdular. Benim için Allah ve Rasulü neyi ihtiyar buyurursa onu yaparım! dedim. Sabrı tavsiye ederim! buyurdular -veya sabredersin! dediler- ve sonra bana tekrar seslendiler: Ey Ebu Zerr! Buyurun ey Allah'ın Rasulü, sizi dinliyorum! dedim. Zeyd mıntıkasının taşları kanda boğulduğunu gördüğün zaman ne yapacaksın? Allah ve Rasulü benim için neyi ihtiyar buyurursa onu! dedim. Sana kendilerinden olduğun yakınlarını tavsiye ederim! dedi. Ben sordum: Ey Allah'ın Rasulü! (O zaman) kılıcımı alıp omuzuma koymayayım mı? Böyle yaparsan (fitneci) kavme ortak olursun! buyurdular. Bana ne emredersiniz! dedim. Evine çekil! buyurdular. Evime girilirse? dedim. Eğer kılıcın parıltısının seni şaşırtacağından korkarsan, elbiseni yüzüne ört. Gelen hem senin günahınla, hem de kendi günahıyla dönsün! buyurdular." (Ebu Davud; İbni Mace)

Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kıyamet’ten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kafir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Adem (aleyhi selam)'ın iki oğlundan hayırlısı olsun (Habil gibi ölen olsun, Kabil gib öldüren değil.)" (Ebu Davud; Tirmizi)

Ebu Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Kişinin en hayırlı malının, peşine takılıp dağ geçitlerini ve yağmur düşen yerleri takip edeceği koyunu olacağı zaman yakındır. Böylece dinini fitnelerden kaçırmış olur." (Buhari; Ebu Davud; Nesai; Malik, Muvatta)

Abdullah İbni Ömer (radıyallahu anhuma ecmain) anlatıyor: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Fitneden kaçının! Çünkü o esnada dil, (tesir bakımından) kılıç darbesi gibidir." (İbni Mace)

Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’dan nakledildiğine göre Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın." (Buhari; İbni Mace)

Yıldızların Hiçbir Otorite ve Gücü Yoktur

Yıldızlara namaz vakitleri için biraz bak. Bundan başka maksatlar için (yıldızlara bakmaktan) yüz çevir çünkü, zındıklığa götürür.

Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Astronomiden size karada ve denizde faydalı olacak ne varsa alın ve orda durun.” (İbni Hacer, el-Telhis'ul Habir fi Tahric Ehadis'il Ref-il Kebir, 2/360)

Yıldız bilimi astroloji birçok alime göre sihir çeşitlerinden biridir. Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Alleme Merdavi’nin yaptığı bir nakilde astrolojiyi sihir olarak isimlendirmiştir. (el-Merdavi, İnsaf, 10/351) İbni Müflih de et-Terğib'ul Kasid fi Takrib'ul Mekasid isimli eserden yaptığı nakil ile; Hanbeli ulemasına göre Kahin ve müneccimlerin sihirbaz gibi sayıldığını söylemektedir. (İbni Müflih, el-Furu, 10/207)

Ulema sihirin hükmü noktasında ihtilaf etmişlerdir. Hanefi ve Malikiler küfür olduğunu söylemekteyken, Şafiiler küfür olmadığını söylemiş İmam Ahmed’den iki görüş nakledildiğinden Hanbeli Mezhebi’nde de biri küfür diğeri küfür olmadığına dair iki görüş bulunmaktadır. Hanbeli Mezhebi’nin genel görüşü küfür olduğu yönündedir. İbni Akil ise küfür olmadığı görüşünü benimsemiştir.

Ulema ayrıca, müneccimlik ve astrolojinin sihrin küfür olan yanına dahil olup olmaması hususunda da ihtilaf etmişlerdir. Kimileri müneccimlerin sihirbazlar gibi öldürülmesi gerektiğini ifade etmekteyken diğer bir kısım ulema ise tazir uygulanması gerektiğini dile getirmiştir. Merdavi, tazir uygulanması gerektiğine yönelik görüşü tercih etmiş ve bunun mezhebin genel görüşü olduğunu belirtmiştir. (el-Merdavi, Tashih'ul Furu)

Müneccim, eğer yıldızların aleme tesiri olduğuna i’tikad ediyorsa bu icma ile küfürdür. Yok eğer, yıldızların aleme tesiri olmadığını lakin yıldızların hareketlerinin bazı hadiselerden haber verdiğine inanıyorsa işte bu görüş ulemanın küfür olup olmamasında ihtilaf ettiği alandır. Bu husus, Kebair’de de bu şekilde açıklanmıştır. (ez-Zevacir an İktiraf'ul Kebair, 2/109-116)

Hanefilerden İmam Merginani’nin Muhtar’ın Nevazil adlı eserinde şöyle deniyor: "Bilmiş ol ki, ilmi nücum (astronomi ilmi) haddizatında kötü değildir. Çünkü o iki nevidir: Birincisi: Hesap yolu iledir ve haktır. Kur'an'da zikredilmiştir. Allah Te'ala;

"Güneş ve ay hesab iledir." (er-Rahman 55/5) buyurmuştur. Bundan murad güneşle ayın seyretmeleridir.

İkincisi: İstidlal yolu iledir. Yıldızların seyri ve feleklerin (gezegenlerin) hareketi vasıtasıyla hadisatın, Allah'ın kaza ve kaderi ile vuku bulacağına istidlal edilir; bu Caiz'dir. Doktorun hasta kimsenin nabzına bakarak hastalığa ve sıhhate istidlali gibidir.

Ama hadisatın Allah'ın kazası ile olduğuna inanmaz, yahut kendisinin gaybı bildiğini iddia ederse kafir olur." (İbni Abidin Terceme ve Şerhi, 1/43)

Bu konuda çok sayıda hadis nakledilmiştir. Bu konuda nakledilen hadislerden bir kısmı şunlardır:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Ashabım anıldığında sakının! Yıldızlar anıldığında sakının! Kader anıldığında sakının!" (Taberani, el-Kebir);

"Benden sonra bana inanan müslümanlar hakkında şu üç şeyden korkuyorum: Onları idare edenlerin zulme sapmalarından. Yıldızların (burçların) yaşamlarına etkisi olduğuna inanmalarından. Kaderi inkar etmelerinden." (İbn-i Asakir);

"Allah, şu yıldızları üç şey için yarattı: Göğün süsü için, şeytanları kovalamak için, yolculara yol göstermek için. Kim yıldızları bunun dışında yorumlarsa, bahtında yanılmış olur. Nasibini yitirmiş olur. Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri kendine dert edinmiş olur. Peygamberlerin ve meleklerin dışında kimsenin bilmediği şeylerle boşyere uğraşmış olur." (Rezin)

“(Yıldızlardan aldığı bilgiler) arttıkça (sihirle olan ilgisi de) artmış olur." (İbni Mace; Ahmed, Müsned)

"Nice Ebced Hesabını öğreten, yıldızlara bakan (onlardan hükümler çıkarmaya çalışan) kimseler var ki Kıyamet Günü, Allah katında bir nasibi yoktur." (Taberani, el-Kebir, 10980; İbni Receb, Feth’ul Bari, 3/69);

"Muhakkak ki Ebced Hesabı yapan ve yıldızlara bakan kimselerin Allah katında hiçbir nasibi yoktur." (Ebu Davud; Beyheki, Sünen, 7/240; İbni Receb, Feth’ul Bari, 3/142; Taberani, 9/254)

 Kelam’dan ve Ehli’nden Sakının

Kelam’a bakmaktan ve Kelam ashabıyla oturmaktan sakının.

Asar’a ve Ehline Yapışın

Asar’a ve asar ehline yapışın. Onlara sor, onlarla birlikte otur ve onlardan al.

Allah Korkusu Gibi Başka Hiç Birşeyle Allah’a İbadet Edilmemiştir

Bil ki; Allah korkusu gibi başka hiç birşeyle Allah’a ibadet edilmemiştir; Allah Tebareke ve Te'aladan korku, hüzün, şefkat ve haya yoluyla…

İhtiras ve Muhabbete Davet Edip Kadınlarla Halvette Bulunanlardan Sakın

İhtirasa ve muhabbete davet edenler, kadınlarla halvette kalanlar ve onların geçtikleri yollarda duranlarla oturmaktan sakın çünkü onların hepsi dalalet üzeredir.

Mahlukat Allah’a İbadet Etmekle Emrolunmuştur

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!- Allah Tebareke ve Te'ala mahlukatın hepsini Kendisine ibadet etmeye çağırmıştır ve bundan sonra dilediğini lütfu ile İslam’la mükafatlandırmıştır.

Allah (azze ve celle) şöyle buyurmuştur: "Müslüman oldular diye sana minnet etmektedirler. De ki: Müslümanlığınızı bana karşı minnet (konusu) etmeyin. Tam tersine, sizi imana yönelttiği için Allah size minnet etmektedir. Eğer doğru sözlüler iseniz (bunu böyle kabullenmeniz gerekir.)" (el-Hucurat 49/17)

Ali (radiyallahu anh) ile Mu’aviye (radiyallahu anh) Arasındaki İhtilaf Hakkında Sükut Etmek

Ali (radiyallahu anh) ve Mu’aviye (radiyallahu anh) ve Aişe (radiyallahu anha) ve Talha (radiyallahu anh) ve Zubeyir (radiyallahu anh) ve onlarla birlikte olanlar arasındaki savaş hususunda sus! Onlar hakkında münakaşa etme ve meselelerini Allah Tebareke ve Te'alaya havale et.

Hafız Ebu'l Kasım ibni Asakir’in kaydettiğine göre; İmam Nesai, Mu’aviye (radiyallahu anh) hakkında kendisine sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: "İslam, kapısı olan bir ev gibidir. İslam’ın kapısı sahabelerdir. Sahabeyi sebbeden İslam’a zarar vermekten başka bir sebeple sebbetmez tıpkı bir eve girmek için evin kapısını tıklayan gibi. Mu’aviye (radiyallahu anh)’a gelince; ona sebbeden, Sahabe hakkında sebbetmenin yolunu arayandır." (İbni Asakir, Tarih Dımeşk; Tehzib'ul Kemal, 1/339)

Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

"Ashabım, evlilik yoluyla akrabalarım ve damatlarım hakkında (kötü) konuşmaktan sakının!" ve şöyle demiştir:

"Allah Tebareke ve Te'ala Bedir ehline rahmetiyle tecelli edip şöyle buyurdu: Ne yaparsanız yapınız, Ben sizi şimdiden affettim." Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir.

Ashar, evlilik yoluyla bayan tarafından akrabalar; Aktan, ise damatlar ve enişte manasında kullanılmaktadır.

Taberani (el-Mu'cem'ul Kebir, 6/104, 5640) tarafından nakledilen hadis bu sözdizilişi ile sahih değildir. Buna yakın rivayetler de vardır ancak hiçbiri sahih değildir. Ancak bu konuda rivayet edilmiş sahih başka bir hadis vardır. Rasulullah (salllallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Ashabıma sebbetmeyiniz sizden birisi Uhud Dağı kadar sadaka vermiş olsa onlardan birinin bir müd, yarım müd sadakasına ulaşamaz." (Buhari; Müslim)

Müslümanın Malı; Gönülden Verdiği Sadaka Dışında Helal Değildir

Bil ki –Allah sana rahmet etsin!-; Bir müslümanın malı kendi gönül hoşnutluğu ile vermesi dışında, Helal değildir.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: "Bir müslümanın malı kendi gönül hoşnutluğu ile vermesi dışında helal değildir." (Darekutni; Ahmed, Müsned; Şafii; Ebu Ya’la; Beyheki)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Veda Hutbesi’nde de şöyle buyurmuştur: "Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşnutluğu ile vermişse o, başkadır..."

Bir adamda Haram bir mal varsa, bu onun kendi sorumluluğudur. Hiç kimsenin onun malından –onun izni dışında- alması Helal değildir. Çünkü ihtimalki o adam bundan tevbe edecek, malı sahibine iade etmek isteyecek, (bunlar olmadan onun malından izni dışında aldığında), sen haram olan birşeyi almış olursun.

İnsanlara Yük Olmaksızın, Kişinin Kendi Geçimini Temin Etmesi

Kazançlar (mutlaktır); sana ondan sahih görünen mutlakdır ancak fasid (batıl) olduğu aşikar olan müstesna. Eğer kazanç fasidse ondan kendisi için zaruret miktarı faydalanabilir ve şöyle diyemez: "(Kazancı) terkedeyim, ihtiyaç için (insanlar tarafından) bana verileni alayım!.." Ne sahabeler ne de zamanımıza kadar olan ulema bunu yapmadı. Ömer ibn'ul Hattab radiyallahu anh şöyle der: "Kazancında bir miktar insanların değersiz bulduğu (bir işten elde edilen) kazanç bulunması, ihtiyacını insanlardan (dilenerek) temin etmekden daha hayırlıdır." İbni Ebu’d Dünya, Islah’ul Mal, 298, 321; İbni Hibban, es-Sikat, 8/204; İbni Abd’il Berr, et-Temhid, 18/329; Kenz’ul Ummal, 4/122; İbn’ul Cevzi, Menakib Ömer (ibni Hattab), 194 tarafından Veki ibni Cerrah kanalıyla birbirine yakın lafızlarla Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh)’dan nakledilmiştir.

Müellifin mevzubahis ettiği bu esas, genel bir kaidedir. Ticaret, maaş ve mükafat gibi kazanç türlerinde haram yahut haramla karışmış mal ortaya çıkana kadar bu kazancın tümü asli hüküm olarak helaldir. Bir malın haram olduğu yahut haram ile karıştığı ortaya çıkarsa bu durumda iki hüküm ortaya çıkar. Eğer malın haram olduğu ortaya çıktıysa bu durumda o mal haram hükmünü alır. Malın helal olduğu ancak bir şekilde haram karıştığı ortaya çıkarsa bu durumda da kerahet gündeme gelir ve mala karışan haram miktarında bu mal mekruh hükmünü alır.

Burada şu hakikati gözden düşürmemek gerekir: İnsanlar gözünde değersiz olan, bu işi yapanların hakir görülüp aşağılandığı bir iş -helal kazanç kapsamında olmak kaydıyla- dilencilik yapmakdan daha hayırlıdır.

 Cehmi’nin Arkasında Namaz

Beş vakit namazı kıldıran herkesin arkasında -Cehmi olması dışında- namaz kılman caizdir, çünkü o Mu’attıl’dır.

Mu’attıl, "Ta’til Ehli; iptalciler" demektir. Cehmiyye, Mu’tezile ve diğer başka fırkaların da aralarında bulunduğu kelamcılardan bir kısmı, Allah’ın isim ve sıfatlarını iptal edip, reddettikleri ve inkar ettikleri için böyle adlandırılmışlardır. Bu ümmette Ta’til fitnesini ilk olarak Ca’d ibni Dirhem gündem etmiştir.

Genel manada iki ana başlık altında incelenir ve Külli (tam) Ta’til ve Cuzi (kısmi) Ta’til olarak ikiye ayrılırlar. Külli (tam) Ta’til, Allah’ın sıfatlarını ve hatta isimlerini tümden inkar edenlere verilen isimdir. Cuzi (kısmi) Ta’til ise; Allah’ın sıfatlarından bir kısmını kabul etmelerine karşın diğer bir kısmını da inkar edenlere verilen isimdir. Külli (tam) Ta’til için Cehmiyye örnek olarak verilebilir. Cuzi (kısmi) Ta’til içinse kendilerini, İmam Ebu’l Hasen el-Eşari’ye nispet eden, Eşariler örnek olarak verilebilir.

Onun arkasında kıldığın namazı iade et. Cuma günü imamın Cehmi olursa ve bu kişi sultansa, onun arkasında namaz kıl ve namazını iade et.

Bu hüküm İmam Ahmed’den oğlu Abdullah tarafından nakledilmiştir. "Böyle diyenin (Kuran mahluktur) arkasında ne cuma namazı ne de başka bir namaz kılınmaz. Ancak cema'ate gitmek terk edilmez. Onlarla namaz kılındıysa iade edilir." (Abdullah ibni Ahmed, es-Sünne, 1/129 4-5; İbni Hani; Mesail’ul İmam Ahmed, 295; İmam Begavi, Şerh'us Sünne, 1/229)

Ebu Davud şöyle anlatıyor: Namazları Cehmi imamların kıldırdığı dönemde Ahmed ibni Hanbel’e cuma namazlarını sordum bana dedi ki: "Ben Cehmi’nin arkasında kıldığım namazları iade ediyorum sen de ne zaman 'Kur'an mahluktur' diyen birinin arkasında kılsan namazını iade et." (Ebu Davud, Mesail'u Ahmed, 48)

İbn Ebi Ya’la, İmam Ahmed’e bid'atçinin arkasında namaz kılmak hakkında sorulunca şöyle dediğini nakleder: "Cehmiyye’nin arkasında namaz kılınmaz. Rafizilere gelince, hadisleri inkar ederler. Onların arkasında da namaz kılınmaz." (Tabakat’ul Hanabile 1/168)

Diğer imamlardan da bu minvalde sözler nakledilmiştir:

İmam Şafii şöyle demiştir: "Rafizi'nin, Kaderiye mensubunun ve Mürcie'den olan kimselerin arkasında namaz kılma!" (Zehebi, Siyeru A'lam'un Nubela, 10/31)

İmam Malik’e, Kaderi bir imamın arkasında namaz kılmak soruldu. Soran kimseye dedi ki: “Sana sorulursa arkasında namaz kılma. Cuma da mı kılınmaz? diye sorunca: Cuma da kılınmaz. Şayet ondan korkar ve sakınman gerekirse onunla kıl ancak öğlen namazı olarak iade et dedi." (Müdevvenet’ul Kubra, 1/84)

Kadı Ebu Yusuf şöyle demiştir: "Cehmi’nin, Rafızi’nin ve Kaderi’nin arkasında namaz kılınmaz." (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl-i Sünneti ve’l Cema'at, 2/733)

Eğer imam sultan olsun olmasın, Sünnet Ehli’nden biriyse, arkasında namaz kıl ve namazını iade etme.

Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın Kabrinde Onları Selamlama

Ebu Bekir ve Ömer’in kabirlerinin -Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte- Aişe (radiyallahu anha)’nın odasında olduğuna iman (etmek gerekir). Onlar (Ebu Bekir ve Ömer ibn'ul Hattab) oraya (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına) defnedilmiştir. Kabre gelirsen, onlara –Rasulullah sallallahu aleyhi ve selleme selam verdikten sonra- selam vermen Vacibdir.

Müellifin burada Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın kabrine gidildiğinde onlara selam verilmesi gerektiğini bildiren ifadesi; Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’a has bir uygulama olduğu anlamına gelmemektedir. Mü’minlerin bulunduğu bir mezarlığa gidip, kabir ziyareti gerçekleştirildiğinde kabir ehline selam vermek Sünnet’tir. Kabir ehline verilecek selam da birbirinden farklılıklarla rivayet edilmiştir. Konumuzla ilgili olan kabir ehlinin selamlamaya dair hadislerden iki tanesinde şöyle tarif edilmektedir:

"Ey mü'minler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selam olsun. İnşallah, biz de sizlere katılacağız. Allah'tan bize ve size afiyet dilerim." (Müslim; İbni Mace);

"Ey kabirler ahalisi, size selam olsun! Allah bizi ve sizi mağfiret eylesin. Sizler, bizden önce gittiniz, biz de sizin ardınızdan (geleceğiz)." (Tirmizi)

Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer ibni Hattab (radiyallahu anh)’ın kabrine gidildiğinde -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e selam verdikten sonra- onlara selam verilmesinin Vacib oluşuna dair bu ifade müeelifin kendi tercihi ve ictihadına göredir. Cumhura göre ise Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kabrini ziyaret etmek ve selam vermek Müstehab’dır.

Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (İyiliği Emredip Kötülükten Men Etmek)

Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (yapmak; iyiliği emredip kötülükten men etmek) –(muhatabının) kılıcından veya değneğinden korkman müstesna- Vacibdir.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye derki: "İmkan ve şartların elverdiği nisbette ma’rufu emredip münkeri nehyetmeye çalışmak, Allah’a ibadet ve emirlerine itaattir." (İbni Teymiyye, Risalet’ul Ubudiyye, 9)

Ebu Bekir el-Cessas şöyle der: "Allah Teala, ma’rufu emr ve münkeri nehiy görevinin farziyetini Kur’an’ı Kerim’in bir çok ayetiyle te’kid etmiş ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen mütevatir hadisler bu görevi detaylarıyla açıklamıştır. Selefi Salihin ve her devirde yaşayan ulema, fakih ve müctehid imamlar da bu görevin farziyyeti üzerinde ittifak etmişlerdir." (Ahkam’ul Kur’an, 2/592)

İbni Hazm şöyle der: "İslam ümmetinin, topyekün fertleriyle birlikte bu görevin farziyeti üzerindeki ittifakı, münakaşasız bir gerçektir." (el-Faslu fi’l Milel ve’l Ehvai ve’n Nihal, 4/171)

İmam Nevevi şöyle der: “Ma’rufu emr ve münkeri nehiy çalışmasının farziyeti üzerinde Kitap, Sünnet ve İcma-ı ümmet mutabakat halindedir.” (Şerh-u Müslim, 1/51)

Şevkani şöyle der: “Ma’rufu emr, münkeri nehiy” farziyeyti Kitap ve Sünnet’le sabit bir gerçektir. Dinin, üzerinde kurulduğu ve gaye edindiği bir temeldir ve en kuvvetli direğidir. Bu temel esasla “Islami düzen” asıl anlamını kazanır ve zirveye ulaşır. (Feth’ul Kadir, 1/337)

Ma’rufu Emr, Münker’i Nehy etme prensibi Allah tarafından mü’minlere yüklenmiş bir vazife ve mü’minlerin özelliklerindendir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:

"Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz." (Al-i İmran 3/110);

"Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.." (Al-i İmran 3/104);

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları)dır. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, Aziz (üstün ve güçlüdür), Hakim'dir (hüküm ve hikmet sahibidir)." (et-Tevbe 9/71);

"Tevbe edenler, ibadet edenler, (cihad ve ilim tahsili için İslam uğrunda) seyahat edenler, rukü edenler, secde edenler, (insanlara) iyiliği emredenler ve (onları) kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlannı (ceza yasalarını) koruyanlar (yok mu!) İşte onlar da Cennet ehlidir. (Habibim!) Sen o mü’minlere (Cennet’i) müjdele." (et-Tevbe 9/112)

Hadislerde de epey yer tutan meselelerdendir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Sizden kim bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbinden buğz etsin ki, bu imanın en zayıfıdır." (Müslim, İbni Mace, Ahmed, Müsned ve daha başkaları rivayet etmiştir.)

"Ümmet-i Muhammed, emr-i ma’ruf ve nehy-i münker görevini, önceki din mensuplarına arız olan hastalıkları yaşamaya başladığı zaman terk edecektir." (İbni Mace)

"Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) minberde halka hitab ederken, adamın biri ayağa kalktı ve şöyle dedi: Ya Rasulullah! İnsanların en hayırlısı kimdir? Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu: İnsanların en hayırlısı, insanlara selam veren, Allah’tan en çok korkan, ma’rufu emredip münkerden nehyetmeye çalışan ve yakınlarını ziyaret eden kimsedir." (Ahmed, Müsned; Ebu’ş Şeyh, es-Sevab; Beyheki, Zühd’ül Kebir; et-Tergib ve’t Terhib);

"İslam Allah’a ibadette (din ve dünya işlerinde, hüküm vermede ve şartsız itatte) her ne şekilde olursa olsun ortak koşmaman, namazı dosdoğru kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, Allah’ın evini haccetmen, ma’rufu emredip münkerden nehyetmen ve hakkı ehline teslim etmendir. Kim bunlardan birini ihmal etmez ve bu hususta kusur işlemezse o, İslam’dan alacağı nasibini almıştır. Kim de bu görevlerin hepsini terkederse o kimse arkasını İslam’a çevirmiştir." (Hakim, Müstedrek: 1/21; Münziri, et-Tergib ve’t Terhib 4/11; el-Bezzar);

"Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı duymayan, Allah’ın emrettiklerini emredip, yasakladıklarını ve arzu etmediklerini yasaklamayan yani ma’rufu emredip, münkeri nehyetmeyen bizden değildir." (Tirmizi; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, Sahih; et-Tergib ve’t Terhib 4/12);

 "Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki; ya ma’rufu emreder münkerden vaz geçirmeye çalışırsınız yahut Allah Teala’nın size azab göndermesi çok yakındır. Sonra Allah’a (bu azabtan ve cezadan kurtulmanız için) yalvarırsınız; lakin Allah duanızı kabul etmez." (Tirmizi; Nevevi, Riyaz’us Salihin, 191);

"Allah Teala, Cebrail’e bir şehri ahalisiyle birlikte altını üstüne çevirmesini emretti de Cebrail (aleyhi selam): Ya Rabbi! onların aralarında sana karşı göz açıp kapama miktarı da olsa isyan etmeyen falan kişi de var deyince, Allah Te'ala: Onu da onlarla birlikte yok et. Çünkü bir saat de olsa işlenen münker karşısında yüzü kızarmadı." (Beyheki, Şuab’ul İman)

Burada önemle üzerinde durulması gereken husus; Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapan kişilerin ehli olmasıdır. Zira, bu görev ehli olmayan kimseler tarafından yapılırsa çoğu zaman Ma’ruf nehyedilir, Münker ise emredilir. Böylelikle çok daha büyük fitnelere yolaçar.

Bir diğer husus da, her ne kadar alimler arasında ihtilaf olduğu söylense de, Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker görevinin -küfre rıza gibi durumlar dışında-, müslüman bireylerin üzerine vacib olan bir yükümlülük değil de, farz-ı kifaye olduğudur.

İbni Kesir, en-Nisa 4/29 numaralı ayetin tefsirinde alimlerden gücü yettiği halde Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapmayı terkedenlerin büyük günah işlediklerine dair nakile yerverir:

"Kadı Ebu Sa’id şöyle devam eder: Kadı er-Ruyani tafsilatlı bilgi verir ve der ki: Büyük günahlar yedidir: Bir kimseyi haksız yere öldürmek, zina, livata (homoseksüellik), içki içmek, hırsızlık yapmak, bir malı zorla almak, zina iftirasında bulunmak. ‘eş-Şamü’ adlı eserinde de bu sayılan yediye; yalan şahidliği ilave eder. ‘el-İdde’ isimli kitabın müellifi bunlara ‘faiz yemek, ramazanda özürsüz olarak oruç yemek ... gücü yettiği halde iyiliği emredip kötülükten sakındırmamak ...’ diye ilaveler yapar." (İbni Kesir, Tefsir, 1/645)

 Selam’ı Yaymak

Selam, Allah’ın bütün kullarına verilmelidir.

Selamlaşma ve selamı yaymak önemli Sünnetler’dendir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır:

"Size bir selam verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selam verin veya aynıyla karşılık verin..." (en-Nisa 4/86);

"Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu, sizin için daha iyidir." (en-Nur 24/27)

Bu hususta da çok sayıda hadis rivayet olunmuştur, bunlardan birkaçına değinmekte fayda vardır:

"İman etmedikçe cennete giremezsiniz: birbirinizi sevmedikçe, olgun bir imana sahip olamazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şeyi haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız!" (Müslim);

"Şüphesiz ki, Allah katında insanların en iyisi, önce selam verendir." (Ebu Davud);

İmran İbni Husayn (radiyallahu anh) şöyle dedi: Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir adam geldi ve: "es–Selamu aleykum, dedi. Peygamber onun selamına aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam oturdu. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem): On sevap kazandı buyurdu. Sonra bir başka adam geldi, o da: es–Selamu aleykum ve rahmetullah, dedi. Peygamberimiz ona da verdiği selamın aynıyla mukabelede bulundu. O kişi de yerine oturdu. Peygamber: Yirmi sevap kazandı buyurdu. Daha sonra bir başka adam geldi ve: es–Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh, dedi. Peygamber o kişiye de selamının aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine oturdu. Efendimiz buyurdu: Otuz sevap kazandı." (Ebu Davud; Tirmizi);

"Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selam verir." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi);

"İnsanların Allah katında en makbul olanları, selama ilk başlayanlardır." (Ebu Davud);

"Sizden biriniz bir meclise vardığında selam versin. Oturduğu meclisten kalkmak istediği zaman da selam versin. Önce verdiği selam, sonraki selamından daha üstün değildir." (Ebu Davud; Tirmizi);

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Enes (radiyallahu anh)'a şöyle buyurmuştur: "Oğlum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun." (Tirmizi);

Enes (radiyallahu anh), çocuklara rastladığı zaman onlara selam verir ve: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle yapardı." derdi. (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace);

Tufeyl İbni Übey İbni Ka’b, söylediğine göre Abdullah İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)'e gelir ve onunla birlikte çarşıya çıkarlardı. Tufeyl sözüne şöyle devam etti: Biz çarşıya çıktığımızda, Abdullah, eski eşya satan, değerli mal satan, yoksul veya herhangi bir kimseye uğrasa mutlaka selam verirdi. Bir gün yine Abdullah İbni Ömer’in yanına gelmiştim. Çarşıya gitmek için kendisine arkadaş olmamı istedi. Ona: "Çarşıda ne yapacaksın? Alış verişe vakıf değilsin, malların fiyatlarını sormuyorsun, bir şey satın almak istemiyorsun, çarşıdaki sohbet yerlerinde de oturmuyorsun? Şurada otur da, birlikte konuşalım, dedim. Bunun üzerine Abdullah: Ey Ebu Batn (karın)! –Tufeyl, iri göbekli bir kişi olduğu için böyle hitap etmiştir– biz, sadece selam vermek üzere çarşıya çıkıyoruz; karşılaştığımız kimselere de selam veriyoruz, cevabını verdi." (Malik, Muvatta)

Mescid’de Cema'at (Farz) Namazını Terkeden Bid'atçidir

(Geçerli) özrü (mazereti) olmaksızın, mescidde cuma ve cema'at namazlarını terkeden kimse Mübtedidir (Bid'atçidir). Mazeret; kişinin mescide gitmeye takati olmayacak kadar hasta olması veya zalim sultandan korkması gibi şeylerdir. Bundan başka şeylerde kişinin mazereti yoktur.

Cema'at ile namaz kılmanın gerekliliğine dair görüşe kaynaklık eden deliller arasında;

"Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, rüku edenlerle birlikte siz de rüku edin!" (el-Bakara 2/43) ayetinde Allah’ın mü’minlere namazı kılıp rüku edenlerle birlikte rüku etmeyi emretmesi, cema'at ile namaz kılmayı terkeden kişilerin şiddetle eleştirilmesi Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in "Cema'at namaza gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai) buyurması, münafıkların cema'at ile namaz kılmaya devam etmediklerini bildirmesi (Müslim; Ebu Davud; Nesai; Malik, Muvatta) cema'at ile namazı terkeden kişiler için mazeret sayılabilecek hususların tespit edilmiş olması ve cema'at ile kılınan namazların münferid kılınan namazlardan "yirmiyedi derece daha faziletli" (Buhari; Müslim; Nesai; İbni Mace) olması gibi cema'at ile kılınan namazların faziletine yönelik çok sayıda hadis bulunmaktadır.

İmam Kurtubi bu hususta alimlerin görüşlerini aktarmıştır: "Cema'ate katılarak namaz kılma hususunda ilim adamlarının iki ayrı görüşü vardır. Çoğunluğun (cumhurun) kabul ettiği görüş, bunun müekked bir sünnet olduğu ve özürsüz olarak cema'atten uzak kalmayı alışkanlık haline getiren kimsenin cezalandırılması gerektiğidir. Bazı ilim adamları da cema'at ile namaz kılmanın farz-ı kifaye olduğunu kabul etmiştir. (...) Davud (ez-Zahiri) der ki: Cema'at ile namaz kılmak her bir kimse için tıpkı cuma namazında olduğu gibi bir farzdır. (...) Aynı zamanda bu, Ata ibni Ebi Rebah'ın, Ahmed ibni Hanbel'in ve Ebu Sevr ile başkalarının da görüşüdür. İmam Şafii der ki: Cema'ate katılma gücüne sahip olan kimsenin özrü olmadıkça cema'ate gitmeyi terketmesinde bir ruhsat görmüyorum. Şafii'nin bu görüşünü İbn'ul Münzir nakletmektedir."

Bu konudaki iki görüşten biri cema'at ile namaz kılmanın vucubiyet ifade ettiğini söylerken diğer görüş sahipleri ise sahih hadisde de geçtiği gibi, cema'at ile namaz kılmak "hüda sünnetlerinden bir sünnettir." (Müslim; Ebu Davud; Nesai) Onu terketmek ise bir sapıklıktır görüşünü tercih etmişlerdir. Kurtubi şunu da ekler: "İşte bundan dolayı Kadı Ebu'l Fadl İyad şöyle demiştir: Sünnetlerin zahir olanlarının terkedilmesi üzerinde ittifak olunursa, bunların ifa edilmesi için terkedenlerle savaşılıp savaşılmayacağı hususunda farklı görüşler vardır. Doğrusu böyleleriyle savaşılacağıdır. Çünkü bunların terki üzerinde anlaşmak, Sünnetleri öldürmek demektir."

Alimlerin görüşleri ve delillerin değerlendirilmesi için muteber fıkhi kaynak eserlere ve Kurtubi Tefsiri’den el-Bakara 2/43 numaralı ayetin tefsirine müracaat ediniz.

İmam Kendisine Tabi Olunmak İçin Seçilir

Bir imamın arkasında namaz kılıp imama uymayanın namazı yoktur.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir rahatsızlığı sırasında ashabına şöyle buyurmuştur: "İmam, kendisine uyulmak için vardır. Öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şayet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın." (Buhari; Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; Nesai)

Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker Kılıçla Yapılmamalıdır

Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker (iyiliği emredip kötülükten men etmek); elle, lisan ile (dille) ve kalple yapılmalıdır, kılıçla değil.

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizden her kim bir münkeri (kötülük) görürse onu eliyle düzeltsin. Eğer ona muktedir olamazsa diliyle, diliyle de yapamazsa kalbiyle (buğz etsin); bu da imanın en zayıf derecesidir." (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned)

Münker, içerisinde Allah’ın rızasının olmadığı söz ve iştir. Allah’ın rızasına uygun söz, iş ve durum manasına gelen ma’rufun zıddıdır. Münkeri dille, elle veya kalble inkar meşrudur ve istisnasız herkes için vacibdir, bir yükümlülüktür. Lakin, toplumda fikri ve fiili anarşi ve kargaşaya sebebiyet verecek olan münkere karşı kılıçla müdahalede bulunmak bu sebepden kınanmıştır. Bu hususta şöyle bir prensip yerleşmiştir: "Emri bi'l ma'rufu; ümera (yöneticiler) el ile, ulema dil ile, avamı nas ise kalb ile yapar."

Münkeri dille, elle veya kalble inkarı bildiren hadisin (Müslim; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Ahmed, Müsned) şerhinde Hafız İbni Receb el-Hanbeli: "Elle değiştirmek savaşmak demek değildir." demektedir. (Cami’ul Ulum ve’l Hikem, 304)

 Bunun benzeri Salih kanalıyla İmam Ahmed ibni Hanbel’den de nakledilmiştir: "Elle değiştirmek kılıçla değiştirmek veya silah kullanarak değiştirmek demek değildir. (Münkeri) kılıçla değiştirmek halk için değil aksine sultan içindir." (İbni Müflih, el-Adab’uş Şeriyye, 1/163)

Durumu Kapalı Müslüman

Durumu kapalı Müslüman, şüphe açığa vurmayandır.

İbrahim en-Nehai şöyle demiştir: "Şöyle derlerdi: Müslümanlar arasında adil olan kişi, aşikarda hiçbir şüphesi görünmeyen kişidir." (Beyheki, Sünen, 10/124; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 9/224)

İlm’ul Batın (Gizli İlim) Kitab ve Sünnet’te Yoktur, Bid'atdir

Kulların, İlm’ul Batın’dan olduğunu iddia ettiği; Kitab ve Sünnet’te bulunmayan herşey Bid'at ve Dalalettir. (Onunla) amel edilmemeli ne de ona davet edilmemelidir.

İlm’ul Batın; Batıni ve sufilerin aşırılarının davet ettiği sapkın inançtır. Herşeyin bir batını bir de zahiri olduğunu iddia etmekte ve sahip olduklarını iddia ettikleri İlm’ul Batın ile olayları açıkladıklarını ileri sürmektedirler. Allah’ın Kitabı’nı ve Şeri’atini hevalarına göre çarpıtmakta, diledikleri manaları yüklemekteler. Kitab ve Sünnet dışında "Gizli İlim" aldıklarını da iddia etmekteler. Bunun gibi apaçık küfür söz, inanç ve amellerde bulunmaktadırlar.

Nikah; Veli, Şahit ve Sadaka (Mehir) iledir

Kendisini bir adama hediye eden kadın, o kişiye Helal olmaz. Eğer kadından (bir şeyde) istifade ederse her ikisi de cezalandırılır. (Mahrem olmayan kadın) yalnız bir veli, iki adil şahit ve Sadaka (Mehir) ile (Helal olur).

Ashab Hakkında Hayırdan Başka Birşey Konuşmamak

Rasulullah1 sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından birini ta’n eden (eleştiren) bir adam görürsen bil ki o şer görüş ve heva sahibidir. Çünkü Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"Ashabım anıldığında sakının!" Taberani (el-Mu'cem'ul Kebir, 2/96 1427; 10/198 10448) tarafından rivayet edilmiştir.

Bu mevzuda nakledilen diğer bir hadiste Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: "Ashabımı kötüleyene Allah, melekler ve insanların tümü lanet etsin." (Taberani; Beyheki; Hakim);

İmam Ahmed şöyle demiştir: "Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashab’ına sebbedenin İslam’ından şüphe et!" (Lalekai, es-Sünne, 2359)

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ölümünden sonra onların ne gibi hatalar yapacaklarını bilirdi, buna bakmayarak onlar hakkında hayırdan başka birşey söylememiştir. Şöyle buyurmuştur:

"Ashabımı bana bırakın onlar aleyhinde hayırdan başka söz söylemeyiniz."

Müellif burada iki hadisi cem ederek nakletmiştir.

Hadiste geçen "Ashabımı bana bırakın!" ifadesi Bezzar (Keşf’ul Astar, 3/290) tarafından hasen senedle nakledilmiştir.

"Onlar aleyhinde hayırdan başka söz söylemeyiniz." ifadesi ise, Heyseme ibni Süleyman (Fedail’us Sahabe) tarafından zayıf senedle rivayet edilmiştir. İbni Hacer, hadisi (Cüzün fihi Turuk Hadis La Tasubbu Ashabi, 70-71) alıntılamıştır.

Onların hatalarından yada savaşlarından ve hakkında bilgin olmayan konularda tatışma. Bu konuda konuşan hiç kimseyi dinleme, dinlersen muhakkak ki o senin kalbini selamette bırakmaz.

Ashab’a saldıran kimseler, İslam’ı yıkmaya uğraşan sapkın ve zındıklardan başkaları değildir. Allah Dini’ni, Muhacir ve Ensar’dan Ashab ile güçlendirmiş ve bizlere kadar Din’in ulaşmasına onları vesile kılmıştır.

Ashab’a söven, onları tekfir eden, onlara hakaret eden kişilerden beri olmamızı gerektiren sebeplerden biri de hiç kuşkusuz Allah (tebareke ve teala)’nın çok sayıda ayette onları övmesi, onlardan razı olduğunu bildirmesidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ashab’ının üstünlüklerini bildiren bazı ayetler ve mealleri şöyledir:

"Muhacirlerin (Mekke’den hicret eden Ashab’ın) ve Ensar’ın (Medine’de muhacir Ashab’a yardım edenlerin) önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden Allah razıdır ve bunlar da, Allah’tan razıdır." (et-Tevbe 9/100);

"Andolsun, Allah, sana (Hudeybiye’de) o ağacın altında biat ederlerken mü'minlerden (Ashab’dan) razı olmuştur, kalplerinde olanı bilmiş ve böylece üzerlerine 'güven duygusu ve huzur' indirmiştir ve onlara yakın bir fethi sevap (karşılık) olarak vermiştir." (Fetih 48/18);

"(Muhammed), Allah’ın Peygamberidir, Onunla birlikte bulunanların (Ashab’ın) hepsi, kafirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah, inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vaad etmiştir." (Fetih 48/29);

"(Bundan başka bu mallar,) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Rasulü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır. Kendilerinden önce o yurdu (Medine'yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. Bir de onlardan sonra gelenler, derler ki: Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten Sen, Rauf (çok şefkatli)'sin, Rahim (çok esirgeyici)'sin." (el-Haşr 59/8-10)

"Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı (Cennet’i) vaad etmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır." (en-Nisa 4/95);

"Allah (Ashab’ın) hepsine de en güzel olanı (Cennet’i) vaad etmiştir." (el-Hadid 57/10);

"Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun (Ashab’ın) babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Rasulüne düşman olanlarla dostluk etmez. İşte onların (Ashab’ın) kalbine Allah, iman yazıp katından bir ruh ile onları destekledi. Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razıdır." (el-Mücadele 58/22);

"(Rasulullah’ın Ashabı olan) sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız." (Al-i İmran 3/110);

"Rasulüm sana Allah yetişir ve seni müminlerle (Ashab’ınla) destekler." (el-Enfal 8/62)

Hadisi Eleştiren ve İnkar Eden Heva ve Bidat Ehlindendir

Bir kimsenin Asarı (rivayetleri) ta’n ettiğini, yada Asarı reddettiğini veya Asardan başkasını istediğini işitsen, onun İslam’ından şüphe et ve onun heva sahibi bid'atçi olduğundan şüphe etme!

Zalim Sultana İyi Muamelede Bulunmak ve Arkasında Namaz Kılmak

Bil ki; bir sultanın zalimliği, Allah’ın; Nebi sallallahu aleyhi ve sellemin diliyle farz kıldığı farzlardan birini eksiltmez (veya değiştirmez). Onun zalimliği kendisinedir. Onunla birlikte yerine getirdiğin ibadetlerin ve iyiliklerin (iyi amellerin) tamamdır (kabul olunur) inşallah!5 Cema'at namazı ve cuma namazını onlarla kılmak gibi ve onlarla birlikte cihad etmek gibi bütün taat gerektiren işlerde onlara ortaklık et (uy); onda kendi niyetin(e göre mükafatlandırma) vardır.

Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye der ki: "Sultanlarla, günah işledikleri gerekçesiyle savaşılmaz. Kişi işledikleri –zina gibi- bazı günahlar sebebiyle öldürülüyor olsa da, sultanla; bir kişinin öldürülmesine sebep olacak bir günah işlemesi sebebiyle savaşılması Caiz değildir çünkü bu savaşla ortaya çıkacak fitne sultanın işlediği büyük günahtan meydana gelecek bozulmadan daha büyüktür." (Mecmu'ul Feteva, 22/61)

İbni Ebi’l İzz, Ehli Sünnet’in fitne çıkma tehlikesi bulunduğu takdirde büyük günah işleyen ve küçük günahta ısrar eden hükümdarın degistirilmeyeceği görüşünde olduğunu belirtir. Sadece Mu’tezile, Harici ve Rafiziler’de büyük günah işleyen hükümdara karşı başkaldırmak Caizdir. (İbni Ebi’l İzz, el-İttiba, 66-67’den naklen İbni Ebi’l İzz’in İttiba Adlı Risalesi Bağlamında Ebu Hanife ve Hanefi Mezhebi Örneğinde Taklide Dair Görüşleri)

Sultan İçin Dua Etmek

Sultanın aleyhinde dua eden bir adam görürsen bil ki o heva sahibidir. Sultanın salahı (ıslahı) için dua eden bir adam görürsen bil ki, o sünnet sahibidir inşallah. 

Fudeyl dedi ki:"Eğer kabul olunacak bir duam olsaydı onu sultandan başkası için etmezdim."  diğer nüshada ismin tamamı, "ibni İyad" ziyadesi ile "Fudeyl ibni İyad" denilerek metinde zikredilmiştir.

Fudeyl ibni İyad ibni Mes’ud, Şeyh’ul İslam Ebu Ali et-Temimi, el-Yerbi, el-Mervezi, el-Horasani. Büyük zahid ve alimlerdendir. Semerkand’da doğmuş sonraları yol kesen eşkiyalardan olmuştur. Kur’an kıraatından etkilendikten sonra tevbe etmiş ve zahidane bir hayat yaşamıştır. İlim elde etmek için Kufe’ye gitmiş oradan da Mekke’ye gitmiştir. Talebeleri arasında Abdullah ibni Mübarek, Yahya el-Kattan, Abd'ur Rahman ibni Mehdi, Abd'ur Rezzak, eş-Şafii ve Kuteybe ibni Sa’id gibi seçkin şahsiyetler bulunmaktadır. Zehebi "İmam, örnek insan, muteber ve Şeyh’ul İslam" olarak onu vasfetmiş Abdullah ibni Mübarek de şeyh hakkında şöyle demiştir: "Fudeyl ibni İyad’dan daha hayırlı bir kimse şu yeryüzünde yoktur." Halife Harun er-Reşid onun hakkında şunları söylemiştir: "İmam Malik’ten daha büyük bir alim görmedim, Fudeyl’den daha takvalısını da görmedim." Hicri 187 yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer, 8/421-441; Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz, 1/245-246)

Ahmed ibni Kamil dedi ki: Hüseyin ibni Muhammed et-Taberi dedi ki: Merdeveyh es-Saiğ dedi ki: Fudeyl’i şöyle derken işittim:"Mustecab (kabul olunacak) duam olsaydı onu yalnız sultan için ederdim."

Ona denildi ki: Ey Ebu Ali, bunu bize açıkla! Dedi ki:"Eğer kendim için dua etsem, (faydası) benden başkasına ulaşmayacak. Eğer sultanın ıslahı için dua etsem, düzelir ve onun düzelmesi ile insanlar ve ülkeler düzelir." Ebu Nu’aym (Hilyet’ul Evliya, 8/91), Hallal, (es-Sünne, 9), İbni Asakir (Tarih Dimeşk, 48/447) tarafından sahih senedle rivayet olunmuştur.

Bizler, sultanların salahı (ıslah olmalar)ı için dua etmekle emrolunduk. Zulmetseler ve haksızlık etseler de onların aleyhinde dua etmekle emrolunmadık. Zulümleri ve haksızlıkları kendi nefislerinedir; ıslah olmaları ise hem kendi nefislerine hem de müslümanlara(faydalı)dır.

 Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Eşleri ve Mü’minlerin Anneleri

Ummuhat’ul Mü’minin'den (mü’minlerin annelerinden) hiçbiri hakkında hayırdan başka bir söz söyleme.

Rasulullah (salllahu aleyhi ve sellem)’in eşlerinin Mü’minlerin Anneleri olarak tanımlanması Allah (tebareke ve teala)’nın Kur’an’da bu yönde vahyetmesi ile olmuştur:

"Nebi (Peygamber), mü'minler için kendi nefislerinden daha evladır ve onun zevceleri de onların anneleridir." (el-Ahzab 33/6)

Namazları Cema'at ile Kılmak

Sultanla veya başkasıyla birlikte farz namazlarını cema'at ile kılmaya devam eden birini gördüğünde bil ki; o Sünnet sahibidir inşallah. Sultanla (veya başkasıyla) birlikte farz namazlarını cema'at ile kılmayı aksatan birini gördüğünde bil ki; o heva sahibidir.

Helal ve Haram Bellidir, Kalpte Rahatsızlağa Neden Olan Şüphedir

Helal, Helal olduğuna şahitlik edip yemin ettiğin şeydir. Haram da bunun gibidir. Kalbinde rahatsızlığa sebep olan şey ise şüphedir.

Nu'man ibni Beşir (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’i şöyle buyururken dinledim dedi: "Helal olan şeyler bellidir, Haram olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında halkın bir çoğunun Helal mi Haram mı olduğunu bilmediği şüpheli konular vardır. Şüpheli işlerden sakınanlar dinlerini ve ırzlarını korumuş olurlar. Şüpheli şeylerden sakınmayanlar ise zamanla Harama dalıp giderler. Aynen sürüsünü başkasına ait bir arazinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onların o araziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her hükümdarın girilmesi yasaklanmış bir arazisi vardır. Unutmayın Allah’ın yasak arazisi de Haram kıldığı şeylerdir. Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir." (Buhari; Müslim)

Durumu Kapalı Kişi ile Rezil Kişi Arasındaki Fark

Durumu kapalı olan, durumunun kapalılığı aşikar olandır, rezil ise günahları aşikar olandır.

İmam el-Berbehari'nin burada ele aldığı, "Mestur (durumu kapalı olan kişi)", insanlar için fasık olarak tanınmayan ve açıktan günah işlemeyen kişidir. Bunun zıddı olan "Mahtuk (rezil)" ise, günahları açıktan işleyen kişidir.

Hadis ve Sünnet Ehli’ni Eleştiren Bid'atçidir; Bid'atçilerin Alametleri

Bir adamın "filan Müşebbihe’dir" veya "filan Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu söyleyenden şüphe et ve bil ki o bir Cehmi’dir.

Bir adamın "filan Nasibi’dir" dediğini işittiğinde bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir.

Metinde, "Bir adamın "filan Müşebbihe’dir" veya "filan Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu söyleyenden şüphe et ve bil ki o bir Cehmi’dir. Bir adamın "filan Nasibi’dir" dediğini işittiğinde bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir." şeklinde yeralmakta olan bu bölüm, diğer nüshada da bulunmakla beraber takdim ve tehir sözkonusudur: "Bir adamın "filan Nasibi’dir" dediğini işittiğinde bil ki bunu söyleyen Rafızi’dir. Bir adamın "filan Müşebbihe’dir" veya "filan Teşbih ile konuşmaktadır" dediğini işittirsen, bunu söyleyenden şüphe et ve bil ki o bir Cehmi’dir."

Bir adamın "bana Tevhid’i anlat" ve "Tevhid’i açıkla" dediğini işittiğinde bil ki bunu söyleyen Harici ve Mu’tezili’dir.

Müellif burada "Tevhid" demek suretiyle Mu’tezile’nin uydurduğu "Tevhid" inancına ve onların insanları uydurdukları "Tevhid" inancı ile sınamalarına atıf yapmaktadır. Mu’tezile’nin beş esasından biri olan "Tevhid", Allah’ın sıfatlarının inkarına götüren sapkın bir yol ve hakiki ”Tevhid”e muhalif bir inançtır.

Veya "filan Mucbir (Cebri)’dir" yada "İcbar konuşmaktadır" veya "adalet hakkında konuşmaktadır" bil ki bunu söyleyen Kaderi’dir çünkü bu isimler bidat ehli tarafından uydurulmuş isimlerdir.

İmam Ahmed ibni Sinan el-Kattan şöyle der: “Dünyada ne kadar bid’atçi varsa, mutlaka Hadis Ehli'ne buğzeder. Çünkü adam bid’at ortaya koydu mu kalbinden hadisin lezzeti sökülüp, alınır.” (Nevevi, et-Tezkire)

Muhammed ibni Sirin şöyle demektedir: “Bir bid’at ortaya koyup da Sünnet'e başvuran kimse yoktur.” (Müslim, Sahih-i Müslim Mukaddime)

Ehli Sünnet her iki açıdan aşırılığa kaçan Heva ve Bid'at Ehli’nin aksine orta yolu tutmuştur. Bundan dolayıdır ki, bütün bid'atçi ve sapıkların eleştirisine maruz kalmıştır. Hariciler ve Mu’tezile, Ehli Sünnet’i Mürci olmakla, Mürcie ise Harici olmakla itham etmiştir. Bunun gibi, Nasibiler Rafızilik ile, Rafıziler ise Nasıbi olmak ve Ehli Beyt düşmanlığı ile itham etmiştir. Kaderiye mensubları Ehli Sünnet’i Cebriyelik ile, Cebriye mensubları ise Kaderi olmakla itham etmişlerdir. Cehmiyye ise Müşebbihe olmakla, Teşbih Ehli olmakla itham etmiştir.

"Ebu Muhammed (İbni Ebi Hatim) şöyle dedi: Ben babamı (Ebu Hatim Muhammed İbni İdris er-Razi) şöyle derken işittim: Bid’atçilerin alameti, Ehl’ul Eser'e (Ehl’ul Hadis’e) iftira atmalarıdır. Zenadika’nın (Zındıkların) alameti: Ehli Sünnet’i, rivayetleri geçersiz saymak istediklerinden dolayı “Haşviyye (değeri bulunmayan kimse)“ olarak adlandırmalarıdır. Cehmiyye’nin alameti: Ehli Sünnet’i “Müşebbihe (Allah’ı mahlukata benzeten)“ olarak adlandırmalarıdır. Kaderiyye’nin alameti: Ehl-i Eser’i “Mücebbire (Cebriyye)“ olarak adlandırmalarıdır. Mürci’e’nin alameti: Ehl-i Sünnet’i “Muhalife (muhalefet edenler)“ ve “Noksaniye (noksancılar yani imanda eksilmeyi kabul edenler)“ olarak adlandırmalarıdır. Rafıziler’in alameti: Ehli Sünnet’i “Nasibi (Ehli Beyt’e dil uzatanlar)“ olarak adlandırmalarıdır. Ehli Sünnet için bir tek isim “(Ehli Sünnet ve2l Cema'at)“ vardır ve Ehli Sünnet’in bu sayılan isimlerle bir ilişkisinin olması imkansızdır." (İmam Ebu Hatim el-Hanzali er-Razi, Asl’us Sünneti ve İ’tikad’ud Din; Ebu’l Kasım Hibetullah el-Lalekai, Şerhu Usul’i İ’tikadi Ehl’is Sünneti ve’l Cema'at, 1/198-204  321-323)

Abdullah ibni Mübarek8 der ki: "Kufe Ehli’nden "Rafızilik" ile alakalı alakalı hiç birşey (Asar-Hadis) alma! Şam Ehli’nden kılıçla alakalı hiç birşey alma! Basra Ehli’nden "Kader" ile alakalı hiç birşey alma! Horasan Ehli’nden ise "İrca" ile alakalı hiç birşey alma! Mekke Ehli’nden ise "Sarf" hakkında hiç birşey alma! Medine Ehli’nden ise "Nağme" hakkında hiç birşey alma! Bu işlerde onlardan hiç birşey alma."

Zühd ve Takva Ehli’nden olan Abdullah ibni Mübarek ibni Vadih el-Hanzali et-Temimi Ebu Abd’ir Rahman el-Mervezi, Ehli Sünnet ve’l Cema'atin büyük imamlarındandır. Hadis, fıkıh ve zühdü kendisinde toplanmıştı. Zamanının imamı idi. H118 yılında doğmuş ve H181 yılında vefat etmiştir. Buhari’de ikiyüzotuzsekiz, Müslim’de kırkaltı hadisi vardır. Şu’be, Evzai, İbni Cureyc, İmam Malik, Leys ve daha birçok şeyhi vardır. Talebeleri ve kendisinden hadis rivayet edenler arasında Süfyan es-Sevri, Ma’mer, Süfyan ibni Uyeyne, Fudeyl ibni İyad, Yahya ibni Ma’in, İbni Şeybe bulunmaktadır.

İmam Abdullah el-Mübarek şöyle demiştir: “Allahım! Bid’at sahibi bir kimsenin bana iyilik yapmasına ve bunun sonucunda kalbimin ona sevgi beslemesine imkan verme!..” (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ehl’is Sünneti ve’l Cema'at; İbni Batta, el-İbane)

Emir'ul Mü'minin Abdullah ibni Mübarek hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere müracaat edilebilir:

Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 8/378-421; Lisan el-Mizan’ın üçüncü cildi; Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz, 1/274-279; Zehebi, el-İber fi Ahbar men Ğabar; Tabakat’ul Huffaz, 117-118; Tehzib'ul Tehzib, 5/386; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 320; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, cilt 10, Hicretin Yüzseksenbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler; Kadı İyad, Tertib'ul Medarik; Nevevi, Tezhib'ul Esma Lugat; Hatib el-Bağdadi, Tarih'ul Bağdad, 10/154; İbn'ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 695; İbni Kuteybe, el-Maarif, 223; Buhari, et-Tarih'ul Kebir, 5/212; İbn'ul İmad, Şezerat'uz Zeheb, 1/295-297; İbn’ul Halikan, Vefayat'ul Ayan; Bağdadi, el-Kifaye, 76; İbn’ul Sem’ani, Adab'ul İmla ve’l İstimla; Ebu Nu’aym, Hiyet’ul Evliya

Abdullah ibni Mübarek’in bu şekilde şehirleri, ehlini ve onlardan alınmayacak hususları listelemesinin sebebi, bu fitnelerin mevzubahis şehirlerde ortaya çıkması ve/veya yagın olması sebebiyledir. Rafızilik fitnesi Kufe’de, Kader fitnesi Basra’da, İrca fitnesi Horasan’da yaygınlaşmıştı. Mekke’ye dünyanın her yanından tacirler geldiği için Mekke Ehli para işlerinde gevşeklik göstermekteydiler. Medine Ehli ise rivayetlere göre nağmeye izin vermekteydiler.

"(İmam Ahmed’in oğlu) Abdullah diyor ki: Bir defasında babam şöyle dedi: Ben, Yahya el-Kattan'ın şöyle dediğini duydum: Bir kimse, bütün mezheplerin ruhsatını kendisinde toplamaya, kalkışıp: Kufelilerin nebiz içilmesi hakkındaki ruhsatını, Medinelilerin şarkı ve çalgı hakkındaki ruhsatını, Mekkelilerin Mut'a Nikahı ile ilgili müsadesini alıp bunlarla amel etmeye kalksa, elbette ki fasık olur." (İbni Kayyım, İğasat’ul Lehafan, 1/229)

 Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’a, Enes ibni Malik (radiyallahu anh)’a ve Useyd ibni Hudeyr (radiyallahu anh)’a Sevgi Beslemek

Bir adamın Ebu Hureyre (radiyallahu anh)’ı, Enes bin Malik (radiyallahu anh)’ı ve Useyd bin Hudeyr (radiyallahu anh)’ı sevdiğini görürsen bil ki bu adam Sünnet sahibidir inşallah.

Selef İmamları'na Sevgi Beslemek

Bir adamın; Eyyub, İbni Avn, Yunus ibni Ubeyd, Abdullah ibni İdris el-Evdi, eş-Şabi, Malik ibni Miğvel, Yezid ibni Zürey, Mu'az ibni Mu'az, Vehb ibni Cerir, Hammad ibni Seleme, Hammad ibni Zeyd, Malik ibni Enes, Evzai ve Zaide ibni Kudame’yi sevdiğini görürsen bil ki o Sünnet sahibidir.

Eğer bir adamın Haccac ibn'ul Minhal, Ahmed ibni Hanbel, Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini görürsen bil ki, Sünnet sahibidir inşallah; eğer o, onları hayırla yad ediyor ve onların dediklerini söylüyorsa.

Eyyub ibni Ebi Temime es-Sahtiyani H66 yahut H68 yılında doğmuş takva ehli muteber bir alimdir. Nafi’den nakletmiştir. Kütübi Sitte’de yer alan bütün kitaplarda hadisleri vardır. Buhari’de ikiyüzotuzüç Müslim’de ikiyüziki adet hadisi yer almıştır. Nafi, Ata, İkrime, Amr ibni Dinar gibi şeyhleri vardır. Kendisinden nakleden talebeleri arasında A’meş, Katade, şeyhi Hammad ibni Seleme, Hammad ibni Zeyd, Süfyan es-Sevri, Süfyan ibni Uyeyne, Şu’be, İmam Malik, İbni İshak ve İbni Aliye gibi meşhur şahsiyetler ve güzide imamlar vardır. İmam Malik onun hakkında şöyle demiştir: "Kimden hadis rivayet ederseniz edin Eyyub ondan daha sikadır (güvenilirdir)." Şu’be der ki: "O fakihlerin lideriydi." İbni Uyeyne der ki: "Onun gibisini görmedim." H131 yılında vefat etmiştir. (Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 3/3; Zehebi, Siyer el-A’lem'un Nubela, 2/38; 6/15-26; Zehebi, Tezkiret’ul Huffaz, 1/364; İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 1/397; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 117; İbni İmad, Şezerat’uz Zeheb, 1/181)

Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Eyyub es-Sahtiyani’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.

Abdullah ibni Avn, Basra Ehli’nin şeyhi ve alimidir. Takva ehlinden büyük bir zattır. Buhari’de ve Müslim’de kırkbeşer hadisi vardır. Şeyhleri arasında İbni Sirin, İbrahim en-Nehai, Hasan el-Basri, Şa’bi, Ebu Bekre, Sa’id ibni Cu'beyir ve Nafi gibi değerli ilim adamları vardır. Kendisinden hadis nakledenler arasında da A’meş, Süfyan es-Sevri, Şu’be, Yahya ibni Sa’id, Abdullah ibni Mübarek, Veki, İbni Aliye, Yezid ibni Harun gibi mühim şahsiyetler bulunmaktadır. İbni Mehdi onun hakkında şöyle der: "Irak’da Sünnet’i İbni Avn’dan daha çok bilen kimse yoktur." H150 yılında vefat etti. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 6/364-375; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 317)

Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 1/62 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve İbni Avn’ın imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.

Yunus ibni Ubeyd Ebu Abdullah, büyük bir imam ve hafızdı. H139 yılında vefat etmiştir. İbni Kesir  şöyle demiştir: "Bu senede (...) Yunus ibni Ubeyd vefat ettiler. Yunus, abidlerden biri olup Hasan Basri'nin arkadaşıydı." (el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicri yüzotuzdokuzuncu yıl; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 613; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 531)

Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Yunus ibni Ubeyd’in imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.

Abdullah ibni İdris el-Evdi Ebu Muhammed el-Kufi büyük hafız ve abid bir zattır. Buhari’de sekiz, Müslim’de ellibeş hadisi vardır. Şeyhleri arasında muteber hadis alimi babası İdris ibni Yezid, A’meş, İbni Cureyc, Hişam ibni Urve, İbni İshak, İmam Malik, Şu’be, Leys, Yahya ibni Sa’id gibi çok sayıda alim vardır. Aralarında aynı zamanda şeyhlerinden biri olan büyük alim İmam Malik, Abdullah ibni Mübarek, Ahmed ibni Hanbel, Yahya ibni Ma’in, İshak ibni Rehava, Ebu Şeybe, Ebu Kureyb’in bulunduğu imamlar cema'ati de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ebu Hatim onun hakkında dedi ki: "O, Müslümanların imamlarından bir imamdır, hüccettir." İbni Kesir anlatıyor: "Abdullah ibni İdris can çekişirken kızı ağladı. Kızına şöyle dedi: Ne diye ağlıyorsun kızım? Bu evde dörtbin hatim yapılmıştır." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzdoksanikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler) H192 yılında vefat etti. (İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 295; Siyer A’lem'un Nubela, 9/42-48; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 452)

Amir ibni Şerahil eş-Şa'bi el-Kufi muteber, hafız ve müftüydü. Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anh), Sa’d ibni Ebi Vakkas (radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh), Sa’d ibni Ubade (radiyallahu anh), Ubade ibn'us Samit (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Muğire ibni Şu’be (radiyallahu anh), Cerir ibni Abdillah (radiyallahu anh), Bera ibni Azib (radiyallahu anh), Mu’aviye (radiyallahu anh), Hüseyin ibni Ali (radiyallahu anhuma ecmain), Zeyd ibni Erkam (radiyallahu anh), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Abdullah ibni Zubeyir (radiyallahu anhuma ecmain), Adi ibni Hatim (radiyallahu anh), Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh), Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Aişe bint Ebi Bekir (radiyallahu anha), Ummu Seleme (radiyallahu anha), Meymune bint'ul Haris (radiyallahu anha), Fatima bint Kays (radiyallahu anha)’nın aralarında bulunduğu bir grup sahabe ile karşılaşmış ve onlardan ilim almıştır. Yaklaşık olarak yüzelli sahabeden hadis nakletmiştir. Buhari’de ve Müslim’de yüzellişer hadisi bulunmaktadır. (Siyer A’lem'un Nubela, 4/294-319; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 287; 708; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 410)

İbni Kesir şöyle demiştir: "Küfe halkının en alimiydi. İmam ve nafizdi. Çok çeşitli ilimlerden haberdardı. (...) Ebu Miclez; Şa'bi'den daha fakih birini görmedim demiştir. (...) Amir, şöyle demişti: İlim, vücuttaki kıllar sayısından daha çoktur. Sen her ilimden en güzelini al ve öğren." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)

Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve eş-Şa'bi’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.

Malik ibni Miğvel el-Becali el-Kufi çok hadis rivayet eden, itibarlı ve hüccet kabul edilen bir alimdi. İbni Receb el-Hanbeli şöyle der: "Malik ibni Miğvel yalnız otururken birisi ona: Yalnızlık hissetmiyor musun? diye sorunca o şöyle cevap vermiş: Allah ile olan yalnızlık hisseder mi?" (Camiu'l Ulum ve'l Hikem) H159 yılında vefat etmiştir.

Abd’ur Rahman ibni Mehdi de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Malik ibni Miğvel’in imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir. (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128)

Yezid ibni Zürey Ebu Mu’aviye, İmam Ahmed’in hadisde şeyhidir. İtibarlı, abid ve alim biriydi. Kütübi Sitte müellifleri tarafından hadisleri rivayet edilmiştir. Etbau Tabiin neslinin en meşhur ve Basra’nın en güvenilir ravilerindendir. (Tehzib'ul Tehzib, 11/325-328) Meşhur muhaddis Ali ibn'ul Medini'ye göre bütün raviler içerisinde tashiften kurtulabilen dört raviden birisi de Yezid ibni Zürey’dir. (İbni  Receb, Şerhu İlel, 1/161) Ali ibn'ul Medini'nin meşayıhından Nasr ibni Ali diyor ki: "Rüyamda Yezid ibni Zürey'i gördüm: Allah sana nasıl muamele etti? diye sordum. Cennet'e koydu dedi. Neden deyince de çok namazım yüzünden diye cevap verdi." (Zehebi, es-Siyer A’lem'un Nubela, 8/297) H182 yılında vefat etmiştir.

Mu'az ibni Mu'az Ebu’l Musenna el-Anberi el-Basri hadis rivayetinde, hıfzında ve sıdkında en üst mertebeye sahip zatlardan biriydi. Buhari sekiz, Müslim yüzellisekiz hadisini rivayet etmiştir. Şeyhleri arasında Abdullah ibni Avn ibni Artaban, Alkeme, Şu’be ve daha çok sayıda muteber ilim adamı vardır. Ahmed ibni Hanbel, Zuheyr ibni Harb, Yahya ibni Ma’in, Ali el-Medini, Kuteybe gibi kimseler ondan nakletmiştir. H196 yılında vefat etmiştir. (Siyer A’lem'un Nubela, 9/54-57; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 536)

Vehb bin Cerir bin Hazim Ebu’l-Abbas el-Cehdami muteber bir alimdir. Buhari’nin Sahih’inde 26, Müslim’in Sahih’inde ise 33 hadisi yer bulmuştur. Ahmed ibni Hanbel, Ali bin el-Medini, Yahya bin Ma'in, İshak bin Rahevay, Zuheyr bin Harb talebeleri arasında bulunmaktadır. H206 yılında vefat etmiştir. (Siyer A’lem en-Nubela, 9/442-445; Lisan el-Mizan; Tehdib el-Tehzib; İbni Hacer, Takrib el-Tehzib, 585)

Hammad ibni Seleme ibni Dinar Ebu Seleme el-Basri büyük hafızlardandır. Basra Ehli’nin şeyhi ve lideridir. Zehebi onun dilde, fıkıhta ve aynı zamanda hadiste imam olduğunu söyler. (Siyer A’lem'un Nubela, 2/222) Buhari’de bir, Müslim’in Sahih’inde seksenaltı hadisi bulunmaktadır. Süfyan es-Sevri, İbni Cureyc, Şu’be ibn'ul Haccac, Abdullah ibni Mübarek, Abd’ur Rahman ibni Mehdi talebeleri arasındadır ve ondan hadis nakletmişlerdir.

Onun hakkında çok meşhur olarak anlatılan şu sözleri ne kadar da güzeldir: Birgün Süfyan es-Sevri, Hammad’a: Ey Hammad! Acaba Allah Te'ala bizi affeder mi? deyince, Hammad: Ya Süfyan! Kıyamet Günü hesabımın anne ve babama veya Allah’a verilmesi için, muhayyer edilirsem, Vallahi ben anne-babama hesap vermekten Allah’a hesap vermeği tercih ederim. Zira bilirim ki, Allah bana, anne ve babamdan daha çok merhamet eder, affeder. H166 yılında vefat etmiştir. Biyografisine şu kaynaklardan ulaşılabilir: Ebu Nu'aym, Hilyet’ul Evliya, 6/249; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 2/22; 7/444-456; İbni Sa’d, Tabakat, 7/282; İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 3/11; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 178

Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Hammad ibni Seleme’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi olduklarını bildirmiştir.

Hammad ibni Zeyd ibni Dirhem Ebu İsmail Basra Ehli’nin imamı ve müftüsüdür. Takva ve din ehlindendir. Eyyub es-Sahtiyani, Tavus, Ata şeyhleri arasında, Süfyan es-Sevri, Abdullah İbni Mübarek, Süfyan ibni Uyeyne, Abd’ur Rahman ibni Mehdi, Ali ibn'ul Medini, Kuteybe ibni Sa’id ve Veki ibn'ul Cerrah ise talebeleri arasında bulunmaktadır. Sahih Buhari’de ikiyüziki, Müslim’de ikiyüzyirmialtı hadisi bulunmaktadır. İbni Kesir’in de el-Bidaye’de belirttiği üzere H179 yılında vefat etmiştir. (Buhari, Tarih'ul Kebir, 3/25; İbni Ebi Hatim, el-Cerh ve’l Tadil, 3/137; İbni Cezeri, Gayet'un Nihaye, 1/233; Mizzi, Tehzib'ul Kemal, 7/240-245; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 7/456-466; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 178)

Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Hammad ibni Zeyd’in imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.

Abd’ur Rahman ibni Amr Ebu Amr el-Evzai, Şam Ehli’nin fakihi, imamı ve kendi döneminin allamesiydi. Mutlak Müctehid konumundaydı. Mezhebi ona nispetle Evzaiyye olarak adlandırılmıştı. 220 yıl kadar mezhebi ile amel edilmiş daha sonraları Endülüs’te Maliki Mezhebi, Şam’da ise Şafii Mezhebi yerini almıştır. İlim elde etmek için birçok şehre gitmiştir. Şeyhleri arasında Mekhul, Dahhak bin Abd’ur Rahman, Ata, Katade, Muhammed Bakır, Muhammed ibni Münkedir, Abdullah ibni Lehia ayrıca kendilerinden hadis dinlediği Zühri, İbni Sirin, Nafi, Rebia gibi çok sayıda alim bulunmaktadır. Talebeleri ve aralarında şeyhlerinin de bulunduğu kendisinden hadis nakleden alimler şunlardır: Zühri, Yahya ibni Kesir, Katade, Malik ibni Enes, Şu’be, Abdullah ibni Mübarek, Yahya ibni Sa’id el-Kattan. Buhari’de altmışbeş Müslim’de elliyedi hadisi bulunmaktadır.

İmam Evzai dedi ki: "Selefin eserlerine sarıl, insanlar seni yadırgasalar da böyle yap. Süslü püslü de olsa başkalarının sözünden uzak dur. Çünkü iş açığa çıktığında sen doğru yolda kalmış olursun."

Yine şöyle demişti: "Sünnet üzere olmaya sabret, alimin durduğu yerde sen de dur, onların dediklerini sen de söyle, onların uzak durduğu şeyden sen de uzak dur, onların yetindikleri şeyle sen de yetin."

Evzai şöyle demişti: "İlim, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabından gelen şeydir, onlardan gelmeyen şey ilim değildir."

Bakıyye ibni Velid şöyle demiştir: "Biz insanları Evzai ile sınardık. Onun hakkında hayırlı söz söyleyeni Sünnet’e bağlı olduğuna hükmederdik."

H157 yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer Siyer el-A’lem'un Nubela, 3/320; 7/107-134; Tezkiret’ul Huffaz, 1/178; İbni Halikan, Vefeyat’ul Ayan, 127; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 6/135; İbni İmad, Şezerat’uz Zeheb, 2/241; İbni Nedim, Fihrist, 227; İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 6/238; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 347; 660; 705; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzelliyedinci Senesi, İmam Evzai'nin Biyografisi)

Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul Hanebila, 1/199-200), Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 1/62 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128; Razi, el-Cerh ve’t Tadil, 1/217) ve Evzai’nin talebelerinden Bakiye ibn’ul Velid (İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 6/218) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de müellifin kullandığı ifadeyi dile getirip bu sözün bir benzerini söylemiş ve İmam Evza’i’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.

Müctehid İmam Ebu Amr Abd’ur Rahman ibni Amr el-Evzai’nin Biyografisi ve İ’tikadi Görüşleri

Zaide ibni Kudame Ebu’s Salt es-Sekafi el-Kufi büyük hafızlardandı. Ebu Hatim onun hakkında dedi ki: "Muteberdir, Sünnet sahibidir." Zühd’e dair bir eseri olduğunu İbni Nedim kaydetmiştir. (İbni Nedim, Kitab'ul Fihrist, 282) H160 yılında öldüğü söylenmiştir. Şöyle demiştir: "Kabirdekinin tecrübesinden ders al!" (İbni İmad, Şezerat’uz Zeheb, 1/251; el-Safedi, el-Vafi bi’l Vefayat, 14/114)

Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul Hanebila, 1/199-200) ve Abd’ur Rahman ibni Mehdi (Laleka’i, Şerh Usul’il İ’tikad, 1/62 41; İbni Asakir, Tarih Dimeşk, 7/128) de bu sözün bir benzerini söylemiş ve Za‘ide ibni Kudame’nin imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmiştir.

Haccac ibni Minhal el-Basri Ebu Muhammed el-Anmeti muteber ve Sünnet sahibi bir alimdi. Şeyhleri arasında Hammad ibni Seleme, Cerir, Hammad ibni Zeyd, Şu’be gibi alimler bulunmaktadır. İmam Buhari ondan altmışbir hadis rivayet etmiştir. Müslim’de on hadisi vardır. H217 yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 10/352-354; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 153; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzonyedinci Senesi)

 Ebu Zur’a er-Razi (Kadı Ebu Ya’la, Tabakat’ul Hanebila, 1/199-200), İbni Harun el-Muhrime el-Fellas (Razi, el-Cerh ve’t Tadil, 308-309; İbni Asakir, Tarihi Dimeşk, 5/294), Kuteybe ibni Sa’id (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/195), Ebu Hatim er-Razi (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/198), Nu’aym ibni Hammad (Hatib, Tarihi Bağdad, 6/348; İbni Asakir, Tarihi Dimeşk, 8/132) ve Ebu Osman es-Sabuni (Akidet’us Selef ve Ashab’il Hadis) de bu sözün bir benzerini söylemişler ve Ahmed İbni Hanbel’in imtihan vesilesi olduğunu, onu sevenlerin Sünnet sahibi ondan nefret edenlerin ise Bid'at sahibi olduklarını bildirmişlerdir.

Ahmed ibni Nasr ibni Malik el-Huzai kendi döneminin en büyük alimlerindendi. Ahmed ibni Nasr; itibarlı bir lider, şahsiyetli bir kimseydi. Hammad ibni Zeyd, Süfyan ibni Uyeyne ve Haşim ibni Beşir'den hadis dinledi. Ahmed ibni İbrahim ed-Devraki ile kardeşi Yakub ibni İbrahim ve Yahya ibni Ma’in de kendisinden hadis rivayet ettiler.

Halk’ul Kur’an fitnesi döneminde iyiliği emreder ve kötülükten men ederdi. Halifenin münkerlerini açıktan söylerdi. Kendisine Emri bi’l Ma’ruf Nehyi ani’l Münker yapmak üzere be’yat edildi. Daha sonra yakalandı ve sultanın huzuruna götürüldü. Kadı Ebu Du’ad’ın da hazır bulunduğu bir ortamda Kur’an’ın mahluk olduğunu inkar ettiği, Ruyetullah’ı kabul ettiği gibi gerekçelerle kafir ve müşrik ilan edilerek H231 yılında Halife Vasık Bilallah tarafından öldürüldü. Öldürülmesinin ardından kesik başının la ilahe ilallah dediği, Ankebut Suresi’nin ilk ayetini okuduğu görenler tarafından anlatılmıştır. Ölümünün ardından onu rüyasında görenler olmuş rüyanın birisinde ona Rabbin sana nasıl muamelede bulundu diye sorulduğunda şöyle cevap vermiş: "Benim öldürülmem sanki hafif bir uykuya dalmak gibiydi. Sonunda Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna vardım. O da bana bakıp güldü." Adamın biri rüyasında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh) ile birlikte Ahmed ibni Nasr'ın kesik başının asılı olduğu ağacın yanından geçerlerken Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in, mübarek yüzünü ondan başka tarafa çevirdiğini görmüş. Bunun üzerine kendisine: "Ya Rasulullah, neden yüzünü Ahmed ibni Nasr'dan öte yana çevirdin? diye sorduklarında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şu cevabı vermiş: Ehli Beyt’imden olduğunu iddia eden bir adam onu öldürdüğü için kendisinden utanıp yüzümü başka tarafa çevirdim."

Kitab'ul Hayde adlı eserin sahibi Abd’ul Aziz (el-Kinani), halife Mütevekkil'e şöyle demişti: "Ey mü'minlerin emiri! Vasık'ın, Ahmed ibni Nasr'ı öldürmesinden daha acayip bir olay görmedim. Çünkü Ahmed defnedilinceye kadar onun lisanı Kur'an okuyordu. Mütevekkil, Abd’ul Aziz'in bu sözlerinden korktu. Kardeşi Vasık hakkında duyduğu şeylerden ötürü üzüldü. Vezir Muhammed ibni Abd’ul Melik ibni Zeyyad, huzuruna geldiğinde ona şöyle dedi: Ahmed ibni Nasr'ın öldürülmesi hususunda kalbimde bir şüphe var. (O şöyle dedi:) Ey mü'minlerin emiri! Vasık onu kafir olarak öldürdü. Eğer yalan söylüyorsam Allah beni ateşte yaksın! Bundan sonra Herseme huzura geldi. Halife Mütevekkil ona da şöyle sordu: Ahmed ibni Nasr'ın öldürülmesi hususunda kalbimde bir şüphe var. (O ise şöyle dedi:) Eğer o kafir olarak öldürülmemişse Allah beni paramparça etsin! Bundan sonra Kadı Ahmed ibni Ebi Du’ad huzura girdi. Halife Mütevekkil ona da aynı şeyi sorunca o şu cevabı verdi: Eğer Vasık onu kafir olarak öldürmemişse Allah beni felç etsin! Mütevekkil diyor ki: İbni Zeyyad'ı ben ateşte yaktım. Harseme'ye gelince o kaçıp gitti. Huzaa Kabilesi'nin yanından geçerken kabileden bir adam onu tanıyıp çevresindekilere şöyle seslendi: Ey Huzaa topluluğu! Bu, amcanız oğlu Ahmed ibni Nasr'ı öldüren adamdır! Adamın bu çağrısı üzerine kabilenin adamları gelip onu parçaladılar, lime lime ettiler. Kadı İbni Ebi Du’ad'a gelince, Allah, Te'ala, onu kendi cildine hapsetti. Yani onu felç etti. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu felç illetine mübtela kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci Senesi; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/166-169; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 85)

Metinde "Eğer bir adamın Haccac ibn'ul Minhal, Ahmed ibni Hanbel, Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini görürsen bil ki, Sünnet sahibidir inşallah; eğer o, onları hayırla yad ediyor ve onların dediklerini söylüyorsa." şeklinde geçmekte olan bu cümle diğer nüshada az farklılıkla şöyle geçmektedir: "Eğer bir adamın Ahmed ibni Hanbel, Haccac ibn'ul Minhal, Ahmed ibni Nasr’ı sevdiğini onları hayırla anıp onların dediğini görürsen bil ki o Sünnet sahibidir."

 Heva Ehli İle Oturmamak

Eğer bir adamı heva ehlinden bir adamla otururken görürsen, onu uyar ve ona bunu (ehli heva ile oturulmayacağını) öğret. Öğrendikten sonra sonra o adamla oturmaya devam ederse ondan sakın (kork), bil ki o adam heva sahibidir.

Burada, ‘Heva Ehli’ ile ‘Heva Sahibi’; ‘Bid'at Ehli’ ile ‘Bid'at Sahibi’ şeklinde tanımlamalar kullanmakta ve her ikisi arasında fark olduğuna işaret etmektedir. Bu, aynı zamanda onun adaletinin de bir emaresidir. Heva yahut bid'at ehli olan kişi, üzerinde olduğu yolu bilen, kendisine hüccet ulaşmış ve kendisi sapmış başkalarını da sapkınlığına davet eden kimsedir. Heva yahut bid'at sahibi ise bunun aksine; Ehli Sünnet’ten olmasına karşın bir veya birkaç meselede sapmış, kendisine bu tip hususlarda hüccet ulaşmamış, başkalarını bu sapkınlığına davet etmeyen yahut bu sapkınlığın davetçisi olmayan, Sünnet üzere olmasına rağmen sapkınlıktan emareler barındıran kişidir.

Asar’ı Reddedip, Kur’an’ı İsteyen Zındıklıktan Pay Sahibidir

Eğer bir adama asar verildiğini ve onun onları (asarı) istemediğini, Kur’an’ı istediğini duyarsan hiç şüphe etmeki, o adam zındıklığı üzerinde taşıyan bir adamdır. Kalk onun yanından ve onu terk et!

Küfürde İleri Gidenler: Rafıziler, Mu’tezile ve Cehmiyye

Bil ki; hevanın (bid'atlerin) hepsi pistir ve hepsi kılıcı çağırır. Onların arasında en pis ve küfür olanı: Rafıziler, Mu’tezile ve Cehmiyye’dir. Çünkü onlar (insanların) ta’tile ve zındıklığa düşmesini isterler.

Ashab Hakkında Kötü Konuşan

Bil ki; bir adam Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından herhangi biri hakkında kötü konuşursa; o yalnız Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin hakkında (kötü konuşmak) istemiştir ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e kabrinde eziyet etmiştir.

Metinde yeralan: "Bil ki; bir adam Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından herhangi biri hakkında kötü konuşursa..." cümlesi diğer nüshada az bir farkla şu şekilde geçmektedir: "Bil ki; bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin Ashab’ından herhangi biri hakkında kötü konuşursa..."

Bid'atini Gördüğün Kişiye Karşı İhtiyatlı Olmak

Eğer bir insandan bid'at olan birşey görürsen, ona karşı ihtiyatlı ol çünkü sana gizli kalanlar şüphesiz ki, sana zahirde görünenlerden çoktur.

Eğer Ehli Sünnet’ten bir adamın tuttuğu yol ve mezhebin kötü olduğunu, fasık ve facir, günah sahibi, dalalet üzere4 olduğunu görürsen ve o, (bu hali ile hala) Sünnet üzere ve ashabından ise5, onunla otur çünkü onun masiyetleri sana zarar vermez.

Eğer heva sahibi  müctehid (bir adamı) görürsen –onu, kendisini ibadete hasretmiş olarak görmüş olsan bile- onunla oturma, onun yanında durma, onun kelamını (sözünü) dinleme ve onunla bir yolda gitme! Çünkü ben onun yolunu değiştiremeyeceğinden ve neticede (senin de) onunla birlikte helak olmayacağından emin değilim!..

Diğer nüshada ise Mu’tezile önderlerinden Ebu Osman Amr ibni Ubeyd el-Basri’nin ismi geçmektedir.

Dolayısı ile metinde yeralan: "(Oğlu) dediki: Filanın yanından..." ifadesi diğer nüshada: "(Oğlu) dediki: Amr ibni Ubeyd'in yanından..." şeklinde geömektedir.

Amr ibni Ubeyd (143H) Basra Mu'tezililerindendir ve aynı zamanda Vasıl ibni Ata (131H) ile birlikte Mu’tezile Mezhebi kurucularındandır. Mu'tezilenin Amriyye fırkasının kurucusu olarak kabul edilmektedir. Vasıl ibni Ata, Hasan el-Basri’den ayrıldığında Amr ibni Ubeyd de onunla birlikte ayrılır. (Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 1/48; Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak 101-104) Cahız (255H), Ebu Huzeyl el-Allaf (235H), Sümame İbn’ul Eşras ve diğer Mu’tezili önderleri gibi Amr ibni Ubeyd de hadisle alay etmiş ve açıktan reddetmiştir. Halife Mansur ile çok sıkı bir dostlukları vardı. O kadar ki, Amr ibni Ubeyd’in ölümü üzerine Halife Mansur onun adına bir ağıt yakmıştır. Halife Mansur, kendi statüsünden daha aşağıda olan biri için ağıt yakan ilk halife olmuştur. (İbni Halikan, Vefayat; İbni Kuteybe, Kitab’ul Me’arif)

Hafız Ebu Bekir onun Allah’ın düşmanlarında biri olduğunu söylemiştir. (Heysemi, Mecma’uz Zevaid, 4/288) Ebu Hanife, kendisine cisimler ve arazlar hakkındaki sözden sorulduğunda cevaben şöyle demiştir: "Allah, Amr ibni Ubeyd’e lanet etsin ki, bunun hakkında insanlara ilk defa o söz açtı." (Fıkhı Ekber Şerhi, 99) İbni Kuteybe’de onun Tabiin uluları hakkında kötü sözlerini nakledip onların "pis ve murdar" olduğunu söylediğini belirtir, ayrıca onun ahmaklıklarına dair bazı nakillerde bulunmaktadır ki bunlardan birinde Amr, Allah ile arasında temsili bir konuşmadan bahsederek der ki: "Ben Kıyamet Günü getirilirim ve Allah’ın huzurunda durdurulurum. (Allah) bana: Niçin katil cehennemdedir? dedin der. Ben de: Ey Rabbim bu (nun böyle olduğu)nu Sen söyledin derim, ve "Kim bir mü'mini kasden öldürürse, onun cezası içinde devamlı kalmak üzere Cehennem'dir." ayetini okur. (İbni Kuteybe, Te'vilu Muhtelif’ul Hadis)

Yunus ibni Ubeyd (rahimehullah) oğlunu heva sahibi bir adamın yanından çıkarken gördü ve ona şöyle dedi:

"Ey oğul nereden geliyorsun? (Oğlu) dediki: Filanın yanından. Dedi ki: Ey oğul senin bir hünsa’nın evinden çıktığını görmem benim için filanın evinden çıktığını görmemden daha sevimlidir. Ey oğul; Allah’ın huzuruna zinakar, hırsız, fasık, hain olarak çıkman benim için O’nun huzuruna heva ehlinden falanın ve filanın kavli (i’tikadı) üzere çıkmandan daha sevimlidir!.."

Görmezmisin Yunus ibni Ubeyd10 , hünsanın oğlunu dininden çıkarmayacağını, bid'at sahibinin ise onu kafir edene kadar (dininden) azdırıp-saptıracağını biliyordu!..

Metinde yeralan: "Görmezmisin Yunus ibni Ubeyd, hünsanın oğlunu dininden çıkarmayacağını..." ifadesi diğer nüshada az bir farklılıkla şöyle geçmektedir: "Bilmezmisin Yunus, hünsanın oğlunu dininden çıkarmayacağını..."

Kendi Zamanının İnsanlarına Çok Dikkat Et!

Kendi zamanının insanlarına –özellikle- çok çok dikkat et! Kiminle oturduğuna, kimi dinlediğine, kiminle arkadaşlık ettiğine bak! İnsanlar -onlardan Allah’ın koruduğu kimseler müstesna- sanki riddet içerisindeler!..

Mu’tezile’nin Önderleri ve Onları Hayır ile Yad edenlerden Sakın!

Bir adamın İbni Ebi Du’ad’ı, Bişr el-Merisi’yi, Sümame’yi veya Eb’ul Huzeyl’i veya el-Futi’yi veya onlara tabi olanlardan birini veya taraftarlarından birini (güzel sözlerle) yad ettiğini işitirsen ondan sakın çünkü o, bid'at sahibidir. Çünkü bu kişiler, riddet üzerindeler ve onları hayır ile yad eden adamı (da) terk et! Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir).

Ahmed ibn'ul Ferec ibni Ebi Du’ad el-İyadi el-Mu'tezili (240H) Dalalet imamlarındandır. Halk’ul Kur’an Fitne’si döneminde baş kadılık görevini üstlenmiş ve alimlerin imtihan edilmeleri işini yönetmiştir. Mihne ve işkencelerin baş sorumlularından biridir. Hatib dedi ki: Sultan onu, Kur'an'ın mahluk olduğu ve Allah'ın ahirette görülmeyeceği hususunda insanları imtihan etmekle görevlendirdi."

Hicretin ikiyüzotuzyedinci senesinin Safer ayında halife Mütevekkil, mazlumların davalarına bakan Mu'tezile mezhebine mensub Kadı İbni Ebi Duad'a gazaplandı. Onu bu görevden azletti. Bu senenin Rebiyülevvel ayında halife Mütevekkil, Kadı İbni Ebi Duad'ın mallarına el konulmasını emretti. Kadı İbni Ebi Duad, felç olmuştu. Sonra ailesi horlanarak Samarra'dan Bağdat'a sürgün edildi. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu felç illetine mübtela kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci Senesi; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 11/166-169; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 85)

İbni Kesir’in naklettiğine göre: Halife Mütevekkil, Ahmed ibni Nasr'ın öldürülmesi olayını soruşturmaya başlamış ve Kadı Ahmed ibni Ebi Du’ad huzura girdiğinde ona meseleyi sormuş Ebi Du’ad da şu cevabı vermiş: "Eğer Vasık onu kafir olarak öldürmemişse Allah beni felç etsin! Mütevekkil diyor ki: Kadı İbn Ebi Du’ad'a gelince, Allah Te'ala, onu kendi cildine hapsetti. Yani onu felç etti. Allah, onu ölümünden dört yıl önce bu felç illetine mübtela kıldı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci Senesi)

"Ölmeden dört sene önce Allah Te'ala onu felç hastalığıyla müptela kıldı. Ölünceye kadar kımıldayamayacak şekilde yatağında kaldı. Yiyecek ve içeceklerin lezzetinden, cinsel ilişkinin tadından ve diğer bazı arzulardan mahrum kaldı. Hasta yatıyorken adamın biri yanına gitti. Ona; Vallahi seni ziyarete gelmedim, yalnız gebereceğin için seni teselli etmeye geldim ve hapis cezasından daha ağır bir ceza olan vücudun kımıldayamaz hale gelişi gibi bir hastalığa seni müptela kıldığından ötürü Allah'a hamd ediyorum dedi. Sonra beddua ederek Allah'ın, onun hastalığını arttırmasını ve içinde bulunduğu kötü durumu hafifletmemesini dileyerek yanından çıkıp gitti. Bu da onun hastalığını daha da arttırdı." (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzkırkıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)

Zehebi onun hakkında şunları söylemiştir: "Ahmed ibni Ebi Du’ad el-Kadı, pis ve murdar Cehmi. 240H yılında helak oldu." (Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 1/233)

Diğer nüshada ismi zikredilmeksizin Merisi olarak zikredilmiştir.

Bişr el-Merisi (218H) tam ismi Ebu Abd’ur Rahman Bişr ibni Ğıyas ibni Abd’ur Rahman el-Merisi el-Adevi el-Bağdadi’dir. Merisi olarak nispet edilmesi; ya Mısır’da bulunan Meris mıntıkasına yahut da Bağdat’ta ikamet ettiği Derb’ul Meris’le alakalıdır. Ebu Hanife’den ve daha sonra Ebu Yusuf’tan ders almış muttaki ve mutedil bir kimse olarak bilinirken daha sonraları İrca fikrine tutulmuş ve Mürcie içerisindeki Merisi fırkası ona nispet edilmiştir. Daha sonraları, ‘Makal'el Cehmiyye’ (Mutezili ve Cehmi düşünce)yi yayan ilk kişi olarak adlandırılmıştır.

Halk’ul Kur’an (Kur’an’ın mahluk olduğu, yaratıldığı) fikrini ortaya atan ilk kişi olduğu yönünde bilgiler bulunmaktadır. Bişr Kur'an'ın mahluk olduğunu propaganda ederdi. (el-Muğni, 1/ 107) Halife Me’mun döneminde, siyasi gücü kullanarak Mihne Dönemi başlatılmış, Bişr el-Merisi alimleri sorguya çeken kişilerin başında yer almıştır. İmam eş-Şafii ile aralarında münazaralar olmuştur.

Zehebi; Bişr’in, Cehm ibni Safvan'a yetişemediğini ancak, Cehm’in Kur'an’ın mahluk olduğu görüşünü benimsediğini, bu görüşü kuvvetlendirmek için yeni deliller ileri sürdüğünü ve yaymaya çalıştığını söyler. Bişr’in  babası Yahudi idi. Nasr ibni Malik tebası arasında boyacılık yapar, kaval imal ederdi. Bişr, Harun er-Reşid zamanında 170-193H (786-808) yakalandı. Kelami görüşleri yüzünden eziyet gördü. (Zehebi, Mizan'ul İtidal, 1/322)

Bişr el-Merisi, Ebu Yusuf, Hammad ibni Seleme ve Süfyan ibni Uyeyne gibi alimlerden rivayet etmiş biridir. Bağdat’ta kendisine ait bir fıkıh meclisi de bulunmaktaydı. Kitab’ul İrca, Kitab’ur Redd ale’l Havaric, Kitab’ul İstitaa, Kitabu Küfr’il Müşebbihe, Kitab’ul Marife ve Kitab’ul Vaid isimli kitaplar yazmıştır.

Bişr el-Merisi, Mihne’nin Halife Mutevekkil tarafından sona erdirildiği 236H (856) yılından uzun süre önce, Halife Abdullah Me’mun gibi 218H yılında yaklaşık 80 yaşındayken ölmüştür. 

Osman ibni Sa’id el-Darimi’nin "er-Redd ale’l Merisi" ve Abd’ul Aziz ibni Yahya ibni Müslim el-Kinani’nin, "el-Hayde" isimli eseri Bişr el-Merisi’nin görüşlerini reddetmek kasdıyla kaleme alınan eserlerdir.

Birçok alim kendisini zemmetmiş ve tekfir etmiştir. Zehebi der ki:

"Sapkın bir bid'atçidir. Ondan nakletmek caiz değildir ve ona hiçbir saygı gösterilmez. Bazı imamlar, küfrüne hükmetmişlerdir." (Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 2/35) "Fakih, mütekellim Bişr el-Merisi 218H yılında ölmüştür. Kur'anı Kerim'in mahluk olduğu görüşünü yaymaktaydı. Bu senenin sonlarında göçtü. Kendisine hiç bir alim katılmadı. Bazı imamlar küfrüne hükmetmişlerdir." (Zehebi, el-İber, 1/73)

Anlatıldığına göre, Bişr el-Merisi Horasan’da öldüğünde cenazasine Ehli Sünnet alimlerinden hiçbiri katılmamıştır. Daha sonraları bir alimin cenazeye katıldığı duyulmuş ve imamlar onu kınamıştır. Mübtedi Bişr’in cenazesine katılan imam diğer imamlara; konuşmama izin verin daha sonra kınayacaksanız kınayın dedikten sonra olayı şöyle anlatmış: Tekbir alındığında ben de insanlarla birlikte tekbir aldım. Daha sonra Allah’a dua ettim: Rabbim, bu kulun (Bişr) kabir azabını inkar ediyordu. Daha önce başka hiç kimseye tattırmadığın bir şekilde bu kuluna kabir azabı ver! Daha sonra Allah’a şöyle dua ettim: Rabbim, bu kulun Kıyamet Günü’nde gerçekleşecek olan şefaati inkar ediyordu. Bu kuluna Kıyamet Günü, şefaatin hiçbirini tattırma! Daha sonra Allah’a Bişr’in kabul etmeyip inkar ettiği diğer meseleler hakkında tek tek dua ettim ve Bişr’i mahrum etmesini, cezalandırmasını diledim. Bunun üzerine imamlar gülmeye başlamış. Bişr el-Merisi hakkında daha fazla bilgi için şu eserlere müracaat ediniz: Hatib el-Bağdadi, Tarih Bağdad, 7/56-57; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 10/199-203; Mizan'ul İ’tidal fi Nekd’ir Rical, 2/35; İbni Halikan, Vefayat’ul Ayan, 1/277; İbn’ul Esir, el-Lubab, 3/200; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Sümame ibni Eşras Ebu Ma’n el-Numeyri el-Basri (213H). Mu’tezilenin önderlerinden ve sapkınlığın başlarındandı. (Zehebi, Mizan'ul İ’tidal, 2/94) Mu’tezile içerisinde Bağdat ekolünde yeralıyordu. Abbasi devletinde Mu’tezili görüşlerin yayılmasında büyük rol oynamıştır. (Zirikli, el-A’lam, 2/100) Halife Harun er-Reşid döneminde Kaderiyye’nin liderlerinden olduğu ve zındık olduğu gerekçesiyle bir süre hapsedilmişti. (Taberi, İlk Dönem Abbasi Devleti, Ebu Ca’fer el-Mensur Dönemi) Halife Me'mun'u i'tizal fikrine çekerek saptıran kişi olduğu söylenir. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak) Sümame, Ahmed ibni Nasr el-Mervezi'yi Halife Vasık'a jurnal eder ve ona, el-Mervezi'nin, Kur'an'ın yaratılmış olduğunu söyleyeni tekfir ettiğini anlatır ve öldürülmesine vesile olur. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak)

"Din anlayışındaki basitlikle nefsani isteklerdeki bayağılığı birleştirmiş biriydi." (Şehristani, el-Milel ve’n Nihal) Din ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile alay ettiği nakledilmiştir. O da diğer Mu’tezili önderleri gibi hadisle alay etmiş ve hadisi reddetmiştir.

İbni Kuteybe şöyle der: "Onun da dininin zayıf olduğunu, İslam’a noksanlık isnad edip İslam ile alay ettiğini, Allah’ı tanıyıp ona iman eden hiçbir kimsenin söyleyemiyeceği şekilde İslam'a dil uzattığını görüyoruz. Yine onun herkesçe malum meşhur bir sözü nakledilir: Bir gün Cuma namazını kaçırma korkusuyla mescide doğru koşuşan bir grubu görür ve: Şu öküzlere, şu eşeklere bakınız!.. der. Sonra adamlarından birine: Şu Arab (diğer nüshada –Şu Kureyşli-) Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’i kasdediyor, insanlara neler yaptı!.. der." (İbni Kuteybe, Te’vil, 60; Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak) Bağdadi, onun bilerek namaz vaktini geçirdiğine ve sarhoş olarak görüldüğüne dair nakillerde bulunur. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak)

Mütevekkil, Ahmed ibni Nasr’ın ölümünü şüpheli bulduğunu söyleyince Sumame: "Eğer onu öldürmekle isabetli bir iş yapmamışsam, Allah beni kılıçların altına yatırsın" der. Sumame Mekke'ye doğru yola çıkar; Huzaalılar, Safa ile Merve arasında onu görürler. Onlardan biri bağırarak, “Ey Huzaalılar! Efendiniz Ahmed ibni Nasr'ı jurnal eden ve kanının dökülmesine çalışan, işte bu adamdır!” der. Bunun üzerine Huzaa oğulları, kılıçlarıyla onu öldürünceye kadar üzerine saldırırlar. Sonra leşini el-Haram'dan çıkarırlar. Ve vahşi hayvanlar da, Haram'ın dışında onu parçalayıp yerler. (İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzotuzbirinci Senesi; Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak)

Muhammed ibn'ul Huzeyl ibni Abd(el-Kays) Ebu’l Huzeyl el-Allaf el-Basri (235H). Mu’tezilenin şeyhlerinden ve; bid'at ve dalalet imamlarındandır. Mu’tezilenin el-Huzeyliye kolunun kurucusudur. Bağdadi der ki: "el-Allaf olarak bilinir. (el-Fark beyn'el Firak, 103) Mu’tezilenin i’tikadi doktrinini oluşturan Usuli Hamse (beş esas) üzerine ilk eseri neşreden şahıstır. Aynı zamanda Tevhid ve Adl esaslarının teşekkülünde de payı büyüktür.

İbni Kuteybe onunla alakalı şunları söyler: "Görüyoruz ki, o da yalancının ve iftiracının biridir. (...) Cehennemliklerin azabının, cennetliklerinin de nimetlerinin ebedi olmayıp sona ereceğini söylemiştir." (İbni Kuteybe, Tevilu Muhtelif’ul Hadis; Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak, 103)

Bağdadi, onun kepazelikleri ve saçmalıklarından bahsedip gerek kendi dostlarından Mu’tezileden ve gerekse diğer fırkalardan ona çok sayıda kişinin reddiye yazıp onu tekfir ettiklerini kaydetmiştir. (Bağdadi, el-Fark beyn'el Firak, 103)

Bknz: (Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdad, 3/366-370; İbni Halikan, Vefayat, 617; İbni Kuteybe, Tevilu Muhtelif’ul Hadis, 53-55; Eşari, Makalat; Abd’ul Kahir Bağdadi, Fark beyn'el Firak, 103; İbni Hazm, Fisal, 2/193, 487; 4/19, 83; Şehristani, el-Milel ve’n Nihal, 34-37; Malati, 38-39; İsferani, 42)

Diğer nüshada ismi ile birlikte "Hişam el-Futi" şeklinde geçmektedir.

Hişam ibni Amr el-Futi (H228) ile alakalı bilgi daha önce "Allah, Cezayı Hakeden Kullarını Cehennem’in İçinde Cezalandıracaktır, Cehmiyye’nin İnandığı Gibi Cehennem’in Yanında Değil" başlığı altında 1 nolu dipnotta verilmişti.

Metinde geçmekte olan: "Bir adamın İbni Ebi Du’ad’ı, Bişr el-Merisi’yi, Sümame’yi veya Eb’ul Huzeyl’i veya el-Futi’yi..." ifadesi diğer nüshada az farkla şöyle geçmektedir: "Bir adamın İbni Ebi Du’ad’ı ve el-Merisi’yi veya Sümame’yi ve Eb’ul Huzeyl’i ve Hişam el-Futi’yi..." şeklinde ifade edilmektedir.

Metinde geçen: "veya onlara tabi olanlardan birini veya taraftarlarından birini (güzel sözlerle) yad ettiğini işitirsen ondan sakın çünkü o, bid'at sahibidir." ifadesinde yer alan "işitirsen" sözcüğü diğer nüshada "görürsen" sözcüğü ile ifade edilmiştir: "veya onlara tabi olanlardan birini veya taraftarlarından birini (güzel sözlerle) yad ettiğini görürsen ondan sakın çünkü o, bid'at sahibidir."

Bu pasajın son cümlesinin sonunda geçmekte olan: "Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir)" ifadesi dğer nüshada bulunmamaktadır ve pasaj şöyle sona ermektedir: "Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir)"Çünkü bu kişiler, riddet üzerindeler ve onları hayır ile yad eden adamı (da) terk et!"Onlardan birini (hayır ile) yad eden (de) onlarla aynı yoldadır (aynı seviyededir)."

 İnsanları Sünnet ile İmtihan Etmek

İslam’da (kişinin i’tikadını) imtihan etmek bid'attir, fakat bizim bugünümüze geldiğimizde, (insanlar) Sünnet’e göre imtihan edilirler kavil gereğince:

"Şüphesiz ki bu ilim dindir; dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!.."

"Yalnız şehadetini kabul ettiğiniz kişilerden hadis kabul edin!.." Bu söz, Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'den, ibni Abbas (radiyallahu anhma ecmain) yoluyla merfu olarak rivayet edilmiştir. (Hatib el-Bağdadi, el-Kifayet'ul İlm ve'r Rivaye, 95; Hatib, Tarih, 301/9; Ramehurmuzi, el-Muhaddis'ul Fasıl, 411) ancak İbn'ul Cevzi tarafından mevzu (uydurma) olduğu belirtilmiştir. (İbn'ul Cevzi, el-İlel’ul Mutenahiyye, 131/1)

Böylece (kişinin durumuna) bakmalısın; eğer Sünnet sahibiyse, ilmi varsa ve sıdkı biliniyorsa ondan (hadis) yazabilirsin, aksi takdirde onu terk etmelisin!..

Hak ve Sünnet Yolunda İstikamet Üzere Kalmak İstersen, Kelam’dan ve Kelam Ehli’nden Uzak Dur

Eğer hak üzerinde ve senden önceki Sünnet Ehli’nin yolunda istikamet üzere (sabit) kalmak istersen; kelam ilminden, kelam ashabından, cedelden, tartışmadan, kıyastan ve dinde münazara etmekten uzak dur!.. Onlardan birşey almazsan bile, onların sözüne kulak vermen kalpte şüphe doğurur, bu da (batılı) kabul etmek için kifayet eder (yeterlidir) ki neticede helak olursun!..

Kelam İlmi, Cedel, Tartışma ve Kıyas; Zındıklık, Bid'at, Heva ve Dalalet'in Kapılarıdır

Kelam ilmi, cedel, tartışma ve kıyas ortaya çıkmasaydı; zındıklık, bid'at, heva ve dalalet asla mevcut olmazdı çünkü bunlar bidat’in, şüphelerin ve zındıklığın kapılarıdır.

Din, Taklittir

Kendin için kaygılan, Allah'tan kork!.. Asara ve asar ehline tabi olman ve taklid etmen vaciptir, çünkü bu din yalnız taklittir (yani Nebi sallallahu aleyhi ve selleme ve ashabına rıdvanullah aleyhim ecmain!). Bizden öncekiler bizi şaşkın bırakmadılar onları taklid et ve rahat et! Asar ve asar ehlinden öteye (gidip) haddi aşma! Müteşabihlerde dur ve (onlara) hiçbir şeyi kıyas etme!

Bid'at Ehli’ni Reddetmekten Kaçınmak

Sendeki bir hileyle bid'at ehlini reddetmeye çalışma çünkü sana onlarla münasebetde sükut etmen emrolundu ve senin nefsine (tesir etmelerine) imkan verme! Bilmezmisin ki Muhammed ibni Sirin (ki onca) fazileti ile, ne bir meselede bid'at ehlinden birine cevap vermiş ne de ondan Allah’ın Kitabı’ndaki bir ayeti bile dinlememiştir. Ona bu yaptığı sorulduğunda demiş ki:

"Korkarım ki, ayeti tahrif eder ve kalbime bir şüphe düşer."

Muhammed ibni Sirin ibni Ebi Amr Ebu Bekir el-Ensari, Tabiin neslinin meşhur imamlarındandır. Buhari’nin Sahih’inde ellidokuz ve Müslim’in Sahih’inde ise seksendokuz hadisi vardır. Şeyhleri ve kendisinden hadis dinledikleri arasında, Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh), Hasan ibni Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anhuma ecmain), Semire ibnin Cundeb (radiyallahu anh), İmran ibni Huseyn (radiyallahu anh), Mu’aviye ibni Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Derda (radiyallahu anh), Ebu Sa’id el-Hudri (radiyallahu anh) ve Aişe bint Ebu Bekir (radiyallahu anha) gibi ashabın önde gelen şahsiyetleri ve bundan başka Tabiin neslinden diğer bazı önemli şahsiyetler bulunmaktadır. Kendisinden hadis nakledenler arasında da Abdullah ibni Avn ibni Arteban, Yunus ibni Ubeyd ibni Dinar, Cerir ibni Hazim ibni Zeyd, Eyyub el-Sahtiyani, Katade, Malik ibni Dinar, Evzai, gibi alimler bulunmaktadır. 110H yılında 76 yaşında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 4/606-622; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 483; 693; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 263-282; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 111, 241-248; Hatib el-Bağdadi, Tarihi Bağdad, 5/331; İbn’ul İmad, Şezerat’uz Zeheb, 1/138-139; İbni Halikan, Vefayat’ul Ayan, 111, 321-322; Safedi, el-Vafi bi’l Vefeyat, 111, 146; Tabakat’ul Huffaz; İbni Sa’d, Tabakat’ul Kubra)

Darbı Mesel olan: "Bu ilim dindir; dinini kimden aldığına dikkat et!.." (Müslim) ve "Biz isnaddan sormazdık (birisi bize bir hadis rivayet ettiğinde, kimden aldığını araştırmazdık); ne zaman ki fitne çıktı, o zaman isnaddan sormaya başladık." (Müslim) sözleri ona aittir.

Metinde geçmekte olan: "Muhammed ibni Sirin (ki onca) fazileti ile, ne bir meselede..." ifadesi diğer nüshada az bir farklılıkla şu şekilde geçmektedir: "Muhammed ibni Sirin (ki onca) fazileti ile beraber, ne bir meselede..."

Darimi (Sünen); Lalekai, Usul İ’tikad Ehl’is Sünne, 1/150-151 242; İbni Vadda el-Kurtubi, el-Bida ve’n Nehyu anha, 53; İbni Batta, el-İbane el-Kubra, 377

Bu hikmet dolu sözlerin benzerleri, imamlardan muhtelif yerlerde rivayet edilmiştir:

Hişam dedi ki: Hasan (el-Basri) ve Muhammed ibni Sirin’in her ikisi de dedi ki: "Heva ehli ile oturma, onlarla tartışma ve onlardan hiçbir şey dinleme!" (İbni Batta, el-İbane 395)

Abdullah ibn'ul Busri dedi ki: "Bizim yanımızda Sünnet; heva ehline reddiye yapmak değil, onlardan herhangi biri ile konuşmamaktır." (İbni Batta, el-İbane 478)

Ebu Kilabe dedi ki: "Heva ehli ile oturma, onlarla tartışma! Onların sapkınlıklarını kalbine koymalarından yada senin bildıklerinden şüpheye düşürmelerinden kendimi güvende hissetmiyorum." (İbni Batta, el-İbane 369)

 Hadisi İnkar Edip Allah’ı Tazim ve Tenzih Ettiğini İddia Eden

Eğer bir adamın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin asarını işittiğinde; "Biz Allah’ı tazim ediyoruz!.." dediğini işitirsen bil ki o Cehmi’dir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin asarını reddetmek istiyor ve bu sözü ile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin asarını reddediyor. O (Allah’ın) ruyeti hadisini ve (Allah’ın) nüzulu hadisini ve bundan başka hadisi işittiğinde Allah’ı "Tazim" ve "Tenzih" ettiğini iddia ediyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin asarını reddet miyormuş? Eğer derse ki: "Biz Allah’ın bir yerden başka bir yere nüzul etmeyecek kadar azametli olduğuna i’tikad ediyoruz!.." artık o, Allah’ı başkalarından daha iyi tanıdığını iddia etmiştir. Onlardan uzak ol!.. Çünkü avamdan insanların çoğu ve diğerleri onların halindedir ve insanları onlardan sakındır!..

Metinde geçmekte olan: "Eğer bir kimse sana bu kitaptaki bir mesele hakkında sorarsa..." cümlesindeki "kitap" lafzı diğper nüshada "bab" olarak geçmektedir: "Eğer bir kimse sana bu babtaki bir mesele hakkında sorarsa..."

Münazarada; Tartışma, Cedel, Üstün Gelme İsteği, Husumet (Düşmanlık) ve Gazaplanma Vardır

Eğer bir kimse sana bu kitaptaki1 bir mesele hakkında sorarsa, ve eğer bu söz ile o irşad olunmayı isterse onunla konuş/uyar ve doğru yolu göster. Eğer münazara etmek isterse; bundan sakın! Münazarada; tartışma, cedel, üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve gazaplanma vardır ve bunlar sana kati olarak yasaklanmıştır.

Metinde geçmekte olan: "Münazarada; tartışma, cedel, üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve gazaplanma vardır ve bunlar sana kati olarak yasaklanmıştır." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir: "Münazarada; tartışma, cedel, üstün gelme isteği, husumet (düşmanlık) ve gazaplanma vardır ve bunların hepsi yasaklanmıştır."

Her ikisinde; birlikte hak yoldan çıkmış olursunuz. Fakihlerimizden, alimlerimizden hiçbirinden onların münazara veya cedel yada husumet güderek rakabet etmesi konusunda bize herhangi bir nakil ulaşmamıştır.

Dinini Münazara Konusu Etme

Hasan (el-Basri) dedi ki: "Hikmetli adam hikmetini yaymak için ne münakaşa eder (çekişir) ne de kimseye yaltaklanır. Eğer (hikmeti) kabul olunursa Allah’a hamd eder, reddedilirse (yine) Allah’a hamd eder."

Birisi Hasan (el-Basri)’nin yanına geldi ve dedi ki: "Seninle din hakkında burada münazara edelim.  Hasan (ona) dedi ki: Ben, kendi dinimi biliyorum, eğer sen dinini yitirdiysen git de dinini (tartışma mevzusu edip) ara-bul!.."

Ebu Sa’id el-Hasan ibni Ebi’l Hasan el-Basri (110H). Tabiin döneminin büyük imamlarındandır. Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)'ın halifeliği döneminde doğdu. Onu alıp Ömer ibn'ul Hattab'a götürdüler. Ömer (radiyallahu anh) da onun için dua etti. Buhari’nin Sahih’inde kırküç ve Müslim’in Sahih’inde ise otuzsekiz hadisi vardır.

Kendisinden ilim alıp hadis naklettiği sahabeler arasında Ubey ibni Ka’b (radiyallahu anh), Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh), Sevban (radiyallahu anh), Ammar ibni Yasir (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Osman ibni Ebi'l As (radiyallahu anh), Osman ibni Affan (radiyallahu anh), Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh), Ebu Bekre (radiyallahu anh), İmran ibni Huseyn (radiyallahu anh), İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), Abdullah ibni Amr ibn'ul As (radiyallahu anhuma ecmain), Mu’aviye ibni Ebu Süfyan (radiyallahu anhuma ecmain), Enes ibni Malik (radiyallahu anh), Cerir ibni Abdullah (radiyallahu anh) ve başkaları vardır. Hasan el-Basri’den ilim alan ve hadis nakleden talebeleri arasında meşhur imamlar da vardır: Eyyub el-Sahtiyani, Katade, Cerir ibni Hazim ibni Zeyd, Rebi, Sa’id ibni İyas, Şeyban, Abdullah ibni Avn el-Arteban, Ata ve Yunus ibni Ubeyd. 110H yılında vefat etmiştir. (Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 4/563-588; İbni Hacer, Takrib'ul Tehzib, 160; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 500; İbni Kesir, en-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ümmeti’ni Cedel Yapmaktan Nehyetti

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem evinin kapısının karşısında bir grup insanın konuştuğunu işitti. Onlardan biri şöyle dedi: "Allah böyle mi diyor? Bir başkası dedi ki: (Allah) böyle mi diyor? (Rasulullah evinden) gazapla çıktı ve dedi ki: Size bu mu emredildi? Allah’ın Kitab’ından bir kısmını diğeriyle çarpıştırmanız için mi ben size peygamber olarak gönderildim?!" Ahmed ibni Hanbel, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Sünne, 406

 Böylelikle cedel yapmalarını yasakladı.

İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain) münazarayı sevmezdi ve Malik ibni Enes ile; ondan önce ve ondan sonra günümüze kadar yaşayan (alim) kişiler de (münazarayı sevmezdi). Allah’ın  sözü yarattıklarının sözünden daha büyüktür. Allah tebareke ve teala şöyle der:

"Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez." Ğafir (Mü'min) 40/4

Bir adam Ömer (radiyallahu anh)’a sordu: "Yumuşacık çekip alanlara!.." en-Naziat 79/2 ne demektir? (Ömer ibn'ul Hattab) şöyle dedi: Eğer başın traşlı olsaydı boynunu vurmuştum!.."

Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’a bu soruyu yönelten kişi Sabiğ ibni Useyl’dir. İbni Teymiyye, hadisin Sahih olduğunu belirtir. (es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357)

Sabiğ, Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın halifeliği döneminde Medine’ye gelmiş ve Kur’an’ın müteşabihleri hakkında sorular sormaya başlamış. Bir rivayete göre önce Mısır’a gitmiş ve orada müteşabihler hakkında kafa karıştırıcı sözler etmesi sebebiyle Amr ibni As (radiyallahu anh) tarafından Medine’ye gönderilmiştir. (Kenz'ul Ummal, 1/228)

Şatıbi’nin nakline göre Sabiğ yanında Allah'ın Kitabı ile (Kabe’yi) tavaf ediyor, bir taraftan da şöyle diyordu: "Kim (Kur'anı) anlamak isterse Allah ona anlayış verir. Her kim de öğrenme isteği içinde olursa Allah ona ilim verir." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71) Şatibi yine şöyle demiştir:

"İbni Vehb (bu mesele hakkında) İmam Malik'in şöyle dediğini ifade etmiştir: Ömer (radiyallahu anh), Sabiğ'in Kur’an hakkında birtakım sorular sorduğu kendisine ulaştığında onu dövmüştür." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71) Şatibi şöyle de demiştir:

"Bu dövme olayı, ancak uygulama yapılacak (amel edilecek) bir şeyle ilgisi olmayan hususların sorulmasından dolayı olmuştur. Belki onun en-Naziat suresi 3. ayetindeki "Sabihat", Mürselat suresi 1. ayetindeki "Mürselat," ve buna benzer şeyleri sorduğu (sağda-solda) anlatılmıştır." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71-72)

Berbehari’nin ve başkalarının belirttiği üzere Sabiğ: "Yumuşacık çekip alanlara!.." (en-Naziat 79/2) ayetinin manasını sormuştu. (Lalekai, Usul İ’tikad Ehl’is Sünne, 2/701-702 1136; İbni Teymiyye, es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357)

Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) hurma sapından sopalar hazırlamış ve onu huzuruna davet etmiştir. Adam gelir gelmez ismini sormuş, Sabiğ ona “Abdullah ibni Sabiğ” cevabını verince Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) da ona; “ben de Abdullah (Allah’ın kulu) Ömer’im” demiş ve adamı dövmeye başlamıştır. (İbni Teymiyye, es-Sarim'ul Meslul, 2/356-357) Adamı dövmüş bir mühlet beklemiş ve tekrar tekrar (iki-üç defa) dövmüştür. Sabiğ’in kafasına, ta ki Sabiğ: "Yeter ya Emir'el Mü’mi’nin kafamdaki şüpheler dağıldı!" deyinceye kadar vurmuş. Daha sonra onu Basra’ya sürgün etmiş ve Basra emiri olan Ebu Musa el-Eş’ari (radiyallahu anh)’a bir mektup yazarak onu gözetim altında tutmasını ve Müslümanlardan hiç kimsenin onunla konuşmamasını emretmiştir. Bir yıl sonra Sabiğ pişmanlığını ifade edince Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh) onun yakasını bırakmıştır.

Bu olay, Süleyman ibni Yesar’dan o da Abdullah ibni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain)’in azatlı kölesi Nafi'den nakletmek suretiyle Darimi tarafından nakledilmiştir. Kenz'ul Ummal (1/228)’da ve ayrıca İbni Asakir (Tarih, 23/412) tarafından da rivayet edilmiştir. Suyuti, el-İtkan (3/7-8) isimli eserinde bu olaya yer vermiştir. Sabiğ o döneme kadar kavminin efendisiyken, bu olaydan sonra hiç kimse onunla konuşmamıştır. (el-İsabe, 2/198) Ebu Musa (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh)’a Sabiğ'in davranışının düzeldiğini yazdı ve Ömer (radiyallahu anh) insanların onunla bir arada oturmasına izin verdi. (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/72)

İmam Şatıbi, Malik ibni Enes kanalıyla bu olayı nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu dövme olayı, ancak uygulama yapılacak (amel edilecek) bir şeyle ilgisi olmayan hususların sorulmasından dolayı olmuştur. Belki onun en-Naziat suresi 3. ayetindeki "Sabihat", Mürselat suresi 1. ayetindeki "Mürselat," ve buna benzer şeyleri sorduğu (sağda-solda) anlatılmıştır. Dövme (cezası) ancak Tenzihen Mekruh olmanın üzerinde bir suç işleme durumunda olur. Çünkü hiçbir müslümanın kanı ve ırzı Tenzihen Mekruh olan bir iş işleme durumunda Mubah görülemez. Ömer (radiyallahu anh)’ın onu dövmesi dinde bir icad yapılıp, bunun da amel edilecek/işe yarayacak bir şeyle meşgul olunması korkusundandır. Ayrıca Ömer (radiyallahu anh) bu davranışın benzerlerine yol açmasından endişe ettiği için Sabiğ'i cezalandırmıştır. Böylece Kur’an’daki müteşabihatın araştırılması yolunun önünü kesmek için bu uygulamaya başvurmuştur. (...) Sabiğ olayının benzeri, pekçok örnekler vardır. Bu örnekler gösteriyorki insanlara göre önemsiz/basit görülen bid’at aslında basit birşey değildir." (Şatıbi, el-İ’tisam, 2/71-72)

Muvatta’da geçen bir başka rivayette, Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anh)’a adamın biri ganimetler hakkında soru sormuş. Adama cevab vermesine karşın adam ısrarla sorular sormaya devam etmiş ve en son "Enfal nedir?" diye sormuş. Bunun üzerine, İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain) adama Sabiğ’in kıssasını hatırlatmak suretiyle bu tarz sorular sormaya devam etmesi durumunda başına geleceklere işaret etmiştir.

Emir'el Mü’minin Ömer ibn'ul Hattab (radiyalalhu anh) böylelikle dini ve akılları; şüphecilerin şüphelerinden korumuştur. Ömer ibn'ul Hattab (radiyalalhu anh) bu dini; sarhoş edici içki mübtelalarından koruduğu gibi, dini şüphecilik ile ve sorularıyla yıkma girişiminde bulunan kimselerden de –Allah’ın izniyle- korumuştur. Şüphe yok ki bu ikincisi, toplumda ve dinde daha büyük bir fesada yolaçacak, olumsuz etkileri daha çok ve daha yıkıcı olacaktır. O; ferasetiyle ve yüksek anlayışıyla doğru ile yanlışı biribirinden ayırdeden Faruk'tu (radiyallahu anh).

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: "Mü’min münakaşa etmez ve ben Kıyamet Günü’nde münakaşa edene şefaat etmeyeceğim. Hayrının azlığına göre, münakaşa edeni terk edin!.." Taberani, el-Mu’cem'ul Kebir, 8/152; 7659; İbni Hibban, el-Mecruhin, 2/225-226; İbni Asakir, Tarih, 33/367-368

Sünnet Ehli, Sünnet’in Özelliklerinin Tümünü Birarada Barındırandır

Bir kimsede; Sünnet’in özelliklerinin birarada olduğunu bilmediği takdirde müslüman bir zatın o kişi hakında "filan Sünnet Ehli’dir" demesi helal değildir. Sünnet’in (bütün) hepsi onda birarada olmadığı müddetçe ona "Sünnet Ehli’dir" denilmez.

Yetmişiki Bid'at Fırkası’nın Kökü Dört Bi’dattir

Abdullah ibni Mübarek dedi ki: "Yetmişiki bid'at (fırkasın)ın aslını (kökünü) dört bid'at teşkil eder; böylelikle bu dört bid'attan, bu yetmişiki bid'at ayrılmıştır. (Bu dört bid'at) Kaderilik, Mürcielik, Şialık ve Haricilik’tir."

Şialık Bid'atinden Kurtulmanın Yolu

Her kim Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ı, Ömer (radiyallahu anh)’ı, Osman (radiyallahu anh)’ı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin (diğer) sahabelerine takdim ederse (üstün tutarsa) ve diğerleri hakkında yalnız hayır söz söylerse ve onlara dua ederse, Şialık’tan -başından ve sonundan (tamamen)- kurtulmuştur.

Mürcielik Bid'atinden Kurtulmanın Yolu

Her kim de: "İman; söz ve ameldir, artar ve eksilir" derse İrca’dan -başından ve sonundan tamamen- kurtulmuştur.

Haricilik Bid'atinden Kurtulmanın Yolu

Herkim: "Her birr (iyi) ve facirin arkasında namaz caizdir ve her halife ile cihad vardır" derse, kılıç ile sultana karşı çıkmayı caiz görmez ve onların salahı (ıslah olmaları) için dua ederse, Haricilerin görüşlerinden -başından ve sonundan (tamamen)- kurtulmuştur.

Kaderilik Bid'atinden Kurtulmanın Yolu

Tamamıyla; Hayrı ve Şerri ile Kader’in Allah’dan3 olduğunu, Allah’ın dilediğini saptırdığını ve dilediğini doğru yola yönelttiğini söyleyen kimse Kaderiler'in görüşünden -başından ve sonundan (tamamen)- kurtulmuş olur ve o kişi Sünnet sahib’dir.

Şia Bid'ati

Uydurulmuş bir bid'at var ki, Azametli Allah’a karşı küfürdür, onu söyleyen (i’tikad eden) herkes kafirdir ve bunda hiçbir şüphe yoktur: Ric’at’a inanan ve Ali ibn Ebi Talib (radiyallahu anh)’ın diri olduğunu, Kıyamet Günü’nden önce onun, Muhammed ibni Ali, Ca’fer ibni Muhammed ve Musa ibni Ca’fer’in döneceğini söyleyen, (12 İmam olarak tanıttıkları) imamlar hakkında konuşan, onların gaybi bildiklerini söyleyen kişilerden uzak dur çünkü onlar Azametli Allah’a karşı kafirdirler ve bu sözü söyleyen de (Kafir’dir).

Şia inançları arasında yeralan Ric’at (hayata yeniden dönme), daha önceden yaşamış ve ölmüş olan bazı kişilerin Kıyamet’e yakın bir zamanda yeniden dünyaya döneceklerine dair bir inançtır. Temeli; ahiretten önce dünyada mü’minlerin ve Allah’ın düşmanları olan (!) Ebu Bekir ve Ömer ibn'ul Hattab gibi ashabdan ve sonraki dönemlerdeki Ehli Sünnet ulemasından, zalim (!) ve müfsitlerden (!) intikam almaları için Allah’ın bazı mü’minlerle zalimleri dirilteceği inancına dayanmaktadır. Bu konuda, mezheplerince Sahih saydıkları birtakım uydurma rivayetler ve konuyla alakasız bazı ayetleri (el-Bakara 2/259; el-Bakara 2/243; el-Bakara 2/56; el-Kehf 18/47; el-Kehf 18/12; en-Neml 27/83; Ğafir 40/11) delil olarak ileri sürmüşlerdir. Cahil ve azgınların şerrinden ve bu iddiaların tümünden Allah'a sığınılır.

Tu’ma ibni6 ve Süfyan ibni Uyeyne dediler ki: "Herkim Ali (radiyallahu anh) ile Osman (radiyallahu anh), da (aralarındaki üstünlük meselesinde) duraksarsa o Şii’dir, adil sayılmaz. Onunla ne konuşulur ne de oturulur. Ali (radiyallahu anh)’ı Osman (radiyallahu anh)’dan üstün tutan ise Rafızi’dir, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının (Osman’ın Ali’den üstün olduğu hususundaki) emrini8 terketmiştir."

Ehli Sünnet genel manada Osman (radiyallahu anh)’ın Ali (radiyallahu anh)’a takdim edileceği ve onun daha hayırlı ve üstün olduğu görüşündedir. Ancak ulema arasında bu hususta duraksayanlar olduğu gibi Ali (radiyallahu anh)’ın daha hayırlı olduğu hususunda görüş bildirenler vardır. Sırf bu şekilde görüş bildirdiği için hiç kimse Bid'atçi sayılmamış ve ne de adalet vasfını yitirmemiştir.

İbni Hacer, İbrahim ibni Abd’il Aziz ibni Dahhak’tan bahsederken şöyle demiştir: "Ebu’ş Şeyh ve sonra Ebu Nu’aym şunu naklettiler. O (İbrahim ibni Abd’il Aziz ibni Dahhak) hadis rivayet etmek için oturdu faziletler hakkında kitabını hazırladı. Ebu Bekir (radiyallahu anh) sonra da Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh)’ın faziletlerini dikte etti ve sonra dedi ki: Osman (radiyallahu anh) ile mi yoksa Ali (radiyallahu anh) ile mi başlayalım? Dediler ki: "Bu Rafızi’dir!.." ve onun hadisini terk ettiler. (İbni Hacer dedi ki) Derim ki: Bu apaçık zulümdür. Çünkü bu, Ehl'is Sünnet’ten bir grup alimin mezhebidir. Bununla, o ikisini (Osman ibni Affan ile Ali ibni Ebi Talib) kasdediyorum. Cumhur ulema, Osman (radiyallahu anh)’ı öne geçirseler de, Ehl’is Sünnet’ten bir grup alim, Ali (radiyallahu anh)’ı Osman (radiyallahu anh)’ın (faziletde) önüne geçirirlerdi. Onlar arasında Süfyan es-Sevri ve İbi Huzeyme yeralır." (İbni Hacer, Lisan’ul Mizan, 1/314)

Şeyh’ul İslam ve Hafız Ebu Muhammed Süfyan İbni Uyeyne 107H-198H

Şeyh’ul İslam ve Hafız Ebu Muhammed Süfyan İbni Uyeyne İbni Ebi İmran Meymun Ebu Muhammed el-Hilali, el-Kufi ve sonraları el-Mekki’dir. Künyesi Ebu Muhammed’dir. Lakabı İbni Uyeyne’dir. Bazıları da onu Hilal oğullarının mevlası (azadlısı) olmasına nisbet ederek Ebu Muhammed el-Hilali lakabı ile çağırmışlardır.

Abd'ur Rahman ibni Bişr, Süfyan’ın küçük yaşta hadis rivayet etmeye başladığı konusunda: “Zühri'den hadis rivayet edenler arasında Süfyan’dan daha küçük yaşta olan birisini görmedim.” (Buhari, Tarih, 4/94) derken, Ebu Gassan’ın: “Süfyan’ın, on altı yaşında iken Amr ibni Dinar’dan hadis almaya başladığını, on dokuz yaşında iken de Amr’ın vefat ettiğini, bana söyledi.” (Bağdadi, Tarih Bağdat, 9/174-178) dediği belirtilmektedir. (Süfyan bin Uyeyne ve Hadis Cüz’ü)

Süfyan ibni Uyeyne’nin güvenilirliği konusunda muhaddislerin müttefik olduğu ve onu saduk, imam, alim, sebt, huccet, zahid ve sika gibi tadil lafızlarıyla tezkiye ettikleri görülmektedir. (Süfyan bin Uyeyne ve Hadis Cüz’ü) Hakim, beldelere tahsis edilen Esahh’ul Esanid (en sağlam isnadlar) arasında, Mekke isnadına onun isminin yer aldığı isnada yer vermiş (Hakim, Ma’rifet'ul Ulum’il Hadis, 55) ve yine aynı şekilde, hadis rivayetindeki en sahih senedlerde Süfyan'ı ana rükün olarak kabul etmişdir. (Hakim, Ma’rifet'ul Ulum’il Hadis, 53-55)

Hicri 107 yılında Kufe’de doğmuş ve doksanbir yıl yaşamıştır. Hicri 198 yılının Receb Ayı’nın başlarında (yahut Cemaziy'el Evvel Ayı’nın son günü) vefat etmiştir. (Tehzib'ut Tedhib, 2/357; Siyer A’lam'un Nubela, 8/454; Siyer A’lam'un Nubela, 8/474; İbni Kesir, el-Bidaye ve'n Nihaye, 10/412-413, Hicretin Yüzdoksansekizinci Senesi; Şezerat'uz Zeheb, 1/354-355; Sıfat’us Safve, 2/234)

Süfyan ibni Uyeyne tabiin neslinde seksen kişiye yetişti. Amr ibni Dinar, İbni Munkedir, Ebu Ha’zim, Eyyub, Ziyad ibni İlaka ve Zuhri gibi alimlerden hadis dinlemiştir. Hocaları arasında A’meş, İbni Cureyc ve Şu’be, Hişam ibni Urve, Eyyub el-Sahtiyani, Zeyd ibni Eslem, Ebu Hazim, Tavus, Zuhri, Alkame gibi kimseler vardır. Bunlardan hadis dinleyip nakletmiştir. A’meş, İbni Cüreyc, Şu'be, Süfyan es-Sevri ve Mis'ar onun hocaları olmalarına karşın ondan hadis nakletmiştir. Ondan hadis dinleyerek nakleden kimseler arasında İmam Şafii, İbn’ul Mübarek, Evzai, Veki ibn’ul Cerrah, el-Feryabi, Abd’ur Rezzak, Yahya ibni Ma’in, Ali ibni Medini, İshak ibni Rahaveyh, Ebi Şeybe, Nafi ve Ahmed ibni Hanbel gibi pekçok alim vardır. (İbni Hacer, Tehzib'ut Tehzib, 4/105; Şezerat'uz Zeheb, 1/354-355; Sıfat’us Safve, 2/234)

Süfyan’ın, günümüze ulaşan ya da ulaşmayan, şu eserlerin sahibi olduğu belirtilmektedirler: Kitab’ut Tefsir; el-Cami fi’l Hadis; Cevabat’ul Kur'an; Ecza fi’l Hadis; el-Avali; Hadis; Musannef; Cüz’ü Süfyan ibni Uyeyne.

Hulefai Raşidin ve Ashab Hakkında Doğru Yol

Onları (Raşid Halifeleri), hepsinden üstün tutan, diğerlerine rahmet okuyan, onların hataları hakkında susan bir kimse bu meselede doğru yol ve hidayet üzerinedir.

Aşerei Mübeşşere

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin cennet ile (cennetlik olduklarına dair) şahitlik ettiği on kişinin şeksiz (şüphesiz) cennet ehlinden olduklarına (cennete gireceklerine) dair şahitlik etmek Sünnet’tendir.

"Aşerei Mübeşşere" terimi, henüz yaşamakta oldukları dönemde cennet ile müjdelenmiş on sahabeyi ifade etmek üzere kullanılan bir terimdir. Aynı manada olmak üzere "el-Aşeret’il Mubeşşirune bi’l Cenne" ve ayrıca "el-Mubeşşirun bi'l Cenne" kavramları da kullanılmaktadır. Yaşarken cennet ile müjdelenen on sahabe şunlardır:

Ebu Bekir (radiyallahu anh), Ömer ibn'ul Hattab (radiyallahu anh), Osman ibni Affan (radiyallahu anh), Ali ibni Ebu Talib (radiyallahu anh), Talha ibni Ubeydullah (radiyallahu anh), Zübeyr ibni Avvam (radiyallahu anh), Abd’ur Rahman ibni Avf (radiyallahu anh), Sa'd ibni Ebi Vakkas (radiyallahu anh), Sa’id ibni Zeyd (radiyallahu anh) ve Ebu Ubeyde ibni Cerrah (radiyallahu anh).

Sa’id ibni Zeyd (radiyallahu anh) dedi ki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şöyle söylediğini işittim: "Ebu Bekir cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali cennetliktir, Talha cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa'd İbni Malik cennetliktir, Abd’ur Rahman İbni Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde İbn'ul Cerrah cennetliktir. (Ravi der ki: Zeyd) onuncu da sükut etti. Dinleyenler: Onuncu kim? diye sordular. (Bu taleb üzerine): Sa’id İbni Zeyd! dedi. Yani bu, kendisi idi. Zeyd sonra ilave etti: Allah'a yemin ederim. Onlardan birinin Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte yüzü tozlanacak kadar bulunuvermesi, sizden birinin ömür boyu çalışmasından daha hayırlıdır, hatta ömrü, Nuh (aleyhi selam)'ın ömrü kadar uzun olsa bile!.." (Ebu Davud)

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den Başkasına Salat Getirmemek

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ala alihiden başka hiç kimseyi salatta hususileştirme!

Osman (radiyallahu anh) Mazlum, Onu Öldüren Zalimdir

Bil ki; Osman ibni Affan (radiyallahu anh) mazlum olarak öldürüldü ve onu öldüren zalimdi.

Ehli Sünnet İ’tikad’ından Sapan Bid'at Sahibidir

Herkim bu kitaptakileri ikrar eder, onlara iman eder, onları kendine imam edinirse ve ondan bir harfte bile şüphe etmezse, ondan tek bir harfi bile inkar etmezse o; Sünnet ve Cema'at Ehli’dir, kamildir onda Sünnet tamamlanmıştır. Kim bu kitaptan bir harfi inkar ederse veya şüphe ederse veya (bu kitabı tasdik etmekte) duraksar/çekinirse o da heva sahibidir.

Herkim Kur’an’dan bir harfi inkar eder veya ondan şüphe ederse veya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemden gelen birşeyi (inkar eder veya ondan şüphe ederse), Allah Te'ala ile (Hesap Günü'nde), yalanlayan bir kimse olarak karşılaşır. Ona göre, Allah’tan kork, ihtiyatlı ol ve imanından razı ol!

Allah’a Karşı İsyanda Yardım Etmemek Sünnet’tendir

Hiç kimseye -ne hayır sahibine ne de mahlukatın (yaratılmışların) hiçbirine- Allah’a karşı masiyette (isyanda) itaat etmemek Sünnet'tendir. Allah'a masiyette beşere itaat yoktur. Onlar sevilmez, bunların tümünden Allah Tebareke ve Te'ala içi nefret et!..

Tevbe Kullar Üzerine Farzdır

Büyük olsun küçük olsun bütün günahlardan tevbe etmenin kullar üzerine farz olduğuna iman (etmek gerekir).

Aşerei Mübeşşere’nin Cennet’e Gireceğine Şahitlik Etmeyen Bid'at ve Dalalet Sahibi’dir

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin cennet ile (cennetlik olduklarına dair) şahitlik ettiği bir kimse için (onun cennete gireceğine dair) şahitlik etmeyen kişi bid'at ve dalalet sahibidir ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözünde şek eden biridir.

Sünnet’e Bağlı Olanın Ameli Kusurlu Olsa da, Ahirette Kurtuluşa Erer

Malik ibni Enes dedi ki: "Kim Sünnet’e bağlı olur ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabı onun (dilinden) selamette olursa, sonra (bu hal üzere) ölürse, onun amelinde kusur bile olsa (ahirette) nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile birlikte olur."

Metinde geçen: "...sonra (bu hal üzere) ölürse, onun amelinde kusur bile olsa (ahirette) nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile birlikte olur." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir: "...sonra (bu hal üzere) ölürse, amelde kusurlu olsa bile (ahirette) nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihler ile birlikte olur."

İslam Sünnet’tir ve Sünnet de İslam’dır

Diğer nüshada -daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere- bu sözü Bişr ibn'ul Haris'in söylediği belirtilmektedir.

Bişr ibn'ul Haris ibni Abd’ur Rahman ibni Ata ibni Hilal ibni Mahan ibni Abdullah el-Mervezi, Eb’un Nasr. Yalınayak gezdiği için Hafi (Bişr el-Hafi) ismiyle tanınır büyük zahid ve takva ehlindendir. 150H yılında Bağdat’ta doğdu. Malik ibni Enes, Şerik ibni Abdullah, Hammad ibni Zeyd, İbni Mehdi, Ebu Bekir ibni Ayyaş, Fudeyl ibni İyad ve Abdullah ibni Mübarek gibi meşhur muhaddislerden hadis öğrenmiştir. Talebeleri ve kendisinden hadis rivayet edenler arasında Ahmed ibni Hanbel, Ebu Hayseme, Abbas ibni Abd’ul Azim, Zuheyr ibni Harb, Ahmed ed-Devraki Muhammed ibni Hatim, Sırri es-Sakati ve İbrahim el-Harbi gibi alimler bulunmaktadır. Bişr şöyle demiştir: "Dünyayı seven kimse zillete hazırlansın." 227H yılında vefat etmiştir. Vefat ettiğinde, yediden yetmişe bütün Bağdat halkı cenazesine katılmıştı. Sabah namazından sonra defnedilmiş, ama ancak yatsı namazından sonra mezarına yerleştirilebilmişti. Ali ibn'ul Medaini ve diğer hadis imamları onun cenaze töreninde yüksek sesle: "Vallahi bu, ahiret şerefinden önceki dünya şerefidir." diye söylemişlerdi. Ölüm haberini duyduğu gün İmam Ahmed ibni Hanbel, onun hakkında şöyle demiştir: "Kendisinden sonra kendisi gibi birini bırakmadı." Rivayet olunduğuna göre cinler, onun yaşamış olduğu evde ona ağıt yakmışlardı. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona şöyle sormuştu: Allah sana nasıl muamele etti? (Bişr ona şöyle karşılık vermiştir:) Beni ve Kıyamet Günü’ne kadar beni sevecek olan herkesi affetti. (İbni Halikan, Vefayat’ul Ayan, 1/112; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin İkiyüzyirmiyedinci Senesi; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 8/336-340; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 2/214-327; 2/331-335; Tehzib’ut Tehzib, 1/444; İbnu İmad, Şezerat’uz Zeheb, 2/60-62; Bağdadi, Tarihi Bağdad, 7/67-80; Zehebi, Siyeru A’lamu'n Nubela, 10/469-473)

ve dedi ki: "İslam Sünnet’tir ve Sünnet de İslam’dır." İbni Ebi Ya’la, Tabakat’ul Hanabile, 2/41

Diğer nüshada takdim ve tehir olup, metinde geçmekte olan: "İslam Sünnet’tir ve Sünnet de İslam’dır." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir: "Sünnet İslam'dır ve İslam da Sünnet'tir."

Sünnet Ehli Ashab Gibidir; Bid'at Ehli Münafıklar Gibidir

Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Sünnet Ehli’nden bir kişiyi gördüğümde sanki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından bir kişiyi; bid'at ehlinden bir kişiyi gördüğümde ise sanki münafıklardan birini görürüm."

Bu sözün benzeri İmam Şafii'den nakledimiştir, İmam Şafii (rahimehullah) dedi ki: "Ben, hadis ashabından bir adamı gördüğüm zaman sanki Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabından birisini görmüş gibi oluyorum." (Hatib; Şerafu Ashab’il Hadis)

Sünnetin ve Sünnet Ehli’nin Garipliği

Yunus ibni Ubeyd dedi ki: "Bu gün Sünnet’e davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise Sünnet’e davet edilip onu kabul edendir." İbni Receb el-Hanbeli, Keşf'ul Kurbe fi Vasfi Hali Ehl'il Gurbe; Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 3/21; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/57-58 21-23; Mizzi, Tehzib'ul Kemal, 32/527

Metinde geçmekte olan: "Bu gün Sünnet’e davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise Sünnet’e davet edilip edip onu kabul edendir." ifadesi diğer nüshada şöyle geçmektedir: "Bu gün Sünnet’e davet edenin haline şaşılır, ondan daha şaşılası ise Sünnet’e icabet edendir."

Ulema Ölüm Döşeğinde "Sünnet'e İttiba Edin!" Deyip "Bidatten Uzak Durun!" Derdi

İbni Avn ölüm döşeğinde ölene kadar: "Sünnet! Sünnet! Bid'atten uzak durun!.." deyip durdu.

Allah, Kulunu Sünnet’ten Sorgular

ve dedi ki: "Ashabımdan birisi öldü ve uykuda (rüyada) bana gösterildi ve dedi ki: Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin: Sünnet’e sarıl! Bana ilk sorulan ne idi? Allah bana ilk Sünnet'ten sordu."

İmam Ahmed ibni Hanbel (rahimehullah)'dan nakledilen bu söz: "Ashabımdan birisi öldü ve uykuda (rüyada) bana gösterildi ve dedi ki: Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin: Sünnet’e sarıl! Bana ilk sorulan ne idi? Allah bana ilk Sünnet'ten sordu." diğer nüshada az bir farkla şöyle ifade edilmiştir: "Ashabımdan bir adam öldü ve uykuda (rüyada) bana gösterildi ve dedi ki: Ebu Abdillah’a (İmam Ahmed ibni Hanbel) söyleyin: Sünnet’e sarıl! Aziz ve Celil olan Rabbim bana ilk Sünnet'ten sordu."

Sünnet Üzere Ölen Sıddık’tır!..

Ebu’l Aliye dedi ki: "Kim mestur olarak Sünnet üzerinde ölürse o, Sıddık’tır."

Rafi ibni Mihran Ebu’l Aliye er-Riyahi büyük bir imam, Kur’an muallimi, hafız, kıraat ve tefsir alimidir. Sahihi Müslim’de bir hadisi bulunmaktadır. Ashabın önde gelen şahsiyetlerinden bir gruptan hadis dinlemiştir: Ali ibni Ebi Talib (radiyallahu anh), İbni Me’sud (radiyallahu anh), Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu anh), Huzeyfe ibni Yeman (radiyallahu anh), Ebu Zer el-Gıfari (radiyallahu anh), Ebu Musa el-Eşari (radiyallahu anh), Ubey ibni Ka’b (radiyallahu anh), İbni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain), İbni Ömer (radiyallahu anhuma ecmain), Ebu Hureyre (radiyallahu anh), Enes bin Malik (radiyallahu anh) ve mü’minlerin annesi Ayşe bint Ebi Bekir (radiyallahu anha). Meşhur talebeleri arasında, Davud ibni Ebu Hind, İbni Sirin, Hafsa bint Sirin, Rebi ibni Enes ve Katade gibi alimler bulunmaktadır. Kıraat ilmini arz yoluyla Ubey ibn'ul Ka‘b (radiyallahu anh), Zeyd ibni Sabit (radiyallahu anh) ve Abdullah ibni Abbas (radiyallahu anhuma ecmain)’den öğrenmiştir. Şuayb ibni Habhab, Rebi ibni Enes, A’meş  gibi mühim şahsiyetler ondan kıraat ilmini öğrenmişlerdir. Kıraat-ı Seb’a imamlarından Ebu Amr ibni Ala da kıraat ilminde ondan istifade etmiştir. (İbni Hacer, Tehzib’ut Tehzib, 3/284-286; İbni Hacer, el-İsabe, 2/515; 7/297-298; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 4/207-213; Tezkiret’ul Huffaz, 1/58; Mizan’ul İ’tidal, 2/54; Takrib'ut Tehzib, 210;653; İbni Sa’d, Tabakat’ul Kubra, 7/112; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 2/217-224; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 485)

Sünnet’e Sarılmak Kurtuluştur!..

Şöyle denilmiştir: "Sünnet’e sarılmak kurtuluştur!.."

Diğer nüshada: "Şöyle denilmiştir..." kısmı olmaksızın geçmektedir.

Bu hikmetli sözlerin benzerleri büyük imamlardan nakledilmiştir. İmam Zühri’den şöyle dediği nakledilmiştir: "Geçmişte alimlerimiz şöyle derlerdi: Sünnet’e sarılmak kurtuluştur." (Darimi, Sünen; Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 3/369; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/94-95 136-137)

Bunun bir benzerini Ömer ibni Abd’ul Aziz bir hutbesinde söylemiştir: "Bildiğiniz gibi, Sünnet ehli şöyle derdi: Sünnet’e sarılmak kurtuluştur." (Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 5/346)

Bid'at Ehli Allah’ın Korumasından Çıkmıştır

Süfyan es-Sevri dedi ki: "Kim kulaklarını bid'at sahibine kabartırsa, Allah’ın korumasından çıkmıştır ve bid'atlere terkedilmiştir." Ebu Nu’aym, Hilyet’ul Evliya, 7/26, 34; İbni Batta, el-İbanet'ul Kubra, 444; Zehebi, Siyer A’lem'un Nubela, 7/162

Bu söz, Muhammed ibni Nadr el-Harisi’nin sözü olarak da nakledilmiştir. (Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/125 252; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis, 1/128 52)

Bid'at Ehli İle Oturup Kalbine Onların Dedikleri Yapışanı, Allah Tekrar Tekrar Cehennem’e Atar

Davud ibni Ebi Hind dedi ki: "Allah Tebareke ve Te'ala, Musa ibni İmran (aleyhi selam)’a vahyetti (ki): Bid'at ehli ile oturma! Eğer onlarla oturursan ve onların dediklerinden birşey kalbine yapışırsa seni yüz üstü Cehennem ateşine atarım!.."

Davud ibni Ebi Hind el-Basri, meşhur hafız, fakih ve müftüdür. 140H yılında vefat etmiştir. (İbn’ul Cevzi, Muntazam, 1/981; İbn’ul Cevzi, Sıfat’us Safve, 529; İbni Kesir, el-Bidaye ve’n Nihaye, Hicretin Yüzkırkıncı Senesi; Tabakat’ul Kubra, 9/552)

 Bu sözlerin benzerleri ayrıca Ata, Huseyf el-Cezeri ve Muhammed ibni Eslem’den de nakledilmiştir.

İbni Abbas (radiyallahu anhu anhuma ecmain) dedi ki: "Heva ehli ile oturmayın! Onların meclisleri kalplerde hastalığa sebebiyet verir." (el-İbane, 371)

İbrahim en-Neha’i şöyle dedi: "Heval ehli ile oturmayın! Onların meclisleri kalpdeki İman’ın nurunu giderir, yüzlerdeki güzelliği alır ve mü’minlerin kalplerindeki nefretin mirasına yolaçar." (el-İbane 375)

Müslim ibni Yesar dedi ki: "Bid'at ehlinden birisini dinleme kalbini, senin kalbinden çekip atamayacağın şeylerle doldurur." (el-İbane 436)

 Fudeyl ibni İyad (rahimehullah)’ın Sünnet ve Bid'at Sahibi Hakkındaki Bazı Özlü Sözleri

Fudeyl ibni İyad (rahimehullah) dedi ki: "Bid'at sahibi ile oturana hikmet verilmez." Beyheki, Şuab’ul İman, 7/64; 9482; Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/638 1149

(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bid'at sahibi ile oturma çünkü ben üzerine lanet ineceğinden korkarım!.." Beyheki, Şuab’ul İman, 7/63-64; İbni Asakir, Tarih; 48/398; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 441, 451; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/137 262

(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bid'at sahibi’ni sevenin Allah, amellerini boşa çıkarır ve İslam’ın nurunu kalbinden çıkarır." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 440; İmam Herevi, Zemm'ul Kelam, 4/167, 947; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/137 262; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis, 1/120 48

(Yine) Fudeyl ibni İyad dedi ki:  "Kim bid'at sahibi ile oturursa onu körlüğe varis eder!.." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/138 264

Fudeyl ibni İyad (rahimehullah) bu manada olmak üzere şöyle de demiştir: “Bid’at sahibi kimseye dinin hususunda sakın güvenme, işlerinde onunla istişare etme. Onun yanında oturma, bid’at sahibi kimsenin yanına oturan bir kimsenin yüce Allah kalbini kör eder!..” (el-Lalekai, Şerhu Usuli İ’tikadi Ebl'is Sunneti ve’l Cema'a; İbni Batta, el-İbane)

Fudeyl ibni İyad dedi ki:"Bid'at sahibini bir yolda görürsen, sen o yoldan başkasına git!.." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 493; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis; Beyheki, Şu’ab’ul İman, 7/65 9463; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 1/137, 259

Yahya ibni Ebi Kesir’den de bu söz nakledilmiştir.

Diğer nüshada burada aktarılan son iki hikmetli söz birbirine karışık vaziyette verilmiştir. Bilemiyorum asıl nüshada mı böyle geçiyor yoksa bir baskı hatası mı ancak nihayetinde elimdeki diğer nüshada bu cümleler şu şekilde verilmiş: "Kim bid'at ashabı ile oturursa bir yolda, sen o yoldan başkasına git!.."

Fudeyl ibni İyad dedi ki:"Kim bid'at sahibini tazim ederse, İslam’ın dağılmasına yardım etmiştir. Kim mubtedinin (bidat'çinin) yüzüne gülerse Aziz ve Celil olan Allah’ın Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme indirdiğini önemsiz-değersiz saymıştır. Kerime’sini bir bid'atçi adama (eş olarak) veren kimse ise onun neslini kesmiştir ve bir mübtedinin cenazesini izleyen ise oradan geri dönene kadar Allah’ın gazabında olmaya devam eder." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/733 1358; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis, 1/122-124 49-50; Herevi, Zemm’ul Kelam, 172 953

Kerime, kendi kızının ismidir.

Bu manada İmam Malik ibni Enes de şöyle demiştir: "Bid’at ehli kimse nikahlanamaz, bid’at ehli kimseye kız verilmez ve onlara selam da verilmez." (İmam Malik, el-Müdevvenet’ul Kübra)

Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Bir Yahudi ile ve bir Nasrani (Hristiyan) ile birlikte yemek yerim ama bir mübtedi ile yemek yemem. Benimle bid'at sahibi arasında demirden bir kalenin olmasını isterim." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; ; Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne, 4/638 1149; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 475

Fudeyl ibni İyad dedi ki: "Allah bir adamın, bir bid'at sahibinden nefret ettiğini bilirse; ameli az olsa bile onu bağışlar." Ebu Nu’aym, el-Hilyet’ul Evliya, 8/103; İbn’ul Cevzi, Telbis’ul İblis; İbni Asakir, Tarih, 45-199; Hatib, Tarih, 15/263; Şeyh’ul İslam İbni Teymiyye, Mecma'ul Feteva, 18/346

(Fudeyl ibni İyad şöyle dedi:)"Bid'at ehline yardım eden Sünnet sahibi, onun yalnız nifakını arttırır!.." Lalekai, İ’tikad Ehl'is Sünne; İbni Batta, el-İbanet’ul Kubra, 429

Bid'at Sahibi’ne Tavır Almanın Kişiye Kazandıracakları

Herkim bid'at sahibinden yüz çevirirse, Allah onun kalbini iman ile doldurur; Bid'at sahibini azarlayan kişiyi ise, Allah en dehşetli günde eminliğe çıkartır. Bid'at sahibini tahkir edeni ise Allah, cennette yüz derece yükseltir.

Bid'at Sahibi’ni Sevmemek

Allah için, hiçbir zaman bid'at sahibi’i sevme!..

oooŞerh'us Sünne Kitabı'nın Sonu ooo

KUR’AN’DAN ŞÜPHEYE DÜŞTÜKLERİ HUSUSLARDA ZINDIKLARA VE CEHMİYE’YE REDDİYE

Müellif: İmam Ahmed bin Hanbel (H. 164-241)

بسم الله الرحمن الرحيم


MUKADDİME
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,
Bize Ebu Tahir el-Mübarek bin el-Mübarek bin el-Ma’tuş kitabında haber verdi ki Ebu’l-Ganaim Muhammed bin Ahmed bin Muhammed el-Muhtedi Billah onlara icazet
[139] yoluyla, Ebu’l-Kasım Abdu’l-Aziz bin Ali el-Ezci de onlara “Gulamu’l-Hallal” ünvanıyla tanınan Ebu Bekir Abdu’l-Aziz’den  icazet yoluyla bildirdi ve dedi ki bana Hızır bin el-Musenna Sinan dedi ki bize Abdullah bin Ahmed bin Hanbel rahimehullah haber verdi ve dedi ki: Bu (kitap), babamın –Allah ona rahmet etsin- Zındıklara[140] ve Cehmiye’ye, Kur’an’ın müteşabihleri ve tevilleri hakkında şüpheye düştükleri hususlara cevap olarak serdettiklerinden ibarettir.

Ahmed bin Hanbel -Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun- dedi ki: Allah’a hamd olsun ki O, rasullerin arasının kesildiği her fetret döneminde ilim ehlinden arta kalan kimseler bırakmıştır ki onlar sapmış olanları hidayete çağırmışlar ve onlardan gelen eziyetlere sabretmişler, (manen) ölmüş halde bulunan kimseleri Allahın kitabıyla ihya etmişler, körleri Allahın nuruyla basiretlendirmişler ve böylece iblisin öldürdüğü nice kimseler hayat bulmuş, nice yolunu şaşırıp sapmış kimseler hidayete kavuşmuştur. O ilim ehlinin insanların üzerinde bırakmış oldukları etki ne kadar güzelse insanların o ilim ehline verdikleri tepki o denli kötü olmuştur. Onlar aşırı gidenlerin tahriflerinden, batıl ehlinin sokuşturmalarından ve cahillerin te’villerinden Allah'ın kitabını arındırırlar. O cahiller ki bidat sancaklarını açmışlar, fitnenin dizginlerini serbest bırakmışlardır. Öyle ki onlar kitapta (Kur’an) ihtilafa düşmüşler, kitapla ihtilafa düşmüşler ama kitaptan ayrılma konusunda ittifak etmişlerdir. Onlar Allah’a karşı, Allah hakkında ve Allah'ın kitabı hakkında bilgisizce sözler sarf ederler; Allah’ın kelamından müteşabih olanlar hakkında konuşup şüpheye düşürerek cahil insanları aldatırlar. Saptırıcıların fitnesinden Allah’a sığınırız.

ZINDIKLARA REDDİYE
Kur’an ayetlerinin birbiriyle çeliştiğini iddia eden zındıklara cevap

Birinci Mesele
Ahmed (rh.a); Allah Azze ve Celle’nin: “Şüphesiz ki ayetlerimizi inkar edenleri yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, derilerini değiştirip yenileyeceğiz. Allah; Aziz, Hakim olandır.” (en-Nisa 4/56) kavli hakkında dedi ki:

Zındıklar derler ki: ‘Niçin onların isyankâr derileri yanıyor da yerine başka bir deri veriliyor? Allahu Teâlâ’nın “derilerini değiştirip yenileyeceğiz” kavlinden ancak şunu anlıyoruz ki Allah günahsız bir deriye azap edecektir.’ Böylece Kur’an hakkında şüpheye düştüler ve onda çelişkiler olduğunu iddia ettiler.
Derim ki: Şüphesiz Allahu Teâlâ’nın “derilerini başkasıyla değiştirip yenileyeceğiz” sözü “onların derileri” manasında değildir, bu bilakis şu manaya gelir: “onların derilerini başkasıyla değiştireceğiz, değişmiş ve yenilenmiş haliyle”; zira onların derileri piştikçe Allah onları yenileyecektir.
[141] İşte bu, Kuran’da ancak âlimlerin bilebileceği türden amm ve hass hususlar, farklı vecihler ve bahisler olmasından ileri gelir.

İkinci Mesele

Azze ve celle’nin şu kavline gelince: “Bu, (kâfirlerin) konuşamayacağı bir gündür. Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler.” (Murselat 77/35)

Ve şu kavli: “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.” (ez-Zumer 39/31)

Bu zındıklar derler ki: “Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerde onlar konuşamaz diyor başka bir yerde ise “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.” diyor. Böylece kelamın bir kısmının bir kısmıyla çeliştiğini iddia ettiler ve Kur’an’da şüpheye düşmüş oldular.

Bunun tefsirine gelince: “Bu, (kâfirlerin) konuşamayacağı bir gündür.” kavli, mahlûkatın ilk diriltildiği zamandan itibaren 60 yıllık bir süreyi kapsar. Bu süre zarfında ne konuşabilirler ne de özür beyan edebilirler, zira özür beyan etmelerine izin verilmemiştir. Daha sonra ise konuşmalarına izin verilir, onlar da konuşmaya başlarlar. Azze ve Celle’nin şu kavli de bunun gibidir: “Günahkârları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: «Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, çünkü biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.» derlerken bir görsen!” (es-Secde 32/12) İşte böylece onlara konuşma hususunda izin verildiği zaman konuşurlar ve davalaşırlar. “Sonra siz muhakkak kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.” kavli de işte böyledir. Sonra hesap ve zulmedenlere haklarının verilmesi vardır. Sonra, bütün bunların akabinde onlara şöyle denir: “Huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce uyarı göndermiştim!” (Kaf 50/28) Ve bu sözle artık azap başlar.
[142]

Azze ve Celle’nin şu kavline gelince: “Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.” (el-İsra 17/97)

Başka bir ayette ise şöyle buyuruyor:

“Cehennemdekiler, cennettekilere: «Bize biraz su akıtın veya Allah'ın size verdiği rızıktan bize de verin.» diye seslenirler. Cennettekiler de: «Allah, bunların ikisini de kâfirlere haram kıldı.» derler.” (el-A’raf 7/50)

(Zındıklar) derler ki: ‘Allah'ın muhkem kelamında bu nasıl olur ki bir yerde “biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz.” derken başka bir yerde ise onlardan bazılarının diğer bazı kimselere seslendiklerinden bahsetmektedir.’ İşte bundan dolayı Kur’an hakkında şüpheye düştüler.

Cennet ehlinin cehennemliklere (bkz: el-A’raf 7/44) ve cehennem ehlinin de cennetliklere seslenmesinin izahına gelince; gerçek şu ki onlar ateşe ilk girdiklerinde birbirleriyle konuşacaklar ve ez-Zuhruf 43/77.ayette anlatıldığı üzere Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Malik de: Siz böyle kalacaksınız! der. Ayrıca «Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir zamana kadar ertele de senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım.» diyeceklerdir.” (İbrahim 14/44) Bir de: “«Ey Rabbimiz, kötü arzularımıza yenik düşerek sapık bir topluluk olduk.» diyeceklerdir.” (Mu’minun 23/106) Yani onlar kendilerine “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık.” (Mu’minun 23/108) denilene kadar konuşmaya devam edeceklerdir. Bundan sonra oracıkta kör, sağır ve dilsiz kesilirler, konuşma faslı biter ve sadece iç geçirmeler ve hırıltılar kalır. İşte zındıkların Allah'ın sözünde şüpheye düştükleri şeyin açıklaması budur.

Azze ve celle’nin şu kavline gelince: “Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Mu’minun 23/101) ve ayrıca şu ayet:

“Onların (o ehl-i cennetin) bazıları bazılarına karşı teveccüh ederek soruşturmaya başlarlar. Onlardan birisi der ki: «Benim (dünyada iken) muhakkak bir arkadaşım var idi.»” (es-Saffat 37/50)

Şimdi bu zındıklar kelam-ı muhkemde böyle bir -güya- çelişki nasıl olur diyerek bundan dolayı Kuran’dan şüpheye düştüler. İmdi, Allahu Teâlâ’nın “Sûra üflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar.” (Mu’minun 23/101) kavli ikinci sura üflenip insanlar kabirlerinden kalktıkları zaman hakkındadır. İşte o zaman bulundukları yerde ne konuşurlar ne de birbirlerini soruştururlar. Ancak ne zaman ki hesaba çekilip de kimi cennet kimi de ateşe girer; işte o zaman dikkatlerini birbirlerine çevirip birbirlerini soruştururlar. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

Üçüncü Mesele

Allahu Teâlâ’nın şu kavline gelince: «Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?» (Cehennemlikler) derler ki; «Biz namaz kılanlardan değildik.» (Muddessir 74/42-43) Başka bir ayette ise: “Vay o namaz kılanların haline!” (Maun 107/4) buyrulmaktadır.

Zındıklar derler ki; Allah bir yerde namaz kılan bazı kimseleri kınayarak: “Vay o namaz kılanların haline!” buyururken bir kavmin ise namaz kılmadıkları için ateşe girdiklerini söylemektedir. İşte bundan dolayı Kuran’dan şüpheye düştüler ve onda -hâşâ- çelişki olduğunu iddia ettiler.

Hâlbuki Azze ve Celle’nin: “Vay o namaz kılanların haline!” kavliyle münafıklar kastedilmektedir ki onlar gösteriş yapacakları vakte kadar namazlarından gafildirler. (bkz; Maun 107/6) Yani diyor ki onlar gösteriş yapma fırsatı olduğu zaman namaz kılarlar, olmadığı zaman kılmazlar.

«Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir? (Cehennemlikler) derler ki; «Biz namaz kılanlardan değildik.» kavli ise mümin ve muvahhidler (yani böyle olduğu halde namaz kılmayanlar [müt.notu]) hakkındadır. Zındıkların şüpheye düştükleri şey (in açıklaması [müt.notu]) işte budur.

Dördüncü Mesele:

Allahu Teâlâ’nın şu kavli; “Allah, sizi topraktan yaratmıştır.” (Fatır 35/11) sonra şöyle demiştir: “Şüphe yok ki, Biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık.”  (es-Saffat 37/11) başka bir yerdeyse: “Andolsun ki, Biz insanı süzülmüş bir çamurdan yarattık.” (Mu’minun 23/12) başka bir ayette: “Andolsun ki Biz; insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.” (Hicr 15/26) ve nihayet: “O insanı pişmiş çamuru andıran kuru balçıktan yarattı.” (er-Rahman 55/14) buyurmuştur. Kuran’dan şüpheye düşerek dediler ki bunlar, birbiriyle çelişiyor.

Biz ise deriz ki bu, Ademin yaratılışının başlangıcıyla alakalıdır. Allah onu ilk başta topraktan yaratmış; daha sonra -duruma göre- kırmızı, siyah ve beyaz çamurdan veya iyi ve kötü çamurdan/malzemeden yaratmıştır
[143]. İşte bunun gibi  onun soyundan gelenler de iyi-kötü, siyah-kırmızı ve beyaz olurlar. Daha sonra ise bu toprak çamur haline dönüşmüştür ki Azze ve celle’nin “çamurdan/ من طين” kavli buna işaret eder. Çamur birbirine yapışınca da yapışık (lasik/ لاصق) manasında yapışkan (lazib/ لازب) bir çamur haline gelmiş, daha sonra da “süzülmüş bir çamurdan” buyurmuştur. Yani sıkıldığı zaman parmakların arasından dökülen bir çamur demek istemiştir. Sonra şekillenmiş balçık haline dönüşmüş, ardından o balçık kuruyunca da ondan pişmiş çamuru andıran kuru balçığı var etmiştir. Yani diyor ki o, pişmiş çamuru andıran kuru balçık gibi ve o pişmiş çamurun vızıldaması gibi ses çıkartan bir balçığa dönüştü. İşte bu, Adem (as)'ın yaratılışının açıklamasıdır. Azze ve Celle’nin şu kavline gelince: “O ki, yarattığı her şeyi güzel kıldı ve insanın yaradılışına çamurdan başladı. Sonra onun zürriyetini bir nutfeden, hakir (zayıf) bir sudan yarattı.” (es-Secde 32/7-8) İşte bu, onun zürriyetinin “sülale”den yani erkeklerden dökülen nutfeden (spermden) yaratılmasının başlangıcıdır. “Su” dan yani değersiz, zayıf bir nutfeden yaratıldığını ifade eden kavli de bu şekildedir. İşte zındıkların şüpheye düştükleri şey (in izahı [müt.notu]) budur.

Beşinci Mesele

Azze ve celle’nin şu kavli: “O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.» (eş-Şuara 26/28) ve şu kavli: “(O,) iki doğunun ve iki batının Rabbidir.” (er-Rahman 55/17) ve bir de şu kavli: “Doğuların ve Batıların Rabbi (...)” (el-Mearic 70/40) hakkındadır. Zındıklar Kuran’dan şüpheye düşerek dediler ki: Muhkem kelamda böyle bir şey nasıl olur? (Yani bunlardan hangisi doğrudur, kaç doğu, kaç batı vardır diyerek itiraz ediyorlar. [müt.notu])

“Doğunun ve batının Rabbi” ifadesi gecenin ve gündüzün eşit olduğu gün hakkındadır
[144]. Allahu teala işte o günün doğusuna ve batısına yemin etmektedir. “iki doğunun ve iki batının Rabbi” ifadesine gelince bu, yılın en kısa gününe[145] ve yılın en uzun gününe[146] delalet eder. Allahu teala işte o günün iki doğusuna ve iki batısına yemin etmektedir. “Doğuların ve Batıların Rabbi (...)” ifadesi ise senenin diğer günlerindeki doğulara ve batılara işaret etmektedir. İşte zındıkların şüpheye düştükleri şey(in açıklaması) budur.

Altıncı Mesele

Allahu Teâlâ’nın şu kavli: “Onlar senden azabımın bir an önce gerçekleşmesini istiyorlar. Oysa Allah sözünden caymaz ve Rabb'inin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” (el-Hacc 22/47 ) ve şu kavli: “Gökten yere kadar her işi O, düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O'na yükselir.” (es-Secde 32/5) ve şu kavli: “Birisi, yüksek derecelere sahip olan Allah katından, inkârcılara gelecek ve savunulması imkânsız olacak azabı soruyor. Ki Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir.” (el-Mearic 70/4) hakkında zındıklar dediler ki: Böyle, bir kısmı bir kısmını nakzeden bir şey nasıl Allahın muhkem kelamı olabilir?

İmam Ahmed dedi ki: “Rabbi’nin katındaki bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.” kavli Allahu Teâlâ’nın gökleri ve yeri yarattığı günlerle alakalıdır. O günlerin her biri bin sene uzunluğundadır. “Gökten yere kadar her işi O, düzenler. Sonra sizin hesabınıza göre bin yıl kadar tutan bir günde yine O'na yükselir.” kavli ise Cebrail (as)’ın Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e indiği ve ardından bin yıl kadar tutan bir günde tekrar semaya yükseldiği zaman hakkındadır. Bu, gökten yere 500 senelik bir seyahattir. Yani 500 yıllık bir iniş ve de 500 yıllık bir yükseliş ki bu da 1000 yıl eder. “Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir.” kavlinde ise demek istiyor ki eğer Allah’ın azabı yaklaşmış olsa miktarı elli bin sene olan bir günde onu tamamlardı. Ki Allahu teala mahlûkata azabı -yani kıyameti- başlattıktan sonra dünya günlerine göre yarım günlük bir sürede tamamlayacaktır. “Biz kıyamet günü için doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getirir (tartıya koyarız). Hesap görenler olarak da biz kâfiyiz.” (el-Enbiya 21/47) kavli de böyledir. Yani hesabın ne kadar hızlı olduğunu anlatmaktadır.

Yedinci Mesele

Allahu Teâlâ’nın şu kavli: "Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra da Allah’a ortak koşanlara: Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız diyeceğiz." (el-Enam 6/22) Onlar sanki müşrik değillermiş gibi davrandılar ve bir başka ayette Allah’ın kavli: "Allah’tan hiçbir haberi gizleyemezler." (en-Nisa 4/42) Bunun üzerine onlar Kuran’dan şüphe ettiler ve Kuran’da çelişki olduğunu iddia ettiler. Allah’ın şu kavli: "Vallahi Rabbimiz biz müşriklerden değiliz." dediler  ve o zaman orda ortak koştuklarını gördüler.

Ehli tevhid gibi Allah’a itibar etmeyenler derler ki onları diğerlerinden ayırdık. Sorduğumuzda denilir ki biz müşrik değiliz derler ve Allah onları ve putlarını topladığında der ki: "Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız diyeceğiz." (el-Enam 6/22) sonra Allah dedi ki onlardan uzaklaşmadılar. Bunun üzerine dediler ki: "Vallahi rabbimiz biz ortak koşmadık." Onlar şirklerini gizlilikle gizlediler ve onların organlarına anlatmalarını emretti. Allah’ın kavli: "O gün onların ağızlarını mühürleriz: Yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder." (Ya-Sin 36/65) Allah Azze ve Celle’nin kavliyle onların organları şahitlik edip onların işledikleri şirki ortaya çıkarır.

Allah Azze ve Celle’nin kavli: "Kıyamet koptuğu gün günahkârlar kısa kaldıklarına yemin ederler." (er-Rum 31/55) ve Allah’ın kavli: "Dünyada sadece 10 gün kaldınız." (Ta-Ha 20/103) ve Allah’ın şu kavli: "Bir günden fazla kalmadınız." (Ta-Ha 20/104) ve şöyle buyurdu: "Çok az kaldığınızı sanırsınız." (el-İsra 17/52) Zındıklar bu yüzden o vakit şüpheye düştüler.

Allah’ın kavli: "10 gün kaldığınızı sanırsınız." ve bu yüzden kabirlerinden çıktıklarında yalanladıkları diriliş emrinin gerçek olduğunu gördüler. Bazıları bazılarına kabirde "10 gece" kaldığınızı sanırsınız dedi sonra 10 geceyi çok buldular bunun üzerine dediler ki kabirde herhalde "bir gün kadar" kaldık sonra bir günü çok buldular ve dediler ki herhalde bir günden de daha "az bir süre" kaldık ve sonra bu süreyi de çok buldular ve dediler ki herhalde bir saat kadar kaldık. Bu zındıkların bunda şüpheye düştüğü şeyi açıklar.

Ve Allah’ın kavli: "Allah’ın peygamberlerini toplayıp: size ne cevap verildi dediği gün." (el-Ma'ide 5/109) dediler: "bizim hiçbir bilgimiz yok." (el-Ma'ide 5/109) ve başka bir yerde Allah’ın kavli: "Şahitler de: İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir, diyecekler." (Hud 11/18) ve bunun üzerine dediler ki:

Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerde "bizim hiçbir bilgimiz yok" denilirken başka bir yerde size bunlardan haber verilip onlara deniliyor ki "İşte bunlar Rablerini yalanladılar." Kur’anın bir kısmının diğer kısmını nakzettiğini iddia ettiler.

Allah’ın kavli: "Allah peygamberleri toplayıp size ne cevap verildi dediği gün" onlara sorulur ve sonra cehennem kükrer ve denilirki neden tevhidden kaçınır ve aklınıza uyarsınız. Sonra cehennem kükrer ve bunun üzerine derler ki "bizim hiçbir bilgimiz yok." Sonra akılları onlara döner daha sonra derler ki "işte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir" ve bu zındıkların şüpheye düştüğü şeyi açıklar.

Sekizinci Mesele

Allah’ın kavli: "Yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacak Rablerine bakacaklardır."(Kıyamet 75/23) ve Allah’ın bir başka ayetteki kavli: "Gözler onu göremez hâlbuki o gözleri görür." (el-Enam 6/103) Zındıklar dedi ki: Nasıl olur bu önce ‘onların rablerine bakacaklarını’ haber verir ve başka bir ayette ‘Gözler onu göremez hâlbuki o gözleri görür.’ demektedir. Bunun üzerine Zındıklar Kur’an da şüpheye düştüler ve Kur’an’ın bir kısmının bir kısmını nakzettiğini açıkladılar.

Allah’ın şu kavli ‘yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlayacak ve Rablerine bakacaklar’ yani Rablerini görecekler cennette demektir. Yine Allah’ın kavli ‘Onu görmek devamlı olmayacak’ yani burada da dünyada görülemeyeceği anlaşılır ahirette değil.

Bu konuda Yahudiler Musa’ya dedi ki: "Bize Allah’ı apaçık göster...hemen onları yıldırım çarptı." (en-Nisa 4/153) Onlar ‘bize Allah’ı apaçık göster’ demelerinden dolayı öldüler ve böylelikle cezalandırıldılar.

Ve müşrik Kureyş nebiye (sallallahu aleyhi ve sellem)’e dediler ki onu bize getir. Allah’ın kavli: "Allah’ı ve melekleri önümüze getirin." (el-İsra 17/92) Bunun üzerine nebiye (sav)e sordular bu mesele hakkında Allahu Teâlâ’nın kavli: "Yoksa siz daha önce Musa’ya sorulduğu gibi peygamberinize sorular mı sormak istiyorsunuz." (el-Bakara 2/108) şeklinde oldu. ‘Bunun üzerine dediler ki bize Allah’ı apaçık göster ve hemen onları yıldırım çarptı’ ve Allah subhanehu onlara şu haberi verdi ‘yüzler vardır ki o gün’ yani dünyada devamlı olmaksızın ahirette onlar ‘onu görecekler.’ İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

 

Dokuzuncu Mesele

Musa dedi ki: "Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim." (el-Araf 7/143) ve sihirbazlar derki: "Biz ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız." (eş-Şuara 26/51) ve resul (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: "Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi olan Allah içindir...ve ben müslümanların ilkiyim." (el-Enam 6/162-163) Zındıklar dediler ki; nasıl olurda Musa derki ben müslümanların ilkiyim ve ondan önce İbrahim müminlerden olmuş ve Yakup ve İshak da. Ve nasıl olurda Musa müminlerin ilkiyim der. Ve sihirbaz dedi ki ‘müminlerin ilkiyim’ ve o zaman nasıl olur da nebi ‘ben müminlerin ilkiyim’ der. Ondan önce birçok müslüman olmuşken mesela İsa. Ve bunun üzerine Kur’an da şüpheye düştüler ve dediler ki Kur’an’da –haşa- çelişki vardır.

Musa’nın kavli: "Ve ben müminlerin ilkiyim ve bunun üzerine o vakit Rabbi onunla konuşunca Rabbim bana kendini göster seni göreyim dedi. Sen beni asla göremezsin dedi." (el-Araf 7/143) ve dünyada  onu ölüden başka gören yok bunun üzerine: "Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa baygın düştü. Ayılınca dediki seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim ve ben müminlerin ilkiyim." (el-Araf 7/143) yani doğrulayanların ilki. O ölülerden başka onu dünyada gören herhangi biri değildi. Sihirbaz dedi ki ‘müminlerin ilki’ yani doğrulayanların ilkiyim. Musa (as) Mısırlı Kıptilerdendi. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) der ki ‘Ben müslümanların ilkiyim’ yani Mekkeli. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

Onuncu Mesele

Allahın kavli: "Firavun’un ailesini azabın en şiddetlisine sokun." (Gafir 40/46) Ve bir başka ayetteki kavli: "Kâinatta hiç kimseye etmediğim azabı ona edeceğim." (el-Ma'ide 5/115) Ve yine bir başka ayette derki: "Şüphe yok ki münafıklar cehennemim en alt katındadırlar." (en-Nisa 4/145) Bunun üzerine Kur’an da şüpheye düştüler ve dediler ki; Kur’an’ın bir kısmı diğer bir kısmını nakzetmektedir.
 
Allah’ın kavli ‘Firavunun ailesini azabın en şiddetlisine sokun’ yani azap orda kısım kısımdır ve onlarda en şiddetlisindeler. Ve bir başka yerde ‘kâinatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim.’ Ve orda Allah onları domuza çeviriyor ve onları insandan dönüştürerek azaplandırıyor. Onları azaplandırmıyor, onları insandan çevirerek cezalandırıyor.
[147] Ve sonra diyor ki ‘münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.’ Cehennemin 7 kapısı vardır: haviye, sakar, sa’ir, cahim, leza, hutame ve cehennem.[148] Onlar ise onun en alt katındalar.

Allahu Teâlâ’nın bir başka kavli de: "Onlar için kuru dikenden başka yemek yok." (el-Gaşiye 88/6) Sonra (yine başka bir yerde) derki: "Şüphesiz zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir." (Duhan 44/43-44) Zındıklar dediler ki: Fakat onlar için kuru diken olduğu bildirilmiştir. İşte onlar Kur’an da şüpheye düştüler ve dediler ki Kur’an’da –hâşâ- çelişki vardır.

Allah’ın kavli ‘onlar için kuru dikenden başka yemek yok.’ Yine Allahın kavli ‘onların yemeği zakkumdur.’ Bu kısım da onlara dikenden başka zakkum yediriliyor ve diyor ki Allahu Teâlâ ‘zakkum ağacı günahkârların yemeğidir.’ İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

Onbirinci Mesele

Allahın kavli: "Bu Allah’ın inananların yardımcısı olmasından dolayıdır. Kâfirlere gelince onların yardımcıları yoktur." (Muhammed 47/11) Sonra bir başka ayetteki kavli: "Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler." (el-Enam 6/62) Bunun üzerine dediler ki: Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerden ‘Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler.’ demekteyken ve başka bir ayette Allahın kavli ‘Kâfirlere gelince onların yardımcıları yoktur.’ demektedir. Bunun üzerine onlar Kur’an da şüpheye düştüler.

Bunun üzerine Ahmed bin Hanbel (şöyle dedi): Allah iman edenlerin mevlasıdır ve onlara yardım eder. Oysa kâfirlerin mevlaları yoktur ve onlara yardım da edilmez. Allah’ın kavli ‘sonra  insanlar gerçek sahipleri olan Allaha döndürülürler’ peki bu dünyada batıl sahipleri ne olacak! İşte zındıkların şüpheye düştükleri şey(in açıklaması) budur.

 

Onikinci Mesele

Allah’ın kavli: "Allah, adil olanları sever." (el-Ma'ide 5/42) ve bir başka ayette Allah’ın kavli: "Hak yolundan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşladır." (Cin 72/15) ve bunun üzerine dediler ki; nasıl olurda muhkem kelamda böyle hükümlere yer verilir?

Dediğine göre ‘sapanlara gelince onlar cehenneme odun olmuşlardır’ yani yaratılıştan O’na sundukları kulluğa kadar Allah onlara adaleti uyguladı, onlara adaletli olanı yaptı. Sonra da dediki ‘aralarında adaletle hükmet. Allah adil olanı sever’. Ve dedi ki onlar kendi aralarında ve insanlar arasında adil oldular. ‘Allah adil olanı sever’ ve Allahın başka bir ayetteki kavli: "Doğrusu onlar sapıklıklarına devam eden bir güruhtur." (en-Neml 27/60) yani şirk koşandırlar. İşte zındıkların şüpheye düştükleri şeyin açıklaması budur.

Onüçüncü Mesele

Allah’ın kavli: "Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerine velidirler." (et-Tevbe 9/71) ve bir başka ayetteki kavli: "İman edipte hicret etmeyenlere gelince: Onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur." (el-Enfal 8/72) Zındıklar manasını anlamadılar ve Kuran'ın bir kısmının diğer bir kısmını nakzettiğini söylediler.

Bunun üzerine (Allah'ın) kavli ‘iman edip hicret etmeyenlere gelince onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur’ yani miraslarından bu konuda Allah müminlerin üzerinde hüküm vermiştir. Medine’ye hicret etmeyenlerle hicret edenler birbirlerine mirasçı olamaz. Bir adam Medine’de öldüğü zaman nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte Mekke’deki hicret etmemiş olanlar, mirasçı olmadılar. Hakeza bir adam Mekke’de öldüğünde velisi olan muhacir nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) ile birlikte onun mirasını almadı. Muhacir bunun üzerine derki ‘iman edip hicret etmeyenlere gelince onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur.’

Hicret edenler çoğaldığında bu miras, hicret eden veya hicret etmeyen velilerine geri döndü. Ve bunun üzerine yine Allah’ın kavli: "İman edip hicret edenler...Allah’ın kitabına göre, yakın akrabalar birbirine (varis olmaya) daha uydundur." (el-Enfal 8/75) Ve yine (Allah'ın) kavli: "Mümin erkekler ve mümin kadınlar da birbirine varistirler." (et-Tevbe 9/71) yani dinde mümin müminin velisi olur. İşte zındıkların şüpheye düştükleri şeyin açıklaması budur.

Ondördüncü Mesele

Allah’ın iblise kavli: "Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur." (el-Hicr 15/42) ve: "Musa öldürdüğü zatın yanında bu şeytanın işidir dedi." (el-Kasas 28/15) ve Kuran’da şüpheye düştüler ve dediler ki Kuran’da –hâşâ- çelişki vardır.

Ancak Allah’ın kavli ‘kullarımın üzerinde senin hâkimiyetin yoktur’ derken Allah’a dinde halis olan kullarımın üzerinde iblisin hakimiyeti yoktur demektir. Dininde yâda Rabbine ibadetinde doğru yoldan sapan ve daha sonra önceki günahını ve şirkini düzeltene iblisin gücü yetmez. Dininde doğru yolda olduğunda Allah subhanehu onu dininde kurtarır. Ve Musa’nın kavli ‘bu şeytanın işidir’ yani şeytan onu güzelleştirdi aynı şekilde Yusuf’a Adem’e ve Havva’ya da güzelleştirdi ki onlar Allah’ın muhlis kullarındandırlar. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

Onbeşinci Mesele

Allah’ın kavli: "Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi Biz de bugün sizi unuturuz." (el-Casiye 45/34) ve yine bir başka ayetteki kavli: "Kitapta bulunur. Rabbim ne yanılır ne de unutur." (Ta-Ha 20/52) ve zındıklar Kuran’da şüpheye düştüler.

Allah’ın kavli ‘bu güne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi Bizde bugün sizi unuturuz’ derki onları ateşte terk ederiz. ‘Unuttuğunuz gibi’ amellerinizi terk ettiğiniz gibi ‘Bizde bugün sizi’ terk ederiz. Ve yine kavli kitabında ‘Rabbim ne yanılır ne de unutur.’ derki hafızasından gitmez ve onu unutmaz.

Onaltıncı Mesele

Allahu Tealanın kavli: "Âmâyı kıyamet günü haşrettiğimizde Allah’a derki: Ey Rabbim Beni niçin kör olarak haşrettin. Oysa ben hakikaten görür idim." (Ta-Ha 20/125) ve bir başka ayetteki kavli: "Bugün artık gözün keskindir." (Kaf 50/22) ve dediler ki: Muhkem kelamda nasıl olur da bir yerde ‘o amadır’ denir ve yine kitapta denilir ki ‘bugün artık gözüm keskindir’ bunun üzerine Kuran’da şüpheye düştüler.

Allah’ın kavlinde: "onu kıyamet gününde haşrettiğimizde ama kendini savunur ve derki Rabbim beni niçin kör olarak haşrettin ve sanki görürmüş gibi savunur kendini ve ona karşı taraftan şöyle söylenir. İşte o gün onlara tüm haberler körleşmiştir." (el-Kasas 28/66) ve yine Allah’ın kavli: "Onlar birbirlerine de soracaklar." (el-Kasas 28/66) ‘bugün artık gözün keskindir’ denildiğinde burada kâfir kabrinden çıkıp yükseldiğinde gözleri görür ve gözlerini kırpıştırmadan görür, hatta iki gözü de görür ve diriliş emrini yalanlayamaz. Ve denir ki: "Sen bundan gafletteydin derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir." (Kaf 50/22) Ve denilir ki ‘perdeni kaldırdık’ ahirette gözün keskindir, keskin bakarsın, kıpıştırmazsın gözünü hatta iki gözünü, yalanlayamaz diriliş emrini. İşte zındıkların şüpheye düştüğü şeyin açıklaması budur.

Onyedinci Mesele

Allah’ın Musa’ya kavli: "Çünkü Ben sizinle beraber işitir ve görürüm." (Ta-Ha 20/46) ve yine bu konudaki bir başka kavli: "Biz sizinle beraberiz işitmekteyiz." (eş-Şuara 26/15) Zındıklar dediler ki nasıl ‘ben sizinleyim.’ der ve bir başka ayetteki kavli: ‘biz sizinle beraberiz ve işitmekteyiz.’ iken? ve işte bu yüzden Kuran’da şüpheye düştüler.

‘Ben sizinle beraberim’ kavlinde sözlük anlamı mecazidir denilir ki bir adama bir adam için seni yontarım üzerine bu yaptığımla rızıklanırsın ve Allah’ın diğer kavli ‘çünkü ben sizinle beraberim işitir ve görürüm.’ bu caizdir. Lügatte denir ki bir adam tektir bir başka adamı ödüllendiririm bu yapacağım hayırla.

CEHMİYE’YE REDDİYE

Kur’an ayetlerinin birbiriyle çeliştiğini iddia eden Cehmiye'ye cevap


I- Cehmiyenin Allah İnancı

İmam Ahmed (rahimehullah) diyor ki: İşte Cehm ve taraftarları da
[149] bu şekilde insanları Kur’an’ın ve hadislerin müteşabihlerine davet ettiler. Böylece hem kendileri saptılar, hem de sözleriyle birçok insanı saptırdılar. Allah’ın düşmanı Cehm hakkında bize ulaşan bilgiler şunlardır: Horasan’ın Tirmiz kentindendir. Âlimlerle girdiği polemikleri ve bazı kelami görüşleri vardır. Genellikle Allah hakkında düşünceler ileri sürerdi. Bir gün “Semeni”[150] adı verilen müşrik bir toplulukla karşılaştı. Bunlar Cehm’i tanıdılar ve ona dediler ki:

Seninle tartışalım. Eğer bizim kanıtlarımız karşısında yenilirsen bizim dinimize girersin. Biz senin kanıtlarına cevap veremezsek, senin dinine gireriz. Cehm’e söyledikleri şuydu:

Sen bir tanrının olduğunu söylemiyor musun? Evet, dedi, söylüyorum. Dediler ki:

Peki, bu tanrını gördün mü? Hayır, dedi. Ya sözlerini duydun mu? dediler. Hayır, dedi. Kokusunu aldın mı? dediler. Hayır, dedi. Hissettin mi? dediler. Hayır, dedi. Ona hiç dokundun mu? dediler. Hayır, dedi. Dediler ki:

Onun ilah olduğunu nereden biliyorsun? Bu soru karşısında Cehm şaşırdı ve kırk gün boyunca nasıl bir kanıtla cevap vereceğini düşündü.
[151] Sonra, Hıristiyan zındıkların kanıtlarına benzer bir kanıt bulabildi. Şöyle ki, Hıristiyan zındıklar, Meryem oğlu İsa’nın içindeki ruhun, Allah’ın zatından olan ruhu olduğunu ileri sürüyorlar. Allah, bir şey meydana getirmek istediği zaman, bir mahlûkun içine girer, o mahlûkun diliyle konuşur ve onun dilinden dilediğini emreder, dilediğini yasaklar. O gözlerin göremediği bir ruhtur...

Cehm bu kanıtı alır ve Semeni olan kişiye şöyle der: Sen, içinde bir ruh olduğunu söylemiyor musun? Adam: Evet, der. Peki, sen ruhunu gördün mü? diye sorar. Hayır, görmedim, der. Sözlerini duydun mu? diye sorar. Hayır, der. Onu hissettin mi veya ona dokundun mu? diye sorar. Hayır, cevabını verir. Bunun üzerine şöyle der: İşte Allah da böyledir. Yüzünü göremezsin, sesini işitemezsin, kokusunu alamazsın. O gözler tarafından görülemez. Bir mekanda olup da başka bir mekanda olmaması söz konusu değildir.

O, bu iddiasına dayanarak olarak müteşabihattan olan üç tane ayet buldu:

1- “O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur.” (eş-Şura 42/11)

2- “Göklerde ve yerde Allah O'dur. Gizlinizi ve açığınızı bilir; kazanmakta olduklarınızı da bilir.” (el-Enam 6/3)

3- “Gözler O'nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif'tir, her şeyden haberdardır.” (el-Enam 6/103)

İşte mezhebinin esasını bu üç ayetler üzerine bina etmek suretiyle Kuran’ı kendi kafasına göre te’vil etti ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in hadislerini de yalanladı. Ve bir kimse Allahın Kuran’da kendisini tavsif ettiği yahut Rasulullah’ın söylediği şekilde vasfederse kafir olup Müşebbihe’ye
[152] dahil olur, dedi ve bu sözüyle bir çok kimseyi insanı saptırdı. Basra’da kendisine Ebu Hanife’nin ve Amr bin Ubeyd’in[153] ashabından birçok kimse tabi oldu. Bu suretle Cehm “Cehmiyye” dinini kurmuş oldu.

Halk, onlardan Allahu Teâlâ’nın “
ليس كمثله شيء"” yani “O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur.” eş-Şura 42/11 kavli hakkında sorduğu zaman onlar bunu “eşyadan O'nun benzeri hiçbir şey yoktur, nasıl Arş üzerinde bulunuyorsa yedi kat yer altında dahi öylece bulunmaktadır. Hiçbir mekan ondan hali değildir; zaten O, şu veya bu mekanda değildir. Konuşmamıştır ve konuşmayacaktır. Ne dünyada ne de ahirette onu kimse göremez. Herhangi bir sıfatla ve de herhangi bir fiil ile ne tavsif olunur, ne de bilinir! O'nun gaye ve müntehası (yani ucu bucağı,belli bir sınırı) yoktur. Akıl ile idrak olunamaz, O bütünüyle “vech (yüz, zat)”dir, bütünüyle ilimdir, bütünüyle “sem’ (işitme)”dir, bütünüyle “basar (görme)”dir, bütünüyle nurdur, bütünüyle kudrettir. O’nda iki şey bir arada bulunamayacağı gibi birbiriyle çelişkili iki sıfat da bulunamaz. Onun aşağısı yukarısı, etrafı yönü olmadığı gibi sağı solu da yoktur. Ağır olmadığı gibi hafif de değildir. Onun rengi de cismi de yoktur. Ma’mul (yani kendisine bir iş veya te’sir icra edilmiş) ve ma’kul (yani akılla idrak edilebilir) değildir. Ve O, kalbine gelip de bilmiş olduğun her şeyin hilafınadır.” şeklinde açıklıyorlar.

Ahmed (rahimehullah) dedi ki: Biz O (celle celaluhu) bir şeydir diyoruz onlar ise “O bir şeydir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Akıl sahipleri ise bunun “O, bir şey değildir” demek olduğunu anlarlar. Bu suretle onların hiçbir şeye iman etmedikleri fakat zahiren söyledikleri  şeylerle kendilerinden belayı (yani mürtetlere ve zındıklara uygulanan ölüm cezasını) defetmeye çalıştıkları insanlar nezdinde açıklık kazanmış oldu. Kendilerine: “Kime ibadet ediyorsunuz?” diye sorulduğu zaman, “Bu mahlûkatın işlerini düzenleyene ibadet ediyoruz” cevabını verirler. “Peki, bu mahlûkatın işlerini düzenleyen zat hiçbir sıfatla bilinemeyen, meçhul bir varlık mıdır?” dediğimiz zaman onlar “evet” diyorlar. Şu halde müslümanlar, sizin hiçbir şeye ibadet etmediğinizi ve ancak zahiren gösterdiğiniz şeylerle kendinizden belayı defetmeye çalıştığınızı iyi bilmişlerdir, deriz. Sonra bunlara, “O, işleri düzenleyen yüce varlık Musa’yla konuştu” dediğimiz zaman “Hayır O konuşmadı ve konuşmaz, çünkü kelam ancak bir organ, uzuv vasıtasıyla olur, Allah’ta ise organ olmaz” cevabını verirler. Cahil bir adam bunların sözlerini işittiği zaman, Allah'ı en çok tazim edenlerin bunlar olduğunu zanneder. O bilmez ki bunların sözleri dalalete ve küfre döner ve yine anlamaz ki onlar Allah hakkında ancak iftira içeren sözler sarf ederler.

II- Cehmiyenin Ca’l kelimesine verdiği anlam ve Kur’an hakkındaki inancının reddedilmesi

HALK’UL KUR’AN MESELESİ

Yaratma (Halk) ve kılma (ca’l) arasındaki fark


Cehmi’ye sorulacak şeylerden olmak üzere ona şöyle denilir: Kur’an’ın mahlûk olduğuna dair Cenabı Allah'ın Kuran’da herhangi bir haberini buluyor musunuz? Elbette bulamaz. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadislerinde Kur’an mahlûktur dediğini buluyor musunuz? Şüphesiz bulamaz. Şu halde bu sözü nerden çıkartıyorsunuz, denildiği zaman derhal Yüce Allah’ın:
إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآناً عَرَبِيّاً لَّعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ “Düşünüp anlayasınız diye gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf 43/3) kavlinden, diyecek. Zannediyor ki bu ayette geçen “ca’l”, “halk” manasındadır. Bu suretle müteşabih sözlerden bir söz ortaya atıyor ki bununla müteşabihin tenzilinde ilhad kastedenler ve te’vilinde fitneye yol açmak isteyenler delil getirirler.

Şunu izah edelim: Kur’an-ı Kerim’de yaratma (halk)’nın fiil ve kavillerinden hikâye yoluyla zikr olunan “ca’l” iki manada kullanılmıştır:“
الَّذِينَ جَعَلُوا الْقُرْآنَ عِضِينَ  “Onlar Kuran’ı parça-parça kıldılar.” (el-Hicr 15/91) Kavlindeki “ca’l” tesmiye yani isimlendirme manasındadır. Çünkü müşrikler, Kur’an hakkında şiirdir, evvelkilerin haberleridir ve sayıklamadır, karma karışık rüyalardır diyorlardı.“ وَجَعَلُوا الْمَلَائِكَة الَّذِينَ هُمْ عِبَادُ الرَّحْمَنِ إِنَاثاً “Onlar, Rahman'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar.” (ez-Zuhruf 43/19) Ayet-i kerimesi “Bunlar, melekleri dişi olarak isimlendirdiler” manasına gelir.

Bununla beraber Kuran’da (Ca’l) tesmiye manasından başka manalarda da zikredilmiştir. Örneğin şu ayette olduğu gibi:
يَجْعَلُونَ أَصْابِعَهُمْ فِي آذَانِ “parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar.” (el-Bakara 2/19) Bu ayette geçen “Ceale” fiili kulların fiillerinden bir fiili ifade etmek için kullanılmıştır. “إِذَا جَعَلَهُ نَاراً” (...) “Demiri bir ateş haline getirince...” (el-Kehf 17/96) kavlinde de bir fiil, iş manasındadır. İşte bunlar mahlûkatın kıldığı (ca’l ettiği) şeylerdir.

Sonra Allahu Teâlâ’nın kendi emrinde yaratıcılığa/halikiyyete taalluk eden (ca’l) ancak halk (yaratma) manasında olur ve ancak “halk” makamına kaimdir ve ondan ayrılmaz. Halk manasına “ca’l” kullanılan yerlerden olmak üzere şu ayetleri zikredebiliriz:
الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَات ِوَالنُّورَ “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur.” (el-En’am 6/1) buyuruyor ki karanlıkları ve aydınlığı halk eden manasındadır. Keza; “Sizin için kulaklar, gözler var etti.” (en-Nahl 16/78)وَجَعَل َلَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ “Biz, geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık.” (el-İsra 17/12) وَجَعَلَ الْقَمَرَ فِيهِنَّ نُوراً وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجاً  “Ayı içlerinde bir ışık, güneşi de bir lamba yapmıştır.” (Nuh 71/16)هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا  “Sizi bir tek nefisten yaratan, onunla sükûnet bulsun diye eşini de ondan yaratan Allah'tır.” (el-A’raf 7/189) Yani Adem’den eşi Havva’yı halk eden diyor. Yine başka bir yerde:وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ  “yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi.” (en-Neml 27/61) buyurmaktadır. Bunların emsali Kuran’da çoktur. Allahu teala hakkında bu minval üzere zikrolunan “ceale” ancak “halk” manasındadır. Diğer manada olmak üzere: مَا جَعَلَ اللّهُ مِن بَحِيرَةٍ وَلاَ سَآئِبَةٍ “Allah, ne «bahire»yi, ne «saibe»yi meşru kılmıştır.” (el-Ma'ide 5/103) veya İbrahim (as)’a hitaben söylediği: إِنِّي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ إِمَاماً   “Rabbi: «Ben seni bütün insanlara önder yapacağım.» buyurdu.” (el-Bakara 2/124) Bu ayetlerde “ca’l”, “halk” manasında değildir. Zira konu, “bahire” ve “saibe” namıyla develerin yaratılması değildir. İbrahim'in yaratılması ise şüphesiz imam kılınmasından öncedir. Keza İbrahim (as)’ın:رَبِّ اجْعَلْ هَـذَا الْبَلَدَ آمِناً  “Rabbim, bu şehri güvenli kıl!” (İbrahim 14/35) ve: رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلاَةِ“Rabbim, beni namazı devamlı kılanlardan eyle.”  (İbrahim 14/40) dediğini nakleden ayetlerde “ceale” halk manasında değildir, zira “beni namazı ikame eden birisi olarak yarat” manasını kastetmediği aşikardır. Keza:يُرِيدُ اللّهُ أَلاَّ يَجْعَلَ لَهُمْ حَظّاً فِي الآخِرَةِ  “Allah onlara, ahiretten yana bir nasip vermemek istiyor.” (Al-i İmran 3/176) ve Musa (as)’ın annesine hitaben söylediği:إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ  “Biz, muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız.” (el-Kasas 28/7) ayetinde “biz onu peygamber olarak yaratacağız” manasını kastetmiyor. Zira Allahu Teala Musa’nın annesine evvela Musa’yı kendisine iade edeceğini, sonra da onu rasul yapacağını va’d ediyor. Yine:وَيَجْعَلَ الْخَبِيثَ بَعْضَهُ عَلَىَ بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَمِيعاً فَيَجْعَلَه  فِي جَهَنَّمَ  “Bütün murdarların bir kısmını diğer bir kısmının üstüne koyup hepsini yığarak cehenneme atması içindir.” (el-Enfal 8/37) ve ayrıca:وَنُرِيدُ أَن نَّمُنَّ عَلَى الَّذِينَ اسْتُضْعِفُوافِي الْأَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْأَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِثِينَ “Biz istiyorduk ki o yerdeki mustazaflara lütfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.” (el-Kasas 28/5) Bunun manası dahi “biz onları imamlar olarak halk ederiz ve varislerden kılarız” demek değildir. Aynı şekilde:فَلَمَّا تَجَلَّى رَبُّهُ لِلْجَبَلِ جَعَلَهُ دَكّاً “Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti.” (el-A’raf 7/143) buyurmaktadır.[154] Bunun Kuran’da örneği çoktur. Bu ve bu gibi ayetlerde geçen “جَعَلَ” hiç bir vechiyle “ خَلَقَ” manasında değildir. Şu halde Allahu teala “ceale”yi iki vecihle; bir tanesinde “halk” yani “yaratmak” manasında, diğerindeyse yaratma manasının dışında kullanırken Cehmi, hangi delile istinaden “ceale”yi “haleka” manasına tahsis etmiştir?

Eğer Cehmi, Kur’an’ın mahlûk olduğu iddiasına delil gösterdiği: “Biz, onu arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf 43/3) kavlindeki “ceale”yi Allah’ın vasfettiği manaya hamlederse ne ala! Yoksa Allah’ın kelamını işitip aklettikten sonra kasten tahrif edenler sınıfına dahil olur. Biz, Allahu teala “Biz, onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır” kavlindeki “ceale”yi “halk” manasında değil, Allahın fiillerinden bir fiil manasında kullanıyor, diyoruz. Nitekim: “Düşünüp anlayasınız diye gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur'an kılmışızdır.” (ez-Zuhruf 43/3) buyurmaktadır. Ayrıca:
عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ  بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ “Apaçık Arap diliyle onu senin kalbine (indirdi) ki uyarıcılardan olasın.” (eş-Şuara 26/194-195) ve فَإِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِ “Biz Kur'an'ı senin dilin üzere kolaylaştırdık.” (Meryem 19/97) buyurmuştur. Cenabı Hakk Kur’an’ı Arapça kılıp Nebisinin lisanı üzere kolaylaştırdığı vakit bu “ceale” Allahu Teâlâ’nın kendisiyle Kur’an’ı Arapça kıldığı bir fiil oluyor. İşte bu açıklama Allahu Teâlâ’nın kendisi için hidayet irade ettiği kimse için kâfidir.

 

III- Kur’an’ın Allah’tan ayrı olduğuna bağlaç ‘ve’ nin delil oluşu

KUR’AN’IN ALLAH’IN KENDİSİ MİDİR, DEĞİL MİDİR DİYEREK DELİL GETİRENLERE CEVAP


Sonra Cehm, yine muhal olan başka bir iddia ortaya atarak şöyle demiştir: Kur’an Allah mıdır, yoksa Allah'tan başka bir şey midir, bize haber verin. Böylece Kur’ an hakkında insanları vehme sevk eden bir iddia ortaya atmış oldu. Cahile Kur’an Allah mıdır, Allah’tan gayrı mıdır diye sorulduğunda muhakkak iki cevaptan birini verecektir: Eğer Allah’tır derse Cehmi ona: Kâfir oldun, der. Yok, eğer Allah’tan başkasıdır, derse doğru söyledin, der. Allah’tan gayrisi da mahlûk olduğundan dolayı cahilin nefsinde Cehmi’nin düşüncesine doğru bir meyil oluşur. Hâlbuki bu mesele de Cehmiye’ nin yaptığı muğalatalardan (spekülasyonlardan) birisidir. Bunun cevabı ise şudur: Allah celle senauhu Kur’an-ı Kerim’de “Kur’an benim aynımdır yahut gayrımdır” diye bir şey söylemedi. Kur’an benim kelamımdır, dedi. Biz de Kur’ an’ı Allah’ın verdiği isimle isimlendirerek onun “kelamullah” olduğunu söyleriz. Kim ki Kuran’ı Allah’ın isimlendirdiği şekilde isimlendirirse hidayet bulmuş olur. Kim de ona başka bir isim verirse dalalette kalanlardan olur.

Şüphesiz Allahu teala, kavli ile yaratmasını ayırmıştır ve halk/yaratma yerine kavl/söyleme dememiştir. Mesela bir ayet-i kerimede:
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَ الأَمْرُ “Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur.” (el-A’raf 7/54) buyurmaktadır. “Halk O’nun’dur” dendiğinde mahlûkat sınıfından olan her şey bu kapsama dâhil olur. Bundan sonra yaratılmış olmayan şeyi zikrederek وَ الأَمْرُ buyurdu. Emir ise ancak sözle olur. Cenabı Hakk sözünün mahlûk olmasından münezzehtir. Allahu teala Duhan suresinin baş tarafında şöyle buyurmaktadır: حم {1} وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ {2} إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ {3} فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ {4}أَمْراً مِّنْ عِندِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ {5} "Ha-Mim. O apaçık Kitab'a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Katımızdan bir emirle, her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Doğrusu Biz öteden beri peygamberler göndermekteyiz. (Duhan 44/1-5) Buradaki أَمْراً مِّنْ عِندِنَا “Katımızdan bir emir” ifadesinde kastedilen, Kuran’dır.[155]  Ayrıca: “Önünde de sonunda da emir Allah'ındır.” (er-Rum 30/4) buyurmaktadır. Yaratmadan önce de, yaratmadan sonra da emir O’nundur, diyor. Demek ki Allahu teala hem halk ediyor, hem emrediyor. Söylemesi de yaratmasından ayrıdır. Aynı şekilde: “İşte bu (anlatılan hükümler), Allah'ın size indirdiği emridir.” (Talak 65/5) buyurmaktadır. Ayrıca şöyle buyurmuştur: “Nihayet emrimiz gelip tandır kaynamaya (her taraftan sular fışkırmaya) başlayınca... (Hud 11/40)
 
CENABI HAKKIN KELAMI İLE YARATMASINI AYRI TUTTUĞUNUN BEYANI

Cenabı Allah bir şeyi iki yahut üç isimle adlandırdığı zaman “mürsel” yani yekdiğerine atıfsız olarak bırakır. Eğer birbirine zıt iki şeyi isimlendirecek olursa onları mürsel bırakmaz, aralarını ayırır. (Yani başka başka şeyler olduklarından dolayı “vav” atıf harfi ile aralarını fasleder). Allahu Teâlâ’nın şu kavlinde olduğu gibi:
قَالُواْ يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَباً شَيْخاً كَبِيراً "Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun büyük, yaşlı bir babası var." (Yusuf 12/78) Bu ayet-i kerimede bir şeyi/kişiyi-yani Yakub(as)’ı- üç isimle adlandırmıştır. (Yani büyük, yaşlı, baba) Fakat bu isimleri ayırmamış, mürsel bırakmıştır. Yani إن له أبا وشيخا وكبيرا “Gerçekten onun büyük ve yaşlı ve bir babası var.” dememiştir.  خَيْراً مِّنكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُّؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ  أَزْوَاجاً عَسَى رَبُّهُ إِن طَلَّقَكُنَّ أَن يُبْدِلَهًُ Eğer o sizi boşarsa belki de Rabbi ona, sizden daha hayırlı, kendisini Allah'a teslim eden, inanan, gönülden itaat eden, tevbe eden, oruç tutan… eşler verir. Dedikten sonra:ثَيِّبَاتٍ وَأَبْكَاراً “dul ve bakire” buyurmaktadır. Yani dul ve bakire birbirinden ayrı şeyler olduğu için aralarını atıf harfi ile ayırıyor, mürsel bırakmıyor. Yine başka bir yerde: وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ  “Kör ile gören eşit olmaz.” buyurmaktadır. (Fatır 35/19) Kör ile gören ayrı şeyler olduklarından dolayı aralarını “vav” ile ayırmıştır. Sonra da:وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُ وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ Karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcaklık da bir olmaz. (Fatır 35/20-21) buyurmuştur. Bunların hepsi birbirinden ayrı şeyler oldukları için aralarını fasletmiştir. Başka bir yerde ise şöyle buyurmuştur:الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُالْجَبَّارُالْمُتَكَبِّرُ O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. (el-Haşr 59/22) Bu sıfatların hepsi aynı şeyin ismi olduğu için mürsel bırakılmıştır, fasledilmemiştir. İşte bundan dolayıdır ki Cenabı Allah أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَ الأَمْرُ “Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur.” (el-A’raf 7/54) buyurduğu vakit yaratmak ve emretmek birbirinden ayrı kavramlar olduğu için aralarını harf-i atıf olan “ و” (vav) ile ayırmıştır.

IV- Kur’an vahyedilmiştir, yaratılmamıştır

KUR’AN’IN VAHİY MAHSULÜ OLUP MAHLÛK OLMADIĞININ İSBATI


Bu hususta Cenab-ı Allah’ın şu kavlini zikredebiliriz: “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir. Ona (bu Kur'an'ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.” (en-Necm 53/1-5)

Kureyş kâfirleri Kur’an hakkında “şiirdir, eskilerin masallarıdır, karmakarışık rüyalardır, Muhammed onu kendisi uyduruyor veya başkasından öğreniyor” gibi sözler sarf ettiler; bunun üzerine Allahu teala Kur’an’ın iniş vaktini kastederek batmak üzere olan yıldıza yemin etti ve ardından Kur’an’ın vahiyden başka bir şey olduğuna dair düşünceleri iptal etti. Zira “Onun konuşması ancak, bildirilen bir vahiy iledir.” kavli Kur’an ancak vahyolunan bir vahiydir, demektir. Sonra “Ona (yani Muhammed’e) üstün  bir güç sahibi (Cebrail) öğretmiştir.” buyurmuştur. “Allah o anda kuluna vahyedeceğini vahyetti.” (en-Necm 53/10) kavline kadar bunlardan bahsetti ve Kur’an’ı vahy olarak isimlendirdi, yaratılmış olarak vasfetmedi.

V- Kur’an şeydir

Bab: RAHMAN’IN KAVLİ OLAN VE OLMAYAN ARASINDAKİ FARK


Sonra Cehm başka bir şey iddia etmiş ve şöyle demiştir: Bize Kur’an hakkında haber veriniz, Kur’an “şey” midir? Biz de tabii ki “şey” dir, dedik. Bunun üzerine “Allah her şeyin yaratıcısıdır, şu halde Kur’an niçin yaratılmış şeyler sınıfından sayılmıyor, hâlbuki siz onun “şey” olduğunu itiraf ediyorsunuz.” dediler. Bütün mevcudiyetimle söylüyorum ki iddiasından kimseye deva olacak bir şey çıkmadığı halde iddiası mümkün olan her şeyi iddia olarak ortaya atmaktadır. Ortaya attığı bu iddialarla da halkın kafasını karıştırmıştır. Biz kendisine şu cevabı veririz: Allah Azze ve Celle kitabında Kur’an’ı “şey” olarak isimlendirmedi. Ancak kendisine hitap ettiği nesneye “şey” ismini verdi. Şanı yüce Allah’ın şu kavlini görmüyor musun? “Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece «ol» dememizdir. O da hemen oluverir.” (en-Nahl 16/40) buyurmuştur. Burada zikrolunan “şey”den kasıt Azze ve Celle’nin sözü değildir, bilakis kendisine söz söylenendir. Başka bir ayette: “O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir. O da oluverir.” (Ya-Sin 36/82) denilmektedir. Şu halde buradaki “şey” Allah’ın emri değildir. Bu “şey” ancak Allah’ın emriyle mevcut olan nesnedir.

Cenabı Hakkın kendi kelamını yaratılmış şeyler kapsamına dâhil etmediğine işaret eden delil ve alametlerden birisi de Ad kavmi üzerine gönderdiği rüzgâr hakkındaki şu ayettir: “O rüzgâr, Rabbinin emri ile HERŞEYİ yıkar mahveder.” (el-Ahkaf 46/25) Rüzgâr birçok şeye rastladığı halde helak etmedi; kendilerini kuşatan evleri ve barınakları olan dağlara rastladığı halde onları helak etmemiştir. Hâlbuki ayette “her şeyi yıkar mahveder.” buyrulmuştur. İşte aynı şekilde Yüce Allah’ın: "Allah her şeyi yaratandır." (er-Rad 13/16) buyruğunda da –hâşâ- kendi zatını, ilmini ve kelamının yaratılmış şeylerden olduğunu kastetmemektedir. Keza Sebe melikesi Belkıs hakkında “Kendisine her şey verilmiş” buyurmaktadır. Hâlbuki Süleyman’ın mülkü de bir “şey” olduğu halde Belkıs buna malik değildi. Aynı bunun gibi de Allahu Teâlâ "Allah her şeyi yaratandır." buyururken kelamını bu yaratılmış şeyler kapsamına dâhil etmemiştir.

Cenabı Allah Musa (as)'a: “Ben, seni kendim (nefsim) için yetiştirdim.” (Ta-Ha 20/41) demiştir. Aynı şekilde “Allah sizi Kendisiyle (nefsiyle) korkutur.” (Al-i İmran 3/28) buyurmaktadır. Ayrıca “Rabbiniz rahmeti kendi (nefsi) üzerine yazdı.” (el-Enam 6/54) buyurmuştur. Keza İsa (as) kıyamet günü şöyle diyecektir: “Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen!” (el-Ma'ide 5/116) Hâlbuki başka bir ayet-i kerime’de: “Her nefis, ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran 3/185) buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle hakkında salim fikre sahip olan herkes bu ayette “her nefis” buyurmakla beraber Cenabı Hakkın kendi nefsini ölümü tadacaklar meyanında kastetmediğini kolaylıkla anlar. İşte bunun gibi de "Allah her şeyi yaratandır." dediği zaman yaratılmış olan diğer şeylerle birlikte kendi nefsini, ilmini ve kelamını kastetmiyor. Bu açıklamalar Allah hakkında salim bir fikre sahip olanlar için kâfidir. Allah,  düşünüp de kitap ve sünnete muhalif görüşlerden rücu eden ve Allah hakkında ancak hak olanı söyleyen kimseye rahmet etsin.

Zira Allahu Teâlâ yarattıklarından misak aldı ve şöyle buyurdu: “Allah'a karşı yalnız hakkı söyleyeceklerine dair kendilerinden Kitapta söz alınmamış mıydı?” (el-A’raf 7/169) Başka bir yerde de şöyle buyurmuştur: “De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (el-A’raf 7/33) Böylece Allahu teala kendisi hakkında yalan söylemeyi haram kılmış ve şöyle demiştir: “Kıyamet gününde Allah hakkında yalan söyleyenlerin yüzlerinin kapkara olduğunu görürsün. Kibirlenenlerin kalacağı yer cehennemde değil midir?” (ez-Zümer 39/60) Cenabı Allah bizi ve sizi saptırıcıların fitnesinden muhafaza buyursun.

Cenabı Hakk kelamını birçok yerde zikretmiş, fakat hiç birinde yaratılmış olarak isimlendirmemiştir. Bilakis hep kelam olarak isimlendirmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:

“Adem, Rabbinden (birtakım) kelimeler aldı.” (el-Bakara 2/37)

“Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysaki onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.” (el-Bakara 2/75)

“Musa tayin ettiğimiz özel vakitte gelip Rabbi O'na kelâmıyla iltifatta bulununca…” (el-A’raf 7/143)

“Buyurdu ki: Ey Musa; risaletim ve kelamımla seni insanlar arasından seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” (el-A’raf 7/144)

“Ve Allah Musa ile gerçekten konuştu.” (en-Nisa 4/164)

“Allah'a ve Allah'ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (el-A’raf 7/158)

Ve işte bununla Allahu teala Allah Resulünun Allah’a ve kelâmına iman ettiğini haber vermektedir. Yine şöyle buyurmaktadır:

“Onlar Allah'ın kelâmını değiştirmek isterler.” (el-Fetih 48/15)

“De ki: «Eğer Rabbimin kelimeleri için deniz mürekkep olsa, elbette Rabbimin kelimeleri tükenmeden deniz tükenir biter. Velev ki denizin bir mislini de yardımcı getirecek olsak.»” (el-Kehf 18/109)

“Ve eğer müşriklerden bir kimse senden aman dilerse artık ona aman ver. Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin.” (et-Tevbe 9/6) buyuruyor. Dikkat edilirse burada Allah’ın yarattığını dinlesinler vb bir şey söylememiştir. İşte bu, apaçık Arapça lisanıyla belirlenmiş, izaha muhtaç olmayan gayet açık bir husustur. Allah’a hamdolsun.

VI- Allah bize Kur’an’ın kendi kelamı olduğunu söylememizi yasaklamamıştır

Şimdi Cehmiye’ye sorarım; Allahu teala şu ifadeleri buyurmamış mıdır:

“Deyiniz ki, Biz, Allah'a iman ettik.” (el-Bakara 2/136)

“İnsanlara güzel söz söyleyin.” (el-Bakara 2/83)

“Deyin ki: Biz, hem bize indirilene iman ettik, hem size indirilene.” (el-Ankebut 29/46)

“Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sağlam söz söyleyin.” (el-Ahzab 33/70)

“Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” (Al-i İmran 3/64)

“De ki: O hak Rabbinizdendir.” (el-Kehf 18/29)

“De ki: Selam sizlere.” (el-En’am 6/54) Buna karşın Allahu Teâlâ’nın “benim kelamımın mahlûk olduğunu söyleyin” dediğini hiç işitmedik.

Ayrıca şu ifadeleri buyurmuştur:

“Allah «üçtür» demeyiniz. Bundan vazgeçiniz.” (en-Nisa 4/171)

“Size selam veren kimseye, «Sen mümin değilsin» demeyin.” (en-Nisa 4/94)

“Ey iman edenler! «Rainâ» demeyin.” (el-Bakara 2/104)

“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin.” (el-Bakara 2/154)

“Hiç bir şey hakkında: «Ben bunu yarın mutlaka yapacağım» deme.” (el-Kehf 18/23)

“Sakın onlara «öf» bile deme.” (el-İsra 17/23)

“Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma.” (el-Kasas 28/88)

“Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.” (el-En’am 6/151)

“Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma).” (el-İsra 17/29)

“Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın.” (el-En’am 6/151)

”Yetim malına, en iyi şeklin dışında yaklaşmayın.” (el-En’am 6/152)

“Yeryüzünde çalımla yürüme!” (Lukman 31/18) Kuran’da buna benzer misaller çoktur. İşte bunlar Allah’ın nehyettiği şeylerdir. Ve Allahu teala hiçbir zaman “Kur’an’ın benim kelamım olduğunu söylemeyin” diye bir şey buyurmamıştır. Melekler dahi Allah’ın kelamını “kelam” olarak isimlendirmiştir. Bu konuda Azze ve celle şöyle buyurmaktadır: “Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman «Rabbiniz ne buyurdu?» derler.” (es-Sebe 34/23)

Bunun izahı şudur: Melekler
[156] İsa (as) ile Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) arasındaki dönemde –aradan uzun süre geçmiş olmasına rağmen- vahiy sesini hiç işitmemişlerdi. Allahu teala Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e vahy edince melekler, katı taşa demirin vurulması gibi olan vahy sesini işittiler ve kıyamet hallerinden bir hal zannettiler, korktular ve yüzleri üzerine secdeye kapandılar. İşte “Nihayet kalplerinden dehşet giderildiği zaman” kavlinin anlamı budur. Yani kalplerinden korku ve dehşet gidince başlarını secdeden kaldırdılar ve “Rabbiniz ne buyurdu?” diye birbirlerine sordular. Rabbiniz ne yarattı demediler. İşte bu, Allah’ın kendisine hidayet etmek istediği kimse için yeterli bir izahtır.

 

VII- Kur’an’ın ışığında Muhdes’in anlamı

Sonra Cehm başka bir şey daha iddia etmiş ve şöyle demiştir: Ben Allah tebareke ve teala’nın kitabında bir ayet buldum ki Kur’an’ın mahlûk olduğuna delalet etmektedir. Hangi ayettir, dedik. Şu ayeti zikretti:
مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍإ “Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı ancak alaya alarak dinliyorlar.” (el-Enbiya 21/2) [Bu ayette Allah’ın zikri (uyarısı) için –sonradan olma şeyler için de kullanılan-“muhdes” tabirinin kullanılmasından yola çıkarak] Allah’ın Kur’an’a muhdes dediğini ve her muhdesin de mahlûk olduğunu söyledi.

Hayatımla te’min ederim ki bu, müteşabihattan bir husus olduğu halde bununla insanları şüpheye düşürdü. Allah’tan yardım dileyerek biz de bu hususta Allah’ın kitabını göz önünde bulundurarak şunları söyledik: Herhangi iki şey bir isim altında birleşir ve bunlardan biri diğerinden üstün olursa ve de sonra bunlar hakkında övgü söz konusu olursa üstün olan, diğerinden daha çok övgüye layık olur. Eğer bunlar hakkında kınama söz konusu olursa, daha aşağıda olan diğerine göre kınanmaya daha çok layık olur. Şu ayetler buna birer örnektir:

“Şüphesiz Allah, insanlara karşı Rauf ve Rahimdir (şefkatlidir, çok merhametlidir).” (el-Hacc 22/65)

“Allah'ın kullarının içtiği bir çeşme...” (İnsan 76/6) Bu kullar günahkâr olanlar değil iyi olanlardır. Burada insanlar ve kullar tabirleri birleşmişlerdir. Ondan dolayı kullar ile fâcir olanlar değil, iyilerden olanlar kastedilmiştir. Zira bunlar tek tek kalınca şöyle buyrulmuştur:

“Şüphesiz ki, iyiler Naim (Cenneti) içindedirler. Kötüler de cehennemdedirler.” (el-İnfitar 82/13-14)

“Şüphesiz Allah, insanlara karşı Rauf ve Rahimdir (şefkatlidir, çok merhametlidir).” ayetinde ise her ne kadar mü’min ile kafir “insanlar/nas” ismi altında birleşiyorsa da mü’minler rahmet ve re’fete daha layıktır. Zira tek kaldıkları zaman “Şüphesiz ki Allah, insanlara Rauf ve Rahim'dir.” (el-Bakara 2/143) ve “O, müminlere karşı çok merhametlidir.” (el-Ahzab 33/43) kavilleri gereğince medh edilmişlerdir. Kâfirler tek olarak zikredilince “İyi bilin ki: Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hud 11/18) ve “Allah onlara gazap etmiştir ve sonsuza kadar azapta kalacaklardır.” (el-Ma'ide 5/80) ayetleri gereğince kınama/zemm vuku bulmuştur. Bundan dolayı bunlar rahmete yani rahmet ayetine dâhil olmazlar.

Aynı şekilde “Eğer Allah rızkı kullarına bol bol verseydi, mutlaka yeryüzünde azgınlık ederlerdi.” (eş-Şura 42/27) kavlinde de kullar/ibad lafzı mü’min ve kâfir herkes için geçerlidir fakat azgınlık/bağy ile vasıflandırılmaya kâfir mü’minden daha layıktır. Zira mü’minler yalnız başına zikredildikleri zaman Allahın kendilerine bahşetmiş olduğu nimeti güzelce idare ettikleri hususunda şöyle buyurmaktadır:

“Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (el-Furkan 25/67)

“Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (el-Bakara 2/2) ve böylece bunlar methedilmektedir. Ayrıca Davud (as)’a, oğlu Süleyman (as)’a, Zülkarneyn, Ebubekr, Osman (r. anhum ecmain) ve bunlar gibi olanlara rızık genişçe verildi ve bu zatlardan hiç birisi azgınlık yapmamıştır. Kâfirler ise münferit olarak zikredildikleri zaman bağy/azgınlıkla nitelenirler. Mesela Karun hakkında şöyle buyrulur: “Doğrusu Karun, Musa'nın kavmindendi ve onlara karşı azıtmıştı.” (el-Kasas 28/76) Nemrud bin Kenan da Allahu teala kendisine mülk ihsan ettiği zaman Rabbi hakkında tartışmaya kalkmıştı. Firavun ise Musa (as): Ey Rabbimiz! Sen Firavun'a ve adamlarına şu dünya hayatında göz kamaştırıcı zenginlik ve bol bol servet verdin.” (Yunus 10/88) dediği zaman azgınlık içersindeydi.

Şu halde ne zamanki mü’min ile kâfir bir isim altında birleşir de üzerlerine “bağy” ismi cereyan ederse, mü’min övgüye daha layık olduğu gibi bağy ile vasıflandırılmaya kâfir daha layıktır. İşte Allahu teala:

“Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı ancak alaya alarak dinliyorlar.” (el-Enbiya 21/2) buyruğundaki
مِّن ذِكْر (zikir/uyarı) tabiri altında hem kendi zikrini hem de Nebisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) zikrini/uyarısını cem’ etmiştir (birleştirmiştir). Allah’ın zikri yalnız olarak ifade edildiği zaman ona “hadis/yeni, sonradan olma” ismi verilmez. Şu ayetleri işitmiyor musunuz?

 “Ve elbette ki, Allah'ın zikri en büyüktür.” (el-Ankebut 29/45)

“Ve işte bu (Kur'an) bir mübarek zikirdir.” (el-Enbiya 21/50) Münferiden Nebi(sav)’nin zikri/hatırlatması kastedildiği zaman ona “hadis” ismi verilir. Allahu Teâlâ’nın şu sözlerini işitmediniz mi?

“Hâlbuki sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır.” (es-Saffat 37/96) Nebi’nin (sallallahu aleyhi ve sellem) zikri/hatırlatması ise onun kendi amelidir, onun amellerini ise Allah yaratmıştır. İki zikri bir arada cem’ ettiğine delil ise “Rablerinden kendilerine gelen her yeni uyarıyı/zikri ancak alaya alarak dinliyorlar.” kavlidir. Peygamberimizin bize onu haber verdiği zamanki zikri ”hadis” olarak nitelendirmiştir. Ve biliyorsunuz ki zikir bize ancak peygamberler yani uyarıcı/müzekkirler ve tebliğciler vasıtasıyla geliyor. Allah (celle celaluhu)şöyle buyuruyor:

“Sen hatırlat. Çünkü hatırlatmak müminlere fayda verir.” (ez-Zariyat 51/55)

“O halde öğüt fayda verecekse, öğüt ver.” (el-A’la 87/9)

“Öğüt ver, çünkü sen; ancak bir öğütçüsün.” (el-Gaşiye 88/21) İşte bu suretle zikr lafzı altında Allah’ın zikri ile Peygamberin zikri (hatırlatması) birleşmiştir. Bunlar hakkında “Hadis” yani sonradan icat edilmiş olduklarına dair bir ifade söz konusu olursa, tek başına zikredildiği zaman kendisine yaratılmış ismi verilen Nebi’nin zikri (sallallahu aleyhi ve sellem), yine tek olarak anıldığında yaratılmış ve sonradan ihdas olmuş manasında bir isimlendirme vaki olmayan ise Allah’ın zikri olmaya daha layıktır.

Zikrin Rasulullah’a hadis olduğuna -yani  sonradan geldiğine- “kendilerine gelen her yeni uyarı...” diye başlayan yukarıdaki ayette bir delil bulmaktayız. Zira Rasulullah daha önceden zikri bilmiyordu, Allahu teala ona öğretti. Allah ona öğretince zikir de Rasulullah nezdinde muhdes oldu.

VIII- Kur’an, İsa (as) gibi yaratılmış değil aksine yaratılmamıştır

İSA (AS)’LA ALAKALI NASSLARDAN DELİL GETİREN KİMSEYE CEVAP


Cehm başka bir şey de iddia etmiş ve şöyle demiştir: Kuran’da bir ayet gördük ki, bu ayet, Kur’an’ın mahlûk olduğunu göstermektedir. Biz de sorduk: Bu hangi ayettir? Dedi ki:“Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın resulü ve O’nun kelimesidir.” (en-Nisa 4/171) ayetidir. Ki İsa da mahlûktur. Biz buna şu karşılığı verdik: Allah senin Kur’an’ı anlamanı engellemiştir. Kuran’da İsa ile ilgili ifadeler var ki, Kuran’la ilgili olarak bu ifadelere yer verilmez. Kur’an, İsa'yı, doğmuş, çocuk ve sabi olarak nitelendirir. Yiyen ve içen bir delikanlı olarak vasfeder. O emir ve yasaklara muhataptır. İlahi vaad ve tehditler onun için de geçerlidir. Sonra o, Nuh’un, ardından İbrahim’in zürriyetinden gelir. Bu bakımdan İsa hakkında söylediklerimizi Kur’an hakkında söylememiz caiz değildir. Siz Allah’ın İsa hakkında söylediklerini Kur’an hakkında da söylediğini duydunuz mu?

“Meryem oğlu İsa Mesih ancak Allah’ın resulüdür ve Meryem’e ilka ettiği kelimesidir.” (en-Nisa 4/171) ayetinin anlamına gelince, Allah’ın Meryem’e ilka ettiği kelimesinden maksat, “ol” demesi ve bu sözden sonra İsa’nın olmasıdır. İsa “ol” sözüyle olmuştur, ama İsa “ol” sözünün kendisi değildir. “Ol” Allah’tan sadır olan bir sözdür. Allah’tan sadır olan “ol” sözü mahlûk değildir.

Gerek Hıristiyanlar ve gerekse Cehmiyeciler İsa hakkında Allah’a karşı yalan söylüyorlar. Cehmiyeciler diyorlar ki: İsa Allah’ın ruhudur, kelimesidir. Fakat kelime mahlûktur. Hıristiyanlar da diyorlar ki:

İsa Allah’ın zatından olmak üzere O’nun ruhudur ve Allah’ın zatından olan kelimesidir. Tıpkı, şu yama şu giysidendir, denildiği gibi. Biz ise şöyle diyoruz:

İsa “ol” kelimesiyle olmuştur, ama İsa bu sözün kendisi değildir. Yüce Allah’ın: “Ondan bir ruh...” sözüne gelince, burada yüce Allah, içinde ruh olan ve kendisinden bir emir, demek istiyor. Buna şu ayeti de örnek verebiliriz: “O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından size boyun eğdirmiştir.” (el-Casiye 45/13) Yani, emir vererek size boyun eğdirmiştir. Allah’ın ruhu ifadesinin açıklaması, Allah’ın kelimesinden olan ve Allah tarafından yaratılan ruh, şeklindedir. Tıpkı, Allah’ın kulu ve Allah’ın seması denildiği gibi.

IX- Allah’ın kelamı Cennetlerin üzerindedir

“GÖKLERİ, YERİ VE İKİSİNİN ARASINDAKİLERİ YARATTI” KAVLİYLE DELİL GETİREN KİŞİYE CEVAP


Sonra Cehm başka bir iddiada bulunmuş ve şunları söylemiştir: Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah; gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı günde yarattı.” (es-Secde 34/4) Kur’an’ın göklerde, yerde veya ikisinin arasında bir yerde bulunması akıldan uzak bir şey değildir.

Bu suretle insanların zihinlerine şüphe attı fakat bu şüpheden onlara bir zarar yoktur (o kadar zayıftır). Ona -yani Cehmi’ye- diyoruz ki: Allahu Teâlâ bu ayete göre yaratılmış şeyleri ve yaratma işini sadece gökler, yer ve arasında bulunan şeylerle alakalı olarak gerçekleştiriyor, değil mi? Evet diyeceklerdir.
[157] Göklerin üstünde mahlûk olan bir şey yok mudur, diye sorulduğunda da kuşkusuz evet, diyeceklerdir. Bütün bunlardan Cenabı Allah’ın göklerin üstünde olan şeyleri mahlûkat kapsamına dâhil etmediği anlaşılmaktadır. Halbuki ilim sahipleri yedi kat göğün üzerinde kürsi, arş, levh-i mahfuz ve buna benzer bir çok şeyler bulunduğunu bilirler ki yukarıdaki ayet-i kerimede Cenab-ı Allah  bunları zikretmediği gibi yaratılmış şeyler kapsamına dahil etmemiştir. Haber sadece gökler, yer ve ikisi arasında olanlar hakkında vaki olmuştur.

“Kur’an’ın göklerde, yerde veya ikisinin arasında bir yerde bulunması akıldan uzak bir şey değildir.” iddiasına gelince; bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak ile ve belirli bir süre için yaratmıştır.” (er-Rum 30/8) O, gökleri ve yeri ne ile yarattıysa bu şey -yani hak- şüphesiz göklerden de yerden de önce mevcuttu. Kendisiyle gökleri ve yeri yaratmış olduğu “hakk” Cenab-ı Allah’ın kavlidir (sözüdür). Bu konuda Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“(Allah) «İşte bu haktır ve ben hakkı söylerim» dedi.” (Sad 38/84)  «O gün “ol” der o da hemen oluverir»
[158] kavli ise kendisiyle gökleri ve yeri yarattığı hakk olan sözüdür ve O’nun kavli de mahlûk değildir, deriz.

X- Ruyetullah

KIYAMET GÜNÜ MÜ’MİNLERİN ŞANI YÜCE ALLAH’I GÖRECEKLERİNİ İNKÂR EDEN KİMSEYE CEVAP (RU’YETULLAH MESELESİ)


Biz onlara –yani Cehmiye’ye- dedik ki: Sizler cennet ehlinin Rablerine bakacağını niçin inkâr ettiniz? Dediler ki: Kimsenin Allahu Teâlâ’yı görmesi söz konusu değildir. Zira kendisine bakılan bir şeyin bilinebilen ve nitelenebilen bir şey olması gerekir.
[159] Bir şey ancak yansıma yoluyla görülebilir.

Biz de diyoruz ki: Allahu Teâlâ şöyle buyurmuyor mu? “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır.” (Kıyamet 77/22-23) Onlar diyorlar ki bunun manası Rablerinin vereceği sevaba bakacaklardır, şeklindedir. Zira insanlar ancak Allah’ın fiillerine ve kudretine bakabilirler, deyip şu ayeti okudular: “Bakmaz mısın rabbine? Gölgeyi nasıl uzatmakta?” (Furkan 25/45) ve dediler ki; İşte Allahu Teâlâ “Görmedin mi Rabbini” buyurduğu halde onlar Rablerini görmemektedir. O halde bu ayetin manası “Rablerinin fiilini görmediniz mi” şeklinde olur. Biz ise diyoruz ki: İnsanlar Allah’ın fiillerini her zaman müşahede etmektedirler. Hâlbuki Allahu Teala kıyamet gününde Rablerine bakacaklarını bildirmektedir. Bir de diyorlar ki “Bu ayetin manası Rablerinden sevap bekleyeceklerdir, şeklindedir. (Böylece ayette geçen “nazar”ı intizar manasına hamlettiler.) Biz ise hem sevabı intizar ederler/beklerler, hem de Rablerine nazar ederler/bakarlar, diyoruz.

Bunun üzerine şöyle dediler: “Allahu Teâlâ, ne dünyada ne de Ahirette görülemez” ve müteşabihattan olan şu ayeti okudular: “Gözler O'nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif'tir, her şeyden haberdardır.” (el-En’am 6/103) Hâlbuki bu ayetin manasını Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) şüphesiz ki herkesten daha iyi biliyordu. Böyle olduğu halde “Siz kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz.”
[160] buyurmuştur. Aynı şekilde Musa (as)’a hitaben: “Beni asla göremezsin.” buyurmuştur. Ben görülmem, dememiştir. Şimdi hangisine tabi olmamız gerekir? “Siz kıyamet günü Rabbinizi göreceksiniz.”[161] diyen Allah Resulüne mi, yoksa Rabbinizi görmeyeceksiniz, diyen Cehm’in kavline mi? Cennet ehlinin rablerini göreceklerine dair Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen hadisler ilim erbabının malumudur. Ehl-i ilim bu hadislerin sıhhatinde ihtilaf etmemiştir.

Azze ve Celle’nin “Güzel davrananlara daha güzeli ve fazlası var.” (Yunus 10/26) kavli hakkında Süfyan’ın Ebu İshak’dan, onun da Amir bin Sa’d’den rivayet ettiği hadiste, ayette geçen “ziyade” kavramı “Allah’ın vechine (yüzüne) bakmak” olarak açıklanmıştır.
[162] Sabit el-Bunani’nin Abdu'r-Rahman bin Ebi Leyla vasıtasıyla rivayet ettiği hadiste ise şöyle denilmektedir: “Cennet ehli cennette karar kıldığı zaman bir münadi: Ey cennet ehli! Allah azze ve celle kendisini ziyaret etmenize müsaade etti” diye seslenecek. Bunun üzerine perde kalkacak ve kendisinden başka ilah olmayan Allah’a bakacaklar.”[163]

Biz, Cehm ve şiasının (taraftarlarının) Allah’a bakamayanlar ve O’ndan perdelenecekler arasında bulunacağını ümit ediyoruz. Tıpkı kâfirler hakkındaki şu ayette olduğu gibi: “Hayır; gerçekten onlar, o gün Rablerinden perdelenecekler.” (Mutaffifin 83/15) Kâfir Rabbini görmekten men edildiği gibi mü’min de men edilirse mü’minin kafire karşı ne üstünlüğü kalır? Bizi Cehm ve şiasından kılmayan, bizleri bid’at ehlinden yapmayıp Kitap ve Sünnete tabi olanlardan eyleyen Allah’a hamdolsun.

XI- Allah’ın kelamı: Allah’ın sıfatları Allah’ın Birliğini nefyetmez

ALLAHU TEÂLÂ’NIN MUSA (AS)'LA KONUŞTUĞUNUN İSBATI


Cehmiyecilerin, yüce Allah’ın Musa ile konuşmasını inkâr etmeleri ile ilgili düşüncelerimize gelince, biz onlara şunu soruyoruz:

Niçin bunu inkâr ediyorsunuz? Diyorlar ki:

Allah konuşmaz ve Allah ile konuşulmaz. Olan sadece şudur:

Bir şey oluşmuş ve Allah adına ifadede bulunmuştur. Allah bir ses yaratmış ve bu ses duyulmuş... Onların iddialarına göre, konuşma, ancak ağız boşluğunun, lisanın ve iki dudağın olmasıyla mümkündür. Biz de onlara şunu soruyoruz:

Allah’ın dışında, yaratılmış herhangi bir şeyin Musa’ya:

“Ben senin rabbinim, demesi veya: “Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah’ım. Benden başka ilah yoktur.” (Ta-Ha 20/14) demesi caiz midir? Kim bunu söyleyenin Allah’tan başkası olduğunu iddia ederse, kuşkusuz Allah’tan başkası için rablik iddiasında bulunmuş olur. Cehmilerin iddia ettikleri gibi, Allah bir şey yaratmış olması ve bu şeyin:

“Ey Musa! Allah âlemlerin rabbidir, demiş olması, izah edilebilir olsa da, bu şeyin: “Şüphesiz ben, alemlerin rabbiyim.” (el-Kasas 28/30) demesi caiz değildir. Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Allah Musa ile konuştu.” (en-Nisa 4/164)

“Musa tayin ettiğimiz vakitte gelip, rabbi onunla konuşunca.” (el-Araf 7/143)

“Ben risaletimle ve sözlerimle seni insanların başına seçtim.” (el-Araf 7/144)

Bunlar, konuyla ilgili Kur’an’ın açık nasslarıdır.

Allah konuşmaz ve Allah’la konuşulmaz, diyenler, A’meşin Haysemeden, onun da Adiy bin Hatem et-Tai’den rivayet ettiği şu söze ne diyecekler:

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sizden, arada bir tercüman olmadan rabbiyle konuşmayacak hiç kimse kalmayacaktır.” (Buhari; Müslim; Tirmizi)
[164]

Onların: Konuşma ancak bir karın boşluğundan, bir ağızla iki dudak ve bir dil ile olabilir, sözleri konusunda da şu soruyu sorarız: Yüce Allah “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de «İsteyerek geldik» dediler.” (Fussilet 41/11) buyurmamış mıdır? Ne dersiniz, acaba gökler ve yer bu sözleri bir karın boşluğu, bir ağız, iki dudak ve dil ile mi söyleyebildi?

Yine Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kuşları ve tesbih eden dağları da Davud'a boyun eğdirdik. (Bunları) biz yapmaktayız.” (el-Enbiya 21/79) Görüşünüze göre dağlar bir karın boşluğu, ağız, dil ve dudaklar ile tesbih ediyor, öyle mi? Hayır, yüce Allah bunları dilediği gibi konuşturdu ve aynı şekilde kendisi de nasıl dilediyse öylece konuştu. Bunun için bir karın boşluğu, ağız, dudak ve dilin varlığını öngörmeyiz.

Cehmiyye’ye mensup olan kişi bu deliller karşısında boğulma noktasına gelince şunları söyledi: Evet, Allah Musa ile konuştu. Fakat onun kelamı kendisinden başka bir şeydir. Bunun üzerine biz: Ondan başka bir şey olan bu kelam mahlûk mudur? Diye sorunca, evet demesi üzerine biz de şöyle dedik: Bu da sizin önceki sözünüzün benzeridir. Şu kadar var ki siz zahiren gösterdiğiniz şeylerle belayı kendinizden uzak tutmaya çalışıyorsunuz.

Zühri’nin rivayetinde şöyle denilmiştir: “Musa Rabbinin kelamını işitince ‘Rabbim, şu işittiğim senin sözün müdür?’ dedi. (Allah); ‘Evet ey Musa, o benim sözümdür ve ben seninle onbin dilin gücüyle konuştum. Bütün dillerin gücüne sahibim. Hatta benim gücüm ondan da fazladır. Ben seninle bedeninin kaldırabileceği kadar konuştum. Bundan daha fazlasıyla konuşmuş olsaydım, hiç şüphesiz ölüvermiştin.’ (Zühri devamla) dedi ki: Musa kavmine geri dönünce; “Rabbinin kelamını bize vasfet” dediler: “ Allah Allah! Ben onu size vasfedemem ki” Bu sefer: “Hiç olmazsa onun neye benzediğini söyle” dediler. Musa şu cevabı verdi: “En tatlı haliyle gelen yıldırımların sesini hiç işittiniz mi? Sanki ona benziyordu”.
[165]

Cehmiye’ye mensup kimselere dedik ki: Kıyamet günü; “Ey Meryem oğlu İsa; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah edinin, dedin?” diyecek olan kimdir? Allah değil mi? Bize şu cevabı verdiler: Allah bir şey var edecek ve bu, Allah adına bunu ifade edecek. Tıpkı böyle bir şeyi var edip Musa (as)’a ifade ettiği gibi.

Yine sorduk: “Andolsun ki; kendilerine peygamber gönderilmiş olanlara da soracağız, peygamber olarak gönderilenlere de. Ve elbette onlara, olan- biten her şeyi bir bilgi ile anlatacağız; çünkü biz onlardan uzak değiliz.” (el-A’raf 7/6-7) diye buyuran kimdir? Soru soracak olan Allah değil midir? Dediler ki: Yüce Allah bütün bunlar için ayrı bir şey yaratacak ve bu şey Allah adına bu ifadeleri kullanacaktır.

Dedik ki: Allah konuşmaz, demekle O’na büyük bir iftira atmış oldunuz. Böyle söylemekle, onu, Allah’tan başka tapılan putlara benzetmiş oldunuz. Çünkü putlar konuşmazlar, hareket etmezler, bir yerden bir yere gitmezler…

Cehmiyeciler karşılarında çürütülmez bir kanıt olduğunu görünce, bu sefer:

Allah konuşur, ama kelamı mahlûktur, demeye başladılar. Biz de diyoruz ki:

Adem oğlunun sözleri de mahluktur. Siz, Allah’ın kelamı mahlûktur, demekle O’nu yarattıklarına benzetmiş oluyorsunuz. Nitekim sizin mezhebinize göre, Allah kelamı yaratıncaya kadar, konuşmadığı bazı vakitler de vardır. Böylece siz küfür ve teşbihi birlikte işlemiş oluyorsunuz. Allah bu nitelikten münezzehtir. Biz ise şunu söylüyoruz:

Allah, dilediği zaman daima kelam sahibidir. “Allah vardı ama kelamı yaratıncaya kadar, konuşmazdı” demediğimiz gibi, “O var olmakla birlikte ilmi yaratıncaya kadar bir şey bilmiyordu” da demeyiz. O önceden vardı, ama kendi nefsi için bir kudret yaratıncaya kadar kudreti yoktu; O vardı ama kendi nefsi için bir nuru yaratıncaya kadar nuru yoktu; O vardı ama kendi nefsi için bir azamet yaratıncaya kadar azameti de yoktu gibi şeyler de söylemeyiz. Dediler ki: “Allah vardı ve başka bir şey yoktu.” demeden asla muvahhid olamazsınız. Buna cevaben dedik ki: “Biz Allah vardı ve başka bir şey yoktu diyerek Allah’ın tüm niteliklerinde hep var olduğunu söyleyerek aslında tek olan ilahı tüm nitelikleriyle tarif etmiş olmuyor muyuz?

Onlara şu örneği verdik: Bize hurma ağacından haber verin dedik ki: Bir kütük, gövde, lif, yaprak tüm bu niteliklere rağmen tek bir ismi yok mudur Bunun gibi Allah, Odur ki, en yüce olana kıyaslanır, tek ilahtır tüm nitelikleriyle. Biz, o kendinde gücünü var edene değin güçsüzdü, demeyiz, güçsüz olmak iktidarsız olmaktır; ne de hiçbir şey bilmediği bir zaman vardı deriz ki; bilmeyen cahildir. Ancak biz; zamanını ve nasılını söylemeden Allah hep bilir güçlü ve maliktir deriz.

Ve yine Allah kâfir olan el-Vahid bin el-Velid bin el-Muğire el-Mahzumi’ye nispet ederek: “Kendisini tek olarak yarattığımı bana bırak.” (el-Müddesir 74/11) buyurmaktadır. Burada ismi geçen kimsenin gözleri, kulakları, dili, dudakları, elleri, ayakları ve birçok organı vardı buna rağmen bu nitelikleriyle değil de  Vahid olarak adlandırılmıştır. Bunun gibi Allah en yücesiyle kıyaslanmalı tüm nitelikleriyle tek ilahtır.

XII- Allah nerededir ve nerede değildir

Allahu Teâlâ’nın “Rahman, Arş'a istiva etti” kavli ve Şanı yüce Allah’ın yaratıklarından ayrı oluşunun ispatı


Yüce Allah: “Rahman, Arş'a istiva etti.” (Ta-Ha 20/5) buyurmaktadır. Yine şöyle buyurmaktadır: “Rabbiniz o Allah'dır ki, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakilerini altı günde yaratan ve sonra da arşa istiva edendir.” (Yunus 10/3) Ama Cehmiyye, “Allah Arşın üzerinde olduğu gibi aynı zamanda yerin yedinci tabakasındadır. Allah Arşın üzerindedir, göktedir, yerdedir, kısacası her yerdedir; O’nun bulunmadığı hiçbir mekân yoktur; bir yerde olup başka bir yerde olmaması diye bir şey söz konusu değildir” derler ve “O göklerde de, yerde de Allah'dır.” (el-Enam 6/3) gibi ayetleri kendilerine delil alırlar.

Onlara cevap olarak dedik ki: Müslümanlar, Rablerinden hiçbir şeyin bulunmadığı çok yer biliyorlar. Ne gibi yerler, dediler. Onlara şöyle dedik: Sizin iç organlarınız, bağırsaklarınız, domuzların bağırsakları, işkembeler, pislik yerleri, evet bütün bu gibi yerlerde Rab Teâlâ’dan hiçbir şey yoktur. Rabbimiz, gökte olduğunu haber vererek şöyle buyurmuştur:

“Gökte olanın sizi yere geçirmeyeceğinden emin misiniz? Bir bakmışsınız ki, o (yeryüzü) sallanıp-çalkalanmaktadır. Gökte olanın başınıza tas yağdırmasından güvende misiniz? Benim uyarmamın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz.” (el-Mülk 67/16-17)

Yine şöyle buyurmuştur: “Kim, izzet istiyorsa; izzet bütünüyle Allah'ındır. Güzel sözler O'na yükselir. Onu da salih amel yükseltir.” (Fatır 35/10)

“O vakit ki, Allah Teâlâ buyurdu: «Ya İsa! Muhakkak seni vefat ettirecek olan Ben'im ve seni Bana yükselteceğim.” (Al-i İmran 3/55) ve “Bilakis Allah onu (İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (en-Nisa 4/158)

“Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Katında olanlar O'na kulluk etmekten çekinmezler ve usanmazlar.” (el-Enbiya 21/19)

“Göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve bütün melekler, kibirlenmeden Allah'a secde ederler. Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar.” (en-Nahl 16/49-50)

“Melekler ve ruh, miktarı elli bin yıl süren bir gün içinde O'na yükselir.” (el-Mearic 70/4)

“O, kulları üzerinde kahredici olandır. O, Hakim'dir, Habir'dir.” (el-Enam 6/18)

“O, Aliyyul Azimdir(yani yücedir, büyüktür.” (el-Bakara 2/255)

Yüce Allah, kendisinin gökte olduğunu haber veriyor. Ayrıca Kur’an da aşağıda olanların kınandığını görüyoruz. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Şüphe yok ki, münafıklar ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Ve elbette onlar için yardımcı da bulamazsın.” (en-Nisa 4/145)

“Ve küfredenler derler ki: Rabbimiz; cinlerden ve insanlardan bizi saptırmış olanları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da alçaklar olsunlar.” (Fussilet 41/29)

Ayrıca onlara dedik ki: İblis’ in de şeytanların da varlıkta bir yer işgal ettiklerini bilmiyor musunuz? Allah ve İblis kesinlikle aynı mekânda bir araya gelmemiştir. Yüce Allah’ın: “O göklerde de, yerde de Allah'tır.” (el-Enam 6/3) kavli ise şu anlamdadır: Allah, göktekilerin de yerdekilerin de ilahıdır. O, Arş’ın üzerindedir, ama ilmi, Arş’ın aşağısını da kuşatmıştır; ilminin ulaşmadığı hiçbir yer yoktur; ilminin bir yere ulaşıp diğerine diye bir durum söz konusu değildir. Yüce Allah şu sözünde bunu dile getirmektedir:

“Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talak 65/12)

Şeffaf camdan yapılmış bir maddeyle dolu bir bardak düşünün, insan bu bardağa baktığında her tarafını görür. Ama insan o bardağın içinde değildir. Allah da -en yüce mesel Allah'ındır- yaratıklarından içinde olmadığı halde, onların hepsini ihata eder.

Yine bir adam düşünün, kendisine bir ev inşa ediyor. Sonra kapısını kapatıp çıkıyor. Bu adam evinde kaç oda bulunduğunu, her odanın genişlini bilir. Allah Azze ve Celle de –ki en yüce mesel Allah’ındır- yaratıkların hiçbir şeyin içinde olmadığı halde yaratıklarının hepsini ihata eder; ne durumda olduklarını ve ne olduklarını bilir.

XIII- Allah her zaman ve her mekânda ilmiyle her yanı kuşatandır

Cehmiyye, Yüce Allah’ın: “Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur.” (el-Mücadele 58/7) kavlini te’vil ederek: Allah Azze ve Celle bizimle beraberdir ve bizim içimizdedir, derler. Onlara deriz ki: Ayetin tamamını zikretmeden, niçin bir kısmını diğerinden kopuk olarak naklediyorsunuz? Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Göklerde ve yerde olanları Allah'ın bildiğini görmüyor musun? Beş kişinin gizli konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.” (el-Mücadele 58/7)

Görüldüğü gibi ayet Allah’ın ilminden bahisle başlamakta ve onunla son bulmaktadır.

XIV- Allah’ın her yerde olduğu iddiasının reddi

Cehmilere ayrıca şöyle denilir: Allah, azametiyle bizzat bizimle birlikte ise, kendisiyle yaratıkları arasında olup bitenler hususunda size mağfiret eder mi? Şayet evet diyecek olurlarsa Allah’ın yaratıklarının dışında olduğunu ve yaratıkların O’nun dununda (haricinde) olduğunu kabul etmiş olur. “Bağışlamaz” diyecek olursa o zaman da küfre girmiş olur.

Eğer bir Cehmiyecinin:

Allah her yerdedir, bir yerde olurken başka bir yerde olmaması söz konusu değildir, dediğinde, aslında yalan söylediğini anlamak istersen, ona şu soruyu sor:

Hiçbir şey yok iken Allah var değil miydi? Evet, diyecektir. O zaman şunu söyle:

Allah mahlûkatı yaratırken, onları kendi içinde mi yarattı, yoksa kendi dışında mı?

Bu sorunun cevabı bağlamında üç görüş belirginleşecektir.

Bu görüşlerden biri:

1- Allah mahlûkatı kendi içinde yarattı, demektir. Bu cevabı verecek olsa, küfre sapmış olur. Çünkü insanların, cinlerin ve şeytanların Allah’ın içinde olduklarını iddia etmiş olur. Şayet:

2- Onları kendi dışında yarattı, sonra kendisi onların içine girdi, dese, bu sefer de küfre sapmış olur. Çünkü Allah’ın, kirli, pis bir mekâna girdiğini iddia etmiş olur. Eğer:

3- Allah mahlûkatı kendisinin dışında yarattı, ama onların içine girmedi, şeklinde bir cevap verse, diğer bütün yanlış görüşlerinden dönmüş olur. Ki, ehl-i sünnetin görüşü de budur.

XV- Cehmiyenin Allah’ın ilmi hakkındaki görüşlerine reddiye

Cehmiyenin Allah’ın bilgisini itiraf etmediğini bilmek istersen ona de ki: “Allah der ki: Onun bildirdikleri dışında insanlar onun ilminden hiçbir şeyi tümüyle bilmezler. ” (el-Bakara 2/255) ve yine: “Fakat Allah sana indirdiğine şahitlik eder, onu kendi ilmiyle indirdi.” (en-Nisa 4/166) de ve yine: “Eğer onlar size cevap veremiyorlarsa bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir.” (Hud 11/14) ve yine: “Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğunu yarıp çıkamaz hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğurmaz.” (Fussilet 41/47) de.

Cehmiye ye sor itiraf eder mi yoksa etmez mi Allah’ın ilmini ki bize ayetlerle bildirilmiştir. Eğer inkâr ederse, imanı inkâr etmiş olur. Eğer Allah’ın ilmi yeni oluşmuştur derse Allah’ın bilmediği bir zaman olduğunu söyleyerek ve Allah’ın ilmi yaratana değin bilmediğini ve sonra bildiğini (ilim sahibi olduğunu) iddia ederek imanı inkâr etmiş olur. Ve eğer Allah’ın ilmi yaratılmamıştır, başlatılmamıştır derse ehlisünnetteki yerini terk etmiştir.

XVI- Allah’ın yarattıklarının içinde olduğu iddiasına reddiye

Allah Musa’ya (kardeşi Harun’la birlikte ikisini kast ederek) “Ben sizinle beraberim.” (Ta-Ha 20/48) dediğinde bunun anlamı Ben ikinizi de korurum  manasındadır ve yine “Hani onlar mağaradaydı o arkadaşına üzülme çünkü Allah bizimle beraberdir diyordu.” (et-Tevbe 9/40) buda bizi savunmak için anlamı taşır. Ve yine “Nice az sayıda birlik Allah’ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara 2/249) burada onlara düşmanlarına karşı verilen zafer kastedilir ve yine “Üstün durumdayken gevşeyip barışa çağırmayın Allah sizinle beraberdir.” (Muhammed 47/15) burada onlara düşman üzerine verilen zafer kastedilir ve yine “Onun razı olmadığı sözü düzüp kurarken O onlarla berberdi.” (en-Nisa 4/108) burada Allah’ın onlardan haberdar olması kastedilir ve yine “İki topluluk birbirini görünce Musa’nın adamları işte yakalandık dediler. Musa asla dedi. Rabbim şüphesiz benimledir bana yol gösterecektir.” (eş-Şuara 26/61-62) burada Firavuna karşı yardım edeceği kastedilir.

Dedik ki ona Cennet, cehennem, arş ve gök ve dirilme olmayacak mı evet dedi o zaman Rabbimiz nerede olacak diye sorduk şöyle cevap verdi: Dünyada her şeyde olduğu gibi orada da her şeyde olacak. Ona dedik ki: O halde sen Allah’ın arşı, bahçesi, ateşi ve havası arasında bölüneceğine inanıyorsun. Böylece Allah’a karşı yalanları apaçık ortaya çıktı.

XVII- Allah isminin yaratılmış oluşuna reddiye

Cehmi, Allah’ın her şeyde yaratıklarıyla beraber olduğunu, fakat bir şeyle ne bitişik ve ne de onun dışında olduğunu iddia ederken aleyhindeki hüccet ortaya çıkmaktadır. Bu durumda ona: Allah yaratığının dışında olmadığına göre ona bitişik değil midir? Dedik. Hayır, dedi. Peki, bir şeye ne bitişik ne de onun dışında olmaması nasıl olur? Dedik. Geveleyip: Keyfiyetsiz olarak, dedi. Ama yine de sözüyle bazı cahilleri aldatıp gözlerini boyadı.

Cehmi Allah isminin Kur'an da yaratıldığına iddia ediyor. Sorduk O adını yaratmadan önce adı neydi? Şöyle cevap verdiler: O'nun adı yoktu. Dedik ki bunu şunlar takip eder o halde kendine ilmi yaratana değin cahildi ve nuru ile gücü de yoktu kendi için yaratana değin. O şeytani adam Allah’ın onu utandırdığını ve çıplaklığını ortaya serdiğini Allah’ın adının Kur'an da yaratılmış olduğu iddiasında bulunduğu için olduğunu anladı.

Cehmiye ye dedik ki Bir insan yalan yere Allaha yemin etse ki ondan başka ilah yoktur, bu yalancının yemini gibi olmaz çünkü yaratılmış olanın adıyla yemin etmiştir yaratanın değil. Allah onu yine utandırdı

Ona dedik ki peygamber, Ebu Bekir (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra) onları takip eden halifeler, yöneticiler, kadılar Allah’ın, ondan başka ilah yoktur, adıyla yemin verdirmezler mi ondan başka ilah yoktur. Ama size göre onlar yanılmışlar peygamber ve onu takip edenler Allah ismini yaratana yemin ettirmeliydiler, Allah adını yaratandan başka ilah yoktur sözünü itikat edinmeliydiler aksi takdirde Allah’ın birliğini beyanları geçersiz olurdu. Allah onu yalanlar söylediği için utandırdı. Ama biz deriz ki Allah Allah'tır. Allah isim değildir her şey isimdir Allah'tan başka.

Eğer Allah konuşmadıysa her şeyi nasıl yarattı. Bir başkası daha mı var? O her şeyi ol demekle kelamıyla yarattı. O'nun Kur'an da: Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sözümüz ol dememizdir hemen oluverir. (en-Nahl 16/40) dediğini görerek dediler ki bizim ona sözümüzden kasıt isteğimiz onun olmasını sağlar. Biz de dedik ki o halde ilave neden ‘ona sözümüz ol dememizdir’ dediler ki: Kur'an da ki her şeyin bir anlamı var. Allah Arapça tabirle konuşur duvar konuştu, avuç konuştu ve düştü lakin bir şey deme.
[166] Ona dedik ki sen bunun üzerine mi hüküm kurarsın onlar da evet dediler. Bunun üzerine sizin inandığınız üzere Allah konuşmasaydı, o halde Allah her şeyi ne sebeple yarattı dedik onlara. Onlar da şöyle cevap verdiler gücüyle. Biz de o şey midir dedik ve onlar itiraf ettiler. Onlara sorduk O'nun gücü yaratılmışlardan mıdır ve kabul ettiler. Onlara dedik ki öyle görünüyor ki O yaratılmış olan için yaratmış. Böylece Kur’an’ı reddettiniz ve muhalefette bulundunuz ki Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Allah her şeyin yaratıcısıdır.’ diyerek kendisinin yaratıcı olduğunu bize bildirmektedir. Yine ‘Allahtan başka yaratan var mıdır?’ (Fatır 35/3) yani Allah’tan başka yaratan yok anlamında, oysa siz Allah’ın yaratmasından gayrı bir şey iddia ettiniz. Bu Cehmiye öğretisi yüce Allah’tan uzak olsun.

 XVIII- Allah’ın Kuran’da Rab olarak nitelendirilmesi ile alakalı hadis

BAB: Cehmiyye’nin rivayet olunan bazı hadislerden
[167] yola çıkarak Kur’an’ın mahlûk olduğunu iddia etmesine dair

Cehmiye, peygamberimizden (sallallahu aleyhi ve sellem) rivayet edilen: “Kur’an açık renkli bir genç suretinde gelir. Kendisini okuyan kişiye gelir ve der ki:

- Beni tanıdın mı? Kişi der ki:

- Kimsin sen? Der ki:

- Ben, gündüzleri uğrunda susuz kaldığın, geceleri sabahlara kadar uyanık kaldığın Kuran’ım. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) devamla şöyle buyurdu:

Bunun üzerine kişi onunla Allah’a gider ve der ki: - Ya Rabbi!..” (İbni Mace; Darimi; Ahmed) hadisi dayanak alarak Kur’an’ın mahlûk olduğunu savunmuştur.

Biz de onların bu iddialarına şöyle cevap veriyoruz:

“Kul huvellahu ehad” suresini okuyana şu, şu vardır....” (Tirmizi; Ahmed; Nesai) hadisindeki anlamda Kur’an gelmez.

Siz “Kul huvellah...” suresini okuyana bu surenin gelmediğini görmüyor musunuz?

Bilakis, onu okumanın sevabı gelir. Çünkü biz Kur’an’ı okuyoruz ve o gelmez, diyoruz, bir halden başka bir hale değişim geçirmez.

Allahın rahmeti Allahın dininde âlim olanın muhacirin ve ensarın öğretilerinden başka Kuran ve sünnete aykırı olanı reddeden ve Cehmiye ve kollarından uzak duranın üzerine olsun, selam peygambere ailesine ve ashabına olsun.

*** GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH'I RAZI ETMEK ***

 

Bu  gün izahını yapmaya çalışacağımız konu, Emri bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile alakalı bir iki hususun şer'i çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.

Bunlardan birinci ve en önemlisi : "Gayemiz insanları değil, Allah'ı razı etmek olmalıdır."

İkincisi ise : "Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olup bunların birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir".

Üzerinde duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar oluşu hasebiyle siz değerli kardeşlerimin sohbet esnasında zihinlerini canlı tutmalarını rica ediyorum. Zira yapılan sohbetlerin yanlış anlaşılması ve yanlış kavranılması o sohbetin başka birilerine aktarılmasında da aynen yanlış iletilmesi ve yanlış kavranılması demektir.

Şimdi ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta "Gaye insanları değil Allah'ı razı etme" noktasıdır.

Bilindiği gibi, "Emri bil mağruf ve nehyi anil münker" müessesesi islamın en önemli müesseselerinden bir tanesidir. Biz bu güzel vasıta ile yaratılışımızın gayesini öğrendiğimiz gibi, yine aynı zamanda birçok insanda bizim bu müesseseyi kullanmamız vasıtasıyla yaratılışlarının gayesini öğreneceklerdir.

İşte bunun içindir ki islam, her mükellefi malumatı nisbetinde bu müesseseden hesaba çekecektir. Bilen bildiği ölçüde hakkı anlatma mecburiyetinde olduğu gibi, aynı zamanda bildiği ve kavradığı ölçüde de münkeri reddetme ve ona mani olmak zorundadır. Ve bu görevi yerine getirirken de razı etmeye gayret göstereceği merci Allah olmalıdır, insanlar değil. Yani, hakkı anlatmada, onu bir başkasına ulaştırmada hiçbir zaman geri durmadan halkın değil, hakkın rızasını ön planda tutmalıdır.

İnsanlar hor görecekler diye, insanlar kızacaklar diye ve yine insanlar beni dışlarlar, kendilerinden soyutlarlar diye hiçbir zaman ne görülen bir münkerin nehyedilmesi ve nede anlatılması gereken bir hakkın ihmali asla düşünülmemelidir.

Yapılması gereken bu göreve basiretli, ferasetli bir muvahhid gözüyle bakılmalıdır. Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride büyüyeceği düşünülürse, mani olunması gereken küçük bir münkerinde ileride büyüyüp devleşeceği asla unutulmamalıdır.

Bir müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya bakmalıdır. Anlatacağı bir mağruf o an küçük bir tohum olabilir. Küçük bir filizde olabilir. Ama o işten anlayan bahçıvan bu tohumun ileride bir fidan olacağını daha sonra ise ağaç olacağını ve zamanla binlerce meyvesiyle nevşu nema bulan ve insanlara menfaati olan bir ağaç olacağını asla unutmaz.

Yine bu mani olmayacağı bir münker o an küçük bir tohum olabilir. Fakat onun ileride büyüyüp fidan olacağını daha sonra ağaç olacağını ve binlerce zehirli meyvesi ile etrafına zehir saçan bir zakkum ağacı olacağını unutmaz, bu bahçıvan.

Unutmayın ki, zamanımızın şu korkunç ve çirkin hali birden vuku bulmamıştır. Nasıl ki islam bütün berraklığı ile küçük denmeden büyük denmeden anlatıla anlatıla nevşu nema buldu ise, aynen bu çirkin manzaranın yatırımı yavaş yavaş yapılmıştır. İblis denen o mahluk küçük demedi, az demedi ve o zehirli tohumlarını atmaktan geri durmadı. Çünkü o çok iyi biliyordu ki attığı o zehirli tohumlar çok geçmeden filizlenip kocaman zakkum ağaçları olacaktır.

Evet ey şuurlu müslüman kardeşim! Unutma ki bu ileriyi düşünme, ileri görüşlülük  iblis ve avanelerinden çok, muvahhidlerin düşüneceği birşeydir. O ve avaneleri, attıkları her tohumun ileride büyüyüp karşılığını kat kat vereceğini hesap edip yatırımlarını yaparken, sen nasıl olurda "Onun hilesinin zayıf olduğunun" farkında olduğun halde münkerlere set çekip, ileriye yönelik bir yatırım yapmazsın ki?... Sen nasıl olurda anlatacağın bir mağrufu insanların kırılıp senden yüz çevireceğini düşünerek terk edersin ki?... yine, sen nasıl olurda görmüş olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar, bana söver, beni döver diye kaygılanıp mani olmazsın ki?...

Eğer şu hale gelişimizde, bu münkerlerin yerleşmesinde geçmişteki fertlerin bir sorumluluğu ve bir vebali var ise ki muhakkak ki var. Bunun gibi, gerek zamanımızda ve gerekse ileride yapılacak olan mani olmadığımız münkerlerin sorumluluğu ve vebali şu cılız omuzlarımıza indirilmemek şartı ile yüklenecektir. Peki neden?

Çünkü görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir mücadele verilmezse, ona mani olunmaya çalışılmazsa zamanımızda yaşanacağı gibi, ileride de katlanarak ve rahat bir şekilde yayılıp yaşanacaktır bütün bu çirkinlikler. Günümüzde yaşanan ve geçmiştekilerin bize miras bıraktığı münkerler gibi.

Evet ey müslüman! Unutma ki Allah'tan başkalarının rızası gözetilerek yapılan bütün işler "hebaen mensura" olacağı gibi, karşılığında da büyük bir azap vardır.

Yapılacak olan bir mağrufta olsun veya nehyedilmesi gereken bir münkerde olsun, eğer bir başkasının rızası veya gadabı gözetiliyorsa, o insanın havale edileceği yer rızasını veya gadabını düşündüğü o yerdir.

Konuyla ilgili birkaç hadislerinde Allah Rasulü (s.a.v) şöyle buyuruyor:

"...... Aişe (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Her kim insanların gücenmelerine (kızmalarına) mukabil Allah'ı razı etmeye çalışırsa Allah'ta onu insanların zahmetinden kurtarır. Her kimde Allah'ın kızmasına mukabil insanların rızasını ararsa Allah'ta onu o insanlara havale eder..."

                                      Tirmizi / 4.c / 2527

"....Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) bir hutbesinde şöyle buyurdu: "Hakkı söylemekten ve o büyük günü hatırlatmaktan sizi insanlara olan korkunuz engellemesin. Çünkü bu ecelinizi yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da uzaklaştırmaz."

İbnu Mace / 10.c / 4007. N. H - Tirmizi

İşte  bu yüzden  basiretli her müslüman halkı değil  hakkı memnun etmeye gayret gösterir o batıl karşında susmadığı gibi hakka yardımda da geri durmaz kendisi münkerlerden uzak durduğu gibi, toplumunda da münkerlerin yayılmasına razı olmaz o her zaman her münkeri değiştirmeye gayret göstermekten de geri durmaz.

Yine şuurlu bir müslüman iyi bilir ki, görülen bir münker karşısında bananecilik dinden değildir. Yine o iyi bilir ki, görülen herhangi bir münkerin def'i için çaba sarf etmeme Allah'u Azze ve Celle'nin gazabını ve azabını celb etmektir.

O, hiçbir zaman Allah resulü (s.a.v)'in tüyler ürpertici şu hadisi şeriflerini aklından çıkarmaz:

"...Ebu Bekr(r.a)'dan rivayet edildiğine göre bir hutbesinde Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle demiştir:

"Ey iman edenler! Siz kendinize düşene bakınız. Hidayet yolunda olduğunuz zaman sapıtan kimse size zarar veremez..." Maide / 105

Ayetini okuyorsunuz (emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkeri terk ediyorsunuz) Halbuki biz Resulullah (s.a.v)'den şunu işittik: "şüphesiz insanlar kötü bir şeyi görüpte menetmedikleri zaman Allah'ın onlara umumi bir ceza vermesi çabuklaşır."

İbnu Mace / 10.c 4005.  / Ebu Davud / 5.c 4338.

... Cerir b. Abdillah el-Beceli (r.a)'dan; Resullullah (s.a.v) şöyle buyurdu: " Hiçbir kavim yoktur ki içlerinde günah işlenir, onlar günah işleyenlerden daha güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemez de Allah onların tümünü cezalandırmaz..."  İbnu Mace  / 10.c 4009. N.,Tirmizi.

 

“...Abdullah İbnu Mes’ud(r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“İsrail oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu; bir kimse başka bir kimseye günah işlerken rast gelirdi. Ve ona: “Ey vatandaş (ey kardeş veya arkadaş) Allah’tan kork, işlediğin günahı bırak, bu sana helal değildir” derdi. Sonra ertesi gün yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün ona (nasıl olsa bir sefer tebliğ ettim, anlattım düşüncesiyle) tebliğ etmezdi, bir daha anlatmazdı. Çünkü beraber yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bunu işleyince Allah’u Azze ve Celle bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve şöyle buyurdu:

“İsrail oğullarından kafir olanlar Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerindendir. Onlar yaptıkları münkerlerden birbirlerini alıkoymazlardı. Yapmakta oldukları şey cidden ne kötü idi...” Maide / 78-81 ,kısmına kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu:

“Allah’a yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de nehy edersiniz,veya zalimin elinden tutar, onu hakka sevk edersiniz. Onu sadece hakkı uygulamaya zorlarsınız...” Ebu Davud: 5.c./4336.N. İbnu Mace:10.c./4006.N. Tirmizi

Eğer zikredilen bu hadisi şerifler Aklı selim bir müslüman tarafından düşünülürse gayet açık ve nettir ki, bir müslüman bir münkerin işlenmesi halinde rahat edemez, suskun kalamaz, o münkeri engellemenin yollarını arar.

Özellikle zikredilen son hadisi şerif daha dikkate şayan bir incelikle anlaşılmalıdır. Burada anlatılan gayet açıktır ki, İsrail oğulları küfürde birden vuku bulmamışlardır. Yavaş yavaş o hale gelmişlerdir.

Ahdi bozmanın ilk merhalesi görülen münkeri bir defa karşı tarafa anlatma, daha sonrasında ise anlatmama ile başladı.

Daha sonra beraber yiyip içip, gülüp oynamaya, aman ticaretimiz aksamasın diye sıkı fıkı olma safhasına gelindi. Derken, Allah’u Azze ve Celle kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve daha sonra, artık karşı tarafa kalbi olarak buğz etme dahi ortadan kalktı. Nihayet Allah’u Azze ve Celle’de onları lanetledi ve kafir olduklarını beyan etti.

İşte bu nokta çok iyi anlaşılmalı ve çok iyi kavranılmalıdır. Allah resulü (s.a.v)’in şu hadisi şerifleri de bu ayeti kerimeyle birlikte anlaşılmaya çalışılırsa mes’ele daha da netleşecektir:

“... Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki; Allah’u Teala’nın gönderdiği her nebinin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan mukakkak ki bir takım havarileri ve sahabileri vardır. Sonra onların ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan bir takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara karşı eliyle mücahede ederse o, mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücahede ederse o da mü’mindir. Onlara karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.” Müslim /1.c.50.N.

“...Ebu Said (r.a)’dan ...Resulullah (s.a.v)şöyle buyurdu: Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu da imanın en zayıf noktasıdır...” Müslim /1.c.49.N.

Görüldüğü gibi imanın en zayıf noktası insanın bu konuda karşı tarafa sadece kalbi bir buğz beslemesiyle iktifa etmesidir. Diğer hadiste ise insan, kalbi bir buğz etmeyi bile yitirmiş ise artık onda imandan eser kalmamıştır.

Yoksa insanlardan bazılarının anladığı gibi, “ yapılmadığında insanda imanı külliyen nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde insanı imandan çıkarmayan, imanın şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine getirmek, insanda iman vardır anlamına gelmez.”

Daha açık bir ifade ile izah edecek olursak,  imanın öyle şubeleri vardır ki, insan, onları terk etmesiyle imandan çıkar. Öyle şubeleri de vardır ki terkinde hala iman dairesinde olup, sadece imanı o nisbete göre noksanlaşır. Yani iman ondan soyutlanmaz. Dolayısıyla, insanı imandan çıkarmayacak bir iman şubesinin terki, yerine getirilmesiyle de insanı iman ehli yapmaz.

Hülasa, sözün özü: “Şuurlu bir müslüman amellerinin tümünde sadece Allah’ın rızasını gözetir. Endişesi, attığı her adımın, yaptığı her işin insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığıdır.

İzahını yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci noktası ise “Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olduğu ve bunların birbirinden ayırt edilmesi” noktasıdır.

Konunun bu bölümü, üzerinde  hassasiyetle durulup çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır.

Çünkü, bir çoğumuzun henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta sebebi ile birbirimizi karşılıklı itham etmekte ve birbirimizi yerli yersiz suçlamaktayız.

Bilindiği gibi Taviz ve yumuşaklılık birbirinden farklı şeylerdir. İslam, dinden taviz verilmesini istemediği gibi, islamın başkalarına ulaştırılması esnasında da (yani tebliğde de) kabalık ve sertliği istemez ve sevmez. Yani, tebliğci sürekli yumuşak muamele etmekle emrolunmuştur. Çünkü islam yumuşaklık, kolaylık ve hoşgörü dinidir. Binaenaleyh, insanlar fıtratları gereği kabalıktan ve sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve hoşgörülüğe sempati duyarlar. Bu yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyuruyor:

“... Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi...”Al-i İmran /159

İşte bu, insanları davasına davet eden her ferdin sabit bir düsturudur. Davet edilen azgın, inatçı, kaba, zalim biri de olsa, bu düstur geçerliliğini korur. Allah’u Azze ve Celle, Firavun gibi bir mel’una bile bu vasıfla muamele edilmesini istemiştir:

“Firavun’a gidin. O azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler veya korkar...” Taha /43-44.

Yumuşaklıkla muamelenin hayrın tamamı olduğu ve yumuşak huylu olanında hayırlarla dolu olduğunu, ondan mahrum olanın ise hayırların tümünden mahrum olacağını şu hadisi şerif bize haber vermektedir:

“...Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Yumuşaklıktan mahrum olan hayrın tamamından da mahrumdur.”(Müslim)

Taviz meselesine gelince, bilindiği gibi mükellefin kendisine dininde mükellef olduğu şeylerin ulaşmasından sonra çeşitli bahanelerle dininden fire vermesi manasıdır.

Artık bu, ya insanların kendisini kınayacağı korkusundan olur... Ya, “sen yeni bir din mi ihdas ettin?” denilip, kendisiyle alay edileceğinden korktuğu için olur... Yada kendisi o an vermiş olduğu o tavize “islami bir maslahat” kılıfı geçirerek onu meşru göstermesinden dolayı olur.

Artık bunun başka yolları ve isimleri de olabilir. Ama unutulmamalıdır ki –Biraz öncede zikrettiğimiz gibi- islam, kendisinden taviz verilmesini istemez ve asla da sevmez. O, her zaman kendi yolunda mertçe, yiğitçe. Adaletli ve sağa sola yalpa yapılmadan hedefe yürünmesini ister ve emreder.

İnsanlar hoşnut olsunlar diye onların keyiflerine göre de renk değiştirmez. Rengini değiştiren sadece insan olur.

İşte, anlatmaya çalıştığımız bu iki noktanın (yani, tavizle yumuşaklılığın) bir birine karıştırılmaması, bunların birbirinden ayırdedilmeyip her birinin yerli yerinde kullanılmaması bir çok çarpıklığın sebebi olmuştur.

Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi: “tebliğ edenin tebliği esnasında taviz vermeden hakkı söylemesi, doğruyu anlatması sertlik ve kabalık olarak telakki edilmiştir.”

İşte, taviz ve yumuşaklılığı birbirine karıştıranlar tarafından telakki edilen bu anlayış, Kitap ve Sünnet’in hilafına bir anlayıştır. Böyle bir anlayış islamda yoktur.

İnsanların hoşnutluğunu aramak için (yani onları kızdırmamak için) din’den taviz verilmez. Hak ne ise o en güzel şekliyle anlatılır.

Anlatılan mes’eleye karşı tarafın yabancı olması veya senelerdir o mes’eleyi duymaması ve yahut da anlattığınla taban tabana zıt bir inanca sahip olması, seni anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır.

Aman efendim, “Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel peşindedir, şimdi ben bunu kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla, ben şimdilik bunu anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup anlatırım inşallah” demesi bir tavizdir. Ve islam böyle de emretmemiştir. İslam görülen bir münkerin anında münker oluşunun haber verilmesini ve onun elle, dille, kalple ortadan kaldırılmasını emretmiştir.

   Allah resulü (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur.: “...E bu Said (r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır.”Müslim /1.c.49.N.

   Allah resulü (s.a.v)’in gerek bu hadisinde gerekse islamın bidayetinden (başlangıcından) vefatına kadar olan davet üslubunda görülüyor ki, irili ufaklı hiçbir münkerin gözünün yaşına bakmamış, onlara mani olmaya çalışmıştır. Bu konuda yakın ve uzak hiç kimsenin gönlünü kırmaktan da çekinmemiştir. Öyle ki bu kendisiyle bile alakalı olsa, aynen şu hadislerinde buyurduğu gibi:

“Sakın hıristiyanların İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye çıkardıkları gibi, sizde beni layık olmadığım mevkilere çıkarmayın. Sizler benim için; “ Allah’ın kulu ve Resulüdür” deyin.”

   Yine bir hadislerinde, kendisine babasının durumunu soran insana açık bir şekilde “Baban ateştedir” buyurması da aynen, hakkın olduğu gibi anlatılmasının bir misal ve numunesidir.

   Bizim bu konuda zannedersem unuttuğumuz veya anlayamadığımız bir nokta var. O da:

“Biz istiyoruz ki, kendilerine dini anlattığımız insanlar, anlattığımız şeyleri anında kabul edip ve birde bize teşekkür etsinler.

   Acaba bizim bu isteğimiz ne derece doğrudur? Ve yine, bizim bu isteğimiz doğrultusunda, kendilerine dinleri anlatılan hangi insanlar anında teslimiyet göstermişlerdir ki?

   Bırakın normal davetçileri, Allah’ın resulleri dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onlara bir şeyler aktarırken, onların yanlışlıklarını zikredip. “Bunun şu şekilde olması gerekir” dediğinde ne bizim zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir, ne de bizim istediğimiz doğrultuda cevap almışlardır.

   En güzel davet üslubu ile donatılmış o insanlara dahi (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) hakkı anlattıklarında:

   “Sen yeni bir din mi ihdas ettin?”... dediler. “... Senin şu anlattıklarını biz ne atalarımızdan ne gördük ne de dedelerimizden duyduk. Dolayısı ile senin şu anlattıklarını kabul etmiyoruz, yalanlıyoruz...” dediler. Ve amcasına “Muhammed ilahlarımıza küfrediyor (yani yalanlıyor) onu çağır da kafasına biraz akıl koy...” dediler. Daha korkuncu ise:

   “... Kendisini taşlamadılar mı?”...”Ka’be de namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar mı?...”Delilikle suçlamadılar mı?....

   Acaba bunlar Muhammed (s.a.v)’in tipini mi beğenmiyorlar da mı bu şekilde hakaret ve işkenceler ediyorlardı? Hiç düşündünüz mü? Yoksa,

Onlara mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı, doğruyu anlattığından mı hakaret ve işkencelere maruz kalıyordu. Bu mübarek insan.

Evet ey müslüman! Şunu kafana iyice yerleştir ki, bütün bunlar hakkın söylemesinden, gerçeğin olduğu gibi eğip bükmeden anlatılmasından dolayı yapılmıştır. Yoksa başka hiçbir niyetle değil. Bundan emin olabilirsin.

ISLÂMDA NAMAZI TERKETMENÎN HÜKMÜ

MUKADDİME

"İman eden kullarıma de ki namaz kılsınlar.' ibrahim: 30

Ma'lum ola ki: "namaz", Allah'u Azze ve Celle'nin, kulları üzerine "mi'raç"da farz kıldığı en azim fi'ili bir ibadettir. Bize farz kılındığı gibi, bizden önceki "ümmetlere" de farz kılınmıştır. Allah'u Azze ve Celle bu ibadet'ten bir cüz olan "secde" ile "melek"leri imtihana tâbi tutarak, itaat edip "secde" edenler "fıtrat" ya'ni "islâm" üzere kalmışlardır, tsyan eden "iblis"de kibirlenip secde etmekten imtina ettiği için "kâfir'Merden olmuştur. İşte bu ibadet: böylelikle, "iman" ile "küfür", "islâm" ile "şirk" ve "din"li ile "din"siz arasında bir "alamet'i farika" olmuştur. Zira namazın edası ile insan "mş'min" terki ile de "kâfir" olmaktadır.

Kendisinden başka ilah olmayan Allah'u Azze ve Celle'nin "vucudiyyeü'ni" "la ilahe illallah" sözü ile itiraf eden kulun, eda etmekle mükellef olduğu ilk ibadet "namaz"dır. Lisanen Allah'dan başka ilah olmadığını söyleyen kişinin kendisine "namaz'ın" farziyyeti ulaştığı halde daha hâlâ Âlemlerin Rabbi olan Allah'u Azze ve Celle'nin önünde rüku ve secde etmemesi, kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadığına delalet eder. kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadan kişinin onu teleffuz etmesi hiç bir şey ifade etmez. Nasıl ki "namaz" kelime'i tevhid'den sonra emredilen ilk ibadet'tir, dinin bekasıda onunladır. Çünkü dinde en son terk edilen ibadet odur. Binaen aleyh "namazı terk edenin'de dini yoktur." Zira namaz ibadetinin olmadığı hiç bir "din'i semavi" yoktur. Zira Allah ResûlU'nUn eshabıda "namaz'dan başka hiç bir ibâdet'in terkini küfür görmezlerdi." "namazın" dindeki bu azim mevki'i, tam bir ihtimamı gerektirirken, ilim ehlinin gayretsizliği ile her gelen nesil indinde bu azim ibadet ihtimamsızlık kaydetmiştir. Artık zamanımızda da öyle olmuştur ki, "namazı terk eden müslüman" namazı terk etmenin zemmi hakkında varid olan Hadis'i Şeriflerden bahsetmek, geçmişteki gayretsizlerin bıraktıktan alışkanlığa muhalefet olduğu için, sapıklık olmuştur. Zira geçmişteki gayretsizler bu Ümmet'e namazı terk edenin kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz olduğunu söylememişlerdir. Binaen aleyh kendilerinin müslüman olduğunu zanneden binlerce insanda kitab ve sünnet davetcilerinden bu hakikatları işitince, adeta çıldınrcasına isyan etmektedirler. Bunlarda nereden çıktı biz büyüklerimizden ve âlimlerimizden böyle bir şey işitmedik demektedirler.

 NAMAZI TERKEDENlN MÜŞRtK OLDUĞU BABI

Bu mevzuda delil olan Âyet'i Kerime'lerin zikri

"Hep Allah'a dönüp itaat edin, O'ndan korkun ve namaz'ı kılın'da müşriklerden olmayın." Rum Sûresi: 31

 "Haram olan aylar "Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu'l-evvel" çıktığı zaman, artık o "müşrikledi" nerede bulursanız öldürün: Onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun, "eğer tevbe" ederler, nemaz'ı kılıp zekât'larını verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur ve Rahim'dir." Tevbe Suresi: 5

Subhânehu ve Teâlâ Resulüne ve mü'minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip hapsedilmelerini, karılarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.

 1- Şirkden avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisânen ikrar etmesi.

2- Namaz kılarak tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.

3- Zeket'ı eda etmesi. Bu üç şartı yerine getirdikleri an mallan ve canlan müslümanlara haram olur, zira müslüman olmuşlardır.

Namazı terkedenin müşrik olduğunu beyan eden Hadis'i Şeriflerin zikri. Ebu Süfyandan, dedi ki: Ben Câbir'den duydum şöyle diyordu: Ben Nebiyyu (S.A.V.)'den işittim şöyle buyuruyordu:

"Şübhesiz ki, kişi ile "şirk ve küfür" arasında ki şey sâdece namaz'dır." Bu Hadis'i Müslim (82) Ebu Davud (4678) Tirmizi (2619) Nesei (465) ve Ibnu Mâce (1078) rivayet etmişlerdir. Bu Hadis'i Abdurrezzak Musannaf da (5009) Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (888) Hibetullah'ıt-Taberi Usulu's-Sünne de (1513) ve Âcurri Şeria da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Kişi ile şirk arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman şirk koşmuştur." Bu Hadis'i Ibnu Mâce (1080) ve Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (897) rivayet etmişlerdir. Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (880) tahric etmiştir.

 Câbir Ibnu Abdillah (R.A.)'dan, "namaz kılmayan kâfir'dir" dedi. Bu Eser'i Ibnu Abdu'1-Ber Temhid'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

Ibnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz  ' terk ederse "kâfir" olmuştur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-SaJat'ta (939) ve Ibnu AbdiPBer * TemhiJ'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

  Ali Ibnu Ebi Talib (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabus-Salat'ta (933) Acurri Şeria'da (135) İbnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10485) ve Iman'da (126) Beyhaki Şuabul'lman'da (41) ve Buhâri Tarihul'Kebir'de sahih olarak rivayet etmişlerdir

RESÛLULLAH (S.A.V.)'ÎN ASHABININ CEMl'SÎNlN DE NAMAZI TERK EDENÎN KÂFİR OLDUĞUNA KÂÎL OLDUKLARI  BABI

 Ebû Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in Ashabı "namaz'dan" başka hiç bir amelin terkini "küfür" olarak görmezlerdi. Bu Eser'i Hâkim Müstedrek'te (1/7) Tirmizi Sünen'de (2624) Ibnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10495) ve Iman'da (137) ve Muhammed tbnu Nasr Kitab'us-Salat'da (948) sahih olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde (564) tahric etmiştir.

  Mücahid İbnu Cebr (R.A.)'dan, (O da) Câbir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, Allah Resulüne arkadaşlık yapmış 16 17 birisidir. Kendisine dedim ki: Allah Resulü (S.A.V.)'in zamanında, sizce amellerden, küfür ile iman'ın arasını ayıran ne idi (diye sordum) (O da) "namaz" (diye cevab verdi.) Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitab'us-Salat'da (892) ve Hibetullahit-Taberi Usulü' s-Sünne'de (1538) Hasen olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde tahric ederek Hasen demiştir.

NAMAZI TERKEDENİN DİNİ OLMADIĞI BABI

Bu mevzuda Allah Resûlü'nden varid olan Hadis'i Şeriflerin zikri. :İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: ... namaz'ı olmayanın din'i yoktur ... Bu Hadis'i Tebarini Mu'cemus' Sağir da (60) hasen bir senedle rivayet etmiştir.

Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.)'e şöyle dedi: "Ya Resûlellah, Allah katında İslâm'da, (en efdal) olan nedir, söyler misin" Resûlullah (S.A.V.) de "Vaktinde namaz kılmaktır" dedi. "Zira namaz'ı terkedenin dini yoktur ..." Bu Hadis'i Beyhaki Şuabu'1-lman da rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)

Bu mevzuda Allah Resulü 'nün ashabından varid olan eser'lerin zikri. İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki, NAMAZ'ı terkederse onun DİN'i yoktur." Bu Eser'i İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10446) ve İman da (47) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (8942) Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (935) ve Beyhaki Şuabu'1-İman da (42) rivayet etmişlerdir.

Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde tahric etmiştir. Bu Eser'i Buhâri Tarihu'l-Kebir de (7/95) rivayet etmiştir.

NAMAZI TERK EDENlN tMAN'I OLMADIĞI BABI ...

  Ebû'd-Derda (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı olmayanım iman 'ı da yoktur." Bu Eser'i Hibetu'llahi't-Taberi Usulu's-Sünne'de (1536) Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (945) Ibnu Abdil-Ber Temhid de (4/225) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni de Terğib'in sahihin'de (574) tahric etmiştir.

 NAMAZI TERK EDENİN İSLÂM'DAN NASİBİ OLMADIĞI BABI

Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur." Bu Eser'i imam Malik (1/40) Dâre Kutni Sünen' de (2/52) Abdurrezzak Mûsannef'da (5010) Ibnu Ebi Şeybe Mûsannef'da (10410) ve İman'da (103) ve Âcurri Şaria'da (134) sahih bir sened'le rivayet etmişlerdir.

 Ebû'l-Muleyh (R.A.)'dan, Umer (R.A.)'yu minberin üzerinden şöyle derken işittim dedi: "Namaz kılmayanın İslân'ı da yoktur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (930) sahih bir sened'le rivayet etmiştir.

 NAMAZI TERK EDENİN İSLÂM MİLLET'İNDEN ÇIKTIĞI BABI :

Ubade't-İbnu' es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bize  şöyle tavsiyede bulundu. Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayın. Namazıda bilerek  terketmeyin. Her kim ki, bilerek kasten "namaz'ı terkederse İslâm millet'inden çıkmıştır". Bu hadis'i Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (920) Hibetullah'i-Taberi Usulu's-Sünne de (1523) Abdurrahman İbnu Ebi Hatim Sünen'in de ve Taberâni Mu'cem'in de rivayet etmişlerdir.

Yezid İbnu Meryem'den, şöyle dedi: Umer (R.A.) Muaz İbnu Cebel (R.A.)'nun yanından geçerken (Yâ Muaz) bu Ümmeti ayakta tutan nedir diye sordu. (Muaz'da cevaben bu Ümmeti ayakta tutan esas) üçtür işte onlar kurtuluş vesileleridir,

 l- İhlas (Tevhid) o ise İSLÂM'DIR. (Allah'ın insanları üzerinde yarattığı din),

2- Namaz o ise milliyettir,

3- İtaat o ise ismet'tir (yani hatalardan beri durmağa vesiledir.)

 Bu Eser'i Taberi Tefsir'in de

NAMAZI TERKEDENİN ALLAH'IN ZİMMETİNDEN BERİ OLDUĞU BABI :

 Ebu'd-Derda (R.A.)'dan, şöyle dede: Dostum Muhammed (S.A.V.) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda, Allah'u Azze ve Celle'ye ortak koşma. Ve farz olan namazı bilerek terketme. Kim ki "farz olan namaz'ı bilerek terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri olmuştur" dedi.

Bu Hadis'i Ahmed (5/238) İbnu Mace (4034) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (20/233) Hibetullahi't-Taberi Usulu's-Sünne de (1524) ve Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (911) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (3259) tahric

Ubeydu'l-Kelâi'den, şöyle dedi: Mekhul (R.H.) elimden tutarak "Yâ Ebâ Vehb! Farz bir namazı kasten terk eden birisi için ne diyorsun?" dedi. Ben de "Âsi bir mü'mindir" dedim. Elimi daha fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: "Yâ Ebâ Vehb! İman'm şa'm nefsinde daha azim olsun. Kim ki bir farz namaz'mı kasten terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri olmuştur. Kimden de Allah'ın zimmeti beri 'olduysa o kâfir olur." Bu Eser'i Ibnu Ebi Şeybe iman da (129) ve Abdurrezzak Musannaf da (5008) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni iman da yukarıdaki rakamda tahric etmiştir.

 NAMAZI TERK ETMENÎN KİBİR OLDUĞU KİBİR EDENİN DE CENNETE GİREMİYECEĞİ BABI

 Bizim Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyetlerimizle kendilerine öğüt verildiği zaman, "secdeye kapanırlar ve Rab'lerine hamd ile teşbih ederlerde kibirlenmezler." Secde Sûresi: 15 Subhânehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerime'de Âyet'lerine iman eden kişilerin, Kur'ân-ı Kerîm'deki Âyetlerle kendilerine öğüt verildiği zaman, ya'ni,

"Ey Resulüm! İman eden kullarıma de ki namaz kılsınlar." ibrahim Sûresi: 31 Bu ve bunun gibi Âyet'lerle Subhânehu ve Teâlâ kendisine inanan kullarına Kur'ân-ı Kerîm'de "namaz kılmaları için öğüt vermektedir" Allah'ın Âyet'lerine inananlar da bu Âyetler'le kendilerine öğüt verildiği zaman "kibir'lenmeden günde beş vakit Rab'lerinin önünde secdeye vanb ona hamd ve teşbih etmektedirler." Kibirlenerek isyan edip Âyet'lerini yalanlayanlar için de şöyle buyurmaktadır.  Kendilerine Kur'an (ya'ni "namaz kılın" emri okunduğu zaman, secde etmezler (ya'ni "namaz kılmaz'lar"). Daha doğrusu, o  "kâfir olanlar" (bu halleri ile (ya'ni namaz kılmayışları ile) Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler. İnşikak Sûresi: 21/22

 Onlara Rükû edin ya'ni "namaz kılın" denildiği zaman "itaat edip Rükû etmezler ya'ni namaz kılmazlar". (Namaz kılmayarak, Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün vay haline. Murselât Sûresi: 48/49

 Submhanehu ve Teâlâ Melekleri, Âdem'le imtihan etmek istediğinde, Melek'lere hitaben şöyle buyurdu: Biz, Melek'lere: Âdem'e secde edin, demiştik de bütün Melek'ler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip "kibirlendi de kâfirlerden oldu". Bakara Sûresi: 34

 İblis'in bu isyanını insanların isyanına misal verilmesine şaşılmasın zira Allah Resulü (S.A.V.)'den varid olan Hadis'i Şeriif bize, bu cesareti vermiştir. Müslim İbnu Haccac (R.A.) "namazı terk edene kâfirlik isnadının beyanı babı" altında şöyle bir Hadis'i Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "

Âdem oğlu secde Âyet'ini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Ey helakim! Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve Cennet onun oldu. Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum. Fakat ben, secde etmekten imtina etmiştim, artık ateş de benimdir. Bu Hadis'i Müslim (81) rivayet etmiştir.

 Bana ibâdet etmekten büyüklenib yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehennem'e gireceklerdir. Mu'min Sûresi: 60

 Abdullah İbnu Mes'ûd (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Kalbinde hardal dânesi kadar imanı bulunan kimsecehenneme girmez."kalbinde hardal danesi kadar kibir bulunan kimsede cennete girmez" buyurdu. muslim--91

 NAMAZI TERK EDENlN KIYAMET GÜNÜNDE FÎRAVN'LA, HÂMAN'LA, KARUN'LA VE UBEYY İBNU HALEP'LE BERABER OLACAĞI BABI '

 Abdullah İbnu Amr. İbn'l-As (R.A.)'dan o da Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek (şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A. V.) namaz'dan konuştu. Dedi ki: "Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve nacat olur. Her kim ki de; beş vakit namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat olur. "Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'Ia ve Ubeyy ibnu Halefle beraberdir".

Bu Hadis'i Ahmed (2/169) Darimi (2/301) ve îbnu Hibban (1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed ibnu Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da (58) . Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû'1-iman da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

îbnu Kayyım (R.A.) "kitabu's-salat" isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra şöyle diyor. Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfür reisleridir. Burada bedi'i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşkuliyetiyle namazı terk ederse, "Karun'la" beraberdir. Mülkünün meşkuliyetiyle terk eden de "Firavn'la" beraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden ise "Haman'la" beraberdir. Ticaretinin meşkuliyetiyle terk eden de "Ubeyy ibnu Halefle" beraberdir. İbnu Kayyım'ın sözü burada bitti.

NAMAZI TERK EDENlN KUR'ÂN-IN ÂYET'LERİNÎ VE AHİRETl YALANLADIĞI BABI

O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni "namaz kılınız" âyet-i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gününü yalanlıyorlar". Halbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. Onun için (Ey Resulüm) sen onları "acıklı bir azab'la 28 29 müjdele". Ancak "iman edib de salih ameller işleyenler müstesne" onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat var. Inşikak Sûresi: 20/21/22/23/24/25

Bu Âyet'lerin hülasası şöyledir. Ne oluyor ki onlara, "namazın farz olduğu" Kur'ân'la bildirildiği halde "namazı eda ederek iman etmezler". Aslında "namazı terk ederek kâfir olanlar hesab gününe inanmıyorlar". Her ne kadar lisânen iman ettiklerini bile söylemiş de olsalar. Zira Allah'u Azze ve Celle, onlar için Kur'ân'da şöyle buyuruyor. İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler. Halbuki onlar, "iman edenler değillerdir". Bakara Sûresi: 8 İnşikak Sûresi'ndeki Âyet'te devam ederek diyor ki: "halbuki Allah içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir". Ya'ni lisânen Allah'a ve Âhiret gününe iman ettiklerini söyleyib de, "namaz kılmayanlar müslüman olduklarını isbat edemezler".

Hem müslümanları da aldatamazlar. Onlar ancakkendi nefislerini aldatırlar. (İnsanlardan bir kısmı vardırki, biz Allah'a ve Âhiret gününe inandık derler. Halbuki onlar, iman edenler değillerdir.) Onlar bu halleri ile güya Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Bilmezler ki, onlar ancak kendi kendilerini aldatırlar. Bakara Sûresi: 9

» Onlara "namaz kılın denildiği zaman", itaat edib namaz kılmazlar. (Namaz kılmayarak Kur'ân'ın Âyetlerini) yalanlayanların O gün vay haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân-ın Âyetlerinden sonra neye inanacaklar. Murselât Sûresi: 48/49/50

"Tasdik etmedi, namaz da kılmadı. Ancak (Kur'ân-ın Âyetlerini) yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Kıyamet Sûresi: 31/32

NAMAZI TERK EDENİN ÂHİRET'TE ŞEFAAT EDENİ OLMAYACAĞI BABI

 "(Kitab'ları sağ ellerinden verilenler) Cennettedirler: "mücrim'lerden" sorarlar. — "sizi bu sakar cehennem'ine sokan nedir?" Onlar şöyle derler. — "biz namaz kılanlardan değildik", yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber dalıyorduk, "hesab güniinüde yalan sayardık". Nihayet bize ölüm gelib çattı. Fakat (o vakit) "şefaat'cıların şefaat'ı onlara fâide vermez". Müddesir Sûresi: 40/41/427 43/44/45/46/47/48

Âyet'i Kerîme'deki zikredilen "mücrim'lerin" yarın Âhirette "şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmalarının sebebi" dört şey'e binaen'dir.

1- Namaz kılanlardan olmadıkları için.

2- Yoksula yedirmedikleri için.

3- Kâfir'lerle oturup kalktıkları için.

4- Hesab gününü yalanladıkları için.

Bu dört sıfat ile muttasıf olan "mücrim'ler" yarın Âhiret'te kendilerine hiç bir "şefaat'cı" bulamıyacaklardır. Zikredilen bu dört sıfatların en tehlikelileri, "namaz'ın terki ile hesab gününü yalanlamaktır" bu iki sıfat'm herbirisi müstakilleri sahibini "İslâm'dan çıkaran" hasletlerdir. Kişi de bu iki sıfattan birisinin olması "İslâm'dan çıkmasına ve âhirette şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmasına kâfidir" illa bu iki sıfat'ın bir arada olması gerekmez. Eğer illâ bu iki sıfat'ın bir kişide mevcud olduktan sonra ancak  Mevzumuza daha da açıklık getiren başka bir Hadis'i Şerif'de Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor:

Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) hutbe irad eyledi de tam şu Âyet'e geldi. "Her kim Rabbine mücrim olarak varırsa, şübhesiz ki ona cehennem var; orada ne ölür ne de hayat bulur". Kim de ona mu'min olarak, sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlarada en yüksek dereceler var. Taha Sûresi: 74/75

"Cehennem ehli olanlar, (ya'ni ebedi orada kalacak olanlar) oralıdırlar, ne ölürler ne de yaşarlar". Amma ebedi Cehennem ehli olmayanları ise, Cehennem hafif bir ölümle öldürür, sonra (ya'ni azâblarıriın müddeti bitince) "şefaat edecekler gelirler şefaat ederler". Onlardan bir topluluk ahnarak "hayevan veya hayat" denilen bir nehre getirilirler. (Orada yıkanırlar) sonra da sel kenarında biten otlar gibi hayat bulurlar." "İslâm'dan çıkar ve şefaat'cıların şefaat'ından o zaman mahrum olur" diyen çıkarsa bizde deriz ki, bu bir kaç bab önceki "namazı terk edenin âhireti yalanladığı babı"nda biz bu mes'eleyi güzelce açıkladık. Öyle de olsa zaten "namazı terk eden âhiret-i de yalanlamıştır"

Binâen aleyh "şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olacaktır" halbuki, Resûlullah (S.A.V.)'in Şefaat'ı "ehli kebâir" içindir. Eğer "namazı terk eden" islâm'dan çıkmayıp büyük günahkârlardan olsa idi "âhirette şefaat'cılann şefaat'ından mahrum olması gerekmezdi."

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Benim Şefaat'ım, Ümmetimin ehli kebâirinedir." Bu Hadis'i Ebû Dâvud (4739) Tirmizi (2435) Ibnu Mace (4310) ve Ahmet (3/213). sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.

"Ey Allah'ın kulu! Yukarıda da okuduğun gibi kim Rabbine "mücrim" olarak kavuşursa, ya'ni namaz kılmaz olarak ölürse" ona Cehennem vardır, orada ne ölecektir, ne de yaşayacaktır. Artık o mücrim'ler" kendileri için Cehennem'de neler hazırlandığını düşünsünler." Subhanehu ve Teâlâ öyle demiyor mu Kur'an da? "Artık "müslüman'lara, mücrim 'lere davrandığımız gibi mi davranacağız" ......... O Kıyamet gününde Rabbul-îzzet'in "sâk'ı" açılacak da, bütün "mücrimler secde'ye çağrılacaklar; Fakat güçleri yetmeyecektir. Gözleri düşkün bir halde, kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünya'da) başlan selâmette iken, bu "namaza davet olunuyorlardı da kılmıyorlardı". O halde (Ey Resulüm) (namaz kılmayarak) bu Kur'ân-ı yalanlayanları, sen bana bırak. Biz onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veririm; "Yiyin, zevk edin dünyada biraz; çünkü "mücrim'lersiniz" (nasıl olsa âhirette "sakar" Cehennem'ine gireceksiniz). Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün vay haline j Onlara: "namaz kılın, denildiği zaman", itaat etmezler. Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün  haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân'dan sonra hangi söze inanacaklar?" Murselat Sûresi: 46/47/48 49 750

"Muhakkak ki "mücrim'ler" şaşkınlık ve çılgın ateşler | içindedirler. O gün, yüzleri üstü ateşte sürünecekler; (ve onlara) — Tadın "sakar" Cehennem'inin dokunuşunu denilecek." Kamer Sûresi: 47/48

NAMAZIN İSLÂM'DAN OLDUĞU BABI

Umer İbnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in yanında bulunurken birden bire yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen ve bizden de kendisini kimsenin tanımadığı bir zat çıkageldi. Nihayet Resûlullah (S.A.V.)'in yanına oturdu. Öyle ki iki dizini onun iki dizine dayadı, iki avucunu da kendi dizleri üzerine koydu ve "Yâ Muhammedi Bana "islâm'dan" haber ver" dedi. Resûlullah (S.A.V.)"İslâm Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehad; t etmendir" dedi. Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise şöyle naklolunmuştur. Resûlullah (S. A. V.)"İslâm Allah'a hiç bir şey'i ortak koşmadan ona ibâdet etmendir" (buyurdu:) Ebu Hureyre (R.A.)'ın, rivayetinin getirmiş olduğu açıklık şudur ki, "Allah'dan başka ilah yoktur, Muhammed Onun Resulüdür" demenin hakikati, "Allah'a hiç bir şey'i ortak etmeden ona ibadet etmektir". Zira mücerreden "kelime-i şihadet'in" teleffuzu hiç bir ma'na ifade etmemektir. Bu mevzudaki geniş izahımız daha ileride gelecektir, İnşa' Allah. Cibril Hadis'i devam ederek, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor: Ve "namazı ikâme etmendir" (Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise) "farz olan namazı ikâme etmendir" (buyurdu.)

. Ve "zekât 'ı vermen", "ramazan orucuna tutman" yoluna gücün yeterse "Beyti hacc etmendir", buyurdu. O, (soruyu soran tanınmayan kişi) doğru söyledin dedi. Umer (R.A.) dedi. Umer (R.A) dedi ki: Biz ona hayret ettik, hem (bilmiyormuş gibi) soruvuor,

Mihcan (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A.V.) ile bir mecliste iken namaz için ezan okunur, Resûlullah (S.A.V.) kalkarak cemaat'a namazı kıldırıp yerine döner. Bakar ki Mihcan (R.A.) daha hâlâ yerinde, Resûlullah (S.A.V.) Mihcan (R.A.)'ya hitaben "senin cemaat'la namaz kılmana ne mani'i oldu ki, yoksa sen müslüman birisi değil inisin?" dedi. Mihcan (R.A.) cevaben "Evet Yâ Resûlallah ben "müslüman birisiyim" ve lâkin ben bu namazı evimde kılmıştım" dedi. Resûlullah (S.A.V.)'de cemaate geldiğinde namazı evde kılmış bile olsan cemaatle namaz kıl buyurdu. Bu Hadis'i Mâlik (1/132) Ahmed (4/34) Nesei (2/112) İbnu Hibban (433) ve Hâkim (1/244) sahih bir rivavet etmişlerdir,

 Umer İbnu'l-Hattâb (R.A.)'den, şöyle dedi: "Namaz'ı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur". Bu eseri Mâlik (1/40) Dâre Kutni (2/52) Abdurrezzak (5010) İbnu Ebi Şeybe Musanef'de (10410) İman'da •t "' (103) ve Ahmed Ahkam'un-Nisâ'da (225) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 NAMAZ'IN ALLAH'A İMAN ETMEKTEN OLDUĞU BABI

Ebu Cemre'den, şöyle dedi: Ben tbnu Abbas (R.A.)'nun önünde onunla insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Derken İbnu Abbas'a bir kadın geldi. Ona "cer" denilen testinin şırasından soruyordu. İbnu Abbas ona şöyle dedi: Abdu'1-Kays heyeti Resûlullah (S.A.V.)'e geldi. Resûlullah (S.A.V.) "Siz kimlerin heyetisiniz? Yahut siz kimlersiniz?" diye sordu. "Biz Rabiadar.iz" dediler. "Cemaat hoş geldi. Yahut heyet hoş geldi, sefa geldi. Utanıcılar ve pişmanlık duyucular olmayarak" buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Resûlellah! Biz sana çok uzak mesafeden geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kâfirlerinden şu kabile vardır. Biz sana, haram aydan başka bir zamanda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize özlü bir şey emret de geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve o sebeble de Cennete girelim" dediler. Resûlullah (S.A.V.) onlara dört şey emretti, dört şeyden de nehyetti: Resûlullah (S.A.V.) onlara, "bir olan Allah'a iman etmeyi emretti" (sonra) "bilir misiniz bir olan Allah'a iman etmek ne demektir?" diye sordu. "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dediler, ("tek olan Allah'a iman etmer") Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ;tmek, "namazı kılmak", zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini tediye etmenizdir" buyurdu ........ .. 41 Bu Hadis'i Buhâri (53) ve Müslim (17) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu! Yukarıdaki zikretmiş olduğumuz Hadis'i Şerif'de bir çok sağır kulakların duyup istifâde edeceği faideler vardır. Bu faideleri zikretmeden geçmek ilmi emânete ihanet edenlere göz yummak olacağından, herkesin anlayabileceği bir üslubla izah etmeyi münasib gördük. Hadis'i Şerifin muhtevi olduğu faideler şunlardır.

1- İslâm'ı öğrenmek isteyene ilk emredilecek şey'in "tek olan Allah'a iman etmek" olduğu.

2- "Tek olan Allah'a iman etmenin" ne demek olduğunu öğretiyor.

 3- "Tek olan Allah'a iman'ın" sadece dil ile ikrar ve kalb ile tasdik olmayıp, cevarih ile amel etmenin'de bu ta'rife dahil olduğu.

4- Hasseten mevzumuz ile alakalı "namaz'ın Allah'a iman etmekeen olduğu". Böylelikle bizde, "amel iman'dan cüz değildir kaidesiyle yürüyen, "namaz iman'dan" değildir diyen miirciiyye" taifesinin ve zamanımızdaki avanelerinin en sesine bir şamar indirir, bize kitab ve sünnet'e uymayı nasib eden Rabbimize hamdederiz.

 İşte bu adları geçenler, Allah'ın kendilerine ni'met ihsan ettiği peygamberlerden, Âdem soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Kendilerine Rahman olan Allah'ın (gibi) ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı". Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennemdeki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna; çünkü bunlar, zerre kadar zulme uğratılmayacaklar, Cennete gireceklerdir. Meryem Sûresi: 58/59/60

Ey Allah'ın kulu!

 Görüyorsun ki peygamberler ve salih kimselerden sonra gelen kötü neslin terk etmiş oldukları şey sadece namaz'dır. Eğer "namaz'ı terk edenin iman'ı olsaydı" hemen takib eden Âyette ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenler müstesna" dermiydi? Rabbimiz ve Teâlâ. Şehvetlerine uymaya gelince, artık "namaz'ı terk ettikten" sonra onları kötülükten koruyan kalkanları elden düşmüştür. Zira Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. Ey Resulüm! namaz'ı kıl. Gerçekten "namaz, kötü işten ve münker'den alıkor".

Ankebut Sûresi: 45 Taberi (R.A.) meşhur Tefsirinde şöyle diyor: Allah'u Azze ve Celle'nin vasfetmiş olduğu namaz'ı terk eden kötü nesil" mu'min olsalardı Allah'u Azze ve Celle, iman edenleri onlardan müstesna etmezdi. Ve denilmiştirki. Zikredilen kötü nesil bu ümmet'tendir bunlar Ahir Zaman'da olacaklardır. Ata İbnu Rabah'da diyor ki: "Bu kötü nesil Ümmet'i Muhammed'dendir." Mucâhid (R.A.)'da diyor ki: "Bu kötü nesil Kıyamete yakın, Ümmet'i Muhammed'in salihleri gittikten sonra gelecektir" diyor. Taberi Tefsiri 16/99

Ey Allah'ın kulu!

Subhanehu ve Teâlâ'nın Âyet'i Kerime'de zikretmiş olduğu o kötü nesli tanıyabildiysen dünya ve Ahirette felah'a erdin demektir. işte o kötü nesil namazı inkâr ederek değil sadece şehvetlerine uyarak terkettiklerinden "gayya vadisini" boylayacaklardır. O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni "namaz 44 kılınız" Âyet'i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gUnünü yalanlıyorlar" .... "ancak iman edib sâlih aneller işleyenler müstesna" .... İnşikak Sûresi 20/21/22 — /— /25

 Ey Allah'ın kulu!

Yukarıdaki Âyet'i Kerime'de de görüyorsun ki. namaz'ı terk edenler iman etmemekle ve küfür'le itham ediliyorlar" sonra da "iman edenler onlardan müstesna kılınıyor" eğer namazı terk eden "kâfir" olmasa idi iman edenleı namazı terk edenlerden müstesna kılınır mıydı. Ey Allah'ın kulu! Zannetme ki bu bizim anlayışımızdır. Zira Allah'u Azze ve Celle'nin kendilerinden razı olduğu sahabe böyle anlatıyor.

Ebu'd-Derdâ (R.A.)'dan, şöyle dedi: "namazı olmayanın iman'ı da yoktur"............ Bu Eser'i abdul-Ber Temhid de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Ve Şeyh Elbâni Terğib'de (574) tahric etmiştir. 45

BiR VAKiT NAMAZI TERK EDENlN YAPMAKTA OLDUĞU AMELLERİNİN BATIL OLDUĞU BABI

Gerçekten sana ve senden öncekilere şöyle vahy olundu: Eğer (sen bile) Allah'a ortak koşarsan, muhakkak amelin boşa gider. Ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Zumer Sûresi: 65

Kim küfrederse (ya'ni iman'ın mucibi olan amelleri yapmaz kâfir olursa) bütün yaptıkları batıl olmuştur: Ve o, Ahirette hüsrana uğrayanlardandır. Maide Sûresi: 5

 Bu Hadis'i Ahmed Müsned'in de rivayet etmiştir. Heysemi Mecmua'z-Zevaid de bu rivayetin Ravileri Sahih'in ravileridir demiştir.

Yukarıdaki zikredilen Âyet'i Kerimelerde, Allah'a şirk koşanın ve iman'ın mucibiyle amel etmeyip kâfir olanların, yapmakta oldukları amellerinin hepsinin batıl olduğunu ifâde etmektedirler. Ey Allah'ın kulu iyi bilki geçen bablarda "namaz'ı terk edenen müşrik ve kâfir olduğunu" delilleriyle isbat etmiştik, tekrarına lüzum olmasa gerek. Eğer unuttuysan tekrar dönüp okuyabilirsin. Umumi ma'na da Allah'a ve Resulüne isyan edenlerin amellerinin batıl olduğuna delâlet eden daha bir çok Âyet'i Kerime vardır ki bizim da'vâmızı te'yid eder.

 Gerçekten kâfir olub da Allah yolundan yüz çevirenler, hak kendilerine belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler; Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. "Allah onların amellerini boşa çıkarır". Muhammed Sûresi: 32

Ey Allah'ın kulu

"namazı terk ederek kafir oluş" Mevzumuza daha da açıklık getiren bir Âyet'i Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor.  Onlara: "namaz kılın, denildiği zaman, zaman kılmazlar". Yalanlayıcıların o gün vay haline. Murselat Sûresi: 48/49

Allah'ın en azim emirlerinden olan namaz emri kendisine ulaştığı halde Allah'a itaat edip'de namaz kılmayanlar bu isyanları ile yapmakta oldukları sair amellerimde batıl etmektedirler. Zira Allah ve Resulüne yapılan isyan, yapılan sair amelleri de batıl eder. Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.

 "Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat edin de amellerinizi ibtal etmeyin." Muhammed Sûresi: 33

Yukarıdan beri zikredile gelen Âyetlerin hepsinin ma'nası umumidir. Ya'ni Allah'a ve Resulüne yapılan isyan ne olursa olsun yapılan sair amelleri batıl etmektedir. Mes'elemizi hususileştiren bir Hadis'i Şeıif de Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmaktadır. Ebu'l-Meliyh'den, şöyle dedh Biz Bureyde (R.A.) ile bulutlu bir günde gazada bulunuyorduk. Burey'de (R.A.) bize hitaben ikindini ilk vaktinde kılınız dedi. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) "Kim ikindi namazını terk ederse onun bütün amelleri boşa gitmiştir" dedi:

Bu Hadis'i Buhari (553) rivayet etmiştir. Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki sadece bir ikindi namazını terk edenin bütün amelleri batıl oluyor da bütün ömür boyu hergünkü beş vakit namazını terk edenin hali ne olur, düşünebiliyor musun?

 NAMAZI TERK EDENlN ALLAH'DAN KORKMADIĞI BABI

Hep Allah'a dönüb itaat edin. "O'ndan korkun VE namazı kılın da" Müşriklerden olmayın.

Rum Sûresi: 31 Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Subhanehu ve Teâlâ kendisine iman eden kullarına "rablerinden korkarak namaz kılmalarını emrediyor". Ve ondan korkan kullarıda Rablerine itaat ederek secdelere kapanıyorlar. Bu Âyet'i Kerime'yi izah eden bir Hadis'i Şerifte şöyle rivayet olunmaktadır.

 Ukbet' Ibnu Amir (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i şöyle derken işittiğini haber verdi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Dağ tepelerindeki koyun çobanından Allah'u Azze ve Celle hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve "namaz kılar". Buna binaen Allah'u Azze ve Celle şöyle buyurur. Şu kuluma bakın, ezan okuyup "namaz kılıyor ve benden korkuyor". Ben de o kulumun günahlarını mağfiret büyürdüm ve onu Cennetime koyacağım" der.

 Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145) İbnu Hıbban (260) ve Taberâni Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Aynyeten Şeyh El-Bâni Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahric etmiştir.

 Ey Allah'ın kulu!

 Görüyorsun ki, Allah'u Azze ve Celle "namaz kılan kulu için" kendisinden korktuğunu yaraşmaz. Hem sunuda iyi bil ki tek olan Allah'dan korkmak "la ilahe illallah'ın" iktizasındandır. Bunu izah eden bir Âyet'e Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. "Ben'den başka hiç bir ilah yoktur. Öyle ise ben'den korkunuz". Nahl Sûresi: 2

 DİN'DE EN SON TERK EDİLEN AMELlN NAMAZ OLDUĞU BABI

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'den, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir. En son da namazı terkedersiniz."

Bu Hadis'i Ebu Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbnu Mes'ud'dan Taberâni kebirde (9754) Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138)

Umer İbnul-Hattab'dan Evet din'den en son terk edilen "NAMAZ" olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey kalmamıştır. Daha önceki bab'larda da Hadis'i Şerif de geçtiği gibi "namaz'ı olmayanın dini'de yoktur".

NAMAZI TERK EDENİN ÖLDÜRÜLECEĞİ BABI

 "O haram olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiu'l-evvel) çıktığı zaman, artık "o müşrikleri nerede bulursanız öldürün"; onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun. "Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtlarını" verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur Rahim'dir." Tevbe Sûresi: 5

 Subhânehu ve Teâlâ Resulüne ve Mü'minlere hitaben, Haram olan aylar çıktıktan sonra Müşriklerle mukatele etmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek Müşriklerin kıtalden önce yakalanıp, geçit yerleri kesilip haspedilmelerini (ya'ni karılarını, çocuklarını ve mallarını Müslümanlara ganimet olarak helâl kılıyor.) Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.

l- Şirkten avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisanen ikrar etmesi. 52

2- "Namaz kılarak" tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi. Zira namaz kılmadığı müddetçe Kelime'i tevhidi tasdik etmemiştir.

 Bunun içindir ki, Subhânehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.  "Tasdik etmedi, "namaz'da kılmadı". Ancak yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Onlara: "Namaz kılın, denildiği zaman, namaz kılmazlar. Yalanlayıcıların o gün vay haline". Murselat Sûresi: 48/49

Ey Allah'ın kulu! Âyet'i Kerime'lerden de anlaşıldığı gibi, Allah'u Azze ve Celle'nin "namaz kıl" emrine itaat etmemek, Allah'ın indirmiş olduğu hükümleri yalanlamaktır.

3- Allah'ın farz kilmiş olduğu "zekat'ı eda etmek'tir". Bu şartlan yerine getiren her kişinin canı, malı ve ırzı Müslümanlara haramdır. Bunların haricindeki günahları için allah Gafur ve Rahim'dir.

 Buhari (R. H.) bu Âyet'i Kerîme'nin izahında şu Hadis'i Şerifi zikrediyor.

. İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet, "namazı kılana", zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu, Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili olmak müstesna, insanların (sair ve gizli işlerinden dolayı olan) hesabları da Allah'a âiddir. Bu Hadis'i Buhari (25) ve Muşum (22) rivayet etmişlerdir.

 Enes îbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Ben insanlarla Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nıın kulu V takdirde canları ve mallan bize haram olur. Ancak (İslâm'ın hakkı müstesna) ve Müslümanların, lehte veya aleyhde sahib oldukları bütün hukuka sahib olurlar. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (2641) Tirmizi (2611) ve Ahmed (2/161/269) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Abdurrahman İbnu Ebi Nuaym'dan Ebu Said' el-Hudri'den şöyle duyduğunu haber verdi: Ebu Said'el-Hudri dedi ki: Aliyyu'bnu Ebi Talib (R.A.) Yemen'den Resûlullah (S.A. V.)'e tabaklanmış bir meşin içinde henüz toprağından tasviye edilmemiş altun cevheri göndermişti. Resûlullah bu altun cevherini şu dört kişj arasında paylaştırdı: Uyeynetu'bnu Hısn, Akra'ubnu Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya Alkametu'bnu Ulase idi yahud Amiru'bnu Tufeyl idi. Peygamberin sahabelerinden bir kimse: "Biz bu ihsana bunlardan daha layık bulunuyorduk" dedi. Bu söz Resûlullah'a ulaşınca: "Siz bana itimad etmiyor musunuz? Ben yedi kat semanın üstündeki Rabbu'l-İzzet'in Eminiyim. Sabah akşam bana gök yüzünün haberi (ya'ni Vahyi) geliyor" buyurdu. Bunun üzerine, iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, anlı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izarını yukarı çemremiş bir kişi ayağa kalkıb: "Ya Resûlellah! Allah'dan kork" dedi. Resûllah: "Veyl sana! Ben, yeryüzündeki insanların Allah'dan korkmaya en layıkı değil miyim?" buyurdu. Sonra o kimse arkasına dönüb gitti. Halid Ibnu'l-Velid: "Ya Resûlellah! Şunun boynunu vurayım mı?" dedi. Resûlullah (S.A.V.): "Hayır vurma! "Namaz kılan birisi olabilir" dedi. Bunun üzerine Halid: 56 "Ya Resûlellah! Namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar gönüllerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler" dedi. Resûlullah (S.A.V.) "ben insanların kalb'lerini açmaya, karınlarını yarmaya me'mur değilim" buyurdu ........... Bu Hadis'i Müslim (1064) rivayet etmiştir.

Ubeydullah İbnu Adiy'den, Abdullah İbnu Adiyy Resûlullah (S.A.V.)'den, tahdis ederek şöyle haber verdi. Resûlullah (S.A.V.) bir gün eshabının arasında otururken, bir adam çıkageldi. Resûlullah (S.A.V.)'le konuşmasında sesini yükselterek şöyle dedi: O kişi (yani öldürmeyi istediği adam için) "Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet etmiyor mu?" "Evet ediyor Ya Resûlellah, fakat onun şehadeti yoktur." Resûlullah (S.A.V.) tekrar, "Pekiyi o adam namaz kılmıyor mu?" dedi. Adam da "Evet Ya Resûlellah, namaz kılıyor, fakat onun namazı yoktur" dedi. Resûlullah (S.A.V.)'de işte ben, Allah'dan başka ilah  ilah olmadığına şehadet edib, namazı kılanları öldürmekten nehyolundum" dedi. Bu Hadis'i İbnu Hıbban (12) ve Beyhaki (8/196) rivayet etmişlerdir.

 Ey Allah'ın kulu!

Görüyorsun ki, bu bab'ın evvelinde zikretmiş olduğumuz Âyet ve Hadis'ler, — Kelime'i şehadet'i ikrar etmeyeni, — Namazı terk edeni, — Zekât'ı eda etmeyenin, malının, canının ve ırzının müslüman'lara helâl kılındığını haber vererek öldürülmeleri gerektiğini emrediyor. Takib eden Hadis'lerde de, sadece "namazı terk edenin dahi öldürüleceğini" isbat ediyor. Binaen aleyh bir kişinin öldürülmesi için illa üçünü birden terk etmesine lüzum yoktur. Zira sahih rivayetle sabittir ki, Ebu Bekr (R.A.) sadece zekât'ı terk edenlere karşı harb ilan etmiştir. Mevzumuzla alâkalı olmadığı için burada zikretmeye lüzum görmedik.

MÜSLÜMAN OLAN KiŞiYE ÖĞRETİLECEK İLK ŞEYİN NAMAZ OLDUĞU BABI

Taberani Kebir'de ve Bezzar Müsned'inde (338) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Heysemi Mecmeûz-Zevaid' de Raviyeleri Ricâlü's-Sahih demiştir (1/293)

AHİRETE İLK HESABI SORULACAK AMELİN NAMAZ OLDUĞU BABI

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Kulun, Kıyamet gününde hesabını vereceği ilk ameli "NAMAZIDIR". Eğer namazı salah bulursa (Ya'ni hesabından kurtulursa) sair amelleri de salah bulur. (Ya'ni sair amellerinin hesabıda kolay olur). Eğer namazı ifsâd olmuş ise (Ya'ni namazın hesabından kurtulamazsa) sair amelleri de ifsad olur. (Ya'ni sair amellerinin hesabından kurtulamaz.) Bu Hadis'i İbnu Mes'ud'dan Taberani Kebir de (10435) İbnu Ebi Asım Evail de (35) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni

 İSLÂM'DAKİ KARDEŞLİĞİN ANCAK NAMAZI KILMAKLA MÜMKÜN OLDUĞU BABI

Eğer tevbe ederler, "namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, din'de kardeşleriniz olurlar". Biz Âyetleri, anlayacak bir kavme açıklarız. Tevbe Sûresi: 11

 Subhanehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerîme ile İslâm'daki kardeşliğin sadece namazı kılmakla mümkün olduğunu beyan ediyor. Zira namazı terk edenin "iman'dan ve islâm"dan çıkmasıyla bu kardeşliğin te'sisi muhal oluyor. Zira her "namaz"ı kılan "mu'min"dir, her "mü'min'de "kardeş"tir. Ve Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da bunu izah eden bir Âyet'i Kerîme'de şöyle buyuruyor. »  "Mu'min'ler ancak (din'de) kardeştirler." Hucurat Sûresi: 10

Madem ki "mu'minler din kardeşleridirler". Kardeş olandan başkalarını da kendilerine dost edinemezler. Zira Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da Mu'min'lerden başkalarının dostluğunu kat'iyyetle yasaklıyor.

 "Ey iman edenler! Mu'min'leri bırakıb da kâfirleri dostlar edinmeyin." Nisa Sûresi: 144

"Namazı terk edenin de kâfir olduğunu", elinizdeki bu risalemiz isbat etmiştir."Ey iman edenler! Ne sizden önce kitâb verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mu'min'lerseniz Allah'dan korkun." Ve bunu takib eden Âyet'i Kerîme'de yukarıda zikredilen kâfirlerin istihzalarının ezan okunduğunda icabet edecekleri yerde namaza icabet etmemeleri ve namaz kılan mu'min'lerle eylenmeleri olduğunu beyan ederek şöyle buyuruyor. Maîde Suresi 57

(Ezan'la) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman  "namaz'ı" bir eğlence ve oyun yerine koyuyorlar. Bu davranışları, kendilerinin aklı ermez bir topluluk olmalarındandır. Mâide Sûresi: 58

 Ey Allah'ın kulu! Bu âyet'i Kerîme'nin delaletiyle iyi anlamalısın ki, ezan'ı işittiği halde "namaz'a" icabet etmeyen ve Allah'ın emirlerini hiçe alarak istihza edenler bizim dostlarımız değillerdir. Bizim dostlarımız, Allah, O'nun Resulü ve "namaz kılan mu'min'lerdır". Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

 "Sizin dostunuz ancak Allah'la O'nun Resûlü'dür; bir de iman edenlerdir ki, onlar namaz'ı kılarlar" ve namaz kılar oldukları halde zekât verirler. Mâide Sûresi: 55

NAMAZ'I TERK EDENİN MÜSLÜMAN'A, MÜSLÜMAN'IN DA NAMAZ'I TERK EDENE MİRASÇI OLA MACAĞI BABI

Bu Hadis'i Buhâri (6764) Müslim (1614) Ebu Dâvud (2909) Tirmizi 42108)ibnu Mâce (2729) Dârimi (3002) Mâlik (2/519) ve Ahmed (2/200) rivayet etmişlerdir.

 Ey Allah'ın kulu! Bundan önceki bablarda da okuduğun gibi "namaz'ı terk edenin kâfir" olduğunu isbat ettik, ayrıyeten burada zikretmeye lüzum olmasa gerek. Hadis'i Şeriflerin delaletiyle namazı terk edenin kâfir olduğuna kail olan, "ehli hadis'in" imam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'de "Namazı terk edenin Müslüman'a, Müslüman'ın da namaz'ı terk edene mirasçı olamıyacağına kail olmuştur. Kendisinden, de şöyle bir rivayet nakl olunmuştur. Abbas İbnu Muhammed el-Yemâmi Tarsus'da haber vererek şöyle dedi: Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed İbnu Hanbel'e) Resûlullah'dan rivayet olunan, terk ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)

NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI

"Ey mu'minler! Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221

 Ey Allah'ın kulu!

 Risalemizin başlarında "namazı terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «

Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse (âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?

 Umer Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan nedir söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618) Binaen aleyh "namazı terk eden kadının da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.

 Muhammed İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip "namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed Ahkamu'n-Nisa (206)

 NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI

Peygamber'in zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.

 Hadis'i Şerifin hülasası:

1- Namaz kıldığı müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir. İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.

2- Halifeler "namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı olmamak gerekir.

"namazı terk ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)

 NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI

"Ey mu'minler! Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221

Ey Allah'ın kulu!

 Risalemizin başlarında "namazı  terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «

Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse (âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu!

  Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?

Umer Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan 65 nedir söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)

 Binaen aleyh "namazı terk eden kadının da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.

Muhammed İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip "namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed Ahkamu'n-Nisa (206)

NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI

 Peygamber'in zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.

 Hadis'i Şerifin hülasası:

1- Namaz kıldığı müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir. İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.

2- Halifeler "namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı olmamak gerekir.

 Muaz Ibnu Cebel (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Tebûk gazvesinde iken ......... Güneş batıya doğru kaydıktan sonra hareket etmeyi niyet ettiğinde öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) beraberce cem ederek kılar sonra hareket ederdi. ................. Güneş battıktan sonra yola çıkmayı niyet ettiği zaman ise, yatsıyı acele ettirerek akşam namazı ile (akşamın vaktinde) cem ederek kılar, sonra hareket ederdi. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1220) Tirmizi (2/438) ve Ahmed (5/241) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Zikredilen Hadis'i Şerif'de seferde iken ikindiyi öğlenin vaktinde öğle namazı ile, yatsıyı da akşamın vaktinde akşam namazı ile kılınabileceğine ruhsat vardır. İyi biline ki, namazın kazasına ruhsat veren gayretkeşler, sarih nas olduğu halde seferde cem etmeye ruhsat vermemektedirler. Vaktinden sonra kılınmasına! cevaz veren mazeretler ise şunlardır.

 Enes Ibnu Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, haber vererek şöyle dedi: Yolculuk acele sürüp gittiği zaman Resûlullah (S.A.V.) öğleyi, ikindinin ilk vaktine kadar bırakır, müteakiben her iki namazı cem' ederdi. Akşam namazını da kızıllık kayb 72 olana kadar geciktirir, sonra yatsı namazı ile cem' ederdi. Bu Hadis'i Müslim (704) rivayet etmiştir.

 Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki namazı unutarak veyahut uyuyarak kılmazsa, hatırladığında veyahut uyandığında kılsın, bundan başka o namazın kefareti yoktur. Bu Hadis'i Buhâri (597) ve Müslim (684) rivayet etmişlerdir.

İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Medine'de korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldı. 73 (Ravilerden Veki'in hadisinde ise) Dedim ki: İbnu abbas'a: "Bunu niçin yaptı?" dedim. "Ümmetine zorluk vermemek için" dedi. (Ebu Muaviye'nin hadisinde ise) İbnu Abbas'a: "Bunu ne maksatla yaptı?" diye soruldu. "Ümmetine güçlük vermemek istedi" dedi. Bu Hadis'i Müslim (705) rivayet etmiştir.

 Bu bab'daki Hadis'i Şeriflerin hülasası:

1- Seferde iken, öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının birbirlerinin vaktinde takdimen ve te'hiren kılınabileceğine delâlet eder.

2- Hadar'da da bazı şer'i mazeretlere binaen bu namazların birbirlerinin vaktinde takdimen ve te'hiren kılınabileceğine delalet eder. Tenbih: Hadar'da cem etme iyi bilinmelidir ki, Ümmet'e ağırlık olmaması için bir ruhsattır. Bu zorluğu herkesin kendisi ta'yin eder. Değilse şialar gibi devamlı cem etmeye ruhsat yoktur.

 Bu bab'daki Hadis'i Şeriflerin hülasası:

 1- Seferde, öğle ile ikindi namazını öğle vaktinde akşam ile yatsıyı da akşamın vaktinde kılına bileceğine delalet eder.

2- Seferde, öğle ile ikindiyi ikindinin vaktinde ve akşam ile yatsıyı, yatsının vaktinde kılınabileceğine delalet eder.

3- Unutarak veyahut uyuyarak kılanamayan namazın, takdimen veya te'hiren cem ederek kılınabileceğine delalet eder. Yukarıdaki zikredilen şer'i mazeretlerin haricinde namazları vakitlerinin dışında kılınmaya ruhsat veren başka bir şer'i mazeret yoktur.

 BAZI ŞÜBHELERÎN İZALESİ BABI

Namazı terk edenin hakkındaki varid olan bu hükümlerin ağır geldiği bazı şübheciler, "BEYNAMAZLARIN" gayretli müdafileri olarak, bize bazı sorular tevcih ederek bunca nassın karşısında anlayamadıkları bazı Âyet ve Hadis'lerle, sanki Allah'ın dininde bir birine zıd hüküm isbat edercesine itirazda bulunmaktadırlar. Zira bunca zikredilen Âyet ve Hadis'ler "namaz'ı terk edenin, kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz" olduğunu isbat ettikten sonra "hayır namazı terk eden müslümandır" demek ve birde bunu Kur'ân ve Hadis'le isbattan maada ifsad etmeye çalışmak, "Allah'ın dininde tezat olduğunu iddia etmektir". Ey Allah'ın kulu! Şunu iyi bilmelisin ki, "vahy-i ilâhi olan kitab ve sünnet'te" birbirine zıd hükümler yoktur. Böyle bir şeyi düşünmek dalalet, bilmeden söylemek ise cehaletin katmerlisidir. Binaen aleyh Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki: ma'nasmı düşünmeyecekler mi? Eğer o (Kur'ân) Allah'dan başkası tarafından olsa idi, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan bir çok sözler ve hükümler bulacaklardı. Nisa Sûresi: 82

Başka bir Âyet'i Kerîme'de ise şöyle buyuruyor: Allah sana "Kur'ân'ı ve sünnet'i" indirdi: Evvelce bilmediklerini sana öğretti." Nisa Sûresi: 113

Binaen aleyh Resûlullah (S.A.V.) buyuruyor ki:   Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Ben hak olandan başka bir şey söylemem." Ashabından bazıları "Pekiyi yâ Resûlellah sen bazen bizimle şaka da yapıyorsun (ya'ni bunlarda mı hak) "Evet ben haktan başka bir şey söylemem" buyurdular. Bu Hadis'i Ahmed (2/340) ve Tirmizi (2058) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Madem ki Allah Resulü (S.A.V.)'in her söylediği haktır, hak olan sözlerde de birbirine muhalif kaviller bulunmaz, zira ihtilaflı birbirine uymayan sözler batılın hakkıdır.

 Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki:  "Hak olandan sonra da dalaletten başka ne vardır?" Yunus Sûresi: 32

Ey Allah'ın kulu! Bu külli kaideyi iyi anladı isen sana anlatılan her mes'eleyi rahatlıkla anlayacağın muhakkaktır. Şimdi anlayamadığın her mes'eleyi sorabilirsin.

Soru: Deniliyor ki, sahih Hadis'te sabittir, "la ilahe illallah diyen herkes cennete girecektir" binaen aleyh namazı terk eden kâfir olamaz âsi günahkâr bir müslümandır, buna ne dersiniz? Bize cevab verin Allah da size ecir versin.

 Cevab: Evet Allah Resulü (S. A. V.)'den öyle bir sahih Hadis ya'ni "Allah'tan başka ilah yoktur diyen herkes cennet'e girecektir" diye bîr rivayet varid olmuştur. Yalnız istidlal mevzuu hatalıdır. Zira şimdiye kadar bu risalemizde namazı terk edenin hakkında nakl etmiş olduğumuz bütün rivayetlere muhalif bir istidlaldir. Zira "namazı terk eden müşrik'tir, kâfir'dir, dini ve iman'ı yoktur" diyenle "la ilahe illallah" diyen herkes cennete girecek diyen aynı zattır, ya'ni Allah Resulü (S.A.V.)'dir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi Allah'ın dininde birbirine muhalif hükümlerin bulunması hakkaniyyetine zıddır. Böyle bir şey düşünülemez bile.

 — Fakat diyebilirsiniz ki evet dediğiniz gibi dinde birbirine muhalif hükümler yoktur ama bize anlatanlar böyle anlattığı için biz böyle anlıyoruz. — Biz de deriz ki, burada size anlatılmayan ve anlamakta istemediğiniz mühim bir mes'ele var.

 Evet Allah Resulü (S.A.V.) buyuruyor ki:  Ubadet' Ibni es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Her kim Allah'dan başka ilah ve Muhammed'in Resulü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennem'i haram kılmıştır." Başka bir rivayette ise şöyle varid olmuştur: "Her kim ki, Allah'tan başka ilah yoktur derse cennet'e girer" denilmiştir. Evet La ilahe illallah diyen cennet'e girer fakat şunu iyi bilmek gerekir ki, bu sözün muktezası vardır. Herkesin ma'lumudur ki, gereği yapılmayan her sözün insanlar indinde değeri yoktur, insanlar arasında böyle olunca biz nasıl olurda bizim yanımızda değer taşımayan şeylerin Allah indinde değerli olmasını taleb ederiz. Allah'tan başka ilah yoktur diye ikrarda bulunan kişi, Bunu daha bariz bir şekilde izah edebilmek için o şübheciye şöyle bir soru tevcih etsek ne der acaba.

 — Bir kişi düşünün ki "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünü, ikrar ediyor, sadece Kur'ân'ın Ayet'lerinden bir tek Âyet'i inkâr ediyor, acaba bu kişinin hükmü nedir? Tabiîki şübheci efendi "kâfirdir" diyecektir. Pekiyi senin kaiden üzere bu kişi "Allah'tan başka ilah yoktur" diyor, ne dersin sen de "la ilahe illallah" diyen kişiyi tekfir ediyorsun. Böylelikle az önceki kaideden irtidad etmiş olmadın mı? Bu sorunun karşısında ne diyeceğini şaşıran şübheci kendisini toparlayarak, evet ama Kur'ân'ın bir tek âyet'ini de olsa inkâr edenin kâfir olduğuna Kur'ân'dan ve Hadis'ten sarih nass vardır diye itirazda bulunmaya başladı.

— Bizde dedik

ki: Be Allah'ın kulu risalenin başından beri bizim zikrettiğimiz naslar nedir, bunlar sana namazı terk edenin kâfir, müşrik, dinsiz ve imansız olduğunu isbat etmiyor mu? — Evet ama "namazın farziyyetini inkâr etmiyor". — Pekiyi sen bize namazın farziyyetini inkâr eden kâfir olur diye birtek nas bulabilir misin? Eğer böyle bir şey yapabilirsen bizde kavlimizden avdet ederiz. Dikkatlice okuduysan farkına varmışındır ki zikretmiş olduğumuz bütün deliller, namazı terk edenin müşrik, kâfir, namazı olmayanın dinsiz ve imansız

 olduğuna delâlet "Kendilerine Kur'ân (ya'ni "namaz kılın" emri) okunduğu zaman, secde etmezler. (Ya'ni "namaz kılmazlar". Daha doğrusu, o "kâfir olanlar" bu (halleri ile ya'ni namaz kılmayışları ile, Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler." Inşikak Sûresi: 20/21

"Onlara "namaz kılın" denildiği zaman, "itaat edip namaz kılmazlar". (Namaz kılmayarak Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün vay haline." Murselât Sûresi: 48/49

 "Bizim Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyet'lerimizle kendilerine öğüt verildiği zaman, secdelere kapanırlar ve rab'lerine hamd ile teşbih ederler de kibirlenmezler". Secde Sûresi: 15

 Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennem'deki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna." Meryem Sûresi: 59

Ey Allah'ın kulu

görüyorsun ki, yukarıda zikredilen taifeler "namazı kılmayarak" bu hareketleriyle Allah'ın Âyet'lerini yalanlamış oluyorlar, senin dediğin gibi namazın farziyyetini inkâr ederek değil. Bu Âyet'lerin karşısında sükût eden, şübheci başka bir itiraz getirmek istercesine biraz düşündükten sonra şöyle dedi. — Pekiyi kabul edelim ki "namazı terk eden müşrik ve kâfirdir" bize deniliyor ki, şirk ve küfür iki kısımdır,

1- islâm'dan çıkaran şirk ve küfür.

2- İslâm'dan çıkarmayan şirk ve küfür.

Acaba namazı terk eden kişi bunların hangisinde vuku' bulmuştur ki, siz hemen namazı terk edene müşrik ve kâfir diyorsunuz.

Cevap: Biz ümid ederiz ki, namazı terk eden islâm'dan çıkarmayan şirk ve küfürde vuku' bulmuştur. Hem biz milyonlarca müslümana müşrik veya kâfir diyemeyiz.

Ey Allah'ın kulu iyi dinle, senin bu müşkilatın geçen mes'elen kadar mühim değil fakat tahrif yönünden çok şerli bir mes'eledir. Evet söylemiş olduğun gibi şirk ve küfür iki kısımdır.

Birincisi islâm'dan çıkaran kısım, ikincisi ise islâm'dan  çıkarmayan kısmıdır. Biz sana önce şirki anlatalım, sonra da küfrü anlatırız.

Şirkin kısımları şunlardır:

 1- Sahibini ebedi cehennemde koyan şirk.

2- Küçük şirk denilen gizli şirk ya'ni riya.

Biz sana önce küçük şirk ya'ni sahibini ebedi cehenneme sokmayan "riya"dan bahsedelim, sonra sen kendin büyük şirkin ne olduğunu anlarsın bi iznillah.

Ahmed Ibnu Hanbel Müsnedin'de Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle bir Hadis rivayet etmektedir.  Mahmud Ibnu Lebid (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir". Sahabeler dediler ki: "küçük şirk nedir yâ resûlellah?" Allah Resulü (S.A.V.)'de cevaben "küçük şirk riyadır" buyurdu. Bu Hadis'i Ahmed Ibnu Hanbel (5/428) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

Ve başka bir Hadis'i Şerif'de de Resûlullah (S.A.V.) Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün bizler kendi aramızda "mesihu'd-deccaF'dan konuşurken Allah Resulü (S.A.V.) çıka geldi. (Bize hitaben) şöyle buyurdular: "Benim yanımda sizin için "mesihu'd-deccaP'dan daha korkulu bir şeyi size haber vereyim mi?" Bizde "Evet yâ Resûlellah haber verin" dedik. (O) "gizli şirk"tir buyurdular. Kişi namaz kılmaya kalkar da birisinin kendisine baktığını anlayınca namazını güzelleştirir" dedi. Bu Hadis'i Ibnu Mace (4204) ve Beyhaki hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Yukarıdaki zikredilen Hadis'i Şerifler "İslâm'dan çıkarmayan" şirkin ne olduğunu itiraz bırakmayacak bir şekilde izah etmektedir. Ya'ni küçük şirkin "diya" olduğunu anladıktan sonra namazı terk etmenin "büyük şirk" olduğunu anlamışındır artık.

 Küfrün kısımlarına gelince onlar da şöyledir:

 1- Küfrü Billah.

2- Küfrü'n-Ni'me.

 Cabir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir bayram günü Resûlullah (S.A.V.) ile birlikte namazda hazır bulundum. ................. İnsanlara, Allah'a karşı takva üzere bulunmalarını emir, Allah'u Teâlâ'ya itaata teşvik ederek va'z ve tezkir'de bulundu. Sonra yürüdü. Kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara da va'z ve tezkirde bulundu. Onlara. "Sadaka verin. Zira siz kadınların çoğu cehennem kütüğüdür" buyurdu. Kadınların en hayırlılarından ve yanakları kırmızımtırak olan biri ayağa kalkıp: "Yâ Resûlellah! Niçin?" diye sordu. Resûlullah: "Çünkü siz halinizden çokça şikâyet eder, ni'met'e karşı küfür (ya'ni nankörlük) edersiniz" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (885) rivayet etmiştir.

 Böylelikle de islâm'dan çıkarmayan küfrün ne olduğunu öğrenmiş oldun. Aslında, şirkin izahından sonra böyle bir izaha lüzum yoktu, ama yine de faidesi olur inşa' Allah. Şübhecilerin getirmiş oldukları başka bir itiraz da şudur.

 Resûlullah (S.A.V.) rivayet olunuyor ki: Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi:  "Günde beş vakit namazı Allah (müslümanlara) farz kıldı. Kim abdestlerini güzel alarak, rukularına, huşularma riayet ederek, onları vaktinde kılarsa, o kimse Allah'u Teâlâ'dan hatasını af edeceğine ahd ya'ni söz almış olur. Kim böyle yapmazsa Allah'u Teâlâ onu ahd ya'ni söz vermiş olmaz, dilerse o kimseyi bağışlar, dilerse azab eder. Bu Hadis'i Ebu Davud (421) Ahmed ve Nesei (462) rivayet etmişlerdir.

Bu zikredilen rivayette, namazı terk edeni Allah isterse af eder, isterse azab eder diye bir lafız yoktur. Zira namazı vakitleri içerisinde rukuları ve huşuları ile muhafaza etmemek başka, namazı terk etmek başkadır. Zira namazdaki itmi'nanın zayi olmasıyla kişinin İslâm milletinden gayrı bir millette öleceğine dair rivayetler bir hayli kabarıktır.

Hem de bizzat Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'nun kendisinden namazı terk edenin İslâm milletinden çıktığına dair rivayet vardır ki, geçen bablarda zikrettik, burada zikrine lüzum olmasa gerek.

 İbnu Hazm (R.H.) meşhur "muhalla"nam eserinde şöyle diyor. Bu mevzuda ya'ni namazın terki hususunda bize, Umer İbnu'l-Hattab, Muaz İbnu Cebel, Abdurrahman İbnu Avf Ebu Hureyre ve daha sair sahabelerden (R.A.)'den namazın farz olduğunu bilerek terk edenin "kâfir ve mürted" olduğuna dair bir çok rivayetler ulaşmıştır. Sahabelerin bu icma'ına muhalif hiç bir şey duyulmamıştır.

Mezheb imamlarından, Hadis ehlinin imamı kabul edilen Ahmed İbnu Hanbel'de namazı terk eden için şöyle diyor. "Namazı terk eden kâfirdir, mürted"dir, tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe etmezse böylece öldürülür, ne yıkanır ne namazı kılınır ve ne de müslüman kabristanlığına gömülür.

 İbnu Teymiye (R.H.)'de "vasiyyet'ul-kübra"da şöyle naklediyor. Buluğ çağına ermiş birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farziyyetinde ittifak edilen erkanlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir eğer tevbe etmezse öldürülür. Âlimlerden bazıları ise şöyle demişlerdir, namazı terk eden kâfir'dir mürted'dir, ne namaz) kılınır ve ne de gömülür. Vasiyyetu'l-Kübra (320) V elhamdülillah! rabbi-1-âlemin

HICRET

Hicret dedigimiz zaman manasi <intikal,yani bir kimsenin bir beldeden bir beldeye intikali>Bu umum manasi gerek maddi,gerek manevi,gerek çalisma,gerekse dini yüzünden olsun bir beldeden diger bir beldeye intikaline denir.

Burada tabi iki beldeden kasit küfür diyarindan Islam diyarina intikaldir.Mevzuya geçmeden önce bilmemiz gereken iki husus vardir.

Buda Islam da Darul Küfür ve Darul Islam mefhumunun anlasilmasi, yani hangi diyar Islam diyaridir,hangi diyar küfür diyaridir?

Bu gün en çok tartisilan mevzulardan biride budur.

DARUL KÜFÜR dedigimiz zaman,kafirlerin hükmettigi küfür kanunlarinin icra edildigi,kafirlerin nüfusunun o beldede hakim oldugu diyardir.

Buda iki çesittir,bir kismi Darul Harp:.Ikinci kismi Darul Sulh. Bir harp halinde olup,sulh içinde yasanmasina Darul Sulh diyoyoruz.

DARUL SULH :Müslümanlar ile kafirler arasinda sulumet,baris olan diyardir.Hükümler kafirlerin olup,aralarinda Müslümanlarin da bulundugu beldedir.

DARUL ISLAM:Veya Islam diyari dedigimiz zaman,müslümanlarin hükmettigi veya Islam hükümlerinin icra olundugu ve nüfusun müslümanlara ait oldugu diyardir.Velevki nüfus yönünden kafirler teskil etse bile,O Islam diyaridir.Önemli olan Islam kanunlarinin geçerli olmasi ve icra edilmesidir.

Kuranda Hicreti Emreden,Sünnet de Hicreti Emreden Deliller

Nisa Suresi / 97. Kendilerine yazik edenlerin canlarini aldiklari zaman onlara: "Ne yaptiniz bakalim?" deyince, "Biz yeryüzünde zavalli kimselerdik" diyecekler, melekler de:"Allah'in arzi genis degil miydi? Hicret etseydiniz ya!"cevabini verecekler. Onlarin varacaklari yer cehennemdir.Orasi ne kötü dönülecek yerdir!

/98. Çaresiz kalan, yol bulamayan zavalli erkek, kadin ve çocuklar müstesnadirlar.

/99. Iste Allah'in bunlari affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bagislayandir.

Evet bu ayeti kerimeler bize hicretin faziletini anlatmaktadir.Islam kafir diyarindan veya müsrik diyarindan,Islam diyarina _Abdullah’in oglu Cerir Rasulullah (sav)den :Müsriklerin arasinda ikamet eden her müslümandan ben beriyim diyor,dedilerki ya Rasulallah niye ?

_Çünkü ikisinin atesi birbirine benzemez.Yani birbirinin hükümleri,kanunlari,nizamlari ayni degildir.

(Ebu Davud 2645/Tirmizide de sahih olarak gelmistir.)

*Kim bir müsrikle bir olursa onunla bir mesken kurarsa oturursa,muhakkak ki onun gibidir( Ebu Davud ) Burada bir müsrikle cima üç surette olur

Birincisi bir müsrik kadinla evlenmek sureti ile,ikincisi bir müsriki kendine dost edinip onunla yasamak sureti ile,üçüncüsüde bir müsrik kadinin veya bir müsrik erkegin müslüman olduktan sonra müsrik kadinla veya erkekle esi ile kalmasi sureti ile olur.Iste bunlardan birtanesi vuku bulursa onunla yerlesirse onun gibidir.

Bir müsrik müslüman olduktan sonra müsriklerden ayrilmadik ca , Hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez (Nesei , Zekat 73 / Ibni Mace hudut 2 / Ahmet 5/5)

Rasulullah (sav)den sunu isittim; Tevbe kesilinceye kadar hicret kesilmez ve hicret devama eder , Kiyamete kadar bakidir , Günes battigi yerden doguncaya kadarda tevbe kapisi kapanmaz.( (Ebu Davud 2475 / Darimi/ Ahmet 99/4)

Müsriklerele beraber yerlesmeyiniz mesken edinmeyiniz ve onlarla beraber olmayiniz . Kim onlarla mesken kurarsa ve birlesirse o kimse bizden degildir . (Hakim Müsteddede zikretmistir / Hafiz Zehebide sahih demistir.)

Evet böyle bir giristen sonra Hicretin manasina gelelim ;

Lugatta : Terk etme , bir boslugun dolmasi manasindadir.

Istilahta : Küfür ve sirk diyarindan Islam diyarina intikaldir.

Hicret iki çesittir ;

1_Maddi ve cismani Hicret vardir , buda intikaldir .Kisinin maddeten ve cismen intikal etmesi , buda hicretin her yerini kapsar herhalde

(Ikinci manasi vardir ki aslinda ilk hicretten önce maddi ve cismani hicretten bu ikinci hicret daha önemlidir.Buda hakiki ve manevi hicrettir ki cesette buna tabi olur . Buda söyledir ki ;)

2_Baskasinin yani Allah tan gayri bütün efradin her seyin muhabbetinden ve kullugundan Allah in muhabbet ve kulluguna hicret .Baskasinin korkusundan veya ümidinden veya baskasina tevekkülden Allah a dönme Ona intikal etme buki manevi hicrettir . Bu manada Rasulullah (sav)den bir rivayet vardir.

Muhacir (hicret eden kimse ) Allah in nehyetmis oldugu yasakladigi masiyet saydigi seyleri terketme (Ebu Davud 2481/Buhari / Müslim )

__Bir müsrik Müslüman olduktan sonra müsriklerden ayrilmadikça hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez.(Nesei zekat_73/Ibn i Mace hudut 2 )

AKLIMIZA SÖYLE BIR SORU GELEBILIR _Hicretin gayesi maksadi amaci nedir ? Niye yapilmaktadir?

Evet Islam izzet ve kuvvet dinidir . Bir müslümanin kafire kafirlere zelil olmasini kabul etmez.Bir müslüman onlarin aralarinda kaldikça ister istemez kendi kalbinde , hislerinde asagilik kompleksi dogar .Ve bu sekilde onlara dayanma durumuna düser. Ve nitelendirilebilir

Bu yüzden Islam dini hicreti farz kilmis gücü yeten bir müslümanin onlar arasinda müsaade etmemistir .Bu gibi sebepler yüzünden , ancak zaruretler müstesna .

HICRETIN KISIMLARI Hicretin birkaç tane kismi vardir ;

a)Darul harpten veya Darul küfürden Islam diyarina hicrettir .Bunun farziyeti ilk hicretten beri “yani müslümanlarin sav zamanindan tutunda Habesistan hicretinden , Mekkeden Medineye hicretten ta kiyamete kadar bu hicret bakidir .(az önceki rivayet buna delildir Ebu Davut 2475) Evet tevbe kapisi kapanincaya kadar Hicret kapanmaz .

b)Ikincisi ise ; Bidat beldesinden çikmak ; Karamilitanlarin , zindiklarin bulundugu beldeden .

Imami Malik (ra) dediki; Selefi Salihine sövüldügü , eza edildigi , küfredildigi bir beldede bir kimsenin ikame etmesi helal degildir . Bunu Ibnul Arabi Ahkamul Kur an tefsirinde 1/484 de nakletmistir . Evet bundan sebep onlarin bidatine aldanabilir onlar gibi yani bidat ehli olur korkusuyladir.

c)Haramin galip oldugu beldeden çikmak ; çünkü helali talep etmek her müslümana farzdir. Düsünün bir beldede galibiyet haramda , yiyecek içecek te kazançta artik bir müslümanin orada haramdan kurtulmasi maddeten mümkün olma durumu varsa ;bu defe ne yapar? Helali kazanmak kastiyla baska bir memlekete hicret eder . Çünkü neden ? Helali aramasi, talep etmesi farzdir . Ama yasadigi beldede kendi ihtiyaçlarini karsilayacak helal seyler varsa ; ondan kazanabiliyorsa ; bu defa bundan muaf tutulur. Ama öyle bir duruma düser ki Artik kendi ihtiyaçlarini haramlik yüzünden gideremez . Galibiyet haramdir. Artik oradn intikal etmesi gerekir .

d)Bir müslümanin nefsine yapilan eziyet yüzünden o yerden çikmasi gerekir . Müslümana eziyet ediliyor dövülüyor , hapse atiliyor , çesitli eziyetler yapiliyorsa müslümanin oradan çikmasi intikal etmesi gerekir. Bunu dinler tarihinde ilk olarak Ibrahim as yapmistir . Çünkü kavminden korkunca (Hani biliyorsunuz putlari kirdi , onlarin taptiklarinin batil oldugunu her seyi anlatti onlardan beri oldugunu söyledi ) dediki ; Ben Rabime hicret ediyorum (Ankebut 26) Ben Rabbime gidicem ve O bana yol göstericektir (Saffat 11)

Biliyorsunuz ki bunu Musa as da yapmistir. Askerlerden bir kiptiyi öldürünce Firavunun sarayindan biri gelip çik burdan bir topluluk seni öldürmek için yola çikti dediginde ; Oradan ayrilip Suayp as min oldugu yere Medyene hicret etmistir .

e)Müslümanin malina veya namusuna eziyet korkusu varsa oradan çikabilir . Çünkü müslümanin mali ve namusunun hicreti , kaninin haramligi gibidir . Müslümanin kani diger müslümana nasil haramsa mali ve namusuda haramdir .

f)Zararli bir beldede , yani o beldede hastalik varsa ve o beldeyi hastalik sardiysa o beldeden temiz olan bir beldeye çikabilir. Peygamber efendimiz sav “ haramilere beldeleri zarar görünce oturmaz hale gelince Merc denilen yere çikmalarina izin vermistir .Taki beldeleri düzelinceye kadar.(Sihhi yönden düzelinceye kadar. )Ancak hadiste bir istisna gelmistir. Taun hastaligi çikan yerden çikmak yasaklanmistir. Çünkü o hastalik baska yere sirayet etmesin diye taun olan beldeden disarida çikmasini ,içeride girmesini yasaklamistir. Tabiki bu istisna kilinmistir.

Muhterem kardeslerim simdi asil konumuza geçelim ; Darul harpte veya Darul küfür de ikame eden kimseler yani müslümanlar üç kisimdir ;

1.Kisim Bunlar kafirlerle ikame ediyor ve onlara ragbet ediyor , dost olarak onlari seçiyor , dinlerinden razi oluyor ve onlari meth ediyorsun . Müslümanlara karsi o kafirlere yardimci oluyorsun , böyle yapan bir sahis kafir olur. Islamin hükmü bu sahis hakkinda budur , yani o adam kafirdir.

2.Kisim Mal , evlat veya memleket sevgisi yüzünden onlarla ikamet ederse ; düsünün ki oturdugu memleketi kafirler istila etmis , orada dogdun , orada büyüdün , malin orada, ailen orada , her seyin orada , o memlekette dinini izhar edemiyorsa ,(izhardan kasit ; Eshedü enla ilahe illallah ve eshedü enne muhammeden abdehü verasuluh demek degil , namaz kilmakta yeterli degil , yani dini açiktan ilan etmektir) dinini yasayamiyorsa , Ben müslümanim , siz kafirsininiz , aramizda düsmanlik vardir ! demesi , bunu izhar etmesi lazim , bu izhari yapamiyorsa , Hicrete de gücü varsa , bunu yapmiyorsa , Hicreti terk etmesi yüzünden Allah ve Rasulüne asi gelmistir . Bu sekilde büyük bir günah islemistir. Ancak bu memlekette yani mal ve evlat sevgisi yüzünden o memlekette kaldigi için tekfir edilmez , ama büyük günah islemis bir sahistir . Yani nefse zulmedenlerdendir. BU mevzuuyla ilgili olarak Rasulullah sav zamaninda bir vakia olmus .

***Abdullah bin Mesut naklediyor ; Müslümanlardan bir topluluk kafirlerle beraber idiler . Müsriklerle beraber idler ve müsriklerin toplulugunu çogaltiyordu , onlarla beraber olunca . müsriklerle kalan bir müslümana ok isabet eder ve böylelikle onlardan bir tanesi ölür.

Veya müsrikler ne yapar yapar onu öldürür . Iste onlar hakkinda Allah Nisa 97 yi indirir

Allah teala tevbe 24. ayeti ile zikrolunan sekiz tane sinif yüzünden olan özrü geçersiz saydi. Bunlar nedir ? Baba , ogul , kardes , akraba ,biriktirilen mal , zayi olmasindan korkulan ticaret , razi olunan mesken bunlar yüzünden kisi hicret edemiyorsa , gücü yettigi halde , Allah cc onun bu özrünü kabul etmiyor .

Onun için hicrete gücü yettigi halde Cenabi Hak onu fasiklardan saymistir . Büyük günah islemistir . Allah a ve Rasulüne asi gelmistir ki ve bulunduklari belde Mekke beldesiydi ,Allah a en sevimli olan belde , en muhabbet duyulan beldeydi .O gün o beldede kalmk özür sayilmiyordu ise artik ondan gayri olan beldelere ne demeli .

3.Kisim Darul harpte ,Darul küfürde 3. grup müslümanlardan ; Kafirler arasinda beis olmayan kimselerdir .Yani küfür beldesinde kalmasinda beis olmayan kimselerdir .Bunlarda iki kisimdir ;

a ) Birinci sinif dinini aralarinda izhar eder , kendi dinini kafirler arasinda izhar eder . Ve onlarin küfrründen , küfür elinden kafirlerden teberrü eder . Evet onlarin batilda oldugunu kendilerinin Hak ta oldugunu onlara tahsih eder. Evet sav müsriklere ilk zaman okudugu

ayetlerden bir tanesi _Ey kafirler toplulugu / kafirun _Siz Benden berisiniz , Bende sizden beriyim . Böyle açikça dinini yasayabiliyorsa

tahsih edebiliyorsa o zaman onlarin o beldeden baska beldeye hicret etmeleri gerekmez. O beldede kalmalarinda herhangi bir beis yoktur .Sayet bir Islam beldesi kurulma durumu olursa o zaman gider yoksa kalmasinda bir beis yoktur.

b)Ikinci sinif ise mustazaaf yüzünden yani zarureti yüzünden de geçtigi gibi Nisaa75 Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halki zalim olan bu sehirden çikar, bize tarafindan bir sahip gönder, bize katindan bir yardimci yolla!" diyen zavalli erkekler, kadinlar ve çocuklar ugrunda savasmiyorsunuz! Yani kafirlerden tagullüs etmeye gücü yetmiyor , çikmaya kurtulmaya , yol bulmaya durumu yoksa , aciz ise , ihtiyar , yasli , çocuk veya esir durumda olan kimseler istisna edilmistir. Ve bunlar bir ayeti kerimede diyor ki Rablerine söyle dua ederler ; Ey Rabbim bizi ehli zalim olan bu köyden bizi bur dan çikar ve senin yaninda bize bir dost gönder.

Bu kimseler mustazaaf , tabi bu devirde mustazaaf insan çok az veya yok gibidir .

Baska bir mesele daha var . Buda kafir diyarinda veya darul harpte , ister darul hunpta i ister darul sulhta olsun bunlar Darul küfrün kisimlaridir .

Küfür diyarina ticari maksatla gitmeye gelince ; Alimler demislerdir ki dinini izhar edebilip kafirlerle dost olmazsa kendinden emin ve dinini izhar edebilecekse bu sekilde küfür diyarinda ticareti caiz görmüslerdir. Hatta bazi sahabelerden böyle hicret edenler olmus Imami Ahmet in müsnedinde rivayetler vardir . lakin aksine kafire dinini izhar edemeyip onlarla dost olma korkusu varsa , yani onlar gibi olma korkusu varsa bu defa kati suretle islam beldesinden çikmasi caiz degildir . Kafir beldeye yolculugun yasaklanmasi veya Kur anin o beldeye götürülmesi yasak . Alimler böyle hamlediyorlar . Sayet dini yasamama korkusu varsa bu defa kati surette gitmesi caiz degildir ..Böylelikle bu Hadisi serif düsman olan bir memlekete Kur an ile seyahati yasaklamistir. Ve bu rivayet sahsa initbah eder .

Çalisma is maksadiyla hicret veya göç böyle bir diyara gitme ayni hükme baglidir .

Allah Rasulü (sav) biliyorsunuz O’nun hicretinden önce Habesistane hicret oldu.Ve ondan sonra Müslümanlar sahabeler Mekke den Medine ye hicret ettiler.Osman ibni Affanin kafilesi ile 83 kisi hicret ettiler.Ve Mekke’de sadece Rasulullah (sav),Ebu Bekr,Ali (ra) ve

Esma binti Ebu Bekr ,birde rivayetlerde Ibni Hisamin siretinde geldigi gibi Hz.Ebu Bekrin oglu Abdullah oda Mekke de bulunuyordu.

Tabi Mekke müsrikleri Rasulullah (sav)’in ona iman eden bir toplumun artik buradan göç edip baska bir yerde onlara karsi toplanip,birlesip harp açacaklarindan Rasulullah (sav)efendimizin böyle bir ise tesebbüs edeceginden bir devlet kuracagindan korktuklarindan dolayi Rasulullah (sav),çikartmaya ve onu öldürmeye kasdetmislerdi.

Buda Rasulullah (sav),hicretinden bir gece önce daha evvel anlastiklari bir vakitte devamli istisare yaptiklari Darul Nedve denilen yerde toplandilar, Rasulullah (sav)in durumunu konustular.Artik tahammül edilmez hale geldigini ve ona iman eden kimselerin çok oldugunu ve bunlarin ileride onlara bükük bir tehlike arz edecegini bu gibi meseleleri konustular.Bir aralik içeri insan suretinde Iblis (la)

Içeri girdi.Evet bir seyh suretinde içeri girdi.Ibni Hisamin siretinde bu sekilde naklediliyor. Ve kendisine soruldu _Sen neredensin ?

Dedi ki _Ben necitliyim ve ondan sonra bende sizlerle bu konuyu görüsmek istiyorum,bende görüslerimi söylemek istiyorum .Onlarda tamam dediler Sende gel ve içeride aralarinda çesitli kararlar aldilar her aldiklari karara bu iblis hayir diyordu Ancak en sonunda Ebul Idalcem dedikleri Ebu Cehil almis olduklari kabul etti.O karada su idi _Her kabileden bir genç alin ve bu her gencin eline keskin bir kiliç verin ve böylelikle yarin geceleyin Muhammed yatagina girecegi zaman birden bire üzetrine varsinlar ve onu öldürsünler,böylelikle

Kan bütün kabilelere dagilmis olacaktir.Abdil menaf ogullari kabilelere karsi gelemeyecektir,hangisinden kan talep edecektir.Böylelikle

Sayet diyet isterlerse diyeti veririz,Böylelikle Muhammed ten kurtulmus oluruz.Ebu cehilin vermis oldugu karar veya görüs buydu ve bu görüs ikrar edildi ve kabul edildi.Her kabileden Rasulullah (sav),dinine ve ashabina düsman olan bir gencin eline keskin bir kiliç verildi ve o gece Cenabi Hak Cibril (as)gönderdi Dediki Ya Rasulallah sen bu gece burada yatma tabi Rasulullah (sav),orada yatmadi ve yerine hz Aliyi yatirdi ve kendisine yaterken giydigi burdesini ona verdi sen burada yat dedi Rasulullah (sav) de orada bulunuyordu fakat yatili degildi tam o sirada geldiler yanlarinda Ebu Cehilde vardi lakin gençlerde vardi Rasulullah (sav) öldürmeye gelen gençler

Bu kim diyordu Rasulullah (sav) onlar tam girme sirasinda Yasin suresinin 1,11 ayetine kadar okudu ve üzerlerine toprak saçdi ve attigi o toprak her müsrikin basinda yer etti O an tabi Rasulullah (sav) göremediler Cenabi Hak onlara göstermedi.Yasin 8. okurken aralardan geçip gitti ve tabi içeriye girmeden önce baktilar ki hepsinin üzerinde toprak var.Nereye kaybuldu diye sasirdilar göremediler.Ileride ki sahislar dediler ki Muhammedi mi ariyorsunuz o çoktan buradan gitti dediler birde içeriye girip baktilar ki Hz Ali yatakta yatiyor Rasulullah (sav) kendisi bu defa daha sonra Ebu Bekr (ra)evine geldi tabi Ebu Bekr(ra) Rasulullah (sav)den hicretten sonra Müslümanlarin Mekke den Medine ye hicretinden sonra kendisi paygamber (sav)den hicret izni istiyordu Fakat Rasulullah (sav)

Onun her isteyisinde diyordu ki _Umulur ki Allah sana bir Dost gönderir onunla beraber hicret edersin ve bu söz onun kalbine yer etmisti Oda onunla beraber olmak istiyordu bu hicrette.Ve kendisi bu sebeple iki deve satin almisti bu sebeple onlari sakliyordu

Bir tanesi kendine bir tanesi Rasulullah (sav) me Hz Aise ra anlatiyor diyor ki ;sav diger o gün hiç gelmedigi bir saatte geldi ve dedi ki ;

Ebu Bekir Allah bana hicret etme müsaadesi verdi _ve defa Ebu Bekir ra dedi ki ; Dostluklarinimi ariyorsun Ya Rasulallah beraber hicret etmemizi istiyorsun .Evet Hz Aise diyordu ki _O gün bir insanin ferahladiginda aglayacagini hiç düsünemiyordum. Ferahliktan diger bir aglama geldi. Ferahliktan Ebu Bekir’ e aglama geldi. Bu defe Abdullah arkad denilen bir dellal tuttular ve bunu kiraladilar. Oradan Ebu Bekir ( r.a )’ nin evinin arkasindan ayrildilar, gittiler. Daha önce ogluna dediki: Ey Abdullah biz sevr magarasina gidiyoruz.

Birkaç gün orada kalacagiz .Sen bak insanlar ne diyorlar , bize haber getir. Ve bu dellalla beraber sevr magrasina gittiler. Orada sav üç gün kaldilar ve Esma anlatiyor ; Ben onlara yiyecek getirip götürüyordum .Abdullah ise gizlice haber topluyordu ve haber getiyordu .

_Kim Muhammedi bulursa ölü veya diri getirirse ona 100 tane deve ödül olarak verilecektir. Tabi sav orada üç gün kalmisti .Ve ondan sonra rehberlerle beraber oradan Medine ye hicret etmislerdi . Yolda giderken bu ödüle sahip olmak için Sürekabin Malik isimli birisi Mekke ehlinden ati ile beraber yola çikiyor ve onlara ulasiyor, onlari ileride görüyor. Lakin onlara her ulasmak istediginde atinin ayaklari yere batiyordu ve kendisi iniyor ayaklari çikariyordu .tekrar biniyor yeniden gidiyordu ve yeniden ayaklari batiyordu topraga ve bu bir çok kereler tekrarlandi . Ondan sonra onlarin arkasinda bir duman gördü ve onlarla Rasulullah sav’e kendisi arasinda onlarin ulasmasini engelleyen bir kuvvet vardi . Ve arkaddan onlarin pesini birakmiycam dedi , yani kasti artik tamamen degisti .Ve yanlarina varinca Rasulullah (sav)’den bir yazi isted.Hz Ebu Bekr Ona bir yazi verdi ve kendisi Mekke’ye döndü.Mekke’nin fethinde Islamini izhar etti.

Evet Mekke müsriklerinin magraya gelip hani orada magranin agzinda ag yapan örümcekten,yuva yapan yaban güvercininden bahseden rivayetler varya bunlarin hepsi uydurmadir.

Ve Rasulullah (sav) Sevr magrasindan Medineye hicret ettiginde Hz Ebu Bekr (ra)ile hicret hicret etmislerdir.Ilk olarak Kuba’ya geldiler

Rasulullah (sav) uzaktan gelisini bir yahudi gördü.Ve sahibiniz geliyor diyerek haber verdi Ve böylelikle müslümanlar,sahabiler göz yasilariyla

Karsilamis oldular. Rasulullah (sav)’in hicreti böyle böyle olmustur.Hicreti miladi 622 yilinda gerçeklesmistir.Bu hicret baslangicida müslümanlarin ilk takvimi sayildi ki buna HICRI TAKVIM diyoruz.Rabiulevvel ayinin 11/12. günleri hicret vuku buldu.Tabi bu takvimle diger tavim arasinda 6 asirlik bir fark gözetiyor.Bu gün kafirlerin tiger takvimi kullandirmalari sirf bu hicreti unutturma maksadiyladir,müslümanlarin zihninden tamamen bunu silme maksadiyladir.Çünkü hicretin islam tarihinde büyük bir degeri vardir.Hicretin maksadi Islam Devletine gitmesinden dolayidir.Bu gün bir müslümana sorsan hangi hicri aydayiz çogu bilmez,hangi gündeyiz bilmez.Niye ?Çünkü artik bizim takvimimiz olmaktan çikmistir.Fakat bu gün Kasim ayinda oldugumuzu senenin 2001 oldugunu çok iyi biliyoruz.Lakin Hicri kaçinci senedeyiz kim biliyor?

Takviminde diger aylar gibi 12 tane ay ismi vardir bunlar

*Muharrem *Safer* Rabiul Evvel*Rabiul Ahir*,Cemazil Evvel*Cemazil Ahir* Recep*Saban*Ramazan*Sevval*Zilkade*Zilhicce*

Ve bu aylar hilale göre hesap görmektedir.Toplam günleri 355 gündür.Ayin bitimi 29/30 arsi olur.Hicretle alakali oldugundan takvimden kisaca bahsetmek istedik .BASARI ALLLAH’TANDIR...

“....... NAMAZDA ELLERİ KALDIRMA......”

... Malik bin El-Huveyris(r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) iftidah tekbirini aldığı zaman kulaklarının yakınına kadar ellerini kaldırırdı. Ruku’ya gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve ruku’dan başını kaldırdığı zaman da aynı şeyi yapardı...“Buhari : 2.c / 753.s”“İbn Mace : 3.c / 859.n”

... Muhammed bin Amr bin Ata(r.a)’dan şöyle demiştir: Ben Ebu Humeyd es-Saidi(r.a)’dan işittim. Kendisi Resulullah(s.a.v)’in ashabından on zatın arasındaydı. On sahabeden birisi Ebu Katade bir Rib’i idi. Ebu Humeyd, orada bulunan on sahabeye: Ben Resulullah(s.a.v)’in namazını hepinizden daha iyi bilirim. Resulullah(s.a.v) Namaza durduğu zaman dimdik doğrulurdu, ve ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdıktan sonra “Allahu Ekber” derdi. Ruku’ya varmak istediği zamanda ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdı, sonra tam doğrulurdu. İki rekatten (üçüncüye) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah tekbirinde yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. “Tirmizi : 1.c / 303n”“İbn Mace : 3. c / 862n”

Ali bin Ebu Talib(r.a)’dan, şöyle demiştir: Peygamber(s.a.v) farz namaza kalktığı zaman tekbir getirirdi ve ellerini omuzları hizasında oluncaya kadar kaldırırdı. Ruku’ya gitmek istediği zaman bunun aynısını yapardı. Ruku’dan başını kaldırdığı zaman da bunun aynısını yapardı ve ikinci rekattan üçüncüye kalktığı zaman bunun aynısını yapardı. “İbn Mace : 3.c / 864.n”

... Vail bin Hicr(r.a)’den şöyle demiştir: Ben kendi kendime dedim ki: Resulullah(s.a.v)’e muhakkak ve iyiice bakayım, nasıl namaz kılıyor. Bunun üzerine baktım. S.A.V kalktı kıbleye doğru durdu. Sonra ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdı. Sonra ruku’ya gittiği zaman ellerini bu şekildi kaldırdı. Başını ruku’dan kaldırınca ellerini yine kaldırdı. “İbn Mace : 3.c / 867.n”

... Salim babası Abdullah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v)’i namaza başladığı zaman, ruku’ya gitmeden evvel ve birde ruku’dan doğrulduğu zaman ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde arasında kaldırmazdı. “Buhari : 2.c / 752.s” “Ebu Davud : 1.c / 721.n”“Müslim : 2.c / 390s”“Tirmizi : 1.c / 255.”“Nesei : “ “İbn Mace : 3.c / 858.“Muvatta : 1.c 94.s”

... Enes bin Malik(r.a)’dan şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) namaza girdiği zaman ve ruku’ya gittiği zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Mace : 3.c / 866.n”

... Ebu-z Zubeyr(r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Cabir bin Abdillah(r.a) namaza başlarken ellerini kaldırdı, ve ruku’ya gittiği zaman ile ruku’dan başını kaldırdığı zaman bunun aynısını yapardı.. ve, Ben Resulullah(s.a.v)’i gördüm böyle yaptı derdi.“İbnu Mace : 3.c / 868.n”

... Mali bin Huveyris(r.a)’dan, Resulullah(s.a.v)’i namazında ruku ettiği zaman. Ruku’dan başını kaldırdığı zaman, secde ettiği zaman ve secdeden başını kaldırdığı zaman ellerini kulakları hizasına kadar kaldırırken gördüğünü haber verdi.“A. İ. Hanbel : 3.c / 436.”“Nesei : 1.c / 1143.n”

... Abdul Cebbar bin Vail b. Hucur(r.a)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben küçük bir çocuktum, babamın namazını hatırlayamıyorum Vail bin Alkame, babam Vail bin Hucr’dan bana nakletti. Dedi ki:

Resulullah(s.a.v) ile namaz kıldım. Tekbir aldığı zaman ellerini kaldırırdı. Sonra örtündü. Sonra sol bileğini sağ eliyle tuttu. Her iki elini de elbisesinin altına soktu. Ruku yapmak istediği zaman ellerini elbisesinden çıkardı.ve onları kaldırdı. Ruku’dan başını kaldırmak istediği zaman ellerini yine kaldırdı. Sonra yüzünü iki avucu arasına koyarak secde etti. Secdeden başını kaldırdığı zaman yine ellerini kaldırdı. Namazdan çıkana kadar hep böyle yaptı. Muhammed bin Cihade diyor ki : Bunu Hasen bin Ebu el-Hasene anlattım. O da şöyle dedi. O , Resulullah(s.a.v)’min namazıdır. Onu yapanlar sünneti yaptı, yapmayanlar sünneti yapmadı. Dedi.“Ebu Davud : 1.c / 723.n”“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 91.”

...  Katade’den şöyle dedi: Enes ibnu Malik’e Resulullah(s.a.v)’in namazı nasıldı bize göster dedim. Kalktı ve namaz kıldı. Ellerini her tekbirde kaldırıyordu.“Taberani. Evsat’ta”“Zevaid’de Sahih”

... Cabir ibn Abdillah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) namazında ki her tekbirde ellerini kaldırırdı. “A. İ. Hanbel :”“Zevaid’de Hasen : 2.c / 101”

... Abdullah ibnu Ömer(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) ruku’ya ve secdeye gittiğinde ellerini kaldırırdı.“Buhari  Cüz’ünde”“Hasen Olarak : 25”

... Enes ibnu Malik(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) ruku’da ve secde de ellerini kaldırırdı.“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 92.” Sahihdir “İbn Ebu Şeybe : 1.c / 230.”“Şeyh Albani İrvaul Ğalilde Senedi Sahih diyor : 2.c / 68.”

... Ala ibnu Abdurrahman, Salim ibnu Abdullah babası Abdullah ibnu Ömer’in, başını secdeden kaldırdığı zaman ve ayağa kalkmak istediği zaman ellerini kaldırdığını haber verdiğini işitti. “Buhari  Cüz’ünde : 12Sahih Bir Sened’le”

... Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) başını birinci secdeden kaldırdığında ellerini kaldırrdı.“İbnu Ebi Şeybe : 1.c / 271Sahih Bir Sened’le”

... Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) namaza girdiği zaman, Ruku’ya gittiği zaman, Semiallahu Limen Hamideh deyip ruku’dan doğrulduğu zaman, secdeye gittiği zaman ve birinci teşehhühden kalktığı zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Hazm Muhalla’da : 4.c / 93. Sahih Bir Sened’le”

... Süleyman bin Yesar(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) tekbir alırken ellerini kaldırdığını rivayet etti.“Ebu Davud : 1.c / 738.n”“Muvatta : 1.c / 95.s”

“ELLER YALNIZ BİRİNCİ TEKBİRDE KALDIRILIR HADİSİNİN MÜDREÇ OLUŞU”

... Abdullah ibnu Mesud(r.a)’dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Size Peygamber(s.a.v)’in namazını kıldırayım mı? Müteakiben namaz kıldı ve yalnız başlangıçta ellerini kaldırdı.“Ebu Davud : 1.c / 748.n”“Tirmizi : 1.c / 257.n”“Ebu Davud   Bu Hadis Zayıftır”“A. İ. Hanbel       : Bu Hadis Zayıftır”“Yahya İbn Adem          : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Mübarek : Bu hadis Zayıftır”“Ebu Hatim    : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Hibban    : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Abdil Ber : Bu Hadis Zayıftır”“El Bezzar        :Bu Hadis Zayıftır”

Bera bin Azib(r.a)’dan. Resulullah(s.a.v) namaza başladığında ellerini kaldırdığını gördüm. Sonra namazdan çıkana kadar ellerini bir daha kaldırmadı.“Ebu Davud : 1.c / 752.n”“D. Kutni : ““Tahavi :     

“EBU DAVUD”: Bu hadis sahih değildir. Çünkü bazı raviler “sonra bir daha kaldırmazdı” cümlesini zikretmemişlerdir. Diyor.

“EL MENHEL YAZARI” : Şöyle diyor : Bera’nın hadisi el kaldırmamaya delalet etmez. Çünkü Buhari, A. İbnu Hanbel, İmam Şafi, İbnu Uyeyne, İbnu Zubeyr, Darimi ve başka imamlar bu hadisi zayıf görmüşlerdir.

Ayrıca hadis lafızları (sonra bir daha kaldırmazdı) cümlesinin hadisden olmayıp ravi Yezid bin Ziyad’ın sözü olduğunda ve haberin “MÜDREÇ” olduğunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Şube. Sevri, Halid el-Tahhan, Zübeyr ve başka hafızların rivayetinde bu cümle yoktur.“Ebu Davud : 1.c / 750.n”

“EL-HÜMEYDİ” : Bu ilaveyi (yani bir daha kaldırmazdı sözünü) Yezid yapmıştır. Yezid ilave yapar demiştir.

“EL-BEZZAR” : Bu ziyade (yani bir daha kaldırmazdı sözü) sahih değildir. Dari Kutni, bu ilave olmaksızın hadizi Yezid bin Ebi Ziyad yoluyla El-Bera’dan rivayet etmiştir.doğrusu da budur demiştir. Dari Kutni’nin Ali bin Asım yoluyla Muhammed bin Ebi leyla’dan onunda Yezid bin Ebi Ziyad’dan olan rivayetinde bu ilave mevcuttur.

Ali demiştir ki: Ben Kufe’ye vardığım zaman Yezid’in hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, ona gittim. Kendisi bana bu hadisi rivayet etti. Rivayetinde bu ilave yoktur. Bunun üzerine ben ona İbn Ebi Leyla’nın bana haber verdiğine göre sen: Sonra bir daha kaldırmazdı demişsin, dedim. Yezid bana: ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben tekrar onu ziyaret ettim. Yine: ben bunu hatırlayamıyorum dedi.

İbnu Ömer (r.a)’dan, Resulullah(s.a.v) namaza başlarken ellerini kaldırırdı, sonra bir daha kaldırmazdı.“Beyhaki El-Hilafiyat’ta”“EL-HAKİM” : Bu hadis batıl ve Mevzudur.

“İBNİ KAYYIM EL-CEVZİ” : Şöyle diyor: Hadisin sonundaki “Bir daha kaldırmazdı” sözü sahih değildir.“Zad’ül Mead : 1.c / 151.s”

“ABDULLAH İBNU MUBAREK” : Ez-Zuhri’nin Salim’den babasından rivayet ettiği hadisi zikrederek şöyle dedi:Ellerini kaldıran kişinin hadisi sabittir. Ve İbnu Mes’ud’un Resulullah(s.a.v) yalnız birinci defasında (yani namazın başında) ellerin kaldırırdı hadisi sabit değildir.“Tirmizi : 1.c / 256.n”

“SECDEYE GİDERKEN ELLER ÖNCE YERE KONULUR”

... Ebu Hureyre(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: sizden biriniz secde ettiği vakit devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini sonra dizlerini koysun.“Nesei : 2.c / 1091.”“Buhari Tarih : 1.c / 139”“Tahavi : 1.c / 245.”   “Ebu Davud : 2.c / 840.”“A. İ. Hanbel : 2.c / 381.”        “D. Kutni : 1.c / 345.”“Ebu İshak el-Harbi : “            “Beyhaki : 2.c / 99.”“Darimi : 3.c / 1327.”

... İbnu Ömer (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secde ettiği vakit ellerini dizlerinden önce yere koyardı.“Buhari : 2.c / 796.s”“D. Kutni : 1.c / 344.”“Tahavi : 1.c / 254. 56”“İ. Huzeyme : 627.”“Hakim”

... Mervezi el-Mesail’inde imam Evzai’den naklettiği sağlam bir haberde şöyle demiştir: Ellerini dizlerinden önce yere koyan insanlar gördüm.“Mervezi El-Mesail : 1 / 147 / 1.”

“KONUYLA İLGİLİ ZAYIF HADİSLER

Vail ibnu Hucr (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secdeye gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (secdeden kıyama) kalktığı zamanda ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.“Ebu Davud : 2.c / 839.n”“İbnu Mace : 3.c / 882.n”“Tirmizi : 1.c / 267.n”

“EBU İSA” (TİRMİZİ) : Bu hadis “hasen gariptir” dedi. Ve “Şerik” ten başka bu hadisi rivayet eden tanımıyoruz. Hammam bu hadisi Asım’dan mürsel olarak rivayet etmiş, senedinde Vail b. Hucr’u zikretmemiştir.“Tirmizi : 1.c / 267.n”

“DARİ KUTNİ” : de Sünenin’de : Şerik rivayetinde teferrüt ettiği zaman (yani tek kaldığı zaman) onun rivayeti zayıf demiştir.“D. Kutni : Sünen’de”

“ABDUL HAK” : ise El-İhkam eserinde ellerin dizlerden önce yere konulacağı hadisinin sahih olduğunu söylemişve bunun Vail ibn Hucr hadisinden daha sağlıklı olduğunu da Kitabu’t Teheccüd’de kaydetmiştir.“Abdul Hak El-İhkam : 54 / 1.”“Kitabu’t Teheccüd : 56 / 1.”“ŞEYH EL-BANİ” : Hatta bu hadis isnad yönünden de sağlam değildir.“El-Bani : Ed-Daife : 929”“El-İrva : 357”

 

   “TESETTÜR”                                     26 / 11 / 1999

Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi :

“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/ 27)

Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.

Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. -Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Buda aynen:

       “Ben cinleri ve insanları, ancak  bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)

  Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor: İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.                                                                                                                                                

Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblelliğini gösterir.

Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:

“Sizi biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?”  (Vakıa(56)/ 57)

İnsanoğlu ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve-Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.

Çünkü insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu gösterir.

   Aynen evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbide devrede olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi, birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi bundan daha aptallığını ifade eder.

Bunu itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır.  Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli - safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:

“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.”  (Tin Suresi(95)/ 4 - 6)

Güzel bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli - safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.

Demek ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyene çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse -esfeli - safilin- aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.”   (Araf Suresi (7)/ 179)

  Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeble kim Allah’a itaat ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de hayvanlar daha iyidir. Bu sebeble Allah (c.c) “Onlar hayvanlar gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.

Ve yine bir ayeti kerimede:

          “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”  (Furkan Suresi (25)/ 44)

Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak koşmaktadırlar.

Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve alçalmaya  muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.

Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.

Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;

“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun delillerindendir.”   (Rum Suresi (30)/ 21)

   Allah (c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.

Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık diyor. -Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeden ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık, diyor.

“Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik arzeden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.

Yani nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi iseler,ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki ediliyor.

Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.

Yukarıda zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;

        “İnsanoğlu kabul etsede etmesede, tasdik etsede etmesede, inansada inanmasada onu biz yarattık, diyor.  (Vakıa (56)/ 57)

Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hemde sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hemde bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.

Bunu birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’nin sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.

Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.

Ama çocuğun ana - babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:

“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile - deme, onları azarlama ikisine de güzel söz söyle.” (İsra Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi (29)/ 8), (Taberani 5.c.272. / Müslim / 2551- 85.)

Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin ,diyor.

Yani ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana  babasına yaptığı bir itaat ve isyan meselesidir.

Aynen insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.

İşte böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.

Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

“Kul evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.” (Tergib veTerhib 4.c / 203sy, - Beyhaki ,- Taberani / Evsat’ta ,- Hakim)

   Yukarıdaki sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da bir yarımlılık sayılıyorlar.

Hadiste de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.

Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin kendine de  böyle Allah’ın çizdiği bir şeri daire yok mudur ? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.

Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.

Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istihdadı vardır.

Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak istihdadadır kadın.

Çünkü, içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.

Kadının salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da  kadının salahına bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:

“Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor.  (Tirmizi / 2743 / 1171- Hakim, Müstednek 1/ 53,- İbn Mace / 1609)

   Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.

  Yani neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”

Onun için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otamatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

“Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.                                       (Tirmizi / 2929, - İbn Mace / 3998, - Buhari)

Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı  itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.

Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan manasında.  “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani onların ifsat olması.”

Bu mefhumu, muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin içinde çok büyük bir hayır manası taşır.”

Bu söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne olmaz? -Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.

Mesela; benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa birde kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım santimlik  yarığın ne önemi var.

Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) - “Benden sonra size kadından daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.

Toplumun salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:

“... İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.Buhari / 4.c 1900 , Müslim / 1599 - 2564 , Dârimi / 2535 , İbn Mace / 3984 , Nesai / 443

Yani nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.

Kadının gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.

Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın - deyin. İkinizde eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.

Burada ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.

 Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:

“Göbekle diz kapağı arasıdır.”  (Taberani Mucemus Sağır / 709)

Bu bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,

“Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”                                                                                         (Tirmizi / 1182)

Avret dediğimizde yani kadın çekici ve cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece “göbekle diz kapağı arası”gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır. Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.

Bir amelin kabulü için iki şart vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı gösterir.

Türkiye ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer, başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.

Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması  onun şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.

Bizim işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana - babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.

Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez. Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir payı yoktur.

Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.

Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.

Onun için insanlığın devamının bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın “mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu  Teala’nın koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”   (Müslim / 1403)

   Ve yine bir hadisi şerifte:

“Kadın bütün olarak cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tezim eder” diyor.            (Taberani /  Mucemus Zevaid, K. Salat 2 / 35)

   O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.

Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu mevzuda salah mevkiinde  oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın kendinden veriyor.

“Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:

“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir”  buyurmuştur.   (Müslim / 1403)

Bakın bu misali kendisinden veriyor. Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiylede olsa böyle bir cazibenin dairesine girebilir. Binaenaleyh şeri ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani kadında olsa şeri çerçeve çiziliyor, erkekte olsa. Kadın için ama başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.

Yani kadın hem kendisini koruyor hem de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.

Onun için kadını fitnede odak noktası yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

“Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)

Yani insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.

Yine bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: “Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında” demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;

“Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle bir ifade vardır. “ haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayırlısı iyidir ama haya kadında daha güzeldir” diyor.

Yani hayanın kadına kazandırdığı değer çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha çoktur.

Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):

“Anandır dedi. Adam: - Sonra kim? - Anan. -Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ? deyince. - Babandır, buyurdu.”(Tergib ve Terhib 5.c 126 say - Buhari    Müslim )

 Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?

Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak  alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadda kullanmak mümkündür.

ifsat ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın şimdi:

“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir.”                                                                        (Enfal (8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)

“Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)

Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.

Kadını en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:

“Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” (Buhari 11.c 5188)- derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil. Ama;

“Cennet anaların ayakları altındır.”(Tergib ve Terhib 5.c 114.sy, İbn Mace   - Nesai -     - Hakim)

Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. - Ana - Saliha bir eş -gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız değil mi?

Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.

Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek dolanacak.  Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.

Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.

Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir durumda olması:

“Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.”(Nisa Suresi (4) 34, E. Davud/ 2142, İbn Mace/ 1850)

“...Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır.” (Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:

Kays bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime; Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın, dedim. Resullullah (sav): “Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.                                                                  (E. Davud/ 2140)

Ona maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte hata olmaz.) Hadi seninde hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir değerin yanında - sende ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek gerekir.

Yani erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak için bir pay sayılır arkadaşlar.

Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına  karşılık verilen  dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonrada seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, seninde hatırın olsun, seninde seviyen olsun, seninde gönlün olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte denmiş.

Şimdi birisi gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye. Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi, eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.

Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik iddiasında , erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen bende sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş . Birisi çiklet satacak, müstehcen bir kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer yok.

Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir.  Bilakis değeri verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.

Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.

Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir. Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şeri ıstılah ifadeleri adil kullanılsa bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.

Bunu anlamanız için şöyle bir misal verebilirim. Şeri hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla çıkmış, müslümanda olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama seri hukukta aynı adı veriyor. İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı tesir aynı değildir.

Erkeğe de bu isim verilir ama sanki değerinden birşey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.

Bu vakıalar tesettürü ele alırken düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.

Şekli olan tesettürde bakın böyle çok kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafirde olsa aniden önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.

Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur. Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namazda böyledir. Sair ibadetlerde böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.

O meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.

Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Birde o ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.

Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil. Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o  emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi külünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler  var. (Ahzab suresi 32. ayeti okuyun ve düşünün).

“Ey Peygamber kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan kimse, kötü ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”

İslamın hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek tokalaşıyor hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor. Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laşgalamış ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür şekilden öteye geçememiştir.

Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:

“Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”                                                     (Ahzab suresi (33)/ 53, - Buhari/ 10.c.- 4672.sy)

Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:

“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer müminlere değil ancak sana mahsustur.”(Ahzab suresi (33)/ 50)

Bakın, Peygamberden  sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.

Nikahı haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar. Sahabeye  bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.

Yani, onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar. Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.

Peygamberin hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez bile.

Peygamberin arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Buda değil.

Bütün bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.

Bakın karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile takınacağınız tavır işte bu.

Sana nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.

Neden misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:

“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”(Nisa suresi (4)/ 135)

 Bir insanın babası aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.

Nikahı haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu çok açıktır___ Bilene ___

 Birisi dese şimdi.__canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide mi olur, müsbetlikte mi olur? Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?

Yani kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının yanında kapanma hasmı olur. Annelerinin yanında onların kapanması hasmı olur. Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.

Önce bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:

“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...”        (Bakara suresi (2)/ 137)

Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.

Çünkü sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.

Onların iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.

Yani bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.

Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.

Çünkü KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB  ve SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB  ve  SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.

Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

 “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor.                                                                                                    (Ahzab suresi (33)/ 59)

Burada ki hicab emri birine farklı birine farklımı yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:

 “Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor.(Nur suresi (24)/ 60)

Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.

Yani bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim biz nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Yarabbi bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl, kalblerimizi dininde sabit kıl __AMİN__

Şimdi başa aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle açıklıyor;

“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler.”  (Nur suresi (24)/ 59)

Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

“ Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”Beyhaki “Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.

Buluğ çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayıt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.

On iki - on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.

Ama küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.

Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.

“Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”  (Nesei / 4289- Tirmizi / 2357)

 Yine,

 “Her Peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”     (Buhari)

 Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam edelim. İnşallah,

“Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”       (Tirmizi / 3130 - Ebu Davud / 4693)

 Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.

O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile verirken;

 “Ey İman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin istesinler.”   (Nur suresi (24)/ 58)

 Anaların babaların odalarına girerken bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar telafi edilemez.

Anadolu’ya baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz. Kimsede bunu halletme yoluna gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?

  “Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. -Ya Resulullah, ya koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki - Koca tarafından akraba olursa o ölümdür.”(Tirmizi / 1180, - Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/ 159)

 Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik vardır.

  “...bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”

Görüyorsunuz İslamda ki hassasiyeti. Birde bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi islam esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.

Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler daha rahat islamı yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle  meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.

Bir hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?

 “Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı gibi dolaşmaktadır. Biz - Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benimde. Fakat şeytana karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğd.”      (Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, - Darimi 2785, - Ebu Davud / 4719)

Evet, misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.

Buluğa ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.

İnanın şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:

 “Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”(Tirmizi / 2484, - Ebu Davud - Edeb / 16)                

 İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim başımıza gelecek demektir.

 Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab suresindeki:

“Ey peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”   (Ahzab Suresi (33)/ 59)

İfade bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.

“Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif  idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim. Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.

Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:

“ İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”   (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.

Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...” (Buhari - 10. c / 4598 - Ebu Davud / 4735 - Müslim / 2770)

Aişe annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.

Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi

Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.

Misal mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) - Kızım gerdanını kapat diyor. (Ahmed b. Hanbel)

Yani bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.

Şimdi ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?

Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:

 “Biz ihramlı olarak Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi. Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “   (Ebu Davud / 1833 - İbn Mace / 2935)

  Yine bir hadisi şerifte,

“Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan - Ümmü Halad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını verdi...” (Ebu Davud / 2488)

 Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):

 “İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.                                                                   (Buhari - 4.c / 1729 - Ebu Davud / 1826)

 Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?

Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:

 “Mümin erkeklere söyle de, gözlerini haramdan sakınsınlar...”

 “Mümin kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...”                                                                                            (Nur suresi (24)/ 30- 31)

 Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak diyor ki; şimdi gözlerini yere diksinlerden maksat ne? Demek ki diyor. - gözlerini yere dikmeleri yüzü açıkta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.

Gelelim bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse birileri de görse - Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş - manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.

“Bir gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. - Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...” (Buhari 11.c / 5210)

 Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne bakabilir.

“Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde  bir küçüklük vardır.”           (Müslim / 1424 - İbni Mace / 1964)

  Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:“Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.  (Tirmizi / 2925)

 Gelen bir müşkülatı böyle defetmen mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar basit. Gerisi hiç önemli değil.

 Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi Rabbilalemin.

“Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.”        (Enfal Suresi(8)/ 24)

******************************** 16 / 11 / 1999******************************

Konuda geçen ayetler :   *TESETTÜR *

Sad/ 27 - Zariyat/ 56 - Vakıa/ 57 - Tin/ 4-6 - Araf/ 179 - Furkan/ 44 - Rum/ 21 - İsra/ 23

Ankebut/ 8 - Maide/ 32 - Enfal/ 8 - Tegâbün/ 5 - Nisa/ 34 -  Bakara/ 228 - Ahzab/ 53 , 50

Nisa/ 135 - Bakara/ 137 - Ahzab/ 59 - Nur/ 60 , 59 -  Bakara/ 156 - Nur/ 30 , 31

KONUDA GEÇEN AYETLERİN İÇERİĞİ:

“... Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç onu, aşağılayanların ve aşağısına ittik...”          (Tin (95) / 4-6)

“... Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler...”    (A’raf  (7) / 179)

“... Oysa onlar hayvan gibidirler...”      (Furkan (25) / 44)

“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun delillerindendir...”                (Rûm (30) / 21)

“Rabbın yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti...”

(İsra (17) / 23)

“Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir..”

(Ankebut (29) / 8)

“... Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)

“Biliniz ki, sizin malınızda, çocuklarınız da bir “fitne”dir.”       (Enfal (8) / 28)

“Mallarınız ve evlatlarınız da sizin için birer denemedir...”      (Tegabün (64) / 14)

“... Erkekler kadınların yöneticisi ve koyucularıdır...”               (Nisa (4) / 34)

“... Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır...”         (Bakara (2) / 228)

 

“Ey Peygamberi! Mehirlerini verdiğin eşlerini,  Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden... sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık...”                (Ahzab Suresi (33) / 50)

“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana -babanız ve yakın akrabanız aleyhinize de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”          (Nisa (4) / 135)

“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar , muhakkak, düşmanlık içindedirler...”           (Bakara Suresi (2) / 137)

“ Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlarına  söyle ki...”

(Ahzab Suresi (33) / 59)

“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziyaretlerini aşağıya vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur...”

 (Nur Suresi (24) / 60)

“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler. Nur Suresi (24) / 59

... Biz Allah’a aidiz ve elbette Ona döneceğiz... Bakara Suresi (2) / 56

“Mü’min erkeklere söyle de haramdan sakınsınlar...” “Mü’min kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...” Nur Suresi (24) 30-31

Konuda Geçen Hadisi Şerifler :

Tergib ve Terhib___ 4.c/ 203.sy - 5.c/ 126.sy - 5.c/ 114.sy

Tirmizi_Hadis No:__2743 - 1171 - 2929 - 1182 - 3130 - 1180 - 1181 - 2484 - 2925 - 2357

Buhari_Cilt, Sayfa No: 4.c/ 1900 - 11.c/ 5188 - 10.c/ 4598 - 4.c/ 1729 - 11.c/ 5210,                                     10.c/ 4672

Müslim___________1599 , 2564 , 1403 , 2172 , 2174 , 2770 , 1424 ,2551.

Darimi____________ 2535 , 2645 , 2785

İbn Mace__________ 3984 , 3998 , 2935 , 1964 ,1609 , 1850

Nesei_____________4431 , 4289

Taberani, Mucemus Sağır__ 709 ,5.c. / 272.

Ebu Davud________4963 , 4719 , 4735 , 1833 , 2488 , 1826 , 2140 , 2142

 

KONUDA GEÇEN HADİSLERİN İÇERİĞİ

“... Evlenin dininizin yarısını tamamlayın...”  Tergib 4c- 203sy - Beyhaki - Taberani - Evsat’ta- Hakim.

“... Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanı...” Tirmizi 2743 / 1171 - Hakim, Müstednek 1/53 - İbn Mace / 1609

   ... O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O buzuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir.”  Buhari / 4.c 1900, Müslim / 1599 - 2564, Darimi / 2535, İbn Mace / 3984, Nesai / 443

   “Erkeğin tesettürü göbekle diz kapağı arasıdır.”  Taberani (Mucemus Sağır) / 709

   “Kadın avrettir.” Tirmizi / 1182

   “Biriniz  bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.” Müslim / 1403

   “Kadın bütün olarak cazibedir.” Taberani, Mucemuz Zevaid, K. Salat 2 / 34

“Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.” Nisa suresi(4) / 34 - E. Davud 2142, - İbn Mace / 1850

   “Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir?” Tergib ve Terhib 5.c 126 say, - Buhari, - Müslim

   “Cennet anaların ayakları altındadır.” Tergib ve Terhib 5.c, 114. say, - İbn Mace - Nesai - Hakim

   “ Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” Buhari / 11. c/ 5188

   “Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden  ya canından olur.” Nesai / 4289 - Tirmizi / 2357

“Allah (c.c) Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı.” Tirmizi / 3130, - Ebu Davud / 4693

   “Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının...” Tirmizi / 1180, Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/159)

   “Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin.” Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, Darimi 2785, Ebu Davud / 4719

   “Kişi dostunun üzeredir.” Tirmizi / 2484, Ebu Davud , Edeb /16

   İfk Hadisesi. Buhari 10.c / 4598, Ebu Davud / 4735, - Müslim / 2770

   “... Kızım gerdanını kapat diyor.” Ahmed b. Hanbel

   “... herhangi birimiz başında örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince  yine açardık.” Ebu Davud / 1833, - İbn Mace / 2935

   “Musibete uğramakla hayanın da musibete uğramayacağı.”  Ebu Davud / 2488

HALAVETUL-ÎMAN -  İMANIN TADI

İman nimetinden daha büyük bir nimet yoktur. Allah Azze ve Celle’nin kendisinin taatine muvaffak kılmasından  daha büyük bir nimet yoktur. İnsanlık iman için yaratılmıştır. Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık başka bir ilah olmayan Allah’a iman. Bunun için gece ve gündüz, sabah ve akşam, bunun için gökler ve yer yaratıldı. Bunun için hesap ve sorgu var edildi. Bu öyle bir iman ki, hayatın her lahzasında, zamanın her anında kainatta meydana gelen her hareket, gerçekleşen her bir olay bize bir olan, kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık bir ilah olmayan Allah Azze ve Celle’yi hatırlatmaktadır. Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesi, geceleyin gökyüzünde yıldızların belirmesi, ayın parıldaması hepside bize Lâ ilâhe illalâhı hatırlatıyor. Bu öyle bir iman ki, bu kâinatta ki her şey onu doğrulayıp tasdik ediyor ve ona işâret ediyor. İnsanoğlu her hâlukârda  ve her defasında  buna şahitlik ediyor. Kâinatta gerçekleşen bu mucizevi olaylar bizleri Allah Azze ve Celle’yi birlemeye, onu tevhide götürüyor. Bunun  içindir ki Allah Azze ve Celle insanı iman  için yaratmıştır.

Allah Azze ve Cellenin buyurduğu gibi: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)

Allah Subhânehu ve Teâla insanı ancak kalbini bir olan Allah’ın tevhidi ile doldurması için yaratmıştır. İnsanın bu hayattaki en mutlu anı, kişinin gerçek manada, Allah’a iman eden bir kul olduğunu hissettiği andır. İnsanın hayatındaki en mutlu anı kalbi, Allah Azze ve Celle’ye tamamen inanmış bir şekilde dolduğu zamandır. İşte bu şekilde kalp, her işinde iman ile birlikte yaşar. İşte bu, Allah’a, hiçbir şek ve şüphe olmaksızın  tamamen iman etmektir.

Bu hayatta bir müminin özen göstermesi gereken en önemli mesele, kalbini Allah’a imanla doyurmasıdır. İmanın girdiği kalbi Allah, muhakkak genişletir. İmanın girdiği göğüs, muhakkak Allah’ın zikriyle  mutmain olur, huzura kavuşur. Bir kulun Rabbisini tanıdığı o andan kendisini sevindirici, mutlu edici başka bir an yoktur. O anda insan kendisini yaratan Rabbisine yaklaşmış, kullukta Allah Subhânehu ve Teâla’ya boyun eğmiştir. Bu iman Allah  ile senin arandaki tek kapıdır. Bu imanın bir lezzeti ve kalplerde  de bir eseri vardır. Bu lezzet imanın halaveti, yani tadı ve güzelliğidir. Bu şekilde insan iltizamın tadını tadar. Bunu ancak Rahman olan Allah’ın  muhabbetine, sevgisine mazhar olmuş bir mümin tadabilir.

Bir kulun ise Allah’ın rızasını kazanmada ve O’nun taatinde,  ihlaslı bir şekilde çaba ve gayret sarfetmeye  ve bu yolda hızlı ve güvenilir adımlarla  ilerlemeye ihtiyacı vardır. Bir insan  bir tatlıdan tattığı kadarıyla  onun lezzet ve tadını alabilir. Şayet tadını tattığı şey, alemlerin Rabbi olan Allah katında çok yüce ise o zaman ondan daha lezzetli bir şey yoktur. Bu ise halavetul-iman, imanın lezzeti, Rahman olan Allah’a yapılan  kulluğun ve taatin lezzetidir. Bu tadı tadan bir insan başına bir kötülük gelse sabreder, başına sevindirici, onu mutlu edici bir olay gelse, Allah’a bundan dolayı şükreder. İnsan, imanın tadını tattığı zaman Allah’a  masiyetteki bütün lezzetleri unutur. İmanın bu tadı her türlü münkeratı, kötülüğü, her türlü fuhşiyatı terk etmeye sebeptir. Kâinatın efendisi olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta boyun eğmeye sebeptir. Kalpteki imanın gücü ne kadar da yücedir. Kalplerdeki imanın tadı ne kadar da yücedir.

 Halavetul İman-İmanın Tadının Alametleri

Muhakkak ki imanın tadının alametleri vardır. Bunları bizlere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beyan etmiştir. Buhari de gelen rivayet bunu açıklamıştır:

Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü ken­disine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız  Allah için sevmek, (iman ettikten sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»

Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın dostları ile senin aranda bir haslettir bu. Bir mümin bu üç hasleti her zaman ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.

Birinci Haslet: Senin ile Allah azze ve celle arasında olan haslet. Bu ise Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin  sana her şeyden daha sevgili gelmesidir. Yani Allah ve Rasulünü sevmek iki şey içermektedir. Üçüncüsü ise onun semeresi, meyvesidir. Bunlardan birincisi: Alimler şöyle diyor: Bir insanın bir şeye muhabbet duyması, muhakkak bir sebebe binaendir. Bu muhabbet ya sadece dünyevidir, veya sadece uhrevidir, veya da dünya ve ahiret arasında her ikisini de toplayıcıdır. Ancak Allah sevgisi sevginin bu üç sebebini de bir araya getirmiştir. Muhabbetullah, Allah sevgisi din sebebiyle olur ki bu da senin dünya ve ahirette kurtuluşundur. Bir de bu muhabbet dünyevi bir sebepten olur ki, bu hayatta sadece mal toplamak, mal biriktirmek değildir. Ancak mutlu olan kişi Allah’tan hakkıyla korkan ve dünya ve ahiret saadetini elde edebilen insandır.

Muhabbetullah, yani Allah sevgisine gelince, alimler söyle demişlerdir: Bütün sebepler bunun için hazırlanmıştır. Şayet bir insan  babasını sevse; onu kendisine olan ihsanından, sürekli onu koruyup gözetmesinden ve maddi ihtiyaçlarını karşılamasından dolayı sever. Hal böyle iken, göz açıp kapayıncaya kadar ki zamanda bile seni koruyan, sana her türlü nimeti veren Allah Azze ve Celle’ye karşı davranışımız, O’na karşı muhabbetimiz nasıl olmalı? Şayet muhabbet, sevgi ihsan ise, kendine yapılacak iyilik ise, sen Allah’ın ihsanın neresindesin. Şayet muhabbet, nimetler ise, sen Allah’ın sana verdiği nimetlerin neresindesin. Düşün ki bir borç veya sıkıntı sebebiyle senin için bütün yollar tıkanmış, bütün kapılar yüzüne kapanmış. Kime gitsen derdine ilaç bulamamışsın. İşte böyle bir durumda birisi gelir sana yardım elini uzatır ve senin hacetini giderir. Şayet o kimsenin sana yaptığı iyilik seni fazlasıyla mutlu eder, kendine yapılan bu iyiliği  konuşmaya başlar ve o insanı gece gündüz översin. Hal böyleyken kardeşlerim, Allah’ın sana verdiği nimetler nerede? Allah’ın sana verdiği hayırlar nerede? Allah Azze ve Celle seni defalarca sıkıntıdan kurtarmadı mı? Geceleyin hastalandığında eşin ve çocukların başında beklerken, sen sağına ve soluna bakındın. Lâkin Allah’tan başka sana yardım edebilecek, sana şifa verebilecek, acını dindirebilecek, Allah’tan başkasını bulamadın. O anda Allah’a yöneldin ve Rabbâhu Rabbâh! diyerek inledin. Allah’ım bana şifa ver! Allah’ım sıkıntılarımı gider! diyerek Allah’a yalvarmaya başladın. İşte o esnada Allah’ın rahmeti geldi ve içinde bulunduğun sıkıntıdan seni kurtardı. İşte böyle bir durumda hiç günlerden bir gün Allah’ın senin üzerine  olan nimetini hatırladın mı? İnsanların yanında Allah’ı sena edip övdün mü? Allah’ın senin üzerine olan fazlını zikrettin mi?

Bunun içindir ki Allah Azze ve Celle’nin muhabbetinden daha doğru bir sevgi yoktur. Kulun Rabbisini sevdiği gibi kimse hakikatte sevmez. Allah dışında ki her sevgi gaflet demektir. Sen Allah’ı her ne kadar çok sevmiş olsan da, her ne kadar onu yüceltmiş olsan da muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin senin üzerindeki hakkını ödeyemezsin.

Muhakkak ki Muhabbetullah’ın, Allah sevgisinin bazı alametleri vardır. Alimler bunları açıklamışlardır. Bunu açıklayıcı olarak âlimlerden biri şöyle demiştir:

Allah sevgisi ancak Allah Azze ve Celle’nin vaciplerini, emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmakla  gerçekleşir. Şayet bu gerçekleşirse o zaman kul, Allah’ın sevdiği bir kul demektir. Bu iki haslet, bu iki özellik yani Allah’ın farzlarını yerine getirip haramlarını terk etmek bir kulda bir araya gelirse o zaman o kul, Allah’ın habibi, Allah’ın sevgili bir kuludur.

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Kulun Allah’ı sevdiğinin göstergesi, Allah’ın o kulu kendisine taatinde muvaffak kılmasıdır.

Bir kul Allah’ın emrettiklerinde eksikliğe  gittiği miktarda  yine haramlarını terk etmede noksanlığa gittiği miktarda  Allah’ın muhabbetinde, O’na  olan sevgisinde eksiklik meydana gelir. Bu sebepten dolayıdır ki bir insanın kalbinde  Allah sevgisinin devam edebilmesi için o kulun Allah’ın  farzlarını yerine  getirmeye ve haramlarından da uzak durmasına, bunu devam ettirmesine ihtiyacı vardır. Her kim Allah’ı severse her an Allah’ın emirlerden bir emir bekler ki o emri yerine getirsin. Yine her an Allah’ın yasaklarından bir yasak bekler ki ondan uzak durarak onu terk ederek, Allah Azze ve Celle’ye yaklaşsın.

Allah sevgisinin alâmeti bu iki haslettedir. Allah sevgisi Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve Allah’ın haramlarından kaçınmakla gerçekleşir. Bir Müslüman, Allah’ın farzlarından bir farz ile veya Allah’ın  hadlerinden bir had ile, şeri bir ceza ile karşılaştığında çok iyi bilmelidir ki o Muhabbetullah da, Allah sevgisinde imtihan edilmektedir.

Allah sevgisi, Muhabbetullah’tan sonra  beklenilen en şerefli ve ulaşılan en yüce sevgi: Muhabbetur-Râsul, yani Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisidir. Allah Azze ve Celle her kimi Muhabbetur-Rasûl’e, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisine muvaffak kılarsa onu cennet yollarından bir yola muvaffak kılmıştır. Bir kimse Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i severse  tıpkı susayan  bir insanın suya özlem duyması gibi, O’nun sünnetine özlem duyar ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine uymanın hasretini çeker.  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek, O’na itaat etmek, O’nun sünnetine uymak kurtuluşa ermenin ve kişiyi cennetlere götürecek tek yoldur.

Bazı alimlerin dedikleri gibi : Muhakkak ki Allah, kendisine ulaşan bir tek yol dışında bütün yolları kapatmıştır. O da Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem için seçtiği yoldur. Bu manaya işâret eden kavlinde Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Bu hiç şüphesiz benim dosdoğru yolumdur, bu itibarla  ona uyun diğer yollara uymayın. Aksi halde  sizi  O’nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etmiştir. (En’am: 153)

 Şayet bir kulun Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetinin miktarını öğrenmek istersen, ilim olarak, amel olarak, davet olarak ve uygulama olarak  sünnete karşı hırsına bak. Bunun içindir ki bazı alimler şöyle demişlerdir:

İnsanlar içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sevgisinde en sadık, en doğru olanlar, sünnetle amel eden ve ona davet eden Ehli Sünnettir.

Şayet bir insanın Allah  Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme karşı olan muhabbetinde, sevgisinde, samimi olup olmadığını öğrenmek istiyorsan onun hasletlerine, sıfatlarına bak. Onun bu hareketlerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in adabıyla karşılaştır. Yani terazinin bir kefesine onun amellerini, hasletlerini, diğer kefeye de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in amellerini koy. Şayet O’nun yolunu izliyorsa, O’nu örnek alıyorsa, O’nun sünnetini öğrenme çabası içerisinde ise vallahi o Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seviyor demektir ve ne güzel sevgidir bu!

Bunun içindir ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in muhabbetinde sâdık olan bir müminin önem vermesi gereken ilk şey: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini öğrenmek, onu araştırmak, onunla amel etmeye ve uygulamaya hırslı olmak ve gücü yettiği nispette ona davet etmektir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seven bir kimse abdest alırken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in nasıl abdest aldığını hatırlar, elini suya uzattığında, bir uzvunu yıkarken sanki o, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i görür gibidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in abdesti gibi abdest alır O’nun guslettiği gibi gusleder. Namaz kılarken  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kıyamını, kıraatini, rukusunu, secdesini, duasını hatırlar. Tıpa tıp Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymaya teşvik eder. Şayet Allah Azze ve Celle, bir kulun dünya ve ahiret hayrını dilerse ona Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme  muhabbete, sevgiye muvaffak kılar.

Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisini tadan bir insan bunun meyvesi olarak  artık akşamladığı ve sabahladığı zaman her halûkârda kalbi Allah’a bağlıdır. Allah için kalkar, Allah için oturur, Allah için konuşur, her işinde Allah’ın rızasını gözetir.

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bir mümin Rabbini sever ise yaptığı her işte, söylediği her sözde Allah’a bağlı olur.

Kâdi İmam Hafız ibnu Dekikil- id Rahimehullah’tan şöyle bir olay nakledilir: Kendisi bir konuda hüküm vermiş ve hakkında hüküm verdiği adam bu konuda ona itiraz ederek: Vallahi sen bana karşı adil davranmadın ve sen hükmünde acele ettin, der. Onun bu sözü üzerine  İmam Hafız şöyle dedi: Sen böyle mi söylüyorsun ? Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ben kırk seneden bu yana Allah’ın huzurunda cevabımı hazırlamadan hiçbir kelime konuşmadım.

Evet kardeşlerim bu ise ancak Muhabbetullah’ın, Allah’a olan sevginin kemalindendir. Bunun içindir ki bazı alimler bu hadisin şerhinde şöyle demişlerdir:

 Kalbi Allah sevgisi ile dolu olan bir mümine ikinci bir semere, meyve gelir ki o da Allah’ın sevdiğini sevmesi, Allah’ın düşmanına düşmanlık etmesidir. Bu sayede Allah’ın yaklaştıklarına yaklaşır ve Allah’ın uzak olunmasını emrettiği kişilerden de uzaklaşır. İşte bu da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in "Sevdiğini yalnız Allah için seven kimse" sözüyle işaret ettiği manadır.

İkinci Haslet ise: el Muhabbetullahi fillah: Sevdiğini Allah için sevmektir. İmandan sonra en sağlam ip, el hubbu fillah vel bağdu fillah. Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir. Bunu ise üç başlık altında inceleyeceğiz.

 Birincisi: Sâdık muhabbetin sebepleri nelerdir. Allah için sevdiğini ve Allah için sevmediğini buğuz ettiğini ne zaman bilirsin?

  Bazı alimler şöyle demişlerdir: Allah için sevmek, ancak buna ileten sebep Allah ise bu gerçekleşir. Şayet onu, Allah’ı razı edecek ameller işlediğini görürse veya Allah’ı  razı edecek ameller işlediğini duyarsa onu Allah için sever. Bunun içindir ki bir insan kâmil bir imana sahip ise nereye girerse girsin, gözleri Allah’a itaat eden birilerini gördüğünde onu sever. Çünkü o gördüğü insan Allah’a kulluk etmektedir. Onun ne ismini ne de nesebini bilmez. Belki de onu Allah’ın taatinde ilk defa görmüştür. Allah için sevmeye ileten sebebin Allah ve Âhiret yurdu olması imanın  kemalindendir.

Bu yüzden Allah için sevmek imanın alametlerinden bir tanesidir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: 

Şayet bir insan, kendisindeki imanın kemalini imtihan etmek isterse, kendisini Allah için sevgide ve Allah için düşmanlıkta imtihan etsin.

Bu ise kardeşlerim, bizim hayatımızda tecrübe edebileceğimiz bir şeydir. Bu konuda kendinizi imtihana tabi tutun: Kalbin iman ile dolup taşmış iken bir mescide girdiğinde sağa bakarsın, namaz kılan birisini görürsün ve onu seversin. Önüne bakarsın, Allah’ı zikreden birini görürsün ve onu seversin. Bu ise ancak imanın kemalindendir. Şayet sen imanın zayıf bir halde mescide girersen gaflet ve umursamazlık içinde olursun. Bu namaz kılıyormuş, şu Kuran okuyormuş, o Allah’ı zikrediyormuş. Hiç biri umrunda olmaz.

Bunun içindir ki Allah’ın sevdiği kullarını ve dostlarını  böyle bir mecliste toplandığımız  gibi toplandıklarını, o meclisten ayrılırken birbirlerine selam verdiklerini, birbirlerine sarıldıklarını görürsün. Çünkü onlar biliyorlar ki böyle bir mekanda hazır olan kimse ancak Allah’ı ve Ahiret yurdunu isteyen kimsedir. Burada ancak mümini seven ve ona dostluk besleyen kimse hazır bulunur. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

Allah Azze ve Celle müminlerin kalplerini iman ile bir araya getirmiştir. İmanın, müminleri bir araya getirdiği gibi, kullar arasında insanları bir araya getiren bundan daha büyük, daha sâdık ve daha temiz bir şey yoktur. Bu öyle bir iman ki, daha İslamın başında muhacir ve ensarı bir araya getirmiştir. Kalpleri Allah’a imanda ve Allah’a imanda ve Allah’a ve Rasûlüne taatte bir araya getirmiştir. Bu kalpler ne güzel kalpler ve bu bir araya gelme ne büyük nimettir.

Baktığımız zaman bir çok insan dünyalık bir şehvet, oyun ve eğlence için toplanmaktalar. Ancak Allah’a imanı tadan bir kimse kardeşleri ile beraber Allah’ın taati ve muhabbeti üzere bir araya gelir. Allah için sevmede sadık oluşunun delili, ona ileten sebebin Allah’ın taati ve O’nun rızasını kazanmaktır. 

Bazı alimler, insanların, Allah için sevme ve Allah için düşman olmada mertebelere ayrıldıklarını söylemişlerdir. Bazı insanlar Allah için sevme ve Allah için düşmanlık beslemede en üst derecede olurlar. Bazı insanlar bundan daha aşağı mertebededir. Allah için sevmek ve Allah için düşmanlık kaidesi gereği bir araya gelenlerin arasında gökyüzü ile yeryüzü arası gibi fark vardır. İmanın tadını almış bir çok kimse Allah için sevgi üzere bir araya geldikleri ilk anda, onların ictimaları Allah Azze ve Celle’ye dostlukta  sâdık olarak bir araya gelmedir. Onları kalpleri Allah Azze ve Celle’ye olabilecek en yüksek hûşu içerisindedir. Şayet insan hidayete erdiği  ilk zamanlardaki oturumlarına baktığı zaman, acaba o zamanki oturumları nasıldı. Meclise ilk oturduğunda imanı zayıf idi, meclisin sonunda ise imanı kuvvetli bir şekilde oradan ayrılmıştır.

Şayet bir insan kardeşini Allah için severse bu muhabbet dahilinde bütün his ve duygularını kontrol etmesi gerekir. Bu sebepten dolayı bazı alimler şöyle demişlerdir:

Şeytan insana Allah için muhabbet kapısından girebilir. Allah için sevgi gün be gün azalmaya  ve sonunda Allah korusun dünya için muhabbete dönüşür.

Şayet birini Allah için sevmiş isen, bu muhabbette kalbini her gün murakabe etmek, onu gözetmen gerekir. Şunu da iyice bilmen gerekir ki, kalp amellerinden  olan bu muhabbet karşısında muhakkak ki sen ecrini alırsın. Şayet bu konuda bir an bile yalnız bırakmaz. Belki de başlangıçta birini yalnız Allah için, O’nun rızası için seversin. O Allah için sevdiğin kardeşin bir gün senin maddi bir sıkıntını giderir veya seni bir makama bir mevkiye getirir. Şeytan’da bu duygulardan  içeri girerek bu muhabbeti ifsad eder. Artık kardeşini dünya menfaatleri için sevmeye başlarsın . Başlangıç rahmet iken, sonuç Allah korusun azâb olur.

Şayet bir insan birini Allah için seviyor ve bunun sebebiyle imanın tadını  tatmak istiyorsa,  bu muhabbette sadık olması, samimi olması gerekir. Allah için sevdiği kardeşi ile beraber, ancak Allah’ın rızasını ve Ahiret yurdunu umarak beraber olması gerekir. Bu sadık muhabbetin, bu samimi muhabbetin yerine getirilmesi gereken unsurları vardır. Alimlere bunu iki hasletle zikretmişlerdir.

Birinci Haslet: İyiliği emretmek.

İkinci Haslet ise: Münkerden nehyetmektir.

Bir insan, her ne kadar Allah’ın taatinde olsa, istikamet ehli olsa, Allah için sevse de, unuttuğunda Allah’ı hatırlatacak, onu Allah’ın taatinde sebat ettirecek kardeşlere ihtiyacı vardır.

Bunun içindir ki Allah için sevginin gereklerinden biri de kardeşin kardeşine Allah’ın taatinde ve muhabbetinde yardımcı olması gerekir. Bazı alimler şöyle demişlerdir.

Şayet insan bir kardeşine: Seni Allah için seviyorum, dese, sonra da  o kardeşinde velev ki Allah’ı zikirde noksanlıkta olsa bunu onda görse, Allah Azze ve Celle o kardeşinin bu konuda ki noksanlığından ve onun buna sessiz kalmasından dolayı onu hesaba çeker.

Allah için sevmek tasdik edilmeye, doğrulamaya ve uygulamaya ihtiyaç duyan bir iştir. Bazımızın bazısına söylediği: Ben seni Allah için seviyorum, sözü, yeterli değildir. Allah için sevmek, İslam bağlarından kendisine yapışılacak güvenilir sağlam bağ üzere şehadettir. Allah’ın taati ve rızası ile yaşamasını sürdürmek gerekir. Allah Azze ve Celle bunun güzel etkilerini zikretmiştir. Bunların en büyük tesirlerinden biri de: Allah’ın taatine ve muhabbetine yardım etmesidir. Bu konuda Peygamberi Musa aleyhisselamın sözüne işaret ederek şöyle buyurmuştur.

«Musa şöyle demişti: Rabbim göğsümü aç bana işimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz . Sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir vezir çıkar. Kardeşim Harun’u, beni onunla kuvvetlendir. İşimde onu bana ortak kıl. Seni daha çok tesbih edelim ve daha çok analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin.» ( Taha: 25 35)

Muhakkak ki din kardeşin sana Allah’ın zikrinde ve Allah’ın taatinde yardımcı olur.

Allah için kardeşliğin meyvelerinden biride şudur kardeşlerim: İslam kardeşliği, kişinin Allah’ın haramlarından ve şeri cezalardan uzak durmasına yardımcı olur. Bunun içindir ki kardeşlerim, kişinin nefsi kendisine bir kötülük emrettiği zaman veya Allah’ın haramlarından bir haramı yapmasını emrettiği zaman hemen Allah için sevdiği din kardeşinin yanına gitmelidir. O da kendisini Allah’ın azabıyla korkutur ona Allah’ın güç ve kuvvetini ve O’nun cezalandırmasını hatırlatır.

İmanın üç tadından ikincisi olan: Allah için sevmek ve Allah için buğz konusunda, Allah bir kulunu muvaffak kılarsa üçüncü bir semere gelir ki, o da: İman ettikten sonra  tekrar  küfre dönmeyi tıpkı ateşe  atılacakmış gibi kerih görmektir. İmanın tadını almış bir mümin, kendi nefsinde  iman ettikten sonra bunun zıddı olan küfre  dönmekten hoşlanmaz. Bu ise ancak bir kulun  kalbine iman girdiği ve bunu doğruladığı zaman  gerçekleşir. Bir mümin imanın bir gereği, bir göstergesi olarak, her zaman küfre düşmekten korkar. Sahabe, Allah onlardan razı olsun, kendi nefislerinde hep nifaktan korkarlardı.

Seleften bazısı şöyle demiştir: Vallahi her ne zaman sözümü ve amelimi Kuran’a  arz etsem, nefsimi, nifakı ile ittiham ederim.

Bir başkası da şöyle demiştir: Vallahi ne zaman nefsimi Kuran’a arz etsem nefsimi nifakta derine dalmış sayarım.

İmandan sonra tekrar küfre dönmekten hoşlanmamak iki durumu içermektedir.

    Birincisi: Küfürden korkmaktır. Buna ise Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şu şekilde işaret etmiştir. “ İman ettikten sonra  tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılacak gibi kerih görmektir.” 

Şayet bir insana: Allah’ı inkâr  etmeyi mi, yoksa ateşe atılmayı mı  tercih edersin? diye sorulsa, Allah’ı inkâr edip küfre düşmektense ateşe atılmayı tercih eder. Çünkü iman, onun kalbini doldurmuş, onun kalbine işlemiştir. Allah Azze ve Celle’den bizleri ve sizleri bu dereceye ulaştırmasını niyaz ederiz. Bizleri ve sizleri bu menzileye ulaştırmasını dileriz.

Muhakkak ki insan, sonunun kötü olacağından emin olamaz. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi: أَفَأَمِنُواْ مَكْرَ اللَّهِ “Yoksa onlar Allah’ın tuzağından mı emin olmuşlardı.”  (Araf: 99) Ayette gelen soru gösteriyor ki, bir insan her ne kadar doğru yolda olursa olsun Allah’ın tuzağından emin olamaz. Bunun içindir ki alimler şöyle demiştir.

Bir insanın dinine karşı doğruluğu, salahı, Allah Azze ve Celle’ye karşı takvası arttıkça, topukları üzerinde gerisin geri dönüp hüsrana  uğrayanlardan olmaktan daha çok korkak.”

Bu haslet, bu özellik, insanın imanının bir göstergesidir. Çünkü o imanı kalbine yerleştirip imanın tadını tattığında, bunun zıddı olan küfürden korkar. Küfürden, kâfir olmaktan ise  ancak  imanında sâdık olan bir mümin korkar. Bunun içindir ki kardeşlerim, yüce Arşın sahibi olan Allah Azze ve Celle’den kalplerimizi dininde sabit kılınmasını, tâki Allah’a kavuşana kadar imanımızı ziyadeleştirmesini niyaz ederiz.

    İkincisi ise: Hayrın noksanlığından korkmaktır. Bunun içindir ki alimlerden bazıları şöyle demişlerdir:

Geceleri namaz kılmak  ve gündüzleri de oruçlu geçirmek gibi bir taatle Allah’ın rızıklandırdığı kimse, şayet bunda bir noksanlık görürse, bunlara tekrar dönmek için mücadele etsin. Çünkü o kimse, Allah Azze ve Celle’nin kendisini terk etmesinden ve topukları üzerinde geri dönüp hüsrana uğramasından emin olamaz.

Bunun içindir ki mümin bir kimsenin, Allah katında nefsini murakabe etmesi, sürekli gözlemlemesi gerekir. Şayet hayır hasletlerinden bir haslet üzereyse ve onu ne olursa olsun terk etmiyor ise, muhakkak ki Allah, insanı bazı musibetlerle imtihan eder. Şayet geceleri yatağından kalkıp ibadet eden birisi ise, bazı meşguliyetler, uğraşlar ile seni imtihan eder. Şayet sen imanında sâdık isen, o ibadetinde süreklilik göstersin ve Allah da sana sebatın, istikrarın tadını tattırır.

Alimlerden bazıları şöyle dedi: “Şayet bir insan Allah’a itaat eder ve hayır hasletlerinden bir haslet ile Allah’a yaklaşmak isterse, şeytan ona bir fitne, bir hile ile gelir. Şu iyice bilinmelidir ki, Allah onu bu haslet ile imtihan eder.”

Taat ile alakalı bir haslette imtihan  edilen  ve bunda sebat gösteren bir insan, genellikle bunun tadını, Hesap günü, Allah Azze ve Celle’nin huzurunda alır. Seleften bazısı şöyle demiştir:

“Namaz’da nefsimle yirmi sene mücadele ettim. Ondan ise kırk sene lezzet aldım.”

Yirmi yıl, ona her yönden dünya meşguliyeti, düşünceler ve vesveseler gelir. O ise bunlara karşı sabreder ve ecrini de  Allah’tan bekler. Sonunda Allah bütün  tehlikeleri giderir ve ona namazın tadını tattırır.

Dini yaşamaya yeni başlayan bir gence yalnızca Allah’ın bildiği düşünce ve vesveseler gelir. Şayet o genç, bunlara karşı sabreder ve bunun ecrini de Allah’tan beklerse, bütün düşünce ve vesvelerden kurtulur. Tıpkı geceden sonra gündüzün, aydınlığın olduğu gibi aydınlığa çıkar.

Bütün bu saydıklarımızdan sonra, acaba: İmanın Tadına Nasıl Ulaşabiliriz?

Bu üç haslet her kimde bir araya gelirse muhakkak ki o, imanın tadını tatmıştır. Allah Azze ve Celle bunun uygulanmasına, gerçekleştirilmesine ise ancak evliya ve sevdiği kullarına muvaffak kılar. Bunun için son soru: Bu muhabbette ulaşılmanın yolu nedir? Allah’ın en güzel isimleri ve en yüce sıfatları ile istediğimiz bu imanın tadını nasıl tadarız?

Buna ulaşmadaki en yüce ve en yakın yol, duadır kardeşlerim. Allah’tan, imanın tadını tatmayı istemendir. Rahman’a kulluğun lezzetini tattırmasını istemendir. Bir kul, Allah’a dua ederse, muhakkak duasına icabet eder. Bir kul, Rabbinden bir şey isterse, muhakkak onu verir ve muradına ulaşır. Bunun içindir ki Allah Allah Azze ve Celle Kitabında: ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ «Bana dua edin duanıza icabet edeyim.» ( Mümin/ Gafir: 60 ) buyurmuştur.

İkincisi ise zikrettiğimiz sebeplere sarılmaktır. Bunların en üstünü de, din de anlayış sahibi olmak ve alemlerin Rabbine taatine giden yolun bilinmesidir. Allah Azze ve Celle, her kimde bu iki güzelliği bir araya getirir ve onu bu iki şeyle rızıklandırırsa hiç şüphe yok ki o kul, imanın tadını alır ve Rahman’ın taatine muvaffak kıldığı kullardan olur.

Allah’ım Sen bizim Rabbimizsin. Senden başka hakkıyla ibadet  edilecek başka bir ilah yoktur. Bizleri kendisinden sonra hiçbir acılığın olmadığı imanın tadını tatmayla rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra Küfür olmayan bir imanla rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra mutsuzluk olmayan bir saadetle rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra azab olmayan bir rahmetle rızıklandır ya Rabbi!

Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin.

Bizans imparatoru Heraklius SORULARI VE CEVAPLAR

Müşrikler Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i, Mekke döneminde rahat bırakmadıkları gibi Medine’ye hicret ettikten sonra da hiç rahat bırakmadılar. Gerek civar kabileleri ayaklandırarak, gerek Medine'ye saldırarak, gerekse aleyhte propaganda yaparak altı yıl içerisinde üç büyük savaşa onlarca seriyye'ye sebep oldular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hicretin altıncı yılında şartlar aleyhte olmasına rağmen Mekke site devletinin reisleri ve civar kabilelerle on yıllığına ‘Hudeybiye Barış Anlaşması'nı imzaladı. Artık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ, İslam'a dâvet ve eğitime ağırlık vermeye başladı. Zamanın üç büyük süper devleti olan İran Kisrâ'sına, Bizans Kayser'ine, Mısır Mukavkıs'ına "Eslim Telsem (Müslüman ol, kurtul)" mesajını gönderdi... Süleyman aleyhisselâm'ın Belkıs'a gönderdiği gibi... Mûsa aleyhisselâm'ın Firavun'a bildirdiği gibi... İbrahim aleyhisselâm'ın Nemrud'a haykırıdığı gibi... Allah Rasûlü'nün mektubunu Medine'den asırlarca insanlığı sömüren Bizans imparatorluğunun kralına Dihyetü'l-Kelbî ulaştırdı... Rasûlullah'tan sonra en güzel ve yakışıklı olan Dihyetü'l-Kelbî... Cebrâil'in onun sûretine girerek vahyi getirdiği Dihye... Sahabeler de civar memleketlere yayıldılar. Çöle inen nuru ötelere taşımak için...

Küfür cephesine gelince: Onlar dünyalık menfaat ve çıkardan başka ne tanırlar? Uzun zamandır ticaret yapamayan Ebû Süfyan ve otuz küsur kişilik bir ticaret kervanıyla Şam diyarına yola çıkıyor... Mallar yükleniyor, develer hazırlanıyor... İbnü İshâk el-Megâzî'de İbn-i Şihâb ez-Zührî yoluyla Ebû Süfyan'nın şöyle dediğini nakleder: "Biz tüccar bir kavimdik. Ancak harp bizi ticaretten alıkoydu. Sulh dönemi başlayınca kureyşten bir grupla birlikte Şam'a ticaret yapmaya çıktım. Allaha yemin ederim ki, kervanın yola çıkacağı duyulunca, Mekke'de tanıdığım hiç bir erkek ve kadın kalmadı ki satmam için bana bir mal getirmiş olmasın..."

Rasulullah (sav.) kisra ve kayser'e mektup yazdı. Kayser mektubu okuyunca "Şimdiye kadar hiç böyle bir mektup almamıştım" dedi. Böylece Heraklius emniyet müdürünü çağırttı ve ona "Şam'ın altını üstüne getir ve bana bu adamın (peygamberimizi kastediyor) kavminden birilerini bul getir" diye emretti. Ebû Süfyan diyor ki "Vallahi, biz Gazze şehrindeyken bir de Bizans akerleri bize hücûm etti ve hepimizi alıp saraya götürdüler"

İmparator Heraklius Îylîyâ şehrinde idi. Bu şehre "İlyâ" da denilir. "Allah'ın Evi" anlamına gelir. Günümüzün Kudüs'üdür. Bir rivayete göre bu şehir ismini Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sem'in torunu "İlya"dan almaktadır.

Taberî  "Târih"inde der ki: "İran kisrası ordusunu Bizans topraklarına sürdü. Bir çok yeri yakıp yıktı. Sonra Kisra, ordu komutanlarından Şehrebıraz'ı öldürmek üzere bir komplo hazırladı. Şehrebıraz bunu öğrendi ve askerleriyle birlikte Bizans imparatoru Heraklius'un tarafına geçti. Böylece Heraklius İran askerlerinin yardımıyla Kisra'yı hezimete uğrattı. Bu nedenle Heraklius Allah'a teşekkürün bir ifadesi olarak Hımıs'tan İlya'ya kadar yürümeye karar verdi. İmparator İlya'ya varıncaya kadar yollarına kırmızı halılar serip kokular sürüyorlardı."

Kervan saraya ulaşınca Ebû Süfyan ve beraberindekiler İmparatorun huzuruna çıkarıldılar. Bir de baktılar ki İmparator Heraklius başında tâcı, yanında Rum'un liderleri, Ruhban ve Kıssîs'ler ile birlikte tahtında oturuyor... İmparator tercümanlarını çağırttı ve:

-  Onlara sor. Arap diyarında çıkan ve peygamber olduğunu iddia eden bu adama kan bağı bakımından hanginiz en yakın?

Kervandakiler Ebû Süfyan'ı işaret ediyor. Ebû Süfyan:

-  O'na nesep bakımından en yakın benim, diyor. Çünkü kervanının içinde Abd-i Menaf oğullarından Ebû Süfyan'dan başka kimse yoktu.

Heraklius:

-  Ona yakınlık derecen nedir?, diye sorar. Ebû Süyfan:

-  Amcamın oğludur, der.

Zira Abd-i Menaf hem Ebû Süfyan'ın hem de Rasulullah (sav.)'in dördüncü kuşaktan babasıdır. Rasulullah (sav.)'in babası Abdullah, O'nun babası Abdulmuttalip, onun babası Hâşim, onun babası Abd-i Menaf'tır. Ebû Süfyan'ın babası Harp, onun babası Ümeyye, onun babası Abd-i Şems, onun babası Abd-i Menaf'tır. İmparator Heraklius, Ebû Süfyan'ı öne çıkarttırır. Kervandakileri de onun arkasına saf halinde dizer. Sonra tercümanlarına der ki:

- Arkadaki adamlara söyleyin. Bu adama, peygamberlik iddia eden o zat hakkında sorular soracağım. Eğer yalan cevap verirse, hemen müdahale edip düzeltsinler... İmparator Heraklius, çok zeki bir adam. Zaten Ebû Süfyan, İbn-i İshâk'ın rivayetinde bunu açıkça zikrederek "Allah'a yemin ederim ki o güne kadar bu adamdan daha dâhî hiç kimseyi görmedim" diyor.

Zira, o dönemin şartlarında kocaman bir imparatorluğun krallığını yürütmek sıradan insanların işi değildir. Ancak bir takım yetenekler ister. Demek ki imparatorda sıradan insanlarda olmayan bazı özellikler vardı. Zaten Ebû Süyfanı öne çıkartıp kervandakleri arkaya dizmesi buna işaret eder.

Ebû Süfyan diyor ki:

- Allah'a yemin ederim ki, benim hakkımda "yalan konuşuyor" demelerinden utanmasaydım, sorduğu sorulara yalan cevap verirdim. (İbn-i İshak'ın rivayetinde:) "Allah'a yemin ederim ki, eğer yalan söylemiş olsaydım bile, arkamdakiler imparatorun huzurunda yalanımı ortaya çıkarmazlardı. Ancak ben lider bir adamdım. Yalan söyleyerek şerefimi küçük düşüremezdim. İyi biliyorum ki, eğer orda yalan söyleseydim arkamdakiler imparatorun huzurunda beni yalanlamasalar bile, başka yerlerde bunu konuşacaklardı. Bu nedenle yalan söylemedim"

Bu cümleler gösteriyor ki, cahiliyye dönemininin liderleri bile yalanı çirkin görüyorlardı. Yalanın, liderin şanını, şerefini, onurunu zedeleyeceğini biliyorlardı. Bir lider yalana tenezzül etti mi, onun değerinin yıkılacağını, insanlar nezdinde liderlik sıfatının yıkılacağını anlıyorlardı. Peki, günümüz dünyasında yalan söyleyen politikacılara, liderlere, bakan ve vâlilere ne demeli? Bunların hangisi câhilî, hangisi modern?!

Bizans imparatoru Heraklius SORULARI VE CEVAPLAR

Birinci Soru:  - (Peygamberlik iddia eden o zâtın) içinizdeki nesebi nasıldır? -O içimizde soylu bir nesebe sahiptir.

İkinci soru: -           Sizin (Kureyşin veya Arapların) içinde bu sözleri ondan daha önce söyleyen hiç kimse varmıydı? -                Hayır.

Üçüncü soru:- Babaları içinde kral olan var mı? - Hayır.

Dördüncü soru: - Zenginler (meşhur insanlar) mı ona tâbi oluyor, zayıflar mı? - Bilakis zayıflar.

Beşinci soru: -Ona tâbi olanlardan daha sonra ona kızıp dini beğenmediği için dinden dönen var mı? - Hayır.

Altıncı soru: - Sayıları artıyor mu, azalıyor mu? - Bilakis artıyor.

Yedinci soru: - Peygamberlik iddia etmeden önce onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldu mu? - Hayır.

Sekizinci soru: - Anlaşmasını bozar mı? (Verdiği sözden döner mi? Hile yapar mı?) - Hayır. Ancak onunla şu anda bir anlaşma içindeyiz. Gelecekte anlaşmasını bozup bozmayacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan'ın katabileceği tek itham bu oldu. Çünkü gelecekte ne olacağını kimse bilemezdi. Ancak gelecek şahit oldu ki Hudeybiye anlaşmasını Beşerin Efendisi değil Kureyş bozdu)

Dokuzuncu soru: -                Onunla hiç savaştınız mı? - Evet. Bazen biz yendik, bazen o.

Onuncu soru:  - Size neyi emrediyor?  - Yalnızca Allah'a kulluk yapmayı, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, dürüst olmayı, iffetli yaşamayı, akrabalarla ilgi kurmayı.

İMPARATORUN CEVAPLARA YORUMU

Bizans imparatoru Heraklius bu sorulardan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu anladı ve bunu açıkça şöyle ifade etti.

1-  Sana nesebini sordum, sen de soylu bir nesebe sahip olduğunu söyledin. İşte peygamberler böyledir. Kavminin içinde soylu bir aileden seçilirler.

2- Sana bu sözleri daha önce içinizden hiç kimse söyledi mi?" diye sordum, sen de "Hayır" dedin. Eğer bölgenizde daha önce bu sözleri söyleyen birisi olsaydı "Bu adam önce söylenilen bir şeyi taklit ediyor" derdim.

3- Sana "Babaları içinde kral olan var mıydı?" diye sordum. Sen de "Hayır" cevabını verdin. Eğer babaları içinde kral olan birisi olsaydı "Babasının krallığının talep ediyor" derdim.

4- Sana "İnsanların zenginleri (tanınmışları) mı ona tabi oluyor yoksa zayıfları mı?" diye sordum, sen de "Zayıfları" dedin. İşte o zayıflar peygamberlerin tebaasıdır.

5-   Sana, sayıları artıyor mu, azalıyor mu?" diye sordum, sen "Bilakis artıyor" dedin. İşte tamamlanıncaya kadar iman da böyledir. (İman bir ışık yakar. Sonra o ışık, namaz, zekat, oruç gibi emirlerle kemale erinceye kadar artmaya devam eder. O nedenledir ki Rasulullah'ın (sav.) son senesinde "Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı seçtim" ayet-i kerimesi nâzil oldu.

6-   Sana, "O'na tâbi olanlardan hiç kimse dinine kızdığı için dinden döndü mü?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte imanın ferahlığı kalplere girince böyle olur (Bir daha geri çıkmaz). İbn-i İshak'ın rivayetinde "İşte imanın lezzeti böyledir. Bir kalbe girdi mi daha oradan çıkmaz!"

7-    Sana, "O zât, bu söylediklerini iddia etmeden önce, onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldumu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. Kesinlikle anladım ki insanlara karşı hiç yalan söylemeyen bir kimse Alah'a nasıl yalan söylesin? (Mahluka yalan söylemeyen, Hâlık'a nasıl yalan söylesin? Yaratılmışa hiç yalan söylemeyen bir kimse, kâinatın Yaratıcısı Azamet sahibi yüce varlığa karşı nasıl yalan söyleyebilsin?! Yalan yere Allah bana vahiy göderdi diyebilsin?! Bu imkansızdır! Bu Muhaldir!..)

8-   Sana "Hilekarlık yapıp anlaşmasını bozuyor mu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte peygamberler de böyleir. Anlaşmalarını bozmazlar.

9-   Sana "Onunla hiç savaştınız mı?" diye sordum. Sen de "Evet" dedin. "Onunla savaşınızın neticesi nasıl oldu?" diye sordum, sen de "Harp bizimle onun arasında bir keşiktir. Bazan biz kazandık, bazan o kazandı" dedin. İşte peygamberler böyle imtihan edilirler. Ancak nihaî zafer onlarındır.

10- "Size neyi emrediyor" diye sordum. Sen de "Yalnızca Allah'a kulluk yapmanızı, O'na hiçbir şeyi denk tutmamanızı, namaz kılmayı, dürüstlüğü, iffetli yaşamayı, akarabalarla ilgi kurmayı emrediyor" dedin.

SORU VE CEVAPLARIN YORUMLARI

İmparator Heraklius'un sorduğu bu on sorudan Efendimiz aleyhisselatü vesselâm'ın şahsında peygamberlerin on vasfını sırayla şöyle çıkarabiliriz:

1-    Soylu bir aileden gelir. Üstün bir nesebe sahip.

2-   Körü körüne taklitçi değil

3-    Dünyalık bir çıkar ve menfaat gözetmiyor. Krallık talep etmiyor.

4-    Haksızlık ve sömürü altında ezilen halkları kurtarıcı. Güçlüyü değil haklıyı üstün tutuyor.

5-   Hak yolda sebatkâr ve azimli. Gönüllere hitap ediyor, kalplerde taht kuruyor.

6-   Cezbedici, etkileyici, günden güne gelişiyor ve kuvvetleniyor.

7- Büyük-küçük,  leyhte  ve  aleyhte  hiç  bir  meselede  yalan söylemiyor.  Yalana  tenezzül  etmiyor.  Yalan  söyleyen  bir kimse   ya   kendi   yaptığı   ve   söylediği   şeylerin   yanlış olduğunu  bildiği için yani hata ettiği için ya da başkalarından kortktuğu için yalan söylediğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem hatasız, söyledikleri ve yaptıkları doğru. Bu nedenle Allah'tan başka hiç kimseden korkmuyor.

8-    Anlaşmalarına bağlı, sözünde duran, hile yapmaz

9-    Zalimlere, müstekbirlere, zorbalara karşı izzetli, gerektiğinde onlara karşı güç kullanıp onları hakka döndürebilen

10- Getirdiği sistem yerin ve göklerin Yaratıcısına itaat ve O'nu noksan sıfatlardan tenzih etme üzerine kurulu. Dürüst, iffteli, saygın, iyilik peşinde koşan fertlerden oluşan faziletli toplumlarla dolu bir dünya kurmak istiyor.

Bizans imparatoru Heraklius sorularını sorup cevapları yorumladıktan sonra Ebû Süfyan'a dönüp şöyle dedi:

-  Eğer söylediklerin doğru ise, O (zât) işte şu ayaklarımı bastığım yerlere hakim olacaktır. Onun çıkacağını biliyordum. Ancak O'nun sizin içinizden çıkacağını zannetmemiştim. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım. Eğer O'nun huzurunda olsaydım, O'nun ayaklarını yıkardım!..."

SON SÖZÜN YORUMU:

İmparator Heraklius'un bu sözlerinin anlamı şudur:Eğer sorularıma doğru cevap verdiysen, o zat pek yakında şu ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır: Muhaddisler bu sözü iki şekilde yorumlamışlardır:

1-  Bu cümle Kudüs ve Şam diyarının fethedileceğine işaret eder. Çünkü Heraklius Şam diyarının bir parçası olan İlya şehrinde yani Kudüs'te oturuyordu.

2-  Heraklius "Ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır" derken bütün saltanatını kastetmiştir. Çünkü bu sözleri söylerken tahtında oturuyordu. "Ayaklarımı bastığım şu yere" derken tahtını kastemişti. Bu da bütün bizansın yani İstanbul'un fethedileceğine işaret eder. Daha sonra tarih şahit olmuştur ki İmparator heraklius'un bu sözü gerçekleşmiş Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilmiş, ardından bin dörtyüz elli üç yılında Bizansın merkezi Kostantiniyye sultan Muhammed Fatih'in iman dolu askerleriyle fethedilmiş ve Kostantiniyye semalarında asırlar boyu son peygamberin ismi zikredilmiştir. İmparator Kıssîs ve Ruhban'larla istişare ederdi. Kuran-ı Kerim'in de bildirdiği gibi İsa aleyhisselâm kendisinden sonra son peygamberin geleceğini müjdelemiştir. Yesrib'teki yahudilerrin konuşmalarından anladığımıza göre onlar da bir peygamberin geleceğini bekliyorlardı. Ancak O'nun nereden, kimin içinden çıkacağı yalnızca ve yalnız Allah'ın irade ve Meşiet'ine bağlıdır. O lütfunu dilediği kimselere verir. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım: Bu cümle Heraklius'un sağ-salim Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaşabilmekten endişe ettiğini, öldürülme korkusundan dolayı O'na ulaşmanın mümkün olmayacağı kanaatide olduğunu gösterir.

Zira Dağatır kıssasından da anlaşıldığına göre Dihye, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'ın mektubunu imparatora takdim ettikten sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme inanan hırıstiyan din alimleinden birisi Dihyetü'l-Kelbi'yi sarayın koridorlarında yakaladı ve "Git, bu mektubun sahibine söyle. Ben şehadet ederim ki o, efendimiz Mesih'in bize müjdelediği son peygamberdir" Sonra beyaz elbiselerini giydi. İmparatorun huzuruna çıktı. Orada bulunanları islama çağırdı. Kelime-i Şehadet getirince oradakiler hemen ayağa kalkıp onun üzerine saldırdılar ve öldürdüler.

EFENDİMİZ'İN (ASV.) BİZANS İMPARATORUNA GÖDERDİĞİ MEKTUP

Ebu Süfyan diyor ki:Daha sonra Heraklius, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in Dihye ile Busra valisi yoluyla Heaklius'a gönderdiği mektubu istetti ve okudu. Mektupta şunlar vardı:

Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla

Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten, Rum lideri Heraklius'a: Selâm Hidayete tabi olanların üzerinedir. Bundan sonra: Seni İslamın çağrısına davet ediyorum. Müslüman ol, (huzur bulup) kurtul, ki Allah mükâfâtını iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen, (kendi günahınla birlikte) bütün halkının günahını yüklenirsin. Ey Ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım. Ona hiç bir şeyi denk tutmayalım. Allah'ı bırakıp birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer onlar (ehl-i kitap, yahudi ve hırıstiyanlar) yüz çevirir iseler, (onlara) deyin ki "Şahit olun! Biz (Allah'a teslim olan) Müslümanlarız".

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemın Bizians İmparatoruna yolladığı bu kısa ibareli ama geniş anlamı mektup bir çok hikmetlerle doludur.

 Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1-   Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten: Tahrif edildikten sonra, dünyanın en büyük süper devletinin resmi dini haline gelen hırıstiyanlık Hz. İsa'yı – hâşâ- ilah olarak görüyordu. Yaratıcıyı yaratılmış menzilesine indirgeyen bu anlayış Bizans İmparatorluğunda bir çok zulümlere sebep oldu. Hem Allah'a hem de hz. İsa'ya büyük bir iftira olan bu anlayışa Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Allah'ın kulu ve elçisi" ibaresiyle bir reddiye verdi. Zira peygamberler asla Allah'ın dengi değil, bilakis kulu ve elçileridir. Hem kulluk makamı makamların en üstünüdür. Zira, yerin ve göğün Yaratıcısı, Habibini Furkan ve İsra surelerinin başında "Kuluna Furkanı indirenin Şân'ı ne yücedir", "Kulunu bir gece Mescid-i Haramdan, ayetlerimizi göstermek için etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren her türlü noksanlıklardan münezzehtir" ibareleriyle övmüştür.

2-  Selâm Hidayete tâbi olanların üzerinedir: Tâhâ suresindeki bu ayet-i kerime'yi Musa aleyhisselam yeryüzünün en büyük zalimlerinden biri olan Firavun'a söylemişti. Şimdi asırlar geçtikten sonra aynı ibareyi son peygamber dünyanın diğer bir sulüm imparatorluğunun kralına söylüyordu.

Bu ibarede hem büyük bir teşvik, hem de büyük bir tehdit ve ihtar vardır: Hidayet Allah'ın indirdiği vahiydir. Vahye tabi olan dünyada da âhirette de kurtulur. Selâmete, huzura ve mutluluğa kavuşur (Teşvik). Yalanlayıp yüz çeviren ise acıklı bir azap altında işkence çeker. Zaten "Selam, Hidayet'e tâbi olanların üzerinedir" ayet-i kerimesinin hemen ardından "Allah'ın can yakıcı azabı da yalanlayıp yüz çevirenin üzerinedir" ayet-i kerimesi gelmektedir. O halde, "Ey zamanın firavunları ve kralları! Vahye tâbi olun ve kurtulun! Aksi takdirde azabınız şiddetlidir!" mesajı vardır. Bu da bir tehdit ve uyarıdır. Bu ayet-i kerimenin akabinde efendimiz (asv.) "Bundan sonra," diyerek kendi cümleleriyle bu ayetin kapalı olarak içerdiği manaları beyan edip tekit etmiştir.

3-  Seni İslam'ın çağrısına davet ediyorum: O çağrı da Nûh'un çağrısı, İbrâhim'in çağrısı, Mûsa ve Îsa'nın çağrısı olan Tevhît inancıdır. Yeryüzünde Allah'tan başka ilah, otorite, güç ve mabud tanımamayı ifade eden "Lâ ilâhe illallah" çağrısıdır. Yerin ve göklerin yaratıcısına itaat çağrısıdır.

4- Eslim, Teslem" Müslüman ol, kurtul): Cevâmiu'l-Kelim (az kelimelerle, geniş manalar ifade etme) yeteneğine sahip olan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu iki kelimelik cümlesi dünya tarihindeki olaylar ve dünyanın geceğinde insanların yapacağı olayları özetleyecek kadar geniş anlamlı iki kelimelik bir cümledir. Zira dünhya tarihi insanın hayat sahnesidir. İşte bu sahnede –geçmişte yaşanan olayların bize ıspatladığı gibi- yaratıcıya teslim olan, O'na itaat eden, O'nun emir ve yasaklarını aynen uygulayan kimseler selamete erip taat kurtulmuşlardır. Yaratıcıya teslim olmayan , O'na itaat etmeyen kimseler ise dünya ve ahiretin fitneleri altında helak olmuşlardır. İşte tarihte yaşananlar bunun şahididir. Nerede şimdi Âd ve Semûd kavmi!?.. Nerede Yaratıcıya isyan eden Lût kavmi?... Nerede Mûsa'nın peşinden koşan Firavun ve ordusu?... Nerede İbrahimi ateşe atan Nemrutlar?... Nerede Ebu Cehil'ler?... İşte son peygamber bir kere daha haykırıyor zulmün liderine... "Müslüman ol, kurtul" diyor!.. Kıyamete kadar gelen zalimlere!...

5-  Ki Allah sana ödülünü iki kat versin: Hem hz. İsa'ya, hem de hz. İsa'nın emrine uyup son peygambere inanıp itaat ettiğin için... Hem kendin inandın, hem de senin inanmanla sana tabi olanların inanmasına vesile olduğun için... Allah Teâlâ buyuruyor ki:

"Bundan evvel kendilerine kitap verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kuran'a) inanıyorlar. Onlara (kuran ayetleri) okunduğu zaman "Buna inandık. Şüphesiz ki bu, Rabbimizden gelen bir Hakk'tır. Hakikat biz bundan evvel de İslam'ı kabul emiş kimselerdik" derler. İşte bunlara, sabır ve (sebat) ettiklerinden dolayı, mükâfaatları iki defa verilir"

Ebu Mûsa el-Eş'arî (r), Allah elçisinin şöyle dediğini rivayet etti:

"Üç sınıf insan vardır ki bunlara ödülleri iki kat verilecektir:

i- Ehl-i Kitaptan olup ta hem kendi peygambrine hem de muhammed'e iman edenler.

ii- Hem Allah'ın haklarını hem de efendisinin haklarını yerine getiren köleler.

iii- Cariyesi bulunan ve bu cariyeyi eğiten, eğitimini de güzel yapan, sonra da onu azât edip evlenen kimseler. Bedir ehlinden Ebû Mes'ûd Ukbe bin Amr (r), Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etti: "Kim bir iyiliğin yapılmasına vesile olursa, o iyiliği yapan kimsenin ecri gibi sevap alır"

6-   Eğer Yüz Çevirirsen ( kendi günahınla birlikte) bütün Halkının Günahını Yüklenirsin: Çünkü halk yığınları sana tâbidir. Senin kararın milyonları etkileyecektir. Hatta o milyonların torunları, onların torunları ve onların yansımalarıyla birlikte kıyamete kadar gelen nesillerin mesulyetini taşıyacaksın. Bu kısa cümlelerin ne anlama geldiğini anlayan Heraklius'un yüzünen terler boşalmaya başladı. Zira, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurur:

"İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı verilir. Ona uyanların sevaplarından  da hiç bir şey  eksilmez. Başkalarını delâlete çağıran kimseye de ,  kensisine uyan kimselrin günahları verilir. Ona uyanlrın günahlarından da hiç bir şey eksilmez"

İbn-i Mes'ûd (r), Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etti: "Haksız olarak öldürülen hiç kimse yoktur ki Âdem'in ilk oğluna ondan bir nasip yazılmış olmasın. Çünkü öldürme olayını ilk o başlatmıştı..."

Ardından Efendimiz(asv.) yahudi ve hırıstıyanlarla stratejimizi belirleyen bir ayet-i keimeyi bildirdi: "Ey ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Bu ifade o ortak kelimenin hem Hz. İsa'ya, hem Hz. Musa'ya hem de Hz. Muhammed'e (asv.) ortak olarak vahyedildiğine işaret eder. Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen o ortak kelimenin ne olduğunu ve orijinal ibaresini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirilen vahiy açıklıyor:

i-   Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım

ii-   O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım

iii-   Allah'ı bırakıp bir birimiz rabb'ler edinmeyelim

Böylece "Ey hırıstiyanlr! Eğer siz Hz. İsa'yı gerçekten seviyor iseniz ona vahyedilen bu kelimeye tâbi olun! Ey yahudiler! Hz. Musa'nın bağlıları olduğunuzu iddia ediyorsanız ona vahyedilen bu kelimeye gelin" mesajı veriliyor..

-  Ama maalesef ehl-i kitap buzağıya taptılar...

-  Hz. İsa'yı ve Uzeyr'i Allah'a denk tuttular

-  Ahbar ve ruhbanlarını rabb edindiler

Adiyy bin Hâtim boynunda bir haç olduğu halde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıktığında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem "Onlar (ehl-i kitap) Ahbar'larını (yahudi din alimleri) ve ruhaban'larını (hırıstıyan din alimleri) Allah'ı bırakıp rabb'ler edindiler. Meryem oğlu İsa'yı da... Halbuki onlar (tevrat ve incilde) tek bir ilahtan başkasına kulluk yapmamamakla emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. O , onların ortak koşup denk tuttukları şeylerden münezzehtir ( Yücedir)" ayet-i kerimesini okudu. Adiyy bin Hâtim: "Biz ruhbanlarımıza ibadet etmiyorduk" diyerek itiraz etti. Bunun üzrine Efendimiz (asv.) meseleyi izah etti:

-  O ruhbanlar, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal yapmadılar mı?

-  Evet

-  Siz de onlara itaat etmediniz mi?

-  Evet

-  İşte bu onları rabb edinmenizdir.

O halde Allah'ın kanunlarını bırakıp kendi kafalarına göre kanun koyanlar (haramı helal, helali haram yapanlar), kendilerini ilah yerine koyanlardır. Onlara itaat edenler de o ilahları rab edinenlerdir. O halde ey ehl-i kitap! Musa aleyhisselâm'ın, İsa aleyhisselâm'ın ve Muhammed aleyhissalâtü vesselâm'ın dünya halklarına bildirdiği ortak meseja gelin:

i- Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım

ii- O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım

iii- Allah'ı bırakıp birbirimizi rabb edinmeyelim.

"Eğer onlar (yahudi ve hırıstıyanlar) yüz çevirir iseler ( bu esasları kabul etmeyip Vahy'e tâbi olmazlar iseler) onlara deyin ki "Şâhit olun. Biz (kendimizi Allah'a teslim eden) müslümanlarız": Biz yerin ve göğün Yaratıcısına teslim olduk. O'na itaat ettik. O'nun gönderdiği vahyi (emir ve yasakları) kabul ettik. O'nun gönderdiği son peygambere, son kitaba, tarihte gönderilen bütün peygamberlere, bütün kitaplara iman ettik, tasdik ettik, kabul ettik. Artık sizin yolunuz size, bizim yolumuz bizedir.Yeniden Diriliş Günü, Yerin ve Göğün Yaratıcısı bizimle sizin aranızdaki hükmünü verecektir.

Ibn'ü Hacer el-Askalânî "Fethu'l- Bârî Bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî" adlı muhteşem eserinde der ki: "Bu mektubun kısa cümleleri dört ince latife ile doludur (Emir, Teşvik, Uyarı ve Tehdit):

i-   Müslüman ol (Emir)

ii-   Ki (selâmete erip) kurtulasın ve Allah mükafatını iki kat versin (Teşvik ve sevdirme)

iii-   Eğer yüz çevirirsen (Uyarı)

iiii-   Halkının günahını yüklenirsin (Tehdit)

Ebû Süyfan diyor ki: Bizans imparatoru Heraklius sorularını sorup mektubu okumayı bitirir bitirmez salonda bir gürültü koptu. Sesler yükselmeye başladı. Bizidışarı çıkardılar. Arkadaşlarımla baş başa kalınca onlara dedim ki:

-  Andolsun ki Ebû Kebşe'nin oğlunun durumu muazzam bir durumdur. Zira, Asfar (sarı) oğullarının kralı ondan korkuyor. O'nun bir gün  galip geleceğini biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil edinceye kadar..." Ebu Süfyan "Ebû Kebşe'nin oğlu" ibaresiyle Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'i kastediyor. Zira büyük işlerde kapalı ibareler kullanmak Arapların âdeti idi. Ebû Kebşe Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in dedelerinden birisinin adıdır.

HERAKLİUS'UN SON DURUMU

İbnü Hacer el-Askalânî "Fethu'l-Bârî"de şöyle der: "Dihye, imparatorun huzuruna çıkıp mesajı iletince Heraklius, şura üyesi danışmanlarından bir hırıstiyan din âlimine meseleyi arz etti. O âlim:

-  İşte bu, (yıllardır) beklediğimiz ve Efendimiz İsa'nın bize müjdelediği zât'tır. Ben onu tasdik ediyorum ve O'na tabi oluyorum, dedi. Kayzer ise:

-  Eğer ben bunu yaparsam saltanatım gider, dedi.

Dihye diyor ki:

-  (Koridorda) bu hırıstıyan din âlimi beni yakalayıp şöyle dedi: "Bu mektubu al ve Efendine git. Ona selam söyle. Ona de ki "Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir. Ben ona iman ettim ve tasdik ettim. Onlar ise beni reddettiler". Sonra bu âlim içeri girdi ve onu öldürdüler.

 

 

 

 

 

 

أُصُول السُّـنّة

Ehli Sünnetin Esasları
للإمام أحمد بن حنبل الشيباني

وهي من رواية عبدوس ابن مالك لعطار

İmam Ahmed Bin Hanbel

(Abdus İbni Malik el Attar rivayeti)

 


قال أبو يعلى الحنبلي: «لو رُحل إلى الصين في طلبها لكان قليلا»

Ebu Ya’la el Hanbeli der ki; “Bu (kitabı) aramak için Çin’e bile yolculuk yapılsa, yine az gelirdi.”

قال الإمام أحمد - رضي الله عنه -: أصول السنة عندنا:

İmam Ahmed r.a. dedi ki; “İndimizde sünnetin esasları şunlardır;

1 - التمسك بما كان عليه أصحاب الرسول - صلى الله عليه وسلم –

1- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin ve ashabının üzerinde bulundukları şeye sıkı sarılmak

2 - والاقتداء بهم

2- Onlara uymak

3 - وترك البدع

3- Bidatleri terk etmek

4 - وكل بدعة فهي ضلالة

4- Her bidati dalalet (sapıklık) olarak bilmek

5 - وترك الخصومات والجلوس مع أصحاب الأهواء

5- Heva ehli bidatçilerle tartışmayı ve onlarla oturmayı terk etmek.

6 - وترك المراء والجدال والخصومات في الدين

6- Dînî hususlarda çekişmeyi, tartışmayı ve düşmanlığı terk etmek

7 - والسنة عندنا آثار رسول الله - صلى الله عليه وسلم –

7- Bize göre sünnet; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet edilenlerdir.

8 - والسنة تفسر القرآن، وهي دلائل القرآن

8- Sünnet, Kur’an’ı tefsir eder ve Kur’an’ın delilidir.  

9 - وليس في السنة قياس، ولا تضرب لها الأمثال، ولا تدرك بالعقول والأهواء. إنما هو الاتباع وترك الهوى

9- Sünnette kıyas olmaz, ona darbı mesel yapılmaz, heva ve akıllar onu tam olarak kavrayamaz. Şüphesiz bu ancak tabi olmayı ve hevayı terk etmeyi gerektirir.

11 - ومن السنة اللازمة التي من ترك منها خصلة، لم يقبلها ويؤمن بها؛ لم يكن من أهلها:

11- Sünnetin gereklerinden bir hasleti terk eden, ona iman edip kabul etmeyen, onun ehlinden olamaz.

12 - الإيمان بالقدر خيره وشره. والتصديق بالأحاديث فيه. والإيمان بها. لا يقال: (لمَ؟) و (كيف؟)، إنما هو التصديق والإيمان بها. ومن لم يعرف تفسير الحديث، ويبلغه عقله؛ فقد كفي ذلك وأحكم له ؛ فعليه الإيمان به والتسليم له. مثل حديث: «الصادق المصدوق» ومثل ما كان مثله في القدر والرؤية والقرآن وغيرها من السنن مكروه، ومنهي عنه، لا يكون صاحبه، وإن كان بكلامه سنة من أهل السنة حتى يدع الجدال ويسلم. ويؤمن بالآثار

12- Kadere hayrı ve şerri ile iman etmek, bu konudaki hadisleri tasdik etmek, onlara inanmak gerekir. “niçin?” “nasıl?” diye sorulmaz. Ona iman ve tasdik ancak budur. Hadisin açıklamasını bilmeyen, ona akıl erdiremeyen, bunun hükmünde iman etmek ve teslim olmak ile yetinir. Böyle bir kimsenin, “sadıkul masduk”’un hadisinde, kader, rü’yet, Kur’an gibi konularda varid olan sünnetlerde konuşmaktan yasaklanmıştır. Sünnetle konuşsa bile, tartışmayı bırakıp teslim oluncaya ve gelen rivayetlere iman edinceye kadar Ehli Sünnet ashabından olamaz.

13 - والقرآن كلام الله وليس بمخلوق، ولا يضعف أن يقول: ليس بمخلوق. قال: فإن كلام الله ليس ببائن منه، وليس منه شيء مخلوق. وإياك ومناظرة من أحدث فيه، ومن قال باللفظ وغيره، ومن وقف فيه قال: (لا أدري مخلوق أو ليس بمخلوق، وإنما هو كلام الله). فهذا صاحب بدعة مثل من قال: (هو مخلوق)، وإنما هو كلام الله ليس بمخلوق.

13- Kur’an Allah Kelamıdır, mahluk değildir. “O mahluk değildir” demekte gevşeklik gösterilmez. Şüphesiz Allah’ın Kelamından hiçbir şey mahluk değildir. Bu konuda tartışmaya girmekten sakın! Onun lafzı ve başka şeyler hakkında konuşan veya  “Mahluk mu değil mi bilmem.” Diyerek tevakkuf eden de, “O mahluktur” diyen de bidat sahibidir. Şüphesiz o ancak Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir.

14 - والإيمان بالرؤية يوم القيامة كما روي عن النبي - صلى الله عليه وسلم - من الأحاديث الصحاح

14- Allah’ın kıyamet gününde görüleceğine iman etmek. Nitekim bu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih hadislerle gelmiştir.

15 - وأن النبي - صلى الله عليه وسلم - قد رأى ربه. فإنه مأثور عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - صحيح. رواه قتادة عن عكرمة عن ابن عباس، ورواه الحكم عن أبان عن ابن عباس، ورواه علي بن زيد عن يوسف بن مهران عن ابن عباس. والحديث عندنا على ظاهره، كما جاء عن النبي - صلى الله عليه وسلم - والكلام فيه بدعة. ولكن نؤمن به كما جاء على ظاهره. ولا نناظر فيه أحدا

15- Şüphesiz peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Rabbini görmüştür. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiştir. Bunu Katade, İkrime’den, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. El Hakem, Eban’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Yine Ali Bin Zeyd, Yusuf bin Mihran’dan, o da İbni Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayet etti. Bize göre bu hadis Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den zahirinde geldiği gibidir. Bu konuda kelama dalmak bidattir. Lakin biz zahirinde geldiği gibi iman eder, bu konuda kimseyle tartışmayız.

16 - والايمان بالميزان بوم القيامة. كما جاء «يوزن العبد يوم القيامة فلا يزن جناح بعوضة» وتوزن أعمال العباد كما جاء في الأثر. والإيمان به والتصديق به، والإعراض عن من رد ذلك وترك مجادلته

16- Kıyamet gününde mizana iman ederiz. Geldiği gibi; kul kıyamet gününde tartılır da sivri sinek kadar ağırlık taşımaz. Eserde geldiği gibi kulların amelleri tartılır. Ona iman ve tasdik etmek, bunu kabul etmeyenden uzaklaşmak ve tartışmayı terk etmek gerekir.

17 - وأن الله يكلم العباد يوم القيامة ليس بينهم وبينه ترجمان والإيمان به والتصديق به

17- Şüphesiz Allah, kıyamet gününde kullarıyla arada bir tercüman olmadan konuşacaktır. Buna iman edilir ve tasdik edilir.

18 - والإيمان بالحوض وأن لرسول الله - صلى الله عليه وسلم - حوضا يوم القيامة ترد عليه أمته، عرضه مثل طوله مسيرة شهر، آنيته كعدد نجوم السماء على ما صحت به الأخبار من غير وجه.

18- Havz’a iman etmek gerekir. Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kıyamet gününde, ümmetinin ona uğrayacağı bir havzı olacaktır. Genişliği de boyu gibi bir aylık mesafedir. Üzerindeki kapların sayısı gökteki yıldızlar kadardır. Bundan başka bu konudaki sahih olan haberlere iman ederiz.

 19 - والإيمان بعذاب القبر

19- Kabir azabına iman etmek gerekir.


20 - أن هذه الأمة تفتن في قبورها وتسأل عن الإيمان والإسلام، ومن ربه ؟ ومن نبيه ؟ ويأتيه منكر ونكير كيف شاء الله عز وجل وكيف أرارد. والإيمان به والتصديق به

20- şüphesiz bu ümmet kabirlerinde imtihan olunacak, imandan, islamdan, rabbinin kim olduğundan, peygamberinin kim olduğundan sorulacaklardır. Allah nasıl dilemiş ve nasıl murad etmişse o şekilde münker ve nekir melekleri gelecektir. Buna iman ve tasdik ederiz.

21 - والإيمان بشفاعة النبي - صلى الله عليه وسلم - لقوم يخرجون من النار بعدما احترقوا وصاروا فحما؛ فيؤمر بهم إلى نهر على باب الجنة - كما جاء في الأثر - كيف شاء الله وكما شاء.
إنما هو الإيمان والتصديق به.

21- kömür gibi oluncaya kadar cehennemde yandıktan sonra bir kavmin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatiyle oradan çıkacaklarına iman etmek. Onlara cennetin kapısındaki nehre girmeleri emrolunur. Bu Allah nasıl dilerse öyle olur. Buna ancak iman eder ve tasdik ederiz.

22 - والإيمان أن المسيح الدجال خارج مكتوب بين عينيه كافر، والأحاديث التي جـاءت فيـه، والإيمان بأن ذلك كائن.

22- Mesih Deccal’in çıkacağına, iki gözünün arasında kafir yazılı olacağına iman etmek. Bu konuda hadisler gelmiştir. Bunların olacağına iman etmek gerekir.

23 - وأن عيسى ابن مريم - عليه السلام – ينـزل فيقتله بباب لد.

23- şüphesiz Meryem oğlu İsa aleyhisselam, nüzul ederek deccali Lüd kapısında öldürecektir.

24 - والإيمان قول وعمل يزيد وينقص
كما جاء في الخبر "أكمل المؤمنين إيمانا أحسنهم خلقا"

24- İman kavil ve ameldir. Artar ve eksilir. Tıpkı rivayette; “İman bakımından müminlerin en kamili, ahlakça en güzel olanıdır” buyrulduğu gibi.

25 - "ومن ترك الصلاة فقد كفر" و"ليس من الأعمال شيء تركه كفر إلا الصلاة" من تركها فهو كافر. وقد أحل الله قتله.

25- “Kim namazı terk ederse o kafir olur” “Namazdan başka terki küfür olan amel yoktur.” Kim namazı terk ederse kafirdir. Nitekim Allah onun katlini helal kılmıştır.

26 - وخير هذه الأمة بعد نبيها: أبو بكر الصديق، ثم عمر بن الخطاب، ثم عثمان بن عفان. نقدم هؤلاء الثلاثة كما قدمهم أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم -. لم يختلفوا في ذلك. ثم بعد هؤلاء الثلاثة أصحاب الشورى الخمسة: علي بن أبي طالب , وطلحة، والزبير، وعبد الرحمن بن عوف، وسعد، وكلهم يصلح للخلافة. وكلهم إمام. ونذهب في ذلك إلى حديث ابن عمر "كنا نعد ورسول الله - صلى الله عليه وسلم - حي وأصحابـه متوافرون: أبوبكر ثم عمر ثم عثمان، ثم نسكت" ثم بعد أصحاب الشورى أهل بدر من المهاجرين، ثم أهل بدر من الأنصار من أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم - على قدر الهجرة والسابقة أولا فأول.

26- Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekr es Sıddık, sonra Ömer bin el Hattab, sonra Osman bin Affan radıyallahu anhumdur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ashabının öne geçirdikleri gibi biz de bunları öne geçiririz. Bu konuda ihtilaf etmemişlerdir. Bu üçünden sonra beş şura ashabı; Ali bin Ebi Talib, Talha, Zübeyr, Abdurrahman bin Avf ve Sa’d radıyallahu anhum gelir. Bunların hepsi hilafet için uygundur. Hepsi de imamdır. Bu konuda mezhebimiz İbni Ömer radıyallahu anhuma hadisidir; “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken, ashabı şöyle sıralanırdı; Ebu Bekr, sonra Ömer, sonra Osman, sonra susardık.” Bundan sonra Muhacirlerden ve Bedir ehlinden olan şura ashabı gelir. Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Ensar’dan olan Bedir ehli ashabı gelir. Bundan sonra hicretteki önceliklerine göre sıralanırlar.

27 - ثم أفضل الناس بعد هؤلاء أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم - القرن الذي بعث فيهم. كل من صحبه سنة أو شهرا أو يوما أو ساعة أو رآه فهو من أصحابه له من الصحبة على قدر ما صحبه، وكانت سابقته معه وسمع إليه ونظر إليه نظرة. فأدناهم صحبة هو أفضل من القرن الذين لم يروه. ولو لقو الله بجميع الأعمال؛ كان هؤلاء الذين صحبوا النبي - صلى الله عليه وسلم - ورأوه وسمعوا منه ومن رآه بعينه وآمن به ولو ساعة أفضل لصحبته من التابعين ولو عملوا كل أعمال الخير.

27- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sahabelerinden sonra insanların en üstünleri, O’nun gönderildiği asırda yaşayıp, O’nunla bir sene, veya bir ay, veya bir gün veya bir saat sohbet eden veya O’nu gören her bir sahabedir. O’nunla beraber sahabelik yapan, onu işiten ve onu gören, sahabeliğine göre sıralanır. Onların sahabelik bakımından en altta olanı, topladığı bir çok amellerle Allah’a kavuşsa bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i görmeyenlerden üstündür. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabelik edenler, O’nu görmüşler, onu dinlemişlerdir. Onu gözüyle görüp iman eden kimse, bir saatlik görse de, sahabeliği sebebiyle, bütün hayırlı toplamış olan tabiinden üstündür.”

28 - والسمع والطاعة للأمة وأمير المؤمنين البر والفاجـر ومن ولي الخلافة، واجتمع الناس عليه ورضوا به، ومن عليهم بالسيف حتى صار خليفة وسمي أمير المؤمنين.

28- İyi de olsa, günahkar da olsa ümmetin, insanların etrafında toplanıp razı oldukları, ve kılıçla halifeliğini kabul ettikleri, müminlerin hilafet makamındaki emirini dinleyip itaat etmeleri gerekir.

29 - والغزو ماض مع الأمراء إلى يوم القيامة البر والفاجر لا يترك.

29- Kıyamet gününe kadar iyi ve facir emirlerle birlikte gazaya çıkmak terk edilmez.

30 - وقسمة الفيء، وإقامة الحدود إلى الأئمة ماض، ليس لأحد أن يطعن عليهم، ولا ينازعهم.

30- Fey’in taksimi ve hadlerin ikamesi imamlara aittir. Hiç kimse onlara bu hususta hakaret edemez ve onlarla çekişemez.

31 - ودفع الصدقات إليهم جائزة نافذة. من دفعها إليهم أجزأت عنه برا كان أو فاجرا.

31- Zekatları onlara vermek caiz ve geçerlidir. Zekatını onlara veren kimsenin zekatı, imamları iyi yada facir olsun yerini bulur.

32 - وصلاة الجمعة خلفه، وخلف من ولاه جائزة باقية تامة ركعتين، من أعادهما فهو مبتدع، تارك للآثار، مخالف للسنة، ليس له من فضل الجمعة شيء؛ إذا لم ير الصلاة خلف الأئمة برهم وفاجرهم فالسنة بأن يصلي معهم ركعتين ويدين بأنها تامت. لايكن في صدرك من ذلك شك.

32- halifenin ve onun tayin ettiği kimsenin arkasında Cuma namazı kılmak caizdir, tamdır ve iki rekat olarak kılınır. Bu namazı eksik görüp iade eden bidatçidir, eserleri (hadisleri) terk ederek sünnete muhalefet etmiş olur. İmamların iyisinin ve facirinin ardında namaz kılmayı caiz görmezse, o kimseye Cuma’nın faziletinden bir nasip yoktur. Sünnet ise, namazı onlarla beraber iki rekat olarak kılmaktır. Bu eksiksiz bir namazdır, gönlünde bu hususta bir şüphe olmasın.

33 - ومن خرج على إمام من أمة المسلمين وقد كان الناس اجتمعوا عليه وأقروا له بالخلاقة بأي وجه كان بالرضا أو بالغلبة فقد شق هذا الخارج عصا المسلمين، وخالف الآثار عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم - فإن مات الخارج عليه مات ميتة جاهلية.

33- İnsanların, ister halifeliğini razı olarak kabul ettikleri, ister zorla etrafında toplanmış oldukları Müslüman ümmetten olan bir İmam’a karşı çıkan kimse, Müslümanların birliğini bozmuş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayetlere muhalefet etmiş olur. Bu şekilde ölürse cahiliye üzere ölmüş olur.

34 - ولا يحل قتال السلطان ولا الخروج غليه لأجد من الناس. فمن فعل ذلك فهو مبتدع على غير السنة والطريق.

34- Sultana karşı savaşmak helal değildir ve insanlardan hiç kimsenin onlara karşı çıkması caiz değildir. Kim böyle yaparsa sünnetin ve doğru yolun haricinde bir bidatçidir.

35 - وقتال اللصوص والخوارج جائز إذا عرضوا للرجل في نفسه وماله فله أن يقاتل عن نفسه وماله، ويدفع عنها بكل ما يقدر، وليس له إذا فارقوه أو تركوه أن يطلبهم، ولا يتبع آثارهم، ليس لأحد إلا الإمام أو ولاة المسلمين. إنما له أن يدفع عن نفسه في مقامه ذلك، وينوي بجهده أن لا يقتل أحدا؛ فإن مات علي يديه في دفعه عن نفسه في المعركة فأبعد الله المقتول وإن قتل هذا في تلك الحال وهويدفع عن نفسه وماله رجوت له الشهادة. كما جاء في الأحاديث وجميع الآثار في هذا إنما أمر بقتاله، ولم يأمر بقتله ولا اتباعه، ولا يجيز عليه إن صرع أو كان جريحا، وإن أخذه أسيرا فليس له أن يقتله، ولا يقيم عليه الحد، ولكن يرفع أمره إلى من ولاه الله فيحكم فيه.

35- Kişinin canına ve malına saldırırlarsa, canını ve malını korumak için hırsızlara ve haricilere karşı savaşmak caizdir. Gücü yettiği kadar onlara karşı kendini müdafaa eder. Onlar bırakıp giderlerse onları takip etmez. Bunu ancak Müslümanların imamı yapabilir. Kişinin sadece bulunduğu yerde kendisini savunması ve kimseyi öldürmemeye niyet etmesi gerekir. Şayet canını ve malını müdafaa esnasında saldırganı öldürürse Allah’tan uzak olanı öldürülendir. Şayet canını ve malını savunurken öldürülecek olursa, hadislerde geldiği gibi o kimsenin şehid olmasını umarım. Bu konudaki bütün hadisler, saldırgan ile çarpışmayı emreder fakat, onu öldürmeyi ve arkasını takip etmeyi emretmez. Eğer onu yaralarsa veya esir alırsa o öldürülmez. Ona had cezası da uygulanmaz. Onun durumu Allah’ın kendisine yetki verdiği kimseye havale edilir ve buna o hükmeder.  

36 - ولا نشهد على أحد من أهل القبلة بعمل يعمله بجنة أونار. نرجو للصالح ونخاف عليه، ونخاف على المسيء المذنب. ونرجو له رحمة الله.

36- kıble ehlinden herhangi bir kimsenin işlediği bir amel sebebiyle onun cennetlik veya cehennemlik olduğuna şahitlik etmeyiz. Salih kimse için ümit besleriz ve günahkar kimse için de korkar, onun için Allah’ın rahmetini umarız.

37 - ومن لقي الله بذنب يجب له ربه النار -تائبا غير مصر عليه - فإن الله يتوب عليه. ويقبل التوبة عن عباده ويعفو عن السيئات.

37- kim Allah’ın huzuruna cehennemi gerektiren bir günahta ısrar etmemiş ve ondan tevbe etmiş olarak çıkarsa, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. O, kullarının tevbesini kabul edendir, kötülüklerini bağışlayandır.

38 - ومن لقيه وقد أقيم عليه حد ذلك الذنب في الدنيا فهو كفارته. كما جاء في الخبر عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم -.

38- bu günahından dolayı kendisine had uygulanmış olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimseye gelince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen rivayette olduğu gibi, onun günahına kefaret olur.

39 - ومن لقيه مصرا غير تائب من الذنوب التي قد استوجب بها العقوبة ؛ فأمره إلى الله إن شاء عذبه وإن شاء غفر له.

39- ceza gerektiren bir günaha tevbe etmeden Allah’ın huzuruna çıkan kimseyi, Allah dilerse azab eder, dilerse bağışlar.

40 - ومن لقيه من كافر عذبه ولم يغفر له.

40- kafir olarak Allah’ın huzuruna çıkan kimse azaba uğrar, bağışlanmaz.

41 - والرجم حق على من زنا وقد أحصن إذا اعترف أو قامت عليه بينة.

41- evli iken zina eden kimse bunu itiraf ederse veya zina ettiğine dair delil ortaya konursa, onun recm edilmesi haktır.

42 - وقد رجم رسول الله - صلى الله عليه وسلم -.

42- nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem recim cezası uygulamıştır.

43 - وقد رجمت الأئمة الراشدون.

43- Raşid imamlar da recim cezasını uygulamışlardır.

44 - ومن انتقص أحدا من أصحاب رسول الله - صلى الله عليه وسلم - أو أبغضه بحدث كان منه أو ذكر مساوئه كان مبتدعا حتى يترحم عليهم جميعا، ويكون قلبه لهم سليما.

44- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birini küçük gören veya yaptığı bir şeyden dolayı onlardan birine buğzederek kötülüklerini dile dolayan, ashabın hepsini rahmetle anmadıkça ve kalbi onlar için selim olmadıkça bidatçi olur.

45 - والنفاق هو الكفر: أن يكفر بالله ويعبد غيره، ويظهر الإسلام في العلانية، مثل المنافقين الذين كانوا على عهد رسول الله - صلى الله عليه وسلم –

45- Nifak küfürdür. Bu; kişinin Allah’ı inkar etmesi ve O’ndan başkasına ibadet etmesidir, bununla beraber müslümanmış gibi görünmesidir. Tıpkı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanındaki münafıklar gibi.

46 - وقوله - صلى الله عليه وسلم - : "ثلاث من كُنَّ فيه فهو منافق"
هذا على التغليظ نرويها كما جاءت، ولا نفسرها.

46- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Şu üç şey kimde bulunursa o münafıktır” hadisine gelince, bu vebalin ağırlığını anlatmak içindir. Bunları öylece rivayet ederiz, yorum yapmayız.

47 - وقولـه - صلى الله عليه وسلم - "لا ترجعوا بعدي كفارا ضلالا يضرب بعضكم رقاب بعض". ومثل: "إذا التقى المسلمان بسيفيهما فالقاتل والمقتول في النار" ومثل "سباب المسلم فسوق وقتاله كفر" ومثل "من قال لأخيه يا كافر فقد باء بها أحدهما" ومثل "كفر بالله تبرؤ من نسب وإن دق ".

47- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in; “Benden sonra birbirinizin boyunlarını vurarak sapık kafirlere dönmeyin” hadisi, “iki Müslüman kılıçlarıyla çarpışırsa öldüren de, öldürülen de ateştedir” hadisi ve “Müslüman sövmek fasıklık, onu öldürmek küfürdür” hadisi, “kim kardeşine ey kafir derse bu küfür ithamı ikisinden birini bulur” hadisi ve “zayıf bir ihtimal ile dahi olsa nesebden uzak olduğunu belirtmek, Allah’ı inkardır” hadisine gelince;

48 - ونحو هذه الأحاديث مما صح وحفظ، فإنا نسلم له، وإن لم نعلم تفسيرها ولا نتكلم فيها ولا نجادل فيها، ولا نفسر هذه الأحاديث إلا مثل ما جاءت لا نردها إلا بأحق منها

48- bu ve bunlar gibi sahih olarak ezberlenmiş hadislere, yorumunu bilmesek de teslim oluruz. Bunlar hakkında konuşup mücadeleye girmeyiz. Bu hadisleri ancak böyle rivayet edilen hadislerle açıklarız. Bunları en uygun olan anlamına hamlederiz.

49 - والجنة والنار مخلوقتان كما جاء عن رسول الله - صلى الله عليه وسلم -: "دخلت الجنة فرأيت قصرا"، "ورأيت الكوثر" و"اطلعت في الجنة فرأيت أكثر أهلها. . . ."، "واطلعت في النار فرأيت. . . . . . كذا"، فمن زعم أنهما لم تخلقا فهو مكذب بالقرآن , وأحاديث رسول الله - صلى الله عليه وسلم -، ولا أحسبه يؤمن بالجنة والنار.

49- Cennet ve Cehennem Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen; “Cennete girdim ve orada bir köşk gördüm”, “Kevseri gördüm”, “Cennet halkının çoğunun şunlar şunlar olduğuna muttali oldum..”, “Cehennem’e şöyle muttali oldum..” hadislerinde olduğu gibi yaratılmışlardır, şuan mevcutturlar. Kim onların yaratılmamış olduğunu iddia ederse Kur’anı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini yalanlamış olur. Böyle bir kimsenin cennete ve cehenneme de inandığını sanmam.

50 - ومن مات من أهل القبلة موحدا يصلى عليـه ويستغفر له، ولا يحجب عنه الاستغفار، ولا تترك الصلاة عليه لذنب أذنبه -صغيرا كان أو كبيرا - أمره إلى الله.

50- Kim kıble ehli bir muvahhid olarak ölürse, onun cenaze namazını kılarız ve onun için bağışlanma dileriz. İşlediği küçük yada büyük günah sebebiyle onun cenaze namazını ve ona bağışlanma dilemeyi terk etmeyiz. Onun işini Allah’a havale ederiz.

 

 

 

 

 

 



[1]  Dört Rükün(s.87)

[2] Bkz.: el-Guluv Fid-Din(s.330-335)

[3] (İsra Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi (29)/8), (Taberani (5/272) Müslim(2551- 85.)

[4] Keşful Hafa(214) Mecmauz Zevaid(4/252) Zübeydi İthaf(5/288) Camiüs Sağir(8591) Kenz(44433) Nevafihul Atira(2105) Iraki el Muğni(1389) ihya(2/23) Tergib veTerhib (4/203; Beyhaki, Taberani ve Hakim’den) zayıftır. Ebu Ya’lanın benzer bir rivayeti için bkz.:Ramuzül Ehadis(489) Mecmauz Zevaid(4/252)

[5] Tirmizi(2743,1171) Hakim, Müstedrek(1/53) İbn Mace(1609) Camiüs Sağir(3990) hasendir.

[6] Buhari(7/11) Müslim(zikr 26) Tirmizi(2780) Ahmed(5/200) Beyhaki(7/91) Beyhaki Sagir(2470) Şuabul İman(5410) Taberani(1/133) Mişkat(3085) Kurtubi(12/311) İbniAsakir(2/395) Hatib(12/339) Hilye(3/35) Zübeydi İthaf(7433) Fethul Bari(9/137) Nevafihul Atire(1712) İbni Mace(3998) Şiratul İslam(324)

[7] Buhari(4/1900) Müslim(1599,2564) Dârimi(2535) İbn Mace(3984) Nesai(443)

[8] Taberani Mucemus Sağir(709)

[9] Tirmizi(1173) Deylemi(6713) Tac(3/596) Kenz(45158) Taberani(10/132) Mecmauz Zevaid(4/314) Keşful Hafa(2705) İbni Kesir(3/491) Beyhaki Şuab(7819) Mişkat(3109) Şa'rani Hukukil Uhuvve(266) Nasbur Raye(1/298) İbni Hibban(Mevariduz Zaman(s.103) İbni Huzeyme(3/93) Feyzul Kadir(6/267) Iraki Muğni(1572) Kunuzül Hakayık(8006) Elbani Sahihul Cami(6/14) Tergib Ve Terhib(2/269) Nevafih(1855) İbnu Katan Kitabun Nazar(s.137) ittifakla sahihtir.

[10] Müslim(1403)

[11] Taberani /  Mecmauz Zevaid(2/35)

[12] Müslim(1403)

[13]Deylemi’den; Kunuzul Hakayık(3405) el Mesanid(2/160)

[14] (Tergib ve Terhib 5/126 – Buhari    Müslim )

[15] Ahmed(3/429) Nesai(6/11) İbni Mace(2781) Hakim(2/70,4/151) Deylemi(2611) Ebu Bekr eşŞafii Rubaiyyat(2/25) Ebuş Şeyh Fevaid(s.253) Hatib Cami(2/289) Dulabi Kuna(2/138) Kudai(119) Keşful Hafa(1/335) Dürerül Müntesira(68) Ahadisul Kussas(70) İbni Adiy(6/2347) Şa’rani Bedrul Münir(1124) Kenz(45439) Elbani Daife(593) Daiful Cami(s.394 no;2666) Camiüs Sağir(3642) Tergib ve Terhib(5/5) Nevafihul Atira(610) Hafız Yemani; sahih, Suyuti hasen dedi, Elbani mevzu olduğunu iddia eder. Doğrusu Muaviye Bin Cahime’den gelen rivayet sahihtir. Zehebi de bunu doğrular. Elbani’nin Mevzu dediği rivayet ise, Enes Radıyallahu anh.’den gelmiş olup zayıftır.

[16] (Nisa Suresi(4)34, E.Davud/ 2142, İbn Mace/1850)

[17] (E. Davud/ 2140)

[18] Hadiste;"Kişinin başına demirden çivi çakılması yabancı kadına dokunmasından daha iyidir." Buyruluyor. Bu sahih hadisi; Taberani Mucemul Kebir’de(20/212) Suyuti Camius Sagir’de(7216) Elbani Sahiha’da(226) Beyhaki Şuab’da(5455) Ru'yani Müsned’de(2/323) Münziri Tergib’de(3/66) Deylemi Müsnedül Firdevs’de(7859) İbni Sünni(43/b) Ebu Nuaym Tıbbun Nebevi’de(2/33) Nebhani Fethul Kebir(9665) Heysemi Mecmauz Zevaid’de(4/326) rivayet etmişler.

[19] Ahzab suresi 53

[20] Beyhaki “Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.)

[21] Nesei(4289) Tirmizi(2357)

[22] Buhari

[23] (Tirmizi(3130) Ebu Davud(4693)

[24] Buhari(nikah 11/1-6/159) Müslim(selam 20) Tirmizi(1171) Darimi(2645) Ahmed(4/149) İbnu Katan Kitabun Nazar(s198) Cemül Fevaid(4347) Tergib(4/195) Beyhaki(7/90) Beyhaki Şuab(5437) Tac(3/615) Fethul Kebir(4871) Deylemi(1551) Kunuz(2467) Kenz(13060) Makdisi Umdetul Ahkam(306) Nesai İşretün Nisa(338) Fethul Bari(9/330) İbni Cevzi Zadul Mesir(6/34) Nüzhetül Muttakin(2/339) Rıyazus Salihin(1630) Iraki Tarhut Tesrib(7/39) 

[25] Müslim(hac 1341) Tirmizi(2165) Nesai(3898) Ahmed(1/18,26) Hakim(1/114) Beyhaki  Şuab(5454) Zeylai Nasbur Raye(4/249) Kunuzul hakayık(9537) Kenz(13042) Tergib(4/196) Ramuz(172/7) Tac(3/616) Tarhut Tesrib(7/40)

[26] (Tirmizi / 1181, – Müslim / 2174, – Darimi 2785, – Ebu Davud / 4719) bkz.:Müslim(selam 22) Tirmizi(2779) Beyhaki Şuab(5444) Buhari(9/290) Cemül Fevaid(4350) Rıyazus Salihin(1631) Nüzhetül Muttakin(2/339) Tarhut Tesrib(7/40)

[27] Tirmizi(2484) Ebu Davud(Edeb / 16)

[28] Buhari(megazi 34) Müslim(tevbe 58) Tirmizi(3180) Ebu Davud(4735) İbni Kesir(3/1584) Cemül Fevaid(7104) Taberi(2/111) İbni Hişam(4/10) Vakıdi(2/426) DürrüMensur(190) İbni Seyyidin Nas Uyunül Eser(2/128) Zadul Mead(3/1223) İbni Mace(1970) Beyhaki Delail(4/64) İbni Sad(2/65)

[29] Ahmed b. Hanbel

[30] Ebu Davud(1833) İbni Rüşd Bidaye(2/166) İbni Sa'd(8/71) İbni Mace(2935) İbnu Katan Kitabun Nazar(s149) Ezraki(2/14) Cemül Fevaid(3246)

[31] Ebu Davud(2488) Beyhaki(9/175) İbni Sad(3/83) Suyuti Babus Seadeteyn(43/17) Cem'ül Fevaid(6133) Hayatus Sahabe(3/201) Kenz(2/157)

[32] Malik(730) Buhari(3/146) Ebu Davud(1827) Tirmizi(763) Cemül Fevaid(3235) Müslim(2012) Nesai(2616) İbni  Mace(2920) Ahmed(4252) Darimi(1730) Tarhut Tesrib(5/40)

[33] Buhari(11/5210)

[34] Müslim(1424) İbni Mace(1964)

[35] Müslim(1699) Ebu Davud(2148) Tirmizi(2776) Hakim(2/396) Beyhaki(7/90) Ahmed(4/358) Tayalisi(s.93) Darimi(2646) Cem'ül Fevaid(4352) Tac(3/618) İbnu Katan Kitabun Nazar(s.71)

[36] Buhari ve Müslim.

[37] Sahih, Ebu Davud.

[38] Sahibul Camii: 5439.

[39] Buharî.

[40] Buharî.

[41]   Yıl, milâdın 571. yılı idi. Araplar önemli olayları tarihiyle kaydederlerdi. Yemenli bazı Hıristiyanlar, Habeşli Ebrehe'nin komutasında Kabe'yi yıkmak üzere filler ile geldiler. Bu hususu Allah Teâlâ şöyle dile getirmektedir:

"Rabbinin, Fil Ordusu'na nasıl yaptığını görmedin mi? O, onların üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürüler halinde kuşlar göndermek ve böylece onları yenilmiş ekin yaprakları gibi yapmak suretiyle, planlarını boşa çıkarmamış mıdır?" [el-Fîl 105/1-5]. "Tayran ebâbîl" gökyüzünde topluluklar halinde peş peşe uçan kuşlardır. Taberî, tefsirinde İkrime'den şöyle rivâyet etmektedir: Bu kuşlar, onlara taşlar atıyordu. Taşlar onlardan birine isabet ettiği zaman, çiçek hastalığı çıkıyordu. İlk defa o zaman (Arap topraklarında) çiçek hastalığı görüldü.

[42] el-Bakara 2/185.

[43]   Örneğin bk. Buhârî, "Bed'ü'l-Vahiy", 3; "Tefsîru Sûreti 96", 1-3; "Ta'bîr", 1, 5.

[44] İbn Mâce, "Ticârât", 2.

[45] en-Nisâ 4/164; el-A'râf 7/143.

[46] Müslim, "Fedâilü's-Sahâbe", 18.

[47] Buhârî, "Bed'ü'l-Vahy", 1; "Sûretü 96", 1.

[48] el-Alak 96/1-5.

[49] el-Müddessir 74/1-7.

[50] el-Hicr 15/94.

[51]   Buhârî, "Bed'ü'l-Halk", 7; Müslim, "Cihâd", 111.

[52] Yüce Allah Kur'an'da şöyle buyurmaktadır: "Kulu (Muhammed'i) geceleyin, mucizelerini göstermek üzere, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfattan uzaktır. Kuşkusuz, O, çok iyi işiten, çok iyi görendir." [el-İsrâ 17/1]

[53] Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ona yardım etmeyecek olursanız, (bilin ki), Allah -inkar edenler, onu (Mekke'den) çıkardıklarında, mağarada bulunan iki kişiden biri olarak- ona yardım etmişti. Hani o, arkadaşına: ‘Üzülme; zira Allah bizimledir.' diyordu." [et-Tövbe 9/40]

[54] Ebû Dâvûd, "Talâk", 38.

[55] Buhârî, "Tevhîd", 22; Tirmizî, "Tefsîru Sûre 33", 16.

*    Türkçe de ise ‘bağış, hediye' gibi anlamlara gelmektedir.

[56] Müslim, "Cihâd", 75.

[57] Buhârî, "İlim", 7; "Cihâd", 101; "Meğâzî", 82; "Ahâd", 4; İbn Hanbel, I, 243, 305.

*    Yani şahadet kelimelerinin her birini yavaşça söyledikten sonra tekrar yüksek sesle söylemektir.

[58] el-Mâide 5/67.

[59] Müslim, "Fedâil", 73.

[60] Ebû Dâvûd, "Cihâd", 69.

[61]   Müslim, "Hac", 452-453.

[62] Müslim, "Hac", 451.

[63] Sarık, güneş ışınlarından başı korumak için Arap beldelerinde kullanılan bir âdet idi.

[64] Buhârî, "Libâs", 36.

[65] Ebû Dâvûd, "Libâs", 16.

[66] Müslim, "Libâs" 10.

[67] Ebû Dâvûd, "Tıb", 14; "Libâs", 13; Tirmizî, "Cenâiz", 18; "Edeb", 46; Nesâi, "Cenâiz", 38; "Zinet", 97.

[68] Ebû Dâvûd, "Libâs", 4; İbn Hanbel, II, 50.

[69] Tirmizî, "İsti'zân", 7.

[70] Ebû Dâvûd, "Libâs", 1.

[71]   Ebû Dâvûd, "Libâs", 5.

[72] Ebû Dâvûd, "Libâs", 4; İbn Mâce, "Libâs", 27; İbn Hanbel, V, 324.

[73] Buhârî, "Libâs", 1, 2, 5; "Fedâilu's-Sahâbe", 5; Müslim, "Libâs", 42, 43-46, 48.

[74]    Müslim, "İmân", 148, 149.

[75]    Bk. Buhârî, "Eşribe", 16.

[76]    Müslim, "Eşribe", 123.

[77]    Buhârî, "Vudû", 18; "Eşribe", 25; Müslim, "Taharet", 63; Tirmizî, "Eşribe", 16; Nesâî, "Tahâret", 41; İbn Mâce, "Eşribe", 23; İbn Hanbel, IV, 383; V, 296, 309, 310, 311.

[78]    Tirmizî, "Eşribe", 13.

[79]    Nesâî, "İşretü'n-Nisâ", 10; İbn Hanbel, III, 128, 199, 285.

[80]    Ebû Dâvûd, "Nikâh", 38; Dârimî, "Nikâh", 25.

[81]    "İlâ" ve "zıhâr"ın anlamı daha sonra gelecektir; içindekilere bakınız.

[82]    İbn Mâce, "Nikâh", 50; Dârimî, "Nikâh", 55.

[83]    Ebû Dâvûd, "Nikâh", 38.

[84]    Buhârî, "Tevhîd", 13; Ebû Dâvûd, "Edeb", 98; Tirmizî, "Deavât", 16.

[85]    Müslim, "Müsâfirîn", 62; Ebû Dâvûd, "Edeb", 98; Tirmizî, "Deavât", 18.

[86]    Buhârî, "Tevhîd", 13; "Deavât", 7, 15; Müslim, "Zikir", 59; İbn Mâce "Duâ", 16; Dârimî, "İsti'zân", 53.

[87]    Bk. Ebû Dâvûd, "Salât", 127; "Cihâd", 53; Nesâî, "Taharet", 105; "Cihâd", 23; "Hayl", 10.

[88]    Ebû Dâvûd, "Edeb", 17; İbn Mâce "Ticârât", 63; İbn Hanbel, III, 425.

*     Sa', 2. 917 kg ağırlığında bir ölçü birimi olup genellikle tahıl ölçümünde kullanılır. Z. D.

[89]    Buhârî, "İstikrâd", 4; "Vekâle", 6; Müslim, "Müsâkât", 120; İbn Hanbel, IV, 268, 416, 456.

[90]    Ebû Dâvûd, "Büyû'", 9.

[91]    Tirmizî, "Menâkıb", 13.

[92]    Müslim, "Fedâil", 82; Tirmizî, "Libâs", 20; "Menâkıb", 8; Dârimî, "Mukaddime", 10.

[93]    Buhârî, "Cihâd", 9; "Edeb", 90; Müslim, "Cihâd", 112; Tirmizî, "Tefsîru Sûre 93".

[94]    Buhârî, "Vudû", 9; "Deavât", 14; Müslim, "Hayz", 122, 123; Ebû Dâvûd, "Tahâret", 3; Tirmizî, "Tahâret", 4; Nesâî, "Tahâret", 17; İbn Mâce, "Tahâret", 9; Dârimî, "Vudû", 19.

[95]    Ebû Dâvûd, "Tahâret", 17; Tirmizî, "Tahâret", 5; İbn Mâce, "Tahâret", 10; Dârimî, "Vudû", 17.

[96]    Müslim, "Tahâret", 73.

[97]    Tirmizî, "Edeb", 16.

[98]    Müslim, "Tahâret", 55.

[99]    Buhârî, "Libâs", 64; Müslim, "Tahâret", 54.

[100]   Buhârî, "Hibe", 9; "Libâs", 80.

[101]   Müslim, "Elfâz", 20.

[102]   Ebû Dâvûd, "Tereccül", 6; Nesâî, "Zânet", 73.

[103]   Buhârî, "Cum'a", 19; Müslim, "Cum'a", 7, 8; Tirmizî, "Cum'a", 29; Ebû Dâvûd, "Tahâret", 127; Nesâî, "Cum'a", 6, 11.

[104]   Buhârî, "Cum'a", 8; "Temennâ", 9; "Savm", 27; Müslim, "Tahâret", 42.

[105]   Buhârî, "Savm", 27.

[106]   Ebû Dâvûd, "Savm", 26.

[107]   Buhârî, "Savm", 25.

[108]   Allah Resûlü'nün maksadı, "Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir." [Buhârî, "Savm", 2, 9; "Libâs", 78; Müslim, "Sıyâm", 162-164; Tirmizî, "Savm", 54; Nesâî, "Sıyâm", 41, 42; 43; İbn Mâce, "Sıyâm", 1; Dârimî, "Savm", 50; Muvatta, "Sıyâm", 58; İbn Hanbel, I, 446] hadîsinden hareketle ‘Zevalden sonra misvak kullanmak oruçluya mekruhtur.' diyenlerin görüşünü reddetmektir.

[109]   Buhârî, "Menâkıb", 23.

[110]   en-Nisâ 4/41.

[111]   Müslim, "Müsâfirîn", 247.

[112]   Müslim, "Cum'a", 43; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 5; Nesâî, "İ'deyn", 22; İbn Mâce, "Mukaddime", 7; Dârimî, "Mukaddime", 16, 23; İbn Hanbel, III, 310, 371; IV, 126, 127.

[113]   Müslim, "Cum'a", 52.

[114]   Ebû Dâvûd, "Salât", 223.

[115] Müslim(153,240) Ahmed(2/350)

[116] Nisa; 136

[117] Nisa; 137

[118] Muhtasarı İbni Kesir(1/448)

[119] Tevbe; 91

[120] Nur; 62

[121] A’raf, 158

[122] Fetih, 8-9

[123] Bakara 145

[124] Fetih, 13

[125] Hucurat, 15

[126] Tegabün, 8

[127] Tevbe, 80

[128] Buhari(24,1321,2748) Müslim(22)

[129] Buhari(cenaiz 87)

[130] Buhari(7) Müslim(21)

[131] Bakara, 62

[132] Hakim(3/600)

[133] İbni Kesir(1/48-49)

[134] Taberi(1/256)

[135] A’raf, 157-158

[136] Hadid, 28

[137] Kasas, 50

[138] Beyyine, 1-6

[139] Hadis öğrenim ve öğretim yollarından olan icazet, hocanın talebesine rivayet hakkına sahip olduğu hadislerin veya kitapların tamamını yahut bir kısmını rivayet etmesi için, yazılı veya sözlü olarak müsaade etmesidir.

[140] Zındık (çoğulu zenadıka:zındıklar) kelimesi mecusilerin kutsal kitabı Zend-Avesta’yla bağlantılı bir kelime olup Zend-ik yani Zend’e bağlı, o kitapla amel eden demektir. İran’ın fethinden sonra Mecusilerin bir kısmı İslam’ı içten yıkmak amacıyla İslamı kabul etmiş gibi görünüp eski inançlarını devam ettirdiler. Örneğin zındıkların en büyük alameti biri hayır diğeri şer ilahı olmak üzere iki ilahın kainatı yönettiğine dair inanıştır ki buna Seneviyye (dualizm, ikicilik) ismi verilir. Bu inanç tamamen mecusilere aittir. Kısacası Zındık terimi Kur’an’daki münafık kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılır. Fıkıh kitaplarında içindeki küfrü ortaya çıkan münafıklara uygulanacak ahkam zındığın hükmü başlığı altında incelenmiştir. Ayrıca İslam toplumu içinde ve İslami kisveyle ortaya çıkmalarına rağmen küfür olan düşünceleri savunan batıniler, filozoflar ve vahdeti vücutçular  da  zındık olarak adlandırılmıştır. Bu eserde olduğu gibi bazı İslami kaynaklarda ise her türlü dinsiz, inkarcı akım zındıklık/zındıka olarak nitelenmiştir. Günümüzdeki komünizm ve masonluk gibi fikir akımları da zındıklık olarak değerlendirilebilir. Zaten kitabın ilerleyen sayfalarında zındıkların Kur’an’a yönelttikleri ithamları gördüğümüzde bunların benzerlerinin hatta bazen tıpatıp aynılarının günümüzdeki din düşmanları tarafından da dile getirildiğini ibretle müşahede edeceğiz.

[141] İmam Beğavi ilgili ayetin tefsirinde bu meseleyi şöyle izah etmektedir: “Şayet: Dünyada olmayan ve Allah’a isyan etmemiş bir deriye nasıl azap edilir? denilirse: Cevaben şöyle denir: Her defasında o ilk deri yenilenir.. “Başka derilerle” denilmesi ise, niteliğinin değişmesi nedeniyledir. Örneğin:“Bu yüzüğümden, başka bir yüzük yaptım” denilir. İkinci yüzük birinci yüzüktendir. Ancak sadece yapım ve nitelik değişmiştir. Yine örneğin: Bir kimse arkadaşını sıhhatli bir halde terkedip sonra döndüğünde onu hasta ve bitkin bir halde gördüğünde arkadaşı ona: Ben, beni bıraktığından farklıyım, der. Aslında bu ilk kişidir. Ancak niteliği değişmiştir.
Süddi der ki: Deri, kafirin etinden bir deriyle değişir. Sonra deri, eti getirir. Sonra etten başka bir deri çıkarır. Denildi ki: Derinin kendisi azap edilmez, onun sahibi derisine azap edilir. Çünkü Allah daha sonra: “Ta ki azabı tatsınlar” buyurmuştur, “litezüka; o deri tatsın” diye buyurmamıştır. Abdulaziz İbni Yahya der ki: Allah (celle celaluhu) Cehennem’liklere acı çekmeyen deriler giydirir. Bu onlar için daha büyük bir azap olur: Derinin her yanışında, bu başka bir deriyle değiştirilir. Örneğin Allah: “Elbiseleri Katran’dandır.” (İbrahim 14/50) buyurur. Elbiseler azap görmez, onlara azap verir. (Ta ki azabı tatsınlar. Şüphesiz Allah azizdir, hakimdir.)” (Beğavi, Mealim’ut Tenzil)

[142] İbnu Abbas (r.anhuma) “O gün durumlar çeşitlidir. Bazan konuşacaklar, bazan da ağızlarına mühür vurulacaktır.” demiştir. (bkz: Taberi Tefsiri el-Murselat 77/35. ayetin açıklaması)

[143] İmam Ahmed (rh.a) şu hadise işaret etmektedir: Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: «Allah (celle celaluhu) yeryüzünün her tarafından alınan birer avuç topraktan Adem (a.s)'ı yarattı. İşte insanlar bu yüzden toprak gibi değişik değişiktir. Bazıları siyah, bazıları kırmızı, bazıları da beyazdır. Bazıları yumuşak, bazıları çirkef, bazıları da temizdir. (Ebu Davud; Tirmizi; Ahmed; İbni Hibban; Beyhaki rivayet etti. Tirmizi bu hadis için hasen-sahih dedi. Hakim bu hadis için Buhari ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, dedi.)

[144] Ekinoks adı verilen bu durum 21 Mart ve 21 Eylül günlerinde meydana gelir.

[145] 21 Aralık

[146] 21 Haziran

[147] Buradaki ifadede çelişki gibi görülen azap ve ceza ile kasdedilen husus şu şekilde açıklanabilir. Bu dünyada verilen karşılık  ceza olarak adlandırılmaktayken ahirette verilen karşılık ise azap olarak adlandırılmaktadır. Yani Allah onları domuza çevirerek bu dünyada cezalandırmıştır oysa Firavun ve ailesine ahirette çok büyük bir azap vardır.

[148] Cehennemin 7 kapısı bazı müfessirlerce cehennemdeki yedi tabaka olarak adlandırılmıştır. Bazı rivayetlere göre ilk tabaka olan Haviye günahkâr müminler için, Sakar Yahudiler için, Sa’ir Hıristiyanlar için, Cahim Sabiler için, Leza ateşperestler için, Hutame putperestler için ve pek çok farklı isimle adlandırılan yedinci kapı (tabaka) cehennem ise münafıklar içindir.

[149] Cehmiye, Cehm bin Safvan et-Tirmizi’ye müntesib olanlardır. Sıfatları nefyetmeyi ve ta’tili açıkça dile getiren odur. O ise bu kanaatleri Abdullah bin Halid el-Kasri’nin, Vasıt’ta kurban niyetine kestiği el-Cad bin Dirhem’den almıştır. el-Ca’d ise Harran’lı Sabii filozoflarla ilişkiye geçmişti. O aynı şekilde dinlerini tahrif eden ve Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e büyü yapan, büyücü Lebid bin el-A’sam ile bağlantıları bulunan ve dinlerini tahrif eden bir takım Yahudilerden bazı şeyler de öğrenmişti. (Geniş bilgi için bkz: el-Akidet’ut Tahaviyye ve şerhi sf 539 ve krş için Türkçe terc. Sf 456)

[150] - “Sumeniyye” de denilen bu topluluk Hind filozoflarından (İndo-Budist felsefeciler olarak bilinmekle beraber aynı zamanda Harranlı müşrik felsefeciler de aynı isimle adlandırılmıştır. Mesudi el-Tenbih ve'l-İşraf 138-139) bir gruptur. Bunlar maddi olarak hissedilenler dışındaki şeylerin bilgisini inkar ederler. Böyle materyalist bir topluluk olmalarına karşın el-Fark Beyne'l-Firak muellifi Abdu'l-Kahir Bağdadi’nin verdiği bilgiye göre tenasuhu yani reeenkarnasyonu kabul etmektedirler. (bkz, a.g.e 12. bölüm: Ashabu’t tenasuh) Kısacası bu grubun batini/ezoterik görüşlere sahip bir tür gizli cemiyet olduğu söylenebilir. Yukarda ki dipnotta kaydettiğimiz hususlar da göz önünde bulundurulursa Cehmiyye’nin de diğer bid’at fırkalarında olduğu gibi Yahudiler ve de masonluğa benzer bir takım çevrelerin İslam toplumuna soktuğu bir fitne unsuru olduğu rahatlıkla görülür.

[151] Bu süre zarfında namazı terk ettiği ve hiçbir ilaha ibadet etmeden durduğu söylenir.

[152] Allah'ı yaratıklarına benzeten fırkaya verilen isim. Cehm bin Safvan (öl. 128/746) Allah'ın sıfatlarını inkar edip tatile saptıktan sonra buna bir tepki olarak Allah'ı insanlara benzetme hareketi başlamıştır. Allah’ı cisim olarak tasavvur eden Mücessime fırkası da bu akımın içinden doğmuştur. Gerçek Müşebbihe’nin en önemli temsilcisi Hişam bin Hakem adındaki bir Şii’dir. –Haşa- Allah’ın boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Kerramiye mezhebi de Müşebbihe sınıfından sayılabilir. Bir de Cehmiyye, Mutezile gibi bazı dalalet fırkaları Allah’ın sıfatlarını ispat ettikleri için Ehli sünneti Müşebbihe olmakla itham ederler.

[153] Mu’tezile’nin kurucularından olup, Hasan el-Basri’nin öğrencisiyken büyük günah işleyenin hükmü konusunda ondan ayrılan Vasıl bin Ata’nın arkadaşıdır.

[154] Ragıb el-İsfahani diyor ki: “جعل” beş vecih üzere kullanılır: Birinci vecih “صارَ” yani “yapmaya başlamak, meydana gelmek” manasınadır. “جعل زيد يقول” yani “Zeyd söylemeye başladı” gibi. İkinci vecih, icad manasınadır. “وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ” (el-En’am 6/1) yani “karanlıkları ve aydınlığı varetti” kavlinde olduğu gibi. Üçüncüsü; bir şeyden bir şeyi çıkarmak manasına وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ  “eşlerinizden de sizin için oğullar varetti.” (en-Nahl 16/72) kavlinde olduğu gibi. Dördüncüsü bir şeyi bir halden diğer bir hale çevirmek manasına:الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً “yeri sizin için bir döşek kıldı.” (el-Bakara 2/22) kavlinde olduğu gibi. Beşinci olarak da bir şey ile diğer bir şeye hükmetme manasında kullanılır.إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ “Biz, muhakkak onu sana iade edeceğiz ve kendisini peygamberlerden biri yapacağız.” (el-Kasas 28/7) ayetinde olduğu gibi. (Geniş bilgi için bkz. Ragıb el-İsfahani, el-Mufredat, جعل maddesi)

[155] Buradaki “emir” kavramı hakkında başka açıklamalar da yapılmıştır. Nitekim Kurtubi’nin naklettiğine göre İbn İsa şöyle demiştir: Emir, yüce Allah'ın mübarek gecede kullarının halleri ile ilgili olarak hükme bağladığı şeylerdir. (el-Camiu li Ahkam’il Kur’an)

[156] Bu hadisin Kitabu Sünne’de birçok rivayeti vardır. Kitab el-Sünne 62-32 “Salsala” kelimesi “gürleme” sesi anlamındadır. Tirmizi’de yer alan rivayette ise “silsile” yer almaktadır ki bu kelime “demir bir zincirin bir kayaya sürtülmesiyle oluşan ses”i ifade eder.

[157] Kitapta Ahmed bin Hanbel kimi zaman tek bir şahsı kastederek cevap vermekte kimi zamansa çoğul hitaplar kullanmaktadır.

[158] Ahmed bin Hanbel burada her iki ayeti ayırmadan tek ayetmiş gibi birlikte vermektedir.

 

[159] Cehm bin Safvan, Allah’ın hiçbir sıfatla nitelenemeyeceğini ve kulların onu hiçbir şekilde bilemeyeceklerini, bundan aciz olduklarını ileri sürer. Bu düşüncesini Sabiilerden aynen iktibas etmiştir. Zanlarınca tamamen meçhul bir varlık olan Allah’ın görülmesini ise haliyle mümkün görmemektedirler.

[160] Kitab el-Sünne, 42

[161] Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'den gelen ve ru’yetullah’a delalet eden hadisi şerifler ile ashabının bu husustaki sözleri mütevatirdir. Bu hadisleri sahih, müsned ve sünen te’lif eden hadis âlimleri eserlerinde rivayet etmişlerdir. Bu hadislerden birisi şudur: Ebu Hureyre (ra) dedi ki: "Bazıları: Ey Allah’ın Rasulü! Kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz? diye sordular. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Ondördünde ay’ı görmekte herhangi bir zorluk, bir sıkıntı çeker misiniz? Hayır, ey Allah’ın Rasulü dediler. Bu sefer: Önünde herhangi bir bulut yokken güneşi görmekte bir sıkıntı çeker misiniz? Onlar yine: Hayır, dediler. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İşte siz O’nu böylece göreceksiniz." Hadisi uzun uzadıya Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir. Daha fazla bilgi için Tahavi Akidesi’nin İbnu Ebi’l İzz tarafından yapılan şerhinin Ruyetullahla alakalı bölümüne ve ayrıca İbn’ul Kayyim’in Türkçeye “Cennetteki Hayat” adıyla çevrilen “Had’il Ervah” isimli eserinin ilgili bölümüne müracaat edilebilir. İmam Ahmed’in muhtasar olarak değindiği bu konuya mezkur eserlerde hem geniş olarak yer verilmiş, hem de Cehmiye’nin getirdiği şüphelere doyurucu cevaplar verilmiştir.

[162] Kitab el-Sünnede yer alan rivayette, rivayet zincirinde Süfyan atlanmış ve Hz Peygamber’den (sallallahu aleyhi ve sellem) hadisi duyan kişi olarak Hz Ebu Bekir (ra) verilmiştir Kitab el-Sünne, 51

[163] Kitab el-Sünne’de birçok farklı şekilde rivayetlerine yer verilmiştir. Hadisin uzunca anlatıldığı bir rivayetinde bazı farklılıklara yer verilmiştir. Kitab el-Sünne 1/44-45

[164] Kitab el-Sünne, 1/44

[165] Bu rivayetin kaynağı tespit edilememiştir. Kitab el-Sünne 1/64 ve 2/153

[166] Buradaki ifade bozukluğu transkripte yer alan bir hatadan oluşmuş olmalı, bu haliyle bir anlam ifade etmemektedir. Biz çeviri yaptığımız metinde yer aldığı için metin içerisinde olduğu gibi yer verdik.

[167] Kenz el-Ummal’da bu hadisin Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbni Hibban, İbn Ebi Şeybe ve Taberani’den birçok değişik rivayeti vardır. (Kenz el-Ummal 463; 480; 481;491)