Bu Blog içinde Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

EĞLENCE

 Eğlenmek,vakit geçirmek,oyalanmak, dinlenmek manalarına gelir. Eğlence ise, neşeli ve hoş vakit geçirmeye yarayan  oyun, yarış, musiki, raks gibi şeylerin genel adı olmuştur.Bu kelimenin K.Kerim’de  en yaygın kullanılan karşılığı  “lehv”dir. Daha çok “laîb” kelimesiyle beraber kullanılan bu kelime, ahirete nisbetle dünya hayatının değersizliğini anlatır:

“Bu  dünya  hayatı  sadece  bir eğlenceden, bir  oyundan  ibarettir. Ahiret  yurduna (oradaki  hayata) gelince,  işte  asıl yaşama  odur.Keşke  bilmiş  olsalardı!”[1]

Araplar, hayatî ihtiyaçlarını teminde büyük bir önem arzeden ve sıcak altında uzun çöl yollarını katetmesi güç, kum fırtınası ve eşkıya gibi tehlikelere maruz kalma ihtimali büyük olan ticaret kervanlarının gelişini sevinçle karşılar; davul çalarak hem sevinçlerini izhar eder; hem de kervanın   gelişini ilan ederlerdi. Hz.Peygamber (s.a.v.) döneminde de bu gelenek devam etmiştir.

Eğlencenin  kapsamı oldukça geniştir.İnsanların dinlenmesi, hoşça vakit geçirmesi, sevinç ve neşe duymasını sağlayan her türlü oyun,musiki, raks, mizah gösterileri, yarış, av, sohbet vb. davranışları eğlence olarak mütalaa edebiliriz. Meşru sınırlarda kalmak şartıyla  seyredilen keyifli bir televizyon programı, ibret verici bir sinema filmi, mesaj yüklü bir tiyatro sahnesi  de bunlar arasında  sayılabilir. Anadolu’nun hemen her yöresinde yaygın olan gece sohbetleri de bir tür eğlencedir. Özellikle yaz gecelerinde, düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılamalarında aileler birbirlerini ziyaret eder; birbirlerine oturmaya giderler. Geç saatlere kadar çerez, meyve, çay, kahve ikramları yapılır ve sohbet edilir. Çocuklar kendi aralarında  oyuncaklarıyla oynarlarken, gençler de kendi seviyelerine uygun eğlenceler tertip ederler. Biraz daha olgun yaşta olanlar da birbirlerine anılarını anlatarak geçmişi yâd ederler.Bu tür sohbet ve eğlenceler, insanların hoşça vakit geçirmesini sağlar; dostlukları pekiştirir; insana toplumun bir üyesi olma hazzını tattırır.Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, yatsı namazından sonra gece geç vakitlere kadar oturup eğlenmeyi ve sohbet etmeyi, sabah namazını kaçırma ihtimalinden dolayı hoş görmediği kaynaklarda gelmiştir.[2] Eğer böyle bir tehlike yoksa bu tür eğlencelerin son derece normal karşılanacağı ortaya çıkar.Burada dikkat edilmesi gereken husus, aşağıda da geleceği üzere, bu eğlencelerin İslam’ın çizdiği meşru sınırlar içerisinde kalmasıdır.Hakkında haram olduğuna  dair kesin bir nass olmayan her şey mübahtır.

İslam, her  dönemde  yaşanabilecek bir  elastikiyete sahiptir.Çünkü, hem dünya  hem ahiret  mutluluğunu  vadeden bir  mantalitesi  vardır. Sadece dünya için çalışıp  ahireti  unutmak ne kadar yanlış ise, sadece ahireti düşünüp dünyayı unutmak da  o derece  yanlış ve İslam’ın  tasvip etmediği bir  durumdur.İslam, Hristiyanların  icad edip, hakkını da tam olarak veremedikleri ruhbanlığı asla  emretmemiştir. Şüphesiz en iyi yol orta yoldur. Kaynaklarda Hz.Peygamber (s.a.v.)’in, zaman zaman cariyeleri dinlediği, düğün  ve  bayramlarda  eğlenmeyi  teşvik ettiği, ashabıyla şakalaştığı, sportif  faaliyetleri  desteklediği rivayetleri gelmiştir.İnsanların bu konuda haddi aşma ve harama düşme tehlikesi, bazı olumsuz görüşlerin de oluşmasına zemin hazırlamıştır.Şimdi konuyu delilleriyle inceleyeceğiz.                                        

EĞLENCE KONUSUNDA İSLAM’IN HASSAS ÇİZGİLERİ

Yüce Allah,  insanları  uyarmak  ve  onlar  için yol  gösterici  olmak  üzere peygamberler  göndermiş;  onlara  kitaplar  indirmek  suretiyle de  hidayet  rehberini  nebilerden  sonra  bile  insanlar  arasında  kalıcı  kılmıştır. İnsanlar,  bu  hidayet  rehberine  uyarak  günlük  hayatlarını  şekillendirmek  zorundadırlar. En son  indirilen kutsal kitabımız K.Kerim’de de, insanların  sosyal  hayatını,  aile düzenlerini,  insanların  hem  birbirleriyle  hem de  Allah  ile  ilişkilerini  düzenleyen  dini,  ahlaki, hukuki  ve  sosyal  hükümler  bulunmaktadır. İnsanların  günlük  hayatlarının  önemli  bir kısmını  işgal  eden  eğlencenin  sınırlarıyla  ilgili  olarak da  hem K.Kerim’de, hem de  Hz.Peygamber (s.a.v.)’in  sünnetinde    önemli  hükümler  mevcuttur.

Öncelikle  K.Kerim,  Allah’a  şirk  koşmayı  ve O’na  isyanı  kesin  olarak  yasaklamıştır: “İlahınız  bir tek Allah’tır. O’ndan  başka  ilah  yoktur. O, Rahman’dır; Rahim’dir.”[3] “Allah,  kendisine  ortak  koşulmasını  asla  bağışlamaz;  ondan  başka  günahları dilediği  kimse  için  bağışlar. Kim  Allah’a  ortak  koşarsa  büsbütün  sapıtmıştır.”[4]

Şirk,  bir şeyi  Allah’a  ortak (eş) koşmak, onu  ilah  yerine koymak, Allah’a  ait tanrılık   niteliklerinden  herhangi  birini  ona  vermek  demektir. Allah’a  iman  etmiş  olan  bir  kişinin,  eğlence  hayatında  kendisini  bu  imanın dışına  itebilecek  herhangi  bir  eyleme  girişmemesi  gerekir. İslam, cahiliye  dönemine  ait  şirk unsuru  ihtiva  eden  her şeyi  ortadan  kaldırmıştır. Bir taraftan  her türlü  şirk  faaliyetlerini  yasaklarken, diğer  taraftan  da  mensuplarının  bunlara  yaklaşmasını  önlemek  üzere  alternatif  organizasyonlar  düzenlenmesini  teşvik  etmiştir. Öyleyse,  bir mü’minin  eğlence  hayatında  dikkat  etmesi  gereken  en önemli  faktör,  küfür, şirk  ve isyanı  içeren  veya  bunları  çağrıştıran  eylem  ve  davranışlardan  şiddetle  kaçınmaktır. Mü’min; Allah’ın  her şeyi  bağışlayabileceğine;  ancak,  şirk  ve isyanın  bunun  dışında  kaldığına  inanır. Tevhid konusu, İslam’ın  en  hassas  olduğu  ve  asla  taviz  vermediği  bir  konudur. İçerisinde  Allah’a  şirk  koşma  ya da isyanın  olduğu  herhangi  bir  söz  ve  eylemi  İslam’ın kabul  etmeyeceği  izahtan  varestedir. Bu nedenle  bir  eğlence  türünün  meşru  nitelik  kazanabilmesi  için  bu eğlencede  bulunması  gereken  ilk  şart, içerisinde  şirk, küfür  ve  Allah’a  isyan  vasıflarından  herhangi  birinin  bulunmamasıdır.

İslam  öncesi  cahiliye  döneminde  en  yaygın  eğlenceler;  içki, kumar  ve şans  oyunlarını  ihtiva  eden  eğlence  türleriydi. İslam,  içerisinde  içki,   kumar ve fal(şans)  mefhumu  taşıyan  veya  bunları  akla  getiren  her  eğlence  türünü de  yasak  kapsamına  almıştır: “Ey  iman  edenler! Şarap, kumar,  dikili  taşlar (putlar), fal  ve  şans  okları  birer  şeytan işi  pisliktir. Bunlardan  uzak  durun  ki kurtuluşa  eresiniz.”[5] 

İçki,  içildiğinde  insanı  sarhoş  eden  herhangi bir  maddedir. Adı  veya  türü  ne  olursa  olsun; eğlenmek  maksadıyla  sarhoş  edici  bir madde  kullanımına  dinimiz  izin  vermemektedir. Fal da, insanların  gelecek (gayb)  konusunda  bilgi  edinmek  için başvurdukları  bir yöntem  olup;  Allah’tan  başkasının gaybı  bilemeyeceği  inancına  ters düşen bir  faaliyettir. Kumar  ise,  taraflardan  birine  menfaat  sağlayan  her türlü  şans  oyunudur.Bu tür oyun  ve eğlencelerde  daima  bir taraf  kazanırken; diğer  taraf  kaybetmekte ve  tatlı  bir  heyecanla  başlayan  eğlencelerin  yerini  kin, öfke  ve düşmanlık  almaktadır. Zaten  bir  sonraki  ayet,  bu duruma  işaret  eder: “Şeytan  içki  ve  kumar  yoluyla  ancak  aranıza  düşmanlık  ve  kin  sokmak; sizi, Allah’ı  anmaktan  ve namazdan  alıkoymak  ister. Artık (bunlardan)  vazgeçtiniz değil mi”[6]

Burada  eğlencenin  başka  bir  yasak  sınırı  daha   karşımıza  çıkmaktadır. Öyleyse  mü’minin  eğlence  hayatında  içki, kumar, fal  ve bunlara  benzer  oyun ve  davranışların yer alması  düşünülemez.

İslam’ın  eğlence  konusuna  bakışını  incelerken,  kadınların  bir eğlence  vasıtası olarak  kullanılması  da  gündeme  gelmektedir. Kadın-erkek  ilişkisini  kendi  mantalitesi  içerisinde  yeniden  dizayn  eden  dinimiz, bu  ilişkiye  de  belirli  sınırlamalar  getirmiştir. K.Kerim, öncelikle  yabancı  kadın  ve erkeklerin  birbirlerine  şehevi  duygularla  bakmalarını  yasaklar: “(Resulüm!)  Mü’min  erkeklere, gözlerini  (harama)  dikmemelerini,  ırzlarını da  korumalarını  söyle. Çünkü bu,  kendileri  için  daha  temiz  bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların  yapmakta  olduklarından  haberdardır. Mü’min  kadınlara da  söyle: Gözlerini (harama  bakmaktan)  korusunlar; namus ve  iffetlerini  esirgesinler.”[7]

Ayetin  devamı,  günlük  hayatta  kadın-erkek  ilişkisi  noktasında  çok  önemli  bir prensip  ortaya  koymakta;  kadınların  fiziki  güzelliklerinin  eğlence  vasıtası  olarak  sömürülmemesi ve  yabancı  erkeklere  peşkeş  çekilmemesi  için  tesettürü  emretmektedir: “Görünen  kısımları  müstesna  olmak  üzere, zinetlerini  teşhir  etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının  üzerine (kadar)  örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin  oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mü’min kadınlar), ellerinin altında  bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin  kadınına  şehvet  duymayan  hizmetçi vb. tâbi  kimseler, yahut  henüz  kadınların  gizli  kadınlık  hususiyetlerinin  farkında  olmayan  çocuklardan  başkasına  zinetlerini  göstermesinler. Gizlemekte  oldukları  zinetleri  anlaşılsın  diye  ayaklarını yere  vurmasınlar (dikkatleri  üzerine  çekecek  tarzda  yürümesinler).”[8]

Yabancı  bir erkeğin, eğlence  malzemesi  olarak kadını  kullanması  bu  ayetlerden anlaşılan  mefhuma  göre  haramdır. Buradaki  temel  esas, şehvet  hissiyle  yabancı  kadına  göz dikmenin, kişiyi zinaya  götüren  en büyük  etken  olmasıdır. Zira  göz, kalbin  aynası  olup, zinaya  giden  yolun  ilk basamağını  teşkil  eder. Dinimiz ise  zinanın  her  çeşidini  haram  kılmıştır: “Zinaya  yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlık  ve  çok  kötü bir yoldur.”[9]  

Yukarıdaki  ayette  “zina  etmeyin”  denilmeyip de  “zinaya  yaklaşmayın”  buyurulması ilgi çekicidir. Buna göre  yalnız  zina değil,  kişiyi  zina etmeye  sevkeden  yollar da  yasaklanmıştır. Esasen  bir kere  bu  yollara  tevessül  edildikten, yani  insanı  zina  etmeye  zorlayan ve  cinsi  arzuları  kabartan  bir  ortama  girdikten  sonra, artık  bu arzuların  ağır  baskısı  karşısında  iradenin  gücü  oldukça  yetersiz  kalır  ve  zinadan  korunmak  son derece  güçleşir. İnsanın  bu psikolojik  zaafını  dikkate  alan  Kur’an-ı  Kerim,  prensip  olarak  insanı kötülüklere  sevkedici  sebepleri  ortadan  kaldırmayı  amaçlamıştır.

Böylece,  eğlence  noktasında  İslam’ın  hassas  çizgilerinden  biri  daha  belirginleşmiş olmaktadır. Eğlenmek  amacıyla,  aralarında  nikah  bağı  olmayan  karşıt  cinslerin  şehevi duygularla  birbirlerine  bakması, dokunması  vs. haram  kılınmış; kadınların da, erkekleri  bu noktaya  sürükleyecek  davranışlarda  bulunmaları ( tesettürü  ihmal  etmek, dikkat  çekici hareketler  yapmak vb. gibi)  yasaklanmıştır.

Bazı  insanların  eğlenmek  için  seçtiği  yollardan  biri  de,  insanlarla  alay  etmek; onları  tahkir  etmek  ve  kişilerin  onuruyla  oynamaktır. Böylece,  karşı  tarafın  zaafını  kendileri  için  bir  eğlence  malzemesi  kabul  ederler. K.Kerim,  insanların  onurunu  rencide edecek  bu çeşit  eğlenceleri de  yasak  kapsamına  almıştır: “Ey  mü’minler!  Bir  topluluk  diğer  bir  topluluğu  alaya  almasın. Belki de  onlar, kendilerinden  daha  iyidirler. Kadınlar  da  kadınları  alaya  almasınlar. Belki  onlar kendilerinden  daha  iyidirler. Kendi  kendinizi  ayıplamayın; birbirinizi  kötü  lakaplarla  çağırmayın. İmandan  sonra  fasıklık  ne kötü  bir  isimdir! Kim de  tevbe  etmezse  işte  onlar  zalimlerdir.”[10]

Bu  ayetle,  eğlence  türlerinden  çok sık  rastladığımız  bir  çeşidinin daha  İslam’ın  hassas  çizgilerinin  kapsamına  girdiğini  görmekteyiz. Erkek ve  kadınların  birbirleriyle  alay  etmemeleri, birbirlerini  ayıplamamaları  ve  birbirlerine  kötü  lakap  takmamaları  istenmekte;  bunları  yapmanın  yoldan  çıkma anlamına  gelen  “fasıklık” olduğu  hatırlatılmaktadır. Öyleyse  bir mü’min,  başkalarının  onurunu  kendi  zevkine  alet  etmemeli, insanları  küçük  düşürecek  eğlence  türlerinden  şiddetle  kaçınmalıdır.

İslam dini,  hangi  maksatla  olursa  olsun,  haksız  yere  bir  canlıyı  öldürmeyi  yasaklamıştır. Dinimiz, her canlının  yaşama  hakkı  olduğunu  ilan  eder ve  her  türlü cinayeti,  işkence  ve zulmü  yasaklar: “Haklı  bir sebep  olmadıkça  Allah’ın  muhterem  kıldığı  cana  kıymayın.”[11] “İnsanlara  zulmedenlere ve  yeryüzünde  haksız  yere  taşkınlık  edenlere  ceza vardır.”[12]

Buna  göre, sırf  bir  eğlence  olsun  diye  hiçbir canlı  öldürülmemeli ve hiçbir  canlıya işkence  edilmemelidir. Hayvanlar  da  bu  ilahi  korumanın  kapsamındadır. Dolayısıyla,  zararlı  olması  durumu  hariç,  eğlence  maksadıyla  hayvanların  öldürülmesi veya  hayvanlara  eziyet  edilmesi  dinimizce  yasaklanmıştır. Öyle ki, İslam’ın  önemli bir  ibadeti olan  kurban  kesiminde  bile  hayvanın  incitilmeden  kesilmesi  emredilmiştir. Çünkü  onlar da  bir  can  taşımaktadır. Bu nedenle  Resulullah (s.a.v.),  hayvanları  atış  hedefi  yaparak  ateş  eden  ve bu  şekilde  eğlenenleri  görünce; “kendisinde  ruh  olan  hiçbir  canlıyı (atışlarınıza)  hedef  ittihaz  etmeyin”[13] buyurmak  suretiyle  tepkisini  ortaya  koymuştur.

Bütün  bu  anlattıklarımızdan,  eğlence  hayatının  hangi  sınırlarda  kalabileceği  ortaya çıkmaktadır. Buna  göre,  bir  eğlence  türünün  Hz.Peygamber (s.a.v.)’in  sünnetine  aykırı olmaması  ve  meşru  bir  nitelik  kazanabilmesi  için  şu şartların bulunması  gerekir:

1-Allah’a  şirk  veya  isyanı  içermemelidir. Şirk, küfür  ve  isyan  sayılan  hatta  bunları çağrıştıran  tutum ve  davranışlardan  uzak  olmalıdır.

2-Sarhoşluk  veren  maddelerin  kullanıldığı  herhangi  bir eğlence  türünden  olmamalıdır.

3-Taraflardan  birine menfaat sağlayan,  diğerinin  zararına  sebep  olan  kumar  veya  kumara  benzeyen  herhangi  bir  şans  oyunu  olmamalıdır. Ancak, taraflardan  birinin  lehine,  diğerinin –diğerlerinin- aleyhine  menfaat  sağlamayan  şans oyunları  bu  kapsamın  dışında  kalır.

4-Gaybten  haber  almak  anlamına  gelen  her çeşit  faldan ve  falcılıktan  uzak  bulunmalıdır.

5-Zina ve  zinaya götüren  hiçbir  davranışı (bakma, dokunma, öpme vs.)  ihtiva  etmemeli  ve şehvet  unsuru  taşımamalıdır.

6-İnsanların  onurunu  incitecek  nitelikte  olmamalıdır. Alay ve tahkir  manası  taşımamalıdır.

7-Bir insan veya  hayvanın  (haksız yere) öldürülmesini; onlara  işkence ya da zulmetmeyi  içermemelidir.   

EĞLENCENİN  SOSYAL  HAYATTAKİ  ÖNEMİ

İnsan,  beden  ve  ruhtan  müteşekkil  bir  varlıktır. Hem  bedenin,  hem  de  ruhun  çok  çeşitli  ihtiyaçları  vardır. Bu  ihtiyaçlardan  birisi  de dinlenmedir.  İnsan sürekli  ibadet  ederek  veya  çalışarak  hayatını  sürdüremez. Dinlenmeye  ve  eğlenmeye de  ihtiyacı  vardır. Esasen  az miktardaki  eğlence, ruhu dinlendirir;  kalbi  de neşelendirir. Kafası  yorulan  ve  zihni  bunalan  kimseler  için tekrar  salim  bir  kafaya  kavuşmanın  en  emin  yolu oyun, eğlence  ve  musikidir.Daima  ciddi  ve  düşünceli  olmak,  durmadan  ibadet  veya  dünyevi  işlerle  meşgul  olmak  mümkün  değildir. Musiki  ve  eğlence  insanı  ruhen,  zihnen  ve  bedenen  dinlendirmektedir. İnsan  zekası  bunlar  vasıtasıyla   bilenir.Kalbi  neşelendirir.  Bilenen  zeka  ve  dinlenen  kalp  ile  daha  verimli,  daha  ciddi çalışmak  mümkün olur.

Oyun ve eğlence  kalbe  rahatlık  verir. Kalpten  düşüncenin  ağır  yükünü  hafifletir. Kalpler  zorlandıkları  zaman körleşir. Onları  rahata  kavuşturmak, çalışmak  hususunda  onlara  yardım  etmektir. Mesela, daima  fıkıh  ilmine  devam  edene cuma  gününde  tatil  yapmak  uygundur. Zira  bir gün tatil  yapmak  diğer  günlerde  ciddiyetle  çalışmaya  vesile  olur. Sair  vakitlerde  nafile  namaza  devam  eden  bir  kimsenin bazı vakitlerde  tatil yapması  uygundur. Bazı  vakitlerde  namaz  kılmak,  işte  bu nedenle  mekruh  kılınmıştır. Bu bakımdan tatil  yapmak  çalışmaya  yardımcıdır. Oyun  ve eğlence de ciddi  gayret  göstermeye  yardımcıdır. Katıksız  ciddiyete  daimi bir  şekilde  sarılmaya    hiçbir kişi  sabredemez. Acı  hakikate  ve halis ciddiyete  daimi bir  şekilde  yalnızca  peygamberlerin  nefsi  dayanabilir. Bu bakımdan  eğlence  ve oyun,  yorgunluk  ve bitkinliğe  karşı kalbin ilacıdır. O halde  meşru  sınırlar  içinde  kalan  oyun  ve eğlencenin  mübah olması  uygundur.Fakat  fazla  ilaç  almak  uygun  olmadığı  gibi;  oyun ve  eğlenceye de fazla  dalmak  uygun değildir.[15]

Peygamberimiz (s.a.v.)  ve  O’nun  dönemindeki  insanlar  da  bu kuralın  içindedirler.  Zaten  kaynaklarda  o  dönemdeki  bazı  eğlence  türlerine  peygamberimiz (s.a.v.)’in  cevaz  verdiğine  dair  pek  çok  rivayet  bulunmaktadır.  İmam  Ahmed’in  Müsned’inde   yer  alan  ve  Hz.Aişe (r.a.)’ den  rivayet  edilen  bir  olay  şöyledir: “Resulullah (s.a.v.)  oturmakta  idi. Bir  gürültü  ve  çocuk  sesleri  işittik. Hz.Peygamber (s.a.v.)  ayağa  kalktı.  Bir  de  baktı  ki,  Habeşli  bir  kadın  raks  etmekte  ve etrafında  da  çocuklar  toplanmış  bulunmakta.  Bana; “bunu  seyretmek  ister  misin?”  diye sordu. “Evet”  demem  üzerine  usanıncaya  kadar  bana  seyrettirdi.”[16]

Peygamberimiz  döneminde  çoğunlukla  eğlence  için  kılıç-mızrak  oyunları  yapılırdı. Peygamberimiz (s.a.v.)  de  bu  tür  eğlencelere  cevaz  verir  ve  hatta  bunları  teşvik  ederdi. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Habeşliler  harbeleriyle  Resulullah (s.a.v.)’ın yanında  oynarlarken  Ömer b. Hattab  içeri  girdi. Hemen  yere  eğilip  çakıl  alarak  onlara  fırlattı. Resulullah(s.a.v.): “Ey  Ömer! Bırak  onları (oynasınlar)! Zira  onlar, Beni  Erfide’dirler.” buyurdu.”[17]

Bu  oyunlar  bir sevinç  gösterisi,  bir  tür  eğlence  idi. Zira  Ebu  Davud’taki  bir  rivayetten  bunu  anlıyoruz.  Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Resulullah(s.a.v.)  Medine’ye  geldiği  zaman,  O’nun  gelişinin  sevinç  göstergesi  olarak  Habeşliler  harbeleriyle  oynadılar.”[18]

Sadece  kılıç  oyunları değil,  def çalarak  şarkı  söylemek  ve  eğlenmek  de  o dönemdeki  insanların  en büyük  eğlence   vasıtaları idi.Enes b. Malik (r.a.),  Resulullah (s.a.v.)’ın  bir defasında  Medine’nin  bir  yerinden  geçerken  def  çalarak eğlenen  cariyeler  gördüğünü  ve onları  taltif  ettiğini  belirtmektedir.[19] Hz.Peygamber (s.a.v.)’in  özellikle düğün ve bayramlarda  def  çalıp,  şarkı  söylemeye  ve eğlenmeye  teşvik  ettiğine  dair  pek  çok  rivayet  gelmiştir ki  bu  konuyu  ileride  özel  olarak  inceleyeceğiz. Süleyman  Uludağ, insanın  ruhunu  ferahlandıran  oyun  ve  eğlencelere,  sufilerin  bir  meşruiyet  verdiklerini,  bunları  ciddilik  derecesinde  makul  saydıklarını  belirtir.[20]

YASAKLANAN BAZI EĞLENCE TÜRLERİ

Hz.Peygamber (s.a.v.)’in  yasakladığı  bazı  eğlence  türleri  de  şunlardır:

a)- Sırf  eğlence  için  hayvanları  öldürmek:

Hz.Cabir (r.a.)  anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.),  hayvanlardan  hangisi  olursa  olsun,  sabran (boş  yere,  eğlence  için)  öldürülmesini  yasakladı.”[72]

İslam,  bütün  canlılar  için huzur, barış  ve mutluluk  getirmiş olan  en son ve en mükemmel dindir. İnsanlara  işkence ve  zulmetmeyi  yasakladığı  gibi  hayvanlara zulüm ve eziyeti  de yasaklamıştır. Öyle ki, Allah  rızası  için yapılan  ve bir ibadet  olan kurbanda bile hayvanların  eziyet edilmeden ve  usulüne  uygun  olarak  kesilmesini emretmektedir. Buna göre  hayvanların eğlence  vasıtası kılınarak  istismar  edilmesi de  yasaklanmıştır. Avlanmak, bir geçim kaynağı  olarak  serbest  bırakılmıştır. İnsanların,  meşru  yolları kullanarak  hayvanlardan  istifade  etmeleri  en doğal  haklarıdır. Ancak, hiç gereği  yokken, sırf  eğlence gayesiyle  hayvanların  öldürülmesini dinimiz  hoş  karşılamamaktadır.

Bir defasında  Resulullah (s.a.v.),  bir keçiyi  ittihaz ederek (hedef  kılarak)  ok atmakta  olan bir  kalabalığa  rastlamıştı. Bu halden  hiç hoşlanmadı ve: “Hayvanlara  eziyet  vermeyin” buyurdu. [73]

Yine  İbn Abbas’ın  anlattığına  göre Resulullah (s.a.v.) şöyle  buyurmuştur:         “Kendisinde  ruh olan  hiçbir  canlıyı  (atışlarınıza)  hedef  ittihaz  etmeyiniz.”[74]

Görüldüğü  gibi Resulullah (s.a.v.),  sırf  eğlence  için  hayvanların  öldürülmesini  hoş  karşılamamış, bu çeşit  eğlenceleri  yasaklamıştır.

b)- Eğlence  için  hayvanları  dövüştürmek:

Zevk  için  hayvan  dövüştürenler, her  dönemde  olduğu  gibi  günümüzde  de  mevcuttur. Çağımızda  özellikle  horoz ve  köpek  dövüştürmeleri  yaygın  hale  gelmiştir.

İbn  Abbas (r.a.)  anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.),  (dövüştürmek  için)  hayvanların  arasını  kızıştırmayı  yasakladı.”[75]

c)-Kumar ve  kumara  benzeyen  her türlü  oyun:

Kumara  benzeyen  ve  taraflardan  birine  menfaat  sağlayan  oyun  çeşitleri, günümüzde  hem daha çok  gelişmiş, hem de  yaygınlaşmıştır. İslam dini, kötü  şeyleri  yasaklarken, mensuplarını  bu  yasaklanmış  kötülüklere  sevk eden  vasıtaları  da yasaklamış; bu konuda  gerekli  tedbirleri  almıştır. Kumarı  kesin  olarak  yasaklayan  dinimiz, insanları  kumara  götürecek  her  türlü  oyun  ve eğlenceyi  de  yasaklamıştır.

Ebu Hureyre(r.a.),  Hz.Peygamberin  şöyle  buyurduğunu  söylemiştir:  “Kim  iki  at  arasına,  geçeceğinden  emin  olunmayan  üçüncü  bir at  dahil  ederse, bu kumar  olmaz. Kim de  geçeceğinden  emin  olunan  bir  atı  dahil  ederse, bu kumar  olur.”[76]

Resulullah (s.a.v.), bu  bağlamda  tavla  ve zar  oyunlarını  da  çirkin  görmüştür. Henüz yeni  müslüman  olmuş  bir  toplumda,  kumarı  hatırlatabilecek  oyunların da  yasaklanması, kumar  yasağının  iyice  yerine  oturması  için  elzemdi. Bu konuda  Hz.Peygamberden  bizlere  bazı  rivayetler  de  ulaşmıştır.

Hz.Büreyde (r.a.)  anlatıyor:  “Resulullah (s.a.v.)  buyurdular  ki: ‘Kim  tavla  oyunu  oynarsa,  elini  domuz  kanına  bulamış  gibi  olur.’”[77]

İbn Mes’ud’tan  nakledilen  bir  rivayette de  Resulullah (s.a.v.)’ın  sevmediği  on şey  arasında  zar  atmak  da  vardır.[78]

Bu rivayetlerden  anlıyoruz ki; zarla  ilgili  oyunlar  o dönemde  de  bilinmektedir. Bu oyunlar,  kişiyi  kumara  yaklaştırma  endişesinden  dolayı  yasaklanmıştır. Çünkü,  kumarın  en  çok  oynanan  çeşidi,  zar ve  buna  benzer  şans  aletlerinin  kullanıldığı  oyunlardır.

Bu konuda  Hz.Aişe’den  de bir  rivayet  gelmiştir.Hz.Aişe’nin  anlattığına  göre, mahallesinde  oturan  bir ailede  tavla  bulunduğu  haberi  kendisine  ulaşır. Bunun  üzerine; “Eğer  tavlayı  evinizden  çıkarmazsanız; ben  sizi  mahallemden  çıkaracağım” diye  onlara  haber  gönderir.[79] Böylece  onların  tavla  bulundurmalarını  hoş  karşılamadığını  ifade  etmiş  olur.

BİR  EGLENCE  OLARAK  SPORTİF   FAALİYETLER

Spor,  fiziki  birtakım  hareketler  olup;  bedenin  güçlenmesini  sağladığı  gibi,  aynı zamanda  gruplar  halinde  yapılan  sportif  etkinlikler,  gruplar  arasında  kaynaşmayı,  birlik ve  beraberliği  de  sağlar.  Üstelik  bunlar,  boş  vakitleri  değerlendirme  açısından  birer  eğlence  de  sayılabilirler.

Peygamberimiz  dönemindeki  insanlar,  sırf  spor  olsun  diye  sporla  ilgilenmemiş  veya  spor  yapmamışlardır.  O  dönemin  insanları  ticaret  kervanlarıyla,  sıcak  çöllerde  geçen  uzun  yolculuklarla  ve savaşlarla  hayatlarını  geçiriyorlardı.  Çok ağır  hayat şartları, muhakkak ki  onları  fiziken  güçlü  olmaya  zorluyordu.  Çünkü,  kabileler  arasındaki  savaş  eksik  olmuyordu.  Savaşta  galip  gelmek  ise  askerlerin  fiziki  güçlerine  bağlıydı. O dönemin  insanları  arasında  bu gayeye  ulaştıracak  her türlü  faaliyete  yer  verilmiştir. Bunlar;  ata  binmek,  ok  atmak,  mızrak  oyunları,  yüzmek,  koşu yarışları,  güreşmek ve  avcılık  gibi  çeşitli  fiziki  hareketlerdi. Ancak  dediğimiz  gibi  bunlar,  sırf  spor  olsun  diye değil;  savaşa  hazır  olmak  için  yapılmaktaydı.

ÇEŞİTLİ     YARIŞMALAR

1- At  ve  deve  yarışları (Binicilik) :

Binicilik,  çok eski  tarihlerden  beri  var olagelen  bir  maharettir.  Esasen  savaşlar, insanları  bu işi  öğrenmeye  zorluyordu.  İşte,  savaşlara  hazırlıklı  olmak  için  bir tür  antrenman  niteliğinde  ata ve  deveye  binme,  bunları  yarıştırma  faaliyetleri  oluyordu. İslam’dan  önce  Mekke’de  bu tür  yarışlar  için  bir saha  bulunduğu  zikredilmektedir.[80] Bu yarışları,  günümüzdeki  motor  sporlarına,  motosiklet  yarışlarına  kıyas  edebiliriz.

Enes(r.a.)   anlatıyor:  “Resulullah (s.a.v.)’ın  ‘Adba’  adında  bir  devesi  vardı. Bu,  bütün  yarışları  kazanırdı.Bir gün, binek  devesi  üzerinde  bir bedevi  geldi ve  yarışta  Adba’yı  geçti. Bu durum,  ashabın  ağrına  gitti. Resulullah (a.s.),  onların  üzüntülerini  yüzlerinden  okuyunca şu  açıklamayı  yaptı: ‘Yeryüzünde  yükselttiği  her şeyi  arkadan  alçaltmak  Allah  üzerine  bir  haktır.’”[81]

Hadisteki ifadelerden, deve  yarışlarının sıkça  yapıldığı  anlaşılmaktadır. İbn Ömer, Resulullah (s.a.v.)’ın  atı antrenmana  tabi tutup,  onunla  yarışa  katıldığından  bahsetmektedir.[82]

Yine  İbn Ömer (r.a.)   anlatıyor:  “Resulullah (a.s.),  antrenmanlı  atı,  el-Hayfa’dan  Seniyyetü’l-Veda’ya  kadar  koşturdu. Antrenmanlı  olmayanı  da  Seniyyetü’l-Veda’dan   Beni  Züreyk  Mescidi’ne  kadar  koşturdu.”[83]  Kaynaklarda  belirtildiğine  göre  el-Hayfa  ile  Seniyyetü’l-Veda  arası  6-7 mil; Seniyyetü’l-Veda  ile  Beni Züreyk  Mescidi  arası  ise 1 mil  uzaklığındadır. Demek ki  atlar sık  sık  antrenmana  tabi  tutulmaktadır. Bu yarışlar  sonunda  bazen  ödül de  veriliyordu. İbn Ömer, Resulullah’ın  atlar  arasında  yarış  yaptırıp,  ilk beş  dereceye  girenleri  tafdil  ettiğini  belirtmektedir.[84] Ebu Hureyre de,  Hz.Peygamberin  şöyle  buyurduğunu  söylemektedir: “Şu  üç şeyde  armağan  vardır: Deve yarışı, at yarışı  ya da  ok yarışı.”[85]

2- Atıcılık (okçuluk):

Resulullah(s.a.v.)  devrinde  en  eğlenceli  iş, ok atmak  ve  bu alanda  yarışmalar  yapmaktı. Ok atma, hem bir  eğlence, hem bir  spor ve  hem de  savaş için  bir  hazırlık  ameliyesi  idi. Peygamberimizin,  çocuklara  öğretilmesini  istediği  üç şey  şudur: Ok atma, ata  binme  ve  yüzme.[86]

Seleme b. Ekva (r.a.)  anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.), çarşıda  ok yarışı  yapan  Beni Eslem’den  bir grupla  karşılaşmıştı. Onlara  şöyle  seslendi: ‘Ey İsmailoğulları!  Atın. Zira  atalarınız  atıcı  idiler. Atın, ben  falan  kabileyi  tutuyorum.’ Bu  söz  üzerine  bir grup  atıştan  vazgeçti. Efendimiz (a.s.): ‘Ne oldu;  niye  atmıyorsunuz?’ diye  sordu. Şöyle  cevap  verdiler: ‘Nasıl  atalım? Siz  öbür  tarafı  tutuyorsunuz.’  Bunun  üzerine A.S. : ‘Atın, ben  hepinizi  tutuyorum’  buyurdular.”[87]

Yine  Hz.Peygamber(s.a.v.)  şöyle  buyurmuştur:

“Sizden  birini  gam ve  sıkıntı  bastığı  zaman,  yayını  alıp  kederini  onunla  dağıtmaktan  başka  yapacak  bir şeyi  yoktur.”[88]  Bu konuda  Hamidullah  şunları  söylemektedir:  “Resulullah(s.a.v.), gençlerin  okçuluk  sporu  ile  meşgul  olmalarını  ve kendi  aralarında  yarışmalar  tertip  etmelerini  teşvik  ediyordu. O devrin  spor  çeşitleri  arasında  “dirkele”  adında  mızrakla  oynandığı  anlaşılan  ve  özellikle  siyahiler  arasında  yaygın  olan  bir spor  dalı da  bulunuyordu.”[89]

Hz.Peygamber (s.a.v.), atıcılıkla  meşgul  olmaya  çokça  teşvikte  bulunmuştur. Öyle ki, atıcılık  meşguliyetini  eğlence  değil, ibadet  kabul  etmekte;  “en  hayırlı  eğlenceniz, atıcılıktır” demektedir.[90]  Resulullah (a.s.)’ın,  atıcılığın  binicilikten  daha  önemli  olduğunu  söylediğine  dair  rivayetler  de  bulunmaktadır.[91]

3- Atletizm (koşu):

Peygamberimiz  döneminde  yapılan  sportif  faaliyetlerden  biri de  atletizm  idi.Müslim’de  geçen  uzunca  hadisin  bir bölümünde  Hz.Peygamber (s.a.v.)’in,  Seleme b. Ekva  ile  ensardan  bir adamın,  Medine’ye  kadar  koşu yarışı  yapmalarına  izin  verdiği anlaşılmaktadır.[92]

Hz.Ömer ile Hz.Zübeyr, iki  defa yarışmışlar; birinde Zübeyr, diğerinde Hz.Ömer geçmiş  ve  Hz.Ömer  yarışı  kazanınca; “Kâbe’nin  Rabb’ine yemin  olsun ki, seni  geçtim”  diyerek  sevinç gösterisinde bulunmuştur.[93]

Resulullah (s.a.v.)  da  böyle bir  yarış  yapmıştır. Yarıştaki  rakibi  ise  eşi Hz.Aişe (r.a.) olmuştur. Bir  sefer esnasında  hanımı  Hz.Aişe  ile  geride  kalan  Resulullah(a.s.), O’nunla  koşu  yarışı  yapmış ve  bu yarışı  Hz.Aişe  kazanmıştı. Birkaç yıl  sonra  yeniden  yapılan  başka  bir koşuyu  ise  Hz.Peygamber  kazanmış  ve  Hz.Aişe’ye: “Bu birincilik,  önceki  birinciliğin rövanşıydı”  demiştir.[94]

Asr-ı  saadette koşuculuğu  ile ün  yapmış  insanlar  vardı. Bunlardan  biri  Ebu Hıraş el-Hüzelî  idi. Bu kişi  cahiliye  devrinde  Mekke’ye  gelmiş ve Velid b. Muğire  ile koşuda  atları  geçtiği  takdirde  iki atı  üzerine  bahse  girmiş; bahsi de  kazanmıştır.[95]

AVCILIK

Avcılık, hem bir eğlence,  hem bir spor  ve hem de  bir geçim vasıtası olarak  insan oğlunun  varoluşundan  beri kullandığı bir  faaliyettir.Peygamberimiz(S.A.V.)  döneminde de kara  ve deniz  avcılığı  ile meşgul olanlar  vardı.K.Kerim,  avcılığı meşru görmekle  birlikte bazı sınırlamalar  da getirmektedir.[96] Kaynakların  belirttiğine  göre  Medine  civarında bulunan  göl ve  su birikintilerinde  bol  miktarda  iyi cins  balıklar  avlanmaktaydı. Ayrıca  bir  sefer  esnasında  yiyecek  sıkıntısı  baş gösterince  deniz  kıyısında  bulunan  bir anber (balina) balığının  etinden  yenilmiş, hatta  Medine’ye  dönülünce  Resulullah’a da  ikram  edilmiştir.

Hz.Peygamber (s.a.v.)’in,  Akabe Körfezi’ndeki  Makna halkına,  çıkardıkları  balıkların dörtte birini  vergi  olarak  yüklediği  belirtilmekte;  bundan da  deniz  avcılığının o dönemde  çok  yaygın  olduğu  anlaşılmaktadır.

YÜZME

Yukarıda  Hz.Peygamber(s.a.v.)’in  çocuklara  ok atma,  ata binme  ve yüzme  öğretilmesini  istediğini  belirtmiştik. Peygamberimizin, bizzat  kendisi de  yüzme biliyordu. Bir defasında annesi  ve Ümmü Eymen  adındaki  cariye  ile beraber,  henüz çocukken  Medine’ye  gitmiş;  Beni Neccar  Kabilesi’nden “en-Nabiğa”  adında  birinin  evinde  kalmışlardı. İşte Resulullah (a.s.), bu  gezisi  sırasında  bu kabileye  ait bir  su  birikintisinde  yüzmeyi  öğrenmişti.

GÜREŞ

Peygamberimiz  zamanındaki  diğer  sportif  faaliyetlerden  birisi de  güreştir. Güreş, çok eski  tarihlerden  beri  yaygın  olan bir  spor  türüdür. Kaynaklarda,  Resulullah(a.s.)’ın, büluğ çağına  daha yeni  gelmiş olan  gençleri,  orduya katılma  hususunda  bir standart  olmak üzere, güreş  yapmaya  tabi  tuttuğu;  galip  geleni  orduya  aldığı  zikredilmektedir.  Kaynaklarda  ayrıca, Hz.Peygamber(s.a.v.)’in  Mekke’nin  en güçlü  pehlivanı  olan Rukane b. Abdi Yezid  ile güreştiği,  O’nu  yendiği ve  bunun  üzerine de  Rukane’nin  müslüman  olduğu  anlatılmaktadır.

HALTER

Halter,  ağır  kaldırma  sporudur. İnsanların  eskiden beri  kollarını  kullanarak  taş, kaya vs. gibi  şeyler  kaldırdıkları  düşünülürse,  aslında  bu spor  dalının  çok eski  tarihlerden  beri  var olageldiği  anlaşılır. Mescid-i  Nebevi’nin  inşasında,  duvarları  yapmak  için  elle  taşınan  ağır  taşlar,  bir halter  sporudur. Resulullah (a.s.),  bir gün,  aralarında  hangisinin  daha güçlü  olduğunu  belirlemek  için  büyük bir  taşı  yerden  kaldırmaya  çalışan  bir küme  insanın  yanından  geçmiş  ve  onların  bu  yarışlarında  hiçbir  kötü  taraf  bulmamıştı.

Seferlerde  bir yerde  konaklamak  gerektiğinde  Hz.Peygamber (s.a.v.), hemen  orada  düz bir  arazinin diken, taş ve çalıları  ayıklanıp  sınırları  ve kıblesi  belli  edilerek  mescid  yapılırdı. Sefere  katılanların  sıkıntılarını  gidermek  için  zaman  zaman  aralarında  yarışlar  düzenlerdi. Bu  yarışlardan  biri de  ağırlık kaldırma  yarışlarıydı.[103]

SONUÇ

Bu kısa  çalışmamızda  da  görüldüğü  gibi,  Resulullah (a.s.)  döneminde  son  derece  dinamik  bir  hayat  vardı. Dünya  ve  ahiret  dengesini  en ölçülü  şekilde  sağlayan  ashab-ı  kiram (r.a.),  tabir  yerindeyse  hayatı  yaşamasını  bilmiştir. Bir  taraftan  ibadet  edip  ahireti düşünürken,  diğer  taraftan  da  dünya  için  çalışmışlar;  dünyanın  güzel  nimetlerinden  faydalanmışlardır.

Eğlence,  insan  ruhu ve  bedeni  üzerinde  çok  müsbet  etkiler  bırakır. En azından  bedeni  dinlendirir;  ruhu da  genişleterek,  sıkıntı ve  stresi  önler. Bu nedenle, insanların dinlenmeye  ve eğlenmeye  ihtiyaçları  vardır. Ancak, bu  ihtiyacın  karşılanması  İslam’ın  çizdiği  sınırları  aşmaya  sebep  olmamalıdır. Örnek  çağ olan  Saadet Çağı’ndaki  insanlar  bu hususa  dikkat  etmişler;  gülmüşler;  eğlenmişler; ancak  İslam’ın  yasakladığı  en ufak  bir şeyi  yapmamışlardır.

Eğlencenin  bel kemiğini  musiki ve çalgı  oluşturur.Bütün  kutlamalar, düğün ve  bayram  eğlenceleri  hep bu  unsurlarla  yerine  getirilir. Peygamberimiz  döneminde  bilinen  enstrümanlar  sayılı  olup,  bunlar da – sahih kaynaklarda  anlatıldığına  göre-  def, düdük  ve kavaldan  ibarettir. Bunların  şarkı ve  ilahi  şeklinde  çalınmaları,  peygamberimiz  tarafından  herhangi  bir  müdahaleyi  gerektirmemiş;  bunlara  müsaade  edilmiştir. Hz.Peygamber (s.a.v.)’in  bu  konuda  önemle  üzerinde  durduğu  husus,  musikide  çalgı  aletlerinden  ziyade  söylenen  sözle  ilgilidir. Yani  önemli  olan  beste  değil, güftedir. Bize göre bu konuda İslam’ın  çizgisi belli olup her türlü aletin kullanımı caizdir. Çalgı aletleri hususunda herhangi bir ayırıma gidilmemiştir.  

Hz.Peygamber (s.a.v.)  döneminde  sportif  faaliyetler  de çok yaygın olup, bunlar günün  şartlarına uygun olarak yerine getiriliyordu.Bunların başında at  ve deve yarışları ile ok  atıcılığı(okçuluk) geliyordu.Yine  günümüzdeki atletizme  benzer koşu yarışları da  yapılmaktaydı.Bunlardan  başka, güreş, yüzme, ağır kaldırma  ile futbola benzer “kürrek” adı verilen  ayak topu da dönemin bilinen sportif  faaliyetleri  arasında sayılabilir.Avcılık ise,  hem bir rızık kazanma  çabası, hem de sportif  bir faaliyet  olarak  değerlendirilebilir.

Çirkin olan her şeyi  yasaklayan dinimiz, eğlence  hususunda  da  bu kuralın  dışında kalmamış; bu  konuda bazı  sınırlamalar getirmiştir.Sırf zevk için hayvanların  öldürülmesini  yasaklayan  Hz.Peygamber(s.a.v.),  hayvanların eğlence için  dövüştürülmesini  de hoş karşılamamıştır.Kumara benzediği için de, tavla oynamayı  ve zar atmayı da çirkin görmüştür.Böylece o büyük insan; hem öğütleri,  hem şahsiyeti  ve hem de  davranışları  ve yaşayışıyla  ümmeti için  en güzel örnek  olmuştur.


[1] Ankebut-64

[2] Buhari; Mevâkîtü’s-Salat-38

[3] Bakara-163

[4] Nisa-116

[5] Maide-90

[6] Maide-91

[7] Nur,30-31

[8] Nur-31

[9] İsra-32

[10] Hucurat-11

[11] İsra-33

[12] Şura-42

[13] Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai, Dahâya-41

[14] Uludağ,  Süleyman;  İslam  açısından  musiki  ve  sema; Uludağ  Yayınları; Bursa-1992; s.139

[15] Gazâli; İhya-i Ulumid-din, Sentez  Yayınevi, İstanbul-1993, c.2, s.695

[16] Müsned-ü  İmam  Ahmed b. Hanbel; Beyrut-1969;c.3.s.152.  Ayrıca  kadınların  raks (dans) etmesi ve erkeklerin  de  bunları  seyretmesine  dair  bk.  Uludağ,  age., s.90

[17] Buhari, Cihad-79;  Müslim,Iydeyn-22;  Nesai,Iydeyn-35

[18] Ebu Davud, Edeb-59

[19] Canan, İbrahim; Kütüb-i  Sitte  Muhtasar ve Tercümesi; Akçağ  Yayınları, Ankara-1998;c.17,s.202,no-600

[20] Uludağ, age., s.136

[72] Müslim, Sayd-60

[73] Nesai, Dahaya-42

[74] Müslim, Sayd-58; Tirmizi, Sayd-1; Nesai, Dahaya-41

[75] Ebu Davud, Cihad-56; Tirmizi, Cihad-30

[76] Ebu Davud, Cihad-69

[77] Müslim, Şi’r-10; Ebu Davud, Edeb-64

[78] Nesai, Zinet-17

[79] Muvatta, Rüya-6

[80] Bütün  yönleriyle  asr-ı  saadette  İslam,  c.3,  s.504

[81] Buhari, Cihad-59,  Rikak-38;  Ebu Davud, Edeb-9;  Nesai, Hayl-14

[82] Ebu Davud, Cihad-67

[83] Buhari, Cihad-57,58; Müslim, İmaret-95; Tirmizi, Cihad-22

[84] Ebu Davud, Cihad-67

[85] Tirmizi, Cihad-22; Nesai, Hayl-14

[86] Bütün  yönleriyle  asr-ı saadette  İslam, c.3, s.503

[87] Buhari, Cihad-78

[88] Canan, İbrahim; age., c.3, s.498

[89] Hamidullah, Muhammed; age., c.2, s.1075

[90] Canan, İbrahim; age., c.3, s.497

[91] Age., c.1, s.495