Eğlenmek,vakit geçirmek,oyalanmak, dinlenmek manalarına gelir. Eğlence ise, neşeli ve hoş vakit geçirmeye yarayan oyun, yarış, musiki, raks gibi şeylerin genel adı olmuştur.Bu kelimenin K.Kerim’de en yaygın kullanılan karşılığı “lehv”dir. Daha çok “laîb” kelimesiyle beraber kullanılan bu kelime, ahirete nisbetle dünya hayatının değersizliğini anlatır:
“Bu dünya
hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir.
Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl
yaşama odur.Keşke bilmiş olsalardı!”[1]
Araplar, hayatî ihtiyaçlarını
teminde büyük bir önem arzeden ve sıcak altında uzun çöl yollarını katetmesi
güç, kum fırtınası ve eşkıya gibi tehlikelere maruz kalma ihtimali büyük olan
ticaret kervanlarının gelişini sevinçle karşılar; davul çalarak hem
sevinçlerini izhar eder; hem de kervanın gelişini ilan ederlerdi. Hz.Peygamber
(s.a.v.) döneminde de bu gelenek devam etmiştir.
Eğlencenin kapsamı oldukça
geniştir.İnsanların dinlenmesi, hoşça vakit geçirmesi, sevinç ve neşe duymasını
sağlayan her türlü oyun,musiki, raks, mizah gösterileri, yarış, av, sohbet vb.
davranışları eğlence olarak mütalaa edebiliriz. Meşru sınırlarda kalmak
şartıyla seyredilen keyifli bir televizyon programı, ibret verici bir
sinema filmi, mesaj yüklü bir tiyatro sahnesi de bunlar arasında
sayılabilir. Anadolu’nun hemen her yöresinde yaygın olan gece sohbetleri de bir
tür eğlencedir. Özellikle yaz gecelerinde, düğünlerde, bayramlarda, asker
uğurlama ve karşılamalarında aileler birbirlerini ziyaret eder; birbirlerine
oturmaya giderler. Geç saatlere kadar çerez, meyve, çay, kahve ikramları
yapılır ve sohbet edilir. Çocuklar kendi aralarında oyuncaklarıyla
oynarlarken, gençler de kendi seviyelerine uygun eğlenceler tertip ederler.
Biraz daha olgun yaşta olanlar da birbirlerine anılarını anlatarak geçmişi yâd
ederler.Bu tür sohbet ve eğlenceler, insanların hoşça vakit geçirmesini sağlar;
dostlukları pekiştirir; insana toplumun bir üyesi olma hazzını
tattırır.Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, yatsı namazından sonra gece geç vakitlere
kadar oturup eğlenmeyi ve sohbet etmeyi, sabah namazını kaçırma ihtimalinden
dolayı hoş görmediği kaynaklarda gelmiştir.[2] Eğer böyle bir tehlike yoksa bu tür
eğlencelerin son derece normal karşılanacağı ortaya çıkar.Burada dikkat
edilmesi gereken husus, aşağıda da geleceği üzere, bu eğlencelerin İslam’ın
çizdiği meşru sınırlar içerisinde kalmasıdır.Hakkında haram olduğuna dair
kesin bir nass olmayan her şey mübahtır.
İslam, her dönemde
yaşanabilecek bir elastikiyete sahiptir.Çünkü, hem dünya hem
ahiret mutluluğunu vadeden bir mantalitesi vardır.
Sadece dünya için çalışıp ahireti unutmak ne kadar yanlış ise,
sadece ahireti düşünüp dünyayı unutmak da o derece yanlış ve
İslam’ın tasvip etmediği bir durumdur.İslam, Hristiyanların
icad edip, hakkını da tam olarak veremedikleri ruhbanlığı asla
emretmemiştir. Şüphesiz en iyi yol orta yoldur. Kaynaklarda Hz.Peygamber
(s.a.v.)’in, zaman zaman cariyeleri dinlediği, düğün ve
bayramlarda eğlenmeyi teşvik ettiği, ashabıyla şakalaştığı,
sportif faaliyetleri desteklediği rivayetleri gelmiştir.İnsanların
bu konuda haddi aşma ve harama düşme tehlikesi, bazı olumsuz görüşlerin de
oluşmasına zemin hazırlamıştır.Şimdi konuyu delilleriyle inceleyeceğiz.
EĞLENCE KONUSUNDA İSLAM’IN HASSAS ÇİZGİLERİ
Yüce Allah, insanları
uyarmak ve onlar için yol gösterici olmak
üzere peygamberler göndermiş; onlara kitaplar
indirmek suretiyle de hidayet rehberini
nebilerden sonra bile insanlar arasında
kalıcı kılmıştır. İnsanlar, bu hidayet rehberine
uyarak günlük hayatlarını şekillendirmek zorundadırlar.
En son indirilen kutsal kitabımız K.Kerim’de de, insanların
sosyal hayatını, aile düzenlerini, insanların hem
birbirleriyle hem de Allah ile ilişkilerini
düzenleyen dini, ahlaki, hukuki ve sosyal
hükümler bulunmaktadır. İnsanların günlük hayatlarının
önemli bir kısmını işgal eden eğlencenin
sınırlarıyla ilgili olarak da hem K.Kerim’de, hem de
Hz.Peygamber (s.a.v.)’in sünnetinde önemli
hükümler mevcuttur.
Öncelikle K.Kerim,
Allah’a şirk koşmayı ve O’na isyanı kesin
olarak yasaklamıştır: “İlahınız bir tek Allah’tır. O’ndan
başka ilah yoktur. O, Rahman’dır; Rahim’dir.”[3] “Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka
günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim
Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.”[4]
Şirk, bir şeyi
Allah’a ortak (eş) koşmak, onu ilah yerine koymak,
Allah’a ait tanrılık niteliklerinden herhangi
birini ona vermek demektir. Allah’a iman
etmiş olan bir kişinin, eğlence hayatında
kendisini bu imanın dışına itebilecek herhangi
bir eyleme girişmemesi gerekir. İslam, cahiliye
dönemine ait şirk unsuru ihtiva eden her
şeyi ortadan kaldırmıştır. Bir taraftan her türlü
şirk faaliyetlerini yasaklarken, diğer taraftan
da mensuplarının bunlara yaklaşmasını önlemek
üzere alternatif organizasyonlar düzenlenmesini
teşvik etmiştir. Öyleyse, bir mü’minin eğlence
hayatında dikkat etmesi gereken en önemli
faktör, küfür, şirk ve isyanı içeren veya
bunları çağrıştıran eylem ve davranışlardan
şiddetle kaçınmaktır. Mü’min; Allah’ın her şeyi
bağışlayabileceğine; ancak, şirk ve isyanın bunun
dışında kaldığına inanır. Tevhid konusu, İslam’ın en
hassas olduğu ve asla taviz vermediği
bir konudur. İçerisinde Allah’a şirk koşma ya da
isyanın olduğu herhangi bir söz ve
eylemi İslam’ın kabul etmeyeceği izahtan varestedir. Bu
nedenle bir eğlence türünün meşru nitelik
kazanabilmesi için bu eğlencede bulunması gereken
ilk şart, içerisinde şirk, küfür ve Allah’a
isyan vasıflarından herhangi birinin bulunmamasıdır.
İslam öncesi
cahiliye döneminde en yaygın eğlenceler; içki,
kumar ve şans oyunlarını ihtiva eden
eğlence türleriydi. İslam, içerisinde içki, kumar
ve fal(şans) mefhumu taşıyan veya bunları
akla getiren her eğlence türünü de yasak
kapsamına almıştır: “Ey iman edenler! Şarap, kumar,
dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları
birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun
ki kurtuluşa eresiniz.”[5]
İçki, içildiğinde
insanı sarhoş eden herhangi bir maddedir. Adı
veya türü ne olursa olsun; eğlenmek
maksadıyla sarhoş edici bir madde kullanımına
dinimiz izin vermemektedir. Fal da, insanların gelecek
(gayb) konusunda bilgi edinmek için başvurdukları
bir yöntem olup; Allah’tan başkasının gaybı
bilemeyeceği inancına ters düşen bir faaliyettir. Kumar
ise, taraflardan birine menfaat sağlayan her
türlü şans oyunudur.Bu tür oyun ve eğlencelerde
daima bir taraf kazanırken; diğer taraf kaybetmekte
ve tatlı bir heyecanla başlayan
eğlencelerin yerini kin, öfke ve düşmanlık almaktadır.
Zaten bir sonraki ayet, bu duruma işaret
eder: “Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak
aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan)
vazgeçtiniz değil mi”[6]
Burada eğlencenin
başka bir yasak sınırı daha karşımıza
çıkmaktadır. Öyleyse mü’minin eğlence hayatında içki, kumar,
fal ve bunlara benzer oyun ve davranışların yer
alması düşünülemez.
İslam’ın eğlence
konusuna bakışını incelerken, kadınların bir
eğlence vasıtası olarak kullanılması da gündeme
gelmektedir. Kadın-erkek ilişkisini kendi mantalitesi
içerisinde yeniden dizayn eden dinimiz, bu
ilişkiye de belirli sınırlamalar getirmiştir. K.Kerim,
öncelikle yabancı kadın ve erkeklerin
birbirlerine şehevi duygularla bakmalarını yasaklar:
“(Resulüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama)
dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü
bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır.
Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.
Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan)
korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler.”[7]
Ayetin devamı,
günlük hayatta kadın-erkek ilişkisi noktasında
çok önemli bir prensip ortaya koymakta;
kadınların fiziki güzelliklerinin eğlence
vasıtası olarak sömürülmemesi ve yabancı
erkeklere peşkeş çekilmemesi için tesettürü
emretmektedir: “Görünen kısımları müstesna olmak üzere,
zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının
üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları,
kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek
kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min
kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden,
ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb.
tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli
kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan
çocuklardan başkasına zinetlerini göstermesinler.
Gizlemekte oldukları zinetleri anlaşılsın diye
ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerine çekecek
tarzda yürümesinler).”[8]
Yabancı bir erkeğin,
eğlence malzemesi olarak kadını kullanması bu
ayetlerden anlaşılan mefhuma göre haramdır. Buradaki
temel esas, şehvet hissiyle yabancı kadına göz
dikmenin, kişiyi zinaya götüren en büyük etken
olmasıdır. Zira göz, kalbin aynası olup, zinaya
giden yolun ilk basamağını teşkil eder. Dinimiz
ise zinanın her çeşidini haram kılmıştır:
“Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlık ve çok kötü
bir yoldur.”[9]
Yukarıdaki ayette
“zina etmeyin” denilmeyip de “zinaya yaklaşmayın”
buyurulması ilgi çekicidir. Buna göre yalnız zina değil,
kişiyi zina etmeye sevkeden yollar da yasaklanmıştır.
Esasen bir kere bu yollara tevessül edildikten,
yani insanı zina etmeye zorlayan ve cinsi
arzuları kabartan bir ortama girdikten sonra,
artık bu arzuların ağır baskısı karşısında
iradenin gücü oldukça yetersiz kalır ve
zinadan korunmak son derece güçleşir. İnsanın bu
psikolojik zaafını dikkate alan Kur’an-ı
Kerim, prensip olarak insanı kötülüklere
sevkedici sebepleri ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Böylece, eğlence
noktasında İslam’ın hassas çizgilerinden biri
daha belirginleşmiş olmaktadır. Eğlenmek amacıyla,
aralarında nikah bağı olmayan karşıt cinslerin
şehevi duygularla birbirlerine bakması, dokunması vs.
haram kılınmış; kadınların da, erkekleri bu noktaya
sürükleyecek davranışlarda bulunmaları ( tesettürü
ihmal etmek, dikkat çekici hareketler yapmak vb. gibi)
yasaklanmıştır.
Bazı insanların
eğlenmek için seçtiği yollardan biri de,
insanlarla alay etmek; onları tahkir etmek
ve kişilerin onuruyla oynamaktır. Böylece, karşı
tarafın zaafını kendileri için bir eğlence
malzemesi kabul ederler. K.Kerim, insanların
onurunu rencide edecek bu çeşit eğlenceleri de
yasak kapsamına almıştır: “Ey mü’minler! Bir
topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki
de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar
da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın;
birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan
sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de
tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”[10]
Bu ayetle,
eğlence türlerinden çok sık rastladığımız bir
çeşidinin daha İslam’ın hassas çizgilerinin
kapsamına girdiğini görmekteyiz. Erkek ve kadınların
birbirleriyle alay etmemeleri, birbirlerini
ayıplamamaları ve birbirlerine kötü lakap
takmamaları istenmekte; bunları yapmanın yoldan
çıkma anlamına gelen “fasıklık” olduğu hatırlatılmaktadır.
Öyleyse bir mü’min, başkalarının onurunu kendi
zevkine alet etmemeli, insanları küçük düşürecek
eğlence türlerinden şiddetle kaçınmalıdır.
İslam dini, hangi
maksatla olursa olsun, haksız yere bir
canlıyı öldürmeyi yasaklamıştır. Dinimiz, her canlının
yaşama hakkı olduğunu ilan eder ve her türlü
cinayeti, işkence ve zulmü yasaklar: “Haklı bir
sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı
cana kıymayın.”[11] “İnsanlara zulmedenlere ve
yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere ceza
vardır.”[12]
Buna göre, sırf
bir eğlence olsun diye hiçbir canlı öldürülmemeli
ve hiçbir canlıya işkence edilmemelidir. Hayvanlar da
bu ilahi korumanın kapsamındadır. Dolayısıyla,
zararlı olması durumu hariç, eğlence
maksadıyla hayvanların öldürülmesi veya hayvanlara
eziyet edilmesi dinimizce yasaklanmıştır. Öyle ki,
İslam’ın önemli bir ibadeti olan kurban kesiminde
bile hayvanın incitilmeden kesilmesi emredilmiştir.
Çünkü onlar da bir can taşımaktadır. Bu nedenle
Resulullah (s.a.v.), hayvanları atış hedefi
yaparak ateş eden ve bu şekilde eğlenenleri
görünce; “kendisinde ruh olan hiçbir canlıyı
(atışlarınıza) hedef ittihaz etmeyin”[13] buyurmak suretiyle
tepkisini ortaya koymuştur.
Bütün bu
anlattıklarımızdan, eğlence hayatının hangi
sınırlarda kalabileceği ortaya çıkmaktadır. Buna göre,
bir eğlence türünün Hz.Peygamber (s.a.v.)’in
sünnetine aykırı olmaması ve meşru bir
nitelik kazanabilmesi için şu şartların bulunması
gerekir:
1-Allah’a şirk
veya isyanı içermemelidir. Şirk, küfür ve isyan
sayılan hatta bunları çağrıştıran tutum ve
davranışlardan uzak olmalıdır.
2-Sarhoşluk veren
maddelerin kullanıldığı herhangi bir eğlence
türünden olmamalıdır.
3-Taraflardan birine
menfaat sağlayan, diğerinin zararına sebep olan
kumar veya kumara benzeyen herhangi bir
şans oyunu olmamalıdır. Ancak, taraflardan birinin
lehine, diğerinin –diğerlerinin- aleyhine menfaat
sağlamayan şans oyunları bu kapsamın dışında
kalır.
4-Gaybten haber
almak anlamına gelen her çeşit faldan ve
falcılıktan uzak bulunmalıdır.
5-Zina ve zinaya
götüren hiçbir davranışı (bakma, dokunma, öpme vs.)
ihtiva etmemeli ve şehvet unsuru taşımamalıdır.
6-İnsanların onurunu
incitecek nitelikte olmamalıdır. Alay ve tahkir manası
taşımamalıdır.
7-Bir insan veya
hayvanın (haksız yere) öldürülmesini; onlara işkence ya da
zulmetmeyi içermemelidir.
EĞLENCENİN
SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ
İnsan, beden ve
ruhtan müteşekkil bir varlıktır. Hem bedenin,
hem de ruhun çok çeşitli ihtiyaçları
vardır. Bu ihtiyaçlardan birisi de dinlenmedir. İnsan
sürekli ibadet ederek veya çalışarak
hayatını sürdüremez. Dinlenmeye ve eğlenmeye de
ihtiyacı vardır. Esasen az miktardaki eğlence, ruhu dinlendirir;
kalbi de neşelendirir. Kafası yorulan ve zihni
bunalan kimseler için tekrar salim bir
kafaya kavuşmanın en emin yolu oyun, eğlence
ve musikidir.Daima ciddi ve düşünceli
olmak, durmadan ibadet veya dünyevi işlerle
meşgul olmak mümkün değildir. Musiki ve
eğlence insanı ruhen, zihnen ve bedenen
dinlendirmektedir. İnsan zekası bunlar
vasıtasıyla bilenir.Kalbi neşelendirir. Bilenen
zeka ve dinlenen kalp ile daha
verimli, daha ciddi çalışmak mümkün olur.
Oyun ve eğlence
kalbe rahatlık verir. Kalpten düşüncenin ağır yükünü
hafifletir. Kalpler zorlandıkları zaman körleşir. Onları
rahata kavuşturmak, çalışmak hususunda onlara
yardım etmektir. Mesela, daima fıkıh ilmine devam
edene cuma gününde tatil yapmak uygundur. Zira
bir gün tatil yapmak diğer günlerde ciddiyetle
çalışmaya vesile olur. Sair vakitlerde nafile
namaza devam eden bir kimsenin bazı vakitlerde
tatil yapması uygundur. Bazı vakitlerde namaz
kılmak, işte bu nedenle mekruh kılınmıştır. Bu bakımdan
tatil yapmak çalışmaya yardımcıdır. Oyun ve eğlence de
ciddi gayret göstermeye yardımcıdır. Katıksız
ciddiyete daimi bir şekilde sarılmaya
hiçbir kişi sabredemez. Acı hakikate ve halis ciddiyete
daimi bir şekilde yalnızca peygamberlerin nefsi
dayanabilir. Bu bakımdan eğlence ve oyun, yorgunluk ve
bitkinliğe karşı kalbin ilacıdır. O halde meşru
sınırlar içinde kalan oyun ve eğlencenin mübah
olması uygundur.Fakat fazla ilaç almak
uygun olmadığı gibi; oyun ve eğlenceye de fazla
dalmak uygun değildir.[15]
Peygamberimiz (s.a.v.)
ve O’nun dönemindeki insanlar da bu kuralın
içindedirler. Zaten kaynaklarda o dönemdeki
bazı eğlence türlerine peygamberimiz (s.a.v.)’in
cevaz verdiğine dair pek çok rivayet
bulunmaktadır. İmam Ahmed’in Müsned’inde
yer alan ve Hz.Aişe (r.a.)’ den rivayet
edilen bir olay şöyledir: “Resulullah (s.a.v.)
oturmakta idi. Bir gürültü ve çocuk sesleri
işittik. Hz.Peygamber (s.a.v.) ayağa kalktı. Bir
de baktı ki, Habeşli bir kadın raks
etmekte ve etrafında da çocuklar toplanmış
bulunmakta. Bana; “bunu seyretmek ister misin?”
diye sordu. “Evet” demem üzerine usanıncaya kadar
bana seyrettirdi.”[16]
Peygamberimiz
döneminde çoğunlukla eğlence için kılıç-mızrak
oyunları yapılırdı. Peygamberimiz (s.a.v.) de bu
tür eğlencelere cevaz verir ve hatta
bunları teşvik ederdi. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:
“Habeşliler harbeleriyle Resulullah (s.a.v.)’ın yanında
oynarlarken Ömer b. Hattab içeri girdi. Hemen
yere eğilip çakıl alarak onlara fırlattı.
Resulullah(s.a.v.): “Ey Ömer! Bırak onları (oynasınlar)! Zira
onlar, Beni Erfide’dirler.” buyurdu.”[17]
Bu oyunlar bir
sevinç gösterisi, bir tür eğlence idi. Zira
Ebu Davud’taki bir rivayetten bunu
anlıyoruz. Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resulullah(s.a.v.)
Medine’ye geldiği zaman, O’nun gelişinin
sevinç göstergesi olarak Habeşliler harbeleriyle
oynadılar.”[18]
Sadece kılıç oyunları
değil, def çalarak şarkı söylemek ve
eğlenmek de o dönemdeki insanların en büyük
eğlence vasıtaları idi.Enes b. Malik (r.a.), Resulullah (s.a.v.)’ın
bir defasında Medine’nin bir yerinden geçerken
def çalarak eğlenen cariyeler gördüğünü ve onları
taltif ettiğini belirtmektedir.[19] Hz.Peygamber (s.a.v.)’in özellikle
düğün ve bayramlarda def çalıp, şarkı söylemeye
ve eğlenmeye teşvik ettiğine dair pek çok
rivayet gelmiştir ki bu konuyu ileride özel
olarak inceleyeceğiz. Süleyman Uludağ, insanın ruhunu
ferahlandıran oyun ve eğlencelere, sufilerin
bir meşruiyet verdiklerini, bunları ciddilik
derecesinde makul saydıklarını belirtir.[20]
YASAKLANAN BAZI EĞLENCE TÜRLERİ
Hz.Peygamber (s.a.v.)’in
yasakladığı bazı eğlence türleri de şunlardır:
a)- Sırf
eğlence için hayvanları öldürmek:
Hz.Cabir (r.a.) anlatıyor:
“Resulullah (s.a.v.), hayvanlardan hangisi olursa
olsun, sabran (boş yere, eğlence için)
öldürülmesini yasakladı.”[72]
İslam, bütün
canlılar için huzur, barış ve mutluluk getirmiş olan en
son ve en mükemmel dindir. İnsanlara işkence ve zulmetmeyi
yasakladığı gibi hayvanlara zulüm ve eziyeti de yasaklamıştır.
Öyle ki, Allah rızası için yapılan ve bir ibadet olan
kurbanda bile hayvanların eziyet edilmeden ve usulüne
uygun olarak kesilmesini emretmektedir. Buna göre
hayvanların eğlence vasıtası kılınarak istismar edilmesi
de yasaklanmıştır. Avlanmak, bir geçim kaynağı olarak
serbest bırakılmıştır. İnsanların, meşru yolları
kullanarak hayvanlardan istifade etmeleri en
doğal haklarıdır. Ancak, hiç gereği yokken, sırf eğlence
gayesiyle hayvanların öldürülmesini dinimiz hoş
karşılamamaktadır.
Bir defasında Resulullah
(s.a.v.), bir keçiyi ittihaz ederek (hedef kılarak) ok
atmakta olan bir kalabalığa rastlamıştı. Bu halden hiç
hoşlanmadı ve: “Hayvanlara eziyet vermeyin” buyurdu. [73]
Yine İbn Abbas’ın
anlattığına göre Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: “Kendisinde
ruh olan hiçbir canlıyı (atışlarınıza) hedef
ittihaz etmeyiniz.”[74]
Görüldüğü gibi Resulullah
(s.a.v.), sırf eğlence için hayvanların
öldürülmesini hoş karşılamamış, bu çeşit eğlenceleri
yasaklamıştır.
b)-
Eğlence için hayvanları dövüştürmek:
Zevk için
hayvan dövüştürenler, her dönemde olduğu gibi
günümüzde de mevcuttur. Çağımızda özellikle horoz
ve köpek dövüştürmeleri yaygın hale gelmiştir.
İbn Abbas (r.a.)
anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), (dövüştürmek için)
hayvanların arasını kızıştırmayı yasakladı.”[75]
c)-Kumar
ve kumara benzeyen her türlü oyun:
Kumara benzeyen
ve taraflardan birine menfaat sağlayan oyun
çeşitleri, günümüzde hem daha çok gelişmiş, hem de
yaygınlaşmıştır. İslam dini, kötü şeyleri yasaklarken, mensuplarını
bu yasaklanmış kötülüklere sevk eden vasıtaları
da yasaklamış; bu konuda gerekli tedbirleri almıştır.
Kumarı kesin olarak yasaklayan dinimiz, insanları
kumara götürecek her türlü oyun ve
eğlenceyi de yasaklamıştır.
Ebu Hureyre(r.a.), Hz.Peygamberin
şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Kim iki at
arasına, geçeceğinden emin olunmayan üçüncü bir
at dahil ederse, bu kumar olmaz. Kim de geçeceğinden
emin olunan bir atı dahil ederse, bu kumar
olur.”[76]
Resulullah (s.a.v.), bu
bağlamda tavla ve zar oyunlarını da çirkin
görmüştür. Henüz yeni müslüman olmuş bir toplumda,
kumarı hatırlatabilecek oyunların da yasaklanması,
kumar yasağının iyice yerine oturması için
elzemdi. Bu konuda Hz.Peygamberden bizlere bazı
rivayetler de ulaşmıştır.
Hz.Büreyde (r.a.)
anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘Kim
tavla oyunu oynarsa, elini domuz kanına
bulamış gibi olur.’”[77]
İbn Mes’ud’tan nakledilen
bir rivayette de Resulullah (s.a.v.)’ın sevmediği on
şey arasında zar atmak da vardır.[78]
Bu rivayetlerden anlıyoruz
ki; zarla ilgili oyunlar o dönemde de
bilinmektedir. Bu oyunlar, kişiyi kumara yaklaştırma
endişesinden dolayı yasaklanmıştır. Çünkü, kumarın en
çok oynanan çeşidi, zar ve buna benzer
şans aletlerinin kullanıldığı oyunlardır.
Bu konuda Hz.Aişe’den
de bir rivayet gelmiştir.Hz.Aişe’nin anlattığına göre,
mahallesinde oturan bir ailede tavla bulunduğu
haberi kendisine ulaşır. Bunun üzerine; “Eğer
tavlayı evinizden çıkarmazsanız; ben sizi
mahallemden çıkaracağım” diye onlara haber gönderir.[79] Böylece onların tavla
bulundurmalarını hoş karşılamadığını ifade etmiş
olur.
BİR
EGLENCE OLARAK SPORTİF FAALİYETLER
Spor, fiziki
birtakım hareketler olup; bedenin güçlenmesini
sağladığı gibi, aynı zamanda gruplar halinde
yapılan sportif etkinlikler, gruplar arasında
kaynaşmayı, birlik ve beraberliği de sağlar.
Üstelik bunlar, boş vakitleri değerlendirme
açısından birer eğlence de sayılabilirler.
Peygamberimiz
dönemindeki insanlar, sırf spor olsun diye
sporla ilgilenmemiş veya spor yapmamışlardır.
O dönemin insanları ticaret kervanlarıyla, sıcak
çöllerde geçen uzun yolculuklarla ve
savaşlarla hayatlarını geçiriyorlardı. Çok ağır hayat
şartları, muhakkak ki onları fiziken güçlü olmaya
zorluyordu. Çünkü, kabileler arasındaki savaş
eksik olmuyordu. Savaşta galip gelmek ise
askerlerin fiziki güçlerine bağlıydı. O dönemin
insanları arasında bu gayeye ulaştıracak her
türlü faaliyete yer verilmiştir. Bunlar; ata
binmek, ok atmak, mızrak oyunları, yüzmek,
koşu yarışları, güreşmek ve avcılık gibi çeşitli
fiziki hareketlerdi. Ancak dediğimiz gibi bunlar,
sırf spor olsun diye değil; savaşa hazır
olmak için yapılmaktaydı.
1- At
ve deve yarışları (Binicilik) :
Binicilik, çok eski
tarihlerden beri var olagelen bir maharettir.
Esasen savaşlar, insanları bu işi öğrenmeye
zorluyordu. İşte, savaşlara hazırlıklı olmak için
bir tür antrenman niteliğinde ata ve deveye
binme, bunları yarıştırma faaliyetleri oluyordu.
İslam’dan önce Mekke’de bu tür yarışlar
için bir saha bulunduğu zikredilmektedir.[80] Bu yarışları, günümüzdeki
motor sporlarına, motosiklet yarışlarına kıyas
edebiliriz.
Enes(r.a.) anlatıyor:
“Resulullah (s.a.v.)’ın ‘Adba’ adında bir
devesi vardı. Bu, bütün yarışları kazanırdı.Bir gün,
binek devesi üzerinde bir bedevi geldi ve
yarışta Adba’yı geçti. Bu durum, ashabın ağrına
gitti. Resulullah (a.s.), onların üzüntülerini
yüzlerinden okuyunca şu açıklamayı yaptı: ‘Yeryüzünde
yükselttiği her şeyi arkadan alçaltmak Allah
üzerine bir haktır.’”[81]
Hadisteki ifadelerden, deve
yarışlarının sıkça yapıldığı anlaşılmaktadır. İbn Ömer, Resulullah
(s.a.v.)’ın atı antrenmana tabi tutup, onunla
yarışa katıldığından bahsetmektedir.[82]
Yine İbn Ömer
(r.a.) anlatıyor: “Resulullah (a.s.), antrenmanlı
atı, el-Hayfa’dan Seniyyetü’l-Veda’ya kadar koşturdu.
Antrenmanlı olmayanı da Seniyyetü’l-Veda’dan Beni
Züreyk Mescidi’ne kadar koşturdu.”[83] Kaynaklarda
belirtildiğine göre el-Hayfa ile Seniyyetü’l-Veda
arası 6-7 mil; Seniyyetü’l-Veda ile Beni Züreyk
Mescidi arası ise 1 mil uzaklığındadır. Demek ki atlar
sık sık antrenmana tabi tutulmaktadır. Bu
yarışlar sonunda bazen ödül de veriliyordu. İbn Ömer,
Resulullah’ın atlar arasında yarış yaptırıp, ilk
beş dereceye girenleri tafdil ettiğini belirtmektedir.[84] Ebu Hureyre de,
Hz.Peygamberin şöyle buyurduğunu söylemektedir: “Şu üç
şeyde armağan vardır: Deve yarışı, at yarışı ya da ok
yarışı.”[85]
Resulullah(s.a.v.) devrinde
en eğlenceli iş, ok atmak ve bu alanda
yarışmalar yapmaktı. Ok atma, hem bir eğlence, hem bir spor
ve hem de savaş için bir hazırlık ameliyesi
idi. Peygamberimizin, çocuklara öğretilmesini istediği
üç şey şudur: Ok atma, ata binme ve yüzme.[86]
Seleme b. Ekva (r.a.)
anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), çarşıda ok yarışı yapan Beni
Eslem’den bir grupla karşılaşmıştı. Onlara şöyle
seslendi: ‘Ey İsmailoğulları! Atın. Zira atalarınız
atıcı idiler. Atın, ben falan kabileyi tutuyorum.’
Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti.
Efendimiz (a.s.): ‘Ne oldu; niye atmıyorsunuz?’ diye sordu.
Şöyle cevap verdiler: ‘Nasıl atalım? Siz öbür
tarafı tutuyorsunuz.’ Bunun üzerine A.S. : ‘Atın, ben
hepinizi tutuyorum’ buyurdular.”[87]
Yine
Hz.Peygamber(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Sizden birini gam
ve sıkıntı bastığı zaman, yayını alıp
kederini onunla dağıtmaktan başka yapacak bir
şeyi yoktur.”[88] Bu konuda Hamidullah
şunları söylemektedir: “Resulullah(s.a.v.), gençlerin
okçuluk sporu ile meşgul olmalarını ve
kendi aralarında yarışmalar tertip etmelerini
teşvik ediyordu. O devrin spor çeşitleri arasında
“dirkele” adında mızrakla oynandığı anlaşılan
ve özellikle siyahiler arasında yaygın olan
bir spor dalı da bulunuyordu.”[89]
Hz.Peygamber (s.a.v.),
atıcılıkla meşgul olmaya çokça teşvikte
bulunmuştur. Öyle ki, atıcılık meşguliyetini eğlence değil,
ibadet kabul etmekte; “en hayırlı eğlenceniz,
atıcılıktır” demektedir.[90] Resulullah (a.s.)’ın,
atıcılığın binicilikten daha önemli olduğunu
söylediğine dair rivayetler de bulunmaktadır.[91]
Peygamberimiz
döneminde yapılan sportif faaliyetlerden biri de
atletizm idi.Müslim’de geçen uzunca hadisin bir
bölümünde Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, Seleme b. Ekva ile
ensardan bir adamın, Medine’ye kadar koşu yarışı
yapmalarına izin verdiği anlaşılmaktadır.[92]
Hz.Ömer ile Hz.Zübeyr, iki
defa yarışmışlar; birinde Zübeyr, diğerinde Hz.Ömer geçmiş ve
Hz.Ömer yarışı kazanınca; “Kâbe’nin Rabb’ine yemin
olsun ki, seni geçtim” diyerek sevinç gösterisinde bulunmuştur.[93]
Resulullah (s.a.v.)
da böyle bir yarış yapmıştır. Yarıştaki rakibi
ise eşi Hz.Aişe (r.a.) olmuştur. Bir sefer esnasında
hanımı Hz.Aişe ile geride kalan Resulullah(a.s.),
O’nunla koşu yarışı yapmış ve bu yarışı
Hz.Aişe kazanmıştı. Birkaç yıl sonra yeniden
yapılan başka bir koşuyu ise Hz.Peygamber
kazanmış ve Hz.Aişe’ye: “Bu birincilik, önceki
birinciliğin rövanşıydı” demiştir.[94]
Asr-ı saadette
koşuculuğu ile ün yapmış insanlar vardı.
Bunlardan biri Ebu Hıraş el-Hüzelî idi. Bu kişi
cahiliye devrinde Mekke’ye gelmiş ve Velid b. Muğire
ile koşuda atları geçtiği takdirde iki atı
üzerine bahse girmiş; bahsi de kazanmıştır.[95]
Avcılık, hem bir eğlence,
hem bir spor ve hem de bir geçim vasıtası olarak insan
oğlunun varoluşundan beri kullandığı bir
faaliyettir.Peygamberimiz(S.A.V.) döneminde de kara ve deniz
avcılığı ile meşgul olanlar vardı.K.Kerim, avcılığı meşru
görmekle birlikte bazı sınırlamalar da getirmektedir.[96] Kaynakların
belirttiğine göre Medine civarında bulunan göl ve
su birikintilerinde bol miktarda iyi cins
balıklar avlanmaktaydı. Ayrıca bir sefer
esnasında yiyecek sıkıntısı baş gösterince deniz
kıyısında bulunan bir anber (balina) balığının etinden
yenilmiş, hatta Medine’ye dönülünce Resulullah’a da
ikram edilmiştir.
Hz.Peygamber (s.a.v.)’in,
Akabe Körfezi’ndeki Makna halkına, çıkardıkları balıkların
dörtte birini vergi olarak yüklediği
belirtilmekte; bundan da deniz avcılığının o dönemde
çok yaygın olduğu anlaşılmaktadır.
Yukarıda
Hz.Peygamber(s.a.v.)’in çocuklara ok atma, ata binme ve
yüzme öğretilmesini istediğini belirtmiştik. Peygamberimizin,
bizzat kendisi de yüzme biliyordu. Bir defasında annesi ve
Ümmü Eymen adındaki cariye ile beraber, henüz
çocukken Medine’ye gitmiş; Beni Neccar Kabilesi’nden
“en-Nabiğa” adında birinin evinde kalmışlardı. İşte
Resulullah (a.s.), bu gezisi sırasında bu kabileye ait
bir su birikintisinde yüzmeyi öğrenmişti.
Peygamberimiz
zamanındaki diğer sportif faaliyetlerden birisi
de güreştir. Güreş, çok eski tarihlerden beri
yaygın olan bir spor türüdür. Kaynaklarda,
Resulullah(a.s.)’ın, büluğ çağına daha yeni gelmiş olan
gençleri, orduya katılma hususunda bir standart olmak
üzere, güreş yapmaya tabi tuttuğu; galip
geleni orduya aldığı zikredilmektedir.
Kaynaklarda ayrıca, Hz.Peygamber(s.a.v.)’in Mekke’nin en
güçlü pehlivanı olan Rukane b. Abdi Yezid ile
güreştiği, O’nu yendiği ve bunun üzerine de
Rukane’nin müslüman olduğu anlatılmaktadır.
Halter, ağır
kaldırma sporudur. İnsanların eskiden beri kollarını
kullanarak taş, kaya vs. gibi şeyler kaldırdıkları
düşünülürse, aslında bu spor dalının çok eski
tarihlerden beri var olageldiği anlaşılır. Mescid-i
Nebevi’nin inşasında, duvarları yapmak için elle
taşınan ağır taşlar, bir halter sporudur. Resulullah
(a.s.), bir gün, aralarında hangisinin daha güçlü
olduğunu belirlemek için büyük bir taşı
yerden kaldırmaya çalışan bir küme insanın
yanından geçmiş ve onların bu yarışlarında
hiçbir kötü taraf bulmamıştı.
Seferlerde bir yerde
konaklamak gerektiğinde Hz.Peygamber (s.a.v.), hemen
orada düz bir arazinin diken, taş ve çalıları ayıklanıp
sınırları ve kıblesi belli edilerek mescid
yapılırdı. Sefere katılanların sıkıntılarını gidermek
için zaman zaman aralarında yarışlar düzenlerdi.
Bu yarışlardan biri de ağırlık kaldırma yarışlarıydı.[103]
Bu kısa çalışmamızda
da görüldüğü gibi, Resulullah (a.s.) döneminde
son derece dinamik bir hayat vardı. Dünya
ve ahiret dengesini en ölçülü şekilde
sağlayan ashab-ı kiram (r.a.), tabir yerindeyse
hayatı yaşamasını bilmiştir. Bir taraftan ibadet
edip ahireti düşünürken, diğer taraftan da
dünya için çalışmışlar; dünyanın güzel
nimetlerinden faydalanmışlardır.
Eğlence, insan ruhu
ve bedeni üzerinde çok müsbet etkiler
bırakır. En azından bedeni dinlendirir; ruhu da
genişleterek, sıkıntı ve stresi önler. Bu nedenle, insanların
dinlenmeye ve eğlenmeye ihtiyaçları vardır. Ancak, bu
ihtiyacın karşılanması İslam’ın çizdiği sınırları
aşmaya sebep olmamalıdır. Örnek çağ olan Saadet
Çağı’ndaki insanlar bu hususa dikkat etmişler; gülmüşler;
eğlenmişler; ancak İslam’ın yasakladığı en ufak bir
şeyi yapmamışlardır.
Eğlencenin bel
kemiğini musiki ve çalgı oluşturur.Bütün kutlamalar, düğün
ve bayram eğlenceleri hep bu unsurlarla
yerine getirilir. Peygamberimiz döneminde bilinen
enstrümanlar sayılı olup, bunlar da – sahih kaynaklarda
anlatıldığına göre- def, düdük ve kavaldan ibarettir.
Bunların şarkı ve ilahi şeklinde çalınmaları,
peygamberimiz tarafından herhangi bir müdahaleyi
gerektirmemiş; bunlara müsaade edilmiştir. Hz.Peygamber
(s.a.v.)’in bu konuda önemle üzerinde
durduğu husus, musikide çalgı aletlerinden
ziyade söylenen sözle ilgilidir. Yani önemli
olan beste değil, güftedir. Bize göre bu konuda İslam’ın
çizgisi belli olup her türlü aletin kullanımı caizdir. Çalgı aletleri hususunda
herhangi bir ayırıma gidilmemiştir.
Hz.Peygamber (s.a.v.)
döneminde sportif faaliyetler de çok yaygın olup, bunlar
günün şartlarına uygun olarak yerine getiriliyordu.Bunların başında
at ve deve yarışları ile ok atıcılığı(okçuluk) geliyordu.Yine
günümüzdeki atletizme benzer koşu yarışları da
yapılmaktaydı.Bunlardan başka, güreş, yüzme, ağır kaldırma ile
futbola benzer “kürrek” adı verilen ayak topu da dönemin bilinen
sportif faaliyetleri arasında sayılabilir.Avcılık ise, hem
bir rızık kazanma çabası, hem de sportif bir faaliyet
olarak değerlendirilebilir.
Çirkin olan her şeyi
yasaklayan dinimiz, eğlence hususunda da bu kuralın
dışında kalmamış; bu konuda bazı sınırlamalar getirmiştir.Sırf zevk
için hayvanların öldürülmesini yasaklayan
Hz.Peygamber(s.a.v.), hayvanların eğlence için
dövüştürülmesini de hoş karşılamamıştır.Kumara benzediği için de,
tavla oynamayı ve zar atmayı da çirkin görmüştür.Böylece o büyük insan;
hem öğütleri, hem şahsiyeti ve hem de davranışları ve
yaşayışıyla ümmeti için en güzel örnek olmuştur.
[1] Ankebut-64
[2] Buhari; Mevâkîtü’s-Salat-38
[3] Bakara-163
[4] Nisa-116
[5] Maide-90
[6] Maide-91
[7] Nur,30-31
[8] Nur-31
[9] İsra-32
[10] Hucurat-11
[11] İsra-33
[12] Şura-42
[13] Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai,
Dahâya-41
[14] Uludağ, Süleyman; İslam
açısından musiki ve sema; Uludağ Yayınları; Bursa-1992;
s.139
[15] Gazâli; İhya-i Ulumid-din, Sentez
Yayınevi, İstanbul-1993, c.2, s.695
[16] Müsned-ü İmam Ahmed b. Hanbel;
Beyrut-1969;c.3.s.152. Ayrıca kadınların raks (dans) etmesi
ve erkeklerin de bunları seyretmesine dair
bk. Uludağ, age., s.90
[17] Buhari, Cihad-79;
Müslim,Iydeyn-22; Nesai,Iydeyn-35
[18] Ebu Davud, Edeb-59
[19] Canan, İbrahim; Kütüb-i Sitte
Muhtasar ve Tercümesi; Akçağ Yayınları, Ankara-1998;c.17,s.202,no-600
[20] Uludağ, age., s.136
[72] Müslim, Sayd-60
[73] Nesai, Dahaya-42
[74] Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai,
Dahaya-41
[75] Ebu Davud, Cihad-56; Tirmizi, Cihad-30
[76] Ebu Davud, Cihad-69
[77] Müslim, Şi’r-10; Ebu Davud, Edeb-64
[78] Nesai, Zinet-17
[79] Muvatta, Rüya-6
[80] Bütün yönleriyle asr-ı
saadette İslam, c.3, s.504
[81] Buhari, Cihad-59, Rikak-38; Ebu
Davud, Edeb-9; Nesai, Hayl-14
[82] Ebu Davud, Cihad-67
[83] Buhari, Cihad-57,58; Müslim, İmaret-95;
Tirmizi, Cihad-22
[84] Ebu Davud, Cihad-67
[85] Tirmizi, Cihad-22; Nesai, Hayl-14
[86] Bütün yönleriyle asr-ı
saadette İslam, c.3, s.503
[87] Buhari, Cihad-78
[88] Canan, İbrahim; age., c.3, s.498
[89] Hamidullah, Muhammed; age., c.2, s.1075
[90] Canan, İbrahim; age., c.3, s.497
[91] Age., c.1, s.495