Sünnette cemaate sımsıkı bağlılığı emreder.Kim ki cemaattan başkasını arzularsa ve ondan ayrılırsa boynundaki islam boyunduruğunu fırlatmış başkalarının sapıtmasınada neden olarak sapıtmıştır.
1-İbn Ömer (r.a) dan rivayet edilmiştir dedi ki: Ömer ,Cabiye'ye (şam'ın bir kasabası) bize hutbe iradederek şöyle dedi;Ey insanlar Rasulallah sav in irad buyurduğu hutbenin bennzerini size irad etmek için kalkmış bulunuyorum.Resulü Ekrem s.a.v. şöyle buyurmuştu: size ashabımı, sonra onların peşinden gelenleri ve sonra bunların peşinden gelenleri tavsiye ederim.Daha sonra yalancılk yayılacıktır. Hatta kişiye yalan yere yemin ettigi için yemin verdirilmeyecek ve şahide yalan yere şehadet ettigi için şahitlik yaptırılacaktır.Daha sonra yalan- cılık yayılacaktır. Hatta kişiye yalan yere yemin ettigi için yemin verdirilmeyecek ve şahide yalan yere şehadet ettiği için şahitlik yaptırılmayacaktır.Dikkat bir erkek bir kadınla başbaşa kalmasın aksi takdirde üçüncüleri şeytandır.cemaatten islam topluluğundan ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının.Çünkü şeytan yalnız kalanla beraberdir.Ve birlik olan iki kişiden uzaktır.Her kim cennetin orta yerini istiyorsa cemaatten ayrılmasın.Her kimi iyiliği sevindiriyor ve kötülüğü üzüyorsa işte o kimse mümindir. TİRMİZİ-FİTNE BABI 7,NO:2254,,,
2-"Enes bin
Malik ( R ) rivayet edildiğine göre: Resulullah sav şöyle buyurdu ;demiştir
"İsrailoğulları yetmişbir fırkaya ayrıldı .Benim benim ümmetimde şüphesiz
yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka
ateşte değildir. Oda sahabilerin yolunda olan cemeattir. " İbn Mace K. Fiten 3993
3-İbn Abbas r. dan
Resulullah sav şöyle buyurdu: "Her kim emrinden hoşlanmıyacağı bir şeyin
meydana geldiğini görürse onun fenalığına sabretsin,isyan etmesin.Çünkü herkim
islam camiasından bir karış ayrılırsa ölürse muhakkak o cahiliyet ölümü ile
ölür. BUHARİ,KİTABUL FİTEN 15c6926sy.
TİRMİZİ...3022..KİTABUL MİSAL BABI...,,AHMED 4\130,TAHAVİ 379sy
4-''Kim aza
teşekkür etmezse,çoğada teşekkür etmez.Kim insanlara teşekkür etmezse Allah'ada
şükretmez.Allah'ın nimetlerini anlatmak şükürdür.Onları anlatmayı terketmek ise
nankörlüktür.Cemaat halinde yaşamak rahmed ayrılık ise azabtır.'' AHMED B.
HANBEL,,MÜSNED 4.c 278.sy ''Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bölünüp
parçalananlar ve ayrılığa düşenler gibi olmayın işte böyleleri için çok büyük
azab vardır.'' ALİ İMRAN 105 ''Dinlerini bir kısmına inanıp bir kısmınada
inanmıyarak parçalayanlar ve böylece fırka fırka olanlar işte hiçbir hususta
sen onlardan olmadın.Onların işi artık Allah'a kalmıştır.Sonra da yapmış
oldukları şeyi kendilerine haber verecektir.'' ENAM 159
CEMAATIN KURULUŞU MUHAMMED SAV İN ASHABI ÜZERİNE BİNA
EDİLMİŞTİR.ALLAH HEPSİNDEN RAZI OLSUN.ONLAR EHLİ SÜNNET VEL CEMAATTIR.ÖYLEYSE
KİMKİ ONLARDAN YÜZ ÇEVİRMİŞTİR SAPIKLIĞA VE BİDATA DÜŞMÜŞTÜR.BÜTÜN BİDATLAR
DALALETTİR.DALALET VE DALALETE DÜŞENLERSE ATEŞTEDİR.CEMAATA YAPIŞMANIN ANLAMI
DOĞRUYA VE ONUN TAKİPÇİLERİNE BAĞLANMAKTIR.DOĞRUYA YAPIŞANLAR AZ KARŞITLARI ÇOK
OLSADA DOĞRULUK PEYGAMBER SAV'İN ASHABININ BAĞLI OLDUĞU İLK CEMAATTIR
1-''Abdullah bin
Amr (ra) dan rivayet edilmiştir.Resulullah sav şöyle
buyurmuştur:<<İsrailoğullarına gelen herşey papucun papuca bir tekin öbür
tekine eşiyliği gibi ümmetimede gelecektir.Hatta onlardan aşikar olarak
annesiyle zina eden bulunursa ümmetimdede bunu yapacak kişi
bulunacaktır.İsrailoğlları yetmişiki millete ayrılmışlardı.Ümmetim yetmişüç
millete ayrılacaktır.Bunların bir milletten başka hepsi cehennemdedir.Ashap-Ya
Resulullah o müstesna olan millet kimdir? Allah Resulu sav---Ben ve ashabım hangi
millet üzere isek odur>> TİRMİZİ KİTABUL
İMAN....2779
2-EL-İrbad bin
sariye (ra)dan rivayet edilmiştir.dediki;<<Resulullah sav bize namaz
kıldırdı.sonra yüzünü bize döndürdü ve sonra çok belagatlı bir vaaz ettiki
gözler ağladı gönüller korktu.Bir sözcü -Ey Allahın Resulu şu konuşma ayrılık
konuşmasına benziyor.Bize ne tavsiye edersin,dedi.Resulullah sav<<Ben
size Allah'tan korkmanızı ve üzerinize Habeşli bir kölede amir dikilse
emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim.Gerçekten benden sonra sizden
kim yaşarsa çok ihtilaflar görecek,sizlere benim sünnetime ve benden sonrs
gelecek yol gösteren ve olgun halifelerimin sünnetine uymanız gerekir.Bu
sünnetlere uyun ve azı dişinizle bu sünnetleri ısırıcasına sıkı sarılın.Dinde
sonradan çıkarılan işlerden sakının gerçekten sonradan çıkarılan işlerden
sakının.Gerçekten her sonradan çıkarılan şey bidattır.Ve her bidat
sapıklıktır.>> EBU DAVUD K.SÜNNET
4607..DARİMİ..96-TİRMİZİ..2815-İBN MACE ..42-
3-''cabir ibn
abdullah (ra)dan o şöyle dedi:Resullullah sav hutbe yaptığı zaman gzleri
kızarır sesi yükselir ve hiddeti artardı.Hatta düşman ordusunun hucumcndan ikaz
eden,düşman sabah ve akşam sizlere baskın yaptı diyen bir kimse gibi
olurdu.Şehadet parmrğı ile orta parmağını birbirine yapıştırarak:<<Ben
kıyametin şu iki parmağın yakınlığı gibi yakın olduğu bir zamanda
gönderildim>> der ve devam ederek:<<Bundan sonra,bilinizki sözlerin
en hayırlısı Allah'ın kitabı,yolun en hayırlısı da Muhammed sav in yoludur.Ve
işlerin en kötüsü dinde sonradan çıkarılan şeylerdir.Dinde sonradan çıkarılan
her bidat bir sapıklıktır.>>buyurdu.Daha sonra:<<Ben her mümine
kendi nefsinden daha yakınımdır.Her kim mal veya evlad bırakırsa bıraktığı malı
ailesine ve yakınlarına aittir.Ve herkim borç veya evlad bırakırsa borcu ve çocuklarının
işi ile meşgul olmak bana aittir.>>buyurdu.''
MÜSLÜM 867..NESEİ...................EBU DAVUD 4607..(Her bidat ateştedir
sözü nesei den geliyor)
MESELELER NETLEŞTİĞİ
İSPATLAR YAPİLDIĞI VE BAHANELER YOK EDİLDİĞİNDEN KİMSENİN NE HİDAYETTE OLDUĞUNA
İNANIP SAPIKLIĞA DÜŞMESİNDE NEDE DELALETTE OLUP DOĞRU YOLDA OLDUĞUNU
SÖYLEMESİNDE MAKBUL BİR MAZERET OLAMAZ,DER ÖMER İBN HATTAB RA.ÇÜNKÜ SÜNNET VE
CEMEAT TÜM BİR DİNİ SAĞLAMLAŞTIRAN VE TEMİNAT ALTINA ALANDIR.BU ÇOK AÇIK BİR
ŞEKİLDE İFADE EDİLMİŞTİR.ÖYLEYSE HERKESE BU YOLLARI İZLEMEK VE UYGULAMAK DÜŞER.
1-''irbad bin
sariye ra dan rivayet edilmiştir.Resulullah sav buyurdular ki:<<Ben sizi
gecesi gündüzü gibi apaydın olan en küçük bir şüpheyi kabul etmeyen gayet açık
bir din üzerinde bıraktım.Benden sonra ancak helak olanlar,o dinden başka
yönlere sapar.Sizden kim yaşarsa fazla ihtilafa şahid olacaksınız.Onun için
bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan hulefayi raşidinin
sünnetine yapışın.Bunlara dişinizle sıkıca tutunuz.Başınızdaki halife siyah bir
köle bile olsa ona itaatten ayrılmayınız.Çünkü mümin tevazu ve uysallığı
bakımından burnuna yular takılmış deve gibidir hangi tarafa sevkedilirse uyar.>> İBN MACE-43..AHMED...HAKİM...ŞEYH EL BANİ SAHİHİNDE
N0:937
2-''ömer ibni aziz
buyurdu:<<Sünnetten sonra hiçkimseye özür yoktur.Onu doğru yol olarak
düşünen kişi için dalalet ve hata yoktur.>> İMAM MERVEZİ SAHİHİNDE NO:95
3-''abdullah ibn
mesud ra dan:<<Sünneti izleyin ve size yeterli olduğu için bidat
çıkarmayın.Her bidat dalalettir.>> EBU
K.........İLM NO:540..ŞEYH EL BANİ SAHİH DEDİ
ALLAH HEPİNİZE RAHMET ETSİN.BİLİNKİ DİN
ALLAH'TAN GELENDİR.KİŞİLERİN İLİM VE FİKİRLERİNE BIRAKILMAMIŞTIR.O'NUN
İLMİ,ELÇİSİYLE GELMİŞTİR.BU NEDENLE SAKIN HEVA VE HEVESLERİNİZE GÖRE
TEMELLENMİŞ ŞEYLERİ TAKİP EDİP DİNDEN UZAKLAŞIP İSLAMI BIRAKMAYIN.SİZİN İÇİN
HİÇBİR MAZERET KALMAMIŞTIR.ÇÜNKÜ ALLAH RESULU ÜMMETİNE SÜNNETİ AÇIKLAMIŞ VE
ASHABINA BUNU NETLEŞTİRMİŞTİR.Kİ ONLAR TEMEL UNSURU (ESSEVEDÜL EDHEM)
OLUŞTURURLAR.TEMEL UNSUR HAKİKAT VE TAKİPÇİLERİDİR.BÖYLECE KİM DİNİN HERHANGİ
BİR MESELESİNDE ALLAH RESULUNUN ASHABINA MUHALİFTİR,O KÜFRE DÜŞMÜŞTÜR
1-''numan ibn beşir
ra'dan rivayet ediliyor:Resulullah sav buyurdular ki:<<Ana vucuda
sarılrn.>>Bir adam sordu.Ana gövde nedir?O'da şu ayeti okudu:<<Yine
deki:''Allah'a itaat edin;peygamberede itaat edin,eğer yüz çevirirseniz siz
zararlı çıkarsınız.Çünkü peygamber,yüklendiği tebliğ görevinden sorumludur.Siz
ise yüklendiğiniz itaatten sorumlusunuz.Eğer O'na itaat ederseniz hidayete
erersiniz.Peygambere düşen apaçık bir beyan etmekten başka bir şey
değildir.''>> NUR-54,,İMAM AHMED 4\278,,MİŞKAT 61
2-''ibn mesud
ra'dan rivayet ediliyor:<<Cemaat doğruyu tastik edendir.Tek olsa
bile.>> İBN ASAKİRİN TARİHİ DIMEŞK TE EL MİŞKAT
1\61,ŞEYH EL BANİ SAHİHİNDE
3-Allah cc
Rasulullah sav'in karşıtlarını uyarmıyor aynı zamanda Resulullah sav'in
ashabına karşı olanları da uyarıyor.Onlar ki ilk inananlardı kuran onların
arasında iniyordu ve Resulullah sav'den direk öğreniyorlardı.Allah cc
buyuruyorki:<<Her kim kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra
peygambere muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa,onu
girdiği yolda bırakırız.Orası ne kötü bir yerdir.>> (nisa-115),böylece onların yollarını kim terkederse ve
bunun yerine şeytanların yoluna özellikle rafizi ve aşırı bidatçıların yoluna
uyarsa Allah cc yanında başkasına ibadet ederler ve sonra dini terk ederler.
4-''hiçbir topluluk
dinlerinde bir bidat işlememiştirki Allah'da onun benzerini kıyamete kadar
onlardan çekip çıkarmamış olsun.''
DARİMİ..99,MİŞKAT..188
BİLİNİZ Kİ SÜNNETTEKİ
ŞEKLİNİ TERKETMEDİKÇE KİMSE BİR BİDAT SERGİLEMİŞ OLMAZ.BU SEBEBLE HER YENİ İCAD
EDİLEN MESELE BİDAT OLDUĞUNDAN HER BİDAT DALALET OLDUĞUNDAN VE DALALET VE
DALALETE DÜŞENLER ATEŞTE OLDUĞUNDAN YENİ İCAD EDİLEN MESELELERE KARŞI İHTİYATLI
DAVRANIN.
1-''hassan bin
atiyye rh'dan rivayet edilmiştir:<<Hiçbir topluluk dinlerinde bir bidat
işlememiştir ki,Allah'ta sünnetlerinden onun benzerini kıyamete kadar çekip
çıkarılmasın.>> DARİMİ..99,ŞEYH EL BANİ MİŞKAT
1\66 DA NO:188 'DE
KÜÇÜK BİDATLARA
KARŞI DA İHTİYATLI OLUN.ÇÜNKÜ ONLARDA BÜYÜK OLANA DEK BÜYÜRLER.ÖNCE KÜÇÜK BİR
ŞEY GİBİ BAŞLAR.BU BİDATLARA GİRENLERİN YANILTILDIĞI VE BIRAKAMADIĞI
GERÇEĞİNDEN YOLA ÇIKILARAK GÖZ YUMULDU.BÖYLELİKLE BİDATLAR BÜYÜDÜ TAKİP
ETTİKLERİ DİN HALİNİ ALDI.BU YÜZDENDE SIRATI MÜSTAKİMDEN SAPTILAR.VE İSLAMI
TERK ETTİLER.BUNUNLA NEYİN ANLATILDIĞINI İYİCE ANLAMAK İÇİN ŞU RİVAYETİ
OKUYALIM.
''Amr bin Yahya
ra'dan:<<..Bir gün ebu musa el eşari yanımıza geldi ve<<ebu
abdurrahman (yani abdullah ibn mesud) şimdiye kadar yanınıza
çıktımı?dedi.Hayır,dedik.O da bizimle oturdu.Nihayet abdullah çıktı.Çıkınca
toptan ayağa kalktık.Sonra ebu musa el eşari şöyle dedi:<<ebu
abdurrahman,biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm.Ama hayırdan
başka bir şey görmüş değilim.Abdullah,nedir o?diye sordu.Oda yaşarsan birazdan
sende göreceksin dedi.Ve şöyle devam etti:<<Mescidde halkalar halinde
oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm.Her halkada bir idareci bir adam
halkadakilerin ellerinde de çakıl taşları var idareci,<<yüz defa
Allahuekber deyin,diyor onlarda yüz defa Allahuekber diyorlar.Sonrada yüz defa
Lailaheillallah deyin,diyor,onlarda yüz defa lailaheillallah diyorlar.Yüz defa
subhanallah deyin,diyor,onlarda yüz defa subhanallah diyorlar.>>Abdullah
ibn mesud-peki onlara ne dedin?dedi.----Senin görüşünü bekleyerek onlara bir
şey söylemedim,dedi.---Dediki:<<onlara kötülüklerini sayıp hesab
etmelerini emretseydin ve bununla iyiliklerinden hiçbirşeyin zayi
edilmeyeceğine dair güvence verseydin ya,dedi.>>Sonra gitti,bizde onunla
beraber gittik.Nihayet o bu halkalardan birine gelip başlarında durdu ve şöyle
dedi:---Bu yaptığınızı gördüğüm şey nedir?Dedilerki:---Ebu Abdurrahman!Bunlar
çakıl taşları onlarla Allahuekber,Lailaheillallah,Subhanallah deyişlerini
sayıyoruz.Bunun üzerine Abdullah ibn Mesud dedi ki:---Artık kötülüklerinizi
sayıp hesab edin.Ben iyiliklerinizin hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine
kefilim.Yazıklar olsun size.Ey ümmeti Muhammed,ne çabuk saptınız,ne çabuk helak
oldunuz,Peygamberimiz sav'in ashabı bolca içinizde hala bulunmakta,işte onun
elbiseleri henüz eskimemiş,kabları henüz kırılmamış,canımı elinde tutan Allah'a
yemin olsun ki sizler kesinlikle ya Muhammed sav'in dininden daha doğru bir
yolda olan bir din üzerindesiniz ki bu imkansız.Veya sapıklık kapısını
açmaktasınız.>>Onlar:---Vallahi Ebu Abdurrahman,biz hayırdan başka
birşeyi arzu etmiyoruz,dediler.O da şöyle cevab verdi:----Hayrı elde etmeyi
isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir.Resulullah sav bize
şöyle haber vermiştir ki;<<kuranı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları
sadece dilde kalacak,onların köprrücük kemiklerini ileriye geçmeyecek.Vallahi
bilmiyorum,belki onların çoğu sizdendir.>>Sonra Abdullah onlardan yüz
çevirdi.Bu halkalardan tamamı Nehveran olayında haricilerin yanında bize karşı
vuruşurken gördük. DARİMİ...210,,TABERANİ,MECMUEZ
ZEVAİD 1\181
ALLAH HEPİNİZE
RAHMET ETSİN.BU ZAMANDADUYDUĞUNUZ SÖZLERİ DİKKATLİ BİR ŞEKİLDE ANALİZ
EDİN.PEYGAMBER SAV'İN ASHABI YADA TAKİPÇİLERİ BU KONUDA HERHANGİ BİR ŞEY
DEMİŞMİ?SORUSUNU SORMADAN ÖYLE HAREKET ETMEYİN.VE ONUNLA ALAKALI HİÇBİRŞEYE
GİRMEYİN.EĞER KONUYLA ALAKALI BİR RİVAYET VARSA ONA YAPIŞIN,BAŞKA BİR ŞEY İÇİN
ONDAN DÖNMEYİN VE HİÇBİR ŞEYE ÖNCELİK VERİP ATEŞE DÜŞMEYİN.
1-''Bilgi Muhammed
sav'in ashabından gelendir.Onların tekinden bile gelse.'' CAMİÜL BEYANUL İLM İBN ABDUL BERR 2\36
BİLİNİZKİ DOĞRU
YOLDAN SAPMAK İKİ ŞEKİLDE MEYDANA GELİYOR.1;BİR ADAM İYİDEN VE DOĞRUDAN BAŞKA
BİR NİYETİ OLMIYARAK YOLDAN SAPAR,HATASI BİR YIKIMA NEDEN OLMADIKÇA
İZLENMEMELİDİR...2.;BİR ADAM HAKİKATE MUHALİFTİR VE KENDİNDEN ÖNCE GELENLERE
MUHALİFTİR O ADAM SAPITMIŞTIR.BAŞKALARININ SAPMASINA NEDEN OLMUŞTUR.ÜMMETİN
İÇİNDEKİ İSYANKAR BİR ŞEYTANDIR.İNSANLARI ONA KARŞI UYARMAK VE DURUMUNU
AÇIKLAMAK ONU TANIYAN HERKESİN GÖREVİDİR.BÖYLECE HİÇKİMSE ONUN BİDATLARINA
DÜŞMEYECEK VE ZARAR GÖRMEYECEKTİR.
''O'na ihlasla
yönelin.O'ndan korkun ve namazı dosdoğru kılın.Sakın dinlerini parçalayan fırka
fırka olan ve her fırkası kendi elindekiyle sevinen müşrikler gibi olmayın.'' RUM...30,31
''Dosdoğru olarak
yüzünü dine,Allah'ın insanları onagöre yarattığı fıtratına çevir.Allah'ın
yaratışında hiçbir değişme yoktur.İşte dosdoğru din budur.Fakat insanların çoğu
bilmez.'' RUM...30
''Ey
Peygamberler.Temiz yiyeceklerden yiyin,iyi işler işleyin.Zira ben sizin ne
yaptığınızı hakkıyla bilirim.Gerçek şu ki sizin dininiz tek bir dindir.Bende
sizin RABBİNİZİM.Bu itibarla BENDEN sakının ne var ki peygamberlerin tabileri
dinlerini aralarında bölük pörçük etmişlerdir.Bu sebeble her gurub kendi
yanındakiyle ferahlamaktadır.'' MÜMİNUN..51-53
''. seytan suphesiz
sizin dusmaninizdir; siz de onu dusman tutun; o, kendi taraftarlarini, cilgin
alevli cehennem yarani olmaya cagirir.'' Fatır..6
ALLAH SİZE MERHAMET
ETSİN.BİLİNİZ Kİ BİR KULUN İSLAMI HAKİKATI TAKİP ETMEDİKÇE MÜŞAHADE ETMEDİKÇE
VE ONA TESLİM OLMADIKÇA TAMAMLANMIŞ SAYILMAZ.HER KİMKİ ALLAH RASULUNUN
ASHABININ SÖYLEDİKLERİNİN YETERSİZ OLDUĞUNU VE İSLAMLA BİR ALAKASI OLMADIĞINI
SÖYLERSE ONLARI YANLIŞ ANLAMIŞ ONLARDAN UZAKLAŞMIŞ VE ONLARLA İLGİLİ KÖTÜ
KONUŞMUŞ OLUR.O BİR BİDATÇI,SAPIKTIR VE BAŞKALARININ SAPITMASINA NEDEN OLMUŞ,İSLAMA
ONDAN OLMAYAN BİRŞEYİ DAHİL ETMİŞTİR.
1-''Huzeyfe bin el
Yeman ra'dan;Resulullah sav şöyle buyuruyor:<<Allah bidat sahibinin
orucunu,namazını,sadakasını,haccını,umresini,cihadını,sarfını,şehadetini, kabul
etmez.O,kılın yağdan çıktığı gibi islamdan çıkar.>> İBN MACE MUKADDEME 7\49
2-İbrahim bin
Meysere ra'dan Resulullah sav buyurdularki:<<Bir kimse bidat sahibine
tazim ve yardım ederse işte o kimse mutlak surette dinin yıkılmasına yardım
etmiştir. MİŞKAT 189,,BEYHAKİ ŞUAYBİL İMANDA
3-''Bidat sahibi ile
oturma,zira o kimse senin kalbini hastalandırır.>> HASANI BASRİ EL BİDAU 47
4-''Bidat sahibi
ile münakaşada kendinizi emin görmeyiniz.Zira onun fitnesi sizin kalbinize
şüphe kanalı ile intikal edebilir.'' İMAM EVZAİ(RH)
ELBİDAU VENNEHYU ANHA 53
5-''Bidatçılarla
konuşmayınız.Zira kalbinizin irtidat etmesinden,dinden çıkmasından korkarım.'' İBRAHİM TEYMİ(RH) İHTİSAM 1c 84sy
6-''Yolda bir bidat
sahibi ile karşılaştığında hemen başka bir yolu tut.''
YAHYA BİN KESİR (RH) İHTİSAM 1c 84sy
7-''Fudayl bin İyaz
ra'da şöyle demiştir:<<Bir kimse bidat sahibi ile oturursa ona ilmi
hikmetten verilmez.>> İHTİSAM 1c 90sy
8-''Guzeyf bin
elHaris esSaumali ra'dan,Resulullah sav buyurdu ki:<<Bir kavim,bir kötü
bidat ihdas ederse ancak o bidatın misli bir sünnet kaldırılır.Binaenaleyh,bir
sünnete sarılıp amel etmek bir bidat ihdas etmekten hayırlıdır.>> MİŞKAT 187,AHMED
ALLAH HEPİNİZE
RAHMET ETSİN.BİLİNİZKİ SÜNNET BİR ANALOJİ VE ÖRNEKLENDİREREK İSBAT ETME
MESELESİ DEĞİLDİR.ONDA HEVA VE HEVESLER TAKİP EDİLMEZ.BELKİ SADECE NEDEN VE
NASIL OLDUĞUNU SORMADAN ALLAH RESULU SAV'İN NAKLETMİŞ OLDUKLARINI TASTİK
MESELESİDİR.
. Ey inananlar!
Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kuran'i dinleyip dururken yuz cevirmeyin,
dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayin. ENFAL..20
Size merhamet
edilmesi icin, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. ALİ
İMRAN..132
Allah'a ve
peygamberine itaat edin; cekismeyin, yoksa korkar basarisizliga dusersiniz ve
kuvvetiniz gider. Sabredin, dogrusu Allah sabredenlerle beraberdir ENFAL..46
Ey Inananlar! Allah'a
itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eger bir
seyde cekisirseniz, Allah'a ve ahiret gunune inanmissaniz onun halini Allah'a
ve peygambere birakin. Bu, hayirli ve netice itibariyle en guzeldir. * NİSA..59
"Rabbimiz!
Dogrusu biz Rabbinize inanin diye inanmaya cagiran bir cagiriciyi isittik de
iman ettik. Rabbimiz! Gunahlarimizi bize bagisla, kotuluklerimizi ort, canimizi
iyelerle beraber al" ALİ İMRAN..193
24/51. Aralarinda hukum verilmek uzere Allah'a ve
peygambere cagirildiklari vakit: "Isittik, itaat ettik" demek, ancak
muminlerin sozudur, iste saadete erenler onlardir. 24/52.
Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakinan kimseler,
iste onlar kurtulanlardir NUR..51-52
24/54. De ki: "Allah'a itaaat edin; Peygambere itaat
edin." Eger yuz cevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine
yukletilenden ve siz de kendinize yukletilenden sorumlusunuz. Eger O'na itaat
ederseniz dogru yolu bulursunuz, Peygambere dusen sadece, apacik tebligdir.
24/55. Allah, icinizden inanip yararli is isleyenlere,
onlardan oncekileri halef kildigi gibi, onlari da yeryuzune halef kilacagina,
onlar icin begendigi dini temelli yerlestirecegine, korkularini guvene
cevirecegine dair soz vermistir. Cunku onlar Bana kulluk eder, hicbirseyi Bana
ortak kosmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, iste onlar artik yoldan
cikmis olanlardir.
24/56. Namaz kilin, zekat verin, peygamebere itaat edin ki
size merhamet edilsin. NUR..54-56
33/70-1. Ey inananlar! Allah'tan sakinin, durust soz soyleyin
de Allah islerinizi kendinize yararli kilsin ve gunahlarinizi size bagislasin.
kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, suphesiz buyuk bir kurtulusa ermis
olur. AHZAB..70-71
8/24. Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat
verecek seye cagirdigi zaman icabet edin. Allah'in kisi ile kalbi arasina
girdigini ve sonunda O'nun katinda toplanacaginizi bilin ENFAL..24
3/32. De ki: "Allah'a ve peygambere itaat edin".
Yuz cevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez ALİ İMRAN..32
4/80. Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmis olur.
Kim yuz cevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekci Gondermedik NİSA..80
4/69. Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, iste onlar
Allah'in nimetine eristirdigi peygamberlerle, dosdogru olanlar, sehidler ve
iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadastirlar! 4/70.
Bu nimet, Allah'tandir. Bilen olarak Allah yeter NİSA..69-70.
*
4/13. Bunlar Allah'in yasalaridir. Allah'a ve Peygamberine
kim itaat ederse onu iclerinden irmaklar akan cennetlere koyacaktir, orada
temellidirler, buyuk kurtulus budur. 4/14. Kim Allah'a ve Peygamberine bas
kaldirir ve yasalarini asarsa, onu, temelli kalacagi cehenneme sokar. Alcaltici
azap onadir. NİSA..13-14
59/7. Allah'in, fethedilen memleketler halkinin
mallarindan peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakinlar, yetimler,
yoksullar ve yolda kalmislar icindir; ta ki icinizdeki zenginler arasinda elden
ele dolasan bir devlet olmasin. Peygamber size ne verirse onu alin, sizi neden
menederse ondan geri durun; Allah'tan sakinin, dogrusu Allah'in cezalandirmasi
cetindir HAŞR..7
ALLAH HEPİNİZE
RAHMET ETSİN.BİLİNİZKİ SÜNNET BİR ANALOJİ VE ÖRNEKLENDİREREK İSBAT ETME
MESELESİ DEĞİLDİR.ONDA HEVA VE HEVESLER TAKİP EDİLMEZ.BELKİ SADECE NEDEN VE
NASIL OLDUĞUNU SORMADAN ALLAH RESULU SAV'İN NAKLETMİŞ OLDUKLARINI TASTİK
MESELESİDİR.
. Ey inananlar!
Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kuran'i dinleyip dururken yuz cevirmeyin,
dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayin. ENFAL..20
Size merhamet
edilmesi icin, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. ALİ
İMRAN..132
Allah'a ve peygamberine
itaat edin; cekismeyin, yoksa korkar basarisizliga dusersiniz ve kuvvetiniz
gider. Sabredin, dogrusu Allah sabredenlerle beraberdir ENFAL..46
Ey Inananlar!
Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin.
Eger bir seyde cekisirseniz, Allah'a ve ahiret gunune inanmissaniz onun halini
Allah'a ve peygambere birakin. Bu, hayirli ve netice itibariyle en guzeldir. * NİSA..59
"Rabbimiz!
Dogrusu biz Rabbinize inanin diye inanmaya cagiran bir cagiriciyi isittik de
iman ettik. Rabbimiz! Gunahlarimizi bize bagisla, kotuluklerimizi ort, canimizi
iyelerle beraber al" ALİ İMRAN..193
24/51. Aralarinda hukum verilmek uzere Allah'a ve
peygambere cagirildiklari vakit: "Isittik, itaat ettik" demek, ancak
muminlerin sozudur, iste saadete erenler onlardir. 24/52.
Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakinan kimseler,
iste onlar kurtulanlardir NUR..51-52
24/54. De ki: "Allah'a itaaat edin; Peygambere itaat
edin." Eger yuz cevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine
yukletilenden ve siz de kendinize yukletilenden sorumlusunuz. Eger O'na itaat
ederseniz dogru yolu bulursunuz, Peygambere dusen sadece, apacik tebligdir.
24/55. Allah, icinizden inanip yararli is isleyenlere,
onlardan oncekileri halef kildigi gibi, onlari da yeryuzune halef kilacagina,
onlar icin begendigi dini temelli yerlestirecegine, korkularini guvene
cevirecegine dair soz vermistir. Cunku onlar Bana kulluk eder, hicbirseyi Bana
ortak kosmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, iste onlar artik yoldan
cikmis olanlardir.
24/56. Namaz kilin, zekat verin, peygamebere itaat edin ki
size merhamet edilsin. NUR..54-56
33/70-1. Ey inananlar! Allah'tan sakinin, durust soz
soyleyin de Allah islerinizi kendinize yararli kilsin ve gunahlarinizi size
bagislasin. kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, suphesiz buyuk bir
kurtulusa ermis olur. AHZAB..70-71
8/24. Ey inananlar!
Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek seye cagirdigi zaman icabet edin.
Allah'in kisi ile kalbi arasina girdigini ve sonunda O'nun katinda
toplanacaginizi bilin ENFAL..24
3/32. De ki:
"Allah'a ve peygambere itaat edin". Yuz cevirirlerse bilsinler ki,
Allah inkar edenleri sevmez ALİ İMRAN..32
4/80. Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmis olur.
Kim yuz cevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekci Gondermedik NİSA..80
4/69. Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, iste onlar
Allah'in nimetine eristirdigi peygamberlerle, dosdogru olanlar, sehidler ve
iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadastirlar! 4/70.
Bu nimet, Allah'tandir. Bilen olarak Allah yeter NİSA..69-70.
*
4/13. Bunlar Allah'in yasalaridir. Allah'a ve Peygamberine
kim itaat ederse onu iclerinden irmaklar akan cennetlere koyacaktir, orada
temellidirler, buyuk kurtulus budur. 4/14. Kim
Allah'a ve Peygamberine bas kaldirir ve yasalarini asarsa, onu, temelli
kalacagi cehenneme sokar. Alcaltici azap onadir. NİSA..13-14
59/7. Allah'in, fethedilen memleketler halkinin mallarindan
peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakinlar, yetimler, yoksullar ve
yolda kalmislar icindir; ta ki icinizdeki zenginler arasinda elden ele dolasan
bir devlet olmasin. Peygamber size ne verirse onu alin, sizi neden menederse
ondan geri durun; Allah'tan sakinin, dogrusu Allah'in cezalandirmasi cetindir HAŞR..7
HER PEYGAMBERİN BİR HAVUZU VARDIR.ALLAH RESULU SAV'İN
HAVUZUNA ANCAK İMANLI YAKLAŞABİLİR.
''Enes bin Malik
ra'dan rivayet edilmiştir.Resulullah şöyle buyurdu:<<Benim havuzumda
göğün yıldızları sayısınca ibrikler vardır.>> TİRMİZİ..2559
''Semure ra'dan
rivayet edilmiştir.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Her peygamberin bir
havuzu vardır ve peygamberler,hangisinin su içmemeye geleni daha fazla olursa
bununla iftihar ederler ve ben su içmeye geleni en çok olan olacağımı ümit
ederim.'' TİRMİZİ..2560
''Enes ra'dan
rivayet edilmiştir:Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Benim havuzumun iki
kenarı arasındaki mesafe san'a ile medine arasındaki mesafe gibi ve medine ile
amman arasındaki mesafe gibidir.'' İBN MACE
4304..TİRMİZİ 2561
''İbn Ömer ra'dan
rivayet ediliyor.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Sizin önünüzde bir havuz
var.Onun iki köşesi arasındaki mesafe Cerba ile Ezrub şehri arası
kadardır.>> EBU DAVUD 4745
''Enes
ra'dan,Resulullah sav şöyle dedi:<<Havuzumun genişliği şuradan şuraya
kadardır.Ondan içmek için yıldızlar sayısınca kaseler vardır.Kokusu miskten
hoştur.Baldan tatlı kardan serin,sütten beyazdır.Kim ondan içerse ebediyyen
susamaz.Kimde ondan içmezse ebediyyen susuzluktan kurtulamaz.'' TABERANİ,TERGİB VE TERHİB 7c149sy
CEHENNEM ÜZERİNDE KÖPRÜ VARDIR.BU KÖPRÜ ALLAH'IN RAZI
OLDUKLARINA GENİŞLERLER,GEÇİŞE İZİN VERİR.ALLAH DİLEDİĞİNİDE CEHENNEME
DÜŞÜRÜR.O GÜN İNSANLAR İMAN DERECELERİNE GÖRE NUR SAÇARLAR.
19/71. Sizden cehenneme ugramayacak yoktur. Bu, Rabbinin
yapmayi uzerine aldigi kesinlesmis bir hukumdur. 19/72.
Sonra Biz Allah'a karsi gelmekten sakinmis olanlari kurtarir, zalimleri de
orada diz ustu cokmus olarak birakiriz MERYEM...71-72
''Ebu Hureyre
ra'dan rivayet edildi.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Sırat
köprüsü,cehennemin ortasının üstüne,Sa'dan dikenleri gibi ateşten dikenler
üzerine kurulup konulur.Sonra insanlar onun üstünden geçmeye çalışacaklar.Artık
kimisi sağlam geçip kurtulur.Kimisi o ateşten dikenle tırmalanmış olup sonra
geçerek kurtulur.Kimiside o dikene takılarak cehenneme baş aşağıya atılır.'' İBN MACE 4280
''Aişe
ra'dan,Resulullah sav'in yanında ateşi hatırladı,ağladı.Bunun üzerine
Resulullah sav şöyle buyurdu:------Neye ağlıyorsun?.....Aişe ra:-----Ateşi
hatırladımda ona ağladım.Kıyamed gününde hanımlarınızı
hatırlayacakmısınız?dedi.Resulullah sav:-------Üç yerde kimse kimseyi
hatırlamaz;Mizanda,sevabvın ağırmı hafifmi geldiğini öğreninceye kadar.Amel
defterinin verilmesi anında sağındanmı,solundanmı,yoksa arka tarafından mı
verildiğini öğreninceye kadar,sıratta köprü cehennemin üzerine kurulan sırattan
geçip kurtuluncaya kadar,kimse kimseyi hatırlamaz.'' EBU
DAVUD K.SÜNNE 4755
36.Biliniz ki Allah CC’ne
itaat etmeyen insana itaat olmaz.
“Allah’a karşı bir günah söz konusu olunca ,mahluka itaat gerekmez”
Buhari,Ahad 1,müslim imare 39,1840.Ebu Davud cihad,40,87.Nesei, biat 34. İbni
Mace,Cihad 40-İbni Ebi Şeybe, Musennef, Cihad192,no;=12,7/737
Abdullah ibn Dinar
haber verdi ki, ken disi Abdullah İbn Ömer(ra)dan:”biz Rasulullah SAV’
emirlerini dinlemek ve itaat etmek üzere beyat ederdik de o bize (gücünün
yettiği kadar ) buyurdu.
37.Müslümanlar için
hüsnü-zan besleyin. Ölmeden önceki son hallerini bilemeyeceğiniz için Müslüman
olan insanlar için iyi veya kötü diye şahitlik etmeye kalkmayın.Allah’ın
rahmetinden umun(onun için) ve günahların
şerrinden sakının. Pişman olabilir veAllah cc İslam üzere ölmesini nasib edebilir. Ölüm
anında ona Allah tarafından neyin nasib
edildiğini bilmiyorsun. Onun için Allah’tan rahmet umun ve günahlarından dolayı
şerrinden sakının.
“Ey İman edenler,zannın
bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu
araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri ölü kardeşinin etini
yemekten hoşlanır mı? Ondan
tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri daima kabul
edendir.
Hucurat
(49) 12
“Zandan kaçının, zira
sözlerin en yalanı zandır.Tecessüste bulunmayın.Konuşmaları dinleme merakına
kapılmayın. Birbirinize buğzetmeyin.Siz Allah’ın kulları olarak kardeşler
olun.Kişi mümin kardeşinin sözlüsünü, kardeşi
onunla evleninceye veya onu bırakıncaya kadar istemesin.
Buhari k.nikah 45,bab Müslim.K.Birr
28.bab-2563no
“Şayet sen insanların
kusurunu araştıracak olursan ya onları ifsad etmiş olursun veya ifsad etmeye
yaklaştırırsın”.
Ebu Davud-K.edeb.44 bab-4888
“Ben Mirac için yukarı
çıkarıldığımda bakırdan tırnakları bulunan ve tırnaklarıyla yüzlerini ve
göğüslerini tırmalayan bir kavmin yanından geçtim. Ey Cebrail bunlar
kimdir?diye sordum.Cebrail,bunlar insanların etleri yiyen ve ırzlarına dil
uzatanlardır,dedi.”
Ebu
Davud K.edeb 40.bab 4878
Ey dilleyle iman eden
fakat kalblerine iman girmeyen topluluk, müslümanların gıybetini yapmayın.
Onların kusurlarını araştırmayın. Zira onların kusurlarını kim araştırırsa onu,
evinin ortasında rezil eder.”
Ebu Davud.K.edeb.40 bab 4880
“Birgün biz Rasulullah
s.a.v ile beraber idik. Kokmuş bir leşten kokular geldi.”Bu koku nedir biliyor
musunuz? Bu mü’minlerin gıybeti yapan kimselerin kokusudur” dedi.
Ahmet b.Hanbel, müsned c 3,S.351.
“Ebu Hureyre (ra)dan,Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:” İsrailoğullarında birbirini kardeş edinmiş iki zat vardı. İki ‘den
birisi günahla uğraşır,öbürü ibadete çalışırdı. İbadetle uğraşan öbürünü
günahta devamlı görüyor,bu günahdan vaz geç diyordu. Yine bir gün günah
işlerken gördü. Ona vazgeç dedi.,Günah
işleyen, benimle rabbim arasından çık,sen benim üzerime gözcü mü tayin edildin?
dedi.ibadetkar Allah’a yemin olsun. Allah seni affetmez veya Allah cennete
koymaz dedi. Her ikisi de öldü. Ruhları Alemlerin Rabbi’nin huzurunda
toplandılar.Allah cc ibadetkera sen Beni biliyor muydun veya Benim kudretimde
olana gücün yeter mi dedi. Günahkera beni rahmetim sebebiyle cennete gir dedi.
Öbürüne ise bunu götürün ateşe
buyurdu.Ebu Hüreyre (ra) nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, o
kimse bir kelime konuştu, dünya ve ahiretini azaba sürükledi.
Ebu Davud.K edeb 51.bab
4901-Tirmizi,kıyametin sıfatları -
-İbni Mace, züht
“Ebu hureyre ra’dan Rasulullah
s.a.v şöyle buyurdu:”Hüsnü zan ibadetin
güzellindendir.”
Ebu Davud K.edeb-4993
38.Kul tevbe ederse,hiçbir
günahı kalmamıştır.
“Ey insanlar Allah’a
kalpten samimiyetle tevbe edin”Tahrim (66) 8
“Rabbiniz’den mağfiret
dileyin, sonra tevbe edin”Hud(11)90
“Allah tevbeleri kabul eder”Bakara-37-160,218,222-al-i
imran31,89,-Nisa(4)110
“Eğer tevbe
eder,namazı kılar ve zekat verirlerse yolları serbest bırak”tevbe(9)11
“Öürken tevbe kabul
olunmaz.Nisa(4)18,168,169
“Müşriklere dua edilmez,
af dilenmez.” Tevbe(9)113-115
“Faiz ‘e tevbe etmek. Bakara(2)279
“Bera b.Azib(R) dan,
resulullah S A V şöyle buyurdu:” Yiyecek ve içeçek olmayan çorak bir yerde
devesi yedeğini sürükleyerek kaçan ve üzerinde kendisinin yiyeceği – içeceği
bulunan bu hayvanı yoruluncaya kadar arayan, sonra bir ağacın dibinden geçerken
yedeği ağaca dolaşan, bu suretle onu ağaca dolaşmış bir adamın sevincine ne
dersiniz? Buyurdu. Biz, -çok olur YaResulullah dedik.Bunun üzerine Resulullah S
A V ,beri bakın , vallahi kulunun tevbesine Allahın sevinmesi bu adamın
devesine sevinmesinden daha çoktur.
Müslim –2746
“Ebu Eyyub ( R)
dan,Resulullah SAV şöyle buyurdu.” Siz günah işlemeseniz, Allah günah işleyecek
bir halk yaratır, onları affederdi.
Müslim 2748-Tirmizi-3768-Riyazüs-salihin-1871-Tergib
ve Terhib -6 c 136 sy
Ebu Hureyre( R )dan
Resulullah SAV şöyle buyurdu. “Allah mahlukatı
yarattığı vakit, nezdinde arşın üstünde kitabına muhakkak benim
rahmetim, gazabıma galebe çalar.diye yazmıştır.”
Müslim –2751
“Ömer b. Hattab (R)dan, Resulullah SAV’e esirler
geldi. Birde baktık ki esirden bir kadın aranıyor.Esir arasında bir çocuk
bulunduğu vakit, onu alıyor,göğsüne yapıştırıyor ve emziriyor. Resulullah SAV
biz, Bu
kadın çocuğunu ateşe atacağını sanarsanız?” buyurdu. Biz hayır vallahi, onu atmamak elinden gelirse atmaz dedik. Bunun üzerine “Muhakkak
Allah kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha çok acır.” Dedi.
Müslim-2754
“Ebu Hureyre (R) dan,
Resulullah SAV şöyle buyurdu:Mü’min Allah nezdindeki azabı bilse,cennetine kimse
tama’ etmezdi.Kafirde Allah indindeki bilse cennetinden kimse
ümidini kesmezdi.”
Müslim-2755
“Ebu Musa ( R)dan, rasulullah SAV şöyle
buyurdu.”Şüphesiz ki Allah cc, gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek
için, geceleyin elini açar.Geceleyin günah işleyenin tevbeni kabul etmek içinde
gündüz elini açar. Bu ta güneşin battığı yerden doğuncaya kadar devam eder.”
Müslim-2759
“Ebu Said
el-Hudri(R)dan, şöyle buyurdu:”Bir adam 99 kişi öldürmüş de tevbesi kabul
edilip edilmeyeceğini sormaya başlamış.Derken bir rahibe gelerek ona da sormuş.
Rahib,senin için tevbe yoktur,demiş Adam rahibide öldürmüş.Sonra sormaya
başlamış sonra bir köyden çıkarak içersinde iyi insanlar köye gitmek üzere yola
çıkmış.Yolun bir kısmına geldikten sonra eceli gelmiş,sonra ölmüş.Bunun
hakkında rahmet melekleriyle azab melekler münakaşa etmişler. Neticede iyi yere
ötekinden bir karış daha yakın bulunmuş ve o yer halkından sayılmış.
Müslim-2766
“Halbuki sen onların
içinde iken Allah, onlara azab edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerkende
Allah onlara azab edici değildir.” Enfal(8)33
39.Taşlamak gerçektir ve
doğru olanıdır.
“Zina eden kadın ve
erkekten her birine yüzer değnek
vurun.Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman
ediyorsanız.Allah’ındini hususunda onlara karşı acıma duygusu sizi
engellemesin. Onların cezalarının infazına mü’minlerden bir topluluk da şahit
olsun.”
Nur(24)2
“Ubade b.Samit(ra)dan
Resulullah şöyle buyurdu.”Ayetin tefsirini benden alınız.Allah zina eden kadınlar için bir çıkış yolu açtı.Dul
dul ile zina ederse yüz değnek vurulur.Ve taş atarak Recm edilir.Bakire kadın, bekar erkekle zina
ederse yüz değnek vurulur. Ve bir sene sürgün cezası verilir.
Ebu
Davud-K.Hudud-4415-Müslim-K.hudud-1690
“Abdullah ibn Ebi Evfa
(r a)-Resulullah sav recm’etti
dedi.”
Buhari-14 c 2145sy
“Zeyd (R) ile Ebu
Hureyre (R) dan,Resulullah SAV ,Ya Uneys (İbn Dahhak)şu zina suçu isnad edilen
kadına git,eğer o kadına zina ettiği itiraf ederse ona recm ceza uygula
buyurdu.
Buhari-5c 2145 sy
“Ömer(r a) dede ki;
Allah Muhammed’i hak din olarak gönderdi ve ona kitab indirdi ve kendisi
indirdiği kitabta recm ayeti vardı. İmdi Resulullah SAV recm yaptı ve
kendisinden sonra bizde recm yaptık. İnsanlar üzerinde zaman uzayınca
içlerinden birinin, Allah’ın kitabında
recm bulamıyoruz, diyeceğinden ve Allah’ın indirmiş olduğu bir farzı terketmek
suretiyle dalalete düşeklerinden korkuyorum.dikkat evleği halde zina işleyen
kişiye, delil bulduğu veya gebelik olduğu veya itirafta bulunduğu taktirte recm
haktır.”
Tirmizi-1455-Ebu Davud-4418-İbn
Mace-2553-Buhari,K.Hudud.
“İbn Ömer(r a)dan
rivayet edilmiştir.”Resulullah SAV bir yahudi erkek ile bir yahudi kadın recm
etti.”
Tirmizi-1462-Ebu Davud-4455, Müslim,
hudud 14,20,22,23 bab.
“Bera(ra)dan,
Amcama rasladım elinde bir sancak
vardı.Amcama “Nereye gidiyorsun dedim.
Amcam:-Rasulullah SAV beni babasının
karısın nikahlayan bir adama gönderdi. Boynunu vurup öldürmemi,malını almamı
bana emir buyurdu,dedi.
Tirmizi-E.Davud-4457-Nesei-İbn Mace
2607
REC’mİ RİVAYET EDEN
SAHABELER
Ebu Hureyre(ra)-Buhari 15 c7107 sy-Ömer
İbn Hattab(ra)-Buhari-14 c 6684 sy –Abdullah İbn Ömer(ra)-Buhari 14 c-6670
sy-Ubade İbn Samid (ra)-Müslim-5c.1690n-Bera İbn Azib (ra) Ebu Davud 5c.4447 no –Semure(r
a)-Tirmizi3c-1463 no-Numan Beşir (ra)-Ebu Davud-4459 no-İmran b.
Hüseyin-(ra)-Ebu Davud 4440no-Abdullah İbn Mesud (r a) –Ebu Davud –4352
no-Aişe(ra)Ebu Davud-4353 no-İbn Abbas(ra)-Ebu Davud-4399 no –Vail (ra)-Ebu
Davud-4379-Ebu Zeydan(ra) –Ebu Davud-4402no-Semmak (r a)-Ebu Davud –4423no-Ebu
Said ( ra) –Ebu Davud-4331no-Bureyde (ra)-Ebu Davud-4434no-Halid bin Velid
(ra)-Ebu Davud-4435 no-Abdullah bin Bureyde (ra) Ebu Davud-4442 –İbn Ebu
Bekir(ra)-Ebu Davud-4443
Recm’in Tevrattada
olduğu:Buhari-14c.
6670 sy-Müslim-5c 1699no Recm’
in Hadislerde geçtiği yerler: Buhari –15c
7107 sy-Müslim-5c.1697no-Tirmizi. 3c.1457no* Buhari- 14c. 6684 sy.
Müslim.5c-1691no-Ebu Davud 5c.4418no-Tirmizi 3c.1455.1456-*İbn Kesir 11c-5687
sy.
Zina ile ilgili
Ayetler:Nisa(4)15, Nur (24)2-Müslim-5c. 1690no-1701,2875
40_ Çorap üzerine mesh
vardır ve haktır.
ÇORAPLAR ÜZERİNE MESH:
Bütün Şer'i hükümlerin yegâne dayanağının asılların aslı olan Kur'an olduğunun
beyanı:
Bilinmelidir ki, Şer'î her hükmün kökü (temeli) Kur'andır. Zira Kur'an;
asılların aslı, kaynakların kaynağı ve prensiplerin prensibidir. Şer'i
hükümlerden her birinin ancak ona dayanması ve ondan kaynaklanması gerekir.
Öyleyse, Kur'andan kaynaklanmayan ve ona rücu' etmeyen hiçbir şer'î hüküm imkan
dâhilinde olamaz. Hatta, Sünnet-i Nebeviyye'nin ash da muhakkak ki, Allah-u
Teâlâ'nm Kitabıdır. Zira Sünnet; Kur'anm mücmel olan kısımlarını tafsil eden,
kapalı kısımlarını açıklayan ve ondan hüküm çıkarma yollarından bir yoldur.
Uzman bir araştırıcı, müctehidlerîn istinbat metodlartndan herhangi biri ile,
her Sünnetin aslını Allah'ın kitabında bulur. Yani bir âyetin nassı ya zahiri
ya mefhûmu ya işareti veya umûmu ona delâlet ediyordur. Bunların bir kısmı,
usul ilminde ele alınmış ve açıklanmıştır.
Bu biigİlere kısaca değindikten sonra, bilinmelidir ki, üzerinde çalıştığımız
şu mes'ele (çoraplar üzerine mesh mesele-si)'nin aslı, Kitab-ı Kerimde, ya
abdest âyetindeki mesh kelimesinin umumu içerisinde veya diğer âmm ifadeler
içerisinde vardır.
a. Birinci âmm ifade: Bunun dayanağı, Mâide5/6 âyetindeki cer
kıraatidir yani ercülikum kelimesini mecrûr okuyan kırattır(Mâide5/6).
Âyetin zahirine göre, ayaklarda farz olan mesh'tir. Bu durum; İbn Abbas, Enes,
İkrime, Şa'bi, Katâde ve Ca'fer-i Sadık ve onun neslinden olan âlimlerden de
(R.A.) böylece rivayet olunmuştur. Bu İmamların görüşlerine göre; âyetin
ifadesi, vacip olan mesh'in çıplak ayaklar lazerine, yahut ayaklar üzerinde
bulunan mest, çorap veya edikü-zerine yapılmasıdır(Şîa bu duruma karşı çıkmış;
çoraplar, mestler, patikler ve potinler üzerine mesh'i caiz görmemiştir). Bu
kıraate göre, âyetin Sünnet'e kaynak teşkil ettiği açıkça görülmektedir.
Alimlerin çoğunluğunun görüşüne göre ise; Farz olan, ayakların yıkanmasıdır. Ve
cer kıraati, nasb kıraatına tebdil olunsa dahî (kıraat ilminde bilinen
vecihlerle). Çoraplar üzerine mesh'in kaynağı, yine Kur'an âyetleri olmaktadır.
2. Diğer Âmm ifadeler: Örneğin: ("Peygamber (S.A.V.) size ne verirse onu
alın, sizi neyden menederse ondan geri durun. (Haşr. 59/7)Ve
"Ey inananlar! and olsun ki, sizin için, Allaha ve âhiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektir(Ahzab:33/21)
Ve "Ey Muhammed de ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun!"( ) Al'İmrân:3/31
) "De ki: Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin."( Nur:
24/54) Bu âyetlerin benzerleri sayılamayacak kadar çoktur.
Gerçekte hüküm istihracı yollan müteaddid' tir. Bu yolların bazısı, ayrıntı ve
bağlantı sebebiyle diğerlerine tercih olunur. Tercih yolları ilimde
derinleşenlere gizli kalmaz. Başarıya ulaştıran ve yardım eden Allah'tır.
"Çoraplar ve Edikler (patikler) üzerine mesh ile ilgili merfu' hadisler":
Bilmelisin ki; Bu konudaki hadislerin bir kısmında çoraplar üzerine mesh,
hadislerin genelinden, diğer bir kısmında ise özelinden anlaşılır. Çoraplar
üzerine mesh'in cevazını içeren ve hadisin genelinden ve mutlaklığından
çıkarılan birinci nev'e örnek Sevbân (R.A.) hadisidir. İmam Ahmed (R.)
Müsnedinde Sevbân'ın Müsnedinde şöyle demektedir. Yahya b. Saîd, Sevr ve Râşid
b. Sa'd tarikiyle Sevbân'm şöyle dediğini nakletmiştir. "Peygamberimiz
düşman üzerine küçük bir birlik gönderdi. Soğuktan mutazarrır olan bu birlik
geri döndüğünde, Peygamber efendimize soğuk sebebiyle çektikleri sıkıntıdan
dolayı şikayette bulundular. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Asâib ve Tesahîn
üzerine meshetmelerini emretti." Bu hadisi Ebû Dâvûd da, Süneninde rivayet
etmiştir(Ebû
Dâvûd: 1/105. Taharet 57, 146 (Çağrı baskısı) ve A. b. Hanbel müsned. 5/277).
Allâme İbn Esîr en'Nihâye isimli eserinde(42) demiştir ki;
Asâib, Amâim'dir (imame, mendil veya hırka İle basa sarılan sarık demektir)
zira, baş onunla bağlanır. Tesahîn ise, huffve çorap ve bunların benzerleri,
ısınma amacıyla ayağa giyilen şeylerdir. Bu her iki kelimenin de tekili yoktur.
Ben derim ki; Bu hadislerin ricali mu'temed, güvenilen kimselerdir.
İkinci nev'a (kısma) gelince; bu da çoraplar konusunda nass olarak gelen Mûğîre
b. Şu'be ve Ebî Mûsa'l-Eş'arî hadisleridir.
Muğîre hadisi: Bu hadisi İmam Ahmed Müsnedinde (Kûfıyyûn müsnedinde) Muğîre b.
Şu'be hadisi olarak rivayet etmiş ve demiştir ki; Hadisi Muğîre'den Huzeyl b.
Şürahbîl, ondan Ebû Kays, ondan da Süfyân ve Veki' bize rivayet etmiş ve Muğîre
b. Şu'be şöyle demiştir: Resûlullah abdest aldı ve çorapları ve pabuçları
(nalinleri) üzerine mesnetti.
Ebû Dâvûd bu hadisi Süneninde, çoraplar Üzerine mesh bölümünde rivayet etmiş,
Tirmizî ve İbn
Mâce(İbn Mâce, 1/185, r. 559, Taharet 88) ise (çoraplar ve
pabuçlar üzerine mesh bölümünde) rivayet etmişlerdir.
Bu konudaki Ebû Mûsa'l-Eş'arî hadisi ise; Bu hadisi İbn Mâce Süneninde rivayet
ederek demiştir ki; Ebû Mûsa'l-Eş'arîden Dahhak b- Abdurrahman b. Arzeb, ondan
İsa b. Sinan, ondan İsa b. Yûnus, ondan, Bişr b. Adem ve Muallâ b. Mansûr, bu
ikisinden de Muhammed b. Yahya'nın bize haber verdiğine göre: Ebû Mûsa'l-Eş'arî
demiştir ki: Rasûhıllah abdest aldı ve çorapları ve pabuçları (na'linleri)
üzerine meshetti(İbnMâce,
1/185-186, r. 590, Taharet).
“El-Mugire b. Şube (R
a)dan Resulullah SAV abdest aldı.Çorapların ve ayakkabıların üzerine meshetti.
Tirmizi –99 –İbni Mace 559,Nesei 128
E.Davud –159-Taç-244-Tabarani,Ahmed
Çorab üzerine mesh
rivayet eden sahabiler:Ali( R),Ammar( R), Enes(R ), İbn Ömer (R) el-Bera
(R),Bilal(R),İbn Ebu Evfa (R) ,Selh b.sa’d-tabiinden-Ata, Hasanı Basri-said
b. el –Müseyyeb ibn
Cübeyr- en-Nehai-es Sevri
“Ali(ra):”Eğer din
kişi reyi (görüş ve mantığı ile olsaydı mesh altını mesh etmek üstünü mesh
etmekten daha uygun olur du ama ben, Resulullah SAV ‘i gördüm meshlerinin
üzerine mesh ediyordu.”
Ebu.davud taharet 63.bab.-161no
“Mugire
b.şube(ra)dan:”Bir gece yolcuğunda Peygamber ile beraber bulunuyordum.Mevcut
mataradan su döktüm o da yüzü ve kollarını yıkadı, başını mesh ettikten
eğildim.Bana bırak ben ikisini de abdest alıp yıkayarak mestlere soktum,
buyurdu ve üzerlerine mesh etti.
Buhari
Vudu-33,34,49,salat,25,hacc,23,Libas,11- - Müslim taharet,79 cenaiz -Ebu Davud, taharet 59 bab-151 no
“Misafir için üç gece
mukiym için gecedir,meshin müddeti.”
Müslim taharet-85- -Ebu Davud-157-Tirmizi No95-Nesei-İbn
Mace –552,553-Darimi- -
Ahmed
–1/96.100.113,118,120,123,146,149,2/27,4/240,5/213
çoraplar üzerine mesti, Sahâbe'den
intikal eden Sünnete dayanmaktadır: Ömer b. EI-Hattab,
Ali, Ebû Mes'ûd, Berâ, Enes, Ebû Ümame, Sehl, Amr b. Hureys, İbn Abbâs, İbn
Ömer, İbn Ebî Vakkâs, Ammâr, Bilâl, İbn Ebî Evlâ, Muğîre ve Ebû Musa (Allah
onlardan razı olsun) bu Sahâbe'den bazdandır.
Çoraplar üzerine mesh, ayni şekilde Tabiînden de menkuldür: Katâde,
İbnü'i-Müseyyeb, İbn Cüreyc, Ata, Nehaî, Hasen, Hilâs, İbn Cübeyr ve Nâfi
(Allah onlara rahmet eylesin)
Çoraplar üzerine mesh hadîsini Ebû
Hanîfe, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Dâvûd-i Zahirî ve ibn Hazm kabul
etmişlerdir.
ÇORABIN ŞERİATTA VE SÖZLÜKTE BİLİNEN
BİR ŞEY OLDUĞU, ONU BİLİNMEYEN BİR YÖNE ÇEKMEK İÇİN SEBEB BULUNMADIĞININ
BEYANI:
Misbahda: Çorap, (Cevrep), fev'al vezninde sonradan
A-rapça'ya girmiş bir kelimedir. Çoğulu, he ile Çevaribeh gelir. Bazı kerre he
düşer. Herkes için bilinen bir şey olduğundan tanımı yapılmamıştır. Açıkça
bilinenler için tanıma gerek yoktur.
Kamus ve Şerhinde: Çorap, ayağın sargısıdır, denilmektedir.
Lisanü'l-Arabda da: Kamus'ta olduğu gibidir.
Ebûbekir B. El Arabî de: Çorap, ısınmak için yünden yapılmış ayak örtüşüdür,
demiştir.
Hattâb-ı Mâlikî'nin Tavzihinde: Çorap; Ketenden, pa-muk'tan veya bunların
dışındaki şeylerden yapılan, mest şeklinde olan şey'dir, denmiştir.
Buhûti'l-Hanbelî'nin Ravzu'l-Mörbî: İsimli eserinde çorap; Deriden yapılmayan,
mest şeklinde, ayağa giyilen şey, olarak yer almıştır.
Aynî; Demiştir ki, çorap; şiddetli soğukla karşı karşıya olan Suriye
bölgesindeki beldeler ahalisinin giydiği, eğirilmİş yünden bükülmüş iplikten
yapılan, topukları örtecek şekilde aya'ğa giyilen şeydir.
Münye Şerhinde Halebî: Şöyle demiştir. Çorap; Mest (huff) ve curmûk olarak
isimlendirilmeyen, soğuk ve benzeri şeylere karşı koymak için ayağa giyilen
şeydir. Curmûk için Fukaha demiştir ki: O, Mûk'tur. Kamustaki ifadeye göre Mûk
ise, Huffun üzerine giyilen kalın bir Mest'tir.
İbn Side: Demiştir ki; Mûk, Mest'in bir çeşidi'dir.
Cevherî'de Mûk, mest'in üzerine giyilen kısa mest'tir, demiştir ve bu kelime
Farsça olup sonradan Arablara geçmiştir.
Çorap gibi kelimeler, (herkesçe ma'iunı olduğu için) Şeriat ve sözlükteki
mananın tesbiîinde âlimlerden destek almaya ihtiyaç yokdur. Zira bu, açık
olanın açıklanması kabîlindendir. Ancak, bazı kitaplarda gördüğümüz söylentiler
bizi buna mecbur etmektedir. Buna göre: Çorap; soğuk anlarda, alttaki mest'i
kirden ve kirli sıı'dan korumak için topuklara kadar mest üzerine giyilen
mest'tir. Çorap için diğer bir kayıtlama da, onun deri'den olması şeklindedir.
Bu nevi îzahlar; sözlük, örf ve fıkıh yönünden yanlışdır. Çünkü bu denenler,
Curmûk hakkındadır. Çorap hakkında değildir. Anlaşılmayan diğer bir hususta
Mâliki Fukahasından Cezûlî'nin; "Çorap ve Curmûk, her ikisi de aynı şeyin
ismimidir? diye, ihtilaf olundu" sözüdür. Güya; ihtilafın kaynağı
olarakta, imam Mâlik'in Curmûk'u, altından ve üstünden deri ile kaplı çorap
olarak tefsir etmesi ve bunun da Tavzih isimli eserde naklolunması
gösterilmektedir. Bundan da, Çorap ancak böyle olur şeklinde vehm'e düşülmüş
olmasıdır. Oysa, çorap bu şekilde deri île kaplandığı ve Curmûk ismi verildiği zaman,
bundan her çorap'ın Curmûk olması lazım gelmez. Çünkü çorap, deriliye de
derisize de şâmil'dir. Çorap bu şümulü taşıma-saydı; onunla özel bir tür
kasdolunduğu zaman takyidine ihtiyaç
duyulmazdı, özetle; Lügat ve örf cihetiyle çorap, mutlak bir sakilde, ister
na'linli, ister na'linsiz olsun, derişiz olarak ayağa giyilen şeydir.
Sabit olmuştur ki; Her hangi bir isim ki, Kitap veya Sünnet'te Nass olarak
gelmiş ve hükümlerden bir hüküm ona bağlanmış ise; O takdirde, ancak o ismin
gerektirdiği şekilde hüküm oluşturulması ve Şer'î durumun da ismin sahasını
tecavüz etmemesi gerekir. Başarı Allahtandır.
41.Yolculukta namazı daha
kısa kılmak sünnettir.
“Abdullah b. Abbas
şöyle demiştir:”Allah c.cPeygamberin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört
rekat, yolcu iken iki rekat ve korku
anında bir rekat olarak farz kılmıştır.
Ebu Davud K.Salah 287.bab –1247no.Müslim,K.Salatin
Misafirun babı Salatün Havf N.143-687 no.Nesei K.Salatil –Havf N. 1533-İbni Mace -Buhari 3c 1060
“Ömer(R A)’a “Kafirlerin size kötülük
yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur.” Ayetini
okudum.Ve”Bugün artık insanlar güven içindedirler. Namazı yine kısaltacaklar
mı? Dedim. Ömer(r a) şöyle dedi.”Senin hayret ettiğin bu hususta bende hayret
etmiş ve bunu Resulullah’ a (s a v) sormuştum.Resulullah (s a v) ; Bu, Allah’ın
size verdiği bir sadakadır. Sadakasına kabul edin.” Buyurdu.
Müslim-K.Misafirun 4.bab 686 no- Ebu
Davut k. Sefer bab 1 1199 no-Nesei-1433 Tirmizi-3224-İbn Mace K.İkametil-salat
bab 113-İbn mace 1065
“Aişe(r a)
dan:...Namaz ilk farz olduğunda iki rekat olarak farz kılındı. Hicretten sonra,
sefer namazı olduğu gibi bırakıldı.Hazar namazı ise dörde tamamlandı.
Nesei-452-456-Müslim,muhtasar 202
no-(685 no)-Ebu Davud-K.Salat 1198 no-Buhari K.Taksir,B.5-3c 1060sy
“Ebu Bekr
(ra)dan:...Ben doğduğum yer Mekke,hicret ettiğim yer Medine, Medine’de derdum
mu Zul Huleyfe’den öteye dönünceye kadar
iki kılarım.Sahabi’nin biri ( Ebul Ali’ye) Ey Allah’ın Resulu ben memleketime
gidiyorum ve iki ay kalıyorum namazı kısaltacak mıyım? Diye sorar. Resulullah
SAV “-Evet, orada elli yılda kalıncaya kadar seferisin dedi.”
Ebu Bekr müsned-135
“Sa’d ile beraber
Şam’ın bazı köylerinde 40 gün kaldık, O namazları kısaltıyordu.”
Abdulrezzak , Musennaf 4350
İbn Ömer(r a)
Azerbeycanda namazlarını altı ay iki rekat kıldı.
Abdurrezzak, Musennaf 4339,Beyhaki
3/152,H. İbn Hacer Telhis 2/47.A.Hambel 5552,Heysani Mecmauz, Zevail 2/158
“Enes b.Malik (r a)
Şamda iki sene yolcu namazı kılmıştır.” Abdurrezzak, Musennaf 4354,İbn Ebu Şeybe 517.
“Enes (r a) “
Resulullah S A V’ in Ashabı Ram Hürmüz’de yedi ay kalmışlar ve namazı
kısalttılar .
Beyhaki-3/2
“Hasan’i-Basri “
Kabul” da Abdurrahman b.Samure(r a) ile beraber iki sene ikame ettim namazı
kısalttım.
Abdurrezzak-4352
“Abdullah İbn Ömer(r
a)’dan” Resulullah S A V ehlinden ayrıldığı zaman dönünceye kadar iki rekat
kılardı.”
İbn Mace 1067 no
“Enes(r a)dan,
Resulullah S A V üç mil mesafeye çıktımı farzları iki rekat kılardı.”
Ebu Davud 1201, Müslim, K.
Misafirun - Müsned –3/129
42. Yolculukta isteyen yavaş
gidebilir, isteyen hızlanabilir. Yolculukta orucu ister tutar, ister bozabilir.
Daha sonra kaza eder. Yolculukta oruç tutmayanı eleştirmesin.
“Ebu Hureyre(r a)’dan
Resulullah S A V “Otlu yolda sefer ettiğiniz vakit deveye hakkını verin. Orada
otlatın,kurak otsuz yerde sefer ettiğiniz vakit süratle seyredin.Hayvan zaafa
düşmesin, gece sonunda seherde istiharat için inmek istediğinizde, yol kenarına
sapın.’’dedi.
Ebu Davud-K.Cihad 63. Bab-2569-Müslim-K.
İmaret 1926 – Tirmizi,K.edeb – Nesei- İbn Mace
Enes(r a) dan,”
Resulullah S A V “ Yolculuğu gece yapın, yeryüzü gece dürülür” buyurdu.
Ebu Davud 2571-Tirmizi
–
“Yolculuk azabtan bir
parçadır. Sizden birisinin uyumasına, yemesine, içmesine mani olur. İşini gören
ailesine dönmeye acele etsin.
Buhari, umre- -Müslim, İmaret 1179 -Muvatta 4c 375 sy
“Aişe(r a) dan ,
Resulullah S A V ile beraber yaya olduğum halde koşuya girdim, onu geçtim.
Şişmanladığım vakit yine onunla koşuya girdim, bu sefer Resulullah S A V beni
geçti. Ve benim bu koşuyu kazanışım, senin kazandığın o koşuya karşılıktır.”
Buyurdu.
Ebu Davud, K. Cihad 68.bab-2578 no –
İbn Mace K.nikah-1979-Ahmed b. Hanbel, Müsned 39-129
“Cabir(r a) dan
Resulullah S A V, şöyle buyurdu:”Güneş battıktan sonra, yatsı’nın zifiri
karanlığı gidene kadar, hayvanlarınızı bırakmayın. Güneş battığı zaman
yatsı’nın karanlığı gidene kadar şeytanlar yeryüzünde fesat çıkarırlar.”
Ebu Davud-K.Cihad 83.bab – 2604-
Müslim K.Eşribe 2013 – Müsned, 14393, 15319
“Aişe(r a) dan Eslemli
Hamza Resulullah S A V ‘e sordu “ Ben devamlı oruç tutarım, seferde de tutayım
mı? Dedi. Resulullah S A V dilersen tut dilersen tutma dedi.
Ebu Davud-2402, Buhari
K.savm seferde oruç babı- -Müslim-1121
– Tirmizi - Nesei 2296- İbn Mace
16
43-Düz ve bol pantolonla
namaz kılmada bir mahsur yoktur.
“İbn Abbas(r
a)dan:Resulullah SAV’i Arafatta konuşken işittim. Osırada “İzar (etek)
bulamayanlar şalvar giymiş, pabuç (na’l) bulamayanlar mes giysinler” buyurdu.
Nesei, Süslenme Bölümü bab 101-5290no
44-Münafıklık İslam dille
kabul edip gerçekte imansızlığı saklamaktır.
1_”İnsanlardan öyle
kimseler vardır ki, Allah’a ve Ahiret gününe iman ettik derler, halbuki onlar
mümin değildirler.”
Bakara(2)8
2_”onlar iman
edenlerle karşılaştıkları zaman iman ettik, derler. Şeytan nefisleriyle başbaşa
kalınca da, biz sizinle beraberiz onlarla sadece alay ediyoruz derler.
Bakara(2)14
3_”Sana indirilen
Kur’an ve senden önce indirilen kitaplarına inandıklarını söyleyen şu münafık
kimseleri görüyormusun? Aslın fesad ve dalalet kaynağı olan tağutu inkar etmekle emrolunduğu halde
yine de onun önünde muhakeme olunmak
istiyor. Şeytan da onları dönüşü olmayan uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor”.
Nisa(4)60
4_”Sana emrim baş
üstüne derler.Senin yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir grub
zihinlerinde senin söyleğinden başka bir görüşle geceler.Allah onların zihinde
kurdukları şeyleri yazar. Bu sebeble sen onlardan yüzçevir.Ve Allah’a
güven.Alla. vekil olarak sana yeter.”
Nisa(4)81
5_”Size geldikleri
zaman iman ettik demektediler.Oysa onlar
küfre girmişler, yine onunla çıkmışlardır.Allah onların gizlemiş olduklarını hakkıyla bilendir.
Maide(5)61
6_”Onlar, sizden
olduklarına dair Allah’a yemin ediyorlar, oysa sizden değildirler ve fakat bir
topluluktur.”
Tevbe(9)
56
7_”Size,sizi hoşnud
etmek için Allah’a yemin ederler.Oysa kendileri mümin olsalardı, bilirlerdi ki
Alla ve Rasulu hoşnud etmeye daha layıktır.
Tevbe(9) 62
8_”Allah’a ve
Peygambere iman ve itaat ettik derler ,sonra onlardan bir grup bunun ardından
yüz çevirir. Bunlar mümin değillerdir.”
Nur(24) 47
9_”Münafıklar sana
gelince şahitlik ederiz ki sen Allah’ın
Rasulusün derler.Allah senin kendi Rasulu olduğunu elbette
bilmektedir.Ve şuna da şahitlik etmektedir ki, münafık muhakkak yalancıdırlar.
Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişlerdir ve Allah’ın yolundan başkasını da
çevirmişlerdir.Onların yapmış oldukları bu şey ne kötüdür.Bu onların önce iman,
sonra küfretmiş olmaları dolayısıyladır. Bu yüzdende kalblerinin üzeri
mühürlenmiştir.Artık hiçbir şey anlamazlar.”
Münafıkun(63)1-3
10_”Dört haset var
ki kinde bulunursa o kimse katıksız
münafıktır.” Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünden döner, anlaşma yaptığın anlaşmanın
hilafına hareket eder.
Müslim-85-Nesei-5023-Tirmizi-2634-Ebu
Davud-4688-Buhari-1c188sy
11-Bir kimse güneş
sararıp şeytanın iki boynuzu arasına veya iki boynuzu üstüne varana kadar
oturup,o zaman kalkar, kuşun tane
topladığı gibi dört rekat (ikindi
namazı) Allah’ı az zikrederek kılar.İşte o münafıkları namazıdır.
Münafıkları namazıdır. Münafıkları namazıdır.
Ebu
Dvud-413-Müslim-822-Tirmizi-160-Nesei-512-İbn Mace-1403
12_Mümin kul ölünce
dünya eza ve cefadan kurtulur. Facir ölünce onun şerrinden insanlar, memleket
ağaç ve hayvanlar kurtulur.”
Nesei-1931
“Münafık gece uykusuz
kalmaz.(Yani gece ibadet etmez).
K.zühd ver-Rekaik-93
45-Bilniz ,ki Dünya İman ve İslam mekanıdır.
“Ey iman edenler! Size
ne oldu ki.” Allah yolunda şavaşa çıkın” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız?
Ahiret hayatı yerine dünya hayatını yeterli gördünüz? Oysa dünya hayatın
faydası, ahiret hayatına göre çok azdır.
Tevbe(9)38
“İnsanlar,”iman ettik
demekle,hiç denenmeden hemen bırakılı verileceklerimi zannediyorlar.
Ankebut(29)2
“Hayır!Kim ihlas ile
yüzünü Allah’a çevirirse, işte onun bu amelnin, Rabbi katında sevabı
vardır.Onlara hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir.”
Bakara(2)112
“Ahiret ve dünya da
elbette bizimdir.”
Leyl(92)13
“Kim dünya isterse,
bizde orada ona, dilediğimizi dileğimiz, kimse için acele edip veririz.Sonra da
ona cehennemi hazırlarız.Yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya gider.”
İsra(17)18
“De ki”Dalalet
içinde olan bir kimseye, Rahman, belirli
süre tasına bile kendilerine vaad
olunanı ya azab yada kıyamet olarak gördükleri zaman kimin yerinin
daha kötü ve kimin taraflarının daha zayıf olduğunu öğrenecekler.”
Meryem(19)75
“Kim ahiret sevabını
isterse onun sevabını artırırız.Kimde dünya lezzetlerini isterse Onada ondan
veririz.Onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.”
Şura(42)20
“Onlardan bazıları da
derlerki:’Rabbımız,bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi
ateşin azabından koru.
Bakara(2)201
“Allah’ın sana verdiği
şeylerde ahiret yurdunu ara: dünyadaki nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik
ettiği gibi sen de iyilik et.Yeryüzünde fesat peşinde koşma:Allah fasidleri hiç
sevmez.
Kasas(28)77
“Ey insanlar! Rabbınız
dan sakının ve babanın çocuğu, çocuğunda babası adına hiçbir şey
ödeyemeyeceği o günden korkun.Şurası
muhakkaktır ki, Allah’ın vadi haktır. Bu itibarla,dünya hayatı sizi aldatmasın.
Şeytan da Allah’a güvendirerek sizi kandırmasın.”
Lokman(31)33
“Ey insanlar! Allah’ın
vadi şüphesiz haktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan da Allah’a güven
yolu ile sizi kandırmasın.”
Fatır(35)5
“O ki, hanginizin daha
güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.O, mutlak
galibtir, çok bağışlayıcıdır.”
Mülk(66)2
46-Hükümler, miras,
kesilen hayvanlar ve Cenaze namazı Muhammed SAV’in milleti arasından Mümin ve
Müslümanlar içindir.
“O münafıklardan biri
ölürse sakın cenaze namazı kılma. Kabrinin başında durma.Çünkü onlar Allah ve
peygamberi inkar etmişler ve dinden çıkmış olarak ölmüşlerdir.”
Tevbe(9)84
“Abdullah b.Abbas
(ra)dan “Abdullah b.Übey b. Selul ölünce
Resulullah SAV onun cenazesini kıldırmaya davet edildi. Resulullah SAV ayağa
kalkınca bende sıçrayıp kalktım ve dedim ki “Ey Allah’ın Resulu sen Übey’in
oğlunun cenazesini mi kıldıracaksın? Halbuki o falan günde şöyle ve şöyle
yaptı.Ben, Resulullah SAV’ye İbn Übey’in yaptıklarını sayıp durdum. Resulullah
SAV gülümsedi ve Ey Ömer hele öte çekil dedi.Ben daha fazla üzerine gidince
dedi ki, Ben, Allah tarafından af dilemeyi tercih ettim.Şayet ben yetmişten
fazla af dilememle af edileceğini bilmiş olsam af dilememi yetmişten fazla
yaparım.Resulullah SAV cenazeyi kıldırıp gitti.Aradan çok geçmeden teğbe suresi
84.ayeti ve 85 nolu ayeti nazil oldu.
Bende Resulullah
SAV.’e karşı cüretkar davranışından
hayret ettim.Allah ve Resulu herşeyi daha iyi bilir.”
Buhari K.Tefsir 9..sure12.bab.
Nesei.1900,1967, Tirmizi-3294
“Bir kafire karşılık
mümin öldürülmez.Kim kasten bir mümini öldürürse katil öldürülenin velilerine
teslim edilir. İstelerse katili öldürürler. İsterlerse diyet alır.”
Ebu davud-K.diyet 4.bab-4506-Tirmizi-1434-İbn
Mace-2659-Buhari 15c-6778 – Nesei-4779
“Useme b.Zeyt (ra)dan,
Rasulullah SAV şöyle buyurdu:”Müslüman kafire, Kafirde müslümana mirascı
olamaz.
Ebu Davud 14c 6629-Muvatta 2c 436,
Feraiz babı, Müslim, feraiz-3/1-1614-tirmizi 2108-İbn Mace, 2729-Darimi, k.
Feraiz. Ebu Davud,K.feraiz
10.bab-2909
“Mürtedin malını
mirasını müslüman alır.”
Darimi-3079, İbn Ebu Şeybe 11/355
“Üzerine Allah isminin
zikredilmeği şeyden yemeyin.Çünkü o bir fısktır...”
Enam(6)121
“Müslümanın,müslüman
üzerinde altı hakkı vardır: Hastalandığı zaman onu ziyaret eder.Öldüğü zaman
cenazesinde bulunur.Çağrıldığı zaman davetine icab eder. Kaşılaştığında ona
selam verir. Aksırdığı zaman onu teşmid eder. Önünde ve arkasında onun
iyiliğini ister.”
Tirmizi-istizan vedab
35. bab. 2880no Müslim-2162
“Müşriklerle
evlenmeyin.”
Buhari 15c 5363sy,Ebu Davud-2787
“Müşriklerle dua
edilmez.”
Tevbe(9)113-Tirmizi-3298
47-İslam’daki farz ve
mükellefiyetleri kusursuz uyguladıkça hiç kimsenin gerçek veya mükellef bir
mü’min olduğuna şahitlik edemiyoruz.Bunları gerçekleştirmeyen tövbe edene dek
kâmil bir mü’min değildir.İmanı Allahu Tealayadır.İman tamam veya değil, herkesin açıkça gördükleri
dışında yalnız Allah’a hesap verecektir.
“İslam, beş esas
üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed SAV’in
Allah’ın olduğuna
şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, Kabe’yi haccetmek..”
Tirmizi-2736
“Müminlerin iman
bakımdan en kamili, ahlak bakımından en güzel ve çoluk çocuğun karşı en
lütufkar olandır.”
Tirmizi-2743
“İman yetmiş küsür
şubedir. En aşağı mertebesi, yollardan eziyet kaldırmak ve en yüksek mertebesi
de, Lailahe illallah sözüdür.”
Tirmizi –2746
“Bizimle onlar
arasındaki söz namazdır.Kim bu namazı terk ederse kafir olur.
Tirmizi –2756
“Muhammed SAV’in
Ashabı, namazdan başka, amellerden her hangi bir amelin bırakılmasını küfür
saymazlardı.”
Tirmizi –2757
“Bir kişinin mescidle
ilgilendiğini görürseniz ona iman şehadetinde bulunuz, Çünkü Allah, Allah’ın
mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan ve zekat
verenler iman ederler. (Tevbe .18)
Tirmizi-2750
“Ey kadınlar
grubu,sadaka veriniz.Çünkü cehennem ehlinin ekseriyetisiniz.Bunun üzerine
içlerinden bir kadın Ya Resulullah bu nedendir?diye sordu.SAV<<
Lanetinizin ve kocaya karşı nankörlüğünüzün çoğundandır.Dirayetli ve görüşlü
erkekleri, siz akıldan ve dinden noksan kadınlardan daha kolay mağlup edeni görmedim.İçlerinden
bir kadın << kadının aklının ve dinin eksikliği nedir?>>diye
sordu.SAV, Sizden iki kadının şehadetine, bir erkeğin şehadetine eşittir.
Dininizin eksikliği de hayzdır. Şöyle ki her hangi biriniz üç ve dört gün
kalır, namaz kılmaz.”
Tirmizi-2745
“Zina eden kişi, mümin
olarak etmez ve hırsız mümin olarak etmez, ne var ki tövbe kendisine
arzedilir.”
Tirmizi –2760
“Görüşüne hükmedin
,içeriyi Allah’a bırakın. Buhari 9c 4046
“Kişi cennet ehlinin
amelini işler ve nihayet kendisiyle cennet arasında bir arşın kalır, ama kaderinde aksi yazılı ise, Cehennem ehlinin
amelini yapmaya başlar ve nihayet
Cehenneme girer. Yine kişi cehennem ehlinin amelini işler ve nihayet kendisiyle
cehennem arasında bir arşın kalır.Ama kader defterinde aksi yazılı ise, Cennet
ehlinin amelini işlemeye başlar ve nihayet cennete girer.” Buhari, kader 1.-Müslim, kader 1 –Ebu Davud
sünnet 16
48-Köle ehli olanın cenaze namazını kılmak sünnettir. Recmedilerek
öldürülen, intihar eden kıble ehli olmayan, her zaman sarhoş olan kişiler
dışındakiler için cenaze namazı sünnettir.
“Her hangi bir müslim
ki ölür ve onun üzerine müslümanlardan üç saf cemaat namaz kılarsa ona cennet
vacib olur.
Ebu Davud-3166 – İbn Mace-1490 -
Tirmizi-1028
“Resulullah SAV, zina
ettiğini itiraf edip recm olunan Maiz
bin Malik üzerine cenaze namazı kılmadı. Onun üzerine cenaze namazı kılmaktan
nehy de etmedi.
Ebu Davud-3186 – Müslim-1694-
Tirmizi-4430
“Cabir b.Semure
(ra)dan :”Adamın biri intihar etti ve Resulullah SAV ona cenaze kılmadı.İlim ehli
<<Kıbleye karşı namaz kılan herkese ve intihar edene de cenaze namazı
kılınır.>>dediler. Süfyan-Sevri ve İshak’ın kavli budur. Ahmed diyor ki
:<<İmam intihar edene cenaze namazı kıldırmaz, imamdan başkası
kıldırabilir.
Tirmizi , K.cenaze 68. bab 1074
“Cabir (ra)dan:”
Peygamber SAV Medine’ye hicret edince Tufeyl b.Amr’da onun yanına hicret etmiş.Onunla birlikte
kavminden bir zatta hicret etmiş .Fakat Medine’de sıkışmışlardı. O zat
hastalanmış ve sabırsızlık ederek okları atmış, onlarla parmak ellerini
kesmiş.Derken ellerinden kan fışkırmış.Neticede ölmüş. Mütakiben Tufeyl b. Amr
onu rüyasında görmüş kılık kıyafeti güzelmiş.Ama elleri sarılı imiş. Tufeyl
ona: Rabbın sana ne yaptı? Diye sormuş,O da:Peygamber SAV’in hicret ettiğim
için beni affetti, diye cevap vermiş. Tufeyl: neden seni ellerini sarılmış
görüyorum?deyince :Bana, senin bozduğun bir uvzunu biz düzeltmeyiz”
dediler,cevabını vermiş.Tufeyl bu rüyayı Resulullah SAV’e anlatmış.Bunun
üzerine Resulullah SAV<< Allah’ım onun ellerini de affeyle>>diye
dua etmiş”
Müslim K.iyman(184)-116
49-Kıble ehli olanlardan hiç
kimse;Allah cc kitabından herhangi bir ayeti inkar etmedikçe, Allah Resulu SAV’den gelenleri inkar etmedikçe,
Allah’tan başka kurban olmadıkça İslam’dan dönmüş olmaz. Eğer bunlardan birini
yapıyorsa onu İslam’dan ihraç etme bağlayacıdır. Bunlardan birini yapmıyorsa
ismen mü’min ve müslimdir, gerçekte olmasa bile. Veya ibatetin herhangi parçası
Allah cc dan başkasına. Örneğin mezarları tavaf etmek, öldüden şefeat” İstemek
yardım veya ölümden kurtulmak için istekte bulunmak.Eğer bir insan cahillikten
bunu yapıyorsa bunla ilgili bilgiyi öğrenmelidir.Bu şirktir ve anlayabilmesi
için hüccet ikame edilmelidir. Fakat bunu bilir ve reddeder ve şirk içinde
bilerek devam ederse İslam’dan çıkar.
Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi O’na ortak
koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak
komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki (köle, cariye,
hizmetçi, işçi vb)lereiyilik edin. Şüphe yoktur ki Allah kendini beğenen ve
kibirlenen kimseleri sevmez.”
Nisa(4)36
“Semure bin Cündüp
(ra)’dan Resulullah SAV şöyle buyurduéBirbirinizi Allah’ın laneti ile veya
O’nun gazabı ile veya cehenem ateşi ile lanetleyin.”
“Abdullah (ra)’dan
Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Mü’min çekiştiren, lanetleyen, kaba ve
ağzı bozuk değildir.”
Tirmizi –2043
İbn Abbas (ra)dan,
Adamın biri Rasulullah SAV’in huzurunda rüzgarı lanetledi vebunun üzerine
Resulullah SAV şöyle buyurdu: << Rüzgarı lanetleme! çünkü o
vazifelidir.Şurası muhakkak ki her kim, lanete müstehak olmadığı halde bir şeyi
lanetlerse lanet kendisine döner.>>
Tirmizi-2044
“Allah kendisine şirk koşulmasını
asla affetmez. Bunun dışındaki (günah)leri ise, dilediği kimse için af eder.
Her kim Allah’a şirk koşarsa son derece büyük bir delalete düşmüş olur.”
Nisa(4)116
“Münafıklar,
hilelerini Allah bozduğu halde, Allah’a hile yapmaya kalkışırlar. Namaza
kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da çok
az zikrederler.”
“Ey iman edenler!
İnsanlara gösteriş olsun diye malını sarfeden, Allah’a ve ahiret gününe
inanmayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakıp eziyet vermekle iptal etmeyin.
Gösteriş için sadaka verenin durumu, üzerinde bir miktar toprak bulunan bir
kayanın durumu gibidir ki, onu şiddetli bir yağmur isabet edince toprak o
kayayı çırılçıplak bırakıverir.İşte böyleleri kazanç olarak hiçbir şey elde
edemezler. Allah kafir olanlara hidayet etmez.”
Bakara(2)264
“Riyanın azı bile
şirktir.” Hakim
54-Kim ki, Allah, neyin var
olup neyin olmayacağını bilmiyor derse, O yüce Rabbimiz’i inkar etmiş olur.
“Allah her dişinin
neye gebe olacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi artık yapacağını bilir.O’nun
nezdinde herşey ölçü iledir.””Gaybın ve hazır olanın Alimi olup,çok yücedir.
Herşeyin üstündedir.”
Rad(13)8-9
“İbn Ömer (ra) den,
Resulullah şöyle buyurdu: “Gaybın anahtarı beştir. Ki onları Allah’tan başka
kimse bilemez.Rahimlerin eksilmekte oldukları şeyleri Allah’tan başkası
bilemez. Allah’tan başka hiç kimse yağmurun ne zaman geleceğini bilemez. Hiçbir
nefis hangi arzda öleceğini bilemez.Kıyametin ne zaman kopacağını da Allah’tan
başkası bilemez.”
Buhari
10c4484sy
“Zira bizim, bir şeyin
olmasını istediğimiz zaman sözümüz ona “Ol” demektir, o da hemen oluverir.”
Nahl (16) 40
Yasin (36) 82
“Ey insanlar;
Allah’ın, üzerinizdeki nimetini düşünün, hiç Allah’tan başka gökten ve yerden
size rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Nasıl olup da
hakdan döndürülüyorsunuz.”
Fatır(35) 3
“De ki: Hak gelmiştir.
Artık batıl, ne yeniden bir şey başlatır, ne de onu geri getirir.”
Sebe(34) 49
“İnkar edenlere
gelince, yüzüstü gidiş te onlar içindir. Allah onların amellerini iptal
etmiştir.Bu onların Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmamaları sebebiyledir.Allah
da onların amellerini iptal etmiştir.”
Muhammed(47)
8-9
“Ey Adem, bunların
isimlerini meleklere bildir, deyip de, Adem isimleri onlara bildirince demişti
ki:Ben size, göklerin ve yerin sırlarını muhakkak daha iyi bildiğimi, sizin
açıkladığınız ve gizlemiş olduğunuz şeyleri de keza daha iyi bildiğimi
söylemedim mi?”
Bakara(2) 33
“...Allah her şeyi hakkıyla
bilendir. Mutlak hüküm sahibidir.”
Nisa(4) 24
“...Allah her şeyi
hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.”
Nisa(4) 111
Ayrıca şu ayetlere
bakın:
Bakara: 29,231,244,255,256,282 –Ali
İmran: 5,29 –Maide: 7,99 –Enam: 3,13,59,73,101 –Hud: 5 –Rad: 8,10 –İbrahim: 38
–Nahl: 19,23 –Ta-ha: 7,98 –Enbiya: 110 –Hacc: 70,76 –Muminun: 92 –Şuara: 220
–Neml: 6 –Kasas: 69 –Ankebut: 45,52,61 –Lokman: 16,23,34 –Secde: 6 –Ahzab: 1
–Sebe: 1,2 –Fatır: 38,44 –Yasin: 81 –Zumer: 7,46 –Mumin: 3,19 –Fussilet: 47
–Şura: 12,24,25 –Zuhruf: 84 –Feth: 4 –Hucurat: 1,8,13 –Hadid: 3,4,6 –Mücadele:
7 –Haşr: 22 –Tegabün: 4,11,18 –Tahrim: 2 –Mülk: 13,14 –İnsan:30
“Göklerin ve yerin
yoktan var edicisi O’dur. Ve bir işin olmasına hükmettiği zaman, ona sadece ol
der, o da hemen oluverir. Bilmeyenler, Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir
mucize gelseydi demektedirler.Onlardan öncekilerde tıpkı onların söyledikleri
gibi söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzemiş. Oysa biz yakinen bilmek
isteyenlere ayetleri apaçık bildirmişiz.”
Bakara(2) 117-118
55-Birisi bir kadınla
evlilik yaparsa, yanında iki şahit gereklidir. Eğer bir adam karısını üç defa
boşarsa bu kadın kocasıyla birleşemez. Başka bir erkekle evlenirse kocasıyla
ancak o zaman bir daha birleşebilir.
“Aranızdaki bekarları,
kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar
fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah, lütfü geniş
olan ve her şeyi bilendir.”
Nur(24) 32
“Analarınız,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız
kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları,
kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey
kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla nikahlanıp ta henüz
birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbunuzdan
olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almakta size haram kılındı.
Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Nisa(4) 23
“İbn Mesud(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Ey gençler topluluğu, sizden kimin evlenmeye
gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü kapamada daha tesirlidir. Ve cinsel
organı iffet ve namus çizgisinde tutmada daha elverişlidir. Artık kimin de
evlenmeye gücü yetmezse ona gereken oruç tutmaktır. Çünkü oruç onun için
şehveti kesip durdurucudur.”
Buhari, savm 10, nikah 2,3 – Müslim,
nikah 1,3,1400 – Ebu Davud, nikah –1 2046- Nesei, siyam –43 ,nikah-3, ibn Mace, nikah –1-1845,
Ahmed,1/378,424,425 (4112,4023)
“İbn Ömer(ra)dan,
Resulullah SAV şöyle buyurdu:”Adam diğer bir adamın evlenmek istediği kızı, o
terketmedikçe veya kendisi izin vermedikçe istemesin.”
Buhari, nikah 45 – buyu 58 – Nesei,
buyu 19 – Ahmed 2\122,124,142,238
“Cabir b.
Abdullah(ra)’ dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu:”Sizden biriniz bir kadına
dünür olduğunda eğer kadının nikahına celb edecek yerlerine bakmaya gücü
yeterse yapsın.”
Ebu Davud, 2082 – Müslim, nikah –
Tirmizi, nikah,5 – Ahmed, 3\334
“Aişe(ra)’ dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu:”Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa,
onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Bu durumda
onu nikahlayan adam onunla cinsel temasta bulunursa, bunu kendisine helal
saymasına karşılık kadın için mehr gerekir. Veli konusunda bir tartışma ve
sürtüşme olursa, velisi olmayanın velisi sultandır.”
Buhari, nikah 36 – Ebu Davud, nikah
19-2083 – Tirmizi, nikah 14 – İbn Nace, nikah 15 – Darimi, nikah 11
“İmran b.
Husayn(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyuruyor:”Nikah ancak veli ve iki adil
şahitle sahih caiz olur.”
Buhari, nikah 36 – Ebu Davud, nikah
19-2085 – Tirmizi, nikah 17 – İbn Mace, nikah 15
“Aişe(ra)’dan, Bir
adam kendi eşini üç talakla boşamış bulunuyordu. Boşanan kadın ise başka bir
adamla evlendi veaz sonra o adam da sözü edilen kadını onunla henüz cinsi temasta
bulunmadan boşadı. Bunun üzerine Resulullah(sav)’a bu kadının birinci kocasına
helal olup olmayacağı soruldu. SAV, şu cevabı verdi: “Hayır, ikinci kocası
birinci kocası gibi onun balcağızını tatmadıkça helal olmaz.”
Nesei, talak 9 – Buhari, libas 6-23,edep
68 – Darimi, talak 49 – İbn Mace, talak 32 – Tirmizi, nikah 27 – Muvatta, nikah
17-18 – Buhari, şehadet 3-talak 4-edep 68 – Müslim, talak 1-5
“İbn Ömer(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Allah yanında helalin en çok sevilmeyeni talak
(kadın boşamak) dır.”
Ebu Davud, talak 3 – İbn Mace, talak 1
58-Allah’ın yarattığı her
şey sona erecektir. Cennet ve Cehennem sona ermeyecektir. Allah(cc) kıyamet
günü ölüleri diriltecektir.
“Rüzgarları gönderip
de bulutu harekete getiren Allah’tır.Böylece biz onu ölü bir beldeye sevk eder,
sonra da arzı ölümünden sonra onunla yeniden diriltiriz.İşte ölülerin dirilmesi
de böyledir.”
Fatır(35) 9
“Bu ayetlerimizi inkar
etmeleri ve biz kemik olduktan ve ufalanıp toprak haline geldikten sonra mı
yeni bir yaradılış olarak diriltileceğiz demeleri sebebiyle onların cezasıdır.”
İsra(17) 98
“Ayetlerimizi inkar
edenleri ateşe mutlaka sokacağız. Derileri pişip döküldükçe azabı iyice
tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah şüphesiz Aziz’dir,
Hakim’dir.”
Nisa(4) 56
“Bu ayetlerimizi inkar
etmeleri ve biz kemik olduktan ve ufalanıp toprak haline geldikten sonra mı
yeni bir yaratılış olarak diriltileceğiz demeleri sebebiyle onların cezasıdır.”
İsra(17) 98
“Bilmiyorlar mı ki
gökleri ve yeri yaratan Allah onlar gibisini yaratmaya ve yarattıklarına da bir
ecel vermeye kaadirdir. Bunda hiçbir şüphe yoktur.Buna rağmen zalimler yinede
küfürlerinde direnmektedirler.”
İsra(17) 99
59-Kıyamet gününde bütün
varlıkların, insanların, hayvanların arasında doğruluk sağlanabilmesi için Yüce
Rabbimiz doğruluğu getirecektir.
“Ebu Hureyre(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Haklar sahiplerine verilecektir.Şöyle ki
boynuzsuz davarın boynuzlu davardan kısası alınacaktır.”
Tirmizi, Kıyametin Sıfatı Babı – 2535
“Ebu Berze El-Eslemi(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Bir kulun ömrünü nerede tükettiği, ilmini
nerede kullandığı, malını nereden kazanıp nereye harcadığı ve cismini nerede
yıprattığı sorulmadıkça onun ayakları Allah’ın huzurundan ayrılmaz.”
Tirmizi – 2532
“Ebu Hüreyre(ra)’dan,
Resulullah(sav), Müflis kimdir? Biliyor musunuz? Diye sordu. Ashab ya
Resulullah dediler, bizce müflis, parası ve malı olmayandır. Resulullah(sav),
benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, Kıyamet Günü namaz, oruç ve zekat
getirecek, fakat buna sövmüş, buna zina isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun
kanını akıtmış, bunu dövmüş olarak gelecektir. Sonra hesabını vermeye oturacak,
kısas olarak bu onun sevablarından, bu da onun sevablarından alacaktır. Şayet
sevabları üzerinde bulunan hataların kısası tamamlanmadan önce tükenirse
onların hatalarından alınıp buna vurulacak ve sonra ateşe atılacaktır.”
Tirmizi – 2533
60-Yaptığımız işleri ve
hareketleri O’nu düşünerek sadece ve sadece O’na, Rabbimiz’e yapmalıyız.
“Ancak sana ibadet
eder ve ancak senden yardım isteriz.”
Fatiha(1) 4
“Göklerin ve yerin
gaybı Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Bu itibarla O’na ibadet et Ona
güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan elbette gafil değildir.”
Hud(11) 123
“Sana ölüm gelinceye
kadar Rabbine kulluk et.”
Hicr(15) 99
“O’na kulluk edin.”
Enam(6) 102-Meryem(19) 36
“Ey inanan kullarım,
benim arzım geniştir, bana kulluk edin.”
Ankebut(29)56
“Allah’a secde edin ve
O’na ibadet edin.”
Necm(53) 32
“De ki: Allah’tan
başkasına mı kulluk etmemi bana emrediyorsunuz, ey cahiller.”
Zumer(39) 64
“De ki: Benim
ibadetim, alemlerin Rabbi olan Allah içindir.”
Enam(6)162
“O, hanginizin daha
güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür,
bağışlayandır.”
Mülk(67) 2
“Muaz İbn Cebel(ra)
şöyle dedi: Resulullah(sav): Ya Muaz! Allah’ın kullar üzerindeki hakkı nedir
bilir misiniz? buyurdu. Muaz: Allah ve Resul’u en iyi bilendir, dedi. Kendisine
hiçbir şey ortak yapılmayarak Allah’ın ibadet olunmasıdır, buyurdu. Bunu
yaptıkları zaman onların Allah üzerindeki hakları nedir bilir misin? Buyurdu.
Muaz: Allah ve Resul’u en iyi bilendir, dedi. Resulullah: Onlar’a azap
etmemesidir, buyurdu.”
Müslim – 30
“Size ulaşan her nimet
Allah’tandır.Sonra bir sıkıntıya uğradığınız zaman yine O’na yalvarırsınız.”
Nahl(16) 53
“Eğer Allah sana bir
zarar dokundurursa, o zararı kaldıracak yine O’ndan başkası yoktur. Eğer sana
bir hayır dokunursa bu da yine Allah’tandır. Zaten O her şeye kaadirdir.”
Enam(6) 17
“Göklerin ve yerin
gaybı Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Bu itibarla O’na ibadet et ve
O’na güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan elbette gafil değildir.”Hud(11) 123
61-Allah cc bize ne
emretmişse onu yapmalıyız. Neyden bizi sakındırmışsa ondan kaçınmalıyız. Allah
herkesin nerede ne yapacağını bilir. Kimse O’nun bilgisinden kaçamaz. Dünya’da hiçbir şey
Allah’ın haberi olmadan olmaz. O herşeyi bilendir. Allah’tan başka
yaratıcı yoktur. Allah CC’nin emirlerini, yasaklarını kim inkar ederse Allah’a
inanmamış olur.
“Ben cinleri ve
insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”
Zariyat(51)56
“Allah’a ve Peygambere
itaat edin ki rahmet olunasınız.”
Ali İmran(3) 132
“De ki: Allah’a ve
Resul’e itaat edin, eğer yüz çevirirseniz, Allah kafirleri sevmez.”
Ali İmran(3) 32
“Bunlar Allah’ın
hudutlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, O da onu içinde daimi
kalacağı altından ırmaklar akan cennetlere koyar, bu da en büyük kurtuluştur.
Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan ve O’nun kanunlarına tecavüz ederse, O da
onu içinde daimi kalacağı ateşe sokar. Onun için zelil edici bir azap vardır.”
Nisa(4) 13-14
“Ey İman edenler,
Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin.
Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inandığınız
takdirde onu, Allah’a ve Peygambere arz edin. Bu netice itibariyle daha hayırlı
ve daha güzeldir.”
Nisa(4) 59
“...Eğer mümin kişiler
iseniz, Allah’a ve Resulüne itaat ediniz.”
Enfal(8) 1
“Mümin erkekler ve
mümin kadınlarda birbirinin dostları olup iyiliği emreder, kötülükten
alıkorlar. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat
ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah, Aziz’dir, Hakim’dir.”
Tevbe(9) 71
Ayrıca itaatle alakalı
şu ayetlere de bakın:
Maide:56-92 , Enfal:20-46-27
, Tevbe:71 , Rad:18 , Nur:52-54-51-52 , Ahzab:71-36-1-3-48
, Şura:38-15 , Muhammed:33 , Feth:17 , Mücadele:13
, Tegabün:12 , Araf:157-158 , Haşr:7 , Bakara:285 ,
Enam:165 , Hacc:34-35 , Kehf:28 , Furkan:52 , Kasas:86
, Şura:15 , İnsan:24 , Nisa:69-70-64-80-42-118-119
“O kendinden başka
ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O, Rahman’dır,
Rahim’dir.”
Haşr(59) 7
“Biliyor musun ki
Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir. Bu lehvi mahfuzda yazılıdır. Bu
şüphesiz Allah’a kolaydır.”
Hacc(22) 70
“Firavn şöyle
demişti:Geçmiş nesillerin durumu ne olacak; Musa’da dedi ki:Onlarla ilgili
bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır.Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”
Taha(20) 51-52
“Gaybın anahtarları
O’ndadır. Ve onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olanı bilir.
Hiçbir yaprak düşmesin ki onu bilmesin. Yeryüzünün karanlıklarında hiçbir döne,
hiçbir yaş kuru olmasın ki apaçık kitapta bulunmasın.”
Enam(6) 59
“Hamd gökleri ve yeri
yaratan, karanlığı ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.”
Enam(6) 1
“Hiçbir şey için ben
bunu yarın yapacağım deme, ancak Allah dilerse de unuttuğun zaman Rabbını an ve
şöyle de: Rabbım olaki beni doğruya bundan daha yakın olana eriştir.”
Kehf(18) 23-24
“Ayetlerimizi
yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi
dilerse onu dalalete bırakır kimi de dilerse onu da dosdoğru yola sokar.”
Enam(6) 39
“İbn Abbas(r a) ‘dan;
Birgün Resulullah (sav), Ey Delikanlı sana birkaç kelime öğreteceğim: Allah’ın
emirlerini ve yasaklarını gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki
O’nu karşında bulasın. İsteyeceğin zaman Allah’tan iste ve yardım taleb
edeceğin vakit Allah’tan yardım taleb et. Bilmiş ol ki, bütün ümmet, herhangi
bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsa ancak Allah’ın senin
üzerine takdir ettiği hususta sana yararlı olabilir. Aynı zamanda sana herhangi
bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar ancak Allah’ın senin
aleyhinde taktir ettiği bir hususta zarar verebilirler. Kalemler kalkmış ve
sayfalar kurumuştur.”
Tirmizi- 2635
“Size ulaşan nimet
Allah’tandır. Sonra bir sıkıntıya uğradığınız zaman yine O’na yalvarırsınız.”
Nahl(16) 53
57-Allah hepinize Rahmet
etsin. Biliniz ki, Allah(cc)’dan başkasına ibadet etmeyeceğine ve
Resulullah(sav)’ın da O’nun kulu ve Resulu olduğuna şehadet eden bir müslümanın
kanı üç durum haricinde akıtılamaz. Evli ve zina yapmışsa, imandan sonra küfre
dönmüşse, bir de haksız yere bir müslümanı öldürürse öldürülür.Bunun dışında
müslümanın kanı kıyamete kadar ebediyen haramdır.
“Ben insanlarla,
Lailaheillallah demelerine kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu deyince
öldürmeyi hak etmeleri dışında kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar.
Bundan sonra hesapları Allah’a aittir.”
Tirmizi, K. Tefsir sure 88 – Müslim,
İman(32) 20no
“İbn
Mesud(ra)’dan:Resulullah(sav) şöyle buyurdu:Müslümana söğmek fısktır. Onunla
çarpışmak ise küfürdür.”
Müslim, K.İman(116)-64no – Tirmizi, K.
İman 2771
“Ebu Bekr(r a),
Resulullah SAV şöyle buyurdu: İki müslüman kılıçlarıyla karşılaşırsa katilde,
maktul de
cehennemdedir.
Müslim-K.Fiten 14-2888 no
“Ebu Umame b Sehl bin Huneyf(r
a) dan, Osman bin Affan(r a) un evi muhasara edildiği gün şöyle
konuştu:<<Sizi Allaha okuyorum. Resulullah SAV’in”Müslümanın kanı ancak
üç şeyden biri ile helal olur. Evlendikten sonra zina veya müslüman olduktan
sonra irtidat veya haksız
yere adam öldürüp o sebeple öldürülmesi “buyurduğunu bilirmisiniz? Allah’a
yemin ederim ki, ne cahiliyette, ne de müslümanlıkta zina etmedim. Resulullah
SAV biat ettiğimden beri irtidad etmiş değilim. Ve Allah’ın haram kıldığı cana
kıymadım. O halde beni hangi sebeble öldüreceksiniz?
Tirmizi-Fitnebabı-2247 no, 4043
“Ubade Bin
Samit(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Kim Allah’tan başka ilah
olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şehadet edrse, Allah
cehennem ateşini ona haram kılar.”
Tirmizi, K. İman 2775 – Müslim, K.
İman(37) 23no
“Evli ve zina yapmışsa
recm edilerek öldürülür.”
Buhari 14c 6684sy , 15c 7107sy , 14c
6670sy – Müslim 1690no , 1691no , 1699 – Tirmizi 1457 , 1463 – Ebu Davud 4353 ,
4459 – İbn Kesir 11c 5688sy – İbn Mace 2553
“Ey İman edenler,
Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hüre karşılık hür, köleye karşılık
köle, kadına karşılık kadın. Bununla beraber öldürülenin kardeşi tarafından
katil lehine bir şey affolunursa artık örfe uymak ve öldürülen tarafa borcu güzellikle
ödemek gerekir...”
Bakara(2) 178
“İkreme (ra)’dan
Resulullah Sav şöyle buyurdu:”Kim dinini değiştirirse onu öldürün”
Ebu davud k. Hudud 1-4351no- Tirmizi. K. Hudud 25 bab
–1485no-Nesei-4045-4050
Buhari 15c 7005 15c 6789sy,
14c 6657-Müslim 16 71
“Enes (ra)’dan, Neccar
oğullarından hırıstiyan bir adam vardı. Sonra müslüman olmuştu. Bakara ve Ali
İmran surelerini okumuştu. Peygamber(Sav)’e vahiy katipliği de yapıyordu. Bu
adam sonra hırıstiyanlığa geri döndü. Bu mürted Muhammed bir şey bilmez, yalnız
benim kendisine şeyleri bilir, demeye başladı.Ve öldü, çok geçmeden
hırıstiyanlar onu gömdüler. Sabah olunca yer onu dışarı attı. Hırıstiyanlar bu
Muhammed’in sahabilerinin işidir, kefen soydular diye iftira ettiler. Ve derin
çukur kazıp içine bıraktılar. Ertesi sabah yine toprak onu attı, bu üç-dört
defa olunca bunun insanlar tarafından yapılmadığını bildiler ve onu açıkta
bıraktılar.”
Buhari-K.menakıb 121-7c 3389sy
63- Biliniz ki, Yüce
Rabbimiz her bir yağmur damlası için bir melek görevlendirmiştir. Yağmur
damlasını Yüce Rabbimiz nereye emrederse oraya bırakırlar.
“Görmüyor musun Allah
bulutları sürüyor, sonra bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte o zaman
aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar gibi
bulut indirirde bu doluyu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de uzak
tutar. Şimşeğin parıltısı ise neredeyse gözleri kamaştırır.”
Nur(24) 43
“İçtiğiniz sudan haber
verir misiniz? Onu bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa asıl indiren biz
miyiz?”
Vakıa(56) 68-69
“Gökten su indiren de
O’dur. İşte biz o su ile her çeşit nebat çıkardık. O nebattan da bir yeşillik
meydana getirdik ki, bu yeşillikten birbiri üzerine kümelenmiş taneler hurma
tomurcuğundan koparılması kolay salkımlar, üzüm bağları, birbirine benzeyen ve
benzemeyen zeytin ve nar çıkarırız. Meyve verdikleri ve birde olgunlaştığı
zaman meyvesine bir bakın... İşte bütün bunlarda İman eden kimseler için
deliller vardır.”
Enam(6) 99
65-Biliniz ki Eğer bir
müslüman hastalanırsa Allah cc onu hastalığından ötürü ödüllendirilecektir.
“Müslümanın başına
gelen hiçbir musibet yoktur ki onun sebebiyle affolmasın. Hatta ayağına batan
dikenle bile.”
Müslim – Birr,49
“Başına bir
musibet gelen hiçbir müslüman yoktur ki
Allah’ın emrettiği şekilde” Biz Allah’ınız ve ancak O’na dönücüleriz, Allah’ım
musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısı ihsan
buyurmasın.
Müslim-Cenaiz 3,4-İbn Mace ,Cenaiz
55(Bakara 156)
“Mutedil davranın ve
doğruyu arayın. Müminin uğradığı her musibette keffaret vardır. Hatta mümine
batırılan dikende ve ona çekilen güçlükte bile.”
Tirmizi 3228
“Ebu Musa(ra)’dan,
Resulullah(sav)’e en şiddetli ayeti sordum. SAV’de “ O hangi ayettir ey Aişe”
dedi. Aişe(ra) “Kim kötülük işlerse onunla cezalanır”(Nisa-123) SAV’de: Ey Aişe
bilmiyor musun? Gerçekten mümine isabet eden bela veya ayağına batan diken
çirkin ameline karşılık olur. Kim hesaba çekilirse azab olunur.” buyurdu.
Aişe(ra):Allah(cc) buyurmuyor mu?”Sonra kolay bir hesapla hesaplanır.”(İnşikak
84) SAV’de “O, arzdır ey Aişe. Kimin hesabında münakaşa olunursa azab olunur.”
buyurdu.”
Ebu Davud 3093 - Buhari, K. Cennet –
Müslim, K. Cennet 2876
“Yoksa kendilerine dua
ettiğiniz zaman darda kalana yardım eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün
halifeleri yapan mı? Allah ile beraber bir de ilah mı? Ne kadar az düşünüyor
sunuz.”
Neml(27) 62
“Abdullah(ra)’dan,
ağır hasta iken Resulullah(sav)’in yanına girdim. Şöyle dedi: ...Hastalığa
tutulan hiçbir müsalüman yoktur ki, Allah onun hata ve günahlarını ağacın
yapraklarını döktüğü gibi dökmesin, buyurdu.”
Buhari, K. Marod bab 3-13-16 – Müslim,
K. Birr 45nolu – Darimi, K. Rikak bab 57
68- Allah(cc) dua edenin
duasını kabul eder. Hiç kimse aracı olamaz. Allah(cc) kendisine dua edeni
işitir. Dahası aracıya ihtiyacı yoktur.
Allah’ın izni olmadan hiç
kimse cennete giremez. Allah hiç kimseyi kendi günahları dışında başka bir
şeyle cezalandırmayacaktır. O(cc) yaptıklarından sorulmaz. Fakat kullar
sorulurlar. Ve hiç kimse Allah(cc) ile kul arasına giremez.
1-“Her kim bir günah
kazanırsa onu ancak kendisi için kazanmış olur.Allah herşeyi hakkıyla bilendir,hikmet sahibidir.
Nisa(4)111
2-“Ne sizin boş
hayallerinizle ve nede kitab ehlinin boş hayalleriyle olur. Her kim bir kötülük
işlerse o yüzden cezalandırılır. O kimse kendisi için Allah’tan başka ne bir
dost ve nede bir yardımcı bulamaz.”
Nisa(4) 123
3-“ Ey İman edenler,
kendinize dikkat edin. Doğru yolu bulduğunuz takdirde, doğru yoldan sapan
kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne yaptığınızı
size O haber verecektir.”
Maide(5) 105
4-“ Kıyamet vakti
kendilerine ansızın gelip çatıncaya kadar Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar
mutlaka pişmanlık duyacaklar ve o vakit gelip çatınca günahlarını sırtlarına
yüklenmiş olduğu halde, dünyada işlediğimiz kusurlara yazıklar olsun,
diyeceklerdir. Biliniz ki o yüklenmiş oldukları şey ne kadar kötüdür.”
Enam(6) 31
5-“ Rızasını talep
ederek sabah-akşam Rablarına dua edenleri yanından kovma. Ne onların hesabından
bir şey sana, ne de senin hesabından bir şey onlara aittir. Onları yanından
kovaladığın takdirde zalimlerden olursun.”
Enam(6) 52
6-“ Günahın açığını da
gizlisini de bırakın. Zaten hangisi olursa olsun günahı kazananlar kazanmış
oldukları günah yüzünden cezalandırılacaklardır.”
Enam( 6) 120
“ Herkesin kazandığı ancak kendisine
aittir...”
Enam(6) 164
7-“ De ki: Ey
insanlar, Rabbınızdan size hak gelmiştir. Kim o hakkın yoluna girerse kendi
nefsi için girmiş olur. Kim de o yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur.
Zira ben size vekil kılınmadım.”
Yunus(10)
108
8-“ Bunu da kıyamet
günü kendi günahlarını tam olarak bilgisizce saptırdıklarının günahlarını da
kısmen yüklenmeniz için söylerler.Bilesiniz ki yüklendikleri ne kötü şeydir.
Nahl(16) 25
“... Hiçbir günahkar başkasının günahını
çekmez. Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.”
İsra(17) 15
9-“ De ki: İşlediğimiz
suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız, sizin işlediklerinizden de biz sorumlu
olmayız.”
Sebe(34) 25
10-“ ... Hiçbir
günahkar başkasının günahını yüklenmez...”
Zumer(39)
7 – Necm(53) 38
11-“ Amr bin
El-Ahvas(ra)’dan rivayet edilmiştir.Resulullah(sav), Veda haccında müslümanlara
şöyle buyurdu: “Bugün hangi gündür? Sahabe, Haccı Ekber günüdür, dediler.
Resulullah(sav), canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız aranızda haramdır. Tıpkı
şu beldenizde şu gününüzün kudsiyeti gibi. Dikkat, hiçbir cani, çocuğu hesabına
ve hiçbir çocukta babası hesabına suç işlemez. Dikkat, bir suçlu ancak kendi
hesabına suç işler. Dikkat, şeytan şu ülkenizde kendisine ibadet edilmesinden
ebediyen ümidi kesmiştir...”
Tirmizi, Fiten 2 –2248, İbn Mace Menasik,
Diyet 26,76
“12-“Hz Peygamber SAV
yanında çocuğu bulunan bazı sahabilere “Bu senin olun mudur?diye sormuş. Evet
cevabını alınca-Bu çoçuk senin aleyhine suç işlemez .Sende onun aleyhine suç
işlemesin buyurdu.
, Ebu Davud,
Diyet 2, Nesei, kasame, 42- -İbn Mace, Diyet 26
“Kullarım sana benden
sorarlarsa ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin, dua ettiği zaman
duasını kabul ederim. O halde onlarda benim davetimi kabul etsinler ve bana
inansınlar.Ola ki doğru yolu bulurlar.”
Bakara(2)186
“Rabbiniz şöyle
buyurmuştur:”Bana ibadet edin ki size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten
kibirlenenler zelil olarak cehenneme
girecektir.”
Mü’min (40)60
69-Eğer bir kimsenin
Peygamber SAV efendimizin sözleri anlattıkları kabul etmeyip inkar ettiğini duyarsan,
bu kimsenin müslümanlığından şüphe ediniz. Çünkü o kişi Yüce Rabbimizin son
Peygamber ilan ettiği Hz Muhammed SAV’in
sözlerini edendir ki, o sözlerini,
hareketlerini kur’an’a göre yapandır.
“Muhakkak ki sizin
için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu eden ve Allah’ı çok zikreden kimseler için
Allah’ın Rasulunde güzel örnekler vardır.
Ahzab(33)21
“O kendi hevasından
konuşmaz, onun konuşması kendisine ilka edilen bir vahy den ibarettir.”
Necm(53)3,4
Resul size neyi
verdiyse onu alın, sizi neden nehyettiyse ondan da kaçının. Allah’tan korkun,
şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”
Haşr(59)7
“Deki: Eğer Allah’ı
seviyorsanız bana tabi olun ki Allah’ta
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Şüphesiz Allah gafur ve rahimdir.”
Ali İmran(3)31
“Hayır Rabbine
andolsun ki, onlar aralarındaki çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp,
sonrada verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan tam
teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”
Nisa(4)65
“Allah ve Resulu bir
işe hükmettikleri zaman mü’min erkek ve
mü’min kadının, kendi işlerinde artık başka birşeyi şeçmeye hakları
yoktur.Kim Allah’a ve Resulune karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Ahzab(33)36
“Şübhesiz sende bu
kitap vasıtasıyla insanları dosdoğru yola iletiyorsun.Hende göklerdeve yerde
bulunan herşeyin sahibi olan Allah’ın yoluna...Bilesinz ki bütün işler Allah’a
varır.
Şura(42)52,53
“Artık Peygamberin
emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerine bir fitnenin çarpmasından yahut onlara
pek acıklı bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar.”
Nur(24)63
“Muhakkak ki ben,
ancak bana vahy olunana tabii oluyorum. Ve ben apaçık bir uyarıcıyım.”
Ahkaf(46)9
“Eğer Muhammed
kendinden bazı sözler uydurupta bizim söylediğimizi iddia etseydi elbetteki
onun gücünü, kuvvetini alır ve şah damarın keserdik İçinizden hiç biri buna
engel olmazdı.
Hakka(69)44-47
“Deki: Allah’ın
hazineleri yanımda demiyorum, gaybıda bilmiyorum size ben meleğim de
demiyorum.Ben sadece bana vahy olunana tabi oluyorum.” En’am(6)50
“..Onların aralarında
Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakkı bırakıpta onların hefeslerine
uyma. Maide(5)49
Nisa(4)105
“Allah sana kitabı ve
Hikmeti indirdi ve bununla sana
bilmediği şeyleri öğretti...”
Nisa(4)113
“her kim kendisi için
doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere muhalefet eder ve mü’minlerin yolun başka bir
yola tabii olursa onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne
kötü bir yerdir.”
Nisa(4)115
Ey Resulüm , sonra
seni din konusunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık.Sen ona uy.Hakkı
bilmeyenlerin isteklerine (heva ve heveslerine ) uyma.” Casiye(45)18
“Ey iman edenler.
Allah’a itaat edin, Rasulune de itaat edin ve amellerinizi heder etmeyin.”
Muhammed(47)33
70-Kur’anın sünnete olan
ihtiyacı, sünnetin kur’ana olan ihtiyacından daha fazladır.
Ebu Davud 4604 İbn Mace 12.13 Tirmizi
k. İlim 2666
“Mikdam bin Madi Kerib
(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Dikkat: Bana Kur’an verildi.
Kur’anla beraber onun bir benzeri daha
verildi.Dikkat yakında midesi tok, rahat koltuğunda oturan bir kimse şöyleder:
Şu Kur’ana sıkı sarılın. Onda helal olarak bulduğunuzu helal sayın haram olarak
bulduğunuzu da haram sayın, dikkat size ehli eşek eti helal değildir. Yırtıcı
hayvanlardan parçalayıcı dişi olanların eti helal değildir. Kendileri ile
aralarında anlaşma bulunan yitiklerini almanız size helal değildir. Ancak
sahibinin Ona ihtiyacı yoksa o zaman
helal olur.Bir kimse bir kavme misafir
olarak inerse onu ağırlamaları gerekir. Eğer
ağırlamazlarsa o şahsın onları
takip ederek ağırlamayana misilleme olarak cezalandırma misafir etmeme
hakkı vardır.”
Ebu Davud –4604
“Gerçek olan şudur ki,
sana beyat edenler aslında Allah’ beyat etmişlerdir. Allah’ın eli onların
elleri üzerinedir. Kim ahdinden dönerse kendi aleyhine dönmüş olur. Kimde
Allah’a olan ahdine vefa gösterirse Allah ona bir mükafat verecektir.
Feth(48)10
“Enes (ra)dan,
Resulullah SAV buyurdu ki:<<Hiçbir kula ben kendisinden ehlinden,
malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş etmiş olmaz.”
Müslim-44-
72- Biliniz ki Hz Muhammed
SAV bir gece vakti göklere çıkartılıp
Yüce Rabbimizle konuştur. Cennet ve Cehennemi görmüştür. Bu gece geri Mekke’ye
dönmüştür. Bu olay hicretten önce gerçekleşmiştir.
1-“Kulu Muhammed’i,
geceleyin Mescidi Haramdan kendisi ne bazı ayetlerimizi göstermek için,
etrafını mübarek kıldığı Mescidi Aksaya götüren Allah, her türlü noksan
sıfatlardan müzzehtir. Herşeyi Hakkıyla işiten,
gören O’dur.”
İsra(17)1
2-“Muhammed, Cebrail
başka bir inişinde Sidre-i Müntehada yine görmüştür. Sidrenin yanında varılacak cennet vardı. Sidre’yi ise kaplayan
şey kaplamıştı. “Muhammed gözü görecek şeyden ne sapmaz ne de onu aşmıştır.
Fakat Rabbının varlığın en büyük
delilini görmüştür.
Necm (53) 13-18
3-“Sana, Rabbın bütün
insanları kuşatmış demiştik.Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’andaki lanetlenmiş
ağacı insanlar içinde sadece bir imtihan kılmıştık. Bununla onları
korkutuyoruz. Fakat bu onlarda büyük bir taşkınlığı artırmaktan başka bir işe
yaramıyor.”
İsra(17)60
4-“Abdullah(ra) şöyle
rivayet etmiştir:” Resulullah SAV göklere çıkarıldığı gece Sidretül müntehaya
götürüldü. Sidre altıncı semadadır. Yeryüzünden semaya çıkarılan onda nihayet
bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra
oldan alınır . Sidreyi Allah’ın azameti ve celali kaplayabileceğini kaplıyordu:
Ayetini okumuş ve onu pervaneler diye
tefsir etmiştir. Sonra orada üç şey verildi.-Beş vakit namaz- Bakara suresinin
son iki ayeti-Ümmetinde Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarına mağfiret
olunmuştur.
Müslim –173
5-“Miraca çıkarıldığım
gece İbrahim ile karşılaştım. Ya Muhammed dedi. Benden senin ümmetine selam
söyle ve onlara bildir ki cennetin toprağı güzel suyu tatlıdır. Cennet bir
takım ovalardan ibarettir. Ve bunların dikili ağacı<<Sübhanallahi velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu
ekber>>dir.
Tirmizi-
3691-Deavat 59
6-“Ebu
Hureyre(ra)’dan: Resulullah(sav) Mescidi Haram’dan götürüldüğü İsra gecesinde
İliya şehrinde yani Kudüs’te kendisine birinde şarap, diğerinde süt dolu iki
kadeh getirildi. Ve bunlardan birini seç denildi.Resululaah(sav) ikisine de
baktı da sütü aldı. Cibril Resulullah’a: Seni fıtrata hidayet eden Allah’a hamd
olsun, şayet şarabı alsaydın, ümmetin azalacaktı dedi.”
Buhari 10c 4508sy
7-“Cabir b.
Abdullah(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “İsra haberinde Kureyş beni
yalanlayınca Hıcr’de ayakta durdum. Muteakıben Allah bana Beytul-Makdis ile
gözümün arasındaki uzaklığı kaldırdı da Mescidi Aksaya bakarak, onun
nişanelerinden Kureyş’e haber vermeye başladım.”
Buhari 10c 4508sy
71- Kader konusunda gereksiz
konuşma, tartışma, münakaşa bütün yönleriyle yasaklanmıştır. Çünkü Allah(cc)’ın
bu kulları üzerinde bir sırrıdır. Allah(cc) ve Resul’ü(sav) kader konusunda
lüzumsuz konuşmayı yasaklamıştır. Sahabe(ra) ondan sonra gelenler de kader
konusunda tartışmadan nefret ettiler. Böylece Resulullah(sav)’in bu konuda
söylediklerine boyun eğmek, tastiklemek ve inanmak bunun dışındaki şeylerde de
sessiz kaldılar. Bize de bu düşer.
“İbni Ömer(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<Kaderi inkar edenler şu ümmetin
mecusileridir. Eğer hasta olurlarsa onları ziyaret etmeyiniz. Eğer ölürlerse
ölülerinde bulunmayınız.>>”
Ebu Davud 4691
“Ömer bin
Hattab(ra)’dan Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<Kaderi inkar edenlerle
karşılıklı oturmayın. Onlarla sohbet etmeyin ve onların hiçbir işini hakimlere
iletmeyin.>>”
Ebu Davud 4710
“Yahya bin Yamer(r a)
dan: Kader hakkında ilk söz söyleyen Basra’da Mabed el- Cühendir. Ben ve
Humeyel bin Abdurrahman el-Humeri hac için gittik. Şöyle dedik: Resulullah
SAV’in ashabından bir zata rastlarsak ve ona ashabın kader hakkında ne
dediklerini sorsa idik, dedik. Allah bize tam mescide giderken, Abdullah bin
Ömer ile görüşmeyi muvaffak kıldı. Ben ve arkadaşım iki tarafını sardık. Ben
arkadaşım sözü bana bırakacak zannı ile şöyle dedim: Ey Abdurrahman’ın babası
bizim tarafımızda bir takım insanlar türedi. Kur’an okuyorlar, ilim araştırıyorlar ve kader’in
olmadığını iddaa ediyorlar. İşte hemen başlar onlara Kader geçmemiştir diyorlar.
İbn Ömer şöyle dedi: Sen onlara rasladığın vakit onlara haber ver, ben onlardan
beriyim. Onlarda benden uzaktırlar. Eğer onlardan birisi Uhud dağı kadar altın
dağıtsa Kadere inanmadıkça Allah onun
sadakasını kabul etmez. Şöyle dedi: Bana Ömer bin Hattab haber verdi, dedi ki:
Biz bir zaman Resulullah’ın SAV’ın
yanında otuyorduk çok beyaz bir elbise giymiş, saçı simsiyah, üzerinde sefer
eseri görünmeyen hiçte tanımadığımız bir zat çıka geldi. Resulullah SAV’in önünde oturdu, dizlerini Resulullah SAV dizlerine
dayadı ellerini iki uyluğunun üzerine koydu ve şöyle dedi: Ya Muhammed bana
İslâmdan haber ver. Rasulullah SAV,<< İslâm, senin şahadet kelimeni
okuman ve namazı kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, gücün yeterse
Hac etmen ibadettir,>> dedi. Gelen
zat, doğru söyledin dedi. Ömer dedi ki hayret ettik hem soruyor ve hem tasdik
ediyor. Misafir bana imandan haber ver, dedi. Rasulullah SAV,<< İman
senin Allah’a meleklerine kitablarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kaderin
hayrına ve şerrinede inanmaklığındır.
>> dedi. Misafir doğru söyledin dedi. Misafir bana ihsandan haber
ver dedi. Resulullah SAV: İhsan seni Allah’ı görüyor gibi, Allah’a ibadet
etmekliğindir. Sen Allah’ı görmesende Allah seni görüyor, buyurdu. Misafir bana
kıyametten haber ver, dedi. Resulullah SAV<<Kıyametin ne zaman kopacağını
sorulan soran daha iyi bilmemektedir. Misafir öyle ise işaretlerden haber ver
dedi.Resulullah(sav):<< Cariyenin kendi efendisini kendisinin doğurması,
ayakları yalın çıplak fakir koyun çobanlarını apartmanlarda salınır
görmendir,>> dedi. Sonra misafir gitti üç gün durdum, sonra
Resulullah(sav): Ya Ömer soruyu soran zat kimdi biliyor musun? Buyurdu. Ben
Allah ve Resul’ü daha iyi bilir, dedim. Resulullah(sav),<< O zat, Cibril
idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti,>> buyurdu.”
Ebu Davud- 4695, Buhari- K. Tefsir
6/144 – Müslim-8 – Tirmizi-K.İman – Nesei-4993 – İbn Mace-63-
77- Akıl insana doğuştan
itibaren verilmiştir. Bütün insanlara akıl Yüce Rabbimiz’in istediği gibi
verilmiştir. Bütün insanlar hareketlerini akıllarıyla kontrol ederler. Akıl
bize Yüce Rabbimiz tarafından bağışlanmıştır.
“ Küfredenleri
uyaranın hali sadece çağırış ve bağırış olarak işitenlere haykıran çobanın hali
gibidir. Onlar öyle sağır, dilsiz ve körlerdi ki akıllarını kullanamazlar.”
Bakara(2) 171
“ İşte Allah akıl edip
düşünesiniz diye ayetlerini böyle açıklıyor.”
Bakara(2) 242
“ Biz bu misalleri
insanlar için veriyoruz. Onları da ancak ilim sahibi olanlar anlayabilir.”
Ankebut(29) 43
“ Hz. Aişe(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “Kalem üç kimseden, yani uyanıncaya kadar
uyuyandan, buluğ çağına gelinceye kadar çocuktan ve aklı başına gelinceye kadar
deliden kaldırılmıştır.”
Darimi 2301 – Müsned 6/100,101,144 ,
Müstedrek, 2/5y – Ebu Davud, Hudud, 16 – Nesei, Talak 22 – İbn Mace, Talak 15
“ Siz ey İnsanlar!
Halen sabah akşam onların üzerinden gelip geçiyorsunuz da hiç aklınızı
kullanmıyorsunuz.”
Saffat(37) 137-138
“ Sizi önce topraktan
sonra nutfeden sonra kan pıhtısından yaradan, sonra buluğ çağına erişmeniz,
sonra da yaşlanmanız için sizi çocuk olarak dünyaya çıkaran O’dur. İçinizde
önceden öldürülenlerde vardır. Bu belli süreye erişmeniz ve belki aklınızı
kullanmanız içindir.”
Mümin(40) 67
“ Biz bu Kitab’ı,
aklınızı kullanasınız diye arapça bir Kur’an kıldık.”
Zuhruf(43) 3
“ Bilesiniz ki Allah,
yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Size aklınızı kullanasınız diye
ayetlerimizi apaçık beyan ettik.”
Hadid(57) 17
78- Biliniz ki Allah(cc),
Allah yolunda hizmet edenlere, Allah için çalışanlara her zaman yardım
etmiştir. O asla haksız davranmaz. Kim derse ki “Allah inananlara ve
inanmayanlara ayrı şekilde hak tanımıştır, o kimse inkar edenlerden olmuştur.
Yüce Rabbimiz, inananları, her zaman için inanmayanlardan, iyi huyluyu-kötü
huyludan suçsuzu-suçludan üstün tutmuştur.
“ Aişe(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<...Her kim insanların gücenmesine
mukabil Allah’ın rızasını ararsa Allah da onu insanların zahmetinden kurtarır
ve her kim Allah’ın gücenmesine mukabil insanların rızasını ararsa Allah da onu
insanlara havale eder...>>
Tirmizi 2527
“ Allah, hiç kimseye
gücü dışında bir şey yüklemez. Kişinin kazandığı iyilik lehine, kötülük ise
aleyhinedir. Rabbımız! Unutmuş yahut hata yapmışsak bizi sorumlu tutma.
Rabbımız! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme.
Rabbımız! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla ve
bize merhamet et. Sen bizim Mevlamızsın. Kafirlere karşı bize yardım et.”
Bakara(2) 286
“ Allah yolunda
öldürülenleri ölü sanma. Aksine onlar, Rablerı katında diri olup Allah’ın fadlu
kereminden kendilerine verdiği sevinçli bir şekilde rızıklandırılırlar ve
arkalarında kalıp da henüz kendilerine katılmamış olanlara, hiçbir korku
bulunmadığını ve mahzun da olmayacaklarını müjdeler.”
Ali-İmran(3)
169,170
“Rabları da onların bu
dualarına icabet eder ve derki: Ben içinizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir
amel sahibinin amelini asla zayi etmem. Zira kadın ve erkek olarak siz
birbirinizden olmasınız. Hicret edenlerin ülkelerinden sürülüp çıkarılanların,
benim yolumda eziyet çekenlerin, savaşanların ve öldürülenlerin, Allah katında
sevabı olarak kusurlarını mutlaka örteceğim ve onları altından ırmaklar akan
cennetlere sokacağım. Mükafatın en güzeli Allah katındadır.”
Ali-İmran(3) 195
“Ahirete karşılık
dünya hayatını satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda
savaşırsa ister öldürülsün ister galip gelsin ona büyük bir mükafat vereceğiz.”
Nisa(4) 74
“De ki:” Bize Allah’ın
yazdığından başka bir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Bu itibarla
müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”
Tevbe(9) 51
“Tevrat’ta, İncil’de
ve Kur’an’da kendi üzerine vadedilmiş bir borç olmak üzere Allah, Allah yolunda
dövüşüp öldüren ve öldürülen müminlerden, cennet kendilerinin olmak şartıyla
canlarını ve mallarını satın almıştır. Allah’tan daha çok kim ahdini yerine
getirir ki? Bu itibarla yaptığımız bu alış-veriş dolayısıyla sevinin! İşte en
büyük kurtuluş budur.”
Tevbe(9) 111
“Ey İman edenler! Siz
Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve taatında sizi devamlı
kılar.”
Muhammed(47) 7
80_Allah en yüce olandır. O
duyar, görür ve bilir. O bazı insanların onu inkar edeceğini onları yaratmadan
önce biliyordu. Böyle olduğu halde Yüce Rabbimiz onlarıda yarattı.
“O kendisinde başka
ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O Rahman’dır, Rahimdir.”
Haşr(59)22
“Sen onların, hayata,
başkalarından ve hatta her biri bin sene yaşamayı temenni eden müşriklerden
bile daha düşkün olduklarını görürsün. Halbuki uzun yaşamak hiç birini azabtan
kurtarmayacaktır. Allah elbette hakkıyla görendir. Allah CC. Sıfatları ile
ilgili olarak aşağıdaki şeylere uyulmalıdır:
Biz Allah CC ‘ın
sıfatları konusunda, Allah CC’ın kendisi hakkında tasdiklediklerini ve
Rasulullah SAV’in Allah CC hakkında tasdiklediklerini tasdikleriz.
“Biz sıfatların
anlamlarına iman ederiz.”
“Sıfatlarının nasıl
olduğunu yalnız Allah bilir.”
“Allah hakkıyla
işititen, hakkıyla bilendir.” Ali
imran(3)34,38,121,Nisa(4)58,148, Maide(5)76
“Ey Mü’minler, Az
sayınızla pekçok düşman öldürdüğünüz
zaman aslında onları siz öldürmediniz fakat onları Allah öldürmüştür. Keza
yüzlerine bir avuç toprak attığında da sen atmadın fakat mü’min güzel bir
imtehanla demek için Allah attı.Allah
şüphesiz hakkıyla işiten hakkıyla bilendir.”,”işte böyle... Allah muhakkak ki
kafirlerin tuzaklarını zayıflatır.” ”Ey
kafirler! Eğer fetih isterseniz işte size fetih gelmiştir. Eğer küfrünüze ve
düşmanlığıza son verirseniz için daha hayırlıdır. Fakat buna tekrar dönerseniz,
bize yardıma tekrar döneriz. Cemaatınız sayıca kötü akibetinizden hiç birşeyi
defedemeyecektir. Allah mutlaka mü’minlerle beraberdir.”, “Ey iman edenler.
Allah’a ve Resuluna itaat edin Allah’ın kelamını iştir dururken itaattan asla yüz
çevirmeyin.”, “ İşitmedikleri halde “işittik diyenler gibi olmayınız.”,”Zira
Allah katında hayvanların en şerlisi, akıl etmeyen sağırlar ve
dilsizlerdir.
Enfal(8)17-22
Bilin ki bir insan öldüğü
zaman üç şey müstesna amel defteri kapanır.Üç şeyden haber alır.iyi
işler yapmak,Allah aşkıyla dolu olmak,Allah’ın taktirini ve cenneti kazanmak
yada kötü işlerle meşgul olmak,Allah düşmanı olmak,Cehenneme girmek.bir üçüncü
adres ise iyi işler yapmak,Allah yolunda hizmet etmek ,cenneti İslam yolunda
kazanmak.
“Resulullah SAV şöyle
buyurdu:İnsan ölünce amel defteri
kapanır. Ancak üç şey müstesna .Sadakayı cariye, kendisinden istifade edilen
ilim ,kendisine duacı olan evlat.”
Ebu Davud,Vesaya 14-2880-İbni
Mace,Mukaddime 20- -Müslim
–1631-Nesei-3681
Tirmizi
–1376.Buhari-14c6432syKRikak42/101.
82_Cennette Allah cc
görülecektir. İlk gören körler ondan sonra erkek son olarak kadınlar olacaktır.
“Cerir ibn (ra) şöyle
demiştir. Biz bir gece Peygamberin SAV mahiyetinde oturduk.Ayın 14. gecesinde
idi. Peygamber SAV kamere baktı da şöyle
buyurdu.”Şüphesiz ki sizler şu Ay’ı görmekten hiç biriniz mahrum olmaksızın
görmekte olduğunuz gibi Rabbinizi de göreceksiniz.Artık
doğmasından önceki ve batmasından önceki namazların hiç birinden alıkonmamak
elinizden gelirse ona çalışınız. Bundan sonra “Rabbini güneşin doğuşundan evvel
ve batışından evvel hamd ile tesbih et”
Kaf(50)39.Ayeti okudu
Müslim-183-Buhari.10c 4786sy
“O gün Rablerine bakan
ışık saçan yüzler vardır.” Kıyame(75)22-23
84- Cehennem haktır.
Yüce Allah(cc) Günahkarları ve kafirleri ateşte cezalandıracaktır.
“O gün cehenneme
doldun mu deriz, O da daha var mı? Diyecektir.”
Kaf(50) 30
“Enes(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. Daha
ziyade var mı? Diyecek. Nihayet izzet sahibi olan Rabb ayağını basacak. Bu
sefer Cehennem yetişir, yetişir, diyecektir.”
Buhari, K.Tefsir 10c 4784sy
“Ebu Hureyre(ra)dan
Resulullah SAV şöyle buyurdu:”Cennet ve ateş münakaşa ettiler. Şöyleki
Ateş:_Ben kibirli ve zorlayıcı kimselerle tercih olundum, yani onlara tahsih
olundum.dedi. Cennet de: Bana ne olduki, bana insanların zayıf ve sakatları
giriyor?dedi. Allah cc cennete şöyle buyurdu:_ Sen benim rahmetimsin,
ben seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim.Ateşe de şöyle buyurdu:_Sen
sırf benim azabımsın, ben seninle kullarımdan diledime azab ederim.
Cennet ve cehennemden herbiri dolacaktır. Fakat Cehennem dolmak bilmez. En sonu
Allah cc ona ayağını koyar. O da-yetişir, yetişir, yetişir der.İşte o zaman
cehennem dolar, bazısı bazısına büzülür.Aziz ve Celil olan Allah hakkında
hiçbir kimseye zulm etmez. Cennete gelince Allah cc, onun için (onun boşluğunu
doldurmak için) yeniden bir takım halk yaratır.”
Buhari 10c 4785
“ Kafir ve günahkar
kimselere Cehennem vadedilmiştir.”
Kehf(18) 107
“ Ayetlerimizi inkar
edenleri ateşe mutlaka sokacağız. Derileri pişip döküldükçe azabı iyice
tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah şüphesiz Azizdir,
Hakimdir.”
Nisa(4) 56
“ Cehennem ise, o
azgınların hepsinin birden buluşma yeridir.”
Hicr(15) 43
“ Katat cennete
giremez. Katat söz taşıyandır.”
Buhari, edeb 50 , Müslim, İman 149 , Ebu
Davud, edeb 33 , Tirmizi birr 79 , Taberani Mucenlus Sağır 396
“ Kim ben cennetliğim
derse o ateştedir.”
Mecmuae Zevaid – 1/186
86- Zekat farzdır. Ve
verilmesi şarttır. Altın, gümüş, para üzerinden verilmelidir.
“ Namazı dosdoğru
kılın, zekatı verin, ruku edenlerle birlikte ruku edin.”
Bakara(2) 43, 110, 177
62- Kitab ve sünnette Cenaze
namazı şöyle kılınır.
“ Ebu Bekir bin
Şube(ra)’dan:<<Zeyd bizim cenazelerimizin namazlarında dört tekbir
alırdı. Bir cenaze namazında beş tekbir aldı. Ben bunu kendisine sordum.
Resulullah(sav) beş tekbir alırdı, cevabını verdi.”
Müslim-954,957 – Buhari-3c 1246 –
Tirmizi-1023 – Nesai-1984 – İbn Mace-1505 – Ebu Davud-3157 – Darimi – Darekutni
2/73, Tahavi 1/287
“ Enes b. Malik(ra) ve
İbn Ömer(ra)’dan “ Resulullah(sav) cenaze namazının her tekbirinde ellerini
kaldırırdı.”
Beyhaki, Sünen-4/44 , Dare Kutni
“ Vail b.
Hucur(ra)’dan, Resulullah(sav) ile namaz kıldım. Tekbir aldığı zaman, ellerini
kaldırırdı...”
Ebu Davud-723
“ Abdullah b. Abbas(ra)’dan,
Resulullah(sav) her tekbir getirişinde ellerini kaldırırdı.”
İbn Mace-865 – ayrıca Taberani Zevaidde
2/102, Buhari cüzü 32, İbn Ebu şeybe 1/271 de Müsned Zevaidde 2/101
Cabir(ra)’dan, El-Mualla 4/94
“ Abdullah oğlu
Talha(ra) İbn Abbas(ra)’ın arkasında bir cenaze namazı kıldım da “Fatiha”’yı
okudu ve bunun sünnet olduğunu söyledi.”
Buhari 3c,1256sy – Ebu Davud – Tirmizi-1016 –
Nesai-1989
“ Ebu
Hureyre(ra)dan.éResulullah SAV,”Necaşi” öldüğü zaman saf tutturdu dört tekbir
ile gıyabında cenaze namazı kıldı.”
Ebu Davud –3204 Tirmizi-1022 –
Nesai-1973-Müslim-951-Buhari 3c 1251
Vail b. Davud
Behiyyin(ra), Resulullah SAV’in oğlu
İbrahim vefat ettiği vakit Rasulullah
SAV onu üzerine cenaze
namazı kıldı.”
Ebu Davud-3188
“ Aişe(ra)’dan yemin
olsun ki, Resulullah(sav), Suheyl b. Beyza üzerine cenaze zamazını camide
kıldı.”
Müslim 973 – Tirmizi 1033 – Ebu Davud 3189 –
Nesai 1969 – İbn Mace 1518
“ Semure bin
Cündüp(ra)’dan, Resulullah(sav) nifas halinde ölen bir kadın üzerine namaz
kıldırırken tam ortası hizasında durdu.”
Müslim 964 – Ebu Davud 3195 – Tirmizi 1035 –
Nesai 1978 – İbn Mace 1493
“ Ebu Hureyre(ra)’dan,
Resulullah(sav) “Ölü üzerine namaz kıldığınız vakit onun için ihlasla dua edin”
dedi.”
Ebu Davud 3199 – Tirmizi – İbn Mace 1497 –
Buhari 3c 1263
“ Cenaze namazı
güneşin doğuşu ve batışı sırasında kılınmaz.”
Buhari 3c 1245sy – Müslim 81
“ Gece ölü
defnedilebilir ve sonra namazı kılınabilir.”
Buhari
3c 1244sy
“ Kadının tam orta
hizasında, erkeğin baş tarafında saf tutulur.”Buhari-3c 1254sy
“Kabir üzerine mescid
kurulmaz.” Buhari 3c1263sy
“Kabire iki ve üç kişi
konulabilir ve Şehitler yıkanmaz”. Buhari 3c 1267
“Münafıkların cenaze
namazı kılınmaz.” Buhari 3c
1289sy
“Kabir yanında kurban
kesilmez. Ebu
Davud-3222
“Kabire oturulmaz ve
kabire doğru namaz kılınmaz.” Müslim 972-Ebu Davud-3229,Tirmizi 1050
“Kabir yükseltilmez
üzerine kubbe yapılmaz.” Müslim 969-Ebu Davud-3218,Tirmizi 1049,Nesei-2029, İ.
Mace1575
“Kabir azabı vardır.” Müslim
2871-Ebu Davud-4750,Tirmizi 3119,Nesei-2059, İ. Mace4269,İbrahim-27
“Kabir üzerine yazı
yazılmaz.”İbni Mace 1563 no
“Kabir azabını dilsiz
hayvanlar dahi duyar. Müslim 975-Ebu Davud-3221
64_Allah cc’in Resulu SAV’in
Bedir kuyusuna atılan ölmüş insanlarla konuştuğuna ve onların Resulullah
SAV’in söylediklerini işittiklerine iman.
“Ömer(ra) rivayet
ediyor: Bedir savaşı akşamında Rasulullah SAV bize” Şurası yarın inşaallah
filan müşrikin vurulup düşeceği yerdir,” buyurdu. Onu hak ile gönderen Allah’a
yemin ederim ki, sayılanlardan hiç birisi onun haber verdiği yerden başka bir
yerde ölmemişti. Müşrik ölüleri birbiri üzerine bir kuyuya atıldılar.
Resulullah SAV onların atıldığı başına geldi ve “Ey filan oğlu filan, ey filan
oğlu filan Allah ve Rasulunun vaad ettiği azabı buldunuz mu? Şübhesiz ben
Allah’ın bana vaad ettiği zaferi buldum buyurdu. Ömer “Ya Resulullah, İçersinde
ruh olmayan cesetlerle nasıl konuşuyorsun” diye sordu.Resulullah SAV “siz benim
söylediğimi onlardan daha iyi işitmezsiniz. Ancak onlar bana cevap vermeye güç
yetiremezler” buyurdu.
Taberani, Mucemus Sağır 746nolu. Müslim Cihad
83, Ebu Davud. Cihad 125, Nesei Cenaiz 117 . Müslim-2873-2874-
Buhari-3c1295sy
Kabir azabı vardır,
haktır.
Buhari-3c1296sy
66- Allah için öldürülen
kişileri, Allah(cc)’ın ödüllendireceğine iman.
“ Enes(ra)’dan,
Peygamber(sav) şöyle buyurdu: “Ölüp de Allah katında büyük bir hayra malik olan
hiçbir nefsine tekrar dünyaya dönmesi, ne de dünya ve dünyadaki her şeyin
kendisinin olması sevindiremez, yalnız şehit müstesnadır. Çünkü o, şehid
olmanın faziletinde görmekte olduğu şeylerden dolayı tekrar dönmeği ve dünyada
şehit olmayı temenni eder.”
Müslim K.İmare 108-1877 , Tirmizi 1694
“ Şehid öldürülme
acısını ancak birinizin çimdikleme acısını hissetmesi gibi hisseder.”
Darimi 2413 , Nesei, cihad 35-1719 , Tirmizi,
cihad 26 , İbn Mace, cihad 16
“ Ölüp de cennete
girdikten sonra sizin yanınıza, bu dünya ile içindeki şeyler kendisinin olarak
geri dönmeyi arzu edecek kimse yoktur, şehit hariç. Çünkü o, göreceği sevaptan
dolayı arzu edecek ki, şu kadar kere (dünyaya tekrar, tekrar dönüp)
öldürülsün.”
Darimi 2414 – Buhari, cihad 21 –
Müslim, imaret 108,109 – Nesai, cihad 34 – Tirmizi, cihad 13
“ Şehitlerin ruhları,
Kıyamet Günü Allah katında bir takım yeşil kuşların kursaklarındadır. Onların
arşa asılı kandilleri vardır. Hangi cennette, nerede isterlerse orada dolaşır,
sonra kandillere geri dönerler. Derken Rableri onlara yukarıdan bakar ve “bir
ihtiyacınız var mı? Bir şey istiyor musunuz?” Buyurur. Onlar da “Hayır. Sadece
dünyaya dönüp bir kere daha öldürülmemiz hariç” derler.”
Darimi 2415 – Müslim, imaret 121 – Tirmizi,
tefsir 4,3197no – Ebu Davud, cihad 25 – İbn Mace, cenaiz 4
“ Sabrederek, sadece
Allah’ın rızasını umarak, düşmana doğru giderek, ondan geri çekilmeyerek
savaşıp öldürüldüğünde, öldürülüşü onun günahlarına kefarret olur. Sadece borç
hariç. Çünkü o, bana Cibril’in söylediği gibi, ondan dolayı hesaba
çekilecektir.”
Darimi 2417 – Müslim, İmaret 117 – Nesai,
cihad 32 – Tirmizi, cihad 32-1693
“ Cennete girecek olan
üçlerin birincisi bana gösterildi: Şehid, iffetli, kanaatkar ve Allah’a ibadeti
dürüst yapıp efendilerine sadık olan köle.”
Tirmizi 1692
“ Her kim niyetinde
sadık olup Allah’tan, O’nun yolunda öldürülmeyi isterse Allah o kimseye şehid
sevabı ihsan eder.”
Tirmizi 1704
117- Biliniz ki, Kader
konusunda gereksiz konuşma, tartışma, münakaşa bütün yönleriyle yasaklanmıştır.
Çünkü kader Allah(cc)’ın bir sırrıdır. Kader konusunda söylenecek sözlerin,
Allah(cc) kitabında ve Resulullah(sav) sünnetinde olması gerekir.
“ Ömer b.
Hattab(ra)’dan “ Resulullah(sav)’den rivayet edilmiştir. “Kaderi inkar
edenlerle karşılıklı oturmayın, onlarla sohbet etmeyin ve onların hiçbir işini
hakimlere iletmeyin.”
Ebu Davud, K. Sünnet 17.bab 4710
“ İbn Abbas(ra)’dan,
Resulullah(sav)’e müşriklerin çocuklarından soruldu. Resulullah(sav):<<Onların
ne yaptıklarını, ne yapacaklarını Allah daha iyi bilir.>> buyurdu.”
Ebu Davud 4711 – Buhari, K. Cenaiz
2/125 – Müslim, K. Kader 2660 – Nesai, K. Cenaiz 1954
“ Ebu Hureyre(ra)’dan
rivayet ediliyor. Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “İnsanlar karşılıklı sormaya
devam edecekler. Hatta, yaratıkları Allah yarattı. Pekiyi Allah’ı kim yarattı
sözünü dahi söyleyecekler. Kim içinde böyle bir şey bulursa Allah’a iman ettim
desin.>>”
Ebu Davud, K. Sünnet 19.bab 4721 – Müslim,
K.İman 134no – Buhari, K. Bedil 4/149
50-Biliniz ki, Kitap ve
Sünnette gelen nakillerde bazı nasslar vardır ki, insan bunun mahiyetini
anlayamayabilir. Ama Allah’tan gelen olduğu için iman etmesi gerekir.(mesala:
Allah cc’nın her gece en alt semaya inmesi, insanların kalbinin Rahmanın iki parmağı arasında
olması, Cehenneme ayağını basması, Eğer kulum bana yürürse ben koşarım demesi,
Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı, demesi ve Allah Resulu SAV’in Cibrili
gördüm demesi vb)
“Ebu Hureyre (ra)dan,
Resulullah SAV şöyle dedi:” Gecenin son üçte biri kaldığı zaman Allah
CC,(keyfiyetini bilmediğimiz bir halde)her gece dünya semasına iner ve: bana
kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim. Benden kim bir hacet ister ki ona
dilediğini vereyim. Benden kim mağfiret diler ki onun için mağfiret
edeyim”buyurur.
Ebu Davud, K. Sünnet 21. 4733 – Müslim,
K.misafirun 168-170-,758no, – Buhari, K. Teheccüd 26, 3c 1096sy Tirmizi-bab 326-433-,79.bab
Dua-3727
“Abdullah b. Amr b.
Âs(ra)dan rivayet ediliyor. Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Şüphesiz ki,
bütün Ademoğullarının kalpleri bir kalp gibi Rahmanın parmaklarından iki parmak
arasındadır. Onu dilediği yere çevirir. Bundan sonra Allah’ım, Ey kalpleri
çeviren, Bizim kalplerimizi taatına çevir.”
Müslim-K. Kader17-2654nolu En-Nevvas
b.El-kilabi(ra)dan İbn Mace199 Tirmizi, K. Kader 7. bab-Enes
(ra)dan-2226no
“Ebu Hureyre (ra)dan,
Resulullah SAV şöyle buyurdu:”Cehenneme,
Cehennemlikler atılacak da o üç defa daha var mı, daha var mı? Diyecek .Nihayet
Rabb’i ona gelecek ve ayağı üzerine koyacak. O zaman toplanıp büzülecek ve
“yeter, yeter, yeter” diyecek.”
Darimi- 122bab-2852no – Tirmizi-K.Cennet
19.bab-2682no – Müslim-K.Cennet 37-2848no – Buhari-K. Tefsir 50.sure-10c 4784sy
“ Ebu Hureyre(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: Allah(cc): Ben kulumun bana olan zannının
yanındayım. Beni zikrettiği yerde, ben onunla beraberim, buyurdu. Vallahi
Allah, kulunun tevbesine sizden birinizin sahrada kaybolan hayvanını
bulmasından daha çok sevinir. Her kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir
kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.”
Müslim-K.Tevbe 1-2675no – Tirmizi- 2615 (biraz
değişik lafızla)
“ Ebu Hureyre(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “ Biriniz kardeşiyle kavga ederse yüzden
kaçınsın. Çünkü Allah, Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.”
Müslim-K.Birr 115-2612no
“ İbn Mesud(ra)’dan,
Resulullah(sav): Cibril’i altıyüz kanadı olduğu halde kendi suretinde
görmüştür.”
Müslim-K.İman 282-173-174nolu
73- Şehitleri, Müminleri ve
mücrimlerin ruhlarının olduğu yer.( Öldükten sonra)
130- Allah(cc)’ın semada
olduğuna iman
“ Allah O’dur ki,
gökleri, yeri ve arasındakileri altı günde yarattı; Sonra “ Arşa İstiva etti”.
Sizin O’ndan başka hiçbir yardımcınız yok, hiçbir şefeatınız da yoktur. Artık
nasihat almıyor musunuz? Allah semadan bütün dünya işlerini idare eder. Sonra
ameller, bir günde O’na yükselir. Ki (o günün) miktarı, sizin saydıklarınızdan
(yani dünya yılıyla) bin yıldır.”
Secde(32) 4-5
“ Rahman Arşın üzerine
istiva etti, bütün gökte olanlar, bütün arzdakiler, bütün bu ikisinin
arasındakiler ve bütün yerin dibindekiler hep O’nundur. Sen sesini yükseltsende
veya sessiz de söylesenhatta kalbinden geçirsen bilir.”
Ta-ha(20) 5-6-7
“ Semada olan Allah’ın
sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz mu? O vakit bir de bakarsınız
ki, arz çalkalanıp duruyor. “
Mülk(67) 16
“ Yoksa Semada olan
Allah’ın üzerine taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? O
zaman anlarsınız korkutmam, nasıl olmuş.”
Mülk(67) 17
“ Göklerde ve yerde
olan canlılarla Melekler, kibirlenmeden hep Allah’a secde edrler. Üstlerindeki
Rablerinden korkarlar ve emrolundukları her şeyi yaparlar.”
Nahl(16) 49-50
“ Firavun veziri
Hâmana şöyle dedi: Ey Hâmam, bana yüksek kule yap, belki bazı yollara muttali
olurum. Göklerin yollarına muttali olurumda Musa’nın İlahını görürüm. Çünkü ben
Musa’nın davet ettiği sema’da ki ilah iddaasının yalan olduğunu zannediyorum.”
Mu’minun(40) 36-37
“ Her kim izzet
isterse bilsinki bütün izzet Allah’ındır. Güzel kelimeler ancak O’na yükselir.
Salih amelide güzel kelimeleri de yükseltir.”
Fatır(35) 10
“ O vakit Allah(cc)
şöyle buyurdu: Ey İsa, şüphe yok ki senin ecelin bitince öldüreceğim ve Seni
bana yükselteceğim.”
Al’i-İmran(3) 55
“ Doğrusu Allah, onu
(yani İsa as’ı kendisine yükseltilmiştir. Allah Aziz ve Hakim’dir.”
Nisa(4) 158
131- Allah Azze ve Celle’nin
Kitab’ından zikretm,iş olduğumuz bu Ayet’i kerimeler, Sübhanehu ve Teala’nın
kendi Zatı için ıspat etmiş olduğu “ Ulu ve istiva” sıfatlarını beyan eder.
“ Allah’tan daha doğru
sözlü kim olabilir.”
Nisa(4) 87
“ Muaviye’t-ubnu’l-Hakem
es-Sülemiyy R.A’dan, şöyle dedi: Benim, Uhud ve Cevvaniye taraflarında
koyunlarımı güden bir cariyem vardı. Bir gün yanına çıkıp vardım. Birde ne
göreyim güttüğü koyunlardan birisini kurt kapmış. Bende Ademoğullarından
biriyim. Onların öfkelendiği gibi bende öfkelenip esef ettim. Lakin ben o
cariyeye bir şamar vurdum. Akabinde Resulullah(sav)’e gelip cariyeye yaptığımı
haber verdim. Bu şamarı aleyhime çok büyüttü. Ben de Ya Resulullah(sav)
cariyeyi azad edeyim mi? Dedim. Onu bana getir buyurdu: Resulullah(sav)
cariyeye hitaben Allah nerededir? Diye sordu. Cariye, Semadadır dedi. Tekrar,
Ben kimim? Buyurdu. Cariye, Sen Allah’ın Resulüsün dedi. Bunun üzerine
Resulullah(sav) bana; O’nu azad et, çünkü o bir Mümine’dir, buyurdu.”
Müslim-537 , Ebu Davud-930 , Buhari
Cüzün de 64 , Nesei-3/15 , Ahmed-5/447 , Beyhaki-7/387 , İbn Huzeyme Tevhidde
121 , Ebu Said ed-Darimi fir-Reddi alel-cehmiyeti de 271 – İbnu Ebu Şeybe İman
da 84 , İbnu Ebi Asım Sünende 489 , Beyhaki Esma da 422 , Ebu Hanife Müsnedde 3,
etmişler.
“ Enes İbnu
Malik(ra)’dan şöyle dedi: Zeyneb bintu Cahş(ra) Resulullah(sav)’in sair
zevcelerinin yanlarında şöyle iftihar ederdi. Derdi ki: Sizi Resulullah(sav)
ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat semanın üstünden Allah
evlendirdi.”
Buhari – Tirmizi-3213 – Ahmed-3/226 –
İbnu Sa’d 8/103 – Nesei-2/76
“ Ebu Hureyre(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle dedi: Allah(cc) mahlukatı yarattıktan sonra şöyle yazdı.
Yanında, Arşının üstünde Rahmetim gadabımı geçti.”
Buhari – Ahmed 2/258
“ Abdullah İbn
Amr(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle dedi: Merhametli olanlara Rahman olan Allah
merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki; Semada ki Rahman olan Allah’da
size merhamet etsin.”
Ebu Davud 4941 – Tirmizi 1924 – Ahmed 2/160 –
Humeydi 591 – Hakim 4/159 – Hatib 2/260
“Sa’d İbn Ebi
Vakkas(ra)dan, Resulullah SAV Sa’d İbn
Muaz (ra)nun Beni Kureyza hakkında vermiş olduğu hükme binaen şöyle dedi: Yedi
kat semanın üstünden Melik’in verdiği hüküm ile hüküm verdin.”
Nesei – Beyhaki, Esma’da 420- Zehebi el-Uluv
da-15
“ Ebu Said
el-Hudri(ra)’dan, Resulullah(sav), buyurdu ki:.... Bana itimad etmiyor musunuz?
Ben Sema’da olan Allah’ın eminiyim sabah ve akşam bana gökyüzünün haberi
geliyor.”
Buhari – Müslim 1064
“ İbn Abbas(ra)’dan,
Resulullah(sav), Mirac’da semaya götürüldüğünde güzel bir koku hisseder. Ve
dedim ki diyor. Ya Cibril bu güzel koku nedir? Dedim. Dedi ki: Bu güzel koku,
Firavunun kızının hizmetçisinin ve evlatlarının kokusudur. Hizmetçi bir gün
Firavunun kızının saçlarını tararken,
tarağı elinden düşürür ve binaenaleyh Bismillah der. Kız bunu işitince ne o
senin Rabbın babam değil mi? Der. Hizmetçi cevaben der ki: Benim de babanında
Rabb’ı Allah’tır. Kız da bunu muhakkak babama haber vereceğim der. Hizmetçi de
git söyle der. Kız meseleyi Firavuna haber verdikten sonra, Firavun kadını
huzuruna çağırtarak derki, Senin Rabbın kimdir? Yoksa benden başka senin Rabbın
mı var diye çıkışır. Hizmetçi de benim Rabbım da senin Rabbın da Semadaki
Allah’tır, der. Bunu işiten Firavun hemen adamlarına bakırcıdan bir kazan
getirmelerini emreder, derhal kazan kaynatılarak kadın ve çocuğu getirtip içine
attırır.”
Ebu Said, ed-Darimi Fir- Reddi Ale’l
Cehmiyede-273
“ Ebu Zerr(ra)’dan;
Bir gün tam güneşin batacağı esnada Resulullah(sav) ile beraber mescidde
bulunuyordum. Bana hitaben biliyor musun güneş nereden batıyor, Ya Eba Zerr
dedi: Bende allah ve Resul’ü en iyi bilendir
Ya Resulullah dedim. Devam ederek, Muhakkak ki O arşın altında
Rabbisinin önünde secde etmeye gidiyor, dedi.”
Buhari – Ahmed 5/152 – İbnu Mendeh 1012 –
Müslim
“ Cabir İbn
Abdullah(ra)’dan, Resulullah(sav) Veda Haccında Arefe günü vermiş olduğu
hutbede şöyle buyurdu: Ben vazifem olan tebliği yaptım mı? Ne diyorsunuz?
Sahabeler evet Ya Resulullah hakkı ile yaptın diye cevap verdiler. Resulullah(sav) şehadet parmağını Sema’ya
doğru kaldırıp insanlara karşı indirerek Allah’ım şahid ol diye üç kere tekrar
etti.”
Buhari – Müslim 1218 – Ebu Davud 1905 – Ahmed
1/447
“O,bizim Resulumuz
kendiliğinden hiç bir şey söylemez. O ne söyler ise, kendisine vahydilen
vahiyden başka bir şey değildir.”
Necm(53)3,4
“Abdullah İbn Ömer(ra)
dan, Resulullah SAV vefat ettiğinde, münafıklardan bazıları müslümanların
aralarını karıştırmak için nasıl olur böyle bir
Resul ölür mü diye laflar konuşmaya başlamışlar.Binaenaleyh Ebu Bekr(ra)
Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi: Ey insanlar, eğer ibadet
ettiğiniz ilah Muhammaed idiyse o öldü. Eğer ibadet
ettiğiniz ilah Semada ki Allah idiyse o ölmez, ve sonra şu Ayeti kerimeyi
sonuna kadar okudu.”Muhammed ancak bir Resuldür.Ondan önce birçok Resuller gelip geçti. Şimdi o ölür veya
öldürülürse siz dininizi terk mi?
Edeceksiniz.....” Ali İmran 144
Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l-
Cehmiyye nam kitabında274’de
“Abdullah ibni Mesud
(ra)dan:Dünya seması ile ondan sonra ki gelen semanın arası beşyüz senedir. Her
iki semanın arası beşyüz senedir.Yedinci sema ile Kürsinin arasında beşyüz
senedir. Kürsi ile suyun arasında beşyüz senedir. Arş ise suyun üstündedir.
Arşın üstündede Allah’u Teala vardır. Sizin meşgul olduğunuz amelleri oradan
bilir.”
Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l-
Cehmiyye nam kitabında275-İbn Huzeyme Tevhid de 105-106
“Aişe(r a)nın Kapıcısı
Zekvan dan, Abduulah İbn Abbas(r a) Aişe(r a) vefat edeceğinde yanına geldi.
Aişe’ye hitaben şöyle dedi: Sen Resulullah SAV’ in kadınlardan kendisine en
sevgili olanı idin. Allah Resulu SAV, ise temiz olandan başka bir şeyi sevmez.
Hem Allah(c c) yedi kat semanın üstünden senin beratını indirdi, ve Allah c c’
inin zikrettiği hiçbir mescid yokki senin beratını bildiren ayet gece ve gündüz
orada okunmasın.”
Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l-
Cehmiyye 275
“Zeyd İbn Eslem(r a)
dan, Abdullah ibn Ömer bir çobanın yanına uğradı ve çobanın kesilmeye elverişli
birşeyi olup olmadığını sordu. Çoban da sahibi burada yoktur dedi. İbn Ömer(r
a) da, ne olacak sahibine birisini kurt kaptı dersin, dedi. Bu söz üzerine
çoban Başını Semaya kaldırıp şöyle dedi. Pekiyi Allah nerede ya? Bu cevabı
işiten İbn Ömer(r a) da vallahi Allah’ın nerede olduğunu sormaya ben daha layıkım
dedi. Ve sonra çobanı ve koyunları sahibinden
satın alıp, çobanı azad ederek koyunlarıda ona verdi.”
. Zehebi Uluv’da-95-
“Abdullah ibn Selem(r
a) dan Allah cc yeryüzünü yaratmaya başlayıp, Pazar ve pazartesi günü yedi kat
yeri yarattı. Salı ve Çarşamba günü de onun maşietini takdir etti. Sonrada
Semaya istiva etti ve iki günde de semaları yarattı.
Zehebi Uluv’da-96-İbn Mendeh, Tevhid’de
K, 27/2
“Ebu Bekr el-Hallal’ın
Şeyhi, Yusuf ibn Musa’l- Kattam şöyle dedi: Ebu Abdulah’a(Yani Ahmed ibn
Hambel’e) denildiki: Allah’u cc, yarattıklarından ayrı olarak, Kudreti ve ilmi
ile her yerde olduğu halde, Yedi kat semanın üstünde Arşının üzerinde midir? O
da cevaben, evet Allah cc Arşının üzerinde dir hiçbir şeyde ilminden gizli
değildir.”
Hallal es- Sünen de 198
“Ebu Talib Ahmed İbnu Humeyd şöyle dedi: Ahmed
İbnu Hambel’e Allah bizimledir,deyip şu ayeti
(Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak Allah
dördüncüleridir. ) Okuyan bir adamdan sordum. Dediki muhakkak o cehmi olmuştur.
Ayetin evvelini bırakarak sonunu alıyorlar. Dedi. Ben de ayeti evveliyle
beraber okudum .” Bilmiyormusun? Allah hem göktekini hem yerdekini hep bilir.
Herhangi bir üç sırdaşın bir fısıltısı oluyor mu mutlaka Allah dördüncüleridir.
Beş kişi oluyor mu mutlaka Allah altıncılarıdır. Bunlar dan daha az, daha çok
oluyor mu? Muhakkak Allah, her nerede olsalar onlarla berabardir. Sonra bütün
yaptıklarını, kıyamet günü kendilerine haber verir. Haberiniz olsunki, Allah
her şeyi bilir. (Ayetin nihayetinde Ahmed ibn Hambel dedi: ) İlmi onlarla
beraberdir. Ve sonra (KAF) suresinde şu ayeti okudu, Nefsinin ona ne vesveseler
verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (KAF 16) ve sonra
ilmi onlarla beraberdir, dedi.
Hallal es- Sünen de 199
“Mervezi(ra) şöyle haber verdi.Ebu
Abdullah’a(yani Ahmed İbnu Hanbel’e)dedim ki: Bir insan ki, ben Allah’ın
Kur’anda dediği gibi diyorum.Allah’ta diyok ki.”Her hangi üç sırdaşın bir
fısıltısı oluyor mu, mutlaka Allah dördüncüleridir.”(Mücadele-7)Bunu derim
başka bir şey demem diyor. Ne dersiniz bu adama? Dedi ki: Bu Cehmiyelrin
sözüdür.Bilakis “Allah’ın ilmi onlarla beraberdir.
İbnu Buta İnabe’de, Zehebi
Uluv’da-228’de
“Şeyhul İslam
Ebul-Hakkari ve Hafız Ebu Muhammed el-Makdisi,Ebu Sevr ve Ebu Şuaybu ref
ettikleri isnatlarıyla ikiside, Sünnetin yardımcısı İmamı Şafi(r h) dan şöyle
rivayet ettiler. İmam Şafi(r h) dedi ki: İmam Malik, Süfyan ve daha onlardan
başka ehli sünnet önderlerinden gördüğüm ve benimde üzerinde olduğum hak olan
kavil şudur. “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed(sav)’in Allah’ın
Resulü olduğuna şehadet edip ve Allah(cc)’ın da Semasında arşının üzerinde
olduğunu istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semasına
indiğini ikrar etmektir.”
Zehebi Uluv’da 196
“ İmam Malik(ra) şöyle
dedi: Allah(cc) semadadır, ilmi ise her yerdedir, ilminden de hiçbir şey gizli
kalmaz.”
Ebu Davud, Mesail de 263 – Abdullah er-Reddu
Alel-Cehmiyye 5-Aciri Şeria 289
“ Cafer İbn
Meymun(ra)’dan, şöyle dedi: Malik İbnu Enes(ra)’a “Rahman olan Allah Arşa
istiva etti” Ayeti Kerimesinde “istiva” kelimesinden, “istiva” nasıldır diye?
Soruldu. Malik İbnu Enes(ra) şöyle cevap verdi. “İstiva” ma’lumdur. Nasıl
demekse ma’kul değildir. Allah(cc)’ın Arşın üzerine istiva ettiğine inanmak ise
vaciptir. Seni ise “dalalet te” olan birisi olarak görüyorum, der. Ve o kişinin
meclisinden çıkarılmasını emreder.”
Bu eseri İsmail İbnu Abdurrahman-18 – Ebu Said
ed-Darimi er-Reddu Alel-Cehmiyye’de 280 ve Beyhaki Esma’da 408
“Fıkhu-Ekber isimli
meşhur kitabında sahibi Ebu Muti’i-l-Hakem İbnu Abdullah el-Belhi’den bize
şöyle haber ulaştı. Ebu Hanife(ra)’a,
“Rabbimin semada mı yerde mi olduğunu “bilmiyorum bir adamın hükmünü
sordum.”Şüphesiz okafir olmuştur.”çünkü Allah cc şöyle buyuruyor.”Rahman Arşın
üzerine İstiva etmiştir.”Arşıda yedi kat semanın üstündedir,” dedi. Bende dedim
ki o adam diyor ki: tamam “Arşdamı YERDEMİ
OLDUĞUNU”
bilmiyorum. Tekrar Ebu
hanife (r.h) cevaben şöyle dedi.” Arşın semada olduğunu inkar ettimi şüphesiz o
kafir olmuştur.”
Zehebi Uluv’da-118-
“Kadi İmam Tacuddin
Abdul-Halik ibnu Ulvan(ra)dan şöyle dedi: El-Mukni nam eserin müellifi Ebu
Muhammed ibnu Ahmed el-Makdesi(rh)’ı şöyle derken işittim. Diyordu ki:Ebu
Hanife (rh)dan, bize şöyle dediği haberi ulaştı.Her kim ki”Allah cc’nin semada
olduğunu inkar ederse muhakkak ki kafir olmuştur.
Zehebi Uluv’da-119-
“Sadaka (r.h) Süleman
et-teymi(r.h)’ı şöyle derken işittiğini haber verdi.”Eğer bana Allah nerededir
diye sorulsaydı semadır derdim.”
Buhari
Efalul ibab’da 71ve Zehebi Uluv’da-114-
“Hasen İbnu Muhammed
el-haris(ra)dan şöyle söyledi: Ben de işitir olduğum halde, Ali ibnu
el-Medini’ye “Ehli sünnet Ve’l-Cemaat,ın kavli nedir diye soruldu. Oda şöyle
cevab verdi. Ehli Sünnet Vel-Cemaat” Ahirette Allah cc’yi görecekleri, Allah’ın
Musa ile konuştuğuna ve Yedi kat semanın üstünde arşının üzerine istiva
ettiğine inanırlar dedi.”
Zehebi Uluv’da-225-
“Ebul-Abbas
es-Sirac’dan, şöyle dedi: Kuteyb’t-İbnu Said şöyle derken işittim. Bu
söylediğim İslam alimlerinden Ehli sünnet vel-Cemaatın kavlidir.” Biz Rabbimizi
yedi kat semanın üstünde Arşın üzerinde biliriz.”Subhanehu ve Tealanın
buyurduğu gibi Rahman Arşın üzerine istiva etmiştir.”
Zehebi Uluv’da-225-
“Ebu İshak es-Salebi
(r.h) şöyle dedi: Evzai (r.h)’a “Sonra arşın üzerine istiva etti.”kavli Subhan
işinden soruldu. O da şöyle cevab verdi.Evet” Subhanehu ve Teala zatı Celalini
vasfettiği gibi Arşın üzerindedir.”
Acuri eş-Şeria’da-102 ve Zehebi Uluv’da
122
“Ali
ibnu-Hasen(ra)dan, şöyle dedi: Abdullah ibnu –Mubarek’e ”Rabbimizi nasıl bileceğiz” diye sordum. O da
“Allah cc yaratıklarından ayrı olduğu halde yedi kat semanın üstünde Arşın
üzerindedir.”Biz, Cehmiyye dediği gibi Allah işte şurada yeryüzündedir
demiyoruz” dedi.
Buhari-Halkul-Eftal’da 120-Ebu Said
ed-Darimi er-Reddu Alel-Cehmiyye’ye-295
Abdullah ibnu Ahmed es-Sünne’de –25-
Zehebi Uluv’da
“ Abdurrahman İbnu Ebu
Hatim(r.h)’dan babasının şöyle haber verdiğini rivayet etti. Bana Said İbnu
Amir’den tahsis olunduki. Bir gün Cehmiyyeden bahseder ve şöyle der. Onların
sözleri yani “Allah her yerdedir” demeleri Yahudi ve Hıristiyanlardan daha
şerlidir.. Zira Yahudiler, Hıristiyanlar ve din ehli “Allah’ın Sema’da
olduğunda” Müslümanlarla ittifak etmişlerdir. Onlar ise Cehmiyye “Allah her
yerdedir ve hiçbir yerde değildir dediler.”
Buhari-Halkul-Eftal’da 120 Zehebi Uluv’da
183
74-Allah hepinize rahmet
etsin. Bilin ki kabir azabı haktır. Ceset mezara girdiği zaman Allah cc ruhunu
geri gönderir. Münker ve Nekir tarafından iman onun gerekleri hakkında sorguya çekilir. Ceset kendisi ziyaret edildiğinde
ziyaret edildiğini bilir. Müslüman mezarında rahat ve hoşnutluk içindedir.
Allah cc’nin dilediği şekildede kafiri cezandırır.
“İbn Abbas(ra)dan,
Resulullah SAV iki kabre rasladı.<<Bu kabrin içindekiler azab olunuyorlar
ama halk arasında büyük sayılan günahlardan değil. Şu kabrin sahibi idrardan
sakınmazdı, şu insanlar arasında koğuculuk ederdi,” Sonra yaş hurma dalı
istedi.Getirdiler onu ikiye böldü, parçanın birini kabrin birine, öbürünü de
diğerinin üstüne dikti ve << Bu dallar kuruyuncaya kadar azablarının
hafiflemesi umulur,>> buyurdu.
Ebu davud-20, Buhari, K. Vudu b.57-3c
1284-Müslim292 –Nesei-39 –İbn Mace374-Tirmizi,Taharet b. 53-70no-Buhari-3c 1300
“Abdurrahman bin
Hasen(ra)dan, Ben ve Amr ibn’ül As Peygamber SAV’e gittik. Elinde Deraka
(deriden yapılmış kalkan) ile çıktı.Onunla örtünerek idrarını yaptı. Biz kendi
aramızda Resulullah SAV’e bakın sakınarak kadınlar gibi bevlediyor dedik.
Söylediklerimizi işittik ve bize “İsrail Oğullarının arkadaşının başına
gelenleri bilmiyormusunuz? Onların elbiselerine idrar bulaşınca dokunan yeri
keserlerdi. Arkadaşları bu titizlikten Onları nehyetti de kabrinde azabolundu.”
Ebu davud-22
“Enes (ra)dan,
Rasulullah SAV şöyle buyurdu:”Kul kabrine konulduğu ve dostları ondan geri
döndüğünde o onların ayakkabı seslerini işitir.”
Ebu davud-3231, Müslim, K. Cennet-2870,
Nesei K. Cenaiz-209 Buhari 3c 1260 Ebu davud-4752
“Bera bin Azib(ra)dan,
Resulullah SAV şöyle buyurdu: Müslamana kabirde sorulduğu vakit Müslüman
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed SAV’in Allah’ın kulu ve Peygamberi
olduğu şehadet eder işte bunun için Allah cc’nın sözü mealen “Allah’a iman
edenleri sabit söz Tevhid ile yerinde sabit kılar.” (İbrahim-27)
Ebu Davud-4750 – Müslim, K. Cennet 2871 –
Tirmizi, K. Tefsir.1 – Nesei, K. Cenaiz 2059 – Buhari 3c 1294sy
“ Enes(ra)’dan,
Resulullah(sav) Beni Neccarın hurma bahçesine girmişti. Şiddetli bir ses
işitti, korktu. Bunun üzerine Resulullah(sav) “şu kabirlerin sahipleri
kimlerdir? Dedi. Ashab Ya Resulullah(sav) onlar cahiliyet devrinde ölen
kimselerdir dediler. SAV “ Kabir azabından ve Deccalin fitnesinden Allah’a
sığının” dedi. Ashab o nedendir, ey Allah’ın Resulü dediler. Resulullah(sav)
<<Mümin kabrine konulduğu vakit ona bir melek gelir. Ve ona neye ibadet
edrdin der. Allah ona hidayet ederse Allah’a ibadet ediyordum der. Yine o
kimseye şu zat peygamber hakkında ne dersin, denir. O da Allah’ın kulu ve
Peygamberidir, der. Bundan gayri bir şey sorulmaz. O zat götürülür.
Cehennemdeki evi gösterilir. Ve bu senin ateşteki evindir. Lakin Allah seni
korudu, sana merhamet etti. Buna karşılık sana Cennette bir evi tebdil etti,
denir. Ölü beni bırakın ben ehlime gideyim. Makamımı müjde edeyim der. Ona
sakin ol denir. Kafir kabre konulduğu vakit ona bir melek gelir yaptıkları ile
onu ihtar ederek ona şöyle der. <<Kime ibadet ederdin?>> Kafir,
<< bilmiyorum>> der. Ona dünyada ne okudun nede bildin denir.
İnanmayan insanların dediğini derdim diye cevap verir. Bunun üzerine Melek onun
iki kulağı arasına demirden bir balyozla vurur. Öyle bir feryad ederki onun feryadını
insanlarla cinlerden başka herşey işitir.”
Ebu Davud, K.Sünnet 4751 – Nesei, K.Cenaiz
2059 – İbn Mace, K.Zühd 4269 – Müslim, K.Cennet 2867 – Buhari 3c 1260sy , 3c
1298sy
“ Enes(ra)’dan,
Peygamber(sav) şöyle buyurdu: “Eğer ölülerinizi defn etmemeniz endişesi mevcud
olmasaydı kabir azabından bir kısmını sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a
dua ederdim.”
Müslim, K.Cennet 68-2868no
“ Ebu Eyyub(ra)’dan;
Bir gün güneş battıktan sonra Resulullah(sav) dışarı çıktı ve bir ses işitti.
Bunun üzerine <<Yahudiler kendi kabirleri içinde azab olunuyorlar>>
buyurdu.”
Müslim 2869no – Buhari 3c 1299
“ ... Kabir ehli, öyle
bir azabla azab edilirlerki, onların azablarını hayvanların hepsi işitir.”
Buhari 14c 6311
“ Kabir azabı vardır,
Haktır.” Buhari 3c 1298sy
“ Ebu Said(ra)’dan,
Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Cenaze tabuta konulup da erkekler onu omuzları
üzerine yüklendikleri zaman, o cenaze iyi bir kişi ise: Beni ulaştırınız der.
Şayet iyi bir kimse değilse: Yazıklar olsun. Bu cenazeyi nereye götürüyorlar?
Diye seslenir. Cenazenin bu sesini insandan başka her şey işitir. Eğer insan
bunu işitseydi muhakkak düşer bayılırdı.”
Buhari 3c 1303 , 3c 1239
“ ... Firavn ailesini,
azabın en kötüsü kuşattı: Sabah akşam ateşe sunulurlar. Dünya durdukça azab
böyle devam eder. Kıyamet koptuğu günde: “Firavn ailesini azabın en
şiddetlisine sokun denir.”
Gafir(40)
46
Allah’u Teala bu ayetle
firavun ailesinin iki türlü azabı ile cezalandıracağını söylüyor. Birincisinde,
“ sabah akşam ateşe sunuluyorlar...” buyruğu ile işaret etmekte. İkincisinde
ise “... Kıyamet koptuğu günde: Firavn ailesini azabın en şiddetlisine sokun”
denir. Buyruğu ile işaret etmektedir. Bu ayete dikkat edildiğinde ikinci azabın
kıyamet saatından sonra olduğu anlaşılmaktadır. Birinci azab ise kıyamet
saatından önceki sabah akşam kafirlerin sabah akşam arz olundukları bu
dünyadaki azab yani ölümle dirilme arası kabir azabı olduğu anlaşılmaktadır.
“ O
zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış. Haydi canlarınızı
çıkarın, Allah’a gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı
büyüklük taslamanızdan ötürü, bir gün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız;
derken bir görsen.”
Enam(6)
83
İbn Abbas(ra) bu ayetin tefsirinde, <<Bu
azab ölüm anında başlayan azabdır. Meleklerin ellerini uzatmasından maksad
onlara azab etmesi yüzlerine ve arkalarına vurmasıdır. Buna Allah’ın “Fakat
melekler, onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını alırken halleri
nice olur?” buyruğu şehadet etmektedir. Bu her ne kadar definden önce ise de
ahiretteki azabdan önce olması sebebiyle kabir azabından addedilmiştir. Çünkü
öldükten sonra ve ahiretten önceki azabın geneli kabirde olmaktadır.
76-
Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, Allah(cc) İmran oğlu Musa(as) ile Tur
Dağında konuşmuştur. Musa(as), Allah(cc)’nin sözünü işitmiştir. Allah
Rasulü(sav)’in, sahabenin, tabiinin ve onlardan sonra gelen ehli sünnet
alimlerinin bildirdiklerine göre Allah(cc) bir sesle konuşur. Allah(cc)
Musa(as) ile konuşmuştur. Ve diriliş günü kullarıyla bir sesle konuşacaktır.
Allah(cc) konuşmaz, duymaz, işitmez, buğzetmez, sevinmez olduğuna inanırsa
Allah(cc) katında o kafirdir. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir.
Cehmiye fırkası bunu yalanladığı için kafirdirler.
“
Musa’nın haberi sana gelmedi mi? “Hani bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz
durun. Ben bir ateş gördüm belki size ondan bir kor getiririm, yahut ateşin
yanında bir yol gösteren bulurum” demişti.” “Ateşin yanına geldiği zaman
kendisine seslenilmişti. “Ey Musa”, “ Ben senin Rabbınım! Pabuçlarını çıkar sen
mukaddes vadide, Tuva’dasın”, “ Ben seni seçtim, sana vahyolunanı dinle.”, “
Gerçek şudur ki ben Allah’ım benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et ve beni
anmak için namaz kıl.”, “ Kıyamet vakti gelmektedir. Herkes kendi işlediğinin
karşılığı ile cezalandırılsın diye neredeyse onu gizliyeceğim.”, “ Kıyamete
iman etmeyen ve nefsinin hevasına uyan kimse, seni de ona inanmaktan
alıkoymasın. Aksi halde helak olursun.”, “ Şu sağ elindeki nedir, Ey Musa?”,
“Musa da şöyle demişti.” “ O, asam ona dayanırım ve koyunlarıma onunla yaprak
silkerim. Onda benim için daha başka faydalarda vardır.”, “ Rabbı da şöyle
buyurmuştu. Onu at Ey Musa”, “ O da onu atmıştı. İşte o zaman asa koşan bir
yılan oluvermişti.”, “ Rabbı demişti ki O’nu al korkma. Onu ilk haline
döndüreceğiz.”, “ Elini koynuna koy başka bir mucize olarak kusursuz bembeyaz
çıksın.”, “ Sana büyük mucizelerimizden de göstermiş olalım.”, “ Firavuna git
çünkü o azdı.”, “ Musa şöyle demişti, Rabbım göğüsümü aç.”, “ Bana işimi
kolaylaştır.”, “ Dilimden şu düğümü çöz.”, “ Sözümü anlasınlar.”, “ Ailemden
bana bir vezir çıkar.”, “ Kardeşim Harun’u.”, “ Beni onunla kuvvetlendir.”, “
İşimde onu bana ortak kıl.”, “ Seni daha çok tesbih edelim.”, “ Ve daha çok
analım.”, “ Şüphesiz Sen bizi görmektesin.”, “ Rabbı da şöyle buyurmuştu:
İstediklerin sana verildi ey Musa.”, “ Sana başka bir defa daha lutufta
bulunmuştuk.”
Ta
ha(20) 9-37
“
Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbı onunla konuşunca demişti ki, Rabbım
bana kendini göster sana bakayım. Rabbı da ona şöyle buyurmuştu: Sen beni asla
göremezsin. Fakat dağa bak eğer yerinde kalırsa beni göreceksin. Rabbı dağa
tecelli edince onu darmadağın etmiş. Musa da baygın vaziyette düşmüştü. Kendine
geldiği zamanda şöyle demişti: Seni tenzih ederim. Sana tövbe ettim. Ben
müminlerinin ilkiyim.”
Araf(7) 143
“
Kitabda Musa’yı da an. O çok temiz bir kimse ve tarafımızdan gönderilmiş bir
peygamberdi. Ona Tur’un sağ tarafından seslenmiş onunla vasıtasız konuşmak için
kendimize onu yaklaştırdık.”
Meryem(19)
51-52
“
Musa oraya gelince mukaddes arazide vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan kendisine
Ey Musa. Ben muhakkak ben, Alemlerin Rabbı Allah’ım, diye seslenilmişti.”
Kasas(28) 30
Görüldüğü gibi Cenab-ı Hak, Musa’ya Tur’un sağ
tarafından seslendiğini ve onu kendisiyle özel konuşmak için yaklaştırdığını
bildirmektedir.
94_Allah
Resulu SAV, benim ümmetim 73 fırkaya bölünecek...”diyor. Ömer(ra) ve Osman (ra)
halifeliği zamanlarına kadar Din tek cemaatti.O öldürüldüğünde fırkalar ve
bidatlar çıktı. Halk partilere ve fırkalara bölündü. Halkın arasında doğruya sıkıca
bağlı kişiler vardı. İşler kötüye gittiğinde onlar doğruyu konuştular. Ona göre
davrandılar ve halkı ona çağırdılar. Halifelerin zamanında dördüncü kuşağa kadar işler düzenli devam
etti.Zaman değişince insanlar büyük çapta bozuldular. Doğruluktan ve cemaattan
uzak şeylere çağıran bir çok davetçi ortaya çıktı.Halk ne Resulullah SAV’in
nede sahabilerin konuşturmadıkları şeylere bağlandılar. İnsanlar Allah(cc),
Rasulun yasakladığı tarikatlara çağrıldı. Her grub diğerini kafir olarak itham
etti. Herkes kendi görüşüne çağırıyordu ve kendinden farklı ve farklı
düşünenlere kafir diyordu. Cahil ve çoğu bilgisiz halk dalalete düştü. Bunlar
bu halkın bu dünya’daki şeylere aç gözlü olmaya ve dünyalık azablardan
korkmalarna sebeb oldular. Halkta bunların dünyalık işlerinden korkarak ve
dünyayı isteyerek onlara uydular. Böylece Sünnet ve Sünnete uyanlar ortadan
kalktı. Bidatlar ortaya çıktı ve yayıldı. İnsanlar birçok yönlerden farkında
olmadan kafir oldular. Sebeblerin benzerliğini kullandılar. Ve Allah cc’nin gücünü,
esrlerini, yönetmesini, emir ve yasaklarını kendi fikir ve düşüncelerine göre
yorumladılar. Akıllarına uygun gelen her şeyi kabul ettiler. Ve akıllarının
kabul etmediği her şeyi de red ettiler.İslam garib oldu. Sünnet garib oldu.
Sünneti yaşayan halk öz vatanında garib oldu.
“Huzeyfe(ra)
şöyle dedi: Ömer’in yanındaydık.Resulullah SAV fitneleri zikrederken hanginiz
işitti diye sordu.Onu işitenler bizleriz, dediler. Ömer(ra) muhtemel ki sizler,
kişinin ehli ve komşu hakkındaki fitnesini kastediyorsunuz, dedi. Evet
dediler.Ömer(ra) Bu sizin kastettiğiniz fitneyi namaz, oruç ve sadaka keffaret
olur. Lakin ben, denizin dalgalanması gibi dalgalanacak olan fitneyi
zikrederken, Peygamber SAV’i hanginiz işitti? diye soruyorum, dedi. Huzeyfe
dedi: ki bu sual üzerine cemaat sustu. Ben ise benim, dedim.Ve Resulullah SAV
buyurduki: <<Fitneler kalblere hasır çubukları gibi tekrar tekrar
arzolunurlar. Hangi kalbe bunlar tamamiyle içirilmiş olursa, o kalbde siyah
leke hasıl olur. Bunları red eden kalbe gelince,onda beyaz bir leke meydana
gelir. Hatta iki kalbe işleyecek şekilde derece beyazlaşır. Bembeyaz cilalı taş
gibi olur. Bu taktirde semalar ve yer
devam ettiği müddetçe ona hiç fitne zarar vermez. Diğeri ise meyilli bir testi
gibi kırmızımtırak siyah renklidir o kendisine içirilmiş bulunan hevasından
başka hiç bir marufu tanımaz ve hiçbir münkeri de inkar etmez.”
“Huzeyfe(ra)
şöyle dedi: Ömer’e söyledim ki seninle o fitneleri arasında kilitli bir kapı
vardır. Onun kırılması yaklaşır.Ömer: o kapı kırılacak mı? Şayet açılmış olursa
yine iade edilmesi ümit edilir, dedi. Ben, hayır muhakkak kırılır, dedim ve
yine kendisine şunu söyledim. Ki bu kapı öldürülecek, yahut ölecek bir zattır.”
Müslim –144
“Ebu
Hureyre (ra) şöyle dedi: Resulullah SAV buyurdu ki:<<İslam garib olarak
başlamış ve yine başlayışı gibi garibliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık o
garipler içindir, ne mutlu o gariblere.”
Müslim –145
Tirmizi 2764
“Ebu
Hureyre(ra)’dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Yahudiler 71 veya 72
fırkaya ayrıldılar, Hırıstiyanlarda onlar kadar. Ümmetim ise 73 fırkaya
ayrılacaktır.”
Tirmizi
2778 Ebu Davud 4596 İbn Mace 3991
70-Kur’anın
sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’ana olan ihtiyacından daha fazladır. Sünnet
kitabı açıklar ve onu beyan eder.
“Apaçık
mucizeler ve kitablarla gönderildiler. İnsanlara kendilerine indirileni
açıklaman için düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’anı indirdi.
Nahl (16)44
98 _Şunu bil ki Kur’anı Kerimin yaratılmış
olduğunu söyleyen bir bidatcıdır. Kimki yaratılmış veya yaratılmamış diyemeyip
kararsız kalırsa o da cehmiye dir. Şu bilinmeli ki cehmiyenin sapması onların
Allah cc’nın, o’nun kudreti ve o’nun haşmeti hakkında ince düşüncelere
dalmasıdır. Onlar buna niçin ve nasıl ile girdiler. Rivayetleri bıraktılar ve
Teşbihi kullandılar ve dini kendi fikirlerine göre ölçtüler. Böylece
kafirliklerini gösterdiler. Onların kafir oldukları açıktır. Halkın geri
kalanını kafir olmakla suçladılar ve Allah cc’ın sıfatları konusunda
kendilerini saptadılar.
“
El-Irbad bin Sariye(r a) : <<Resulullah SAV bir gün sabah namazını
müteakip bize son derece tesirli vaaz irad etti. Bu vaazın tesirinden gözler
yaşla ve kalpler korku ile dolmuştu. Ashab tan bir adam, kuşkusuz bu, vedalaşan
kişinin öğütleridir. O halde ya Resulullah bize neyi tavsiye edersiniz dedi.
Resulullah SAV :<<Allah’ın emirlerine saygılı olmayı ve idareceniz
Habeşistanlı bir köle bile olsa dinleyip itaat etmeyi size tavsiye ederim.
İçinizde yaşayanlar bir çok anlaşmazlıklara şahit olcaklardır peydahlama
işlerden önemle sakının. Çünkü bunlar dalalettir. İçinizden her kim bunlara
ulşırsa benim sünnetime ve hidayet üzere olan Hulefai Raşidin yoluna sım sıkı
sarılsın bu yolda dişlerinizi sıkın.
Tirmizi-2815- Ebu
Davud-4607 –İbn Mace-42
100_Ahmet
ibn Hanbel’in (r.h)de içinde bulunduğu bazı alimler “Cehmiye”yi kafir kabul
etmişler ve kıble ehlinde kabul etmemişlerdir. Onların kanı helaldir. Onlara ne
mirasçı olunur nede miras verilir. Onların arkasında Cuma ve namaz için
toplanmak yoktur. Sadakada verilmez. Çünkü onlar Kur’an yaratılmıştır diyenleri
kafir olarak ifade etmişlerdir.Hz Muhammed SAV’in ifadesiyle onlarla savaşma ve
onların öldürmesi caizdir. Onlar Resulullah SAV’in sahabenin söyledikleri
söylediler ve söyleyenleri mahkeme ettiler. Onlar Camiileri boş bırakmayı ilim
etmeyi ihmal etmeyi istediler. İslâmı zayıflattılar. Cihadı geri attılar ve
tarikatçılarla uğraşmaya başladılar. Rivayetlere karşı çıkıp, hükmü kaldırılmış
(nesh edilmiş) şeyleri konuştular.(Mu’telize ve Rafiler neshi yalanladılar.
Onlardan önce Yahudiler yalanlamıştı.) Anlamı kesin olmayan ayetleri kesinmiş
gibi kullandılar ve bu insanların dinleri hakkında şübheye düşmelerine sebeb
oldu. Allah (cc) hakkında tartışmaya
girdiler.Ne kabir azabı, ne havuz ne şefeat vardır. Cennet ve Cehennem
yaratılmamıştır derler. Hz Muhammed SAV’den gelen çoğu sözü reddederler. Kim ki
onların “Kafir” olduklarını onaylarsa onların böyle olduklarını onaylar
demektir. Onların kanlarının akıtılmasını Helal kabul eder. Çünkü Allah (cc)’ın
kitabından bir ayeti yalanlamak bütün ayetleri yalanlamaktır ve Resulullah
SAV’in bir hadisini yalanlamak, inkar etmek onun sözlerinin hepsini inkar
etmektir ve bunu yapanlarda Allah (cc) İnanmayan “kafir” demektir. Zaman geçti
veonlara bu konuda yardımeden idareciler geldi. Bu sapıklara karşı çıkan
alimlere kılıçla veya kırbaçla karşılık verdiler. Onlar tarafından “Sünnet ve
Cemeat” bilinci kaldırıldı ve zayıflatıldı. Böylece bu sapıklığın yazılı ve
sözlü olarak yayılması sünnet ve cemeat bilinci baskı altına aldı. Onların
yerlerini sağlamlaştırmaları fikirlerini ifade edip bu konuda kitablar
yazmaları ile halkı kandırmışlar ve onlardan liderlik
istemişlerdir.
Bu islâm için büyük bir fitneydi. Onlarla
oturan zayıf görüşlü bir kişi dini hakkında şüpheye düşüyor veya onları takip
ediyordu. Veya onların sözlerini doğru olduğunu sanan kişi duyar, doğru mu?
Yanlış mı? Karar veremeyen kişi dininden şüphe eden biri oluyordu.Böylece halk
bozuldu.
Mutezileye inanan her kimse Kur’an yaratılmıştır
dedikleri malumdur. Alimler tehdit edilmiş ve bu inanmaları istenmiştir. Kim
sözlü olarak bile bunu kabul etmeyi redderse hapsedilir ölüm ve işkenceyle
tehdit edilirdi. İmam Ahmet (r.h) direndi. Hapsedilmesine otoritenin sık sık
zincirlerle getirilip ölümle tehdit edilmesine rağmen. Sonunda halkın önünde
şiddetli bir şekilde kamçılandı.
Ali ibni Medeni şöyle der: Gerçekten Allah
(cc) bu dine Cahiliye gününde Ebu Bekir(ra) ile yardım etti ve Fitne gününde
Ahmed Bin Hanbel ile yardım etmiştir.
101_Bilin
ki her patırtıya ayak takımından başkası uymaz. Sanki dinsizler gibi, onlar
esen hern rüzgara boyun eğerler.Bunlar cahillerdir ve aç gözlüdürler. Ve bunlar
bidatçılardır.Allah cc buyurduğu gibi
“Din
konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten
sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin,
ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyametgünü aralarında hüküm verecektir.
Casiye(45)17
“İnsanlar
bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyeci ve uyarıcı olarak peygamberleri
gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri
için onlarla beraber hak yolu gösteren kitablarıda gönderdi. Ancak kendilerine
kitabları da gönderdi. Ancak kendilerine kitab verilenler, apaçık deliller
geldikten sonra aralarında kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler.
Bunun üzerine Allah iman edenlere üzeride ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle
gösterdi. Allah dileğini doğru yola iletir.
Bakara(2)213
102_
Bilin ki hak arasında sünnete ve doğruya bağlı olan bir grub kıyamete kadar hiç
yok olmayacaktır. Allah (cc) onlara hidayet edecek, onlarda diğer insanlara
doğru anlatacaklar. Ve onların arasında sünneti dirilteceklerdir.
“Sevbân(ra)dan, Resulullah
SAV şöyle buyurdu:<< Ümmetim için yegane korkum dalaleti teşvik edecek
adamlarıdır. Ümmetimden bir cemeat, Allah’ın emri gelinceye kadar batılı galebe
çalarak hak üzere devam edecek ve onları yardımcısız bırakanlar onlara zarar
veremeyeceklerdir.
Tirmizi-2330 Ebu Davud-4252-Müslim-2889-İbn Mace-3952-
103_Allah cc size merhamet
etsin. Şunu Bilin ki bilgi yanlızca birkaç miktarda ve çok sayıda kitablarda
değildir. Bilgiler sınırlı ve yanlızca birkaç kitaba sahib olsalarda, Alim
kişidir ki Kitab ve sünneti takib eder. Kitab ve sünnet hakkında tartışanlar
ise rivayetleri ve kitabları çok olsa bile bidatçıdırlar.
“Şafi (r.h)şöyle
diyor: “Bilgi lafızda kalan şey değildir.Ancak faydası olan şeydir.”
Ebu Nuaym-Hilyetül Evilyasında 9/123’de
104_Allah cc size merhamet
etsin. Şunu Bil ki Allah’ın dini hakkında, Sünnetten ve Cemeatten delilsiz
olarak kendi görüşüyle”teşbih” ve “te’vil” ile konuşma bu Allah cc hakkında
bilmeden konuşandır. Allah cc hakkında bilmeden konuşan biri haddi aşmıştır.
Allah cc’ın kitabında bilgisizce Allah cc hakkında konuşmak şirk olarak
gösterilmiştir.
“Keza de ki:” Rabbım,
ister açığı olsun, ister gizlisi olsun, ancak kötülükleri, günahı haksız yere
baş kaldırmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği birşeyi Allah’a Ortak
kırılmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri sözlemenizi haram kılmıştır.
Araf 7/33
105_
Doğru Allah cc dan gelendir. Sünnet Resulullah SAV ‘in söyledikleridir.Ve
Cemaat Allah Resulu SAV’in sahabelerdir ki bunlar Halife Ebu Bekr, Ömer ve
Osman’ın(ra) üzerinde birleştikleridir.
106_Kim
kendini Resulullah SAV ‘in sünnetiyle ve O’nun sahabeleriyle sınırlarsa o
başarılı olur ve bütün bidatçı insanlara karşı galib gelir. Ve inşaallah dinini
kurtarır ve korur.
“Allah
Rasulu SAV, şiddet ve aşırılıktan
sakının. Mübalağadan ve eski cahiliyelere yapışmaktan sakının.”
“Deki:
Ey kitab ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan,
birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan topluma uymayın.
Maide(5)77
“İsrailoğulları
yetmiş fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya
ayrılacaktır.Bunların hepsi cehennemdedir. Bir tanesi müstesna.... Ashab:Onlar
kimlerdir ya Rasulullah diye sorunca._Ben ve Ashabımın yolunda bulunandır,
buyurdu.”
“İbn Mace
3993-Tirmizi-iman 18 bab-2779-Darimi-2521-Ebu Davud-4596
107_Şunu
bilin ki Resulullah SAV’in ölümünden Osman ibn Affan(ra)’ın öldürülmesine
kadar Asrı saadet deviydi. Onun
öldürülmesi şiddetli tarikatçılık ve anlaşmazlıkların başlangıcıdır. Böylece
millet kendi arasında döğüştü, bölündü ve arzu veisteklerine uydu ve dünyaya
meyletti. Sahabilerin üzerinde olmadıkları herhangi birşeyi insanların ortaya
atmasına Ve de bidatçı insanların kendinden önce çıkardıkları şeye çağırmak-ki
bir bidata çağırmak davet etmek o bidatı çıkaran gibidir-Kimsenin hakkı yoktu
böylece kim bunu iddea ederse ve onu göre konuşursa o sünneti inkar etmiştir.
Ve gerçeğin ve cemeatin karşısındadır. Bidatı Helal saymıştır. Ve ümmete
iblisten daha zararlıdır.
“Süfyanı
Sevri diyor ki: Bidat şeytana günahtan daha sevimlidir. Çünkü günahtan tövbe
edilebilir.Fakat bidattan tevbe edilmez.
108-
Şunu bilinki, Kim bidatların sünneti iptal ettiğini fark eder onu terk eder ve
sünnete yapışırsa, O Ehli Sünnet vel. Cemaatten bir kişidir. O takip edilmeli,
ona yardım edilmeli ve korunmalıdır. O Resulullah(sav)’in vasiyet ettiği
kişilerdendir.
109-110-111-
Allah sizleri bağışlasın. Bilmelisin ki bidat sapıklıktır. Eğer insanlar yeni
çıkmış şeyleri bıraksalar, onlara hiç girmeseler ve Resulullah(sav)’den ve
Sahabeden(ra)’dan rivayet edilmeyen hiçbir şey söylemeseler hiçbir bidat
kalmaz. Bilmelisin ki bir kul olmak ve O’na inanmak ile Kafirlik arasında,
Allah(cc)’ın isim ve sıfatlarından bazı şeyleri yalanlamak, bırakmak, eklemek
veya Allah(cc)’ın sözlerinden birşeyden uzaklaşmak, Allah(cc)’ın bir isim veya
sıfatından bir şey, sözünden birşeyi veya Resulullah(sav) birşeyi yalanlamak
dışında bir şey yoktur. Allah(cc)’den kork. Allah(cc) seni bağışlasın kendine
gel ve dinde aşırı gitmekten sakın. Çünkü o doğru yol değildir.
113-
Fitne meydana geldiğinde bu senin evinde kalsın. Komşularınla kargaşaya
girmekten sakın. Kör görüşlü insanlardan ve müslümanlar arasındaki her
kargaşadan uzak dur. Çünkü Dünya bir imtihan denemedir. Allah(cc)’den kork.
O’nun hiçbir ortağı yoktur. O’nun emirlerinden dışarı çıkma. Onların içinde
döğüşme, onlardan bir taraf tutma, onların bir tarafı içinde olma. Onlardan bir
tarafa ne meylet ne de onların yaptıkları bu işleri sev. Çünkü halkın(bidatını)
iyi veya kötü işleri sevenler onu yapmış gibidirler.
“İbn Zubeyr(ra)dan. Resulullah SAV şöyle buyurdu:
“Eğer fitne zamanına ulaşırsan Uhud dağına git onun üstünde kılıcını körlet ve
sonra evinde kal.”diye bana tavside bulundu.
Ahmed bin
Hanbel’in Müsnedi 4/226 ve 5/69, Şeyh El-Bani Sahihinde 3/1373
“Müslimin
babası Ebu Bekre(ra)dan. Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Gerçekten
gelecekte bir fitne olacak, orada uzanıp yanı üstüne yatan oturandan daha
hayırlıdır.Oturan ayakta durandan daha hayırlı, ayakta duran yürüyenden daha
hayırlı, yürüyen koşandan daha hayırlıdır.Ebu Bekir, Ey Allah’ın Resulu, o
zamana yetişirsen benim neyapmamı emredersin dedi. Resulullah SAV <<Kimin
deve sürüsü varsa devesinin peşine takılsın. Onu yayıp sütünü içmekle yetinsin.
Kimin sığır sürüsü varsa onlara peşine takılsın, kimin koyun sürüsü varsa
onların peşine takılsın, kiminde tarlası varsa onun başına gitsin. Ebu Bekir,
Devesi ve koyunu tarlası olmayan ne yapsın? Dedi. Resulullah(sav) <<
Hayvanları olmayan elindeki kılıcının ağzını taşa vurarak köreltsin, kurtulmaya
imkan bulduğu ölçüde kurtulsun. Cevabını verdi.”
Ebu Davud-4256 – Müslim-K.Fiten-2887
“
Ebu Hureyre(ra)’dan Resulullah(sav) şöyle buyurdu:<< Gelecekte gerçeği
duymayan sağır, hakkı söylemeyen dilsiz, gerçeği görmeyen kör, fitneler olacak,
kim o fitneye doğru giderse fitne de onu kendine çeker, o fitnede dille bir söz
söyleyip tahrik etmek kılıçla vurmak gibi tehlikelidir.”
Ebu Davud-4264 – İbn Mace K.Fiten
N.3967 – Tirmizi-K.Fiten
114-
Yıldızlara yalnızca Namazın vakitlerini tesbit edecek kadar dikkatlice bak.
Bunun dışındaki amaçlar için bakmaktan
uzak dur. Çünkü bu dinden dönmeye yol açar.
“
İbn Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “Ebced yazıp yıldıza
bakanlar için bunlarla uğraşanların İslam’da hiçbir nasibi yoktur.”
Abdurrezzak
11/26 – Beyhaki 18/139
“
Karaların ve denizlerin karanlıklarında kendileriyle yolunu bulasınız diye
yıldızları sizin için yaratan O’dur. Bilen kimseler için ayetleri
açıklamışızdır.”
Enam(6)16
“Keza
bir takım alametleri yaratan o’dur. Niketim insanlar, yıldızlı da doğru yolu
bulurlar.
Nahl(16)16
“Rabbınız,
şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden,
geceyi kendisi süratle takip eden gündüzle örten, güneşi ayı ve yıldızları
emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir
O’na mahsustur. Alemlerin Rabbı Allah ne yücedir.
Araf(7)54
“Gökte
büyük yıldızlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik.”
Hicr(15)16
Biz
dünya semasını itaatten çıkan hertürlü şeytandan korumak için birziyhetle
yıldızlarla süsledik.Artık o şeytanlarYüce alemi dinleyemezler,her taraftan
kovularak atılırlar.Ancak kim bir haber kapacak olursa onu da delici bir alev
takip eder.
Saffat(37)6-10
“Böylece
onları, iki gün içinde yedi gök olarak var etmiş ve herbir göğe kendi işini
bildirmiştir;” Dünya göğünüde yıldızlarla süsledik ve onu tam bir koruma altına
aldık.” Bu daima galib olan herşeiy hakkıyla bilen Allah’ın taktiridir.”
Fusilet(41)12
“Biz
gökyüzünü yokladık ve onu sert bekçiler ve birer attımlık alevlerle doldurulmuş
bulduk. Halbuki biz önceden, göğün haber dinlemek için onu oturulacak yerlerine
oturduk. Şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözleyen bir alev buluyor.
Cin(72)8-9
115_Kelama
ait sözlerden ve o gibi kimselerle oturmaktan uzak dur.
“Kim
benim hidayetime uyarsa dünyada sapmaz, ahiret de zahmet çekmez.
Ta-ha(20)123
“İmam
Ebu Yusuf şöyle der;<<İlmi, kelam yoluyla arayan zındıklaşır; malı Kimya
yolu ile arayan iflas eder,hadislerin
garibini arayan yalan konuşur.”
İmam
Şafii(r.h) şöyle der;”Kelamcılar hakkında hükmüm şudur: Hurma dallarından
yapılmış çubuklarla ve nalınlarla dövülmeli ve kabile kabile, aşiret aşiret
teşşir edilmeli.”Kulun, Allah’a şirkten başka bütün günahlarla kavuşması onun
için ilm-i kelamdan bir kısım bilgilerle kavuşmasında Yine İmam Şafii diyor ki;
Bir kimsenin isim musemanın (sahibinin)aynı dediğini gördüğün zaman, bil ki o
kelamcıdır. O’nun dini yoktur. Eğer insanlar bu kelam ilminin zararlarını
bilselerdi aslandan gibi ondan
kaçarlardı.
“
İmam Malik(rh) şöyle diyor:<<Bidat ehli ile kendi arzularına uyanların
şahitliği kabul değildir.>>”
“
İmam Ahmed b. Hanbel(rh) şöyle diyor:<< Kelam alimleri, felsefeciler
zındıklardır. Kelamcı kişi asla düzelmez. Kelam ilmi ile uğraşan kişinin
kalbinde mutlaka bir eksiklik görürsün.”
“
Bu kitab insanlara yeter.”
İbrahim(14) 52
“
Kendilerine okunan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmez mi?”
Ankebut(29)
51
Kelam ilminin zararlarından biri de kelam ve
cedel ilminin neticesi olarak halde hayrete düşmek, istikbalde sapıklığa ve
şüpheye düşmektir.
116-
Rivayetlere ve rivayet edenlere yapış, onlara sor, onlarla otur ve onlardan al.
“
İmam Malik’den rivayet edildiğine göre Lokman Hekim oğluna vasiyet edip şöyle
demiştir:<< Yavrum! Alimlerle otur, onların dizlerinin dibinden ayrılma.
Çünkü Allah yeri, göğün yağmuru ile dirilttiği gibi, kalbleri de hikmet nuru
ile diriltir.>>”
Muvatta K. İlim 59/1 – 4c 419sy
117-
Allah(cc), kendisine korkuyla ve severek ibadet edeni elbette bilir.
118-
“Sabiiler” yalnızca yıldızlara dikkatlice bakarak ibadet ederler. Sen bundan
uzak dur.
119-
Allah(cc) sana merhamet etsin. Bilki Allah(cc) bütün mahlukatı kendisine ibadet
için çağırdı. Rahmetiyle İslama girmesini istediği her kimseyi bağışlar.
“
Onlar İslam’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki:
Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki
sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lutufta bulunmuştur.”
Hucurat(49) 17
“
Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”
Zariyat(51)
56
120-
Ali(ra), Muaviye(ra), Aişe(ra), Talha(ra) ve Zubeyr(ra) arasındaki savaş
konusunda sessiz kal. Umulurki Allah(cc), Onları ve onlarla beraber olanları
bağışlar. Onlar hakkında tartışma, onların işlerini Allah’a bırak.
121-
Allah(cc) sana merhamet etsin. Şunu bilki mükelllef herkes için “Cemaat” ile
ibadet zorunludur. Hastalık, güçsüzlük, baskıcı hükümdardan başka özür kabul
edilmez.
122_Allah
cc sana merhamet etsin. Şunu bilki; Senin için doğru ve temiz olan kazanç
yolları sınırsızdır. Rüşvet yoluyla bulunan hariç.
“Müslümanın
malı gönüllü verdiği dışında alınmaz, yasaktır.
Ahmed- Şeyh
El-Bani Sahihil Cami no:7539
“Ey
İnsanlar. Yeryüzündeki şeylerden helal ve temiz olanlarını yeyin. Şeytanın
adımlarına uymayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır.
Bakara(2)168
“Ey
İman edenler. Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin ve eğer
Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.”
Bakara(2)172
“Bugün
size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitab
verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi sizin yiyeceğiniz de onlara
helaldir.İffetli zinaya sapmamış ve dost edinmemiş olarak mehirlerini
kendilerine verdiğiniz taktirde, müminlerden hür kadınla sizden öce kendilerine
kitap verilmiş olan hür kadınlarla da keza helal kılınmıştır. Her kim İman ve
İslam esaslarını inkar ederse ameli boşa gitmiş, kendisi de ahirette ziyana
uğramışlardan olur.”
Maide(5)5
“Ey
İman edenler. Allah’ın sizin için helal ettiği o güzel ve temiz şeylere haram
kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphe yoktur ki Allah, haddi aşanları
sevmez.Allah’ın helal ve tertemiz olarak sizi rızıklandırdığı şeylerden yeyin
ve kendisine iman ettiğiniz Allah‘tan
sakının.
Maide(5)87-88
“Bu
itibarla, eğer O’nun ayetlerine inanlardan iseniz üzerine besmele çekilip
Allah’ın adının zikredildiği hayvanların etlerinden yiyin. Açlıktan ölmek
korkusuyla yemek zorunda kaldığınız dışında Allah size haram kıldıklarını
açıkladığına göre, üzerine Allah’ın isminin zikredildiği şeylerden yemenize
engel olan nedir.? Her halde birçok kimse bilmeden kendi heva ve hevesleriyle
fetva verip halkı saptırıyorlar. Oysa Rabbın haddi aşanları çok daha iyi
bilir.”
Enam(6)118-119
“Binilecek
ve tüylerinden yatak yapılacak hayvanları yaratan da O’dur. Allah’ın size rızık
olrak verdiklerinden yeyin. Fakat şeytanın adımlarına ayak uydurmayın. Zira o
sizin için apaçık bir düşmandır.”
Enam(6)142
“O
halde eğer Allah’a ibadet ediyorsanız, O’nun helal ve temiz olarak size verdiği
rızıktan yeyin ve Allah’ın nimetine şükredin.”
Nahl(16)114
“Aranızda
birbirinizin mallarını bile bile haksızlıkla yemeyin ve insanların mallarından
bir kısmı günahı gerektirecek şekilde yemek için, hakimlere onu peşkeş
çekmeyin.”
Bakara(2)188
“Ey
iman edenler. Karşılıklı gönül rızasına dayanan ticaret malı müstesna
mallarınızı aranızda batıl yolla yemeyin ve birbirinizi haksız yere
öldürmeyin. Şüphe yoktur ki Allah size karşı çok merhametlidir.”
Nisa(4)29
123-Cehmiye
dışındakilerin arkasında namaz kıl. Çünkü cehmiyeler, Allah(cc)’ın bütün
sıfatlarını inkar ederler. Eğer onların arkasında namaz kılmışsan iade et.
Sünnet ehlinden bir şahsın arkasında namaz kıl ve namazını iade etme.
124-
Kitab ve Sünnette mezarlık ziyareti şöyledir:
“Kabirleri ziyaret edinceye kadar çoklukla
öğünmek sizi meşgul etti.”
Tekasür(102)1-2
“
Sizi bir tek nefisten yaradan O’dur. Sizin için baba sulbulde bir kalış süresi
ve ana rahminde kalacak bir yer vardır.Biz anlayan kimseler için ayetleri
açıklamışızdır.”
Enam(6)
98
“
Bir parça meniden yaratıp şekil verdi ya. Sonra hem iyiye hem kötüye giden yolu
kolaylaştırdı. Sonrada onu öldürüp kabre koydu.”
Abese(80)19-20-21
125-
İyiliği emretme ve kötülüğü nehyetme bir zorunluluktur, farzdır. Bir kimse
iyiliği emredip kötülüğü nehyederse bunlar konusunda bilgili olması lazımdır.
Aksi halde iyiliği emrederken daha çok zarar verir. Ve yalnızca şeytanın şer
işlerinde başarılı olur.
“
Ey İman edenler. Kendinize dikkat edin.Doğru yolu bulduğunuz takdirde doğru
yoldan sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne
yaptığınızı size O haber verecektir.”
Maide(5)105
“
Affı tut, iyiliği emret, cahillerden uzak dur.”
Araf(7)199
“
Mümin erkekler ve mümin kadınlarda birbirlerinin dostları olup iyiliği emreder
kötülükten alıkoyarlar.Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler. Allah’a ve
Resulune itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz’dir,
Hakim’dir.”
Tevbe(9)71
“
O yurtlarından çıkaranları biz yeryüzünde yerleştirdiğimiz takdirde namazı
kılarlar, zekatı verirler. İyiliği emredip kötülükten menederler. Bütün işlerin
sonu Allah’a aittir.”
Hacc(22)41
“
Ey oğulcuğum. Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten menet, başına
gelenede sabret. Bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir.”
Lokman(31)17
“
Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten nehyedersiniz. Allah’a da iman edersiniz. Kitab ehlide iman etseydi
kendileri için daha hayırlı olurdu. Gerçi onlardan iman edenlerde vardır. Fakat
çoğu fasıktır.”
Ali-İmran(3)110
“
Ey İman edenler. İçinizde her kim dininden dönerse böylelerine karşı Allah,
öyle bir kavim getirirki kendisi onu sever, onlarda Allah’ı severler. Müminlere
karşı yumuşak kafirlere karşı güçlüdürler. Allah yolunda savaşanlar hiçbir
kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği
fazilettir. Allah ihsanı bol, herşeyi hakkıyla bilendir.”
Maide(5)54
“
Sizden önceki nesillerden aklı başında olanlar, küfürleri ile zulmedenleri
yeryüzünde fesad çıkarmaktan alıkoymazlarmı idi? Halbuki onlar arsında
kurtardıklarımızdan ancak çok azı bunu yapmış o zulmedenler ise kendilerine
ifsad eden nimetlerin peşine düşmüşler ve suçlu olmuşlardır.”
Hud(11)116
126-
Kitab ve Sünnette Selam adabı şöyledir.
“ Bir
selam ile selamlandığınız zaman ondan daha güzeliyle selam verin yahut aynıyla
mukabele edin. Şüphe yoktur ki Allah, herşeyin hesabını hakkıyla görendir.”
Nisa(4) 86
“
Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde onlara Selamın aleykum” de.
Rabbınız, kendi üzerine rahmeti vacib kıldı. Bu itibarla içinizden her kim
bilmeyerek bir kötülük işler bundan sonra da tövbe eder ve halini düzeltirse
işte Allah bu gibiler hakkında çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.
Enam(6)54
127_Kitab
ve Sünnetle Cuma Namazı
62/9- Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız)
zaman, Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için
daha hayırlıdır.
10- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve
Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
11-Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp
ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan,
eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en
hayırlısıdır."
85/3-
Şahitlik edene ve edilene andolsun ki,
129_İyiliği
emretme köyülükten sakındırma elle dille ve kalble yapılır, kılıçla değil.
“Tarık
ibn Şihab(r) şöyle dedi: Bayram günü namazdan önce hutbeye başlayanların ilki
Mervan’dır.Hemen ona biri kalktı ve ; <<Namaz hutbeden öncedir>>
dedi.Mervan:<<Burada namazın öne geçilmesi terk olunmuştur>> dedi.
Bunun üzerine Ebu Said (R):<<Bu şahsa gelince, İşte o, Resulullah SAV’dan
işittiğini yerine getirmiştir. Resulullah şöyle buyurdu:<<Sizden biri bir
münker görürse onu elliyle değiştirsin.Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse
diliyle değiştirsin. Ona gücü yetmiyen kalbiyle. Ve işte bu, iymanın en zayıf
olanıdır.”
Müslim-49
“Ali
( R) şöyle dedi: Dâneyi yaran ve insanı halkeden Allah’a yemin
ediyorum.<<Beni mü’minden başkasının sevmemesi ve münafıkdan gayrısının
buğzutmesi>> Ümmi olan Nebiy(s) in bana pek Kat’i bir ahdidir.
Müslim78
130-Kitab
ve sünnette Mü’min vasıfları şunlardır.
98/7- İnanan
ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır
7/58- Güzel
memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden
başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle
açıklarız.
8/2- Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah
anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır.
Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.
3- Onlar ki, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine
rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yoluna harcarlar.
4- İşte gerçekten mümin olanlar onlardır. Onlara
Rablerinin katında dereceler vardır, bağışlanma ve değerli rızık vardır.
8/20- Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin.
İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!
8/23- Allah
onlarda hayır görseydi onlara işittirirdi, işittirseydi yine de aldırmaz arka
dönerlerdi.-
9/71- Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları
ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı
kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları
Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.
9/111- Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını,
kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da
öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da
Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet
edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler
olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.
112- (Bunlar), O
tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua
varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler,
Allah'ın hududunu koruyanlar (emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenler)dır.
Müjde ver o müminlere, müjde!
9/119- Ey
iman edenler! Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun
9/16. Yoksa
siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'ın, içinizden
cihad edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka kimseye sığınmayan
ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)?
Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
13/9. Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve
yücelerden yücedir.
23-MÜ'MİNUN:
1-
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,
2-
Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,
3-
Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,
4-
Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler,
5-
Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,
6-
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla
ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.
7-
Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar , haddi aşan
kimselerdir.
8-
Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler,
9-
Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,
10-
İşte asıl onlar varislerdir.
11-
Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar.
23/57- Rablerine
olan saygıdan dolayı titreyenler,
23/62- Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile
yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar
haksızlığa uğratılmazlar.
25/63- O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki,
yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman
(incitmeksizin) "selam" derler (geçerler).
64- Ve onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek
yatarlar.
65- Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden
sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir.
66- Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir
konaktır.
67- Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik
ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.
68- Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya
yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina
etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur.
25/72- Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye
rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler.
25/73- Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında
ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.
74- Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü
aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder
kıl" derler.
75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en
yüksek makamları ile mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla
karşılanacaklardır.
76- Orada ebedî kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve
ne güzel bir makamdır.
77- (Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir
duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o
halde azab yakanızı bırakmayacaktır!
27/3- Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler
ve ahirete de kesin olarak iman ederler.
28/60- Size
verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesidir. Allah katında
olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ buna aklınız ermeyecek mi?
29/1- Elif, Lâm, Mîm.
2- İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman
ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?
32/15- Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder ki,
onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd
ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.
16- Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid
içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra
sarfederler.
17- Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına
karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.
18- Öyle ya iman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu?
Onlar eşit olamazlar.
19- Evet, iman edip de salih amelleri işleyen
kimselerin, yaptıklarına karşılık bir konukluk (ağırlanma) olarak me'vâ
(barınak) cennetleri vardır.
94/6- Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.
7- O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve
ibadetle) yorul.
8-Ancak Rabbine yönel.
42/36- Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının
geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise iman edip sadece Rablerine
güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
37- O iman edenler, büyük günahlardan ve hayasızlıktan
kaçınırlar. Onlar öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlarlar.
38- Onlar,
Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri
de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar
Allah yolunda harcarlar.
39- Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman
birbirleriyle yardımlaşırlar.
70/22- Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.
23- Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.
24- Onların mallarında belli bir hak vardır,
25- Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul
için.
26- Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.
27- Rablerinin azabından korkarlar.
28- Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz.
29- Onlar ki ırzlarını korurlar.
30- Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü
onlara yaklaştıklarında kınanmazlar.
31- Bundan ötesini isteyenler, var ya işte onlar haddi
aşanlardır.
32- Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.
33- Şahitliklerinde dürüsttürler.
34- Namazlarına devam ederler.
35- İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.
3/118-
Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size
fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve
düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha
büyüktür. Düşünürseniz, biz size âyetleri açıkladık
4/144-
Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi
aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
131-
Bazı abidlerin iddaa ettiği gibi gizli
ilim (ilmi Batın) denilen şeyler ne Kitab’ta ne de sünnette mevcutdur. Bu bidat
ve sapıklıktır. Ne ona göre davranılır ve ne de ona davet edilir. Bu aşırı
bidattır. Bu şafiilerin kullandığı bir şeydir.Onlar birşeyi ”Batını” yönü ve
“Zahiri yönünün varlıyığla açıklamaya
çalışırlar. Allah cc’nın Kitabını ve Şeriatını değiştirip kendi arzularına
uydururlar. Batıni dini bilgi alınması Kitab ve Sünnet’in dışında bir görüştür
ve küfürdür.
3/60- Bu hak (gerçek) senin rabbindendir, o halde
şüphecilerden olma.
10/32- İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin
dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?
10/108. De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak
geldi. Artık kim hidayeti kabul ederse kendi canı için kabul etmiş olur. Kim
sapıklık ederse kendi zararına sapıklık etmiş olur. Ve ben sizin üzerinize
vekil değilim."
34/49- De
ki: "Hak geldi, batılın önü de kalmaz, sonu da."
8/29- Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten
sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir
ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.
92/5- Bundan böyle her kim malını hayır için verir ve
korunursa,
6- Ve en güzel olanı doğrularsa,
7- Biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız
22/62- Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile
yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar
haksızlığa uğratılmazlar.
29/52- De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah
yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp inkâr edenler var ya,
işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
29/67- Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken
(öldürülürken, ya da esir edilirken), bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir
yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük
mü ediyorlar?
134-Şunu
bil ki rivayetleri eleştiren veya red eden veya rivayetlerden başka şeyler isteyen bir kimseyi işitirsen onun
islam’ından şüphe et. Şüphesiz o şahıs arzusuna uyanlardandır ve sapık
bidatçıdır. Herhangi bir sahabeye (ra) hastalıklı duygular taşıyan insanlardan
nefret etmemiz gerekmektedir. Çünkü Allah cc onlardan razı olduğunu
açıklamıştır. Gerçekten sahabelere dil uzatanlar, saldıranlar İslam’ı yok etmek
isteyen sapık fırkalardır. Çünkü dinin tümü bize sahabeler yoluyla geçmiştir.
Allah onlardan razı olsun(Amin) Eğer sen allah resulu SAV’i ve arkadaşlarını
eleştiren bir adam görürsen bilki o aşağılıktır.Allah resulu SAV buyuruyor ki:
Her kim benim arkadaşımı kötüye kullanırsa, bütün meleklerin ve insanların
laneti üzerine olsun.
“İslâm
dinine girme hususunda)Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile güzellikle tabi
olanlar var ya işte Allah Onlardan razı olmuştur, onlarda Allah razı
olmuşlardır. Allah cc onlara, içinde edebi kalacakları, zemininden ırmaklar
akan cennetler hazırlamışlardır. İşte bu büyük kurtuluştur.
Tevbe(9) 100
“Andolsun
ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o müminlerden razı olmuştur.
Kalblerinde olanı bilmiş onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir
fetihle öldüllendirilmiştir.”(Ayetin işaret ettiği biat, Hubeydiye’de
<<Semre>> ağacının altında yapılan <<Ridvan
biatı>>dır.1400 sahabi vardır.)
Fetih (48)18
135_Şunu
Bilki Hükümdarın veya Kafirlerin baskısı
Resulullah SAV’in getirdiği dinin, Allah cc’ın kesin kıldığı hiçbir şeyi
azaltır ne de kaldırır.Onun baskısı üzerinedir.
“Deki:”Hak
geldi;artık batılın önü de kalmaz sonu da!”
Sebe(34)49
Çünkü
Allah, ancak hakkında ta kendisidir.Müşriklerin O’dan başka taptıkaları ise hep
batıldır.Ve tek yüksek yüce ve büyük ancak Allah’tır.
Hacc(22)62
136_Eğer
Halifeye karşı beddua eden birini görürsen bu bidatçıdır. Eğer halifenin
düzelmesi için yalvara birini görürsen bu sünnet ehlidir.
Dinlerini
parça parça edip ayrı ayrı grublara ayrılanlarla senin hiçbir alakan yoktur. Onların işi
Allah’a kalmıştır. Sonra O, kendilerine ne yaptıklarını haber verir.
En’am(6)159
Ey
iman edenler, Allah’ itaat edin, peygamber’de itaat edin, sizden olan
yetkililere de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, hemen Allah’a ve
Peygamberine arz edin onu, eğer allah2a ve ahiret günü gerçekten inan mü’minler
iseniz. Bu hem hayırlı hemde netice itibariyle daha güzeldir.
Nisa(4)59
137-Mü’minlerin
Anneleri(r.a)hakkında iyilik dışında hiçbir şey söylemeyiz.
“Ey
peygamber, hanımlarına şöyle söyle:”Eğer dünya hayatını ve zinetini
istiyorsanız,haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.
Ahzab(33)28
Oturunda
da da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti anın. Şüphesiz yok ki,
Allah latiftir, herşeyden haberdardır.
Ahzab(33)34
140-
Şunu bilki dürüst kimse kusurunun görülmediği, münafık ise bunun gibi şeylerin
açığa çıktığı kimsedir. Gelin hep birlikte Kitab ve Sünnette münaklıkları
tanıyalım.
“
Size verilen şeyler, yalnızca dünya hayatının geçici malı ve süsüdür. Allah
yanındaki ise hem daha hayırlı, hem kalıcıdır; artık düşünmeyecek misiniz?”
Kasas(28)
60
“161-
Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi olur şey değildir. Her kim hiyanet eder,
ganimet ve hasılattan bir şey aşırırsa kıyamet gününde boynuna aldığı şeyi
yüklenerek getirir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı ödenir, hiç birine
haksızlık edilmez. Allah, inananları bulunduğunuz hal üzere
bırakacak değildir. Sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Allah, sizlere gaybı
bildirecek de değildir; fakat Allah ona peygamberlerinden dilediğini seçer.
Onun için Allah’a ve peygamberlerine inanın; inanır ve korunursanız size büyük
bir mükafat vardır.”
Al-i
İmran(3)161-179
“
Bir de:” Allah’a ve peygamberine inandık ve itaat ettik.” Diyorlar. Sonra
onlardan bir kısmı bunun arkasından yan çiziyorlar. Onlar mümin değillerdir.”
Nur(24)47
“ Ey peygamber,
kafirlerle ve münafıklarla savaş ve onlara kalın bulun(katı davran)! Onların
varacakları yer cehennemdir. Ona gidiş de ne kötü gidiş!”
Tahrim(66)9
79-
Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki; Dinde takvalı olsun veya olmasın
hiçbir müslümandan samimi bir tavsiyeyi gizlemek caiz değildir. Kim öğüdü
yapmazsa o müslümanları kandırmaya çalışmıştır. Kim müslümanları kandırmaya
çalışmışsa bu dine karşı bir kandırmadır. Kim kandırmaya çalışırsa bu Allah(cc)
ve Resulunu(sav)’i ve inananları kandırmak demektir.
“
İndirdiğimiz, apaçık delilleri ve irşad yollarını Kitabta insanlara
açıklamamızdan sonra gizleyenler... İşte onlara, hem Allah lanet eder, hemde
lanet edebilecekler lanet ederler.”
Bakara(2)
159
“
Allah’ın indirdiği Kitabtan bir şeyi gizleyen ve onu yok pahasına değişen
kimseler... İşte onlar, karınlarını ateşten başka bir şeyle doldurmazlar.
Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onları temiz de çıkarmayacaktır. Onlar
için elim bir azab vardır.”
Bakara(2)
174
“
Ey İman edenler! Kendinize dikkat edin. Doğru yolu bulduğunuz takdirde doğru
yoldan sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne
yaptığınızı size O haber verecektir.”
Maide(5)
105
“
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali kitablar
yüklenmiş eşeğin hali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayanların hali ne
kötüdür. Allah zalimler gurubuna hidayet etmez.”
Cuma(62)5
“Temimu’d-dari’den(r
a) Resulullah SAV şöyle buyurdu:<< Din ancak nasihattır. Biz kim için
dedik.<<Allah için, rusulu için ve müslümanların imanları için “
buyurdu.”
Müslim-55-Ebu
Davud-4944-Nesai-4202-Tirmizi K Bir-
“Cerir(r
a) Ben ResulullahSAV ile namaz kılmak zekat vermek ve her müslümana nasihat
etmek üzere beat ettim demiştir.
Müslim-56
83-Allah
hepinize merhamet etsin. Şunu bilin ki din konusunda sapıklık, inançsızlık,
şüpheler, bidatlar, dalalet ve karışıklık kelamdan başka bir yolla girmemiştir.
Çünkü bu kelamcıların, tartışma, münakaşa, cedelleşme yapması yüzündendir.
Allah(cc)’ın şu ayetini gören nasıl olurda, tartışma, münakaşa ve cedelleşmeye
girebilir.
“
Allah’ın ayetlerine karşı kafirlerden başkası mücadele etmez. Bu itibarla
onların şehirler arasında dolaşmaları seni aldatmasın.”
Mumin(40)5 “
Allah’ın ayetlerine karşı kafirlerden başkası mücadele etmez.”
Mumin(40) 4
85-
Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, Namaz farizası beş vakittir. İkamet
ettiğin yerde ne artar nede azalır. Seyahatte Akşam dışında iki rekattir. Beş
vakitten fazla olduğunu söyleyen bir kimse bidatçıdır. Allah(cc)bunları vakitlerinin
dışında kabul etmez. Yalnız unutursa veya uyur kalırsa o, mazurdur.
Hatırladığında kılar. Seyahatlarda veya mukimken iki vakti isterse cem
yapabilir.
Dua, hayırla dua
müslümanların yaptıkları bazı hareketleri de kapsayan bir ibadet türü. Arabçası
“salat” olup, çoğulu “salavat” tır. Namaz önceki şeriatlarda da vardı. Namaz,
hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mir’aç(isra) gecesinde farz kılınmıştır.
“
Enes(ra)’dan. Hz.Peygamber(sav)’e İsra gecesi namaz elli vakit farz kılındı.
Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Allah(cc) “Onlar beştir, yine onlar
ellidir. Benim nezdimde söz tedbil olunamaz. “buyurdu. Senin için bu beş vakit
namaz, elli vakit namazın karşılığıdır.”
Buhari, K.Salat 1,1c 448sy – Müslim 263 –
Rad(13) 39 – A.B.Hanbel V,122,143
“
Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır.”
Enam(6) 160 – Neml(27) 89 –
Kasas(28) 84
Daha
önceki ümmetlerde namaz ibadeti vardır: Lokman(31) 17, İbrahim(14) 37,
Taha(20)14
İslam’da meşruluğu:
“
Namazı kılınız ve zekatı veriniz.” Bakara(2) 43
“
Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin. Huşu içinde Allah için namaza
durun.” Bakara(2)
238
“
Namaz, müminlere üzerine vakti belli olarak farz kılınmıştır.” Nisa(4) 103
“
Namazı kılmak ve Allah’tan korkmakla emrolunduk, zira varıp huzurunda
haşrolunacağımız O’dur.” Enam(6) 72
“...”
87-
Allah hepinize rahmet etsin. Şunu bilki İslamın başlangıcı Allah(cc) dışında
ibadete layık hiçbir zatın olmadığını ve Muhammed(sav)’in onun kulu ve Resulu
olduğuna şehadet etmektir. Bu bir şahsın üzerindeki ilk zorunluluktur. Kelimeyi
Şehadet, Allah(cc) dışında her hangi bir şeye ibadet etmez. Yalnız ve yalnız
Allah(cc)’a ibadet edceğini içeren bir anlaşmadır.İbadet ki bu ibadeti
Allah(cc) ve Resulu(sav)’in belirttiği şekle göre yapılmalıdır. Bu şehadetin
yedi şartı vardır.
a)
Neyi inkar ve neyi kabul ettiğini bilmek
b)
Bunda emin olmak
c)
Onun manalarına tamamen mutmain olmak
d)
Onu ve onun gereklerine boyun eğmek kabul
etmek
e)
Kalbinin söylediği ile uyum içinde olması
f)Niyette ihlas
g)
Onu ve gereklerini sevmek, ona uyan
insanları sevmek, onun karşısında olanlardan nefret etmek
88-
Allah(cc) her ne söylerse tam söylediği gibidir. O’nun söylediklerinde hiçbir
tezat yoktur. O, söylediği gibidir.
“
... Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır.”
Nisa(4) 122
89-
Allah hepinize rahmet etsin. Şunu bilin ki, Bütün şeriatın içerdiği herşeye ve
tüm kanunlarına iman etmek gerekir.
90-
Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, kandırma, yolsuzluk ve hile yapmak
yasaklanmıştır. Kitab ve Sünnete göre hareket eden müslüman alış verişe dikkat
eder. Vade farkını uygulamaz.
“
Kim bir satışta çift fiyatla malını satarsa, ya azını ya da faizli olanı alır.”
Ebi Şeybe Musannaf 6/120/520 , Ebu Davud 3461
, İbn Hibban 1110 , Hakim Müstedrek 2/45 , Beyhaki Sünende 5/343 , İbn Hazm
Mualla 9/16
“
Bir de aranızda mallarınızı haksız sebeplerle yemeyin, insanların mallarından
bir kısmını bile bile günah ile yemek için o malları hakimlere sarkıtmayın(dava
konusu yapmayın)
Bakara(2) 188
“
Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz
kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin
kıvranacağı günden korkarlar.”
Nur(24) 37
91-
Allah sizleri affetsin. Allah’a hizmet eden bilsin ki bu dünyada korkuyla
yaşamalıdır. Çünkü nasıl bir şekilde öleceğini bilmiyor o. Eğer hep iyilik
yaptıysa bu dünyada hatasız yaşamaya özen gösterdiyse de “nasıl bir sonum
olacak? Allah’ı görebilecekmiyim?” diye bir korku ve endişe içinde yaşamalıdır.
“
Oysa Rablarının korkusundan titreyenler.”
Mu’minun(23) 57
92-
Ölüm esnasında bir insan ruhunu teslim ederken korkmasın. Allah’ı düşünerek
ölsün. Yaptığı yanlış şeyleri düşünsün. Korku ve ümit arası olsun Allah’a hüsnü
zan beslesin.
“
Enes(ra)’dan Resulullah(sav), ölüm ile uğraşan bir gencin yanına girdi, “kendini
nasıl buluyorsun?” buyurdu. Genç –Vallahi ya Resulullah(sav) dedi. –Allah’ın
rahmetini umuyor ve günahlarımdan korkuyorum. Bunun üzerine Resulullah(sav): Bu
gibi yerde o ikisi ümit ve korku, kulun kalbinde bir araya gelirse, Allah
behemehal ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar.”
Tirmizi 988
75-
Allah(cc)’ın Kaza ve Kaderine İman
“
Kader konusunda Allah ve Resulunun müsaade ettiği kadar konuşmak gerekir.
Konuşulanlarında Allah ve Resulunun haber verdiği ve müsaade ettiği şeyler
olmalıdır. Kader’e İman dört erkan üzere kaimdir. Bu erkanları bilme kadere
giriştir. Kader ilmini bilme imanın şartlarındandır. Bu rukunlar şunlardır:
1)
El-İlmu-ilim
2)
El- Kitebetu-Yazı
3)
El-Meşietu-Dileme
4)
El-Halku-Yaratma
El-İlmu-İlim: Allah’ın ilmen, cümleten ve tafsileten ezeli
ve ebedi her şeyi bildiğine inanma. Kullarının fiilerini, olacak olmayacak her
ne varsa ilmi ile kaimdir(bilir). Yarattığının rızkını ne kadar olacağını
fiilini ve cennetemi cehennememi gideceğini bilir. Şüphesiz kendi yolundan
sapanları en iyi bilen Rabbım’dır. Doğru yolu bilenleride en iyi bilen O’dur.
Gaybın anahtarı O’ndadır. Ve onları O’dan başkası bilemez. Karada denizde olanı
bilir. Hiçbir yaprak düşmesinki onu bilmesin. Yani dalındaki bir yaprak bile
O’nun ilminin dışında düşmez. Yeryüzünün
karanlıklarında hiçbir dane hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitabda Levhi
Mahvuzda yazılı bulunmasın. Olacağı, olanı, olmayışı ve olmayacağı mabudu yok
ve mevcudu var olanıda biliyordu. Allah(cc) yarın onların itirazı olmasın diye
onlara Resuller gönderiyor.
“
O kendinden başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O
Rahmandır, Rahimdir.”
Haşr(59)
22
“
İnkar edenler kıyamet günü bize gelmeyecek demekteler. De ki: Hayır, Rabbime
yemin ederim ki O size mutlaka gelecektir. Gökte ve yerde olan zerre miktar
kadar hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalamz...”
Sebe(34)
3
“
Doğuda batı da Allah’ındır. Ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah’ın vech’i
oradadır. Şüphesiz Allah(her yönü) kaplar ve (her şeyi) bilendir.”
Bakara(2)
115
“
Kendilerine bir ayet geldiğinde Allha’ın Peygamberlerine verilenler gibisi
bizede verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz, demektedirler. Allah risaletini
nereye koyacağını ve kime vereceğini çok daha iyi bilir. Cürüm işleyenlere
yaptıkları hilekarlık sebebiyle Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azab
erişecektir.”
Enam(6)
124
“ Şüphesiz
kendi yolundan sapanları en iyi bilen Allah’tır. Doğru yolu bulanları da en iyi
bilen O’dur.”
Kalem(68)
7
“ Gaybın
anahtarı O’ndadır. Ve onları O’ndan başkası bilemez. Karada ve denizde olan her
şeyi bilir. Hiçbir yaprak düşmesin ki onu bilmesin. Yeryüzünün karanlıklarında
hiçbir döne, hiç ir yaş kuru olmasın ki apaçık kitabta bulunmasın.”
Enam(6)
59
“ O
kullarının üstünde her şeye kaadirdir ve galiptir. Yegane hikmet sahibidir.
Herşeyden hakkıyla haberdardır.”
Enam(6)
18
“ Eğer
sizinle birlikte savaşa çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar
içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı. Zira içinizde onlara
kulak veren kimseler vardı. Allah zalimleri hakkıyla bilendir.”
Tevbe(9)
47
“ Allah
onlardan bir hayır olduğunu bilseydi onlara elbette duyururdu. Eğer onlara
duyursaydı onlar yine yüz çevirip dönerlerdi.”
Enfal(8)
23
Bu
örnekleri çoğaltmamız mümkün. Sünnetten delillere gelince:
“ İbn
Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav)’e müşriklerin çocuklarından soruldu? Allah
müşriklerin çocuklarını yaratırken bunların nasıl yaşayıp ne işleyeceklerini en
iyi bilendir. buyurdu.”
Müslim 2660 – Buhari 14c 6491 – Ebu Davud
4711 – Nesei 1950
Bütün
bunları anlatırken kaderin Allah cc’nın kulları üzerinde bir sırrı bağı olduğu
hiç zihnimizden çıkarmayalım. Bir misal daha verirsek, Kur’an’da “Kehf”
suresinde Musa(as) ile Hızır (as)ın arkadaşlığı
anlatılır.Orada:”Yollarına devam etmişlerdi. Nihayet oğlan çocuğuna rasladılar.O
kul onu da öldürmüştü...”(Kehf 74)
Hadisde de
:”
Hızırın öldürülmüş olduğu çocuk kafir olarak tabiatlandırılmışdır.Eğer
yaşasaydı muhakkak ana babasına azgınlık, tecavüz vekafirlik sarılıp
büyüyecekti” buyurdu. Müslim-2661
Çocuk daha suçu işlemeden
öldürülüyor.İşleyecekti bunu kim biliyor, Allah cc tabii.Yani biz Allah cc’ne
bunu neden yaptın? demeye hakkımız yok. Bütün bunlar kaderin Allah’ın
üzerimizdeki bir sırrı olduğu ve bizim buna iman etmemiz gerektiğini, neden,
nasıl sorusuna gitmemiz gerektiğini gündeme getiriyor.Bizim burada tek gayret
göstereceğimiz yer imtihanı kazanmaya çalışmaktır.
”Müminlerin
anası Aişe(ra)dan,Bir küçük çocuk vefat etti.Ben, ne mutlu ona.Ocennet
serçelerinden bir serçedir deyiverdim.Bununüzerine Rasulullah SAV “Sen
bilemezsin ki Allah cenneti yaratmış, cehennemide yaratmıştır?Sonra şunun için
bir ehl yaratmışdır, buyurdu.”Müslim 2662
Burada yaratığı ne manada, insanlar. Yine
Sahihi Müslim de:..
Ali(ra)dan,Biz
bir defasında Bakiul Garkad mezarlığında bir cenazede bulduk.Resulullah SAV
yanımıza gelip oturdu, bizde etrafına oturduk.Resulullah SAV‘in beraberinde bir
asa vardı. Resulullah SAV başı eğdi.Düşünceli bir halde elindeki asayla yere
vurub dürtüştürmeye, çizgiler ve izler meydana getirmeye başladı.Sonra—Sizdenhiç
bir kimse ve yaratmışhiç bir nefis müstesna olmamak muhakkak cennette ki ve
cehennemdeki yerini Allah yazmıştır. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu
muhakkak yazılıdır, buyurdu. Bunun üzerine sahabilerden bir kimse:_Ya Resulullah.Öyle
ise bizler ameli terkedip bu yazımız üzerinde durmayalım mı? dedi. Resulullah
SAV:_Saadet ehlinden olan kimse saadet sahibinin ameline varıp
ulaşacaktır.Şakavet ehlinden olan kimsede şekavet ehlinin ameline varıb
ulaşacaktır, buyurdu ve şunu ilave etti.<<Sizler amel edip çalışın.Çünkü
herkes niçin yaratıldıysa o kendisine
kolaylaştırılmıştır. Saadet ehli, saadet ehlinin amelini kolaylaştırırlar.
Şekavet ehli de, şekavet ehlinin amelini kolaylaştırırırlar.Sonra Resulullah
SAV şu ayetleri okudu:<<Bundan
sonra kim verir ve sakınırsa o en güzeli de tastik ederse bizde onu en kolaya
hazırlanız. Amma kim cimrilik eder kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan
sayarsa bizde onu en güç olan için hazırlayacağız.(Leyl(92)5-10)”Müslim-2647no
Kaderin dört rüknü var dedik.İlim, yazı,
dileme ve yaratma. İlmi anlattık.İyi kötü, küçük büyük var olan gizli ve aşikar
olanı, olacağı ilmi bunu kuşatmıştır.Ve ihate etmiştir.
EL-KİTATU-YAZI<< Allah cc’ın
yazması kıyamete kadar yaşayıp, yaşatacağı mahlukun kaderini, ilminin heryeri
kuşatmasından dolayı “levfi Mahfuz” da yazmıştır. Allah cc +kıyamete kadar,
50.000 yıl önce yazılmıştır. Delil:
”Abdullah
İbn Amr ibn Âs(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu.<<Allah mahlukatın
kader ve kazalarını semaları ve arzı yaratmasından 50.000 sene önce yazmıştır.
Ve onun arşı su üzerinde idi>>(Secde10)Müslim2653nolu hadis Şerif .
Şimdi burada “yazma” ilminin İhasatasıyla
“Muhit” oluşuyla alakalıdır.<< Bilmiyor musun ki, Allah gökte ve yerde
olan herşeyi bilir. Bu mahfuzda levhi yazılıdır. Bu şüphesiz Allah’a
kolaydır.>> Hacc(22)70
Neden
arkasından bu Allah’a kolaydır,der? Çünkü, insan olacağın yazılması bilmesi neyse olmıyacağı bilmesi bile odur.
Bizim aklımızdan geçen kalbimiz tasavvur ettiği ne olur? Var olan şeyler.
Bildiğimiz şeyler. Hiç kendini yorma. Nasıl olmuş diye Çünkü bu Allah’a
kolaydır. Zorluk insan içindir. Anlamakta gerekmiyor bunu , ama gene bağladığı
yer var.
Mesela
<<De
ki: Sana ruhtan soruyorlar. De ki:”Ruh, Rabbımın emrindedir. Onun hakkında size
çok az bilgi verilmiştir.>> (İsra(17)85)
Ruh, Rabbımın bir işidir. Ondan sonra size çok az
bir malumat verildi. Sana bildirdiği kadar konuşursun bu kadar. Yine Allah cc Kur’anda
<<De ki: Bize Allah’ın yazdığından başka bize başka bir şey isabet etmez.
Bu itibarla müminler yalnız Allah’a güvenip dayasınlar.>>
Tevbe(9)51
Burada
küçücük bir soru işareti var.Mesela,değiştirme kelimesi bizim dilimizle garib
anlaşılıyor. Değirtirme yani Alah’ın takyir ettiği bir şeyi bozmak yoktur
derken bunu değiştirme yazdıysa bozmaz
başka türlü olmaz tipindedir. Ama ikisininde adı”Kader olabilir. Yani hastalık
Allah’ın takdiri midir? Evet. Peki şifasını arama.Bak oda kaderdir.Dua ederek
onun defini isteme, bak oda kaderdir.
”Selman (ra)dan, Resulullah SAV şöyle
buyurdu. Kazayı ancak dua önler ömrü yalnız iyilik artırır.”(tirmizi-2225)
Burada kader bozulmuyor. Kaderin çeşitli
tecellisi gündemde. Burada takdiri yazılı olarak ele alıyor bilme olarak ele
alıyor ve birde yazı olarak ele alıyor.Mesala”müslümanın başına gelen bir
musibet yoktur ki onun sebebiyle günahı affolmasın hatta ayağına batan diken
bile”(müslim,Birr,49)
Sana bir hastalık veriyor. Rabbım bunu verdi
şifasını da verir, aramaya düşman veyahut
senin yanında birisi bıçaklandı veya hastalandı. Allah cc taktir
etmediyse ölmez diye götürmemen senin
onu öldürmene ortak olmandır. Ama onu hastaneye götürmen kurtulması demek
değildir. Bu demin zikrettiğimizdir.<<onlara de ki: Bize Allah’ın yazmış
olduğundan başka bir şey isabet etmez.>>(tevbe51)
Yani Allah’ın bildiğinden başka O’nun
ilminin dışında bize birilerinin sonradan isbat ettireceği hiçbir şey yoktur.
Yani bundan kurtulman mümkün değil. Musa (as) Firavun ile olan münazarasından
Musa (as)da dedi ki:
<<Firavun
şöyle demiştir: Geçmiş nesillerin durumu ne olacak. Musa (as) demişti
ki:”Onlarla ilgili bilgi Rabbımın katında
bir kitabtır. Rabbım şaşırmaz ve unutmaz.>>(Ta-ha(20)51,52)
”Abdullah
b.Amr b.As(ra)dan Resulullah Sav şöyle dedi:Allah’u Teala mahlukatı yaratmadan
50,000yıl önce onların kaderlerini yazdı.Ve arşıda suyun üstünde olduğu halde...>(secde
(32)10,Müslim-2653)
Yani
mahlukun mukeddaratı daha yaratılmazdan,Adem (as)yaratılmazdan 50,000 yıl
önce bitmişti ve yazılmıştı. Hangi ağacın yaprağı ne zaman düşecekse bu
biliyordu.İkinci misal
“..Ebu
Hureyre (ra)dan Rasulullah şöyle buyurdu<<Aden ile musa birbirlerine
huccet getirip niz’a ediştiler. Musa,-Ya Adem. Sen bizim babamızsın.Sen bizi
cennetten çıkartdığın için bizleri
mahrumiyet ve zarara düşürdün dedi. Adem de Ona.-Sen Allah’ın kelamı ile
seçipmümtaz kıldığı ve lehine eliyle yazıp çizdiği Musa’sın . Öyle iken sen
Allah’ın beni yaratmasından kırk sene
evvel üzerime taktiridir, buyurduğu bir işten dolayı dolay beni levm mi
ediyorsun dedi.Bunu Takiben SAV: Böylece Adem
Musa’ya delil ve burhanla galib oldu, buyurdu(Müslim-2652)
Burada suçuna bahane buluyormu Hayır.
Başka bir yerde diyor ki:<<Ey Rabbım biz nefsimize zulmettik heva ile
,eğr bizi affedip bağışlamazsan biz hüsrana uğrayanlardan oluruz>>(Araf(7)23)
Adem (as) burada hatasına, şuçuna özür
bulmuyor. Neye özür buluyor cennetten çıkarılmasına. Cennetten çıkarılması
50,000 sene önce , zaten mükadder di yazılmıştı. Ama çıkaralması bir suça
binaen oldu ve Adem(sa) bir imtihan edildi. İnsanlığın ilk imtihanı bununla
başladı. Yani melekleri Adaem(as) la imtihan etti. Kim kaybetti iblis. Adem
(as)la bu sefer iblisle imtihan etti yani herşey şuçla oluyor. Suçun ummum “İbn
abbas (ra)dan şöyle buyurdu şayet sizler günah işler kimseler olmasaydınız. Allah günah işler bir halk yaratır. Onlara
mağfiret eylerdi.>>(Müslim-2748)
Allah’ın gafur isminin tecellisi bunu
gerektiriyor. Bağışlanmak için suç işlemek “acizliği” anlamak için hasta olmak
kul olduğunu hissedebilmen için muhtaç olman gerekiyor, diyor.
Yani
Allah’ın “şafi” sıfatı varsa bir hastalanmak gerekiyor. Allah’ın affedici
sıfatı varsa (ki vardır) suç işleyen olması gerekir. Yani bu sunnetullahtır.
Ama suçun işlenmesini istemiyor. Yaratan Allah suçu işleyen kul. Burada imtihan
sırrı var.Melekler, Adem (as)la imtihan ediliyorlar. Meleklerin hepsi kazanıyor
iblis kaybediyor. Ve İblis şuçunda mazeret buluyor.
<<...Ben
Ademden hayırlıyım, çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan
yarattın.>> (Araf(7) 12)İblise
tövbe hakkı verimiyor ve lanet ediliyor, melu kılınıyor. Adem imtihan ediliyor,
kaybediyor. Ama tevbe etme, af taleb etme duygusu, hakkı verildi.<< Sonra
Rabbı yine onu seçmişti ve tövbesini kabul edip ona hidayet etmişti.>>(Ta-ha(20)122)
Çünkü Rabbisinden af dileyici tövbe kelimeleri
öğretildi. Ve Adem (as) af diledi Rabı da onu affeddi. İblisin isyanına sebep
olacak cahilliği yoktu. Fakat Adem’in suç işlemesine mazaret teşkil edecek bir
cehaleti vardı. İblis onu nasıl sapıtıyor:
”...ey
Adem, sana ebedilik ağacını ve hiç yok olmayacak bir hükümranlığı götereyim mi?
demişti.”(Ta-ha(20)120) Anlamadı Adem(as) mahiyetini. Burada cahillik
var. Ama Rabbi ona yaklaşma dediyse yaklaşmaması gerekiyordu. Ve ona birde
tevbe hakkı verdi. Burada bir kaide ortaya çıkıyor:
-Kişinin malumatı nisbetinden tövbeden mahrumiyeti vardır.
-Cehaleti nisbetinde mazereti gündemdedir.
![]()
EL-MEŞİETU-DİLEME Her şeyde nufus eden Allah’ın meşietinin
dilemesinin kudretinin şumulune istediği şeyin olduğu, istemediğinin
olmadığına, ne haraket, ne sukut, ne hidayet nede dalalet ancak Allah cc’ın
meşiyetine tabidir.
<<
Rabbım dilediğini yaratır ve seçer onların seçme hakkı yoktur. Allah onların
ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir.>>(Kasas(28)68)
<<
Kur’an sizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için öğütten bir şey
değildir. Şuda bir gerçektir. Şuda bir gerçektir ki Alemlerin rabbı olan Allah
dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz.>> (tekvir(81)28-29)
Bize
dileme gücü veren kim, Allah cc
<<
Hiç bir şey için ben bunu yarın yapacağım deme “Ancak Allah dilerse “yapacağım
de. Unuttuğun zaman Rabbını an ve şöyle de:Rabbım olaki beni doğruya bundan daha yakın olana
eriştirir.>>
(Kehf(18)23-24)
<<Faraza onlara melekleri indirdeysik ölüler onlarla
konuşsaydı ve herşey onların karşısında bir araya getirdik. Allah cc
dilemedikçe iman etmezlerdi.(Mü’minlerin) çoğu bunu bilmez.>>
Enam(6)111
<<Ayetlerimizi
yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi
dilerse onu dalalette bırakır. Kimi dilerse onu da dosdoğru yola sokar.
Enam(6)39
<<Abdullah
ibn Amr İbn As(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu.” Büyün Ademoğullarını
kalbleri Rahmanın parmaklarından iki parmak arasında bir tek kalp gibidir ki
Rahman onu dileyeği yere çevirir döndürür”..
Müslim-2654
<<Fakat
kendilerine, kendi ellerinin sebeb olduğu bir musibet gelip çattığı zaman
nasılda iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey istemedik diye Allah’a yemin
ederek sana geliyorlar.>>
Nisa(4)62
<<Nerede
olursanız olun, hatta tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile, ölüm yine de
erişir.Eğer onlara bir iyilik isabet ederse “bu Allah’tandır” derler. Eğer bir
kötülük isabet ederse”bu sendendir”derler. De ki: Hepsi de Alah’tandır. Bu
kavme ne oluyor ki hiç söz anlamıyorlar..>>
Nisa(4)78
Onun
ikiside Allah’tadır.Resule dedirtiyorlar. İyilik Allah’tan kötülük sizden
deyince yaratma yönüyle kula nisbet edilmeyi mi Hayır. Yaratma yönüyle ikisi de
Allah’tan ve birleştiriyor. Yaratma yönüyle kula nisbeti mümkün değildir. Ama
işleme yönünden size bir iyilik isabet lutfundan manasında. İşlediğiniz iyilik
bir, kötülük bir, bir kötülüğe bir ceza adaletindedir. Ama bir iyilğe binlerce
karşılık neyinden? Lutfundandır.
”...Ben
güzelliği on ile karşılarım..(Buhari 7c 3027sy)
Eğer
adalet gündeme gelse senin 60 senelik iyi ömrüne 60 senelik bir ahiret
hayatı vermesi gerekir. Bu adalettir, değil mi? Böyle olması gerekir. Ama böyle
değil hesaba taktir edilmeyen bir edebi edebi hayatı ihsan ediyor. Bu
Allah’tan, yani Lutfu Keremi gündemdedir. Ama suç olunca bire bir
adaletindendir. İşlediğiniz suç sizdendir derken sen bunu istedin, işleyen
sensin yaratan Allah. Kula nisbet edemiyorsun bu yaratmayı. Neredeyse
anlayamazlardı. İşte bu anlamayacakları yerde bir imhihan sırrı var. Buna
dikkat etmek gerekiyor. Kula seçme hakkı verilmiştir. İsteyen inansın istemeyen
küfresin ama inananda açık deliller üzere, küfredende açık deliller üzeredir.
Bak kimse kimseye zulmetmiyor. Ancak onlar kendilerine zulmediyor. Cennet ve
Cehennemi yaratan kim? Allah cc Cehennemi yaratmadı Allah diyebilir mi? İnsan –
Hayır_ şerri Allah yarattı evet ama Şerrin Allah’a nisbeti yoktur. Hayır
sendendir. Şerrin nisbeti Allah’a değildir. Yani ondan sığınırız. Hayır taleb
ederiz, şerden sana sığınırız. Gazab kimidir? Allah’ın. Rahmeti isteriz,
Gazabından O’na sığınırız. Gazabı istememe isyan ile alakalıdır.
Hayır ve Şer mevcut.
Seç diyor sen seçiyorsun. Sana kolaylaştırıyor. O’na ait seni yarattığı
Cehennemine koyuyor. İnsan doğruyu ve eğriyi seçiyor. Çünkü O’na itaatı ve
isyanı ilham etmiştir. Biliyor ki bu isyan buda itaattir. Eğer Allah cc şunu
yap ,şunu yap deseydi, hesab sormazdı.Ama iyilik ve kötülük yazmıştır.Neden?
Bildiğinden yazmıştır.Neden? Yaratma sıfatı O’nundur da ondan. Kulların değil.
O yaratmıştır, insan işlemiştir. İyiliğide o yarattı kötülüğüde iyiliği iyi
olarak, kötülüğü kötülük olarak gösterdi. Sana işlemen için seçme hakkı
verildi. Seçen sensin, Ama bu seçmede iyiliği seçtiğinde binlercesiyle lutufta
bulunuyor sana zaten vermeyecek olsaydı sana istemeyi veı-mezdi. Sana isteme
duygusu veren O istemen için. Ama bu isteği sen ne yapıyorsun kötülüğe de
kullanabiliyorsun, iyiliğe de kullanabiliyorsun. Ama bunu nasıl kullanacağını
Allah CC. biliyor.
Buradaki
imtihan onunla amel edip etmemeiıdir. Bildiğinden sen onu öyle yapmıyorsun
senin öyle yapacağını bildiği için onu yapıyorsun Allah CC. yazdığından onu
öyle yapmıyoruz. Ecelin yazılışı vardır. Bir üısana rızkın yazılışı vardır.
Said mi şaki mi olacağı yazılır. İmtihanlar koymuş çalışmayı gayret sarf etmeyi
haram ve helal olarak ticareti vesilelere ayırmış. Ama öbürü böyle değil. Ondan
sonra rızka başka bir şey veı-rrıiş, rızkı çokluklu değil bereketlendirmek
Mesela:
Bana 10 kg buğday verir, size 10 kg buğday verir ki bereketlendirme çok yerden
gelmiştir. 10 kg beş kişilik bir aileye 2 sene yeter birine 6 ay yeter. Bu çok
olân bir şey.
Rızkı
ele aldın mı daha başka bir şekilde ele alıyorsun. Yazı istemeyi dilemeyi
yaratmayı bu sefer farklı ele alıyorsun ve alma mecburiyetinde kalıyorsun.
Mutlak ilim Allah'ındır. Yazı O'nundur. Bize ne isabet ederse etsin O'nun
yazdığıdır. Şimdi burada eceli yazmasıyla Şaki mi said mi yazmasıyla
(musibetleri kast ediyor burada) bize bir helalın yazması aynı mı? Aynı değil
bakın birisine kötülüğü takdim edebilir. Neden yazdı diyebilir misin? Birisi
bakarken, birisi görürken, birisi görmezken, birisinin görmeyişi ile birisinin
göıüşü çok garip değil mi? Bir sürü nimetten mahrumiyet bunu bir insan yapsa
zulüm dersin buna. Ama sorabilir miyiz? Hayır işte bu imtihan Rabbim böyle
takdir etti. Bu cezada olabilir. Yaptığın bir suçun cezası da olabilir.
Hayatta
karşılaştığın her şeyin emir ve isyanı imtihan olarak düşünmelisin. Bir imtihan
olabilir, bir musibet, bir ceza da olabilir. Cezaysa suçu tespit edip af
dilemek, ama bir imtihansa hiçbir suç işlemedin. O zaman Rabbim diyor deyip
razı olacaksın. Yani tövbe edeceğin bir suç tespit edemediysen imtihandır deyip
rıza göstereceksin. Bu bunun kaderidir, diyeceksin. Buna mani olmak düşünülemez.
Bazeıi dilersen dolaşan çok çarpık kelimeler vardır. Bunun teferruatına
girmessniz sizin başınızı bile belaya sokabilir.
Mesela:
Sen tedbirini al Takdirini Allah'a bırak tedbir takdire mani bir şey mi?
Hayır
ama bazı yerlerde bak olabilir. Ama umum manada tebdir Allah eğer benim yarın
saat beşte benim araba kazısıyla ölümümü takdir ettiyse bunun önüne kimse
geçemez. Burada tebdir nasıl olur. Yarın saat beşte ben meyhaneye de
gidebilirim, camiye de gider olabilirim. Benim tedbirim o saatte hayır üzerinde
yakalanmaktır. Kazanın vuku iradem dışında ama meyhaneye gitmem benim seçmem
Allah CC. dilemeyince biz dileyemeyiz. Burada dilemeyi ele aldığımızda baştan
yukarıya dileme mevzuunda bu sefer gündeme gelecek yaratmada yazma da, bilmede
ele alacağımız gibi. Ben o olayı bilmeyebilirim. Bu Allah'ın ilmindedir.
Yazıldığını bilmem yazan O, bilen O, yaratan yine O'dur. Dileyen de O'dur.
Dileme isteği gibi kainatı tertip eden. Çünkü bana gözlerimin kör olması gibi
bir belayı veren, neden diye soramıyorum. Ona soramam. Ama camiye gitmeyi seçen
benim, meyhane de gitmeyi seçen benim ölen bir insanın eceli bir mıntıkada
takdir edilebilir. Orada bir meyhane içki fuhuşta veya Allah'ı yasak ettiği bir
şeyle meşgul olabilir. Aynı yerde Allah için cihad eden birisi de olabilirim.
Kadere
iman bu meselelerle çok alakalıdır. Birileri Allah yolunda bir şeyler
yapârlarsa öldürüleceğinden korkar. Halbuki korkmasına gerek var mı? Allah CC.
ecelini taktir ettiği için ölür orada. Ama şehadeti isteyerek samimi bir
şekilde yatağında ölse o da şehittir. Ömer (r.a.): Ey Rabbim bana Resulun
şehrinde şehadet nasip et deyince Ömer bu nasıl söz Medine artık müşriklerden
temizlendi bu nasıl olur dediklerinde Allah isterse olur diyor. (Buhari)
"Ebu
Lüblü tarafından hançerlenerek öldürülüyor Hz. Ömer. Şimdi burada şahadetle
ölüm farklı şehadeti istemek kulun iradesinde. Seçmesi niyetiyle talep etmesi.
Ama ölümü taktir Allah'ındır. Senin ecelini yatakta taktir etmiş olabilir. Harp
meydanında öldürüldüğü halde şehit olmayanda olabilir. İşte bu kulun iradesi
yani seçimidir. Burada seni serbest bırakmış. Sen seçiyorsun, ama dilemeye
gelince sana dilemeyi tövbe etmeni istiyor. Sana mutlak dilemeyi vermiyor.
Tövbe
et deyince ne istiyor senden? Bağışlanma dilemeni sana istediğini vermeyecek
olsaydı, istemeyi vermezdi zaten. Sen af isteyince ne yapıyorsun? Birisi suç
isler akabinde bunun suç olduğunu bilirse, Rabbi'nden bağışlanma dilerse Tövbe
budur. Suç olduğunu bildiği halde yaparsa ecel gırtlağına dayandığında af
isterse Allah isteğini saptırır diyor mu? Şimdi mutlak istemeyi bağlıyor
kendisine kimi saptırıyor. Fasıkları saptırıyor. Fasıklardan başkası da
sapıtmaz diyor. Bir isyan ikinci bir isyanı mı getiriyor?
Evet
,Talut ve Calut kıssasında olduğu gibi nehirden geçenler ne yapıyor kıtal gibi
bir şeyden de saptırıldılar. Nehirden geçerken su içmeyenler katıl gibi bir işe
hidayet üzere yollandılar. Ne yaptı Allah CC. onlara yardım etti. Az
berikilerin kalbine de ne koydu, korku koydu. Onlar istedi bu korkuyu.
İçmeyeceksin dedi ve denedi içince de ne oldu korku koydu. İçmeyince vakar
koydu. Sen istedin bunu.
"Allah
Resulu (S.A.V ) şöyle buyurdu: Adem oğullarının kalbi tek bir kalp gibi
Allah'ın iki parmağı arasındadır. İstediği tarafa çevirir. İstediği gibi
tasavvur eder diyor." (MÜSLİM 2654)
Allah'ın
meşiyetinin nüfusu ve kudretinin şumulu olmuş olacak şeyler de içtima eder.
Olmamış şeyler de ayrıdır. Allah'ın olmasını istediği bir şey olur. Kudretinin
oradaki mahali nedir? Yoktur, neden, olmasını istemediği bir şey de olmaz,
istemediğinden dolayı Adeni kudretinden kudreti yetmediğinden değil. Bu fıtne
daha çok Araplarda vardır. Allah azze ve celle bir şey istemedi mi (dilemedi
mi) olmaz. O şeyin olmaması Allah'ın CC. kudretinin (gücünün) dışında
olmadığından değildir. "... Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı.
Seni onlara bekçi kılmadık. Sen onlara vekilde değilsin..."
(EN'AM : 107)
'
Eğer Allah CC. dileseydi birbirini öldürmezlerdi. Ama Allah CC. serbest bıraktı
imtihan için Allah CC. dilediğini yapar. Eğer dileseydi onlar şirk koşmazlarda.
Ama Allah CC. serbest bırakmıştır. Seni onlara bekçi kılmadık sen onlara
vekilde değilsin diyor Resulune.
Dördüncü
Rukun: El halku (YARATMA)
Bu
mertebede Allah'tan gayrı kainattaki her şeyin yoktan var olma zatlarıyla,
sıfatlarıyla, hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğuna iman etmeyi
gerektirmektedir. Bunanla birçok şeyin reddiyesi vardır. Allah'tan gayrı
deyince yoktan var olinuş deyince Allah CC. yaratma sıfatı deyince kullanılan
birçok kelime vardır. Tercüme edilirken hepsine yaraxrııa olarak tercüme
ederler.
Bu
bazen arızalı olur. Ama Lugavi yönden eş manalı teferruat yönüyle
hususiyetlikleri vardır.
Mesela
"Fatara" kelimesi "yaratma"dır. Fatır, Halaka, Halık,
yaratıcıdır. "Bedia" Bu da kelimesi de yaratandır. Bunların hepsi
yatarmadır. Kelime olarak "Fatara" kelimesi ve Halaka kelimesi aynı
manada değil. "Fatara" hiçbir şeyden yokken var eden demektir.
"Halaka" yapma manasına mecazi kullanılan bir kelime beşer için
kullanılabilir.
Aynen
İsa (a.s) içi Maide'de çamurdan kuş heyetinden bir şey diğeri yarattı. Diğeri
"Bedia" Emsali olmadan yaratan demektir.
Fatara
ve Bedia katiyetle mecazi anlamda kullanılamaz.
Ve
Allah CC:'de başkasına da bu verilmiyor. Bunu şimdi her şeyi yoktan var olmuş
zatlarıyla sıfatlarıyla hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğunu iman etmeyi
gerektirir. Yani bir tek "Hak" sairin hepsi nedir? Mahluktur. Haluk
ile Mahluku zatında ve sıfatlarında mutlak bir ayrıma gerekir. Yaratıcı olanla
yaratanı bilmen gerekir. Bizim sözümüz hareketimiz hepsi mahluktur, değil mi?
Katiyetle yaratmanın dışında tek tutulan Allah'tır. Yaratıcı olduğundandır.
Hiçbir
şeyi sarikat, sekenat, sıfat isim olarak Allah'tan gayrısına nispet edilmesi
mümkün değildir. Yani cüzde olsa külde olsa Allah'tan gayrısına yarattı diye
nispet edilmez. Bu mümkün değildir. Bu rukun Allah'tan başka hiçbir şeyin
yaratılmış olarak kula nispeti mümkün değildir.
Ancak
bunların hepsi Allah'a nispet edilir. Bizim hayrımız sekanatımız duygularımız
bile ne olursa olsun mahluktur. Bu rukuıida semavi kitaplarda fıtratta. Akli
selim ittifak etmişlerdi. Meselelerimizi ispat eden sayılamayacak kadar nas
vardır. Biz bunlardan bazılarını sarf etmekte fayda buluyoıuz. Kelam Allah'ın
sıfatıdır. Bizde zatımızla, sıfatımızla mahlukuz.
"...
Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şeye vekildir..." (ZÜMER 62)
"...
Hamd gökleri ve yeri yaratan karanlığı ve aydınlığı var eden Allah'a
mahsustur..." (EN'AM : 1 )
"...
Hangimizin ameli daha güzel olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan, yedi
kat göğü tabaka tabaka yaratan var eden Allah'ın şanı ne yücedir." (MÜLK 2)
Şimdi
burada umum bir ifade ne diyor: Cüzleri zikrediyor ölüm ve hayatı niye yaratmış
denemek için, imtihan olduğu bir yerde cebri her şey olur mu? Ama bir gizlilik
var ve imtihan budur. Herkes nerede nasıl neyle imtihan edileceğini bilemez.
Bilse imtihanın meflıumu kalkar ortadan ve anlamı kalmaz
.
"... Ey insanlar sizi tek bir nefısten yaratan yine ondan eşini meydana
getiren her ikisinden de bir çok kadın ve erkek türeten Rabbınızdan sakının
kendi adı ile birbirinizden işlemediğiniz Allah'tan ve akrabalık bağlarını
kopaı-maktan sakının..." (NİSA: 1 )
Burada
ne almış insan nevini almış.Yaratılanlar umum manada gök, yer karalık aydınlık,
ondan soııra ölümü yarattı. Yaratan O'dur diyor. Sonra insanları kadın, erkek
türeten de O'dur. Adem'in ilk yaratılışı, ilk yaratılma olduğu gibi kadın ve
erkekten gelenlerinde insanlaı-ın yaratılması. Ama yaratma Adem'i yaratma
şekliyle sonraki gelen insanları yaratma şekli aynı değildir. Ama yaratmadır.
Kaderi de aynı mevzuda anlamamız gerekiyor. Eğer yaratma kaderden bir cüz ise
Adem'de mahluktur.
Biz
de mahlukuz. Yaratılış şekli başkadır. "... Geceyi gündüzü, güneşi ve ayı
yaratan O'dur. Bunların her biri yörüngede yüzer..." (ENBİYA 33)
"...
Allah'tan başka gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var
mıdır?..." (FATIR
3)
Yani
bize ait ne varsa söz hareket ne varsa oda mahluktur. Sekanat duygularımız
hislerimiz şeklinde ele alınır. Hareket söz veyahut el ve"azalarımızla
yaptığımız şeyleri geriden getirip koydu.
"...
Huzeyfe (r.a.) şöyle dedi: Allah Resulu (S.A.V),Şüphesiz Allah her sanatkarı ve
sanatını yapandır..." (4.BUHARİ İLAHİ KELAM 25)
İşte
bu kaderin dört mertebesiyle kadere imana giriş yapıyoıuz. Kader mezuunda bir
çok adamın ayağı kaymıştır. Şimdi burada ilk gündeme alacağımız mesele bu dert
rukunu anlamadan kadere imanı anlamamız mümkün değildi. Bu kadere giriştir. Bu
dört ıukun birbiriyle beraberdir. Çünkü Allah'ın ilmini anlayamamışsan,
yazmasını anlayamıyorsan, ilmin anlaşılması yazılmasının anlaşılmasını sağlar.
İnşallah anlamışsınızdır. Neyi-Hiçbir şeyin şans olmadığını ve tesadüf
olmadığını her şeyin Allah'ın ilmiyle olduğunu hatta yeryüzündeki bir yaprak
dahi onun haberi olmadan düşmeyeceğini kader konusu Allah CC. bir sırrıdır.
Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Kader, Allah'ın kulları üzerindeki
sırrıdir. ilk inhiraf, nufatul kader, kaderi inkar adı altında çıkmıştır.
Kaderi inkar adı altında cebriyeler çıkmıştır. Bunlarda her şeyi kadere
bırakmışlardır. Nufatıl kader daha sahabeler hayatta iken ortaya çıkmıştır,
(müslim iman bahsi) buradaki rolü, imanın içine teşviş şüphe sokmaktır.
Kevni
bir kader vardır Allah'ın aslından yaratmış olduğudur. Bunun dışındaki kader, mutlak ve mukayyet kaderdir.
Ana rahmindeyken, dört şey yazılır. Ecel, rızık, şaki veya said mi olduğudur.
Bunlar Allah' yazdığı için olmaz; Allah bildiği için yazar.
Olmuş
ile olacak arasındaki alakayı kurmak gerekir, aksi takdirde korkunç şeyler
ortaya çıkar. Kader zuhur ettiğinde,(o!acak olduktan sonra) inkıyad
(teslimiyat) gerekir, musibet geldiğinde iki açıdan ele almak gerekir, ceza ve
imtihan
Ecel
mutlaktır. Ecel, müddet demektir, Allah'ın verdiği müddetin bitmesi
neticesinde, Ölüm gerçekleşir. Ölüm, kendisi (irade) dışında, mahlukat için kevni kaderdir, ölüm, nizamlı bir vakıa
dır.
•
Herkesin kapısını çalar.
• Vakti geldiğinde gerçekleşir.
•
Kimseyi kayırmaz.
•
ölüm asla tesadüfe imkan vermez.
Müsbetlikte
ve menfilikte kaderin hakkına tecavüz etmemek gerekir, örneğin, rızkı temin
etmek, esbaba tevessüle bağlı kılınmıştır, Rızık konusunda insanlar üçe
ayrılırlar;
1)-
Rızkı ben kazandıın diyen (kafirler)
2)-
Rızkı Kabbim verdi diyen {mü'minler.)
3)-
Rızkı manevi şekilde bulanlar (muhlisler)
Velhamdulillahi
Rabbil Alemin. Dua Buyrun
SEKALEYN
RİVAYETLERİ
*
GADlR HUM OLAYI VE SEKALEYN HADlSl
:
Müslim'in rivayet ettiği Sekaleyn hadisi, metninde geçen; '(gadir) hum'
lafzından dolayı 'Gadir hadisi' şeklinde de anılmıştır. Sekaleyn hadisinin
ifade etliği hükmü anlamada, hadisin vurud sebebi, zamanı ve yeri çok büyük
önem arzetmektedir. Hadisin vurud sebebi, yer ve zamanı hakkında farklı
rivayetlerin oluşu, hadisten farklı sonuçlar çıkarılmasına neden olmuştur. Ehli
sünnet ile şia arasındaki ihtilafın temelini bu hadisten çıkarılan farklı
hükümler oluşturmaktadır. Zira, ileride daha geçin olarak ele alınacağı gibi
ehli sünnet bu hadisten I iz. Ali ve ehli beytin faziletini anlayıp, Kur'ân
âyetleriyle, ehli bey t'in ittifakının icma olduğu hükmünü çıkarırken, Şia,
Kur'ân'ın hatadan masum olduğu gibi, ehli beyt'inde hatadan masum olduğunu ve hilafetin
yalnızca ehli beyt'e ait kılındığı hükmünü çıkarmıştır. Bu nedenle hadisin
söylendiği yer ve o yerde söylendiği belirtilen diğer rivayetler, sckaleyn
hadisinin ifade ettiği hükmün doğru, anlnşılması bakımından, büyük, önem
arzelmektedir.
A.
YER OLARAK 'GADİR HUM' :
Gadir
hum, Mekke ile Medine arasında. (Mekke dönüşünde) yolun sol tarafında1
Cuhfe'ye2 üç mil mesafededir.1 Bu mesafenin, bir,4 iki,5 ve dört6 mil olduğu da
söylenmiştir. Fr. Bulu, Gadir hum denilen mevkinin bataklık bir yer olduğunu ve
bataklığı çevreleyen sık ağaçların bulunduğunu kaydediyor.7 Bölge, bataklık
olmasından dolayı 'hum' adını almıştır. Hz. Peygamberin burada bir mescidinin,
bulunduğu da söylenir.8 Esınaî, suyunun zehirli olmasını neden göstererek,
Gadir, hum'da doğup oradan göç etmeyen kimsenin ergenlik yaşına kadar
yaşayamayacağını söyler.9 Gadir hum'un iklimi şiddetli sıcaktı ve sağlığa
elverişsizdi. Orada oturanlar Huzâa ve Kinâne kabilelerine mensub olup fazla
değillerdi.10 Daha sonra, aşırı sıcaktan -ve otlak bulunmamasından dolayı
bölgeyi terkettiler." Şii rivayetlere göre, Hz. Peygamber veda haccı
dönüşünde dinlenmeye elverişli olmamasına rağmen burada konaklamıştır. Suyu
olmayan, aşın sıcaklığın bulunduğu bir bölgede konaklayışının sebebi mühim bir
hususu tebliğ etmek için olsa gerektir. Hz. Peygamber, memleketlerine buradan
ayrılacak olanların, topluluğu terketmeden önce hepsini toplamış ve bir
hitabede, bulunmuştur.12 Herhalde, bölge^ Şia'nın iddia ettiği gibi konaklamaya
değil uzun süre ikamet etmeye elverişli değildi. Çünkü oradaki bataklık, asm
sıcaklık ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına müsait ortam, sürekli ikameti
güçleştiriyordu. Bununla birlikte Gadir hum, Mekke ile Medine yolu üzerinde, o
bölgeden geçenlerin uğrak yerlerinden biriydi. Hz. Peygamberin bir mescidinin
bulunması da bu düşünceyi doğrulamaktadır.13 B;
TARİH
OLARAK 'GADlR HUM'
el-Bekrî,
Mu'cemu mâ 'sta'cem, Thk. Mustafa es-Sakkâ, 3. Baskı, Beyrut 1403/1983, II, 268
1 Cuhfe, Mekke ile Medine arasında, denize altı mil mesafede ve cuma namazı kılınabilen
büyük büküydün Mekke'ye yaklaşık 76 mil uzaklıktadır. Ya'kûbî, -kendi
zamanında- harabe olduğunu belirttiği Cuhfe'nin sahile yaklaşık üç ınerhal,
Medine'ye altı merhale olduğunu zikreder. Orayı sel götürdüğü için Cuhfe adını
aldığı rivayet edilmiştir. (Bk. Bekri, II, 267-268; Yakut, Mu'cemu'l-Buldân, c.
II, s. 111. Beyrut (ts.) ; el-Himyerî, Ravzu'l-Mi'târ , s. 156; thk. ihsan
Abbas, II. Baskı, Beyrut 1984) 3 Yakut, II, 389; Bekri, II, 268; Himyerî, s.
156 4 Yakut, II, 389; Bubi, ıV, 705 5 Yakut, II, 111; IV, 188. 6 es-Semhûhûdî,
VeuVul-vefâ bi Alıbâri dâri'l-MuslatS, Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, 4.
Baskı, Beyrut 1404/1084, IH, 1018; IV, 1204 7 islam Ans. Gadir hum maddesi. 8
Yakut, II, 389; Semhûdî, IH, 1018; Buhl, IV, 705. 9 Koksal, M. A., islam
Tarihi, Hz. Muhammed ve islamiyet, Medine Devri, ist. 1987, X, 312 10 Vaglieri,
II, 993, Semhûdî, IV, 1204. " Vaglieri, U, 993 12 Sofuoğlu, M. C., Şia'nın
hadis onlayışı, 24. (Dairetu'l-maarif el-lslâmiyye es-Şia, 37'den naklen) 13
Demircan, A., Hz. Ali'nin hilafet hakkı meselesinde Gadir Hum Olayı, 21, Beyan
yayınları, 1996. Ibn Kcsîrin el-Bidâye'de belirttiğine öre, Rasulullah'ın
(s.a.) bu konuşması, veda haçlıma edasından sonra. Medine'ye dönüşte yolculuk
esnasında, Zi'1-hicce'nin 18'inde pazar günü gerçekleşmiştir.14 13u tarih
miladi 17 Mart 632'ye rastlamaktadır. Tabatabâî, bu konuşmanın Zi'l-hicce'nin
19'unda olduğuna dair bir rivayet nakletmektedir.15 Ayrıca Ibn Kesîr,
el-Bidâye'nin farklı yerlerinde bu tarihi 10, J 2, ve 13 Zi'1-hicce olarakta
zikretmiştir.16 Gadir hum onuşmasuun gerçekleştiği tarih huhusunda genel kabul
gören tarih 18 Zi'1-hicce'dir. Şia'nın bu tarihi Gadir bayramı olarak
kutlamaları da bunu pekiştirmekledir. Rasulullah'ın (s.a.) bu konuşmasının
Gadir hum'da gerçekleştiği ekseriyetle kabul edilmesine rağmen, Buhl, hadisenin
Hudeybiye dönüşünde olduğunu,17 Vaglieri'de, hudeybiye'de olduğunu
kaydetmektedir.18 C.
GADİR HUM'DA SÖYLENDİĞİ BELİRTİLEN RİVAYETLER
1.
Müslim'in rivayeti; Yezîd b. Hayyân anlatıyor; Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b.
Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok
hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin,
onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok
hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin hadislerden
bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım
ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri
unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni
sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine
arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken bugün Rasulullah (s.a.)
hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip
hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir
beşerim. Rabbimin elçisinin gehnesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben
size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi. Allah'ın kitabıdır, onda
mutlak hidayet ve nur vardır. Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı
sanlınız.' buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti.
Sonra; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı
hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim
hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin
ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz.
Peygamberin) hanımları ehli bey tindendirler, fakat onun asıl ehli beyti
kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?'
dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas
oğullarıdır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi.
Zeyd; 'Evet,' dedi. Aynı hadisin devamında, Müslim farklı iki senedle şu
ziyadelikleri nakleder; '... Allah'ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır.
Kün ona sımsıkı sarılır ve tutunursa hadiyet üzere olur; kim de onu ihmal
ederse sapıtır.' '... O ikisinden birincisi Aziz ve Celîl olan Allah'ın
kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Kim ona tabi olursu hidayet üzere olur. Kim de
onu terk ederse delalet üzere olur.' (Burada Zeyd'e;) 'Ehli beyti kimdir?'
dedik. Zeyd; 'Allah'a yemin olsun ki, hayır! Şüphesiz kadın bir asır süresince
kocayısya olur; sonra kocası onu boşar, o da babasına ve kavmine döner.
Rasulullah'ın (s.a.) ehli beyti, onun aslıdır ve kendinden sonra sadaka
almaları haram kılınmış olan, baba tarafından akrabalarıdır,' dedi. l9 2.
Alımed b. Ilanbcl'in mfisned'deki rivayetleri; a. Yezîd b. Ilayyân anlatıyor;
14 Ibn Kesîr el-Bidâye, V, 183, Mektebetü'l-haremeyn, Dânı ümmü'1-kurâ, 1.
Baskı 1988, Kahire. 15 et-Tabatabâî, el-Mîzân fî tefsîri'l-Kur'ân, V, 193, Kum
(ts.) 16 Ibn Kesîr el-Bidâye, XI, ........................300'lü sy............
17 Buhl, Fr. 'Gadirü'1-hum', îslam Ans. 18 Vaglieri, L. V., "Ghadir
Khum", The Encyclopaedia oflslam, (New Edition), L«iden 1983, H, 993.
(Demircan, A., Hz. Ari'nin hilafet hakkı meselesinde Gadir Hum olayı, 19,
naklen) 19 Müslün, Fedâilü's-sahabe. bab 4. hadis no 36. 37: c. TT. s.
1873-1X74 'Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik.
Yamna oturduğuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun;
Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin, onunla birlikte cihad ettin,
arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok hayırlarla müşerref oldun. Ey
Zeyd! Rasulullah'lan (s.a.) işittiğin hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; '
Ey
kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım ilerledi, zamanım geçti,
Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri unuttum. Size naklettiğim
hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni sorumlu tutmayın,' dedi ve
konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine arasında 'Hum' denilen yerde
bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.) hutbe irfld etmek Üzere
ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip hatırlatmalarda bulundu.
Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir beşerim. Aziz ve Celil
olan Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size
iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi. Aziz ve Celîl olan Allah'ın
kitabıdır, onda mutlak hidayet ve nur vardır.
Allah
Teâlâ'nın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız.' buyurdu ve Allah'ın
kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra; '(diğeri de) ehli
beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim
hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı
hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti kimdir,
hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(peygaınberin) kanunları
şüphesiz ehli bey tindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra
sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar,
Ali oğullan, Akîl oğulları, Cafer oğullan ve Abbas oğullandır,' dedi. Husayn;
'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi.20 b.
el-Berâ b. 'Azıb21 anlatıyor; 'Bir yolculukta Rasulullah'la (s.a.) beraberdik.
Gadir hum mevkiinde konakladık, 'namaz için toplanın!' diye seslenildi.
Rasulullah için iki ağacın altı süpürüldü.
Rasulullah (s.a.) öğle namazını kıldı ve
Ali'nin elinden tutarak; 'Bilmiyor musunuz?! Ben, mü'minler için kendi
canlarından daha üstün değil miyim?' buyurdu.' (Oradakiler;) 'Evet* dediler.
(Rasulullah (s.a.) tekrar;) 'Bilmiyor musunuz?! Ben, her mü'inin için kendi
canından daha evla değil miyim?!' buyurdu. (Oradakiler;) 'Evet' dediler. (Ravi)
dedi ki; 'Bunun üzerine (Rasulullah (s.a.) tekrar) Ali'nin elini tuttu ve;
"Ben kûtnin mevtası isem, Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım ona dost olana
dost, düşman olana düşman ol,' buyurdu. (Ravi) dedi ki; 'Daha sonra Ömer onunla
görüştü ve; 'Tebrik ederim, ey Ebu Tâlib'in oğlu! bütün iman eden erkek ve iman
eden kadınların mevtası oldun,' dedi.22 c. Zeyd b* Erkam23 anlatıyor;
Rasulullah (s.a.) ile birlikte Hum vadisi denilen bir vadide konakladık. Namaz
kılınmasını emretti, öğle namazı kıldı ve bize bir hutbe irâd etti.
Rasulullah'ı (s.a.) güneşten koruması için bir
ağacın üzerine elbiseyle gölgelik yaptık. (Hutbesinde;) 'Bilmiyor musunuz -veya
sehadet etmiyor musunuz-?! Ben sizler için kendi canlarınızdan daha üstün değil
miyim?!' buyurdu. (Oradakiler;) 'Evet' dediler. (Bunun üzerine Rasulullah
(s.a.)j) 'Ben kimin tnevlası isem, Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım! ona düşman
olana düşman ol, ona dost24 olana dost ol!' dedi.25 d. Ebu't-Tufeyl26
anlatıyor; Ali insanları Rahbe(mescidin)'de topladı. Sonra; 'Gadir hum günü,
Rasulullah'ın (s.a.) söylediğini işiten her ınüslüman kişi Allah aşkına ayağa
kalksın!' dedi. Oradakilerden otuz kişi ayağa kalktı. Ebû Nuaym dedi ki; 'Çok
insan ayağa kalktı ve; (Rasulullah'ın (s.a)) Ali'nin elini tutarak, insanlara;
'Ben kimin mevlâsı isem, bu da onun ınevlâsıdır. Allah'im! onu dost edineni
dost 20 Ahmed b. Hanbel, IV, 367. 21 Senedi için bk. Arbca metinler kısım, s.
... 22 a.g.e. IV, 281 23 Senedi için bk.
Arabca
metinler kısmı, s.... 24 hadiste geçen, '...ona dost olana dost ol(:vâli men
vâlâh)' ifadesindeki 'velî/velayet' lafzından gelen 'vali' kelimesini 'dost'
anlamında değilde, Şia'nın iddia ettiği gibi 'halife, imam' anlamında kabul
edersek, , mana; 'Allah'ım! ona düşman olana düşman ol, onu halife edineni,
halife edin!' şeklinde olur ki, Allah Teâlâ'nın halife edinmesi konusu gündeme
girer, hadiste verilmek istenen ise bu değildir. (Bakara suresinin ilgili
ayetiyle ilişkisi?!) 25 Ahmed b. Hanbel, IV, 372. 26 Senedi için bk. Arbca
metinler kışını, s. ... edin, düşman edineni düşman edin! dediğine şahitlik
ettiler, içimde bir burukluk hissederek ora'dan çıktım ve Zeyd b. Erkam'la karşılaştım.
Ona, Ali'nin (r.a.) dediklerini anlattım. Bana; 'Neden şüpheleniyorsun?!
Kesinlikle Rasulullah'm (s.a.) ona bunu söylediğini dinledim, dedi.27 3.
el-IIâkiın'in el-Müstedrek*teki rivayeti;
Zeyd
b. Erkam (r.a.) anlatıyor; Rasulullah (s.a.) veda baççından dönerken, Gadir
hum'da konakladı ve büyük ağaçlık yerde toplanılmasını emretti. ........?
(Orada bir hutbe irad ederek; Rabbim) beni çağırmıştır, ben de icabet ettim.
Size iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birincisi diğerendeu daha büyüktür.
Allah Teâla'nın kitabı ve neslim(:ıtraüm). O ikisi hakkında bana nasıl bir
halef olacağınıza dikkat ediniz. Şüphesiz o ikisi, havzın basında benimle
buluşuncava kadar birbirinden ayrılmayacaktır.' buyurdu. Sonra; 'Şüphesiz Azîz
ve Celîl olan Allah benim mevlâm'dır, ben de bütün mü'minlerin mevlâsıyım,'
buyurdu ve Ali'nin elinden tutarak; 'Ben kimin mevlâsı isem, bu da onun
mevlâsıdır. Allah'ım! ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol!'
dedi.
el-Hâkirn,
hadisi uzun olarak zikrederek; 'Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih'tir,
ancak hadisi bütün olarak nakletmeraişlerdir,' der.28 4. tbn Hacer
el-Askalâoî'nin rivayeti; Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Hureyre, Câbir, el-Berâ b.
'Azib ve Zeyd b. Erkam anlatıyor;
'Gadir
hum' günü Peygamber (s.a.); 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun mevlâsıdır,'
buyurdu.29 5. es-Suyûtî'nin rivayeti; 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun
mevlâsıchr.' 'Allah'ım ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol.'30
6. Ebû Naîm'in, Hilyetü'l-evliyâ'daki rivayeti; Bureyde anlatıyor; 'Peygamber
(s.a.) buyurdu ki; 'Ben kimin dostu isem, Ali'de onun dostudur.
Bu rivayetlerde açıkça görüldüğü gibi, Hz.
Peygaınber'den (s.a.) sonra Ali'nin (r.a.) veya on iki imamın vâsîya da halife
tayin edildiğini bildiren bir ifade yer almamaktadır. Tefsir kitablarındaki
rivayetler; 7. Ibn Mcrdûyc ve Ibn Asâkir, zayıf bir scncdle Ebû Saîd
el-lludrî'dcn naklediyor; 'Rasulullah (s.a.) 'Gadir hum' günü Ali'yi çağırdı ve
onun velayetini ilan etti. Bunun üzerine Cibril; 'Bu gün sizin dininizi tamamladım...'
ayetini indirdi. Ibn Merdûye ve İbn Asâkir, zayıf bir senedle Ebû Hureyre'den
naklediyor; 'Zi'1-hicce'nin 18'nci günü olan 'Gadir hum* günü Peygamber (s.a.);
'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun mevlâsıdır,' buyurdu.
Bunun
üzerine Allah; 'Bu gün dininizi tamamladım ...' âyetini indirdi.12 Bu
rivayetler zayıftır. Ayrıca Hz. Peygamber'den (s.a.) sonra Ali'nin (r.a.) veya
on iki imamın vâsîya da halife tayin edildiğini bildiren bir ifade yer
almamaktadır. 8. el-P'akru Râzî tefsirinde derki; 27 Ahıned b. Hanbel, IV, 370.
28 el-Hâkim, el-Müstedrek, III, 109. 29 Ibn Hacer el-Askalânî,
Tehzîbü't-tehzîb, VII, 337 30 es-Suyûtî, Târîhü'l-hülefa, 114, 169. 31 Ebû
Naîm, Hılyetü'l-evliyâ, IV, 23. 32 es-Suyûtî, ed-Durru'1-mensûr. II. 259. Mâide
süresindeki;.
'EyPeygamberi Rabbinden^sana- indirileni
tebliğ-ctl' âyetinin nıızfll sehefaleri arasında ınüfessirler birçok şeyler
zikretmişlerdir. ...Onuncusu; 'Bu âyet, Ali b. Ebî Tâlib'in fazileti hakkımla
nazil olmuştur. Ayet indiğinde Peygamber (s.a.) ali'nin elini tutarak; 'Ben
kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım! ona dost olana dost ol,
ona düşman olana düşman ol! dedi. Ömer (r.a.) onunla görüştü ve; 'Ey Ebî Tâlib
oğlu! Tebrik ederim; benim ve bütün mü'mirt erkek ve mü'nün kadınların mevlâsı
oldun,' dedi.33 9. TefsîriL'L-ınenâr; Şia, imam Muhammed el-Bâkır'dan şunu
rivayet etmektedir; 'Rabb'inden, Peygamber'e (s.a.) inen bu ayet,
Peygaınber'den sonra ali'nin hilafetini bildirmektedir. Peygamber (s.a.) bunun
bazı sahabilere zor geleceğinden korkuyordu. Yüce Allah, bu ayet ile onu
cesaretlendirmiştir.' ibn Abbas'tan nakledilen bir başka rivayette de şöyle
denilmektedir; 'Allah, (Peygamber'e) Ali'nin velayetini insanlara haber
vermesini emretti.
Peygamber,
insanların; 'Amcasının oğlunu kayırdı' diyerek kendisini kınamalarından korktu.
Bunun üzerine, Gadir hum'da bu ayet nazil oldu ve Peygamber, Ali'nin elinden
tutarak; 'Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'un! ona dost
olana dost ol, ona düşman olana düşman ol! dedi. Bu rivayeti değerlendiren
Reşit Rıza der ki; Şia'ların bu konuda birçok rivayetleri ve muhtelif
tefsirlerde de birçok açıklamaları bulunmaktadır.Bunlar arasında zayıf ve
uydurma olanlar vardır. Bureyde el-Eslemî'nin rivayeti; 'el-Eslemî Yemen
gazvesinde Ali ile birlikteydi.Ondan katı davranışlar görmüştü.
Bu nedenle ali'yi Peygamber'e (s.a.) şikayet
etti. Peygamber bazı mü'minlerin Ali'yi haksızca şikayet ettiklerini, onunsa
hakkın rızası dışında bir davranışının olmadığını görünce» Gadir hum'da- bir
hutbe irâcl ederek, Ali'den hoşnut olduğunu ve onun velayetini açıkladı, onun
velayetinin mü'minler için gerekliliğini belirtti.' Bu rivayetleri kaydeden
Reşid Rıza daha sonra söyle der; 'Ehli sünnet bu hadisin, imamet veya hilafet
makamı olan idarî velayeti belirtmediğini, Kur'flnda velayet lafzının bu
anlamda kullanılmadığını, bu lafızdan kasdedilenin yardım, sevgi ve dostluk
olduğunu; Kur'âni Kerîm'de, '...onlar birbirlerinin dostudurlar* buyruğunda,
'velayet' lafzını Yüce Allah'ın bütün mü'minler ve kafirler hakkında-, 'dost ve
yardımcı' anlamında kullandığını; buna göre hadisin manasının; 'Ben kimin
yardımcısı ve dostu isem, Ali'de onun yardımcısı ve dostudur veya kim beni dost
edinir ve bana yardım ederse, Ali'yi de dost edinsin ve ona yardım etsin;'
olduğunu- söylemişlerdir. Netice olarak, hadis, Peygamber'in (s.a.) izinin
takipçileri olmayı, ona yardım edene yardım etmeyi, onu dost edineni dost
edinmeyi belirtmektedir.
Hz;
Ali'de (TA.)-, Ebû~Bekr; Ömer ve Osman'a- yardım etmiş/ ve onları dost
edinmiştir. Hadis, onları dost edinenlerin aleyhine bir delil değil, bilakis
onlara buğzedenlerin ve onlardan berî olduklarını söyleyenlerin aleyhine bir
delildir. Hadis, hilafete veya imamete delalet etmemekte, bilakis imam
olarakta, me'mûm olarakta hz. Ali'ye (r.a.) yardımcı olmaya delalet etmektedir.
Şayet hadis hitab anında imamete delalet etseydi; Peygamber'le (s>a.)
birlikte bu imam daha olurdu İd, Şia'da bunu söylememektedir.
Şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, şayet hilafet
hakkında Kur'ân'da veya hadis'tc yoruma mahal bırakmayacak şekilde bir nass
olsa idi, bu tevatür derecesinde olur ve hiç ihtilafa mahal karmayacak şekilde
yayılırdı. Hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayan, hz. Ali'de (r.a.) bunu,
hz. peygamber'in (s.a.) vefat ettiği gün açıklar, hz. Ebû Bekr'e ve ona biat edenlere
karşı mücadele ederdi. Zira, ilahi emirle tayin edilmiş bir halife var iken,
ikinci bir halifenin seçimi söz konusu olamazdı.
Böyle
bir durum, sonradan seçilenin kanını helal kılar ve ona karşı savaşı
gerektirirdi. Fakat hz. Ali (r.a.), hz. Ebû Bekr'e karşı hiçbir mücadele
içerisine girmediği gibi ona biat etmiş, hz. Ebû Bekr'in istişarelerinde yer
olmıştı. Eğer yukarıda zikredilen hadisler, Şia'nın iddia ettiği gibi hz.
Ali'nin hilafetim belirtseydi, hakkın emrine rağmen hz. Ali'nin davranışı bu şekilde
olamazdı.
Şayet,
hz. Ali (r.a.), Ebû Bekr'e karşı mücadeleye güç getiremeyeceği kanaatini
taşıyordu, bu nedenle ona karşı gelmedi! denilirse, o takdirde, kendi hakkını
korumaya gücü yetmiyen bir kişinin, ümmeti idare etmesi ve ümmetin hakkını koruması
nasıl düşünülebilir? Bu durumda, Hz. Ali'nin, Ebû Bekr'e biat etmemesi, ona
gücü yetmiyorsa, istişarelerinde yer olmaması, buna da gücü yetmiyor ve
tamamen Tefsir er-Râzî, 111,431. 34
Salim Ali el-Behensâvî, es-Sünnetü'1-müfterâ aleyhâ, Dâr'ül-buhûsi'l-ilmiyye,
el-Kuveyt, ( naklen çaresiz kalmış idiyse, en azından hakkım savunabilecek bir
yere hicret etmesi gerekmez miydi?! «
Yüce
Allah'ın şu buyruğundan habersiz miydi?! 'Kendilerine yazık eden kimselere
Melekler, canlarını alırken; 'ne işde idiniz?! dediler. Bunlar; 'Biz yer
yüzünde çaresizdik diye cevab verdiler. Melekler de; 'Allah'ın yeryüzü geniş
değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. ,.. O halde, Allah ve Rasülü
tarafından tayin edilmiş bir halife dururken, Hakk'ın bu hükmünü çiğneyerek hilafet
makamına gelen birisine lız. Ali'nin itaati nasıl düşünülebilir?! Hz. Ali,
islam'ın, 'Yaratıcıya isyan olan bir hususta, yaratılana itaat edilmez!'
prensibini bilmiyor muydu?!
Hicrete
de gücü yetmiyor idiyse enazından Allah ve Rasülü'ne isyan eden bir topluluğun
içinden ayrılıp bir köşeye çekilip ibadetle uğraşması gerekmez miydi? Kaldı ki,
ne ehli sünnet, ne de şia kaynaklarında, hz. Ali'nin, Ebû Bekr'e biate
zorlandığı veya halifenin istişarelerine katılmaya zorlandığı ya da hilafet
yurdunda ikamete zorlandığı şeklinde bir ifadeye rastlamış değiliz. Bütün bu
itham ve düşüncelerden hz. Ali'yi ve diğer sahabileri tenzih ederiz. -Allah
onlardan razı olsun- Yüce Allah'ın övdüğü bir topluluğu yermekten, onlara kin
beslemekten ve onların aleyhinde sözler sarfetmekten Allah'a sığınırız.
"Onlardan sonra gelenler şöyle derler; 'Rabbimizf Bizi ve iman ile daha
önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla, kalblerimizde, iman edenlere karşı
hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!"37
35 en-Nisâ, 97. 36 Bk. Fitne'nin yayıldığı dönemlerde, isyankar topluluğun
içerisenden ayrılıp bir köşede ibadetle uğraşmayı tavsiye eden hadisler. "
SEKALEYN
HADİSİ "ALLAH'IN KİTABI VE SÜNNETİM" RİVAYETLERİ
1.
İmam Mâlik'in, Muvattâ'ındaki rivayeti29 'Kader bölümünde zikredilmiştir.'
Bana, Mâlik'ten naklederek anlattı.30 Mâlik'e ulaştığına göre, Rasulullah
(s.a.) şöyle buyurmuştur; 'Size iki şey bırakıyorum; bu iki şeye tutunduğunuz
sürece asla sapmayacaksınız: Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti.'İmam
Mâlik, bu hadisi muttasıl bir senedle zikretmemiştir. Ancak İbn Abdilber, Kesîr
b. Abd b. Amr b. Avftan, o da babasından, o da dedesinden mevsul olarak rivayet
etmiştir. İbn Abdilber; 'İmam Mâlik'in, bütün
mürselleri sahih'tir' der. İmâm es-Suyûtî'de, 'Muvattâ'daki bütün mürsellerin
âdı vardır. Hiçbir istisnada bulunmaksızın Muvattâ 'daki bütün rivayetler sahih
'tir, demek doğrudur,' değerlendirmesinde bulunur.
ez-Zürkânî der ki; 'İbn Uyeyne 'ninde
belirttiği gibi, İmam Mâlik 'in, 'Belağanî:bana ulaştı' diyerek zikrettiği
rivayetlerin tamamı sahihtir. Bu hadisi, İbn Abdilber yukarıda zikredilen
senedle; "... Vefatımdan sonra size iki şey bıraktım;..." şeklinde
rivayet etmiştir. el-Hâkim 'in belirttiğine göre, Rasulullah (s.a.) veda
hutbesi esnasında bu hatırlatmayı yapmıştır.. el-Hâkim'in, el-Müstedrek'teki
rivayeti 1. Bize, Ebû Bekr b. İshâk el-Fakîh haber verdi. Bize,
Muhammed b. îsâ b. es-Seken el-Vâsiti bildirdi. Bize, Dâvud b. Amr ed-Dıbbî
anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî
Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey
bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Bu
ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır.'.
Bize,
Ebû Bekr b. İshâk el-Fakîh anlattı. Bize, el-Abbas b. el-Fadl el-Esfatî haber
verdi. Bize İsmâîl b. Ebî Uveys anlattı. (Bana,) İsmail b. Muhammed b. el-Fadl
eş-Şa'rânî (haber verdi). Bize, dedem anlattı. Bize İbn Ebî Uveys anlattı. Bana
babam, Sevr b. Zeyd ed-Deylî'den, o da, Ikrime'den, o da İbn Abbas'tan
naklederek anlattı; 'Allah'ın kitabı ve
sünnetim' olarak gelen rivayetlerde 'sekaleyn' lafzı geçmemektedir. Ancak,
'sekaleyn' lafzıyla gelen rivayetlerde zikredilen 'Allah'ın kitabı' ifadesi,
Rasulullah'ın (s.a.) sünnetini de içeren bir ifade olduğundan dolayı, 'Allah'ın
kitabı ve sünnetim' şeklindeki rivayetleri 'Sekaleyn Hadisi' başlığı altında
mülahaza ettik.
Arabca metni için bk. s. ... 30 Ubeydullah b.
Yahya (v.278) 31 Mâlik, el-Muvattâ, Kitâbu'l-kader, H, 899. 32 es-Suyûtî,
Tenvîru'l-havâlik, II, 207............ 33 a.g.e. I, 38. 34 Sözlükte ısırmak,
ısırarak koparmak manasına gelen 'adda' kök fiilinin ism-i failidir. Aynı fiil
mecaz olarak takviye etmek, desteklemek, sımsıkı sarılmak manalarına da
kullanılır. Nitekim imam Şafiî'nin ınürsel hadisle ancak bir mürsel veya başka
tarikden müsned, yahut da şahabı sözü gibi bir rivayetle desteklenmesi halinde
amel edilebileceği görüşü ile bu konudaki tartışmalarda desteklemek,
kuvvetlendirmek manasına kullanıldığı dikkati çeker. (Câmi'ut-Tahsîl, 35,38)
Hadis ilminde âdıd, zayıf hadisi destekleyen, ona kuvvet kazandırarak
zayıflıktan kurtarıp basen derecesine yükselten güvenilir ravinin aynı manaya
gelen hadisidir. (M. Uğur, Ans. Hd. Ter. Sz. 6) 35 es-Suyûtî,
Tenvîru'l-havâlik, I, 6............ 36 ez-Zürkânî, Şerhu'z-Zürkânî âlâ muvatta
imam Mâlik, Dârü'1-fıkr, 1981, IV, 246. 37 el-Hâkim, el-Müstedrek, ...........
38 a.g.e. I, 172; el- Hâkim, el-Müstedrek ma'at-telhîs, Mektebetü'l-İslâmiyye,
Beyrut, I, 93.
Rasulullah
(s.a.) veda baççında insanlara bir hutbe irâd etti ve; 'Muhakkak ki, Şeytan bu
arzda (Allah'ın dışında herhangi birşeye) tapmanızdan ümit kesmiştir. Ancak o,
bunların dışında, sizin basit gördüğünüz amellerinizde kendisine itaat
edilmesine razı olmuştur; dikkat ediniz! Ey insanlar! Şüphesiz size, ona
sımsıkı sarıldığınız sürece kesinlikle ebediyyen sapmayacağınız şeyi bıraktım:
Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti (s.a.). Muhakkak ki, her müslümau
(diğer) ınüslümanın kardeşidir; müslümanlar kardeştir; hiçbir kimseye, gönül
hoşnutluğu olmaksızın kardeşinin malından alması helal olmaz; zulmetmeyiniz;
benden sonra birbirleriııizin boyunlarını vuran kafirler olarak dönmeyiniz!
Buhârî, İkrime 'nin; Müslim, Ebî Uveys 'in hadisiyle ihlicac etmiştir ve diğer
hadis ravileri, mııttefekun aleyhim 'tir(:Buhari ve Müslim 'in güvenirliğinde
ittifak ettiği ravilerdir). Bu hadis, Peygamber'in (s.a.) hutbesinde yer
almıştır. Sahih'teki tahricinde ittifak vardır; 'Ey İnsanlar! Muhakkak ki
sizlere, ona sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız şeyi bıraktım; Allah'ın
kitabı,39 sizlere ben sorulacağım, ne diyeceksiniz?' Bu hutbede sünnete sımsıkı
sarılma....... ?!!! el-Hâkim bu hadisi naklettikten sonra, ona şâhid olarak şu
hadisi zikreder; Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî
Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den (r.a.) rivayet etti; Rasulullah (s.a.) buyurdu
ki; 'Size iki şey bıraktım, o ikisinden sonra asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı
ve sünnetim. Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır.
ed-Dârekutnî'nin Sünen'deki rivayeti Bize, Ebû Bekr eş-Şâfiî anlattı. Bize, Ebû
Kubeysa Muhammed b. Abdirrahmân b. imâra b. el-Ka'kâ nlattı. Bize, Dâvud b. Amr
anlattı. Bize, Salih b. Musa, Abdilazîz b. Refî'den, ö da Ebî Salih'ten, o da
Ebî Hureyre'den naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki
halife bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve
sünnetim. Bu ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır.' İmam
Mâlik'in, Muvattâ'ında mürsel olarak zikrettiği bu hadisi, el-Hâkim,
Müstcdrek'inde, İbn Abbas'tan rivayet ederek, isnadı sahihtir' demiştir.41 4.
el-Beyhakî'nin, es-Siiııenü'l-kübrâ'daki rivayeti 1. Bize, Ebû Abdillah
el-Hâfız haber verdi. Bana, İsınâîl b. Muhammed b. el-Fadl eş-Şa'rânî haber
verdi. Bize, dedem anlattı. Bize, İbn Ebî Uveys anlattı. Bize, babam, Sevr b.
Zeyd ed-Deylî'den o da İkrime'den, o da İbn Abbas'tan (r.anhumâ) naklederek
anlattı;
Rasulullah
(s.a.) veda haççında insanlar hutbe irâd etti ve; 'Ey İnsanlar! Ona
sarıldığınız sürece ebediyyen kesinlikle sapıtmayacağınız şeyi size bıraktım;
Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti' Bize, Bağdad'ta Ebu'l-Hüseyn b.
Bişrân el-Adl haber verdi. Bize, Ebû Ahmed Hamza b. Mulıamıned b. el-Abbâs
bildirdi. Bize, Abdulkerîm b. El-Hesutı anlattı.
Bize, el-Abbâs b. el-Hesîm bildirdi. Bize
Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî
Hurevre'den naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki halife
bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle arnel ettiğiniz sürece- o
ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Havz'da bana
gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır.'. İbn Abdilber'in, Câmiu
Beyâni'i-İlm'deki rivayeti Bize, Saîd b. Osman anlattı.
Bize,
Ahmed b. Duhaynı anlattı. Bize, Mulıamıned b. İbrahim (ed-Dîybulî) anlattı.
Bize, Ali b. Zeyd el-Ferâidî anlattı. Bize, (el-Hüneynî), Kesîr b. Abdillah b.
Anır b. Avf'tan, o da babasından, o da dedesinden naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey bıraktım, o iki şeye sarıldığınız
sürece asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti'
el-Bezzâr'ııı, el-Geylâniyât'taki rivayeti Bize, Ebû Kubeysa Mulıamıned b.
Abdirralımân b. İmâra b. el-Ka'kâ' İbn Şibrime ed-Dıbbî anlattı. Bize, Dâvud b.
Ömer anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Vbî
Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey
bıraktım, o ikisinden sonra asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı ve sünnetim.
Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır.' Ilibetullnlı et-Taberî'nin
es-Sünııe'deki rivayeti Bize, el-Hasen b. Osman haber verdi. Bize, Damra b.
Muhammed b. el-Abbâs anlattı. Bize, Abdulkerîm b. el-Heysem anlattı. Bize,
Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî
Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah
(s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz
-veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen (asla)
sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar
asla ayrılmayacaktır. ' İbn Şâhiıı'in, et-Terğîb'teki rivayeti Bize, İsmail b.
Ali b. İsnıâîl anlattı. Bize, Musa b. İslıâk el-Ensârî anlattı. Bize, Muhammed
b. Ubeyd b. Muhammed el-Muhâribı anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî,
Abdilazîz b. Refî'den, o da Peygamber'in (s.a.) hanımı Ünımü Habibe'nin mevlâsı
Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah
(s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz
-veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla
sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar
asla ayrılmayacaktır. 'a.g.e. X,114. 44 Yûsuf b. Abdilber, Thk. Ebi'l-Eşbâl
ez-Züheyrî, Dâru İbni'l-Cevzî, I. Baskı, 1994, 45 Ebû Bekr Mahammmed b.
Abdillah b. ibrahim eş-Şâfıî el-Bezzâr, Thk. Faruk b. Abdillah el-Alîm b. Musa,
Mektebetü edvâi's-selef, Riyad, 1996, Hadis no 601, S: 223. Hibetullah et-Taberî, es-Sünnet, 80. 47 İbn
Şahin, et-Terğîb fi fadâili'l-A'mâl, 528. 10 9. el-Dağdâdî'nin, el-Fakîh
ve'1-mütefakkih'teki rivayeti 1. Bize, Ebû Tâlib Mulıammed b. İbrahim b. Geylân
el-Bezzâz bildirdi. Bize Muhammed b. Abdillah b. İbrahim eş-Şâfiî anlattı. Bize
Ebû Kubeysa Muhammed b. Abdirrahmân b. İmâre b. el-Ka'kâ' b. Şibrime ed-Dıbbî
anlattı. Bize, Dâvûd b. Amr anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Tallû, Abdilazîz b.
Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki halife
bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Bu
ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır. '. Bize Ebu'l-Hüseyn Ali
ve Ebu'l-Kâsım Abdulmelik bildirdi. Bize Muhammed b. Abdillah b. Bişrân
bildirdi. Her ikiside dedi ki; Bize, Ebû Ahmed Hamza b. Mulıammed b. el-Abbâs
bildirdi. Bize, Abdülkerîm b. el-Heysem anlattı. Bize el-Abbâs b. el-Heysem
anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî
Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah
(s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz
-veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla
sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar
asla ayrılmayacaktır.' İbn Ilazın'ın, el-lhkâın fî usuli'l-Alıkâın'daki
rivayeti 1. Bana, Yûsuf b. Abdillah b. Abdilber en-Nemrî anlattı. Bana, her
ikiside, Ebi'l-Velîd Abdillah b. Yûsuf el-Kâdî'den, o da İbn ed-Dahîl'den, o da
el-Ukaylî'den naklederek anlattı. Bize, Muhammed b. İsmâîl anlattı. Bize,
İsmâîl b. Ebî Uveys, Abdillah b. Ebî Abdillah el-Basrî'deıı ve Sevr b. Zeyd
ed-Deylî'den, o da İkrime'den, o da İbn Abbas'tan naklederek anlattı;
Peygamber
(s.a.) buyurdu ki; 'Ey insanlar! sözümü iyi aklediniz, muhakkak ki ben tebliğ
ettim. Ey insanlar! hiç şüphesiz size, ona sımsıkı sarıldığınız sürece asla
sapıtmayacağınız şeyi bıraktım: Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti. ve
bihî ile'l-Ukeylî, Bize, Musa b. İshâk anlattı. Bize, Muhammed b. Ubeyd
el-Muhâribî anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Tallû, Abdilazîz b. Refî'den, o da
Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size
iki şey bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle amel ettiğiniz
sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim.
İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır.'. İbn Adiy'in,
el-Kâınil'deki rivayeti İbn Refî', Ebî Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den
naklediyor; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki, 'Şüphesiz, size iki şey bıraktım, o
ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi,
Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır.'" el-Bağdâdî, el-Fakîh ve'1-Mütefakkih, Dâru
İhyâi's-sünneti'n-nebeviyye, I Baskı, 1975, 94. a.g.e. 94. İbn Hazan, el-Ihkâm
fî usûli'l-Ahkâm,Thk. Ahmed Muhamı a.g.e. 810. 52 İbn Adiy, el-Kâmil,
Dâru'1-Fikr, II. Baskı, 1984, IV, 1387. 49 a.g.e. 94. 50 İbn Hazan, el-İhkâm fî
usûli'l-Ahkâın,Thk. Ahmed Muhammed Şakir, Kahire, (ts.) 810. 51 a.g.e. 810. 11
12. İba'ül-Muzaffer ve İbn Ebî'd-Dünyâ'ııın naklettiği rivayet; (İbn Ifacer
el-IIeytenıî, es-Savâiku'l-Muhrika'da naklediyor;) Ebî Saîd el-Hudri anlatıyor;
Rasulullalı
(s.a.) vefat ettiği hastalığı esnasında bizler öğle namazında iken yanımıza
geldi ve; 'Muhakkak ki size, Allah'ın kitabını ve sünnetimi bıraktım. Kur'ân'ı,
sünnetimle konuşturun; o ikisine tutunduğunuz sürece, kesinlikle basiretleriniz
körelmez, ayaklarınız kaymaz, elleriniz kısalmaz.' Daha sonra da, Ali ve
Abbâs'ı işaret ederek buyurdu ki; 'Size bu ikisi hakkında hayır tavsiye
ediyorum. .........?!'33 ' el-Heytemî, es-Savâiku'1-Muhrika,
Dâru'l-kütübi'l-İlmivve. Bevrut III. Baskı. 1993/1414. s. 194
SEKALEYN
HADİSİ "ALLAH'IN KİTABI VE EHLİ BEYTİM" RİVAYETLERİ
Bismillahirrahmanirrahim
1. Sahihi
Müslim'deki rivayetler'
'Sahabilerin faziletleri' bölümünde
zikredilmiştir. 1. Bana, Züheyr b. Harb ve Suca' b. Mahled, İbn Uleyye'den
naklederek anlatü. Züheyr dedi ki; Bize, İsmail b. İbrahim anlatü. Bana, Ebû
Hayyân anlattı. Bana Yezîd b. Hayyân anlattı; 'Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b.
Müslim, Zevd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğumuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok
hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin,
onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok
hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin hadislerden
bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım
ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri
unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni
sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine
arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.)
hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip
hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir
beşerim. Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben
size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi, Allah'ın kitabıdır, onda
mutlak hidayet ve nur vardır, Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sanlınız,'
buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra;
'(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,
ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size
Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti
kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz. Peygamberin)
hanımları ehli beytindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra
sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar,
Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas oğullandır,' dedi. Husayn;
'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi.2 (...)
Bize, Muhammed b. Bekkâr b. er-Reyyân anlattı. Bize, Hassen -yani, İbn
İbrahim-, Saîd b. Mesrûk'tan, o da Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zeyd b. Erkam'dan
naklederek, Peygamber'in (s.a.) '....' buyurduğunu anlattı. Züheyr'in hadisiyle
aynı manada, benzeri şekilde hadisi zikretti. (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe
anlattı. Bize Muhammed b. Fudayl anlattı. 'H' Bize, İshâk b. İbrahim anlattı.
Bize, Cerîr haber verdi. Her ikiside Ebî Hayyân'dan bu senedle, İsmail'in
hadisiyle benzeri şekilde nakletti. Cerîr'in hadisinde şu ziyadelik yer alır;
'Allah'ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır. Kim ona tutunur ve onu
ahrsa(:amel ederse) hidayet üzere olur; kim de onu ihmal ederse sapıtır.' Sened
ve metin için bk. Arabca metinler kısmı, s.... 2 Müslim. Fedâilü's-sahabe. bab
4, hadis no 36, c. II. s. 1873. 2. (...)
Bize, Muhammed b.
Bekkâr b. er-Reyyân anlattı. Bize, Hassen -yani İbn İbrahim-, Saîd (b.
Mesrûk)'tan, o da Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zevd b. Erkam'dan naklederek
anlattı; 'Zeyd b. Erkam'ın yanına girdik ve ona; 'Ey Zeyd! çok hayır gördün!;
Rasulullah'a sahabi oldun, arkasında namaz kıldın! ...Ebî Hayyân hadisinin
benzeri şekilde hadisi zikretti. Ancak hadiste şu ziyadelik yer aldı; 'Dikkat
ediniz! Şüphesiz ben iki ağır (emanet) bırakıyorum; O ikisinden birincisi Aziz
ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Kim ona tabi olursu
hidayet üzere olur. Kim de onu terk ederse delalet üzere olur.' (Burada
Zeyd'e;) 'Ehli beyti kimdir? Hanımları mıdır?!' dedik. Zeyd; 'Allah'a yemin
olsun ki, hayır! Şüphesiz kadın bir asır süresince kocasıyla olur; sonra kocası
onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. Rasulullah'ın (s.a.) ehli beyti,
onun aslıdır ve kendinden sonra sadaka almaları haram kılınmış olan, baba
tarafından akrabalarıdır,' dedi.3 2. et-Tirmîzî'nin rivayetleri;4 Bu
rivayetler, 'Ehli beytin menkıbeleri' bölümünde zikredilmektedir. 1. Bize Nasr
b. Abdirrahmân el-Kûfî anlattı. Bize Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî anlattı. Cafer
b. Muhammed babasından, o da Câbir b. Abdillah'tan naklederek dedi ki; '(
Veda) baççında,
Arafat günü Rasulullah'ı (s.a.) Kasvâ isimli dişi devesinin üzerinde hutbe irâd
ederken gördüm ve onu şöyle buyururken işittim; 'Ey İnsanlar! Ona tutunduğunuz
sürece ebediyyen sapıtmayacağınız şeyi size bıraktım; 'Allah'ın kitabı ve
neslim: ehli beytim.'Bu hadisi zikrettikten sonra, Ebû îsâ et-Tirmîzî der ki;
'Bu bâb 'ta, Ebû Zer, Ebû Saîd, Zeyd b. Erkam ve Huzeyfe b. Esîd'ten rivayet
vardır. Bu hadis, hasen garib 'tir. Zeyd b. el-Hasen 'den, Saîd b. Süleyman ve
birçok ilim ehli rivayette bulunmuştur.'
el-Mübârek, Tuhfetû
'lAhvezî'de bu hadisle ilgili olarak şu açıklamalara yer verir; 'el-Kârî der
ki; 'Ehli beyte tutunmak' ifadesinden; 'Ehli beyti sevme, onların
saygınlıklarını koruma, rivâyetleriyle amel etme ve onların sözlerine güvenme'
kasdedilmektedir. Bu ifade, Ehli beytten olmayanların rivâyetleriyle amel
etmeye mani değildir. Çünkü Yüce Allah; 'Bilmiyorsanız, ilim ehlinden sorunuz!'
buyurmuştur.
'İbn el-Melik der ki; 'Kitab'a tutunmak,
Kur'ân'daki hükümlerle amel etmektir; bu da Allah 'm emir ve yasaklarına
uymadır. Ehli beyte tutunmak, onları sevmek ve onların doğru yoluna tabi
olmaktır.' 'es-Seyyid Cemâleddîn, İbn el-Melik'in izahına '... dine muhalif
olmadığı zaman.' şartını eklemiştir. el-Mübârekfurî, et-Tirmîzî'nin bu bahta
rivayette bulunduğunu belirttiği sahabilerle ilgili olarak der ki; Ebû Zerr 'in
rivayetinin nerede olduğu araştırılsın! Ebû Saîd ve Zeyd b. Erkam 'm rivayetini
et-Tirmîzî daha sonra zikretmiştir. Huzeyfe b. Esîd'in rivayetini et-Taberânî
zikretmiştir, bu rivayette de, Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî vardır. Hadis
râvilerinden Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî hakkında, Ebû Hatim; 'Münkerü'l-hadîs
'dir '7 derken, İbn Hibbân; 'sika 'dır "* demiştir. 3 Müslim,
Fedâilü's-sahabe, bab 4, hadis no 37, c. II, s. 1874 4 Sened ve metin için bk.
Arabca metinler kısmı, s.... 5 et-Tirmîzî, V, 662. B. 31, H. 3786. 6
en-Nahl,43. 7 'Hadisleri münkerdir' manasına cerh lafızlanndandır .
Cerhin üçüncü mertebesine el-Irâkî'nin
eklediği lafızlar arasında ver alır. el-Heysemî, hadisin diğer ravileri için
'sikadırlar'demiştir.9 Hadiste ki, 'Ehli beyte tutunma' ifadesinden, Şia, ehli
beytin dışında hiçkimsenin halife olamayacağı hükmünü çıkarmıştır..
et-Tirmîzî'nin, hz. Ali'den (r.a.) rivayet ettiği şu hadis, Şia 'nm anlayışının
ne derece sıhhatsiz olduğunu ortaya koyar mahiyettedir; Ali b. Ebî Tâlib (r.a.J
anlatıyor;10 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; ' Şüphesiz her peygambere yedi asîl
-veya yedi temsilci-" kişi verildi. Bana ise, ondört kişi verilmiştir.'
Bizler; 'Onlar kim?' dedik. Rasulullah (s.a.); 'Ben ve iki oğlum, Cafer, Hamza,
Ebû Bekr, Ömer, Muş'ab, b. Umeyr, Bilal, Selmân, el-Mikdâd, Ebû Zer, Ammâr ve
Abdullah b. Mesûd'dur' buyurdu.
et-Tîbî der ki; Hadiste geçen, 'Ben ve iki
oğlum' ifadesi Hz. Ali'ye (r.a.) aittir. Bu ifadeden hadisi, Hz. Ali 'nin mana
olarak rivayet ettiği anlaşılmaktadır.13
Buna göre hadis; '...onlar kim, diye
sorduğumuzda, Rasulullah (s.a.); 'Beni, iki oğlumu, Cafer'i, Hamza'yi, Ebû
Bekr'i, Ömer'i.... ' söyledi, anlamındadır.
2. Bize, Kûfeli Ali
b. el-Münzir anlattı. Bize, Muhammed b. Fudayl anlattı ve dedi ki; bize,
el-A'meş; 1
. Atiyye'den, o da,
EbûSaîd'ten. . Habîb b. Ebî Sabit'ten, o da, Zeryd b. Erkam'dan (r.anhuma)
naklederek anlattı. Her ikiside dedi ki; Rasulullah (s.a.); ' Size, benden
sonra ona tutunduğunuz sürece ebediyyen sapmayacağınız şeyi bırakıyorum:
'Allah'ın kitabı, (o) semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim.
Bu ikisi Havz'da bana gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaktır. Bu ikisi
hakkında bana nasıl bir halef olacağınıza dikkat ediniz!' Bu hadisi
zikrettikten sonra, Ebû îsâ et-Tirmîzî; 'Bu hadis, hasenün garib 'tir.'14 der.
3. ed-Dârimî'nin rivayeti" Kur'ân'ın faziletleri' bölümünde
zikredilmektedir.
Bize, Cafer b Avn
anlattı. Bize, Ebû Hayyân, Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zeyd b. Erkam'dan
naklederek anlattı. Rasulullah (s.a.) bir gün kalktı ve bir hutbe irâd etti.
(Hutbesinde) Allah'a hamd ve senâ'da bulunduktan sonra; 'Ey İnsanlar! Şüphesiz
ben bir beşerim. Bana, Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim de ona icabet etmem
yaklaşmıştır. Muhakkak ki, ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; O ikisinden
birincisi Allah'ın kitabıdır, onda hidayet ve nur vardır, Allah'ın kitabına
sananız ve ona tutununuz,' buyurdu. Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri
ona yöneltti. Sonra üç defa; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında
size Allah'ı hatırlatıyorum' buyurdu. Hakkında münkerü'l-hadis cerh hükmü
verilen ravinin hadisleri dini konurlarda hüccet sayılmaz. Ancak büsbütün
reddedilmez. İtibar için yazılır. (M. Uğur, Ans. Hd. Ter. Sözlüğü, T.D.Vk.
yayınlan, 1992, S. 273) 'Sika', Bir kişiye güvenmek, itimat etmek ve inanmak
amanasına mastardır.
Arabcada bu şekillerde kullanılabilen sika,
hadis usulünde umumiyetle adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denk. Bununla
birlikte 'sikatün' şeklinde ta'dil lafzı olarakta kullanılır. (a.g.e. 359) 9
el-Mübârekfurî, Tuhfetü'l-Ahfezî, II. Baskı, Mektebetü's-selefiyye, Medine,
1965/1385, X, 288 10 Sened ve metin için bk. Arabca metinler kısmı, s. ... 11
'Nücebâe' kelimesi, 'Necîb' kelimesinin çoğuludur; soyu pak olan, asaletli,
kıymetli, üstün, zeki, mümtaz, seçkin, güzide vb. anlamlan vardır. 'Nukabâe'
kelimesi, 'Nakîb' kelimesinin çoğuludur; Toplumun reisi, büyüğü, başkan, kabile
reisi, kaptan, müdür, şef, birlik başkanı, müşavk vb. anlamlan vardır. 12
et-Tirmîzî, V. 662, B. 30, H 3785. 13 el-Mübârekfûri, Tuhfetü'l-Ahfezî, II.
Baskı, Mektebetü's-selefiyye, Medine, 1965/1385, X, 291 14 a.g.e. V. 663, B.
31, H. 3788. 15 Arabca metinler kısmı, s. ... 16 thn Mâr« Tî 708 R 1 H. T11 4.
Ahmed b. Hanbel'in rivayetleri17 1.
Bize, Abdullah anlattı.
Bana, babam anlattı. Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, Ebû İsrâîl, yani İsmâîl
b. Ebî İshâk el-Mülâî, Atiyye'den, o da , Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek
haber verdi. Rasulullah (s.a.); 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet)
bırakıyorum; O ikisinden birisi, diğerinden daha büyüktür: Allah'ın kitabı, o
semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. O ikisi Havz'da bana
gelinceye kadar ayrılmayacaktır, buyurdu.
Bize, Abdullah
anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Ebu'n-Nadr anlattı. Bize, Muhammed -yani
İbn Talha-, el-A'meş'ten o da, Atiyye el-Avfî'den, o da, Ebî Saîd el-Hudrî'den
naklederek anlattı. Peygamber (s.a.); 'Şüphesiz, davet edilmem ve (bu davete)
icabetim yaklaşıyor. 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; Azîz ve
Celîl Allah'ın kitabı ve neslim. Allah'ın kitabı semâ'dan yere uzanmış bir
iptir, ve neslim: ehli beytim. Şüphesiz, Latîf ve Habîr (Rabbim), ikisinin
Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacağını haber verdi. Bu ikisi
hususunda bana nasıl halef olacağınıza dikkat ediniz!
Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı.
Bize, İbn Numeyr anlattı . Bize, Abdulmelik -yani, İbn Ebî Süleyman-,
Atiyye'den, o da, Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek anlattı. Rasulullah (s.a.);
'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birisi, diğerinden
daha büyüktür: Azîz ve Celîl Allah'ın kitabı, o semâ'dan yere uzanmış bir
iptir. Ve neslim: ehli beytim. Dikkat edin! O ikisi Havz'da bana gelinceye
kadar ayrılmayacaktır, buyurdu.
. Bize, Abdullah
anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, İbn Numeyr anlattı. Bize Abdulmelik b. Ebî
Süleyman, Atiyye el-Avfî'den, o da Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek anlattı;
Rasulullah (s.a.); ' Size, benden sonra ona tutunduğunuz sürece ebediyyen
sapmayacağınız iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birisi, diğerinden daha
büyüktür: Allah'ın kitabı, o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli
beytim. Dikkat edin! O ikisi Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır,
buyurdu.
. Bize, Abdullah
anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, İsmail b. İbrahim, Ebî Hayyân et-Teymî'den
naklederek anlattı. Bana, Yezîd b. Hayyân et-Teymî anlattı; 'Ben, Husayn b.
Sebra ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğuzda, Husayn
ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini
işittin, onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz
çok hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin
hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki,
yaşım ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri
unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni
sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine
arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.)
hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip
hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'ağır (emanet) Haberiniz olsun ki, ey insanlar!
ben ancak bir beşerim.
17 Arabca metinler
kısmı, s. ... 18 Ahmed b. Hanbel, III, 14. 19 a.g.e. ffl, 17. 20 a.g.e. m, 26.
21 a.g.e. m, 59.
Aziz ve Celil olan Rabbimin elçisinin gelmesi
ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum.
Bunların birincisi, Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır, onda mutlak hidayet
ve nur vardır. Allah Teâlâ'nın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sanlınız,'
buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra;
'(diğeri de) ehli beyt'inıdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı
hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim
hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin
ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz.
Peygamberin) hanımları şüphesiz ehli beytindendirler, fakat onun asıl ehli
beyti kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar
kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas
oğullandır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi.
Zeyd; 'Evet,' dedi.22 6.
Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı.
Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, İsrâîl, Osman b. el-Muğîre'den, o da, Ali b.
Rebîa'dan naklederek anlattı. 'Zeyd b. Erkam'la, el-Muhtâr'ın yanına girerken
veya yanından çıkarken karşılaştım. Ona; 'Rasulullah'ı (s.a.); 'Ben size iki
bırakıyorum' buyururken işittin mi?' dedim. 'Evet,' dedi.23 7. Bize, Abdullah
anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, Şerik,
er-Rükeyn'den, o da el-Kâsım b. Hassen'dan naklederek, Zeyd b. Sâbit'in şöyle
dediğini anlattı: 'Rasulullah (s.a.); 'Ben size iki halife bırakıyorum:
Allah'ın kitabı, o semâdan yere uzanmış -veya semâ ile yer arasında- bir iptir.
Ve neslim: ehli beytim, bu ikisi Havz'da bana gelince kadar ayrılmayacaktır.
Ebû Ya'lâ el-Mûsflî'nin, Müsned'indeki
rivayeti Bize, Bişr b. el-Velîd anlattı. Bize, Muhammed b. Talha, el-A'meş'ten,
o da Atiyye b. Sa'd'tan, o da Ebî Saîd'den naklederek anlattı; 'Şüphesiz, davet
edilmem ve (bu davete) icabetim yaklaşıyor. 'Şüphesiz ben size iki ağır
(emanet) bırakıyorum; Allah'ın kitabı; o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve
neslim: ehli beytim. Şüphesiz, Latîf ve Habîr (Rabbim), ikisinin Havz'da bana
gelinceye kadar asla ayrılmayacağını haber verdi. Bu ikisi hususunda bana nasıl
halef olacağınıza dikkat ediniz! İsnadı zayıftır, Müslim 'in ve ed-Dârimî'nin,
Fadâüu 'l-Kur'ân 'da, Zeyd b. Erkam 'dan rivayet enikleri hadis buna şâhid'dir.
İbn Ebî Şeybe'nin
el-Musannefindeki rivayeti (el-Heytemî, es-Sevâiku'1-Muhrika'sında naklediyor;)
Abdurrahmân b. Avf anlatıyor; Rasulullah (s.a.) Mekke fethedilince, Taife
yöneldi ve orayı 17 veya 19 gün kuşatma altında tuttu. Sonra bir hutbe irâd
etti; 'Allah'a hamd ve senâ'da bulundu ve; 'Size neslim hakkında hayır tavsiye
ediyorum, buluşma yerimiz Havz'dır. 22 Ahmed b. Hanbel, IV, 367.
"a.g.e.IV,371. 24 a.g.e. V, 182. 23 Arabca metni için bk. s. ... 26 Ebî
Ya'lâ, Müsned, Tk. Hüseyn Selîm Esed, Dâr'us-Sekâfeti'l-Arabivye, Dımeşk, I.
Baskı, 1992/1413, II, 297, H. 1021 Canımı elinde bulundurana yemin olsun ki!
Kesinlikle namazı kılacak, zekatı vereceksiniz! Size boyunlarınızı vuracak,
benden veya benim gibi bir adam göndereceğim. Sonra, Ali'nin (r.a.) elinden
tuttu ve;' İşte o budur!' buyurdu. Bu hadisin ravilerinden birisinin zayıflığı
hakkında ihtilaf edilmiştir. Hadisin diğer râvileri ise sika(:güvenilir)dir.
Bir başka rivayette de, Rasulullah'ın (s.a.) vefat ettiği hastalığı esnasında
şöyle buyurduğu belirtilmiştir; 'Ey İnsanlar! Ruhumun kabzolunacığı gün hızlıca
yaklaşıyor, beni götürecek! Mazereti kaldıran kesin sözü sizlere sundum! Dikkat
ediniz! Muhakkak ki sizlere Azîz ve Celîl Rabbanin Kitabını ve neslim: ehli
beytimi bıraktım.' -Daha sonra Ali'nin elinden kaldırarak;- 'Ali, Kur'ân
iledir, Kur'ân da Ali iledir, Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmaz!
.......................?!27 27 îbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî,
es-Sevâiku'1-muhrika, Dânı'l-kutubi'l-ilmiyye, Beynıt,1993. III. Baskı. 194
Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat İnancına
Göre
İSLAM HUKUKUNDA BEYAT ve İMAMET
Derleyen Fevâz
b. Yahya el-Gaslân
Rahman ve Rahim Olan
Allah'ın Adıyla
Hamd, ancak Allah
içindir. O'na hamdeder, O'n-dan yardım ve mağfiret diler ve O'na tevbe ederiz.
Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız.
Allah, kime hidayet
etmişse, o hidayet bulmuştur. Kimi de saptırmışsa, artık sen, orta yol gösteren
bir yardımcı bulamazsın.
Bundan sonra:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem'in, peygamber olarak gönderilmesinden önce
cahiliyye arapla-rı, bölük pörçük, ihtilaflara boğulmuş ve insanların sebepsiz
yere birbirlerini öldürdükleri bir ortam içindey-di.Giic.lu zayıfı yutar, her
kabile kendi dengine hücuma geçebilmek için en uygun fırsatı kollardı, işte tam
bu sırada Allah, Rasûlü Muhammed sallallâhu aleyhi ve sel-lem'i gönderdi. O,
cemaatleşmeye önem verdi ve insanları buna teşvik etli. ihtilafa düşülmemesi
hususunda uyarılarda bulundu ve insanların dikkatini bu yöne çekıi. içerdiği
önem nedeniyle bu konuyla ilgili, gerek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve
sellem'den, gerek O'nun ashabından ve gerekse selef imamlardan onlara
uyanlardan (Allah hepsinden razı olsun), pek çok hadis, tevâ-türen günümüze
kadar gelmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle
buyurur:
"Allah ve
Rasûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da
korkunuz (kuvvetiniz, devletiniz) gider." (Enfâl,46)
"Kendilerine
apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın, işte
bunlar için büyük bir azap vardır."(Âl-i Imrân, 105)
Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem ise bu konuda şu tavsiyelerde bulunmuştur:
1-Usâme b.Şerîk
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'ın eli
cemâatin üzerindedir."
Sahih Hadis1 Ahmed, ibnu Ebî
Asım3, Taberânî4 ve Hâkim5.
(1) Bkz. el-EIbânî,
Tahrîcu Islâhil-Mesâcid. H.No: 61. Zılâlu'l-Ceıme, 1/40, H.No: 81.
Sahîhu'I-CârmT s-Sağır, 2/1340, H.No: 8065.
(2) Hadisi bıı lafızla
Müsneıi'de bulamadım. Hadis için bkz. :
Tirmizî, es-Sunen, 4/405, H.No: 2166
Ibn Abbâs radiyallahu anh'den, H.No: 2167 Ibn Ömer radiyallâhu anh'den. Nesaî,
es-Sımen, 7/92,Arfece b. Şüreyh el-Eşcai' radiyallâhu an-huma'dan.
Daha geniş bilgi için
bkî. Tahricu Islâhi'l-Mesâcid. H.No:61.
(3) es-Sünne, 1/40,
H.No: 81.
(4)
el-Mu'cemu'l-Keblr, 1/186, H No: 489.
(5) el-Müsiedrek
ala's-Sahîhayn, 1/199-200, H.No: 391 ve 392 Ibn Ömer radiyallâhu anhuma'dan
2-Ka'b b. Âsim
radiyallâhu anh'den: Allah Nebisi sallallâhu aleyhi ve seliem şöyle buyurdu:
"Alldh-u Teâlâ
ümmetimi, sapıklık üzere birleşip toplanmaktan korumuştur."
Sahih Hadis6 Ibnu Ebî
Âsim7 rivayet etmiştir. Tirmizî'de ise bir benzeride vardır.
3-Ömer b. el-Hattâb
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her kim,
cennetin mu'tenâ yerini (en ortasını, en geniş ve güzel yerini) istiyorsa
cemâatten ayrılmasın. Zira şeytan tek (yalnız) olanla beraberdir, iki kişiden
(birlik olandan) ise daha uzaktır."
Sahih Hadis9 Ahmed,10
Ibnu Ebî Âsim,11 Tirmizî,12 Hâkim13 ve Ibn
Hibbân.14
(6) Kasen Hadis. Bkz. el-Elbânî,
Zılâlu'l-Ceıme, 1/41, H.No: 82.
Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîrıa, 3/319,
H.No: 1331.
Sahîhu'l-tâmii's-SaglT, 1/367, H.No:1786.
(7)cs-Sunne, 1/41, H.No: 82.
(8) es-Sünen, 4/466, H.No: 2167 Ibn
Ömer radiyallâhu anhuma'dan
(9) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne,
1/42-43, H.No: 88.
Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, 1/2/792,
H.No:430.
(10) el-Müsned, 1/18,26.
(11) es-Sürme, 1/42-43, H.No: 88.
(l 2) es-Süııen, 4/465-467, H.No:2165.
(13) el-Müsıedrek ala's-Sahlhayn,
1/197-19", H.No: 387,388,389 ve 390.
(14) el-lhsân fi Tertibi Sahîhi Ibni
Hibbân, 10/436-437, H.No: 4576.
4-Fadâle b. Ubeyd
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle huyu rdu:
"Üç kişi var ki,
onlardan (hesap günü) soru sorul-maz.Müslümanların cemâatini terkedip imamına
(idarecisine) isyan eden ve asi olarak ölen fcişi, sahibinden kaçan ve hu hal
üzere ölen köle ve kocası yanında yokken, geçimini karşılayacak kadar yanında
parası olduğu halde, kocasının arkasından açılıp-saçılan kadın."
Sahih Hadis15 Ibnu Ebî Âsim,16 Ibn
Hibbân17 ve Hâkim18.
5-Ebû Hureyre
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her kim,
itaatten çıkar, cemaatten ayrılır ve bu hal üzere ölürse, artık onun ölümü
cahiliyyel ölümüdür."
Sahih Hadis19 Müslim^.
6-Nu'mân b. Beşîr
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(15) Bkz. d-Elbânl, Zılâlu'l-Cenne,
1/43, H.No: 89.
Si hileni'1-Ehâclîsi's-Sahîha, 2/81,
H.No: 542. Sahîhu'l-Câmii's-Sağlr, 1/686, H No: 3058.
(16) es-Sünne, 1/43, H.No. 89.
(17) el-îhsân fî Sahihi Ibni Hibbân,
10/423, H.No: 4559.
(18) el-Müstedrek ala's-Sahihayn,
1/206, H.No: 411
(19) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'UCenne,
1/43, H.No:90.
Silsiletıj'1-Ehâ-dîsi's-Sahîha, 2/677,
H No: 983. Sahihu'I-Camifs-Saglr, 2/1070, H.No: 6227. Muhtasaru Sahihi Müslim,
s.329, H.No: 1232.
(20) es-Sahîh, 3/1476, H.No: 1848/53.
12
"Cemâat rahmet,
fırka (ayrılık) ise azaptır."
Sahih Hadis21 Ahmed22
ve Ibnu Ebî Asım23.
7-Hâris b. Beşîr
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Size beş şeyi
emrediyorum: (idarecilerinizin emir ve isteklerine karşı) tam bir dinleyiş ve
itaat, cemâate bağlılık, hicret ve cihat."
Sahih Hadis24 Ahmed25, Ibnu Ebî Âsim26
ve Tir-mizî.27
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem, gerek mü'minlerin bölük pörçük olmaları ve gerekse
müs-lümanlarm cemâatinden ayrılma hususunda, yapılabilecek en güzel şekilde
uyanlarda bulunmuş ve bu işleri işleyenlerin âhirette en ağır cezalarla karşı
karşıya kalacaklarım bildirmiştir.
Bakınız O, bu hususla
neler söylemektedir:
8-Abdullah b. Amr
radiyallâhu anhuma'dan:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve seliem şöyle buyurmuştur:
(21) Hasen Bir tsnadla Bkz. el-Elbânî,
Ziiâh.ı'1-Cenne, 1/44, H.No:93.
Sahîhu'l-Camü's-Sağîr, 1/597, H.No: 3109.
(22) el-Müsned, 4/278, 375.
(23) es-Sunne, 1/44, H.No:93.
(24) Bkz. el-Elbânî, Zılalu'I-Centıe,
2/482, H.No: 1036. el-Mıskât, 2/1091, H.No:3694.
(25) el-Musned, 5/344.
(26) es-Sünne, 2/482, H.No: 1036.
(27) es-Sünen, 5/136-137.H No: 2863.
13
"Benim
sünnetimden yüz çeviren benden değildir."
Sahih Hadis28 Buharı29
ve Müslim30.
9-Abdullah b. Ömer
radiyallâhu anhuma'dan:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyİe buyurmuştur:
"Kim elini
((derecisine) itaat etmekten geri çekerse, artık o kimse için kıyamet günü
(ortaya koyabileceği) bir delil yoktur."
Sahih Hadis31 Ahmed32 ve Ibnu Ebî
Âsim33.
10-Arfece el-Eşca'î
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: -
"Siyasi idarî
işiniz tek bir adam üzerinde birlik vej vahdet hahnde iken, sîzlere biri
gelirde birliğinizi parçala--yıp gücünüzü kırmak yahut topluluğunuzu bölmek
isterse, onu hemencecik ö/dürün."
Sahih Hadis34 Müslim35.
(28) Bkz. el-Elbam, Zılâlu'l-Cenne,
1/31, H.No: 61,62.
Muhtasaru Sahihi Müslim, s.207, H.No:
795.
(29) es-Sahih, 10/130, H.No:5063 Enes
b. Mâlik radîyallâhu anh'den.
(30) es-Sahih, 2/1020, H.No: 1401/5
(31) Bkz. el-Elbâm, Zılalu'l-Ceıme,
1/44, H.No: 91; 2/498, H.No: 1075.
Silsüetu 1-Ehâdis's-Sahîha, 2/677,
H.No: 984.
(32) el-Müsned,
2/70,83,93,97,111,123,133,154 muhteliflafızlarla.
(33) es-Süntıe, 1/44, H.No: 91; 2/498,
H.No: 1075.
(34) Bkz. el-Elbâm, Zılalu'l-Ceıme,
2/512, H.No: 1108.
Muhtasam Sahihi Müslim, s. 329,
H.No:1234. Tahrîcu Islâhi'l-Mesâcid, H.No: 61. Sahîhu'l-Camii" s-Sagîr,
1/677, H.No: 3621, 3622.
(35) es-Sahîh, 3/1480, H.No: 1852/60.
14
Uzun olur korkusuyla,
bu babla ilgili burada zik-redemediğimiz daha pek çok hadisi terketmek zorunda
kaldık (Okuyucunun dikkatine sunulur.) Allah başarıya ulaştırandır.
Bilindiği gibi cemâat,
ancak üzerinde müslü-manlann sözünün birleştiği imam (idareci) ile dosdoğru
olabilmekte, imamın (idarecinin) otoritesi ise ancak ona itaatle
sağlanabilmektedir. Bu nedenle Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem
yönetilenleri, yönetenlerine itaat etmekle emretmiştir. O, sallallâhu aleyhi ve
sellem suni an söyler:
11-Enes b,Mâlik
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sizin aranızda
Allah'ın kitabıyla hükmettiği müddetçe, size; bası üzüm salkımı gibi olan
Habesli bir köle bile idareci tayin edilse, siz (yine de) (onu) dinleyiniz ve
fona) ifaat edinip,"
Sahih Hadis36 Buhârî,37
12-Ebû Hureyre
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü sallallâhu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Bana itaal eden
Allah'a ilaat etmiş, bana isyan e-den ise Allah'a isyan etmiştir, idarecisine)
itaat eden bana itaat, etmiş, ona isyan eden ise bana isyan etmijtic"
(36) Bkz. el-Elhâm, lrvâu'1- Galll,
8/107, H.No: 2455.
(37) es-Sahîh, 15/16, H.No: 7142.
15
Sahih Hadis38 Buharı39 ve Müslim40.
13-Abdullah b. Ömer
radiyallâhu anhuma'dan:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Müslüman kişinin
ma'siyetle (günah şeylerle) em-redilmediği sûrece hoşlandığı ve çirkin gördüğü
şeylerde (idarecisini) dinlemesi ve (ona) itaat etmesi gereklidir. Eğer
ma'siyetle emredilirse dinlemek ve itaat etmek yoktur."
Sahih Hadis41 Buharı42 ve Müslim43.
14- Avfb. Mâlik
radiyıllâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Haberiniz olsun
ki, kim ki başına bir vali (idareci) tayin edilirde, önün Allah'a karsı
işlenmiş ma'siyetle f den bir şeye yöneldiğini görürse, peşinden gittiği bu
ma'siyeü çirkin görsün Jakat elini ona itaattende sakın geri çekmesin."
Sahih Hadis44
Müslim43.
(38) Bkz el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne. 2/493-494,
H.No:1067, 1068.
Muhtasara Sahîhi'l-Buhârl, 2/307, H.No:
1298. Muhtasaru Sahihi Müslim, s.327 H No' 1223 Irvâu'l-Galil, 2/120, H.No:
394. Sahîhu'l-Câmıi's-Sağîr, 2/1044, H.No: 6044
(39) es-Sahih, 6/217, H.No: 2957; 15/3,
H.N<r 7137
(40) es-Sahîh, 3/1466, H.No'1835/32,33.
(41) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahihi
Müslim s 327 H No- 1226
(42) cs-Sahîh, 15/16, H.No: 7144.
(43) es-Sahlh, 3/1469, H.Ko: 1839/38.
(44) Bkz. el-Elbânî, Zılalu'l-Cenne,
2/495, H.No: 1071.
Muhtasara Sahihi Müslim, s.328, H.No:
1228. Silsifetül-Ehâdîsi's-Sahîha, 2/576, H.No: 907. Sahîhu'I-Câmii's-Sağîr,
1/619, H No. 3258
(45) es-Sahih, 3/1482, H.No. 1855/66.
16
15-Huzeyfe b. el-Yemân
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle dedi:
"Benden sonra,
benim hedyimi (doğru yolumu) yol olarak görmeyen ve benim sünnetimi sünnet
edinmeyen idareciler olacak. Sonra onlar arasında, kalpleri şeytan kalpleri
olan, insan suretine (bedenine) bürünmüş kişiler sıyrılıp çıkacaklar. Dedim ki:
Onlara ulaştığım zaman nasıl yapayım? Şöyle cevap verdiler: Sırtını dovse ve
malını aha bile. dinler ve itaat edersin."
Sahih Hadis46 Müslim47.
16-Abduilah b. Ömer
radiyallâhu anhuma'dan:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Bize silah çeken
bizden değildir."
Sahih Hadis48 Buhârî4^
ve Müslim50.
17-el-lrbâd b. Sâriye
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem, bize hutbe îrâd etti ve şunları söyledi:
(46) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahihi
Müslim, s 328, H.No:1231.
(47) es-Sahîh, 3/1476, H.o: 1847/52.
(48) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahîhi
Müslim, s. 329, H.No: 1235. el-Mişkât, 271045, H No' 3520. Imânu Ebî Ubeyd,
H.No: 71. Sahîhu'l-CâmiiVSagir, 2/1068, H.No: 6217, 6218.
(49) es-Sahîh, 14/172, H.No: 6874;
14/517, H.No: 7070, 7071 Ebû Musa el-Es'arî radiyallâhu anh'den.
(50) es-Sahih, 1/98, H.No: 98/161,
100/163 Ebû Musa el-Es'arî radiyallâhu anh'den.
1/98, H.No. 101/164, Ebû Hureyre
radiyallâhu anh'den.
"Allah'tan
korkun. (Başmıza) Habesli bir köle dahi tayin edilse, dinleyiniz ve itaat
ediniz. Zira sizin içinizden yasayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir (O
halde) sizlere lâzım olan, benim sünnetim ve benden sonra gelen râ-sit (hak
yolunda olan) hal i/elerimin sünnetidir."
Sahih Hadis51 Ebû Dâvud52, Tirmizî53 ve
Dâri-mî.
18-Ubâde b. es-Sâmit
radiyaİlâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Her kim ki,
Allah'a, hiçbir şeyi sirk koşmadan ibâdet (kulluk) eder, namazı (dosdoğru)
kılar, zekâtı (lıak-kıyla ) verir ve (idarecisini) dinler ve (ona) itaat
ederse, cennetin sekiz kapısından islediği herhangi birinden girsin."
Sahih Hadis55 Ahmed56, Ibnu Ebî Asım57
ve Ta-berânî.38
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecileri dinleyip onlara itaat etmekle ilgili
hadisle-
(51) Bkz.el-Elbanî, Zılâlu 'I-Cennc,
1/29, H. No:31, 54. el-Mı$kât, 1/58, H. No 165. Irvâu'I-Galîl, 8/107, H.
No:2455. Şerhu't-Tahâviyye, s.383,H. No:501; s-485, H-No:715.
Sahihu'I-Câmii's-Sagîr, 1/499. H. No:2549.
(52) es- Sünen, 5/13-14, H.No:4607.
(53)
es- Sünen, 5/44, H.No: 2676.
(54) es- Sünen, l/44,H.No:95.
(55)Bk:. el-Elbâni, Zılâlu'l-Cenne,
2/454, H.No:968; 2/479, H.No:1027
(56) el- Müsned, 5/325.
(57) es- Sünne, 2/454, H.No:968; 2/479,
H.No:1027.
(58) Bkz. Heysemi, Mecmau'z- Zevâid,
5/216.
18
rin, takva sahibi
imamlarla (idarecilerle) ilgili olduğu kadar, fâcir (günahkar) imamlar hakkında
da geçerli olduğunu gayet net olarak açıklamıştır. Buraya kadar geçen tüm
hadisler bizlere, idarecilerden bir kısmının ortaya koyduğu işlerin kabul
edilebilecek özellikte, diğer bir kısmının ortaya koyduklarının ise inkar
edilebilecek özellikte olduğunu, bununla birlikte, onların; Allah Rasûlü'nÜn
yolunu yol olarak görmediklerini ve O'nun sünnetini sünnet olarak
edinmediklerini haber vermektedir.. Bu da gayet açıktır.
Bu hususu Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sel-lem'den gelen daha pek çok hadis desteklemektedir.
Bazıları şunlardır
19-Adiyyb. Hatim
radiyaİlâhu anh'den: "Kendisi dedi ki: Dedik ki: Ey Allah Rasûlü! Biz sana
Allah'tan korkan (muttaki) (idarecilere) itaati sormuyoruz. Aksine biz sana
şöyle şöyle (yaptıkları kötülükleri Zikretti) yapanları soruyoruz? Bunun
üzerine Allah Rasûlü sallaUâhu aleyhi ve sellem söyle cevap verdiler;
"Allah'tan
korkunuz, (idarecilerinizi) dinleyiniz ve (onlara) itaat ediniz."
Sahih Hadis59 Ibnu Ebî Âsim60.
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilere özel hususlarda, gizliliği asıl kabul
etmiş ve bu gizliliğin bozularak, onlarla ilgili şeylerin ulu or-
(59) Bkz. el-Elbâni. Zılâlu'l- Cenne,
2/494, H.No:1069. (00) es-Sünne, 2/494, H.No:1069.
ta söylenmesini
yasaklamıştır:
20-Abdullah b. Ömer
radiyallâhu anhuma'dan: "Bir adam Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e
geldi ve bana (bir şeyler) tavsiye et dedi. O'da bunun üzerine kendisine şunu
söyledi:
"(idarecini) dinle
ve (ona) itaat et. Sana (sözlerinde ve işlerinde) açık-seçik olman yakışır.
Gizli şeylerden ise kaçın."
Sahih Hadis61 Ibnu Ebî
Âsim62.
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilere karşı çıkmanın iki durum dışında caiz
olmadığını kesin bîr dille ifâde etmiştir.
Bu iki durum
şunlardır:
a) Onların (sözlerinde
yada işlerinde) açık bir küfrün ortaya çıkması (ve açık olan bu küfrün
tes-bitinde yanımızda Allah'ın kitabından yoruma yer bırakmayan acık bir
delilin bulunması.)*
b) Müslümanların namaz
kılmalarım yasaklamak.
Bu iki durumu ifade
eden hadisler şunlardır:
21-Ubâde b. es-Sâmit
radiyailâhu anh'den:
"Biz Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem'e, gizli ve açık olan şeylerde, (onu) dinlemek
ve(ona) itaat etmek, zorlukla, kolaylıkta ve başkalarının bizim üzerimize ter-
(61) Ceyyid Bir Isnadla. Bkz. el-EMni,
Zılâlu'I- Ceıme, 2/494-495, H.No:1070
(62) es- Sütme, 2/494-495, H.No:1070.
* Parantez içindeki
cümle çevirenin hükmü tamamlayıcı ekidir.
20
cih edilmesi
hallerinde onun nafakasını sağlamak, imaret sahibi olan kimselerle emirlik
hususunda çekişmemek üzere bey'at edip söz verdik. Ancak emir sahibinde açık
bir küfür görmemiz hali müstesnadır ki, bu haldede onun küfrü hakkında
yanımızda, Allah'tan (yâni kitabından) açık bir delilin olması gereklidir."
Sahih Hadis63 Buharı64 ve Müslim65.
22-
“Ümmü Seleme
radiyailâhu anha'dan:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Benden sonra
(ileride) Öyle idareciler olacak ki, siz onları (ve onların bazı islerini)
bilip tanıyacaksınız, (bazılarını ) ise inkar edeceksiniz.lşte her kim (o
yaptıklarını) inkar ederse (onlardan) ber'idir yâni uzaktır. Her kimde
(yaptıklarını ) hoş görmezse (ortaklık suçundan) kıtrtulur.Fakat kimde razı
olur ve (onlara) uyarsa ! (işte o zaman hem günahtan uzak olamaz hem de
ortaklık suçundan kurtulamaz). Bunun üzerine dediler ki: Onları kılıçla alaşağı
edelim mi? Rasüllullah sallallâhu aleyhi ve sellem onlara:
"Hayır, içinizde
namaz kıldıkları sürece hayır" dedi"
Sahih Hadis66
Müslim67.
(63) Bkz. el-Elbâni, Zılâlu'l- Cenne, 2/480,
H.No:1029, 1030, 1031. Muhtasarı Sahihi Müslim, s. 326 H.No-1221.
(64) es- Sahîh, 14/494, H.No:7056.
(65) es-Sahîh, 3/1470, H.No:1840/42.
(66) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne,
2/501, H.No:1083.
Muhtasaru Sahihi Muslini, s 328, H.No:1229. Sahîhu'l- Camii's- Sağîr,
1/677, H.No;3618.
(67) es-Sahîh, 3/1480-1481,
H.No:1854/62, 63, 64.
.:.\. Rasûlullah
sallallâhu aleyhi ve sellem idarecilerin günah işlemeleri ya da nasihate
gereksinim duyulan herhangi bir işin belirmesi durumunda, onlara nasihatte
bulunmayı emretmiştir:
23-Temîm ed-Dârî
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"'Din
nasihattir.' Dedik ki, kimin için Ey Allah'ın Rasûlü? Dediler izi: 'Allah için,
kitabı için, rasûlü için, müslümanların idarecileri için ve miisîiimanlann
hepsi
için.'"
Sahih Hadis6S
Müslim09.
24-Zeyd b. Sabit
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üç haslet
(meziyet) vardır ki, müslüman bir kişi onlara sahip olduğu sürece kalbi kin,
hıyanet ve husûmet (düşmanlık) beslemem: Ameli, (am bir ihlasîa sırf Allah
rızası için islemek, müslümanların başındaki yöneticilere hayır dilemek ve
mttsîümanlarm cemâalindan ayrılma-
(68) Bkz. el-Elbânl Zılâlu'l- cenne,
2/505, H.No:1090, 1091.
Muhtasara Sahihi'1- Buhârî, 1/22,
H.No:41. Muhtasaru Sahihi MusKm, s.324, H.No.1209. Gâyetu'l- Meram, s. 160,
H.No:332. lrvâu'1- Galîl, l/Ğ2,H.No:25 Sahilıu'l- CâmüV Sağır, 1/642, H.No3417.
(69) es- Sahih , 1/74-75, H.No:55/9S,
96.
Ayrıca bkz. Buhârl, es- SaMh, \J
186-189, H.No:57, 5C Cerîr b. Abdillah radiyallâhu anh'den; Müslim, es- Sahîh,
1/75, H.No:55/ 97, 98, 99, Cerîr b. Abdillah radiyallâhu anh'den.
22
mak. Çünkü müslüman
cemâalinin daveti, arkalanndaki-leri de haplar."
Sahih Hadis70 Sünen
Sahipleri71.
RasûluUah sallallâhu
aleyhi ve sellem, idarecilere sövüp saymayı, onlara karşı riyakârlıkta
bulunmayı ve onlan kandırmayı yasaklamış, tam tersine onlara uygun bir lisanla
nasihat etmeyi ve onlar hakkında sâlih dualarda bulunmayı emretmiştir.
imam Tahâvî (Allah
kendisine rahmet etsin) bu hususta, ümmetin kabulüne mazhar olmuş, (mezhebinin
imamı, Imam-ı Ebû Hanîfe'nin i'tikâdını-ki zaten bu Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in
l'tikâdıdır-derlediği)* el-Akîdelü't-Tahâviyye adlı meşhur eserinde şunları
söyler:
"Müslüman emir
sahiplerine ve imamlarımıza karsı, haksızlıkta bulunsalar dahi karşı çıkmayı
uygun görmeyiz ve onlar aleyhine dua etmeyiz. Onlara itaatten el çekmeyiz.
Onlar bize günah işlemeyi emretmedikçe, onlara itaati Allah'a itaat dairesinde
farz görürüz. Allah'a karşı gelmeyi bize söylemedikleri sürece, onlara
iyi ve afiyette
olmaları için dua ederiz."72
(70) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l- Cenne,
1/45, H.No: 94.
Sahîhu't- Tergîb, 1/112- 113, H.No: 83,
84-, 85, 86.
(71) Bkz. Ebû Dâvûd, es- Sünen, 4/68,
H.No:3660 Zeyd b. Sabit radiyallihu anh'den.
Tinnızî, es- Sünen, 5/33, H.No: 2656,
Zeyd b. Sabit radiyallâhu anh'den.
5/33, H.No- 2657, Ibn Mes'ûd
radiyallâhu anh'den.
5/34, H.No: 2658, Ibn Mes'ûd.
Ibn Hibbân, el-lhsân, 1/270, H.No: 67,
Zeyd b. Sabit radiyallâhu anh'den.
1/268, H.No: 66, Ibn Mes'ûd. 1/271,
H.No; 68, Ibn Mes'ûd 1/271, H.No: 69, Ibn Mes'ûd.
(72) Bkz. Ibnu Ebî'l- t'zz el- Hanefî,
Şeıhu'İ- Akîdeti't- Tahâviyye
(thk. el-Elbânî), s.
379. * Parantez içindeki cümle, çevirenin ekidir.
23
25-Enes b. Mâlik
radiyallâhu anh'den: "Muhammed salîallâhu aleyhi ve sellem'in ashabından
büyüklerimiz bizleri (bazı şeyleri söylememiz ve yapmamız hususunda)yasaklar ve
Rasûlullah salla!lâhu aleyhi ve seHem'irt şöyle buyurduğunu söylerlerdi:
"idarecilerinize sövmeyiniz, onları aldatıp kandırmayı n iz ve onlara
bu.gzetm.eyiniz. Allah'tan korkunuz ve sabrediniz. Zira emir (idarecilerinizin
zulmünden kurtulmanız) yakındır."
Sahih Hadis73 îbnu Ebî
Âsim74.
26-Ebû Bekre
radiyallâhu anh'den: AHah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Sultan Allah'ın
yeryüzündeki göîgesidir Kim onu
(sultanı) küçümser ve
hakir görürse Allah'da onu küçümser ve hakir görür. Kim de sultanına ikramda
kusur etmezse, Allah'da ona ibramda kusur etmez."
Sahih Hadis75
Ahtned76, îbnu Ebî Âsim77, Tayâli-sî78, Tirrnizî79 ve Ibn Hibbân80.
27-Muâz b.Cebel
radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(73) Ceyyid Bir Isnadla. Bkz.
el-Elbâıü, Zılalu'l- Cenne, 2/474,
H.No; 1015. (71) es- Sünne. 2/474,
H.No: 1015.
(75) Hasen Hadis, Bkz, el-Elbânî,
Zılâlu'l - Cenne, 2/475,
H.No-,1017.
Silsiletü'-Ehâdîsi's-Sahiha, 5/375,
H.No: 2297.
(76) el-Müsned, 5/42,49.
(77) es- Sunne, 7J 475, H.No: 1017; U
478, H.No:1024.
(78) el- Müsned, 21 167 (Zılâlu'l-
Çetine). Farklı bir lafız için bkz.
aynı eser, 4. cüz, s. 121, H.No: 887.
(79} es- Sünen, 4/502, H.No:2224. (80) es-Sika t, 4/259.
"Beş şey var ki,
kim bu beş şeyden birini yaparsa Allah'ın (azabına) karşı kendini sağlama almıs
olur;Hasta ziyaretinde bulunan veya cenazeye iştirak eden veya (Allah yolunda)
gazaya çıkan veya İdarecisinin huzuruna onu (yaptığı işlerden dolayı) azarlayıp
terbiye etmek ve ona saygı göstermek için giren yada evinde oturup, İnsanların
kendisinden kurtulup salim olduğu kimse".
Sahih Hadis81 Ahmed82, îbnu Ebî Âsim83,
Bez-zâr04, Hâkim85 ve Taberânî80.
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem idarecilere yapılabilecek nasihatin niteliğini ve
bu nasihatin insanların gözleri önünde cami minberlerinde ve kürsülerinde ulu
orta yapılamayacağını belirtmiştir:
28-lyâd b. Ganem
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim sultanına
nasihat etmek isterse, bunu (insanların gözleri önünde) ulu orta yapmasın. Tam
tersine onu eliyle (kimsenin bulunmadığı bîr yere) (utup, çekip götürsün . Eğer
(sultan) onu dinlerse ne âla. Yok eğer dinfemez-
(81) Bkz. el-E!bâm, Zılâlu'l- Cenne,
2/476, H.No:1021. Sahîhu't- Tcrgîb ve11- Terhîb, 2/166. Sahîhu'l- Camii's-
Sagîr, 1/618, H.No: 3253.
(82)el-Müsned,5/24L
(83) es-Sünne, 2/476, H.No: 1021.
(84) el- Müsned. H.No: 1649 (Bkz.
Zılâlu'l- Cenne, 2/476 H.No: 1021).
(85) el- Müstedrek ala's- Sahîhayn,
1/331, H.No: 767; 2/99, H.No: 2450.
(86) el- Mu'cemu'l- Kebir, 20/37-38,
H.No: 55
se o üzerine düşeni
yerine getirmiştir."
Sahih Hadis87 Ahmed80,
Ibnu Ebî Âsımöy, Hâkim90 ve Bey haki91.
29-Ubeydullah b.
el-Hıyâr radiyallâhu anh'den:
"Usâme b. Zeyd'e
geldim ve 'Osman b. Ajfân'a, Ve-lîd'c fıad uygulaması için nasihat ta
bulunmuyor musıın?' dedim. Usâme bunun üzerine şöyle dedi: 'Sen benim ona,
sadece sizin önünüzde nasihat ettiğimi mi sanıyorsun? Vallahi ben ona, ikimiz
arasında geçen (pekçok) konuşmada, açık söyleyip de bir şerr (fitne) kapısı
açmaksızın, nasihat etmişimdir ve ben o kapıyı ilk açan kişi olmam.'"
Sahih Eser92 Buharı 93
ve Müslim94.
Kanun koyucu (Allah ve
Rasûlü), idareciler, kendilerine yapılan nasihatleri dinlemeseler hile onlara
karşı çıkmaya izin vermemiş, tam tersine onlara sabretmeyi emretmiştir. Bunun
sonucu olarak işlenen şeylerin günahından da idarecileri sorumlu tuttuğunu
haber vermiştir. Onlara nasihat eden ve meşru yolları kullanarak onların
işledikleri ma'si-yetleri inkar eden kimse, günahtan kaçıp kurtulan kimsenin ta
kendisidir:
(87) Bkz el- Hbanî, Zılâlu'l- Cenne,
2/507, H.No:1096.
(88) el- Müsncd, 4/403-404.
(89) es- Süntıe, 2/507, H.No: 1096.
(90) el- Mııstedrek ala's- Sahihayn,
3/329, H.No:5269.
(91) es- Sünenü'l- Kubrâ, 8/164. Farklı
bir lafızla.
(92) Bkz. el- Elbânî, Muhtasara
Sahihi'1- Buharı, 2/393, H.no: 1405. Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 330, H.No:
1238.
(93) es- Sahih, 6/481, H.No: 3267,
14/548-549, H.No. 7098.
(94) es- Sahih, 4/2290, H.No 2989/51.
26
30-VâiI b. Hucr
radiyallâhu anh'den: "Dedik fer Ey Allah'ın Rasûlü! Haklarımızı yasaklayan
fakat kendi haklarını bizden isteyen idarecileri başımızda görsen (ne
yaparsın?): Kendisi bunun üzerine söyle dediler: '(Onları) dinleyiniz ve
(onlara) itaat ediniz- Zira anlar kendi yükümlülüklerinden sorumludurlar,
siz/er de kendi yükümlülüklerinizden sorumlusunuzdur." • Sahih Hadis95 Müslim96.
31-Encs b. Mâlik
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu :
"Benden sonra
sizler, yakında (böyle dünya işlerinde) başkalarının size tercih edildiği
zamana kavuşacaksınız. (Bununla beraber) sizler (kıyamet günü) (Kevser)
havuzunun başında bana kavuşuncaya dek sabrediniz."
Sahih Hadis97 Buhârî98
ve Müslim99.
32- Ebû Hureyre
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasûlü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"(Benden sonra)
halijcler olacak ve bunlar çoğalacaklar. (Ebû Hureyrc) dedi ki: Biz dedik ki:
(O halde) bize
(95) Bkz. el- Elbani. Zılâlu'l- Cenne,
2/501-502, H.No: 1084.
Mu h tasanı Sjhîhi Müslim, s. 327,
H.No: 1227. Sahîhu'l- Câmiı's- Sagîr, 1/229, H.No. 984.
(96) es- Sahih, 3/1474, H.No-
1846/49.50.
(97) Bkz. el- Elbani, Zılâlul- Cenne,
2/510, H.No: 1102.
Muhosaru Sahihi Müslim, s. 328, H.No.
1230. Sahîhu'l- CâmiiV Sagîr, 1/457-458, H No:2309.
(98) es- Sahîh, 14/494, H No: 7057.
(99) es- Sahîh, 3/1474, H.No: 1845/48.
neyi emredersin?
Rasûllldh sallallâhu aleyhi ve seüem şöyle cevap verdiler: "ilk olan
halifeye yapmış olduğunuz bey'atmıza sâdık kalın ve onlarla ilgili yapmakla
yükümlü olduğunuz şeyleri yerine geürin.Zira muhakkak ki Allah onların sizlerle
ilgili olan yüküm l ulufelerinden onları hesaba çekecektir."
Sahih Hadis100
Buhâri101 ve Müslim102.
33- Muâviye b. Ebî
Süfyân radiyallâhu anhu-ma'dan:
"Ebû Zer Kebzeye
doğru yola çıkınca, İrak'tan bi-nekü gelen insanlar onu karşıladı la r ve söyle
dediler: Ey Ebâ Zerr! Bize insanların, altında sana geldikleri bir sancak çıkar
Ebû Zerr bunun üzerine onlara söyle dedi: Yavaş! Yavaş/ Ey Ehl-i islam/ Zira
ben Rasûîullah sallalîâhu aleyhi ve selîem'i söyle derken işittim: "Benden
sonra bir sultan gelecek. Siz onu yüceltiniz. Zira her kim onun (sultanın)
zayi/ ve zelil olmasını islerse, muhakkak ki o, islam'da bir gedik açmıştır.
Üstelik o kimsenin (evbesi, islam'da açtığı bu gediği eski (sağlam) haüne
döndürünceye kadar kabul de olmaz."
Sahih Hadis103
Ahmed104 ve Ibnu Ebî Âsim105.
34- Ebû Zerr
radiyallâhu anh'den:
(100) Bkz. el- Elbânî, Zılllu'l- Cenne,
2/498-499.
Irvâu'l- Galtl, 8/127, H.No: 2473.
Muhıasaru Sahihi'1-
Buhârl, 2/444,
H.No: 1465.
Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 322, H.No:
1198.
(101) es- Sahîh, 7/170, H.No: 3455.
(102) es- Sahîh, 3/1471-1472, H.No:
1842/44.
(103) Bkz. el- Elbânî, Züâlu'l- Cenne,
2/499, H.No: 1079.
(104) el-Müsned, 5/165.
(105) es- Sürme, 2/499. H.No: 1079.
28
"Ben mescitte
uyurken, Rasûllullah sallallâhu aleyhi ve sellem bana geldi ve şöyle dedi:
"Mescitten (zorla) cıfcarıhrsan ne yaparsın?" Dedim ki: Jam'a
giderim. O, "peki Şam'dan da (zorla) çıkartırsan ne yaparsın" dedi.
Ben kendisine: 'Kılıcımı kuşanır ve onunla vuruşurum Ey Allah'ın Rasulü' dedim.
Bunun üzerine o bana şöyle dedi: "Ben bundan daha hayırlı ve doğruya daha
yakın bir şeyi sana göstereyim mi? Dinler; itaat eder ve seni nasıl güderlerse
sende öylece güdülürsün."
Sahih Hadis106
Ahmed107, Ibnu Ebî Asım10», Dâ-rimî109velbnHibbân110.
Rasûlullah sallallâhu
aleyhi ve sellem, idarecilerde olduğu gibi, kötü ve çirkin şeylerin yayılmasını
amaçladığı için, cami minberlerinde ve sohbet edilen diğer meclislerde,
insanların ayıplarını ve hatalarını ilan edip yaymayı da hoş görmemiştir. Çünkü
Allah Sııbhânehü ve Teâlâ, kutsal kitabında, çirkin şeylerin yayılmasını şu
ayetiyle yasaklamıştır: "inananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını
arzulayan kimseler için dünyada da âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah
bilir, siz bilmezsiniz." (Nur, 19)
35- Ebû Hureyre
radiyallâhu anh'den:
Allah Rasulü
sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(106) Bkz el-
Elbânî, Zılâlu'l- Cenne, 2/497, H.No:1074.
(107) el- Mtisned, 5/144, 156, 6/457.
(108) es- Sürme. 2/497, H.No: 1074.
(109) es-Sünen, 1/379, H.No: 1399.
(110) el- ihsan fi Tertibi Sahihi Ibni
Hibban, 15/52-53, H.Noı 6668
"Kişi, İnsanlar
helak oldular dediği zaman, o onları helak etmiştir"
Sahih Hadis111
Müslim112
Rastılullah sallallâhu
aleyhi ve sellem, fitne ateşini alevlendirip yaymayı ve ne kadar küçük olursa
olsıın, fitnelerin yayılmasına neden olan şeyleri, kesin bir dille
yasaklamıştır. O, ümmetin üzerinde dönüp dolaşan bu fitnelerin, hiçte hayra
alâmet olmadıklarını bildirmiştir. Allah Rasülü, müslü-manlara karşı silah
kullanmayı veya silah kullananlara katılmayı özellikle yasaklamıştır. Hele hele
müslümanlar arasında dönüp dolaşan bu fitneler, mevcut kurulu düzeni yıkmak ve
dünyevî makamları elde etmek için baş göstermişse durum daha da vahimdir:
36- el-Mikdâd b.
el-Esved radiyallâhu anh'den: Allah Rasülü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
"Gerçekten saîd
(mutlu) olan fcişi, fitnelerden uzaklaştırılan ve belaya uğrayıp iyice sabreden
kimsedir. Ne kadar güzel, ne kadar hoş bir şey."
Sahih Hadis113 Ebû
Dâvûd.114 * * *
Bu kısa fakat özlü
araştırmayla ilgili yer verdiği-
(111) Bkz el- Elbânî, Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 476,
H.No:
1823.
Sahîhu'l-Edebi'l-Mufred, s.284, H.No:
583. Sahîhu'l- Câmii's- Sağlr, 1/183, H.No: 712 (l 12) es-Sahîh, 4/2024, H.No
2623/139.
(113) Bkz. el- Elbâni. Silsile tül-
Ehâdîsi's- Sahiha, 2/666, H.No:975. Sahîhu'l- Câmii's- Saglr, 1/337, H.No:1637.
(114) es- Sünen, 4/460, H.No: 4263.
Ayrıca bkz, Ahmed, el- Müsned, 1/327.
3ü
miz hadislere, imam
Şevkânî'nin es-Seylü'l- Cerrar adlı eserinin, Kitâbu'l- Bağy bölümünde dile
getirdiği şu sözlerle son veriyoruz:
"Bâgî; imama
itaatten çıkan kimsedir. O, basiretsiz bir şekilde, muhatabına nasihat etme
gayesi gütmeden, imamının müslümanların işlerini görmesini boş yere engeller...
imamlar zulümde hangi dereceye varmış olursa olsunlar..." kendilerinden
apaçık bir küfür sâdır olmadığı sürece onlara karşı ayaklanmak caiz değildir.
Bu mânâda varit olan hadisler mütevâtırdirler."*15
Bu sözü O'ndan Allâme
Muhammed Sıddîk Hân er-Ravdatü'n-Nediyye adlı eserinin Kitâbu'l-Bağyi
ala's-Sultân (Sultana Karşı Haddi Asıp Heri Gitme Kitabı) bölümünde
naklettikten sonra herhangi bir eleştiri getirmeden olduğu gibi ikrar etmiştir.
Son olarak, tüm islam
da ve tç ilerini; yöneticilerle başbaşa kalma ve onlara karşı riyakarlıktan
uzak durma hususlarında Allah ve Rasûlü'nün emir buyurduğu şeylere sımsıkı
sarılmaya, durum ve görüşleri ne olursa olsun Allah ve Rasûlü'nûn önüne
kesinlikle geçmemeye davet ediyorum.
Şâir şöyle der:
Muhammed'in sözü
yanında her sözü bırakın, Dininden emin olmayan tehlikede olan gibidir. Azîm
olan Allah'tan, bizleri;rızasını kazanmak
(115)4/556.
* Sevkânî'nin sözünün
tamamı için bkz. s.2,3 (çeviren).
31
için sâlih amel
işleyen ve Rasûlü'nün yolu üzere çabalayıp gayret sarfeden kullarından kılmasını
diler,gerek açsğa çıkmış ve gerekse kapalı kalmış fitnelerden bizleri
uzaklaşlırıp korumasını yine O'ndan niyaz ederim.
Ârnîn..,
Zira O, şüphesiz tüm
bunları üzerine alan ve her şeye güç yetirendir.
Allah'ın selamı,
peygamberimiz Muhammed, O'-nun Âli ve Ashabına olsun.
DAVA ADAMI NASIL OLMALIDIR
Davasına gönül veren "bir ferdin, bir
şahsın, bir müslümanın vasıfları neler olmalıdır, kendisini nelerle teçhiz
etmelidir. Bunu izah edip, bunun üzerinde durup, bunu anlatmaya gayret
göstereceğiz.
Çünkü, bir ferdin, bir müs-lümanın karakter ve
kabiliyeti ne boyutta ise, ilmi ve irfanı hangi seviyede ise, o boyutta ve
seviyede bir cemaati oluştururlar.
Şuurlu ve basiretli fertler, şuurlu ve basiretli
cemaatleri oluştururlar.
Davasını ve gayesini iyi bilen fertler, onun
yeryüzüne hakim olması için gayret gösteren kişiler, davasını ve gayesini iyi
bilen cemaatleri oluştururlar, onu yeryüzüne hakim kılacak cemaatleri teşekkül
ettirirler.
Ve gayesine ve davasına gönül veren gerçek dava
erleri de, unutmayalım ki, davasına gönül veren ve onu samimiyetle omuz-layan
cemaatleri meydana getirirler
Evet, madem ki
"Cemaatsiz İslâm olmaz" ise, "Cemaati iltizam şart" ise, o
halde cemaati iltizam edecek olan
fertlerin konumu ve yapısı da o derece önemlidir.
İşte bunun İçindir ki biz de bu yazımızda "
gerçek bir dava erinde" bulunması gerekli olan vasıfların neler olduğunu
izah etmeye gayret göstereceğiz.
Gerçek
bir dava ehli
olan kimsede bulunması gerekli
olan önemli vasıflardan birisi: "....DAVASINI
VE GAYESİNİ İYİ BİLMELİDİR..."
Gayesini iyi bilen kimseler, gayesini iyi bilen
cemaatler meydana getirirler. Onun için, Akıllı ve basiretli bir müslüman
davasını ve gayesini iyi bilen bir müslüman olmalıdır. Davasına, bir bankası
veya tabi olduğu cemaatin lideri doğru dediği için doğru demesinden ziyade, o
davarım Kitap ve Sünnet çizgisinde,, doğru olduğuna kanaat ve delil
getirmelidir.
İyi bilmelidir ki. delilsiz körü körüne takip
edilen .gayeler ve davaların akıbetleri de kördür.
Yine iyi bilmelidir ki; "Sadık davaların
muhakkakki sadıklığına dair delilleri olur. Rabbimizin bir ayeti celilesinde
buyurduğu gibi:
"...Eğer
davanızda sadıklar iseniz delilinizi getirin..." (Bakara 111
ay.)
Su halde davasını iyi bilen bir fert, gayesini
iyi bilen bir fert, davasının ve gayesinin doğru olduğunu iddia etmekle
beraber, isbatımdayapmalıdır. Birçoklarının yaptığı gibi, hangi^ gayeyi, hangi
davayı temsil ettiğinden bihaber olmamalıdır.
Attığı adımın nereye, tuttuğu yolun nereye
vardığım iyi bilmelidir.
İkinci olarak, gerçek bir dava adamında bulunması
gereken vasıflardan biri de: "...DAVASINI DERT EDİNEN BİR YAPIYA SAHİP OLMASIDIR..."
Gerçekbir dava adamı, davası uğruna uykularını
kaçırdığı gibi, onu başkalarına anlatmada ve aktarmada da rahatını
kaçırmalıdır. Davasına karşı yapılan saldırılara set olduğu gibi, on.u ortadan
kaldırmaya yönelik her türlü vesileye de set olmalıdır.
İyi bilmelidir ki, dert edinilen gaye ve
da,yaların.,.yüceldiği gibi, davasını dert. "edinen fertlerinde makam ve
şerefleri yücelir.
Ve yine i,yi bihııiJlidir ki, dert edinilip
uğruna gayret gösterilmeyen gayeler yerinde durduğu gibi, davasını dert.
edinmeyenlerin makam ve 'dereceleri değerinde sayacaktır.
Davasını dert edinen bir ferdin en büyük gayesi,
Kitap ve Sünnet'in yaşanması ve yaşatılması olmalıdır. Bu uğurda koşmalı ve bu
uğurda yorulmahdır o insan.
Dava erinin vasıflarından biri de:
"....BATILIN KARŞISINDA SUSMAMASI..."
Gerçek basirete sahip olan dava eri, batılın
karcısında asla sükut etmez. O, hakkı haykırdığı gibi, hakka yardımdan da geri durmaz.
Dinin sevmediği şeyleri sevmediği gibi, onların toplumunda yayılmasına da razı
olmaz. O her zaman m ünkeri değiştiren biri olmaktan geri durmaz. O, bu görevi
terkeden korkaklara gelecek ilahi belânın kendisinede isabet edeceğin den
korkar. O, A.lla,h Resulü (sav)'in şu hadislerini aklından çıkarmaz.
".......Hakkı gördüğünde
söylemekten ve o büyük
günü hatırlamaktan sizi insanlara olan korkunuz engellemesin. Çünkü bu,
ecelinizi yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da daraltmaz" (İbn
Mace: 10 c 4007 - Tirmizi)
Evet, sadık bir dava adamı hakkı anlatmada onu
bir başkasına, ulaştırmada aktiftir. O, beklemez illa da soru sorulunca cevap
verilir diye. O her an bir sohbet ortamı oluşturmayı arar. Oturduğu meclislerde
ki gayri islami sohbet, ortamlarını" acaba bunu nasıl islami bir sohbete
çevirebilirim" diye gayret sarfeder, bunu yapamazsa oradan uzaklaşır.
Çünkü çok iyibilir ki, Munkeri işleyen bir toplulukla, sadece tebliğ için
yanyana gelinir Bunurı aksi ise. Al lah azze cc' nin onların kalplerini yanyana
getirrnesi demektir.
Yine, gerçek bir .dava erinde bulunması gereken
vasıflardan biri de: "....CİDDÎ OLMASIDIR...."
Davasını seven, davasına gönül veren bir insan
la.kayıt ve laşkalıkta,n uşak ciddi bir yapıya sahib olması gerekir. Fuzuli
yere konuşmayan, konuştuğunda, ise hakkı konuşan olmalıdır. Soru sorulmadan
ortaya, atılan, başka,larına, sorulan sorulara cevap vermeye ça.lısa.n bir
olmaktan uzak durmalıdır. Ö, ciddiyeti her an ön pla.nda tutmalıdır. İyi
bilmelidir ki, ciddiyetten usakfertlerin oluşturdukları cemaatler, laka-yıt ve
la.şka cerna.a.tl erdir.
Davası ve gayesi istkametli olan bir ferdin
ciddiyetten uzak lakayıt olması düşünülemez,. Davaları ve gayeleri şerefli olan
her ferdin,
ciddi ve şerefli olma mecburiyetleri va,rdır.
Çünkü ina.ndığı dava ile o çirkin vasf, birbirine yakışmayan şeylerdir.
Dava adamı ciddi olmalıdır, eğer bıı vasfı
kendisinden ka.ybetmiş ise, da.vasını bir başkasına \ilas-tırma,da etkili
olmayacağını unutmamalıdır.
Ağır başlı olmalıdır. "Filiyle, diliyle bir
b a ş k a, s ı n ı rahatsız etmemelidir. Şaka l ar ı n da, latifelerinde haddi
H.şnıaınn,lıdır.
"....KORKMAMALIDIR...."
Şuurlu bir., day.a adamı, Allah'tan başkasından
korkma,-ma.lıdır. Davasını
.yaşamada, onu bir başkasına anlatmada ve aktarmada, hiç kımseden çekinip
korkmamalıdır. Şeytanın
vesveselerine kulak verip' Aman ben bunu söylersem bana'1 bunu
derler, şunu yaparsam bana eziyet ederler..." gibi şeylerden
etkilenmemelidir.
Onun korkusu mahluktan değil, haliktan
olmalıdır. Çünkü mahluk'un değil ha.hk'ın cennet'i-cehennerni vardır.
Gerçek bir dava eri, her za.ma.n atak ve cesur
olmalıdır. Dinin e yapılan sa,ldırıla,ra. karsı koymalı, onlara mani olmalıdır.
Dava, erinin meziyetlerinden biri de:
".....UYANIK OLMALIDIR....."
Davasını dert edin en bir insa.n, mutlaka uyanık
olması gerekir. Oinni ve insi düsmarılavının çok olması hasebi ile o, girişinde
çıkısında, tebliğinde, rmınaza,ra,smr!a, çok uyanık olmalıdır. Anlatacağı
konuların yerini ve zeminini iyi ayarlamalıdır. O, her gördüğüne her mes'eleyi
anlat-ma.malıdır. Uyanık bir muvahhid, sorulan sorularla karşı tarafın niyetini
iyi keşfetmelidir. O, Allah resulü (sav)'in şuhadisini aklından çıkarmamalıdır:
Resûhıllah (sav) buyurdular ki: "Müslüman
bir defa sokulduğu yılan deliğinden bir daha sokulmaz" Uyanık müsluman
her an tedbirli olmalıdır. Takdiri ise Allah'a bırakmalıdır. O'ndan yardım
beklemelidir, ne kadar gayret, sarf ederse etsin, ne kadar tedbir alırsa alsın
daima Allah'ın kuvvet, yardımcı ve desteğine muhtaç olduğunu da unutmamalıdır.
Yine, dava erinde mnhakka.k ki şu meziyetin de
olması gerekir. "...YUMUŞAK
VE LATİF
OLMALIDIR..." Davasını ve gayesini İyi
bilen, onu dert edinen,, "batılın karsısında. susmayan, Allah'tan
başkasından korkmayan ciddi ve uyanık dava. adamı muhakkak ki '"Yumuşak ve
lâtif'de" ol ması "gerekir.
O, iyi bilmelidir ki, yumuşak ve latif muamele :
her hayrın başıdır. Yine iyi bilmelidir ki bu, hasletler ahlâkı güzeleştirdiği gibi insanı
diğer insanlara yaklaştırır ve
sevdirir. Allah Resulü (sav)
yumuşaklık ve letafetten o kadar
sözetmistir ki; onun bu konudaki sözlerini
burada zikredecek olsan inanın, sayfalarımız kafi gelmeyecektir. Hatta
bu meziyete o kadar önem vermiştir ki, onu her şeyin ziyneti
kılmış ve bulunduğu her şeyi süslediğini beyan etmiştir.
İşte İslâm, gerçek
bir dava erinde bunların
bulunmasını ister ve sever. Çünkü, dava adamı muhakkak ki davasını bir
başkasına tebliğ edeceği için
kendisini bu meziyetlerle süslemesi gerekir. Hepirnizin
de bildiği
gibi, insanlar tabiatları gereği yumuşaklığa ve
letafete sınırlar. Yine tabiatları
gereği sertlik ve kabalıktan da, nefret ederler.
Allah'u Azze ve Celle bunu bir Ayeti celilesinde
şöyle dile getiriyor:
"...Eğer kaba ve
katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi..." (Ali
İmran 159 ay)
İşte davasını dert edinen, onu i n s a, n l a r
a, ulaştırmaya gayret gösteren her dava erinin düsturu bu olmalıdır.
"......davasına destek olmalıdır...."
. •:.!:::;;. Samimi bîr dava adamı, davasını
manevi olarak desteklediği gibi, maddî olarak da desteklemesi gerekir. Yapılan
hizmette, muhakkak ki maddi harcamalar eksik olmaz. O halde samimi dava erleri
bunu gözününde bulundurup "yarım hurmayla dahi olsa, nefsini ateşten
satırı almaları" gerekir.
Eğer arabası varsa,, onunla o çorbada, bir tuz
olmayı arzu etmesi gerekir. Eğer yemek vermeye gücü varsa,, onunla bir sohbet
ortamı a.yarlamayı arzu etmesi gerekir.
Küçük
bir kitapçıkla olsun, ister bir fotokopi seklinde
olsun, insanlara davasını anlatmada
ve aktarmada cemaatine yardımcı olması gerekir.
Hülâsa,
samimi bir dava eri hayır çeşitlerinin hiç birinde cimrilik
etmez. Zira Allah için ne harcarsa onun karşılığını kat, kat alaca,ğmı çok iyi
bilmesi gerekir.
"Mallarını Allah
yolunda sarfedenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak
veren bir tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın
lütfü geniştir." (Bakara 261 ay)
"Sarf ettiğiniz
iyi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar..." (Sebe 39)
"Gece ve gündüz,
gizli ve aşikare olarak mallarından sar-f edenler, işte onlar için rablan
katında mükafatları vardır; onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olacak
değillerdir" (Bakara 274)
Davasını dert edinen bir fert, Allah yolunda
yapmış olduğu harcamaların, malından hiçbir şeyi eksilttiğine inanmaz ve bu
konuda hiç bir tereddütü ve şüphesi de olmaz. O, rabbinin şu ayeti celilesini
aklından çıkarmaz:
"...Allah yolunda
sarfetmiş olduğunuz bir şeyin yerine O başkasını verir..." (Sebe
39 ay)
Evet, ey davasını dert edinen onun mesuliyetini
omuzlarında hissedenler unutmayın Ki, gerçek kalıcı mal Karlı kazanç Allah, yolunda yapılan harcamalardan-,
Dava erinde bu bulunması gereken vasıflardan
biri ele;
".....CEMAATÇİ BİR YAPIYA
SAHİB OLMASIDIR...."
Cemaat olayı bütün beşeriyetin üzerinde Önemle;
durduğu mühim bir olaydır. Bu konunun ehemmiyetini kavrayan tüm dava erleri
şunu iyi idrak etmelidir ki; Fertlerin ulaşmadığı ve tahsil edemediği bir çok
hayra hasenata, ancak cemaatler ulaşır ve
tahsil ederler.
Hatta, bundan dolayıdır ki, sadece İslâm değil
bütün batıl dinler ve fikirler dahi cemaat olayı üzerinde titizlikle dururlar.
Tabii, İslâmın istediği cemaat anlayışı ile
diğer fikirlerin istemiş olduğu cemaat anlayışı farklıdır.
İslâm, kuru bir kalabalıktan, kelle
topluluğundan ziyade az ve öz olsun, ihlaslı, samimi, ciddi fertlerin yanyana
gelmesine önern vermiştir.
Yani, çokluk ve kalabalıktan ziyade bir kişide
olsun, iki kişide olsun eğer onlar tevhidi çizgide iseler onlara Önem vermiş ve
onları cemaat saymıştır. Aynen İbrahim'i (as) tek başına bir ümmet, bir cemaat
saydığı gibi. (Nahl 120 ay).
İşte bundan hareketle, tevhidi anlayıp kavrayan
bir ferdin mutîaka cemaati iltizam etmede bir sorumluluğu vardır. Hatta bu ona
önemli farizalardan biridir. Çünkü Allah resulü (sav): "Sizin üzerinize cemaati iltizam vardır. Cemaata yapışın, cemaati
iltizam edin. Fırkalaşmadan, bölünmeden sakının. Şeytan tek kişiyle
beraberdir. İki kişiden daha uzaktır" (Tirrnizi:
4c.2254 - Beyhaki : ş.. lyman)
Başka bîr hadislerinde:"...Her kim cennetin en güzel yerini arzu
ediyorsa, istiyorsa cemaati iltizam etsin... (Tirmizı 'i C.
4 2254
ve bir
hadislerinde ise: sav " Allah'ın
eli cemaatin üzerindedir" (Tirmizi 4.C.2256)
Cemaat
halinde yaşamanın gerçekten zikredilmeyecek çoklukta faydaları vardır. Bunların
en Önemlisi bilindiği gibi bir şahsi manevi teşekkül ettirmesidir. Çünkü
insanoğlu gerek cüssesi itibari ile gerekse iradesi itibariyle çok zayıf ve
cılız bir yapıya, sahiptir. Bundan dolayıdir ki, yanyana gelmeleri, maddi olsun
manevi olsun her iki konuda da yardımlaşmaları zaruridir.
İste davasına ve gayesine samimiyet gösteren
bir ferdin mııhakkakki cemaati iltizam gayesi taşıması gerekir.
Artık bu zikredilenlerin haricinde de samimi
bir dava erinde bulunması gerekli olan meziyetler vardır. Biz inşaallah bu kadarı
ile şimdilik iktifa edelim.
Rabbimiz bizleri bu
zikrettiğimiz meziyetlerle teçhiz edip, kendi yolunda ve uğrunda bize verdiği
canı alsın.
Eglenmenin
Geregi ve Kurallari
Helali
ve harami; nefsin tabiatini ve eglenme hakkini açiklayan Allah'a hamdolsun.
O'na -subhânehu- hamdeder, her türlü hayir ve ihsan için O'na sükrederim.
O'ndan; beni her çirkin isten uzak kilmasini dilerim. Sehadet ederim ki
Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki
efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina
gece ve gündüz birbirini takip ettigi müddetçe salât ve selam eylesin. Bundan
sonra.. Allah Teâlâ'dan hakkiyla korkun. Sonunuzu düsünün. Hangi amelleri
islediniz bir bakin! Dünya hayati sizi aldatmasin. Çünkü dünya hayati, bir
aldatma metâindan baska bir sey degildir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ey iman
edenler! Allah'dan O'na yarasir sekilde hakkiyla korkun ve ancak müslümanlar
olarak can verin.) (3/Âl-i Imrân/102) Allah'in kullari!
Tatil mevsimi olan bu günlerde velilerin ve egitimcilerin çogunu su iki konu
mesgul etmektedir: Eglence ve eglence anlayisi, bos vakit ve bos vaktin
sikintisi. Hanzale el-Useydi hadisini okuyunca, Islam'in yüceligi ve üstün
metodu karsisinda gözlerin kamasir. Hanzale; her gününün, hatta bütün
hayatinin, imanin en üst düzeyinde ve en mükemmel bir sekilde geçmesine çalisan
bir nesildendir. Esiyle sakalasmasinin, çocuguyla eglenmesinin ve ona
gülmesinin, onunla oynamasinin kulluga ve Allah Tebârake ve Teâlâ'ya mutlak
olarak teslim olmaya ters düstügünü zanneder.
Ebu Bekr radiyallahu anh ona söyle der: "Nasilsin ey Hanzale!"
Hanzale der ki: "Ben münafik oldum" dedim. "Subhânallah! Ne
söylüyorsun?" dedi. "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
yanindayken bizlere cenneti ve cehennemi hatirlatir ve sanki onlari gözümüzle
görür gibi oluruz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanindan
çiktigimizda ise eslerle ve çocuklarla mesgul oluyor, ise güce koyulup
çabaliyoruz ve bir çok seyi unutuyoruz" dedim. Ebu Bekr, "Vallahi bizler
de bunun gibi seylerle karsilasiyoruz" dedi. Bunun üzerine Ebu Bekr ile
birlikte yürüdük ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanina girdik.
"Hanzale münafik oldu ey Allah'in Rasulü!" dedim. "Bu
nedir?" diye sordu. Dedim ki: "Ey Allah'in Rasulü! Senin yaninda iken
bizlere cenneti ve cehennemi hatirlatirsin ve sanki onlari görüyor gibi oluruz.
Senin yanindan çiktigimizda ise eslerle ve çocuklarla mesgul oluyor, ise güce
koyulup çabaliyoruz ve bir çok seyi unutuyoruz." Bunun üzerine Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, eger sizler benim yanimda ve zikirde oldugunuz hal üzere
devamli bulunsaydiniz, muhakkak dösekleriniz üzerinde ve yollarda melekler
sizinle musafaha ederdi. Fakat ey Hanzale, saat saat!" Bunu üç defa
söyledi." Bu hadisi, Müslim rivayet eder.
Yapilan seyleri dönüsümlü olarak yapmak yorgunlugu ve bikkinligi
giderir, canlilik verir. Çalismak için güç verir, enerjiyi ve üretimi artirir.
Fakat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "saat saat" sözü,
müslümanin gününü oyun ve eglenceyle geçirmesi; vaktini anlamsiz ve saçma
seylerle ya da sehvetini uyandiran açik-saçik filmlere ve dergilere bakarak
geçirmesi anlaminda degildir. Ömer b.
Abdulaziz söyle der: "Müslümanin eglenmesinde ve saka yapmasinda, bunu
adet ve ahlak haline getirerek ciddi olunmasi gereken yerde saka yapmadikça ve
ibadet vaktinde bos seylerle ugrasip eglenmedikçe bir sakinca yoktur."
Abdullah b. Mes'ud söyle der: "Sikilmamizdan korkarak Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem'in bizim halimizi gözetmesi gibi ben de vaaz ve nasihat için sizin
uygun bir halinizi gözetiyorum."
Fakat; zikir ve ciddiyet anlarini daraltmak, oyun ve eglence vakitlerini
genisletmek, ilim ve vaaz meclislerinde bulunmamak için bu naslari öne sürmek çarpik
bir anlayistir. Eglenceden konusurken
zihinlerde onun kuralsiz bir davranis ve metodsuz bir fiil oldugu; hiçbir
degere ve fazilet ölçüsüne uymadan eglenilebilecegi düsüncesi uyanabilir. Iste
burada, mutlaka Selef-i Salih'in eglencesini, bu alandaki uygulamalarini
ögrenmek gerekir. Ibni Mes'ud radiyallahu anh... Su sözüyle eglenmenin geregine
dikkat çeker: "Kalpleri rahatlatin; çünkü kalp zorlanirsa kör olur."
Ali radiyallahu anh da söyle der: "Kalpleri dinlendirin. Onlar için ilgi
çekici hikmetler arayin. Çünkü, bedenler nasil yorulursa onlar da
yorulur." Ebu'd Derdâ söyle der: "Ben kalbimi, hakta daha kuvvetli
olmasi için mubah eglence ile dinlendiririm." Ilk müslüman neslin
hayatinda eglencenin yer aldigini söyledikten sonra kendi kendimize su soruyu
sorabiliriz: "Niçin egleniyorlardi?" "Bos vakitten sikilmanin ya
da bikkinligin bir yansimasi mi idi?" Asla! Onlarin eglencesi ciddiyete
hazirlanmak üzere nefsi sakinlestirmek içindi. Insanin yaratilis gayesi olan
Allah azze ve celle'ye ibadeti yerine getirmek üzere daha kuvvetli bir çalisma
ve daha yüksek bir gayret elde etmek içindi. Onlarin düsüncesinde eglence; elde
etmek için çalisilacak bir gaye ya da yolunda vakit ve para harcanacak basli
basina bir hedef degildi. Çagdas eglence
anlayisi sahsiyet bozukluguna, seriatin hükümlerinin sulandirilmasina ve
seriatin kabul etmedigi bir degersizlige ve alçalmaya yol açmaktadir. Bu çagdas
eglence anlayisinin, eglenceyi basli basina bir hedef ve gaye edinmelerinin bir
sonucudur. Ilk müslüman neslin anladigi eglence
ise, gölgesinde kisilik sifatlarinin bina edildigi yüce degerlere hizmet eden
kiymetli bir araçtir. Bedenleri kuvvetlendirir, ahlaki güzellestirir. Erkeklige
ve ciddiyete alistirir. Ilim ve amel ufuklari açar. Yarismaktir, bedenleri
gelistirmek için gürestir, aticiligi ögrenmeye tesviktir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem, Aise radiyallahu anha ile yaristigi gibi sahabileri ile de
yaristi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rukâne ile güresti ve onu
yendi. Bu, Rukâne'nin müslüman olmasina neden oldu. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem, Eslem kabilesinden ok atmada yarisan bir grup ile karsilasti
ve söyle buyurdu: "Atin ey Ismail ogullari! Muhakkak babaniz da atici
idi." Bu hadisi Buhari rivayet eder. Ömer b. Abdulaziz söyle der:
"Allah Teâlâ'nin Kitabi'ndan bahsedin ve onunla ilgili konusmak üzere
oturun. Yoruldugunuzda ise yigitlerin sohbetlerinden bir sohbet güzel
olur." Ilk müslüman neslin eglencesi bos bir sey degildi. Bilakis, bir
takim maslahatlarin ve faydalarin gerçeklestigi bir eglenceydi. Baskalariyla
alay etmeyi ve müslümanlari ayiplamayi, dedikoduyu ve laf tasimayi içermezdi.
Yalan ve iftirayi içerisinde bulundurmazdi. Içerisinde dünyevi ve uhrevi hiçbir
fayda bulundurmayan eglence insanin ömrünü faydasiz seylerle bosa geçirir.
Caddelerde ve çarsilarda dolasmak, insanlarin gizli hallerini arastirmak,
kahvelerde ve yol kenarlarinda oturmak mubah olan eglenceden degildir. Islami
eglence, herhangi bir eglence gibi degildir. Bilakis her türlü bayagiliktan ve
Islami ahlakin disina çikmaktan uzak olmalidir. Erkeklerin kadinlarla birarada
bulunmasindan, haram bakislardan veya daha büyük ser'i muhalefete yolaçabilecek
durumlardan korunmus olmalidir. Ümmetin
selefi, nefsin istekli ve isteksiz oldugu anlarin varligini bildirir. Ibni Mes'ud
söyle der: "Süphesiz kalplerin bir istekliligi ve yönelisi, bir durgunlugu
ve isteksizligi vardir. Onlari isteklilikleri ve yönelisleri aninda yakalayin.
Durgunluklari ve isteksizlikleri aninda ise birakin." Fakat onlar, nefsin
eglence aninda Allah'in hukukunu ihmal etmesine müsaade etmezler. Namaz
vakitlerinde eglenmek yoktur. Bu, Allah'in hukukunu çignemektir. Is
vakitlerinde eglenmek de olmaz. Bu da, insanlarin hukukunu çignemek olur. Islam
ümmetinin hayatinda eglence, sabah-aksam yaptigi hayattaki her seyi degildir.
Ciddi islere ve baska görevlere tecavüz etmeyecek sekilde belirli bir ölçüde
eglenmedir. Çünkü insan ömrü; günlerinin, bos eglenceler ve batil seylerle
ziyan edilmesinden daha yüce ve degerlidir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in
sahabilerinin karpuz kabugu atarak sakalastiklari sabit olmustur. Fakat isler
ciddi olunca iste onlar gerçek erkeklerdir. Seleme b. Abdurrahman'dan söyle
dedigi rivayet edilir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabi,
bozulmus ya da ölü gibi davrananlardan degildi. Oturumlarinda siirler söyler,
cahiliyedeki durumlarini hatirlarlardi. Onlardan biri dini ile ilgili bir ise
çagrilinca ise dikkat kesilirdi." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
saka ve latife yapardi. kendisine ihtiyar bir kadin geldi ve "Ey Allah'in
Rasulü! Benim için Allah'a dua et ki beni cennete koysun" dedi. Ona söyle
buyurdu: "Ey falanin annesi! Cennete ihtiyarlar giremez." Kadin
bundan rahatsiz oldu ve cennete giremeyecegini zannederek agladi. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem onun bu halini görünce maksadini açikladi:
Ihtiyarlar cennete ihtiyar olarak girmeyecek. Bilakis Allah onlari baska bir
yaratilis ile diriltecek, genç ve bakire olarak cennete girecekler. Ve su ayeti
okudu: (Süphesiz biz onlari yeniden yarattik. Eslerine düskün yasit bakireler
kildik.) (56/el-Vâkia/35-37) Esinin bir ihtiyaci için bir kadin gelir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona "Kocan kim?" diye sorar.
Kadin, "Falanca" der. "Gözlerinde beyazlik olan mi?"
buyurur. Bir baska rivayette ise, kadin acele olarak kocasina döner ve
gözlerini incelemeye baslar. Kocasi, "Neyin var?" deyince
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlerinde beyazlik oldugunu
söyledi" der. Adam da, "Gözlerimin beyazinin siyahindan daha çok
oldugunu görmüyor musun?" der. Enes b. Malik söyle der: Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem bana söyle dedi: "Ey iki kulakli!" Bunu,
Ebu Davud rivayet eder. Saka yapan bu sahsiyet; geceleri ibadete kalkan,
gündüzleri oruç tutan, Allah yolunda cihad eden, canini ve malini cömertçe feda
eden sahsiyetin tâ kendisiydi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
sahsiyetinin eglence ve sakalasma yönlerine isik tutarken isigi daha kuvvetli
yakmamiz ve O'nun sahsiyetinden baska sayfalari da uzun bir süre okumamiz
gerekir. Yol birdir ve sahsiyet parçalanmaz bir bütündür. O; saka yapmakla
birlikte uzun uzun ibadet ederdi. Husûlu idi. Çokça aglar ve Allah'a boyun
egerdi. Dili zikirden yorulmaz, akli düsünceden ve tefekkürden geri kalmazdi. O
-sallallahu aleyhi ve sellem- söyle buyurur: "Süphesiz rabbinin senin
üzerinde bir hakki, nefsinin senin üzerinde bir hakki, ailenin senin üzerinde
bir hakki vardir. Her hak sahibine hakkini ver!" Bu hadisi, Buhari rivayet
eder. Allah beni ve sizleri Yüce Kur'an
ile mübarek eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve
nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina
sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir. Sehadet ederim ki;
efendimiz ve peygamberimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'in rizasina
davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine salât ve
selam eylesin. Bundan sonra... Sizlere ve nefsime Allah'dan hakkiyla korkmayi
tavsiye ederim. Tatilde; babalarin, annelerin ve egitimcilerin uykularini
kaçiran bir problem ortaya çikar. Bu, erkek ve kiz çocuklarinin vakitlerini
saran bosluktur. Gençlerin yoldan çikmasi ve sapmasi bu problemin bir
yansimasidir. Maddeye dayanan çagdas medeniyet de tehlike dairesini
genisletmekte ve zararin derinligini artirmaktadir. Boslugun tehlikesi, ebedi
bosluk olarak kalmamasindadir. Hayir ya da ser, mutlaka birseyle doldurulur.
Nefsini hak ile mesgul etmeyeni nefsi batil ile mesgul eder. Evet; bos vakit
arttikça ve degerlendirilmedikçe probleme dönüsür. Bos vaktin; yoldan çikma ve
sapma nedenlerini artirdigi bilinen bir gerçektir. Düsünceyi öldürür ve akli
yorar. Vesvese kapilarini açar. Tehlikeye ve endiseye yolaçan faktörleri
harekete geçirir. Uzmanlar, suç oraninin
ve ahlaki sorunlarin issizlik ve bos vakitle zirveye ulastigini söylemektedir.
Olay, çagin modern araçlariyla daha da tehlikeli hale gelmektedir. Bu araçlar
gençleri ayartmakta, kötülüge ve bosa vakit harcamaya yönelik yeni ufuklar
açmaktadir. Vakitleri faydali seylerle doldurmak ve bir isten digerine geçmek,
bos vaktin nefislere etki yapmamasi için bir korumadir. Bos vakti
degerlendirmede kullanilacak araçlardan biri de nafile ibadetleri ve sünnetleri
yapmaktir. Yine, dini konularla ilgili faydali kitaplari, siyeri ve salihlerin
hayatini, ahlakla ilgili konulari okumaktir. Bu nedenle, okuma ile ilgili söyle
denir: "Faydasi çok ve zahmeti az, zararsiz ve sonucu iyi olan bir
kitaptan nefse daha çok tesir edecek, kalbi temizleyecek ve dili
zenginlestirecek, ruhlari canlandiracak bir sey; daha uyumlu ve daha az ters
düsen bir sey; daha açik bir isarete ve daha çok açiklamaya sahip bir sey
yoktur. O; bikmayan bir konusmacidir. Karsi gelmeyen bir arkadas, kendini
saklamayan bir yoldastir. Mazideki akillara ve hikmetlere, geçmis ümmetlere
tercüman olur. Ezberin öldürdügünü diriltir, zamanin unutturdugunu
hatirlatir." Abdullah b. Mübarek ilim talebinden ve ticaretinden sonra
evinde oturur ve selefin eserlerini okurdu. Kendisine "Yalnizlik
hissetmiyor musun?" diye sorulunca söyle cevap verdi: "Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabileri ile birlikteyken nasil yalnizlik
hissedeyim?" Süphesiz vaktini
faydali seyleri okuma ve ögrenme ile dolduran bir ümmet, ilerlemenin ve
medeniyetin basamaklarinda yükselir. Hayati anlamaya, durumunu islaha ve hedefine
ulasmaya gücü yeter. Kültürü; oyun, eglence ve giyim-kusami geçmeyen bir ümmet
ise asagilik ve bagimli olarak en sonlarda kalmaya mahkumdur. Hiçbir agirligi
olmaz. Tatilde yapilabilecek faydali islerden biri de; konferanslara ve
oturumlara, ilmi toplantilara katilmak; akrabalari ve dostlari ziyaret etmek,
yaz kurslarina istirak etmek ve az önce zikrettigim kurallar çerçevesinde
eglenmektir. Ömer ibnu'l Hattâb söyle der: "Süphesiz bu elleri, o seni
günah ile mesgul etmeden önce ibadet ile mesgul etmelisin." Seçilmis
peygamber Muhammed b. Abdullah'a salât ve selam da bulunun...
FAİZLE ALAKALI BİR ARAŞTIRMA
2/188. Aranizda
mallarinizi haksizlikla yemeyin;
bildiginiz halde
gunaha girerek insanlarin mallarindan
bir kismini yemek icin
onu hakimlere aktarmayin. *
2/275. Faiz yiyenler
mahserde ancak seytanin carptigi
kimsenin kalktigi gibi
kalkarlar. Bu, onlarin, "Zaten
alisveris de faiz
gibidir" demelerindendir. Oysa Allah
alis verisi helal,
faizi haram kildi. Kime Rabb'inden bir
ogut gelir de
faizcilikten geri durursa, gecmisi
kendisinedir, onun isi
Allah'a aittir. Kim faizcilige
donerse, iste onlar
cehennemliktir, onlar orada temelli
kalacaklardir.
2/276. Allah faizi
eksiltir, sadakalari bereketlendirir.
Allah pek nankor olan
hicbir gunahkari sevmez.
2/277. Inanip yararli
isler isleyenlerin, namaz kilip,
zekat verenlerin
Rab'leri katinda ecirleri vardir. Onlara
korku yoktur ve onlar
uzulmeyeceklerdir.
2/278. Ey Inananlar!
Allah'tan sakinin, inanmissaniz,
faizden arta kalmis
hesabdan vazgecin.
2/279. Boyle
yapmazsaniz, bunun Allah'a ve peygamberine
karsi acilmis bir
savas oldugunu bilin. Eger tevbe
ederseniz sermayeniz
sizindir. Boylece haksizlik etmemis
ve haksizliga
ugramamis olursunuz.
3/130. Ey Inananlar!
Faizi kat kat alarak yemeyin.
Allah'tan sakinin ki
basariya erisesiniz.
4/29. Ey Inananlar!
Mallarinizi aranizda haksizlikla
degil, karsilikli riza
ile yapilan ticaretle yeyin, haram
ile nefsinizi
mahvetmeyin. Allah suphesiz ki size
merhamet eder.
4/30. Bunu kim asiri
giderek haksizlikla yaparsa, onu
atese sokacagiz. Bu,
Allah'a kolaydir.
4/31. Size yasak
edilen buyuk gunahlardan kacinirsaniz,
kusurlarinizi orter ve
sizi serefli bir yere
yerlestiririz.
4/160-1. Yahudilerin
haksizliklarindan, coklarini Allah
yolundan
menetmelerinden, yasak edilmisken faiz almalari
ve insanlarin
mallarini haksizlikla yemelerinden oturu
kendilerine helal
kilinan temiz seyleri onlara haram
kildik. Onlardan inkar
edenlere, elem verici azap
hazirladik.
30/39. Insanlarin
mallari icinde artsin diye verdiginiz
her hangi bir faiz
Allah katinda artmaz; fakat, Allah'in
rizasini dileyerek
verdiginiz herhangi bir sadaka boyle
degildir. Iste onlar
sevablarini kat kat artiranlardir.
FAiZDEN SAKINMAK
l — E bu Hüreyre
(r.a) Resulullah sav'ın şöyle dediğini rivayet etti:
— -Helika götûren yedi
şeyden sakının.*
— «Onlar nedir? Ya
Resulallah- diye sorduklarında şöyle
buyurdu:
1 — Allah'a ortak
koşmak.
2 — Sihir (büyü)
yapmak.
3 — Allah'ın
öldürülmesini haram kıldığı bir şahsı haksız yere adam Öldürmek.
4 — Faiz yemek.
5 — Yetim malı yemek,
6— Düşmana hücum anmda
harpten kaçmak, 7 — İffetli, namuslu ve zinadan habersiz mu'min kadınlara zina
isnat ederek iftirada bulunmak.»
Buhari,muslum,ebu davud ve nesei
2 — Semüre b. Cündüb.
Nebi (s.a.v.)'in (bir gün) şöyle dediğini rivayet etti;
— «Bu gece (rüyamda)
gördüm ki, ban* iki melek geldi. Beni temiz bir yere (Arz-ı Mukaddes'e)
çıkardılar. Beraber gittik ve kandan bir nehrin kenarına geldik. Nehrin içinde
duran bir adam vardı. Nehrin kenarında da önünde taşlar bulanan bir adam
duruyordu. Nehrin İçkideki odam dönüp çıkmak istediğinde kenardaki, onun ağzına
bir U$ atıp vuruyor ve onu olduğu yere çeviriyordu. Böylece çıkmak için her
gelişinde kenardaki adam onun ağzına bir taş atıyor, o da gerisin geri olduğu
yere dönüyordu.- Ben:
— «Bu nehirde gördüğüm
nedir?- diye sordum:
— «Faiz yiyicidir»
diye cevap verdiler. (Buhari,buyu babi)
3 — Ibn Mes'ud
(rA)'un şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.) ;— .Faiz
yiyene de, yedirene da (alan* da. verene de) lanet etti.. (*)Muslum,Nesei,Tirmizi,İbn
Mace,
4 — Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan söyle rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) :
— .Faiz yiyene,
yedirene, yazana şahitlerine lanet etti.
onlar (günahta) eşittirler, dedi. (Müslüm ve diğerleri)
5 — E b u H ü r a y r e (r.a.) 'den Resulullah
(s.a.v.) 'm söyle buyurduğu rivayet edildi:
— -Büyük günahlar yedi
tanedir ı
1 — Allah'a ortak
koşmak.
2 — Haksız yere bir
şahsı öldürmek,
3 — Faiz yemek,
4 — Yetim malı yemek,
5 — Harpten kaçmak.
6 — Namuslu kadınlara
zina isnat edip iftirada bulunmak,
7 — (islam yurduna)
hicret ettikten sonra tekrar gayri muslim ülkesine dönmek.. (Bezzar,)
6 — Avn, babası E b u
C u h a y f e (r .a.) 'den şöyle rivayet etti: Resulıülah (s.a.v.):
— -Vücuduna dövme
yapana ve yaptırana, faiz yiyen ve yedirene lanet etti. Köpek parasını ve
saniyelerin ücretini yasakladı. Resim yapanlara da lanet etti.* Buhari,ve Ebu
Davud*
7 — Abdullah b. Mes'ud
(r.a.)'un şöyle dediği rivayet edildi:
— «Faiz yiyen ve
yediren, şahitleri, katipleri —eğer faiz olduğunu biliyorlarsa— süs için dövme
yapan ve yaptıran, zekâtı geciktirip vermek İstemeyen ve hicretten sonra
musluman iken tekrar dinden dönen kimseler, Muhammed (sav.)'in dili ile
lanetlenmiştir.» Ahmed,İbn Mesruk
8 — Ebu Hüreyre ir
.a.)'den Nebi tsjt.v.)'in şöyle dediği rivayet edildi:
— «Dört kimse vardır
ki, onlar cennete sokmamak ve cennet nimetlerinden tattırmamak Allah'ın
hakkıdır. Bunları Devamlı içki içen, faiz yiyen, haksız olarak yetim malı yiyen
ve anasına babasına asi olan kimselerdir.*Hakim
9 —Abdullah b. Mes'ud
(rA.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöy-le buyurduğu rivayet edildi:
— «Faiz yetmiş üç
bölümdür. Bunların en aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir.- (Hakim)
10 — Yine Ibn
Mes'ud (r.a.)'dan Nebi
(s.a.v.)'in şöyle bu-yurduğu rivayet edildi:
— .Faiz yetmiş küsur
bölümdür. Allah'a ortak koşmak da böyledir.»
Bezzar
Bu hadisi i b n
M â c e de sahih senedle:
— -Allah'a ortak
koşmak da böyledir- ibaresini zikretmeden rivayet etmiştir.
11 — E bu Hüreyre (r
.a.) Resulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etti -.
— «Faiz yetmiş
bölümdür. Onların en aşağısının vebali, anası ile zina eden kimsenin vebali
gibidir.» (BEYHAKİ)
12 — Abdullah b. Selam
(r.a.) Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Bir adamın faizden
elde edeceği bir dirhemin (vebali) Allah katında müslümanlıgında yapacağı
otuzüç zina (vebalinden) daha büyüktür.. (TABERANİ KEBİRDE)
Bu hadis sahih olup, l
b n Ebi'd-Dünya. B ağ a v l ve diğerleri Abdullah 'dan mevkuf olarak şöyle
rivayet etmişlerdir: Abdullah dedi kî:
— -Faiz yetmisiki
günah olup, en küçüğü müslümanlığında anası ile zina eden kimsenin günahı
gibidir. Faizden kazanılan bir dirhemin vebali, otuz küsur zinadan daha
şiddetlidir.»
(Abdullah devamla)
şöyle dedi: Allah kıyamet günü salihlere (iyilere) ve günahkârlara ayağa kalkma
izni verir, fakat faiz yiyenlere vermez. Onlar ancak delilikten şeytanın
çarptığı kimselerin kalkması gibi kalkarlar.*
13 — A b m e d (îbn Hanbel). «ceyyid isaadla» K â' b 'ü I - A h -
bar'ın-
— -Otuzüç defa zina
yapmam. Allah'ın yediğimi bildiği bir dlr-faiz yememden daha iyidir- dediğini
rivayet etti.
14 —
Gasil'ül-melaike —melekler tarafından
yıkanmış— olan
Hanzale'nin oğlu
Abdullah (r.a.)'dan Resulullah
(s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edildi;
— <Blr kimsenin
bilerek yedigi bir dirhem faiz, otuzaltı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.-
(Ahmed,Taberani kebir de
Hafız M ü n z i r i
der ki: A b d u 11 a h 'in babası H a n -z a l e «Gasil'ül-melaike» lakabını
almıştır. Çünkü o. U h u d mu-bareresinde cünüptü. Başının bir tarafını
yıkamıştı. Harp gürültülerini işitince savaşa katıldı ve şehit oldu. Resulullah
(s.a v.);
— •Meleklerin onu
yıkadığını gördüm* buyurdu.
15 — E n e s b. Malik
(ra.)'in söyle dediği rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) bize hitapta bulunup,
faizden bahsetti. Günahı-nın büyüklüğüne ibaretle şöyle buyurdu :
_ Bir kimsenin faizden
elde edecegi bir dirhemln vebali. AIlah katında günah olarak, o kümenin
yapacağı otuzaltı zinadan daha büyüktür. En ziyade günah da müslüman bir
kimsenln ırz ve şerefi hakkında işlenen gunahtır.*İbn Ebit Dünya ve Beyhaki
16 — Ibn Abbas
(r.a.)'dan Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediği rivayet edildi:
— -Her kim. bir zalime
bir hakkı iptal etmek İçin batıl bir şeyle yardım ederse, Allah ve Resulünün
taahhüdünden uzaklaşmış olur. Her kim. bir dirhem faiz yerse bunun günahı
otuzüç defa zina yapmak gibidir. Vücudu haramla beslenen kimseye de en layık
olan cehennemdir.» (Taberani ve Beyhaki)
Beyhakİ ; -Her kim bir
zalime yardım ederse...» cümlesini zikretmeden: -Faiz yetmiş küsur kısımdır.
Onların en hafifi, müslû-manlığında anası ile zina yapan kimse gibidir. Bir
dirhem faiz. otuz-bes defa zina yapmaktan daha şiddetlidir- dedi ve hadisi
tamamladı.
17 — Beri b. Azib (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Faiz yetmişiki
kısımdır. En aşağısı bir kimsenin anası ile zina etmesi gibidir; En büyük
günah. bir kimsenin, müsluman kardeşininin ırz ve şerefine dil uzatmasıdır.»
(Taberani,evsat)
18 — E bu H ur
ey re (r.a.)'den Resulultah
(s.a.vJ'ın: — -Faiz yetmiş günahtır. En hafifi, bir kimsenin anası İle zina
etmesi gibidir- dediği rivayet edildi, (İbn Mace ve Beyhaki)
19 — îbn Abbas
(r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.). meyvelerin
olgunlaşmadan satın alınmasın» yasıkladı ve:
— «Bir beldede faiz ve
zina ortaya çıkınca oradakiler, Allah'ın azabını kendilerine helal kılmış
olurlar* buyurdu. (Hakim)
20 — Ibn Mes'ud
(r.a.)'un Nebi (s.a.v.)'den bir hadis naklederek bir bölümünde Resul-i
Ekrem'in şöyle dediğini rivayet etti:
— 'Hiçbir toplumda
zina ve faiz ortaya çıkmamıştır ki, kendilerine Allah'ın azabını helal kılmış
olmasınlar.- (Ebu Ya la)
21 — Amr b. As
(r.a.)'dan «Resulullah s.a.v.'ın şöyle buyurduğunu duydum- dediği rivayet
edildi:
— «Hiçbir toplum
yoktur ki, aralarında faiz ortaya çıksın da bir kıtlık yılı İle cezalandırılmış
olmasınlar. Yine hiçbir toplum yoktur ki. aralarında rüşvet ortaya çıksın da
korku İle cezalandırılmış olmasınlar.(Ahmed,)
22 — Ebu Hüreyre
(r.a.)'den şöyle rivayet edildi: Resu-
lullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
— 'Miraca çıkarıldığım
gece yedinci kat göğe çıktığımızda üzerime baktım, bir de ne göreyim! Gök
gürültüsü, şimşekler ve yıldırımlar! Daha sonra karınları evler gibi büyük ve
karınlarının dışın-dan İçindeki yılanlar görülen bir kavme geldim ve
— -Ya Cebrail Bunlar kimdir? diye sordum. Cebrail:
— 'Onlar faiz
yiyenlerdir» dedi. (Ahmed)
23 — Yine Esbehani
Ebu Harun e l - A b d l tarihiyle
—ki ismi Umara
b. Cüveyn olup
zayıf bir ravidir— Ebu Said
el-Hudrl (r.a.)'den söyle
rivayet etü :
— «Resululllah
(s.a.v.) (miraç gecesi) semaya çıkarıldığı zaman dünyâ semasına baktı, bir de
gördü ki, karınları büyük evler gibi şişmiş adamlar var. Onların karınlan
sarkmış, kendileri de her akşam ve sabah ateşe atılan Firavun hanedanının gelip
geçenlerine karşı dizilmişler. (Esbahani)
— -Ey Rabbîmlz! (Biz
bu azaba razıyız) Hiçbir zaman kıyameti koparıp azabımızı artırma* diye
yalvarıyorlar.
— «Ey Cebrail! Bunlar
kim?- diye sordum.
— «Bunlar, senin
ümmetinden faiz yiyenlerdir ki. (kıyamet günü kabirlerinden) delilikten dolayı
ancak şeytan çarpan kimsenin kalkması gibi kalkarlar» dedi.
24 — ibn Mes'ud
(r.a)'dan Rasulullah (sa.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi.
— «Kıyamet yaklaşınca,
faiz, zina ve içki çoğalacaktır.» (Taberani)
25 — Kasım b.
Abdulvahid el-verrak'ın şöyle dediği rivayet edildi: .Abdullah
b- Ebu Evfa
(r.a.)'ı çarşıda sarraflarda gördüm. O :
— «Ey Sarraflar
topluluğu! Size müjdelerim- dedi. Onlar;
— «Allah seni cennetle
müjdelesin, biri ne ile müjdeliyorsun ey Ebu
Muhammedi- dediler. Abdullah :
— -ResuIullah (sav)
ateşle müjdelenin, buyurdu, dedi. (Taberani)
26 —Avf b.
Malik (ra)'den Resulullah (sav.)'ın soyle
buyurduğu rivayet
edildi:
— -Bağışlanmayan şu
günahlardan sakının:
l — Ganimet malından
çalmak. Kim, ganimet malına hıyanet
ederse kıyamet günü
onunla getirilir.
2 — Faiz yemek. Her
kim faiz yerse kıyamet günü çarpılmış bir deli halinde dirilir. Sonra
Resulullah (s.a.v.) su âyeti (bakara 275) okudu;
— «Faiz yiyenler,
delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar.» (Taberani)
£ s b e h a n i 'nîn £
n e s 'den rivayeti de şöyledir: Resulullah (s.a.v.) :
— -Faiz yiyenler
kıyamet günü iki yanını sürükleyen (yüzüstü sürünüp, emekleyen) bir deli
halinde gelir- buyurdu. Sonra da:
— «Onlar, delilikten
ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar* (Bakara 275) âyetini
okudu.
27 — Abdullah b.
Mes'ud (r.a.) Nebi (s.a.v.)'nin
şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Çok çok faiz alan
hiçbir kimse yoktur ki. onun işinin sonu fakirlik olmasın.- (İbn Mace ve Hakim)
H â k i m 'in bir rivayeti de şöyledir: -Faiz, ne kadar
çok olsa bile sonu darlıktır.»
28 —Ebu Hüreyre
(r.a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ra şöyle buyurduğu rivayet edildi:
— «Öyle bir zaman
gelecek ki, insanlardan faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak. Onu yemeyenlere
de tozları bulaşacaktır.» (Ebu Davud ve
İbn Mace)
29 — Ubade b. S a m i
t (r a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ın söyle buyurduğu rivayet edildi:
— .Ruhumu elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, benim ümmetimden birtakım İnsanlar gecelerini küfran-ı
nimet, azgınlık. oyun ve eğlence île geçirip, haramları helal saymaları, metres
edinmeleri, içki İçmeleri, faiz yemeleri ve İpek giyinmeleri sebebiyle
maymunlar ve domuzlar gibi sabahlarlar.» (Ahmed)
30 — Ebu Umame
(r .a.)'den Nebi (sA.v.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edildi:— .Bu
ümmetten bir topluluk gecelerini yemek, içmek, eğlence ve oyunla geçirirler de
maymun ve domuz suretinde sabahlarlar. Onlar felakete ve taş yağmuruna
tutulurlar.* insanlar sabahleyin;
— «Bu gece filan
oğullan felakete uğramış ve filan oğullarının yurdu yerle bir olmuş- derler. L
u t kavminin üzerine yagdırıldıgı gibi onların ve yurtlarının üzerine taş
yağdırılır. Yine oradaki kabilelerin ve yurtlarının üzerine Ad kavmini helak
eden öldürücü rüzgar gönderilir. (Bütün bunlar) İçki içmeleri. İpek
giyinmeleri, metres edinmeleri, faiz yemeleri sebebiyle olur.
Hadisin ravilerinden
Cafer, burada zikredilen günahlardan birini unuttuğunu söylemiştir. (Ahmed)
Buraya kadar
topladığım hadisler "Tergib ve Terhib"adlı eserden Allah İmam Munzir
den Razı olsun.
EbuDavud 4876 — Said
bin Zeyd (r.a)dan; Resûlüllah (s,a.v)d.en, rivayet olunduğuna göre şöyle
buyurmuş:
«Ribanın en çok
veballisi haksız yere mümin'in ırzına dil uzatmak, saldırmaktır.»
Darimi 2538. Bize Ebu
Nuaym haber verip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu Kays'tan, (O) Huzeyl'den, (O da)
Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: Rasulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) faiz yiyenle yedirene lanet okumuştu.Ebu Davud,buyu,Nesei
talak ,Tirmizi,buyu,İbn Mace,ticaret,Müsned
188- Birbirinizin
mallarını aranızda haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını, bile
bile günaha girerek yemek için onları hakimlere de aktar mayın.
Bir kısmınız diğer bir
kısmınızı mallarını haksız yere yemesin. Günah olduğunu bile bile insanların
mallarından bir kısmını lıararn olarak yemeniz için mallarınızı hakimlere de
aktarmaym.
* Abdullah b. Abbas,
Mücahid, Katade, Süddi ve İkrime gibi miifessirler bu âyeti "Haksız
olduğunuz haide muhakemeye girişmeyin." şeklinde izah etmişlerdir. Bu
hususta Peygamber efendimizdenşu hadis-i şerif rivayet edilmektedir.
'
Birgün Resulullah
(s.a.v.) odasında otururken dışandan bir takım tartışma
sesleri duydu. Çıkıp
ta o tartışanların yanına gitti ve onları dinledikten sonra şöyle dedi:
"Ben de bir insanım, bana, anlaşmazlığa düşenler geliyorlar. Bir kısmınız
diğerinden daha güze! konuşarak dâvâstnr daha güzel savunabilir ben de onun
haklı olduğuna kanaat getirip lehine hüküm vermiş olabilirim. Herhangi bir
miislümanın hakkını, haksız olana verecek olursam verdiğim bu şey, haksız kişi
için cehennem ateşinden bir parçadır. Artık onu ister alsın ister
bırak-.sın."'Buharı, K. el-Ahkam. bab: 29, 31, K. cl-Mezalim, bah: 16/Müslim,
K. el-Akdiye, bab: 5, Hadis No: 1713)
Bazı müfessirler ile
bu âyetin mânâsının, "Hakimlere rüşvet venneyin," demek olduğunu
söylemişlerdir.
275- Faiz yiyenler,
yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların:
" Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki
Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir
de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir.
Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi
olarak kalacaklardır.
Faizi almak vermek ve
yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak
şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan
kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının
sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir.
Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş
suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır.
Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse,
haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu
affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse
onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.
* Ayet-i kerimede,
"Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla
ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak."
demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için
faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın
çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen
"Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr,
Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde
dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin
alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.
Taberi diyor ki:
"Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler
zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de
bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki:
"Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu
ayetin 275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı
gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir."
demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır.
Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve
onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar,
cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.
Faizi almak vermek ve
yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak
şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan
kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının
sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir.
Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş
suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır.
Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse,
haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu
affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse
onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.
* Ayet-i kerimede,
"Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla
ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak."
demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için
faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın
çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen
"Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr,
Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde
dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin
alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.
Taberi diyor ki:
"Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler
zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de
bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki:
"Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu
ayetin
beyan ettiği hükme dahildir.
Ancak, âyetin indiği zaman faizcilerin, faizden elde ettikleri gayr-i meşru
kazancı en çok yeme ve içmelerinde kullandıkları için âyette "Faiz
yiyenler ifadesi yer almaktadır. Yoksa bütün faizle muamele yapanlar bu âyetin
kapsamına gimıektedirler. Nitekim şu âyet-i kerîme ve şu ha-dis-i şerif bu
hususu ortaya koymaktadırlar. Allah leala buyuruyor ki: "Ey iman edenler,
Allahtan korkun ve eğer iman ediyorsanız i'aizden arta kalanı bırakın."
(Bakara suresi, 2/278)Peygamber efedimiz de hadis-i şerifinde şöyle
buyurmuştur.
"Allah, faizi
yiyene de yedirene de şahidine de kâtibine de lanet
eder."<neseî
K. ez-Ziynet. hah: 25 / Ebu Davuıi K. cl-Buyü bab: 4, hadis No: 3333 Müslim, K-
el Müsakat. bab: 105. 106, Hadis No. 1597, 1598
>
276- Allah, faizi
mahveder, sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
Allah, faizi eksiltir
ve yok eder.Sadakaların sevabını ise kat kat artırır. Sadaka verilen malı
artırır. Allah, inkârda ısrar edenleri, ikaz ve nasihatlara aldırmayarak günah
işlemeye devam edenleri asla sevmez.
* Allah tealanın,
faizi mahvetmesi, ya onu tamamen imha etmesi veya onun karıştığı malın
bereketini göndermesiyle olur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadisi
şerifinde:"Faiz çoğalsa dahi sonunda eksilmeye mahkumdur."
buyurmuştur(Ahmed b. Hanbel, Müsned, CI S, 395, 424)
Sadakalar bunun
aksinedir. Çünkü Allah onlara bereket verir ve onlan artırır. Nitekim bu
hususta Allah teala diğer âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Mallarını Allah
yolunda harcayanların durumu: Her başağında yüz tane olmak Üzere yedi başak
veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü
geniş olan ve her şeyi bilendir."(Bakara suresi, 2/261
) "O kimdir ki,
Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de, Allah ona karşhğmı kat kat versin?
Rızkı daraltan da Allahtır. bol veren de. Yine ona döneceksiniz."' Bakara
Suresi. 2/245)*
Peygamber efendimiz de
bu hususta söyle buyuruyor:
"Kim, helal
kazancından bir hurma kadarını sadaka olarak verirse ki - Allah, ancak helal
maldan olan sadakayı kabul eder. - Allah onu sağ eliyle (güzelce) kabul eder.
Sonra onu, sizden birinin atının tayını beslediği gibi besler. Öyle ki, o dağ
gibi olur."Buharı, K. ez-Zekat, bab: 8 / Müslim. K. ez-Zekat bab: 63,64
Hadis No. 1014
Diğer bir rivayette de
şöyle buyurmuştur.:
"Şüphesiz ki
Allah, sadakayı kabul eder. Onu sağ eüyle alır ve sizden birinizin alının
tayını besleyip büyüttüğü gibi o sadakayı büyütür. Öyle ki, bir lokma uhut dağı
gibi olur. Bunu, aziz ve celil olan Allahın kitabında doğrulayan
âyetler: "Bunlar,
kullarının tevbesini ve sadakaları ancak Allahın kabul ettiğini ve tevbeleri
çokça kabul eden ve çok merhametli olanın sadece Allah olduğunu bilmezler
mi?"(Tevbe surcsi, 9/104) "Allah, faizi mahveder, sadakaları ise
artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez."( Bakara suresi, 2/276)
âyetleridir."'Tirmizi, K. ez-Zekât, bab: 28 Hadis No. 262
277- Şüphesiz ki iman
edenlerin, şalin amel işleyenlerin, namazı kılıp zekatı verenlerin, rablcri
katında mükifaatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir
de,
Allahı ve Resulünü
tasdik eden ve Allahm, kendilerine emrettikleriyle amel eden, namazı bütün
erkânıyia birlikte kılan ve mallarından, farz kılınmış olan zekatı verenlerin,
âhirette rableri katında mükâfaatlan vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar,
dünyada biraktıklan şeylere de üzülmezler.
278- Ey iman edenler,
Ali ah t an korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın.
Ey iman edenler,
emirlerine itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak Al-lahtan korkun ve
alacağınızdan, ana paranın üzerine ilave edilen faizi terkedin, almayın. Eğer
sözünüzde, işinizde ve imanızda samimi kişiler iseniz bunu böyle yapın.
* Suddi, ibn-i Cüreyc
ve İkrime, bu âyet-i kerimenin, nüzul sebebi hakkında şunları söylemişlerdir:
Bir kısım insanlar İslama girmeden Önce mallanın faize vermişlerdi. Bunlar,
faizin bir kısmını almışlardı diğer kısmı duruyordu. Allah teala bu âyet-i
kerimeyi indirerek onların daha önce almış oldukları faiz-leri affettiğini ve
geriye kalan faizi de almalarının haram olduğunu bildirdi. Faize mal veren
kişilerin, Abbas b. Abdul Multalib ve Muğire oğullarından bir kişi olduğu,
faizle mal alanların da Sakiyf kabilesinden Amr oğulları olduğu rivayet
edilmiştir. Diğer bir rivayette ise mallanın faize verenlerin Amr oğullan
olduğu, alanların da Muğİre oğullan olduğu bildirilmektedir.
279- Eğer böyle
yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu
bilin. Şayet tevbe ederseniz, sadece sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık
etmemiş ve haksızlığa da uğramamış olursunz.
* Ayet-İ kerimede
zikredilen ve "Bilin" diye tercüme edilen(fezenu ) kelimesi iki
şekilde okunmuştur.
a- Bütün Medine halkı
bu kelimeyi, sülasî fiilden türetilmiş bir ernir kabul etmişler ve (fezenu )
şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet
sîzler, bu emredileni yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından size savaş
açılmış olduğunu bilin.
b- Küfe kurralannm
tümü ise bu kelimeyi, rubai fillerden türetilmiş bir emir kabul ederek ( fezenu
) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir:
"Şayet sizler, ernrolunanı yapmazsanız, Allah ve Resulüne kargı
savaştığınızı diğer insanlara ilan edin."
Taberi : "Bu
kıraatlardan birinci kıraatin tercihe şayan olduğunu söylemiştir, zira, savaş
ilan etrne, faiz yiyenlerin hakkı değil Allah ve Resulünün hakkıdır. Nitekim bu
hususta, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Şayet, faizli muamele yapan
kimse, bundan vazgeçmeyecek olursa, müslümanların imanının bu kimseyi tevbe
etmeye çağırması gerekmektedir. Eğer vazgeçerse mesele yoktur. Aksi taktirde
imam onun boynunu vurur. Bu hususta Katade de şunları söylemiştir:
"Gördüğünüz gibi Allah, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit etmiş ve onlar
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kanlarını heder etmiştir. Reb' b. Enes te
Allah tealanın bu âyet-i kerime ile, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit ettiğini
söylemiştir.
Ayet-i kerime, faizin
korkunç bir cinayet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinayetin büyüklüğünü
anlamak için, Kur'an-ı Kerimin, faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle
incelemek yeterlidir. Kur'an-ı Kerim, faizcileri, Şeytanın çarptığı, sara
hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler
gibi sağa sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.
Faizciler ise,
Kur'an-ı Kerimin bu tasvirine rağmen faizin zararlarını yok
gibi göstermeye
çalışmaktadırlar. Allahım, bu kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören
ve onunla muamele yapanların, Allah ve Resulünün kendilerine karşı savaş ilan
ettiğim beyan eden âyete rağmen faizle iştigal ederek rablerine karşı savaşmayı
basit bir olay gibi gösterenlerden ve o faizi helalmiş gibi takdim etmeye
çalışanlardan daha zalim ki olabilir? Hangi müsliiman, bu tehdidi duyduktan
sonra faizli muameleye devam etmek ister? Bu âyet-İ kerimeyi duyduktan sonra
yaptığından vaz geçip tevbe etmeyen, bu korkunç cinayeti işlemeye devam eden
kişilere yazıklar olsun. İmanla faiz birbirinin zıddıdır. Hiç bir zaman
birleşmezler.
Cabir b. Abdullahın
rivayetinde bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor Cabir diyor
ki:
"Resulullah
(s.a.v.) faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlerine lanet etti. Ve
"Onlar eşittir" buyurdu."(Müslim, K. el-Müsakat. bab: 106, Hadis
No. 1598/Ebu davud, K. el-Buyü bab: 4 Hn. 3333)
Peygamber efendimiz
diğer bir hadis-i şerifinde de buyuruyor ki: '
"Ben isra ve
miraç gecesinde, karınlan evler kadar büyük olan bir topluluğun yanma vardım.
Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünüyordu. Dedim ki:
"Ey Cebrail, bunlar kimdir?" dedi ki: "Bunlar, faiz
yiyenler-dir."( İbn-i Mace, K. et Ticaret, bab: 58, Hn. 2273/Ahmed b.
Hanbel, Müsned, C.2 S. 353, 363
)
Peygamber efendimiz
bir diğer haclis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:"Faizde yetmiş günah
vardır. En hafifi, kişinin, anası ile zina etmesi gibi-dir.-( İbn-i Mace, K.
el-Ticaret, bah: 58 HN. 2274)
NİSA SURESİNDEN
29- Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız
ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canı* na kıymayın. Şüphesiz ki Allah,
size karşı çok merhametlidir.
Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda, faiz alma, kumardan kazanma gibi haksız yollarla yemeyin.
Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle veya bağışta bulunmakla yemeniz
helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok
merhametlidir. Birbirinizin kanını dökmenizi yasaklaması da merhametinin
gereğidir.
* Ayel-i kerimenin
"Ey iman edenler, inallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyi." kısmı
müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir:
a- Abdullah b. Abbas
ve Süddi, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Ey irnan
edenler, inallarınızı aranızda faiz, kumar, gasp ve zulüm gibi, Allahm haram
kıldığı yollarla yemeyin. Ancak razı olacağınız bir ticaret yoluyla
kazanacağınız mallan yeyin."
b- İkrime ve Hasan-ı
Basri ise âyet-i kerimenin bu bölümünün, insanların, misafir olma ve ikram
edilme yoluyla da birbirlerinin mallanın yemelerini yasakladığını, ancak alış
veriş yaparak birbirlerinin mallarını yiyebileceklerini beyan etliğini fakat
daha sonra Nur suresinin şu âyeti inerek bunu neshettiğini ve müminlerin birbirlerinin
mallarını misafir olurken ve ikram edilirken yiyece-bileceklerinin anık mubah
olduğunu söylemişlerdir. "Kör için bir güçlük yoktur, topal için bir
güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur. Sizin de kendi evlerinizde ve
babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin
evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya
halalannızın evlerinde veya daymlannızın evlerinde veya teyzelerinizin
evlerinde veya anahtarları emanet edilip tasarrufunuza verilen evlerde veya
dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir günah yoktur. Birlikte veya ayrı
ayn yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman kendinize selam
verin. Bu, Allah nezdinde mübarek ve terniz bir selamlaşmadır. Aklınızı kullanasınız
diye Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor."*431
Taberi diyor ki:
"Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Allah teala bu
âyetle müminlere haram kıldığı şekilde birbirlerinin mallarını yemeyi
yasaklamıştır. Zira haksız yere mal yemenin mânâsı budur. Ayetin mânâsı bu
olduğuna göre bunun aksini iddia ederek onun mânâsının, kişinin mümin kardeşi
tarafından ikram edilen yemeği yasaklamak olduğunu ve daha sonra da
neshedildiğini söyleyenlerin görüşünün bir anlamı yoktur. Zira yemek yedirmek,
misafirlere ikramda bulunmak, müşriklerin de Övülen amellerindendi. Is-
Nur suresi. 24/61
lam da geldi bu tür
amelleri yapmaya davet etti. Hiçbir zaman bunları yasaklamadı. O halde ayetin
mânâsının bu gibi ikram ve ihsanlarda bulunmayı yasaklamak olduğunu söylemek
yersizdir.
Taberi diyor ki:
"Bu âyet-i kerime, îicaret ve sanat yoluyla, nzık talep etmeye karşı çıkan
bazı cahil mutasavvıflan tekzib etmektedir. Âyet-i kerime, rıza ile kazanılan
ticaretin helal olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta Katade diyor ki:
"Tecaret, onu doğrulukla ve takva ile yapanlar için Allahın nzıklann-tlan
bir nzık ve helal kıldığı şeylerden bir şeyctir. Bize rivayet edilirdi ki:
"Güvenilen ve dürüst bir tacir kıyamet gününde arşın gölgesinde bulunacak
olan yedi sınıftandır."'441
Âyet-i kerimede, nza
ile yapılan ticaretten kazanılan malın helal olduğu zikredilmektedir. Âlimler,
ticaretin hangi şekilde yapılmışı halinde rıza ile yapılmış olacağı hususunda
iki görüş zikretmişlerdir:
a- Kadı Şüreyh, İbn-i
Şirin, Şa'bi, Hz. Ali Abdullah b. Mes'ud, Ebu Ziir'a ve Abdullah b. Abbastan
nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Rıza ile yapılan
ticaretten maksat, alış veriş yapan taraflardan herbirinin, alış veriş akdini
yaptıktan sonra o muameleyi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar, birbirlerini
alış verişi bozup bozmamakta serbest bırakmalarıdır. Bunlara göre taraflar bir
mecliste sözle alış verişi bitirdikten sonra tekrar onu bozabilme hakkına
sahiptirler. Bu hususta Muhammed b. Şirin diyor ki: "Biri diğerine bir bornoz
satan iki kişi anlaşmazlığa düştüler. Biri: "Ben bu adama bir bornoz
sattım. Beni razı etmesini İstetilin. Fakat o beni razı etmedi "dedi.
KacJi Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı et."
Satın alan adam dedi ki: "Ben ona dirhemlerini verdim fakat o razı
olmadı." Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı
et." Adam yine dedi ki: "Ben onu razı ettim fakat o razı
olmadı." Bunun üzerine Şüreyh dedi ki: "Alış veriş yapan iki tarif
adi yaptıkları yerden ayrılmadıkça onu bozup bozmamaktan serbes' ...er."
Taysele diyor ki:
"Ben çarşıdaydım .-.ü (r.a.lda oradaydı. Bir kız çocuğu geldi ve bir
dirheme meyve satın almak i1 .edi. Ben de d:ıiıemi alıp meyveyi ona verdim.
Sonra kızcağız "Bu meyveyi inmiyorum d'.nemimi bana ver." dedi. Ben
direnim. O sırada Ali gel ip dirhem' alarak kıza .erdi."
Bunlar, görüşlerine
deli! olara1, Resulullahı,ı şu hadis-i şerifini zikretmişlerdir. Abdullah b.
Ömer diyor ki: ' Resulullah $öyle buyurdu: "Her alış veriş yapın iki
taraf, bulundukları yerden yrılmadıl.ça aralarında satış diye bir şey
yoktur."14''1 Ancak birbirlerini rnuhay^ " *••' ualan
müstesnadır." Ebu Hureyre
(44) Bkz. tbn-i Mace,
K. et-Ticarât. bab' l. Hadis No: 2139 / Tirmizi. K. cl-Büyü. bak 4, Hadis No:
1209
(45) Bkz. Tiımizi, K.
el-Büya', hah: 26, Hadis No: 1245
de Resulullahın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir. "Alış veriş yapan iki kimse birbirlerinden
razı olarak ayrılırlar."'4")
Abdullah b. Abbas
diyor ki: Resululiah bir adama bir şey sattı. Sonra ona dedi ki: "Alış
verişi bozup bozmamayı tercih et." Adam da "Geçerli olduğunu tercih
ettim." dedi.
Resululiah da:
"İşte alış veriş böyle olur," dedi.(47) Evet, bu görüşte olanlar alış
veriş yapan iki tarafın, akdi yaptıkları yerden ayrılıp fiilen gitmedikleri
takdirde bu âyette belirtilen ve Resulullahın hadislerinde açıklanan "Rıza
ile bir alış veriş" olmayacağını söylemişlerdir.
b- İmam Malik, Ebu
Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammede göre ise bu âyetle zikredilen "Rıza
İle yapılan ticaret"ten maksat, tarafların alış veriş akdini yapmadan önce
nzalanyla akdi bitirmeleridir. Bunların, alış veriş yaptıktan meclisten
ayrılmadan önce bu rızalarının bozulup bozulmaması veya birbirlerini akdi bozup
bozmamakta serbest bırakmaları, rızanın ortadan kalkmasını gerektirmez. Bunlara
göre taraflar, nzalanyla alış veriş akdini yaptıktan sonra akdi yaptıkları
mecliste, taraflardan birinin, akitten caydığını söyieyrek onu tozması caiz
değildir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Alış
veriş te nikah akdi gibi, sözle yapılan akillerdendir."
Âlimler, "Nikah
akdi yapıldıktan sonra, taraflardan birinin, diğerini, ak-din gereğini yapmaya
mecbur edeceği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Taraflar akdîn yapıldığı
meclisten ayrılmamış olsaiar dahi akit iki tarafı da bağlayandır. Alış verişin
hüKmiı de böyledir." demişlerdir.
Resululiah, "Alış
veriş yapan iki taraf ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbesttirler."
hadisinden maksat ise "Akdi yapma sözlerinden ayrılmadıkça."
dernektir. "Akdin yapıldığı meclisten ayrılmadıkça." demek değildir.
Taberi bu görüşlerden
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ve bu vaziyette zikredilen
"Rıza İle yapılan ticaretten maksadın, ticaret yapan tarafların, akdi
yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar rızalarının devam etmesi olduğunu beyan
etmiş bu itibarla akil yapan taraflar akit meclisinden ayrılmadıkça akdi bozup
bozmamakta serbest olacaklarını söylemiştir.
Zira bu hususta
Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğu sahih bir haberdir. "Alış veriş
yapan iki taraftan herbiri ayrılmadıkça diğer tarafa karşı muhayyerdir. Ancak
muhayyer bırakıl arak yapılan alış verişler müstesnadır."'4"1 Diğer
bir rivayette hadisin sonu şöyledir: "Yahut da taraflardan biri arkadaşına
"Seç" de-
(46) Bkz. Ebu Davud.
K. ei-Büyıı1, Nıh: M, llaılıs No: 3458
(47) Rk/.. Buhari, K.
el-Büyu, hüh. 43
(4S) libıı Davud, K.
ol-Rüyu' h. 51, Haıhs No: 3
160-161- Yahudilerin
zulmetmeleri ve bir çok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları
halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha
önce kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. .Onlardan
kâfir olanlara, can yakıcı bir azap hazırladık.
Yahudilerin,
Peygamberleri öldürmeleri gibi zulümleri, Allah'ın dininden bir çok insanları
alıkoymaları, kentlilerine yasaklanmasına rağmen faiz almaları, rüşvet olarak
veya Allah'ın kitabını değiştirme karşılığında para alarak haksız yere
insanların mallarını yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helal kıldığımız
iemiz şeyleri hanım kıldık. Biz onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap
hazırladık ki o da cehennem azabıdır.
Şu âyet-i kerimede
Yahudilere yasaklanan şeylerden bir kısmı zikredilmektedir. "Biz,
Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haranı kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt,
bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarım da hanım kıldık. Azgınlıklarından
dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesi/, ki biz, doğru
söyleyiniz."|22Sl
Ayet-i kerimede,
Yahudilerin, işledikleri dört günahtan dolayı kendilerine daha önce helal
kılınan şeylerin haram kılındığı beyan edilmiştir. İşledikleri bu günahlardan
biri, zulmetmeleridir. Bu zulümlerinin mahiyeti ise bundan önceki yüz elli beş,
yüz eli i altı ve yüz elli yedinci âyetlerde zikredilen, Allah'a verdikleri
hadi bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, Peygamberleri haksız yere
öldürmeleri, "Kalblerimiz kapalıdır." demeleri, inkarcılıkla
bulunmaları. Meryem'e zina iftirasında bulunmaları ve "Biz, Meryemuğlu İsa
Mesihi öldürdük." demeleridir. Bu günahlardan bir diğeri ise insanları
Allah'ın yolundan çokça alıkoymalarıdır. Bundan maksat ise, Allah'a karşı bâtıl
şeyler uydurup onun, Allah'tan olduğunu iddia etmeleri, Allah'ın kitabını
değiştirmeleri, mânâlarını gerçeğinden saptımıalan, Hz. Muhammed'in
Peygamberliğini inkâr etmeleri ve onun gerçek halini bilmeyen cahil insanlara
açıklamamaları ve böylece insanları saptırmalarıdır.
Yahudilerin işlemiş
oldukları günahlardan bir başkası da daha ünce izah edildiği gibi faiz
almalarıdır.
Yine Yahudilerin
işlemiş oldukları günahlardan biri de İnsanların mallarını haksız yere
yemeleridir. Bundan maksat ise verecekleri hüküm karşılığında rüşvet almaları,
kendileri herhangi bir şey yazarak "Bu Allah kalındandır." demek
suretiyle para almaları ve benzeri murdar kazançlar sağlamalarıdır. İşte bu
günahlar yüzünden Allah teala onları cezalandırmış ve onlar için helal kıldığı
şeyleri haram kılmıştır,
Âyet-i kerimenin
sonunda: "Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık."
buyurulmaktadık. Burada ifade edilen "Onlar"dan maksat, Yahudiler.
"Onlardan kâfir olanlar"dan maksat, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini
inkâr edenler ve "Can yakıcı azap"f:ın maksat ise cehennem azabıdır.
228 En'am
suresi,6/146
Çocuklarimdan birinin bir
sey çaldigini ögrenince çok rahatsiz oldum. Gelecekte onun bir hirsiza
dönüsmesinden korkuyorum. Ne yapmami tavsiye edersiniz?
C- Küçük çocuk bir çok nedenden dolayi çalar. 1- Çalar, çünkü ödünç alma ile
çalmanin arasindaki farki bilmez. Özel mülkiyet anlayisi henüz kendisinde tam
olarak yerlesmemistir. 2- Bazilari, baskalarinin sahip olduklari seylerden
mahrum oldugu için çalar. 3- Anne-babasindan intikam almak için ya da
dikkatlerini çekmek için çalar.
Ne yapmamiz gerekir? 1- Sakin olmak... Azarlama ve ayiplamak yerine sakin ol!.
Bu durum, çocugunu egitmen için bir firsattir. 2- Çocuga nasihat etmek... Ona
Islam'da hirsizlik yapmanin hükmünü, Allah'in Aziz Kitabi'nda (Hirsizlik yapan
erkek ve hirsizlik yapan kadinin ellerini kesin) buyurdugunu, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'in kadinlarin bey'atinda Allah Teâlâ'nin (Çalmamak üzere..)
buyrugu geregi onlardan, hirsizlik yapmayacaklarina dair söz aldigini bildir.
Çocuguna, Allah'in görüp gözettigini hatirlat. Allah teâlâ söyle buyurur:
(Nerede olursaniz olun O sizinle beraberdir.) Ve söyle buyurur: (Allah,
yaptiklariniza sahittir.) Ona de ki: "Insanlarin gözünden uzakta gizlice
çalsan da süphesiz Allah seni görür. Çünkü O (gizliyi ve sakliyi bilir.) 3-
Çocukla yüzyüze konusmak... Çocukla, hirsizliga iten nedeni açikça konusmak
gerekir. Örnegin söyle dersin: "Ben senin çarsidan tatli aldigini
biliyorum. Onu aldin, çünkü ona ihtiyaç hissediyorsun. Fakat çalmak çözüm
degil. Gelecek sefer bir sey istediginde önce benimle konus. Ben senin
güvenilir biri olmak istedigini biliyorum." Çocugun kendisini baskalarinin
yerine koymasina çalis. "Kendisinden tatli çaldigin kisinin yerinde olsan
ne hissederdin?" de. 4- Cezalari artirmak... Çocuktan, çaldigi seyi özür
dileyerek geri vermesini veya geri verilmesi imkansiz ise bedelini vermesini
istemek gibi. Bununla birlikte evdeki bazi seylerden de mahrum edilir. 5-
Çocugu gözetmek ve uzun süre ihmal etmemek... Allah dogru yola iletendir
Islam Dini niçin "Islam" olarak isimlendirilmistir?
C- Çünkü Islam'a giren kendisini Allah'a teslim etmis ve teslim olmustur.
Allah'dan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen tüm hükümlere
boyun egmistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Kendini bilmezden baska kim
Ibrahim'in dininden yüz çevirebilir? Andolsun ki biz onu dünyada begenip
seçmisizdir. O, ahirette de muhakkak salihlerdendir. Hani Rabbi ona
"Teslim ol" dedigi zaman o da "Alemlerin Rabbine teslim
oldum" demisti.)(2/el-Bakara/130-131) Ve söyle buyurur: (Kim ihsan sahibi
olarak yüzünü Allah'a teslim ederse iste ona Rabbi katindan ecri
verilecektir.)(2/el-Bakara/112)
Esim Islam'a girmeyi reddederse onu bosamam gerekir mi?
C- Eger esin Ehli Kitap'tan -yahudi veya hristiyan- ise onu bosaman gerekmez.
Onunla evli olarak kalabilirsin. Bu sana mubah olan bir seydir. Fakat esin
baska bir dine mensupsa veya dinsiz ise müslüman olmanla birlikte evliliginiz
bozulmus demektir. Çünkü müslümanin müsrik biriyle evlenmesi caiz degildir.
Evlenirse bu evlilik degil zina olur.
[Seyh Sa'd el-Humeyd]
Bazi insanlar mushafi alip dudaklarini oynatmadan göz
gezdiriyorlar. Bu durum Kur'an okuma sayilir mi? Ya da Kur'an okuma sevabi
alabilmek için mutlaka telaffuz etmek ve dinlemek gerekir mi? Kisi mushafa
baktigi için sevap alir mi?
C- Üzerinde düsünmek, akletmek ve manalarini anlamak amaciyla, telaffuz etmeden
Kur'an'a bakmakta bir beis yoktur. Fakat Kur'an okuyor kabul edilmez ve Kur'an
okumanin sevabina erismez. Ancak Kur'an'i telaffuz ettiginde -etrafindakiler
duymasa dahi- okumus sayilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Kur'an'i okuyun. Çünkü o Kiyamet günü sahiplerine sefaatçi olarak
gelir." (Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "sahipleri" ile kasdettigi
daha baska hadislerde zikredildigi gibi onunla amel edenlerdir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim Kur'an'dan bir harf okursa
bununla kendisine bir hasene vardir. Hasene de on katiyla birliktedir."
(Tirmizi ve Dârimi sahih bir senetle rivayet eder.) Kisi, ancak onu telaffuz
ettigi zaman okumus sayilir.
[Mecmûu Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia - Seyh Allâme Abdulaziz b. Bâz
rahimehullah c.8 sf.363]
Hangisinin ecri daha çoktur; "Allahumme salli ve sellim alâ
Muhammed" dememizin mi, yoksa "Subhânallahi ve bihamdihi,
Subhânallahi'l Azîm" dememizin mi?
C- Ikisini birlikte söyleriz. Dua ederek bir sey istemeden önce ve sonra
Nebi'ye salât ve selam getirmek menduptur. Nebi'ye salât getirmenin duanin
kabulüne sebep oldugu varid olmustur. Ayni sekilde "Subhânallahi ve
bihamdihi, Subhânallahi'l Azîm" sözüyle zikir ile ilgili olarak da
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu iki sözün büyük ecrinin oldugunu
bildirmistir.
[Seyh Abdullah b. Cibrîn]
FITRAT-I SELİME (Bozulmamış
Fıtrat)
Bismillahirrahmannirrahim
Hamd alemlerin
Rabbı olan Allah’a mahsustur. O’na hamd eder O’ndan yardım dileriz.
Allah kime
hidayet verirse onu hiç sapıtacak yok, saptırdığını da hidayet verici yoktur.
Sözün
en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed’in (s.a.v)
yoludur.
Ey
iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman
olarak ölün. Al-i İmran (102)
Fıtrat:
İnsan tabiatı, yaratılış şekli, biçimi manasındadır.
Selime:
arızalardan beri olmak, sonradan olan müşkilatlardan selim olmak manasındadır.
Fıtrat
doğrudan doğruya herkese verilmiştir. Her kişide vardır. İnanç ise ancak
insanlara öğretilir. Allah insanların Allah’ı tek “Rab” kabul etmeleri
hususunda onları kendi nefisleri üzerinde şahitler etmiştir. Araf 172-173’te
şöyle buyuruyor:
“Rabbın,
Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları
kendilerine şâhid tutarak “ben, sizin Rabbınız değil miyim?” (demişti). Onlar
da: “Evet; buna Şâhidiz” demişlerdi. Bu, kıyamet günü, “bizim bundan haberimiz
yoktu”, dememeniz içindi. Yahutta “atalarımız önceden (Allah’a) şirk
koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk. Şimdi o bâtılı
işleyenler yüzünden bizi helâk mı edeceksin?”
Bu
ayet de ki söz alma meselesi insanların Allah’ın Rablığını kabulü hakkındadır.
Rablığın manasını bilmek gerekir ki Allah’tan gayrı Rabları inkar edip sadece
Allah’ı Rab olarak bilmelidir. Rab: Eğitti, öğretti, terbiye etti manasınadır.
Allah
(c.c) fıtratını bozmuş olan insanın hiçbir itiraz ve mazeretini kabul
etmeyecektir. Fıtratın bozulması sonradan meydana gelen bir konudur.
Bunu
Allah Rasûlü (s.a.v) Buhâri ve Müslim’in Sahihlerinde şöyle beyan etmiştir:
Ebû
Hureyre (r.a)den gelen rivayete göre; “Her doğan fıtrat üzere doğar. –Başka bir
rivayette ise: Bu din üzere doğar. – Ana babası onu yahudileştirir,
hıristiyanlaştırır ve mecûsileştirir. Nitekim hayvanda tam, bütün hayvan
doğurur. Siz onda hiçbir organın eksikliğini hisseder misiniz? Müslim’in
Sahihinde Iyâz İbn Himâr’dan rivayet edilen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v)
şöyle buyurur: Allah Teala buyurur ki: Ben, kullarımı muvahhidler olarak
yarattım. Şeytânlar gelip onları dinlerinden saptırarak uzaklaştırdı, onlara
helal kılınanları, kendilerine haram kıldılar.
Bu
konu Kuran’da ise şu ifadelerle gerçeklik kazanmaktadır. “Öyle ise sen yüzünü
Hanif (muvahhid) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki, Allah insanları
bunun üzerine yaratmıştır.” Rum / 30
Fıtrat
insanlar için kullanıldığında Fıtrat-ı Selime diye tarif edilir. Hayvanlar için
kullanıldığında ise buna Sevk-i ilahi diyoruz.
Psikoloji
dalında ki adı yani günümüz felsefesinde iç güdü olarak geçiyor.
Bilinip
veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı
hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten
büyüğe ne varsa hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır.
Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti
kerimede buyurduğu gibi :
“Göğü,
yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin
zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/ 27)
Allah(c.c)
yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet
etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde
toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.
Ama
ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla
yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş
ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak
bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal
hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı
yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey
değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun
için yaratılmıştır diye. Buda aynen:
“Ben
cinleri ve insanları, ancak bana ibadet
etmeleri için yarattım.”
(Zariyat(51)/
56)
Onlara
muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için
yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler
diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor: İsteyerek veya istemeyerek Bana
ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.
Bunu
Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık,
diyor. Bu konuda yine bir ayeti kerime de şu hatırlatılıyor:
(Ey
Muhammed) De ki: “İbadetiniz olmazsa, Rabbınız size neden değer versin? Oysa
siz yalanladınız; bu yüzden azâb sizi bırakmayacaktır.”
Furkan/
77
Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında
hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun
bu gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir
değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi
bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını,
eblelliğini gösterir.
Aynen;
kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia
etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur.
Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını
ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor.
İnsan
bir program dahilinde yaratılıp gönderilmiştir. Yaratılışının icabı verilen
hasletleri kullanmak zorunda olduğundan
bunu hangi yönde kullanırsa kulluğu da o yönde olacaktır. Bu demektir ki
insanlar isteyerek veya istemeyerek bir şekilde kul olacaktır. Bu kaçınılması
kaçınılmaz bir sondur. Bunun dışına çıkmak gibi bir şey olamaz. İnsan
fıtratında tabiatından olan sevme, korkma, buğz etme, umut bağlama, isteme,
güvenme, sığınmak gibi hasletler Allah tarafından her insana verilir. İnsan
kendine verilen bu hasletleri kullanır, bunları neye kimin için kullanırsa ona
ibadet etmiş olur. İnsan öyle veya böyle bir yerlere kul olmak zorundadır. Eğer
Allah’a kul olmaktan kaçınıyorsanız bu demektir ki bir çok kişilere kul olmayı
farkında olmadan birkaç şeyin esareti altına girmeyi kabul ediyor ve güya insan
olarak başkalarının esareti altında yaşamamak konusunda boş yere nefes tüketip
felsefeler kuruyorsunuz.
Başkalarına
kul olmak demek bize verilen hasletlerin (sevgi, güven...vb) tek tek herkes
için yalnızca bir tanesini kullanma şansımız vardır. Çünkü fıtrat icabıyla
sevdiğimiz insandan aynı zamanda korkmak gibi iki zıt hasleti bir arada
bulundurmak imkansızdır. Bunun imkan bulması sadece ve sadece Allah’a kul
olmakla mümkün olabilir. Başka hiçbir kullukta açıklanamaz.
Hayvanlar
alemindeki varlıklar bu kulluğu kusursuz bir şekilde yerine getirmektedir. Bal
arısını örnek verecek olursak yaratılışının gereği bal yapmamak gibi bir seçim
hakkı yoktur. Bu demektir ki Allahu Teala her varlığı bir gaye için
yaratmıştır. Nitekim Allah (c.c) bir ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
“Biz
bu dünyada her şeyi bir ölçüyle yarattık.” Kamer /49 ve yine;
“Biz
hiçbir şeyi boş yere yaratmadık.” Enbiya / 16 Buyurmuştur.
Bu
ayetlerden de anlaşıldığı üzere Allah-u Teala’nın gayesi dışına çıkmak fıtratı
selime dediğimiz konunun dışına çıkmaktır. Ve bu durum sadece bizim için hayal
bile etmek istemediğimiz cehennemin habercisidir.
Sohbetimizin
sonunda şu ayetlerin hatırlatılması burada bulunan bütün müslümanlar için en
güzel hatırlatma düstur olacaktır.
“Ey
İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve
Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz,
mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.”
(Enfal Suresi(8)/ 24)
Velhamdü
lillahi Rabbülalemin.
***
GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH'I RAZI ETMEK ***
Bu gün izahını yapmaya çalışacağımız konu, Emri
bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile alakalı bir iki hususun şer'i
çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.
Bunlardan
birinci ve en önemlisi : "Gayemiz insanları değil, Allah'ı razı etmek
olmalıdır."
İkincisi
ise : "Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olup bunların birbirinden
ayırt edilmesi gerekmektedir".
Üzerinde
duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar oluşu hasebiyle siz değerli
kardeşlerimin sohbet esnasında zihinlerini canlı tutmalarını rica ediyorum.
Zira yapılan sohbetlerin yanlış anlaşılması ve yanlış kavranılması o sohbetin
başka birilerine aktarılmasında da aynen yanlış iletilmesi ve yanlış
kavranılması demektir.
Şimdi
ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta "Gaye insanları değil
Allah'ı razı etme" noktasıdır.
Bilindiği
gibi, "Emri bil mağruf ve nehyi anil münker" müessesesi islamın en
önemli müesseselerinden bir tanesidir. Biz bu güzel vasıta ile yaratılışımızın
gayesini öğrendiğimiz gibi, yine aynı zamanda birçok insanda bizim bu
müesseseyi kullanmamız vasıtasıyla yaratılışlarının gayesini öğreneceklerdir.
İşte
bunun içindir ki islam, her mükellefi malumatı nisbetinde bu müesseseden hesaba
çekecektir. Bilen bildiği ölçüde hakkı anlatma mecburiyetinde olduğu gibi, aynı
zamanda bildiği ve kavradığı ölçüde de münkeri reddetme ve ona mani olmak
zorundadır. Ve bu görevi yerine getirirken de razı etmeye gayret göstereceği
merci Allah olmalıdır, insanlar değil. Yani, hakkı anlatmada, onu bir başkasına
ulaştırmada hiçbir zaman geri durmadan halkın değil, hakkın rızasını ön planda
tutmalıdır.
İnsanlar
hor görecekler diye, insanlar kızacaklar diye ve yine insanlar beni dışlarlar,
kendilerinden soyutlarlar diye hiçbir zaman ne görülen bir münkerin nehyedilmesi
ve nede anlatılması gereken bir hakkın ihmali asla düşünülmemelidir.
Yapılması
gereken bu göreve basiretli, ferasetli bir muvahhid gözüyle bakılmalıdır.
Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride büyüyeceği düşünülürse, mani olunması
gereken küçük bir münkerinde ileride büyüyüp devleşeceği asla unutulmamalıdır.
Bir
müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya bakmalıdır. Anlatacağı bir mağruf
o an küçük bir tohum olabilir. Küçük bir filizde olabilir. Ama o işten anlayan
bahçıvan bu tohumun ileride bir fidan olacağını daha sonra ise ağaç olacağını
ve zamanla binlerce meyvesiyle nevşu nema bulan ve insanlara menfaati olan bir
ağaç olacağını asla unutmaz.
Yine
bu mani olmayacağı bir münker o an küçük bir tohum olabilir. Fakat onun ileride
büyüyüp fidan olacağını daha sonra ağaç olacağını ve binlerce zehirli meyvesi
ile etrafına zehir saçan bir zakkum ağacı olacağını unutmaz, bu bahçıvan.
Unutmayın
ki, zamanımızın şu korkunç ve çirkin hali birden vuku bulmamıştır. Nasıl ki
islam bütün berraklığı ile küçük denmeden büyük denmeden anlatıla anlatıla
nevşu nema buldu ise, aynen bu çirkin manzaranın yatırımı yavaş yavaş
yapılmıştır. İblis denen o mahluk küçük demedi, az demedi ve o zehirli
tohumlarını atmaktan geri durmadı. Çünkü o çok iyi biliyordu ki attığı o
zehirli tohumlar çok geçmeden filizlenip kocaman zakkum ağaçları olacaktır.
Evet
ey şuurlu müslüman kardeşim! Unutma ki bu ileriyi düşünme, ileri
görüşlülük iblis ve avanelerinden çok,
muvahhidlerin düşüneceği birşeydir. O ve avaneleri, attıkları her tohumun
ileride büyüyüp karşılığını kat kat vereceğini hesap edip yatırımlarını
yaparken, sen nasıl olurda "Onun hilesinin zayıf olduğunun" farkında
olduğun halde münkerlere set çekip, ileriye yönelik bir yatırım yapmazsın
ki?... Sen nasıl olurda anlatacağın bir mağrufu insanların kırılıp senden yüz
çevireceğini düşünerek terk edersin ki?... yine, sen nasıl olurda görmüş
olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar, bana söver, beni döver
diye kaygılanıp mani olmazsın ki?...
Eğer
şu hale gelişimizde, bu münkerlerin yerleşmesinde geçmişteki fertlerin bir
sorumluluğu ve bir vebali var ise ki muhakkak ki var. Bunun gibi, gerek
zamanımızda ve gerekse ileride yapılacak olan mani olmadığımız münkerlerin
sorumluluğu ve vebali şu cılız omuzlarımıza indirilmemek şartı ile
yüklenecektir. Peki neden?
Çünkü
görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir mücadele verilmezse, ona
mani olunmaya çalışılmazsa zamanımızda yaşanacağı gibi, ileride de katlanarak
ve rahat bir şekilde yayılıp yaşanacaktır bütün bu çirkinlikler. Günümüzde
yaşanan ve geçmiştekilerin bize miras bıraktığı münkerler gibi.
Evet
ey müslüman! Unutma ki Allah'tan başkalarının rızası gözetilerek yapılan bütün
işler "hebaen mensura" olacağı gibi, karşılığında da büyük bir azap
vardır.
Yapılacak
olan bir mağrufta olsun veya nehyedilmesi gereken bir münkerde olsun, eğer bir
başkasının rızası veya gadabı gözetiliyorsa, o insanın havale edileceği yer
rızasını veya gadabını düşündüğü o yerdir.
Konuyla
ilgili birkaç hadislerinde Allah Rasulü (s.a.v) şöyle buyuruyor:
"......
Aişe (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Her kim insanların
gücenmelerine (kızmalarına) mukabil Allah'ı razı etmeye çalışırsa Allah'ta onu
insanların zahmetinden kurtarır. Her kimde Allah'ın kızmasına mukabil
insanların rızasını ararsa Allah'ta onu o insanlara havale eder..."
Tirmizi /
4.c / 2527
"....Ebu
Said el-Hudri (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) bir hutbesinde şöyle buyurdu:
"Hakkı söylemekten ve o büyük günü hatırlatmaktan sizi insanlara olan
korkunuz engellemesin. Çünkü bu ecelinizi yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da
uzaklaştırmaz."
İbnu
Mace / 10.c / 4007. N. H - Tirmizi
İşte bu yüzden
basiretli her müslüman halkı değil
hakkı memnun etmeye gayret gösterir o batıl karşında susmadığı gibi
hakka yardımda da geri durmaz kendisi münkerlerden uzak durduğu gibi,
toplumunda da münkerlerin yayılmasına razı olmaz o her zaman her münkeri
değiştirmeye gayret göstermekten de geri durmaz.
Yine
şuurlu bir müslüman iyi bilir ki, görülen bir münker karşısında bananecilik
dinden değildir. Yine o iyi bilir ki, görülen herhangi bir münkerin def'i için
çaba sarf etmeme Allah'u Azze ve Celle'nin gazabını ve azabını celb etmektir.
O,
hiçbir zaman Allah resulü (s.a.v)'in tüyler ürpertici şu hadisi şeriflerini
aklından çıkarmaz:
"...Ebu
Bekr(r.a)'dan rivayet edildiğine göre bir hutbesinde Allah'a hamd ve sena
ettikten sonra şöyle demiştir:
"Ey
iman edenler! Siz kendinize düşene bakınız. Hidayet yolunda olduğunuz zaman
sapıtan kimse size zarar veremez..." Maide / 105
Ayetini
okuyorsunuz (emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkeri terk ediyorsunuz) Halbuki
biz Resulullah (s.a.v)'den şunu işittik: "şüphesiz insanlar kötü bir şeyi
görüpte menetmedikleri zaman Allah'ın onlara umumi bir ceza vermesi
çabuklaşır."
İbnu
Mace / 10.c 4005. / Ebu Davud / 5.c
4338.
...
Cerir b. Abdillah el-Beceli (r.a)'dan; Resullullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
" Hiçbir kavim yoktur ki içlerinde günah işlenir, onlar günah
işleyenlerden daha güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemez de
Allah onların tümünü cezalandırmaz..."
İbnu Mace / 10.c 4009.
N.,Tirmizi.
“...Abdullah
İbnu Mes’ud(r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“İsrail
oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu; bir kimse başka bir kimseye günah
işlerken rast gelirdi. Ve ona: “Ey vatandaş (ey kardeş veya arkadaş) Allah’tan
kork, işlediğin günahı bırak, bu sana helal değildir” derdi. Sonra ertesi gün
yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün ona (nasıl olsa bir sefer tebliğ ettim,
anlattım düşüncesiyle) tebliğ etmezdi, bir daha anlatmazdı. Çünkü beraber
yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bunu işleyince Allah’u Azze ve
Celle bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve şöyle buyurdu:
“İsrail
oğullarından kafir olanlar Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler.
Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerindendir. Onlar yaptıkları münkerlerden
birbirlerini alıkoymazlardı. Yapmakta oldukları şey cidden ne kötü idi...”
Maide / 78-81 ,kısmına kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu:
“Allah’a
yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de nehy edersiniz,veya zalimin
elinden tutar, onu hakka sevk edersiniz. Onu sadece hakkı uygulamaya
zorlarsınız...”
Ebu
Davud: 5.c./4336.N.
İbnu
Mace:10.c./4006.N.
Tirmizi
Eğer
zikredilen bu hadisi şerifler Aklı selim bir müslüman tarafından düşünülürse
gayet açık ve nettir ki, bir müslüman bir münkerin işlenmesi halinde rahat
edemez, suskun kalamaz, o münkeri engellemenin yollarını arar.
Özellikle
zikredilen son hadisi şerif daha dikkate şayan bir incelikle anlaşılmalıdır.
Burada anlatılan gayet açıktır ki, İsrail oğulları küfürde birden vuku
bulmamışlardır. Yavaş yavaş o hale gelmişlerdir.
Ahdi
bozmanın ilk merhalesi görülen münkeri bir defa karşı tarafa anlatma, daha
sonrasında ise anlatmama ile başladı.
Daha
sonra beraber yiyip içip, gülüp oynamaya, aman ticaretimiz aksamasın diye sıkı
fıkı olma safhasına gelindi. Derken, Allah’u Azze ve Celle kalplerini
birbirlerine karıştırdı. Ve daha sonra, artık karşı tarafa kalbi olarak buğz
etme dahi ortadan kalktı. Nihayet Allah’u Azze ve Celle’de onları lanetledi ve
kafir olduklarını beyan etti.
İşte
bu nokta çok iyi anlaşılmalı ve çok iyi kavranılmalıdır. Allah resulü
(s.a.v)’in şu hadisi şerifleri de bu ayeti kerimeyle birlikte anlaşılmaya
çalışılırsa mes’ele daha da netleşecektir:
“...
Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki; Allah’u
Teala’nın gönderdiği her nebinin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine
uyan mukakkak ki bir takım havarileri ve sahabileri vardır. Sonra onların
ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan bir
takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara karşı eliyle mücahede ederse o,
mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücahede ederse o da mü’mindir. Onlara
karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan
bir hardal tanesi yoktur.”
Müslim
/1.c.50.N.
“...Ebu
Said (r.a)’dan ...Resulullah (s.a.v)şöyle buyurdu: Sizden her kim bir münker
görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle
değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte
bu da imanın en zayıf noktasıdır...”
Müslim
/1.c.49.N.
Görüldüğü
gibi imanın en zayıf noktası insanın bu konuda karşı tarafa sadece kalbi bir
buğz beslemesiyle iktifa etmesidir. Diğer hadiste ise insan, kalbi bir buğz
etmeyi bile yitirmiş ise artık onda imandan eser kalmamıştır.
Yoksa
insanlardan bazılarının anladığı gibi, “ yapılmadığında insanda imanı külliyen
nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde insanı imandan çıkarmayan, imanın
şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine getirmek, insanda iman vardır anlamına
gelmez.”
Daha
açık bir ifade ile izah edecek olursak,
imanın öyle şubeleri vardır ki, insan, onları terk etmesiyle imandan
çıkar. Öyle şubeleri de vardır ki terkinde hala iman dairesinde olup, sadece
imanı o nisbete göre noksanlaşır. Yani iman ondan soyutlanmaz. Dolayısıyla,
insanı imandan çıkarmayacak bir iman şubesinin terki, yerine getirilmesiyle de
insanı iman ehli yapmaz.
Hülasa,
sözün özü: “Şuurlu bir müslüman amellerinin tümünde sadece Allah’ın rızasını
gözetir. Endişesi, attığı her adımın, yaptığı her işin insanların değil,
Allah’ın rızasına uygun olup olmadığıdır.
İzahını
yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci noktası ise “Tavizle, yumuşaklılığın
ayrı ayrı şeyler olduğu ve bunların birbirinden ayırt edilmesi” noktasıdır.
Konunun
bu bölümü, üzerinde hassasiyetle durulup
çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır.
Çünkü,
bir çoğumuzun henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta sebebi ile birbirimizi
karşılıklı itham etmekte ve birbirimizi yerli yersiz suçlamaktayız.
Bilindiği
gibi Taviz ve yumuşaklılık birbirinden farklı şeylerdir. İslam, dinden taviz
verilmesini istemediği gibi, islamın başkalarına ulaştırılması esnasında da
(yani tebliğde de) kabalık ve sertliği istemez ve sevmez. Yani, tebliğci sürekli
yumuşak muamele etmekle emrolunmuştur. Çünkü islam yumuşaklık, kolaylık ve
hoşgörü dinidir. Binaenaleyh, insanlar fıtratları gereği kabalıktan ve
sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve hoşgörülüğe sempati duyarlar. Bu
yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyuruyor:
“...
Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi...”
Al-i
İmran /159
İşte
bu, insanları davasına davet eden her ferdin sabit bir düsturudur. Davet edilen
azgın, inatçı, kaba, zalim biri de olsa, bu düstur geçerliliğini korur. Allah’u
Azze ve Celle, Firavun gibi bir mel’una bile bu vasıfla muamele edilmesini
istemiştir:
“Firavun’a
gidin. O azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler veya korkar...” Taha
/43-44.
Yumuşaklıkla
muamelenin hayrın tamamı olduğu ve yumuşak huylu olanında hayırlarla dolu
olduğunu, ondan mahrum olanın ise hayırların tümünden mahrum olacağını şu
hadisi şerif bize haber vermektedir:
“...Resulullah
(s.a.v) buyurdular ki: “Yumuşaklıktan mahrum olan hayrın tamamından da
mahrumdur.”(Müslim)
Taviz
meselesine gelince, bilindiği gibi mükellefin kendisine dininde mükellef olduğu
şeylerin ulaşmasından sonra çeşitli bahanelerle dininden fire vermesi
manasıdır.
Artık
bu, ya insanların kendisini kınayacağı korkusundan olur... Ya, “sen yeni bir
din mi ihdas ettin?” denilip, kendisiyle alay edileceğinden korktuğu için
olur... Yada kendisi o an vermiş olduğu o tavize “islami bir maslahat” kılıfı
geçirerek onu meşru göstermesinden dolayı olur.
Artık
bunun başka yolları ve isimleri de olabilir. Ama unutulmamalıdır ki –Biraz
öncede zikrettiğimiz gibi- islam, kendisinden taviz verilmesini istemez ve asla
da sevmez. O, her zaman kendi yolunda mertçe, yiğitçe. Adaletli ve sağa sola
yalpa yapılmadan hedefe yürünmesini ister ve emreder.
İnsanlar
hoşnut olsunlar diye onların keyiflerine göre de renk değiştirmez. Rengini
değiştiren sadece insan olur.
İşte,
anlatmaya çalıştığımız bu iki noktanın (yani, tavizle yumuşaklılığın) bir
birine karıştırılmaması, bunların birbirinden ayırdedilmeyip her birinin yerli
yerinde kullanılmaması bir çok çarpıklığın sebebi olmuştur.
Bunlardan
bir tanesi ve en önemlisi: “tebliğ edenin tebliği esnasında taviz vermeden
hakkı söylemesi, doğruyu anlatması sertlik ve kabalık olarak telakki
edilmiştir.”
İşte,
taviz ve yumuşaklılığı birbirine karıştıranlar tarafından telakki edilen bu
anlayış, Kitap ve Sünnet’in hilafına bir anlayıştır. Böyle bir anlayış islamda
yoktur.
İnsanların
hoşnutluğunu aramak için (yani onları kızdırmamak için) din’den taviz verilmez.
Hak ne ise o en güzel şekliyle anlatılır.
Anlatılan
mes’eleye karşı tarafın yabancı olması veya senelerdir o mes’eleyi duymaması ve
yahut da anlattığınla taban tabana zıt bir inanca sahip olması, seni
anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır.
Aman
efendim, “Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel peşindedir, şimdi ben bunu
kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla, ben şimdilik bunu
anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup anlatırım inşallah”
demesi bir tavizdir. Ve islam böyle de emretmemiştir. İslam görülen bir
münkerin anında münker oluşunun haber verilmesini ve onun elle, dille, kalple
ortadan kaldırılmasını emretmiştir.
Allah resulü (s.a.v) bir hadislerinde şöyle
buyurmuştur.: “...E bu Said (r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle
değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle
buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır.” Müslim /1.c.49.N.
Allah resulü (s.a.v)’in gerek bu hadisinde
gerekse islamın bidayetinden (başlangıcından) vefatına kadar olan davet
üslubunda görülüyor ki, irili ufaklı hiçbir münkerin gözünün yaşına bakmamış,
onlara mani olmaya çalışmıştır. Bu konuda yakın ve uzak hiç kimsenin gönlünü
kırmaktan da çekinmemiştir. Öyle ki bu kendisiyle bile alakalı olsa, aynen şu
hadislerinde buyurduğu gibi:
“Sakın
hıristiyanların İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye çıkardıkları gibi, sizde beni
layık olmadığım mevkilere çıkarmayın. Sizler benim için; “ Allah’ın kulu ve
Resulüdür” deyin.”
Yine bir hadislerinde, kendisine babasının
durumunu soran insana açık bir şekilde “Baban ateştedir” buyurması da aynen,
hakkın olduğu gibi anlatılmasının bir misal ve numunesidir.
Bizim bu konuda zannedersem unuttuğumuz veya
anlayamadığımız bir nokta var. O da:
“Biz
istiyoruz ki, kendilerine dini anlattığımız insanlar, anlattığımız şeyleri
anında kabul edip ve birde bize teşekkür etsinler.
Acaba bizim bu isteğimiz ne derece doğrudur?
Ve yine, bizim bu isteğimiz doğrultusunda, kendilerine dinleri anlatılan hangi
insanlar anında teslimiyet göstermişlerdir ki?
Bırakın normal davetçileri, Allah’ın resulleri
dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onlara bir şeyler aktarırken, onların
yanlışlıklarını zikredip. “Bunun şu şekilde olması gerekir” dediğinde ne bizim
zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir, ne de bizim istediğimiz doğrultuda
cevap almışlardır.
En güzel davet üslubu ile donatılmış o
insanlara dahi (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) hakkı anlattıklarında:
“Sen yeni bir din mi ihdas ettin?”... dediler.
“... Senin şu anlattıklarını biz ne atalarımızdan ne gördük ne de
dedelerimizden duyduk. Dolayısı ile senin şu anlattıklarını kabul etmiyoruz,
yalanlıyoruz...” dediler. Ve amcasına “Muhammed ilahlarımıza küfrediyor (yani
yalanlıyor) onu çağır da kafasına biraz akıl koy...” dediler. Daha korkuncu
ise:
“... Kendisini taşlamadılar mı?”...”Ka’be de
namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar mı?...”Delilikle suçlamadılar
mı?....
Acaba bunlar Muhammed (s.a.v)’in tipini mi
beğenmiyorlar da mı bu şekilde hakaret ve işkenceler ediyorlardı? Hiç
düşündünüz mü? Yoksa,
Onlara
mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı, doğruyu anlattığından mı hakaret ve
işkencelere maruz kalıyordu. Bu mübarek insan.
Evet
ey müslüman! Şunu kafana iyice yerleştir ki, bütün bunlar hakkın söylemesinden,
gerçeğin olduğu gibi eğip bükmeden anlatılmasından dolayı yapılmıştır. Yoksa
başka hiçbir niyetle değil. Bundan emin olabilirsin.
GERÇEK TERORIST KIM
MUSLUMANMI ALLAH DUŞMANIMI
Mustafa Dönmez
Günümüzde islam'dan
bahseden bir hitabı, her hangi bir gazetede çıkon bir yazıyı veya televizyon
programlarından islam'a değinen bir programı gördüğünürde, islam kelimesinin
yanına neredeyse ucuz
kelimeler eklenmeden geçilmemektedir, islam radikalizmi, islam fanatizmi, islam
terörizmi gibi ifadeler... flslmdo böyle bir konuya temas etmeye iten sebeb; bu
durumun hassasiyet kazanmasıdır. 13u yabancı kökenli terimlerin kullanılması
nedeniyle artık müslümanlarda sadece terör sıfatı görünür oldu. insan bu gibi
münasebetsiz sözcükleri duya duya artık kendisinde bit nevi şüphe uyanarak şu
soruyu sormaya başlar; Müslümanlar gerçekten teröristim İdi r?
İşte bu makalemizde,
Ön yargılı olmadan insaf ve adalet ölçüsüyle kimin gerçek terörist olduğunu
inşa' Allah-u Teala acıklamaya çalışacağız. Konumuza, bir hayli zaman önce Amerlka'nın
Oklohama şehrinde meydana gelen patlama olayına değinerek başlarsak her halde
yerinde olacaktır. Fark edildiği gibi olay in hemen akabinde, batılı medya şu
düşük sözleriyle müslümanları suçlamaya koyulmuştur; "Su terör olayının
arkasında müsiümanların parmağı olması muhtemeldir". Dünya kamu nazarında
bu olayın müslürnanlara yüklenmesi için terör kelimesiyle nitelendirilmesi
yeterliydi zaten. Ki ilk günden gerçek suçluyu yakalayıncaya kadar durum böyle
idi. Terör ve teröristlerden söz ediliyordu. Ne yazık ki bu olayın Faili
Rmerlkalı bir asker olduğu meydana çıktı birdenbire medyadan bu sözcük kal h
verdi. Çünkü bunu yapan Rmerikalıydı. Olaya patlama veya tahribat amal iyesi
demeleri yeterllymiş. Dolayısıyla terör olay ı denilmesi makul olmayıp failine
de terörist dernek doğru olmazmış. Özellikle de bu asker körFez savaşının
kahramanlarından birlslyrnlş.
Veri gelmişken hemen
şunu belirtelim ki; Londra hava alanında Ürdünlü bir müslümanı tutukladıkları
vahi t, Jhon Majör büyük zaferi ilan etmek için ingiliz parlementosunun
ortasında oyağa kalkmıştı. Çünkü patlamayı meydana getiren teröristi
tutuklattırmış*). Neticede parlementadan büyük alkış görmüştür. Bu Ürdün'lü
Müslüman, nezaret esnasında kendisine çok kötü muamele yapıldığını bizzat
anlatmıştır. Lakin onun olmadığı ortaya çıkınca zalimler başlarını eğdiler.
Hala o güne kadar ameliyede parmağı olanlar araştırılmakta idi. fVnaazönce de
İfade ettiğim gibi, ondan sonra terörizm ve teröristlerden bir kelime daha söz
edilmiyor. Bu olayı geride bırakırken diyebiliriz ki, bu gün, büyük derecede ve
uluslararası düzeyde insanlar, islam ve müslümanlardan korkutul-maktadır.
Nitekim fimerika ve muhtelif Rvrupa Ülkeleri onlara terörist, redikal ve kökten
dinci gözüyle bakmaktadırlar.
Rusya'da komi niş t
rejim yıkılınca atlanllk paktın genel sekreteri şöyle diyordu; "Dünyada ve
dünyadakiler için tek ve en büyük bir tehlike kalmaktadır; o da islam
radikalizmidir". Böyle bir söz işiten her insan kendi kendine şunu sorar;
"Dürüstlük, tarafsızlık ve chlakölçüleri nerede kaldı? Gerçekten bu günkü
müslümanlar dünya için bir tehlike arzediyorlar mı? Halbuki müslümonlara
bakılırsa dünyanın her yerinde ezik durumdadırlar, idarecisiyle, halkıyla,
iyisi ve kötüsüyle, kuvvetli ve zayıfıylaaşağılanmıştır. Dünyanın her tarafında
öldürülmekte olan yine onlardır. Kaldı ki; üzerlerinden bu belayı bile def
etmekten acizdirler. Hala bugün müslümanlar Sosna, Çecenistan, Filistin ve
benzeri yerlerde gördüğünüz gibi boğazlanmakta ve ülkeleri dünya haritasından
silinmekte, Keşmirve daha birçok yerlerde hayatını kaybetmektedirler.
Durum böyleyken,
onları öldüren ve boğazlayan veya duyarsız olan zorba ve dikta bu mücrim
caniler, müslünnanların dünya için bir tehlike arzettiğlni söylemekten de deri
kalmıyorlar. Maalesef nerede ise her zaman ve her yerde artık Islarn
radikalizmi ve Islarn terörizmi namelerini duymaktayız. Ne acaib ve garip bir
dünyada yaşıyoruz.
Ne zaman bir millet
topraklarını hürriyete kavuşturmak için karşı koymak istese ve bunlar da
rnüslüman değilse haklarında; "Onlar kahramandır, cesurdur, haklıdırlar,
bunun devletler arast resmi bir meşruiyeti vardır" derler. Lakin bu karşı
koyanlar, müslümanlardan olup topraklarını hürriyete kavuşturmak, din. ve
ırzlarını korumak için clhad ediyorlarsa bunlar hakkında ise; "Teröristler"
derler. Veya herhangi bir beldenin zalim ve diktatör idarecisine karşı müslüman
olmayan bir halk ayaklandığında, bütün dünya onları sıvazlayıp destekler.
"Bunlar hür ve kahramandırlar, o ülkeye demokrasi dönünceye kadar onlar
desteklenmeli ve yardımcı olunması gerekir" denilir. Şayet bunlar müslüman
bir halk ise, onların adı redikal ve terörist oluyor.
Bu sözlerimi
arzederken rnüslümanları her şeyden tenzih etmek istemiyorum, çünkü onlar da
birer beşerdir. Sazen fertlerinden, herkesten önce islam'ı n dahi reddettiği ve
hoş görmediği hareket veya hatalar zuhur etmektedir, Yalnız bunlar ferdi
olmaktan ileri gitmeyip islam Dini bunun sorumluluğunu yüklenemez, flma ne
yazık ki batı, fertlerden birinin işlediği her ameliyenin sorumluluğunu islam'a
yüklüyor, irlanda'lı Katolik Cumhuriyet Ordusu'nu duymuşsunuzdur.
1909senesinden beri Irtikab ettikleri terörist hareketlerini de duymuş
olmalısınız. 1970 yılından geçen seneye kadar 3.000'den fazla insan terörist
kurbanı olarak gitmiştir. 6u do irlanda'nın içinde ve dışındaki Katoliklerin
pratesan ve ingilizlere karşı kıyam ettikleri terörist harfeketldir. Buna
rağmen bir kimsenin, hiç katollk teröründen bahsettiğini duydunuz mu? Mezkur
tarthden beri pro t es t anlarında yaptıkları terörist hareketleri nedeniyle
proteston teröründen bahsedeni işittin iz m l? israil devletinin kuruluşu l
gren ç ve korkunç katliamlarla ve Siyonistlerin kullandıkları psikolojik savaş
metodlarıyla doldudur. Hiç yahudl teröründen söz edildiğini
duydunuz mu? (l)
Bosna'da müslümanlar Ortodoksluk hesabına boğazlandıkları halde ortodoks
teröründen konuşan birisini gördünüz mü? Müslüman fertlerden birisinin bazı
işler yapmaya kalkışmaları veya itilmeleri sebebiyle hemen ardından islam
(edlkallzml ve İslam terörizmi diye duyarsınız.
flhlak konusunda bizlere
ders vermeye kalkan ve islam törörizml İfadesini yayan bazı yazar ve
gazetecileri görünce insan taaccüp etmekten kendini alamıyor. 13u gibi sözleri
sarf edenler geçmiş tarihe bir göz atıp halu hazırda bulunan gerçekleri
görselerdi islam ve müslümanlar hakkındaki ay ip edici tutumlarından
utanırlardı. Son geçen yarım aşıra bir göz at iversek biz müslümanlar dünya
için neler yaptık? Birinci ve ikinci dünya savaşını biz mi patlattık? Bu
savaşları çıkaran batı idi biz değil. Şu an 50. yıl hatırasını andıkları 2.
dünya savaşında ölenlerin sayısı ÛO milyon insandı. Bunun uarısı sivil
halkdı(2). Harbin neticesi olarak milyonlarca insan soğuktan, açlıktan ve
sadece FHIah-u Teala'nın bilip çektikleri zoruklar yüzünden mülteciler
doğurmuştur. Her halde atom bombasını Hiroşima ve Nagazakl şehirlerine atan biz
değiliz. Rmerikanın kendisi 6 flğustos 1945 senesinde Hiroşima'ya atom
bombasını ondan üç gün sonra da bir ikincisini Nagazaki'ye atmıştır, ilki 2 yüz
bin insanın canına kıymış t ir, ikincisi ise 100 bin (3)!!! fitam bombasından
50 sene sonra hala radyasyonları sivil halktan insan öldürmeye devam etmekte ve
Japon halkının ruhi ve sasyal yaşamı üzerinde kötü etkiler bırakmaktadır. (4)
flraştırmacı
uzmanların vermiş oldukları bir rapor üzerinde durmak istiyorum. Verdikleri
bilgiye göre, flmerlka hiç bir zaman bu atom bombalarını atmak mecburiyet inde
kalmamıştır; çünkü Japonya savaşta mağlup olmuş, zaten teslim olmak üzere idi.
Nitekim generallere emreden Turuman'a şöyle dediler; "Bu atam bombasının
atılmasında hiç bir zorunluk yok. Japonya zaten mağlup oldu". Gerek
savunma bakanı ve gerekse general Isenhaver'de aynısını söylediler. Suna rağmen
atom bombası intlkom. ki bir ve terör ruhuyla atıldı (5). Önler inde başını
kaldırmak isteyen herkesi böylelikle korkutuyorlar. Bu iğrenç cinayetleri
işleyen biz değildik. Burada önemli olan sadece bu cinayetlerin iğrençliği
değil, bilakis bunları işleyen şahsiyet ve ruhların İğrençliği söz konusudur.
iki yıl önce
LUashlngton Post dergisi bazı eski savaşçı şahsiyetlerle yapılan bir röportaj
haberini yayınladı. Şunlar arasında Hiroşima ve Nagazakl şehirlerine atom
bombasını bırakan kişiler de vardı. Bir de Japonya teslim olduğundan dolayı
atılması tamamlanamayan üçüncü otom bombasını otacak olan pilotta hazır
bulunuyordu. Kendisine soruldu; "Japonya teslim olunca atom bombesin ı
atmaya zorunlu kalmadığın için o anki duyguların ne idi?" 6u pilot ne
cevap verdi dersiniz? Cevabı şu oldu; "€me!lm boşa çıktı. Rtom bombasını
atıp da iz ve kalıntılarını görmek isterdim". 13u vahşi ve terörist ruhlu
adamın söylediği söze bakınız. Kıyacağı insanlara acımıyor da gerçek l eş meye
n hayaline acıyor. Hlroşimayo atom bombasını atan şahısa soruldu; "13u
konudaki duyguların nedir, bu bomba sebebiyle Ölen bu kadar masum insan için
kendinde bir pişmanlık hissetmiyor musun?" Sizce ne cevap versin?
"Yaptığım cinayetlerden dolayı bir gece bile uykusuzluk sıkıntısı
çekmedim, ben sadece üzerime düsen görevi yöPt||T1" ^'Y0 cevap vermiştir.
Sizce insanlık ruhu bu mudur? Hayır bu, vahşi ve vahşilerden daha şerli bir
ruhtur, işte terörist ruhu ve insaniyetsizlik ruhu budur. Buna rağmen
görüyorsunuz ki müslümanları ve islam'ı suçlama durumuna gelip mücrimlere bir
şey demiyorlar. Gerçekten bu durum zulümdür ve adaletle de hiç bir ilgisi
yoktur.
fllmanya'da 13 Şubat
1995 günü Deres'de şehri ne yapılan hava saldırısının töreni yapıldı. 13u da
bize batıda var olan terörizmin gerçek yüzünü ve derecesini ortaya koymaktadır.
Nitekim mezkur tarlhde 774 ingiliz uçağı bu şehre 2 ile 4 ton yıkıcı ve yakıcı
bomba salmış böylece şehir harabeye ve ateş alevine dönmüştür. Bu yetmiyormuş
gibi arkadan 311 uçak şehri bombalayarak harabe ve ateş alevini dahada
ziyadesini eklemiştir. Neticede bu şehirde ölülerin sayısı 135 bin sivildi (6)
işin garip t ar a Fi bu şehirn hiç bir askeri değeri yoktu. Kültürve
medeniyeti) olup hiç bir stratejik önemi de yoktu. Müttefik güçlerin zaruri bir
geçi t alanı da değildi. Bombalamalarının bir tek sebebi vardı, o da intikam ve
terör ruhlu ol modacıydı. Birbiriyle savaşan sair kuvvetlerin hedeflerinden
birisi de mutlaka ki terördür. Bu
görüşle meşhur
olanlardan b iri İngiliz hava komutanı Crtir Har Is idi. Bu terörist cani
şöylediyordu: "Şehir ve sivillerin maneviyatını kırmamız ve kalbi erine
terör yerleştirmemiz \^\n on|an bombalamamız gerekir". €vet bunun diğer
bir canlı örneğini körfez savaşında masum ırak halkına yapılırken gördük...
Evet İslam'ı yaşayan
müslümanlaria, islam ve müslümanları suçlamaya kalkan ve savaşlarda çocuk,
kadın, ihtiyar ve diğer insanları hedef alan batılı komutanların arasındaki
farka bakınız; islam Hukukuna göre harb esnasında yaşlı, çocuk, kadın ve haıble
ilgisi olmayıp ücretle çalışan kimseler öldürmeyi yasaklamıştır, islam tarihi
bunun canlı örnekleriyle doludur. (7)
Burada is lam'ı n öne
mi i olan fetvalarından birisini ortaya koymak islerim. Hafız İbn Hacer
Falhu'l-Barl'de naklettiğine göre; imam Malik ile Cvzai(rh) şöyle demişlerdir.
"Mutlak olarak savaşta kadın ve çocukları öldürmek yasaktır, velevki
düşman kadınve çocukları kendilerine siper yapsa veya bir kalede (sığınak)
korunsa ve yanlarında kadın ve çocuk-ları bulüridursa veya gemiye binip
yanlarında çocuk ve kadınları alsa, ne bu gemiyi batırmak ve ne de bu kaley İ
topa tutmak çocuk ve kadınlar bulunduğu müddetçe caiz değildir. (8) işte bu
konuda bu iki büyük imamın hükmü budur.
Durum böyle iken
bundan sonra bize düşen şey Rabbimîze güvenip ve islam! şahsiyetimizi yeniden
kazanmaktır, flllah-u Teala düşmanlarının, hak ve insanlığın düşmanları,
müslümanları korkutmak, dinleri şahsiyetleri ve medeniyetleri hususunda şüpheye
düşürmek istediklerini bilmeliyiz. Dinimize, kimliğimize ve insanlığımıza bağlı
kalmamız, dünya ve ahiret saadetimizin yegane vesilesidir. Hamd alemlerin
Rabb'i olan Allah-u Teala'yadır.
(Bu risale Belçika'da LeConsslladlı
derininin 1995 yılının 4. sayısından tercüme edilmiştir.)
1) ilanHalevf,
Souslsrael. laPalestlne, Paris, leSycomore,
1987. p.157.
2) Pierfe Wllquel, La
seconde guerre mondlals. Paris,
FayanS. 1986, p. 613,
3) oge. s. 599.
4} Shl n-1 chl RRfll S
ol.. fltomk Sornbs and Humon bel ngs,
InProc.'ficallFromHlbahushaof
HlroshlmaandNagoKiht",
Jopon National
Prteparatoru Comml tes. "987, p. 97-129.
5) Plsrre M!quel. la
seconde guerre monölale, p. 599.
6) Plarre Mlauet, La
şeconde guerre mondlale. p. 58o.
7) Mahmud Şaklr,
et-Tarlh'I-lslami, c. 3, el-Mektubu'l-
İslaml, 1965, s.66.
fl) Ibn Hater, Fethu'l-Bari,
c. 6, s.147, Daru'l-Ma'rife.
TÜRKIYE’DE SÜNNET VE HADIS KONUSUNDA NESREDILEN
TARTISMALI ESERLER
Sayi Eserin Adi Yazari
Basim Tarihi
1 Islam Düsüncesinde
Sünnet Hayri KIRBASOGLU
2 Islam Düsüncesinde
Hadis Metodolojisi Hayri KIRBASOGLU
3 Sünnetin Anayasal
Niteligi Mevdudi
4 Hadislerin Dogru
Anlasilmasinda Karsilasilan Problemler Saffet Sancakli
5 Hadislerin Kur’an’a
Arzi Ahmet Keles
6 Kur’an Sünnet
Bütünlügü Necati Kara
7 Hadisleri Yeniden
Düsünmek Mehmet Emin Özafsar
8 Sünneti Anlamada
Yöntem Yusuf el-Kardavi
9 Kitabu’s-Sünne Musa
Carullah Bigiyef
10 Hadis Arastirmalari
Selahattin Polat
11 Uydurma Hadislerin
Dogusu ve Sosyo-Politik
Olaylarla Ilgisi Sadik
Cihan
12 Sünnet ve Hadisin
Anlasilmasi ve Yorumlanmasinda
Metodoloji Sorunu
Mehmet Görmez
13 Hadis Problemleri
Enbiya Yildirim
14 Sahabenin Sünnet
Anlayisi Bünyamin Erol
15 Sünneti Anlamak
Osman Kara
16 Sünnetin
Etrafindaki Süpheler M. Tahir Hekim
17 Kur’ani Çizgide
Sünnet Abdullah Ali Mahmud
18 Sünneti Inkar
Fitnesi Ismail Mutlu
19 Sünnet Bize Nasil
Ulasti Ismail Mutlu
20 Islam Tarihinde
Metodoloji Sorunu Fazlurrahman
21 Modern Islam
Düsüncesinin Tenkidi I Ebu Bekir Sifil
22 Modern Islam
Düsüncesinin Tenkidi II Ebu Bekir Sifil
23 Oryantalist Bir
Yaklasima Itirazlar M. Emin Özafsar
24 Hadis Müdâfâsi I
Ebu Sehbe
25 Hadis Müdâfâsi II
Ebu Sehbe
26 Sünnet Müdâfâsi Ibn
Kuteybe
27 Hadise Selefi Bir
Yaklasim el-Elbâni
28 Islamda Hadis ve
Sünnnetin Yeri Kamil Çakin
29 Hadis Inkarcilari
Kamil Çakin
30 Resulu Ekrem
Zamaninda Sünnet Hüsamettin Yildirim
31 Sünnetin Neligi
Sorusuna Metodik Bir Yaklasim Muhammed Yusuf Guraya
32 Yasam Modeli Olarak
Peygamberin Sünnetini Tanima
ve Tanitma Salih Çört
34 Hadisleri Tespitte
Yöntem Sorunu Yavuz Ünal
35 Ideolojik
Hadisçiligin Tarihi Arka Plani M. Emin Özafsar
36 Sünneti Terk
Kuranla Amel Meselesi Mahmut Denizkuslari
37 Islam Hukukunda
Sünnetin Yeri Mehmet Çaglayan
38 Delil Olma Yönünden
Sünnet Ali Toksari
39 Kurani Dogru
Anlamada Hadislerin Rolü Nihat Hatipoglu
40 Fikihçilara ve
Hadisçilere Göre Nebevi Sünnet Muhammed Gazali
41 Kuran ve Sünnet
Üzerine (Makaleler) Hikmet Zeyveli
42 Sünnet-Kuran
Iliskisi Saffet Alsancak
43 Muhammedi Sünnetin
Aydinlatilmasi Mahmut Ebu Reyy
44 Islam Hukukunda Sünnet
Mustafa es-Sibai
45 Islam Fikhi ve
Sünnet Mustafa el-Azami
46 Hücciyyetü’s-Sünne
Abdulgani Abdulhalik
47 Akil-Vahiy Dengesi
Açisindan Sünnet Mehmet Erdogan
48 Kur’an ve Sünnet üzerine Ali Bulaç
49 Hadisin Dünü –
Bugünü ve Gelecegi Sempozyumu Samsun Ilim Yayma ve Egitim
Vakfi
50 Sünnetin Dindeki
Yeri (Sempozyum) Isav Vakfi 51 Kur’an ve Sünnet Sempozyomu Irfan Vakfi
ULUDAG ÜNIVERSITESI
ILAHIYAT FAKÜLTESI
TEMEL ISLAM BILIMLERI
BÖLÜMÜ
HADIS ANABILIM DALI
TÜRKIYE’DE SÜNNET VE HADIS KONUSUNDA NESREDILEN TARTISMALI
ESERLERIN KATALOGU
Hazirlayan
Mustafa Dönmez
BURSA-2001
HZ . PEYGAMBERİN NESEBİ
Babası Abdullah ,
Annesi Amine Hatundur.
ZEVCELERİ;
Hatice ,Aişe ,Hafsa, Zeynep binti Caşh , Ümmü Seleme , Safiyye , Ümmü
Habibe, Meymune , Sevde ve Cüveyriye (r
a)
CARİYELERİ;
Mariye , oğlu İbrahim in annesi , Reyhane , Zeyneb Binti Caşhın bağışladığı bir
cariye , bir savaştan Ona düşen güzel bir cariye.
ÇOCUKLARI; Kasım , Zeynep , Rukiye, Ümmü Gülsüm , Fatıma
, Abdullah ve İbrahim , ( İbrahim hariç hepsi Hz Hatice r a nındır.
AMCALARI;
Hz Hamza , Abbas , Ebu Talib , (adı
Abdü menaftır) Ebu Leheb (adı Abdüluzza
dır) Zubeyr, Abdulkabe , Muvakım , Dırar
, Kusem , Muğıre , (lakabı : Haceldir )
Gaydak (adı Musabdır _ Nevfel olduğuda
söylenmiştir) Avvam . { bunlardan yanalız Hamza ve Hz Abbas( r a ) Müslüman
olmuştur.}[Amcalarının en yaşlısı Haris ,
en küçüğü Hz Abbas (r a) dır]
HALALARI
; Safiyye, (Zübeyr Bin Avvam’ın annesidir) Atike , Berra , Erva , Ümeyme , Ümmü
Hakim el Beyza {bunlardan Safiyye ve Erva Müslüman olmuştur.}
TEYZELERİ
; Erva, Berre , Ümeyye , Ümmü Hakim ,
ANANNESİ;
Abdul Uzza kızı Berre , Berrenin annesi
Esed kızı Ümmü Habib onun annesi de Avf kızı Berre dir. Böylece soy ağacı uzar
gider.
BABANNESİ;
Amr kızı Fatma dır . Amr babası Aid , Aidin babası İmran , onun ki de
Mahzundur. Böylece soy ağacı gider.
***Allah Rasulu (sav) sizden biriniz uykudan
uyandığı zaman elini yıkasın çünkü onun
nerede gecelediğini bilmez buyurmuştur.
( Tirmizi 24
Ebu Hureyre)
GİYİNİŞİ
*Elbisesini ,
gömleğini , ayakkabısını . yani ne yaparsa sağdan başlamayı severdi.Yeni bir
elbise giydiğinde “ Allah’ım bu gömleği
Sen bana giydirdin . Onun hayırlı olmasını ve yapıldığı amaçta kullanılmasını
senden dilerim .Onun şerrinden ve kötü amaçla yapılmışsa onun şerrinden Sana
sığınırım “ derdi.(Ebu Davud 4020 _
Tirmizi 1767)
*Yün giymeyi severdi .
Hz Aişe (r a) yün bir hırka ördü . Onu giydi terleyip yünün kokusunu duyunca
(hissedince ) çıkardı. Hoş kokuyu severdi. (Ebu Davud 4074)
Elbiseyi bir kimse çalım
satarak eteklerini yerde sürürse , Allah kıyamet günü onun yüzüne bakmaz
buyurmuştur.( Müslim 2085)
*İbni Mesut[ra]dan
_Bir adam ey Allah’ın Rasulü [sav]
doğrusu ben elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasını severim,buda kibirmi dir ?
diye sordu
Hz Peygamber cevaben
_Hayır Allah güzeldir,güzelliği sever.Kibir gururdan dolayı hakkı kabullenmemek
ve insanları hor görmektir (Müslim,Ebu Davud,İbni Mace/4173)
** *YEMEK MEVZUSU
Yemek konusunda var olanı
reddetmez,bulunmayanı araştırmazdı.Hoş yiyeceklerden ne konulursa
yer,tiksindiği bir şey olursa kendisi yemez,başkalarına da haram kılmazdı.
Hiçbir zaman bir yemeğe kusur bulmamıştır.Dayanarak
yemek yemezdi,bağdaş kurarak yemek yediği hiç görülmemiştir (Buhari, ,İbni Mace
3263,Tirmizi1830)
*Namazda oturduğu gibi
veya dizini kaldırarak oturur yerdi,yüzü koyun yatarak yemeyi de yasaklamıştır
(İbni Mace 3370,Ebu Davud 3775)
*Yemeğin başlangıcında
besmele çeker,sonunda hamd ederdi.Yemeği bitirince ‘Elhamdülillah’ derdi.(İbni
Hibban 1352)
*Bazende yediren içiren
kolaylıkla boğazdan geçiren Allah’a hamd olsun derdi (Ebu Daavud 3851)
*Misafirse,Allah’ım
onlara verdiğin rızkları bereketlendir,
*Onları bağışla ve
onlara acı derdi (Müslim 2024) Veya
yemeğinizi iyi kişiler yediler,melekler size dua okudu da derdi.(Ebu D avud
3854)
*Ey çocuk! Besmele çek,sağ elinle ye ve
önünden ye (Müslim 2022)
*Oturarak su
içerdi,ayakta içeni men ederdi(Müslim 2034)
*Kendisi
içtiğinde solunda daha büyük birisi
bulursa,bardağı sağındakine uzatırdı.(Buhari 74/13
*Enes (ra)dan gelen
bir rivayette Rasulullah (sav) üç solukta içer ve böylesi daha
kandırıcı,elemden salim kılıcı ve daha kolay
akıcıdır dedi.(Müslim
2028)
*Rasulullah Sizden
biriniz su içerken kaba solumasın,fakat soluduğunda kabı ağzından uzaklaştırsın
dedi.(İbni M ace 3427)
*Ayrıca Rasulullah
(sav) kapları örtünüz,kırbaların ağzını bağlayın.Çünkü sene içinde öyle bir
gece vardır ki o gecede veba hastalığı iner .Üzerinde örtü bulunmayan bir kaba
veya üzerinde bağı bulunmayan bir kaba uğrarsa,muhakkak bu vebadan oraya iner. (Cabir bin Abdullah Müslim 2014)
*Hz.Peygamber (sav)bir
çöple bile olsa kapların örtülmesini emretmiştir(Müslim 2012)
*Allah Rasulü(sav)su
kabının ağzından içmeyi yasaklamıştır (Buhari 10/79,Ebu Davud 3721)
*Ayrıca kırık
kaptan,kırık bardaktan su içilmesini ve içeceğe üflenmesini yasaklamıştır (Ebu
Said el-Hudri(ra) Ebu Davud 3722)
***UYKU HALİ
Kimi zaman
yatakta,kimi zaman post üzerinde,hasır üzerinde,yerde,divanda,siyah kilim
üzerinde uyurdu.Abdullah b.Temim (ra) Allah Resulü (sav) mescidde bir ayağını
diğerinin üzerine koyarak arkası üstü yattığını gördüm diyor (Müslim 2100)
Yatağı tabaklanmış deri olup dolgu maddesi
lif idi.Sözün özü hz.Peygamber
(sav)yatakta uyudu,üzerini yorganla örttü ve
Hanımlarına da ‘’Ben
Aişe dışında sizlerden biriyle bir yorgan altında iken Cebrail bana gelmedi’’
dedi.(Buhari 51/7,8-62/30,)
*Uyumak için yatağa
yattığında ‘’Bismikallahümme ehya ve emutu’’Senin adınla Allah’ım dirilirim
ölürüm derdi’’ (Buhari 80/7,8,16,Müslim 2711,Tirmizi 34/3)
*Avuçlarını birleştirir
içlerine üfler İhlas,Felak,Nas,surelerini okur,sonra bedeninin ön kısımlarından
,başı ve yüzünden başlamamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine
sürerdi.Bunu üç kere yapardı.(Buhari 11/107,Ebu Davud 5056)
*Sağ yanına
yatar,uyur,sağ elini sağ yanağının altına koyar sonra ‘’Allah’ım kullarını
yeniden dirilteceğin günde beni azabından koru ‘’diye dua ederdi.(Ebu Davud
5045)
*Yatağına girdiğinde
‘’Bizi yediren içiren,bizi koruyan bize sığınak olan Allah’a hamd olsun.Nice
kimseler vardır ki kendisine yeterli olacak,onu koruyacak,barındıracak kimsesi
yoktur’’derdi (Müslim 2715)
*Uykudan
uyanınca’’Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun,kıyamette onun
huzurunda haşr olacağız’’derdi
(Müslim 2711) Sonrada
dişlerini misvakalardı (Müslim 763)
*** EVLİLİK MEVZUSU
Rasulullah
(sav)ümmetini evlenmeye teşvik etmiş ve ‘’Evlenin çünkü ben diğer ümmetlere
karşı sizin çokluğunuzla
övüneceğim’’
demiştir.(Ebu Davud 2050)
*Rasulullah(sav) ‘’Ben
kadınlarla evlenirim,hem uyurum,hem de gece namaza kalkarım,hem oruç tutarım ve
hem de tutmam.
Benim sünnetimden yüz
çeviren benden değildir.demiştir.(Müslim 1401)
*Abdullah b.Mesud(ra)
Gençler evlenmeye gücünüz yetenler evlensin,gözü engeller,namusu korur,gücü
yetmeyenler oruç tutsun oruç onun şehvetini kırar.(Müslim 1400)
*Evlenirken kadının
malı,nesebi,güzelliği ve dindarlığı dolayısı ile nikah edilir.Dindar olanı
seçmezsen,fakirliğe düşersin
demiştir (Müslim 1466)
*Cinsi birleşmeden
evvel‘’Bismillahi Allahümme Cennibişşeytane ve Cennibişşeytane ma razektane
(Sizden biriniz eğer eşiyle
cima edeceğinde
‘’Bismillah Allah’ım bizi şeytandan ve şeytanıda bizi rızıklandırdığın şeyden
uzak eyle’’ derse Allah bir çocuk verirse şeytan ona ebedi olarak zarar
veremez.
*Rasulullah
karısı ile oynar ve onu öperdi (Ebu Davud 2386)
* CABİR (ra)
Rasulullah (sav)oynaşmadan birleşmeyi yasaklamıştır.Birleşme şekillerinden en
güzeli oynaşma ve öpüşmeden sonra ...Birleşme zürriyet yeri olan birtek
yerdenolur. (müslim 1435_3002 Ebu davut
2163_4804 İbni Mace 1923 Tirmizi 3395_135)
*Ebu Said El Hudri
den “Rasulullah (sav) Sizden biri eşiyle
birleşir sonra yeniden birleşmek isterse abdesh alsın “ buyurmuştur.
*** TUVALET ADABI
Hz Peygamber
(sav) gerek toprak üzerine , gerek
hasır ve halı üzerine otururdu .Zaman zaman sırt üstü yatıp uzandığı olurdu
.Bazen ayak ayak üzerine otururdu.
Tuvalete girerken “Allah ım görünen _ görünmeyen bütün
pisliklerden , Kovulmuş şeytandan sana sığınırım (müslim 375) >
Çıkıncada “ Bağışla Rabbım “ derdi(Tirmizi 7 _Ebu Davud 30 )
*Küçük Abdesh bozmak
için yumuşak topraklı yer arardı. Hz Aişe (ra)
“ size kim Hz Peygamber (sav )
ayakta bevlederdi diye söylerse onu tastik
etmeyin . O daima oturarak bevlederdi .(
Tirmizi 12 _İbn M ace 307)
****SELAM
MEVZUSU
Abdeshi bozarken biri
Ona selam verirse , onun selamını almazdı . (müslim 370)
*Selam konusunda ; Hz
Ali insanların Allah a en evlası , selama ilk başlayandır. (Tirmizi 2695)
*Bir topluluk
geçtikleri zaman içlerinden birisinin selam vermesi onlara kafi gelir.
Oturanlara da içlerinden birisinin selamı cevaplandırması yeterlidir buyur ulur(Ebu Davud 5210)
*Enes (ra) Nebi (sav)
oynamakta olan çocukların yanından geçti de onlara selam verdi . (müslim 2169)
*Ebu Hureyre (ra) dan
;Biriniz bir meclise vardığı zaman selam versin , oradan kalkmak istediği zamanda selam versin .( Ebu Davud 5208 )
***AKSIRANA DUA
Biriniz hapşırdığı
zaman _ELHAMDÜLİLLAH _ desin , arkadaşları ; _YERHAMUKALLAH _ desin . oda ;
YEHDİKUMULLAHU VE YASLEHU BALEKUM desin (Ebu Davud 5033_ Buhari edep bölümü 10/502)
***MECLİSTE ZİKR MEVZUSU
Bir meclisten
kalkarken ‘’Subhanekallahümme ve bi hamdike eşhedü ellailahe illa ente
estağfiruke ve etübü ileyh’’ derse Allah onun bu mecliste olan hatalarnı
örter
buyurmuştur.(TİRMİZİ 2429)
*Ebu Hüreyre (ra)
‘’Bir mecliste oturup da orada Allah’ı zikretmeden kalkan hiçbir topluluk
yoktur ki oradan,eşeğin leşi gibi kalkmış olmasınlar.
En büyük zarar da
onlar içindir’’demiştir.(4855)
***ÖFKELENDİĞİ
ZAMANKİ TAVRI
Rasulullah (sav)
öfkelendiği zaman Euzü çekerdi .(Müslim 2610)
*Atiyye ibni urve (ra)
Öfke şeytandandır şeytan ateşten yaratılmıştır ,ateş su ile söner,Biriniz
öfkelendiği zaman abdest alsın
demiştir.(Ebu Davud 4784)
*Başka bir hadiste
öfkelenen kişi ayakta ise oturmasını,oturuyor ise yatmasını emretmiştir.(Ebu
Davud 4782)
*** KOKU
MEVZUSU
Allah Rasulu kendisine
sunulan güzel kokuyu geri çevirmezdi (MÜSLİM 2253)
*Kıymetli koku bulunan
bir kabı vardı,ondan sürünürdü en çok sevdiği koku misk idi,kına çiçeğinden de
hoşlanır idi.(Ebu Davud 416)
***BIYIK
,SAKALVE TIRNAK MEVZUSU
Bıyıkları kısaltmada
tutumu ise şu hadisler açıklamaktadır ‘’Bıyıkları kısaltın,sakalları
bırakın,böylece mecusilere muhalefet edin’’buyurmuştur.(Müslim 260)
*Enes (ra)
Hz.Peygambere bıyığı kısaltma ve tırnakları kesme konularında bize vakit
sınırlaması getirdi.Bu ,işleri kırk gün kırk geceden fazla aksatmama sınırı
koydu.(Müslim 258)
***KONUŞMASI,GÜLÜŞÜ,AĞLAMASI
*Konuştuğu
zaman,konuşması kalplerin anlayacağı şekilde tane tane idi (MÜSLİM 2493)
*Çoğunlukla gülüşü
tebessüm idi,kimi zaman ağlar,ağlarken bağıra bağıra ağlamaz ancak gözleri
yaşla dolar boşalırdı.
Kimi zaman ölüye
merhametinden,kimi zaman ümmeti için korktuğundan,kimi zaman Allah
korkusundan,kimi zaman Kuran dinlerken,korku,muhabbet ve saygı
İle ağlardı.(Müslim
2315)
*Nisa suresi 41.ayeti
okunduğunda ağlamıştır.(Müslim 800)
*Güneş tutulduğunda
ağlamıştır.Kusuf namazı kılarak da ağlamış ve ‘’Rabbim sen bana ben onların
arasında iken ve onlar bağışlanma dilerken onlara azap etmeyeceğini vaat
edmemişmiyidin ?diye dua etmiştir (Nisa 3/137 Ebu Davud 1194)
*Kızlarından birinin
mezarı üzerine oturduğunda da ağlamıştır.(Buhari 27 / 72)
***TEBRİKDE
TUTUMU
*İnsanları
evlendirdiği zaman tebrik eder şöyle derdi:’’Allah sana mübarek
eylesin,ikinizede mübarek olsun.Allah aranızı hayırla birleştirsin.(Ebu Hüreyre
Tirmizi 1031)
***YENİ DOĞAN ÇOÇUĞUN KULAĞINA EZAN OKUNMASI
*Ebu Rafi (ra)Rasulullah (sav)Alinin oğlu Hsan doğduğunda
kulağına ezan okutturdu.(Tirmizi 1514,Ebu Davud 1500)
***EŞEK ANIRMASI VE HORAZ SESİ
*Eşek anırmasını
duyduğunuz zaman şeytandan Allah’a sığınınız,zira o şeytanı görmüştür,Horoz
sesi duyduğumuz zaman ise Allah’ın fazlını isteyiniz
Zira o melek
görmüştür..demıştır.(Ebu Hureyre(ra) Müslim 2729)
***BELA UĞRAYAN I GÖRENİN DUASI
*Belaya uğramış birini
gören kimse:senin tutulduğun beladan bana afiyet veren Yaratılanlardan bir
çoğuna beni faziletli kılan Allah’a hamd olsun derse
ona bu bela isabet
etmez(Ebu Hüreyre (ra)Tirmizi 3428)
ZAMANA
SÖVMEDE NEHY
*Rasulullah(sav)Sizden
biri zamana sövmesin ,sizden biri vay zamanın musibetine demesin
demiştir.(Müslim 2246)
***İĞRENDİM
DEMENİN YASAKLIĞI
*Hz Peygamber kişinin
iğrendim demesini yasaklamış ve midem bulandı demesini tavsiye etmiştir(Müslim
2251)
***KEŞKE DEMEYİN
*Bir şeyi kaçırdıktan
sonra ‘keşke şöyle şöyle yapsaydım’ diyen kişinin böyle söylemesini yasaklamış
‘Keşke sözü,şeytanın ameline yol’ açar buyurmuştur
‘’Bunu Allah taktir
etti,O dilediğini yapar,’’de diye tavsiye etmiştir.(Müslim 2664 İbni Mace 79)
Veya Allah’ım endişe
ve hüzünden,acizlik ve tembellikten,cimrilik ve korkaklıktan,borç yükünden ve
insanların galebesinden sana sığınırım (Buhari 80/36,Tirmizi 3480)
***EVE
GİRERKEN VE EVDEN ÇIKARKEN Kİ
TUTUMU
*Evinden
çıktığında:Allah’ın adıyla Allah’a
tevekkül ettim ,Allah’ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten,ayağımın
kaymasından veya kaydırılmasından
Zulmetmekten ve zulme
uğramaktan,cehalete düşmekten veya cahil görünmekten sana sığınırım.(Tirmizi
3423/Ebu Davud 5094)
*Hz Aişe (ra) Eve
onları şaşırtacak şekilde farkına varmadan ansızın girmezdi,aksine ailesi girişinden
haberdar olarak girerdi.Onlara selam verir,hal hatır sorardı.(Müslim 1154)
***BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ BAKMAK
*Allah Rasulü(sav)’Kim
bir gurubun bulunduğu eve,onların izni olmaksızın bakarsa ,onlara o kişinin
gözünü çıkarmaları helal olur .(Müslim 2158)
*Yine şayet bir adam
izinsiz olarak senin evinin içine baksa sen ona çakıl atsan,böylece onun gözünü
çıkarmış olsan hiçbir günaha girmiş olmazsın (Müslim 2158)
*Yine bir kişi
izinleri olmaksızın bir grubun bulunduğu eve o bakan kişinin gözünü çıkarırsa
bundan dolayı ne diyet ne kısas vardır(Nesei 6/61)
***İZİNDEN
ÖNCE SELAM VERİLMESİ MEVZUSU
Allah Rasulu (sav) izin istemeden önce selam vermeyi emr
etmiş,nitekim bir adam kendilerinden izin istedi ve gireyimmi dedi
Rasulullah(sav)başka
birine ‘’bu adamı çıkart ve izin istemeyi öğret ‘’dedi.Adam o şahsa’’ selam ver
ve izin iste ‘’dedi O şahısta Esselamü Aleyküm
girebilirmiyim ? dedi.Bunun üzerine Rasulullah (sav)izin verdi(Ebu Davud
5177/Müslim 1479)
*Biriniz bir meclise
girdiği zaman selam versin ve Allah’ım bana Rahmet kapılarını aç desin.Çıktığı
zaman ise Allah’ım senin fazlını diliyorum desin.(Ebu Humeyd (ra) Müslim
713)
***HASTALIĞA
DUA
Osman İbni Ebil-As(ra)rivayet edildiğine göre vücutta bir
ağrıdan şikayet edildi.Nebi (sav)elini vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç
defa’’ Bismillah’’de yedi defa da hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden
Allah’a ve kudretine sığınırım’’de (Müslim 2202)
*Hz.Aişe (ra)Ey
İnsanların Rabbi !Rahatsızlığı gider,şifa ver.Şafi sensin şifandan başka şifa
yoktur.Hastalık bırakmayan şifa ver derdi
ve sağ eliyle mesh
ederdi (Müslim 2191)
***KABİR
ZİYARETİNDEKİ TUTUMU
*Kabirlere
gittiğinde ‘’Müslüman ve Müminlerden oluşan ey diyar sakinleri!Size selam
olsun,inşeallah bizlerde sizlere ulaşacağız
Allah’tan bize de,size
de afiyet dileriz.(Müslim 975)
***RÜZGAR VE GÖKGÜRÜLTÜSÜNDE TUTUMU
Rüzgar estiği zaman
‘’Allah’ım senden onun hayırlısını isterim,O rüzgarla gönderdiğinin hayırlısını
dilerim.Onun şerrinden sana sığınırım Onunla gönderdiğinin şerrinden sana
sığınırım diye dua etmiştir.(Hz.Aişe Müslim 899)
*Gökgürlediği zaman
konuşmayı bırakır ve Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederim derdi.Ka’b (ra)löyle
diyor:Bunu kim üç defa
söylerse gök
gürültüsünden emin olur (selamet bulur ) (Muvatta 2/992,Buhari Edebül Müfred 2/186)
***İLİMLE
İLGİLİ
*Ubey bin Ka’b
(ra):Rasulullah(sav)şöyle buyururdu ; Musa (as) İsrailoğullarına hutbe okumak
için ayağa kalkınca kendisine insanların en alimi kimdir ? diye bir soru
soruldu ; En alimi benim dedi . Bu yüzden Allah onu kınadı. Çünkü Allah bilir
demeliydi.(buhari ve müslim)
***HAYVANLARA
İŞKENCENİN YASAKLANMASI
* İbni Ömer (ra) ;
herhangi bir insan serçe veya daha büyüğünü haksız yere öldürürse ; muhakkak
Allah ona bu hareketini sorar. Serçenin hakkı nedir Ya Rasulallah ? dediler :
Efendimiz ; keser yersin , başını koparıp atmazsın buyurdu. ( Nesei _ve
hayvanlara işkenceyi yasaklamıştır.)
***
RIZIK TALEBİNDE ORTA YOLU TUTMAK
*İbn Mesud (ra) SAV
den şöyle buyurdu ; Benim emrettiğim ameller dışında cennete yaklaştıran hiçbir
amel yoktur ve Benim yasak ettiğim ameller hariç cehenneme yaklaştıran hiçbir
amel yoktur. Sizden hiç biri rızkını
gecikmiş saymasın , Çünkü Cebrail (as) benim kalbime hiç kimsenin rızkını
tastamam almadan dünyadan çıkmaz, ölmez diye ilham etti . Ey insanlar Allah tan korkunuz ve
rızkınızı talep etmede güzel bir yol tutunuz . Sizden biri rızkını gecikmiş
sayarsa onu haram yollardan Allah a karşı masiyet işleyerek taleb etmesin
Şüphesizki Allah ın ihsanına Ona karşı masiyet işleyerek ulaşılmaz ( Terhib ve
Tergıb)
*Ebu Hureyre (ra)
Rasulullah sav den şöyle dua ettiğini
rivayet etmiştir ; Allah ım faydasız ilimden , korkmayan kalpten , doymayan
nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırım ( İBN Mace_ Nesei_ Müslim ve
Tirmizide Zeyd Bin Erkam dan ilim
babında rivayet edilmiştir )
*******02********
***İNSANIN KARNINI ANCAK TOPRAK DOLDURUR***
*Enes İbni Abbas (ra)ve İbni Zübeyr (ra) dan:Adem oğlunun iki
vadi dolusu malı olsa idi bir üçüncüsünü isterdi.Adem oğlunun karnını ancak
toprak doldurur.Allah’da tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.(Buhari ve
Müslim)
*Ebu Hureyre
(ra):Yaşlı kimsenin kalbi iki şeyi sevmede hala gençtir.Yaşama sevgisi ve mal
sevgisi.(Buhari,Müslim)
***HELAL VE HARAMA ÖZEN
Ebu Hureyre (ra)
derki:Rasulullah (sav)şöyle buyurdu:İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek
ki,kişi elde ettiği şey helalden mi,haramdan mı ? buna önem vermeyecektir.İşte
o zaman onların duası kabul edilmez(Buhari ve Nesei)
*Beşir oğlu Numan
(ra)derki :Rasulullah(sav)şöyle buyurdu:Helal apaçıktır,haramda bellidir.İkisi
arasında (harammı helalmi olduğu bilinemeyen )birtakım şüpheli şeyler vardır
ki,insanların bir çoğu onları bilmezler.Herkim şüpheli şeylerden sakınırsa
ırzını ve dinini korumuş olur.Kimde şüpheli şeylere girerse harama dalmış
olur.Bu koru etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir,heran sürüsünü yasak
bölgeye girdirip otlatabilir.Dikkat ediniz,her padişahın korusu vardır,biliniz
ki Allah’ın korusu da haramlarıdır.
Dikkat ediniz cesedin
içinde bir et parçası vardır ki o iyi olunca bütün ceset iyi olur.O bozulunca
bütün ceset bozulur.Bilesiniz ki o et parçası
kalptir (Buhari ve Müslim )
***DİN NASİHATTIR
Temim İbni Dari(ra):
Rasulullah(sav)şöyle buyurdu Din nasihattır,hayırlıktır,ihlastır .Biz kim için
ya Rasulallah dedik Oda
-Allah için,kitabı
için elçisi için,müslümanların idarecileri
ve halkı için buyurdu.(Müslim ve Nesei)
***
TİCARETTE YEMİN
*Ebu Hureyre (ra) dan
; Yemin ticaret malının sürümünü artırır fakat kazancının bereketini giderir
buyurduğunu işittim .(Buhari,Müslim ,
Ebu Davut)
***
MAHREMİYET
*Ukbe Bin Amr (ra) dan
Rasulullah (sav) yabancı kadınların yanına girmekten sakının buyurdu. Ensardan
bir adam kadının kayınbiraderi hakkında
ne dersin diye sorunca
;
kayın biraderi ölümdür
buyurdu . .(Buhari,Müslim )
*İbni Abbas (ra) dan Rasulullah (sav) hiçbiriniz bir mahremiyle beraber
bulunmadıkça yabancı bir kadınla başbaşa kalmasın buyurmuştur .(Buhari,Müslim )
***
KADINLARLA GÜZEL GEÇİNİN
* Ebu Hureyre (ra) dan
Rasulullah (sav) kadınlarla
güzel geçinin çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır . Kaburga kemiğinin
en eğri kısmı üst tarafıdır eğer sen onu
doğrultmaya çalışırsan kırarsın kendi haline bırakırsan daima eğri kalır , öyle
ise kadınlarla güzel geçinin.(Buhari,Müslim
)
*Ebu Hureyre (ra)
dan Rasulullah (sav) hiçbir kadının kocası yanında iken izni
olmadan nafile oruç tutması ve evine birisinin girmesine müsaade etmesi helal
değildir buyurdular.(Buhari,Müslim )
***İPEK
& ALTIN
*Hz Ömer (ra) dan ipek
elbise giymeyin çünkü onu dünyada giyen ahirette giyemez .(Buhari,Müslim,Nesei )
*Hz Ali (ra)
Rasulullah (sav) mi gördüm ; sağ eline ipeği sol eline altını aldı
sonrada bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır buyurdu ( Ebu Davut ve Nesei )
* İpek ve ibrişim
elbise giymeyiniz , altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyin , onlardan
yapılmış tabaklardan yemek yemeyiniz , çünkü bunlar dünyada onlar ( kafirler)
için , ahirette ise sizin içindir .(Buhari,Müslim )
***
PERUK , DÖĞME VE BEYAZ SAÇ VE SAKAL
* Enes Bin Malik (ra)
) Rasulullah (sav) bir kimsenin
başındaki ve sakalındaki beyaz kılları koparmasını hoş karşılamazdı (Müslim)
*İbni Ömer (ra)
Rasulullah (sav) saçlarına başka saç
ekleyene ve ekletene ve cildine dövme yaptırana ve yapana lanet etti
.(Buhari,Müslim,Nesei, Ebu Davut )
***KARŞI CİNSİNİZE BENZEMEYİN
İbni Abbas (ra) dan
Rasulullah (sav) erkeklerden kadınlara
benzeyenlere ve kadınlardan da erkeklere benzeyenlere lanet etti
.(Buhari,Müslim,Nesei, Ebu Davut, Tabarani, İbni Mace , Tirmizi )
*** ŞEYTANDAN SIĞINAK
* Selmanı Farisi (ra)
Rasulullah (sav) kim yanında şeytanın
bir yiyecek bir istirahat yeri ve bir sığınak bulmamasını isterse evine girdiği
zaman Esselamu Aleyküm V erahmetullahi Veberekatuh diye selam versin ve
yemeğine başlarken Besmele çeksin (Taberani)
***YEMEK ADABI
* Ebu Hureyre (ra)
dan Rasulullah (sav) sizden her biriniz sağ eliyle yesin , sağ
eliyle içsin , sağ eliyle alsın , sağ eliyle versin ; çünkü şeytan sol eliyle
yer , sol eliyle içer , sol eliyle alır , sol eliyle verir buyurmuştur(İbni
Mace)
* Enes Bin Malik (ra) ) Rasulullah (sav) Allah yemek yeyipte Hamd eden kulun vede su
içipte Hamd eden kulundan Razı ve hoşnut
olur ,(Müslim,Nesei, Tirmizi )
*İbni Abbas (ra) şöyle
der; Biz Peygamber (sav) yanındaydık helaya gidip geldikten sonra kendisine
yemek getirildi Ona abdesh almıycakmısın diye soruldu? Oda namaz kılmadım
Abdesh alacağım dedi (Müslim Ebu Davut
ve tirmizi de hadisin sonu “bana ancak namaz kılacağım zaman abdest
almam emredildi )
***HEPİNİZ
BİR ÇOBANSINIZ
İbni Ömer (ra)Hepiniz birer çobansınız ve sürünüzden sorumlusunuz.Devlet
başkanı bir çoban gibidir ve idaresi altındakilerden sorumludur. Erkek ailesi
içerisinde bir çobandır evhalkından sorumludur. Kadın kocasının evinde bir
çobanıdır ve idaresi altındakilerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malı üzerinde
bir çobandır ve elindekilerden
sorumludur. Kısaca hepiniz birer çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz.
(Buhari ve Müslim kader babı)
***RÜŞVET HARAMDIR
* Abdullah
b.Amr(r.a) Rasulullah (sav) rüşvet
verene alana lanet etti. ( İbni Mace/Ebu Davud , Tirmizi )
***MÜSLÜMAN MÜSLÜMANIN KARDEŞİDİR
Ebu Hureyre (ra) dan
Müslüman müslümanın kardeşidir .Ona zulmetme , onu yardımsız bırakmaz ve onu
küçük görmez _göğsünü göstererek _
Takva buradadır ,
Takva buradadır , Takva buradadır . İnsana mümin kardeşini küçümsemesi şer
olarak yeter .
Her müslümanın diğer
müslümana kanı , ırzı ve malı haramdır. (Müslim)
*Enes ve Cabir (ra)
) Rasulullah (sav)Kardesşine zalimde
olsa da mazlumda olsa yardım et.Bir adam ‘Ya Rasulullah mazlum iken ona yardım
edeyim ,fakat zalime nasıl yardım edeyim diye sordu. Rasulullah (sav)Ona engel olursun veya
zulümden alıkoyarsın işte bu ona yardım etmektir buyurdu.( Buhari ve Müslim)
SEÇME HADİSLER
* Enes (ra) Rasulullah (sav) Bir kimse beni
çocuğundan anne ve babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek
mü’min olmaz(Müslim)
*Hz Ömer(ra) Allah
şaraba,onu içene,içirene,alıp,satana,yapana,saklayana,taşıyana ve kendisine
götürülene lanet etti(Ebu Davud)
* Cabir (ra)Bir müslüman bir ağaç diker ekin
ekerde,ondan bir insan,bir hayvan veya herhangi bir şey yerse bu kendisi için
bir sadaka olur.( Müslim)
*Ebu Hüreyre (ra)
Rasulullah (sav) asıl güreşçi rakibini yenen değil kızgınlık anında nefsini
yenendir.(Buhari,Müslim)
*Size iki şey bırakıyorum
ki,onlara tutunduğunuz müddetçe asla dalalete düşmezsiniz. “Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti “(muvatta kader 3)
*Cabir bin Abdullah
(ra) Sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı Kuran’dır.Tutulup gidilecek yolların
en hayırlısı da Muhammed’in (sav)yoludur,sünnetidir
İşlerin en şerlisi
sünnete muhalif olarak sonradan ortaya çıkarılanlardır.Her bidatta
dalalettir(Müslim Cuma 43,Nesei ihdeyn22,İbni Mace Mukaddime 7
,Ebu Davud Sünen 5)
*Ümmetimden herkes
cennete girecek,başkaldıran müstesna.başkaldıran kimdir yaRasulallah diye
sordular Allah Rasulu (sav):Bana itaaat eden cennete girer ,bana isyan edende
muhakkak baş kaldırmış ve serkeşlik etmiştir.(Buhari İ’tisam 2)
*Kim islamda güzel bir
yol,bir çığır açarsa onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri
yapanlatdan eksiltilmemek üzre onn dur kimde islamda kötü bir yol,
bir çığır açarsa
onun ve o yolda gidenlerin günahı yapanlardan eksiltilmemek üzre onun
sırtına yüklenecektir.
(Müslim Zekat babı
69,İbni Mace Mukaddime 203)
*Varise vasiyet
yoktur.(İbni Mace Vesaya 6 Tirmizi Vesaya 5)
*Rasulullah (sav) Deniz suyu ile abdest alabilirmiyim diye
soran bir sahabeye ‘’onun suyu temiz
ölüsü de helaldir demiştir
( Ebu Davud Tahare
41TirmiziTahare 52,İbni Mace Tahare 38)
* Rasulullah (sav)
Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öyle namaz kılın.(Buhari/Ezan 18
Müsned 5/53)
*Bir defasında iki
sahabe sahrada su bulamadılar ve teyemmümle namaz kıldırdılar .Bunlardan biri
daha sonra aynı namaz vakti içinde su buldu ve
abdest alıp yeniden namaz kıldıidiğeri de namazını iade etmedi sonra
ikiside gelip durumu Allah Rasulu(sav)anlattılatr’’Suyu bulduğum halde namazı
iade etmedim diyene tam sünnete göre
hareket ettin suyu bulan abdest alıp
namazı iade ettim diyene sana iki ecir vardır demiştir.(Darimi Tahare 65.Ebu
Davud Tahare 126)
*Şüphesiz bana kitap
ve onunla birlikte bir benzeri bir misli verildi(Ebu Davud Sünne 5)
*Bana itaat eden
şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.Bana isyan edende hiç şüphesiz Allah’a isyan
etmiştir.(Ebu Hüreyre (ra)Buhari Ahkam 1,İbni Mace Mukaddim 1)
*Üzerine azap hak
olanlar Yahudiler,delalete düşenlerse
Hıristiyanlardır.(Tirmizi Tefsir 2/Taberi Tefsir 1/61,64)
*Cibril(as)bana
kabenin yanında iki defa imam oldu...... Ya Muhammed(sav) senden önceki
enbiyanın vakti budur ve namaz vakti
işte bu iki vakit arasındadır dedi.(Ebu Davud Salat 2)
*Biz peygamber
topluluğu geriye miras bırakmayız,bizim bıraktığımız ancak sadakadır.(Buhari
İ’tisam 5,/Müslim Cihad 51)
*Katil mirascı olmaz
(Tirmizi )
*Meyveleri tam belirli
hale gelinceye kadar satmayın (Buhari,Müslim)
HİTABET YÖNÜNDEN
PEYGAMBER EFENDİMİZİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ
*Yemin olsun ki Allah Rasulün de sizin için güzel bir numune
örnek vardır.(Ahzab 21)
* Hiç şüphe yok ki sen en yüce bir ahlak üzerinde bulunuyorsun
(Kalem 4)
*Rasulullah (sav)insanların en güzel yüze en tatlı görünüşe
sahip olanı idi. Rasulullah (sav) ne çok uzun ne de çok kısa idi,yüzü ne
bembeyazdı,nede esmer,saçları kıvırcıkta değildi,düzde dreğildi.Vefatında
başında ve sakalında ki beyazların sayısı yirmiyi bulmuyordu.(Buhari
el-Menakıb)
*Rasulullah (sav)bazen
kulaklarına bazen omuzlarına kadar dökülen saçlarını,sakalını hiçbir zaman
dağınık halde bırakmamış,bunu bir başkası içinde hoş görmemeiştir(Buhari
el-Menakıb,Müslim El Hayz,Ebu Davud 4163)
*Rasulullah (sav)
kendi vücudu hatta teri çok güzel koktuğu halde ayrıca koku sürünmeyi ihmal
etmemiştir.( Buhari el-Menakıb,Müslim el-Fezail)
* Rasulullah
(sav)dinleyiciyi usandırmaz nefret ettirmezdi.Kur’an bu konuyu şöyle
anlatır <Allah’tan gelen rahmet ve
merhamet duygusuyla onlara tatlı söz söyledin ,yumuşak davrandın,şayet kaba ve
sert tabiatlı,katı kalpli bir insan olsaydın,onlar etrafında dağılıp giderlerdi
>(Ali İmran 159)
*Dinleyiciye göre bir
ses ayarına çok dikkat etmiştir.Geceleyin ashabı saffanın yanına geldiği
zaman,uyuyanı uyandırmayacak,uyanık olan duyacak bir sesle selam verdiğini
biliyoruz.(Müslim el eşribe 32/174/1625) * Rasulullah (sav) Arafat’ta yapmış
olduğu konuşma ayrıca Rabi’a bin.Ümeyye bin Halef(ra)tarafından cümle cümle
tekrarlanmış.Minada kuşluk vakti boz bir deve üzerinde yaptığı konuşmada ise
tekrarlama vazifesi Hz.Ali bin.Ebu Talib’e verilmiştir.(Ebu Davud 1956)
*Medine valisi Bişr
bin.Mervan’ın hutbede iki elini birden kaldırarak dua etmesini gören Umare
bin.Ruveybe ona ağır sözler söylemiş ve
< * Rasulullah (sav) şehadet
parmağını kaldırmaktan öteye bir hareket yapmazdı demiştir>(Nesei,Müslim
884,Tirmizi ebvabü’s salat)
*Nitekim veda
hutbesinde yüzbin kişilik bir topluluğa hitab ederken bile şehadet parmağını
yukarı kaldırdıktan sonra insanlara çevirerek
<Şahit ol Allah’ım
>dediğini biliyoruz.(Ebu Davud)
*Allah Raulü
(sav)öfkesi,üzüntüsü,usanç belirtileri yüzünde hemen belirirdi Hz.Aişe birgün
yanında süt kardeşi varken yanına gelen Rasulullah’ın(sav)yüz hatlarından
hoşlanmadığını anlamış
<Bu benim süt kardeşimdir>deme mecburiyeti hissetmiştir. Rasulullah (sav)
kardeşlerinizin kim olduğuna dikkat edin süt ancak açlık sebebi ile emzirilme
neticesi sabit olur>demiştir(Buhari )
*Konuşurken
bakışlarıyla cemaati sürekli kontrol altında bulundurmuş tekbir ferde veya bir
noktaya bakmamıştır,Mesela Cuma hutbesinde oturan bir kişiye <filan namazı
kıldın mı?>diye sormuş kılmadığını anlayınca
<kalk namazı kıl>demiştir.(Buhari el Cuma )
*Mescidde sohbet
ederken-bil hassa sabah namazlarından sonra oturduğu yerde kalır,görülen
rüyalar dahil olmak üzreçeşitli konular görüşürdü (Müslim 1781)
*Bir hutbe esnasında
mescide giren ve Rasulullah (sav)in sözünü keserek <Ya Rasulallah bir garip
geldi dinini bilmiyor ve öğrenmek istiyor>diyen kişinin isteğini yerine
getirmek için mimberden inerek ona gerekli bilgileri verdiğini,daha sonra
mimbere çıkarak konuşmasını tamamladığını biliyoruz.(Müslim el Cuma 596/597)
*Kuranı Kerim
insanlara en tatlı söz olarak takdim edilir,Zümer 23 İnsanlara güzel söz söylemeye davet edilir İsra
53/Bakara 83
<Sözü dikkatle dinleyen ve en güzellerine
uyan kularıma müjde ver>buyurulur. Zümer 18
*Nebi (sav)
<Onların içlerine işleyerek,ruhlarına nufuz edecek söz söyle Nisa 63
Ve Firavunu hakka
davet edmek üzere vazifelendirilen Musa ve Harun (As)ma <O na yumuşak söz söyleyin olur ki
düşünür,yahut korkar.Taha 44
*Allah Rasulu (sav)23
sene süren tebliğ hayatı gündüz ve
gece,yaz,kış,evde,mescidde,çarşıda,savaşta,hastalıkta,sıhhatli gününde,bolluk
ve darlık içinde hiç aksatmadan devam etmiştir.Bu tebliğ vazifesi için belli
bir mesai saati ayrılmamış,haftalık tatil günleri,yıllık izinler ve dinlenme
zamanları tayin edilmemiş
tam gün değil bütün
ömür bu gayeye tahsil edilmiş,emeklilik devresi beklenmemiş ve düşünülmemiştir.Vazifenin yapılması sebebi
ile kimseden ücret alınmamış
teşekkür beklenmemiş
ve baş kakıcı yapıkmamıştır.En güç şartlarda bile,bütün desteklerin kesildiği
bir sırada <<Vallahi amcacığım Güneşi sağ tarafıma,Ayı sol tarafıma
koysalar ölürüm bu vazifeyi bırakmam>>demesini bilmiştir.
Rasulullah (sav) göre
hatib sadece hakkı söyleyecek,iki yüzlü olamayacak,duyduğu herşeyi
değil,doğrulunu kesin olarak bildiğini söyleyecek(Ebu Davud
el-Edeb4873/4992)dinleyiciyi
eğlendirmek ve güldürmek için yalan söylemeyecek,kendinde bulunmayan vasıflarla
övünüp,gururlanmayacak,terbiyesizce konuşmaktan ve gevezelikten sakınacak <ineğin geviş getirmesi gibi dilini sağa
sola çevirerek belagat göstermeye çıkanlardan>olmayacaktır.(Ebu
Davud4801/5005*Tirmizi el-birr 2027,)
Rasulullah (sav) ile
konuşan hiç kimse onun yanından ayrıldığı zaman <mübalalığı
anlatıyor,anlattıkları gerçeğe uymuyor,bilinen hakikatleri kusurlu
anlatıyor>
Şeklinde
konuşmamıştır. Rasulullah (sav) Lailaheillallah diyen cennete girer buyurması
Ebu Zer tarafından garip karşılanmış
<zina etsede,hırsızlık yapsadamı >
Diye sormuştur,Ebu
Zer’in müsbet cevap almasına rağmen sorusunu üçkere tekrarlamıştır. Rasulullah
(sav) anlatışındaki kusurdan değil,duyduğu bir hükümle zihninde yer tutmuş olan
kamil iman pirensibi arasında bir bağlantı kuramamış olamamasındandır(Müslim
İman 154)
Rasulullah (sav)mizahlarında bile hakka ve
gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.Bazen Enes’e(ra) < Ey iki kulaklı
>diye seslenmiştir.(Tirmizi 1992)
Binek isteyeni<Seni
bir deve yavrusuna bindirelim>der
<deve yavrusunu ne yapayım ben>diyen adama <Her deveyi mutlaka
bir dişi deve doğurmuştur>
Cevabını vermiştir(Ebu
Davud 4998)
Bir iş için müracat eden kadına <Sen
gözlerinde beyazlık bulunan adamın hanımı değilmisin>der,kadın kocasının
gözlerinde<boz > olmadığını idda edince
Peygamber(sav)
<gözlerinde beyaz olmayan hiçbir insan yoktur>der(Tirmizi el-Birr 1990)
Ashabı Ona Ya
Rasulallah sen arasıra bizimle şaka yapıyorsun deyince _(Ben şakada olsa
)sadece haktan olanı söylerim cevabını verir (Tirmizi 1990).
*Sorulan sorulara evet
hayır diye geçiştirmemiş,mesela Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: Ya Rasulallah
kıyamet günü Rabbimizi görürmüyüz dediler
-Önünde bir bulut
bulunmadığı zaman güneşi görmekte birbirinize angel olurmıydunuz ?Hayırya
Rasulallah .Bedir gecesindeki ayı önünde
bir bulut yoksa görmekte zorluk çekiyormusunuz?Hayır ya Rasulallah _O halde
bilinki kıyamet gününde Onu böyle göreceksiniz .diye sorunun anlaşılmasını
sağlamıştır
(Müslim el-İman
81/302)
Hz.Ali ve Abdullah b. Mesud(ra) gelen bir
hadiste <İnsanlara bildikleri ölçüler içinde söz söyleyiniz,(akıllarının
kavrayamayacağı sözü söylemekle )Allah’ın ve Rasulunun inkar edilmesini
istermisiniz(Buhari İlm 49)
Bir kavme akıllarının
kavrayamadığı bir söz söylersen o sözü onlardan bir kısmı için mutlaka fitne
olur.(Müslim Mukaddime 3)
Cabir b.Süleym diyor ki:Peygamber (sav) bana nasihat et
dedim ._Kimseye sövme dedi.O=ndan sonra ne hür birine,ne köleye,ne bir
deveye,ne bir koyuna sövdüm (Ebu Davud 4084)
Rasulullah (sav)de söz
ve iş uyumu mevcuttu 23 sene süren risalatinde hiç kimse onun karşısına çıkarak
neden bize söylediğini kendinde yapmıyorsun diyememiştir.Bu konuda Kuranı Kerim
<Ey İman edenler!Neden yapmayacağınız şeyi söylersiniz.(Saff 2)>ayeti ile
umumi olarak bütün müslümanlara hitap etmiş
hitap
ederken,kendilerine hitap etmelerini hatırlatıp<İnsanlara iyiyi ve hayırlı
olanı emr ederde kendinizi unuturmusuznuz?>(Bakara44) der <Allah’a davet eden ,
salih amel işleyen ve
ben mü’minlerden bir ferdim diyen kişiden daha güzel sözlü olan kimdir?(Fussilet
33)ayetiyle hatipyte aranan vasıflar bir araya getirilmiştir
23 Senelik risaletinde yersiz zamansız
lüzumsuz konuştuğuna dair,bir tek misal yoktur.Kuran Rasulullah (sav) Amr
b.Ümmumektumu güzel karşılamadığı (Abese )
Tebük seferinden geri
kalarak mazeret uyduranlarda gerçekten
mazereti olanlar birbirinden ayrılıncaya kadar bekletmeyip izin verdiği (Tevbe
43)Bedir esirlerinden fidye aldığı (Enfal 68)gibi konularda tembih eder
Abdullah b. Ubeyy b. Selül’ün cenaze namazından sonra kabrinin başında
<Birdaha onlardan hiçbirinin cenaze namazını kılma,kabrinin başındada
ebidiyyen durma>(Tevbe 84) Fakat Kuranda Rasulullah (sav)söylediği bir
sözden dolayı ikaz edildiğine dair bir misal yoktur.Kendisine <Ey Peygamber
Rabbından sana indirilmiş olanı tebliğ et.Şayet bunu yapmazsan Onun risaletini
tebliğ etmiş olmazsın>(Maide 67) emrini veren Allah cc onu söylediği bir
sözden dolayı muaheze etmemiştir.
Abdullah bin Amr bir hatırasını şöyle anlatır
: Ben Rasulullah tan her duyduğumu yazıyordum Kureyş bunu benden men etti .
Bunu Rasulullah (sav) arz ettim, Parmağıyla ağzını gösterek “Yaz , Ruhumu elinde bulunduran Allah a yemin
ederimki ; Buradan Hak sözden başkası çıkmaz dedi.(Ebu Davud 3646)
KONUYU TOPARLARSAK
<Onlara içlerine
işleyecek ruhlarına tesir edecek şekilde beliğ söz söyle (Nisa 53)
<Deki : Ben sözünü
zinetleme çabasına düşenlerden değilim.(Sad 86)
<Rasulullah
(sav)sözlerini tane tane söylerdi.öyleki kelimelerini saymak isteyen bir kimse
sayabilirdi.(Aişe ra.Buhari el-Menakıb 23)
< Rabbının yoluna
hikmetle güzel sözle davet et ; onlarla en güzel olan mücadele yolunu tut (Nahl 125)
< Hatırlat çünkü
hatırlatmak mü minlere fayda verir
(Zariyat 55)
***Rasulullah (sav) iyi amellere teşvik
etmiş ve fena amellerden sakındırmıştır
Bir amelin : müslümanın
, münafığın , kafirin olarak tanıtmış hiç eksik bir şey bırakmamıştır.
<<Müslüman ; dilinden ve elinden diğer
müslümanların selamette kaldığı insanlardır >> demiştir (müslim _el iman
14/65)
Allah Azze ve Celle ; hepimizi (as) sünnete uyan
müminlerden eylesin . Velhamdulillahi Raabbil Alemin
HANGİ DİNE
İNANIYORUZ
İslam hiçbir zaman
Camiden ve minareden ibaret değildir. Allah Rasulu (sav) geldiği zaman Mekkede
Cami yoktu , Minare yoktu ,ama Mekke de İslam vardı . Rasulu (sav) min Camisi
hiçte bu günkü camiler gibi değildi. Bu günkü camilerin dünün ve hatta bu günün
kişilerinden farkı nedir? İslam hiçbir zaman
belirli fıkhi konulardan ibarette değildir . Bu gün Fıkhi kurallar cilt
cilt ortadadır . Ama bir türlü canlandırılamayan bir şey vardır ; Oda İslam
dır. Bu gün İslam kendilerine Müslüman sıfatı verenlerin hayatına egemen
değildir .Bu gün Dünyada genel anlamıyla şirk egemendir. İslam ve şirk hiçbir
zaman belirle taşınış biçimleriyle ayrılamazlar .İslam ve şirki ayıran ana çizgi “İbadet edilen varlık “
noktasındadır.İnsanlara kul olanlar , yani Onun koyduğu emir ve yasaklara
uyanlar ise Allah ın dinindendirler. Kaynak olarak Allah ı kabul etmeyip veya
bazı noktalarda eden tüm sistemler temelde tekbir dindir.İslam kaynak olarak
Allah ı kabul eden dinin adıdır. Bugün önce Müslümanlar olarak bu gerçeği çok iyi kavramak zorundayız . “Din nedir ? “ çok iyi bilmemiz gerekir .Aksi
halde hiçbir zaman Allah a ibadet ediyoruz diye Firavun , Haman ve belama
ibadet etmekten tevhide bağlıyız diyerek
‘ mü miniz diyerek kafir olmaktan
Kabe nin çevresinde dönüyoruz zannıyla
Firavnın ringinde
dönmekten , Namaz kılıyoruz diye yatıp kalkmaktan , Oruç tutuyoruz diye aç
susuz kalmaktan , İnanıyoruz Onu Rehber
tanıyoruz zannıyla Ebu Cehilleri Peygamberleştirmekten , Kur ana inanıyoruz ve
yolumuz Kur an yoludur zannıyla bir
takım insanların heva ve heveslerinin peşinde gitmekten hiçbir zaman
kurtulamayız . Allah (cc) hepimizi ve neslimizi ıslah eylesin. (amin)
Sabırlı iken sabırsızlanıyor , alçak gönüllü
iken kibirleniyor, çalışkan iken tembelleşiyor , cesur iken korkuyor, ümitli
iken ümitsizliğe kapılıyor , cömert iken cimrileşiyor, sakin iken öfkeleniyor ,
samimiyetli iken samimiyetsizleşiyor , ihlaslı iken ihlassızlaşıyor, hidayet
yolunda yürürken sapıyoruz .Böyle bir duruma düştüğümüz zaman geciktirmeden
gereken önlemler alınmalıdır. Şuurlu bir müslüman ,başkalarının kusurlarını
eleştirirken , kendi kusur ve ayıplarını , hatalarını
Araştıran ve eksikliği
düzeltmek için çalışan kimsedir . Maalesef insanların çoğu kendi kusurlarını
görmezler ve bilmezler. Bunun yanında başkalarının kusurlarını görüp
araştırmakta üstüne yoktur. Gerçek müslümanlar, nasihat eden kimseleri
severler. Fakat biz insanlar kusurlarımızı , ayıplarımızı söyleyen kimseleri
sevmeyiz .Buda imanın zayıf oluşundandır . Kötü huy ve ahlak akrep gibidir .
Birisi elbisemizin içinde akrep olduğunu söylerse o akrepten kurtulmak için
elimizden geleni yaparız değil mi ? Kötü huy ve Ahlak ın zararı tabi _ tabi
bilenler için _ akrebin zararından daha
büyüktür. Müslümanlar birbirlerine Allah Rızası için nasihat etmelidirler
Nasihat eden kimse de azarlama mahcup etme , rezil rüsvay etmek için değil ,
düzeltmek niyetiyle nasihat etmelidir. Müslüman düşmanlarının tenkitlerinden ve
eleştirilerinden yaralanmalıdır . Çünkü düşman insanın hatalarını aşikara vurur
.İnsanın kusurlarını , ayıplarını dışarıya vuran bir düşman yağcılık yapan ,
kusurlarını gizleyen bir dosttan daha iyidir.
Allah Teala
“ Ey İman edenler ; eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olan lar
vardır . Onlardan sakının (Teğabun 14)Yani ailenizden bütün kişilerden bizleri Allah a karşı itaatsizliğe
sevk etmektedirler
“ Ey İman edenler ;
mallarınızı ve çocuklarınız sizi Allah ı anmaktan alı koymasın . Bunu kim yaparsa
işte onlar ziyana uğrayanlardır . (Münafikun 9)
Kişinin hayatı ibadetle başlaması ibadetle
bitmesi gereklidir . Bunu ancak İnsanın hayatını islamlaştırmasıyla mümkün olur
.
Allah u Teala ;
Şütphesiz benim namazım , ibadetlerim , hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbı olan
Allah içindir .Onun hiçbir ortağı yoktur . Ben böyle emrolundum ve Ben müslüman
olanların ilkiyim . (En Am 162_163)
Evet İslam inanan kimsenin hayatını İslam
tanzim etmelidir. Müslüman Kur anı Kerim i okumalı , anlamalı , onunla amel
etmeyi bilmelidir. Hayatımızı Kur an yönlendirmelidir .
Acaba biz Allah ın bu kitabına ne kadar önem
veriyoruz ? Ne kadar okuyoruz? Ne kadar hayatımızda tatbik ediyoruz ? İnanın bu
Kur an cansız sert bir dğın üzerine indirilseydi , Allah korkusundan saygı ile
vaş eğmiş ve paramparça olurdu.
Ey Müslüman nasıl olurda Allah ın
emirlerini öğrendiğin anladığın halde Allah korkusundan kalbin titremesin ,
yumuşamasın , huşu içinde olmasın . Acaba senin kalbin bu dağdan dahamı sert .
Acaba ne zaman uyanacaksın , Ne zaman kendine geleceksin ? Bizler Allah Teala huzurunda kendimizi
şöyle bir hesaba çekelim .
Acaba biz Allah cc
ve Rasulunün (sav) istediği şekilde müslümanmıyız ? Allah cc ve Rasulunün (sav) istediği şekildemi yaşıyoruz ?
ŞU AYETLERİ İNCELEYELİM
Ahzap 21 __Al i İmran
31___Necm3/4____Nisa 64/80/115/59/65___Ahzab36______ Haşr 7____Nur 63
_____Tevbe 61/65/63/62/128/ Yunus 35____
İşte burada devreye bilgisizlik gerçeği
tanımamak cehaleti giriyor . İslam tam
bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için Arabistan da İslamiyetin yayılmasından
önceki devre Cahiliyye devri denmiştir.Cahiliyye insanı n Allah ı gereği gibi tanımaması , Ona
kulluk etmeden uzaklaşması ,Onun İlahi hükümlerine değil de kişinin kendi heva
ve hevesine uyması , insanların koyduğu emir ve yasaklara ,siyasi sistem ve
düşüncelere inanmasıdır. İslamın Hakim olmadığı ortamlar cahiliyye çağlarıdır .
Tarihe şöyle bir baktığımızda ; Hz Muhammet (sav) den evvel Arabistan ın durumu
tam bir cahili düşünce ve yaşam biçimi hakimdi. Fuhuş , Zina , Tefecilik , Faiz , Fakir ezme ,Yol kesme ,
Kan davası , Mal mülk çokluğu ile öğünme
ve o dönem insanlarının terk ettiği kötülüklerdendi . Tabi bunlar örf , adet ,
Atalarından devr aldıklarına miras
diyerek sahip çıkıyor , Ekonomik çıkar ,sosyal statü adına bu pislikleri
savunuyorlar ve yaşaması içinde var güçleriyle mücadele ediyorlardı. Allah
Rasulü (sav) İnsan onuruyla bağdaşmayan bu pis müesseseleri yıkması kolay
olmadı . Allah Rasulü (sav) döneminde
Arabistan ın büyük bir bölümü cahili adet ve düşüncelerden temizlediyse de
şeytan ve onun dostları boş durmayıp Bu kutlu yıllardan sonra yeniden cahilliği
hayata hakim kıldılar.
Bu gün toplumumuzda tam bir cahiliyye
düşüncesi hakim değilmi? Faiz , Fuhuş ,
Zina , Adam kaçırma ,Rüşvet , Mazlumu
ezme , Lüks israf için su gibi paralar
Akıtılmıyormu ? Yani
cahiliyye devri geri dönmemiş mi?
Öyleyse biz Müslümanlara çok önemli görevler düşüyor . Önce şöyle bir
kendi yaşamımıza , evimize bakmalıyız .Cahili olan ne varsa atmalı ,Rabbani olanı almalıyız. Cahili anlayış ve
değerler yıkıldıkça insanlığın içinde bulunduğu bunalım bitmeyecektir ve biz
Müslümanlar bu cahili sitemde bu anlayışı yıkmak için elimizden geleni yapmaz
isek hiçbir mazeretin kabul edilmediği HUZURU İLAHİDE ne cevap vereceğiz .
Unutmayalım Kafirler tağut uğrunda Onun hükümlerini uygulamak uğruna savaşır .
Müminler Allah yolunda onun insan fıtratına uygun olan ve en güzel yaşayış
şekli olan İslamı Hayata Hakim kılma uğruna savaşırlar . Allah Hepimizin
yardımcısı olsun . Hakkı Hak bilip sarılandan , Batılı batıl bilip sakınandan
eylesin(VELHAMDULİLLLAHİ RABBİL ALEMİN)
ISLÂMDA
NAMAZI TERKETMENÎN HÜKMÜ
MUKADDİME
"İman eden
kullarıma de ki namaz kılsınlar.' ibrahim: 30
Ma'lum ola ki:
"namaz", Allah'u Azze ve Celle'nin, kulları üzerine
"mi'raç"da farz kıldığı en azim fi'ili bir ibadettir. Bize farz
kılındığı gibi, bizden önceki "ümmetlere" de farz kılınmıştır.
Allah'u Azze ve Celle bu ibadet'ten bir cüz olan "secde" ile
"melek"leri imtihana tâbi tutarak, itaat edip "secde"
edenler "fıtrat" ya'ni "islâm" üzere kalmışlardır, tsyan
eden "iblis"de kibirlenip secde etmekten imtina ettiği için
"kâfir'Merden olmuştur. İşte bu ibadet: böylelikle, "iman" ile
"küfür", "islâm" ile "şirk" ve "din"li
ile "din"siz arasında bir "alamet'i farika" olmuştur. Zira
namazın edası ile insan "mş'min" terki ile de "kâfir"
olmaktadır.
Kendisinden başka
ilah olmayan Allah'u Azze ve Celle'nin "vucudiyyeü'ni" "la ilahe
illallah" sözü ile itiraf eden kulun, eda etmekle mükellef olduğu ilk
ibadet "namaz"dır. Lisanen Allah'dan başka ilah olmadığını söyleyen
kişinin kendisine "namaz'ın" farziyyeti ulaştığı halde daha hâlâ
Âlemlerin Rabbi olan Allah'u Azze ve Celle'nin önünde rüku ve secde etmemesi,
kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadığına delalet eder. kelime'i tevhid'in
hakikatim anlamadan kişinin onu teleffuz etmesi hiç bir şey ifade etmez. Nasıl
ki "namaz" kelime'i tevhid'den sonra emredilen ilk ibadet'tir, dinin
bekasıda onunladır. Çünkü dinde en son terk edilen ibadet odur. Binaen aleyh
"namazı terk edenin'de dini yoktur." Zira namaz ibadetinin olmadığı
hiç bir "din'i semavi" yoktur. Zira Allah ResûlU'nUn eshabıda
"namaz'dan başka hiç bir ibâdet'in terkini küfür görmezlerdi."
"namazın" dindeki bu azim mevki'i, tam bir ihtimamı gerektirirken,
ilim ehlinin gayretsizliği ile her gelen nesil indinde bu azim ibadet
ihtimamsızlık kaydetmiştir. Artık zamanımızda da öyle olmuştur ki, "namazı
terk eden müslüman" namazı terk etmenin zemmi hakkında varid olan Hadis'i
Şeriflerden bahsetmek, geçmişteki gayretsizlerin bıraktıktan alışkanlığa
muhalefet olduğu için, sapıklık olmuştur. Zira geçmişteki gayretsizler bu
Ümmet'e namazı terk edenin kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz olduğunu
söylememişlerdir. Binaen aleyh kendilerinin müslüman olduğunu zanneden binlerce
insanda kitab ve sünnet davetcilerinden bu hakikatları işitince, adeta
çıldınrcasına isyan etmektedirler. Bunlarda nereden çıktı biz büyüklerimizden
ve âlimlerimizden böyle bir şey işitmedik demektedirler.
NAMAZI
TERKEDENlN MÜŞRtK OLDUĞU BABI
Bu mevzuda delil
olan Âyet'i Kerime'lerin zikri
"Hep Allah'a
dönüp itaat edin, O'ndan korkun ve namaz'ı kılın'da müşriklerden olmayın."
Rum Sûresi: 31
"Haram
olan aylar "Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu'l-evvel" çıktığı
zaman, artık o "müşrikledi" nerede bulursanız öldürün: Onları
yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun, "eğer
tevbe" ederler, nemaz'ı kılıp zekât'larını verirlerse, kendilerini serbest
bırakın. Gerçekten Allah Gafur ve Rahim'dir." Tevbe Suresi: 5
Subhânehu ve Teâlâ
Resulüne ve mü'minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle
mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle
katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip
hapsedilmelerini, karılarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet
olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için
üç şart zikrediyor.
1- Şirkden
avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisânen ikrar
etmesi.
2- Namaz kılarak
tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.
3- Zeket'ı eda
etmesi. Bu üç şartı yerine getirdikleri an mallan ve canlan müslümanlara haram
olur, zira müslüman olmuşlardır.
Namazı terkedenin
müşrik olduğunu beyan eden Hadis'i Şeriflerin zikri. Ebu Süfyandan, dedi ki:
Ben Câbir'den duydum şöyle diyordu: Ben Nebiyyu (S.A.V.)'den işittim şöyle
buyuruyordu:
"Şübhesiz ki,
kişi ile "şirk ve küfür" arasında ki şey sâdece namaz'dır." Bu
Hadis'i Müslim (82) Ebu Davud (4678) Tirmizi (2619) Nesei (465) ve Ibnu Mâce
(1078) rivayet etmişlerdir. Bu Hadis'i Abdurrezzak Musannaf da (5009) Muhammed
Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (888) Hibetullah'ıt-Taberi Usulu's-Sünne de (1513)
ve Âcurri Şeria da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Enes
(R.A.)'dan, (şöyle dedi): Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Kişi ile şirk
arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman şirk
koşmuştur." Bu Hadis'i Ibnu Mâce (1080) ve Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-Salat da (897) rivayet etmişlerdir. Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin
sahihinde (880) tahric etmiştir.
Câbir Ibnu
Abdillah (R.A.)'dan, "namaz kılmayan kâfir'dir" dedi. Bu Eser'i Ibnu
Abdu'1-Ber Temhid'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Ibnu Abbas
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz ' terk ederse
"kâfir" olmuştur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-SaJat'ta (939) ve Ibnu AbdiPBer * TemhiJ'de (4/225) sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.
Ali Ibnu Ebi
Talib (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o
kâfirdir." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabus-Salat'ta (933) Acurri
Şeria'da (135) İbnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10485) ve Iman'da (126) Beyhaki
Şuabul'lman'da (41) ve Buhâri Tarihul'Kebir'de sahih olarak rivayet etmişlerdir
RESÛLULLAH
(S.A.V.)'ÎN ASHABININ CEMl'SÎNlN DE NAMAZI TERK EDENÎN KÂFİR OLDUĞUNA KÂÎL OLDUKLARI
BABI
Ebû Hureyre
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in Ashabı "namaz'dan"
başka hiç bir amelin terkini "küfür" olarak görmezlerdi. Bu Eser'i
Hâkim Müstedrek'te (1/7) Tirmizi Sünen'de (2624) Ibnu Ebi Şeybe Musannaf'da
(10495) ve Iman'da (137) ve Muhammed tbnu Nasr Kitab'us-Salat'da (948) sahih
olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde (564)
tahric etmiştir.
Mücahid İbnu
Cebr (R.A.)'dan, (O da) Câbir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, Allah Resulüne
arkadaşlık yapmış 16 17 birisidir. Kendisine dedim ki: Allah Resulü (S.A.V.)'in
zamanında, sizce amellerden, küfür ile iman'ın arasını ayıran ne idi (diye
sordum) (O da) "namaz" (diye cevab verdi.) Bu Eser'i Muhammed Ibnu
Nasr Kitab'us-Salat'da (892) ve Hibetullahit-Taberi Usulü' s-Sünne'de (1538)
Hasen olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde
tahric ederek Hasen demiştir.
NAMAZI TERKEDENİN
DİNİ OLMADIĞI BABI
Bu mevzuda Allah
Resûlü'nden varid olan Hadis'i Şeriflerin zikri. :İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle
dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: ... namaz'ı olmayanın din'i yoktur ... Bu
Hadis'i Tebarini Mu'cemus' Sağir da (60) hasen bir senedle rivayet etmiştir.
Umer İbnu'l-Hattab
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.)'e şöyle dedi:
"Ya Resûlellah, Allah katında İslâm'da, (en efdal) olan nedir, söyler
misin" Resûlullah (S.A.V.) de "Vaktinde namaz kılmaktır" dedi.
"Zira namaz'ı terkedenin dini yoktur ..." Bu Hadis'i Beyhaki
Şuabu'1-lman da rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)
Bu mevzuda Allah
Resulü 'nün ashabından varid olan eser'lerin zikri. İbnu Mes'ud (R.A.)'dan,
şöyle dedi: "Her kim ki, NAMAZ'ı terkederse onun DİN'i yoktur." Bu
Eser'i İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10446) ve İman da (47) Taberâni
Mu'cemu'l-Kebir de (8942) Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (935) ve Beyhaki
Şuabu'1-İman da (42) rivayet etmişlerdir.
Ayriyeten Şeyh
Elbani Terğib'in sahih'inde tahric etmiştir. Bu Eser'i Buhâri Tarihu'l-Kebir de
(7/95) rivayet etmiştir.
NAMAZI TERK EDENlN
tMAN'I OLMADIĞI BABI ...
Ebû'd-Derda
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı
olmayanım iman 'ı da yoktur." Bu Eser'i Hibetu'llahi't-Taberi
Usulu's-Sünne'de (1536) Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (945)
Ibnu Abdil-Ber Temhid de (4/225) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh
Elbâni de Terğib'in sahihin'de (574) tahric etmiştir.
NAMAZI TERK
EDENİN İSLÂM'DAN NASİBİ OLMADIĞI BABI
Umer İbnu'l-Hattab
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı
terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur." Bu Eser'i imam Malik (1/40)
Dâre Kutni Sünen' de (2/52) Abdurrezzak Mûsannef'da (5010) Ibnu Ebi Şeybe
Mûsannef'da (10410) ve İman'da (103) ve Âcurri Şaria'da (134) sahih bir
sened'le rivayet etmişlerdir.
Ebû'l-Muleyh
(R.A.)'dan, Umer (R.A.)'yu minberin üzerinden şöyle derken işittim dedi: "Namaz kılmayanın İslân'ı da yoktur."
Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (930) sahih bir
sened'le rivayet etmiştir.
NAMAZI TERK
EDENİN İSLÂM MİLLET'İNDEN ÇIKTIĞI BABI :
Ubade't-İbnu'
es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bize şöyle tavsiyede
bulundu. Allah'a hiç bir şeyi ortak
koşmayın. Namazıda bilerek terketmeyin. Her kim ki, bilerek kasten
"namaz'ı terkederse İslâm millet'inden çıkmıştır". Bu hadis'i
Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (920) Hibetullah'i-Taberi Usulu's-Sünne de
(1523) Abdurrahman İbnu Ebi Hatim Sünen'in de ve Taberâni Mu'cem'in de rivayet
etmişlerdir.
Yezid İbnu
Meryem'den, şöyle dedi: Umer (R.A.) Muaz İbnu Cebel (R.A.)'nun yanından
geçerken (Yâ Muaz) bu Ümmeti ayakta tutan nedir diye sordu. (Muaz'da cevaben bu
Ümmeti ayakta tutan esas) üçtür işte onlar kurtuluş vesileleridir,
l- İhlas
(Tevhid) o ise İSLÂM'DIR. (Allah'ın insanları üzerinde yarattığı din),
2- Namaz o ise
milliyettir,
3- İtaat o ise
ismet'tir (yani hatalardan beri durmağa vesiledir.)
Bu Eser'i
Taberi Tefsir'in de
NAMAZI TERKEDENİN
ALLAH'IN ZİMMETİNDEN BERİ OLDUĞU BABI :
Ebu'd-Derda
(R.A.)'dan, şöyle dede: Dostum Muhammed (S.A.V.) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda, Allah'u
Azze ve Celle'ye ortak koşma. Ve farz olan namazı bilerek terketme. Kim ki
"farz olan namaz'ı bilerek terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri
olmuştur" dedi.
Bu Hadis'i Ahmed
(5/238) İbnu Mace (4034) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (20/233)
Hibetullahi't-Taberi Usulu's-Sünne de (1524) ve Muhammed Ibnu Nasr
Kitabu's-Salat da (911) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh
Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (3259) tahric
Ubeydu'l-Kelâi'den,
şöyle dedi: Mekhul (R.H.) elimden tutarak "Yâ Ebâ Vehb! Farz bir namazı
kasten terk eden birisi için ne diyorsun?" dedi. Ben de "Âsi bir mü'mindir" dedim. Elimi daha
fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: "Yâ Ebâ Vehb! İman'm şa'm nefsinde daha
azim olsun. Kim ki bir farz namaz'mı kasten terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan
beri olmuştur. Kimden de Allah'ın zimmeti beri 'olduysa o kâfir olur."
Bu Eser'i Ibnu Ebi Şeybe iman da (129) ve Abdurrezzak Musannaf da (5008) sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni iman da yukarıdaki
rakamda tahric etmiştir.
NAMAZI TERK
ETMENÎN KİBİR OLDUĞU KİBİR EDENİN DE CENNETE GİREMİYECEĞİ BABI
Bizim
Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyetlerimizle kendilerine öğüt
verildiği zaman, "secdeye
kapanırlar ve Rab'lerine hamd ile teşbih ederlerde kibirlenmezler."
Secde Sûresi: 15 Subhânehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerime'de Âyet'lerine iman eden
kişilerin, Kur'ân-ı Kerîm'deki Âyetlerle kendilerine öğüt verildiği zaman,
ya'ni,
"Ey Resulüm! İman eden kullarıma de ki namaz
kılsınlar." ibrahim Sûresi: 31 Bu ve bunun gibi Âyet'lerle
Subhânehu ve Teâlâ kendisine inanan kullarına Kur'ân-ı Kerîm'de "namaz kılmaları için öğüt vermektedir"
Allah'ın Âyet'lerine inananlar da bu Âyetler'le kendilerine öğüt verildiği
zaman "kibir'lenmeden günde beş vakit Rab'lerinin önünde secdeye vanb ona
hamd ve teşbih etmektedirler." Kibirlenerek isyan edip Âyet'lerini
yalanlayanlar için de şöyle buyurmaktadır. Kendilerine Kur'an (ya'ni "namaz kılın" emri okunduğu zaman,
secde etmezler (ya'ni "namaz kılmaz'lar"). Daha doğrusu, o
"kâfir olanlar" (bu halleri ile (ya'ni namaz kılmayışları ile)
Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler. İnşikak
Sûresi: 21/22
Onlara Rükû
edin ya'ni "namaz kılın" denildiği zaman "itaat edip Rükû etmezler ya'ni namaz
kılmazlar". (Namaz kılmayarak, Allah'ın hükümlerini)
yalanlayanların o gün vay haline. Murselât Sûresi: 48/49
Submhanehu ve
Teâlâ Melekleri, Âdem'le imtihan etmek istediğinde, Melek'lere hitaben şöyle
buyurdu: Biz, Melek'lere: Âdem'e secde
edin, demiştik de bütün Melek'ler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten
yüz çevirip "kibirlendi de kâfirlerden oldu". Bakara Sûresi:
34
İblis'in bu
isyanını insanların isyanına misal verilmesine şaşılmasın zira Allah Resulü
(S.A.V.)'den varid olan Hadis'i Şeriif bize, bu cesareti vermiştir. Müslim İbnu
Haccac (R.A.) "namazı terk edene kâfirlik isnadının beyanı babı"
altında şöyle bir Hadis'i Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah
(S.A.V.) buyurdu ki: "
Âdem oğlu secde
Âyet'ini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Ey
helakim! Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve Cennet onun oldu.
Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum. Fakat ben, secde etmekten imtina
etmiştim, artık ateş de benimdir. Bu Hadis'i Müslim (81) rivayet etmiştir.
Bana ibâdet etmekten büyüklenib yüz
çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehennem'e gireceklerdir.
Mu'min Sûresi: 60
Abdullah İbnu
Mes'ûd (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Kalbinde hardal dânesi kadar imanı bulunan
kimsecehenneme girmez."kalbinde hardal danesi kadar kibir bulunan kimsede
cennete girmez" buyurdu. muslim--91
NAMAZI TERK EDENlN KIYAMET GÜNÜNDE FÎRAVN'LA,
HÂMAN'LA, KARUN'LA VE UBEYY İBNU HALEP'LE BERABER OLACAĞI BABI '
Abdullah İbnu
Amr. İbn'l-As (R.A.)'dan o da Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek (şöyle dedi:)
Bir gün Resûlullah (S.A. V.) namaz'dan konuştu. Dedi ki: "Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse,
namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve nacat olur. Her kim ki de; beş vakit
namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat
olur. "Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'Ia ve Ubeyy ibnu
Halefle beraberdir".
Bu Hadis'i Ahmed
(2/169) Darimi (2/301) ve îbnu Hibban (1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed ibnu
Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da (58) . Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû'1-iman
da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
îbnu Kayyım (R.A.)
"kitabu's-salat" isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra
şöyle diyor. Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının
zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfür reisleridir. Burada bedi'i
bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya
ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşkuliyetiyle
namazı terk ederse, "Karun'la" beraberdir. Mülkünün meşkuliyetiyle
terk eden de "Firavn'la" beraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden
ise "Haman'la" beraberdir. Ticaretinin meşkuliyetiyle terk eden de
"Ubeyy ibnu Halefle" beraberdir. İbnu Kayyım'ın sözü burada bitti.
NAMAZI TERK EDENlN KUR'ÂN-IN ÂYET'LERİNÎ VE AHİRETl YALANLADIĞI BABI
O halde, onlarda ne
var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni
"namaz kılınız" âyet-i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup
da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gününü yalanlıyorlar".
Halbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. Onun için (Ey
Resulüm) sen onları "acıklı bir
azab'la 28 29 müjdele". Ancak "iman edib de salih ameller işleyenler
müstesne" onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat var. Inşikak
Sûresi: 20/21/22/23/24/25
Bu Âyet'lerin
hülasası şöyledir. Ne oluyor ki onlara, "namazın farz olduğu" Kur'ân'la bildirildiği halde "namazı eda ederek iman etmezler".
Aslında "namazı terk ederek kâfir
olanlar hesab gününe inanmıyorlar". Her ne kadar lisânen iman
ettiklerini bile söylemiş de olsalar. Zira Allah'u Azze ve Celle, onlar için
Kur'ân'da şöyle buyuruyor. İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz "Allah'a ve âhiret gününe inandık"
derler. Halbuki onlar, "iman
edenler değillerdir". Bakara Sûresi: 8 İnşikak Sûresi'ndeki Âyet'te
devam ederek diyor ki: "halbuki
Allah içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir". Ya'ni lisânen
Allah'a ve Âhiret gününe iman ettiklerini söyleyib de, "namaz kılmayanlar müslüman olduklarını isbat
edemezler".
Hem müslümanları da
aldatamazlar. Onlar ancakkendi nefislerini aldatırlar. (İnsanlardan bir kısmı vardırki, biz Allah'a ve Âhiret gününe inandık
derler. Halbuki onlar, iman edenler değillerdir.) Onlar bu halleri ile güya
Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Bilmezler ki, onlar ancak kendi
kendilerini aldatırlar. Bakara Sûresi: 9
» Onlara "namaz kılın denildiği zaman", itaat edib namaz
kılmazlar. (Namaz kılmayarak Kur'ân'ın Âyetlerini) yalanlayanların O gün vay
haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân-ın Âyetlerinden sonra neye inanacaklar. Murselât Sûresi: 48/49/50
"Tasdik etmedi, namaz da kılmadı. Ancak
(Kur'ân-ın Âyetlerini) yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi."
Kıyamet Sûresi: 31/32
NAMAZI TERK EDENİN
ÂHİRET'TE ŞEFAAT EDENİ OLMAYACAĞI BABI
"(Kitab'ları sağ ellerinden verilenler)
Cennettedirler: "mücrim'lerden" sorarlar. — "sizi bu sakar
cehennem'ine sokan nedir?" Onlar şöyle derler. — "biz namaz
kılanlardan değildik", yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber
dalıyorduk, "hesab güniinüde yalan sayardık". Nihayet bize ölüm gelib
çattı. Fakat (o vakit) "şefaat'cıların şefaat'ı onlara fâide vermez".
Müddesir Sûresi: 40/41/427 43/44/45/46/47/48
Âyet'i Kerîme'deki
zikredilen "mücrim'lerin" yarın Âhirette "şefaat'cıların
şefaat'ından mahrum olmalarının sebebi" dört şey'e binaen'dir.
1- Namaz kılanlardan olmadıkları için.
2- Yoksula yedirmedikleri için.
3- Kâfir'lerle oturup kalktıkları için.
4- Hesab gününü yalanladıkları için.
Bu dört sıfat ile
muttasıf olan "mücrim'ler" yarın Âhiret'te kendilerine hiç bir
"şefaat'cı" bulamıyacaklardır. Zikredilen bu dört sıfatların en
tehlikelileri, "namaz'ın terki ile
hesab gününü yalanlamaktır" bu iki sıfat'm herbirisi müstakilleri
sahibini "İslâm'dan çıkaran"
hasletlerdir. Kişi de bu iki sıfattan birisinin olması "İslâm'dan çıkmasına ve âhirette şefaat'cıların
şefaat'ından mahrum olmasına kâfidir" illa bu iki sıfat'ın bir
arada olması gerekmez. Eğer illâ bu iki sıfat'ın bir kişide mevcud olduktan
sonra ancak Mevzumuza daha da açıklık getiren başka bir Hadis'i Şerif'de
Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
Ebu Said el-Hudri
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) hutbe irad eyledi de
tam şu Âyet'e geldi. "Her kim
Rabbine mücrim olarak varırsa, şübhesiz ki ona cehennem var; orada ne ölür ne
de hayat bulur". Kim de ona mu'min olarak, sâlih ameller işlemiş olduğu
halde varırsa, işte onlarada en yüksek dereceler var. Taha Sûresi: 74/75
"Cehennem ehli
olanlar, (ya'ni ebedi orada kalacak olanlar) oralıdırlar, ne ölürler ne de
yaşarlar". Amma ebedi Cehennem ehli olmayanları ise, Cehennem hafif bir
ölümle öldürür, sonra (ya'ni azâblarıriın müddeti bitince) "şefaat
edecekler gelirler şefaat ederler". Onlardan bir topluluk ahnarak
"hayevan veya hayat" denilen bir nehre getirilirler. (Orada
yıkanırlar) sonra da sel kenarında biten otlar gibi hayat bulurlar."
"İslâm'dan çıkar ve şefaat'cıların şefaat'ından o zaman mahrum olur"
diyen çıkarsa bizde deriz ki, bu bir kaç bab önceki "namazı terk edenin
âhireti yalanladığı babı"nda biz bu mes'eleyi güzelce açıkladık. Öyle de
olsa zaten "namazı terk eden âhiret-i de yalanlamıştır"
Binâen aleyh
"şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olacaktır" halbuki, Resûlullah
(S.A.V.)'in Şefaat'ı "ehli kebâir" içindir. Eğer "namazı terk
eden" islâm'dan çıkmayıp büyük günahkârlardan olsa idi "âhirette
şefaat'cılann şefaat'ından mahrum olması gerekmezdi."
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)
şöyle dedi: "Benim Şefaat'ım,
Ümmetimin ehli kebâirinedir." Bu Hadis'i Ebû Dâvud (4739) Tirmizi
(2435) Ibnu Mace (4310) ve Ahmet (3/213). sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.
"Ey Allah'ın
kulu! Yukarıda da okuduğun gibi kim Rabbine "mücrim" olarak
kavuşursa, ya'ni namaz kılmaz olarak ölürse" ona Cehennem vardır, orada ne
ölecektir, ne de yaşayacaktır. Artık o mücrim'ler" kendileri için
Cehennem'de neler hazırlandığını düşünsünler." Subhanehu ve Teâlâ öyle
demiyor mu Kur'an da? "Artık "müslüman'lara, mücrim 'lere
davrandığımız gibi mi davranacağız" ......... O Kıyamet gününde
Rabbul-îzzet'in "sâk'ı" açılacak da, bütün "mücrimler secde'ye
çağrılacaklar; Fakat güçleri yetmeyecektir. Gözleri düşkün bir halde,
kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünya'da) başlan
selâmette iken, bu "namaza davet olunuyorlardı da kılmıyorlardı". O
halde (Ey Resulüm) (namaz kılmayarak) bu Kur'ân-ı yalanlayanları, sen bana
bırak. Biz onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız.
Ben onlara mühlet veririm; "Yiyin, zevk edin dünyada biraz; çünkü
"mücrim'lersiniz" (nasıl olsa âhirette "sakar" Cehennem'ine
gireceksiniz). Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün vay haline j Onlara:
"namaz kılın, denildiği zaman", itaat etmezler. Allah'ın hükümlerini
yalanlayanların o gün haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân'dan sonra hangi
söze inanacaklar?" Murselat Sûresi: 46/47/48 49 750
"Muhakkak ki
"mücrim'ler" şaşkınlık ve çılgın ateşler | içindedirler. O gün,
yüzleri üstü ateşte sürünecekler; (ve onlara) — Tadın "sakar"
Cehennem'inin dokunuşunu denilecek." Kamer Sûresi: 47/48
NAMAZIN İSLÂM'DAN OLDUĞU BABI
Umer İbnu'l-Hattâb
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in yanında bulunurken
birden bire yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri
görülmeyen ve bizden de kendisini kimsenin tanımadığı bir zat çıkageldi.
Nihayet Resûlullah (S.A.V.)'in yanına oturdu. Öyle ki iki dizini onun iki
dizine dayadı, iki avucunu da kendi dizleri üzerine koydu ve "Yâ Muhammedi
Bana "islâm'dan" haber ver" dedi. Resûlullah (S.A.V.)"İslâm
Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehad; t
etmendir" dedi. Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise şöyle
naklolunmuştur. Resûlullah (S. A. V.)"İslâm Allah'a hiç bir şey'i ortak
koşmadan ona ibâdet etmendir" (buyurdu:) Ebu Hureyre (R.A.)'ın,
rivayetinin getirmiş olduğu açıklık şudur ki, "Allah'dan başka ilah yoktur,
Muhammed Onun Resulüdür" demenin hakikati, "Allah'a hiç bir şey'i
ortak etmeden ona ibadet etmektir". Zira mücerreden "kelime-i
şihadet'in" teleffuzu hiç bir ma'na ifade etmemektir. Bu mevzudaki geniş
izahımız daha ileride gelecektir, İnşa' Allah. Cibril Hadis'i devam ederek,
Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor: Ve "namazı ikâme etmendir" (Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde
ise) "farz olan namazı ikâme etmendir" (buyurdu.)
. Ve "zekât 'ı
vermen", "ramazan orucuna tutman" yoluna gücün yeterse
"Beyti hacc etmendir", buyurdu. O, (soruyu soran tanınmayan kişi)
doğru söyledin dedi. Umer (R.A.) dedi. Umer (R.A) dedi ki: Biz ona hayret
ettik, hem (bilmiyormuş gibi) soruvuor,
Mihcan (R.A.)'dan,
(şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A.V.) ile bir mecliste iken namaz için ezan
okunur, Resûlullah (S.A.V.) kalkarak cemaat'a namazı kıldırıp yerine döner.
Bakar ki Mihcan (R.A.) daha hâlâ yerinde, Resûlullah (S.A.V.) Mihcan (R.A.)'ya
hitaben "senin cemaat'la namaz
kılmana ne mani'i oldu ki, yoksa sen müslüman birisi değil inisin?"
dedi. Mihcan (R.A.) cevaben "Evet Yâ Resûlallah ben "müslüman
birisiyim" ve lâkin ben bu namazı evimde kılmıştım" dedi. Resûlullah
(S.A.V.)'de cemaate geldiğinde namazı evde kılmış bile olsan cemaatle namaz kıl
buyurdu. Bu Hadis'i Mâlik (1/132) Ahmed (4/34) Nesei (2/112) İbnu Hibban
(433) ve Hâkim (1/244) sahih bir rivavet etmişlerdir,
Umer
İbnu'l-Hattâb (R.A.)'den, şöyle dedi: "Namaz'ı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur". Bu eseri Mâlik
(1/40) Dâre Kutni (2/52) Abdurrezzak (5010) İbnu Ebi Şeybe Musanef'de (10410)
İman'da •t "' (103) ve Ahmed Ahkam'un-Nisâ'da (225) sahih bir senedle
rivayet etmişlerdir.
NAMAZ'IN ALLAH'A İMAN ETMEKTEN OLDUĞU BABI
Ebu Cemre'den,
şöyle dedi: Ben tbnu Abbas (R.A.)'nun önünde onunla insanlar arasında
tercümanlık yapıyordum. Derken İbnu Abbas'a bir kadın geldi. Ona
"cer" denilen testinin şırasından soruyordu. İbnu Abbas ona şöyle
dedi: Abdu'1-Kays heyeti Resûlullah (S.A.V.)'e geldi. Resûlullah (S.A.V.)
"Siz kimlerin heyetisiniz? Yahut siz kimlersiniz?" diye sordu.
"Biz Rabiadar.iz" dediler. "Cemaat hoş geldi. Yahut heyet hoş
geldi, sefa geldi. Utanıcılar ve pişmanlık duyucular olmayarak" buyurdu.
Bunun üzerine: "Ya Resûlellah! Biz sana çok uzak mesafeden geliyoruz.
Seninle bizim aramızda Mudar kâfirlerinden şu kabile vardır. Biz sana, haram
aydan başka bir zamanda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize özlü bir şey
emret de geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve o sebeble de Cennete
girelim" dediler. Resûlullah (S.A.V.) onlara dört şey emretti, dört şeyden
de nehyetti: Resûlullah (S.A.V.) onlara, "bir olan Allah'a iman etmeyi
emretti" (sonra) "bilir misiniz bir olan Allah'a iman etmek ne
demektir?" diye sordu. "Allah ve Resulü en iyi bilendir"
dediler, ("tek olan Allah'a iman etmer") Allah'dan başka ilah
olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ;tmek, "namazı kılmak", zekâtı vermek,
Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini tediye etmenizdir"
buyurdu ........ .. 41 Bu Hadis'i Buhâri (53) ve Müslim (17) rivayet
etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Yukarıdaki zikretmiş olduğumuz Hadis'i Şerif'de bir çok sağır kulakların duyup
istifâde edeceği faideler vardır. Bu faideleri zikretmeden geçmek ilmi emânete
ihanet edenlere göz yummak olacağından, herkesin anlayabileceği bir üslubla
izah etmeyi münasib gördük. Hadis'i Şerifin muhtevi olduğu faideler şunlardır.
1- İslâm'ı öğrenmek
isteyene ilk emredilecek şey'in "tek olan Allah'a iman etmek" olduğu.
2- "Tek olan
Allah'a iman etmenin" ne demek olduğunu öğretiyor.
3- "Tek
olan Allah'a iman'ın" sadece dil ile ikrar ve kalb ile tasdik olmayıp,
cevarih ile amel etmenin'de bu ta'rife dahil olduğu.
4- Hasseten
mevzumuz ile alakalı "namaz'ın Allah'a iman etmekeen olduğu".
Böylelikle bizde, "amel iman'dan cüz değildir kaidesiyle yürüyen,
"namaz iman'dan" değildir diyen miirciiyye" taifesinin ve
zamanımızdaki avanelerinin en sesine bir şamar indirir, bize kitab ve sünnet'e
uymayı nasib eden Rabbimize hamdederiz.
İşte bu
adları geçenler, Allah'ın kendilerine ni'met ihsan ettiği peygamberlerden, Âdem
soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve
İsrail neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir.
Kendilerine Rahman olan Allah'ın (gibi) ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak
secdeye kapanırlardı". Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin
arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da
Cehennemdeki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip
iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna; çünkü bunlar, zerre kadar
zulme uğratılmayacaklar, Cennete gireceklerdir. Meryem Sûresi: 58/59/60
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun ki
peygamberler ve salih kimselerden sonra gelen kötü neslin terk etmiş oldukları
şey sadece namaz'dır. Eğer "namaz'ı
terk edenin iman'ı olsaydı" hemen takib eden Âyette ancak tevbe
edip iman eden ve salih amel işleyenler müstesna" dermiydi? Rabbimiz ve
Teâlâ. Şehvetlerine uymaya gelince, artık "namaz'ı terk ettikten"
sonra onları kötülükten koruyan kalkanları elden düşmüştür. Zira Subhanehu ve
Teâlâ şöyle buyuruyor. Ey Resulüm! namaz'ı kıl. Gerçekten "namaz, kötü
işten ve münker'den alıkor".
Ankebut Sûresi: 45
Taberi (R.A.) meşhur Tefsirinde şöyle diyor: Allah'u Azze ve Celle'nin
vasfetmiş olduğu namaz'ı terk eden kötü nesil" mu'min olsalardı Allah'u
Azze ve Celle, iman edenleri onlardan müstesna etmezdi. Ve denilmiştirki.
Zikredilen kötü nesil bu ümmet'tendir bunlar Ahir Zaman'da olacaklardır. Ata
İbnu Rabah'da diyor ki: "Bu kötü nesil Ümmet'i Muhammed'dendir."
Mucâhid (R.A.)'da diyor ki: "Bu kötü nesil Kıyamete yakın, Ümmet'i
Muhammed'in salihleri gittikten sonra gelecektir" diyor. Taberi
Tefsiri 16/99
Ey Allah'ın kulu!
Subhanehu ve
Teâlâ'nın Âyet'i Kerime'de zikretmiş olduğu o kötü nesli tanıyabildiysen dünya
ve Ahirette felah'a erdin demektir. işte o kötü nesil namazı inkâr ederek değil
sadece şehvetlerine uyarak terkettiklerinden "gayya vadisini"
boylayacaklardır. O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler"
kendilerine "Kur'ân" ya'ni "namaz 44 kılınız" Âyet'i
okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir
olanlar hesab gUnünü yalanlıyorlar" .... "ancak iman edib sâlih
aneller işleyenler müstesna" .... İnşikak Sûresi 20/21/22 — /— /25
Ey Allah'ın
kulu!
Yukarıdaki Âyet'i
Kerime'de de görüyorsun ki. namaz'ı terk edenler iman etmemekle ve küfür'le
itham ediliyorlar" sonra da "iman edenler onlardan müstesna
kılınıyor" eğer namazı terk eden "kâfir" olmasa idi iman edenleı
namazı terk edenlerden müstesna kılınır mıydı. Ey Allah'ın kulu! Zannetme ki bu
bizim anlayışımızdır. Zira Allah'u Azze ve Celle'nin kendilerinden razı olduğu
sahabe böyle anlatıyor.
Ebu'd-Derdâ
(R.A.)'dan, şöyle dedi: "namazı
olmayanın iman'ı da yoktur"............ Bu Eser'i abdul-Ber Temhid
de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Ve Şeyh Elbâni Terğib'de (574)
tahric etmiştir. 45
BiR VAKiT NAMAZI TERK EDENlN YAPMAKTA OLDUĞU AMELLERİNİN BATIL OLDUĞU
BABI
Gerçekten sana ve
senden öncekilere şöyle vahy olundu: Eğer (sen bile) Allah'a ortak koşarsan,
muhakkak amelin boşa gider. Ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Zumer
Sûresi: 65
Kim küfrederse
(ya'ni iman'ın mucibi olan amelleri yapmaz kâfir olursa) bütün yaptıkları batıl
olmuştur: Ve o, Ahirette hüsrana uğrayanlardandır. Maide Sûresi: 5
Bu Hadis'i
Ahmed Müsned'in de rivayet etmiştir. Heysemi Mecmua'z-Zevaid de bu rivayetin
Ravileri Sahih'in ravileridir demiştir.
Yukarıdaki
zikredilen Âyet'i Kerimelerde, Allah'a şirk koşanın ve iman'ın mucibiyle amel
etmeyip kâfir olanların, yapmakta oldukları amellerinin hepsinin batıl olduğunu
ifâde etmektedirler. Ey Allah'ın kulu iyi bilki geçen bablarda "namaz'ı
terk edenen müşrik ve kâfir olduğunu" delilleriyle isbat etmiştik,
tekrarına lüzum olmasa gerek. Eğer unuttuysan tekrar dönüp okuyabilirsin. Umumi
ma'na da Allah'a ve Resulüne isyan edenlerin amellerinin batıl olduğuna delâlet
eden daha bir çok Âyet'i Kerime vardır ki bizim da'vâmızı te'yid eder.
Gerçekten
kâfir olub da Allah yolundan yüz çevirenler, hak kendilerine belli olduktan
sonra peygambere karşı gelenler; Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. "Allah onların amellerini boşa çıkarır".
Muhammed Sûresi: 32
Ey Allah'ın kulu
"namazı terk ederek kafir oluş"
Mevzumuza daha da açıklık getiren bir Âyet'i Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle
buyuruyor. Onlara: "namaz
kılın, denildiği zaman, zaman kılmazlar". Yalanlayıcıların o gün
vay haline. Murselat Sûresi: 48/49
Allah'ın en azim
emirlerinden olan namaz emri kendisine ulaştığı halde Allah'a itaat edip'de
namaz kılmayanlar bu isyanları ile yapmakta oldukları sair amellerimde batıl
etmektedirler. Zira Allah ve Resulüne yapılan isyan, yapılan sair amelleri de
batıl eder. Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.
"Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat
edin de amellerinizi ibtal etmeyin." Muhammed Sûresi: 33
Yukarıdan beri
zikredile gelen Âyetlerin hepsinin ma'nası umumidir. Ya'ni Allah'a ve Resulüne
yapılan isyan ne olursa olsun yapılan sair amelleri batıl etmektedir.
Mes'elemizi hususileştiren bir Hadis'i Şeıif de Resûlullah (S.A.V.) şöyle
buyurmaktadır. Ebu'l-Meliyh'den, şöyle dedh Biz Bureyde (R.A.) ile bulutlu bir
günde gazada bulunuyorduk. Burey'de (R.A.) bize hitaben ikindini ilk vaktinde
kılınız dedi. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) "Kim ikindi namazını terk ederse onun bütün amelleri boşa gitmiştir"
dedi:
Bu Hadis'i Buhari
(553) rivayet etmiştir. Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki sadece bir ikindi
namazını terk edenin bütün amelleri batıl oluyor da bütün ömür boyu hergünkü
beş vakit namazını terk edenin hali ne olur, düşünebiliyor musun?
NAMAZI TERK
EDENlN ALLAH'DAN KORKMADIĞI BABI
Hep Allah'a dönüb
itaat edin. "O'ndan korkun VE
namazı kılın da" Müşriklerden olmayın.
Rum Sûresi: 31 Ey
Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Subhanehu ve Teâlâ kendisine iman eden kullarına
"rablerinden korkarak namaz kılmalarını emrediyor". Ve ondan korkan kullarıda
Rablerine itaat ederek secdelere kapanıyorlar. Bu Âyet'i Kerime'yi izah eden
bir Hadis'i Şerifte şöyle rivayet olunmaktadır.
Ukbet' Ibnu
Amir (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i şöyle derken işittiğini haber verdi:
Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Dağ tepelerindeki koyun çobanından
Allah'u Azze ve Celle hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve "namaz kılar". Buna binaen Allah'u
Azze ve Celle şöyle buyurur. Şu kuluma bakın, ezan okuyup "namaz kılıyor ve benden korkuyor".
Ben de o kulumun günahlarını mağfiret büyürdüm ve onu Cennetime koyacağım"
der.
Bu Hadis'i
Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145) İbnu Hıbban (260) ve Taberâni
Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Aynyeten Şeyh El-Bâni
Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahric etmiştir.
Ey Allah'ın
kulu!
Görüyorsun
ki, Allah'u Azze ve Celle "namaz kılan kulu için" kendisinden
korktuğunu yaraşmaz. Hem sunuda iyi bil ki tek olan Allah'dan korkmak "la
ilahe illallah'ın" iktizasındandır. Bunu izah eden bir Âyet'e Kerime'de
Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. "Ben'den başka hiç bir ilah yoktur. Öyle ise ben'den korkunuz".
Nahl Sûresi: 2
DİN'DE EN SON
TERK EDİLEN AMELlN NAMAZ OLDUĞU BABI
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'den, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir.
En son da namazı terkedersiniz."
Bu Hadis'i Ebu
Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbnu Mes'ud'dan Taberâni kebirde (9754)
Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138)
Umer
İbnul-Hattab'dan Evet din'den en son terk edilen "NAMAZ" olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey
kalmamıştır. Daha önceki bab'larda da Hadis'i Şerif de geçtiği gibi
"namaz'ı olmayanın dini'de yoktur".
NAMAZI TERK EDENİN
ÖLDÜRÜLECEĞİ BABI
"O haram
olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiu'l-evvel) çıktığı zaman, artık
"o müşrikleri nerede bulursanız öldürün"; onları yakalayıp esir edin,
onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun. "Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtlarını" verirlerse,
kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur Rahim'dir." Tevbe
Sûresi: 5
Subhânehu ve
Teâlâ Resulüne ve Mü'minlere hitaben, Haram olan aylar çıktıktan sonra
Müşriklerle mukatele etmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek
Müşriklerin kıtalden önce yakalanıp, geçit yerleri kesilip haspedilmelerini
(ya'ni karılarını, çocuklarını ve mallarını Müslümanlara ganimet olarak helâl
kılıyor.) Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.
l- Şirkten avdet
ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisanen ikrar etmesi. 52
2- "Namaz
kılarak" tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi. Zira namaz kılmadığı
müddetçe Kelime'i tevhidi tasdik etmemiştir.
Bunun içindir
ki, Subhânehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor. "Tasdik etmedi, "namaz'da kılmadı".
Ancak yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Onlara: "Namaz kılın,
denildiği zaman, namaz kılmazlar. Yalanlayıcıların o gün vay haline".
Murselat Sûresi: 48/49
Ey Allah'ın kulu!
Âyet'i Kerime'lerden de anlaşıldığı gibi, Allah'u Azze ve Celle'nin "namaz
kıl" emrine itaat etmemek, Allah'ın indirmiş olduğu hükümleri
yalanlamaktır.
3- Allah'ın farz
kilmiş olduğu "zekat'ı eda etmek'tir". Bu şartlan yerine getiren her
kişinin canı, malı ve ırzı Müslümanlara haramdır. Bunların haricindeki
günahları için allah Gafur ve Rahim'dir.
Buhari (R.
H.) bu Âyet'i Kerîme'nin izahında şu Hadis'i Şerifi zikrediyor.
. İbnu Umer
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Allah'dan başka İlah
olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet, "namazı kılana", zekâtı eda
edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu, Onlar bunları yapınca
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili
olmak müstesna, insanların (sair ve gizli işlerinden dolayı olan) hesabları da
Allah'a âiddir. Bu Hadis'i Buhari (25) ve Muşum (22) rivayet etmişlerdir.
Enes îbnu
Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Ben insanlarla
Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nıın kulu V takdirde canları
ve mallan bize haram olur. Ancak (İslâm'ın hakkı müstesna) ve Müslümanların,
lehte veya aleyhde sahib oldukları bütün hukuka sahib olurlar. Bu Hadis'i Ebu
Dâvud (2641) Tirmizi (2611) ve Ahmed (2/161/269) sahih bir senedle rivayet
etmişlerdir.
Abdurrahman
İbnu Ebi Nuaym'dan Ebu Said' el-Hudri'den şöyle duyduğunu haber verdi: Ebu
Said'el-Hudri dedi ki: Aliyyu'bnu Ebi Talib (R.A.) Yemen'den Resûlullah (S.A.
V.)'e tabaklanmış bir meşin içinde henüz toprağından tasviye edilmemiş altun
cevheri göndermişti. Resûlullah bu altun cevherini şu dört kişj arasında
paylaştırdı: Uyeynetu'bnu Hısn, Akra'ubnu Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya
Alkametu'bnu Ulase idi yahud Amiru'bnu Tufeyl idi. Peygamberin sahabelerinden
bir kimse: "Biz bu ihsana bunlardan daha layık bulunuyorduk" dedi. Bu
söz Resûlullah'a ulaşınca: "Siz bana itimad etmiyor musunuz? Ben yedi kat semanın üstündeki
Rabbu'l-İzzet'in Eminiyim. Sabah akşam bana gök yüzünün haberi (ya'ni
Vahyi) geliyor" buyurdu. Bunun üzerine, iki gözü çökük, yanağının iki
elmacığı çıkık, anlı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izarını yukarı çemremiş
bir kişi ayağa kalkıb: "Ya Resûlellah! Allah'dan kork" dedi.
Resûllah: "Veyl sana! Ben, yeryüzündeki insanların Allah'dan korkmaya en
layıkı değil miyim?" buyurdu. Sonra o kimse arkasına dönüb gitti. Halid Ibnu'l-Velid:
"Ya Resûlellah! Şunun boynunu vurayım mı?" dedi. Resûlullah (S.A.V.):
"Hayır vurma! "Namaz kılan birisi olabilir" dedi. Bunun üzerine
Halid: 56 "Ya Resûlellah! Namaz
kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar gönüllerinde olmayan şeyi dilleriyle
söylerler" dedi. Resûlullah (S.A.V.) "ben insanların
kalb'lerini açmaya, karınlarını yarmaya me'mur değilim" buyurdu
........... Bu Hadis'i Müslim (1064) rivayet etmiştir.
Ubeydullah İbnu
Adiy'den, Abdullah İbnu Adiyy Resûlullah (S.A.V.)'den, tahdis ederek şöyle
haber verdi. Resûlullah (S.A.V.) bir gün eshabının arasında otururken, bir adam
çıkageldi. Resûlullah (S.A.V.)'le konuşmasında sesini yükselterek şöyle dedi: O
kişi (yani öldürmeyi istediği adam için) "Allah'dan başka ilah olmadığına
şehadet etmiyor mu?" "Evet ediyor Ya Resûlellah, fakat onun şehadeti
yoktur." Resûlullah (S.A.V.) tekrar, "Pekiyi o adam namaz kılmıyor mu?" dedi. Adam da "Evet Ya
Resûlellah, namaz kılıyor, fakat onun namazı yoktur" dedi.
Resûlullah (S.A.V.)'de işte ben, Allah'dan başka ilah ilah olmadığına
şehadet edib, namazı kılanları
öldürmekten nehyolundum" dedi. Bu Hadis'i İbnu Hıbban (12) ve
Beyhaki (8/196) rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın
kulu!
Görüyorsun ki, bu
bab'ın evvelinde zikretmiş olduğumuz Âyet ve Hadis'ler, — Kelime'i şehadet'i
ikrar etmeyeni, — Namazı terk edeni, — Zekât'ı eda etmeyenin, malının, canının
ve ırzının müslüman'lara helâl kılındığını haber vererek öldürülmeleri
gerektiğini emrediyor. Takib eden Hadis'lerde de, sadece "namazı terk
edenin dahi öldürüleceğini" isbat ediyor. Binaen aleyh bir kişinin
öldürülmesi için illa üçünü birden terk etmesine lüzum yoktur. Zira sahih
rivayetle sabittir ki, Ebu Bekr (R.A.) sadece zekât'ı terk edenlere karşı harb
ilan etmiştir. Mevzumuzla alâkalı olmadığı için burada zikretmeye lüzum görmedik.
MÜSLÜMAN OLAN
KiŞiYE ÖĞRETİLECEK İLK ŞEYİN NAMAZ OLDUĞU BABI
Taberani Kebir'de
ve Bezzar Müsned'inde (338) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Heysemi
Mecmeûz-Zevaid' de Raviyeleri Ricâlü's-Sahih demiştir (1/293)
AHİRETE İLK HESABI
SORULACAK AMELİN NAMAZ OLDUĞU BABI
Enes İbnu Mâlik
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Kulun, Kıyamet
gününde hesabını vereceği ilk ameli "NAMAZIDIR". Eğer namazı salah bulursa (Ya'ni hesabından
kurtulursa) sair amelleri de salah bulur. (Ya'ni sair amellerinin hesabıda
kolay olur). Eğer namazı ifsâd olmuş ise (Ya'ni namazın hesabından
kurtulamazsa) sair amelleri de ifsad olur. (Ya'ni sair amellerinin hesabından
kurtulamaz.) Bu Hadis'i İbnu Mes'ud'dan Taberani Kebir de (10435) İbnu Ebi Asım
Evail de (35) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni
İSLÂM'DAKİ
KARDEŞLİĞİN ANCAK NAMAZI KILMAKLA MÜMKÜN OLDUĞU BABI
Eğer tevbe ederler,
"namazı kılarlar ve zekâtı
verirlerse, din'de kardeşleriniz olurlar". Biz Âyetleri, anlayacak
bir kavme açıklarız. Tevbe Sûresi: 11
Subhanehu ve
Teâlâ bu Âyet'i Kerîme ile İslâm'daki kardeşliğin sadece namazı kılmakla mümkün
olduğunu beyan ediyor. Zira namazı terk edenin "iman'dan ve islâm"dan
çıkmasıyla bu kardeşliğin te'sisi muhal oluyor. Zira her "namaz"ı kılan "mu'min"dir, her
"mü'min'de "kardeş"tir. Ve Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da bunu
izah eden bir Âyet'i Kerîme'de şöyle buyuruyor. » "Mu'min'ler ancak
(din'de) kardeştirler." Hucurat Sûresi: 10
Madem ki
"mu'minler din kardeşleridirler". Kardeş olandan başkalarını da
kendilerine dost edinemezler. Zira Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da Mu'min'lerden
başkalarının dostluğunu kat'iyyetle yasaklıyor.
"Ey iman
edenler! Mu'min'leri bırakıb da kâfirleri dostlar edinmeyin." Nisa Sûresi:
144
"Namazı terk edenin de kâfir olduğunu",
elinizdeki bu risalemiz isbat etmiştir."Ey iman edenler! Ne sizden önce
kitâb verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer
kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mu'min'lerseniz Allah'dan korkun."
Ve bunu takib eden Âyet'i Kerîme'de yukarıda zikredilen kâfirlerin
istihzalarının ezan okunduğunda icabet edecekleri yerde namaza icabet
etmemeleri ve namaz kılan mu'min'lerle eylenmeleri olduğunu beyan ederek şöyle
buyuruyor. Maîde Suresi 57
(Ezan'la)
birbirinizi namaza çağırdığınız zaman "namaz'ı" bir eğlence ve
oyun yerine koyuyorlar. Bu davranışları, kendilerinin aklı ermez bir topluluk
olmalarındandır. Mâide Sûresi: 58
Ey Allah'ın
kulu! Bu âyet'i Kerîme'nin delaletiyle iyi anlamalısın ki, ezan'ı işittiği
halde "namaz'a" icabet etmeyen ve Allah'ın emirlerini hiçe alarak
istihza edenler bizim dostlarımız değillerdir. Bizim dostlarımız, Allah, O'nun
Resulü ve "namaz kılan mu'min'lerdır". Subhanehu ve Teâlâ şöyle
buyuruyor:
"Sizin
dostunuz ancak Allah'la O'nun Resûlü'dür; bir de iman edenlerdir ki, onlar
namaz'ı kılarlar" ve namaz kılar oldukları halde zekât verirler. Mâide
Sûresi: 55
NAMAZ'I TERK EDENİN MÜSLÜMAN'A, MÜSLÜMAN'IN DA NAMAZ'I TERK EDENE MİRASÇI
OLA MACAĞI BABI
Bu Hadis'i Buhâri
(6764) Müslim (1614) Ebu Dâvud (2909) Tirmizi 42108)ibnu Mâce (2729) Dârimi
(3002) Mâlik (2/519) ve Ahmed (2/200) rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın
kulu! Bundan önceki bablarda da okuduğun gibi "namaz'ı terk edenin kâfir" olduğunu isbat ettik, ayrıyeten
burada zikretmeye lüzum olmasa gerek. Hadis'i Şeriflerin delaletiyle namazı
terk edenin kâfir olduğuna kail olan, "ehli hadis'in" imam'ı olan
Ahmed İbnu Hanbel'de "Namazı terk
edenin Müslüman'a, Müslüman'ın da namaz'ı terk edene mirasçı olamıyacağına kail
olmuştur. Kendisinden, de şöyle bir rivayet nakl olunmuştur. Abbas İbnu
Muhammed el-Yemâmi Tarsus'da haber vererek şöyle dedi: Ebu Abdullah'a (ya'ni
Ahmed İbnu Hanbel'e) Resûlullah'dan rivayet olunan, terk ederse kâfir
olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan miras
alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne de
miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)
NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI
"Ey mu'minler!
Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı
olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye
elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara
mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min
bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah
ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan
buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221
Ey Allah'ın
kulu!
Risalemizin
başlarında "namazı terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik,
burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek
ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «
Ebu Hureyre
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört
şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini
için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse
(âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466)
rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor.
Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?
Umer
Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.
)'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan nedir
söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk
edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle
rivayet etmiştir. El-Kenz (21618) Binaen aleyh "namazı terk eden kadının
da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in
İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.
Muhammed
İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip
"namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de
cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed
Ahkamu'n-Nisa (206)
NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI
Peygamber'in
zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler
ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir
kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun
günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat
çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri
olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle
münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında
Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu
Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.
Hadis'i
Şerifin hülasası:
1- Namaz kıldığı
müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir.
İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife
değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç
birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye
itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.
2- Halifeler
"namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı
olmamak gerekir.
"namazı terk
ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz
kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras
alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)
NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ
SAHlH OLMADIĞI BABI
"Ey mu'minler!
Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı
olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye
elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara
mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min
bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah
ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan
buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221
Ey Allah'ın kulu!
Risalemizin
başlarında "namazı terk
edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum
olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i
Kerîme'nin muhatabıdır. «
Ebu Hureyre
(R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört
şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini
için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse
(âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466)
rivayet etmişlerdir.
Ey Allah'ın kulu!
Görüyorsun
ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha
önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?
Umer Ibnu'l-Hattâb
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi:
Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan 65 nedir söyler
misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi.
"Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul
Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)
Binaen aleyh
"namazı terk eden kadının da dini
yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in
İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.
Muhammed
İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip
"namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de
cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed
Ahkamu'n-Nisa (206)
NAMAZ KILDIĞI
MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI
Peygamber'in
zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler
ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir
kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun
günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat
çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri
olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle
münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında
Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu
Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.
Hadis'i
Şerifin hülasası:
1- Namaz kıldığı
müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir.
İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife
değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç
birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye itaat
edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.
2- Halifeler
"namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı
olmamak gerekir.
Muaz Ibnu
Cebel (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Tebûk gazvesinde iken
......... Güneş batıya doğru kaydıktan sonra hareket etmeyi niyet ettiğinde
öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) beraberce cem ederek kılar sonra hareket
ederdi. ................. Güneş battıktan sonra yola çıkmayı niyet ettiği zaman
ise, yatsıyı acele ettirerek akşam namazı ile (akşamın vaktinde) cem ederek
kılar, sonra hareket ederdi. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1220) Tirmizi (2/438) ve
Ahmed (5/241) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Zikredilen Hadis'i
Şerif'de seferde iken ikindiyi öğlenin vaktinde öğle namazı ile, yatsıyı da
akşamın vaktinde akşam namazı ile kılınabileceğine ruhsat vardır. İyi biline
ki, namazın kazasına ruhsat veren gayretkeşler, sarih nas olduğu halde seferde
cem etmeye ruhsat vermemektedirler. Vaktinden sonra kılınmasına! cevaz veren
mazeretler ise şunlardır.
Enes Ibnu
Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, haber vererek şöyle dedi: Yolculuk
acele sürüp gittiği zaman Resûlullah (S.A.V.) öğleyi, ikindinin ilk vaktine
kadar bırakır, müteakiben her iki namazı cem' ederdi. Akşam namazını da
kızıllık kayb 72 olana kadar geciktirir, sonra yatsı namazı ile cem' ederdi. Bu
Hadis'i Müslim (704) rivayet etmiştir.
Enes İbnu
Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki
namazı unutarak veyahut uyuyarak kılmazsa, hatırladığında veyahut uyandığında
kılsın, bundan başka o namazın kefareti yoktur. Bu Hadis'i Buhâri (597) ve
Müslim (684) rivayet etmişlerdir.
İbnu Abbas
(R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Medine'de korku ve yağmur
olmaksızın öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldı. 73
(Ravilerden Veki'in hadisinde ise) Dedim ki: İbnu abbas'a: "Bunu niçin
yaptı?" dedim. "Ümmetine zorluk vermemek için" dedi. (Ebu
Muaviye'nin hadisinde ise) İbnu Abbas'a: "Bunu ne maksatla yaptı?"
diye soruldu. "Ümmetine güçlük vermemek istedi" dedi. Bu Hadis'i
Müslim (705) rivayet etmiştir.
Bu bab'daki
Hadis'i Şeriflerin hülasası:
1- Seferde iken,
öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının birbirlerinin vaktinde takdimen ve
te'hiren kılınabileceğine delâlet eder.
2- Hadar'da da bazı
şer'i mazeretlere binaen bu namazların birbirlerinin vaktinde takdimen ve
te'hiren kılınabileceğine delalet eder. Tenbih: Hadar'da cem etme iyi
bilinmelidir ki, Ümmet'e ağırlık olmaması için bir ruhsattır. Bu zorluğu
herkesin kendisi ta'yin eder. Değilse şialar gibi devamlı cem etmeye ruhsat
yoktur.
Bu bab'daki
Hadis'i Şeriflerin hülasası:
1- Seferde,
öğle ile ikindi namazını öğle vaktinde akşam ile yatsıyı da akşamın vaktinde
kılına bileceğine delalet eder.
2- Seferde, öğle
ile ikindiyi ikindinin vaktinde ve akşam ile yatsıyı, yatsının vaktinde
kılınabileceğine delalet eder.
3- Unutarak veyahut
uyuyarak kılanamayan namazın, takdimen veya te'hiren cem ederek
kılınabileceğine delalet eder. Yukarıdaki zikredilen şer'i mazeretlerin
haricinde namazları vakitlerinin dışında kılınmaya ruhsat veren başka bir şer'i
mazeret yoktur.
BAZI
ŞÜBHELERÎN İZALESİ BABI
Namazı terk edenin
hakkındaki varid olan bu hükümlerin ağır geldiği bazı şübheciler,
"BEYNAMAZLARIN" gayretli müdafileri olarak, bize bazı sorular tevcih
ederek bunca nassın karşısında anlayamadıkları bazı Âyet ve Hadis'lerle, sanki
Allah'ın dininde bir birine zıd hüküm isbat edercesine itirazda
bulunmaktadırlar. Zira bunca zikredilen Âyet ve Hadis'ler "namaz'ı terk
edenin, kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz" olduğunu isbat ettikten sonra
"hayır namazı terk eden müslümandır" demek ve birde bunu Kur'ân ve
Hadis'le isbattan maada ifsad etmeye çalışmak, "Allah'ın dininde tezat
olduğunu iddia etmektir". Ey Allah'ın kulu! Şunu iyi bilmelisin ki, "vahy-i
ilâhi olan kitab ve sünnet'te" birbirine zıd hükümler yoktur. Böyle bir
şeyi düşünmek dalalet, bilmeden söylemek ise cehaletin katmerlisidir. Binaen
aleyh Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki: ma'nasmı düşünmeyecekler mi? Eğer o
(Kur'ân) Allah'dan başkası tarafından olsa idi, muhakkak ki içinde birbirini
tutmayan bir çok sözler ve hükümler bulacaklardı. Nisa Sûresi: 82
Başka bir Âyet'i
Kerîme'de ise şöyle buyuruyor: Allah sana "Kur'ân'ı ve sünnet'i"
indirdi: Evvelce bilmediklerini sana öğretti." Nisa Sûresi: 113
Binaen aleyh Resûlullah
(S.A.V.) buyuruyor ki: Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:)
Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Ben hak olandan başka bir şey
söylemem." Ashabından bazıları "Pekiyi yâ Resûlellah sen bazen
bizimle şaka da yapıyorsun (ya'ni bunlarda mı hak) "Evet ben haktan başka
bir şey söylemem" buyurdular. Bu Hadis'i Ahmed (2/340) ve Tirmizi (2058)
sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.
Madem ki Allah
Resulü (S.A.V.)'in her söylediği haktır, hak olan sözlerde de birbirine muhalif
kaviller bulunmaz, zira ihtilaflı birbirine uymayan sözler batılın hakkıdır.
Subhanehu ve
Teâlâ buyuruyor ki: "Hak olandan sonra da dalaletten başka ne
vardır?" Yunus Sûresi: 32
Ey Allah'ın kulu!
Bu külli kaideyi iyi anladı isen sana anlatılan her mes'eleyi rahatlıkla anlayacağın
muhakkaktır. Şimdi anlayamadığın her mes'eleyi sorabilirsin.
Soru: Deniliyor ki, sahih Hadis'te
sabittir, "la ilahe illallah diyen herkes cennete girecektir" binaen
aleyh namazı terk eden kâfir olamaz âsi günahkâr bir müslümandır, buna ne
dersiniz? Bize cevab verin Allah da size ecir versin.
Cevab: Evet Allah Resulü (S. A.
V.)'den öyle bir sahih Hadis ya'ni "Allah'tan başka ilah yoktur diyen
herkes cennet'e girecektir" diye bîr rivayet varid olmuştur. Yalnız
istidlal mevzuu hatalıdır. Zira şimdiye kadar bu risalemizde namazı terk edenin
hakkında nakl etmiş olduğumuz bütün rivayetlere muhalif bir istidlaldir. Zira
"namazı terk eden müşrik'tir, kâfir'dir, dini ve iman'ı yoktur"
diyenle "la ilahe illallah" diyen herkes cennete girecek diyen aynı
zattır, ya'ni Allah Resulü (S.A.V.)'dir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi
Allah'ın dininde birbirine muhalif hükümlerin bulunması hakkaniyyetine zıddır.
Böyle bir şey düşünülemez bile.
— Fakat
diyebilirsiniz ki evet dediğiniz gibi dinde birbirine muhalif hükümler yoktur
ama bize anlatanlar böyle anlattığı için biz böyle anlıyoruz. — Biz de deriz
ki, burada size anlatılmayan ve anlamakta istemediğiniz mühim bir mes'ele var.
Evet Allah
Resulü (S.A.V.) buyuruyor ki: Ubadet' Ibni es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle
dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Her kim Allah'dan başka
ilah ve Muhammed'in Resulü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennem'i haram
kılmıştır." Başka bir rivayette ise şöyle varid olmuştur: "Her kim
ki, Allah'tan başka ilah yoktur derse cennet'e girer" denilmiştir. Evet La
ilahe illallah diyen cennet'e girer fakat şunu iyi bilmek gerekir ki, bu sözün
muktezası vardır. Herkesin ma'lumudur ki, gereği yapılmayan her sözün insanlar
indinde değeri yoktur, insanlar arasında böyle olunca biz nasıl olurda bizim
yanımızda değer taşımayan şeylerin Allah indinde değerli olmasını taleb ederiz.
Allah'tan başka ilah yoktur diye ikrarda bulunan kişi, Bunu daha bariz bir
şekilde izah edebilmek için o şübheciye şöyle bir soru tevcih etsek ne der
acaba.
— Bir kişi
düşünün ki "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünü, ikrar ediyor, sadece
Kur'ân'ın Ayet'lerinden bir tek Âyet'i inkâr ediyor, acaba bu kişinin hükmü
nedir? Tabiîki şübheci efendi "kâfirdir" diyecektir. Pekiyi senin
kaiden üzere bu kişi "Allah'tan başka ilah yoktur" diyor, ne dersin
sen de "la ilahe illallah" diyen kişiyi tekfir ediyorsun. Böylelikle
az önceki kaideden irtidad etmiş olmadın mı? Bu sorunun karşısında ne
diyeceğini şaşıran şübheci kendisini toparlayarak, evet ama Kur'ân'ın bir tek
âyet'ini de olsa inkâr edenin kâfir olduğuna Kur'ân'dan ve Hadis'ten sarih nass
vardır diye itirazda bulunmaya başladı.
— Bizde dedik
ki: Be Allah'ın
kulu risalenin başından beri bizim zikrettiğimiz naslar nedir, bunlar sana
namazı terk edenin kâfir, müşrik, dinsiz ve imansız olduğunu isbat etmiyor mu?
— Evet ama "namazın farziyyetini inkâr etmiyor". — Pekiyi sen bize
namazın farziyyetini inkâr eden kâfir olur diye birtek nas bulabilir misin?
Eğer böyle bir şey yapabilirsen bizde kavlimizden avdet ederiz. Dikkatlice okuduysan
farkına varmışındır ki zikretmiş olduğumuz bütün deliller, namazı terk edenin
müşrik, kâfir, namazı olmayanın dinsiz ve imansız
olduğuna
delâlet "Kendilerine Kur'ân (ya'ni "namaz kılın" emri) okunduğu
zaman, secde etmezler. (Ya'ni "namaz kılmazlar". Daha doğrusu, o
"kâfir olanlar" bu (halleri ile ya'ni namaz kılmayışları ile,
Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler." Inşikak Sûresi:
20/21
"Onlara
"namaz kılın" denildiği zaman, "itaat edip namaz
kılmazlar". (Namaz kılmayarak Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün
vay haline." Murselât Sûresi: 48/49
"Bizim
Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyet'lerimizle kendilerine öğüt
verildiği zaman, secdelere kapanırlar ve rab'lerine hamd ile teşbih ederler de
kibirlenmezler". Secde Sûresi: 15
Sonra, bu
peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki,
"namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennem'deki
"gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve
salih amel" işleyenler müstesna." Meryem Sûresi: 59
Ey Allah'ın kulu
görüyorsun ki,
yukarıda zikredilen taifeler "namazı kılmayarak" bu hareketleriyle
Allah'ın Âyet'lerini yalanlamış oluyorlar, senin dediğin gibi namazın
farziyyetini inkâr ederek değil. Bu Âyet'lerin karşısında sükût eden, şübheci
başka bir itiraz getirmek istercesine biraz düşündükten sonra şöyle dedi. —
Pekiyi kabul edelim ki "namazı terk eden müşrik ve kâfirdir" bize
deniliyor ki, şirk ve küfür iki kısımdır,
1- islâm'dan
çıkaran şirk ve küfür.
2- İslâm'dan çıkarmayan
şirk ve küfür.
Acaba namazı terk
eden kişi bunların hangisinde vuku' bulmuştur ki, siz hemen namazı terk edene
müşrik ve kâfir diyorsunuz.
Cevap: Biz ümid ederiz ki, namazı
terk eden islâm'dan çıkarmayan şirk ve küfürde vuku' bulmuştur. Hem biz milyonlarca
müslümana müşrik veya kâfir diyemeyiz.
Ey Allah'ın kulu
iyi dinle, senin bu müşkilatın geçen mes'elen kadar mühim değil fakat
tahrif yönünden çok şerli bir mes'eledir. Evet söylemiş olduğun gibi şirk ve
küfür iki kısımdır.
Birincisi islâm'dan
çıkaran kısım, ikincisi ise islâm'dan çıkarmayan kısmıdır. Biz sana önce
şirki anlatalım, sonra da küfrü anlatırız.
Şirkin kısımları şunlardır:
1- Sahibini
ebedi cehennemde koyan şirk.
2- Küçük şirk
denilen gizli şirk ya'ni riya.
Biz sana önce küçük
şirk ya'ni sahibini ebedi cehenneme sokmayan "riya"dan bahsedelim,
sonra sen kendin büyük şirkin ne olduğunu anlarsın bi iznillah.
Ahmed Ibnu Hanbel
Müsnedin'de Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle bir Hadis rivayet etmektedir.
Mahmud Ibnu Lebid (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Sizin için en çok korktuğum şey
küçük şirktir". Sahabeler dediler ki: "küçük şirk nedir yâ
resûlellah?" Allah Resulü (S.A.V.)'de cevaben "küçük şirk riyadır" buyurdu. Bu
Hadis'i Ahmed Ibnu Hanbel (5/428) sahih bir senedle rivayet etmiştir.
Ve başka bir
Hadis'i Şerif'de de Resûlullah (S.A.V.) Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, şöyle
dedi: Bir gün bizler kendi aramızda "mesihu'd-deccaF'dan konuşurken Allah
Resulü (S.A.V.) çıka geldi. (Bize hitaben) şöyle buyurdular: "Benim
yanımda sizin için "mesihu'd-deccaP'dan daha korkulu bir şeyi size haber
vereyim mi?" Bizde "Evet yâ Resûlellah haber verin" dedik. (O)
"gizli şirk"tir buyurdular.
Kişi namaz kılmaya kalkar da birisinin kendisine baktığını anlayınca namazını
güzelleştirir" dedi. Bu Hadis'i Ibnu Mace (4204) ve Beyhaki hasen
bir senedle rivayet etmişlerdir.
Yukarıdaki
zikredilen Hadis'i Şerifler "İslâm'dan çıkarmayan" şirkin ne olduğunu
itiraz bırakmayacak bir şekilde izah etmektedir. Ya'ni küçük şirkin
"diya" olduğunu anladıktan sonra namazı terk etmenin "büyük
şirk" olduğunu anlamışındır artık.
Küfrün
kısımlarına gelince onlar da şöyledir:
1- Küfrü
Billah.
2- Küfrü'n-Ni'me.
Cabir İbnu
Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir bayram günü Resûlullah (S.A.V.) ile birlikte
namazda hazır bulundum. ................. İnsanlara, Allah'a karşı takva üzere
bulunmalarını emir, Allah'u Teâlâ'ya itaata teşvik ederek va'z ve tezkir'de
bulundu. Sonra yürüdü. Kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara da va'z ve
tezkirde bulundu. Onlara. "Sadaka verin. Zira siz kadınların çoğu cehennem
kütüğüdür" buyurdu. Kadınların en hayırlılarından ve yanakları
kırmızımtırak olan biri ayağa kalkıp: "Yâ Resûlellah! Niçin?" diye
sordu. Resûlullah: "Çünkü siz halinizden çokça şikâyet eder, ni'met'e karşı
küfür (ya'ni nankörlük) edersiniz" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (885)
rivayet etmiştir.
Böylelikle de
islâm'dan çıkarmayan küfrün ne olduğunu öğrenmiş oldun. Aslında, şirkin
izahından sonra böyle bir izaha lüzum yoktu, ama yine de faidesi olur inşa'
Allah. Şübhecilerin getirmiş oldukları başka bir itiraz da şudur.
Resûlullah
(S.A.V.) rivayet olunuyor ki: Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle
dedi: "Günde beş vakit namazı Allah (müslümanlara) farz kıldı. Kim
abdestlerini güzel alarak, rukularına, huşularma riayet ederek, onları vaktinde
kılarsa, o kimse Allah'u Teâlâ'dan hatasını af edeceğine ahd ya'ni söz almış
olur. Kim böyle yapmazsa Allah'u Teâlâ onu ahd ya'ni söz vermiş olmaz, dilerse
o kimseyi bağışlar, dilerse azab eder. Bu Hadis'i Ebu Davud (421) Ahmed ve
Nesei (462) rivayet etmişlerdir.
Bu zikredilen
rivayette, namazı terk edeni Allah isterse af eder, isterse azab eder diye bir
lafız yoktur. Zira namazı vakitleri içerisinde rukuları ve huşuları ile
muhafaza etmemek başka, namazı terk etmek başkadır. Zira namazdaki itmi'nanın
zayi olmasıyla kişinin İslâm milletinden gayrı bir millette öleceğine dair
rivayetler bir hayli kabarıktır.
Hem de bizzat
Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'nun kendisinden namazı terk edenin İslâm
milletinden çıktığına dair rivayet vardır ki, geçen bablarda zikrettik, burada
zikrine lüzum olmasa gerek.
İbnu Hazm
(R.H.) meşhur "muhalla"nam eserinde şöyle diyor. Bu mevzuda ya'ni
namazın terki hususunda bize, Umer İbnu'l-Hattab, Muaz İbnu Cebel, Abdurrahman
İbnu Avf Ebu Hureyre ve daha sair sahabelerden (R.A.)'den namazın farz olduğunu
bilerek terk edenin "kâfir ve
mürted" olduğuna dair bir çok rivayetler ulaşmıştır. Sahabelerin bu
icma'ına muhalif hiç bir şey duyulmamıştır.
Mezheb
imamlarından, Hadis ehlinin imamı kabul edilen Ahmed İbnu Hanbel'de namazı terk
eden için şöyle diyor. "Namazı
terk eden kâfirdir, mürted"dir, tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe
etmezse böylece öldürülür, ne yıkanır ne namazı kılınır ve ne de müslüman
kabristanlığına gömülür.
İbnu Teymiye
(R.H.)'de "vasiyyet'ul-kübra"da şöyle naklediyor. Buluğ çağına ermiş
birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farziyyetinde ittifak edilen
erkanlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir eğer tevbe etmezse
öldürülür. Âlimlerden bazıları ise şöyle demişlerdir, namazı terk eden
kâfir'dir mürted'dir, ne namaz) kılınır ve ne de gömülür. Vasiyyetu'l-Kübra
(320) V elhamdülillah! rabbi-1-âlemin
TASAVVUFA REDDIYE
210. Bize el-Hakem
Ibnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki) bize Amr b. Yahya haber verip dedi ki;
babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki sabah
namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'ım kapısının önünde otururduk. Çıktığında,
onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza
geldi ve; "Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza
çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu.
Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona
şöyle dedi: "Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığını bir durum
gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim.
(Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan
görecek-1, sin" dedi (ve) şöyle devam etti: "Mescidde halkalar
halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci)
bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşlan var. (idareci): "Yüz
defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar.
Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah
diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah
diyorlar." (Abdullah b. Mes'ûd); "Peki onlara ne dedin?" dedi.
"Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek"
-onlara bir şey söylemedim." dedi. Dedi ki; "onlara kötülüklerini
sayıp (hesab etmelerini) enıretseydin ve, (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin
zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence versey-,. din ya!" dedi. Sonra
gitti, biz de onunla beraber gittik Nihayet o, bu halkalardan birine geldi,
başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?"
Dediler ki; "Ebû Abdirrabman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Ellahu
Ekber, La ilahe İllallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun
üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki; "artık kötülüklerinizi sayıp (hesab
edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim.
Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz!
Peygamberinizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca
bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş; kabları, (henüz)
kırılmamış. Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya)
Mu-*-hammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu
imkânsızdır.) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız." Onlar; "Vallahi,
Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi)
İstedik" dediler. (O da) şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek)
isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Resû-lullah
-salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişdi ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir
topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini
ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir."
Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi .
(Amr b. Yahya'nın
dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların)
tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken
gördük."
Bu hadisi muhtasaran Taherâni de
rivayet etmiştir (Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/181). Hadisin merfû kısmı için bkz. Müslim,
Müaâfirîn, 275 (1/663); İbn Mâce, Mukaddime, 12 (1/59); Ah-med b. Hanbel, 1/380
, 404
ASRIN MODRERN PUTPERESTLİĞİ
Hamd, ancak Allah
içindir. O'na hamdeder. Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin
şerrrinden amellerimizin kötülüğündan O'na sığınırız. Allah kimi hidayete
erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek
yoktur.
Alllah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim. O tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederm ki,
Muhammed O'nun kulu ve rasulu'dur.
. Bundan sonra:
"Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı
Muhammed (sav)'in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulandır.
Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her
sapıklık da ateştedir" (Müslim 867)
Din; insanları kendi
iradesiyle doğru yola çağıran ilahi, yani Allah (cc) tarafından vaz ve teşri
edil mis bir kanundur. Allah'tan başka din vaz etmeye veya dinin bazı
hükümlerini değiştirmeye kimsenin yetkisi yoktur.
Din; insanın ahlakını
düzeltmeyi vicdanını temizlemeyi ferdin toplumu ve toplumun yararlı olmasını
sağlamayı ve nihayet insanın dünya ve ahiret saadetine kavuşmasını temin etmeyi
hedef tutapo bütün maddi kuvvet ve kanunlardan ayrı manevi ve vicdani bir
kanundur. ,.,.-,.u n .
Din; insanın herşeyini
bilenler ihtiyacını temin kudretinde, olan^fçjpla-yısıyla* dünya ve ahirette
insanı saadete götürecek yolu gösteren yalnız bir insanda değil, bütün
insanlarda kainatta mutlak bir tasarruf ve idare kuvvetine sahip olan Allah
(cc) tarafından vaz ve.tesri edilmiş olması lazımdır.
Din Allah'ın koyduğu
ve Peygamberleri vasıtasıyla insanlara bildirdiği esas ve kanunlardır.
Allahtan başka hiçbir kimse din koymaya yetkili değildir. Bunun için hiç kimse
Allah'ın emri olmayan hiç bir hükmü koyamaz ve hiç bir emri veremezler. Allah
(cc) Peygamberin kendi fikirlerini din diye tebliğ edemeyeceğini kesinlikle beyan
ediyor: O, (Peygamber) arzudan konuşmuyor. O, (Peygamberin ) söylediğ
vahyediien bir vahiyden başka birşey değildir" (Necm'3,4)
Din; ilahi bir
kanundur. Fakat dünyada birçok dinleri n mevcut olduğunu görüyoruz. Bunların
hepsinin hak olduğunu kabul etmek imkansızdır. Zira bu dinler arasında birçok
ihtilaflar vardır. Bu ihtilafların hepsi hak olmayacağına göre, birinin hak ve
doğru, diğerlerinin batıl ve yanlış olması icabeder. O zaman ortaya bir sorun
çıkıyor, o halde bunların hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu ve
hangisine uymamız gerektiğini nasıl öğreneceğiz, örneğin Hristiyanlığın esası
tevhid akidesi olduğu halde, bu akide papazlar tarafından değiştirilerek teslis
(üçleme) sekiline sokulmuştur. Onlara göre kainatın yaratıcısı üçtür. Lakin
kendileri de bu üçün kimler olduğunda ittifak edememişlerdir. Kimisine göre
Allah, Isa, ve Ruhul'kudüs, kimisine göre Allah, İsa veîsanın anası, Kimisi
deyaratıcının yalnız İsaolduğunuvebirkısmı da isa'nın Allah'ın oğlu olduğunu
iddia ediyorlar.
'">
İştegörülüyorki böylebirdin gerçek din olmaktan çok uzaktır. Diğer dinler de
buna benzer hurafelerle doldurulup hakiki kimliklerini kaybetmişlerdir. Şu
halde bize Allah (cc) tarafından gönderilen ve hiçbir değişiklik ve tahrife
uğramıyan bir din aradığımız zaman karşımızda yalnız İslam dinini buluruz.
Zira, Allah (cc) tarafından gönderildiği ve Hz. Muhammed (sav) tarafından bize
tebliğ edildiği gibi durmaktadır.
İslam dini, her zaman
her yerde, her ferdin ve her toplumun bünyesine uygun ve her türlü din
ihtiyaçlarına cevab verir. Şu halde Allah (cc) tarafından gönderilmeyen emir ve
hükümlerin hiç birine islam dininde yer yoktur. Sonradan uydurulup "Din"
diye ortaya atılan işleri bizzat Allah rasulu (sav) reddetmiş: "Her kim ki
bu (din) işimizde, ondan olmayan birşey ihdas ederse o kendisince
reddedilir" (Müslim) Zira dinimizin eksiktarafı yoktur. "Bugün size
dininizi tamamladım" (Maide 3) ayeti celilesi ile Cenâb-ı Hak eksik
kalmadığını beyân ediyor. Eğer her uydurulanı din olarak kabul edersek o zaman
din namına birşey kalmaz. O takdirde herkes ayrı bir fikir ileri sürer, bunu
din diye kabul ettirmeye çalışır ve her fikir ayrı taraftar bulur ve bu surette
de sayısız dinler meydana gelmiş olur. Aynı günümüzde, mezheblerini,
tarikatların bolca olduğu ve bribirleriyle takışmasınlar diye millete hak diye
yutturdukalfı gibi Allah azze ve Celle "Şüphesiz benim doğru olarak yolum
budur. Ona uyun ve ayrı yollara tabi olmayın ki sizi onun yolundan ayırıp
parçalamasınlar" (En'am 153) ayeti celilesi ile bizleri islam dininde
toplamaya ayrı ayrı yollara sapmadan davet ediyor.
Din ve ibadet
işlerinde hiçbir yenilik kabul edilmez. Çünkü o zaman din değişi r ve asi ma
aykırı düşmüş olur. Mesela, Farz olan namazlar beş iken, biz bunlara iyi diye
altıncı bir farz ilave edebilir miyiz? Ramazan orucu iyi diye bir aydan, bir
buçuk aya çıkarabilir miyiz? Böyle birşey yaptığımız takdirde bunu asıl
çığırından çıkarıp başka bir şekle sokmuş olmuyor muyuz? ve bu da dini
değiştirmek değil midir? Biz bize nasıl emredilmişse öyle yapmak zorundayız.
Allah rasulu (sav): Dinde uydurulmuş işlerden sakının, çünkü uydurulmuş herşey
bid'attır. Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir. (Müslim 867)
başka bir hadisde: Allah Rasulu (sav)"Kim bu işimizde (dinde) olmayan
birşey uydurursa o reddedilmiştir" (Buhari ve Müslim)
Peygamber (sav)
bid'atleri reddettiği gibi onun vefatından sonra arkadaşları da bu yolda titiz
de davranarak dinden olmayan işlerle mücadele etmişlerdir.
Mesela sahabe
büyüklerinden Abdullah Bin Mes'ud (ra) bir mescitte akşam namazından sonra
Cemaatten birinin; şu kadar teşbih, şu kadar hamd, şu kadar tekbir
getirirseniz, dediğini ve cemaatın da öyle yaptığını haber almış, bunun üzerine
oraya gitmiş, öyle dediklerini işitmiş ve kızarak şöyle demiştir: "Ben
ibni Mes'udum. Sizler bu hareketinizle ya haksız yere bir bid'at getirdiniz,
yahutMuhammed'in (sav) ashabına ilimce üstün geldiniz" demiştir.
Dinde yegane mercii
olan Allah (cc) tarafından nasıl bildirilmişse o şekilde olması gerektir. Şu
halde, dine yapılan ilaveler asla din olamaz ve dinin çerçevesini aştığı için
insanı helaka götürür. Allah Rasulu (sav) "İfrattan sakınınız. Çünkü
evvelkilerin helak olmalarının sebebi, dinde ifratları idi" buyuruyor.
(Nesai)
' Konunun bu
aşamasında, Müslümanlığın ve İslam toplumunun sinesinde öyle derin bir yara
açan ve bunun tedavisi hiçdekolaygörülmeyen modern putperestliğe ve tasavvufa
biraz değinmek istiyorum. Çünkü bu yara asırlarca açık kalmış giddikçe
derinleşmiş, derinleştikçe etrafa yayılmış ve nihayet İslamiyetin vucudunjun
hemen her tarafını sarmıştır. Bu yara nedir biliyor musunuz? Tefrika,
müslümanlan parçalamak, grublara bölmek ayrı ayrı fikirler etrafında toplamak
ve bu suretle İslamiyetin muhteşem binasını ve İslam camiası içindeki
milletlerin milli birlik ve beraberliklerini yıkıp ortadan kaldırmaktır. Derin
yara işte budur. İslamiyetin ilk çağında bütün müslümanlar, Allah'ın
"Müminler ancak kardeştirler"(Hucurat "10) emri etrafında
toplanarak, Allah'ın "dini doğrultun ve onda tefrika yapmayın" (Şura
13) emrine sadık kalarak, Allah'ın "Allah'a ve Rasulune itaat edin ve
birbirinizle çekişmeyin. Aksi halde başarısızlığa uğrarsınız ve kuvvetiniz yok
olup gider. Sabredin; şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfal
46) emrine inanarak
çalıştıkları ve bunun
için üstün başarılar sağlamışlardır.
Müslümanların parça
parça oldukları her bir gurubun İslamiyet yerinden ayrı bir tarikat etrafında
toplandığını, her birinin ayrı bir akide ve fikir ortaya attığını ve kendi
etraflarında çoğalmakla uğraştığını, Allah rasulu'nun (sav) kurduğu İslam
kardeşliği yerine tarikat kardeşliğinin tesir edildiğini ve bu sebeblerden
dolayı İslam birliğinin parçalandığını açıkça görüyoruz. Camiye giren yabancı
bir adamın müslüman olup olmadığını sormaya bile kimsenin yetkisi yok iken; bu
adamlar, sevab kazanmak niyetiyle zikirlerine katılmak isteyen saf ve temiz
vicdanlı müslümanı hangi hakla "Bizden misin, değil misin?" diye
sorguya çekiyorlar?
insanfar put, hayvan,
güneş, yıldızlar gibi maddelere taparlarken Allah Rasulu (sav) bütün buakidleri
yıkarak bütün insanları tek bir ilah olan Allah-u Teala'ya ibadet etmeye,
yalnız, Ona tapmaya davet ve şevketti. Ne yazı k ki tarikatçılar bu esası da
bozarak İslam dinine PUTPERESTLİĞİ tekrar soktular. Ama bu putperestlik cansız
putlara tapmak değil, insanları putlaştırıp onlara tapmaktır. Bu modern
putperestlik, tarikatlerdeki rabı'tadır. Şöyle ki; 'Mürit günlük virdinde
(zikrinde) diz çökerek oturur, gözlerini yumar, akıl ve" kalbin i
herşeyden tahliye eder, Şeyhini gözü önüne ve hayaline getirerek yalnız
ve'yâlnız onu düşünür..O anda bütün ruhu, aklı, şuuru ve kalbiyle şeyhe
bağlanır, 6 kadar ki hayalinde ondan başka birşey yok. Kimisi birkaç dakika,
kimisi daha fazla, kimisi bir saat, bazıları da saatlerce böyle kalır. Bu insan
putperestliğinin ta kendisi değil midir? İslam dininin neresinde böyle birşey
var? Sonra bundan maksat nedir? Allah'tan korkmuyorlar da Şeyhlerinden
korkuyorlar. Bu Allah'a ortak koşmak değil midir? Allah ile kul arasında vasıta
dindir. İnsan Allah'a kavuşmak ve O'nun rahmetini kazanmak
20
için dine
uyarveemirlerinitatbikeder. İnsana dini öğreten Peygamber ise sadece
öğretmendir.
Bu bazı şeylerin tek
elleri altına aldıkları biri de tevbedir. Onlara göre herkes mutlaka şeyhin
yanında tevbe etmek zorunda imiş. Bunun için tarikata girerek adam önce tevbe
ettirilir. Sanki onlar Allah'ın vekili imiş gibi. (Haşa bilhassa zikir vedualar
tamamıyla bu şeyhlerin emri altındadır. Tarikata giren bir kimse hangi zikri ve
duayı kaç defa okumak için şeyhten emir aldıktan sonra yalnız onu emirolunduğu
kadar okur. Şeyhin izni olmadan okunan zikirler insana fayda vermezmiş.
Bunu bu halka anlatmak
İslam Alimlerinin en başta görevidir. Bunların toplanıp deflerle,
dümbeleklerle, ilahiler söyleyerek, tepinmeleri, bağırmaları, çağırmaları
havaya zıplamaları yorulunca vekillerinin yeter demeleri, bunun üzerine
hepsinin durup zikri bitirmelere Tam bir karnaval bu müritler boş yere
yorulmaktan, tepinmekten başka .birşeye yaramaz, bu gürültünün dinin biremri ve
dolayısıyla sevab olduğunu,sanıyor, zavallılar. Bir de bu zikirlerin kadinlarla
yapılanı var, ona hiç girmek istemiyorum. Bir de iyice anlaşılsın diye bunların
Seyyidlik tfsanesi uydurmalarıdır, yani Allah Rasulu'nun (sav) neslinden olmak
iddiasıdır. ,
i Bu konuda Allah-u
Teala "Allah yanında makbul olanınız en fazla muttaki olanmızdır"
(Hucurat 13) Allah Rasulu (sav) "YaMuhammed kızı Fatma! Ya Abdumutallip
kızı Safiyye! Abdulmutallip oğullan! Ben sizin için Allahtan hiçbir şeye malik
değilim" (Müslim) Allah Rasulu (sav) Veda Hutbesinde "Allah (cc)
sizin üzerinizden cahiliyet fenalıklarını ve baba ve atalarla öğünmeyi izale
etmiştir. Bütün insanlar Adem'dendir ve Adem de topraktan yaratılmıştır"
(Tirmizi)
Fakat Şeyhler bu esası
da değiştirerek cahil halkı kandırarak seyyid olduklarını her her vesile ile
ortaya sürerler. Mevzumuz iyice uzadı ama, bir de bunlara verilen unvanlar var,
onlara değinmeden geçemi-yeceğim. Gavs, Kutup, Kutbul fert, Kutbualem
gibi unvanlar. Bu gibi
unvanlar Peygamberimize bile verilmemiştir, ama bunlar buna layıktır. Allah'ın
Uluhiyyet sıfatlarını cahil halk bunlara vermiştir. "Bir gün adamın biri
Rasulu Ekrem Efendimiz, en hayırlımız, en hayırlımızın oğlu! tarzında hitab
etmiş. Allah Rasulu (sav): "Ey insanlar Allah'tan korkunuz, şeytana
uymayınız. Ben yalnız Abbullahın oğlu Muhammedim. Allanın kuluyum, Allah (cc)
beni elçilikle şereflendirdi. Bana bundan fazlasıyla tazim göstermenizi
istemez"(Ebu Davud)
Sözün
özünedönersekislamdininde tasavvuf ve tarikatçılık diye bir müessese yoktur.
Bugün tasavvuf ve tarikatçılık bir meslek halini almıştır. Aynı mezhepler,
nasıl başlı başına bir din halini almışsa, Tasavvuf da kendi başına bir dindir
ve İslamiyetle afakası sadece onun. içinde,gibi gözük-mesidir. Kitab ve
Sünnette tasavvufla ilgili bize hiçbirşey gelmemiştir. Şayet-islamdan gelse
idi, Mekkeden, Medirieden çıkardı. Hindistan'dan, İran'dan çıkmazdı. Bu konuda
ne kadar yazılsa azdır. Buırada Tasavvuf tuzağına yakalanan yani Şirke düşen
bütün ^ihsanlara sesleniyorum; Gelin, dininizi, Allah'ın kitabı Kur-an'ı
Kerimden ve Allah Rasulu'nün (sav) Sahih hadislerinden öğreniniz. Peygamberimiz
(sav) veda Haccında irad ettiği meşhurhutbesindeşöyle söylemiştir. "Sİze
öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça asla dalalete
sapmıyacaksınız. Bu da Allah'ın kitabıdır" (Buhari). Yine bir hadiste
"Size iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla
doğru yoldan sapıtmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin
sünnetidir". (Muvatta)
"Ey İman edenler,
size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Rasulune icabet
edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekte
O'na götürülüp toplanacaksınız" (Enfal 24
16-KİTABUL-KUSUF (Güneş ve Ay
tutulması Kitabı)
1-GÜNEŞ
TUTULMASI SIRASINDA NAMAZ KILMAK BABI
1-...Ebu
Bekre,Nufey ibnul Haris şöyle demiştir:Biz Rasulullah sav in yanında idk.Derken
güneş tutuldu.Peygamber,ridasını ardından sürükliyerek kalktı ve mescide
girdi.Bizde girdik.Bize güneş siyahlıktan sıyrılıncaya kadar iki rekat namaz
kıldırdı.Sonra:”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı
tutulmazlar.Siz bunların böyle tutulduklarını gördüğünüzde,başınıza gelen bu hal
açılıncaya kadar namaz kılın ve dua edin”buyurdu.
2...Kays İbn Ebi
Hazm şöyle demiştir:Ben İbn Mesud dan işittim,şöyle diyordu:Peygamber sav:
:”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu
güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları
tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun”buyurdu.
3...İbn Ömer
ra,Peygamber sav den şöyle buyurduğunu haber verir dururdu: :”Şüphesiz güneş ve
ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın
tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz
vakit hemen kalkıp namaza durun”
4...el-Mugire ra
şöyle demiştir:Rasulullah sav zamanında,oğlu İbrahimin öldüğü gün güneş
tutuldu.İnsanlar:Güneş,İbrahimin ölümünden dolayı tutuldu dediler.Bunun üzerine
Rasulullah sav: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı
tutulmazlar.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun,ve
dua edin”buyurdu.
2-GÜNEŞ
TUTULMASI ESNASINDA SADAKA VERMEK BABI
5...Aişe ra şöyle
demiştir:Rasulullah zamanında güneş tutuldu.Rasulullah insanlara namaz
kıldırdı.Şöyleki :Namaza durdu ve ayakta durmayı uzattı.Sonra ruku yaptı;ruku
da uzattı.Sonra rukudan kalktı ve kıyamı yine uzattı isede bu ikinci
kıyamı,evvelki kıyamdan az sürdü.Sonra yine rukuya vardı ve rukuu uzattı isede
bu ikinci ruku evvelki rukuundan kısa idi.Sonra secde etti ve sucudu
uzattı.Sonra ikinci rekatta da yaptığı gibi yaptı.Sonra güneş açılmış olduğu
halde namazdan çıktı.Akabinde insanlara hutbe yaptı.Şöyle ki:Allah a hamd ve
sena etti,sonra: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı
tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki
ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen Allah a dua edin,tekbir
alın,kalkıp namaza durun ve sadaka verin”buyurdu.Sonra da şunları söyledi:”Ey
Muhammed ümmeti,Allah a yemin olsun ki,erkek kulunun veya dişi kulunun zina
edişinden dolayı Allah Teala kadar kıskanç olan hiçbir kimse yoktur.Ey Muhammed
Ümmeti,Allah a yemin ederim ki,Benim bilmekte olduğumu sizler bilseniz,muhakkak
az güler,çok ağlardınız”.
3-GÜNEŞ
TUTULMASI SIRASINDA”ES-SALATU CAMIATUN” DİYE NİDA EDİLMESİ BABI
6-...Bize Yahya
İbnu Kesir tahdis edip şöyle dedi:Bana Ebu Seleme İbnu Abdirrahman İbni Avf
ez-Zuhriyyu,Abdullah ibn Amr ra dan haber verdi:O:Rasullah sav zamanında güneş
tutulduğu zaman “İnnes-salate camiatun (namaz toplayıcıdır)”diye nida ettirdi.
4- GÜNEŞ
TUTULMASINDA İMAMIN HUTBE YAPMASI BABI
Aişe ile
Esma:Peygamber sav hutbe yaptı,dediler
7...Bize Yahya İbn
Bukeyr tahdis edip şöyle dedi:Bana el-Leys ibn Sad,Ukayl el-Eyli den; o da İbnu
Şihab dan tahdis etti.Yine bana Ahmed ibn Salih tahdis edip şöyle dedi:Bize
Anbese tahdis edip şöyle dedi:Bize Yunus,İbn Şihab dan tahdis etti.O şöyle
demiştir:Bana Urve,Peygamber in zevcesi Aişe dan tahdis etti;o şöyle demiştir:
Rasulullah zamanında güneş tutuldu.Rasulullah sav hemen mescide çıktı.İnsanlar
onun arkasında saff oldular.Rasulullah Allahu Ekber diyerek tekbirini
aldı,mutakiben uzun bir kıraatle kuran okudu.Sonra Allahu Ekber deyip uzun bir
ruku yaptı.Sonra Semiallahulimen hamideh deyip doğruldu.Secdeye gitmedi ve uzun
bir kıraat daha yaptı.Bu ikinci kıraatı biri nciden daha kısadır.Sonra Allahu
Ekber deyip uzun bir ruku daha yaptı.Bu ikinci ruku birinciden kısadır.Sonra Semiallahulimen
hamideh,Rabbena ve lekel hamdu dedi.Sonra secde yaptı.Bu secdeden sonra sonuncu
yani ikinci rekat içinde de birinci rekattakiler gibi yapıp söyledi.Böylece
Peygamber dört secde içinde dört ruku tam kemale ulaştırdı.Namzdan çıkmadan
öncede güneş açıldı.Sonra Rasulullah hutbe yapmak üzere ayağa kalktı ve layı
olduğu sıfatlarla Allah a sena etti.Bundan sonrada: :”Şüphesiz güneş ve ay
hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması
Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen
kalkıp namaza durun”buyurdu.
BU RİVAYETLER BUHARININ 3.CILDINDEN
NASİHAT
* Ahmak,toprak kap
gibidir,ne yama tutar nede tamir kabul eder.
*Ahmak ,her şeyi
ezberinde tutar,ama kendini unutur.
*Kişinin nefsine
uyduğunu gördüğün zaman bil ki o sevdiklerini kaybetmiştir. Ve cehaleti
sebebiyle düşmanlarını kendine güldürmüştür. Ve onu kınayanlar her türlü kınama
ve dedikodu sermayesini bulmuşlardır. İnatlı nefsi,arzusundan çevirmek herkesin
karı değildir. Belki ancak sağlam fikir sahibi ve kamil insanların işidir.
*Cennete giden
yol,nefsin arzu etmediği şeylere katlanmaktan ve Cehenneme giden yolda şehvete
ve arzulara uymaktan geçmektedir.
*Her göz sevdiği
kimseyi güzel görür.
*Akıl nasihatçı bir
vezir, nefis ise rezalet çıkaran bir vekildir.
*Cahil gözüyle
bakar,akıllı ise kalbiyle ve fikriyle bakar.
* Senden yüz
çevirenin peşine sakın ha... düşme.!
*Nefis fitne
vasıtasıdır, dünya da sıkıntı evidir. O halde nefsi bırak selamet bulursun ve
dünyadan yüz çevir,ganimet bulursun. Senin nefsin güzel eğlencelerle seni
aldatmasın ve dünyan da güzel emanetlerle seni fitneye düşürmesin. Çünkü
eğlence müddeti biter ve zamanın emaneti geri verilir de işlediğin haramlar ve
kazandığın günahlar sana kalır.
*Alim, cahili
bilir. Çünkü daha evvel kendisi de cahil idi. Cahil ise alimi bilemez. Çünkü o
hiçbir zaman alim olmamıştır.
*İlim maldan
hayırlıdır. Çünkü ilim seni koruduğu halde sen malı koruyorsun. İlim hakim, mal
ise mahkumdur. Malın bekçileri ölüp gitti, ilmin bekçilerinin cesetleri yok
olduysa da manevi şahsiyetleri gönüllerde yaşamaktadır.
* Alimlerle sohbet
eden saygı kazanır. Cahillerle oturup kalkan da hakir olur.
*Kalpteki cehalet
su sızıntısı gibidir. Su sızıntısı etrafını yıktığı gibi cehalet de etrafında
bulunanları yıkar.
*Ya alim, ya
öğrenci, ya dinleyici, yada seveni ol, beşinci olma.! Helak olursun
"İnsanların en kötüsü iyiliklerle kötülükleri eşit tutanlardır.
*Eğer rızkların
taksimatı akılların miktarına göre yapılsaydı,hayvanlar yaşayamazdı.
*Cahilin nimeti
arttıkça çirkinliği de artar.
*Dünya
ihtiyaçlarını bitirmek için sabah-akşam çalışıyoruz. Halbuki yaşayanların
ihtiyaçları tükenmek bilmez. Kişinin ölmesi ile ihtiyaçları kesilir ve geriye
görülmedik bir çok ihtiyaçları kalır.
BUNLAR
İNSAN SÖZÜDÜR. İSTER AL İSTER ALMA
Islâm
Dünyasinda Hadis Inkârcilari ve Görüsleri
Mustafa dönmez
Sünneti
inkar fitnesinin ilk hicri üçüncü asirda ölmesine ragmen aradan yaklasik on
asir geçtikten sonra hicri on üçüncü asirda oryantalistlerin gayelerine uygun
olarak bu konuyu gündeme getirmeleri üzerine, Islâm dünyasinda yeniden
alevlendi. Bu defa ilk olarak Ingilizlerin isgali altinda bulunan Hindistan’da
kendini gösterdi. Burada sünnet/hadis inkarciligin öncülügünü oryantalist
Sprenger’in arkadasi ve Kadyani’nin öncülerinden Seyyid Ahmed Han (1817-1898)
yapti.
Ahmed Han’in
Iddialari:
1. Hz. Peygamberin
sözlerinin tamami vahiy degildir.
2. Hz. Peygamber
hayatindaki birçok olayi Peygamber olarak degil, devlet adami sifatiyla
yapmistir.
3. Yaptigi isler ve
sözleri Peygamberlik fonksiyonu ile ilgili degildir.
4. Kütübi-Sitte’de
birçok uydurma hadis vardir. Hadis kitaplarindaki sözler ravilere ait olup
bunlar daha fazla, Müslümanlarin ilk birkaç kusagin tarihi yasanti ve
düsüncelerin kaynagini içermektedir.
5. Ilk devir hadis
alimleri, hadis kaynaklarina giren uydurma rivayetleri fark edememislerdir.
6. Vahye degil, akla
bagli bir hukukun kabul edilmesi, akla uygun olmadigi görülen hadislerin
reddedilmesi ve akli esas alarak bir hadis tenkid ölçüsünün gelistirilmesi
gerekir.
7. Keramet ve
mucizelerden bahseden hadisler inkar edilmelidir.
8. Kur'an’a, tecrübeye
ve akla ters olan bütün hadislerin atilmasi gerekir.
9. Kur'an’da diger
Peygamberlere nispetle anlatilan mucizeler tevil edilmelidir.
10. Hadislerde
Buhari’dekiler dahil, Islâm’i ve Peygamberi lekeleyen yönler bulunmaktadir.
11. Zaman ve sartlar
degisince Kur'an’in yeniden yorumlanmasi gerekir.
- Ahmed Han hadis
ehliyle mücadele etmek için ehli Kur'an ekolünü kurmustur.
Mevlevi Cerag Ali
(1844-1898):
Iddialari:
1. Hz. Peygamberin
emir ve ögütleri gelip geçici bir özellige sahiptir.
2. Kütübi-Sitte’de Hz.
Peygambere istinad edilen sözler genellikle uydurmadir. Bu hadislerle amel
etmek, akla ve vicdana ters hareket etmektir.
3. Hz. Peygamber bir
hukuk sistemi birakmamis ve telkinde de bulunmamistir. Medeni yada dinin
herhangi bir esasini zamana bagli olarak, müslümanlarin kendilerinin koymasini
istemistir. 4. Hz. Peygamber zamaninda uygulanan hukuk, araplarin hukuk
kurallarini ihtiva eder. Buna bagli olarak Hz. Peygambere atfedilen hukuki
hadisler genelde uydurmadir.
5. Cihat hakkindaki
ayetleri ya tevil yada inkar edilmelidir. Hz. Peygamberin cihatlari, hücuma
degil savunmaya yöneliktir. Cihat savasmak degil gayret göstermektir.
- Hadislerin neredeyse
tamamini veya çogunu uydurma kabul eden Cerag Ali, Seyyid Ahmed Han gibi isine
gelen yerde hadisleri nakletmekten çekinmemistir.
- Hindistan’da hadis
inkar fitnesini körükleyenler: Nevvab Muhsinül-Mülk (1907), Eltaf Hüseyin Hali
(1914), Seyyid Emir Ali (1920) ve Sibli Numani gibilerdir.
Ehli Kur'an Okulu:
Grubun ünlüleri sunlardir: Abdullah
Çakralevi (1914), Ahmed Din (1936), Hafiz Muhammed Eslem Ceracpuri (1955) ve
Gulam Ahmed Perviz (1985).
Iddialari:
1. Hz. Peygambere
Kur'an’dan baska vahiy gelmemistir. Onun görevi sadece Kur'an’i tebligdir.
2. Kur'an yeterlidir.
Peygamberin tefsirine ihtiyaç yoktur. Dolayisiyla ona uymak gerekmez.
3. Sünnet ve hadisle
amel etmek sirktir.
4. Hadisler
Müslümanlarin birligini yok etmektedir. Hadisler din degil, dinin tarihidir.
Sahih hadis sadece Kur'an’a uygun olanidir. Hadislerin Hz. Peygambere nispeti
süphelidir. Zan ifade eder din ise, zan üzere bina edilmez.
5. Kur’anda geçen
Resul’e itaattan maksat idarecilere itaattir.
6.O'nun açiklamalari
sadece kendi devri için geçerlidir. Bunlarla sadece o devirde amel edilebilir.
Sonraki asirlarda bu uygulama son bulmustur.
- Kur’an ehlinde bir
birlik olmasi mümkün olmadigi için namazi iki, üç, dört, bes vakit oldugunu
savunanlar vardir. Ayni sekilde zekat mallarinin miktari ve zekat sartlari
konusunda farkli görüslere sahiptirler.
- Içlerinden bazilari,
sahih hadisleri, bazilari da mütevatir hadislerin disinda kalanlari inkar
ederler. Içlerinden marjinal bir grup tamamini inkar eder.
Ehl-i Kur’an Hareketine Karsi Yazilan Eserler:
1. Iftihar Ahmet
Belhi: Fitne-i Inkar-i Hadis Ke Manzar ve
Pes Manzar (Karaçi, 1954)
2. Muhamnmed Idris
Kandehlevi: Hücciyet-i Hadis
2. Muhammed Davud
Razi: Islâm
3. Muhtemim Muhammed
Tayyib: Ek Kur’an
4. Musa Carullah
Bigiyef (1874-1949): Kitabü’s-Sünne
(Ankara, 1999)
Pakistan’da Hadis Inkarciligi:
Ahmet Perviz: Eserinin
adi Makam-i Hadis (Lahor, 1953)
Iddialari:
1. Hz. Peygamberin
görevi sadece Kur’an’i teblig etmektir.
2. Hz. Peygamber
Kur’an disinda bir hüküm ortaya koyamaz.
3. Hukuki hadisler
Kur’an’in hükmü ile tezat halindedir.
4. Hz. Peygamberin söz
ve fiillerini ihtiva eden hadis kitaplari dinden bir parça degildir.
5. Hz. Peygamberin
vefatindan sonra bazi kimseler kendi özel istekleriyle bu hadisleri, yazili
vesikalardan degil. sifahi olarak toplamislardir.
6. Bes vakit namaz ve
kilinis sekli gibi mütevatir hadisler reddedilmelidir. Kur’anda sadece namazi
dosdogru kilinmasi emredilmektedir. Bunun sekli ise, devlet idaresine
birakilmistir.
7. Kur’anda geçen
salat kelimesi, Allah’in emirlerine uymak anlamina gelir. Sadece belirli
vakitlerde yapilan bir sekil olmayip bütün hayat için geçerlidir.
8. Sünnet hukuk
kaynagi degildir. (Pakistan Yüksek Mahkemesi Yüksek Hakimi Muhammed Safii’nin
iddiasi)
- Ahmet Perviz ve
Ehl-i Kur’an, Tulu Islâm dergisini çikararak, orada sadece Kur’an’la yetinme
fikirlerini islemislerdir.
Pakistan’li Sünnet Karsitlarinin Önde Gelenleri:
Abdullah Çakralvi
(1870-1914), Mevlevi Ahmeddüddin Emratseri (1861-1936).
Mücadele: Mevdudi bu harekete karsi çikmis ve bu
konuda makale ve kitaplar nesretmistir. Örnegin, ‘Sünnetin Anayasal Niteligi’
(Istanbul 1998). Ancak onun da
Sünnet ve hadisle ilgili bazi menfi düsünceleri vardir.
Fazlür Rahman (1919-1988)
Iddialari:
1. Hz. Peygambere
atfedilen hadisler azdir. Ancak genelde ibadetlere iliskin hadisler, Hz.
Peygambere aittir.
2. Ilk dönemlerde
hadislerin büyük bir kismi, Hz. Peygambere ait olmayip bu ilk nesillere aittir.
3. Hadisler aslinda
Nebevi Sünnetin yorumlanmasi sonucu olusturulan canli ve dinamik bir yapi
arzeden yasayan sünnetin önüne senet zinciri eklenmek suretiyle Hz. Peygamber’e
istinat edilmis formülasyondan baska bir sey degildir. Hadis, genellikle çok
kisa olan ve Hz. Peygamberin söyledikleri, yaptiklari, tasvip yada reddettikleri
veya sahabelerin özellikle yasli olanlari ve daha özel olarak ilk dört halife
hakkinda bilgi vermeyi amaçlayan bir haberdir.
4. Hadis, yasayan
sünnetin sözlü bir sekilde yansimasidir. Veya hadis, Nebevi ögretimin
yorumlanmis ruhunu yasayan sünnet temsil etmektedir.
5. Yasayan sünnet ise,
ilk Müslüman cemaatinin Hz. Peygamber modelinin ruhuna uygun olarak ortaya
koydugu tatbikattir. Ya söze dayanan takriri, yada yasayan gelenektir ki, bu da
Hz. Peygamber’e dayanir.
6. Sahabe ve tabiinin
davranislari da sünnet kapsamindadir.
7. Gayb hadisleri,
belli bir gün ve yere isaret eden hadisler uydurmadir.
8. Kelami, siyasi grup
ve hiziplesmeyle ilgili ortaya çikacak haberler uydurmadir.
9. Gelecekte ortaya
çikacak fitneleri bildiren hadisler uydurmadir.
10. Mucizelerden haber
veren hadisler de uydurmadir.
11. Mehdi ve mesih’den
haber veren, irade hürriyeti ve kaderden bahseden, faizle ribayi ayni gören
siyasetle ilgili olan bütün hadisleri ve kiyamet alametlerini haber veren fiten
hadisleri uydurmadir.
12. Dinden dönenin
öldürülecegi, kelime-i tevhidi getirenin cennete gidecegini bildiren hadisler
uydurmadir.
13. Sünnetin Kur'an
gibi baglayiciligi yoktur.
- Fazlurrahman,
hadislerin olusan süreci diye bir gelisme varligi tezini ortaya atmistir.
Fazzurahman’a Göre Islâm Dünyasinin Çikis Yolu:
“Kur'an ögretisi ve
nebevi sünnet, Islâm toplumunun karsilastigi yeni faktörlerin ve etkileri
karsilamak için cemaatin yasayan sünneti dogrultusunda yaratici bir biçimde
alinip yorumlandigi zaman, cemaatin ilk dönemiyle ilgili tarihinde bizler için
güçlü yol gösterici ilkeler mevcuttur”.
Misir’da Sünnet Inkarciligi Hareketi:
Misir’da ilk olarak
sünnetsiz Islâm sloganini ortaya atan Mirza Bakir’dir. Ondan etkilenen Tevfik
Sidki (1929) adindaki bir tip doktoru ‘Islâm Kur'an’dan ibarettir’ diye bir
makaleyi yazdi. Bunu el-Menar
dergisinde yayinlatinca Misir’da büyük tartismalara sebep oldu. Makalesinde
kendisi gibi düsünenleri ‘Kur'ancilar’ diye isimlendirdi.
Tevfik Sidki’nin Iddialari:
1. Hz. Peygamberin
bütün yaptiklari ve söylediklerinin hiçbir bagliligi yoktur veya sadece
yasadigi asirdaki insanlari baglar. Diger insanlar ise, Kur'an’dan hüküm
çikararak ihtiyaçlarini giderirler.
2. Hz. Peygamberin
yerlestirdigi hukuk sistemi, belli bir zamana mahsus hazirlik dönemi seriatidir.
- Hadis
inkarcilarindan biride, hicri 1350 yilinda Misir’da sünnetin tarihi ile ilgili
bir kitap yayinlayan Ismail Ethem’dir. Buna göre, hadisin temelde varligi kesin
degildir.
- Misir müftüsü
Muhammed Abduh’ta sadece Müslümanlarin üzerinde ittifak ettikleri hadislerin
kabul edilmesi, sünnet ve hadisin büyük bir kisminin reddedilmesinin gerekli
oldugunu savunur.
- Misir’da ilk olarak,
sünnet etrafinda ortaya konulmaya çalisilan süpheleri derleyip toparlayarak bir
kitap halinde nesreden ilk sahis Mahmud Ebu Reyye’dir. Kitabini1958’de Edvaun ale’s-Sünneti’l-Muhammediye
ismiyle yayinladi.
Mustafa Siba’i, Ebu Reyye’nin bu eserindeki kaynaklarini
söyle siralar:
1. Mutezile
imamlarindan yapilmis nakilleri içeren bazi kitaplar.
2. Sii bagnazlarin kendi
düsüncelerine yer vermis olduklari kitaplar.
3. Müstesiklerin kendi
kitaplari yani sira, Islâm ansiklopedisine yerlestirdikleri görüsler.
4. Bazi edebiyat
kitaplarinda yer alan asilsiz hikayeler.
5. Uzun yillar
boyunca, yazarin zihninde dolasan kimi gizli düsünce ve gayeler.
Ebu Reyye’nin Iddialari:
1. Hadis külliyatinda
sahih diye isimlendirilen hadisler azdir.
2. Hz. Peygamberin
agzindan çiktigi sekliyle nakledilip bize ulasan hadislerin sayisi da
azliktadir.
3. Sadece kisa
hadislerin bazilarinda nadiren aslina bagli olarak kalmis, bir takim lafizlar
bulunabilmektedir.
4. Sahih diye
tanimladiklari nakledilen hadislerin sihhati, aslinda ravilerin nazarinda olup,
söz konusu nakillerin kendilerinde (metinlerinde) degildir.
5. Sünnet, Hz. Peygamber
ve sahabe zamaninda yazilmamistir.
6. Ebu Hureyre hadis
uyduran birisidir.
7. Hadislerin
istenileni alma veya birakma konusunda herhangi bir zorlugu veya günahi yoktur.
8. Mütevatir sünnet,
ameli olan sünnetlerdir. Hadislerin tamamini içine alacak derecede sünneti
onlara samil kilmak, muhdes bir istilahtir.
9. Sahabiler
birbirlerini tenkid ettikleri halde, cerh ve tadil alimleri onlari tenkid
ameliyesine tabi tutmamislardir. Halbuki onlar masum degildirler.
10. Buhari ve
Müslim’de iki yüzü askin garib ve fert hadisler vardir.
Ebu Reyye’nin Hileleri:
- Bilgi naklederken
tek tarafli davranmis lehte ve aleyhte olan bilgilerden sadece fikri
istikametinde olanlarini tercih etmistir. Örnegin hadislerin kitabeti ve nehyi
ile ilgili rivayetlerde sadece nehyeden hadisleri delil getirmesi gibi.
- Raviler hakkinda
bilgi veren ve biyografilerinin gerçek biçimde arastirildigi kitaplar yerine,
genellikle halk oturumlarinda, eglenmek için yazilmis hayal mahsulü kitaplara
basvurmaktadir. - Sünnet gibi önemli bir konunun aleyhine bu kitaplardaki
hikayelerden delil çikarmaktadir.
- Islâm düsmanlarinin
yolundan giden batililarin uydurma arastirmalarinin dis görünüslerine kanar.
- Isine geldigi zaman
uydurma dedigi hadisleri delil olarak kullanir.
Ebu Reyye’ye yazilan Cevaplar:
El-Muallimi:
Abdurrezzak Hamza:
Muhammed Ebu Sehbe:
Mustafa Siba’i:
Siba’i, Nedevi ve
Muhibuddin el-Hatib:
Muhammed Gazzali ve Hadis Inkârciligi:
Iddialari:
1. Kur'an’a ters
düstügü iddia edilen hadisler reddedilmeli.
2. Ahad haberler zan
ifade ettigi için istidlalde delil degildir.
3.Sarki ve türkü
dinlemeyi haram kilan hadisler,
4. Hz. Peygambere
sihir yapildigini iddia eden hadisler,.
5. Hz. Musa’nin ruhunu
almaya gelen melekle ilgili hadis,.
6. Ölü, ailesinin
aglamasi üzerine azap olunur hadisi reddedilmelidirler.
7. Buhari ve Müslim’in
bazi hadisleri illetlidir.
8. Hadislerin sadece
isnadlarinin degil, metinlerinin de nazari itibare alinarak yeniden
yorumlanmasi gerekir.
9. Sarkiyla ilgili
bütün hadisler sahih degildir.
10. Hadis, kesin ilmi,
ya da tarihi hakikat ile çelisirse reddedilir. Çünkü bu çesit hadisler zan
ifade ederler. Kesin bilgi ise, zanni bilgiden önce gelir.
Muhammed Gazzali’ye Karsi Yazilan Eserler:
Cemal Sultan:
Abdurrahman Zuayter:
Selman Avde:
Rabi el-Methali:
Ebu Ishak el-Huveyni:
Ahmed Emin’in Hadis Inkârciligi:
Iddialari:
1. Mütevatir hadisler
yedi sayisini geçmez.
2. Hadisler,
hafizalarda kalip uzun müddet yaziya geçirilmedigi için güven duyulmaz.
3. Hadisler, Hz.
Peygamberin sagliginda bile uydurulmaya baslanmistir.
4. Hz. Peygamberin
döneminden sonraki dönemlerde hadislerin artma sebebi uydurma hareketinden
kaynaklanmaktadir.
5. Sahis, yer, kabile
faziletleri ile ilgili bütün hadisler uydurmadir.
6. Muhaddisler,
hadislerin metin tenkidini yapmamislar. Hadislerin vakaya uyup uymadigi
üzerinde durmamislardir.
7. Hadisçiler cerh ve
tadil kaidelerinde çok ihtilaf etmisler, dolayisiyla hadislere hüküm bina
etmede ihtilaf edilmistir.
- Ahmed Emin
eserlerinde, Goldziher’in fikirlerini tamamen kabul edip kendi görüsleriymis
gibi takdim eder.
Mahmud M. Taha’nin Iddialari:
1. Hz. Peygamberin söz
ve tasvipleri sünnet olmayip seriattir. Geçerliligi zamanla sinirlidir.
2. Seriat sadece onun
yasadigi döneme hastir.
Türkiye’de Hadis Inkârciligi:
Yasar Nuri Öztürk’ün Hadis Inkârciligi:
Iddialari:
1. Otuz veya elli
hadis disinda kalan hadisler uydurmadir.
2. Sahabe ve alimlerde
dahil olmak üzere Kur'an’a sahip çikmadiklari için suçludurlar.
3. Hz. Peygamberin
vefatindan sonra Kur'an devre disi birakilmistir.
4. Kur'an’dan
uzaklasma hicri dördüncü yüzyilda meydana gelmistir.
5. Kur'an’dan baska
kaynak kabul etmek sirktir. Çünkü Kur'an disinda hiçbir kaynagin korunma
garantisi yoktur.
6. Mirac hadisi
çeliskilerle doludur.
7. Yaziyi emreden
rivayetler uydurmadir.
8. Hadis diye
yazilanlar Resulullah’in sözleri diye ona isnad edilmistir.
9. Hadisler hicri iki
yüz yilindan sonra yaziya geçirilmistir.
10. Hadisler baglayici
degildir. Hüküm kaynagi da olamaz çünkü çeliskilerle doludur.
11. Iki türlü sahabi
vardir; a) Hz. Muhammed’in Sahabisi yani, inanmis olarak Peygamberi gören
kimsedir. b) Allah Resulü Hz. Peygamberin Sahabisi yani, ruhani sevgiyle
Peygamberimizin gerçek kisiligine dost olanlardir. Ikinci tür sahabi
birincisinden daha büyüktür.
12. Size iki emanet
birakiyorum hadisinde sünni çevreler, Allah’in kitabi yanina sünnet kelimesini
eklemislerdir.
13. Orta namaz sabah
namazidir.
14. Adetli olan
kadinlar namaz kilip oruç tutabilirler.
15. Kadinin sesinin
haramligi konusunda Kur'an ve sünnette delil yoktur.
16. Insanlara sadece
Kur'an ve mütevatir hadisler nakledilmelidir.
- Sünnete misna
tabirini kullanmaktan çekinmiyor.
- Görüslerinde,
genelde Ebu Reyye’yi taklit ediyor.
- Simdiye kadar pek
çok hadis aliminin uydurma dedigi hadisleri isine geldigi zaman delil olarak
kullaniyor. Ayrica itibar edilmeyen kitaplardan nakiller yapiyor.
- Hadisleri inkâr
ettigi halde esbab-i nuzül’le ilgili rivayetleri nakletmekten çekinmiyor.
- Nakilde tahrif,
sözlerinde çarpitma görülmektedir.
Hayri Kirbaslioglu ve Sünnet/Hadis Inkârciligi:
Iddialari:
1. Sünnet problemlerin
asil kaynagidir.
2. Yapilan sünnet
tanimlari; 1. Sadece akademik ihtiyaçlara göre yapilmistir. 2. Sünnetin
toplumsal boyutundan çok ferdi boyutuna agirlik verilmistir. 3. Baglayicilik
yönünden sünnet siniflandirilmamistir. 4. Kur'an, tanimlarin disinda
birakildigi için bu tanimlar yetersizdir.
3. Ona göre Sünnet,
“Hz. Peygamberin kendi döneminde Islâm toplumunu, akide, ibadet, teblig,
egitim, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çesitli alanlarda; kisacasi
bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatin her alaninda, yönlendirilip
yönetmede Kur'an basta olmak üzere esas aldigi ilke ve prensipler bütününün
olusturdugu bir zihniyet ya da dünya görüsüdür”.
4. Bize sadece,
yasayan sünnet sahih olarak ulasmistir. Diger hadislerin de tamaminin uydurma
oldugu söylenemez.
5. Hadislerin
aklanmasinda sadece isnad degil, metninin de göz önünde bulunduran saglikli bir
metot uygulamak suretiyle aklanir.
6. Senet ve metin
açisindan saglam olan hadislerin akaid disinda kullanmak mümkündür.
- Kirbaslioglu
görüslerini net olarak maddeler halinde toplamistir. Bunlarin bazilarini söyle
zikrediyor:
7. Hadisleri toptan
kabule oldugu kadar, toptan redde de karsiyiz.
8. Dinde otoritelerin
görüslerine deger vermekle birlikte onlari mutlak dogru kabul etmiyor, onlarin
elestirilebilir olduklarina inaniyoruz.
9. Hadisleri
elestirmek, yada reddetmek, Hz. Peygamberi elestirmek yada reddetmek degil, bu
hadislerin ona nispetini elestirip reddetmek demektir.
10.Sünnetin sadece
bireysel boyuta indirgenmesi yanlistir. Onun toplumsal ve evrensel boyutlarinin
bireysel boyutu tarafindan gölgelendigini bu sebeple bu iki boyutunu ön plana
çikarilmasi gerektigini düsünüyoruz.
11. Sünnetin tamaminin
gayri metluv vahiy olduguna dair görüse katilmiyoruz. Bilakis sünnetin büyük
bir kisminin Hz. Peygamberin Kur'an’a dayali içtihatlari oldugunu, vahiy
tarafindan zimnen tastikinin, onlarin vahyi ürünü oldugu anlamina gelmeyecegini
savunuyoruz.
12. Sünneti – ve tabii
Kur'an’i – anlarken lafizciligin asilip, lafzin altinda yatan ilkelere inilmesi
ve bunlarin günün sartlari içerisinde yeniden yorumlanmasi taraftariyiz.
13. Sonuç itibariyla
sünneti reddetmedigimizi, ancak sünneti anlamada basvurulan hadislere elestirel
ve seçmeci yaklastigimizi açikça vurguluyoruz.
Mustafa dönmez
HİCRİ II. ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR HADİS İNKARCILARI VE GÖRÜŞLERİ
I. BÖLÜM
1. Sünnetin Tanımı:
Sözlük anlamı olarak
Sünen kelimesinden alınıp,
anlamında kullanılmıştır. Bundan başka kullanılan manalar şunlardır:
a: İster iyi isterse kötü olsun
bu manada kullanıldığına dair çeşitli
şiirlerden iştişhat edilmiştir. Bu manayı veren hadis, delil olarak
getirilmiştir. O hadiste şudur:
b: Karakter yaratılış şekli. anlamındadır.
c: Uyulan imam.
d: Ümmet veya ümmetlerin süneni
e: Uyulan adet (Kur’an ifadesi) bu
ister iyi ister kötü olsun.
f: Merkebin sırtındaki
siyah çizgi
g: Medine’de bilinen
bir hurma türü
i: Sünnetullah. İlahi
kanun, nizam, hikmet anlamında kullanılmıştır.
Hadis Alimlerinin örfünde
itikatta gidilen yolun adı olmuş ve itikadi eserler bu isimle anılmıştır.
Böylelikle bu ümmetin
ilk gelenlerine Sahabe, Tabiin ve onların yolunda gidip Hakta birleşenlerin adı
olmuştur.
İstilahi anlamı:
Sünnetin ıtlak olunduğu
manalar:
a: Genel anlamda Hz. Peygamberden sadır olan söz ve fiil olan
emir ve yasaklar veya mendup olan şeyler. İster bunlar naslandırılsın isterse
naslandırılmasın.
b: Peygamberden başkasının sünneti
kasdedilirse bu terim kayıtlandırılır ve mutlak olarak ifadelendirilmez.
c: Bazen sahabenin ameline itlak
olunur. Bu ister kitap ve sünnette olsun, isterse de olmasın. Çünkü sahabe
indinde sabit olupta bize nakledilmemiş bir sünnet olabilir veya onların icma
ettiği bir ictihat olabilir. Buna örnek içki içenin haddi, mushafın toplanması,
insanların bir kıraat üzerine okumasını sağlamaları ve divanların tedvini gibi.
Bunun delili ise şu
hadis-i şeriftir:
ve Hz. Ali’nin şu
sözüdür:
d: Bid’at karşılığında itlak edilen sünnet mesela: falan sünnet üzerine
ve falan bid’at üzerinedir. (Şayet sünnete muhalif hareket ederse)
e: Farz olmayıp nafile cinsinden
olan ibadetler ister müekked olsun isterse de olmasın sünnet edilmiştir.
Disiplinlere Göre Sünnetin Tanımı:
1- Hadisçilere göre:
2- Usülcülere göre:
3- Fıkıhçılara göre:
Burada en geniş
tanımın hadisçilerin olduğu ortadır.
Sünnetle Hadis Arasındaki Fark:
Hadis alimlerinin çoğuna göre her ikiside
müteradif anlamda kullanılmıştır. Bazıları ise ikisini ayırmıştır. Şöyle ki:
Hadis, nakledilen kavli, fiili ve takriri şeylerdir. Sünnet ise: Peygamber
döneminde sahabenin son dönemine kadar dini uygulamadaki keyfiyet diye itlak
edilmiştir. Abdurrahman b. Mehdinin, Süfyan-ı Sevri’nin ve Malik hakkındaki
sözler bu manaya hamledilir.
Sünnetin Delil Oluşu:
a: Kur’andan deliller ve bununla ilgili
ayetleri alimlerin tefsir etmeleri.
b: Sünnetten deliller.
c: İcmadan delil.
d: İmamların sünnetin delil oluşu ile ilgili
sözleri.
Sünnetin Mertebesi ve Görevi:
a: Mertebesi Kur’andan sonra gelir.
b: Kur’anı açıklamada sünnetin geliş yolları
şunlardır:
1. Kur’an hükümlerinin tekid ve takrir
şekliyle gelmesi.
2. Ayetlerin mücmel olanı açıklama, geneline
tahsis etme, mutlakını kayıtlandırma, müşkilini izah etme, muhtasar olanını
tafsilat verme, sabit olan bir hükmü neshetme ve Kur’andaki bir prensibin
detayına inmesi.
3. Kur’anda olmayan
bazı hükümler hakkında yeni hükümler getirmesi.
Bu Konuda Ulemanın İhtilafı:
Bu hükümlerin istiklaliyeti
sözkonusu mu yoksa Kur’anın velev tevil yoluyla olsa da, genel naslarına dahil
midir? Ekseri alimler birinci görüşü savunmuştur. İkinci görüşü ise Şatibi ve
Ebu Zehra savunmaktadır. Doğru olan Cumhurun görüşüdür. Eğer ikinci görüşü
tercih edersek, Kur’ana muvafakat ettiğine itaat, ona zait olan hükümlerde
peygambere itaat yok denilirse o zaman peygambere olan hususi itaatın anlamı
kalmaz. Halbuki Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kim Peygambere itaat ederse
Allah’a itaat etmiştir”.
II. BÖLÜM
İSLAM’A GÖRE ŞERİAT İLE AKIL ARASINDAKİ
İLİŞKİ
Aklın Mahiyeti:
Akıl insanın kendisiyle kaim olan
bir sıfatıdır.
Görevi:
İlimleri bilmede ve amellerin doğru
oluşunda akıl şarttır. Bununla din ve amel kemale erer. Ama aklın istiklaliyeti
olmaz. Çünkü o insanda bir garize ve kuvvettir. Aynen göz kuvveti gibi münferit
kaldığı zaman tek başına idrak etmesi gereken şeyleri göremez.
Mezheplerin Akıl Konusundaki Görüşleri:
Felsefe ve Kelamcılar aklı ilmin
temeli sayarak vahyi de ona tabi kılarlar. Nasları ancak akıl teyit ederse
kabul ederler. Buna muarız olanı reddederler. Tasavvufçular ise, aklı
zemmederler. Hallerin ve ulaşılan mertebelerin ancak aklın yok olması ile
oluştuğunu söylerler. Sarih aklın tekzip ettiği şeyleri tasdik ederler.
Şatahata götüren şeyleri ise, överler.
Her iki mezhebin görüşü
merduttur.
İslam Dininin Akla Verdiği Önem:
İslam dini aklın varlığını
mükellefiyetin esası saymış bunun yok olması ile kişiden mükellefiyetin
kalkacağını bildirmiştir. İslam Dini muhafaza edilmesi gereken beş şeyden
birisinin akıl olduğunu söylemiştir.
Görevini tam yapan akıl, heva ve
taklitten sıyrılan, munharif görüşlerden etkinlenmeyen akıldır. İslam davetini
taşıyan onun emir ve yasaklarına uyan gerçek akıl budur. İlahi hükümlerin hepsi
makul olup aklı muhatap almakta, aklı tedebbür, tefekkür ve basirete davet
edip, kör taklitten sakındırmaktadır. Kur’an akli delil ve burhan örnekleriyle
doludur. Felsefe ve kelamcılar Kur’anın bu delillerini getirmekten acizdir.
Şeriat ile Akıl Arasında Çelişki Yoktur:
Kelamcıların “akıl nassa taarruz
ettiği zaman, akıl mukaddemdir. Çünkü naklin aslı akıldır” kaidesi batıldır.
Çünkü vahyin nasları akla muhalif olarak gelmemiş, peygamberler de akla muhalif
şeyler getirmemişler, ancak bazı şeyleri anlamada akıl aciz kalmıştır. Akla
muhalif olduğu söylenen şeyler ya uydurma bir hadise, ya da zayıf bir delalete
delil olmaya müsait olmayan şeylerdir.
İbni Teymiyenin bu konudaki kaidesi anlamlıdır: “ Sahih nakil sarih akle
muarız değildir”.
Aklın Şeriata İnkıyat Etmesi ve Teslim
Olmasının Gerekliliği:
Doğruya ulaşmanın ancak peygamberler
yoluyla olduğu esastır. Buna dair deliller vardır. Peygambere inkıyat ve
teslimiyete iki örnek:
1- Aklın peygamberin haberi karşısındaki
tutumu mukallit bir amminin müçtehit karşısındaki tutumu gibidir.
2- Bir çocuğu mürebbi ve hocasına teslimiyeti
gibidir. Ona muarız olamaz.
Vahye teslim olmak
istemeyen aklın vahyin yanındaki değeri mukayese bile edilemez.
Dinin Kemali Ermesi:
Kemale eren bir dinin nakıs olan akla ihtiyacı olmadığı
açıktır. Bilakis aklın ona ihtiyacı olup uyması gerekir. Sonra Hz. Peygamber
akıllı bir insan olup, dini tebliğde ki masumiyeti kesin olarak kabul edilmiş
bir husustur. İbni Teymiyenin kelamcılarla tartışması içeriğinde bu konuda
verdiği temsil meşhurdur ,.
Sahabe ve Selef akıllarıyla şeriata
muarız olmadılar:
Sahabeler vahye teslim olmuşlar,
cözemedikleri bir şey olunca bunu akıllarıyla reddetmeyerek, Hz. Peygambere
gelip sormuşlardır. Sahabenin sünnete karşı tutumuyla ilgili bir çok nakiller vardır. Selef de aynı metodu
takip etmiş, Akla hak ettiği yeri vermiş ve naslara bağlı kalmışlardır.
Akılla Şeriata Muarız Olanların
İnhirafları ve Bununla İlgili Görüşler:
1. taife haberlere
muarız olan aklı da onlara takdim edip, “bize akıl gerekli, nakle ihtiyacımız
yoktur” diyen Mutezile ve yolundan gidenlerdir.
2. taife rey ve
kıyaslarıyla naslara muarız olan, “rey ve kıyas bize gereklidir, hadise
ihtiyacımız yok” diyen rey ashabıdır.
3. taife hakikat ve
zevkleriyle naslara muarız olan, “hakikat bizimdir şeriata ihtiyacımız yoktur”
diyen tasavvufçulardır.
4. taife idare ve
siyasetle naslara muarız olup, “biz siyaset erbabıyız, şeriata ihtiyacımız
yoktur” diyenlerdir.
5. taife nasları tevil
ederek muarız olan “biz batın erbabıyız, zahire ihtayacımız yoktur” diyen
batınilerdir.
Bunların Sapmaları:
1- Akıllarıyla nasları reddedenlerin durumu,
aklıyla secde etmeyi reddeden İblis Şeytana benzer.
2- Şeriatın bir çok yerine itiraz eden, Hz.
Peygamber Nübüvvetine karşı çıkan kimse de, inkarcılara benzer.
3- Bu tutumları, Peygamberi tekzip etme, onu
hatalı görme, sem’iyatın delillerini
iptal ederek Peygamberin haber verdiği ilim yolunu kapatmaya götürür.
4- Vahyin naslarına akılla muarız olmak,
felsefe kaidesine göre Nübüvveti ikrar etmekdir. Çünkü bunlarda vahyi tabidir
metbu değildir. Bu ise, Nübüvvete gerçek iman değildir. Çünkü Nübüvvet ve
haberler yoluyla idrak edilen şeyler akılla idrak edilemez.
5- Bunlar Peygamberin getirdikleri hiçbir
şeyden istifade etmemişler, çünkü ona müracaatta bulunmamışlardır. Dolayısı ile
onların indinde onun varlığı yok gibidir. Daha ötesi, onun getirdiklerini
tekzip, itiraz ve tevil yoluyla defetmişlerdir.
6- Allahın yeryüzündeki hikmetlerinden biri
de, peygamberlere muhalefet edenlerin akıllarını fesada uğratmasıdır.
7- Bütün bunlar, Peygamber ve şer’e tabi
olmayıp, hevaya tabi olmaktan kaynaklanmaktadır.
8- Bu hatalı metodları kendilerini, Allah ve
Peygamber hakkında yanlış bilgi vermeye götürmüş ve ilimsiz konuşmaya sevk
etmiştir.
9- Kelamcıların bu tutumu kendilerini,
aralarında ihtilaf, tefrika ve çekişmeye götürmüş, en fazla ihtilaf eden
kimseler haline getirmiştir.
10- Tahayyür ve şüphe içerisinde kalmışlardır.
Kelamcıların kendi ifadelerinden şüphe ve şaşkınlık içerisinde olduklarına dair
kelamcı Şehristani, Razi ve diğerlerinden nakiller gelmiştir.
KLASİK AKILCI EKOLÜNÜN
(MUTEZİLE) NEBEVİ SÜNNET HAKKINDAKİ TUTUMU
I.
BÖLÜM
Mutezilenin Akıl
Hakkındaki Tutumu Ve Usulu Hamse
(Beş Esas İle
İlgilidir.)
Bu bölüm konumuzun
dışında kaldığı için burada işlenilmiyecektir.
II.
BÖLÜM
Mutezilenin Mütevatir
Ve Ahad Hadisi Hakkındaki Tutumu
1. Hadisi ve Hadis Ehlini Kötülemeleri:
Mutezile, hadis öğrenmeyi kötülemiş
ayrıca öğrenen insanları da kaçındırmıştır. Hatta buna ihtiyaç olmadığını,
aklın ve zihnin yeterli geldiğini savunmuştur. Kadı Abdülcebbar da delil
olarak, hadis ehlinin hadisler hakkında ki menfi sözlerini zikreder.
Hadisçilerin bir hadis hakkında başka tariklerini çoğaltmayı sevdiklerini,
fakat bunun hiçbir faydası olmadığını söyler. Bunun yanında Mutezile, fıkıh ve
hadisle meşhur olmadıkları, çünkü ellerindeki olanla yani akılla yetindiklerini
ve bunun dinde fıkıh ve hadis talep etmekten daha üstün olduğunu söyler. Hadis
rivayetinden kaçınılmasının gerekli olduğunu, çünkü bunda yalan olabileceğini savunur.
2. Mütevatir Hadis:
Nazzam’a göre, her
asırdaki ümmetin rey ve istidlal yönünden hatada vuku bulması nasıl caizse,
aynen mütevatir haberde de yalanda vuku
bulmak caizdir. Ebu Huzeyl el-‘Allafa göre de, haberlerin delil sayılabilmesi
için 20 kişiden daha azı ile sabit olmamasını ve bunlar içerisinde bir veya
daha fazla kimsenin cennet ehli olmasını şart koşar. Dört
kişiden daha azın rivayeti hüküm ifade etmeyeceğini 4 ila 20 arasındaki
kişilerin rivayeti ancak ilim ifade edebileceğini iddia ederek buna delil
olarak Enfal Suresinin 65. ayetini getirir.
3.
Ahad Hadis:
a) Tarifi : Mutezileye
göre ahad hadis, doğruluğu veya yalanlığı bilinmeyen hadistir. Dolayısı ile
Peygambere izafe edilen bir sünnet olamaz. Ancak akla uygunluk arzederse o
zaman sünnet denilebilir. Dolayısıyla haberi ahad’da “Peygamber dedi” denilemez
ancak “Peygamberden rivayet olundu” denilir.
b) Ahad Haberler Din İşlerinde Mutlak
Olarak Delil Değildir:
Çünkü kasıtlı olarak
yalan söylemek hata, unutkanlık ve değiştirmek gibi durumlar olabilir.
c) Haberi Ahadı Reddetmede Bazı
Şüpheleri:
1. Zül-yedeynin kıssasında Hz.
Peygamber onun haberini başkaları tasdik edinceye kadar kabul etmemiştir.
2. Ninenin mirası konusunda Hz. Ebu
Bekir el-Muğira’nın haberini Muhammed b. Seleme destekleyinceye kadar kabul
etmemiştir.
3. İsti’zan konusunda Ebu Musa
el-Eş’arinin haberini Ebu Said el-Hudri tasdik edinceye kadar Hz. Ömer bunu
kabul etmemiştir.
d) Akla Muhalif Olunca Haberi Ahad ile
İhticac Edilmez:
Ebu’l-Hüseyin şöyle
der. “Aklın gereğine muhalif olan zahir haber kabul edilmez. Çünkü biz mutlak
olarak Allahın kişiye sadece gücü nisbetinde yüklediğini akılla biliyoruz. Akla
muhalif olan haberi kabul edersek, ya Peygamberin sıdkına inanıp böylelikle iki
zıddı
birleştirmiş oluruz
veya onu tasdik etmeyerek mucizenin medlül olandan yüz çevirmiş oluruz ki bu da
imkansızdır.”
e) İtikadi Konularda İhticac Edilmez:
Mutezilenin bir kısmı
haberi ahad yoluyla itikadi konuların sabit olamayacağını iddia etmiştir. Çünkü
itikad zanna değil, yakine bina edilir. Haberi ahad ise, zan ifade eder. Yakin
ise, ancak akli delillerden elde edilir. Cahiz, Ebu’l- Hüseyin ve Abdülcebbar
bu konuda aynı görüştedirler.
f) Ahkamda Ancak Bazı Şartlar
Bulunursa Amel Edilir:
Bu konuda Ebu Ali el- Cubai şöyle
der: “Haberi bir adil nakleder de ancak onun yolundan başka bir adilin haberi
eklenirse o hadis kabul edilir. Ayrıca Kur’anın zahiri veya başka bir haberin
zahiri onu destekler, yahut sahabeler arasında yayılmış yahut ta bazıları
bununla amel etmişse o zaman kabul edilir.”
Şüphelere Cevap:
1.
Hadis Ehlinin ve Hadisin Kötülenmesi Meselesi:
Bunun sebebi Mutezilenin hadis ilmini
bilmemesi ve ona önem vermemesi yüzündendir. Dolayısı ile eserlerinde hadis ile
istidlal çok azdır. Onların çoğu herhangi bir konuda bir veya iki hadis rivayet
edildiğini zanneder. Örneğin Ebu’l-Hüseyin el-Basri ru’yet konusunda sadece
Cerir b. Abdullah’ın hadisi nakledildiğini zanneder. Halbuki bu konuda 30’a
yakın hadis vardır. Sonra hadis ehlini öven Kadı İyad, İbn Ebu’l-İzz, Şafii,
er-Ramehurmezi, İbn el-Medini, es-Sevri, Hatib el-Bağdadi gibi alimlerin
sözleri gelmiştir .
2.
Mütevatir Hadis:
Bazı alimler
haberleri dörde bölmüştür bunlar:
a) Lafzen Mütevatir, b) Manen
Mütevatir, c) Müstefiz Haberler, d) Haberi Vahid.
Bazıları da bunu üçe bölmüştür:
a) Mütevatir, b)
Meşhur, c) Ahad.
b)
Bazıları da Mütevatir ve Ahad olmak
üzere ikiye bölmüştür. Sahabelerin haberleri mütevatir ve ahad diye haberleri
ayırması olmamıştır. Bu taksim daha sonra ki alimler tarafından yapılmıştır.
Mutezilede mütevatir her ne kadar haberi vahidden üstün görülmüş olsa da,
mütevatir hadisi bile akıllarına ters düşünce hemen tevil yoluna giderler veya
inkar ederler. Selef ise, mütevatir haberi subutu kat’i ve yakini ilim ifade
eder olarak görmüştür.
Ebu Huzeyl’in iddia
ettiği gibi mütevatirde muayyen ravi sayısı şartı yoktur. Bu konuda doğru olan
Abdulhalim İbn Teymiyye (babası)’nin zikrettiği sözdür. “Tevatürde ravi
sayısına itibar edilmez. İtibar edilen yalanda birleşmeleri mümkün olmayan
nefsin itminane erdiği ilim ifade edebilecek derecede olmasıdır”. Dolayısı ile
alimler tevatür konusunda muayyen bir sayıda ittifak etmemişlerdir. Ayrıca
Selefi Salihin, dinin akaid ve ahkam gibi bütün alanlarındaki mütevatir
hadisleri kabul edip amel etmekten geri kalmamışlardır.
3.
Ahad Hadisin Tarifi:
Bir veya daha fazla
kimsenin rivayet ettiği ve mütevatir şartlara haiz olmayan hadistir. Mutezile
ise, ahad hadise farklı bir tarif getirmiş bu tarifle hadisi rahatlıkla
reddedip veya amel etmemeye müsait bir kavram olarak göstermiştir. Böylelikle
dindeki hadislerin büyük bir kısmını saf dışı etmiştir.
4.
Dinde Mutlak Olarak İhticac Edilmez İddiası: Haberi Vahid, dinin aslından bir asıldır.
Şayet amel edilmesi bırakılırsa dinin büyük bir kısmının yok olması demektir.
Haberi vahidle istidlal edileceğine dair kitap ve sünnette deliller, Selefin bu
konuda icması ve uygulaması vardır:
a) Kur’andan deliller ve istidlalleri, b)
Sünnetten deliller ve istidlalleri, c) Sahabe ve Selefin icması.
Hicri 100. Yılından sonra Mutezile
bu görüşü ortaya atmıştır. Zü’l-yedeyn, ninenin mirası ile ilgili Ebu Bekir ve
Hz. Ömerin isti’zan kıssalarına ilim ehli açıklık getirmiştir. Sonra
sahabelerin haberi vahidi kabul etmelerine bir çok örnekler vardır. Haberi
vahidde yalan, hata, unutma veya değiştirme iddiası ile onun terkedilmesinin
doğru olmadığını açıktır. Çünkü ravilerin tamamen hata unutma ve benzeri
arızalardan salim olduklarını kimse iddia etmemiştir. Lakin önemli olan bu ne
zaman vuku bulursa bilinmesi ve açıklanması gerekir.
5. Akla Muhalif İse, İhticac Edilmez
İddiası: Daha önce akılla naklin taarruz etmediğini, böyle bir şey
varsa, o hadis veya nassın sahih yoldan gelmediği belirtilmiştir.
6. İtikatta Delil Olmayacağı İddiası:
İstidlalde, itikatla amel ayırımını ilk olarak Mutezile’nin yapmıştır. Böyle
bir ayırım doğru değildir. Buna cevap şöyledir:
1- Peygambere itaat ve isyanı
nehyeden naslar genel ve mutlak olarak gelmiş, dolayısıyla akide ve ahkamı
içerir. Bunlardan sadece ahkamı tahsis
etmek, delil olmayan bir tahsistir.
2- Haberi vahidle itikad ve ahkamda
ihticac etmek, Hz.Peygamber ve ashabından sabit olmuştur. Kaldı ki Selefte bu
şekilde hareket etmiştir.
3- Akaid ve ahkamın ayırımı
birbirinin mütelazımının ayrımıdır. Çünkü bazen
akide bir hüküm içerir, bazen de bir hüküm bir akideyi içerir. Dolayısı
ile böyle bir ayırım sonradan çıkmıştır.
Ahad hadisler akide de delil olmaz
sözü aslında bir itikadi görüştür. Bunun sıhhatine delil nedir? Bu sadece somut
bir iddiadır esası da yoktur. Ahad hadisler zan ifade eder sözünden maksat
racih olan bir zandır, mercuh olan bir zan değildir. Ayrıca zan ifade ettiği
görüşü de ittifak edilmiş bir görüş değildir. Kaldı ki, ilim ifade eder
diyenlerde vardır. Bu konuda el-Albani, Ahmet Muhammet Şakir ve İbn Teymiye’nin sözleri dikkate şayandır. İbn Teymiye, Ali
Cubai’nin hadisleri kabulde koştuğu sayı şartına iki yönden cevap verir.
a) Hadisi kabul etmedeki bu
şartı daha önce hiçbir muhaddis iddia etmemiştir.
b) Cubai, rivayeti şahadete
kıyaslamıştır. Bu ise batıldır. Her ikisi arasındaki farklar açıktır. Onlar da
şöyledir:
1. Peygambere yalan isnadı
başkasına yalan isnadı gibi değildir.
2. Hz. Peygamberden haber verirken
ravilerde güvenilirliğin şart olması vardır ki bu da adalet ve zapt sıfatlarını içerir.
3. Allah dinini hıfzını tekeffül
etmiştir. Ama diğer şeylerin hıfzını tekeffül etmemiştir ki bazen bunlar,
şahadet yoluyla haksız yere elde edilmektedir.
4. Kadının rivayeti erkeğin rivayeti
gibidir. Ama şahitlikte öyle değildir. Buna benzer başka farklarda vardır.
Mutezilenin Haberi Vahidi İnkar
Sebebi: Mutezile haberi vahidi akidevi
yaklaşımlarına ve akıllarına ters düştüğü için bütünüyle reddetme yoluna gitmiştir.
ÇAĞDAŞ AKILCI EKOLÜNÜN
NEBEVİ SÜNNET HAKKINDAKİ TUTUMU
I. BÖLÜM
Yeni Akılcı Ekolünün Klasik Akıl
Ekolünden Etkilenmesi ve Nebevi Sünneti Terketmedeki Rolü
Bir çok müslüman Mutezile’ye ait
fikir ve düşüncelerin tarihin derinliklerine karıştığını zanneder. Halbuki realite
bunun aksini gösterir. Bugün insanların alimlerden saydığı bir çok kimse
Mutezile’yi övmekte, savunmakta ve onların metodlarını uygulamakta, görüşlerini
de ölçü olarak almaktadır. Her karşı çıkanı da kötülemektedirler. Mutezile’nin
fikir ve düşüncelerinden etkilenen ve onların görüşlerini savunan özellikle de
haberi vahidi onlar gibi reddeden çağdaş, akılcı ekolün temsilcilerinden olan
kimse ve yazarlar şunlardır. Ahmet Emin, Zühdü Carullah, Muhammed Abduh, Mahmut
Ebu Reyye, Muhammed Gazzali, Mahmut Şevtut, Dr. Muhammed Ammare, Dr. Cemalettin
Mahmud ve Muhammed Kasım bunlardandır. Sözlerinin içerikliliğine gelince, şöyle
hülasa edebiliriz:
1. Mutezileye çeşitli övgüler yağdırılmakta,
2. Hür bir irade ve rey sahibi, ileri
görüşlü oldukları,
3. İslamı savundukları, yüceltip
yaydıkları,
4. Hadis ekolünü kötüledikleri ve onların
dogmatik oldukları,
5. Metodlarının çok ince ve üstün bir metod
olduğu.
Bazı çağdaş yazarların Mutezile’den
en fazla etkilendiği husus, metodlarında haberi vahidi reddetmeleridir ki,
mezkur yazarlar aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Bu çağdaş Mutezilelerin haberi
ahad ile ilgili sözlerinin içeriliği
şöyledir:
1. Haberi vahid zan ifade ettiğinden dolayı
itikatta delil değildir.
2. Gaybiyat ile ilgili konularda da delil
değildir.
3. Haberi vahid akla, Kur’ana, ilme zıt ise,
alınmaz.
4. Teşriyatın bazı konularında geçerli
değildir.
5. Haberi vahid sahih olan kıyasa muhalif
ise, alınmaz.
Reddedilen Hadislerden Örnekler:
1. İsa (a.s.)’ın kıyametten önce inmesi.
2. Deccal ve Cessase hadisi.
3. Musa (a.s.)’ın ölüm meleği ile konuşması
4. Şeytanın İsa ve Meryem (a.s.)’a
dokunamaması.
5. Allah Resulü’nün büyülenmesi ile ilgili
hadis.
6. Hz.Peygamberin göğsünün yarılması ve
kalbinin yıkanması ile ilgili hadis.
7. Hz. Peygamberin Şeytanının Müslüman
olması.
8. Miraç hadisi.
9. Sineğin kaba düşmesi hadisi.
10. Kader ile ilgili bir hadis.
11. Cennet ile cehennem arasında geçen konuşma
ile ilgili hadis.
12. Diğerleri. (Örneğin Mehdi ile ilgili
hadisler)
Reddedilen üç tane hadisi konu
alarak, muhaliflerin şüphelerine cevap vermek mümkündür . Bunlar: 1. İsa
(a.s.)’ın inişi, 3. Musa (a.s.)’ın ölüm meleği ile konuşması, 3. Sinek hadisi.
Bu hadisler hakkında yapılan itirazlar
ve cevapları kısaca görelim.
1. Hadis:
Ahir zamanda İsa (a.s.)’ın inişi.
İtirazlar:
1. Hadis mütevatir
derecesinde değildir. Ahad olduğundan itikatta delil sayılmaz.
2. Hadis tevil
edilmelidir. (Muhammed Abduh’un tevili)
3. Bu Hristiyanların
itikadıdır.
4. Bunu tefsire
İsrailiyat olarak sokan Vehb b.Münebbih ile Ka’bu’l –Ahbar’dır.
5. Buna inanmamak
kişinin imanına ve islamına zarar getirmez. Kişiyi de kafir yapmaz.
6. Bu hadiste izdirap, çelişki ve manada
nekaret vardır.
7. İsa’nın semaya yükseldiği konusunda (ruh
ve cesedi ile) açık nas yoktur.
Cevaplar:
1. İsa (a.s.)’ ın semaya yükselişi ile
ilgili Kur’an ve sünnetten deliller vardır.
2. Tefsir alimlerinin bu konudaki görüşleri
müspettir.
3. Ahir zamanda inişine Kur’anda deliller ve
tefsircilerin açıklamaları
4. İnişine sünnetten deliller ve bu
hadislerin mütevatir olduğuna dair alimlerin sözleri vardır
5. Bu konuda 23 sahabiden 60 tane hadis
gelmiştir.
6. Bu hadislerin bazıları mücmel, bazıları
mufassal, bazılarının da veciz veya mutdarip olması bu hadislerin böyle
olduğunu göstermez. Çünkü Kur’an-ı Kerim ayetlerinde de aynı üslup
kullanılmıştır. Ayetler bazen mücmel, bazen mufassal ve değişik üsluplarla
gelmiştir.
7. Ümmet bunun kabulünde icma etmiştir.
8. Sünnetteki bu açık nasların tevili tahrif
ve tebdildir.
9. Dinen zaruretle sabit olan şeylerin inkarı
küfür sayılmıştır. Dolayısıyla inişine itikad
etmek vaciptir.
10. Bu konuda rey ve ictihada yer yoktur.
2. Hadis: Musa (a.s.)’nın ölüm
meleği ile konuşması:
İtirazlar:
1. Bu hadiste İsrailiyat kokusu vardır.
2. Hadisin metninde tutarsızlıklar vardır.
Örneğin Musa’nın ölümü istememesi.
3. Hadisin metni illetlidir.
4. Metin ne akide ve nede amelle ilgili bir
rivayet değildir. Bunu red ve kabul fikri ihtilaflıdır.
5. Musa’nın meleğin gözünü kör etmesi makul
değildir. Çünkü bu beşere gelen arizi bir durumdur. Melekler hakkında mümkün
değildir.
Cevaplar:
1. Bu hadis alimlerin kabul ve teslim
oldukları bir hadistir. Çünkü sağlam ve
emin raviler tarafından nakledilmiş, sıhhatına inanılarak sahih hadis
kitaplarına alınmıştır. Hadisi rivayet edenler Buhari, Müslim, Nesai, İmam
Ahmet, İbn Hibban, Abdürrezzak ve İbn Kuteybedir.
2. Hadisin sıhhatinde şüphe vardır veya
illetlidir diyenler, hadis metninin neresinde illet olduğunu ve hangi hadis
aliminin bunu söylediğini ispat etmelidir.
3. Bu rivayette geçen kıssa, aynen İbrahim
(a.s.)’ın imtihan olunması gibi, Musa (a.s.) hakkında da bir imtihan söz
konusudur.
4. Musa’nın meleğin gözünü kör etmesi onun
melek olduğunu bilmediği içindir. Eğer ilk merhalede onun melek olduğunu
bilseydi bunu yapmazdı. Kaldı ki bu Musa (a.s.) hakkında garip değildir.
Kur’anda onun bir kıptiye vurmak suretiyle öldürdüğü geçmektedir.
5. Kişi evinde bilmediği bir kimse görünce
onu defetmek için eliyle bir gözünü kör etmesi caizdir. Dolayısıyla onun için
de bu mubah olmuştur.Binaenaleyh bu kasten olmamış, bir savunma neticesinde
meydana gelmiştir. Bizim dinimizde de evin kapı deliğinden evde olanı tecessüs
edebilmek için bakan kişinin gözüne batırmak dinimizin cevaz verdiği bir
şeydir.
6. Meleğin ikinci gelişinde Musa onun melek
olduğunu belli bir alamet ile anlayarak teslim olmuştur.
7. Hadis İsrailiyattan değildir. Bilakis Hz.
Peygambere kadar ref edilmiştir. Bu hadisi Hemmam b. Münebbih ve başkaları da
rivayet etmişlerdir. Şayet İsrailiyattan olsaydı hadis alimleri bunu illa ki
beyan ederlerdi.
8. Hadisin itikad ve amel yönünden bir
ilgisi olmadığını söyleyenlere şu cevap verilir:
a) Burada gaybe iman etmek, Cenabı
Hakkın istediği kişiyi imtihan etmesi söz konusudur.
b) Hz. Peygamberin verdiği tafsilat
çerçevesinde bu gibi İsrailiyatın zikredilmesi, ümmetle önceki nesiller
arasında bir bağ kurmak ve ibret aldırmak maksadıyladır.
c) Musa (a.s.) bile, insan
tabiatının icabı olarak keşfedilmesi istenmiştir. Çünkü Peygamber olması onu
beşeriyetinden çıkarmaz.
d) Bu hadisten mukaddes topraklarda
ölmenin fazileti çıkmaktadır. Çünkü
hadiste Musa (a.s.), mukaddes toprağa yaklaştırılmasını istemiştir.
e) Hadisten ölüm meleğinin bir
insan suretinde temessül edebileceği çıkmaktadır.
f) Sonra Musa (a.s.)nın o an
ölümü istememesi fıtri bir durumdur. Her insanda bu his vardır.
3.
Hadis: Sinek Hadisi
İtirazlar:
1. ‘Zararı kesin olan haramdır ve zararı
muhtemel olanda mekruhtur’ kaidesine göre bu hadis kaideye zıttır.
2. İnsan sineğin hangi kanadında zehir ve
hangisinde de panzehir olduğunu ayırması mümkün değildir.
3. Hadisin ravilerinden Ubeyd b. Huneyn bu
rivayette teferrüt etmiştir. Ebu Hatim onun hakkında salih al-hadis demiştir.
Başkaları da la ba’se bihi demektedir.
Dolayısı ile bu hadisi kabul etmemek kişinin dinine bir zarar getirmez.
4. Metnin konusu İslam akidesi ile ilgisi
yoktur. Ne ibadet ve ne de şeriatla ilgisi yoktur. Bununla amel etmek te
gerekmez.
5. Bu rivayeti kabul etmek dine şüphe
getirmektir ve islam düşmanlarına fırsat vermektedir.
6. Bu hadis haberi ahaddan olup, zan ifade
eder. Dolayısıyla kabulü gerekmez.
7. Hadisin senedinin sahih olması metnininde
sahih olmasını gerektirmez.
8. Dünyevi konuya ait bir şeydir. Peygamber
ise dini konularda örnektir.
9. Hadisin Ebu Hureyre’den gelmesi hadise
şüphe getirmektedir. Çünkü onun bir çok hadisi reddedilmiştir.
10. Modern ilim bunun aksini iddia ediyor.
11. Hadis uydurmadır.
Cevaplar:
1. Ümmetin alimleri bu hadisin içeriliğini
kabul etmiştir.
2. Hz. Peygamberin verdiği bu haber,
mucizelerinden bir haberdir.
3. Gelen haberlerin bir kısmını tekzip,
tamamını tekzip anlamındadır.
4. “Sineğin hangi kanadında zehir ve
hangisinde panzehir olduğunu sinek nereden bilecek ki o yönü üzerine yemeğe
düşsün, sineğin iradesi mi vardır”? sorusuna İmam Tahavi, Nahl Suresinin 68 ile
69. ayetiyle arıdan örnek getirerek cevap vermektedir. Dolayısı ile arıya ilham
edilen şey sineğede ilham edilmiştir.
5. Buhari, Ebu Hureyre’den rivayetle
teferrüt etmiş değildir. Aynı şekilde Ubeyd b. Hüseyin de rivayette yalnız
değildir. Hadisi, Nesai, İbn Mace, Beyhaki, Ahmet, İbn Hibban, Begavi, Ebu Said
El Hudri’den, Bezzar ve Taberani de Enes b. Malik ve Tabiinden bir grup ta
hadisi Ebu Hureyre’den nakletmişlerdir.
6. Ubeyd b.Hüneyin sağlam bir ravidir. İbn
Hacer Buhari şerhinin mukaddimesinde bunu tenkit edilen raviler arasında
saymamıştır.
7. Hadisi reddetmek için ahad diye bahane
etmek kolay bir kaçamaktır.
8. Tıbbi yönünden bunun faydalı olduğuna
dair alimlerin sözleri mevcuttur.
9. Nebevi tıbdan bir şey kabul etmeme
ölçüsünü yeni tıbbın buluşları doğrularsa ölçüsüne bağlamak peygamberin
doğruluğuna ve vahyine imanla bağdaşmaz. Şayet sünnet müstakil bir delil ise,
dış desteğe ne ihtiyacı vardır.
10. Bazı tabipler bunu kabul ettikleri sabittir.
11. Hadisin uydurma olduğunu söylemek delilsiz
bir iddiadır. Eğer uydurma olsaydı sahabiler bunu uygulamazlardı. Kaldı ki Enes
b. Malik ve Ebu Seleme bunu uygulamıştır.
12. Hadisin dünya işlerinden olduğu iddiası doğru
değildir. Çünkü dünya işlerinden olan amellerin ve işlerin bir kısmı, ya vacip,
ya müstehap, bir kısmı da nehy hükmüne girer.
13. Sinek hadisinin hurmaları aşılama hadisi ile
kıyası doğru değildir. Çünkü hurma aşılama hadisi bir tavsiye ve görüş
niteliğindedir. Lakin sinek hadisinde önemli bir haber vardır. O da sineğin bir
kanadında zehir, diğer kanadında ise, panzehir olmasıdır. Hz. Peygamber bunu o
dönemde ancak vahiy yolu ile bilebilirdi. Ondan sonra diğer bir kanadının
batırılmasını emrediyor.
14. ‘Hadis kabul edilmiş olunursa, İslam
düşmanlara fırsat vermiş oluruz’, sözüde yanlıştır. İslam düşmanları islam
hakkında ne zaman konuşmaktan durdu ve vazgeçti de sıra bu sinek hadisine
geldi. Kaldı ki onlar kat’i ve mütevatir olan Kur’ana dil uzatıyor. Allahın
kitabı düşmanların kötülemesinden ne zaman salim oldu?
15. Daha önce bu hadisi inkar eden Reşit Rıza ve
Ebu Reyye modern tıp bunu destekleyince ne diyeceklerdir? Yine inkarları modern
tıbbı itham etmek değil midir?
II. BÖLÜM
Cağdaş Akılcı Ekolünün
oryantalistlerden Etkilenmesi ve Sünnet Etrafındaki Şüpheleri
Yoğunlaştırmasında bunun Rolü
Hak’tan sapmaları sebebiyle Allah Teala
Peygamberine ehli kitabın hevalarına uymamaları için sakındırmıştır ve şöyle
demiştir: “Ne yahudiler ve nede hristiyanlar sen onların dinine tabi olmadıkça,
senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: Allahın yolu işte asıl yol odur.
Eğer sen sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine tabi
olursan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı olur” (Bakara, 120).
Bu ayeti kerimede
Peygambere hitap, İbn Kesir’in de dediği gibi ümmetine hitaptır. O Peygamber
ki, hidayet ve kamil bir şeriat ile gelmiş dolayısıyla ehli kitaba ihtiyaç
yoktur. Zira onlarda hidayet diye birşey yoktur. Yoldan sapan onlardır. Ondan
sonra yazar, ehli kitabın İslam’a olan düşmanlığı ve kurduğu planlar konusunda
İbn Teymiye ve Muhammed Ebu Zehv’den nakillerde bulunur ve özetle şu ifadeleri
ekler: “Birçok kimse oryantalistlerin ilmi araştırma adı altında ortaya attığı
şüphelere aldanmış ve bunlar müslümanlar arasında yayılmıştır. Bu durum o kadar
ileri gitmiştir ki, bu görüşleri eğitim metodları adı altında bir çok İslam
diyarında ders olarak okutulmakta ve müslümanların çocukları bu terbiye üzerine
yetişmektedirler. Hiç şüphesiz ki değerli ilim adamları, oryantalist ve
bunların izinden gidenlere sünnet üzerindeki şüphlerine gerekli cevaplar
vermiştir. Yeni inkarcıların yaptıkları şey bu şüpheler üzerine bazı yeni şüpheler
eklemeleridir. Bu kimseler müslüman olarak bilinseler bile, düşünceleri batılı
düşüncedir, kalemleri de oryantalist kalemidir. Bunlar İslamı,
oryantalistlerden daha iyi bildikleri için tehlikeleri daha büyüktür”.
İddialar:
1. Sahih hadislerde
uydurma ve ihtilat olduğu iddiası: Yazar burada bu iddiaları ortaya koyar,
Muhammed Tevfik Sıdki, Seyyid Emir Ali ve Ahmet Emin gibilerin sözlerini
nakleder. Bu iddialar özetle şunlardır:
a) Hadislerde birçok
ihtilaf ve tutarsızlıklar vardır.
b) Hadislerin çoğu
uydurmadır. Eğer alimler hür fikirli olsalardı, bunların çoğunu cesaretle atıp
çok azı ile amel ederlerdi.
c) Allah’ın,
insanlardan, hakkı batıldan ayıramayan bir şeyi din edinmelerini istemesi
mümkün değildir
d) Kitap, kıyas ve
akılla yetinmeliyiz, sünnetten kitaba zait olan bilgilerle ister amel eder,
istersek bunları tartışmaya açarız.
e) Hadislerle amel
etmek gerekli değildir. Hatta ümmetin Peygamberden tevatür yolu ile gelen
hadisle bile amel etmesi gerekmez. Şayet böyle bir gereklilik olsaydı her
mükellefe, hadisin sahih, zayıf ve mevzu olanını ayırdetmesi gerekli olurdu.
f) Her müçtehid
mezhebini ortaya çıkarmak isteyince, diğer müçtehitler nezdindeki birtakım
sahih olan sünneti reddetmek zorunda kaldı.
g) İmam Ahmed : “Üç şeyin
aslı yoktur, bunlar ; tefsir, melahim ve megazi’dir.” demiştir.
Cevaplar :
a) Hadislerle amel
etmenin gerekli olmadığı görüşü doğru değildir. Çünkü birçok ayeti kerime sünnete bağlılığı emretmektedir. Bundan
kasdedilen sadece bunun ilmi yönü değil, amelde buna dahildir. Aynı şekilde
sahih hadisler de sünnete bağlanmayı ve onunla amel etmeyi vurgulamaktadır.
Ahkam ve ameli kabulde sünnet, kitap gibidir. Sahabeler, Kuranda, aslı olmasa bile, hadisi delil kabul etme
konusunda icma etmişlerdir. Bu konuda hiçbirisinin muhalefet ettiği
bilinmemektedir. Onlardan birisine bir durum arz olununca, hükmünü Kurandan
talep ederdi. Hüküm Kuranda yoksa, sünnette ararlardı, aranan hükmün Kuran ve
sünnette bulunamaması durumunda şer’i ilkeler çerçevesinde içtihat ederlerdi.
b) Her müçtehit
mezhebini ortaya çıkarmak için diğerinde sabit olan sünneti reddetmek zorunda
kaldı iddiası, müçtehitlerin sünnete olan bağlılığı ve saygı duymaları
realitesine terstir. Kaldı ki, sünneti bize ulaştıran ve onu savunanlar kendileridir.
Her imam, sözünün hadise muhalif olması durumunda, amelin hadisle olacağını
söyler. Bir müçtehit başkasının amel ettiği hadisle amel etmesi ve ona muhalif
bir şekilde fetva vermesi o hadisi reddettiği anlamına gelmez. Bunlarda başka
sebepler aramak gerekir. Örneğin, hadisin kendisine ulaşmamış olması ve
kendisince hadisin sahih olmaması gibi makul sebeplerdir ki o imam bunda
mazurdur. Bazan bir alim bir hadisin meşhur olduğunu görür ve o hadisin sahih
bir aslı olduğunu zannederek onu alır. Başka biri gelir, o hadisi araştırır ve zayıf olduğunu ortaya
koyar. Bazan da alime bir hadis ulaşır ilim ehlinin bu konuda ona muhalefet
ettiğini görünce o hadisin zayıf olduğunu zannederek bırakır. Başka birisi
gelip o hadisin sıhhatini ortaya koyar. Dolayısıyla alimlerden bir kısmı bu
hadise vakıf olup onunla fetva verir. Diğerleri de buna vakıf olmayınca onunla
amel etmez. Böyle bir durum sünneti reddetme anlamına gelmez.
c) İmam Ahmed’in
sözüne gelince bu naklin sahih olduğu şüphelidir. Aksine onun müsnedinde tefsir
ile ilgili birçok hadis vardır. Nasıl olur da bunlara yer verir. Sonra bu
konuda hiçbir şeyin sabit olmadığını söyler? Sonra onun bu sözü eyyamü’l-arap
ve megazi hakkında varit olan her şeyin yalan olmasını gerektirir ki bunu kimse
söylememiştir.
d) İmam Ahmed “üç
şeyin aslı yoktur” derken, bununla o ilme has eseri kastetmiştir.
e) Bu sözden maksat,
sahih olmayanlara nispetle sahih olanların azlığıdır.
f) Bu sözü, sahih
kabul edilse bile, mezkur sahalardaki rivayetlerin sıhhatini nefyetmesi uydurma
olduğu anlamına gelmez. Yani sıhhati nefyetmesi , hasen durumunda olmasını
nefyetmez. İbni Teymiye; “tefsir konusundaki rivayetlerin çoğu mürsel
hükmündedir” der.
2. Hadislerin Yazıya Geçirilmesi (tespiti) Konusundaki iddialar:
a) Hadislerin
yazılmasının yasaklığı konusunda gelen rivayetler yazmayı emreden rivayetlerden
daha sahihtir hatta nesheder durumdadır. Çünkü müteahhirdir.
b) Şayet sünnete
bağlılık zaruri olsaydı Allah Teala Kuran’ı koruduğu gibi onu da koruması
gerekirdi. Hz. Peygamber de Kuran’ın yazılmasını emrettiği gibi sünnetin
de yazılmasını emrederdi.
c) Hadis, Hz.
Peygamber zamanından daha sonraki bir dönemde yazıldı. Bu, hadislerle
oynanmasına müsait bir zaman dilimiydi. Dolayısıyla ehli kitabın başına gelen
tebdil ve ziyadelik hadislere de bulaştı. Bu da hadislerin zamanla yazılmadığı
ve sahabelerin de bunu muayyen bir kitapta hasretmemeleri ve tebliğ etmemeleri,
ayrıca iyice ezberlememelerinden kaynaklanmaktadır. 23 senelik birikimin
yazılmadan korunması mümkün olmadığından dolayı yalan ve Hz. Peygamberin
söylemediği şeyler kendisine nispet edildi.
d) “Bana Kuran ve onun
misli verildi” hadisi sahih olsaydı, sünnetin yazılmasını yasaklamaz, Kuranın
tedvin edildiği gibi tedvin edilmesini emrederdi. Vahyin yarısını yazısız bir
şekilde bırakmazdı. Çünkü böylelikle risaleti ehline kamil bir şekilde
ulaştırmış sayılmazdı.
e) Sahabe de hadisi
yazmamıştır.Yazanlar ise kendisi için yazıp ezberlemiş, kitap, görevini yerine
getirince bu rivayetleri daha sonra imha
etmişlerdir. Hatta büyük sahabiler bile, hadisin yazılmasını istemiyerek,
rivayet edilmesini nehyetmişlerdir. Çünkü hadislerin dinde yaygınlık
kazanmasını istemediler.
f) Tedvinin hicri II.
asrın başına bırakılması rivayetlerin çoğalmasına sebep oldu. Neticede hadisler
uyduruldu, bunların sayısı binleri aşarak çoğu müslümanlar arasında yayıldı.
Temyizi mümkün olmaz bir hale geldi.
g) Ömer b.
Abdulaziz’in tedvine bir etkisi olmadı. Daha sonra gelenler de bunu
önemsemediler.
Cevaplar :
a) “Bana Kuran ve onun
misli verildi” hadisi nakil yönüyle sabit olmuş bir hadistir. Dirayet yönüyle
de itham edilmiş değildir. Nakil ve rivayet durumu şöyledir; hadisi Ebu Davud
ve diğer sünenler tahriç etmişlerdir. Dirayet yönüyle de Kuran-ı Kerim sünneti
destekliyor. (Nahl, 44 / Haşir, 7 / Nisa, 80).
b) Sünnette bu konuda
aynı desteği vermektedir.
c) Hz. Peygamber,
hadislerin yazılmasını, Kuran’ın yazı ve tedvinini emrettiği gibi
emretmemesinin sebepleri konusunda yazar çeşitli alimlerden nakiller yaparak
cevap verir.
d) Hz. Peygamber bu
sözüyle hadislerin yazılmasını kastetmedi. Çünkü sahabeler ilk merhalede,
Kuranı ezberlemek suretiyle onun
korunmasına yardımcı olmuşlar ise, aynı şey hadis için de geçerlidir.
e) Hadisler sayıca çok
ve yaygın olması nedeniyle, ilk planda bütün hadislerin toplanarak bir araya
getirilmesi mümkün değildi.
f) Özellikle Hz. Ömer,
Kuran’ın zihinlerde iyice kökleşmeden sünnetin kitap haline getirilmesini
sakıncalı buluyordu. Zira insanların Kuranı bırakıp hadis kitapları ile meşgul
olması gibi bir endişe söz konusuydu. Dolayısıyla sadece şifahi yoldan rivayet
kanalıyla aktarılmasını yeterli gördü. Kuran’ın durumu sünnetten farklıdır.
Sözgelimi tilavetiyle ibadet edilmesi, nazmının muciz olması, mana bakımından
rivayetinin caiz olmaması ve indiği şekliyle muhafaza edilmesi gibi bir takım
imtiyazlara sahiptir. Ancak sünnetten maksat lafzın verdiği anlamdı.
Dolayısıyla tilavetiyle ibadet, nazmı ile bütün insanlara meydan okuma gibi
(tehaddi) maksadı olmadığı için, mana ile rivayeti caiz görülmüştür. Çünkü onun
bu şekilde rivayet edilmesi ümmet için bir kolaylıktır. Araplar ümmi bir toplum
olduklarından dolayı yazı yazanları çok az idi. Yazı aletleri de çok pahalıydı.
Nitekim Kuranı Kerim; deri , hurma yaprağı gibi nesneler üzerine yazılıyordu.
Bu yüzden peygamber zamanında sünnetin söz, fiil ve takrirlerini içine alacak
şekilde yazılmasında büyük bir zorluk vardı. Cenabı Hak böylelike, kitap ve
telifler ortaya çıkıncaya kadar sahabeleri hadisleri ezberlemeye sevketti. Hz.
Peygamber, getirdiği dini, hep bu minval üzere tebliğ etti. Allah Teala da buna
şahit oldu. Dolayısıyla vahyin yarısının zayi olduğu iddiası doğru değildir.
g) Sahabelerin bir
kısmı hadisleri yazıp bunları ezberledikten sonra imha etmeleri söz konusu
olsaydı, onların bazı sahifeleri elimize ulaşmış olmazdı. Bazı sahabilerin
yazdıklarını silmeleri yazının yasak olduğundan değil, Kuran’ın daha tam manası
ile ezberlenmediği ve insanların da başka şeyle meşgul olmalarından korkulduğu
nedeniyledir. Ya da ezberlemeye dayanmaları ve ezberleme melekelerini
geliştirmek içindi. Ya da silinen hadisler ehli kitaptan nakledilen bilgilerden
ibaretti. İnsanların bunlarla meşgul olmasından korkuluyordu. Kaldı ki, bu
şekilde hareket eden sahabe sayıca azdı. İçlerinden bir gurup hem yazıyor,
yazdıklarını da koruyorlardı. Sonra, sahabilerin hadisleri rivayet etmekten
alıkondukları söylenemez. Bu yasaklama, muhtemelen hataya düşme korkusundan
veya aşırı hadis rivayet etmeye engel olma maksadına yöneliktir. Hangi sahabe
olursa olsun, muhakkak surette hadis rivayetinde bulunmuştur. İçlerinde sayıca
çok hadis rivayet eden olduğu gibi oldukça sınırlı sayıda hadis rivayet edenler
de vardır. Reşit Rıza’nın “sahabeler hadislerin yaygınlık kazanmasını
istemediler” sözü doğru değildir. Aksine sahabeler Hz. Peygamberin sünnetinin
devamlı olarak yaygınlaşmasını istemişler ve bunun için de çaba harcamışlardır.
Kuran ve sünnette bu hususa işaret eden, bunun yanında dolaylı olarak, sünnete
karşı koymayı yeren birçok delil mevcuttur. Yazar bu konuda Muhammet Ebu
Zehv’in sözlerini nakleder.
h) Ömer b.
Abdulaziz’in tedvin olayında etkisi olmadığı iddiası doğru değildir. Zira imam
Zühri’nin onun bu emrine icabet ettiği kesindir. Nitekim alimler ilk hadis
tedvin eden ismin imam Zühri olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Abdilberr imam
Zühri den şöyle bir nakilde bulunur : “Ömer b. Abdilaziz sünnetin toplanmasını
bize emretti, ben de defterler halinde bunları yazdım. O da idarecisi olan her
ülkeye bir defter yolladı”. Bu rivayet, bu konuda şüphe edenlerin şüphesini
çürüten güçlü bir delildir.
3. Hadislerin mana ile rivayeti
Ebu Reyye’nin iddiaları:
a) İddia edilen sahih
ve hasen hadislerin çok nadir olanı Hz. Peygamberin lafzıyla ve onun muhkem
terkibiyle gelmiştir.
b) İstılahlarında
sahih iddia edilen hadisler, haddi zatında sahih değil ravilerine göre
sahihtir.
c) Dolayısıyla çok azı
hariç hadislerin çoğu Hz. Peygamberin
belagat ışığından yoksun olarak gelmiştir.
d) İstılahlarına göre
sahih olan, bazı ravilerin anladığı manalardır. Ya da bazı müfret lafızlar veya
kısa olan hadisler gerçek üzerine kalmıştır ki bunlar sayıca çok azdır.
e) Hz. Peygamber’e
nispet edilen hadislerden, kafama uyanı alır mutmain bir şekilde de bıraktığımı
bırakırım. Bu hareketim de kesinlikle hiçbir zorluk ve günah yoktur.
Hadislerin mana ile rivayeti:
Yazar bu iddialara
cevap vermeden önce mana ile rivayetin hükmü konusunda İbn Salah gibi alimlerin
görüşlerini arzeder. Bunlar özetle şöyledir:
a) Şayet ravi Nebevi
lafızların manalarını maksat ve medlulatını bilmiyorsa onun hadisi işittiği
lafızlarla rivayet etmesi şarttır. Mana ile rivayeti caiz değildir.
b) Şayet ravi bu
konuda bilgi sahibi ise hadis ashabı, usul ve fıkh erbabı bu konuda ihtilaf
etmiştir.: Ekserisi buna cevaz vermiş, diğerleri de cevaz vermemiştir.
c) Bazı alimler de
Nebevi hadisin rivayetine cevaz vermemiş, başkasının sözlerini nakletmeye cevaz
vermiştir.
d) Doğru olanı, ravi
zikredilen şartları taşıyorsa tebliğ ettiği lafızlar da o manayı içeriyorsa
hepsinde caizdir. Sahabe ve ilk selefin durumu budur. Ki bu, hem selef hem de
halefin bulunduğu uygulama bu şekildedir.
e) Sahabeler buna
rağmen hata ve tahrif yapmamak için lafızla rivayete çok dikkat ediyorlardı.
Cenabı Hak onlara Nebevi lafızları zaptetmeleri için son derece güçlü bir
hafıza melekesi bahşetmiştir.
g) Mana ile rivayeti
caiz görenler, bunu duruma göre uygulanan bir ruhsat olarak cevaz vermişlerdir.
Yoksa rivayette asıl olan lafızla rivayettir.
h) Mana ile rivayet
hadisin tümünde değil, sadece birkaç kelimesinde olur.
i) Hz. Peygamberden
gelen bütün hadisler kavli değildir, aksine bunların ekserisi “fiili”
hadislerdir. Bunların bazısının aslı kavlidir. Sahabe bunları başka bir sözle
ifade ederken : “böyle emrolunduk, şöyle nehyolunduk” derlerdi.
j) Her hadisin mana
ile rivayeti caiz değildir. Örneğin, ibadetle ilgili hadisler, ezan, teşehhüd,
tekbir, teslim, dua ve zikirler ile Hz. Peygamberin veciz sözleri...
k) Hadis lafızlarının
ezberlenmesini garipsememek gerekir. Çünkü sahabiler kendilerinde ezberlemeye yardımcı
olacak birtakım imkanlara sahiptiler.
l) Hadisler tedvin
edilmeden önce, Kuranın ezberlenmesinde hafızasına güvenilen sahabenin, aynı
işi kavli hadislere tatbik etmesi durumunda hafızasına neden güvenilmiyor?
m) İbn Malik’in dediği
gibi, nahiv kaideleri için şiir nasıl delil olarak kullanılabiliyorsa,
hadislerle de istişhat edilebilir.
Cevaplar:
a) “Hemen hemen bütün
hadisler mana ile rivayet edilmiştir” iddiası doğru değildir. Bilakis birçoğu
lafızları ile varit olmuş ve raviler de bu lafızlarda ittifak etmişlerdir. Bu
sözlerin Nebevi fesahatten çıktığını idrak eden dil bilimciler ve belagat
alimleri Nebevi belagat konusunda müstakil kitaplar kaleme almışlardır.
b) Ebu Reyye’nin
“dilediğim hadisi alır, dilediğimi terkederim” sözünden iki anlam çıkar: 1) Ya
hadisler içerisinde herhangi bir hadisin; sıhhat, katiyyet, zan, butlan
yönlerinden ne durumda olduğunu bir bakışta anlayacak bir seviyededir. 2) Ya da
hadis hakkında kötü zanda bulunmuş, sanki hadisler herkesin arzusuna hizmet eden
bir unsur haline gelmiş gözüyle bakar. Dolayısıyla arzusuna uyanı alır,
uymayanı da terkeder. Bunu yaparken de hadisin sıhhat ve zaafına bakmaz.
Birinci ihtimalin Ebu
Reyye hakkında düşünülmesi imkansızdır. Çünkü ilmi durumu malumdur. Şu halde
Ebu Reyye hakkında ifade edilecek olan kanaat ikinci maddede yer alan
ihtimaldır.
4. Hadisin Kur’an’a arzedilmesi:
Bu uygulamaya şu hadisi istidlal
ederler:
Muhammed Gazzali’in İddiaları:
a. Hz. Aişe, hadisi
Hz. Peygamberin söylemediğini iddia
ediyor.
b. Hz. Aişe hadisi
Kur’an’a arzederek reddediyor.
c. Bu hadis sahih
hadis kitaplarında olduğu olsa bile, Kur’an’a muhalif olunca reddedilmesi
gerekir.
d. Sahih hadisleri
muhakeme etmenin yolu, Kur’an’ın naslarına arzetmek mesleği en doğru olanıdır.
e. Bu metodlarına
delil olarak ta yukarıdaki mezkur hadisi getirirler.
f. Müctehidlerin
ictihad metodu önce Kuran’a dayanır, sünnet veya hadiste onu destekleyen bir
nas bulurlarsa kabul ederler. Yoksa Kur’an ittiba edilmeye daha layiktir.
Cevaplar:
a. Sahih sünnetin
Kur’an’a muhalif olmadığı noktasında icma edilmiştir. Çünkü sünnetin görevi
Kur’an’ı açıklamaktır.
b. Sünnet te vahiydir.
Kur’an’a muhalefeti mümkün değildir. Yoksa muaraza yoluyla din fesada uğrar.
c. Sünnetin müstakil
olarak getirdiği hükümler genel olarak Kur’an’da Peygambere itaati emreden ayetlere dahildir.
Böylelikle Kur’an’a muhalif sayılmaz. Kaldı ki müctehidler bu hadisleri
kullanmışlardır.
d. Muhaliflerin,
sünnet Kur’an’a muarızdır demeleri batıl bir iddiadır. Çünkü hadis, ne zaman
sabit olursa Kur’an’a hiçbir şekilde muarız olamaz.
Daha sonra yazar bu cevaplarını teyid
maksadıyla Şafii, Acurri ve İbn Kayyim gibi alimlerden nakilde bulunur.
Sünnetin Geliş Yolları:
a. Her yönüyle Kur’an’a muvafık olması, her
ikisi de belirli bir hükümde birleşmesi
b. Kur’an’ı tefsir ve açıklar durumda olması
c. Kur’an’nın, gerek icap ve gerekse tahrimde
sükut ettiğine icap ve tahrim yönünden hüküm getirir olması.
Kaide: Alimler sünnetin Kur’an’a muhalif
olması konusunda sadece uydurma hadisleri Kur’an’a arzederler ki, bu hadislerin
metnin zaptedilmesi kaidesine girer. Sünnetin Kur’an’a muarız olduğu düşüncesi
Mutezile’nin ortaya attığı bir iddiadır.
Konuya delil getirilen
hadis:
İddia edilen hadis, zaten
zındıklar tarafından uydurulan ve hadisleri ihmal etmek maksadıyla ortaya
atılan bir hadistir. Hadis imamları: “Bu hadisi Kur’an’a arzettik ve hadisin
Kur’an’a muhalif olduğunu gördük. Çünkü Kur’an’da şöyle denmektedir: ‘Peygamber
size neyi getirdiyse onu alın, neyden sakındırdıysa onu bırakın”.
Hz. Aişe’nin Kur’an’a arzettiği
hadis:
Hadis şöyledir:
Bu hadisi Buhari, Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Ahmed tahric etmişlerdir. Rivayet eden sahabiler
ise, Ömer b. Hattab, Abdullah b. Ömer, Ebu Musa el-Eşari, Muğire b. Şube, İmran
b. Huseyn, Suheyb, Hafsa ve diğerleri.
Hz. Aişe’ye itirazlar:
a. Hz. Aişe’nin bu rivayette Ömer’i hatalı görmesi doğru
değildir. Çünkü Ömer’in bu rivayetine bir grup sahabe muvafakat etmiştir.
Dolayısıyla bu sahabilerin tamamının yanılması mümkün değildir.
b. Hz. Aişe’nin sahih nas karşısında bir
ictihadıdır. Nas ise sahabenin ictihadına
mukaddemdir.
c. Hz. Aişe’nin bu hadisi ayete muarız
görmesi zannidir. Sabit hadise muarız olan bu zan merduddur.
d. İlim ehli Hz. Aişe’nin itirazıyla Hz.
Ömer’in hadisi arasında bir cem yapmışlardır.
İbn Hacer bunu şu şekilde
özetler:
1) Ehlinin ağlamasıyla o kimse azap
olunur, şayet avazla ağlamak onun
sünnetine uygunsa.
2) Ölü, ehline böyle yapmasını
vasiyette bulunmuşsa.
3) Ehlini bundan nehyetmesini ihmal etmişse.
4) Ehlinin ağladığı
kadar azap olunur.
5) Buradaki tazib
anlamı meleklerin o kimse için tevbe etmesi,
6) Tazib anlamı,
ehlinin avazla ağlaması yüzünden ölünün duyduğu acıdır.
Bu son görüşü bir grup
alim tercih etmişlerdir. Bunlar, Kadı İyaz,
İbn Teymiye ve diğerleridir. İbn Hacer, bütün bu görüşlerin duruma göre
cem edilmesinin mümkün olduğunu söylemiştir. İbn Kuteybe ise, bunun dünya ile
ilgili ahkama mütaallık olduğunu ifade eder. Her ne kadar ayeti kerimede,
“bir kimse başka bir kimsenin günahını çekmez” denilse bile, bu bir şeye sebep
olmayanla ilgilidir. Buna sebep olan, onunla azapta ortak olur, ( Ankebut, 13)’
te olduğu gibi. Hz. Peygamberin Heraklius’a yolladığı mektupta: “Eğer yüz
çevirirsen bütün Erisiler’in günahını yüklenmiş olursun” demiştir.
Önemli ihtar:
Şayet Muhammed Gazzali
ve onun gibilerin, sahih sünnetin Kur’an’a muhalif olma bahanesiyle sünneti
reddetme kapısı açılsa, bir çok sahih hadislerin atılması gerekir. Çünkü
bunlar, hadis alimlerinin koydukları tashih ve tazyif kaidelerine itimat
etmeyip mücerret akıllarına dayanırlar.
Müctehid alimler,
meseleleri takrirde sadece Kur’an’a değil, hem Kur’an’a hem de sünnete
dayanıyorlardı. Çünkü onlar, sünnetin Kur’an’a muhalif olmadığına inanıyorlardı.
Ayrıca fıkıh alimleri, bu hadisten Gazzali’nin anladığını anlamamışlardır. Bu
da, az önceki hadis hakkında zikredilen görüşleri Gazzali’nin bilmediğini
gösterir. Kaldı ki, Hz. Ömer fakih sahabelerin büyüklerindendir. Abdullah b.
Mesud onun medresesinde yetişmiş, ilmini ve fıkhını Kufe’de yaymıştır.Nitekim
Hanefi fıkhının aslı oraya dayanır. Gazzali fıkhi konularda daha çok Hanefi fıkhına dayandığına göre, böyle bir
durumda Gazzali’nın fıkhı nerede kalır?
Amel-i Sünnet- Yaşayan Sünnet:
Şüpheler:
a. Sünnet Hz. Peygamber ve sahabenin
sürekli amelidir. Sadece Kavli Sünnet değildir.
b. Kavli hadisleri sünnetten saymak
alimlerin ıstılahındandır. Sahabenin anladığı sünnette daha fazla
gerçekleştirilmiştir.
c. Sünnetle hadis arasında fark vardır.
Bazı muhaddislerin hadislere sünnet adını vermeleri doğru değildir.
d. Dinde kaynak Kur’an ve mütevatir
sünnettir. Yani yaşayan sünnettir. Namaz m
enasik gibi ve cumhurun kabul ettiği bazı kavli hadislerdir. Diğerleri
ise, ahad hadislerdir. Rivayet ve dirayeti kat’i olmayıp, ictihad mahallidir.
Cevaplar:
a. Daha önce geçtiği üzere, sünnet Hz.
Peygamberin kavil, fiil ve tatbikatına şamildir. Alimler bu görüştedir.
b. Aynı şekilde ahad ve mütevatir hadislere
de sünnet denilir.
c. Sünnet sadece, ‘mütevatir ameli veya
yaşayan sünnettir’ demek doğru değildir. Bu yeni bir istılahdır. Şayet sünnet,
mütevatir ameli olanla sınırlandırılsa, bir çok kavli hadisler, dinin bütün
yönleri, ahkam, ahlak ve diğer hususları ihmal edilir. Kavli hadislere sünnet
itikadı, muhdes değildir. Bilakis ilk asırda bilinen bir husustur.
Sahabenin Adaleti:
İddialar:
a. Cerh ve tadil alimleri, diğer ravilerde
uyguladıkları cerh ve tadil kaidelerini sahabelere uygulamamış ve onların
tümünü adil kabul edilmiştir. Halbuki bir çok muhakkik alim, onlar hakkındaki
bu adalet sıfatını kabul etmemiştir. Örneğin el-Mukbili gibi.
b. Onlarda birer beşerdir. Başkasına arz
olunan hata unutkanlık, yanılma ve hevaya uyma, beşeri tabiatları sebebiyle
onlara da arz olunur.
c.
Bunların içerisinde, dinlerinden irtidat eden kimseler olmuş, aralarında
bir çok harp ve fitne vuku bulmuştur. Havz hadisinin buna
işaret ettiği gibi.
c. Sahabeler birbirlerini tenkit edip
aşağılıyorlardı. Onlar için caiz olan şey, bizler için niye caiz olmasın?
Cevaplar:
Adaletten maksat
onların sahip oldukları mürüvvet, ahlak, bağlı oldukları takva ve doğruluk
sebebiyle, sahip oldukları iman nedeniyle bilerek yalan söylememeleridir. Yoksa
günahlardan, unutkanlık yanılma ve hatadan beri olduklarından değildir. Çünkü
masumiyet ancak peygamberlere hastır. Dolayısıyla ilim ehlinden hiçbirisi,
onların masum olduklarını iddia etmemiştir. Masum olamamaları da adaletli
olmalarına ters değildir.
Yazar konuyla ilgili İbni Teymiye,
el-Muallimi ve İbni Hibban gibi alimlerin sözlerini nakleder
b.
El-Mukbili’nin sözünde delil yoktur. Sözüne de değer verilmez. Kendisi
Mutezile çevresinde yetişmiş, kendini
Şi’i fıkhına vermiş ve onun metoduyla etkilenmiş birisidir. Dolayısıyla sahabe
hakkındaki hükmü, Mutezile sapıklığı ile Şi’i inhirafı karışmıştır.
c.
Hiç şüphesiz onlarda birer beşerdir. Yanılma unutkanlık hata başkalarına
arz olunduğu gibi onlara da arz olunur. Bu durum onların adaletli oluşunu
etkilemez. Ancak başkalarından ayrıldıkları noktalar vardır; Hz. Peygamber’e
çağdaş idiler, olaylara tanık oldular. Bunları hafızalarına yerleştirip ameli
olarak uyguladılar. Ayrıca Hz. Peygamberden işittiklerini beraberce müzakere
ettiler. Buna da ihtiyat ve dikkat ederek yaptılar. Şüphe edilen hadisin de
rivayetinden kaçındılar. Bununla beraber hadis tenkitçileri, sahabenin her
dediğini ve her rivayet ettiğini almamıştır. Şayet onlarda bir hata veya
yanılma olduysa bunu tenkit etmişlerdir. Kaldı ki, sahabeler bile,
birbirlerinin hata ve yanılmasına susmayıp ikaz etmişlerdir.
d.
Hiç şüphesiz ki, sahabelerden
İslâm’dan irtidat eden veya mürtet olarak ölen kimse sahabe sayılmaz.
Çünkü sahabe, Hz. Peygambere iman ederek onu görmüş ve İslâm üzere ölmüş
kimsedir. Hiç şüphesiz bazı sahabeler arasında savaş ve fitneler olmuştur. Ama
bu adaletli oluşlarını etkilemez. Yazar daha sonra sahabenin adaletiyle ilgili
olarak, İbn Salah ve İbn Teymiye’nin sözlerini nakleder. İbni Teymiye şöyle
der: “Sahabe hakkında nakledilen menfi sözler iki türlüdür. 1. Onlar hakkında
nakledilmiş sözler ya yalan, ya da ekserisi tahrif edilmiş sözlerdir. 2. Doğru
olanlarına gelince, bunların çoğu mazur görülebilen türden olup, onları günah
olmaktan çıkarır, içtihat türüne sokar ki, içtihatta isabet edilirse iki ecir,
hata edilirse bir ecir vardır. Hulefa-i
Raşidin hakkında nakledilenler de bu
baptandır. İşledikleri bazı günahlar varsa, bu onların faziletli ve sabikundan
olmasına mani değildir.
e.
Havuz hadisi mütevatirdir. Burada, Hz. Peygamber vefatından sonra
irtidat edenleri kastetmiştir. Bunlar da sahabeden sayılmazlar ki, başka bir
hadiste kastedilenin bunlar olduğu teyid edilmiştir. Sonra yazar, konuyla
ilgili olarak el-Hattabi’nin sözlerini nakleder. Netice olarak yazar havuz
hadisinin sahabe ile ilgisi olmadığını vurgular.
f.
Sahabeler, birbirlerini yalanlamadılar. Ve ithamda da bulunmadılar. Enes
b. Malik’in hadisinde bu, açıkça ifade edilmiştir. Kaldı ki, aralarında güven
de vardı. Şayet aralarında hata, unutkanlık ve yanılma olursa, birbirlerine
müracaatta bulunurlardı. Onlar da beşer idi, beşer olmalarından çıkmamışlardır.
Yazar daha sonra İbni Şeybe gibi çağdaş müelliflerden konuyla ilgili sözler
nakleder.
Ebu Hureyre Hakkındaki
İddialar:
a.
Ebu Hureyre geç Müslüman olduğundan dolayı bir çok hadislerini Hz.
Peygamberden işitmemiştir. Bilakis sahabe ve tabiinden almıştır. Sahabenin
mürselleri ise hüccet değildir.
b. Karın tokluğuna Hz. Peygamberin yanında
bulunduğunu bilakis kendisi itiraf etmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamberle
sohbetinde ihlaslı olmamıştır. Büyük sahabeler onu cerh etmiş, rivayetlerinden
de şikayetçi olmuşlardır. Hatta Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali onu yalancılıkla
itham etmişlerdir.
c. Hz. Ömer onu kamçılamış, şayet hadis
rivayetini terk etmezse sürgün edeceğini bildirmiştir. Ancak, Hz. Ömer’in şehit
edilmesinden sonra yeniden hadis rivayetine başlamıştır.
d. Çok unutkan birisi olup hafıza
zayıflığından dolayı hadislerini kabul ettirmek için veya sahih olduğunu ispat
ettirmek için meşhur kıssayı uydurmuştur.
e.
Hz. Muaviye, Hz. Ali hakkında hadis uydurmak için Ebu Hureyre’yi
yönlendirmiştir.
f. İlmi ve fıkhi görüşü olmayan birisidir.
Dolayısıyla Hz. Ömer, onu şura ehline dahil etmemiştir.
g. Sahabenin avam tabakasındandır. Onun
fazileti hakkında her hangi bir hadis varit olmamıştır.
h. Gafil olduğundan dolayı, İslâm dinine
hurafeleri ve evhamları sokmak için İslâm düşmanları onu kullanmışlardır.
i. Hadis uyduran birisidir. Çok hadis rivayet
etmesini fırsat bilerek hadislerini tezvir etmişlerdir.
j. Garabet ve hoş görünmeyen hadislerde
teferrüt ettiği halde müslümanlar onun hadislerini kabul etmişler, getirdiği
sorunlara rağmen onun hadislerini dinlerinin tamamından saymışlardır.
Dolayısıyla öyle hurafe, İsrailiyat ve Mesihhiyat’tan olan şeyler nakletmiştir
ki, bundan dolayı bir çok itham almıştır.
Daha sonra yazar Ebu Hureyre’nin
reddedilen hadislerini örneklendirmiştir. Bunlar, sırasıyla şu hadislerdir: 1.
Türbe hadisi, 2. Musarra hadisi, 3. Cünüplü iken oruç yoktur. hadisi, 4.
Unutkanlık ve zekasının geriliği ile ilgili hadis.
Cevaplar:
a.
Bir çok hadisi, Hz. Peygamberden işitmediği, onları sahabe ve tabiinden
işittiği iddiası delili olmayan bir iddiadır. Bilakis, deliller bunun
tersinedir. Ayrıca rivayet edipte Hz. Peygamberden rivayetini tasrih etmediği
hadislerin metninde ona yetiştiği dönemde ondan işittiği anlaşılmaktadır. Birçok
sahabe, Ebu Hureyre’nin Hz. Peygamber ile birlikte kalmasından dolayı, çok
hadis rivayet etmesi konusunda şahitlik etmişlerdir. Ebu Hureyre’nin tabiinden
rivayet ettiği herhangi bir hadis bilinmiyor. Sahabenin, tabiinden rivayet
ettikleri hadislerin sayısı yirmiyi geçmemektedir. Kaldı ki, bunlar içerisinde
sahih olmayanlarda vardır. Diğerleri ise, küçük sahabelerin onlardan rivayet
ettikleridir. Ayrıca mürsel hadisle ihticac edilmediği malumdur.
b. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin Ebu
Hureyre’yi tekzip ettiğini İbn Kuteybe Nazzam’dan nakleder. Sonra Nazzam’ın,
dinde istikametli birisi olmadığını bir çok muhalif görüşleri bulunduğunu ve
bir çok sahabeyi de itham ettiğini söyler. Ne yazık ki, Ebu Reyye okuyucuyu şaşırtmak için Nazzam’ın
sözünü İbn Kuteybe’nin sözü olarak gösterir.
c.
Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi kamçıladığı ve hadis rivayetini terk etmezse
onu sürgün edeceği dolayısıyla da, Hz. Ömer’in
ancak şehit edilmesinden sonra yeniden hadis rivayetine başladığı iddiasına
şöyle cevap verilir: Evvela bu rivayet zayıftır. Çünkü Ebu Cafer el-İskafi
yoluyla gelmiştir ki, bu zayıf bir ravidir. Hz. Ömer’in yasaklamasına gelince,
çok hadis rivayetini yasaklamak istemiştir. Çünkü çok hadis rivayet eden
kimsede hata, yanılma ve muğalata olur. İnsanlar da bu rivayetlere göre hareket
ederler korkusuyla o sözünü, Ebu Hureyre’ye söylemiştir. Nitekim Hz. Ömer, daha
sonra, Ebu Hureyre’nin hadis rivayetine izin vermiştir. Kaldı ki, mezkur
rivayet münkerdir.
d. Muaviye’nin Ebu Hureyre’yi Hz. Ali hakkında
hadis uydurmaya yönlendirmesi, Ebu Cafer el-İskafi’nin uydurduğu bir olaydır.
Zaten bu adam, hem Mutezili hem de koyu bir Şii’dir. Zikrettiği hikaye için
herhangi bir senet zikredilmemekte ve sağlam bir kaynaktan da gelmemektedir. Kaldı ki, Hz. Muaviye böyle bir şeye tenezzül
edecek kadar onursuz değildir.
e. Ayrıca, Ebu Hureyre’nin Hz.
Ali’nin zemmi hakkında rivayet ettiği hadisler nerede? Hadis alimleri, bu
hadisler hakkında ne demiş? Acaba, Ebu Hureyre için bunu bir cerh mi
saymışlardır? İskafi’nin zikrettiği şey, Şi’i bir desisedir. Bunun arkasında
Muaviye ve Ebu Hureyre’yi kötülemek maksadını taşır.
f. Ebu Hureyre’nin avam kimselerden olduğu,
hiçbir tabakada zikredilmediği ve fazileti hakkında da hiçbir rivayetin
bulunmadığı iddiası doğru değildir. Çünkü o, hafız sahabelerin büyüklerinden ve
fetva ehlinden birisidir. Nitekim Hz. Ömer onu Bahreyn’e vali yapmıştır. Hz.
Muaviye’de onu birkaç defa Medine’ye vali olarak tayin etmiştir. Hiçbir
tabakada zikredilmemiş olduğu sözü de doğru değildir. Çünkü Ebu Hureyre,
Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicretin yedinci yılında hicret
edenlerdendir. Fazileti hakkında bir rivayet yok demek te yanlıştır. Hz.
Peygamber ile üç yıl beraber kalması ona fazilet ve şeref olarak da yeter.
Kaldı ki, Hz. Peygamber, ona ve annesine dua etmiştir. Aynı zamanda Ebu
Hureyre, Suffe ehlindendir. İmam Müslim onu, faziletli olan sahabelerden
saymıştır.
Ondan
sonra yazar Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği ve tenkit edilen mezkur rivayetleri
tek tek cevaplandırır
g. Ebu Hureyre’nin alim ve fakih
olmadığı iddiası da yanlıştır. Bilakis o, sahabenin alimlerinden olup, fetvada
kaynak olan birisiydi. Nitekim bu konuda İbnu’l-Humam, Zehebi ve İbn Emir
el-Hac onun fakih olduğuna dair sözleri mevcuttur.
Buhari Müslim
Hakkındaki İddialar:
a. Alimler, Buhari ve Müslim’in
birçok hadislerini tenkit etmiş ve her rivayetine itimat edilmeyeceğini, ayrıca zayıf
hadislerin de bulunduğunu söylemişlerdir.
b. İbn Hacer ve Nevevi şerhlerinde birçok
sorunlar yatmaktadır.
c. Bu iki esere bir çok İrailiyyat girmiştir.
d. Buhari ve Müslim’in sıhhatli
oluşu isnat yönüyledir. Yoksa dirayet yönüyle değildir. Dolayısıyla
hadislerinin metin yönünden tasfiye edilmesine ihtiyaç vardır.
Cevaplar:
a. Hiç Şüphesiz ki, Buhari ve Müslim Allah’ın
kitabından sonra en sahih kitaplardır. Hadislerinin sıhhatinde herhangi
bir itham yoktur. İslâm Ümmeti bu iki
kitabı ilim ve amel yönüyle kabul etmiş, bir çok alim de bunu ifade etmiştir. Yazar, bu ifadelerinden sonra Nevevi, İbn
Hacer, İbn Teymiye, Ahmet Şakir ve Dehlevi gibi çeşitli İslâm alimlerinin
konuyla ilgili sözlerini nakleder.
b. Bazı sahih
hadislerin müşkil olması onların batıl oluşunu göstermez. Çünkü, insanların
idrak ve anlayışı değişiktir. Bilhassa söz konusu konular, gaybla ilgili olursa
bu böyledir. Binaenaleyh Nevevi ve İbn Hacer müşkil görülen hadisleri ne zaman
zayıf ve sahih olmadığı hükmünü vermiş ki bu, itham konusu olsun?
c. Buhari ve Müslim üzerine
müstahreçler yapılması, hakklarında her hangi bir töhmeti veya cerhi
gerektirmez. Çünkü müstahreç yazanların maksadı, müstahreç yaptığı kitaba
hizmet maksadıyladır. Dolayısıyla Buhari ve Müslim’e yapılan müstahreçler bu
kabildendir. Kaldı ki, müstahreçlerin birçok faydaları vardır. Bunlar, isnadın
yükselmesi, hadisin sıhhatinin ziyadeliği, hadisin tarik ve tercih çokluğuyla
takviye edilmesi gibi faydaları bulunmaktadır.
d. Ayrıca İsrailiyyata
dair rivayetlerinin tahdis edilmesine izin verilmiştir. Bununla ilgili
rivayetler mevcuttur. Kaldı ki rivayet edilmesinin cevazı, illaki itikat
edilmesini gerektirmez. Doğruya uygun olan alınır, uymayan ise, terk edilir.
İsrailiyyat şer’i ölçülerle tartıldığı zaman bir tehlikesi yoktur. Nitekim
hadisçiler bunların zayıf ve sahih olanını ayırmışlardır.
e. İmam Buhari sadece
muhaddis değildir. Aynı zamanda müctehid imamlardandır. Müctehid olduğuna en
büyük delil, babların tercemelerinde fıkhi istinbatların bulunmasıdır. Ayrıca
bu bablarda birçok ayet ve hadis, sahabe ve tabiin fetvalarını zikretmektedir.
Böylelikle o babın fıkhını ve istidlalini ortaya koyar. Dolayısıyla birçok ilim
adamı onun kitabını şerh etmiş ve hakkında çeşitli telifler yazmışlardır ki,
bunların sayısı 500’ü aşkındır.
Tenkit Edilen İki Hadis:
1.“Yüz senenin başında şu an yer
yüzünde bulunan hiçbir kimse hayatta kalmayacaktır” hadisidir. Bunu, Müslim,
Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed ve diğerleri tahriç etmişlerdir. Bu hadisten maksat,
o asrın biteceği, o mecliste bulunan sahabenin kalmayacağıdır.
Sonra yazar, konuyla ilgili
olarak alimlerin açıklamalarını getirir.
2.“Yedi tane acve hurmasını
sabahleyin yiyeni o gün zehir ve sihir tutmaz” hadisidir. Bunu, Buhari, Müslim,
Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, İmam Ahmed ve Darimi tahriç etmişlerdir. Ekseri
alimlere göre, bu Medine hurmasıdır.
Yazar konuyla ilgili alimlerin sözlerini
nakleder ve bu hadisin Nevevi bir mucizesi olduğunu söyler.
Hadisçilerin Metodu
Hakkındaki İddialar:
a. Hadisçiler, hadisin metnine
değil isnadına önem vermişlerdir. Eğer tenkitlerini metne yöneltmiş olsalardı
isnat yönüyle sahih olan birçok hadis metin yönüyle zayıf sayılırdı.
b. Hadis ulemasının, rivayetler
konusunda fıkhi bilgileri azdır. Kur’an’ın fıkhına az müracaat ederler. Hüküm
ve fetvalarını genelde hadislerden çıkarırlar. Örneğin, “namazı üç şey keser,
bunlar; kadın, merkep ve siyah köpektir” hadisiyle amel ettikleri halde
fıkıhçılar başka hadislere dayanarak bu hadisi reddetmişlerdir.
c. Hadisçiler raviler hakkında
farklı cerh ve tadil değerlendirmeleri uyguladıklarından dolayı, hadislere
verdikleri hükümlerde ihtilaf ederler. Bu sadece bir zevk işi olup herhangi bir
ölçüye dayanmamaktadır. Binaenaleyh bu ilme ait kaidelerin tamamının doğru
olması mümkün değildir.
Cevaplar:
a. Birinci iddia kesinlikle
doğru değildir. Çünkü bu daha önce oryantalistlerin ortaya attığı bir iddiadır.
Bilakis hadisçiler hadisi her yönüyle ele almışlardır. Hiçbir şeyi incelemeden
geri bırakmamışlar, hadisin hem isnad ve hem de metinini araştırmışlardır. Şu
ana kadar yazılan eserler bunun en büyük delilidir. “Eğer hadisçiler metin
tenkidine yönelmiş olsalardı birçok hadis terk edilirdi” sözünün delile
ihtiyacı vardır. Çünkü bu cüretkâr bir iddiadır.
b. kinci iddia ise, çok eskiye,
dayanmaktadır. Rey ashabının nebevi hadis hakkında bilgileri olmayınca rey ve
kıyasa kapılarak, hadis ehline ve uygulamalarına dil uzatmaya yeltenmişlerdir.
Dil uzatılan, Kütüb-i Sitte ashabı, Süfyan b. Uyeyne, Hammad b. Zeyd,
Abdurrahman b. Mehdi, Abdullah b. Mubarek, Yahya b. Main, Said el-Kahtan, İbn
Hibban ve DareKutni fakih değiller mi? Muhammed Gazzali, fakihlerin hesabına
hadis alimlerine dil uzatıyor. Böyle bir ayırım nereden geliyor? Halbuki hadis,
fıkıh ve tefsir alimleri birbirini tamamlayan ve ümmetin taktirini kazanan
kimselerdir.
Bu ifadelerinden sonra
yazar konuyla ilgili olarak, İbn Salah ve Tahavi gibi alimlerden nakiller
yapar.
c. “Üç şey namazı keser hadisini,
Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn Mace, Darimi ve İmam Ahmed tahriç etmişlerdir.
Sahabelerden bu hadisi nakledenler; Ebu Zerr, Ebu Hureyre, İbn ‘Abbas, Enes b.
Malik, Hz. Ayşe, Abdullah b. Mugaffel bu görüşe kail olmuşlardır. Alimlerden
‘Ata, el-Hasan, el-Basri, İmam Ahmed, Zahiriler, İbn Teymiye, İbn Kayyim ve
Şevkâni bu görüştedirler. Diğerleri ise, şu hadise dayanırlar, “Hiçbir şey
namazı kesmez”. Halbuki bu rivayet zayıf bir hadistir.
d. Hadisçiler raviler
hakkında farklı cerh ve tadil değerlendirmeleri uyguladıklarından dolayı,
hadislere verdikleri hükümlerde ihtilaf ederler iddiası, oryantalistlerden
gelen bir şüphedir. Hadis ilminin eserlerine müracaat edenler, bu dalın ne
kadar dikkate haiz bir ilim olduğunu anlarlar. Aslına bakılırsa bu ilim üç
noktayı inceler.
1) Hadisi kabul edilen ravi
kimdir?
2) Bu ravi nasıl tevsîk edilir?
3) Cerh ve tadil çelişirse
uygulama nasıl olur? Buna götüren amil nedir?
Bu soruların cevabı
şöyledir:
1) Raviyi kabul
etmede belirli nitelikler vardır. Bunlar da zapt ile adalet nitelikleridir. Bu
iki nitelik o ravide birleşirse sika sayılır. Dolayısıyla rivayeti kabul
edilir.
2) Veya ravinin
adaleti şöhret yoluyla sabit olur, yahut bir alimin tadil etmesiyle tadil
edilir, zaptı da sika ravilere muvafakat ederse adaleti sabit olur.
3) Ravinin tadil
sebebi zikredilmese bile, tadili kabul edilir. Çünkü tadil sebepleri çoktur.
Bunların zikredilmesi de zordur. Ama cerh, ancak sebebi açıklanırsa kabul
edilir. Zira cerh’in sebepleri azdır, zikredilmesinde de zorluk yoktur.
Belirli bir ravide
şayet, cerh ve tadil çelişirse, cerh, tadil’e takdim edilir. Cumhur’a göre bu
böyledir. Çünkü cerh eden kimsede fazla bilgi vardır. Tadil eden ise, ravinin
zahirine göre hareket etmiştir. Buna karşılık, cerh eden kimse, ravide gizli
bir durumu ortaya koyar. Ancak bu kaide mutlak anlamda değildir. Bazen tadil
cerh’e mukaddem olabilir.
Hadisin Sahihlik
ve Zayıflık Yönüyle İhtilaflar:
Bunu iki sebebe
bağlayabiliriz;
1) Hadisin sıhhat şartları farklı
olabilir. Hadis hakkında kendi içtihadı
doğrultusunda hareket eder.
2) Hadisin sıhhati
yönünden, şartların gerekliliği konusunda ihtilaf vardır. Örneğin bazıları,
mürsel hadisi, başka şartlara haiz olduğundan sahih kabul etmektedir. Bazıları
da ittisal şartı olmadığı için onu zayıf sayar. Ravide islâm mükellefiyet
adalet ve zapt şartları olduğu zaman rivayet ehlindendir. Hadisçilerin ravi
konusundaki tenkit ve cerh-tadil metotları, ihtiyat ve araştırmaya dayanır.
Bunu inceleyen birisi, bu şartları taşıyan ravinin yalan söylemesine aklen
ihtimal vermez. İşte, rical kitaplarını ve hadisçilerin metodunu okumayan
birisi bu hakikati görmez.
HICRET
Hicret dedigimiz zaman
manasi <intikal,yani bir kimsenin bir beldeden bir beldeye intikali>Bu
umum manasi gerek maddi,gerek manevi,gerek çalisma,gerekse dini yüzünden olsun
bir beldeden diger bir beldeye intikaline denir.
Burada tabi iki
beldeden kasit küfür diyarindan Islam diyarina intikaldir.Mevzuya geçmeden önce
bilmemiz gereken iki husus vardir.
Buda Islam da Darul
Küfür ve Darul Islam mefhumunun anlasilmasi, yani hangi diyar Islam
diyaridir,hangi diyar küfür diyaridir?
Bu gün en çok
tartisilan mevzulardan biride budur.
DARUL KÜFÜR dedigimiz
zaman,kafirlerin hükmettigi küfür kanunlarinin icra edildigi,kafirlerin
nüfusunun o beldede hakim oldugu diyardir.
Buda iki çesittir,bir
kismi Darul Harp:.Ikinci kismi Darul Sulh. Bir harp halinde
olup,sulh içinde yasanmasina Darul Sulh diyoyoruz.
DARUL SULH :Müslümanlar
ile kafirler arasinda sulumet,baris olan diyardir.Hükümler kafirlerin
olup,aralarinda Müslümanlarin da bulundugu beldedir.
DARUL ISLAM:Veya
Islam diyari dedigimiz zaman,müslümanlarin hükmettigi veya Islam hükümlerinin
icra olundugu ve nüfusun müslümanlara ait oldugu diyardir.Velevki nüfus
yönünden kafirler teskil etse bile,O Islam diyaridir.Önemli olan Islam
kanunlarinin geçerli olmasi ve icra edilmesidir.
Kuranda Hicreti
Emreden,Sünnet de Hicreti Emreden Deliller
Nisa Suresi
/ 97. Kendilerine yazik edenlerin canlarini aldiklari zaman onlara: "Ne
yaptiniz bakalim?" deyince, "Biz yeryüzünde zavalli kimselerdik"
diyecekler, melekler de:"Allah'in arzi genis degil miydi? Hicret
etseydiniz ya!"cevabini verecekler. Onlarin varacaklari yer cehennemdir.Orasi
ne kötü dönülecek yerdir!
/98. Çaresiz kalan,
yol bulamayan zavalli erkek, kadin ve çocuklar müstesnadirlar.
/99. Iste Allah'in
bunlari affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bagislayandir.
Evet bu ayeti
kerimeler bize hicretin faziletini anlatmaktadir.Islam kafir diyarindan veya
müsrik diyarindan,Islam diyarina _Abdullah’in oglu Cerir Rasulullah (sav)den
:Müsriklerin arasinda ikamet eden her müslümandan ben beriyim diyor,dedilerki
ya Rasulallah niye ?
_Çünkü ikisinin atesi
birbirine benzemez.Yani birbirinin hükümleri,kanunlari,nizamlari ayni degildir.
(Ebu Davud
2645/Tirmizide de sahih olarak gelmistir.)
*Kim bir müsrikle bir
olursa onunla bir mesken kurarsa oturursa,muhakkak ki onun gibidir( Ebu Davud )
Burada bir müsrikle cima üç surette olur
Birincisi bir müsrik
kadinla evlenmek sureti ile,ikincisi bir müsriki kendine dost edinip onunla
yasamak sureti ile,üçüncüsüde bir müsrik kadinin veya bir müsrik erkegin
müslüman olduktan sonra müsrik kadinla veya erkekle esi ile kalmasi sureti ile
olur.Iste bunlardan birtanesi vuku bulursa onunla yerlesirse onun gibidir.
Bir müsrik müslüman
olduktan sonra müsriklerden ayrilmadik ca , Hicret etmedikçe Allah onun hiçbir
amelini kabul etmez (Nesei , Zekat 73 / Ibni Mace hudut 2 / Ahmet 5/5)
Rasulullah (sav)den
sunu isittim; Tevbe kesilinceye kadar hicret kesilmez ve hicret devama eder ,
Kiyamete kadar bakidir , Günes battigi yerden doguncaya kadarda tevbe kapisi
kapanmaz.( (Ebu Davud 2475 / Darimi/ Ahmet 99/4)
Müsriklerele beraber
yerlesmeyiniz mesken edinmeyiniz ve onlarla beraber olmayiniz . Kim onlarla
mesken kurarsa ve birlesirse o kimse bizden degildir . (Hakim Müsteddede
zikretmistir / Hafiz Zehebide sahih demistir.)
Evet böyle bir
giristen sonra Hicretin manasina gelelim ;
Lugatta : Terk etme ,
bir boslugun dolmasi manasindadir.
Istilahta : Küfür ve
sirk diyarindan Islam diyarina intikaldir.
Hicret iki çesittir ;
1_Maddi ve cismani
Hicret vardir , buda intikaldir .Kisinin maddeten ve cismen intikal etmesi ,
buda hicretin her yerini kapsar herhalde
(Ikinci manasi vardir
ki aslinda ilk hicretten önce maddi ve cismani hicretten bu ikinci hicret daha
önemlidir.Buda hakiki ve manevi hicrettir ki cesette buna tabi olur . Buda
söyledir ki ;)
2_Baskasinin yani
Allah tan gayri bütün efradin her seyin muhabbetinden ve kullugundan Allah in
muhabbet ve kulluguna hicret .Baskasinin korkusundan veya ümidinden veya
baskasina tevekkülden Allah a dönme Ona intikal etme buki manevi hicrettir . Bu
manada Rasulullah (sav)den bir rivayet vardir.
Muhacir
(hicret eden kimse ) Allah in nehyetmis oldugu yasakladigi masiyet saydigi
seyleri terketme (Ebu Davud 2481/Buhari / Müslim )
__Bir müsrik Müslüman
olduktan sonra müsriklerden ayrilmadikça hicret etmedikçe Allah onun hiçbir
amelini kabul etmez.(Nesei zekat_73/Ibn i Mace hudut 2 )
AKLIMIZA SÖYLE BIR
SORU GELEBILIR _Hicretin gayesi maksadi amaci nedir ? Niye yapilmaktadir?
Evet Islam izzet ve
kuvvet dinidir . Bir müslümanin kafire kafirlere zelil olmasini kabul etmez.Bir
müslüman onlarin aralarinda kaldikça ister istemez kendi kalbinde , hislerinde
asagilik kompleksi dogar .Ve bu sekilde onlara dayanma durumuna düser. Ve
nitelendirilebilir
Bu yüzden Islam dini
hicreti farz kilmis gücü yeten bir müslümanin onlar arasinda müsaade etmemistir
.Bu gibi sebepler yüzünden , ancak zaruretler müstesna .
HICRETIN KISIMLARI Hicretin
birkaç tane kismi vardir ;
a)Darul harpten veya
Darul küfürden Islam diyarina hicrettir .Bunun farziyeti ilk hicretten beri
“yani müslümanlarin sav zamanindan tutunda Habesistan hicretinden , Mekkeden
Medineye hicretten ta kiyamete kadar bu hicret bakidir .(az önceki rivayet buna
delildir Ebu Davut 2475) Evet tevbe kapisi kapanincaya kadar Hicret kapanmaz .
b)Ikincisi ise ; Bidat
beldesinden çikmak ; Karamilitanlarin , zindiklarin bulundugu beldeden .
Imami Malik (ra)
dediki; Selefi Salihine sövüldügü , eza edildigi , küfredildigi bir beldede bir
kimsenin ikame etmesi helal degildir . Bunu Ibnul Arabi Ahkamul Kur an
tefsirinde 1/484 de nakletmistir . Evet bundan sebep onlarin bidatine
aldanabilir onlar gibi yani bidat ehli olur korkusuyladir.
c)Haramin galip oldugu
beldeden çikmak ; çünkü helali talep etmek her müslümana farzdir. Düsünün bir
beldede galibiyet haramda , yiyecek içecek te kazançta artik bir müslümanin
orada haramdan kurtulmasi maddeten mümkün olma durumu varsa ;bu defe ne yapar?
Helali kazanmak kastiyla baska bir memlekete hicret eder . Çünkü neden ? Helali
aramasi, talep etmesi farzdir . Ama yasadigi beldede kendi ihtiyaçlarini
karsilayacak helal seyler varsa ; ondan kazanabiliyorsa ; bu defa bundan muaf
tutulur. Ama öyle bir duruma düser ki Artik kendi ihtiyaçlarini haramlik
yüzünden gideremez . Galibiyet haramdir. Artik oradn intikal etmesi gerekir .
d)Bir müslümanin
nefsine yapilan eziyet yüzünden o yerden çikmasi gerekir . Müslümana eziyet
ediliyor dövülüyor , hapse atiliyor , çesitli eziyetler yapiliyorsa müslümanin
oradan çikmasi intikal etmesi gerekir. Bunu dinler tarihinde ilk olarak Ibrahim
as yapmistir . Çünkü kavminden korkunca (Hani biliyorsunuz putlari kirdi ,
onlarin taptiklarinin batil oldugunu her seyi anlatti onlardan beri oldugunu
söyledi ) dediki ; Ben Rabime hicret ediyorum (Ankebut 26) Ben Rabbime gidicem
ve O bana yol göstericektir (Saffat 11)
Biliyorsunuz ki bunu
Musa as da yapmistir. Askerlerden bir kiptiyi öldürünce Firavunun sarayindan
biri gelip çik burdan bir topluluk seni öldürmek için yola çikti dediginde ;
Oradan ayrilip Suayp as min oldugu yere Medyene hicret etmistir .
e)Müslümanin malina
veya namusuna eziyet korkusu varsa oradan çikabilir . Çünkü müslümanin mali ve
namusunun hicreti , kaninin haramligi gibidir . Müslümanin kani diger müslümana
nasil haramsa mali ve namusuda haramdir .
f)Zararli bir beldede
, yani o beldede hastalik varsa ve o beldeyi hastalik sardiysa o beldeden temiz
olan bir beldeye çikabilir. Peygamber efendimiz sav “ haramilere beldeleri
zarar görünce oturmaz hale gelince Merc denilen yere çikmalarina izin vermistir
.Taki beldeleri düzelinceye kadar.(Sihhi yönden düzelinceye kadar. )Ancak
hadiste bir istisna gelmistir. Taun hastaligi çikan yerden çikmak
yasaklanmistir. Çünkü o hastalik baska yere sirayet etmesin diye taun olan
beldeden disarida çikmasini ,içeride girmesini yasaklamistir. Tabiki bu istisna
kilinmistir.
Muhterem kardeslerim
simdi asil konumuza geçelim ; Darul harpte veya Darul küfür de ikame eden
kimseler yani müslümanlar üç kisimdir ;
1.Kisim Bunlar
kafirlerle ikame ediyor ve onlara ragbet ediyor , dost olarak onlari seçiyor ,
dinlerinden razi oluyor ve onlari meth ediyorsun . Müslümanlara karsi o
kafirlere yardimci oluyorsun , böyle yapan bir sahis kafir olur. Islamin hükmü
bu sahis hakkinda budur , yani o adam kafirdir.
2.Kisim Mal
, evlat veya memleket sevgisi yüzünden onlarla ikamet ederse ; düsünün ki
oturdugu memleketi kafirler istila etmis , orada dogdun , orada büyüdün , malin
orada, ailen orada , her seyin orada , o memlekette dinini izhar edemiyorsa
,(izhardan kasit ; Eshedü enla ilahe illallah ve eshedü enne muhammeden abdehü
verasuluh demek degil , namaz kilmakta yeterli degil , yani dini açiktan ilan etmektir)
dinini yasayamiyorsa , Ben müslümanim , siz kafirsininiz , aramizda düsmanlik
vardir ! demesi , bunu izhar etmesi lazim , bu izhari yapamiyorsa , Hicrete de
gücü varsa , bunu yapmiyorsa , Hicreti terk etmesi yüzünden Allah ve Rasulüne
asi gelmistir . Bu sekilde büyük bir günah islemistir. Ancak bu memlekette yani
mal ve evlat sevgisi yüzünden o memlekette kaldigi için tekfir edilmez , ama
büyük günah islemis bir sahistir . Yani nefse zulmedenlerdendir. BU mevzuuyla
ilgili olarak Rasulullah sav zamaninda bir vakia olmus .
***Abdullah bin Mesut
naklediyor ; Müslümanlardan bir topluluk kafirlerle beraber idiler .
Müsriklerle beraber idler ve müsriklerin toplulugunu çogaltiyordu , onlarla
beraber olunca . müsriklerle kalan bir müslümana ok isabet eder ve böylelikle
onlardan bir tanesi ölür.
Veya müsrikler ne
yapar yapar onu öldürür . Iste onlar hakkinda Allah Nisa 97 yi indirir
Allah teala tevbe 24.
ayeti ile zikrolunan sekiz tane sinif yüzünden olan özrü geçersiz saydi. Bunlar
nedir ? Baba , ogul , kardes , akraba ,biriktirilen mal , zayi olmasindan
korkulan ticaret , razi olunan mesken bunlar yüzünden kisi hicret edemiyorsa ,
gücü yettigi halde , Allah cc onun bu özrünü kabul etmiyor .
Onun için hicrete gücü
yettigi halde Cenabi Hak onu fasiklardan saymistir . Büyük günah islemistir .
Allah a ve Rasulüne asi gelmistir ki ve bulunduklari belde Mekke beldesiydi
,Allah a en sevimli olan belde , en muhabbet duyulan beldeydi .O gün o beldede
kalmk özür sayilmiyordu ise artik ondan gayri olan beldelere ne demeli .
3.Kisim Darul
harpte ,Darul küfürde 3. grup müslümanlardan ; Kafirler arasinda beis olmayan
kimselerdir .Yani küfür beldesinde kalmasinda beis olmayan kimselerdir
.Bunlarda iki kisimdir ;
a ) Birinci sinif
dinini aralarinda izhar eder , kendi dinini kafirler arasinda izhar eder . Ve
onlarin küfrründen , küfür elinden kafirlerden teberrü eder . Evet onlarin
batilda oldugunu kendilerinin Hak ta oldugunu onlara tahsih eder. Evet sav
müsriklere ilk zaman okudugu
ayetlerden bir tanesi
_Ey kafirler toplulugu / kafirun _Siz Benden berisiniz , Bende sizden beriyim .
Böyle açikça dinini yasayabiliyorsa
tahsih edebiliyorsa o
zaman onlarin o beldeden baska beldeye hicret etmeleri gerekmez. O beldede
kalmalarinda herhangi bir beis yoktur .Sayet bir Islam beldesi kurulma durumu
olursa o zaman gider yoksa kalmasinda bir beis yoktur.
b)Ikinci sinif ise
mustazaaf yüzünden yani zarureti yüzünden de geçtigi gibi Nisaa75 Size ne
oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halki zalim olan bu sehirden
çikar, bize tarafindan bir sahip gönder, bize katindan bir yardimci
yolla!" diyen zavalli erkekler, kadinlar ve çocuklar ugrunda
savasmiyorsunuz! Yani kafirlerden tagullüs etmeye gücü yetmiyor , çikmaya
kurtulmaya , yol bulmaya durumu yoksa , aciz ise , ihtiyar , yasli , çocuk veya
esir durumda olan kimseler istisna edilmistir. Ve bunlar bir ayeti kerimede
diyor ki Rablerine söyle dua ederler ; Ey Rabbim bizi ehli zalim olan bu köyden
bizi bur dan çikar ve senin yaninda bize bir dost gönder.
Bu kimseler mustazaaf
, tabi bu devirde mustazaaf insan çok az veya yok gibidir .
Baska bir mesele daha
var . Buda kafir diyarinda veya darul harpte , ister darul hunpta i ister darul
sulhta olsun bunlar Darul küfrün kisimlaridir .
Küfür diyarina ticari
maksatla gitmeye gelince ; Alimler demislerdir ki dinini izhar edebilip
kafirlerle dost olmazsa kendinden emin ve dinini izhar edebilecekse bu sekilde
küfür diyarinda ticareti caiz görmüslerdir. Hatta bazi sahabelerden böyle
hicret edenler olmus Imami Ahmet in müsnedinde rivayetler vardir . lakin aksine
kafire dinini izhar edemeyip onlarla dost olma korkusu varsa , yani onlar gibi
olma korkusu varsa bu defa kati suretle islam beldesinden çikmasi caiz degildir
. Kafir beldeye yolculugun yasaklanmasi veya Kur anin o beldeye götürülmesi yasak
. Alimler böyle hamlediyorlar . Sayet dini yasamama korkusu varsa bu defa kati
surette gitmesi caiz degildir ..Böylelikle bu Hadisi serif düsman olan bir
memlekete Kur an ile seyahati yasaklamistir. Ve bu rivayet sahsa initbah eder .
Çalisma is maksadiyla
hicret veya göç böyle bir diyara gitme ayni hükme baglidir .
Allah Rasulü (sav)
biliyorsunuz O’nun hicretinden önce Habesistane hicret oldu.Ve ondan sonra
Müslümanlar sahabeler Mekke den Medine ye hicret ettiler.Osman ibni Affanin
kafilesi ile 83 kisi hicret ettiler.Ve Mekke’de sadece Rasulullah (sav),Ebu
Bekr,Ali (ra) ve
Esma binti Ebu Bekr
,birde rivayetlerde Ibni Hisamin siretinde geldigi gibi Hz.Ebu Bekrin oglu
Abdullah oda Mekke de bulunuyordu.
Tabi Mekke müsrikleri
Rasulullah (sav)’in ona iman eden bir toplumun artik buradan göç edip baska bir
yerde onlara karsi toplanip,birlesip harp açacaklarindan Rasulullah
(sav)efendimizin böyle bir ise tesebbüs edeceginden bir devlet kuracagindan
korktuklarindan dolayi Rasulullah (sav),çikartmaya ve onu öldürmeye
kasdetmislerdi.
Buda Rasulullah
(sav),hicretinden bir gece önce daha evvel anlastiklari bir vakitte devamli
istisare yaptiklari Darul Nedve denilen yerde toplandilar, Rasulullah (sav)in
durumunu konustular.Artik tahammül edilmez hale geldigini ve ona iman eden
kimselerin çok oldugunu ve bunlarin ileride onlara bükük bir tehlike arz
edecegini bu gibi meseleleri konustular.Bir aralik içeri insan suretinde Iblis
(la)
Içeri girdi.Evet bir
seyh suretinde içeri girdi.Ibni Hisamin siretinde bu sekilde naklediliyor. Ve
kendisine soruldu _Sen neredensin ?
Dedi ki _Ben
necitliyim ve ondan sonra bende sizlerle bu konuyu görüsmek istiyorum,bende
görüslerimi söylemek istiyorum .Onlarda tamam dediler Sende gel ve içeride
aralarinda çesitli kararlar aldilar her aldiklari karara bu iblis hayir diyordu
Ancak en sonunda Ebul Idalcem dedikleri Ebu Cehil almis olduklari kabul etti.O
karada su idi _Her kabileden bir genç alin ve bu her gencin eline keskin bir
kiliç verin ve böylelikle yarin geceleyin Muhammed yatagina girecegi zaman
birden bire üzetrine varsinlar ve onu öldürsünler,böylelikle
Kan bütün kabilelere
dagilmis olacaktir.Abdil menaf ogullari kabilelere karsi
gelemeyecektir,hangisinden kan talep edecektir.Böylelikle
Sayet diyet isterlerse
diyeti veririz,Böylelikle Muhammed ten kurtulmus oluruz.Ebu cehilin vermis
oldugu karar veya görüs buydu ve bu görüs ikrar edildi ve kabul edildi.Her
kabileden Rasulullah (sav),dinine ve ashabina düsman olan bir gencin eline
keskin bir kiliç verildi ve o gece Cenabi Hak Cibril (as)gönderdi Dediki Ya
Rasulallah sen bu gece burada yatma tabi Rasulullah (sav),orada yatmadi ve
yerine hz Aliyi yatirdi ve kendisine yaterken giydigi burdesini ona verdi sen
burada yat dedi Rasulullah (sav) de orada bulunuyordu fakat yatili degildi tam
o sirada geldiler yanlarinda Ebu Cehilde vardi lakin gençlerde vardi Rasulullah
(sav) öldürmeye gelen gençler
Bu kim diyordu
Rasulullah (sav) onlar tam girme sirasinda Yasin suresinin 1,11 ayetine kadar
okudu ve üzerlerine toprak saçdi ve attigi o toprak her müsrikin basinda yer
etti O an tabi Rasulullah (sav) göremediler Cenabi Hak onlara göstermedi.Yasin
8. okurken aralardan geçip gitti ve tabi içeriye girmeden önce baktilar ki
hepsinin üzerinde toprak var.Nereye kaybuldu diye sasirdilar göremediler.Ileride
ki sahislar dediler ki Muhammedi mi ariyorsunuz o çoktan buradan gitti dediler
birde içeriye girip baktilar ki Hz Ali yatakta yatiyor Rasulullah (sav) kendisi
bu defa daha sonra Ebu Bekr (ra)evine geldi tabi Ebu Bekr(ra) Rasulullah
(sav)den hicretten sonra Müslümanlarin Mekke den Medine ye hicretinden sonra
kendisi paygamber (sav)den hicret izni istiyordu Fakat Rasulullah (sav)
Onun her isteyisinde
diyordu ki _Umulur ki Allah sana bir Dost gönderir onunla beraber hicret
edersin ve bu söz onun kalbine yer etmisti Oda onunla beraber olmak istiyordu
bu hicrette.Ve kendisi bu sebeple iki deve satin almisti bu sebeple onlari
sakliyordu
Bir tanesi kendine bir
tanesi Rasulullah (sav) me Hz Aise ra anlatiyor diyor ki ;sav diger o gün hiç
gelmedigi bir saatte geldi ve dedi ki ;
Ebu Bekir Allah bana
hicret etme müsaadesi verdi _ve defa Ebu Bekir ra dedi ki ; Dostluklarinimi
ariyorsun Ya Rasulallah beraber hicret etmemizi istiyorsun .Evet Hz Aise
diyordu ki _O gün bir insanin ferahladiginda aglayacagini hiç düsünemiyordum.
Ferahliktan diger bir aglama geldi. Ferahliktan Ebu Bekir’ e aglama geldi. Bu
defe Abdullah arkad denilen bir dellal tuttular ve bunu kiraladilar. Oradan Ebu
Bekir ( r.a )’ nin evinin arkasindan ayrildilar, gittiler. Daha önce ogluna
dediki: Ey Abdullah biz sevr magarasina gidiyoruz.
Birkaç gün orada
kalacagiz .Sen bak insanlar ne diyorlar , bize haber getir. Ve bu dellalla
beraber sevr magrasina gittiler. Orada sav üç gün kaldilar ve Esma anlatiyor ;
Ben onlara yiyecek getirip götürüyordum .Abdullah ise gizlice haber topluyordu
ve haber getiyordu .
_Kim Muhammedi bulursa
ölü veya diri getirirse ona 100 tane deve ödül olarak verilecektir. Tabi sav
orada üç gün kalmisti .Ve ondan sonra rehberlerle beraber oradan Medine ye
hicret etmislerdi . Yolda giderken bu ödüle sahip olmak için Sürekabin Malik
isimli birisi Mekke ehlinden ati ile beraber yola çikiyor ve onlara ulasiyor,
onlari ileride görüyor. Lakin onlara her ulasmak istediginde atinin ayaklari
yere batiyordu ve kendisi iniyor ayaklari çikariyordu .tekrar biniyor yeniden
gidiyordu ve yeniden ayaklari batiyordu topraga ve bu bir çok kereler
tekrarlandi . Ondan sonra onlarin arkasinda bir duman gördü ve onlarla
Rasulullah sav’e kendisi arasinda onlarin ulasmasini engelleyen bir kuvvet
vardi . Ve arkaddan onlarin pesini birakmiycam dedi , yani kasti artik tamamen
degisti .Ve yanlarina varinca Rasulullah (sav)’den bir yazi isted.Hz Ebu Bekr
Ona bir yazi verdi ve kendisi Mekke’ye döndü.Mekke’nin fethinde Islamini izhar
etti.
Evet Mekke müsriklerinin
magraya gelip hani orada magranin agzinda ag yapan örümcekten,yuva yapan yaban
güvercininden bahseden rivayetler varya bunlarin hepsi uydurmadir.
Ve Rasulullah (sav)
Sevr magrasindan Medineye hicret ettiginde Hz Ebu Bekr (ra)ile hicret hicret
etmislerdir.Ilk olarak Kuba’ya geldiler
Rasulullah (sav)
uzaktan gelisini bir yahudi gördü.Ve sahibiniz geliyor diyerek haber verdi Ve
böylelikle müslümanlar,sahabiler göz yasilariyla
Karsilamis oldular.
Rasulullah (sav)’in hicreti böyle böyle olmustur.Hicreti miladi 622 yilinda
gerçeklesmistir.Bu hicret baslangicida müslümanlarin ilk takvimi sayildi ki
buna HICRI TAKVIM diyoruz.Rabiulevvel ayinin 11/12. günleri hicret vuku
buldu.Tabi bu takvimle diger tavim arasinda 6 asirlik bir fark gözetiyor.Bu gün
kafirlerin tiger takvimi kullandirmalari sirf bu hicreti unutturma
maksadiyladir,müslümanlarin zihninden tamamen bunu silme maksadiyladir.Çünkü
hicretin islam tarihinde büyük bir degeri vardir.Hicretin maksadi Islam
Devletine gitmesinden dolayidir.Bu gün bir müslümana sorsan hangi hicri aydayiz
çogu bilmez,hangi gündeyiz bilmez.Niye ?Çünkü artik bizim takvimimiz olmaktan
çikmistir.Fakat bu gün Kasim ayinda oldugumuzu senenin 2001 oldugunu çok iyi
biliyoruz.Lakin Hicri kaçinci senedeyiz kim biliyor?
Takviminde diger aylar
gibi 12 tane ay ismi vardir bunlar
*Muharrem *Safer*
Rabiul Evvel*Rabiul Ahir*,Cemazil Evvel*Cemazil Ahir*
Recep*Saban*Ramazan*Sevval*Zilkade*Zilhicce*
Ve bu aylar hilale
göre hesap görmektedir.Toplam günleri 355 gündür.Ayin bitimi 29/30 arsi olur.Hicretle
alakali oldugundan
takvimden kisaca
bahsetmek istedik .BASARI ALLLAH’TANDIR...
HICRETLER
- Bera
Ibnu'l-Âzib radiyallahu anh anlatiyor: "Hz. Ebu Bekr radiyallahu anh,
evinde babama ugradi. Ondan bir semer satin aldi. (Babam) Azib'e:
"Benimle oglunu gönder, onu evime kadar götürüversin!" dedi. Babam
bana:
"Hay onu götürüver!" dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber
çikti, bedelini alacakti. Babam, Ebu Bekr'e:
"Ey Ebu Bekr! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la (hicret ettigin) gece
ne yaptiniz?" diye sordu.
"Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de ögle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz
tenha idi, hiç kimseye rastlamadik. Önümüze uzun bir kaya çikti. Kayanin henüz
günesin degmedigi bir gölgesi vardi. Yanina konakladik. Ben kayanin yanina
geldim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in duldasinda uyumasi için eIimle bir
yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayip:
"Ey Allah'in Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup surada) uyuyun, ben
etrafinizi gözetlerim!" dedim. Derken yatip uyudu, ben de çikip etrafini
gözetlemeye basladim. Kayaya dogru sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla
karsilastim. O da bizim gibi gölgeye siginmak istiyordu.
"Sen kimlerdensin ey delikanli?" diye sordum. Medine veya Mekke'den
bir adama aitti. Ben tekrar:
"Koyununda süt var mi?" dedim.
"Evet!" dedi.
"Sagar misin?" dedim.
Tabii dedi ve sagmak üzere bir koyun yakaladi.
"Memede kil, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunlari bir çirp!" dedim.
Dedigimi yapti, beraberindeki bir kaba bir miktar süt sagdi. Benim de yanimda
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm için tasidigim bir kap vardi. Içmede,
abdestte onu kullanirdi. (Sütü kendi kabima aktararak) Aleyhissalâtu vesselâm'in
yanina geldim. Uyuyordu. Uyandirmak istemedim. Uyanincaya kadar yaninda durdum.
Süte biraz su kattim, dibi serinledi.
"Ey Allah'in Resülü, buyurun için!" dedim. O içti ben de memnun
oldum. Sonra: "Yola koyulma vakti gelmedi mi?" dedi.
"Evet!" dedim. Günesin zevâlinden sonra hareket ettik. Pesimize
Sürâka Ibnu Mâlik Ibni Cu'sem düstü. Biz sert bir arazide yürüyorduk.
"Ey Allah'in Resülü, bize yaklasti!" dedim.
"Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. Aleyhissalâtu vesselâm, Sürâkaya
beddua etti. Derhal atinin ön ayagi karnina kadar yere saplandi. Sürâka:
"Anladim ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için
ben de takipçileri sizden geri çevirecegim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm
dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri döndü. Yol boyu her kime rastladi ise:
"Ben size bedel burada gereken (aramayi) yaptim (kimse yok)!" dedi.
Böylece her kime rastladi ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdigi sözü
tuttu."
Buhâri, Menâkibu'l-Ensâr 45. Lukata 11, Menâkib 25, Esribe 12; Müslim, Zühd 75,
(2009).
- Hz. Ebu Bekr radiyallahu anh anlatiyor: "Biz magarada iken müsriklerin
ayaklarini görüyordum. Onlar bu sirada baslarimizin üstünde idiler.
"Ey Allah'in Resûlü dedim, onlar ayaklarinin asagisina bir bakacak olsa
bizi mutlaka görürler!" dedim. Bunun üzerine:
"Ey Ebu Bekr!" buyurdular, "Üçüncüleri Allah olan iki kisi
hakkinda ne zannediyorsun?"
Buhârî, Fezâilu'l-Ashâb 2, Menâkib 45, Tefsîr, Berâet 1; Müslim,
Fezâilu's-Sahâbe 1, (2381); Tirmizî, Tefsîr, Tevbe, (3095).
- Abdullah lbnu Sa'dî radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'in yanina bir heyet olarak geldik. Ben:
"Ey Allah'in Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artik hicretin sona
erdigini zanneden bir kavim biraktim" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Küffârla kital edildigi müddetçe, hicret sona ermeyecektir"
buyurdu."
Neâî, Bey'at 15, (7, 146).
- Ya'la Ibnu Ümeyye anlatiyor: "Fetih günü babam Ümeyye'yi getirip:
"Ey Allah'in Resûlü! Babamla hicret sarti üzere bey'at yap!" dedim.
Ama O:
"Onunla cihad etme sarti üzerine bey'at yaparim, artik hicret sona
ermistir" cevabini verdi."
Nesâî, Bey'at 15, (7,145).
-onlarin iman ettigi gibi iman edin- - Sehl Ibnu Sa'd radiyallahu anh
anlatiyor: "(Sahabîler lslâmi takvimin baslangicini tesbit ederken) ne
Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'in bi'set zamanina, ne de vefat zamanina
itibar etmediler. Fakat Medine'ye gelisine itibar ettiler."
Buhari, Menakibu'l-Ensar 48).
Ibadet Tevhidi'nin Alametleri
Hükümranligi
yüce ve güçlü olan, gücü yüksek ve galip olan, diledigine izzet veren ve yardim
eden, hikmeti geregi bazi kavimleri yücelten ve diger bazi kavimleri alçaltan
Allah'a hamdolsun. Kum tanelerinden ve yagmur damlalarindan fazla nimetleri
için O'na hamdederim. Inkar eden ve küfredenin inadina sehadet ederim ki,
Allah'tan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki,
Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Insanlarin efendisidir. Mucize ayetler ve
surelerle desteklenmistir. Allah O'na, ailesine, hayirli önderler ve seçkin
liderler olan sahabilerine salât ve çokça selam eylesin. Ey Allah'in kullari! Gizli ve açik islerde
O'nu gözetin. Sabah ve aksam O'na hakkiyla ibadet edin. Nimetlerine sükredin.
Çünkü sükreden için nimetlerini artiracagini bildirmistir. O'nun yüce
makamindan korkun ve siddetinden oldukça sakinin. (Ey iman edenler! Allah'dan
nasil korkmak gerekiyorsa öyle korkun ve ancak müslümanlar olarak can
verin.) Ey müslümanlar! Allah'i hakkiyla
takdir edin. Yüceliginin alametlerine bakin. Imaninizin artmasi ve O'nun önünde
boyun egmeniz için ayetleri ve mülkü hakkinda, hükümranligi hakkinda, hayret
verici yaratmasi ve yoktan varetmesi hakkinda düsünün. Allah Teâlâ, Kitab-i
Mübini'nde söyle buyurur: (Kesin bir sekilde inananlar için yeryüzünde ayetleri
vardir.) Ve söyle buyurur: (Muhakkak göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile
gündüzün degisip durmasinda elbette akil sahipleri için deliller vardir.)
Sasirtici ve hayret verici bir yaratma, heybetli ve büyük bir kainat... Dogu ve
bati, savas ve baris, kuru ve yas, aci ve tatli, günesler ve aylar, rüzgarlar
ve yagmurlar, gece ve gündüz, çekirdekler ve bitkiler, canlilar ve ölüler,
ayetler ve ayetlerin etkisi sonucu olusan ayetler... O yüce ilahi her türlü
noksanliklardan tenzih ederim. Düsünenler için isaretlerini açikça ortaya koydu
ve bakanlara delillerini gösterdi. Gafiller için ayetlerini açikladi. Inatla
karsi çikanlarin mazeretlerini ortadan kaldirdi ve inkarcilarin delillerini
çürüttü.En güzel yaratici olan Allah ne kadar da yücedir! Abdullah b. Mes'ud
radiyallahu anh söyle der: "Dünya semasi ile ondan önceki sema arasinda
besyüz yillik bir mesafe vardir. Her iki sema arasinda besyüz yillik bir mesafe
vardir. Yedinci sema ile Kürsî arasinda besyüz yil vardir. Ars, suyun üzerinde;
Allah azze ve celle de Ars'in üzerindedir. Ve O, sizlerin ne yaptigini bilir."
Bunu, Dârimi "er-Reddu alâ'l Cehmiyye" adli eserinde rivayet eder.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Yedi kat sema Kürsî'nin
yaninda yeryüzünde bos bir alana atilmis bir halka gibidir. Ars'in Kürsî'ye
üstünlügü ise, o alanin o halkaya üstünlügü gibidir." Bunu, Beyhaki
"el-Esmâu ve's Sifât" da rivayet eder. Ibni Cerir tefsirinde kendi
senediyle Ibni Abbas radiyallahu anh'in söyle dedigini rivayet eder: "Yedi
kat sema ve yedi kat yer Allah'in elinde ancak sizden birinin elindeki bir
hardal tanesi gibidir." Ey müslümanlar! Allah celle ve alâ'nin azametinin
ve kudretinin delillerinden biri de Buhari ve Müslim'in, Abdullah b. Mes'ud
radiyallahu anh'tan rivayet ettikleri su hadistir: "Yahudilerden bir alim
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek söyle der: "Kiyamet günü
Allah gökleri bir parmagi üzerine, yerleri bir parmagi üzerine, suyu ve topragi
bir parmagi üzerine, diger mahlukati da bir parmagi üzerine koyar. Sonra onlari
hareket ettirerek "Melik ancak benim" buyurur." Abdullah b.
Mes'ud söyle der: Andolsun ki, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'i onun sözünden
hoslanarak ve söyledigini tasdik ederek azi disleri görününceye kadar güldügünü
gördüm. Sonra Rasulullah su ayeti okudu: (Allah'i hakkiyla takdir edemediler.
Halbuki Kiyamet günü Arz toptan O'nun kabzasindadir. Gökler de O'nun sag eli
ile dürülmüstür. O, kosmakta olduklari ortaklardan münezzehtir ve çok
yücedir.)" Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Allah'in Ars'i tasiyan meleklerinden, kulak memesi ile omuzu arasinda
yediyüz yillik mesafe olan bir melek hakkinda konusmama izin verildi." Bu
hadisi, Ebu Davud rivayet eder. Buhari Sahihi'nde Ebu Hureyre radiyallahu
anh'tan, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder:
" Allah semada bir emre karar verince melekler O'nun kavline boyun egerek
kanatlarini vururlar. Tas üzerindeki zincir gibi (ses çikar). Nihayet
kalplerinden korku giderilince "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. Onlar
da "Hak (buyurdu). O, çok yüce ve çok büyüktür" derler." Kudret,
hükümranlik, büyüklük ve yücelik sahibi Allah'i tüm noksanliklardan tenzih
ederim. O'ndan baska ilah yoktur ve O, ölmeyen diridir. Ey müslümanlar! Bunlar
Allah'in açik ayetlerine, karsi konulamaz kudretine ve hayret verici azametine
isaret eden bazi delillerdir. Acaba biz, Allah'i sanina yarasir sekilde takdir
edebildik mi? Geregi gibi O'nu tazim edebildik mi? Yarattiklari ve kullari
olarak bizlerin üzerindeki hakkini yerine getirdik mi? Muaz b. Cebel
radiyallahu anh söyle der: "Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in
"ufeyr" denilen hayvaninin arkasina binmistim. Bana "Ey Muaz!
Allah'in kullari üzerindeki hakki ve kullarin Allah'in üzerindeki hakki nedir
bilir misin?" "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dedim. Söyle
buyurdu: "Allah'in kullari üzerindeki hakki hiç bir seyi ortak kosmayarak
O'na ibadet etmeleridir. Kullarin Allah üzerindeki hakki ise kendisine hiçbir
seyi ortak kosmayana azap etmemesidir." Muttefekun aleyh. Ey müslümanlar! Zulmün en kötüsü ve
günahlarin en büyügü Allah'a sirk kosmaktir. Sadece O'nun hakki olan seyleri
baskasina sarfetmek ve baskasina yönelmektir. (Kim Allah'a ortak kosarsa, hiç
süphesiz Allah ona cenneti haram kilmistir. Onun varacagi yer ise atestir.
Zulmedenlerin de hiçbir yardimcilari yoktur.) Ve söyle buyurur: (Pisligin ta
kendisi olan putlardan uzak durun ve yalan söylemekten de kaçinin. Kendisine
sirk kosmaksizin yalniz Allah'a yönelenler (olun). Kim Allah'a ortak kosarsa
sanki o, gökten düsüp parçalanmis da kendisini kuslar kapmis, rüzgar onu uzak
bir yere sürüklemis gibidir.) Allah'in kullari! Sirkten ve sirke yolaçan
nedenlerden sakinin. Bilin ki tanimak, ondan kurtulmanin yoludur. Huzeyfe
ibnu'l Yeman radiyallahu anh söyle der: "Insanlar, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'e hayirdan soruyorlardi. Ben ise bana ulasmasindan korktugum
için serden sorardim." Müttefeku'n aleyh. Ey müslümanlar! Ilim yönünden
zayif olan ve peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem'in seriatina çok az bakan
ve muttali olan bazi müslümanlarin içerisine düstükleri üzüntü verici
durumlardan biri de, tevhidin aslina veya kemaline ters düsen durumlara
düsmeleridir. Bu durum, Allah'a ibadet ve tâat tevhidiyle alakali bir takim
konulara ve hükümlere dikkat çekmeyi ve uyarida bulunmayi gerektiriyor.
Kur'an'in parlayan delilleri ve sünnetin kesin hüccetleri susayanin susuzlugunu
giderecek ve sikintida olana yardim edecek, sasirani dogru yola iletecek ve
Rahman'in dostlarini seytanin dostlarina üstün kilacak sekilde açik bir beyan
ile gelmistir. (Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana
hakki ve daha güzel bir açiklama getirmisizdir.) Ey müslümanlar! Tevhidi
gerçeklestirmenin bir sarti da, çirkin anlami kastedilmemis olsa bile Allah'a
sirk ifade eden sözleri söylemekten kaçinmaktir. Allah'dan baskasi adina yemin
etmek küçük sirktir. Allah'dan baskasi adina yemin eden tehlikeli bir günah
islemistir. Yemin eden, üzerine yemin ettiginin Allah gibi tazime layik
olduguna inanirsa bu büyük sirk olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
söyle buyurur: "Allah'dan baskasi adina yemin eden süphesiz kafir olmustur
ya da sirk kosmustur." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Ve söyle buyurur:
"Ne babalariniz, ne anneleriniz ne de (sirk kosulan) ortaklar adina yemin
edin. Ancak Allah adina yemin edin. Ve ancak dogru söylediginizde Allah adina
yemin edin." Bunu Ebu Davud rivayet eder. Nebi üzerine, veli veya cin
üzerine, Kâbe, seref ve hayat üzerine yemin etmek caiz degildir. Ancak Allah
adina, O'nun isimleri ve sifatlari üzerine yemin etmek caizdir. Kim Allah'dan
baskasi üzerine yemin ederse tevbe etmesi ve bunu bir daha yapmamasi vacip
olur. Nesai, Sa'd ibni Ebi Vakkâs radiyallahu anh'tan sunu rivayet eder:
"Bazi konulari konusuyorduk. Ben, cahiliyyeden yeni dönmüstüm. Lât ve Uzza
adina yemin ettim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabileri bana söyle
dedi: "Ne kötü söz söyledin. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e git
ve O'na bunu haber ver. Çünkü biz senin kafir oldugunu görüyoruz. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'e gittim ve durumu haber verdim. Bana söyle dedi:
"Üç kez, "Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ serike lehu / Allah'dan baska
ilah yoktur, O tektir ve ortagi yoktur" de. Üç kere seytan'dan Allah'a
sigin. Sol tarafina üç kez tükür ve bir daha yapma." Ey müslümanlar!
Yaratici ile yaratilani esit kilan "Allah ve sen dilersen",
"Benim için Allah'dan ve senden baskasi yok", "Allah'a ve sana
güvendim" ve benzeri anlamlardaki cümleler gibi çirkin sirk lafizlarini ve
nehyedilmis sözleri söylemekten sakinin. Imam Ahmed'in Müsnedi'nde bir adamin
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e söyle dedigi rivayet edilir: "Allah ve
sen dilersen" Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Beni Allah'a ortak mi kostun? Bilakis "sadece Allah
dilerse" de." Allah'in kullari! Allah'a güzel isimleri ve yüce sifatlari
ile yönelin. Ihtiyaçlarinizi, zayifliginizi ve Allah celle ve alâ'ya olan
ihtiyacinizi dile getirerek Allah'a yönelin. Salih amel ile O'na yönelin.
Tevhide sirkin bulasmasini önlemenin en önemli yollarindan biri de Allah'a
mesru tevessüllerle yönelmektir. Mülkün ve yildizlarin Rabbi Allah'a sirk
kosmaya neden olan bid'at lafizlardan ve tevessüllerden sakinin. Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in makami ile, hürmeti, bereketi ve hakki ile
tevessül etmek vaya evliyalarin hakki ve benzeri yasaklanmis tevessül
sekilleriyle, mesru olmayan dualarla tevessül etmek gibi... Ey müslümanlar! Bazi degersiz kimselerin ve
avamdan bir takim insanlarin yaptigi gibi nazarlik ve muska takmaktan sakinin.
Bu gibi kimseler, halkalar ve ipler, deniz kabuklari takinirlar. Tilsimlar ve
kemikler takinir, yanlarinda kurt disleri ve hayvan derileri tasirlar. Bunlari
boyunlarina, bineklerine ve kapilarina asarlar. Kötülükleri ve felaketleri
uzaklastirdigina, sikintilari ve belalari ortadan kaldirdigina, nazar edenlerin
nazarini ve haset edenlerin hasedini engelledigine inanirlar. Bütün bunlar
kisiyi helaka düsüren ve mahveden sirklerdendir. Çünkü kendisine siginilmasi
gereken, isteklerin kendisine yöneltilmesi gereken sadece ve sadece Allah celle
ve alâ'dir. (Eger Allah sana bir zarar dokundurursa yine O'ndan baska onu
giderecek yoktur. Eger sana bir hayir dokundurursa; iste O, her seye gücü
yetendir. Kullarinin üzerinde kâhir olandir O. O, hikmeti sonsuz olandir,
herseyden haberdardir.) Ey müslümanlar!
Bu hurafeler ve inanislar hiçbir zaman felaketlerden korumaz. Hastaliklara ve
belalara karsi muhafaza etmez. Bu düsünce ve inançlarin atilip terkedilmesi,
bunlarla iliskinin tamamen kesilmesi gerekir. Imran b. Husayn radiyallahu
anh'tan su rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir adamin
pazusunda sari bir halka görür. "Bu nedir?" der. "Zayiflik
nedeniyle (taktim)" der. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "O ancak senin zayifligini artirir. Onu at! Çünkü üzerinde o
varken ölsen ebedi olarak kurtulusa eremezsin." Bunu Imam Ahmed rivayet
eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bir temime
(muska vb.) asanin Allah (isini) tamamlamasin." Bu hadisi Imam Ahmed
rivayet eder. Yine Imam Ahmed'in rivayet ettigi bir hadiste Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem"e bir grup biat etmek üzere gelir. Dokuzundan
ile biat alir ve birini terkeder. "Ya Rasulallah! Dokuzundan biat aldin ve
bunu terkettin?" derler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
"Üzerinde temime (muska) var" der. O kisi elini sokar ve temimeyi
koparir ve biat eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Kim temime (muska, nazarlik vb.) takarsa sirk kosmustur." Huzeyfe
ibnu'l Yeman radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: Bir adamin elinde okunmus
bir ip görür. Onu kopararak söyle der: "Bu üzerindeyken ölseydin senin
cenaze namazini kilmazdim. Sonra su ayeti okur: (Onlarin çogu sirk kosmadan
Allah'a iman etmezler.) Ey müslümanlar!
Sihir yapanlara, kahinlere ve insanlarin gözlerini boyayan büyücülere, falcilara,
bakicilara ve müneccimlere, burçlardan haber verenlere, el ve fincan falina
bakanlara ve medyumlara gitmekten sakinin. Onlar, gaybi (bilinmeyeni)
bildiklerini, kalplerden geçeni bildiklerini iddia ederler. Onlar sahtekar ve
yalancidirlar. Insanlari aldatarak kandirirlar. Bir takim çizgiler çizer,
anlasilmaz sözler söylerler. Saçmasapan düsüncelere ve hurafelere sahiptirler.
Cinlerden yardim isterler. Bir takim harfler, rakamlar ve isaretler tasiyan
yazilar yazarlar. Hatta kendilerine gelenlerden rengini ve vasiflarini
bildirdikleri bir takim hayvanlari kesmelerini isterler. Kanlarini vücutlara,
duvarlara ve kapi esiklerine sürerler. Bu sekilde cine yönelir ve seytana
ibadet ederler. Rahman'a sirk kosarlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
söyle buyurur: "Allah'tan baskasi için kurban kesene Allah lanet
etsin!" Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Onlarin hilelerinden biri de
kendilerine gelenlere gömülmesi için veya yakilmasi için bazi esyalar
vermeleridir. Allah'in kullari!
Böylelerine gitmekten ve onlara soru sormaktan sakinin. es-Sâdik el-Masdûk olan
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim bir arrâfa
(gaybi bildigini iddia edene) gider ona bir sey sorarsa kirk gece (gün) namazi
kabul olunmaz." Bunu, Müslim rivayet eder. Ve söyle buyurur: "Kâhine
veya arrâfa giden ve onun söyledigini tasdik eden Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'e indirileni inkar etmistir." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Imran
b. Husayn radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle
buyurdugunu rivayet eder: "Ugur yapan ve ugur yaptiran, kehanet yapan ve
kehanet yaptiran, sihir yapan ve sihir yaptiran bizden degildir." Bu
hadisi Bezzâr rivayet eder. Ey müslümanlar! Tevhidin safligini bulanikliktan
koruyun. Sirkin pisliklerine karsi dikkatli olun. Bilin ki; bir agaçla, bir
kabirle veya tasla, bir yerle, bir magarayla, bir pinarla veya bir eserle
teberrük etmek (ondan bereket ve fayda ummak) caiz degildir. Ebu Vâkid
el-Heysemi radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem ile birlikte Mekke'den Huneyn'e dogru yola çikarlar. Kafirlerin
kutsal saydiklari ve teberrüken silahlarini astiklari, "Zâtu Envât"
denilen bir agaçlari vardir. Büyük yesil bir agacin yanindan geçerlerken
"Ey Allah'in Rasulü! Onlarin bir zâtu envâti oldugu gibi bize de bir zâtu
envât tayin et" derler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Nefsim elinde olan (Allah)a yemin olsun ki, Israilogullarinin
Musa'ya "Onlarin ilahlari gibi bize de bir ilah tayin et" dedikleri
gibi dediniz. O söyle dedi: "Siz cahillik yapan bir kavimsiniz."
Süphesiz bunlar bir yoldur ve sizler sizden öncekilerin yollarindan birer birer
geçeceksiniz." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Ey müslümanlar! Bilin ki; Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'in kabri ile, esyalari, elbiseleri ve ibadet ettigi yerlerle de
teberrük etmek caiz degildir. Mescidlerin duvarlari, topraklari veya kapilari
ile öperek veya el sürerek teberrük etmek caiz degildir. Bu mescid Mescid-i
Haram ve Mescid-i Nebevi dahi olsa bile... Haceru'l Esved'i öpmek ve Ruknu'l
Yemâni ile Haceru'l Esved'e el sürmek ise mesrudur. Ibni Ömer söyle der:
"Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in Yemen tarafindaki iki köse (Ruknu'l
Yemani ve Haceru'l Esved) disinda Kâbe'nin hiçbir yerine el sürdügünü
görmedim." Muttefekun aleyh. Yine de bunula teberrük kasdedilmez. Sadece
ibadet ve Rasulullah'a uyma kasdedilir. Ömer radiyallahu anh söyle der:
"Allah'a yemin olsun ki ben seni öpüyorum ve senin bir tas oldugunu, zarar
ve fayda vermedigini biliyorum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in seni
öptügünü görmeseydim seni öpmezdim." Bunu, Müslim rivayet eder. Genel
olarak Allah'in Kitabi'ndan veya Rasulü'nün sünnetinden kendisiyle teberrük
etmenin caiz olduguna dair hiçbir delil olmadan bir seyle teberrük etmek caiz
degildir. Ey müslümanlar! Insani mahveden ve helak eden sirkin bir çesidi de
ölülerden yardim dilemek, onlara dua edip yalvarmak; ihtiyaçlarin
giderilmesini, dertlerin ve sikintilarin ortadan kaldirilmasini onlardan
istemek; adak ve kurban ile, kabirlerin etrafinda tavaf ederek; esiklerini,
duvarlarini ve örtülerini öperek, yanlarinda itikafa girerek onlara yönelmek;
onlar için muhafizlar ve hizmetçiler tahsis etmek ve benzeri putlara tapanlarin
ve seytanin dostlarinin amellerinden olan davranislardir. Bunlar, amelleri bosa
çikaran büyük sirktir. Allah'in Kitabi'na ve insanlarin efendisi Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine terstir. Allah celle ve alâ söyle
buyurur: (Allah'dan baska kendisine Kiyamet'e kadar (dua etse bile) cevap
veremeyecek olan ve kendilerine yaptiklari duadan habersiz olan kimselere dua
eden kisiden daha sapik kim olabilir? Insanlar (mahserde) bir araya
toplatildiklarinda onlar, kendilerine düsman kesilir ve onlarin ibadetlerini
inkar ederler.) Ve söyle buyurur: (Iste bunlari yaratan Rabbiniz Allah'dir.
Mülk yalniz O'nundur. O'ndan gayri çagirdiklariniz ise, bir hurma çekirdeginin
zarina bile malik degildirler. Onlara dua etseniz dualarinizi isitmezler.
Isitseler dahi isteginizi yerine getiremezler. Üstelik onlar, Kiyamet günü
ortak kosmanizi inkar da edeceklerdir. Her seyden haberdar olan (Allah) gibi
kimse sana haber veremez.) Ey
müslümanlar! Peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini mescid edinerek
üzerlerine kubbeler yapmak, süslemek ve üzerlerine örtü örtmek büyük
günahlardan ve sirke götüren vasitalardandir. Sonuçta bu kabirler, Allah'in
disinda kendisine ibadet edilen putlar haline gelir. Buhari'de Aise ve Abdullah
b. Abbas'tan -radiyallahu anhum- söyle dedikleri rivayet edilir: Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'e ölüm gelince bir elbisesini yüzüne kapatir. Nefes
almasi zorlasinca yüzünü açar. Bu haldeyken söyle der: "Allah, yahudilere
ve hristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin mezarlarini mescid
edindiler." Onlarin yaptiklarina karsi uyariyordu. Ve söyle buyurur:
Insanlarin en serlileri Kiyamet koptugunda yasayanlar ve kabirleri mescid
edinenlerdir." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Ey müslümanlar! Kabirler
üzerine bina yapmak ve boyayip süslemek, üzerlerine yazi yazmak mesru olmayan
bir istir. Dinimizce reddedilmis ve yasaklanmistir. Cabir radiyallahu anh söyle
der: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kabirlerin kireçlenmesini
(boyanmasini), kabirlerin üzerine oturulmasini ve üzerlerine bina yapilmasini
yasakladi." Tirmizi ve digerleri sahih bir senetle "Üzerine yazi
yazilmasini" ilave eder. Sahih-i Müslim'de Ali b. Ebi Talib radiyallahu
anh'in Ebi'l Heyyâc el-Esedi'ye söyle dedigi rivayet edilir: "Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in beni gönderdigine; hiç bir sûret birakmadan
silmeye ve hiç bir yüksek mezar birakmadan düzeltmeye ben de seni göndereyim
mi?" Bir peygamberin veya velinin kabrinin yaninda Allah'a ibadet etmek
sirke yolaçan etkenlerden biridir. Üzerine mescid yapilmasa bile kabirleri
mescid edinmektir. Bu nedenle ne kabirlerin yaninda dua etmek ne de Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in kabrinin yaninda dua etmek caiz degildir. Çünkü
bu yerler dualarin kabul edildigi yerler degildir. Ebu Ya'lâ ve Muhtâra'da
Hafiz ed-Diyâ sunu rivayet ederler: Ali ibnu'l Hüseyn bir adamin Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in kabrinin yaninda bulunan bir bosluga gelip içine
girdigini ve orada dua ettigini görür. Onu bundan meneder ve söyle der:
"Babamdan duydugum, onunda dedemden duydugu, onun da Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'den duydugu bir hadisi haber vereyim mi? Söyle buyurur:
"Kabrimi bayram yeri edinmeyin. Evlerinizi de kabirlere çevirmeyin. Bana
salavât getirin. Çünkü nerede olursaniz olun selaminiz bana ulasir." Allah
beni ve sizleri hidayete ermis dogru yolu gösterenlerden ve rasullerin
efendisinin sünnetine tâbi olanlardan eylesin. Bu isittiklerinizi söyler, Allah'dan
kendim ve sizler için magfiret dilerim... Ihsani için Allah'a hamdolsun.
Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan
baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir.
Sehadet ederim ki; Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'in rizasina davet
edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine salât ve çokça
selam eylesin. Bundan sonra; Allah'tan hakkiyla korkun ve gizli ve asikar
hallerinizde O'nu gözetin. (Ey iman edenler! Allah'tan hakkiyla korkun ve
dogrularla beraber olun.) Ey
müslümanlar! Seriatini kullari üzerinde uygulamak da Allah'i tazim etmedir.
Allah'in seriatina boyun egmek ve hükmüne teslim olmak; seriata ters düsen
sosyalizm, komünizm, laiklik, irkçilik ve benzeri yikici fikirler ve
düsüncelere karsi savasmak müslümanlarin, imamlarinin ve yöneticilerinin
üzerine vaciptir. Hükmünde Allah'a sirk
kosmak, ibadetinde Allah'a sirk kosmak gibidir. Allah'in ve Rasulü'nün hükmünün
en dogru hüküm oldugunu inkar eden, Allah'dan baskasinin hükmünün Allah'in ve
Rasulü'nün hükmünden daha güzel olduguna inanan veya onunla ayni olduguna
inanan ya da Allah'in ve Rasulü'nün hükmüne ters düsen bir hükmün uygulanabilir
olduguna inanan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e indirileni inkar
etmistir ve Islam dininden çikmistir. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Hayir,
Rabbine andolsun ki, aralarinda çikan anlasmazliklarda seni hakem yapip sonra
da verdigin hükümden dolayi içlerinde hiçbir sikinti duymadan, tam bir
teslimiyetle teslim olmadikça iman etmis olmazlar.) Ve söyle buyurur: (Sana
indirilene ve senden önce indirilmis olanlara iman ettiklerini iddia edenleri
görmez misin? Kendisini inkar etmekle emrolunduklari halde Tâgut'un hükmüne
basvurmak istiyorlar. Seytan da onlari (hidayetten ayirip) uzak bir sapiklikla
büsbütün saptirmak ister.) Ey müslümanlar! Günleri ve aylari ugursuz saymak,
ugurlu ve ugursuz sayilan seylere göre hareket etmek, Islam seriatinin iptal
ettigi cahiliyye adetlerindendir. Bir seyi ugursuz saymak kaderi degistirmez.
Safer ayi da zarar veya fayda getirmez. Sahih-i Buhari'de Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Advâ (hastaligin
kendi kendine bulasmasi), ugursuzluk, hâmme(ölünün kemiklerinin kusa dönüsmesi)
ve Safer (ayinin haram aylardan olmasi) yoktur." Allah'dan korkun ey
Allah'in kullari! Kalplerinizi Mâlik'inize (Allah'a) baglayin ve hurafelerin
her çesidiyle savasin. Insanlarin en
hayirlisina salât ve selam eyleyin.Allah Teâlâ söyle buyurur: (Muhakkak ki
Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât
ve çokça selam eyleyin)
Ibadet kelimesi:
Ibadet kelimesini (kullugu) kur' anda, Tevhit, akide, iman (vs)
gibi ifadelerin yaninda daha kapsamli kullaniriz. Çünkü, bu kelimenin mefhumu,
bütün ifadeleri kapsayan çok sümullü, ve umumidir.
"Ben cinleri ve insanlari sadece bana ibadet etmeleri için yarattim"
; "ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et!"
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekleri yaradan Rabbimza kulluk (ibadet)
edin; iimulurki böylece korunmus olursunuz"
Bu ayetler ibadet kelimesine yüklenen umumiyetin delilidir. Tezahür eden bütün
düsünce, kasit, amel ve söz; her sey bunun kapsamindadir. Tevhit, iman, amel
(vs) gibi esaslar ibadet kelimesinin cüz'lerindendir, Bu ayetler gösteriyorki,
Ibadet emrolundugumuz her seyi teskil eden, kapsayan bir mefhumdur. Bu
ayetlerdeki kilit noktayi teskil eden ve mübhem olan bu kelimedir. Yani ibadet
kelimesi, anlasilmasi gereken çok temel bir kavramdir. Kulluk ve ibadet es
manadadir. Ibadet denildiginde isim (lügat mana) degil, müsemmada durulur.
Anlatilirken müsemma anlatilir. Ibadet kelimesi umumi bir kelimedir.has bir
meseleyi kast etmedikçe, bizim hususilestirmemiz tahrif olur. Bu kelimenin
umumi ve hususi manalarini ancak, siyak ve sibakla, veya sünnetle, veyahutta
vuku bulan vakia ile, tesbit edebiliriz.
Ayetler, öncelikle umum olarak ele alinir; hususilestirmek içinde muhassis bir
nas gerekir, bu manalari bilmek, bizim için dinleme konusma ve okuma teknigi
kazandirir. Tefsirde de malzeme olur. Bazen umumi bir ifadeden hususi bir mana
çikar.
"Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardim dileriz"
Bu ayetteki ifade umumi olmasina ragmen mana hususidir, "yardim
dileme" ibadetten bir cüz'dür. Bazen de, hususi bir ifadeden umumi bir
mana çikar, "onlar Allah 'tan gayrina ibadet ediyorlar" bu ifade her
ne kadar hususi olasada mana umumidir. Çünkü bu ayet arap müsriklerine
inmistir. Bu ayette geçen ifade de ibadet kelimesi umumi olmasina ragmen kast
edilen o' toplumun iki müskilati idi.
Arap toplumu nün müskilati, sefaat ve araci edinmeleri idi. Keza, kur'anda,
kilit noktayi teskil eden, Namaz, Hikmet, Vahiy'(v.s.) gibi, kelime ve
kavramlarin umumi ve hususi manalari vardir. Yani, bir kelime, bir yerde
geçtigi mana üzeri her yerde kullanilmaz.
(ör) Hikmet, vahye dayali, sünnettin müteradifi olan hususi manada bir
kelimedir, "Allah' hikmeti diledigine verir; her kime de hikmet veri ise,
ona pek çok hayir verir' diyerek manayi umumilestirir. Birinci manada bu kelime
hususi oturak ele alinirsa, tahrif gündeme gelir. Bu ayetteki hikmet kelimesi =
vahiy' olarak anlasilamaz. Buradaki hikmet kelimesi, ilim mansindadir.
Rasulullah (s.a.v.) ibni Abbasa yaptigi duada, 'Allah 'im ona hikmeti
ögret" derken, bu manada kullanilmistir. Bir kelime, kur'ani kerimde,
hangi manada, nerede, nasil geçtigi incelenmasi gerekir. namaz kelimeside dua
anlamiyla karistirilir. Namaz, tekbirden selama kadar olan bir ibadetin
ismidir. Bu ismin geçtigi her yerde bu manayi vermek büyük bir hata olur.
Çünkü, diger ayette,Allah' ve melekleri peygambere dua ederler, "derken
burada kast edilen lügat mana, yani dua dir. Kur'anda her hangi bir kelime, bir
yerde geçtigi mana üzeri her yerde kullanilmaz: ancak, siyak ve sibak, veya
muhatabi oldugu toplum, veyahut, sünnet ile açiklanir; mana verilir. Kur'anda
geçen herhangi bir kelime nin, mecazmi, kinayemi, çok iyi bilinmesi gerekir.
IBADET-KULLUK
Birinci hareket noktasi, fitratta ibadet. Kulluk = Tevhit
Tabii hasletler.
Fitrat.
Fitrattaki ibadet tabii hasletlerle bilinir. "Ibadet, zahiri ve batini,
ameli ve akli, riza ve hosnutlugu camii bir isimdir." Tevhit, Allah'i isim
ve sifatlarinda, fiillerinde ve fiillerimizde birlemedir. Sirkin zittidir.
Allah'in isin" ve sifatlarinda mecaz yoktur; Allah' meselul âlâ dir.
Allah2 misal verilmez. Fakat kinaye, sarf ettigi sözle baskabir sey kast
etmedir.
Bu kelimenin yani ibadetin lügat manasinda durmak mümkün degildir.bu iki kelime
ibadet kelimesiyle ayni manada olmasina ragmen ibadet kelimesi her ikisinide
kapsar.
Çünkü, Din ve ilah' yine ibadetin cüz'lerindenidir. Bu kelimenin yerine tapma
kelimesini kullanmak çerçeveyi daraltmak olur. Herhangi bir nassin Âmm, Mücmel,
Hass ve Mutlak ifadeyle gelmesi, kur'an daki ifadenin biçiminden anlasilir.
"Muhammet ve onunla beraber iman edenler"
derken, öncelikle bu ifade, Âmm bir ifadedir.
Çünkü,. Ensar, Muhacir, Bedir ehli, Uhut ehli hepsini, bir ayrim yapmaksizin
kastetmektedir. Ancak, sadece "muhacir"dendiginde, bu önceki ifadeye
göre daha hass durumunda olur.
Âmm olan ifade den, herhangi bir anlami müstesna (kast edilenin disinda)
kilabilmek için, tahsis gerekir. Tahsis, katiyyetle keyfi olamaz mutlaka delil
ister. Buna muhass i s de denilir.
Âmm bir ifadeyi delilsiz, insan kendi görüs ve kanaati ile tahsis etmeye kalkar
ve bunun adina Tefsir derse, bu katiyyetle tahrif ve saptirtma olur. Keza,
mücmel (açiklamasiz) ifadeyi kendi görüs ve kanaatiyle tafsil edemez.
Mutlak bir ifadeyide kendi görüs ve kaati ile, mukayyed yani, kaideye
baglayamaz. Saptirtmalar her zaman, insanlarin ayetleri kendi görüs ve
kanaatleriyle açiklamalarindan kaynaklanmaktadir. o Okudugumuz herhangi bir
nassin âmm olup olmadigini, mücmel olup olamadigini, mutlak olup olmadigini
nassin ifade nazmindan ve seklinden anlasilir.
Mesela, namazi terk eden kafirdir derken, "terk eden" nekreli bir
ifade oldugundan umum olarak ele alinir. Yani umumiyet, kim tcrkederse
sözündedir. Ancak "Ahmet terkederse" denilmiyor. Iste buna
"tekfirul âmm" denilir.
Katiyyetle umum meseleleri tekfir etme, muayyen tekfir degildir. Katiyyetle
umum meselelerde tekfir, meselelerin hükmünü beyan etme tekfirul muayyen
degildir.
Namazi terk etmenin hükmü nedir? Denildiginde, namazi terketmek küfür, terkeden
kafir dir denilir. Ancak, "ben namazi terk ediyorum" denilirse, senin
kafir oldugun hükmü verilmesi için, Namazi terk etmenin, böyle bir cürmü
irtikab etmenin ne demek oldugunu bilmen gerekir, yani, mazeret hüccet ikame
edilmesi gerekir. Bu gibi müskilatlarin kaynak noktasi, temelde ifadelerin ve
ifade biçimlerinin anlasamamasindan kaynaklanmaktadir.
Umum ifadeleri tahsis eden bazen kinaye olur; bu kinayeyi delalet ettigi manada
kinaye mi mutlak mi oldugu ayird edilmelidir. Bunu ayird edememekten bir çok
müskilatlar vuku bulmustur.
Ifade biçimlerini kur'an üzerinde düsündükçe sekillenmis hali görülür.
IfadeIeride kullanilan gizli sirklerin bazilarini su sekilde verebiliriz: o
Allah ve senin hayatina yemin ederimki, o Ey falan kendi hayatima yemin ederim
gibi, o Su köpek olmasaydi, eve hirsiz girerdi, o Kisinin, Aallah ve sen
istersen demesi, o Allah ve falanca olmasaydi, gibi sözlerin hepsi sirktir.
Binaenaleyh, Allah lafzinin akabinde katiyvetle falan sözü getirmeyin!
"Allah ve falanca dilerse"
sözünün yerine,
"önce Allah' sonra!sen dilersen denilmelidir."
Yine, "önce Allah, sonra senin sayende" denilmelidir. "
"Ben, insanlari ve cinleri, ancak ve sadece bana ibadet etmeleri için
yarattim; onlardan bir rizik istemiyorum; beni yedirmelerimde
istemiyorum!"
Ayete, umum bir bakisla söyle bir toplu mana verebiliriz:
ben yaratmadim Insanlari ve cinleri basi bos, gayesiz, rastgele; bilakis,
onlari bir gayeye binaen yarattim."
Yasadigimiz bu kainat içinde yaradilis gayesi en çok bariz olan bir mahluktur
insan. bu ayette, insanoglunun yaradilis gayesi anlatilmaktadir; ve Allah, hiç
bir seyi gayesiz yaratmamistir. Her seyin bir sebebi vardir,
"biz hiç bir'seyi maksatsiz yaratmadik'
Insanin da yaradilis gayesi kulluktur. Yani, kullugu yaradana karsi yapmaktir;
bu ayet, tevhitteki ibadet mefhumuyla ele alinir.
Diger mahlukatla aramizdaki en belirgin fark, onlar kulluklarini yaradilis
gayelerine göre yaparlar; onlarin cüz'i iradeleri olmadigi gibi, ihtiyarlarida
yoktur. Fakat insan, irade ve seçme hakkina sahip oldugu gibi, kullukta
mükellef tutulanda, insandir. Düsünce, kasit, amel,
Bunlar, kulluk ve ibadet kavrami içindedirler. Insandan baska yaradilan her
sey, kulluklarini Allah'a takdim ederler.
Insan ise, kullugunu muhayyer olarak yapar; yani bunu ya' Allah'a ,yada ilah
edindiklerine karsi sarf eder.
Tevhitteki kulluk (Allah'tan gayri kime eda edecegin) ta, ihtiyar ve seçme
hakki verilmistir. Fitrattaki kullukta ise, seçme ve ihtiyar hakki söz konusu
olmadigi gibi, fitrattaki kullukta yapilan hiç bir seyde insana, güven,
rahatlik vermemelidir; bunlarin edasi, kurtulus vesilesi degildir; ancak
bunlar, kurtulus vesilesine nail olmaya sebep olur.
Bu, tevhit disinda kalan, ibadet mefhumunun ilmihal disi ibadetler olarak ele
alinir.
Bunlar içtimai hayatimizda, iyi gördügümüz seylerdir, (misal): Silai-rahim'i
koruma duygusu, fitraten vardrr. Sahabeden biri Rasulullah'a gelerek: ya
Rasulallah, ben Islama girmezden evvel, silai-rahim yapardim.
Simdi bir sevap varmi? diyor, bunun üzerine Rasul, "sen onlarla (silai-
rahimi yaparak) Islama nail olmussun ya." buyuruyor/' Ayetin devaminda,
"ben onlardan beni doyurmalarim, beni Riziklandirmalarmi istemiyorum"
demesi, Rizik endisesinin, Allah'i birlemeye, ibadete en büyük engel oldugu
içindir; bu endise salih amele de engeldir. Salih amel, sirksiz, zulüm
karistirilmamis amel demektir. Bu konuda ibni Abbastah gelen bir rivayette:
Rizik mukadder dir. Endisesi kadere imani zedeler.
Allah kafirin Rizkini kesmiyorsa, mü'min'inrizkini kesmesi düsünülemez.
İBADETTE IKI TEMEL ESAS
İzahını yapmaya
çalışacağımız konumuzun mevzusu, bir ibadetin kabul edilmesi için gerekli olan
şartlar nelerdir? Bu konuda nelere dikkat edilmelidir? neleri yapıp ve nelerden
uzak durulmalıdır bunun üzerine olacaktır.
Her konuda olduğu gibi, bu
konuda da bir çok yanlış anlamalar ve
uygulamalar toplumumuzda
eksik değildir. Bunun içindir ki bizde günümüz nisbetinde siz değerli
kardeşlerimizi bu gün bu konuda bilgilendirmeyi gaye edindik. Ta ki konu ile
alakalı görmüş olduğumuz bir münkeri neh-yetme veya konu ile alakalı bir
ma'rufu emretmede üzerimize düşeni yerine getirelim.
İsterseniz önce,
"İbadet" kavramının gerek lugavi ve gerekse ıstılah! manasını izah
edelim.
Lügat oLarak İBADET: Boyun
eğmek, Kulluk etmek, İtaat etmek m anasındadır.
İstılahi olarak ise;
İBADET: Allah'u Azze ve Celle'yi Rububiyetinde, İsim ve sıfatlarında,
uluhiyetinde birlemek için, Allah'a bu kelime altında takdim edilen her şeydir.
Daha kısa bir ifadeyle, "Allah'ın sevdiği her şeyle iştigalin adı
ibadettir".
Namaz, zekat, oruç, hac
ibadet olduğu gibi, korkma, umma, sığınma, tevekkül, dua bütün bunlar da yine
ibadet kapsamına girer.
Bilindiği gibi bir şeyin
ibadet olabilmesi için onun şer'i bir çizgide olması gerekir. Bu da, kendisinde
iki şartmyanyana gelmesiyle müm-kündür.
Birincisi: "....İhlash
bir şekilde sadece Allah için-.yapılmalı".
İkincisi: ".....
Resulıülah (sav)'in tarifi üzere bize bildirdiği şekilde Allah'a takdim
edilmelidir.
Binaenaleyh, hiç kimse
Allahtan başkası adına ibadet etme yetkisine sahip olmadığı gibi, Yine aynen de
Allah rasulü (sav)'in gösterdiği sökün dışında hiç kimse Allah'a vacip veya
müst«hab olarak ibadet etmek hakkına sahib değildir.
İslam'da sahih bir niyetin
önemi kadar yine, sahih bir amelin de önemi vardır. İslam'a ait sahih bir
amelin halis bir niyet olmadan kabul edilmediği gibi, halis bir niyetle yapılan
amellerde, sünnet'e uymadığı müddetçe kabul edilemez. O halde bütün inanıyorum
diyenlerin bu önemli iki noktayı kavramaları ve her konuda olduğu gibi bu
konuda da "Ki tap ve Sünnet'i" örnek almaları gerekir.
Biz ilk önce, iyi niyetle
yapılan harhangi bir amelin sahih sünnet'te yeri yoksa bunun reddolunacağını
izah etmeye çalışalım.
Bunun birinci, ve en açık
delili Allah resulü (savun şu hadisierdidir:
Aişe (ra)'dan; Resulullalı
(sav) söyle buyurdu: "Kini bizim şu işimizin (dinimizin) içinde ondan
olmayan bir şeyi ihdas ederse o merthıtdur".
"...Her kim bizim
emrimize uymayan bir amel işlerse o amel merdutdur" (Müslim 5 c. 1718 n.)
Zikre dilen b u hadi si
şerifte açıkça görüldüğü gibi, yapılan her hangi bir amelle alakalı insanın
elinde bir delil yok ise, iyi niyetle de işlemiş olsa, o amel kabul görmeyip
reddolunacaktır. Yani, iyi bir niyetle t? ameli islemesi yeterli değildir.
Çünkü, İslam dini insanlara niyet olarak sunulan bir din değildir. İslam dini,
iyi bir niyetle beraber sahih bir amelin yan yana gelmesini şart koşmuştur.
, Peygamberlerin (Allah'ın
selamı üzerlerine olsun) gönderiliş gayelerine azıcık olsun vukufiyeti olanlar
bilirler ki, onlar sadece insanalrm niyetlerini değiştirmek için
gönderilmemiştir. Bununla beraber gönderildiği insanların içerisinde
bulundukları yolu, yaşam tarzlarını ve amellerini de değiştirmek için
gelmişlerdir.
İnsanların sadece iyi
niyete sahip olmaları yeterli olmuş olsa idi, Allah'ı ra/ı etmek istemelerine
rağmen şirke ve küfre düşen ehli Kitab'a veya kabirlerde yatan salih insanlara
saygı ve ta'zimde bulunurlarken: "Bizim kötü bir niyetimiz yoktur"
"....Biz bu (kabirde yatanlara) ibadet etmiyoruz. Biz bunlara sadece bizi
Allah'a daha fazla yaklaş-tırsınlar diye bunlan vasıta
ediniyoruz..."(Zümer 3) diyen mekkeli müşriklere peygamber
gönderilrtıezdi. Çünkü mekkeli müşrikler -ayette de belirtildiği gibi- iyi bir
niyetle, Allah rızası için bir şeyler yapıyorlardı. Ama ne yazık ki, niyetlerinin
halis olması onlara bir faide sağlamadığı gibi, onları müşriklikten de
kurtarmadı. Neden?
Çünkü, işlemiş oldukları
ameller (kalbi olsun, fiili olsun) Allah'ın onlardan istediği ameller değildi.
"....Bana yaklaşabilmeniz için kabirlerde (türbelerde) yatan salih
insanları vesile edinin..." diye Allah onlara bir emir yollamamıştı.
Artık şurası iyi
anlaşılması gerekir ki, insanların niyetlerinin halis olması, yaptıkları çirkin
icraatlarının meşruluğuna delâlet etmez.
Yine aynı şekilde, Ebu
İsrail denilen bir kimsenin, güneşin altında beklemek suretiyle, iyi bir
niyetle Allah'a itaat ettiğini zannediyordu. Fakat Allah Resulü (sav) bu
kimseyi yapmış olduğu bu şeyden menetmiştir. Çünkü, her ne kadar bir amel iyi
niyetle de yapılsa, o amel sünnete uygun olmadığı sürece kabul
görmeyecektir.(Buhari 14 c.6572.s). Hulasa, zikredilen delillerden anlaşıldığı
gibi, Allah indinde kabul görecek bir amelin sadece samimi bir niyetle
yapılması yeterli görülmemiş, bunun bir de salih sünnet'e göre olması şart
koşulmuştur.
Artık, Kitap ve Sünn,et'ten
bu konuda uzak durup bir takım' bidat ve hurafelerle dinini yaşamaya^alısanlarm
"Bizim kötü bir niyetimiz yoktur" diyerek, hatta, "Amaller
niyetlere göredir" hadisini de tezgahlarına malzeme kullanarak hala
sünnete muhalif amellerle uğraşırlarsa, bu kendilerini haklı çıkarmayacağı
gibi, yaptıkları amelleri de kabul görmeyecektir.
Kullandıkları hadisi
şerifin gerçek manasını da inşaallah konunun bundan sonraki bölümünde anlatmaya
çalışacağız. Bakalım, onların anladıkları manada hadisi şerif "Niyetiniz
iyi olsun da hangi ameli nasıl isterseniz öylece yapın" mı diyor, yoksa bu
hadisin gerçek manası nedir.
Sözün özü; "İyi
niyetli olduklarını iddia edip de kendilerine: "Mustakilen iyi niyet
insana faizde vermez" diye
anlatmaya çalıştığımız bu
tip insanlar hala aynı şeyde İsrar ederlerse, kusura bakmasınlar bu niyetlerine
biraz zor kavuşurlar. Tabiri caizse: "Niyeti Erzuruma gitmek olan bir
kimse sırtını Erzurum'a dönüp de Bursa'ya doğru ilerlerse, kusura bakmasın o
insanın iyi niyeti onu Erzurum'a götürmeyecektir. Niyeti Erzurum'a gitm ek olan
bir insanın, yöneleceği yol da Erzurum yolu olmalıdır".
Binaenaleyh, niyetleri
Allah nzası olan kimselerin yönelecekleri yol da Resulullah (sav)'in takip
ettiği yol olmalı dır. Yani, yapacağı bir amelde Allah'ın n/.asını düşünürken,
bir de o amelin şeklinin, şemalinin Resulullah-ın uyguladığı şekle uymasına
gayret göstermelidir.
İşte şuurlu bir müslüman bu
noktada durmalı ve tefekkür etmelidir. Acaba Allah'ııjlrazı olması için, hangi
yolu takip etmeliyim. Yine, acaba Rasulullah'm tarif edip yaşadığı o yolu nasıl
bulabilirim, diye bunu kendisine dert edinmelidir.
Evet, mevzunun ikinci
bölümünde ise, "Amelleri düzgün olup da niyetleri bozuk olanlardan"
bahsedeceğiz.
İşte burada, şeriatın bu
konudaki kaidesini ortaya koyan en önemli delillerden birisi olan
"....Ameller ancak niyetlere göredir" hadisidir. (Buhari l c. 143 s.)
Bu hadisi şerif ve bunun
vürud sebebi akıllıca gözönünde bulundurulursa işlenen amellerin kıymet ve
değeri veya başka bir tabirle onların kabul veya reddi, niyetin halis olup
olmaması ile alakalıdır. İslam'a ait bir amel bozuk bir niyetle işlendiği zaman
asla kabul görmeyecektir.
Namaz, zekat, hacc, oruç,
cihad gibi islami amelleri yerine getirmeye çalışan bir insan, bu amelleri
halis bir niyetle yapmıyorsa işlediği bu amellerin herhangi bir faidesini
göremeyecektir.
Resulullah (sav)'in yanında
ve onunla birlikte cihad gibi yüce bir ameli yerine getirmesine rağmen niyeti,
Medi-nedeki hurmalıklarını korumak olan kişinin öldürülüp cehenneme yuvarlanması
buna bir örnektir.
Ve yine, Resulullah(sav)ve
ashabı ile birlikte hicret gibi güzel bir ameli yerine getirmesine rağmen
niyeti, Medine'ye kendinden önce giden kadına kavuşmak olan kişinin Allah ve
Resulü tarafından kınanması ve hicretinde Allah'a ve Rasulune değil, o kadına
olması yine buna bir örnektir.
Bu kişiler görünüşte büyük
bir fedakarlıkla savaşıp hicret etmelerine rağmen niyetleri, Allah ve Resulü
için değil de Medine'deki hurma!jk ve kadm olduğu için bu amellerinin
karşılığını görememişlerdir.
Yani, işlenen ameller
zahiren göründüğü şekliyle sünnete uygun da olmuş olsa, niyethalıs olmadığı
müddetçe o amel kabul görmeyecektir. (Müslim 6. c. 1907 n.)
O halde, bir çoğumuzun
ağızlarından düşürmediği: "....Ameller niyetlere göredir..." hadisi
çok iyi anlaşılması gerekir.
Çünkü, yîîkarıda
zikrettiğimiz gibi bu ibarenin gölgesine sığınarak bir çok çarpık ameller
işleyenler kendilerini haklı zannetmektedirler.
Oysa ki hadisi, vürud
sebebi ile .birlikte ele alıp biraz olsun onun üzerinde düşünme zahmetine
katlanırsak, durum hiç de zannedildiği gibi çıkmayacaktır.
".. .Bilindiği gibi
hicret, Mekke'den Medine'ye, Allah'ın izni ile bir yolculuğun adıdır. O
insanlar, (Allah kendilerinden razı olsun) o kadar uzun ve meşakkatli bir yolu
Allah rızası için yürüdüler. Yine Allah rızası için yoldaki eziyet ve korkulara
göğüs gerdiler. Neticede salih bir niyet ve Allah rasulü ile birlikte yapılan
bir yolcu-
luk Allah yolunda bir
hicret kabul edilmiştir. Ama içlerinden bir kişi aynı yolu yürümesine rağmen ve
yine aynı eziyet ve meşakkate katlanmasına rağmen onun hicreti Allah'a ve Resul
üne olmadığı, dolayısıyle bundan bir ecir almayacağı da bildirilmiştir. Neden?
Çünkü, diğer insanlarla
aynı eziyet ve meşakkatlere katlanmasına rağmen bu insanın niyeti halis değildi.
Bu insan kendisinden önce Medine'ye giden bir kadına kavuşmakiçin o kadar yolu
yürüdü. Dolayısıyla o insanın hicreti Allah'a ve Resulüne değil de o kadına
olduğu bildirildi..."
Yine aynı? şekilde, şu üç
sınıf insanın halleri de bu konu hakkında açık delillerdendir.
".. .Bilindiği gibi
Allah rasulü (sav) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:"....
Kıyamet gün ünde aleyhinde ilkönce hükm olunacak insanlar şunlardır:
1) Şehid olmuş ki msedir.
O, huzura getirilir de Allah ona ulan nimetlerini anlatır. O da mazhar olduğu
butun nirnetl eri tanır. Kendisine: -Bunimetlere karşı sen ne amel işledin?
diye sorar. O kul: - Senin yolunda cihat ettim, nihayet şehid edildim der.
Allah - Sen yalan söyledin! bilakis sen cüretlidir denilmek (ne güzel kılıç
sallıyor, desinler) diye muka-tele ettin ve bu da sana denildi buyurur. Sonra
emir verilir de bu kimse yüzü üzerinde sürüklenir, nihayet cehenneme atılır.
2) Sonra muhakemesi
görülecek bir diğer insan da ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve
Kur'an okumuş olan kimsedir. O da getirilir. Allah (cc) ona da kendisine
verdiği nimetleri anlatır. Bu kimse de nimetleri tanıyıp itiraf eder. Allah
(cc) ona da: - Bunca nimetlere karşı sen ne yaptın? diye sorar. O kul: - İlim
öğrendim, onu başkalarına da öğrettim ve aenin rızan için Kur'an okudum der.
A!lah-u Azze ve Celle ona da: - Sen yalan söyledin! Bilakis sana Alim desinler
desinler diye öğrendin. Ne güzel Kur'an okuyor" desinler diye Kur'an
okudun ve bunlar da sana söylendi, (artık ne istiyorsun) Ve Allah (cc) emir
verir de o kul yüzünün üstüne sürüklenerek cehenneme atılır.
3) Sonra muhakemesi
görülecek kimse Allah'ın kendisine ni'metleri bollaştırdığı ve her çeşit maldan
ihsan eylediği kimsedir. Bu da getirilir ve Allah (cc) ona da nimetlerini
hatırlatır, o da bu nimetleri hatırlayıp itiraf eder. Allah ona da: - Bu
nimetler içinde ne amel işledin? diye sorar. O kul: - Hakkında infak edilmesini
istediğin hiç biryol bir akmadım da bütün bu yollarda senin rızan için infak
eyledim der. Allah (cc): - Yalan söyledin. Bilakis sen bu infak ve harcamaları,
"Bu adam ne cömerttir" desinler diye yaptın ve bu da sana denildi,
buyurur. Sonra emir buyururlar da o kimse yüzü Üzerine sürüklenerek cehenneme
atılır". (Müslim 6 c.1905)
Buhadis'i şerifte
Öngörüldüğü gibi, yapılan ameller görünüşte sünnete uygun amellerdir. Yani, bu
insanların savaş ortamında düşmana karşı kılıç sallamaları, ilim öğrenip
insanlara ilim öğrenmeleri, kazandijfîn maldan infakedip harcama yapmaları
ibadetin birinci şartıdır. Lakin, yapmış oldukları bu sahih şekiller Allah
indinde kabul görmemiştir Neden? Çünkü bir ibadetin kabulü İçin gerekli olan
İkinci şart o yapılan ibadetlerde mevcut değildir.
Yani yapmış oldukları
amellerde ihlas, samimiyet, halis bir niyet mevcut değildir.
İşte bu hadisler bizlere
"...Ameller niyetlere göre karşılık görecektir..." kavramını güzel
izah etmiş olmalıdır. Yoksa zamanımızda olduğu gibi birçok çarpık ameller
işleyip de buibaronin altına sığınmak, islami bir anlayış olmadığı gibi,
yapılan ameller de makbul bir amel olmadığı iyi anlaşılmalıdır.
O halde bütün inanıyorum
diyenlerin bu önemli noktayı çok İyi kavramaları
her konuda olduğu gibi bu
konuda da "Kitap ve Sünnet"! örnek almaları gerekir.
Çünkü, yaşadığımız bu
ortamın delilsiz körü körüne hareket eden müslüm ani arın, gerçekten böyle bir
şuura şiddetle ihtiyaçları vardır.
Değişik İslam
anlayışlarının hakirn olduğu bir çok cemaatler, bu anlayışlarından dolayı yan
yana gele-memekte, dolayısıyle bir birlerine düşman kesilmektedirler.
Her ne kadar bütün
cemaatler iyi niyet de taşısalar ki, hüsnü zanmmız budur. Onların iyi niyetleri
yanyana gelmelerini aslâsağlamıyacaktır. Gelseler dahi bu, Allah-u Azze ve
Celle'nin biraraya gelinmesini istediği ve emrettiği bir camaat olmayacaktır.
İlerisini düşünen basiretli
müslü-manlar, işi baştan sağlama bağlayan kimseler olmalıdır. Yoksa, Bir
çoğumuzun yaptığı gibi "Aman Sayımız çoğalsın da inşaallah ilerde DU
ihtilafları oturup çözeriz" diyenler olunma malı dır. Böyle düşünenlere
bazı bölgelerdeki yaşanan olaylar ders vermelidir. : İnsanın, yan yana gelerek, el ele vererek oluşturacağı cemaat
fertlerinde arayacağı tek şey "TEVHİD" olmalıdır. Bu temeldir ve en
önemli aranacak vasıftır. Artık bundan sonraki mes'eleler ise bundan daha aşağı
seviyede ve ayrılığa da sebeb olacak bir derecede değildir.
Ama unutmayın ki, bu aklı
başında, tevhidi iyi anlayıp kavrayanlar için geçerlidir. Yoksa nice tevhidi
anladığını söyleyenler bir iki furuattaki ihtilaftan dolayı arayı açıp selamı
dahi kesmektedirler. Allah-u Azze ve Celle'den bizleri bu gibi maraza düşürmemesini
niyaz ediyor, böyle tavır sergileyenlere de yine rabbimin anlayış vermesini
istiyorum.
Ve en Önemlisi de, bu gibi
durumlara düşmeden önce, gerek inandığımızın ve gerekse uyguladığımız
delillerini iyi bilmemiz ve bulmamız gerekir.
Rabbimizden onun rızasına
muva-fık ibadetler işlememizi niyaz ediyorum.
İFFET
Muhterem
müslümanlar! Süphesiz Islam dini bütün
hayirlari kapsayan ve bütün fazilet olgularini içeren bir sekilde gelmistir.
Davranislarin yücesini ve degerlisini emretmis, adisinden ve degersizinden
sakindirmistir. Kulu güzellestirip degerli kilan kurallari getirmis, onu
kirleten ve degersiz kilan seylerden uzaklastirmistir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Muhakkak ki, Allah azze ve celle
cömerttir ve cömert olanlari sever. Islerin yücesini sever ve asagiligindan
hoslanmaz." Bunu, Taberani el-Kebir'de rivayet eder ve ricali
sikadir. Islam'in en yüce amaçlarindan
ve en büyük hedeflerinden biri de nefislerde iffet, onurluluk ve temizlik
duygusunu yerlestirmektir. Topluma, faziletler ve güzellikler yerlestirerek
onu; alçak ve çirkin seylerden, büyük günahlardan uzak tutmaktir. Iste bu
amaçla Islam, insanin hayvani sehvetlerden ve seytani ahlaktan uzak durmasina
gayret eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Nikah (için gerekli mehir ve nafakayi)
bulamayanlar da Allah lütfundan kendilerine zenginlik verinceye kadar
iffetlerini korusunlar.) (24/en-Nûr/33) Ve söyle buyurur: (Iffetli davranmalari
onlar için daha hayirlidir. Allah çok iyi isitendir, çok iyi bilendir.)
(24/en-Nûr/60) Buhari ve Müslim'de, Ibni Abbas'in rivayet ettigi ve Ebu
Süfyan'in Kayser ile arasinda geçenleri anlattigi rivayette su zikredilir: Ebu
Süfyan radiyallahu anh söyle der: "O (Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem) bizlere; yalnizca Allah'a ibadet etmemizi ve O'na hiçbir seyi sirk
kosmamamizi emreder; babalarimizin ibadet ettigi seyleri yasaklar. Bizlere
namazi, sadakayi, iffetli olmayi, ahde vefâyi ve emaneti edâ etmeyi
emreder." Tirmizi'de hasen bir senetle Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem'den su rivayet edilir: "Bana, cennete ilk girecek üç grup insan
gösterildi: Sehid, iffetli olup iffetini koruyan, Allah'a güzelce ibadet edip
sahibine karsi görevini yerine getiren köle." Muhakkak bu, insanlarin
davranislarini düzenleyerek asagilik ve adilik tuzaklarina sapmasini önleyen
Islam iffetidir. Onlarin iradelerini muhafaza eder ve sehevi duygularini
hatalara düsmekten ve düzensizlikten korur. Insani deger olgularinin ortaya
çiktigi, temizligin ve imani olgunlugun görüldügü bir iffettir. Kisilik ve
gerçek izzet ile bütünlesen bir iffettir. Bu sekilde nefisler, övülmeye layik
amellere ve yüksek âdâba sarilmak için kuvvet bulur. Yüksek âdâbin gözetilmesi
de kisiyi güzel adetler ve sifatlar edinmeye, degersiz ve adi seylerden uzak
durmaya yöneltir. Islam; seref ve onurun
muhafazasi, irzin ve namusun korunmasi için iffet ilkesinin üzerinde önemle
durur. Bunun sonucu insan, saglam bir iradeye ve cesur bir yürege sahip olur.
Küçülerek sehvete boyun egmez. Alçak bir sekilde ona itaat etmez. Bilakis o,
fazilet semasinda yükselir ve rezilligin asagiligindan uzakta olur. Sehveti,
ser'i ölçüye ve ahlaki anlayisa uygun olarak kendisi için yaratildigi sinirda
durur. Islam kardesleri! Islamdaki bu yüce degerler hakkinda konusurken akilli,
basiretli ve insafli bir kimse için bu dinin güzellikleri ve ögretilerinin
yüceligi açikça ortaya çikar. O; bugün dünya üzerindeki birçok ülkeye bakar ve
oralarda iffetin kayboldugunu, her seyi mubah sayan bir anlayisin hakim
oldugunu, kisinin seref diye bir sey bilmedigini ve irza hiç deger vermedigini
görür. Izzet ve sayginlik nedir bilmeyen, kisilik ve asalet sifatlarini
tasimayan düsük ahlaklar ve utanç verici davranislar görür. Sehvetlerin serbest
birakildigini, irzlarin mubah görüldügünü, hayânin ve nezaketin kayboldugunu
görür. Kisinin mahremini kiskanmasi, fuhustan ve günahtan tiksinti duymasi diye
birsey yoktur. Acaba, bu herseyi mubah
gören anlayis onlara ne sagladi? Iffeti bir tarafa birakan, temizlik ve hayâ
duygusunu tamamen söküp atan bu ahlak anlayisi beraberinde ne getirdi?. Sonu
gelmeyen kötülükler ve miktari bilinmeyen zararlar sagladi. Günahi bir sinirda
durmayan, kötü etkileri ve çirkin sonuslari bir yerde son bulmayan bozuklugu;
çesitli elemleri, gerçek gamlari, yaygin kederleri ve helak edici olaylari
beraberinde getirdi. Allah'in kullari!
Iffetin ve temizligin gerçeklesmesi, hayânin ve onurun fert ve toplum
seviyesinde yayginlasmasi için seriat bu yüce gayeleri garanti edecek ve bu
seçkin hedefleri çesitli vasitalar ve yollarla gerçeklestirecek sekilde
gelmistir. Bunlardan bazilari su sekildedir: Mü'minlerin geneline ve bütün
müslümanlara gelen ve edep yerlerinin haramdan, rezillikten ve günah
alanlarindan korunmasini emreden Islam'in baglayici kurallari, kesin emir ve
talimatlaridir. Edep yerlerini fuhustan korumak nefisleri arindiran
faktörlerden biridir. Bu sekilde toplumlar saglikli olur ve namuslar korunur.
Allah Teâlâ söyle buyurur: (Mü'minlere söyle ki; gözlerini (harama bakmaktan)
sakinsinlar, edep yerlerini de korusunlar. Böylesi onlar için daha temizdir.
Süphe yok ki Allah, yaptiklari islerden çok iyi haberdar olandir. Mü'min
kadinlara da söyle ki; gözlerini (haramdan) sakinsinlar ve edep yerlerini
korusunlar.) (24/en-Nûr/30-31) Allah azze ve celle, edep yerlerini muhafaza
eden erkeklere ve kadinlara övgüde bulunarak bunu kurtulusun isaretlerinden,
kazancin ve basarinin alametlerinden sayar. Söyle buyurur: (Mü'minler gerçekten
felah bulmuslardir. Onlar ki, namazlarinda husû içindedirler. Onlar bos
seylerden yüz çevirirler. Onlar zekati edâ ederler. Onlar edep yerlerini
(irzlarini) muhafaza ederler.) (23/el-Mü'minûn/1-5) Buhari'nin Sahihi'nde, Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Kim bana
iki bacagi arasindaki (edep yeri) ile çene kemikleri arasindaki (dili)ni
(korumayi) garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim." Imam
Ahmed'in Müsnedi'nde ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle
buyurdugu sahih bir senetle rivayet edilir: "Kadin bes vakit namazini
kilip (Ramazan) ayi orucunu tutursa, irzini koruyup kocasina itaat ederse ona
"Cennetin istedigin kapisindan gir" denilir." Muhterem müslümanlar! Bu koruma engelini
çigneyen ve bu yüce anlayisin surlarini yikan en büyük ve en kötü sey zina
suçudur. Bu nedenle zina fuhsun ve büyük günahlarin en büyügüdür. Ibnu'l Kayyim
rahimehullah söyle der: "Allah subhânehu Kitabi'nda diger günahlar hariç
sirki, zinayi ve livâtayi pislikle ve igrençlikle nitelendirmistir." Ve
söyle der: "Günahlar arasinda kalbi ve dini su iki fuhustan, zina ve
livâtadan daha çok ifsad eden baska birsey daha yoktur. Bu ikisinin kalbi
Allah'dan uzaklastirici özelligi vardir. Kalp bu ikisiyle boyanirsa, kendisine
ancak temiz olan seyler yükselen Allah'dan uzak kalir." Allah celle ve alâ
zinanin son derece çirkin özelligini ve helak edici sonucunu açiklayarak zinadan
sakindirir. Söyle buyurur: (Onlar ki Allah ile birlikte baska bir ilaha ibadet
etmezler. Hak ile olmasi disinda, Allah'in öldürülmesini haram kildigi nefsi de
öldürmezler. Zina da etmezler. Kim bunlari islerse o günahlari ile karsilasir.
Kiyamet gününde onun azabi kat kat verilir, o azapta ebediyyen hor ve hakir bir
halde kalir. Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amel isleyenler müstesnâ.)
(25/el-Furkân/68-70) Ve söyle buyurur: (Zinaya yaklasmayin; o gerçekten bir
hayâsizliktir ve kötü bir yoldur.) (17/el-Isrâ/32) Ey mü'minler! Zina,
mü'minlerin sifatlarina aykiridir. Iyilerin ve takva sahiplerinin yollarina
ters düser. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Zina eden erkek ancak zina eden veya
müsrik olan bir kadini nikah edebilir. Zina eden kadini da ancak zina eden veya
müsrik olan bir erkek nikahlayabilir. Böylesi mü'minlere haram kilinmistir.)
(24/en-Nûr/3) Buhari ve Müslim'de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle
buyurdugu rivayet edilir: "Zina eden kimse zina ederken mü'min olarak zina
etmez." Ebu Davud ve diger bazi muhaddislerin rivayetlerinde ise su
sekildedir: "Kul zina ederken iman ondan çikarak basinin üzerindeki gölge
gibi kalir. Zina etmeyi bitirince ona geri döner." Hakim bunun sahih
oldugunu söylemis ve Imam Zehebi de buna katilmistir. Allah'in kullari! Zina,
bütün kötülük sifatlarini birarada bulundurur ve zararlarin hepsini içerir.
Zina ile toplumda ölümcül hastaliklar yayginlasir. Zina yoluyla çesitli
türlerde ve sekillerde belalar ve musibetler gerçeklesir. Zina soylarin
karismasina ve aile olgusunun yokolmasina neden olur. Bereketi giderir ve
riziklarin daralmasina yolaçar. Zinanin kötülügünü anlamak için insanlar
arasina soktugu vahset ve düsmanliga bakmak yeter. Zinanin neden oldugu,
insanlari mahveden ve küçük-büyük bütün devletleri korkutan çesitli hastaliklar
yeter!. Ey müslüman! Nübüvvet-i Muhammediyye'nin çagrisina kulak ver! O, bütün
bu zararlardan bahsederek tehlikelerden ve kötülüklerden sakindirir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Ümmetim içerisinde veled-i
zinalar yayginlasmadikça onlar hayirdadir. Onlarin arasinda veled-i zinalar
yayginlasinca Allah'in onlari azap ile kusatmasi yakin olur." Bu hadisi,
Imam Ahmed hasen bir senetle rivayet eder. Hakim'in rivayet ettigi ve isnadinin
sahih oldugunu söyledigi bir rivayette Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Bir kavimde zina ve faiz yayilirsa kendilerini azaba
atmislardir." Büreyde'nin rivayet ettigi bir hadiste ise söyle buyurur:
"Anlasmasini bozan bir kavim yok ki, aralarinda öldürme olaylari ortaya çikmasin.
Fuhusun yayildigi hiç bir kavim yok ki, Allah onlara ölümü musallat
etmesin." Bu hadisi Bezzâr rivayet eder ve ricali sahihin ricalidir. Ibni
Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de söyle buyurur: "Fuhusun yayildigi
ve ilan edildigi hiçbir kavim yok ki; aralarinda, veba ve kendilerinden
öncekiler arasinda görülmeyen hastaliklar yayilmasin." Bu hadisi, Ibni
Mâce rivayet eder. Hakim bunun sahih oldugunu söylemis ve Imam Zehebi de buna
katilmistir. Ey müslüman! Zinanin gelip geçici bir an ve salt hayvani bir duygu
oldugunu, sonucunun pis bir hastalik ve etkilerinin kötü oldugunu hatirla!
Lezzeti çabucak gider ve hemen yokolur. Geriye utanç ve âr kalir. Cebbâr olan
Allah'in gazabi kalir. Sahih-i Buhari'de Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in uzun rüyasinin anlatildigi hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem söyle buyurur: "Yürüdük ve tandir gibi bir seye rastladik. Üstü dar
ve alti genisti. Içerisinden sesler ve bagrismalar geliyordu. Ona bakinca bir
de ne görelim, içerisinde çiplak erkekler ve çiplak kadinlar vardi. Altlarindan
bir alev yükseliyordu ve onlara bu alev gelince bagrismalari daha da artiyordu.
"Bunlar kim ey Cibril?" dedim. "Bunlar zina eden erkekler ve
zina eden kadinlar" dedi."
Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! O'nun emirlerine sarilin
ve sinirlarini asmayin ki mutlu olasiniz, basariya ve felaha eresiniz. Allah beni ve sizleri Kur'an ile
bereketlendirsin... Islam kardesleri! Fuhus yollari çogalip çesitlendigi ve
günümüzde tüm dünyada oldukça kolay bir hale geldigi için mü'minin özel bir
gözetime ve Allah celle ve alâ'dan korkma duygusunu diriltmeye asiri sekilde
ihtiyaci vardir. Müslüman, Buhari ve Müslim'de rivayet edilen, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'in su sözünü hatirlasin. "Yedi grup insani
Allah, gölgesinden baska gölgenin bulunmadigi günde Arsi'nin gölgesinde
gölgelendirir." Onlarin arasinda sunu da sayar: "Makam ve güzellik
sahibi bir kadin kendisini (zinaya) çagirdigi halde (çagrisini reddedip)
"Süphesiz ben Allah'tan korkarim" diyen kimse." Ey oldukça
yaslandigi ve gençlik vaktini geçirdigi halde hâlâ günah içerisinde yasayan
kisi!. Düsün ve olayin büyüklügünü, kötü akibeti ve sonu unutma!. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Üç grup insan var ki, Kiyamet
günü Allah onlarla konusmaz, onlari arindirmaz, onlara bakmaz ve onlar için
elem verici bir azap vardir: Zina eden ihtiyar, yalanci hükümdar ve kibirli
fakir." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Sonra bilin ki, Allah sizlere yüce
bir emirde bulunmustur. Bu emir, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e salât ve
selam'da bulunma emridir...
ILIM
VE EGITIM
Muhterem
müslümanlar!. Ilim ve egitim Islam'da yüce bir makam ve büyük bir mevki isgal
etmektedir. Ilim ve egitimle degerler yükselir ve büyük faydalar elde edilir.
(Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile
yükseltsin.) (58/el-Mücadele/11) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de söyle
buyurur: "Kim ilim aramak üzere bir yola koyulursa Allah da buna karsilik,
ona cennete giden yolu kolaylastirir." Bu hadisi, Müslim rivayet eder.
Ilim ve bilgiye davet herkese yöneliktir ve hayatin tüm alanlarini, fertlerin
ve toplumlarin islahini saglayan bütün durumlari kapsar. Hadis-i Serif'te
"Ilim talebi her müslüman üzerine farzdir" buyurulmaktadir. Bu hadisi
Ibni Mâce rivayet eder. Islam kardesleri! Her millet, egitimle bir takim
gayeleri ve menfaatleri hedefler. Egitimin ardinda bazi maksatlar ve gayeler
arar. Bu nedenle milletler, egitimden elde etmek istedikleri gayeleri ve
terbiye ile ulasmak istedikleri hedefleri ilmi çalismalar ve terbiye metodlari
ile gerçeklestirmeye çalisirlar.Bunlarin en belirgini de, yeni nesli terbiye
ruhu ve anlayisi içerisinde eritip sekillendirmektir. Egitim uzmanlarindan
birine bir milletin gelecegi sorulur. Söyle der: "Bana egitim programlarini
verin, size gelecegini söyleyeyim." Bütün çesitleriyle egitim ve her türlü
sekliyle terbiye; milletlerin, ilkelerine ve degerlerine inanan nesilleri insa
etmekte kullandiklari en büyük araçtir. Bu ikisi, bütün bir toplumun egitim ve
terbiye anlayisiyla yürümesinin tek yoludur.
Ey müslümanlar! Islam'in nazarinda ilim, Allah'in izniyle milletleri
yücelten; üstün degerler ve faziletler, dürüstlük ve saadet, gelisme ve
kurtulus açilarindan yüksek mertebelere çikaran bir araçtir. Islam'da ilmin
yüce amaçlari ve seçkin hedefleri vardir. Fertlerin mutlulugunu ve toplumlarin
selametini; dünya ve ahirette kurtulusu garanti altina alir. Muhammed ümmeti bir inanç ümmetidir. Üstün
bir inanç ve rabbani bir metod üzerine bina edilmistir. Muhammed ümmetinden,
Allah'in seriatini bu hayatta, her alanda ve zamanda hakim kilmasi istenir.
Iste bu gerçeklestigi zaman egitim, bu saglam inanca iman eden ve Risalet-i
Muhammediyye'nin, nübüvvet nurunun tasidigi dogru inançli nesiller insa etmek
için bir araç olur. Süphesiz Islam egitime
tesvik etmekte ve terbiyenin üzerinde önemle durmaktadir. Egitimin, insanlarin
kalbinde yaraticilarina karsi dogru anlayislarin yerlesmesini garanti altina
alan bir temel kural olarak görülmesini saglar. Bu ayni zamanda bu anlayisin
sonucu ortaya çikan davranislarin, insanoglunun saadetini ve kurtulusunu
saglayacak yönelislerin kontrol altina alinmasinin da garantisidir. (Kullari
içinden ancak alimler, Allah'dan (geregince) korkar.) (35/Fâtir/28) Islam
egitime, Allah azze ve celle'nin metoduna tam olarak baglanma çerçevesinde ve
seriatin belirledigi kabul ve red ölçülerine uygun olarak, hayatinin bütün
yönlerinde dogru ve dürüst olan bir toplumu bina etme araci gözüyle bakar. Bu;
hayatin, Allah Teâlâ'nin peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e
seslendigi su kavlinde oldugu gibi uygulamali bir sekil almasi içindir: (De ki:
Süphesiz benim namazim, kurbanim, hayatim ve ölümüm hepsi Âlemlerin Rabbi Allah
içindir. O'nun ortagi yoktur..) (6/el-En'âm/162-163) Islam'da terbiye ve
egitim, Allah'in izniyle, düsünce ve inançta yaraticisina boyun egen; kültürde,
anlayista ve yasayista kalbi ve bedeniyle dinine tâbi olan; imanin gerçeklerini
ve Islam'in kurallarini dogru bir sekilde anlayan nesiller yetistirmek
hedefiyle yola çikar. Egitim ve terbiye ile yeni yetisen nesillerin kalplerine,
görüsleri ve ilkeleri onunla sekillensin; düsünceleri, dinleri ve dünyalari
için faydali her seye yönelisleri onun ölçüsünce olsun diye bu din ile gurur
duyma suuru yerlestirilir. Islam'da egitim ve terbiye, yüce degerlerin ve üstün
örneklerin yeni yetisen nesillerin akillarinda derin bir etki birakmasi için
bir vesiledir. Bu sekilde bütün hayatlarinda, davranis metodu ve çalisma
üsluplarinda onlari örnek olarak benimserler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem söyle buyurur: "Süphesiz ben, ancak güzel ahlaki tamamlamak üzere
gönderildim." Islam kardesleri!
Dinimiz; fertleri ve toplumlari her türlü iyilik ve faydali seylerle donatan;
yeryüzünün, Allah azze ve celle'nin iradesine uygun bir sekilde imarini
saglayan bilgileri ve ilimleri edinmeye tesvik etmektedir. (O, göklerde ve
yerde ne varsa hepsini, kendi katindan (bir lütuf olarak) size boyun
egdirmistir.) (45/el-Câsiye/13) Her türlü yapici çalismaya saglikli bir sekilde
yönelten ve anlayislarin saglamlasmasini saglayan diger ilimler ise dini ve
dünyasi için çalisan, ümmetinin ve toplumunun gelismesine katkida bulunan,
mü'min bir neslin insasi bu dinin isteklerinden biridir.Bu nesil Allah'in
izniyle Islam Ümmetine izzeti ve üstünlügü,yüceligi ve mutlulugu getirecek bir hayat
biçimine uygun olarak gelisme ve ilerleme basamaklarinda yükselir.
"Kuvvetli mü'min zayif mü'minden daha hayirlidir ve her birinde hayir
vardir." Ey ögretmenler ve
egitimciler! Bu hedefler gözlerinizin önünde olsun.Müslümanlarin yeni yetisen
nesillerinde bu hedefleri gerçeklestirmek sizlerin tek arzusu ve ugrasisi
olsun.Öncelikle Islama, ikinci olarak da ümmete faydali bir nesil yetistirin.En
üstün gayretinizi Islam dinine ve Islam peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi
ve sellem'e samimi bir baglilik ve gerçek bir sevgiyi kalplere yerlestirecek
bir egitim için sarfedin. Bu dinin, nebilerin ve rasüllerin efendisi Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem'in davetinin dogru gerçeklerini ortaya koymak için
çabalayin.Yeni yetisen nesli, Islam ahlakina ve âdâbina sarilmaya; okulda,
evde, caddede ve çarsida, hayatin bütün alanlarinda yüce ve üstün degerlere
uymaya yönlendirin. Bütün bunlar omuzlariniza yüklenen bir sorumluluk ve
ümmetinize karsi bir görevdir. "Hepiniz bir çobansiniz ve hepiniz emri
altindakilerden sorumludur." Muhterem müslümanlar! Islam düsmanlari;
çikarlarina hizmet edecek, anlayislarini tasiyan, âdetlerini ve davranis
biçimlerini devam ettiren, kendilerine bagli nesiller yetistirecek bir egitim
politikasi olusturmayi öncelikli görevleri arasina koyuyorlar. (Sizin de kendi
inkar ettikleri gibi inkar etmenizi istediler ki onlarla esit olasiniz.)
(4/en-Nisâ/89) Müslümanlarin düsmanlari mümkün olan her yolla ve araçla onlara
ve dinlerine zarar vermek için planlar yapiyorlar. Kullandiklari araçlardan en
büyügü de müslümanlarin ülkelerinde bu dine bagliligi ortadan kaldirmayi, sahih
Islami anlayislari ve degerli adetleri kökünden söküp atmayi hedefleyen egitim
metotlari ve programlari icad etmektir. Bütün bunlari laik düsünceleri ve dini
kurallari hiçe sayma, toplumsal ahlaki küçümseme üzerine bina edilmis bir
terbiye anlayisini besleyerek gerçeklestirmeye çalisirlar. Özetle bunlar; dini
inançlarin kaybolmasi, dini adâbin öldürülüp farkliligin ortadan kaldirilmasi
sonucunu sinesinde gizleyen son derece büyük zararlara ve tehlikelere yol
açmaktadir. Allah'dan korkun ey Allah'in kullari!. Ve dininizin metoduna
simsiki sarilin. Dininizin hedeflerini ve maksatlarini gerçeklestirmeye gayret
edin ki, durumlar düzelsin, nefisler arinsin ve hayat mutlulukla dolsun. Allah
beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin... Ey müslümanlar! Çaba sarfedilecek
ve vakit tüketilecek en hayirli sey, Allah azze ve celle'nin Kitabi'na
yönelmektir. O'nu ögrenmek, ögretmek, düsünmek ve anlamaktir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Sizin en hayirliniz, Kur'an'i
ögrenen ve O'nu ögretendir." Çocuklarinizi bu Yüce Kitab'i ögrenmeye,
ezberlemeye ve O'na deger vermeye yönlendirin. Özellikle, Allah'in ihsani ve
keremiyle bagisladigi firsatlari degerlendirin. Bu size, güzel bir son ve mutlu
bir sonuç olarak geri dönecektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Süphesiz ki Allah bu Kitap ile bir takim insanlari yüceltir ve
baskalarini da alçaltir." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerini;
temiz yasantisini ve üstün ahlakini, yüce semailini yeni yetisen nesle ögretmek
sürekli gayretiniz olsun. Bu yüce degerler ve üstün olgular olmadan gerçeklesen
bir terbiyede hayir yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Allah kimin hayrini dilerse onu dinde fakih (bilgi ve anlayis
sahibi) kilar."
ALIMLERIN FAZILETI LME TESVIK ILIM ÂDABI ILIM VEÖGRENME ADABI HADIS
RIVAYETI VE NAKLI
- Ebu Ümame radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a biri âbid digeri alim iki kisiden bahsedilmisti.
"Alimin âbide üstünlügü, benim, sizden en basitinize olan üstünlügüm
gibidir" buyurdu."
Tirmizi, Ilim 19, (2686).
- Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde söyle gelmistir: "...Aleyhissalatu
vesselam sonra buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri, melekleri, semâvat
ehli, deligindeki karincaya, denizindeki baliklara varincaya kadar arz ehli,
halka hayri ögretene magfiret duasinda bulunur."
Hadis Tirmizi'nin ayni babindadir.
- Ibnu Abbas radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Tek bir fakih, seytana bin âbidden daha
yamandir."
Tirmizi, Ilim 19, (2083).
- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a Allah indinde en efdal insanin kim oldugu sorulmustu: "Allah
indinde en kiymetlileri en muttaki olanlardir!" buyurdular. "Biz bunu
sormadik!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halîlullah'in oglu,
Nebiyyullah'in oglu Nebiyyullah'in oglu Yusuf'tur" buyurmustu. Yine
itirazla: "Hayir bunu da sormadik" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu
vesselam: "siz bana Arap hanedanlarindan mi soruyorsunuz?" dedi.
"Evet (Ey Allah'in Resûlü!) dediler. "Onlarin cahiliye dönemindeki
hayirlilari, fikih ögrendikleri takdirde, Islam'da da en hayirlilaridir!"
cevabini verdi."
Buhari, Enbiya 8, 14, 19, Menakib 1, 25, Tefsir, Yusaf 1; Müslim, Fezail 168,
(2378).
- Hz. Ali radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir!
Kendisine muhtaç olununca faydali olur. Kendisine ihtiyaç olmayinca ilmini
artirir."
Rezin tahric etmistir.
- Yine Hz. Ali radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Kim, benden sonra öldürülmüs olan bir sünnetimi
ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir."
Rezin tahric etmistir.
- Ebu'd-Derda radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'in söyle dedigini isittim: "Kim bir ilim ögrenmek için bir yola
sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmis demektir.
Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarini (üzerlerine) koyarlar.
Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki baliklar âlim için istigfar
ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlügü dolunayli gecede kamerin diger
yildizlara üstünlügü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir.
Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras birakirlar, ama ilim miras birakirlar.
Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmistir."
Ebu Davud, Ilm 1, (3641); Tirmizi, Ilm 19, (2683); Ibnu Mace, Mukaddime 17,
(223).
ILME TESVIK
- Humeyd Ibnu Abdirrahman anlatiyor: "Hz. Muaviye radiyallahu anh'i
isittim, demisti ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle
söyledigini isittim: "Allah kimin için hayir murad ederse onu dinde fakih
kilar."
Buhari, Farzu'l-Humus 7, Ilm 13, I'tisam 10; Müslim, Imaret 98, (1038), Zekat
98, 100, (1038); Tirmizi, Ilm 1, (2647).
- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Ilim talebi için yola çikan kimse dönünceye kadar Allah
yolundadir."
Tirmizi, Ilim 2, (2649); Ibnu Mace, Mukaddime 17, (227).
- Yine Tirmizi'nin Sahbere radiyallahu anh'tan kaydina göre, Aleyhissalatu
vesselam: "Kim ilim taleb ederse, bu isi, geçmisteki günahlarina kefaret
olur" buyurmustur."
Tirmizi, Ilim 2, (2650).
- Ukbe Ibnu Amir radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Zancilardan önce, ölem ögrenin yani zanlariyla
konusanlardan önce."
Rezin tahric etmistir. Buhari'de bunu bir bab basliginda muallak (senetsiz)
olarak kaydetmistir. (Feraiz 2).
- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Feraizi ve Kur'an-i ögrenin ve halka da ögretin,
zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranizdan gidecegim)."
Tirmizi, Feraiz 2, (2092). Ibnu Mes'ud radiyallahu anh'tan ayni manada bir
rivayet yapilmistir.
Rezin su ziyadede bulunmustur: "Feraizi bilmeyen âlimin misali, bas kismi
olmayan bürnus gibidir."
- Ebu Sa'id radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayir isitmekten asla
doymayacak."
Tirmizi, Ilim 19, (2687).
- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitigidir. Onu nerede
bulursa, onu hemen almaya ehaktir."
Tirmizi, Ilim 19, (2688).
- Ibn-i Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ilim üçtür. Bunlardan fazlasi
fazilettir. Muhkem âyet, kâim sünnet, âdil taksim."
Ebu Davud, Feraiz 1, (2285); Ibnu Mace, Mukaddime 8, (54).
- Ebu Vâkid el-Leysi radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm mescidde otururken üç kisi çikti geldi. Ikisi Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralik bularak hemen
oraya oturdu. Digeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp
gitti.
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (dersinden) bosalinca buyurdular:
"Size üç kisiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti,
Allah da onu himayesine aldi. Digeri istihyada bulundu, Allah da onun
istihyasini kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz
çevirdi."
Buhari, Ilim 8, Salat 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960,
961); Tirmizi, Isti'zan 29, (2725).
ILIM ÂDABI
- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip
söylemezse (Kiyamet günü) atesten bir gem ile gemlenir."
Ebu Davud, Ilm 9, (3658); Tirmizi, Ilim 3, (2651).
- Sehl Ibnu sa'd radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Vallahi, senin hidayetinle bir tek kisiye hidayet
verilmesi, senin için kiymetli develerden mütesekkil sürülerden daha
hayirlidir."
Ebu Davud, Ilm 10, (3661); Buhari, Ashabu'n-Nebi 9; Müslim, Fedailu'l-Ashab 34,
(2046).
- Ebu Hârun el-Abdi anlatiyor: "Biz Ebu Sa'id el-Hudri radiyallahu anh'a
ugrardik. O bize: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in (bize) vasiyetine
merhaba" (derdi ve ilave ederdi): "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
demisti ki: "Insanlar (dinde) size tabidirler. Size (aktar-i âlemden yani)
dünyanin her tarafindan bir kisim erkekler gelip Islam dinini ögrenecekler.
Onlar geldikleri vakit, onlara hep hayri tavsiye edin."
Tirmizi, Ilim 10, (3661).
- Yezid Ibnu Seleme el-Cûfi radiyallahu anh anlatiyor: "Ey Allah'in
Resulü! dedim, ben senden pek çok hadis isittim. Ancak bunlardan, sonradan
isittiklerimin, önceden isittiklerimi unutturacagindan korkuyorum. Bana
(hepsinin yerini tutacak) câmi bir kelime söyle!"
"Bildiklerinde Allah'a karsi müttaki ol (bu sana yeter)!"
buyurdular."
Tirmizi, Ilim 19, (2684).
Rezin su ziyadeyi yapti: "...ve onunla amel et!"
- Rebi'a Ibnu Ebi Abdirrahman der ki: "Yaninda bir miktar ilim olan
kimseye, nefsini zayi etmesi münasib düsmez."
Buhari bab basliginda kaydetmistir. (Ilim 21.)
ILIM VEÖGRENME ADABI
- Ikrime rahimehullah anlatiyor: "Ibnu Abbas radiyallahu anhüma dedi ki:
"Insanlara haftada birkere hadis anhlat. Buna uymazsan iki kere olsun.
Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakin halki su Kur'an'dan usandirma! Halk
kendi meselelerini konusurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir
seyler anlatip onlari biktirdigini görmeyecegim. Onlar konusurken sus ve dinle.
Onlar sana gelip: "Konus!" diye talebte bulununca, istiyorlar demektir,
o zaman konusursun. Dua'da seci meselesine dikkat et ve ondan kaçin. Zira ben,
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ashab-i Kiram'in devrinde yasadim, bunu
yapmiyorlardi."
Buhari, Da'avat 20.
- Hz. Ali radiyallahu anh demistir ki: "Insanlara anlayacaklari seyleri
anlatin. Allah ve resulünün tekzib edilmelerini ister misiniz?"
Buhari, Ilim 49.
- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh diyor ki: "Sen bir cemaate akillarinin
almayacagi bir sey söylersen mutlaka bu, bir kismina fitne olur."
Müslim, Mukaddime 5.
HADIS RIVAYETI VE NAKLI
- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Benden bir sey isitip onu (artirip eksiltmeden)
isittigi sekilde baskasina ulastiran kimsenin (Kiyamet günü) Allah yüzünü taze
kilsin. Zira, kendisine ulastirilan öyleleri var ki, bizzat isitenden daha iyi
kavrar."
Tirmizi, Ilm 7, (2658).
- Abdullah Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bir ayet bile olsa benden baskasina
götürün. Beni Israil (hikâyelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok.
Ancak kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini
hazirlasin."
Buhari, Enbiya 50; Tirmizi, Ilm 13, (2671).
- Mahmud Ibnu'r-Rebi' radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'in ben bes yaslarimda iken, evimizin kuyusunun kovasindan agzina
aldigi suyu yüzüme püskürttügünü hatirliyorum."
Buhari, Ilim 18, Müslim, Mesâcid 54 (33).
- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan iki kap ilim hifzima aldim. Bunlardan birini aranizda nesrettim.
Ama digerini söyleyecek olsam su girtlagimi kesersiniz."
Buhari, Ilm 42.
- Ebu Zerr radiyallahu anh demistir ki: "Eger kilinci suraya koysaniz
-eliyle ensesini göstermistir- ben bu esnada, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan isitmis bulundugum bir hadisi, sizin isimi bitirmezden önce
söyleyebilecegime kanaatim gelse onu mutlaka söylerim."
Buhari, Ilim 10.
HADISIN YAZILMASI
- Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'dan isittigim her seyi yaziyordum. Kureys bu isten beni men etti.
Dediler ki: "Sen her (isittigin) seyi yaziyorsun, halbuki Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bir insandir, memnun ve öfkeli halde de konusur."
Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'a anlattim. Parmagi ile agzina isaret ederek:
"Yaz, nefsimi elinde tutan Zâta yemin olsun, ondan haktan baska bir sey
çikmaz!" buyurdu."
Ebu Davud, Ilim 3, (3646).
- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Ensardan bir zat Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm'a (hafizasini) sikayet ederek dedi ki: "Ey Allah'in
Resûlü! ben senden hadis isitiyorum, çok hosuma gidiyor, ancak hafizamda
tutamiyorum. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona su cevabi verdi:
"Sag elini yardima çagir!" ve eliyle yazma isareti yapti."
Tirmizi, Ilm 12, (2668).
- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm (bir gün, halka) hitabetti, -(Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili)
bir kissa anlatti- (hadiste su ibare de vardi:) "Ebu Sah dedi ki: "Ey
Allah'in Resûlü! (bu hutbeyi) bana yaziverin!" Bu taleb üzerine
Aleyhissalatu vesselam: "Evet Ebu Sâh'a yaziverin!" emir
buyurdular."
Tirmizi, Ilim 12, (2669); Buhari, Ilm 39, Lukata 7, Diyat 8; Ebu Davud, Ilm 3,
(3649).
- Yine Ebu Hüreyre radiyallahu anh diyor ki: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'in Ashabi arasinda Ibnu Amr hariç, benden daha çok hadis bilen yoktu.
(Onun beni geçmesi suradan ileri geliyordu:) O hadisleri yaziyordu, ben ise
yazmiyordum."
Buhari, Ilm 39; Tirmizi, Ilm, (2670).
- Zeyd Ibnu Sabit radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm bana emretti, ben de onun için, Süryanice (yahudi) yazisini ögrendim.
Söyle demisti: "Allah'a yemin olsun, ben yazi isimde yahudiye emniyet edemiyorum!"
(Zeyd) der ki: "Allah'a yemin olsun bir ayin yarisi geçmeden, o yaziyi
ögrendim ve hazâkat kazandim. Resûlullah'in onlara olan mektuplarini yaziyor,
onlarin gönderdiklerini de ona okuyordum."
Buhari, Ahkam 40; Ebu Davud, Ilm 2, (3645); Tirmizi, Istizan 22, (2716).
- el-Muttalib Ibnu Abdillah Ibni Hantab radiyallahu anh anlatiyor: "Zeyd
Ibnu Sabit Hz. Muaviye radiyallahu anhüma'nin yanina girmisti. Hz. Mu'aviye ona
bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazir
bulunan bir adama) hadisi yazmasini emretti. Zeyd müdahalede bulunarak
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç bir sey yazmamamizi
emretmisti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazilani derhal imha
etti."
Ebu Davud, Ilm 3, (3647).
- Ebu Sa'idi'l-Hudri radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm söyle emrettiler: "Benden kur'an disinda bir sey yazmayin. Kim,
Kur'an'dan baska bir sey yazmis ise, onu imha etsin."
Müslim, zühd 72, (3004).
ILMIN KALDIRILMASI
- Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ilmi (verdikten sonra),
insanlarin (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayi kabzetmek
suretiyle alir. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri
kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksizin
(kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de baskalarini
dalâlete atarlar."
Buhari, Ilim 34, I'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654).
- Ebu'd-Derda radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Su anlar, ilmin
insanlardan kapip kaçirildigi anlardir. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir
seye muktedir olamazlar!" buyurdular.
Ziyad Ibnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'i okuyup dururken
ilim bizlerden nasil kapip kaçirilir? Vallahi biz onu hem okuyacagiz, hem de
çocuklarimiza, kadinlarimiza okutacagiz!" dedi. Resulullah da:
"Anasiz kalasin, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayiyordum. (Bak)
iste Tevrat ve Incil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onlarin ne isine
yariyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki:
"Ubade Ibnu's-Samit radiyallahu anh'a rastladim. Kardesin Ebu'd-Derda ne söyledi,
isittin mi? dedim. Ve ona Ebu'd-Derda'nin söyledigini haber verdim. bana:
"Ebu'd-Derda dogru söylemis, dilersen kaldirilacak olan ilk ilmin ne
oldugunu sana haber vereyim: Insanlardan kaldirilacak olan ilk ilim husu'dur.
Büyük bir câmiye girip husu üzere olan tek sahsi göremiyecegin vakit
yakindir!" dedi."
Tirmizi, Ilm 5, (2655).
- Ömer Ibnu Abdilaziz rahimehullah'dan nakledildigine göre, (Medine valisi) Ebu
Bekr Ibnu Hazm'a söyle yazmistir: "Bak, Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm'in hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasindan ve ülemanin
gitmesinden korkuyorum. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in hadisinden baska
bir sey kabul etme. Alimler ilmi yaysinlar, ilim için (herkese açik yerlerde)
halkalar teskil etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece ögrensin. Zira ilim,
gizli kalmazsa helak olmaz."
Buhari, Ilm 34.
ALIM VE TALIB
- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Allah kimin hakkinda hayir murad ederse, onu
dinde âlim kilar."
- Hz. Muaviye radiyallahu anh, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle
söyledigini anlatiyor: "Hayir bir aliskanliktir, ser de düsmanliktir;
Allah kimin hakkinda hayir murad ederse onu dinde fakih (âlim) kilar."
- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
söyle buyurdular: "Ilim talebi her müslümana farzdir. Ilmi, ona layik
olmayan kimseye ögretmek, domuzun boynuna mücevherat, inci, altin takmak
gibidir."
- Zir Ibnu Hubeys anlatiyor: "Safvân Ibnu Assâl el-Murâdi'ye geldim. Bana:
"Ne maksatla yanima geldin?" dedi.
"Ilmi ortaya çikarayim diye!" dedim. Bunun üzerine bana sunu söyledi:
"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan isittim. Buyurmuslardi ki:
"Ilim talep etmek üzere yola çikan hiç kimse yoktur ki, melekler, onun bu
yaptigindan memnun olarak, ona kanatlarini germemis olsunlar!"
- Ebu Ümâme radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Yok edilmezden önce su (dini) ilmi ögrenmeniz gerekir.
Onun yok edilmesi kaldirilmasidir."
Aleyhissalatu vesselâm, sonra orta parmagi ile sehadet parmagini söyle
birlestirerek: "Alim ve talebe sevapta ortaktirlar, diger insanIarda
(ögretici ve ögrenici olmayanlarda) hayir yoktur!" buyurdular.
- Abdullah Ibnu Amr radiyallahu anhümâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm, bir gün, hücrelerinden birinden çikip mescide girmisti. Mescidde ise
iki halka vardi. Birinde halk, Kur'ân okuyor, Allah'a dua ediyordu.
Digerindekiler ilim ögrenip ilim ögretmekle mesguldü. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Her ikisi de hayir üzeredir: Sunlar Kur'ân okuyorlar, Allah'a dua
ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar
ise ögrenip ögretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim!"
buyurdular ve ilim halkasina oturdular."
ILMI TEBLIG
- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Allah benim sözümü isitip belleyen, sonra da onu benden (baskasina)
ulastiran kimsenin yüzünü Kiyamet günü agartsin. Zira nice ilim tasiyicilar
vardir ki, alim degildir. Nice ilim tasiyicilari ilmi, kendinden daha alim
olana tasirlar."
- Yine Hz. Enes anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular
ki: "Insanlardan öyleleri vardir ki, onlar hayrin anahtarlari, serrin de
sürgüleridir. Allah'in, ellerine hayirin anahtarlarini koydugu kimselere ne
mutlu! Serr'in anahtarlarini Allah'in ellerine koydugu kimselere ne
yazik!"
- Sehl Ibnu Sa'd radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"(Size getirdigim) bu hayir, birkisim hazineler mesabesindedir. Bu
hazinelerin anahtarlari vardir. Allah'in, hayir için bir anahtar, serre karsi
da sürgü kildigi kimseye ne mutlu. Allah'in serre anahtar, hayra sürgü kildigi
kimseye de ne yazik!"
HALKA HAYRI ÖGRETMEK
- Muaz Ibnu Enes'in babasi anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir ilim ögretirse ona bu ilimle amel edenlerin sevabi
vardir. Bu amel edenin ücretini eksiltmez."
- Ebu Katâde babasindan naklediyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kisinin (öldükten sonra) geride biraktiklarinin en
hayirlisi su üç seydir: "Kendisine dua eden salih bir evlad, ecri
kendisine ulasan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen bir
ilim."
- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Mü'min kisiye, hayatta iken yaptigi amel ve
iyiliklerden, öldükten sonra ulasanlar, ögretip nesrettigi bir ilim, geride
biraktigi salih bir evlad, miras biraktigi bir mushaf (kitap), insa ettigi bir
mescid, yolcular için yaptirdigi bir bina, akittigi bir su, hayatta ve saglikli
iken verdigi bir sadakadir. Ölümünden sonra kisiye iste bunlar ulasir."
- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Sadakanin en üstünü, kisinin bir ilim ögrenip
sonra da onu müslüman kardesine ögretmesidir."
TEVAZU
6025 - Ebu Ümame radiyallahu anh anlatiyor: "Çok sicak bir günde
Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Baki'u'l-Garkad cihetine geçti. Arkasinda
yürüyen kimseler vardi. Bir ara ayak seslerini isitince bu ona agir geldi ve
içine bir kibir düser endisesiyle yere oturdu, halkin kendisini geçmesini
bekledi."
- Hz. Cabir radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
yolda yürüyünce Ashab, onun önünde yürürler. Aleyhissalâtu vesselâm'in sirtini
meleklere birakirlardi."
ILIM TALEBINE TESVIK
- Ismail Ibnu Müslim anlatiyor: "Hasan Basri merhuma hastaligi sirasinda
geçmis olsun ziyaretine ugramistik; gelenler odayi doldurdu, öyle ki ayaklarini
topladi ve sunlari anlatti: "Biz, Ebu Hureyre radiyallahu anh'a hastalaninca
geçmis olsun ziyaretinde bulunduk, ziyaretçiler odayi doldurmustuk, öyle ki,
ayaklarini kendine çekti ve: "Bir keresinde Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm'in yanina girmis, odasini doldurmustuk, o da yani üzerine yatiyordu.
Bizi görünce ayaklarini kendine çekerek topladi ve söyle buyurdu:
"Haberiniz olsun, benden sonra, ilim talep etmek üzere, (size her
taraftan) insanlar gelecekler. Onlara merhaba deyin, selam verin ve ilim
ögretin!"
Hasan Basri hazretleri sözlerine devamla dedi ki: "Allah'a yemin olsun!
Biz öyle insanlarla karsilastik ki, (kendilerine ilim talep etmek üzere
ugradigimiz zaman) bize, ne merhaba dediler, ne selam verdiler ne de ilim
ögrettiler. Ancak kendilerine ilim için gittigimiz zaman bir seyler ögrenir
idiysek de bize kaba davranirlardi."
ILIMLE AMEL
- Ibnu Ömer radiyallahu anhümâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Cühelâ takimiyla münakasa veya ülemâya karsi böbürlenme veya halkin
dikkatini kendine çekme gayesiyle ilim talep eden atestedir."
- Hz. Cabir radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ilmi, alimlere karsi böbürlenmek, cühelâ ile münakasa etmek veya
mevki-makam elde etmek için ögrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ates gerekir,
ates!"
- Ibnu Abbas radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden birkisim insanlar, dini ilimleri ögrenecekler. Kur'ân-i
Kerîm'i okuyacaklar ve söyle diyecekler: "Ümerâya gidip, onlarin
dünyaliklarindan aliriz, dinimizi de onlarin serrinden uzak tutariz."
Halbuki bu mümkün degildir, tipki katad (denen dikenli agaçtan) dikenden baska
bir sey elde edilemedigi gibi. Aynen öyle de, ümerânin yakinligindan sadece...
elde edilir."
Muhammed Ibnu's-Sabbâh: "Aleyhissalâtu vesselâm sanki hatalari
kastetmistir" der."
- Abdullah Ibnu Mes'ud radiyallahu anh demistir ki: "Eger ilim ehli, ilmi
koruyup, onu layik olanlara vermis olsalardi, ilim sayesinde devirlerinin
insanlarina efendi olacaklardi. Ne var ki onlar ilmi, dünyaliklarindan menfaat
saglamak için ehl-i dünya için harcadilar. Dünya ehli de âlimleri asagiladi.
Halbuki ben, Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'in söyle söyledigini isittim:
"Kimin tasasi sadece ahiret oIursa, dünya tasalarina Allah kifâyet eder.
Kim de dünya tasalarina kendini kaptirirsa, dünyanin hangi vadisinde helak
olduguna Allah aldirmayacaktir."
- Huzeyfe radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in
söyle söyledigini isittim: "Ilmi, ulemâya karsi böbürlenmek için veya
cühelâ ile münakasa için veya insanlarin dikkatini kendinize çekmek için
ögrenmeyin. Kim böyle yaparsa yeri atestir."
- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Kim âlimlere karsi böbürlenmek, cahillerle
münakasa etmek ve halkin dikkatini üzerine çekmek maksadiyla ilim ögrenirse
Allah onu cehenneme sokar."
ILMI GIZLEME
- Hz. Câbir radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Bu ümmetin sonradan gelenleri önce gelenlerine lânet
ettigi vakit, kim bir hadisi söylemez, ketmederse, Allah'in indirdigini
ketmetmis (gizlemis) olur."
- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim bir ilimden sorulur, o da bunu gizlerse, Kiyamet günü
atesten bir gem ile gemlenir."
- Ebu Sa'îdi'I-Hudrî anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki: "Kim insanlarin dini islerinde Allah'in faydali kildigi bir
ilmi gizlerse, Allah, Kiyamet günü onu atesten bir gem ile gemler."
IMÂN VE ISLÂM'IN FAZILETI
- Ubade Ibnu's-Sâmit el-Ensarî (radiyallahu anh) hazretleri demistir ki:
"Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Kim
Allah'tan baska ilâh olmadigina Allah'in bir ve seriksiz olduguna ve
Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduguna, keza Hz. Isâ'nin da Allah'in
kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh
olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehâdet ederse, her ne amel
üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktir."
Buhârî, Enbiya 47; Müslim, Imân 46, (28); Tirmizî, Imân 17, (2640).
Müslim'in bir baska rivayetinde söyle buyrulmustur: "Kim Allah'tan baska
ilâh olmadigina ve Muhammed'in Allah'in elçisi olduguna sehâdet ederse Allah
ona atesi haram kilacaktir."
- Ebu Sa'îd Ibnu Mâlik Ibni Sinân el-Hudrî (radiyallahu anh) hazretleri
demistir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular:
"Kalbinde zerre miktari iman bulunan kimse atesten çikacaktir."
Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarin ifade ettigi hakikatten) süpheye
düserse su ayeti okusun: "Allah süphesiz zerre kadar haksizlik
yapmaz..." (Nisa, 40).
Tirmizî Sifatu Cehennem 10, (2601).
Tirmizî hadis için "sahihtir" demistir.
- Yine Ebu Sa'îd (radiyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Kim: 'Rab olarak Allah'i, din
olarak Islâm'i, Resûl olarak Hz. Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldim)'
derse cennet ona vâcip olur".
Ebu Dâvud, Salât 361, (1529).
- Yine Ebu Sa'îd (radiyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Bir kul Islâm'a girer ve bunda
samimi olursa, daha önce yaptigi bütün hayirlari Allah, lehine yazar, islemis
oldugu bütün serleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptiklari da su
sekilde muâmele görür: Yaptigi her hayir için en az on misli olmak üzere
yediyüz misline kadar sevap yazilir. Isledigi her bir ser için de, -Allah
affetmedigi takdirde- bir günah yazilir."
Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (Iman 31), Nesâî, Iman 10, (8, 105).
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle disiyla
Müslüman olursa, yaptigi herbir hayir en az on mislinden, yedi yüz misline
kadar sevabiyla yazilir. Isledigi her bir günah da sâdece misliyle yazilir. Bu
hâl, Allah'a kavusuncaya kadar böyle devam eder."
Buharî, Iman 31; Müslim, Iman 205, (129).
- Muâz Ibnu Cebel el-Ensârî (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kimin (hayatta
söyledigi) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider"
Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3116).
- Ebu Zerr (Cündeb Ibnu Cünâde el-Gifârî) (radiyallahu anh) hazretleri
anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana
Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir seyi
ortak kilmadan (sirk kosmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi"
dedi. Ben (hayretle) "zina ve hirsizlik yapsa da mi?" diye sordum.
"Hirsizlik da etse, zina da yapsa" cevabini verdi. Ben tekrar: "Yani
hirsizlik ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hirsizlik da
etse, zina da yapsa!"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu
Zerr patlasa da cennete girecektir".
Buhârî, Tevhid 33; Müslim, Iman 153, (94); Tirmizî, Iman 18, (2646).
- Câbir Ibnu Abdillah el-Ensârî (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Iki sey vardir gerekli
kilicidir" Bir zat: -Ey Allah'in Rasûlü! gerekli kilan bu iki seyden
maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kim Allah'a herhangi bir seyi ortak kilmis olarak ölürse bu kimse atese
girecektir. Kim de Allah'a hiçbir seyi ortak kilmadan ölürse o da cennete
girecektir" cevabini verdi."
Müslim, Iman 151, (93).
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: "Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e "Ey Allah'in Resûlu, kiyamet günü senin
sefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana:
"Hadis'e karsi sende olan aski görünce, bu hususta senden önce bana bir
baskasinin sualde bulunmayacagini tahmîn etmistim" açiklamasini yaptiktan
sonra su cevabi verdi: "Kiyamet günü benim sefaatimle en ziyade saadete
erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek 'Lâ ilâhe illallah' diyen
kimsedir"
Buhârî, Ilm 34, Rikak 50.
- Süheyb Ibnu Sinân (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) söyle buyurdular: "Mü'min kisinin durumu ne kadar sasirticidir!
Zira her isi onun için bir hayirdir. Bu durum, sâdece mü'mine hastir, baskasina
degil: Ona memnun olacagi birsey gelse sükreder, bu ise hayirdir; bir zarar
gelse sabreder bu da hayirdir".
Müslim, Zühd 64, (2999).
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Muhammed'in nefsini kudret eliyle tutan zâta
yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni
isitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem
ehlinden olacaktir".
Müslim, Iman 240, (153).
- Vehb Ibnu Münebbih'in anlattigina göre kendisine: "Lâilâhe illallah
cennetin anahtari degil mi? dendi de: "Evet, öyledir ama dissiz anahtar
olur mu? Disleri olan anahtarin varsa kapin açilir, yoksa kapali kalir,
açilmaz" cevabini verdi.
Buhârî, Cenâiz 1.
- Abdullah Ibnu Mes'ud el-Hüzelî (radiyallahu anh)'nin anlattigina göre, bir adam
kendisine "Sirat-i müstakim (dogru yol) nedir?" diye sordu. Ona su
cevabi verdi:"Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sirat-i müstakimin
bir basinda birakti. Bunun öbür ucu ise cennete ulasmaktir. Bu ana yolun
saginda ve solunda baska tali yollar da var. Bunlardan her birinin basinda bir
kisim insanlar durmus oradan geçenleri kendilerine çagiriyorlar. Kim bu dis
yollardan birine sülûk ederse yol onu atese götürecektir. Kim de sirat-i
müstakîme sülûk ederse o da cennet'e ulasacaktir." Ibnu Mes'ud bu açiklamayi
yaptiktan sonra su ayeti okudu: "Iste bu benim sirat-i müstakimimdir, buna
uyun. Baska yollara sapmayin, sonra onlar sizi Allah'in yolundan
ayirirlar...." (En'âm 152)
(Rezîn Ibnu Muâviye'nin ilâvesidir).
IMÂNIN HAKIKATI
- Abdullah Ibnu Ömer Ibni'l-Hattâb (radiyallahu anh)'in anlattigina göre, bir
adam kendisine: Gazveye çikmiyor musun?" diye sorar. Abdullah su cevabi
verir: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i isittim, söyle
buyurmustu: "Islâm bes esas üzerine bina edilmistir: Allah'tan baska ilâh
olmadigina ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmek, namaz
kilmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak".
Buhârî, Iman 1; Müslim, Iman 22 (....); Nesâî, Iman 13, (9, 107-108); Tirmizî,
Iman 3, (2612).
- Yahya Ibnu Ya'mur haber veriyor: "Basra'da kader üzerine ilk söz eden
kimse Ma'bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd Ibnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya
umra vesîlesiyle beraberce yola çiktik. Aramizda konusarak, Ashab'tan biriyle
karsilasmayi temenni ettik. Maksadimiz, ondan kader hakkinda su heriflerin
ettikleri laflar hususunda soru sormakti. Cenâb-i Hakk, bizzat Mescid-i
Nebevî'nin içinde Abdullah Ibnu Ömer (radiyallahu anh)'la karsilasmayi nasib
etti. Birimiz sag, öbürümüz sol tarafindan olmak üzere ikimiz de Abdullah
(radiyallahu anh)'a sokuldu. Arkadasimin sözü bana biraktigini tahmîn ederek,
konusmaya basladim: "Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazi kimseler
zuhur etti. Bunlar Kur'ân-i Kerîm'i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup
çikarmaya çalisiyorlar." Onlarin durumlarini beyan sadedinde sunu da ilâve
ettim: "Bunlar, "kader yoktur, hersey hâdistir ve Allah önceden
bunlari bilmez" iddiasindalar." Abdullah (radiyallahu anh):
"Onlarla tekrar karsilasirsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da
benden berîdirler." Abdullah Ibnu Ömer sözünü yeminle de te'kîd ederek
söyle tamamladi: "Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dagi kadar
altini olsa ve hepsini de hayir yolunda harcasa kadere inanmadikça, Allah onun
hayrini kabul etmez."
Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer Ibnu'l-Hattâb (radiyallahu anh) bana sunu
anlatti:
"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yaninda oturuyordum. Derken
elbisesi bembeyaz, saçlari simsiyah bir adam yanimiza çikageldi. Üzerinde,
yolculuga delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu
tanimiyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in önüne oturup
dizlerini dizlerine dayadi. Ellerini bacaklarinin üstüne hürmetle koyduktan
sonra sormaya basladi: Ey Muhammed! Bana Islâm hakkinda bilgi ver! Haz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Islâm, Allah'tan baska ilâh
olmadigina, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmen, namaz
kilman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettigi takdirde Beytullah'a
haccetmendir." Yabanci: "-Dogru söyledin" diye tasdîk etti. Biz
hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.
Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkinda bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Allah'a, meleklerine,
kitablarina, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandir. Kadere yani hayir ve
serrin Allah'tan olduguna da inanmandir." Yabanci yine: "Dogru
söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana ihsan hakkinda
bilgi ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Ihsan Allah'i sanki
gözlerinle görüyormussun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O
seni görüyor."
Adam tekrar sordu: "Bana kiyamet(in ne zaman kopacagi) hakkinda bilgi
ver?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: "Kiyamet hakkinda
kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birsey bilmiyor!" karsiligini
verdi.
Yabanci: "Öyleyse kiyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su açiklamayi yapti:
"Köle kadinlarin efendilerini dogurmalari, yalin ayak, üstü çiplak, fakir
-Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarinin yüksek binalar
yapmada yaristiklarini görmendir."
Bu söz üzerine yabanci çikti gitti. Ben epeyce bir müddet kaldim. -Bu ifade
Müslim'deki rivayete uygundur. Diger kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'la karsilastim" seklindedir- Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ey Ömer, sual soran bu zatin kim oldugunu
biliyor musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince su
açiklamayi yapti: "Bu Cebrail aleyhisselâmdi. Size dininizi ögretmeye
geldi."
Müslim, Iman 1, (8); Nesâî, Iman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695);
Tirmizî, Iman 4, (2613).
Ebu Dâvud, bir baska rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra
"cünüblükten yikanmak" maddesini de ilâve eder.
Yine Ebu Dâvud'un bir baska rivayetinde su ziyâde vardir: "Müzeyne veya
Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'in Resûlü, hangi isi
yapiyoruz, olup bitmis (levh-i mahfuza kaydi geçmis) bir isi mi, yoksa (henüz
levh-i mahfuza geçmemis) su anda yeni baslanacak olan bir isi mi?"
Resûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm): "Olup bitan bir isi" dedi.
Adamcagiz -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalisilsin ki? Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su açiklamada bulundu: "Cennet ehli
olanlara cennetliklerin ameli müyesser kilinir, ates ehli olanlara da
cehennemliklerin ameli müyesser kilinir."
Benzer bir hadisi, Buhârî (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radiyallahu anh)'den
kaydeder.
Bu hadise Tirmizî hâriç digerlerinde de rastlanir. Mevzubahis rivayette,
"sehâdette bulunman" yerine "Allah'a ibadet edip hiçbir seyi
ortak kosmaman" ifadesi de yer alir.
Bu hadiste ayrica "Yalin ayak, üstü çiplak kimseler halkin reisleri oldugu
zaman" ziyadesi de mevcuttur.
Su ziyade de mevcuttur: (Kiyametin ne zaman kopacagi), Allah'tan baska hiçkimse
tarafindan bilinmeyen bes gayiptan (mugayyebât-i hamse) biridir buyurdu ve su
ayeti okudu: "Kiyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yagmuru O
indirir. Rahimlerde bulunani o bilir. Kimse yarin ne kazanacagini bilmez. Ve
hiç kimse nerede ölecegini bilmez..." (Lokman, 34),
Buhârî, Iman 37.
Bir baska rivayette "üstü çiplaklar" tâbirinden sonra "sagir ve
dilsizler arzin melikleri (krallari) olduklari zaman" ziyadesi vardir.
Nesâî'nin Sünen'inde su ziyade mevcuttur: "Dedi ki: Hayir, Muhammed'i
hakikatle birlikte irsad ve hidayet edici olarak gönderen zât'a yemin olsun,
ben o hususta (kiyametin ne zaman kopacagi hususunda) sizden birinden daha
bilgili degilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdi. Dihyetu'l-Kelbî suretinde
inmistir."
- Enes Ibnu Mâlik (radiyallahu anh) anlatiyor: Biz mescidde Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte otururken, devesine binmis olarak bir adam
girdi ve mescidin avlusuna devesini ihip bagladiktan sonra: "Muhammed
hanginizdir?" diye sordu. Biz: "Dayanmakta olan su beyaz kimse"
diye gösterdik. -Nesâî'deki Ebu Hüreyre (radiyallahu anh)'in rivayetinde:
"Su dayanmakta olan hafif kirmiziya çalan renkteki kimse" diye tasvîr
mevcuttur.-
Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oglu! diye seslendi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Buyur seni dinliyorum" dedi.
Adam: "Sana birseyler soracagim. Sorularimda asiri gidebilirim, sakin bana
darilmayasin" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Haydi istedigini sor!"
Adam: "Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adina soruyorum: Seni bütün
insanlara peygamber olarak Allah mi gönderdi?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kasem olsun evet!"
Adam: "Allahu Teâla adina soruyorum: Gece ve gündüz bes vakit namaz
kilmani sana Allah mi emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Adam: "Allah adina soruyorum, senenin su ayinda oruç tutmani sana Allah mi
emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Adam: "Allahu Teâla adina soruyorum: Bu sadakayi zenginlerimizden alip
fakirlerimize dagitmani Allah mi sana emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"
Bu soru-cevaptan sonra adam sunu söyledi: "Getirdiklerine inandim. Ben
geride kalan kabîlemin elçisiyim. Adim: Dimâm Ibnu Sa'lebe'dir. Benu Sa'd Ibni
Bekr'in kardesiyim." (Bunu bes kitap rivayet etmistir. Metin Buhârî'den
alinmistir).
Müslim'in rivayetinde söyle denir: "Bir adam geldi ve söyle dedi:
"Bize senin gönderdigin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafindan
gönderildigine inanmaktasin."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Dogru söylemis" dedi.
Adam tekrar: "Öyleyse semayi kim yaratti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.
Adam: "Peki bu daglari kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.
Adam: Peki semayi yaratan, arzi yaratan ve daglari diken Zât adina söyler
misin, seni peygamber olarak gönderen Allah midir?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.
Adam: "Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz bes vakit namaz
kilmaliyiz, bu dogru mudur?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Dogru söylemistir!"
Adam: "Seni gönderen adina dogru söyle. Bunu sana Allah mi emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.
Adam sonra zekâti, arkasindan orucu, daha sonra da hacci zikretti ve bu sekilde
sordu.
Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde "Dogru
söylemis" diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen
adina dogru söyle. Bunu sana Allah mi emretti?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!"
Adam sonra geri döndü ve ayrilirken sunu söyledi: "Seni hakla gönderen
Zât'a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir sey ilâve etmem, bunlari eksiltmem
de."
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu kimse sözünde durursa
cennetliktir!" buyurdu.
Buhârî, Ilm 6; Müslim, Iman 10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâî, Siyâm 1,
(4, 120); Ebu Dâvud, Salât 23, (486).
- Talha Ibnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçlari karisikti. Kulagimiza sesinin
miriltisi geliyordu, ancak ne dedigini anlayamiyorduk. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e iyice yaklasinca gördük ki, Islâm'dan soruyormus.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gece ve gündüzde bes vakit
namaz" demisti ki adam tekrar sordu:
"Bu bes disinda bir borcum var mi?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ramazan orucu da var"
deyince adam: Bunun disinda oruç var mi? diye sordu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): "Hayir!" Ancak dilersen nâfile
tutarsin" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâti hatirlatti. Adam: "Zekât
disinda borcum var mi?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayir, ama nâfile verirsen o baska!" dedi.
Adam geri döndü ve gider ayak: "Bunlara ilâve yapmayacagim gibi noksan da
tutmayacagim" dedi.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sözünde durursa kurtulusa
ermistir" buyurdu. Veya "Sözünde durursa cennetliktir" buyurdu.
Ebu Dâvud'da "Kasem olsun kurtulusa erer, yeter ki sözünde dursun"
seklinde te'kidli olarak gelmistir.
Buhârî, Iman 34; Müslim, Iman 8, (11); Nesâî, Siyâm, 1, (4, 120); Ebu Dâvud,
Salât 1, (391); Muvatta, Kasru's-Salât fi's-Sefer 94, (1, 175).
- Abdullah Ibnu Abbas'in rivayetine göre, bir kadin, kendisine küpte yapilan
sira (nebîz) hakkinda sordu. Kadina su cevabi verdi: "Abdulkays
kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e geldigi vakit:
"Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebîalilar" diye kendilerini
tanittilar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Merhaba, hos
geldiniz. Insaallah bu ziyaretten memnun kalir, pisman olmazsiniz"
buyurdu.
Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramizda su
kâfir Mudarlilar var. Bu sebeple, size ancak haram ayinda ugrayabiliyoruz. Öyle
ise, bize kesin, açik bir amel emret, onu geride biraktiklarimiza da ögretelim.
Ve bizi cennete götürsün" dediler.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta
bulundu: Önce tek olan Allah Teâla'ya imani emretti ve sordu:
"Iman nedir biliyor musunuz?"
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açikladi: Allah'tan baska
ilâh olmadigina, Muhammed'in Allah'in kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmek,
namaz kilmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten
beste birini ödemenizdir."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara su kaplari (sira yapmada)
kullanmalarini yasakladi: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabagindan
yapilmis testiler), nakîr hurma kökünden ayrilan çanak, müzeffet -veya
mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmis kap).
Buhârî, Iman 40, Ilm 25, Mevâkîtu's-Salât 2, Zekât 1, Farzu'l-Hums 2, Mevâkib
4, Megâzî 69, Edeb 98, Haberi'l-Vâhid 5, Tevhîd 56, Müslim, Imân 23, 24, 25
(17); Ebu Dâvud, Esribe 7, (3692); Tirmizî, Iman 5, (2614); Nesâî, Iman, 25,
(8, 120).
- Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) söyle buyurdu: "Kisi dört seye inanmadikça mü'min olmus
sayilmaz: Allah'tan baska ilâh olmadigina ve benim Allah'in kulu ve elçisi
Muhammed olduguma, beni (bütün insanlara) hakla göndermis bulunduguna sehâdet
etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak"
Tirmizî, Kader 10, (2146).
- es-Serrîd Ibnu's-Süveyd es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey
Allah'in Resûlü, dedim, annem bana kendisi adina mü'mine bir cariye âzad etmemi
vasiyet etti. Benim yanimda, Sûdanli (nûbi) siyah bir cariye var, onu âzad
edeyim mi?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Çagir, onu (göreyim)"
dedi. Çagirdim ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin kim?" Cariye:
"Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye:
"Allah'in elçisisin!" cevabini verince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu.
Ebu Dâvud, Eymân 19 (3283); Nesâî, Vesâya 8, (6, 251).
- Muâviye Ibnu'l-Hakem es-Sülemî anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak çalistiriyor,
koyunlarimi otlatiyordum. Yakinlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye
sorunca, kurt kapti dedi. Koyunun kaybolmasina üzüldüm. Insanligim icabi
câriyenin suratina bir tokat vurdum. Bu davranisimin kefareti olarak bir köle
azad etmeyi adadim. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O:
"Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen
Allah'in Resûlüsün" cevabini verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu.
Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18);
Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).
- Abbâs Ibnu Abdilmuttalib (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle söyledigini isittim: "Imanin tadini,
Rabb olarak Allah'i, din olarak Islâm'i, peygamber olarak Muhammed'i seçip râzi
olanlar duyar."
Müslim, Iman 56, (34); Tirmizî, Imân 10, (2625).
- Abdullah Ibnu Muâviye el-Gâzirî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Üç sey vardir. Kim
onlari yaparsa imanin tadini alir: Sadece Allah'a kulluk eden, Allah'tan baska
ilâh olmadigini bilen, her yil gönül hosluguyla zekâtini veren! Zekâtini da
yasli, uyuzlu, hasta, degersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarinin
orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-i Hakk ne en iyisinden vermenizi
emretmistir, ne de en adisinden olana râzi olmustur."
Ebu Dâvud, Zekât 4, (1582).
- Behz Ibnu Hakîm Ibni Mu'âviye Ibni Hayde el-Kuseyrî babasi tarikiyle
dedesinden sunu rivayet ediyor: "Dedim ki: Ey Allah'in Resûlü, ben sana
gelirken, seni ve dinini benimsemiyecegim diye sunlarin (ellerinin parmaklarini
göstererek) adedinden fazla yemin ettim. Megerse, Allah ve Resûlünün ögrettigi
disinda hiçbir sey anlamayan bir kimseymisim. Simdi Allah rizasi için senden
soruyorum. Allah seninle bizlere ne gönderdi?"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Islâm"i dedi. "Pekâla,
dedim, Islâm'in alâmetleri nedir?" Su cevabi verdi: "Kendimi Allah'a
teslim ettim, baska seyleri terkettim" demen, namaz kilman, zekât
vermendir. Her Müslüman bir baska Müslümana haramdir. Iki Müslüman birbiriyle
kardestir ve birbirlerine yardimcidirlar. Bir kimse Müslüman olduktan sonra
müsrikleri terkedip, Müslümanlara karismadikça hiçbir ameli (Allah katinda)
makbul degildir."
Nesâî, Zekât 72, (5, 82).
- Süfyan Ibnu Abdillah es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey Allah'in
Resûlü, bana Islâm hakkinda öyle bir bilgi ver ki, bana yetsin ve sizden baska
kimseye Islâm'dan sormaya hacet birakmasin" dedim. Su cevabi verdi:
"Allah'a inandim de, sonra da dogru ol" buyurdu.
Müslim, Iman 62, (38).
- Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdu ki: "Kim bizim namazimizi kilar, bizim kiblemize yönelir, bizim
kestigimizi yerse iste o, Müslümandir".
Nesâî, Iman 9, (8, 105). Buhârî, Salat 28.
Hadisi Nesâî tahric etmistir. Ancak, Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî tarafindan da
rivayet edilmis olan uzunca bir hadisin bir parçasidir. Bak:
Tirmizî, Iman 2, (2611); Ebu Dâvud, Cihad 104, (2641).
MECÂZ HAKKINDA
- Ebu Hüreyre anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:
"Iman, yetmis küsur -bir rivayette de altmis küsur- subedir. Haya imandan
bir subedir."
Buhârî, Iman 3; Müslim, Iman 57-38, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet 15, (4676);
Tirmizî, Iman 6, (2617); Nesâî, Iman 16, (8, 110); Ibnu Mâce, Mukaddime 9,
(57).
Bir rivayette su ziyâde vardir: "Bu sûbelerden en üstünü "Lâilâhe
illallah" sözüdür, en asagi mertebede olani da yolda bulunan rahatsiz
edici bir seyi kenara çikarmaktir."
- Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle buyurdugunu anlatiyor:
"Üç haslet vardir. Bunlar kimde varsa imanin tadini duyar: Allah ve
Resûlünü bu ikisi disinda kalan herseyden ve herkesten daha çok sevmek, bir
kulu sirf Allah rizasi için sevmek, Allah, imansizliktan kurtarip Islâm'i nasib
ettikten sonra tekrar küfre, inançsizliga düsmekten, atese atilmaktan korktugu
gibi korkmak."
Buhârî, Iman 9, 14, Ikrâh 1; Müslim, Iman 67, (43); Tirmizî, Iman 10, (2626);
Nesâî, Iman 3, (8, 96); Ibnu Mâce, Fiten 23, (4033).
Nesâî'nin kaydettigi bir diger rivayette "bu ikisi disinda kalan"
tabirinden sonra su ziyâde vardir. "Allah için sevmek, Allah için
bugzetmek."
- Yine Hz. Enes (radiyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) söyle buyurmustur: "Sizden biri, beni, babasindan, evladindan ve
bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmis sayilmaz"
Buhârî, Iman 8; Müslim, Iman 70, (44); Nesâî, Iman 19,(8,114, 115).
Nesâî'nin bir rivayetinde "...malindan ve ailesinden daha sevgili..."
denmektedir.
- Yine Hz. Enes (radiyallahu anh)'in rivayetine göre Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurmustur: "Sizden biri, kendi için
sevdigini kardesi için de sevmedikçe gerçek imana eremez."
Nesâî'nin rivayetinde "...hayir seylerden" ziyâdesi mevcuttur.
Buhârî, Iman 6; Müslim, Iman 71, (45); Nesâî, Iman 19, (3, 115); Tirmizî,
Sifatu'l-Kiyamet 60, (3517); Ibnu Mâce, Mukaddime 9, (66). - Ebu Ümâme
(radiyallahu anh),
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle dedigini rivayet ediyor:
"Kim Allah için sever, Allah için bugzeder, Allah için verir, Allah için
vermezse imanini kemâle erdirmistir".
Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4681).
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in söyle dedigini rivayet etmistir:
"Müslüman, diger Müslümanlarin elinden ve dilinden zarar görmedigi
kimsedir. Mü'min de, halkin, can ve mallarini kendisine karsi emniyette
bildikleri kimsedir."
Tirmizî, Iman 12, (2629); Nesâî, Iman 8, (8, 104, 105).
- Abdullah Ibnu Amr Ibni'l-As (radiyallahu anh) hazretleri, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle dedigini rivayet etmistir:
"Müslüman, diger Müslümanlarin elinden ve dilinden zarar görmedikleri
kimsedir. Muhâcir de Allah'in yasakladigi seyi terkedendir."
Buhârî, Iman 4; Müslim, Iman 64, (40); Ebu Dâvud, Cihâd 2, (2481); Nesâî, Iman
9, (8, 105). (Metin Buhârî'ye aittir).
Sahiheyn ve Nesâî'de gelen bir baska hadiste söyle denir: "Bir adam sordu:
"Ey Allah'in Resûlü, Islâm'da hangi amel daha hayirlidir?" Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Yemek yedirmen, tanidik tanimadik
herkese selam vermen" dedi.
- Ebu Saîdi'l-Hudrî (radiyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
söyle dedigini rivayet etti:
"Bir kimsenin mescide alâkasini görürseniz, onun mü'min olduguna sehâdet
edin, zira Cenâb-i Hakk söyle buyuruyor: "Allah'in mescidlerini ancak
Allah'a ve âhiret gününe inananlar imar ederler" (Tevbe 18),
Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, (3092).
- Hz. Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
dedi ki: "Üç sey vardir ki imanin aslindandir:
1. Lâilâhe illallah diyene saldirmamak: Isledigi herhangi bir günahi sebebiyle
bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de Islâm'dan disari atma.
2. Cihad, bu Allah'in beni peygamber olarak gönderdigi günden, bu ümmetin
Deccâl'e karsi savasacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamin
zâlim olmasi, ne de âdil olmasi ortadan kaldiramayacaktir.
3. "Kadere iman".
Ebu Dâvud, Cihad 35, (2532).
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in ashabindan bir kismi ona sordular: "Bazilarimizin aklindan
bir kisim vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacagina
kaniyiz." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gerçekten böyle
bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince:
"Iste bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.
Müslim, Iman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).
Diger bir rivayette: "(Seytanin) hilesini vesveseye dönüstüren Allah'a
hamdolsun" demistir.
Müslim'in Ibnu Mes'ud (radiyallahu anh)'dan kaydettigi bir rivayet söyledir:
"Dediler ki: "Ey Allah'in Resulû, bazilarimiz içinden öyle sesler
isitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayi veya
gökten yere atilmayi tercîh eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)"
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayir bu (korkunuz) gerçek imanin
ifadesidir" cevabini verdi."
KELIME-I SEHÂDET VE ONUN DIL ILE IKRARININ HÜKMÜ
- Ibn-i Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Ben insanlar Allah'tan baska ilâhin olmadigina, Muhammed'in de
Allah'in elçisi olduguna sehâdet edinceye, namaz kilincaya, zekât verinceye
kadar onlarla savas etmekle emrolundum. Bunlari yaptilar mi, kanlarini,
mallarini bana karsi korumus (emniyet altina almis) olurlar. Islâm'in hakki
hâriç. Artik (samimi olup olmadiklarina dair) durumlari Allah'a
kalmistir".
Buhârî, Imân 17; Müslim, Iman 36, (22);
Müslim'deki rivayette "Islâm'in hakki hâriç" ibâresi mevcut degildir.
- Ubeydullah Ibnr Adiy Ibnu'l-Hiyâr (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) ashabiyla otururken bir adam gelerek gizlice bir
seyler fisildadi. Ne gibi bir sir tevdi etmisti bilmiyorduk. Nihayet Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu açikladi. Megerse o zat, münafiklardan
birini öldürmek için izin istiyormus. Adama: "Peki o Allah'tan baska ilâh
olmadigina ve Muhammed'in Allah'in elçisi bulunduguna sehâdet etmiyor mu?"
diye sordu. Adam: "Hayir o sehâdeti ikrâr etmiyor" dedi. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Namaz kiliyor mu?" diye sordu.
Adam: "Hayir namaz da kilmiyor" deyince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm); "Allah'in öldürmekten beni men ettigi kimseler iste
böyleleri" buyurdu"
Muvatta, Kasru's-Salât 84, (1, 171).
- Târik el-Esca'î (radiyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle
söyledigini haber verdi:
"Kim Lâilâhe illallah der ve Allah'tan baska mâbudlari reddederse, Allah
onun malini ve kanini haram kilar. (Samimî olup olmadigi meselesi Allah'a
aittir.)
Müslim, Iman, 37, (23).
Yine Müslim'in bir baska rivayeti "Kim Allah'i birlerse" diye baslar
ve yukaridaki sekilde devam eder (38. hadis).
BIAT AHKÂMI
- Ubadetu'bnu's-Sâmit (radiyallahu anh) anlatiyor: Biz, bir seferinde Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le ayni cemaatte beraber oturuyorduk ki:
"Allah'a hiçbir sey ortak kosmamak, hirsizlik yapmamak, zina fazîhasini
islememek, Allah'in haram ettigi cana mesrû bir sebep olmaksizin kiymamak
sartlari üzerine bana biat edin" buyurdu.
Bir diger rivayette "...Çocuklarinizi öldürmemek, halde ve istikbalde
iftirada bulunmamak, mesru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere-
isyan etmemek üzere biat edin. Kim verecegi bu sözlere sâdik kalir, ahdine vefa
gösterirse karsiligini Allah'tan alacaktir. Kim de bu yasaklardan birini
isleyecek olursa artik isi Allah'a kalmistir, dilerse affeder, dilerse azab
verir, cezalandirir" buyurdu. Biz de bu sartlarla biat ettik."
Buhârî, Iman 11; Müslim, Hudud 41, (1709); Nesâî, Bey'a 17, (7, 148); Tirmizî,
Hudud 12, (1439).
Nesâî, bir baska rivayette "...karsiligini Allah'tan alacaktir" ifadesinden
sonra su ziyadeyi kaydeder: "Kim bunlardan birini isler, sonra da dünyada
cezalandirilirsa, çektigi bu ceza onun için kefaret ve o günahtan temizlenme
olur."
Buhârî, Müslim, Muvatta ve Nesâî'de gelen bir diger rivayette su ifade
mevcuttur: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zor durumlarda olsun,
kolay durumlarda olsun, hos sartlarda olsun nâhos sartlarda olsun, aleyhimize
kayirmalarin yapilip, hakkimizin çignendigi hallerde olsun itaat etmek, idareyi
elinde tutanlara karsi iktidar kavgasi yapmamak, nerede olursak olalim hakki
söylemek, Allah'in emrini yerine getirmede kinayanlarin kinamalarindan
korkmamak üzere biat ettim."
Bir baska rivayette su ifadeye rastlanmaktadir: "...Iktidar sahibine karsi
onda, Allah'in kitabinda gelmis bulunan bir delil sebebiyle te'vil götürmeyen
açik bir küfür görülmedikçe iktidar kavgasi yapmamak..."
- Avf Ibnu Mâlik el-Esca'î (radiyallahu anh) anlatiyor: "Biz Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in huzurunda yedi veya sekiz veyahut dokuz kisiydik.
"Allah Resûlü'ne biat etmiyor musunuz?" dedi. Ellerimizi uzatarak:
"Hangi sarlara uymak üzere biat edecegiz ey Allah'in Resûlü?" dedik.
Su cevabi verdi:
"Allah'a ibadet etmek ve O'na hiçbir seyi ortak kosmamak, bes vakit namazi
kilmak (verilen emirlere) kulak verip itaat etmek -ve bu sirada gizli bir
kelime fisildayarak devamla- "Halktan hiçbir sey istemeyin" buyurdu.
Avf Ibnu Malik Ilâveten der ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i
benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineginin üzerinde iken
kazara kamçisi düsse kimseye "Sunu bana verir misin?" diye talebde
bulunmaz (iner kendisi alir)di."
Müslim, Zekât 108, (1043); Ebu Dâvud, Zekât 27, (1642); Nesâî, Salât, 5, (1,
229); Ibnu Mâce, Cihâd 41, (2867).
- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e kulak vermek ve itaat etmek sartiyla biat ederken "Gücünüzün
yettigi seylerde" diyordu.
Buhârî, Ahkam 42; Müslim, Imâret 90, (1867); Nesâî, Bey'at 18, (7, 148);
Tirmizî, Siyer 37, (1597); Muvatta, Bey'at 1, (2, 982); Ibnu Mâce, Cihâd 43,
(2874).
- Ümeyme bintu Rukayka (radiyallahu anh) dedi ki: "Ensâr'dan bir grup
kadinla Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip kendisine: "Allah'a
hiçbir seyi ortak kosmamak, çalmamak, zina etmemek, çocuklarimizi öldürmemek,
halde ve istikbalde iftira atmamak, sana mesrû emirlerinde isyan etmemek
sartlari üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilâve etti: "Gücünüzün
yettigi ve takatinizin kâfi geldigi seylerde". Biz: "Allah ve Resûlü
bize karsi bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim" dedik.
Süfyan merhum der ki: Kadinlar, biati (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayi
kastedmislerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben kadinlarla
müsâfaha etmem, benim yüz kadina toptan söyledigim söz her kadin için ayri ayri
söylenmis yerine geçer" buyurdu.
Muvatta, Bey'a 2, (2, 982); Tirmizî, Siyer 37, (1597).
MUHTELIF AHKÂMLAR
- Amr Ibnu Ebî'l-Ahvas (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte Veda hacci'nda bulundum. Orada Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) irad ettigi hutbede önce Allah Teâla'ya hamd
ü sena, hatirlatma ve tavsiyelerden sonra söyle devam etti: "Hangi gün (bu
günden) daha (mukaddes ve) haramdir? Bu soruyu üç kere tekrarladi. Cemaat:
"el-Haccu'l-Ekber günü" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) devam etti: "Öyle ise bilin ki, kanlariniz, mallariniz,
irzlariniz, birbirinize, bu ayinizda, bu beldenizde su gününüz nasil haramsa
öylece haramdir, mukaddestir. Bilin ki herkesin cinayetinden kendisi sorumludur.
Hiçbir babanin cinayetinden oglu sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki,
Müslüman, Müslümanin kardesidir. Bu sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi
helal kilmadikça kardesinin hiçbir seyi helâl degildir. Bilin ki cahiliye
devrinden kalan bütün faizler mülgadir, terkedilecek ve alinmayacak. Faize
verilen paranin sâdece sermaye kismini yâni aslini alacaksiniz, -böylece ne
zulüm ve haksizlik etmis ne de zulme ve haksizliga ugramis olacaksiniz- Abbas
Ibnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hâriç. Zira onun tamami mülgadir, terkedilmistir.
Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da terkedilmistir.
(intikam pesine düsülmeyecek). Ilga ettigim ilk câhiliye kani da el-Hâris Ibnu
Abdü'l-Muttalib'in kanidir. Hâris, Benu Leys'ten tuttugu bir süt anneye bebegini
emzirtiyordu. Çocugu Hüzeyl adinda birisi (bir kavga sirasinda attigi bir tasla
kazâen) öldürmüstü. Sakin ha, kadinlara da iyi muamele yapin. Çünkü onlar
yaninizda esir durumundadir. Onlara iyi muamelenin disinda (terketmek dövmek
gibi) bir baska sey yapmak hakkina sâhip degilsiniz. Ancak açik bir çirkinlikte
bulunulursa o hâriç. Çirkin is yapmalari hâlinde, önce yataklarini ayirin,
(yine de devam edecek olurlarsa) yaralamiyacak sekilde dövün. Bundan sonra
itaat ederlerse, (onlarin yaptigina ayirma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam
etmek için bir yol (bir bahâne) aramayin. Bilin ki, sizin kadinlariniz üzerinde
bazi haklariniz var. Kadinlarinizin da sizler üzerinde bazi haklari vardir.
Kadinlariniz üzerindeki haklariniz istemediginiz kimselere yataginizi çignetmemeleri,
evlerinize hoslanmadiklarinizin girmesine izin vermemeleridir. (Onlarin sizdeki
haklari ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanizdir.
Haberiniz olsun, seytan su beldenizde kendisine ebediyen tapilmayacagini idrak
etmistir. Fakat, sizin önemsemediginiz seylerde ona itaat devam edecek, bunlar
da onu memnun kilacak (menfî neticeler hâsil edecek)tir.
Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).
- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) Veda Hacci'nda sunu söylediler: " (Ey ahâli) hangi ayin hürmetce
daha ileri oldugunu biliyor musunuz?" Halk: "Su içinde bulundugumuz
ay degil mi?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Peki, hangi
bölgenin hürmetçe daha önde oldugunu biliyor musunuz?" diye sordu. Halk:
"Su yerler degil mi?" cevabini verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) tekrar: "Pekâla hangi günün hürmetçe daha üstün oldugunu biliyor
musunuz?" dedi. Halk: "Su içinde bulundugumuz gün degil mi?"
diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine
söyle devam etti: "Öyleyse bilin ki Allah Teâla, sizlere, mesrû sebep
disinda kanlarinizi, mallarinizi, irzlarinizi haram kilmistir, tipki su
beldede, su ayda, su günümüzü haram kildigi gibi." Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) bundan sonra üç sefer tekrar ederek sordu:
"Duydunuz mu, teblig ettim mi?" Halk her defasinda "Evet"
cevabini verdi.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini söyle tamamladi: "Sakin ha!
Benden sonra tekrar küfre dönüp birbirinizin boyunlarini vurmaya
kalkmayin!"
Buhârî, Hudud 9, Riyât 2, Hacc 132, Megâzi 77, Fiten 8, Edeb 43; Müslim, Iman
120 (66); Ebu Dâvud, Sünne 16, (4686). Metin Buhârî'ye aittir.
- Ebu Bekre Nufey'u'bnu'l-Hâris es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Zaman, döne döne
Allah'in arz ve semâvâti yarattigi gündeki düzenini tekrar buldu. Sene on iki
aydir. Bunlardan dördü haram aydir. Haram aylar da üç tanesi pes pese gelir:
"Zül-kade, Zü'l-hicce ve Muharrem. Bir de Cumâdî ve Sâban aylari arasinda
yer alan Mudarlilar'in Receb'i." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
sordu:
"-Bu ay hangi aydir?" Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir"
dedik. Bir müddet sustu. Biz ayin ismini degistirecek zannettik. Ancak sunu
söylediler:
"-Bu zi'l-hicce degil mi?"
"-Evet!" karsiligini verdik. Devam etti:
"-Peki burasi neresidir?" Biz:
"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabini verdik. Yine sustu ve biz
bölgenin ismini degistirecek vehmine kapildik.
"-Burasi haram bölge degil mi?" dedi.
"-Evet" dedik.
"-Içinde bulundugunuz gün nedir?" diye tekrar sordu, biz yine:
"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Tekrar sustu ve biz yine
günün ismini degistirecek zannina düsmüstük ki:
"-Kurban günü degil mi?" dedi.
"-Evet" cevabimiz üzerine sözüne devam etti:
"-Bilin ki, kanlariniz, mallariniz ve irzlariniz birbirinize kesinlikle
haramdir, tipki bu yerde, bu ayda su gününüzün haram olmasi gibi. Rabbinize
kavustugunuz zaman sizi yaptiklarinizdan hesaba çekecek. Sakin benden sonra
birbirinizin boyunlarini vuran kâfirler olmayin. Bu söylediklerimi duyanlar,
duymayanlara ulastirsinlar. Bazan söz kendisine ulastirilan kimse, ulastirilan
sözü, bizzat dinleyenden daha iyi beller." Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) sonra sunu ekledi: " Teblig ettim mi, teblig ettim mi?" üç
defa tekrarladi.
"-Evet" cevabimiz üzerine:
"-Ya Rabbi sâhid ol!" dedi.
Buhârî, Hacc 132, Edâhî 5; Tefsîr, Berâe 8, Bed'i'l-Halk 2, Fiten 8, Ilm 9;
Müslim, Kasâme 29, (1679); Ebu Dâvud, Hac 63, (1947).
Müslim'in rivâyetinde su ziyade var: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) beyazi galebe çalan alaca iki koyuna yöneldi ve onlari kesti. Sonra
da koyunun bir parçasini alip aramizda taksim etti."
Rezîn, rivayetin arasina sunu ilâve eder: "Üç sey vardir, bir mü'minin
kalbi onlara karsi ebediyen ihânet etmez; ameli sirf Allah için yapmak, idareyi
elinde tutana karsi hayirhah olmak, Müslümanlarin cemaatine katilmak, çünkü
onlarin dualari cemaate dahil olanlarin hepsini içine alir." Ibnu'l-Esîr:
"Bu ziyâdeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim" der.
Bu ziyadenin mânasi sudur: Bu üç seyde kalbler huzura kavusur. Kim bunlara
yapisir, riayet ederse, kalbi hiyânet, hile ve ser gibi mânevî kirlerden temiz
kalir.
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm): "Her çocuk fitrat üzerine dogar" buyurdu ve sonra da
"Su ayeti okuyun" dedi: "Allah'in yaratilista verdigi
fitrat..." (Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü
söyle tamamladi: "Çocugu anne ve babasi Yahudilestirir veya
Hiristiyanlastirir veya Mecusilestirir. Tipki hayvanin dogurunca, azalari tam
olarak yavru dogurmasi gibi. Siz kesmezden önce, kulagi kesik olarak dogmus
hayvana rastlar misiniz?" Dinleyenler: "Ey Allah'in Resûlu, küçükken
ölenler hakkinda ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su cevabi verdi: "(Yasasalardi) nasil
bir amel isleyeceklerdi Allah daha iyi bilir."
Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241);
Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714).
Bir baska rivayette: "Dogan hiçbir çocuk yoktur ki, konusmaya baslayincaya
kadar su din üzere olmasin" buyurulmustur.
IMÂN VE ISLÂM'A GIREN MÜTEFERRIK HADISLER
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdu ki: "Mü'min, mütemadiyen rüzgarin egici tesirine mâruz
bir bitkiye benzer. Mü'min, devamli belalarla basbasadir. Münâfigin misali de
çam agacidir. Kesilip kaldirilincaya kadar hiç irgalanmaz."
Buhârî, Mardâ 1; Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sifatu'l-Münâfikûn 58,
(2809).
- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
söyle buyurmustu: "Mü'min, yapragini hiç dökmeyen yesil bir agaca
benzer." Halk falanca agaç, fismekânca agaç diye tahminde bulundular,
(fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma agacidir" demek
istedim, ancak (yasim küçük oldugu için) utandim. Sonra Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm): Bu hurma agacidir" diyerek açikladi."
Buhârî, Ilm 4, Edeb 79; Müslim, Sifatu'l-Münâfikûn 64, (2811).
- Nevvâs Ibnu Sem'ân (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Allah, bize iki tarafinda iki ev bulunan bir
dogru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev degil "Iki sur"
denmistir- Bu evlerin açik olan kapilari vardir. Kapilarin üzerine de perdeler
çekilmistir. Biri yolun basinda, biri de onun yukarisinda durmus iki dâvetçi
(gelip geçenlere) su dâveti okuyorlar: "Allah cennete çagirir, diledigini
dogru yola eristirir" (Yunus, 25).
Yolun iki yakasindaki kapilar ise Allah'in hududu (yani yasaklari)dur. Hiç
kimse perdeyi açmadan bu yasaklara düsmez. Kisinin yukarisindaki davetçi,
Rabbisinin vâiz'idir"
Tirmizî, Emsâl 1 (2863).
Rezîn, bu temsili, Ibnu Mes'ûd tarafindan rivayet edilen bir hadisle açiklar:
Dogru yol; "Islâm'dir, kapilar; Allah'in haramlaridir, perdeler; Allah'in
hudududur (yasaklar); yolun basindaki dâvetçi; Kur'ân-i Kerîm'dir. Bunun
yukarisindaki davetçi; her mü'minin kalbinde yerlestirilmis olan (bazan vicdan,
bazan sag duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu -ki, buna bazi hadislerde
lümme-i melekîye de denmistir- vâizullah'tir."
- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) söyle buyurdu: "Islâm garib olarak basladi, tekrar basladigi
gibi garîb hâle dönecektir. Gariblere ne mutlu!"
Müslim, Imam 232, (145) Tirmizî, Iman 13 (2631).
İMAN BİLME TEVHİD BİRLEMEDİR
Iman bilme tevhit ise,
birlemedir. Eger tevhit ve iman anlasilaz ise, bilme ile birleme ayird edilemez
Telaffuzunda da oldugu gibi, Allah'i bilme ve birleme farkli sey dir.
Bilmeyi geçerli kilan birlemedir. O zaman diyebiliriz ki, iman kelimesindeki
müsemmada, Allah'i birleme bir cüz'dür. .
Iman, cüz, eksilme, artma kabul eder; iman cuz'lerinden birinin noksanligi,
ancak o cüz'ün kemalinin noksanligi, nefyi demek olur; aslinin nef yi degil.
Tevhidin cüz'lerinin olmasina ragmen, artma ve eksilme kabul etmez; cüz'lerinin
birinin noksanligi tevhidin tamamini iptal eder.
Imanin ziddi küfür, tevhidin ziddi ise, sirk tir.
Içki içen birisi asi dir; fakat "içkide ne imis" dediginde buna sirk
denilmez küfür gündeme gelir. Fakat tevhitten bir cüz'giderse, Allah'dan
gayrindan istemek gibi; o takdirde sirk mevzu bahis olur ve tevhidin tamami
iptal olur.
Imanin cüzleri vardir; bu cüz'lerden birinin noksanligi ancak, imanin kemalinin
noksanligi anlamindadir; aslinin nefyi denilemez. Tevhidin cüz'leri ise,
ziyadelik ve nokanlik kabul etmez.
Tevhit bir bütün olmasindan ötürü, her hangi bir cüz'ünün noksanligi, aslinin
nef yi demektir Iman daki her cüz'ün kalp ile alakasi vardir, misal, yoldaki
insanlara zarar veren bir tasi kaldirmamak, kaldirmaya mani olan sey, kalpteki
kibirlilik duygusundan kaynaklanir.
Bu mevzuda, imanin bizi baglayan (kalp dil amel) her cüz'ünde, geçerliligi
saglayan .tevhittir yani, kulluk.'Bcn insanlari ve cinleri sadece bana opulluk
etmeleri için yarattim" Ibni abbas bu ayalin tefsirinde kulluk (ibadet)
kelimesini OjU?-}3 birleme oarak tefsir etmistir. Yani "ben cinleri ve
insanlari sadece bana kulluklarinda birlemeleri için yarattim "
' Kulluk = tevhit
itikad, Ikrar, Amel.
ileri gelen peygamber kendi kavmine:
"Allah'a kulluk edin; ona hiç bir sey ortak kosmayin'
buyurarak gelmistir. Bu sözün ilk muhatabi mekkeli müsrikler dir.
Iman nedir?
Iman söz ve fiildir. Kelime olarak "tasdik" anlamindadir. Kalbin ve
dilin söyledigi; kalbin, dilin ve âzâlarin amelidir. Ibadet ile artar, günahla
azalir. Iman ehli üstünlükte derece derecedir.
Kisi kabul ettigine kalbi ile inanir ve tasdik eder. Bu kalbin sözüdür. Kabul
ettigini diliyle ifade eder. Bu da dilin sözüdür. Kalbiyle, diliyle ve bedeni
âzâlariyla emrolunanlari yerine getirir ve yasaklananlardan da sakinir. Bunlar
da kalbin, dilin ve âzâlarin amelleridir.
Allah azze ve celle söyle buyurur: (Allah sizin imaninizi bosa çikaracak
degildir) (2/el-Bakara/143) Burada kastedilen kiblenin degismesinden önce Beytu'l
Makdis'e yönelik kilinan namazlardir. Namazin hepsi iman olarak
isimlendirilmistir. Namaz; kalbin, dilin ve âzâlarin amelini bir arada
bulundurur.
Iman salih amellerle artar ve günahlarla eksilir. Allah azze ve celle söyle
buyurur: (Müminler ancak, Allah anildigi zaman yürekleri titreyen, kendilerine
Allah'in ayetleri okundugunda imanlarini artiran ve yalniz Rablerine güvenen
kimselerdir) (8/el-Enfâl/2)
Iman ehli üstünlükte derece derecedir. Ebu Bekr radiyallahu anh ile günümüzde
yasayan günahkar bir müminin imani elbette bir degildir. Insanlarin imani
kisiden kisiye farkli oldugu gibi kisinin imani da o an yasadigi duruma göre
farklilik gösterir. Allah'a ibadet içerisinde bulundugunda imani artar. Günah
isledigi anlarda ise imani azalir.
Imanin alti rüknü vardir. Bunlari meshur Cibril hadisinde Allah Rasulü
sallallahu aleyhi ve sellem söyle sayar: "Allah'a, meleklerine,
kitaplarina, rasullerine, ve ahiret gününe iman etmen; hayir ve serri ile
kadere iman etmendir." (Buhari-Müslim)
Musibetle
Imtihan
Rahman
ve Rahim olan Allah'in adiyla... Muhakkak ki hamd Allah'adir. O'na hamdeder,
O'ndan yardim ve bagislanma dileriz. Nefislerimizin serrinden ve kötü
amellerimizden Allah'a siginiriz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptiracak
yoktur. Kimi de saptirirsa ona hidayet verecek yoktur. Sehadet ederim ki,
Allah'tan baska ilah yoktur; O tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki
Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina salât ve
çokça selam eylesin. Bundan sonra; Allah'tan tam bir takva ile ve hakkiyla
korkun ey Allah'in kullari! Çünkü takva ile nimetler artar ve belalar
uzaklasir. Ey müslümanlar! Allah; yaratiklarin kaderlerini ve ömürlerini
belirlemis, yapacaklarini ve sonuçlarini yazmis, kazançlarini ve mallarini
paylastirmistir. Hangisinin güzel amel isleyecegini imtihan etmek için hayati
ve ölümü yaratmistir. Allah'in kazâsina ve kaderine iman etmek, imanin
rükunlarindan biridir. Yeryüzünde gerçeklesen her hareket ve sükunet ancak
Allah'in dilemesi ve iradesiyledir. Kainatta olan her sey, Allah'in takdiri ve
yaratmasiyla vardir. Dünya sikintilarla
ve kederlerle doludur. Zorluklarla ve korkularla birlikte yaratilmistir. Sicak
ve soguk gibi engeller ve sikintilarla kisi mutlaka karsilasir. (Andolsun ki,
sizi biraz korku, biraz açlik, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana
eksiltmekle imtihan edecegiz; sabredenleri müjdele.) Musibetler, samimi olanla
yalancinin ortaya çiktigi imtihanlardir. (Insanlar, "inandik"
dedikleri halde imtihan edilmeden terkedileceklerini mi saniyorlar?) Nefis ancak sinamayla arinir. Musibetler
gerçek adamlari ortaya çikarir. Ibnu'l Cevzi söyle der: Selametinin ve
afiyetinin musibetsiz bir sekilde devam etmesini isteyen, mükellefiyeti
anlamamis ve teslimiyeti kavrayamamistir. Mümin olsun ya da kafir olsun her
nefis mutlaka aciyi tadacaktir. Hayat, mesakkatler ve tehlikeler üzerine
kurulmustur. Kimse imtihan edilmekten ve acilardan bütünüyle kurtulmayi ümid
etmesin. Kisi ömrünü, nimetlerin degismesi ve musibetlerin karsilanmasi ile
geçirir. Adem aleyhisselam'a melekler secde eder. Bir süre sonra cennetten
çikarilir. Imtihan, isteklerin ve
dileklerin tersinin gerçeklesmesinden baska bir sey degildir. Herkes mutlaka
imtihanin acisini tadar. fakat bazilarinin imtihani az, bazilarinin çok olur.
Mümin, kendisine azap edilmesi için degil, arinmasi için imtihan edilir.
Mutluluk aninda fitnelerle, sikinti aninda musibetlerle sinanir. (Belki
dönerler diye onlari hem iyilikle hem de kötülükle imtihan ettik.) Istenmeyen
sey, sevilen bir seyi birlikte getirebilir. Istenen sey de sevilmeyen bir seyi
birlikte getirebilir. Sevindirici seyler tarafindan sana zarar gelmeyecegini
sanma! Zarar verici seyler tarafindan da sana sevindirici seylerin gelmesinden
ümidini kesme! (Bazan hoslanmadiginiz bir sey sizin için hayirli olur.
Sevdiginiz bir sey de hakkinizda kötü olabilir. Allah bilir, siz
bilmezsiniz.) Nefsini, basina gelmeden
önce musibetlere karsi alistir ki, gerçeklesince etkisi hafif olsun. Musibet
karsisinda kaygilanma! Belâlarin Allah katinda belirli bir süresi vardir.
Kizginlikla konusma! Belki dilin söyledigi bir kelime, insani helak eder.
Saglam mümin, büyük olaylar karsisinda dahi kararlilik gösterir. Kalbi degismez
ve dili sikayetçi olmaz. Sikintilarin, sikayetçi olmadan geçmesi için,
mükafatini hatirlatarak ve olayi basite indirgeyerek nefsine musibeti hafiflet.
Akilli kimseler, felaketler ile birlikte düsmanlarin alayina da ugramamak için
musibetlere karsi tahammül göstermeye devam ederler. Düsman, musibete
ugradigini görünce sevinir ve mutlu olur. Sikintilari ve acilari gizlemek,
seçkin insanlarin özelliklerindendir.
Belanin atesine sabret. Çünkü çok çabuk yokolur. Isin sonu, birkaç gün
sabretmektir. Helak olanlar, ancak dayanikliligi kaybettikleri için helak
olmuslardir. Sabredenler ise, sevabin en hayirlisiyla mükafatlandirilirlar.
(Elbette sabirli davrananlara yapmakta olduklarinin en güzeliyle mükafatlarini
verecegiz.) Ecirleri kat kattir. Onlar, sabretmeleri ile iki kez, hatta
hesapsiz ecir kazanirlar. Allah onlarla beraberdir. Zafer ve kurtulus,
sabirlariyla baglantilidir. Ey imtihana
tabi tutulan kimse! Rabbin ancak, sana vermek için alikoymustur. Bagislanman
için seni imtihan eder. Arinman için seni sinar. Nimetlerle imtihan eder ve
musibetlerle nimetlendirir. Vaktini, senin için garanti olan rizkini düsünerek
geçirme! Ömrün oldugu müddetçe rizkin gelecektir. Allah Teâlâ söyle buyurur:
(Yeryüzünde yürüyüp de rizki Allah'a ait olmayan hiçbir canli yoktur.) Hikmeti
geregi yollarindan birini sana kapatsa, sana ondan daha faydali bir yolu
rahmeti geregi açar. Imtihan olunmayla, hayirli insanlarin degeri yükselir.
Iyilerin ecri artar. Sa'd b. Ebi Vakkâs söyle der: "Ey Allah'in Rasulü!
Insanlardan hangilerinin imtihani daha siddetlidir?" dedim. Söyle buyurdu:
"Peygamberler, sonra salihler, sonra üstünlük sirasina göre devam eder.
Kisi, dini ölçüsünce imtihana tabi tutulur. Dininde saglamlik varsa musibeti
artirilir. Dininde zayiflik varsa musibeti hafifletilir. Mümin, yeryüzünde
hiçbir günahi olmadan yürüyene kadar musibete ugramaya devam eder." Bu
hadisi, Buhari rivayet eder. Imtihan
yolu zor bir geçittir. Adem, o yolda yoruldu. Halil (Ibrahim), atese atildi.
Ismail, kurban edilmek üzere yatirildi. Yunus, baligin karnina atildi. Hastalik
Eyyub'un belini büktü. Yusuf, düsük bir fiyata satildi. Yalanla kuyuya atildi.
Zulümle hapse atildi. Peygamberimiz Muhammed, çesitli eziyetlerle karsi karsiya
kaldi. Sen de, imtihan edilme yolunda yürümektesin. Dünya hiç kimse için, her türlü problemden
arinmis olmadi. Kimse ondan elde etmek istedigini elde edemedi. Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah kimin hayrini dilerse ona musibet
verir." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. Ilim ehlinden bazilari söyle der:
"Allah'in cennet için yarattigi kimsenin basina sürekli sikinti gelir.
Gerçekte musibet, dinde olan musibettir. Bunun disindaki musibetler,
derecelerin artirilmasina ve günahlarin silinmesine sebep olan bir afiyettir.
Allah'a yaklastirmayan her nimet bir beladir. Musibete ugrayan kimse, sevaptan
mahrum olan kimsedir." Düyadan elde edemedigin seylere üzülme. Insanlar
dünyada, ona verdikleri önem nisbetince azap edilirler. Dünya ile sevinmek,
üzerine üzülmek gereken seyin ta kendisidir. Dünyanin; acilari lezzetlerinden,
hüzünleri sevinçlerinden dogar. Ebu'd Derdâ söyle der: "Dünyanin, Allah'in
yaninda ne kadar degersiz oldugunun bir delili de, Allah'a ancak dünyada isyan
edilmesidir. Allah katindakine de ancak, dünyayi terketmekle ulasilir."
Eksiklerini tamamlama, hatalarindan dönme ve Alemlerin Rabbi'nin kapisinda
durup yalvarma gibi yapamadigin ve sana daha çok fayda saglayacak seylerle
ugras! Basina gelen belanin çabucak
yokolacagini anlarsan sikintin kolaylasir. Felaketin sikintisi olmasaydi,
rahatlik vakti aranmazdi. Insanlarin elinden beklentini kes ki, onlarin en
zengini olasin. Ümitsizlige kapilma, terkedilirsin. Allah'in nimetlerinin
çoklugunu hatirla! Takdir edilmis kadere razi olarak üzüntüyü defet. Gece ne
kadar uzasa da sabah mutlaka olacaktir. Üzüntünün sonu, kurtulusun
baslangicidir. Hayat, bir hal üzere sürüp gitmez. Bilakis, her olaydan sonra
baska bir olay vardir. Her zorluk mutlaka kolaylasacaktir. Ümitsizlige kapilma!
Zorluklar üst üste gelse de hiçbir zaman bir zorluk iki kolayliga galip
gelmeyecektir. Allah'a boyun eg ki, kurtulasin! Allah'a simsiki sarilan bir
kimse sabir bardagindan içerse, ona mutlaka bir çikis yolu açilir. Yakub aleyhisselam bir oglunu kaybedince ve
uzun süre haber alamayinca kurtulusundan ümidini kesmedi. diger oglu da
alininca, el-Vâhid el-Ehad'tan beklentisini kesmedi. Bilakis "Umarim ki
Allah, onlarin hepsini birlikte bana getirir" dedi. Hamd, sadece Rabbimizedir. Derdimizi de O'na
sikayet ederiz. Çikis yollari ve kapilar yüzüne kapaninca, sikintinin
kalkmasini ve belanin uzaklastirilmasini ancak Allah'tan dile! gece karanligi
koyulasip herseyi bir elbise gibi örttügünde, gecenin o karanliginda yüzünü
semaya çevir ve yalvarmak için ellerini aç. Kerim olan Allah'tan, sikintini
gidermesini ve isini kolaylastirmasini iste. Dua, samimi bir kalp ve kuvvetli
bir istek ile olursa istenilen reddedilmez. ((Onlar mi hayirli) yoksa darda
kalana kendine yalvardigi zaman karsilik veren ve (basindaki) sikintiyi gideren
mi?) Herseye gücü yeten Allah'a tevekkül
et! Alçakgönüllülükle ve boyun egerek O'na sigin ki, sana çikis kapisi açsin.
Fudayl b. Iyad söyle der: "Insanlardan beklentini kessen ve onlardan
hiçbir sey istemesen, Mevla'n sana her istedigini verir." Ibrahim, Hacer'i
ve oglu Ismail'i, hiçbir yesillik ve su bulunmayan bir vadiye birakti. Sonra
Ismail, ehline namazi ve zekati emreden bir peygamber oldu. Isini Allah'a havale
eden, Allah'in imtihanini kazanir. Zü'nnûn'un (Yunus aleyhisselam'in) duasini
çokça yap: "(Allah'im!) Senden baska ilah yoktur. Seni her türlü
noksanliktan tenzih ederim. Muhakkak ki ben nefsine zulmedenlerdenim."
Alimler der ki: Bu dua ile dua eden sikinti sahibi bir kimsenin, Allah mutlaka
sikintisini giderir. Ibnu'l Kayyim söyle der: Tecrübe edilmistir ki, yedi kere
"Rabbim! Basima bu belâ gelip çatti. Sen merhametlilerin en
merhametlisisin" derse, Allah onun sikintisini giderir. Korunmani Allah'a
birak! Ümidini O'na bagla! Isini Rahim olan Allah'a havale et ve O'ndan
kurtulus dile! Insanlardan beklentini kes! Secde ani gibi, gecenin son vakti
gibi duanin kabul edildigi vakitleri gözet. Imtihaninin süresini uzun bulup çok
dua etmekten sakin rahatsiz olma! Çünkü sen, musibet ile imtihan edilmektesin.
Sabir ve dua ile ibadet etmektesin.
Allah'in rahmetinden ümidini kesme! Musibet uzun sürse bile kurtulusun
yakindir. Her kapiyi açan Allah'tan iste! O, Kerim'dir. (Eger Allah sana bir
zarar dokundurursa onu yine O'ndan baska giderecek yoktur.) O, diledigini
yapandir. Zekeriya aleyhisselam'in yasi çok ilerler. Sonra, kendisine
insanlarin en üstünlerinden ve peygamberlerden biri bagislanir. Hanimi,
"Olacak sey degil! Ben bir kocakari, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu
doguracagim?" dedigi halde, Ibrahim bir oglan çocugu ile müjdelenir. Rizkin daralirsa, çokça tevbe ve istigfar et!
Çünkü hatalar cezayi gerektirir. Duanin kabul olduguna dair bir eser
göremezsen, durumunu gözden geçir. Belki tevben samimi degildi, onu düzelt.
Sonra tekrar duaya yönel! Cömert kimseden daha eli açik ve daha iyi biri
yoktur. Ihtiyaç sahiplerini arastir. Çünkü sadaka, belayi uzaklastirir ve
defeder. Sikinti senden giderilince de çokça hamd-ü sena et! Bil ki, selamete
aldanmak belalarin en büyügüdür. Çünkü ceza geciktirilebilir. Akilli kimse,
akibetlerin farkina varan ve daima; Allah'in takdirini, yaratmasini ve idare
etmesini anlayan kimsedir. Allah'in imtihanina ve hükmüne sabret! O'nun emrine
teslim ol! Kovulmus Seytan'dan Allah'a siginirim: (De ki: "Allah'in bizim
için yazdigindan baskasi asla bize isabet etmez. O, bizim mevlâmizdir. Onun
için müminler yalniz Allah'a güvenip dayanmalidir.) Allah beni ve sizi mübarek
eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi
nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim.
O, tektir ve ortagi yoktur. Sehadet ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed
O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na, ailesine ve ashabina salât ve çokça selam
eylesin. Bundan sonra; ey müslümanlar! Durumlar bir hal üzere kalmaz. Mutlu
kimse, devamli takvali davranandir. Zengin olursa, takva onu süsler. Fakir
olursa, gönlünü zengin kilar. Musibete ugrarsa, takva onu toparlar.
Herhalükarda takvali davran! Ancak onunla; darlikta bolluk, hastalikta afiyet
ve fakirlikte zenginlik görürsün.Takdir edileni uzaklastirmak için bir hile
yoktur. Takdir edilmeyeni elde etmek için de bir hile yoktur. Haline razi olmak
ve tevekkül etmek, takdir edilene destek olur.
Allah, dilemede ve yönetmede tektir. O'nun kulu idaresi, kulun kendini
idaresinden daha hayirlidir. Kula, onun kendisine merhametli olmasindan daha
çok merhametlidir. Davud b. Süleyman rahimehullah söyle der: Üç sey, müminin
takvasina delâlet eder: Elde edemedigi sey için güzelce tevekkül etmesi, elde
ettigi seye güzelce razi olmasi ve kaçirdigi seye güzelce sabretmesi. Allah'in
dilemesine razi olan, takdir edilen basina geldiginde övgüye ve tesekküre layik
olur. Takdir edilenle hosnut olur. Degilse, takdir edilen basina gelince kötülenmeye
layik olur. Takdir edilenle hosnut olmaz. Bununla beraber, senin için takdir
edilenden kaçis yoktur. Hikmet sahibi
insanlardan birine "Zenginlik nedir?" diye sorulur. Söyle der:
"Temenni ettigin seyin az olmasi ve sana yetecek kadarina razi olmandir."
Sureyh rahimehullah söyle der: "Kul, bir musibete ugrarsa kendisi için üç
nimet vardir: Musibet dininde olmamistir, oldugundan daha büyük olmamistir ve
-sabrederse- Allah onu sabirla riziklandirmistir. Sonra, ey Allah'in kullari;
Allah'in yarattiklarinin en hayirlisi Muhammed b. Abdullah'a salât ve selamda
bulunun. Süphesiz Allah size bunu emretmistir...
HZ. ISA VE MEHDI
- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Nefsim elinde olan Zât-i Zülcelâl'e yemin ederim! Meryem oglu Isâ'nin,
araniza (bu seriatle hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak inecegi,
istavrozlari kirip, hinzirlari öldürecegi, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan)
kaldiracagi vakit yakindir. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez;
tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamindan daha hayirli olur."
Sonra Ebu Hureyre der ki: "Dilerseniz su ayeti okuyun. (Mealen):
"Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (Isa'nin) hak
peygamber olduguna iman etmesin. Kiyamet gününde ise Isâ onlar aleyhine
sâhitlik edecektir" (Nisa 159).
Buhari, Büyû' 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, Iman 242, (155); Ebu Dâvud,
Melâhim
14, (4324); Tirmizi, Fiten 54, (2234).
- Hz. Câbir radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm
buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer sekilde mücadeleye Kiyamet gününe
kadar devam edecektir. O zaman Isa Ibnu Meryem de iner. Bu müslümanlarin reisi:
"Gel bize namaz kildir!" der. Fakat Hz. Isa aleyhisselam:
"Hayir! der, Allah'in bu ümmete bir ikrami olarak siz birbirinize
emirsiniz!"
Müslim, Iman 247.
- Ibnu Mes'ûd radiyallahhu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Dünyanin tek günlük ömrü bile kalmis olsa Allah, o günü uzatip, benden
bir kimseyi o günde gönderecek."
Ibnu Mes'ûd: "Resûlullah yahut da söyle buyurmustu der: "...Ehl-i
beytimden birini, ki bu zatin ismi benim ismime uyar, babasinin ismi de babamin
ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasinin aksine-
adalet ve hakkâniyetle doldurur."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231, 2232).
- Ümmü Seleme radiyallahu anhâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki:
"Mehdi benim zürriyetimden, kizim Fâtima'nin evladlarindandir."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4284).
- Ebu Ishâk anlatiyor: "Hz. Ali radiyallahu anh, oglu Hasan radiyallahu
anh'a bakti ve: "Bu oglum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in tesmiye
buyurdugu üzere Seyyid'dir. Bunun sulbünden peygamberinizin adini tasiyan biri
çikacak. Ahlaki yönüyle peygamberinize benzeyecek; yaratilisi yönüyle ona
benzemeyecek" dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle dolduracagina dair gelen
kissayi anlatti."
Ebu Davud, Mehdi 1, (4290
Islam'dan Çikaran Durumlar
Namazi ya da abdesti bozan durumlar oldugu gibi imani bozan, ona ters düsen
durumlar da vardir. Bunlar:
. Allah'a ibadette sirk kosmak. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Allah, kendisine
sirk kosulmasini asla bagislamaz; ondan baska günahlari diledigi kimse için
bagislar) (4/en-Nisa/116), (Kim Allah'a sirk kosarsa süphesiz Allah ona cenneti
haram kilar; artik onun yeri atestir ve zalimler için yardimcilar yoktur)
(5/el-Maide/72) Allah'tan baskasi adina -bir kabir veya cin vb. için- kurban
kesmek buna örnektir.
. Allah ile arasina vasitalar koyan ve onlara dua etmen; onlardan sefaat
isteyen ve onlara tevekkül eden kesinlikle kafir olur.
. Peybamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yolundan daha mükemmel bir
yol olduguna inanan veya baskasinin hükmünün O'nun hükmünden daha iyi olduguna
inanan kafirdir. Tagutlarin hükmünü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
hükmünden daha üstün görenler bu konumdadir.
. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in din olarak getirdigi bir seyden
hoslanmayan kimse onunla amel etse bile kafir olur.
. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dininden bir seyle ya da sevabiyla
veya cezasiyla alay eden kafir olur. Bunun delili, Allah azze ve celle'nin su
kavlidir: (De ki: Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay
ediyordunuz? Bosuna özür beyan etmeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar
kafir oldunuz) (9/et-Tevbe/65-66)
. Sihir yapmak. Kisiyi bir seyden ya da bir kimseden uzaklastirmak veya ona
meylettirmek için yapilan sihirler de bu kisimdandir. Sihir yapan ya da sihire
razi olan kafir olur. Delili Allah Teâlâ'nin su kavlidir: (Halbuki o iki melek
"Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakin (sihir yapip da) küfre
girme" demedikçe kimseye sihir bilgisini ögretmezlerdi) (2/el-Bakara/102)
. Hizir'in Musa aleyhisselam'in seriati disina çikmasi gibi, bazi insanlarin da
Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem'in seriati disina çikma yetkisinin olduguna
inanan kafirdir.
. Allah'in dininden tamamen yüz çevirmek; hiç ögrenmemek ve amel etmemek. Bunun
delili, Allah azze ve celle'nin su kavlidir: (Kendisine Rabbinin ayetleri
hatirlatildiktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir!
Muhakkak ki biz, günahkarlardan intikam aliriz) (32/es-Secde/22)
Kisiyi Islam'dan çikaran bu davranislari saka ya da ciddi yapan arasinda bir
fark yoktur. Sadece ikrah altinda kalan bunun disindadir. Bunlarin hepsi
kisinin Islami açisindan olabilecek en tehlikeli durumlardir ve -malesef-
yaygin bir sekilde yapilmaktadir. Müslümanin, bu gibi durumlara düsmekten
kendini korumasi gerekir
İSLAMI ÖĞRENMEDE TAKİP
EDİLMESİ GEREKEN ESASLAR
Bilindiği gibi, insanlığın
varoluş ve bu aleme gönderiliş gaye ve sebebi sadece ve sadece tek olan Allah'u
Azze ve Celleye boyun eğilmesi, kulluk edilmesi içindir.
Defalarca sohbetlerimizde
zikrettiğimi? gibi, bu kulluğun nasıl ve ne şekilde gerçekleşmesi gerektiğini
anlatmak ve uygulamak için de insanlara kendi içlerinden bir resul
gönderilmiştir.
O Resuller ki dini hakkıyla
anlamış, yaşamış ve etrafındakilere de yine hakkıyla anlatmış ve
aktarmışlardır.
Yani gönderilen her resul
kavmine, ümmetine bir kılavuz bir önder ve bir örnek kılınmıştır.
Ve nihayet, Allah'ın dini
İslam, en son ikmal edilmiş şekliyle Muhammed (sav) kılavuzluğunda bu ümmetin
sorumlu olduğu bir din olmuştur.
Binaenaleyh, kurtulmak
isteyen, iman etmek isteyen veya ümmet olma kaygısı taşıyan herfert, sorumlu
olduğu bu dini öğrenipyaşama mecburiyetindedir. Ta ki, varoluşlarının gayesi
olan kulluğu ifa edebilsinler.
İşte buna binaen biz de, bu
yazımızda sorumlu olduğumuz bu dini anlamada, kavramada ve onu istenildiği gibi
yaşamada ilk önce nelere dikkat etmeliyiz, neleri yapmalıyız ve bu konudaki
dikkat edeceğimiz özlü esaslar neler olmalıdır, onlar üzerinde durup, bu
esasların düzgün anlaşılması için gayret göstereceğiz.
Bu özlü esasların neler
olduğuna ve onların izahlarına girmeden önce, şunu ı'yı' bilmemiz gerekir ki;
hangi mevzu ve konu olursa olsun, o mevzu ve konu ile alakalı bazı esas ve
kaideler vardır ki bunların yakalanması veya tesbit edilmesiyle o mevzu ve
konuda bir çok şey halledilmiş sayılır.
Yine aynı şekilde, ister
bir din olsun, ister herhangi bir sistem olsun, o din veya sistemin ayakta
durmasını sağlayan kendilerine has bazı özlü esasları mevcuttur ki, işte
bunların tesbit edilipyakalanmasıyla da o din veya sistem hakkında bir çok şey
halledilmiş sayılır.
Çünkü ister bir din olsun,
isterse herhangi bir sistem olsun, o dinin veya o sistemin ayakta durmasını
sağlayan amilleri, o sistemin veya o dinin temel esaslarıdırlar.
İşte, bu esas ve kaideler
olmadan bir din nasıl ki ayakta duramaz ise, yine aynı şekilde bu esas ve
kaideler Öğrenilip kavranmadan da bir din asla sağlıklı bir şekilde yaşanamaz.
Öyleyse biz de bir mükellef
olarak dinimizi öğrenmede olsun, onuyaşamada olsun veya onu bir başkalarına
aktarmada ve anlatmada olsun, dinimizle alakalı bilmemiz gereken bu özlü
esasları tanıyıp bilme mecburiyetindeyiz. Öyle ya, mademki bunun İçin
yaratıldık, bunun için varız bu alemde, öyleyse bu kaçınılmaz bir görevdir.
işte öğrenmemiz ve ona göre
hareket etmemiz gereken bu özlü esas ve kaidelerden ilki "...delille hareket
etme..." kaide ve esasıdır.
"...DELİLLE HAREKET
ETME..."
Bahsini edeceğimiz bu esas
ve kaide, diyebilirim ki dini öğrenmede en önde gelen bir kaidedir. Çünkü,
dinini yaşamak isteyen bir mükellef, iyiyi olsun, kötüyü olsun ancak bir delil
sayesinde öğrenebilir. Neyin hak neyin batıl âoluğunu bir delil sayesinde
öğrenebilir. Yine aynı şekilde, neyin iman, neyin küfür olduğunu, neyin tevhid,
neyin şirk olduğunu bir delil sayesinde öğrenebilir.
Öyle ya, mademki mükellef
bir şeylere inanıyor, birşeyler uyguluyor ve bunlara da din
"din İslam'dır"
diyor, o halde bunların İslam'dan olduğuna, din'den olduğuna bir delil gösterme
mecburiyeti vardır. Aksi halde, insan, inandığına ve uyguladığına bir delil
bulamamış, onun doğruluğu veya eğriliği hakkında bir bilgi edinememiş ise, o
sadece ve sadece körü körüne hareket eden, zan'na tabi olan birisi olmaktan
öteye geçemez.
Oysa ki rabbimiz olan
Allah-u azze ve celle, körü körüne hareket etmekten, bilmediğimiz bir şeyin
ardına düşmekten ve zan'na tabî olmaktan bizleri şiddetle men etmiştir.
"Bilmediğin bir şeyin
ardına düşme; zira Kulak, göz ve kalp bunların hepsi de ondan mes'uldür."
(İsra36 ay.)
"Hatibinden bîr delil
üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslendirilen ve keyfine uyan gibi
olur mu?" (M u ham meçi 14)
"...Allah'tan bir yol
gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir?
Muhakkak ki Allah, zalim bir kavmi doğru yola iletmez" (Kasas 50 ay.)
"Halbuki onların bu
hususta hiç bir bilgileri (delilleri)yoktur.Onlarsadece zan'na tabi oluyorlar.
Zan ise, haktan big bir şey ifade elmez" (Necm 28 ay.)
"Ebu Hüreyre (ra)'dan,
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizleri zan'dan sakındırırım, çünkü zan,
sözlerin en yalanıdır..." (Buhari 13. C.6048)
...Aişe (ra)'dan ded ki;
Resulullah (sav)şöyle buyurdular: "Kim bizim şu işimizde (yani dinimizde)
ondan olmayan bir şey i hdas ederse o kendisinden redde l u nacaktı r".
Başka bir rivayette ise:
'Her kim bizim emrimize uymayan bir işi yaparsa, o iş reddolunur" (Müslim
5 C.1718)
İşte, zikrettiğimiz bu ve
bununla eş manalı Ayet ve hadisler, İslam'da delilsiz körü körüne hareket
etmenin yasak olduğunu, dolayısıyle, din adına inanılan ve uygulanan her şeyin
muhakkak ki bir delili olmasını açıkça beyan etmektedir.
Öyleyse, kim dinini
öğrenmeyi hedef edinmiş, onu uygulamayı kendisine gaye edinmiş
ise,"...Muhakkak ki zikri geçen delilleri
(yani, ayet ve hadisleri)
göz önünde bulundurarak, bu esas ve kaideye tabi olması gerekir..." Yani,
körü körüne hareketten... bilinmeyen bir iş ardına düşmekten...ve zan'na tabi
olmaktan uzak durulması gerekir, Hulasa; Kısa da olsa, anlatmaya çalıştığımız
bu esas, (yani delille hareket etme esası) bir mükellef İçin ele alınması
gereken ilk esas ve kaidedir. Bu konudaki bilinmesi gereken ikinci eassa
gelince bu da: "....Şer'i delillerin tesbiti..." esasıdır.
"...ŞER'İ DELİLLERİN
TESBİTİ..."
İzahını yapacağımız bu
ikinci esasta yine aynı şekilde birinci esas gibi, dini anlamda ve kavramda
önemli olan bir esastır.
Bu konuda da yine mükellef
olan bir fert, şeriata ait olan delilleri.tesbit edemez veya edememiş ise, o
fert dengesiz bir inanç ve dengesiz bir uygulama sergilemekten asla
kurtulamayacaktır.
Çünkü' bahsini yapmaya
çalıştığımız buesas, dinin özünü teşkil eden mihenktaşıdır. Doğ rularve eğriler
ancak "...E-dilleyişer!iyye..." dediğimiz bu esas tarafından tesbit
edilir.
Öyle ise biz de, bu önemli
tesbiti yaparken birinci olarak izahını yaptığımız '...Delille hareket
etme..." esasını ele alıp bu konuda da delille hareket etme
mecburiyetindeyiz.
Öyle ya, madem ki birinci
esasta delille hareket edilmesini anlattık, o halde bu esası da delille isbat
etmemiz gerekir.
Bunun en açık ve bariz
delili, "Kitaplar ve Resuller" tabiriyle iki ana kaynak olarak
zikredil işi di r.
Yani, İslam dini her
devirde insanlara iki ana kaynaktan gelmiştir, iki ana kaynaktan
Öğretilmiştirve iki ana kaynaktan yaşatıl mistir.
Bunların birincisi Allah'ın
kitapları, ikincisi ise resullerinin sünnetidir.
Bilindiği gibi bu, bazen
"La ilahe illallah nuh resulullah", bazen "La ilahe illallah isa
resulullah" bazen "La ilahe illallah Musa resuluilah' en son ikmal
edilmiş şekliyle de "La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah" diye
gelmiştir.
Ama netice olarak
"...Allah ve Resulü..." "...Kitap ve Sünnet..."
tabirleriyle devamlı ikili bir kaynak zikredilmiştir. Bunlar, et ve tırnak gibi
birbirlerinden ayrılmayan iki unsurdur. Yani, ne sünnetsiz bir kitap anlayışı,
ne de Kitapsız bir Sünnet anlayışı mümkün değildir.
O halde, "...Şer'i
delillerin tesbiti..." konusunda söylenilmesi gereken tek söz;
"...Kim ki sıhhatli bir
din yaşamak istiyor..." "...Kim ki hakkıyla İman etmek
istiyor..." ve yine "...Kim ki kurtuluş istiyor ise..." Bu iki
esası kendisine rehber edinme mecburiyetindedir. Bu konudaki delillere gelince,
onlar da şunlardır:
"...Allah sana kitabı
ve hikmeti indirdi, ve bununla sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin
üzerindeki fazlı çok büyüktür". (Nisda 113 ay.)
"Nitekim size, kendi
içinizden Ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve Hikmeti öğreten ve
bilmediklerinizi size ta'lim ettiren bir resul gönderdik" (Bakara 151 ay)
' ;-*'-'"
"Sizin evlerinizde
okunan Allah'ın ayetlerini ve bir de Hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah
latiftir, habir'dir." (Ahzab 34 ay).
Zikredilen deliller de de
görüldüğü gibi "...İndirilen Kitap ve Hikmet...""...Öğretilen Kitap
ve Hikmet...' "...Okutulan Kitap ve Hikmet... ibareleri bize gayet açık
bir şekilde şunu anlatıyor; "...sorumlu olduğumuz bu din, indirilen,
Okutulan, Öğretilen iki kaynak Kitap ve Hikmet'tir" yine aynı şekilde;
"Allah'a itaat edin,
Resulüne itaat edin..."
"Allah ve Resulü bir
işte hüküm verdiği zaman"
"Davet olunduğunuzda
Allah'a ve resulüne icabet edin..."
"Allah'ın ve Resulünün
haram kıldığını haram saymayanlarla... (mukatele edin...)"
"Eğer bir konuda niza
ederseniz, o mes'elenizi Allah'a ve Resulüne havale edin..."
ayetlerinde olduğu gibi:
"... İtaat iki kaynağa zikrediyor..." "...İslami hükümler iki
kaynakta zikrediliyor..."Davet İki kaynağa ediliyor..."
"Haramlar iki kaynakta bildiriliyor..." "...Niza anında,
mes'elenin halli için iki kaynağa salık veriliyor..." Hulasa, Daha burada
zikredeme-diğimiz İslami her türlü mes'elenin kaynağı, izahı ve halli, iki
kaynakta zikredilmiştir.
Bu konudaki sünnet'ten
delillere gelince:
Resulullah (sav) şöyle
dedi: "Dikkat edin!' bana kur'an ve bir de beraberinde misli
verildi..." (Ebu Davud 5 C.4604 n)
Ebu Hureyre (ra) dan;
Resulullah (sav) şöyle dedi: "Size iki şey bırakıyorum, onlara sıkıca
sarıldığınız müddetçe delalete düşmezsiniz. Bunlar, Allah'ın kitabı ve benim
sünnetim.."
Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: "Size, sarıldığmırmüddetceaslasapıtamayacağmız İki şey bıraktım.
Biri Allah'ın kitabı diğeri de peygamberin sünneti"
Zikredilen bu hadisi şerif
dört sahabi'den gelmektedir.
İbnu Abbas:
"Muhammed bin Nasr
el-Mervezi sünende 56"
"Hakim Müstedrek
1.93" "Beyhaki. Sun,. 10.114"
•İbnu Hazm Ahkam 6.809. 810
da"
"lbnuAbdil-BerBeyanü'l-İlml&&,30da"
Ebu Hurayre: ':.l
-•'
"Dare Kutni, Sünenin
de 4 C.254"
"Hakim,Müstedrek 1 C.
93"
"Hibetullah Taberi
Sünen'de 90"
'Beyhaki sünen 10.114"
"İbn Hazm Ahkam 6.810"
"Hatip el-Bağdadi
takih'de 1.C.93"
İbnuAdiy4.1387'de"
Ebu Said EI-Hudti:
"Hatip el-Bağdadi.
Fakih 1.94'de"
Amr Bin Avf:
"İbnu Abdi'l-Ber
Beyanul İlm 2 C. 30'da'
Zikredilen hadisi
şeriflerde de görüldüğü gibi, yine aynı şekilde iki kaynaktan bahsedilmektedir.
O halde, "Edilleyi şer'iye..." dediğimiz bu iki esas, Hadis şarifte
Allah resulü (sav) isimlendirdiği şeklile"... Kitap ve Sünnet..."
olarak tesmiye edilip, din adına başka hiç bir ölçünün kabul edilmemesiyle
sınırlandırılmıştır.
Binaenaleyh, bu iki
kaynağın dışındaki ölçüler beşeri bir ölçü olmaları sebebiyle bir değer
taşımadıkları gibi, bu ölçülere göre belirlenen islami bir inanç ve ameller de
aynı şekilde bir değer taşımayacaktır.
Son olarakyine, sağlıklı
birdinyaşamak İçin öğrenilmesi gereken esas ve kaidelerden biri
de"...Kitabısünnetle konuşturma../esasıdır.
'...KİTABI SÜNNETLE
KONUŞTURMA..."
İzahmıyapmaya gayret
göstereceğimiz bu esasta yine, üzerinde hassasiyetle durulması gereken dinin
özlü esaslarından birisidir, -
Bu esasta aynen birinci ve
ikinci esas gibi düzgün anlaşılmaz ve gereği gibi hareket edilmezse bir çok
çarpıklığın çıkış sebebi olacaktır. Çünkü geçmişte olsun, zamanımızda olsun
inananlar arasındaki birçok çarpıklığın ve müşkilatın çıkış sebebi, bu esas ve
kaideye istenildiği şekilde riayet edilmemesindendir.
Öyleyse kitabı sünnetle
konuşturma esası düzgün anlaşılması gerekir.
Biz bu esasın istenildiği
şekliyle anlaşılmasına yardımcı olmak için, birkaç misal vermeden önce, birinci
ve ikinci esaslar gereği böyle bir kaidenin İslam'dan olduğunu demlendirmemiz
gerekir. Öyle ya, madem ki birinci esasta delille hareket etmeyi öğrendik, o
halde bunun delili olması gerekir. Yine aynı şekilde ikinci esasta da
öğrendiğimiz gibi, delillendirme ancak Kur'an ve Sünnet'ten olması gerekir. Q
halde bu esas ve kaideyi anlatan ayet ve hadisler nerede?
Bu esas ve kaideyi ortaya
koyan deliller şunlardır:
"Sana da bu zikri
(yani sünneti) İndirdik ki, insanlara kendilerine indirilen (Kıır'an-ı) beyan
edesin" (Nahl 44 ay.)
...Ebusaidel-Hudri(ra)dan;
şöyle dedi: Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "...Ey insanlar! size iki
şey bıraktım. Biri Allah'ın kitabı, diğeri de benim sünnetim".
"Kur'an-ı zorlaştırmaym, onu sünnetimle konuşturun...' (Hatip el-Bağdadi,
Fakih 1.94)
Zikredilen bu deliller,
Kitab-ı Sünnetle konuşturma esasına açıkça beyan eden delillerdir. Bununla
beraber, Resulullah (sav)in hayatını da göz önünde bulunduracak olursak, onun
yaşantı olarak gerek kavilleri, gerek Tülleri ve gerekse takrirleri manasına
gelen sünneti seniyesi, Kufan'ın tairtefsiri, bir İzahı, bir beyanı
mahiyetindedir.
Rabbimiz Yüce kitabında
namaz kilmamızı "emreder Lakin bunun
nasıl ne şekilde olacağını beyan , etmez,Zekat
vermemizi emreder, bunun
hangi malda ne kadar veya zekat verilmesi için nisab miktarı ne kadar
olmalıdır, bunu İzah
etmez. Yol bulabilenlere hac yapmalarını
emreder,lakin
hac menseklerini
zikretmez.Oruç . tutulmasını emreder, fakat bununla alakalı ayrıntılı bilgileri
zikretmesi hulasa daha burada
izahı beyanı, tefsiri
muhakkakki sünnete
bırakılmıs ve bu konu da;
sadece onun selahiyet
sâhibi olduğu açıkca beyan
edilmiştir. _
Sozün özü Âllâhlın Kitabı
Kur'an muhakkak ki resulünün sünnetiyle (yani hadislerle) tefsir edilme
mecburiyetindedir. Ayrıyeten bilinmesi gereken bir husus da şudur ki, bu konuda
ne fasih bir arapça bilme gibi bir İmtiyaz ne de sahabe olma gibi bir imtiyaz,
Kur'an'ın tefsir edilmeye ihtiyacı olan yönünü anlamaya yeterli değildir ki,
zaten sahabeler anlayamıyorlardı da.
Bu konuda biriki misal
verecek olursak:
'...Yiyiniz içiniz, hatta
(taki) fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırd edilinceye kadar.
.."(Bakara 187).
Ayeti kerimenin zahiren
ifade ettiği şekilde, bir siyah iplikle bir beyaz iplik yanına alarak bu vakti
tesbit etmeye çalışan sahabenin yanıldığı gibi.
Çünkü buradaki kastedilen mana,
sahabe'nin anladığı manada olmayıp Resulullah (sav)'intetsir ettiği manadadır.
Kİ, o da"...Siyah iplikle beyaz iplikten kasıt, gündüzün aydınlığı ile
gecenin karanlığıdır. ."(Müslim 3 C. 1090)
"İman edip de
imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya, işle onlar gerçek emniyete nail
olanlardır". (En'am 82 ay.)
Yine aynı şekilde sahabe,
buradaki zulmün umum manasını gözönünde bulundurarak çok korkmuştu. Oy saki
buradaki anlatılan zulümden kasdın şirk olduğu allan resulü (sav) tarafından
izah edilmiştir. {Buhari 2 C.1287 s.)
Hulasa, gerek bu misallerde
ve gerekse burada zikredemediğimiz daha bir çok misaller da analtıldığı gibi.
kitabı anlamada muhakkak ki Peygamberi bir izah ve tefsire ihtiyaç
kaçınılmazdır.
Ta ki, Allah'ın din'i olan
İstamı istendildiği şekilde yaşamış olalım.
Rabbimizden, anlatmaya
çalıştığımız bu üç esas doğrultusunda hareket eden müslümanlar olmamızı niyaz
ediyorum...
İSLAMIN İNSANLARI DEĞERLENDİRMEDE METODU
Bu yazımızda izahını yapmaya gayret
göstereceğimiz mevzu, İslâm'ın, fertleri veya toplumlar) değerlendirmede takip
etmiş olduğu metodu nedir...? Menheci veya miyarı nedir...? Bu konuda
neleredikkat etmiştir.. .Yine bu konuda insanlarda aranmast gereken şeyler
nelerdir... Bunların izah ve beyanı üzerinde olacaktır.
Çünkü bu konudaki bir çok çarpıklıklar, dengesiz
ölçü ve hareketler, insanların birbirlerine yaklaşmasında olsun uzaklaşmasında
olsun bir çok problemler doğurmuştur.
Bu karışıklık içerisinde boğulan fertler veya
cemaatler, bu dengesizlikleri yüzünden kimi tenkit, kimi tasvip edeceklerini
karıştırdıkları gibi, yineaynı şekilde kimi kabul, kimi reddedeceklerini de
karıştırmışlardır.
Halbuki bu konu hassas bir konu olmakla beraber,
yine en çok üzerinde gevşeklikgösterilen İslam'ın "el-Vela vel Sera"
müessesesindendir. Eğer bu müessese düzgün anlaşılmamış ise veya anlayamamış
isek, tesbitlerimiz muhakkak ki dengesiz olacaktır.
İşte bundan dolayıdırki, bu konuda bizim ilk
önce islam'ın gayesini ve gayesine ulaşmada kullanılmasını İstediği vasıtasını
tesbit etmemiz zaruridir. Eğer gaye ite vasıta tesbit edilmemiş ise veya
edememiş isek biz, bu ikisinin bir birleri ile yer değiştireceğinden dolayı
dengesiz bir Ölçüye sahipolacağız.Dolayısıyle, tenkitlerimiz dengesiz olacağı
gibi, tasviplerimiz de dengesiz olacaktır.
Yani, kimin dost, kimin düşman olduğunu
anlayamadığımız gibi. kime yakınlık gösterip kimden de uzak durmamız
gerektiğini anlayamayacağız.
Ve, böyle cahilane bir hareketimizle adaletten
uzak insafsız bir şekilde dostumuza ve düşmanımıza durmadan zulmedeceğiz. Oysa
ki İslâm, umum kaidesi ile bize insaflı ve adaletli olmamızı emreder, velevki
dostumuz veya düşmanımızolsun. Çünkü, insafsızlık, adaletsizlik, din'deki
aşırılık (yani ğuluv) zemmedilmiştir.
Allah'u Azze ve Celle'nin konu ile alakalı bir
ayeti celilesinde şöyle buyrulmaktadır; - "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahidlik eden kimseler olunuz. Bir kavme karşı olan kininiz
(düşmanlığınız) sizi adil davranmamaya sevkelmesin. Adaletli olun; Zira bu
takvaya dana yakındır. Allah'tan korkun, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan
hakkıyla haberdardır. (Maide 8 ay.)
"...
Konuştuğunuzda, akraba bile olsalar, adil davranın, adil olun...' (En'am
152 ay.)
İşte bu gösteriyor ki, insanlar arasında bir
ayırım veya bir değerlendirme sözkonusu olduğu zaman onlara, hakettikleri mevki
vedeğerin verilmesi ve bu konuda adil davranılması Allah'ın bir emridir. Yoksa
bir çoğumuzun yaptığı gibi, eğer bizim cemaatten ise o iyidir ve doğrudur,
bizden değil iseokötüdür,batıldırkaidesi kesinlikle adil bir kaide olmadığı gibi.
Allah'ın sevmediği bir ölçü ve kaidedir.
Unutmayalım ki, bu şekildeki şahsi ölçü ve kaidelerimiz sadece bizi
bağlayan ve hiç bir zaman ilmi bir hüviyet kazanamayan değersiz şeylerdir.
Bizim için bir ferdin, veyahut o fertlerin
müntesip olduğu cemaatin veya cemaatlerin haktan ne kadar nasibleri var, ne
kadar haktan uzaklar, bunu tesbit etmede bir ölçümüz vardırve bu da
"TEVHİDtir.
Ne onların ...biz müslümanız demeleri, ne
namazları, ne oruçları ve ne de sair amelleri, onların hakta olduğunu isbat
etmeğe yeterlii değildir.
Aynen şu saymış olduğumuz hasletler Mekkeli
müşriklerde de mevcuttu. Yani Kur'an-ın müşrik ve kâfir olarak vasıflandırdığı Peygamber
(sav)'in de yirmi üç sene içerisinde
kendileri ile mücadele ettiği, kanlarının, mallarının, ırzlarının tevhid ehli
müslümantara helal kılındığı otopluluk Allah'a
inanıyorlardı, Namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, sadaka veriyorlardı,
mescidler imar ediyorlardı, hulasa, şu an ibadetadı altında yapmış olduğumuz ne
varsa, aynen bu onlarda da mevcut idi. Bazı ziyadelikve noksanlıkları ile.
Ama buna rağmen Alfarr-u azzeve Celle bu insanları şirk'le tavsif ediyordu. Neden?
Çünkü, Allah-u Azze ve Celle'ye takdim etmiş
oldukları ibadetlerinde O'nu birleyemiyor-lardı.
İşin ilginç tarafı; Allah'ı birleyememe
sebepleri deçoksamimibirhaldenzuhurediyordu. Yani, Allah'a daha fazla
yaklaşabilmek için bazı salih kabul edilen Latt, Menat, Uzza, Hubel gibi
şahısları vasıta ve şefaatçiler ediniyorlardı. Bu da kötü bir niyetlen değil
idi. Kalkıp da Allah'tan gayrı bizim bir Halikımız var, razıkımız var diye bir
düşünceyle de bunu yapmıyorlardı.
Çünkü Allah'u Azze ve Celle kendilerini itham
ettiğinde "...Neden benden başka ilahlara itaat ediyorsunuz veya
tapıyorsunuz..."diye onlar cevaben şöyle diyorlardı:
"...Hayır! Biz bunlara tapmıyoruz. Biz
sadece, bizi daha fazla Allah'a yaklaştırsınlar diye bunları vesile
ediniyoruz..." (Zümer 3 ay).
Görüldüğü gibi bu ayeti kerime Mek-kelilerin
samimi olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü Allah'a daha fazla yakın olabilme
için bunları şefaatçi ve vasıta ediniyorlardı. , -
Ama Allah-u Azze ve Celle, onların bu
hareketlerini, "...Kendisinden başkasına tapma.... Kendisinden başkasına
ibadet etme..." olarak değerlendirmiştir. Neden?
Çünkü, Allah (cc) onlara böyle bir şeyi din
olarak emretmemişti. Yani, "...Bana yakın olabilmeniz için kabir ve
türbelerde yatan salih insanları araya vesile olarak koyabilirsiniz...' diye
peygamberleri onlara böyle biremirgetirmemişti.
İşte Allah resulü (sav)'in gönderiliş gayesi,
yapılan bu çirkin işlerin ortadan kaldırılması içindi.
Keza Kur'an-ın indirilişi, yapılan bu çirkin
işlerin ortadan kaldırılıp,
Allah'a onun istediği resulünün gösterdiği şekilde ibadet edilmesi içindir.
Eğer anlaşıldı ise görülüyorki, insanların ne
samimiyetleri, ne namazları, ne hacc'ları, ne oruçları ve ne de sair amelleri
onların hak ehli olduklarına delalet etmemektedir. Bunların hepsini geçerli
kılacak olan esas tevhid'dir, buna bakılmalıdır.
Eğer bu ibadetleri ile Allah'ın istediği şekilde
bir kul olmamış iseler
mekkeliler, bu kaide bütün-msanlık için geçerlidir,
yani, onlar Allah'ın varlığını, birliğini kabullenmeleri ile beraber
namaz kılmaları, zekat vermeleri, kurban kesmeleri, hac yapmaları, adak
adamaları nasıl ki Allah indinde bir değer taşımadı ise, aynen de zamanımızda
bu sayılan ibadetleri yerine getirenlerin, kabirlere koşup onlardan medet
umdukları müddetçe, şalin insanları Allah'a yaklaşmada vesile kabui ettikleri
müddetçe, samimi de olsalar bu ibadetleri kendilerinden kabul edilmeyip
yüzlerine çarpılacaktır. Ve aynyeten, Allah (cc) onların bu hareketlerini şirk
kabul edip kendilerini de nasıl ki müşriklikle vasıflandırdı ise, aynen bu
insanların yaptıklarını da şirk, kendilerimde müşrik olarak vasıflandıracaktır.
İşte bizim ölçümüz bu olmalıdır. Birferdi veya
bir cemaati ele alıp değerlendirmek istiyor isek, onların amellerini geçerli
kılacak tevhidlerine bakılması gerekir, bu şarttır. Değilse biz kendiliğimizden
bir ölçü koyup, yakınlığımız veya uzaklığımız nisbetinde bir insanı mahkum edip
ebedi bir hüsran ile itham edemeyiz. Yine aynı Şekilde ebedi saadetle de
müjdeleyenleyiz. Bu bizim elimizde olan bir şey değildir.
Biz simde mes'elenin bu yönünü bürnez isek
(yani, fertlerde veya cemaatlerde ilk aranması gereken tevhid'tir, bunu bilmez
isek) bazı kalbi yakınlıklar ile, veya onlarla bazı fikirlerde
müşterekliğimizden dolayı karşı tarafı tasvip eîrne gibi bir hataya
düşebiliriz.
Malesef zamanımızda hakim olan anlayış da budur.
Biz umurnen bu dengesiz ölçüyü kullanmaktayız toplum olarak. Namaz kılanın
hemen namazına aldamyoruz. Oruç tutanın orucuna, zekat verenin zekatına hemen
değer veriyoruz. Hiç bir zarnan;- "...Acaba bu insanın yapmış olduğu
amellerini geçerli kılan tevhidi nasıldır, Yine aynı şekilde bu amellerini
iptal edecek bir şirk'i var rnıdır..." diye biraraştı rina, soruşturma
yapmıyoruz nedense. Ondan sonra da kalkıp şuursuzca "...Memleketin yüzde
doksanı müslümandır..." narasını atarız.
işte bu şekildeki şuursuz, basiretsiz ve
dengesiz bir değer ölçüsüne sahip olmamızdan dolayıdır ki, kimin ne olduğunu
anlayıp kavramadan herkesi cennet'e doldurduğumuz gibi, bazen de cehenneme
doldurmaktayız.
Yine bu konudaki dengesiz konuşmalardan biri
de; "Falan şehid... Filan şehid..." gibi kullanılan sözlerdir.
Bu gibi sözlerle de insan, Allah yerine karar
verdiğinin f arkında değildi r. Oysa ki bir insanın şehit olduğunun delili
Allah indindedir. Zahiren
onun Allah yolunda cihad ettiğini görebiliriz.
Fakat onun niyetinin ne olduğunu bilemediğimiz için bu konuda kesin bir karar
veremeyiz, Veya inşallah şehid'tir deriz. Bu konuda, medinedeki hurmalıklar
için savaşan insanın misali verilebilir.
İşte, bu ve bununla eş manalı daha nice m iişki
lallar var ki bunların hepsinin ona sebebi, bizlerin şer'i bir çizgide tesbit
yapamamayışı ve insanları değerlendirmede de nefsi ve hissi davranışıdır.
Bakarsın, bir fert veya bir topluluk gırtlağına
kadar şirk içerisinde yüzdüğü halde, onlarla aynı dinden olduğunu söyleyenler
vardır.
Yine bakarsın ki, İslam'ın f er'i
mes'elelerinden bir iki hususta karşı tarafla bir müşterekliliği var diye,
onları şirkleri ile beraber tasvip edenler vardır.
Ve en garibi de, yine bakarsın ki "...Bu
yapılanlar yani ıştır, insanları değerlendirmede İslam'ın ölçüsü
vardır..." diye tebliğ edildiğinde bunu fitne ve bölücülük oalrak telakki
edenler vardır.
Hulasa, bu konuda gayenin ne olduğunu, yani ne
için yaratıldık ve neye önern vermemiz gerektiğini çok iyi tesbit etmemiz
gerekir.
Eğer biz bunu kavrayıp tesbitedebilmiş isek,
muhakemeye tabi tuttuğumuz fert olsun, topluluklar olsun, onların haktaki
yerini, nasibini, ne kadar hakka yakın, ne kadar ondan uzak olduklarını
rahatlıkla anlayabiliriz. Ve onu bir baş kasma tercih mevzu bahis olursa bu
tercihte de kaidemiz bizim için ölçü olur.
Yani, insanların hakka olan yakınlıkları
nisbetinde, bizini de onlara karşı bir yakınlığımız söz konusu olur.
Misal; Allah'ın varlığını inkâr eden bir
ateistle, Allah'ın varlığını kabul edip de hiç bir iş, amel yapmayan birisi
yanyana getirilirse, herhalde ikinci şahıs hakka bir santim daha yakındır.
Yine aynı şekilde, Allah'ın varlığını birliğini
kabul edip de hiç bir amel işlemeyen bir kimse, Allah'ın varlığını birliğini
kabullenip bununla beraber birtakım ibadetleri olanla yanyana geldiğinde,
herhalde yine ikinci şahıs birinciden daha hayırlıdır.
Aynen, bu kaideyi oluşturan rum suresinin başlarında
olduğu gibi, Kitaplılarla kitapsız olan mecusilerin savaşmalarında kitaplıların
kazanmalarının temenni edilmesi gibi.
Görüldüğü gibi, iki tarafta kâfir ve müşrik
olmalarına rağmen biri kitaplı diğeri ise kitapsız olduğu için tercih
kitaplılar olmuştur. Yani kitaplıların kazanmaları temenni edilmiştir.
Hulasa, eğer bizim için bir
tercih mevzubahis olursa, bu tercihte de istikamet sahibi olabiliriz. Fakat
başlangıçta adaletli ve insaf iı olma mecburiyetindeyiz.
MÂLIK B. ENES
Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebi Âmir el-Asbahî. , Medine'de dogmustur. Onun dogum
tarihi hakkinda, Hicrî 90'dan 98'e kadar degisen farkli rivayetler vardir.
Ancak, yayginlikla kabul edileni 93 (711-712) tarihinde dogmus oldugudur (Ömer
Riza Kehhale, Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut (t.y.), VIII, 168; ayrica bk. Suyutî,
rezyinü'l-memalik, 7)..
Imam Mâlik'in ailesi aslen Yemenli olup, dedesi Zû Asbah kabilesine mensup olan
Mâlik b. Ebu Amir el-Asbahî, Yemen valisinden gördügü zulüm üzerine Medine'ye
gelip yerlesmistir. Annesi de, yine Yemenli Ezd kabilesinden, Aliye binti
Süreyk el-Ezdî'dir.
Imam Mâlik'in dedesi Medine'ye yerlestikten sonra, Kureyse mensup Benû Teym b.
Murra kabilesi ile hisimlik kurarak, bu kabile mensuplariyla dostluk (velâ)
akdetmis ve gerektiginde onlardan yardim görmüstür.
Imam Mâlik'in ailesi, Medine'ye yerlestikten sonra ilimle mesgul olmus,
özellikle hadisleri toplamaya ve Ashab'in fetvalarini ögrenmeye büyük önem
vermislerdi. Dedesi Mâlik b. Ebu Amir, Tâbiînin büyüklerinden olup, Hz. Ömer
(r.a), Osman (r.a), Talha (r.a) ve Aise (r.anh)'dan hadis rivayet etmistir.
Imam Mâlik, babasindan sadece bir hadis rivayet etmistir. Bu da, babasinin
hadisle fazlaca mesgul olmadigini göstermektedir. Ancak amcasi Süheyl hadis
âlimlerinden olup, Ismail b. Cafer'in hocasidir. Ayrica, ez-Zuhrî de ondan ders
okumustur. Onun Nadr ismindeki kardesi de hadis tahsil etmisti. Imam Mâlik,
hadis derslerine basladigi zaman, bu kardesinin söhretine binaen Ahu'n-Nadr
(Nadr'in kardesi) diye çagrilmakta idi. Daha sonra, Imam Mâlik, hadiste onu
geçmis ve kardesi ona nisbet edilmeye baslanmistir.
Hulefâ-i Râsidîn devrinde Medine, Ashab'in ileri gelen âlimlerinin bir arada
bulundugu ve ilim tahsilinin zirvesine ulastigi bir merkez konumundaydi.
Emevîler devrinde ise Medine, çogalan fitnelerden ve idarecilerin zulmünden
kaçan bir takim âlimlere siginilacak bir yer görevi görmeye baslamisti. Ayrica,
Tabii'nin çogu Medine'de oturmakta, Ashab'in rivayet ve fikhini, etraflarini
halkalayan ilme susamis talebelere aktarmakta idiler.
Imam Mâlik, kendini tamamen ilme vermis bir aile muhitinde büyümüs ve çok canli
bir ilmî hareketliligin yasandigi Medine'de ilim tahsil etmeye baslamisti.
Böyle bir çevrede bulunmasi ona, çagin en ileri seviyesindeki alimlerden ders
okuma imkânini vermisti.
Imam Mâlik önce, Kur'an-i Kerîm'i hifz etmis, pesinden de hadisleri ezberlemeye
baslamis ve bilhassa annesinin tesvik ve yönlendirmeleri ile Medine'nin büyük
ve meshur âlimlerinden Rabia b. Abdurrahman'in ders halkalarina katilmisti
(Muhammed Ebu Zehra, Imam Mâlik, Terc. Osman Keskioglu, Ankara 1984, 30).
Daha sonra o, bir seyler ögrenebilecegi bütün âlimlerin yanina gitmeye ve
onlardan hadis, sahabelerin fetvalari ve fikih konularinda istifade etmeye
baslamisti.
Yüze yakin âlimden yararlanan Imam Mâlik'in yetismesinde, fikrî ve ilmî
yapisinin oturmasinda, basta Abdurrahman ibn Hürmüz, Rabîa, Sihab ez-Zührî, Ebu
Zinad, Yahya b. Sa'id el-Ensârî ve Hz. Ömer (r.a)'in azadlisi Nâfi'in büyük
katkilari olmustur.
Ibn Hürmüz, hadis ve ser'î ilimlerde söz sahibi bir âlim olup, ayrica zamanin
bütün fikrî, siyasî gelismelerini takip eden ve onlarin iç gerçeklerine nüfûz
eden bir kültür genisligine sahipti. O, Imam Mâlik'e çok sey ögretir ancak,
maslahata uygun görmedigi için bunlardan çok azini açiklamasina müsaade ederdi.
Ibn Hürmüz, sorumlulugundan korktugu için, Mâlik'ten, hadislerin senedinde
kendi adini zikretmemesini istemisti.
Imam Mâlik, Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Ömer'in fikhini ve fetvalarini,
Nafi'den ögrenmisti. Ebu Davud, Malik'in Nâfi'den, onun da Ibn Ömer'den rivayetini
senet yönünden en saglam olani kabul eder.
Imam Mâlik, yetisip olgunlastiktan sonra, fikihta hocasi olan Rabianin bazi
görüslerini tenkit etmeye basladi. Bundan sonra o, Rabianin derslerini birakip,
Zührî'nin hadis derslerine devam etti. Ancak, onun fikhî görüslerinde,
Rabia'nin büyük tesiri vardir.
Bundan sonra o, Zühri'nin dersi disinda evine kapaniyor, o zamana kadar
kagitlara kaydettiklerini derleyip toparlamaya çalisiyordu.
Ayrica Imam Mâlik, Cafer-i Sadik'in derslerini hiç bir zaman kaçirmazdi. Onun
ilmine, zühd ve takvasina hayranlik duymakta idi. Imam Mâlik onun hakkinda;
"Abdesti olmadan hadis rivayet etmez, Hz. Peygamberin adi anilinca yüzü
sararirdi" demektedir.
O, Medine'nin ilmini tamamen ögrendigine iyice kanaat getirmeden ders vermeye
baslamadi. Medine'de bulunan âlimlerin çogunun kendisini ders verme hususunda
yeterli görmesini açiklamalarindan sonra güvenilir ravilerden aldigi hadisleri
insanlara ögretmek, fetva soranlarin problemlerini halletmek ve etrafinda
toplasan ögrencilere dersler vermek zorunlulugunu hissetmistir. Imam Mâlik bu
konuda söyle söylemektedir: "Her aklina esen mescitte oturup ders veremez.
Âlimlerden yetmis kisinin beni yeterli görmesine kadar ben, ders ve fetva
vermekten kaçindim". Imam Mâlik ayrica, hocalari Zührî ve Rabia'ya, ders
verip veremeyecegini sorup olumlu cevap aldiktan sonra bu ise baslamistir.
Imam Mâlik, derslerini Mescid-i Nebî'de vermeye baslamisti. Ancak sonralari
idrarini tutamama (prostat) hastaligina yakalaninca mescite gelmez olmus ve
derslerine evinde devam etmeye baslamistir. O, Mescid-i Nebî'de ders okuttugu
zaman, Hz. Ömer (r.a)'in ders okuturken oturdugu yere oturmaya özen
göstermistir. Burasi Resulullah (s.a.s)'in mescitte oturdugu yerdir. Ayrica
Medine'de Abdullah b. Mesud'un oturdugu evde ikamet ederek, onlarin hatirasini
zihninde canli tutmayi arzulamis ve Ashab'in yasadigi manevî atmosferi
hissetmeye çalismistir.
Imam Mâlik'in dersleri, hadis ve fikhî meselelerle verdigi fetvalar seklinde
cereyan ederdi. O, vuku bulmus olaylara fetva verir ve degerlendirmelerde
bulunurdu. Vuku bulmamis, farazî olaylar için kesinlikle bir görüs beyan
etmezdi. Bu da Islâm hukukunun en önemli özelligidir.
Hastaliginin ilk dönemlerinde, mescite namaza gelir, sonra evine dönerdi. Bir
zaman sonra namazlara gelemez olmus, daha sonra cuma namazi için de evinden
çikamaz hale gelmisti. Bu durumunu soranlara hastaligini, ta ölüm dösegine
yatana kadar söylememistir.
Imam Mâlik, ilimde olgunlasip dersler vermeye basladiktan sonra, bilgilerini
daha da derinlestirmek ve farkli fikhî görüsleri, incelikleriyle kavrayabilmek
için âlimler ile iliskisini yogun bir sekilde sürdürmüstür. Hacca gelen
âlimlerle görüsüp, onlarla ilim alisverisinde bulunurdu. O, büyük fakih Ebu
Hanife ile de görüsür, onunla münazaralarda bulunurdu. Onlarin bu görüsmeleri
gayet nezih bir sekilde cereyan eder ve herbiri digerinin fikihtaki üstünlügünü
överdi. Bunun gibi o, Keys, Evza'î, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Hammad vb.
çagin seçkin âlimleri ile ilmî sohbetlerde birlikte olur, onlarla bir araya
gelme firsati buldugunda bunu hiç bir zaman kaçirmazdi. Imam Mâlikin yasadigi
dönem, Medine'nin ilim, inceleme ve arastirmalarin odagi oldugu bir dönemdi.
Bunun sebebi, Resulullah (s.a.s)'in mescidinin ve kabrinin burada bulunmasi
dolayisiyla Islam cografyasinin her tarafindan, farkli fikhî ekollere mensup
âlimlerin, her hac mevsiminde buraya akin akin gelmeleri idi.
Imam Mâlik ayrica, ilmini yenilemek ve asrinin diger fakihlerinin görüslerini
ögrenmek için mektuplasma yolunu da kullaniyordu. O, görüsme imkâni olmayan
uzak sehirlerdeki âlimlere mektuplar yazar, degisik konulardaki görüslerini
sorar ve kendi degerlendirmelerini onlara iletirdi.
Imam Mâlik keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hafizaya sahipti. Bu da ona,
dinledigi hadisleri kolayca ezberleme ve fikhî konulara rahatça nüfuz edebilme
imkanini sagliyordu. Hadisleri saglam ravilerden kusursuz olarak bellemis
oldugu halde, bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Hadis nakletmenin
sorumlulugu onu sikintiya sokar ve naklettigi her hadisi için; "Onlari
nakletmektense herbiri için bir kirbaç yemeyi yeglerdim" demekte idi.
Sadece Allah Teâlâ'nin rizasini kazanmak için ilim tahsil etmis, hayati boyunca
takva yolunu terketmemistir. Ona göre ilim bir nurdur ve ancak husu ve takva
sahibi bir kalpte yerlesebilir. Fetva verirken yavas hareket eder, iyice
düsünür, soran kimseyi göndererek meseleyi tetkik ve tesbit ettikten sonra
cevap verirdi. O fetva konusunda hiç bir seyin kolay olamayacagi görüsünde
olup, helâl ve haram ile ilgili her meselenin zor oldugunu söylerdi. Din
konusunda kimseyle tartismaya girmez, insanlar arasinda kin tohumlari ekecegi
için bunu çok kötü bir davranis olarak degerlendirirdi.
Imam Mâlik, bedenen heybetli bir yapiya sahipti. Ilim ve büründügü takva
elbisesi onun bu heybetine manevî bir yön katiyordu. Onun bakislarindan herkes
etkilenir, insanlara büyüklük taslayan idareciler, valiler onun yaninda küçülür
ve ona saygi gösterirlerdi.
Imam Mâlik'in babasi ok imalatçisi idi. Ancak, Imam Mâlik'in bu meslegi isra
ettigine dair herhangi bir bilgi mevcut degildir. Kardesi hem hadis okur, hem
de ticaretle ugrasirdi. Imam Mâlik'in de bir miktar sermayesi kardesi
tarafindan çalistirilmakta idi. Buna ragmen onun, ögrencilik yillarinda biraz
maddî sikinti çektigi anlasilmaktadir.
Imam Mâlik'in yasadigi dönem fikrî ve siyasî fitnelerin zirvesine ulastigi bir
dönemdir. O, hem Emeviler, hem de Abbasiler döneminde yasamistir. Ömer b.
Abdülaziz'i takdir eder ve onu ümmetin islerini hakkiyla yerine getirmeye
çalisan adil bir halife olarak görürdü. Ancak o, ne tahtlarini korumak isteyen
hükümdarlara taraf olmus, ne de ayaklanmalarina mesru zemin olusturmak isteyen
isyanci gruplara destek vermistir. Her zaman gerçekleri yaymaya gayret
göstermekle birlikte, anarsinin, müslüman kitleleri perisan ederek fitne ve
fesadin yayginlasmasina sebeb olacagini düsündügü için o, isyanlari tasvip
etmemistir. Bununla birlikte gayrimesru bir sekilde ümmetin basina gelen
yöneticileri de onaylamamistir. Bu yüzdendir ki o, bir defasinda takibata
ugramis ve Abbasiler'in ikinci halifesi Ebu Cafer el-Mansur'un Medine valisi
tarafindan kendisine iskence yapilmistir. Buna sebeb olarak da, zorlama ile
yapilan bey'atin geçersizligine fetva vermis olmasi gösterilir (Ebu Zehra,
a.g.e., 77). Bu iskenceler sirasinda, o kirbaçlanmis ve kolu çekilmek sûretiyle
sakatlanmistir.
Ancak daha sonra Mansur, bu olaydan haberi olmadigini ve bu isi yapan valisini
cezalandirdigini söyleyerek ondan özür dilemis, Imam Mâlik de onu bagislamistir
(Ibnü'l-Imâd el-Hanbeli, Sezerâtuz-Zeheb, Beyrut t.y., I, 290).
O, halife ve idarecilere, Hac için Medine'ye geldikleri zaman, halkin menfaati
ve selâmetini gözetip hak ve adalet üzere yürümelerini ögütler, ayrica yüz yüze
görüsme imkâni olmayanlara da mektuplar göndererek onlari islah etmeye çalisirdi.
Bununla beraber o, emir ve hükümdarlardan daima uzak durmustur. Fakat,
samimiyetine inandigi idarecileri derslerine kabul etmistir. Harun er-Resid
bunlardan biridir. Harun er-Resid'in Imam Mâlik'in evindeki dersler esnasinda
sultanlarin tavriyla davranmaya kalktiginda Imam Malik ona, ilmin her türlü
dünya makamindan üstün oldugunu ve yücelmenin ancak ilme saygiyla mümkün
olabilecegini anlattiginda tahtindan inmis ve öteki ögrencilerin arasinda onun
derslerini dinlemeye devam etmistir (Ibnu'l-Imad el-Hanbeli, a.g.e., I, 29i).
Imam Malik'in hastaligi agirlasip, vefat edecegini anladiginda o zamana kadar
gizledigi hastaligini ve gizleme sebebini dostlarina söyle açikliyordu:
"Eger hayatimin son günleri olmasaydi size bildirmeyecektim. Benim
hastaligim idrarimi tutamamamdir. Peygamberin mescitine tam abdestli olmaksizin
gelmek istemedim. Rabbime sikayet olmasin diye de hastaligimi kimseye
söylemedim" (Ebu Zehra, a.g.e., 286). Imam Malik, Hicrii79 yilinda
Rabiulevvel ayinin on dördüncü günü vefat etmistir. Safer ayinda öldügüne dair
rivayetler de vardir. Cennetu'l-Bakî mezarligina defnedilmistir (Ömer Riza
Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, t.y, VIII, 168).
O, hem bir hadis âlimi hem de büyük bir fakihti. Onun devrinde ortaya çikan
siyasî ve itikadî fitneler halkin akaidini tehdit eder hale gelmisti. Imam
Malik böyle bir ortamda, Sünnet çizgisine simsiki sarilarak, insanlari sapitip
delâlete düsmekten kurtarmak için var gücüyle çalismistir. Ona göre Islam'i
yasamak, Resulullah'in sünnetine ve pesinden gelen Rasid Halifelerin
uygulamalarina tabi olmakla mümkündür. Medinelilerin ameli onun için uyulmaya,
ahad haberden daha lâyiktir. Çünkü Resulullah (s.a.s), Medine'de yasamis ve
Medineliler, yasayisini ona uydurmuslardi. Dolayisi ile Medineliler'in yasayisi
Sünnetin amelî sekilde rivayetidir. Bu, onun fikih usulünde de açikça görülür.
Kitap ve Sünnet'ten sonra delil olarak Medineliler'in amelini alir (bk. Malikî
Mezhebi Mad).
Imam Malik, imanin kalben tasdik, dil ile ikrar ve amel oldugunu söylerdi. Bu
söylediklerini Kur'an'a ve hadislere dayandirirdi. Yine hakkinda ayet bulundugu
için imanin artabilecegini söyler, eksilmesi hakkinda susardi. Kader, büyük
günah, Kur'an-i Kerim'in mahluk olup olmadigi ve ru'yetullah konularinda sahih
Ehli sünnet ulemâsi ile ayni görüsleri paylasmaktadir. Yalniz, o, Ebu Bekir
(r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a)'in fazilet siralamasindaki üstünlüklerini
kabul ettigi halde, Hz. Ali (r.a) hakkinda, diger âlimlere muhalefet etmis, onu
Hulefâ-i Râsidînden saymamistir. Buna sebeb olarak da, hilâfeti isteyenle
istemeyenin bir olamayacagini gösterirdi.
Imam Malik'in fikhi, ögrencileri tarafindan hazmedilip daha onun sagliginda
Misir basta olmak üzere Kuzey Afrika'da yayilmaya baslamis, oradan da Endülüse
ulasmistir.
Imam Malik'in ilimdeki büyüklügü hakkinda onun önünde diz çökmüs ve ilminden
feyz almis büyük fakîh Imam Safiî söyle demektedir: "Malik, Allah
Teâlâ'nin, Tabiinden sonra kullarina karsi hüccet olarak gönderdigi bir
insandir" (Suphi es-Salih, Hadis Ilimleri ve Hadis Istilahlari, Terc.
Yasar Kandemir, Ankara 1981, 330).
Hayati boyunca Medine'den baska bir yere gitmeyen Imam Malik, Resulullah
(s.a.s)'e olan asiri sevgi ve saygisindan dolayi, Medine'de bir defa olsun at
sirtinda dolasmamistir.
Muvatta'i:
O bir çok kitap tedvin etmis olup, bunlar arasinda en önemlisi Muvatta adli
eseridir. Imam Malik bu kitaba Hicaz'in en saglam ravilerinin hadislerini
almaya özen gösterdi. Ayrica sahabe sözlerine ve Tabiin fetvalarina da yer
vermistir.
Hadis külliyati içerisinde ilk tedvin edileni Muvatta'dir. Istisnalari olmakla
birlikte, bu zamana kadar çesitli sebeplerden dolayi hadislerin yazilmasi
tasvib edilmiyordu. Hadisler, kendilerini bu yola adamis muhaddislerin
hafizalarinda muhafaza ediliyordu. Ancak bir zaman sonra, bir takim insanlar,
menfaatlerini veya firkalarinin hakliligini ispatlamak vb. sebeblerden dolayi
hadis uydurmaya baslayinca, sahih hadislerin yazilarak tesbit edilmesi zarureti
ortaya çikti. Bu durumu Sihab ez-Zuhri; "Dogu tarafindan, duymadigimiz
hadisler gelmeye baslamasaydi ne bir hadis yazar, ne de yazilmasina izin
verirdim" sözüyle açikliga kavusturmaktadir.
Ömer b. Abdülaziz, muhtemelen âlimlerle istisare ederek, hadislerin tedvin
edilmesini, valilerine gönderdigi talimatlarla resmen emretmisti. O, âlimlerin
ölümleriyle ilmin ve hadislerin kaybolmasindan endise etmekteydi. Ilk olarak
böyle bir ise girisip, Halifenin istegini yerine getiren, Imam Malik'in hocasi
Sihab ez-Zûhrî olmustur. Fakat, Ömer b. Abdulaziz, arzuladigi tedvin isinin
sonuçlarini göremeden vefat etmisti.
Mansur isbasina geçince, o da Ömer b. Abdulaziz gibi, Medine ilminin toplanip
tedvin edilerek, yaziyla muhafaza altina alinmasi için çalismalar yapilmasini
istedi. Ancak o, selefi Ömer b. Abdulaziz gibi bütün eyaletlerdeki ilimlerin
derlenip toparlanmasini düsünmemis, sadece Medine'deki hadislerin ve fikhî
görüslerin tedvinini istemisti. Mansur'un böyle bir ise girismesinin sebebi
âlimlerin ölümleriyle ilmin zayi olmasi endisesinden kaynaklaniyordu. Onun
düsüncesi tamamen idarî maksatlara yönelik olup, ülkenin her tarafindaki
mahkemeleri ve yargiyi birlestirerek tevhid-i kaza'yi gerçeklestirmek
istiyordu. Imam Malik onun, Medine'nin ilmini tedvin etme istegini yerine
getirdiginde ortaya Muvatta adli eseri çikmisti. Ancak Imam Malik, Mansûr'un,
ülkenin her tarafindaki insanlarin Muvatta'a uymalarini saglamak istegine kesin
bir tavirla karsi çikmisti. Bu da gösteriyor ki, onun Muvatta'i kaleme
almasinin yegâne sebebi, Mansur'un bu yoldaki arzusu degildir. O, Medine'deki
sahih hadisleri, sahabe sözlerini ve Tabii'nin fetvalarindan tercih ettiklerini
toplayarak onlarin unutulup gitmesini önlemek ve sonraki nesillere saglikli bir
sekilde intikal etmesini saglamak istemistir. Mansûr'un istegi bu konuda ancak
tesvik edici bir rol oynamis olabilir. Zira o, daha sonra gelen Mehdi'nin ve
Harun er-Resid'in, Mansur'un istegine benzer taleplerini de ayni sekilde
reddetmistir.
Imam Malik onlara söyle diyordu:
"Ashab-i kiram fer'î meselelerde ihtilâf ettiler ve onlar bu
ihtilâflariyla birlikte her tarafa dagildilar. Herkes kendine göre isabetlidir.
Ulemânin ihtilâfi ümmet için bir çesit rahmettir. Her biri kendince sahih olana
uyuyor. Hepsi hidayet üzere olup, sadece Allah Teâlâ'nin rizasini
istemektedirler" (Ebu Zehra, a.g.e., 218).
Imam Malik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra
rivayet ederdi. Rivayet ettigi hadisleri sürekli arastirir; ravide bir kusur
bulur veya hadis saz çikarsa onu hemen terkederdi. Muvatta'i ilk yazdiginda on
bine yakin hadisi rivayet etmis olmasina ragmen, her sene onu tetkik ederek bir
kisim hadisleri çikarmis, neticede Muvatta oldukça küçülmüstü. Onun bu durumunu
bazi ögrencileri söyle dile getirirlerdi; "Herkesin ilmi çogalip artiyor;
Malik'in ilmi ise noksanlasip eksiliyor" (a.g.e., 221). Bu, onun ilmi naklederken
ne kadar titiz davrandigini göstermektedir.
Görüldügü gibi Muvatta'da bulunan hadisler çok sayida hadis arasindan süzülerek
seçilmistir. Bu yüzden hadis tenkidcileri ondaki hadisleri istisnalar hariç
sahih kabul etmektedirler.
Muvatta'i, Kütüb-i Sitte'nin altincisi olarak kabul edenlere göre derece
itibariyla Sahihayn'dan sonra gelmektedir.
Ancak, bir kisim muhaddisler, ondaki mürsel hadislerin ve Tabiin fetvalari ve
fikhî görüslerin çoklugunu ileri sürerek Muvatta'in daha çok bir fikih kitabi
oldugunu söylemislerdir (Sûphi es-Salih, a.g.e., 99).
Imam Malik'in, Peygamber (s.a.s), Ashab ve Tabiinden yaptigi rivayetlerin
sayisi bin yedi yüz yirmi kadardir. Ibn Hacer, Muvatta'i sahih kabul eder. Ibn
Hazm, Muvatta'daki bes yüz hadisin müsned, üç yüz hadisin de mürsel oldugunu ve
yetmis civarinida da Malik'in bizzat onlarla amel ermeye terketmis oldugu hadis
âlimlerinin zayif olarak degerlendirdigi diger bazi hadislerin bulundugunu
söylemektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 227).
Âlimler arasinda, Muvatta'daki hadislerin sihhat dereceleri hakkinda muhtelif
görüslerin bulunmasina ragmen, Malikîler Muvatta'in tamaminin sahih oldugunu
kabul etmektedirler. Zira onlar Muvatta`daki mürsel, mu'dal ve munkati'
hadisleri, muttasil senetlere baglamak için gayret göstermisler; senedi,
Malik'in rivayetinden muttasil olmayanlari da baska sika ravilerle muttasil
olarak tesbit etmislerdir. Onlarin hiç bir yolla muttasil senet bulamadiklari
hadisler sadece dört tanedir. Bu durum, Imam Malik'in mürsel, mu'dal ve
munkati, olarak naklettigi hadislerin baska tariklerle müsned olarak
nakledildiklerini ve dolayisiyla Muvatta'in sahih hadis kitaplarindan biri
oldugunu ortaya koymaktadir.
Imam Malik, Muvatta da bes yüz doksan kadar kimseden rivayet etmektedir.
Ashabdan rivayet ettikleri, yüz seksen besi erkek, yirmi üçü kadin olmak üzere
iki yüz sekiz; Tabiinden olanlar ise, kirk sekiz kisidir.
Muvatta'i rivayet edenler, Imam Malik'in talebeleri olup, Kadi Iyad bunlarin
altmis kisi olduklarini tesbit etmistir (a.g.e., 229).
Bu gün elde bulunan Muvatta biri Ebu Hanife'nin talebesi Imam Muhammed'in
rivayeti, digeri de Malik'in talebesi, Endülüslü Yahya b. Leysî el-Berberî'nin
rivayet ettikleri nüshalara göre basilmistir.
Muvatta, Malikî fikhinin temel kaynagi olup, Imam Malik'in fikihta takip ettigi
usul ondaki tertipden açikça anlasilmaktadir. O, Muvatta'da fikhî bir konuyla
alâkali hadisi alir, sonra Medineliler'in o konudaki uygulamalarina temas eder,
pesinden de Tabiin ve diger fukahanin görüslerini zikreder. Eger bunlarda bir
açiklama bulamazsa o zaman sahih olarak bildigi hadislerin ve sair fetvalarin
isigi altinda kendi reyiyle ictihad eder, meseleyi çözüme kavustururdu. Imam
Malik, ayni zamanda hadis ravilerini arastirip, onlarin adalet, hifz ve
zabttaki durumlarini inceleyerek bir tedkik ve tenkit süzgecinden geçiren ilk
kimse olma ünvanina da sahibtir (a.g.e., 2i9).
Kafirlerin
Sifatindan Sakinmak
Rahman ve Rahim olan
Allah'in adiyla... Muhakkak ki hamd Allah'adir. O'na hamdeder, O'ndan yardim ve
bagislanma dileriz. Nefislerimizin serrinden ve kötü amellerimizden Allah'a
siginiriz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptiracak yoktur. Kimi de
saptirirsa ona hidayet verecek yoktur. Sehadet ederim ki, Allah'tan baska ilah
yoktur; O tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve
rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina salât ve çokça selam eylesin.
Bundan sonra; Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! Allah'dan hakkiyla
korkmak ne güzel bir ganimettir. Hevâya tâbi olmak ise ne kötü bir kayiptir. Ey müslümanlar! Allah insanlari kudretiyle
yaratmis, diledigini fazliyla hidayete erdirmis ve diledigini de adaleti geregi
saptirmistir. Ve bunu Levh-i Mahfuz'da yazmistir. (Sizi yaratan O'dur. Böyle
iken kiminiz kafirdir, kiminiz mü'mindir.) Mutluluga erisenlerin yolunu açiklamis
ve mutsuzluga ugrayanlarin gittikleri yollari bildirmistir. Müttakileri övmüs
ve kafirleri yermistir. Kafirlerin sifatlarindan sakindirmistir. Aziz
Kitabi'nda kafirlerin amellerini, inançlarinin bozuklugunu, ahlaklarinin ve
davranislarinin kötülügünü açikça ortaya koymustur. Kafir, öldükten sonra
yeniden dirilmeyi inkar eder. Kiyamet'in kopacagini kabul etmez. Kaza ve kadere
inanmaz. Zorluklara ve musibetlere tahammül edemez. Allah'dan ümidini ve
beklentisini keser. Ümitsizlik ve çaresizlik, kafirin özelliklerindendir.
(Çünkü kafirler toplulugundan baskasi Allah'in rahmetinden ümidini kesmez.)
Konusmasinda yalan vardir. Hatta, tüm kafirler yalan söylerler. Kibir ve gurur,
karakteridir. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Kafirler ancak derin bir gaflet
içinde bulunmaktadir.) Ayetler, dersler ve ibretler karsisinda yüzçevirir.
Hased kalbini doldurmus ve gözlerinden fiskirmaktadir. Müslümanlarin içerisinde
bulundugu nimetleri çekemez ve yok olmasini temenni eder. (Ehli kitaptan
kafirler de müsrikler de Rabbinizden size bir hayir indirilmesini istemezler.)
Hasedinin çirkinligi nedeniyle, kendisiyle beraber cehennemde hasrolman için
seni de saptirmaya çalisir. (Onlar kendileri gibi sizin de kafir olup böylece
birbirinize esit olmanizi arzu ederler.) Geceleyin müslümanlara tuzak kurar,
gündüz onlara oyun oynar. Onlara zarar vermek ve onlardan nimetlerin alinmasi
için ugrasir. (Onlar size karsi zafer kazanirlarsa size düsmanlik ederler, size
ellerini ve dillerini kötülükle uzatirlar.) Düsmanlik yüz hatlarinda ve dilinde
belirir. Müslümanlara olan öfkesinden parmaklarini isirir. Vicdanlari kötülük
ve kalpleri bugz doludur. Müslümanlara tuzak kurarlar. Allah Teâlâ söyle
buyurur: (Onlar bir tuzak kuruyorlar. Ben de (onlara karsi) bir tuzak kurarim.)
Güvenilir, güzel ahlakli ve iyi huylu görünür. Menfaatinin pesinden kosar.
Allah onlari su kavliyle ifsa eder: (Onlarin kini agizlarindan tasip çikmistir.
Gögüslerinde tasidiklari ise daha büyüktür.) Dogrulugun içinde yalani,
güvenilirligin içinde hiyaneti gizler. Dilleriyle sizi razi ederler ama
kalpleri bunu reddeder. Batili çokça savunur ve gerçekleri gizler. Müslümana
karsi entrikasi siddetlidir. Fakat Allah onun oyununu bozar. Kafirlerin oyunu
ancak zillet sapikliginda ve kendilerini kusatan asagilik içerisindedir.
Süphesiz, kafirlere itaat etmek zillettir. Onlara karsi çikmak ise izzettir.
Allah, Rasulü'ne söyle buyurur: (Ey peygamber! Allah'dan hakkiyla kork;
kafirlere ve münafiklara itaat etme!) Bilgileri dünya ile sinirlidir. Bununla
birlikte Seyhulislam (Ibni Teymiyye) rahimehullah söyle der: "Kafirin
bütün amelleri ve islerinde mutlaka faydasinin tam olmasini engelleyen bir
eksiklik vardir. Bütün isleri ya bozuktur ya da eksiktir." Kalici olan
ahiret bilgisine gelince onlar bu konuda cahildirler. Allah Teâlâ söyle
buyurur: (Onlar dünya hayatinin görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar
tamamen gafildirler.) Ve söyle buyurur: (Fakat onlarin çogu bilmezler.) Mallari
ve çocuklari üzerlerine büyük bir sikintidir. Saskinlik ve basibosluk
içerisinde yasar. Dünyadaki gayesi zevk ve sefa sürmek, yemek ve içmektir.
Yadiklerinde ve içtiklerinde bereket yoktur. Doymak bilmezler. Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kafir yedi mide ile yer. Müslüman ise bir
mide ile yer." Üçte biri yiyecegi, üçte biri içecegi ve üçte biri de nefsi
içindir. Mü'minin yiyecegi bereketlidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
söyle buyurur: "Iki kisinin yiyecegi üç kisiye, üç kisinin yiyecegi dört
kisiye yeter." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. Kafirler hidayet nurundan
uzak olduklari için bölük pörçüktürler. Görüsleri farkli farklidir. Düsünceleri
çesitlidir. Yaraticilari onlar hakkinda söyle buyurur: (Onlar mutlaka
anlasmazlik içerisindedir. Onlara karsi Allah sana yeter. O; isitendir,
bilendir.) Aralarindaki çekisme Kitabu'l Mübin'in belirttigi gibi Kiyamet
kopuncaya kadar sürecektir: (Onlarin arasina Kiyamet'e kadar sürecek düsmanlik
ve kin attik.) Onlar karsi karsiya geldikleri zaman korkaktirlar. Bir müslüman
iki kafiri maglup eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Sizden sabreden yüz kisi
olursa ikiyüz kisiyi maglup ederler. Sizden bin kisi olursa Allah'in izniyle
ikibin kisiyi maglup ederler.) Birbirlerine cimriligi tavsiye ederler. Infak
etmede oldukça cimridirler. Misafire ikram etmekten geri dururlar. Allah azze
ve celle söyle buyurur: (Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriligi tavsiye
eden, Allah'in kendilerine lütfundan verdigini gizleyen kimselerdir. Biz,
kafirler için alçaltici bir azap hazirladik.)
Kafir, hayiri engeller. Yasak olani yer. Iyilige karsi nankörlük eder.
Allah'in nimetlerine sükretmez. Rabbinin nimetlerini inkar eder. (Allah'in
nimetini bilirler de sonra onu inkar ederler. Onlarin çogu kafirlerdir.)
Cahillik, hevâ ve sapiklik içerisinde yasar. Çikis yolunu bulamaz. Ve çikisa
muvaffak olamaz. Dogru yolu bulmasina yarayacak âzâlarindan yararlanamaz. Kalbi
sagirdir. Kulaginda agirlik ve gözünde perde vardir. Hakki duymaz ve hidayeti
görmez. Seytanlar kendisini alabildigine günah islemeye tesvik eder. Lezzetleri
elde etmek için hevâsina uygun olarak hareket eder. Bunun sonucu amelleri bosa
gider. Amel isler ve ameli karsiligi mükafat alamaz. Dünyada yorulur ve
ahirette azap görür. Rabbimiz celle ve alâ onu sevmez. Allah subhânehu
kafirlerin düsmani oldugunu bildirmistir. Hayir veya ser, bir amel isleyen her
kula mutlaka Allah amelinin karsiligini verir. Allah bir kula bugzedince
Cebrail'e söyle seslenir: "Ey Cibril! Ben falana bugzediyorum, sen de ona
bugzet." Cebrail de bugzeder ve sema ehline seslenir: "Muhakkak Allah
falan kisiye bugzediyor, siz de ona bugzedin." Ve sema ehli de ona
bugzeder. Sonra yeryüzünde de o kisiye bugzedilir." Müttefeku'n
aleyh. Imam Ahmed söyle der:
"Kafiri gördügümde Allah'in düsmanini görmemesi için gözümü
kapatirim." Cansizlar onun küfrünü dile getirir ve ahir zamanda mübarek
topraklar onu disari atar. Agaç, "Ey mü'min, bu kafirdir" der. Tas,
"Ey mü'min, bu kafirdir" der. Bunu Imam Ahmed rivayet eder. Deccal
çiktigi zaman Medine üç kez sallanir ve kafirler el-Mustafa sallallahu aleyhi
ve sellem'in sehrinden çikarlar. Allah'dan uzaklasmada nefsin çektigi acilar
vardir. Günahlarin acisina ugranilir. Gögüs darligi ve sikintisi vardir. Iman
ve sukûnet lezzetinden mahrum olunur. Onu lanet kusatir ve üzerinde gazap
dolasir. Onlar Allah'in en kötü kullaridir. Allah azze ve celle söyle buyurur:
(Iste onlar yaratilanlarin en kötüleridir.) Sayilarina gelince onlar yeryüzünde
bulunanlarin en çogudur. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Fakat insanlarin
çogu iman etmezler.) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Allah söyle buyurur: "Ey Adem! Atese girecekleri çikarip
gönder." Adem, "Atese gideceklerin miktari ne kadardir?" der.
Allah, "Her bin kisiden dokuzyüz doksan dokuzu" buyurur." Bu
hadisi Buhari rivayet eder. Diger bir lafizda "her bir yüzden doksan
dokuz" olarak zikredilir. Kafirin ölümüyle kullar ve ülkeler rahat eder.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Mü'min kul dünyanin
yorgunlugundan ve eziyetinden kurtularak Allah'in rahmetine (kavusur). Fâcir
kul ise; kullar, ülkeler, agaçlar ve hayvanlar kendisinden kurtulur." Bu
hadisi Buhari rivayet eder. Kafir
dünyada bin yil yasamak ister. Kendisine ölüm geldigi zaman bundan hoslanmaz.
Melekler ruhunu çikarmak için yüzüne ve arkasina vurur. Kabrine konuldugu zaman
kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar sikistirilir. Demirden çekiçlerle
öyle bir darbe vurulur ve bagirir ki insanlar ve cinler hariç civarindaki her
sey bunu duyar. Bir rivayette, "sayet bir daga vurulsaydi toprak
olurdu" denilir. Kabrine ates serilir. Azabi süreklidir. Kabrinden hesap
için kalktiginda yüzü simsiyah bir sekilde kalkar. Yüzü asiktir ve üzerinde
toz-toprak vardir. Bir siyahlik kaplamistir. Korkudan gözleri mavilesmis ve
kalbi küt küt atmaktadir. Canlilar arasinda yüzünün üzerinde yürür bir sekilde
hasredilir. Enes radiyallahu anh söyle der: "Ey Allah'in Rasulü! Kafir
nasil yüzüstü hasredilir?" Söyle buyurdu: "Onu dünyada iki ayagi
üzere yürütenin Kiyamet günü yüzü üzere yürütmeye gücü yetmez mi?" Bu
hadisi Buhari rivayet eder. Bogazinda zincirler ve bukagilar vardir. Suçlular
bir kismi diger bir kismina baglanarak götürülür. Onlar o gün susamistirlar.
Sagirlar, dilsizler ve körlerdir. Arkadaslari onlardan uzaklasir. Onlar da
arkadaslarindan uzaklasirlar. Yiyecekleri zakkumdur. Içecekleri ise kaynamis
sicak sudur. Bazen ondan içer, midesini ve bagirsaklarini parçalar. Bazen
basinin üzerine dökülür, derisini eritir. Atesler arasinda tutusur. Çektigi
acilardan dolayi cesedi ve azi disi kat kat büyür. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem söyle buyurur: "Kafirin azi disi Uhud gibidir. Cildinin kalinligi
üç günlük mesafedir." Bu hadisi Müslim rivayet eder. Müslim'deki bir baska
lafizda ise "Cehennemde kafirin iki omuzu arasinda hizli bir binicinin üç
günlük mesafesi vardir." seklindedir. Bu onlara uygun bir cezadir ve
Rabbin asla kullara zulmedici degildir. Bütün bunlardan sonra ey müslümanlar,
iste bunlar kafirlerin sifatlari ve özellikleridir. Ve karsilasacaklari
cezalardir. Çesitli çirkinlikler ve birbirini takip eden kötülükler... Ey Allah'in kulu! Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem'in haber verdigi su duruma düsmekten kork! Söyle buyurur: "Karanlik
gecenin safhalari gibi olan korkunç fitnelerden önce salih amelleri islemekte
acele edin. O fitneler arasinda insan mü'min olarak sabahlar, kafir olarak
aksama girer. Veya mü'min olarak aksamlar, kafir olarak sabaha çikar. Dinini az
bir dünya mali karsiligi satar." Bu hadisi Imam Ahmed rivayet eder. Kafirlere benzemekten sakin ve müslümanlarin
yoluna koyul. Farz namazlari eda et ve onlari mescidlerde cemaatle kil. Onlari
terkeden kötülerin arasina katilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Bizimle onlarin arasindaki ahd namazdir. Kim onu terkederse
kafir olmustur." Kovulmus seytandan Allah'a siginirim. (Cehennemlikler ile
cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler, istediklerine erenlerin ta kendileridir.)
Allah beni ve sizleri mübarek eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun.
Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan
baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur. Sehadet
ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na,
ailesine ve ashabina salât eylesin. Bundan sonra ey müslümanlar; dis görünüste
benzemek, iç dünyada da benzemeyi gerektirir. Bu ümmetin ilkleri olan
sahabelere ve tabiine benzemek akli, dini ve ahlaki artirir. Dis görünüste
kafirlere benzemek ahlakta ve çirkin islerde onlara benzemeye neden olur. Bir
tür sevgiyi ve muhabbeti, iç dünyada dostluk hissetmeyi dogurur. Bu nedenle
davranislarinda ve görüslerinde müsriklere muhalefet et. Onlarla dostluk kurmaktan
sakin. Onlari dost edinme ve onlara bugzet, düsmanlik et. Onlardan ve
dinlerinden uzaklas. Kendi dininle gurur duy. Onlarin hidayeti ve Islam'a
daveti için çalis. Sana dogruyu gösterdigi için Allah azze ve celle'ye çokça
övgüde bulun. O'ndan bu yolda devamlilik dile. Allah'a karsi samimi ol ki,
durumun iyi olsun. Kalbinden kin ve nefreti söküp at ki insanlar seni sevsin.
BİDAT OLAN KANDİL GECELERİ
Peygamber salallahu aleyhi ve sellem'den
kutlaması hakkında sahih bir nakil sabit olmayan ve genellikle islam aleminde
ve özellikle de ülkemizde, kutlanan bazı kandil geceleri hakkında, müslümanları
uyandırmayı kendimize görev bilerek bu araştırmayı yaptık. Cenabı Hak'dan bütün
müslümanlar için faydalı olmasını dileriz.
Şimdi ise bu kandil gecelerini tertip üzerine
arz edip, onları kutlamanın meşru ve gayrı meşru olması konusunda İslam
alimlerinin görüşlerini de zikredeceğiz.
1) MEVLİT KANDİLİ: İsminden de anlaşıldığı üzere
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in doğduğu gecedir, Rabi'u'l-Evvel ayının
on ikinci gecesine rastlamaktadır. Bu gecenin ne fazileti ve ne de kutlanması
hakkında hiç bir rivayet sabit olmamıştır. Dolayısıyla Peygamberimiz sallallahu
aleyhi ve sellem doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de selefi salibin
kutlamış değildir. Bunun üzerine İlim ehli bu geceyi o maksatla ihya etmeyi ve
de mevlit okumayı dinde ihdas edilmiş bir bid'at saymışlardır. Nitekim okunan
mevlidin de bu babtan sayıldığı ilim ehiince malumdur.(l)
2) REGAİP KANDİLİ:
Bu geceyi İhya etrnek maksadıyla Recep ayının
ilk Cuma gecesi yani akşamla yatsı arası kılınan on iki rek'atlık namazın ve bu
geceninfaziletihakkındadayanılan rivayet şudur:
Enes İbn Malik (radıyallahuanhu) Allah Rasulu
(sallallahu aleyhi ve sellemj'in şöyle dediğini rivayet ederi:
"Recep ayında orucun faziletini
zikrettikten sonra, devamla) "O aydabulunan İlk Cuma gecesinden gafil
olmayın. Çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir. Kim
recep ayının ilk Perşembe gününü oruç tutar veo günün, akşamla yatsı arası on
İki rekat namaz kılarsa, (namazın keyfiyetini açıkladıktan sonra) Ailah-uTeala
o kimsenin günahlarını bağışlar" (2)
İbnu'l-Cevzi bu hadis hakkında şunları söyler:
"Bu hadis Allah Rasulu (sallaliahu aleyhi
ve sellem) üzerine uydurmadır. Ali İbn AbdiÜah İbn Cahdami bu rivayetiyle ilim
ehli tarafından itham olunup yalancı sayılmıştır. Şeyhimiz hafız Abdulvahab'ı
şöyle derken işittim: Bu hadisin ravileri meçhuldür. Ravilerle ilgili bütün
kitaplarda onları aradım ve bulamadım". (3)
İbnu'l-Cevzi sözüne şöyle devam eder:
"Bu hadisi uyduran kimse bid'atında çok
aşırı gitmiştir. Çünkü bu namazı kılan kimse önce gündüz oruç tutacaktır. Belki
de o günün gündüzü çok sıcaktır, oruçlu olunca da akşam namazına kadar haliyle
yemek yeme imkanı bulamıyacaktır akşam namazından sonra, bu namaz için uzun
tesbihat sebebiyle kıyamda ve secdede duracak gayet eziyet çekmiş olacaktır.
Ben doğrusu ramazan ve teravih namazlarına nazaran insanların bunda, nasıl
izdihamlaştıklarını kıskandım. Bilakis bu namaz halk indinde diğerinden daha
büyük ve değerlidir. Çünkü bu namazda diğer beş vakit namaza gelmeyenler hazır
bulunuyor.(4)
Hafız Ebu'l-Hitab ise şunu söyler: "Regaib
namazını uydurmakla ittiham edilen kimse Ali Ibn Abdillah İbn Cahdami'dir.
Meçhul olan raviler üzerine uydurmuştur. Ki bunlar, kitabların tümünde mevcut
değildir.(5)
Hafız el-irakı şöyle der:
"Rezzin, kitabında bunu irad etmiştir. O
uyydurma bir hadistir" (6)
İmam Tartuşi şu sözünü ekler:
"Receb ayındaki regaip namazı ise,
Beyti'l-Makdis'de bizim bulunduğumuz yerde ancak h.480 senesinde ihdas (uydurulmuş)
edilmiştir. Bundan Önce bu namazı ne gördük ve ne de duyduk". (7)
Görüldüğü gibi bu gecede mevlit okuma işi bu
namaza nisbeten yeni sayılıp daha sonra uydurulmuştur.
3) Mİ'RAC KANDİLİ:
Recep ayının yirmi yedinci gecesidir. Sünnet ve
Bİd'atler kitabının yazarı (rh) recep ayındaki bid'atler bölümünde şunları
söyler:
"Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi
yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ye
ibadette bulunmaları bid'attır. Recep, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan
-gayrı sabît-dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş
olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. ;İsra, Mi'rac ve
mezkur ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır". (8)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi
yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:
"Muteber alimlerin belirttiği gibi; İslam
alimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancakcahil ve bid'atçı
kimseden sudur eder,"(9) Bu gecedede mevlit okumak adet halini almıştır.
Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş olunmaktadır.
4) BERAAT KANDİLİ:
Beraat Kandili ise Şaban ayının ortasında olan
geceye denilmektedir. Bu gecenin faziletiyle ilgili bazı rivayetler gelmiştir.
Örnekolarak bir kaçını zikredelim.
Hz. AIİ (radiyallahu anh)'dan Allah Rasulu
(sallallahu aleyhi ve sellem) şunu demiştir:
"Şaban ayının ortasında olan gece olunca,
gecesini ihya eden gündüzünü de oruçlu geçirsin" (10)
Diğer bir rivayet ise şöyledir: Ebu Musa
el-Eş'ari (radiyallahu anh)'dan Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
demiştir:
"Şaban'ınortasındabulunan gecede Allah-u
Teala mahlûkatına nazar eder. Müşrik ile cimri müstesna olmak üzerebütün
mahlukatını affeder. (11)
Yine başka bir rivayette de şöyledir:
Hz.Aİşe(radiyallahuanha)'danNebi (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle demiştir:
"Bu gecede Adem oğlundan her doğacak ve
ölecek olan yazılır. Ve yine bu gecede onların amelleri yükselir ve rızıkları
iner". (12)
Ancak bu rivayetlerde zikrettiğimiz
rivayetlerden hiç birisi sahih değildir. İlk rivayet Hz. Ali'nin rivayetidir.
İmam Busiri şöyle der: ,. ••, "Bu rivayetin
senedinde İbnu Ebi Sebure vardır. Asıl ismi, Ebu Bekr İbn Abdillah İbn Muhammed
İbn Ebi Seburedir. İmam Ahmed İbn Hanbel ve Yahya İbn Ma'İn; bu adamın hadis
uyduran bir kimse olduğunu söylediler."(13)
İkinci rivayete gelince, Ebu Musa
el-Eş'ari'nindir. İmam Busiri der ki:
"Ebu Musa'ya ait hadisin senedi zayıftır.
Bu da Abdullah bin ebi Lehi'a'nın zayıf oluşundandır. Birde Velid bir Müslim'in
tedlis yapması söz konusudur.(14)
Diğer rivayette Hz. Aişe'nindir. Hz. Aişe'nin
Ebu Musa'nın rivayetine benzeyen başka bir hadisi daha vardır. İmam Beyhaki,
iki rivayeti de Da'vut'ul-Kebir kitabında tahricettikten sonra şöyle der:
"Bu hadisin isnadında ve öncekinde de
meçhul olan kimseler vardır. Diğeri birine inzimam edilince biraz kuvvet
kazanır." (15)
Bid'at İle İlgili eserinde
bu rivayetleri serdeden Ebu Şame akabinde şunu söyler:
'Bu rivayetlerde hususi bir namazın beyanı
yoktur. Ancak bu gecenin faziletini belirtmektedir. Geceyi ihya etmek ise bütün
senenin gecelerinde olduğu gibi müstehabtır. Mahzur ve münker olan şey. bazı
geceleri hususi bir keyfiyette hususi bir namazla tahsis etmek, Cuma, Bayram ve
Teravih gibi ve bunu da islamın şiarından olan mezkur ibadetler gibi izhar
etmektir. (16)
BERAAT KANDİLİNDE
KILINAN NAMAZ
Aileme Ali ibn ibrahim bu namaz hakkında şöyle
der:
•Şaban ayının ortasında geceleyin kılmak üzere
ihdas edilen (Uydurulan) onar defa ihlas suresi okumak suretiyle cemaatle
kılınan Cuma ve Bayramlardan daha fazla önem verilen yüz rek'atlık elfiye
namazına gelince, hakkında ancak ya zayıf ya da uydurma haber ve eser
gelmiştir. Kut'ul-Kulub ve Ihyau Ulumu'd-Din sahihlerini zikretmesine veya
Salebi tefsirin kadir gecesi olduğunusöylemesinealdanma.'(17)
Hafız İrakı Şöyle der:
'Beraat namazı hakkındaki hadis batıldır1
(18).
İbnu'l-Cevzi'de: 'Şüphesiz bu hatife
uydurma" demektedir '(19)
Şeyhu'l-İslam ibnu Teymiyye de buna benzer söz
söylemiştir.(20)
BU NAMAZIN ÇIKIŞ TARİHİ:
imam Tartuşi şöyle anlatır: "Bana Ebu
Muhammed el-Makdİsİ
haber vererek dedi ki: Bu, bizde ilk olarak 448
h. senesinin evvelinde ihdas edilmiştir. Nablus şehrinde İbnu Ebi'l-Hamra
adıyla tanınan birisi Beyt'l-Makdise geldi Güzel tilaveti vardı, kalktı ve
Mescidi Aksada Şaban ayının ortasında (15'inde) bulunan gecede namaz kıldı
arkadan ona birisi uydu ondan sonra bir başkası daha sonra bir diğeri eklendi,
neticede namazı bitirinceye kadar kalabalık bir cemaa! oldu. Gelecek sene yine
geldi ve arkasında birçok insan bu namazı kıldı. Mesciddebuyayıldı. Böylelikle
Mescidi aksa'a ve insanlarının evlerinde bu namaz intişar etti. Daha sonra bir
sünnetmiş
^^^^^——MÜHM^^^^^^^^^—— 1
gibi günümüze kadar bu namaz devam edegeldi.
(21)
Nitekim aynı şekilde bu gecenin İhyası için
camilerde mevlit okunmaktadır. Bunun sebebi ise şeytanın bu cahillere
amellerini süslü ve meşru göstermesidir.
Bazı kimseler insanların manevi gıdalarını
tıkadığımız İddiasıyla bu makaleyi hoş görmeyebilirler. Ancak bu gibi
kardeşlerimize Peygamber (sal lallahu aleyhi vesellem)'in Hz. Aişe(radiyallahu
anha)'dan gelen sahih bir hadisi şerif i hatırlatmak isteriz.
"Kim bizim üzerinde bulunmadığımız bir
ameli işlerse, o amel merduttur'(22) Binaenaleyh, sahih dellillere dayanmayan
herhangi bir amel manevi bir gıda değildir.
Cenabı Hak cümlemize hakkı hak bilip ona tabi
olmayı ve batılı da batıl bilip ondan kaçınmayı nasip eylesin ve bizleri kendi
rızasına uyguna ameller İşlemeyi nasip ve müyesser kılsın.
1) Hayrettin Karaman
Islamtn ışığında günün meseleler: s. 121 '
2) Ebu Şame el-Baisu
Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 39-40
3)age esers. 40
İbnu't-Cevzi, el-Mevdu'atc.2s. 125-126
4) Ebu Şame el-Baisu
Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.30. İbtıu'l-Cevzi. el-Meydu'at c.2s. 127
5)EbuŞ3me el-BaisuAla
inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40
6)Çukayn, Es-Sunenu
ve'l-Mubîede'at s. 140
7) Tatusi,
EI-Havadisu ve'l-Bida'us. 133
8) Şukayri, Es-Sunenu
ve 'l-Mubtede 'at s, 143 9}age. s.143
10)ibn MacE Süneni:
1388. Beyhaki, Fedailu'l-Evkst:24, Şuabu'l-İmanda3542. Ibnu'l-Cevzi,
EI-ile!u'l-Mutenahiye, c.2s. 71
11) Buseyri,
Misbatıu'z-Zucace fi Zevaidi İbn Mace c.2 s. 10
12)İmamBeyhaki,
Ed-Da'vut'l-Kebirteiyaıma)EbuŞame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.
35
13)Busiri, agec.2s.10
14)age c.2s.W
15) İmam Beyhaki,
Ed-Da 'vut't-Kebir (e! yazma)
16) Ebu Şame
el-Baişsu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 35
17)MuhanmedTahirBinAliel-Hindi,
Tezk i rai u'l-Mevduat s.45
18)Şukayri, Es-Sunenu
ve'l-Mubtede'at s. 144
19)ibnu't-Cev2İ,
el-Mevdu'at c.2 s. 127
20)
İktidau's-Sıtatu'l-Mustakim c. 2 s. 632,639
21) Tartuşi,
EI-Havadisu ve'l-Bida'u s. 132
22)
Buharı, Müslim.
KEBAIR
- Ebu Bekre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah
aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük günahlarin en büyügünü haber vereyim
mi?" buyurmus ve bunu üç kere tekrar etmislerdi. Biz: "Evet!"
deyince:
"Allah'a sirk kosmak, anne ve baba haklarina riayetsizlik, cana
kiymak!" buyurdular. Bu sirada dayanmis durumda idi, yere oturup:
"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan sahidlik!" dedi ve bunu o kadar
tekrar etti ki, "Keske kesse artik!" temennisinde bulunduk."
Buhâri, Sehâdât 10, Edeb 6, Isti'zân 35, Istitâbe 1; Müslim, Imân 143, (87);
Tirmizi, Sehâdât 3, (2302).
- Ubeyd Ibnu Umeyr babasi radiyallahu anh'tan anlatiyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm bir adam kebâirden sormustu, söyle cevap verdiler:
"Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydilar: "Sirk, sihir, insan
öldürmek, faiz yemek, yetim mali yemek, savastan kaçmak, namuslu kadinlara
iftirada bulunmak, anne ve babaya haksizlik, kibleniz olan Beytu'l-Haram (da
masiyet islemey)i sagliginiz veya ölümünüzde helal addetmek."
Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).
- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Dedim ki: "Ey Allah'in
Resûlü! Allah nezdinde en büyük günah hangisidir?"
"Seni yaratmis olan Allah'a es kosmandir!" buyurdular.
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Seninle birlikte yiyecek diye, evladini öldürmendir!" buyurdular.
Ben yine:
"Sonra hangisidir?" dedim.
"Komsunun helalligi ile zina etmendir!" buyurdular."
Buhâri, Tefsir, Bakara 3, Furkân 3, Edeb 20, Muhâribin 20, Diyât 1, Tevhid 40,
46; Müslim, Iman 141, (3181, 3182), Tefsir, Furkân; Nesâi, Tahrim 4, (7, 89,
90); Ebu Dâvud, Talâk 50, (2310).
- Ibnu Amr Ibni'I-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resulûllah
aleyhissalâtu vesselâm:
"Kisinin anne ve babasina sövmesi büyük günahlardandir!"
buyurmuslardi. Orada bulunanlar:
"Hiç kisi anne ve babasina söver mi?" dediler.
"Evet! Kisi, bir baskasinin babasina söver, o da babasina söver; annesine
söver, o da bunun annesine söver!" buyurdular."
Buhâri, Edeb 4; Müslim, Imân 146, (90); Tirmizi, Birr 4, (1903); Ebu Dâvud,
Edeb 129, (5141)
KUR'ANI ANLAMADA SÜNNETİN YERİ
Allah'ın yüce tevhid dini olan islam, her
devirde insanlara iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi Allah'ın kitabı,
ikincisi ise O'nun elçilerinin sünnetidir.
Bunlar et ve tirnak gibi birbirlerinden
ayrılmayan iki unsurdur.
Bunların birini diğerinden ayırdığın zaman ne
dinin gerçek manası anlaşılabilir, ne de sıratı mustakim bulunabilir.
Sünnetsiz bir kitap anlayışı, sürücüsü olmayan
bir vasıte gibidir. Hedefe ulaşmak isteyen yolcular nasıl ki sürücüsüz o yolda
bir ilerleme kaydedemiyorlörsa, aynen Allah'ın kitabını anlamada ve yaşamada
sünnete ihtiyaç duyulmazsa, insanlar yaradılışlarının gayesi o!an hedefe ulaşmada asla bir ilerleme
kaydedemezler.
Yine aynı şekilde, eğer vasıtaya ehli olanı
aromo ve onu bulma gibi bir g irişime ihtiyaç duymadan ve o vasıtaya ehli
olmayan bir sürücü oturtulduğunda naşı l ki yolda oraya buraya yalpo
yopmalarveya bir uçuruma yuvarlanma gibi bir sonuca varılırsa, ay nen de yine
Kur'anı anlamada ve yaşamada ehli olmayan birilerine onu izah ettirme, beyan
ettirme gibi girişimler dede, sfratımustakimdenyolpalarnalarve kaymalar
kaçınılmaz olacaktır.
İşte bundon dolayıdır ki, biz bu yazımızda
flllah'ın kitabını anlamada ve onu pratik olarak uygulamada kendisine
başvurulmadan birçok çarpı ki iği n çıkacağı sünneti iyi anlamayo. Onun Kur'anı
izah etmede olsun, onu beyan etmede olsun,
veya tersi r etmede olsun ne denli bir tesiri ve
değeri olduğunu kavromayo çalışacağız.
Mevzurnuza<|irmedenönce isterseniz sünnet'in
böyle bir selahiyete sahip olduğunu onaltan dejilleri nelerdir, onları
zikredelim. : <;
! Birinci
olarak Rabbimiz nahl suresinde
şöyle buyurur:
"Ey Muhammed,
sana cici bu zihri indirdik ki, insanlara kendilerine indirileni beyan edesin.
Umıılurki tefekkür ederler" (Nahl 44 ay) "
" ••'• 6u
ayeti kerimede goyet açık bir şekilde ifade edilen, "Kur'an'ın beyanı,
tefsiri, izahı Allah resulü (sav)'e ait oluşudur"
Bu görev ona verilmiş ve onun kur-an-ı tefsir
etmeye selahiyeti olduğu bu ayette anlatılmıştı r.
Binaenaleyh, hiç kimse Allah'ın kitabındaki
tefsire ihtiyacı olon ayetleri, izaha muhtaç olan hükümleri, peygamberi bir
anlayıştan uzak anlama yetkisine sahip değildir. Velevki fasih bir arapça bilme
gibi bir imtiyaza sahip de olsa.
Hatta ve hatta, sahabe olma gibi bir imtiyaz
dahi, Kur'an-ın beyana ihtiyacı olan hükümlerini anlamaya yeterli değildir.
Bu konuda bir iki misal verecek olursa, biraz
önceki izah ettiğimiz iki vasfı kendilerinde bulunduran sahabilerin dahi.
Kur'an-ı sünnete tefsir ettirmeden anlayamadıklarını görmüş oluruz.
"Yiyinîz,
içiniz ta ki fecrin siyah ipliği beuoz ipliğinden auırdedilineeve kadar" (bakara
187ay)
Ayet-i kerimesi inince, adiy İbnu Hatem deni len
sohobi, gerdekten birsiyah iplikle bir beyaz iplik olarak ramazan gecesinde en
son yenilecek vakti tayın etmeye kalkışır. Bir karışıklık hissedince adiy İbnu
Hatem meseleyi flllah resulü (sav)'e sorar. Resuiullah (sav) de şöyle
buyururlar:
- "Bu senin
anladığın manada değil; buradaki beyaz iplik ile siyah iplikten maksat, gecenin
karanlığı ile gündüzün beyazlığıdır" (Müslim 3 C l 090 - Buharı
4. c. l 780)
İkinci olarak:
"İman edip de,
imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya işte onlar emniyette olanlardır" (£n
'am 82 ay.) flyeti kerimesi nazil olunca, sahabe zulmün bütün
çeşitlerinigözönünde bulundurarak bundan bayağı korktular. Hatta bazıları:
- ya resulullah hangi birimiz nefsine
zulmetmemiştirki dediler, Allah resulü (sav) ise, bürodaki zulmün onların
anladığı manada bir zulüm olmadığını dolayısı ile buradaki zulmün 'Şirk"
oiduğunu ifade etmiştir. (Buhari 9c 43S5s)
Hulasa, bu ve bunlar gibi daha bir çok mevzuda,
sahabeler kur'an-ı Sünnetle anlamıslar ve Sünnet'le yaşamışlardır.
Yine aynı sekilde, zikredeceğimiz şu ayeti
kerimede. kur'on-ı n izahı ve beyanını resulün yapacağını açıkça
zikretmektedir:
"Her kim, HUDA
kendisine beyan olunduktan sonra, peygambere muhalefet eder ve mü'minlerirı
yolundan başka bir yola tabi otursa onu döndüğü yola bırakır. Ve onu cehenneme
sokarız, orası ne kötü bir yerdir" (Nisa 1 l 5 ay)
Ayeti kerımeyedikkat edilirse, kur'an-ın diğer
birismı olon "HUDA"nın peygamber tarafından beyan edileceğine burada
işaret ediImekte ve ayrıyeten bu beyana (yani
resulün tefsirine) muhalefet edenlerin kötü bir
akibetlerî olacağı bildirilmektedir.
Vine aynı şekilde:
"Ey Muhammedi
Cibril sana vahyi getirdiğinde acele edip dilini depretme. Onu toplayıp
gönlünde cem'etmek bize aittir. Sen sadece Kur'an okunduğunda onu takip et
yeter. Sonra onu senin lisanın ile beyan (tefsir) etmek de bize aittir" (Kıyamet.17.18,19)
Görüldüğü gibi yine bu ayeti kerimede de Allah-u
azze ve Celle, Rasulü-ne kur'an-ın vahyedilişi esnasında acele etmemesini ve
onu sadece dinlemesini emrediyor, flyeti kerimen in sonda k i "Sonra
muhakkak ki onu beyan etmek de bize aittir" ifadesiyle, Kur'anın İzah ve
tefsirinin tekrar bir vahyiyle resule verileceğini izah ediyor.
Hulasa bu ve bunun gibi daha bir çok ayeti
kerimeler var ki bunlar, sünnetin de vahy olduğunu ve aynyeten onun Kur'anı
beyan ve tefsirde tek yetkili merci oluşunu açıkça beyan etmektedir.
Ayrıyeten Allah Resulü (sav)'in şu hadisi şerifleri
de bu konudaki açık delillerdendir:
Ebu said el-Hudri (ra)'dan, Resulullah sav şöyle
buyurdular:
"Ey insanlar!
size iki ağırlık bıraktım. Bunlar, Allah'ın kitabı Kur'an ve benim sünnetim.
Kur'anı zorlaştırmayın sünnetimle konuşturun..." (Bağdadi
fakih l .c.94)
Buraya kadar zikredilen ayet ve Hadislerin
ortaya koyduğu mesaj çok açıktır. yani, sünnetsiz bir kitap anlayışı mümkün
değildir. Muhakkak ki kitabı sünnetle konuşturma mecburiyetindeyiz.
Öyleyse biz de mevzunun son
bölümü olan "Kur'anı anlamada sünnet'in yeri ve tesiri" ile alakalı
bazı özlü esasları arzetmeye çalışalım.
Bastan beri delilleri ile de anlattığımız gibi
"Umumen Kuranı beyan etme esası" sünnetin görevidir. Bu umumu
cüz'lere ayırarak izah edecek olursak, birinci olarak sünnet: KU'RANIN
MÜCMELİNİ BEYAN EDER
Yani, sünnet Kur'an'da mücmel olarak zikrolunan
hükümlerin ya amel keyfiyetlerini, ya sebeplerini, ya şartlarını, yada
manilerîni açıklar.
Mesela namzların vakitlerini, nasıl ve ne
sekilide kılınması gerektiğini. Zekatla alakalı nisabı ve hangi mallardan zekat
verilip hangisinden verilmeyeceğini. Orucun hükümlerini, oruçla ilgili
Kur'an'da bulunmayan izah edici hususları. Teharet ve onunla ilgili konuları
hac ve; menasiklerini, kurbanla alakalı bilgileri, avlanma konusu.
Nikah, talak ve bunlarla alakalı ayrıntılı bilgileri, cinayetler, kısas vesaire
gibi Kuran'da.;mücmel olarak zikredilen konuların beyanı, izahı tamamen,
sünnet'eatttir,
İkinci olarak sünnet:
KUR'ANIN UMUMİ OLAN HÜKMÜNÜ TAHSİS EDER .
Sünnetin Kur'an-ın umumunu tahsise gelince
burada bilindiği gibi:
"...Kur'an'da umumi olorak bir şey
zikredilir, sünnet ise bundan bazısını tahsis ederek istisna kılar,.."
Örneğin: Kur'an umum olarak ölü etini haram kılmıştır.
"Allah size ölü
etini, kani, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram
kılmıştır" (Nahl l l 5)
Sünnet ise, umurnen haram kılınan bu hükümden,
denizin ölüsünü ve çekirge ölüsünü bundan müstesna kılarak helalliğini tahsîs
etmiştir.
Allah resulü (sav) şöyle buyurdular: "Size iki ölü helal kılındı. Bunlar
balık ve çekirge" dir. (İbni Mace 93314)
Kur'an yine umumen yukarıda zikredilen ayeti
kerimede de görüldüğü gibi kan'ı haram kılmıştır.
Sünnet ise, Kur'an'ın umumen haram kıldığı
kan'dan karaciğeri ve dalak'ı müstesna kılarak, Kur'an-ın umumunu tahsis etmiştir.
Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "İki kan sizlere helal kılındı. Bunlar
Karaciğer ve dalak'tır" (İbnMace 331 4)
yine Kur'anı kerim, nikah altına alınacakların
haram olanlarını bildirdiği halde "Bunların dışındakiler size helal
kılındı"
Sünnet ise yine, .ayeti kerimedeki kendileri ile
evlenilmesi hararn olanların dışında, Allah resulü'nün "Kadın, halası ve teyzesi ile birlikte nikah altına
alınamaz"
(Müslim 4 c.- 1 408) hükmüyle, Kur'an-ın bu umum
hükmünden bunları istisna kılarak tahsis etrniştîr'"
yine üçüncü olarak sünnet: KUR'ANIN MUTLAK
İFADELERİNİ TAKYİD EDER
Sünnet'in Kur'anın mutlak ifadelerini takyidi ne
gelince bu da Kur'an'da zikredilen bazı ifadelerin sınırını tesbit manası
nadir. Aynen şu ayeti kerimede olduğu gibi:
"Erkek ve kadın
hırsızın, İrtikab ettikileri suça karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret
olmak üzere ellerini kesin. Allah aziz'dir Hakim'dir" (Maide
38 ay)
Görüldüğü gibi bu ayeti
kerimede Allah-u azze ve Celle hırsızın elinin kesilmesini ferman buyurmuştur.
Dolayısıyle, her çalınan şey için mutlak elin kesilmesi gerekmektedir bu ayeti
celileye göre. (yani, değersiz bir kalemi çalanın da eli kesilir veya bir meyve
çalanın da eli kesilir) ayrı yeten,arapçada"YED" parmak ucundan omuza
kadar olan kısım olması hasebiyle "elini kesin" ifadesiyle omuzdan
kesilmesi gerekmektedir.
Oysa ki sünnet, bu konuda bir sınır tayin ve
tesbit ederek birinci olarak demiştir ki :"elin kesilmesi için çalınan
malın değeri çeyrek dinar ve fazlası değerinde olmalıdır".
Aişe (ra) şöyle dedi: Resulullah (sav) dinarın
dörtde biri ve daha fazla kıymette bir mal çaldığı zaman hırsızın elini keser
idi" (Müslim 5 C 1684-Tirmizi 3. C. 1471).
ikinci olarak demiştir ki; "Ne meyvede ne
de hurma çiçeğinde el kesme yoktur" (Tirmizi 3. C 1475)
Ve üçüncü olorak y ine bir kayıt getirerek:
"el, bilekten kesilecektir" (Buhari 14. c. 6650S) demiş, ayrıyeten bu
elin boyuna ası imasını da zikretmiştir.
Hulasa, daha bir çok misaller var ki, sünnet'in
"Gerek Kur'an'ın mücmelini beyan etmede olsun" "gerek Kur'an-ın
umum hükümlerini \t tahsisetmede
olsun.." "Gerekse Kur'an-ı n mutlak " ifadelerini takyîd etmede
olsun..".söz sahibi olduğu açıktır.
Sünnet'in Kur'an üzerindeki bu yetkisinin
dışında ayrıyeten:
KUR'AN'DAN AYRI HÜKÜM KOYMA SELAHİYETİNE
SAHİPTİR ..
Her ne kadar, "Sünnet Kur'andan Ayrı.,
hüküm koyma selahiyetine sâhiptir"de desek"' bilindiği gibi
bü.^Allah'ın hüküm koyması demektir.
Yani, Kur'an ve Sunnet vahy olduğu için, iki
kaynaktaki konuları hükümler de Allah'ın hükümleridir. Ki zaten Rabbimiz bir
ayeti celilesinde şöyle buyuruyor:
"Hüküm yalnız
Allah'ındır" (en'am 57. ay)
Sünnet'in Kur'an'dan ayrı hüküm koyma
selahiyetinesahib olduğunu Rabbirniz şu ayeti kerimede zikretmektedir:
"Allah ve Resulü
bir şeye hükmettikleri zaman mü'min erkek ve mü'min kadının kendi işlerinde
artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur" (ahzab 36 ay)
Ve böylece Allah resulü (sav) (yani sünnet);
Öylen namazının dört rekat oluş hükmünü, ikindinin dört rekat oluş hükmünü,
akşamın üç, sabahın da iki rekat oluş hükmünü koymuştur.
^
Bununla beraber sünnet, evli olupda zina eden
kadın ve erkeğe "RECM" hükmünü Kur'an nikah altına alınmaları yasak
alanları açıkladığı halde sünnet, bunların haricinde; "Kadın, halası ve
teyzesinle beraber nikahlanamaz" hükmünü de, sünnet bunların haricinde;
"ehil eşek etinin haram oluş hükmünü" "yırtıcı hayvanların
etinin haram oluş hükmünü" "Kur'an, ölü etinin haram olduğunu beyan
ettiği halde, sünnet denizin
koymuştur".
Bu delillerin ifade ettiği manadan da
anlaşıldığı gibi yine, sünnet'in "helal ve haram koyma yetkisine sahip
olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Yani, sünnet Kur'anın haricinde helal da kor,
haram da.
SUNNET HELAL VE HARAM KILMA YETKISINE SAHİPTİR
Sünnetin, Kur'andan ayrı helal ve haram kılma
yetkisine sahip olduğunu 'Rabbimiz şu ayeti kerimede zikretmektedir: ,
"Ve, Allah'ın ve resulü'nün haram kıldığını haram saymayanlara (Mukatele
edin)" (Tevbe 29}
"O resul ki, onlara iyiliği emreden ve
kötlüktende nehyeder. Onlara iyi ve temiz olan şeyleri helal, kötü ve pis olan
şeyleri de haram kılar" (araf 157)
Ve Allah Resulü (sav) 'in bir hadislerinde de
buyurduğu gibi:
"Sakın, süslü koltuğuna yaslanmış birine
benim hadislerimden birisi okunur da o kişi vaziyetini hiç bozmadan-
"sizlerle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Dolayısıyla biz, onda
haram olarak bulduğumuz şeyleri haram sayar, helal olarak bulduğumuz şeyleri de
helal sayarız..." der vaziyette karşıma çıkmasın.
Dikkat edin! Resulullah'ın haram kıldığı aynen
Allah'ı n haram kıldığı gibidir. (ibniMace l C 1 2. No - Ebu Davud 5 C 40604
-Tirmizi 4. c. 2801 n).
Ve böylece Allah resulü
(sav) (yani sünnet) biraz önce de zikredildiği gibi Kur'an'dan ayrı helaller ve
haramlar koymuştur.
La ilahe illallah'in manasi
Allah celle celalehu söyle buyuruyor:
"Onlarin (ilah diye) taptiklari da Rablerine daha yakin olmak için vesile
ararlar. O'nun rahmetini umar, azabindan korkarlar." Isra, 57
"Ibrahim, babasina ve kavmine demisti ki: "Beni yaratan hariç sizin
taptiginiz seylerden uzagim." Zuhruf, 26-27
"Onlar Allah'i birakip hahamlarini, rahiplerini ve Meryem oglu Mesih'i rab
edindiler. Halbuki Allah'tan baska ibadete layik ilah yoktur. Allah, onlarin
ortak kostuklari seylerden münezzehtir." Tevbe, 31
"Insanlardan bazisi Allah'tan baska varliklari O'na esler kosarlar. Onlari
Allah'i sevdikleri gibi severler. Iman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise
herseyden fazladir." Bakara, 165
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:
"Kim 'La ilahe illallah' der ve Allah'tan baska tapilanlari reddederse,
mali ve kani haram olur. Onun hesabi Allah'a aittir." (Müslim)
*********************************************************
Istifadeler:
1- Kelime-i Sehadet'in (tevhidin) yasanmasi herseyden önce gelir. Insanin salih
kimseleri Allah'la kendisi arasinda vasita tayin ederek bunlarin kendisini
Allah'a yaklastiracagina inanmasi veya zannetmesi büyük sirktir. Isra suresinin
57. ayetinde, Allah'a yakin olan salih kimselere, peygamberlere ve meleklere
tapan müsriklere, bu yapmakta olduklarinin büyük sirk oldugu bildirilmistir.
2- Tevbe suresinin 31. ayetinde, yalniz Allah'a ibadet etmekle emrolunduklari
halde ehli kitabin, haham ve rahiplerini Allah'tan baska rabler edindikleri
açiklanmistir. Yahudi ve hristiyanlarin (ehli kitap) haham ve rahiplerini rab
edinmeleri, bunlara dua ve ibadet etmeleri seklinde degil; Allah'a isyan olan
hususlarda onlara itaat etmeleri suretindedir.
Bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak Imam Ahmed, Tirmizi ve Ibn Cerir su
hadiseyi naklederler:
Cömertligi ile meshur olan Hatem et-Tai'nin oglu Adiyy, Islamin ortaya
çikisinda Sam'a kaçmis ve hristiyanligi kabul etmisti. Kiz kardesi ve kabilesi
müslümanlarin eline esir düsmüslerdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem,
her zaman yaptigi gibi onlara da iyi muamelede bulunup serbest birakti.
Adiyy'in kiz kardesi Sam'a giderek agabeyinin affedildigini bildirdi. Beraber
Medine'ye döndüler.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzuruna girdigi zaman, Adiyy'in
boynunda gümüsten bir haç vardi. O esnada Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
"Onlar Allah'i birakip hahamlarini, rahiplerini ve Meryem oglu Mesih'i
rabler edindiler" ayetini okuyordu. Bunlari isiten ve o sirada
hristiyanliga mensup bulunan Adiyy itiraz etti. Hadiseyi bizzat kendisi söyle
anlatiyor:
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Onlar rahiplerine
tapmiyorlar ki!" dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Evet tapiyorlar! Rahipler helal olani haram, haram olani helal
kildiklarinda, onlar buna itaat ediyorlar. Iste bu onlara ibadet
etmektir." buyurdu. Adiyy radiyallahu anh bundan sonra müslüman olup
Islama hizmet etmistir.
Allah celle celalehu söyle buyuruyor:
"Ey ademoglu! Ben size; 'apaçik düsmaniniz olan seytana degil yalniz bana
ibadet edin, dosdogru yol budur.' diye bildirmedim mi?" Yasin, 60-61
"Allah'a hiçbir seyi es kosmayalim, Allah'i birakip birbirimizi rabler
edinmeyelim..." Ali imran, 64
"Nefsini ilah edineni gördün mü? Furkan, 43
Ve benzeri pek çok ayette geçen seytana ibadet etmenin, insanlarin birbirlerini
rab tanimasinin, kendi nefsini ilah edinmenin, alim ve rahiplere tapmanin
manasi, onlarin karsisinda diz çöküp yere kapanmak degildir. Bu sekildeki bir
tapinma ne seytana ne de insana yapilmis degildir ki, Kur'an bunu ifade etmis
olsun. Buradaki nefsini ilah edinmekten maksat; insanin bizzat kendisine ibadet
etmesi olmayip, heva ve hevesine uyarak, nefsi isteklerinin kölesi durumuna
gelmesidir.
Kur'an'daki "ibadet" ile "ilah ve rab edinmek"
kelimelerinden maksat; Allah'in emirlerine zit oldugu halde din adamlarinin
emirlerini kabullenip bunlara uymaktir.
3- Zuhruf suresinin 26. ve 27. ayetlerinde, Ibrahim aleyhisselam: "Beni
yaratan hariç, sizin taptiklarinizdan uzagim." sözüyle, Allah'in disinda
ibadet edilen bütün seylerden uzak oldugunu belirtiyor.
Ibrahim aleyhisselam'in, yalniz Allah'a baglanacagini ifade etmesi, "La
ilahe illallah" kelime-i sehadetinin tefsiridir. Allah-u Teala bu gerçegi
ayni surenin bir sonraki ayetinde söyle bildirmistir:
"Ibrahim, ardindan geleceklere bu sözü devamli kalacak bir miras olarak
birakti. Artik belki dogru yola dönerler." Zuhruf, 28
4- Bakara suresinin 165. ayetinde yer alan "Onlari Allah'i sevdikleri gibi
severler." sözü, müsriklerin Allah'a karsi büyük bir sevgi beslediklerini
gösterir. Fakat bu onlarin müslüman olmalari için yeterli degildir. Allah celle
celalehu hakkinda söyle buyuruyor:
"Onlar Cehennemden çikacak degillerdir." Bakara, 167
Allah'tan baska varliklari Allah kadar sevenler Cehennemin ebedi azabini
hakettiklerine göre, Allah'tan baskasini Allah'tan daha fazla seven, yahut
Allah'i hiç sevmeyip yalniz baskasini sevenin hali acaba nasil olur!
5- "Kim 'La ilahe illallah' der ve Allah'tan baska tapilanlari reddederse,
mali ve kani haram olur. Onun hesabi Allah'a aittir" hadisi "La ilahe
illallah"in manasini en güzel sekilde açiklamaktadir. "La ilahe
illallah"i sirf dil ile söylemek kisinin malini ve kanini haram kilmaz.
Hatta manasini bilerek yahut tasdik ederek söylese bile kabul edilmez. Ancak ve
ancak manasini bilip kalbiyle ve diliyle tasdik ederek Allah'tan baska
tapilanlari reddeden kimsenin mali ve kani haram olur. Bu konuda en ufacik bir
tereddüt veya süphe dahi onu bu haktan mahrum eder. Görüldügü gibi Allah'tan
baska tapilanlari reddetmenin önemi açikça ortadadir ve süphe götüren hiçbir
tarafi yoktur.
La ilahe illallah'a davet
etmek
Allah celle celalehu söyle buyuruyor:
"De ki: "Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanlari
Allah'a davet ederiz. Allah'i (bütün noksan sifatlardan) tenzih ederiz. Ben
Allah'a ortak kosanlardan degilim." Yusuf, 108
Ibn Abbas radiyallahu anh'tan söyle rivayet edilmistir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem Muaz radiyallahu anh'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona
söyle dedi:
"Sen ehli kitaptan bir topluluga gidiyorsun. Yapacagin ilk is onlari 'La
ilahe illallah'a davet etmek olsun. Eger bunu kabul ederlerse, onlara Allah'in
kendilerine bir gün ve gecede bes vakit namazi farz kildigini bildir. Bunu da
kabul ettikleri taktirde onlara, Allah'in kendilerine zenginlerden alinip
fakirlere verilmek üzere zekati farz kildigini bildir. Bu hususta da sana itaat
ettikleri takdirde (zekat toplarken) mallarinin en iyilerini haksiz yere
almaktan sakin ve mazlumun bedduasindan kork. Çünkü onunla Allah arasinda engel
yoktur." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, Ibn Mace ve Ahmed).
Sehl b. Sa'd radiyallahu anh söyle rivayet etti:
"Hayber günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu:
"Yarin sancagi, Allah'i ve Rasulünü seven, Allah ve Rasulü tarafindan da
sevilen bir kimseye verecegim. Allah onun vesilesiyle bize fethi nasib
edecek."
Ashabi kiram, o geceyi sancagin kime verilecegini merak ederek geçirdiler.
Sabah olunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
"Ebu Talib'in oglu Ali nerededir?" diye sordu.
"Gözlerinden rahatsiz." dediler ve gidip Ali radiyallahu anh'yi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzuruna çagirdilar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radiyallahu anh'nin gözleri için
dua etti. Gözleri, sanki hiç hasta olmamis gibi, derhal sifa buldu. Sonra
sancagi ona verdi ve söyle buyurdu:
"Onlarin yurtlarina telasa meydan vermeden var. Önce, onlari Islama davet
et. Onlara Allah'in kendileri üzerindeki haklarini bildir. Yemin ederim ki,
senin vasitanla bir kimsenin hidayete ermesi, senin için kirmizi develerden
daha hayirlidir."
(Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ahmed).
********************************************************************************************************
Istifadeler:
1- Insanlari Allah'in dinine davet etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in yoludur.
2- Islam daveti ihlasli bir sekilde sirf Allah rizasi için yapilmalidir. Ne
yazik ki, günümüzdeki insanlarin büyük bir kismi, bu vazifeyi bir takim
çikarlari için üstlenmis bulunuyorlar.
3- Islama yapilan çagrinin bilerek ve kesin delillere dayanarak yapilmasi
gerekir.
4- Tevhid, Allah'i bütün noksan sifatlardan uzak tutmakla mükemmellik kazanir.
"Subhanallah" kelimesi Allah'i bu manada yüceltmeyi ifade eder.
5- Allah'a ortak kosan kimse O'na noksanlik isnad etmis olur. Çünkü Allah'a es
kosmakla (hasa) O'nda gördügü bir noksani telafiye çalismaktadir.
6- Bir müslümanin sirkten uzak durmasi gerektigi gibi, onlardan biri
olabilecegi endisesiyle, sirk kosanlardan da uzak durmasi gerekir.
7- Bir insanin yapmakla yükümlü oldugu ilk vazife Tevhid'i güzel bir sekilde
yasamaktir.
8- Bir kisi Islama davet edilirken ona bütün ibadetlerden hatta namazdan da
önce, "La ilahe illallah" açiklanir. Kisi ancak bunu kabul ettikten
sonra Islamin diger emirleri kendisine önem sirasina göre anlatilir.
9- Allah-u Teala'yi tevhid etmek "La ilahe illallah"i yasamak
demektir.
10- Ehli kitaptan olanlar, üzerinde bulunduklari dini ya bilmezler ya da bilip
buna uygun amel etmezler. Bunlara önce "La ilahe illallah"in manasi
anlatilir ve buna uygun amel etmeleri istenir; ancak bunu kabul ederlerse
Islama girmis olur ve diger ibadetlerden sorumlu tutulurlar.
11- Islam tebligi kademeli bir ögretim metodudur.
12- Teblige ilk önce en önemli olandan baslanir. Bundan sonra Islamin diger
emirleri önem sirasina göre anlatilir.
13- Hadiste zekat sistemi ve dagitilacagi yere genel manada isaret edilmistir.
14- Tebligcinin, teblig yaptigi kimsenin süpheye düsebilecegi konulari düsünüp
bu konularda onu aydinlatmasi gerekir.
15- Müslümanlarin zekatlarini toplayan kimselerin, mallarin en iyilerini seçip
almalari yasaklanmistir.
16- Mazlumun bedduasini almaktan sakinmak gerekir.
17- Mazlumun bedduasinin önüne geçilemez. Çünkü onunla Allah arasinda duasinin
kabul olunmasina hiçbir engel yoktur.
18- Tevhid'in delillerinden biri de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
ve gerçek müminlerin bu ugurda katlandiklari cefalar, açlik ve hastaliklardir.
Günümüzde muvahhid oldugunu söyleyen kimselerin Allah yolunda hiçbir ezaya
ugramamalari Tevhidi gerçek manada yasamakdiklarini gösterir.
19- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, Allah'in Ali radiyallahu anh'nin
vesilesiyle fethi nasip edecegini haber vermesi peygamberlige has
bilgilerdendir.
20- Ali radiyallahu anh'nin gözünün derhal sifa bulmasi da yine Rasulullah'a
has özelliklerdendir.
21- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ali radiyallahu anh hakkinda
"Allah ve Rasulü tarafindan sevilir." buyurmasi ve fethin onun
vesilesiyle kazanilmasi Ali radiyallahu anh'nin faziletini gösterir.
22- Sahabenin o geceyi Rasulullah'in sancagi kime verecegini merak ederek
geçirmeleri, imanda ve ilimde ne kadar yüksek seviyede olduklarini ve Allah
yolunda cihatta ve hayirli amellerde nasil birbirleriyle yaristiklarini
gösterir.
23- Kadere iman eden bir kimse bilmelidir ki; çaba sarfedenlerin elde
edemedigini, bazen gayret göstermeden elde etmek mümkün olabilir.
24- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ali radiyallahu anh'ye söyledigi:
"Yurtlarina telasa meydan vermeden var" sözü; aceleye ve heyecana
kapilmadan, düsünerek ve tedbirli olarak savasmak gerektigini gösterir.
25- Savasa baslamadan önce insanlari Islama davet etme zorunlulugu vardir.
26- Bir topluluga daha önce teblig yapilmissa ve onlarla daha önce
savasilmissa, ikinci bir teblig yapmak sart degildir. Teblig yapilmadan
saldirilabilir.
27- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Onlara Allah'in kendileri
üzerindeki haklarini bildir." ifadesi, Islama davetin hikmetle, uyarici
yolla ve güzel bir dille yapilmasi gerektigini gösterir.
28- Islama giren kisinin Allah'a karsi olan görevlerini bilmesi gerekir.
29- Bir kimsenin hidayete ermesine vesile olmak çok büyük sevaptir.
30- Islam tebligcisinin bildirdigi hakikatler için yemin etmesi caizdir.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem da böyle yapmistir.
MUZIKLE ALAKALI MESELELER
İslam
ehlinin göğsünü hidayete açan, isyan ehlinin kalbini hikmeti anlamaması için
karartan Allah'a hamdolsun. Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur. O,
tektir ve ortağı yoktur. Herkesin kendisine muhtaç olduğu tek bir ilahtır. Ve
şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O ne güzel bir kul ve
efendidir. Ne yüce bir soya ve asıla sahiptir. Allah O'na, ailesine ve ashabına
yarın insanları yeniden diriltinceye kadar salât ve selam eylesin.
Allah'ın
kulları! Allah'dan hakkıyla korkun! Çünkü Allah'dan hakkıyla korkmak en değerli
kazançtır. O'na ibadet etmek en yüce ilişkidir. (Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah
işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasulü'ne
itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.) (33/el-Ahzâb/70-71)
Ey
müslümanlar! İslam ehli bu dinin gölgesinde değerli ve şerefli bir hayat
yaşamaktadır. Onun içerisinde imanın tadını, yakinin ve sükunetin huzurunu,
itaatin yakınlığını ve ibadetin lezzetini bulur.
Bu
dinin öğretileri, sapma eğilimleri ve sapıkların görüşleri karşısında koruyucu
bir kale gibi durur. İnsanı sapık arzulardan korur ve şehvetine karşı muhafaza
eder. Üzüntülerini ve kederlerini giderir. Allah'ın dinini dost edinen kimse
fakir bile olsa ne kadar da zengindir! Ona düşmanlık eden zengin bile olsa ne
kadar da fakirdir!
Ey
müslümanlar! Dini için gayretli müslümanları üzen durumlardan biri de bazı
müslümanların mutluluğu dinlerinden başka bir yerde aramalarıdır. Onlar huzuru
İslam'ın dışında ararlar. Şifayı ve afiyeti şehvetlerin ve hevaların çarkında
arayarak hastalığın üzerine ilaç yerine zehir koyarlar.
Bu
durumlardan biri de; bugün insanlardan bir çoğunun müzik ve çalgı aletleri
dinlemesidir. Öyleki bu onların tesellisi ve alışkanlığı haline gelmiştir. Bu
yaptıklarını geçersiz nedenler, asılsız şüpheler ve müziği mubah sayan sahte
deliller ile açıklarlar. Bu deliller, hiçbir sahih kaynağa dayanmamaktadır.
Şehvetlerin peşinden koşma ve müzik dinleme fitnesine kapılmış insanlar bunları
yaymaktadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere bunu bildirerek
şöyle buyurur: "Bir zaman gelecek
ki ümmetimden zina etmeyi, ipekli elbise giymeyi, içki içmeyi ve çalgı aletleri
dinlemeyi helal sayan bir grup ortaya çıkacak." Bu hadisi, Buhari
Sahihi'nde şartına uygun olarak kesinlik ifade eden bir lafızla muallak olarak
rivayet eder. İmam Ahmed ve Ebu Davud da mevsul olarak bir çok yoldan rivayet
ederler.
Ey
müslümanlar! Bâtılların en bâtılı ve imkansızların en açık ve seçik olanı ilim
ve iman ehlinden bir kimsenin; içerisinde her türlü kötülüğü barındıran ve her
türlü tehlikeye yol açan bugünkü bilinen müziğin mubah olduğunu söylemesidir.
Öyle bir müzik ki; gözleri vasfeder, sevgilinin güzelliğini, özlemin verdiği
acıları, heyecan ve ayrılık duygularını anlatır. Kalplere nüfus eden şeytani
bir sestir. Kalpteki gizli duyguları kışkırtıp günahın ve helakın şehvetlerine
doğru harekete geçirir. Gürültü ve tahriktir, kahkaha ve çığlıktır, danstır ve
eğilip bükülmedir. Kibirlerin zikredildiği bir fasıklıktır. Kulakları dolduran
ve tırmalayan bir günahtır.
Ey
müslümanlar! Akıllı bir kimse değerli nefsini nasıl olur da mü'min nefislerin
reddettiği ve bozulmamış mizaçların nefret ettiği bir hâyâsızlığa sokar. Cabir
radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu
rivayet eder: "Ben ağlamayı
yasaklamadım. Fakat iki ahmak ve facir sesi yasakladım: Oyun, eğlence ve
şeytanın çalgısı anında nağme ile çıkan ses ve musibet anında yüze vurma,
yakayı paçayı yırtma ve şeytanın çığlığı ile çıkan ses." Bunu Hâkim
rivayet eder. Enes radıyallahu anh da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"İki ses vardır ki onlar dünyada ve ahirette lanetlenmiştir: Nimet anında
çalgı çalmak ve musibet anında çığlık atmak." Bunu, Bezzâr rivayet
eder.
Ey
müslümanlar! Kur'an ayetleri müziğin haramlığını ve çirkinliğini bizlere
bildirmiştir. Allah celle ve alâ şöyle buyurur: (İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah
yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte
onlar için elem verici bir azap vardır.)(31/Lokman/6) Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: "Şarkı
söyleyen kadınları satmak ve satın almak helal değildir. Onların ticareti de
olmaz. Onların karşılığında alınan ücret haramdır. Muhakkak bu ayet bu konuda
inmiştir." Bu hadisi Taberâni Mu'cem'de rivayet eder. Abdullah b.
Mes'ud radıyallahu anh şöyle buyurur: "Kendisinden başka ilah olmayan
(Allah)'a yemin olsun ki bu müziktir."
Ey
müslümanlar! Müzik şeytanın sesidir. Şeytan onunla insanoğlunu günahlara ve
isyana teşvik eder. Bütün müslümanların üzerine düşen ondan sakınmak ve ondan
yüzçevirmektir. Allah Tebârake ve Teâlâ şöyle buyurur: ("Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat; onlara
karşı atlarınla, piyadelerinle gürültü çıkararak baskın düzenle; mallarına,
evlatlarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun." Fakat şeytan onlara bir
aldatıştan başka ne vaad eder?)(17/el-İsrâ/64)
Allah'ın
kulları! Müziği ve çalgı aletlerini terkedin. Çünkü onlar günahların
öncüleridir. Şeytanın tuzağıdır. Zinanın büyüsüdür. Yezid b. Velid şöyle
der: "Ey Ümeyyeoğulları! Müzikten sakının! Çünkü o; hâyâyı azaltır,
şehveti artırır ve kişiliği yokeder. Şüphesiz o, içkinin yerini alır ve
sarhoşluğun yaptığı işi yapar."
Ömer b.
Abdulaziz çocuğunun eğitimcisine şunu yazar: "Edebinden ilk görecekleri
şey başlangıcı şeytandan ve sonucu Rahman'ın gazabı olan eğlenceden buğzetmek
olsun. Çünkü bana ilim ehlinin güvenilirlerinden ulaştığına göre çalgı
meclislerine katılmak, müzik dinlemek ve onun tiryakisi olmak suyun otu
yeşertmesi gibi kalpte nifak yeşertir." Ömer ibnu'l Velid'e yazdığı
mektupta da şöyle der: "Çalgı aletleri edinmen İslam'da bid'attır. istedim
ki sana bir adam göndereyim de kötülük işareti olan uzun saçını kessin."
Bunu, Nesai rivayet eder.
Ey
müslümanlar! Allah'ın öfkesine ve gazabına neden olacak şeylerden sakının!
Şüphesiz müzik ve çalgı aletleri Allah'ın gazabına ve azabına neden olur. Ebu
Malik el-Eş'ari radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ümmetimden
bir takım insanlar içki içecekler ve onu başka bir isimle isimlendirecekler.
Onların başında çalgı aletleri ve şarkıcı kadınlarla çalgı çalınacak. Allah
onları yerin dibine geçirecek ve onlardan bazılarını maymunlara ve domuzlara
çevirecek." Bu hadisi, İbni Mâce rivayet eder. İmrân b. Husayn'den
rivayet edilen bir hadiste ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurur: "Bu ümmet içerisinde yere
batırılma, hayvana dönüştürülme ve savrulma olacak." Denildi ki:
"Bu ne zaman olacak ey Allah'ın Rasulü?" Şöyle buyurdu: "Şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri yayılıp içki
içilince." Bu hadisi, Tirmizi rivayet eder. Dahhâk şöyle der:
"Müzik kalbi ifsad eder ve Rabbi kızdırır."
Allah'ın
kulları! Müziğin malzemesi ve aslı, müziğe iten nedenler ve müziğin gayesi,
etkisi ve sonucu; bütün bunların hepsi facirlerin ve fasıkların Allah'ı
kızdıran ve Allah'ın hoşlanmadığı şeylere övgüler içeren şiirleri etrafında
döner dolaşır. Onları elde etmekle övünür ve onlara ulaşmakla gösteriş
yaparlar. Hatta bunu da aşarak Allah'ın, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'e
indirdiğine karşı çıkan küfri sözlerle müzik yaparlar.
Müzik
ve eğlencenin sahiplerini nasıl kötülüğe ve fesada sürüklediğine bir bak! O
zaman perde düşer ve gerçek yüzü ortaya çıkar. Basiret sahibi herkes onların
yüzünde ve konuşmalarında, hallerinde ve hareketlerinde çirkin izleri ve kötü
sonu görür. (Allah'ın fitneye düşürmek
istediği kimse için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın.)(5/el-Mâide/41)
Malik
b. Enes rahimehullah zamanındaki bazı kimselerin müziğe izin vermesi hakkında
sorulunca şöyle der: "Onu bizde ancak fasık olanlar yapar."
Ey
müslümanlar! Müzik dinlemek ve kendini müziğe kaptırmak şeytanın en büyük
hilelerinden ve tuzaklarından biridir. Onunla cahillerin kalplerini avlar ve
Kur'an-ı Kerim dinlemekten alıkoyar. İmam Şafii şöyle der:"Bağdat'ta
zındıkların icad ettiği ve cehri zikir olarak isimlendirdikleri bir şeye
rastladım. Onunla insanları Kur'an'dan alıkoyuyorlar." Allahu ekber! Bu
söz cehri zikir hakkında olunca -ki o, insanı dünyadan soğutan bir şiirdir,
onunla bir kimse şarkı söyler ve şarkının ritmine göre bir başkası değnekle
sergiye veya kuru bir deriye vurur- içkinin ikiz ve süt kardeşi olan müzik
hakkında ne demeli?!.
"Sanat"
olarak adlandırıyorlar. Oysa şehvetten ve çirkin sözlerden başka bir şey
değildir. Hiç bir kalp onunla huzur ve sükunet bulmaz! Sübhânallah!. Nasıl da
akıllar sapıyor ve anlayışlar kör oluyor!. (Gerçek şu ki, gözler kör olmaz fakat göğüsler içindeki kalpler kör
olur.) (22/el-Hacc/46)
Allah'ın
kulları! İşitme duyusu yüce bir emanet, Allah'ın kullarına bağışladığı ve
korunmasını emrettiği büyük bir nimettir. Onlara, kendilerinin bundan sorumlu
olduğunu bildirmiştir. Şarkı sözleri ve müzik aletleri dinlemek bu nimete karşı
nankörlüktür ve onu Allah'a isyanda kullanmaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anh,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Gözlerin zinası (harama) bakmaktır.
Kulakların zinası (haramı) dinlemektir. Dilin zinası (haramı) konuşmaktır. Elin
zinası (harama) dokunmaktır. Ayağın zinası (zinaya) adım atmaktır. Kalp
meyleder ve temenni eder. Ferc (cinsiyet uzvu) bunu tasdik eder ya da
yalanlar." Bu hadisi, Müslim rivayet eder.
Ey
müslümanlar! Müziği ve müzik aletlerini yüceltmek, onunla ilgilenenlerin
üstünlük gösterisinde bulunmaları insanları sapıklığa ve dalâlete davettir.
Allah'ın Kitabı'ndan ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinden
alıkoymadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Kim bir sapıklığa davet ederse
kendisine uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmeden onların günahlarının
aynısı ona da yazılır." Bunu İmam Müslim rivayet eder.
Ey
müslümanlar! Bir yanda müzikle eğlenirken diğer yanda yaralar ve kanlar
içerisinde bitkin düşmüş, kafatasları ve cesetlerden oluşan tepeler arasında
kalmış bir ümmete hayret!.. Saygınlığına el uzatılan; toprakları, ırzı ve
kutsal değerleri sabah akşam çiğnenen bir ümmet müzikle eğleniyor. Sanki
şiddetli savaşlar ve sıcak çatışmalar hiç olmamış... Ve sanki müslümanlardan
bir grup can çekişmiyor!.. kalplerin ölmesinden ve basiretlerin körelmesinden
Allah'a sığınırız.
Ey
müslümanlar! Nefislerinizi ve kulaklarınızı şeytanın çalgısından ve boş
sözlerden arındırın! Onları cennet bahçelerine; Kur'an halkalarına ve
insanların efendisinin sünnetini öğreten halkalara koyun ki cennet meyvelerini
elde edesiniz. Bu; sapıklıktan doğru yola ve körlükten basirete çıkıştır.
Takvâya teşvik ve hevâdan sakındırmadır. Kalbin hayatıdır. İlaç ve şifadır,
kurtuluş ve burhandır.
Allah
Teâlâ'nın haklarında (Onlar ki yalancı
şahitlik yapmazlar. Lağve (boş ve batıl sözlere) rastladıklarında da şereflice
yüz çevirip geçerler.)(25/el-Furkan/72) ve (Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.)(23/el-Mü'minun/3) buyurduğu
kimselerden olun.
Allah;
beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin.
İhsanı
için Allah'a hamdolsun. Başarılı kılması ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na
şükürler olsun. Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve
ortağı yoktur, şânı yücedir. Şehadet ederim ki; efendimiz ve peygamberimiz
Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O'nun rızasına davet edendir. Allah; O'na,
ailesine,ashabına ve din kardeşlerine salât ve selam eylesin.
Allah'ın
kulları! Allah'dan hakkıyla korkun ve O'nu gözetin. O'na itaat edin ve isyan
etmeyin! (Ey iman edenler! Allah'dan
hakkıyla korkun ve doğrularla birlikte olun.)(9/et-Tevbe/119)
Ey
müslümanlar! Allah, nikahta kadınlara has olmak üzere içerisinde harama övgü ve
davet bulunmayan sözlerle birlikte def çalmaya izin vermiştir. Bu, nikahın
ilanı ve nikahla zinanın birbirinden ayrılması içindir. Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle buyurur: "Helal
ile haramın arasındaki fark def çalmak ve nikahı ilan etmektir." Bu
hadisi, Tirmizi ve diğer bazı hadisçiler rivayet eder. Sahih-i Buhari'de
Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ evlendiği ve zifafa girdiği zamanı şöyle
anlatır: "Küçük cariyelerimiz def çalmaya başladılar. Bedir Savaşı'nda
ölen babalarımızı anıyorlardı." İbni Hacer, Fethu'l Bâri'de şöyle der:
"Kuvvetli hadisler bu konuda kadınlara izin vermektedir. Kadınlara
benzemeyi yasaklayan genel deliller nedeniyle erkekler onlara dahil
değildir."
Ey
müslümanlar! Üzülecek durumlardan biri de insanlardan çoğunun kendilerine caiz
kılınanı aşarak haram kılınanlara yönelmesidir. Fasık şiirlerle ve çirkin
sözlerle şarkı söyleyen şarkıcı kadınlar ve erkekler, çalgıcı kadınlar ve
erkekler kiralarlar. Müzik aletleri ve davullar getirirler. Bütün bu haramlar
için büyük miktarda paralar öderler. Müzik çalarken hoporlör kullanarak
komşularına ve diğer müslümanlara eziyet verirler. Kadınlar, oyunlarında
hâyâsız dansözlere benzerler. Erkekler kadınların arasına karışır. Vakitler ve
namazlar zâyi edilir. Müslümanlardan bir çoğunun arasına kör taklitle ve
yayılarak nüfuz eden buna benzer birçok büyük fitneler ve kötü sonuçlar meydana
gelir.
Ey
Allah'ın kulları! Bu gibi toplantılarda bulunmaktan sakının. İmam Evzâi
rahimehullah şöyle der: "Davullu, çalgılı düğün yemeğine katılma!"
Allah'ın
kulları! Tevbe edin ve dönün. Dininizin âdâbına sarılın. Bozuk hallerinizi
ıslah edin. Rabbiniz'in Kitabı'na ve Nebiniz Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'in sünnetine sarılın ki felaha erip kurtulasınız.
Ve
bilin ki Allah sizlere, kendi nefsiyle başlayıp ikinci olarak melekleri ve
üçüncü olarak sizleri zikrettiği bir şey emreder ey mü'minler! Şöyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere
salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56)
Allah'ım!
Kulun ve Rasulün Muhammed'e salât ve selam eyle! Allah'ım! Hidayete ermiş
imamlar olan Raşid Halifeler'den razı ol!..
MÜZIGIN
HÜKMÜ
Islam
ehlinin gögsünü hidayete açan, isyan ehlinin kalbini hikmeti anlamamasi için
karartan Allah'a hamdolsun. Sehadet ederim ki Allah'dan baska ilah yoktur. O,
tektir ve ortagi yoktur. Herkesin kendisine muhtaç oldugu tek bir ilahtir. Ve
sehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O ne güzel bir kul ve
efendidir. Ne yüce bir soya ve asila sahiptir. Allah O'na, ailesine ve ashabina
yarin insanlari yeniden diriltinceye kadar salât ve selam eylesin. Allah'in
kullari! Allah'dan hakkiyla korkun! Çünkü Allah'dan hakkiyla korkmak en degerli
kazançtir. O'na ibadet etmek en yüce iliskidir. (Ey iman edenler! Allah'dan
korkun ve dogru söz söyleyin ki, Allah islerinizi düzeltsin ve günahlarinizi
bagislasin. Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtulusa ermis
olur.) (33/el-Ahzâb/70-71) Ey müslümanlar! Islam ehli bu dinin gölgesinde
degerli ve serefli bir hayat yasamaktadir. Onun içerisinde imanin tadini,
yakinin ve sükunetin huzurunu, itaatin yakinligini ve ibadetin lezzetini bulur.
Bu dinin ögretileri, sapma egilimleri ve sapiklarin görüsleri karsisinda
koruyucu bir kale gibi durur. Insani sapik arzulardan korur ve sehvetine karsi
muhafaza eder. Üzüntülerini ve kederlerini giderir. Allah'in dinini dost edinen
kimse fakir bile olsa ne kadar da zengindir! Ona düsmanlik eden zengin bile
olsa ne kadar da fakirdir! Ey müslümanlar! Dini için gayretli müslümanlari üzen
durumlardan biri de bazi müslümanlarin mutlulugu dinlerinden baska bir yerde
aramalaridir. Onlar huzuru Islam'in disinda ararlar. Sifayi ve afiyeti
sehvetlerin ve hevalarin çarkinda arayarak hastaligin üzerine ilaç yerine zehir
koyarlar. Bu durumlardan biri de; bugün insanlardan bir çogunun müzik ve çalgi
aletleri dinlemesidir. Öyleki bu onlarin tesellisi ve aliskanligi haline
gelmistir. Bu yaptiklarini geçersiz nedenler, asilsiz süpheler ve müzigi mubah
sayan sahte deliller ile açiklarlar. Bu deliller, hiçbir sahih kaynaga
dayanmamaktadir. Sehvetlerin pesinden kosma ve müzik dinleme fitnesine kapilmis
insanlar bunlari yaymaktadir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere
bunu bildirerek söyle buyurur: "Bir zaman gelecek ki ümmetimden zina
etmeyi, ipekli elbise giymeyi, içki içmeyi ve çalgi aletleri dinlemeyi helal
sayan bir grup ortaya çikacak." Bu hadisi, Buhari Sahihi'nde sartina uygun
olarak kesinlik ifade eden bir lafizla muallak olarak rivayet eder. Imam Ahmed
ve Ebu Davud da mevsul olarak bir çok yoldan rivayet ederler. Ey müslümanlar!
Bâtillarin en bâtili ve imkansizlarin en açik ve seçik olani ilim ve iman
ehlinden bir kimsenin; içerisinde her türlü kötülügü barindiran ve her türlü
tehlikeye yol açan bugünkü bilinen müzigin mubah oldugunu söylemesidir. Öyle
bir müzik ki; gözleri vasfeder, sevgilinin güzelligini, özlemin verdigi
acilari, heyecan ve ayrilik duygularini anlatir. Kalplere nüfus eden seytani
bir sestir. Kalpteki gizli duygulari kiskirtip günahin ve helakin sehvetlerine
dogru harekete geçirir. Gürültü ve tahriktir, kahkaha ve çigliktir, danstir ve
egilip bükülmedir. Kibirlerin zikredildigi bir fasikliktir. Kulaklari dolduran
ve tirmalayan bir günahtir. Ey müslümanlar! Akilli bir kimse degerli nefsini
nasil olur da mü'min nefislerin reddettigi ve bozulmamis mizaçlarin nefret
ettigi bir hâyâsizliga sokar. Cabir radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Ben aglamayi
yasaklamadim. Fakat iki ahmak ve facir sesi yasakladim: Oyun, eglence ve
seytanin çalgisi aninda nagme ile çikan ses ve musibet aninda yüze vurma,
yakayi paçayi yirtma ve seytanin çigligi ile çikan ses." Bunu Hâkim
rivayet eder. Enes radiyallahu anh da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in
söyle buyurdugunu rivayet eder: "Iki ses vardir ki onlar dünyada ve
ahirette lanetlenmistir: Nimet aninda çalgi çalmak ve musibet aninda çiglik
atmak." Bunu, Bezzâr rivayet eder.
Ey müslümanlar! Kur'an ayetleri müzigin haramligini ve çirkinligini bizlere
bildirmistir. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Insanlardan öylesi var ki,
herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptirmak ve sonra da onunla
alay etmek için bos lafi satin alir. Iste onlar için elem verici bir azap
vardir.)(31/Lokman/6) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de söyle buyurur:
"Sarki söyleyen kadinlari satmak ve satin almak helal degildir. Onlarin
ticareti de olmaz. Onlarin karsiliginda alinan ücret haramdir. Muhakkak bu ayet
bu konuda inmistir." Bu hadisi Taberâni Mu'cem'de rivayet eder. Abdullah
b. Mes'ud radiyallahu anh söyle buyurur: "Kendisinden baska ilah olmayan
(Allah)'a yemin olsun ki bu müziktir." Ey müslümanlar! Müzik seytanin
sesidir. Seytan onunla insanoglunu günahlara ve isyana tesvik eder. Bütün
müslümanlarin üzerine düsen ondan sakinmak ve ondan yüzçevirmektir. Allah
Tebârake ve Teâlâ söyle buyurur: ("Onlardan gücünün yettigi kimseleri
sesinle yerinden oynat; onlara karsi atlarinla, piyadelerinle gürültü çikararak
baskin düzenle; mallarina, evlatlarina ortak ol, onlara vaadlerde bulun."
Fakat seytan onlara bir aldatistan baska ne vaad eder?)(17/el-Isrâ/64) Allah'in kullari! Müzigi ve çalgi aletlerini
terkedin. Çünkü onlar günahlarin öncüleridir. Seytanin tuzagidir. Zinanin
büyüsüdür. Yezid b. Velid söyle der: "Ey Ümeyyeogullari! Müzikten sakinin!
Çünkü o; hâyâyi azaltir, sehveti artirir ve kisiligi yokeder. Süphesiz o,
içkinin yerini alir ve sarhoslugun yaptigi isi yapar." Ömer b. Abdulaziz
çocugunun egitimcisine sunu yazar: "Edebinden ilk görecekleri sey
baslangici seytandan ve sonucu Rahman'in gazabi olan eglenceden bugzetmek
olsun. Çünkü bana ilim ehlinin güvenilirlerinden ulastigina göre çalgi
meclislerine katilmak, müzik dinlemek ve onun tiryakisi olmak suyun otu
yesertmesi gibi kalpte nifak yesertir." Ömer ibnu'l Velid'e yazdigi
mektupta da söyle der: "Çalgi aletleri edinmen Islam'da bid'attir. istedim
ki sana bir adam göndereyim de kötülük isareti olan uzun saçini kessin."
Bunu, Nesai rivayet eder. Ey müslümanlar! Allah'in öfkesine ve gazabina neden
olacak seylerden sakinin! Süphesiz müzik ve çalgi aletleri Allah'in gazabina ve
azabina neden olur. Ebu Malik el-Es'ari radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Ümmetimden bir takim
insanlar içki içecekler ve onu baska bir isimle isimlendirecekler. Onlarin
basinda çalgi aletleri ve sarkici kadinlarla çalgi çalinacak. Allah onlari
yerin dibine geçirecek ve onlardan bazilarini maymunlara ve domuzlara
çevirecek." Bu hadisi, Ibni Mâce rivayet eder. Imrân b. Husayn'den rivayet
edilen bir hadiste ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Bu ümmet içerisinde yere batirilma, hayvana dönüstürülme ve savrulma
olacak." Denildi ki: "Bu ne zaman olacak ey Allah'in Rasulü?"
Söyle buyurdu: "Sarkici kadinlar ve çalgi aletleri yayilip içki
içilince." Bu hadisi, Tirmizi rivayet eder. Dahhâk söyle der: "Müzik
kalbi ifsad eder ve Rabbi kizdirir."
Allah'in kullari! Müzigin malzemesi ve asli, müzige iten nedenler ve müzigin
gayesi, etkisi ve sonucu; bütün bunlarin hepsi facirlerin ve fasiklarin Allah'i
kizdiran ve Allah'in hoslanmadigi seylere övgüler içeren siirleri etrafinda
döner dolasir. Onlari elde etmekle övünür ve onlara ulasmakla gösteris
yaparlar. Hatta bunu da asarak Allah'in, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirdigine
karsi çikan küfri sözlerle müzik yaparlar. Müzik ve eglencenin sahiplerini
nasil kötülüge ve fesada sürükledigine bir bak! O zaman perde düser ve gerçek
yüzü ortaya çikar. Basiret sahibi herkes onlarin yüzünde ve konusmalarinda,
hallerinde ve hareketlerinde çirkin izleri ve kötü sonu görür. (Allah'in
fitneye düsürmek istedigi kimse için sen, Allah'a karsi birsey
yapamazsin.)(5/el-Mâide/41) Malik b. Enes rahimehullah zamanindaki bazi
kimselerin müzige izin vermesi hakkinda sorulunca söyle der: "Onu bizde
ancak fasik olanlar yapar." Ey müslümanlar! Müzik dinlemek ve kendini
müzige kaptirmak seytanin en büyük hilelerinden ve tuzaklarindan biridir.
Onunla cahillerin kalplerini avlar ve Kur'an-i Kerim dinlemekten alikoyar. Imam
Safii söyle der:"Bagdat'ta zindiklarin icad ettigi ve cehri zikir olarak
isimlendirdikleri bir seye rastladim. Onunla insanlari Kur'an'dan
alikoyuyorlar." Allahu ekber! Bu söz cehri zikir hakkinda olunca -ki o,
insani dünyadan sogutan bir siirdir, onunla bir kimse sarki söyler ve sarkinin
ritmine göre bir baskasi degnekle sergiye veya kuru bir deriye vurur- içkinin
ikiz ve süt kardesi olan müzik hakkinda ne demeli?!. "Sanat" olarak
adlandiriyorlar. Oysa sehvetten ve çirkin sözlerden baska bir sey degildir. Hiç
bir kalp onunla huzur ve sükunet bulmaz! Sübhânallah!. Nasil da akillar sapiyor
ve anlayislar kör oluyor!. (Gerçek su ki, gözler kör olmaz fakat gögüsler
içindeki kalpler kör olur.) (22/el-Hacc/46) Allah'in kullari! Isitme duyusu
yüce bir emanet, Allah'in kullarina bagisladigi ve korunmasini emrettigi büyük
bir nimettir. Onlara, kendilerinin bundan sorumlu oldugunu bildirmistir. Sarki
sözleri ve müzik aletleri dinlemek bu nimete karsi nankörlüktür ve onu Allah'a
isyanda kullanmaktir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Gözlerin zinasi (harama)
bakmaktir. Kulaklarin zinasi (harami) dinlemektir. Dilin zinasi (harami)
konusmaktir. Elin zinasi (harama) dokunmaktir. Ayagin zinasi (zinaya) adim
atmaktir. Kalp meyleder ve temenni eder. Ferc (cinsiyet uzvu) bunu tasdik eder
ya da yalanlar." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Ey müslümanlar! Müzigi ve
müzik aletlerini yüceltmek, onunla ilgilenenlerin üstünlük gösterisinde
bulunmalari insanlari sapikliga ve dalâlete davettir. Allah'in Kitabi'ndan ve
Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinden alikoymadir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim bir sapikliga davet ederse
kendisine uyanlarin günahlarindan hiçbir sey eksilmeden onlarin günahlarinin
aynisi ona da yazilir." Bunu Imam Müslim rivayet eder. Ey müslümanlar! Bir
yanda müzikle eglenirken diger yanda yaralar ve kanlar içerisinde bitkin
düsmüs, kafataslari ve cesetlerden olusan tepeler arasinda kalmis bir ümmete
hayret!.. Sayginligina el uzatilan; topraklari, irzi ve kutsal degerleri sabah
aksam çignenen bir ümmet müzikle egleniyor. Sanki siddetli savaslar ve sicak
çatismalar hiç olmamis... Ve sanki müslümanlardan bir grup can çekismiyor!..
kalplerin ölmesinden ve basiretlerin körelmesinden Allah'a siginiriz. Ey müslümanlar! Nefislerinizi ve
kulaklarinizi seytanin çalgisindan ve bos sözlerden arindirin! Onlari cennet
bahçelerine; Kur'an halkalarina ve insanlarin efendisinin sünnetini ögreten
halkalara koyun ki cennet meyvelerini elde edesiniz. Bu; sapikliktan dogru yola
ve körlükten basirete çikistir. Takvâya tesvik ve hevâdan sakindirmadir. Kalbin
hayatidir. Ilaç ve sifadir, kurtulus ve burhandir. Allah Teâlâ'nin haklarinda
(Onlar ki yalanci sahitlik yapmazlar. Lagve (bos ve batil sözlere) rastladiklarinda
da sereflice yüz çevirip geçerler.)(25/el-Furkan/72) ve (Onlar bos seylerden
yüz çevirirler.)(23/el-Mü'minun/3) buyurdugu kimselerden olun. Allah; beni ve
sizleri Kur'an ile mübarek eylesin. Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili
kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah
olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir. Sehadet
ederim ki; efendimiz ve peygamberimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O'nun
rizasina davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine
salât ve selam eylesin. Allah'in kullari! Allah'dan hakkiyla korkun ve O'nu
gözetin. O'na itaat edin ve isyan etmeyin! (Ey iman edenler! Allah'dan hakkiyla
korkun ve dogrularla birlikte olun.)(9/et-Tevbe/119) Ey müslümanlar! Allah,
nikahta kadinlara has olmak üzere içerisinde harama övgü ve davet bulunmayan
sözlerle birlikte def çalmaya izin vermistir. Bu, nikahin ilani ve nikahla
zinanin birbirinden ayrilmasi içindir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Helal ile haramin arasindaki fark def çalmak ve nikahi ilan
etmektir." Bu hadisi, Tirmizi ve diger bazi hadisçiler rivayet eder.
Sahih-i Buhari'de Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ evlendigi ve zifafa girdigi
zamani söyle anlatir: "Küçük cariyelerimiz def çalmaya basladilar. Bedir
Savasi'nda ölen babalarimizi aniyorlardi." Ibni Hacer, Fethu'l Bâri'de
söyle der: "Kuvvetli hadisler bu konuda kadinlara izin vermektedir.
Kadinlara benzemeyi yasaklayan genel deliller nedeniyle erkekler onlara dahil
degildir." Ey müslümanlar! Üzülecek durumlardan biri de insanlardan
çogunun kendilerine caiz kilinani asarak haram kilinanlara yönelmesidir. Fasik
siirlerle ve çirkin sözlerle sarki söyleyen sarkici kadinlar ve erkekler,
çalgici kadinlar ve erkekler kiralarlar. Müzik aletleri ve davullar getirirler.
Bütün bu haramlar için büyük miktarda paralar öderler. Müzik çalarken hoporlör
kullanarak komsularina ve diger müslümanlara eziyet verirler. Kadinlar,
oyunlarinda hâyâsiz dansözlere benzerler. Erkekler kadinlarin arasina karisir. Vakitler
ve namazlar zâyi edilir. Müslümanlardan bir çogunun arasina kör taklitle ve
yayilarak nüfuz eden buna benzer birçok büyük fitneler ve kötü sonuçlar meydana
gelir. Ey Allah'in kullari! Bu gibi toplantilarda bulunmaktan sakinin. Imam
Evzâi rahimehullah söyle der: "Davullu, çalgili dügün yemegine
katilma!" Allah'in kullari! Tevbe edin ve dönün. Dininizin âdâbina
sarilin. Bozuk hallerinizi islah edin. Rabbiniz'in Kitabi'na ve Nebiniz
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine sarilin ki felaha erip
kurtulasiniz. Ve bilin ki Allah sizlere, kendi nefsiyle baslayip ikinci olarak
melekleri ve üçüncü olarak sizleri zikrettigi bir sey emreder ey mü'minler!
Söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey
iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56)
Allah'im! Kulun ve Rasulün Muhammed'e salât ve selam eyle! Allah'im! Hidayete
ermis imamlar olan Rasid Halifeler'den razi ol!..
RAF'UL-MELAM
AN-İL-EİMMET-İL-
A'LÂM RİSALESİ
büyük imamlara
yapılan sataşmalara cevap
ŞEYHÜLİSLAM
TAKIYYUDDİN AHMED B.
ABDULHAÜM İBNÎ TEYMİYE EL-
HARRANİ ED DİMEŞKl
Bismillahirrahmanirrahim
Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a hamd olsun. Yerde ve gökte ortağı olmayan
tek ilah'ın Allah olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Peygamberi olduğuna
şehadet ederim. O'na, aile ve ashabına salât ve selâm olsun.
Kur'an'ın emrettiği gibi müslümanların Allah ve Resulullah'a bağlandıktan sonra
müminlere ve özellikle de alimlere bağlanması gerekir. Çünkü alimler
peygamberlerin vârisleridir. Allah onları deniz ve karada, karanlıklarda
kendileriyle yol bulunan yıldızlar mesabesinde yaratmıştır. Ve bütün
müslümanlar bu alimlerin hidayet ve dirayetini ittifakla kabul etmişlerdir.
Muhammed (SAV)'den önceki ümmetlerin •alimleri onların en şerlilerinden
olurlardı. Sadece Muhammed (SAV) ümmetinin alimleri en hayırlılarıdır. Onlar
Resulullah'ın halifeleridir. Onun sünnetinden kaybolanı tekrar ihya ederler.
Onlar kitapla, kitap onlarla ayakta kalmış, kitap onlardan, onlar da ümmetin
kabul ettiği kitaptan bahsetmişlerdir.
Bilinmelidir ki, bu imamlardan hiç biri kasten Resulullah'ın sünnetine, büyük,
küçük muhalefet etmemiştir.
Bu imamların hepsi Resulullah'dan başkasının sözünün alınıp terkedilebileceği,
fakat Resulullah'a muhalefet edilemeyeceği, ona tabi olmanın farz olduğunu,
ittifakla kabul etmişlerdir. Fakat bu imamlardan birinin sahih hadise muhalif
bir kavli bulunursa, o imamın sahih hadisi terketmesinde mutlaka bir özrü
vardır.
Bu husustaki özürler üç sınıftır:
Birincisi: Peygamber (SAV)'in onu
söylediğine inanmaması.
ikincisi: O hadisinden bu meselenin
kas-tedilmediğine inanması.
Üçüncüsü: O hükmün mensuh olduğuna
inanması.
Bu üç sınıf çeşitli sebeplere dayanmaktadır.
BİRİNCİ SEBEP
Hadisin ona ulaşmaması: Hadisin kendisine ulaşmadığı kimse onunla amel
etmeye mükellef değildir. Eğer kendisine hadis ulaş-mamışsa, o imam ya ayetin
zahir manasına göre veya başka bir hadisle veya kıyas gereğince yahut da
istishab ile hüküm vermiştir. Bu hüküm bazan hadise muvafık olur bazan da
muhalif, işte bu sebep, seleften hadise muhalif olan hükümlerinde en çok
rastlanan sebeptir.
Ümmetten hiç kimse Resulullah'ın hadislerini tamamiyle bilemez. Resulullah bir
söz söyler, fetva verir, hükmeder, veya bir şey yapar, orada bulunanlar da bu
sünneti alır baş-
kalarına tebliğ eder ve bu sünnet sahabe ve tabiine böylece vasıl olur. Başka
bir mecliste yine Resulullah konuşur, fetva verir, hüküm verir veya bir şey
yapar ve bunuda öteki mecliste bulunmayanlar alırlar ve imkan derecesinde
tebliğ ederler. Böylece bazılarında bulunan ilim diğerlerinde bulunmamış olur.
Sahabe arasındaki alimlerle, onlardafi sonraki ulema, ilimlerinin çokluğu ve
sağlamlığı ile birbirlerinden üstündürler,
Fakat bir kişinin Resulullah (SAV)'ın işlerini, sünnetini ve hallerini
toplayacağı iddiası asla mümkün olmayan bir iddiadır.
Resulullah (SAV)'ın işlerini, sünnetini ve hallerini herkesten daha iyi bilen
Hulefa-i Ra-şidin'i, özellikle Hz. Ebu Bekir'i ele alacak olursak görürüz ki o,
Resulullah'dan seferde ve hazarda ayrılmamış bilakis müslümanların işleri için
geceleri Resulullah'ın yanında sa-bahlamıştır. Hz. Ömer de aynı şekildedir.
Resulullah çok defa «Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik», «Ben, Ebu Bekir ve Ömer
çıktık» buyurarak onların kendisine yakınlığını ifade etmiştir.
Bununla beraber Hz. Ebu Bekir'e büyükannenin mirası meselesi sorulunca
«Allah'ın kitabında sana birşey yoktur. Resulullah (SAV)'ın sünnetinde de sana
dair birşey bilmiyorum. Fakat bilenlere bir sorayım» diye cevap vermiş ve
kalkıp bilenlere sormuştur. Muğire b. Şube ve Muhammed b. Mesleme kalkıp
«Resulullah'ın ona (büyükanne) altıda bir verdiğine» şahadet etmişlerdir. Bu
sünneti imran b. Husayn da tebliğ etmiştir.
Halbuki bu hadisi rivayet eden şu üç kişi Ebu Bekir ve diğer raşid halifelere
denk bir ilme sahip değillerdir. Ama bu sünneti rivayet etmişler ve ümmet de
onunla amel etmeyi ittifakla kabul etmiştir.
Aynı şekilde Hz. Ömer «İsti'zan» izin isteme ve sünnetini Ebu Musa el-Eş'ari
kendisine haber verip ensarın şahadet etmesine kadar bilmiyordu. Hz. Ömer bu
sünneti kendisine haber verenlerden daha ziyade ilim sahibidir.
Hz. Ömer kadının ölen kocasının diyetinden miras alacağını da bilmiyordu.
Diyetin tamamen baba tarafından akraba olanlara verileceğini biliyordu. Badiye'den
birinde Resu-lullah'ın emirliğini yapmakta olan Dahhâk b. Süfyan el-Kullabi;
«Resulullah (SAV)'ın Eşyem ed-Dıbyan'ın eşini, diyetine mirasçı kıldığını»
haber verince kendi görüşünü terketmiş ve «Bunu duymasaydık bunun aksine hüküm
verirdik» buyurmuştur.
Yine Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf kendisine; «Onlara ehli kitap gibi davranın»
hadisini haber verinceye kadar cizye meselesinde mecusilerin hükmünü
bilmiyordu.
«Serğ» bölgesine geldiğinde Hz. Ömer Şam'da veba salgını olduğunu haber aldı.
Ve yanındaki ilk muhacirlere ve sonra ensara daha sonra da Müslimetü-l-Feth'a
görüşünü sordu. Her biri görüşünü söyledi. Hiç kimse sünnetten bir rivayette
bulunmadı. Abdurrahman b. Avf gelince veba hususunda Resulullah (SAV)'ın
sünnetini haber verdi ki Resulullah (SAV) şöyle buyurdu:
«Bulunduğunuz yerde (veba) çıkarsa ondan kaçmak için oradan (dışarıya)
çıkmayın. Bir yerde (veba çıktığını) duyarsanız oraya gitmeyin.»
Hz. Ömer ve Ibni Abbas namazında şüphe eden kimse hakkında müzakerede
bulundular. Bu hususta ona bir sünnet ulaşmamıştı. Yine Abdurrahman b. Avf bu
hususta Nebi (SAV)'den: «Şüpheyi atar ve kesin olan (rek1-at sayısına göre
namazını) tamamlar» buyurduğunu rivayet etmiştir.
Hz. Ömer yine bir yolculukta fırtına ko-punca: Fırtına hususunda kim bir hadis
rivayet edecek diye sorar. Ebu Hüreyre dedi ki: Bu haber geldiğinde ben
kafilenin arka-sındaydım. Bineğimi sürerek ona yetiştim ve fırtına çıktığında
Nebi (SAV)'in emrini rivayet ettim.
Bu hususlar, Hz. Ömer'in bilmediğini ve kendisine ilimde denk olmayanların tebliğ
ettiği yerlerdir.
Başka yerler de var ki, o hususta ona bir sünnet ulaşmamıştır ve sünnetin
dışında hüküm veya fetva vermiştir.
Menfaatleri muhtelif olduğu için parmakların diyetinde farklı hükmetmesi gibi.
Halbuki ilim yönünden Hz. Ömer'den daha aşağı derecede bulunan Ebu Musa ve İbnl
Abbas (RA)'ın bu hususta: «Bu ve bu (başparmak ile küçük parmağı göstererek)
eşittir.» buyurduğunu biliyorlardı. Bu sünnet emirliğinde Muaviye (R.A.)'ye
ulaşınca onunla hükmetmiş müslümanlar da bu konuda ona uymaktan başka bir yol
bulamamışlardır.
Bu hadisin Hz. Ömer'e ulaşmaması onun için bir ayıp değildir.
Aynı şekilde Hz. Ömer oğlu Abdullah ve bazı ilim ehli, hacının ihrama girmeden
önce ve cemre-i akabeyi taşladıktan sonra, Mekke'ye inmeden güzel koku
sürünmesini yasaklıyordu. Bu konuda Hz. Aişe'den rivayet edilen hadis
kendilerine ulaşmamıştı. Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: «Ben Resulullah (SAV)'a
ihramdan önce ihram için, tavaftan önce (ihramdan) çıkması için güzel koku
sürdüm.»
Yine Hz. Ömer Mest giyene, çıkarıncaya kadar bir vakit tayin etmeksizin
meshetmesi-ni emrederdi. Seleften bazıları, da bu hükme tabi olmuştu. Mestlerin
müddetini belirleyen hadisler, ilimde Hz. Ömer derecesinde olma-yanlarca
biliniyordu ama Hz .Ömer'e ulaşmamıştı.
Mestlerin belli müddet içerisinde meshe-dileceğinl beyan eden hadisler Nebi
(SAV)'den bir çok yolla sahih olarak rivayet edilmiştir.
Hz. Osman (R.A.) da kocası ölen kadının ölü evinde iddet bekli/eceğini
bilmiyordu. Ebu Said el-Hudri'nin kız kardeşi kocası vefat edince Resulullah
ona «iddet doluncaya kadar evinde bekle» buyurmuştu. Bu hadisi Hz. Osman
öğrenince buna göre hareket etti.
Kendisi için avlanan bir av eti hediye edilince onu yemek istedi de Hz. Ali
«Nebi (SAV)'nin kendisine hediye edilsn eti kabul etmediğini» haber verdi. O da
vazgeçti.
Hz. Ali de böyleydi. Kendisi bu konuda şöyle buyurmuştur: «Resulullah (SAV)'dan
bir hadis duyarsam, ondan Allah'ın dilediği oranda faydalanırdım. Başkası
rivayet ederse ondan yemin etmesini isterdim. Eğer yemin ederse kabul ederdim.»
«Hz. Ebu Bekir bana rivayet etti ve rivayetinde sadık idi.» Ve meşhur tövbe
namazı hadisini zikretti.
Hz. Ali ve ibni Abbas ve başkaları (R.A.): «Kocası ölen kadın hamile ise en
uzun müddet ile iddet bekler» diye fetva verdiler. Re-sulullah'ın Subey'a
el-Eslemiyye hakkındaki sünneti onlara ulaşmamıştı. Subey'a el-Esle-miyye'nin
kocası Sa'd b. Havele ölünce Nebi (SAV): «Iddetinin çocuğunu doğurması»
(do-ğuruncaya kadar) olacağına hükmetmiştir.
Hz. Ali, Zeyd ve İbni Ömer (R.A) mufav-vada hakkında: «Kocası ölünce ona mehir
yoktur» diye fetva verdiklerinde ResuluKah (SAV)'ın Berva bt. Vaşik (R.A)
hakkındaki sünneti onlara ulaşmamıştı.
Bu ashabtan nakledilenlerin büyük rakamlara ulaştığı geniş bir mevzudur.
Resulullah'dan nakledilenlerin ise sayısı binlere vasıl olduğundan tdmamiyle
bilinmesi mümkün değildir.Şu zikrettiklerimiz; bu ümmetin ilim, fıkıh, fetva ve
fazilet yönünden en üstün olanlarıdır. Onlardan sonra gelenler şüphesiz onların
derecesine ulaşamayacağından bazı sünnetleri bilemeyeceklerini anlatmaya bile
gerek yoktur. Bir kimsenin, imamların hepsinin veya belli bir imamın bütün
sünneti bildiğine inanması büyük bir hatadır.-
Hiç kimse de kalkıp, hadisler tedvin edilmiş ve toplanmıştır, binaenaleyh gizli
bir şey kalmamıştır demesin. Çünkü bu hadis kitapları mezhep sahibi imamlardan
sonra toplanmıştır.
Bununla beraber, Resulullah (SAV)'ın hadislerinin belli kitaplarda toplanmış
olduğunu iddia da caiz olmaz.
Resulullah (SAV)'ın hadislerinin bu divanlarda tamamen toplandığı farzedilse
dahi, alimler kitaplarda bulunan herşeyi bilemez. Bu mümkün değildir. Kaldı ki
insan elinde bulunan kitaplarda olanları dahi tamamiyle bilemiyor.
Halbuki bu divanlar toplanmadan önce yaşayanlar, sünneti sonrakilerden daha iyi
biliyorlardı. Çünkü onlara sahih olarak baliğ olan bir çok rivayet belki bize
meçhul, veya munkati olarak ulaşmıştır. Belki de hiç ulaşmamıştır.
Onların ezberledikleri sünnet divanlarda-kilerin birkaç katı fazla olduğunda
meseleyi bilenler şüphe etmezler.
Yine birisi kalkıpta, bütün hadislerin hepsini bilmeyen müctehid olamaz
demesin. Çünkü müctehidin Nebi (SAV)'nin bütün söz ve fiillerini bilmesi şart
koşulsa, bu ümmetten müctehid çıkması mümkün olmaz. Burada ölçü tafsilatta bazı
şeylerin dışında sünnetin çoğunu bilmesidir. işte bu tafsilatta sünnete
muhalefet edebilir.
İKİNCİ-SEBEP
Hadisin müctehide ulaşması, fakat sıhhatinin ona göre sabit olmaması. Bu da ya
hadis ravisinin veya bir üst ravinin ona göre meçhul, müttehem yahut hıfzının
zayıf olduğuna dayanır.
Veyahut da sabit olmaması, hadisin munkati olarak ulaşmasından yahut da hadis
lafzının tam tespit edilmemesindendir. Halbuki aynı hadis başkasına sika
ravilerie muttasıl bir senetle ulaşmış olabilir. Birinin zayıf gördüğü ravi,
başkasına göre sika olabilir. Veya birine hadis muttasıl olarak sika olmayan
ra-viler vasıtasıyla, diğerine de sika raviler vasıtasıyla ulaşmıştır. Hadisin
lafzını bazı mu-haddisler zabdetmiş olur veya o rivayetin sahih olduğunu
gösteren deliller vardır.
Bu da çok vaki olan durumlardandır. Meşhur imamlara kadar tabiler ve sonrakiler
de daha çoktur.
Hadisler, yazılmış ve meşhur olmuştu. Fakat bazı alimlere zayıf yollarla ulaşan
hadisler, diğerlerine sahih yollarla vasıl olmuyordu. Bu yüzden de kendisine
muhalefet eden hadis çıksa da kuvvetli hadis hüccet oluyordu.
Bu yüzden birçok imam fetvasını, kavlini 'hadisin sahih olmasına talik eder ve:
«Bu meselede benim görüşüm şudur. Bu hususta şu hadis varid olmuştur. Eğer
hadis sahih ise, benim kavlimdir.» derdi.
ÜÇÜNCÜ SEBEP
Müctehidin içtihadıyla hadisin zayıf olduğuna inanması: Başka rivayet ve yollara
itibar etmemesi. Bu durumda kim haklı olursa olsun veya «Her müctehid doğruyu
bulur» fikrini kabul etmiş de olsa mesele farksızdır. Mutlaka birisi hadise
aykırı davranmıştır.
Bunun da sebepleri vardır.
Birincisi: Hadis rivayet eden birini bir müctehid zayıf itikat ederken, başka
bir müctehid aynı raviyi sika kabul eder. Havileri bilmek ilmi geniş bir
ilimdir. Belki zayıf olduğunu söyleyen, ravide bir cerh sebebi bulduğu için
haklı olabilir. Belki de onu kuvvetli gören haklı olur. Ve cerh sebebi kabul edilen
noktanın cerhi icab ettirmediğini bilmediği için haklı olabilir. Ona göre cerh,
o cerhe engel bir şey bilir. Bu geniş bir konudur.
Ravilerl inceleyen alimlerin de diğer ilimler gibi ittifak ve ihtilaf ettikleri
yerler vardır.
İkincisi: Hadisi, ravisinin kendisine rivayet eden bir üst raviden işittiğine
inanması.
Evet, bir müctehid ravinin bir önceki raviden duymadığına, diğer bir müctehid
de duyduğuna inanabilir. Bunun sebepleri de malumdur.
Üçüncüsü: Hadis ravisinin istikamet ve ızdırap hali vardır. Kitaplarının
yanması, dağılması gibi haller ızdırap halidir, istikamet hali olan normal
halde rivayet ejttiği hadisler sahih, ızdırap hali olan bozuk halde rivayet
ettiği hadisler ise zayıftır. Bazısı hadislerin bu iki halin hangisi anında
rivayet edildiğini bilemez. Başkası istikamet halinde rivayet edildiğini
bilebilir.
Dördüncüsü: Muhaddis, rivayet ettiği hadisi unutur yahut rivayet ettiğini inkar
eder. Bu durumda müctehidin birisi bunun hadisi zayıflattığına, diğeri ise
zayıflatmadığına inanabilir. Mesele malumdur.
Beşincisi: Hicazlılardan çoğu Iraklı ve Şamlıların Hicaz'da aslı olmayan
rivayetlerini kabul etmezler. Hatta onlardan biri: «Iraklıların rivayet
ettikleri hadisleri ehli kitabın hadisleri mertebesine indirin. Onları ne kabul
edin ne de yalanlayın» demiştir.
Birine «Süfyan Mansur'dan, o da Alka-me'den, Alkame de Abdullah b. Mes'ud'dan
rivayet ederse delil olur mu?», diye soruldu, o şöyle dedi: Hicaz'da bu
rivayetin aslı yoksa olmaz.
Bu Hicazlıların sünneti iyi zabtettikleri, Iraklıların zaptedemedikleri,
Iraklıların rivayetlerinin bozuk olduğu fikrine dayanmaktadır.Bazı Iraklılar da
—ulemanın çoğu kabuf etmemiş olsa da— Şamlıların hadisini delil olarak kabul
etmezler.
Halbuki hadisin isnadı sağlam olduğunda o hüccettir, ister Hicazlı, ister
Şamlı, ister Iraklı, isterse başkası rivayet etmiş olsun. Mühim olan sünnettir.
Ebu Davud'es-Sicistani muayyen şehirlere has hadisleri gösteren bir kitap
tasnif etmiştir. Medine, Mekke, Taif, Şam, Hımış, Küfe, Basra ve diğer şehir
ehlinin sadece kendilerinde bulunan, başkalarında bulunmayan rivayetferini
açıklamıştır.
DÖRDÜNCÜ SEBEP
Müctehidin adil, hafız bir haberi vahidi kabul hususunda başkasına ters düşen
şartlar koyması. Mesela:
Bazıları rivayet edilen hadisin Kur'an ve sünnet ile karşılaştırılmasını şart
koşar.
Bazıları rivayeti usule muhalif olursa ra-vinin fakih olmasını şart koşarlar.
Bazıları da hadis yaygın bir mesele hususunda ise tek kişinin değil, onu
herkesin bilmesi lazımdır diye şart koşarlar.
BEŞİNCİ SEBEP
Hadisin kendisine ulaşması, sıhhatinin sabit olması, fakat müctehidin bu hadisi
unutması. Bu kitapta da sünnette de varîd olur.
Mesela:
Hz. Ömer'den meşhur olan hadis •. Kendisine yolculuk esnasında cünüb olup su
bulamayan kimsenin ne yapacağını sordu da : «Su buluncaya kadar namaz kılmaz»
diye cevap verdiğinde, Ammar b. Yasir dedi ki: «Ey mü'minlerin emiri
hatırlamıyormusun ikimiz seferde idik yıkanmamız gerekti de ben toprakta
hayvanların yuvarlanması gibi yuvarlandım sen de namaz kılmadın. Bunun üzerine
o durumu Nebi (SAV)'ye anlattım, O da iki eliyle yere vurup ellerini ve yüzünü
meshe-derek: «Sana böyle yapman yeterdi.» buyurdu. Ömer dedi ki: «Allah'tan
kork Ammar.» Ammar: «İstersen bu hadisi rivayet etmem» dedi de Ömer: «Hayır, o
hususta hissettiğini yapmakta seni serbest bırakıyoruz» dedi.
İşte bu sünnet Hz. Ömer'in önceden bildiği halde sonra unuttuğu bir sünnettir.
Bunun hilafına fetva verdiğinde, bu hadisi Ammar kendisine hatırlattı ama O
hatırıayamadı. Ve Ammar'ı da yalanlamadı, nakletmesine izin verdi.
Bundan daha uygun örnek de şudur: Bir hutbe okudu ve «Bir kimse Nebi (SAV)
zevceleri ve kızlarının mehrinden fazla mehir koyarsa onu kabul etmem, geri
çeviririm» dedi. Bunun üzerine bir kadın : «Allah'ın bize verdiği şeyi niçin
haram kılıyorsun ey müminlerin emiri» dedi ve «Bir kadından ayrılıp diğeriyle
evlendiğinizde, kadına kantarla vermiş olsan dahi ondan bir şey almayın»
ayetini okudu .Hz. Ömer de kadının görüşünü kabul etti. Bu ayeti Hz. Ömer
ezberlemişti ama unutmuştu.
Aynı şekilde Hz. Ali, Hz. Zübeyr'e Cemel vakasının olduğu gün Peygamber
(SAV)'in ikisinden aldığı sözü hatırlattı o da hatırlayarak savaştan çekildi.
Bu selefte de halefte de çoktur.
ALTINCI SEBEP
Hadisin delaletini bilmemesi.
Delaletin bilinmemesi, bazan hadiste bulunan «Müzabene, muhabere, münakale,
mü-lamese, münabeze ve ğarar» gibi ulemanın tefsirinde ihtilaf ettikleri garip
kelimelerden kaynaklanır.
Şu merfu hadis buna bir örnektir: «Iğlak halinde talik da ıtak (köle azadı) da
olmaz.» Buradaki «iğlak» kelimesini —ikrah = zorlamak— manasına tefsir
etmişlerdir. Buna muhalefet eden bu manayı bilmiyor demektir.
Delaletin bilinmemesi bazen müctehid lü-gatındaki mananın. Nebi (SAV)
lügatmdaki manaya uymamasıdır. Aynı lafzı müctehid, Peygamberin kastetdiği mana
ile anlamayıp kendi anladığı manaya hamlediyor.
Mesela: Bazı müctehidler «Nebiz» hakkındaki ruhsatı bildiren eserdeki «nebiz»
kelimesini sarhoş edici zannetmişlerdir .Çünkü kendi dillerinde nebiz sarhoş
edici anlamda kullanılır. Halbuki buradaki «nebiz» içine tat vermek için (üzüm,
hurma v.s.) atılan ve kö-
pürmeden içilen şerbettir. Bu manayı açıklar mahiyette sahih hadisler
gelmiştir.
Aynı şekilde «Hamr» kelimesi Kitap ve Sünnette geçmektedir. Kendi lügatlarında
sadece köpürmüş üzüm suyundan olduğundan bunu sadece üzüm suyuna mahsus
kılmışlardır. Halbuki diğer sahih hadislerde sarhoş eden her şeye «Hamr»
dendiği varid olmuştur.
Bazen de delaletin bilinmemesi, lafzın müşterek, mücmel veya hakikati ile mecaz
arasında ihtimalli olmaması müctehidi kendine göre en yakın manaya hamletmeye
götürür. Bu mana asıl kastedilen manaya aykırı olsa da durum böyledir.
Sahabeden bir topluluğun «hayt-ı ebyaz» ve «hayt-ı esved»i ipe hamletmesi gibi.
Bazılarının «yüzünüzü ve ellerinizi mesnedin» ayetini koltuk altlarına kadar
meshet-meye hamletmeleri de buna örnektir.
Bazen de delalet gizli olduğundan bilinmez. Zira sözlerin manaya delalet
şekilleri çok çeşitlidir, insanlar bu hususta anlayışlarına göre Allah'ın
verdiği kabiliyete göre birbirlerinden ayrılırlar.
Müctehid, delaleti umum cihetiyle anlar da, meseleyi mananın o umuma dahil
olduğunu kavrayamaz. Bazan kavradığını so'nra unutabilir. Bu çok kapsamlı bir
konudur Al-lah'dan başka kimse tamamiyle bilemez.
Bazen de müctehit hata eder ve sözden Resulullah'ın gönderildiği Arap lisanının
ihtimali olmayan bazı şeyler anlayabilir.YEDİNCİ SEBEP
Hadisde delalet olmadığına inanması. Bununla bundan evvelki sebebin farkı,
birincisinde delalet ciheti bilinmemiştir. ikincide ise delalet ciheti
bilinmektedir, ancak mücte-hid sahih olmadığına inanmaktadır. Bu da müctehidin
o delaleti —doğru da olsa— reddeden usulleri kabul etmesinden ileri
gelmektedir.
Tahsis edilen amm'ın delil olmayacağı kaidesi, mefhumun delil olmaması, bir
sebep üzere varid olan umumun sebebe mahsus olacağı, mücerret emrin vucub ifade
etmediği veya fevr ifade etmediği, lâmıtarif ile marife olanların umum ifade
etmediği, menfi fiillerin zatlarını ve hükümlerinin hepsini nefyetmediği gibi
kaidelere inanması.
Fıkıh usulünün yarısı (hilaf meseleleriyle) bu kısma girmektedir. Mücerret
kaidelerin ihtilaf mevzuu delaletlerin hepsini içermese de fıkıh usutünün
yarısı bu kısma girmektedir. Delalet cinslerinin fertleri de buraya girer.
Muayyen bir lafzın mücmel olduğuna (manalarından hangisi kastedildiğine
delaleti olmayan müşterek olduğundan) inanması gibi.
SEKİZİNCİ SEBEP
Müctehidin bir delalet karşısında o delaletin kastedildiğini gösteren
başka bir delilin bulunmasına inanması.
Amm'ın hâs ile, mutlak'ın mukayyed ile mutlak emrin vücubu nefyeden delil ile,
haki-
katın mecaz ile çatışması gibi çok çeşitli çatışmalar bu geniş konuya
girmektedir.
Kavillerin delaletlerinin çatışması ve birbirine tercihi deryaya benzer.
DOKUZUNCU SEBEP
Müctehidin, hadisin zayıf olduğu veya mansuh veya tevile elverişli ise
teviline delalet eden ayet, başka bir hadis veya icma gibi ittifakla muariz
elverişli bir şey ile çatıştığına inanması.
Bu da iki türlüdür:
Birincisi: Çatışan bu muarızın racih olduğuna inanır. Böylece yukarıdaki üç
ihtimalden birisi—hangisi olduğu kestirilmeksizin — taayyün etmiş olur.
Bazen de mansuh veya müevvel olduğuna inanarak birini tayin eder. Sonra da nesh
hususunda sonrakinin önce geldiğine inanarak hata eder. ihtimali olmayan bir
manaya hamlederek yahut da kendisini o manaya götüren bir saikın bulunmasıyla
tevilde de yanılabilir.
Genelde bir çatışma olmuşsa bu, karşıdaki delille bu zıt delalet olmayacağı
gibi, muarız hadis birinci hadisin isnad ve metin yönünden aynı kuvvette
olmayabilir. İşte burada birinci hadis hakkında önceden zikredilen sebepler
gelir.
Genelde iddia edilen icmaın muarız görülmesi ise o hususta muhalifin
bilinmemesinden ileri gelir.II
Biz bazı meselelerde hüküm verirken muhalif bulunmadığını delil göstererek
hüküm veren büyük alimler gördük. Halbuki delillerin zahiri onlarca da
verdikleri hükmün hila-fınadır.
Fakat alim daha önce söylenmemiş bir hükmü — ulemanın aksini söylediğini
bilerek— ileri süreme/niştir. Hatta bazıları hüküm verirken muallak bırakmış
ve: «Eğer meselede icma varsa tabi olmaya o daha layıktır. Yoksa bana göre
hüküm şöyle şöyledir» demiştir.
Buna örnek; Birinin «Kölenin şahitliğine cevaz veren bir kimse bilmiyorum»
demesidir. Halbuki kölenin şahadetinin kabul edildiği Hz. Ali, Şureyh (RA) ve
başkaları tarafından mahfuzdur. Menkuldür.
Yine bir kısım, azad edilen kölenin mirasçı olacağına dair Hz. Ali ve İbni
Mesud (R.A.), Nebi (SAVJ'den hasen bir hadis naklettikleri halde, birinin, «Bir
kısmı azad edilen kölenin mirasçı olamıyacağında ulema ittifak etmiştir, icma
vaki olmuştur» demesi de bu mevzuya başka bir örnek teşkil eder.
Namazda Resulullah'a salat okumanın farz olduğu Ebu Cafer el Bakır tarafından mahfuz
olduğu halde «Namazda Resulullah'a salatı farz kılan birini bilmiyorum» demek
de bu kabildendir.
Bu da ulemanın çoğunun kendi beldesinde yetiştiği ilim erbabının kavillerini
bilmesi, diğer ilim ehlinin kavillerini bilmemesinden ileri gelir.
20
Mutekadim ulemadan çoğunu Medine ve Kufelilerin kavillerinden başkalarını
bilmediğini bulduğumuz gibi, müteahhir ulemanın da mezhep sahibi imamların iki
veya üçünden başkasının kavillerini bilmediklerini görürüz. Çünkü önce muhalif
bir görüşün —önceden bulunmasının yanısıra— hâlâ mevcut olduğunu o müctehid
bilememektedir. Bu sebeple ic-maya muhalif gördüğü bu hadise veya delillerin en
büyüğü olan icmaya ters düşerim korkusuyla yaklaşmamaktadır.
İşte bu hadislerin bazılarını terkeden birçok ulemanın ileri sürdüğü özürdür.
Bazıları gerçekten bu hususta mazurdur. Bazıları da kendilerini mazur
zannederler. Bundan önce ve sonraki sebeplerden çoğunda da durum yukarıdaki
gibidir.
ONUNCU SEBEP
Başkasının muarız görmediği halde müc-tehidin bir hadisin neshine, zayıflığına
veya teviline delalet eden başka bir hadisle çatıştığına inanması.
Yahut da gerçekte böyle bir çatışma olmadığı halde müctehid çatışma var
zannedebilir.
Kufelilerden çoğunun Kur'an'ın zahirine muarız olması sebebiyle sahih hadisi
kabul etmemesidir. Bu da Kur'an zahirinin ve umum manalı ayetlerin hadise
mukaddem olmasına inanmasından kaynaklanır.
Kavlin çeşitli delaletlerinin bulunması sebebiyle zahir olmayanı zahir
zannedebilir. Bu yüzden «Şahid ve Yemin» hadisini kabul etmemişlerdir. Bu durum
başkalarına göre: Kur'an'm zahirinde şahid ve yeminle hüküm vermeyi engelleyen
birşey yoktur. Sünnet, Kur'an'ı tefsir edici mahiyettedir.
Şafii'nin bu kaide üzerine söylediği söz meşhurdur.
Ahmed b. Hanbel'in de Kur'an'm Resu-lullah'm sünnetiyle açıklanmaya ihtiyacı yoktur
zannedenlere reddiye olarak yazdığı meşhur risalesi vardır. Burada zikri mümkün
olmayacak kadar çok delil serdetmiştir.
Onuncu sebebe dahil olanlardan biri de umum ifade eden ayeti tahsis ve mutlakı
mu-kayyed veya ayete ziyadelik getiren hadisleri reddederek nassa mutlak'ın
takyidi gibi ziya- . delerin nesh olduğuna inanmaktır. Aynı şekilde amm bir
ayetin tahsisinde nesh olduğunu kabul etmeleri.
Bazı Medinelilerin ehli Medine'nin ameline muhaliftir diye kendilerini habere
muhalefette ittifak ettikleri ve bu icmalarınm da habere takdim edileceği fikri
ile sahih hadise karşı çıkmaları bu nevidendir.
Alışverişde meclis muhayyerliği hadisine karşı çıkmaları da bu asla
dayanmaktadır. Ulemanın çoğu Medinelilerin bu meselede ihtilaf ettiğini ve icma
etmiş olsalar dahi onlara-muhalefet edenlerin çıkmasıyla muteber delilin hadis
olacağını tesbit etmişlerdir.
Külli kaidelerin bir haberle bozulamıyaca-ğı aslına dayanarak iki belde
alimleri kıyast celi ile çatıştığı için bazı hadisleri almamalar»
da yine bu nevidendir. Bu ve buna benzer çatışma şekilleri muarız isabet etsin
veya etmesin çoktur.
Bu on sebep zahirdir, açıktır.
Hadislerin bir çoğunu ulema terkederken bizim muttali olmadığımız bir çok
delilleri olabilir. İlim sahası geniştir. Ve alimlerin her bildiğine muttali de
olamayız.
Alim bazen delilini açıklar bazen de açık-Jamaz. Açıkladığı zaman da bize bazen
ulaşır, bazen de ulaşmayabilir. Ulaştığı zaman da ihticac noktasını bazen
kavrar bazen de kavrayamayız. Hüccet doğru olsun olmasın durum böyledir.
Fakat biz her ne kadar bunu doğru bulmuyorsak da bir kısım ulemanın ittifak
ettiği bir sahih hadisi bırakıp, ilmi çok da olsa, delili de olsa sahih hadisi
terkedip bir alimin hükmünü kabul -etmemiz caiz olmaz. Çünkü hatanın edille-i
Şer'iyyeden çok, ulemanın sözlerinde vuku bulacağı bir gerçektir. Edille-i
Şer'iyye ise alimin görüşünün hilafına, bütün Allah'ın kullarına kesin
hüccetidir. Ve seri delilin ona muhalif bir' haber yoksa hatalı olması
imkansızdır. Alimin görüşü böyle değildir. Eğer böyle yerlerde alimlerin
görüşüyle amel edilseydi bu gibi hususlarda elimizde delil kalmazdı.
Alim hadisi terketmekte kendine göre mazur olabilir. Biz de onun terkini
terketmekte fnazuruz.
Aliahu Teala buyurdu ki: «Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazancı
onlara,sizinki de sizedir. Onların yaptıklarından sorulmazsınız.» Bakara .
«Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde anlaşmazlığa
düştüğünüzde onu, Allah ve Resulul-lah'ın hükmüne götürünüz» Nisa : 59.
Hiç kimsenin Peygamber (SAV)'den sahih olarak varid olan hadise insanlardan
birinin sözüyle muhalefet etmeye hakkı yoktur.
fbni Abbas (R.A)'a birisi mesele sordu, O da bir hadisle cevap verdi de, adam:
«Ebu Bekir ve Ömer şöyle dedi» deyince, İbni Abbas şöyle dedi: «Üzerinize
gökten taş yağmasından korkarım. Ben Resulullah (SAV) şöyle buyurdu diyorum.
Siz kalkıp Ebu Bekir ve Ömer'den bahsediyorsunuz.»
Hadisi terketmenin bu sebeplerden biriyle olduğu ortaya çıkınca, tahrim, tahlil
ve hüküm içeren sahih bir hadisi terkeden alimin haramı helal, helali haram
kıldı diye veya Allah'ın indirdiğinin hilafına hükmetti diye ceza göreceğine
inanmak da caiz olmaz.
Aynı şekilde hadiste bir fiili işleyenin tehdidi, laneti, azap göreceği ve
gazabı celbede-ceği gibi bir manalarla müctehidde bu hadisi terketmişse o alim
bu yasağı mubah kılmış vaîdi gerektiren bir fiil işlemiştir. Cezayı
ha-ketmiştir demek caiz olmaz.'
Bağdad mutezilesinden Bişr el-Müreysi ve benzerleri hariç bütün ulema bu
hususta ittifak etmiştir. Bişr el-Müreysi ve benzerleri müctehidlerin hataları
yüzünden ceza göreceğine inanmaktadır. Çünkü bu tehdidin kapsa-24
mına girmek için haram işleyenin haram olduğunu bilmesi veya tahrimiyeti
bilmesi mümkün olması şarttır.
Kırsal kesimde şehirden uzakta yetişen veya İslâm'a yeni giren birisi
tahrimiyetini bil-miyerek haramlardan birini işlese günahkâr olmaz, had cezası
uygulanmaz. Haramı helal kabul ederken şer'i bir delile dayanmasa da durum
böyledir. Hal böyleyken haram kılan hadis kendisine ulaşmamış bir kimse, o
haramın helal olduğunda şer'i delile dayanıyorsa o kimse mazur olmaya daha
layıktır.
Şer'i delile dayanarak içtihat ettiğinden içtihadı sebebiyle onun ecri vardır.
Allahü Te-ala buyurdu ki: «Davud ve Süleyman bir kavmin koyunlarının yayıldığı
ekin tarlası hakkında hüküm vermişlerdi. Biz de şahit olmuştuk. Biz bu hükmü
Süleyman'a öğrettik. Her ikisine de hikmet ve ilim verdik.» Enbiya suresi 76 -
77. Sadece Süleyman (A.S)'ı anlayışla vasıflarken her ikisini de ilim ve
hikmetle öğ-mektedir.
Sahihaynde (Buhar? ve Müslim) Amr b. As (R.A)'dan rivayet edildi ki Nebi (SAV)
şöyle buyurdu: «Hakim içtihat eder de içtihadı isabetli olursa iki ecri vardır,
içtihat eder de yamlırsa bir ecri vardır.» Böylece açığa çıkıyor ki müctehit
hatalı hüküm verse de içtihadı sebebiyle yine kendisine ecir vardır. Hatası
affolunmuştur. Çünkü bütün hükümlerde doğruyu bulmak ya çok güçtür veya mümkün
değildir.Allahü Teala «(Allah) size dinde bir zorluk kılmamıştır.» Hacc: 78.
«Allah size kolaylık diler zorluk istemez» buyurmuştur.
Yine Sahihaynde Nebi (SAV)'nin Hendek günü ashabına şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir :«Hiç kimse Benî Kureyza'ya varmadan ikindi namazını kılmasın.»
Yolda ikindi namazının vakti geldiğinde sahabeden bazısı: Biz Benî Kureyza'ya
varmadan namaz kılmayız demiş, diğerleri ise: Bizden bunu istememiştir demişler
ve namazı yolda kılmışlardır. Nebi (SAV) her iki taifeden de kimseyi
kmamamış-tır.
Evvelkiler hitabın umum ifadesini ele almışlar ve namazın geçmesini bu umuma
dahil kılmışlardır.
Ötekiler ise: Kendilerinde bu umum ifadeden çıkmalarını icap ettiren delilleri
vardı. Nebi (SAV)'nin maksadı muhasara ettiği kimselere hemen gitmektir dîye
anlamışlardır. Bu mesele fukahanın meşhur anlaşmazlığa düştüğü meseledir: Umum
kıyas ile tahsis edilir mi?
Buna rağmen yolda namaz kılanların fiili daha doğru idi.
Aynı şekilde Bilal (RA) da iki ölçek hurmayı bir ölçek hurmaya sattığında Nebi
(SAV) ona geri vermesini emretmişti. Ama bu muameleye faiz yemek hükmü terettüp
etmemiş, haram olduğunu bilmediğinden Bilal (RA) faiz yiyenler gibi fasık,
melun ve şiddet muamelesi görmemiştir.
Adiy b. Hatem ve sahabeden bir gurup «Fecrin beyaz ipi siyah ipten ayırd
edilinceye kadar yiyiniz içiniz» (Bakara 187) ayetin-deki beyaz ve siyah ip
tabirlerini gerçek ip olarak anlamışlardı. Bu yüzden yastıklarının yanına bir
beyaz, bir de siyah ip edinirler ve bu iki ip birbirinden ayırdedilecek
aydınlığa kadar yer ve içerlerdi. Bunun üezirne Nebi (SAV) Adiy'e şöyle buyurdu
: «Demek ki senin anlayışın kıt. O (nün manası) gündüzün beyazlığıyla gecenin
siyahlığıdır.» buyurarak onun ayeti anlayamadığına işaret etmiştir. Fakat oruç,
yemek günahların en büyüklerinden olduğu halde bu yüzden ramazanda oruç yiyen
birine yapılan kınama Adiy'e yapılmamıştır.
Soğuk bir günde başından yaralı bir kimseye gusl icap ettiğinde gusletmesi
vaciptir diye fetva vermişler adam yıkanmış ve bu sebepten ölmüştür. Bu hususta
fetva verenler yukarıdakiler gibi değildir. Çünkü Nebi (SAV) onları şöyle
azarlamıştır: «Allah canlarını alsın, adamı öldürdüler. Biliniyorlarsa
soramazlar mı? Cehaletin şifası sormaktır.» Bu fetvayı verenler ictihadsız hata
etmişlerdir, çünkü ilim ehlinden değillerdi.
Aynı şekilde Üsame b. Zeyd'e de; Hure-kat harbinde «Lailaheillallah» diyen
birini öldürdüğü için kısas ve diyete hükmetmemiştir. Çünkü Üsame onun
öldürülmesinin caiz olduğuna, binaenaleyh islâm'ın sahih olmadığına inanıyordu.
Halbuki öldürülmesi haramdı.Selef ve fukahanın cumhuru da böyle amel etmiş ve
ehli bağy'in makul bir tevil ile ehli adli öldürmelerinden dolayı diyet veya
kısas gerekmeyeceğine kail olmuşlardır.
Sünnete muhalefetinden dolayı ceza gerektiren bu şartı her yerde tekrar tekrar
söylemeye gerek yoktur. Çünkü bu artık yerleşmiş, bilinen bir şeydir.
Amel edene va'dedilen mükafata nail olmanın Allah rızası için (ihlaslı olmak)
ve rid-det ile amelini iptal etmemesi şartı vardır, işte bu şartı, mükafat va'd
eden her hadiste zikretmeye gerek yoktur. Çünkü artık bilinen bir husustur.
Cezayı gerektiren bir durum hasıl olduğunda bazı engeller bu ceza hükmüne engel
teşkil eder.
Cezayı engelleyen şeyler çoktur. Tövbe, istiğfar, kötülükleri gideren iyi
ameller, bela, musibet, şefaat edenin şefaati ve Allah'ın rahmeti gibi maniler
çoktur.
Bu sebeplerin hepsi ortadan kalkarsa (ki bu engeller Allah'a isyan eden azgın
inatçılar hakkında geçerlidir), işte o zaman ceza o kimseye lahik olur. Bu şu
demektir: Şu işi yapmak şu cezayı gerektirir. Bundan o işin haram ve çirkin
olduğu anlaşılır. Bu cezayı gerektiren sebebi yapan her şahsın o cezaya
müstehak olması kesin olarak batıldır. Çünkü o ceza şarta ve engellerin ortadan
kalkmasına bağlıdır.
Bunun izahı; Bir hadis ile ameli terkeden kimse şu üç şeyden hali değildir:
1) Ulemanın ittifakıyla terketmesi caiz olanı terketmesi şeklinde olur.
Hulefa-i Raşi-din'den naklettiğimiz misallerde olduğu gibi hükme muhtaç olan
kimseye o hadisin ulaşmaması hali. Böyle hallerde hadisi terkettiği için alime
birşeyin terettüp etmiyeceğinde hiç bir müslüman şüphe etmez.
2) Caiz olmayanı terk. Bu durum imamlarda hemen hemen hiç vaki olmamıştır.
Fakat bazı alimlerin aşağıdaki durumlara düşeceğinden korkulur.
a) Kendisi ictihad ve görüş sahibi olmakla beraber meselenin hükmünü
kavraya-maz ve fetvanın bütün sebeplerini bilemediği için hadisle ameli terk
eder.
b) Kendisi delile dayandığı halde meseleyi sonuna kadar tetkik etmeden hükmeder
ve istidlalde hata ederek hadisle ameli terk eder.
c) ictihad ve istidlal ile hükmetmiş olsa da muhalif hadisleri tetkik etmeye
bir gaye yahut adetin galip gelmesiyle hadisîe ameli terk etmek.
ictihadda varılması gereken son hadde her müctehid varamayabilir. Bu sebepten
alimler o meselede muteber içtihadın bulunmamasından korkarlardı. Bunlar
günahlardır. Fakat günahın cezası tövbe edilmediği taktirde gerçekleşir. O
günahları istiğfar, ihsan, bela, şefaat ve merhamet silebilir.
Heva ve hevesi galip gelip batıl bildiğine yardım edenler bu sınıfa girmezler.
Aynı şekilde bir görüşün doğru veya yanlış olduğuna bakmadan hüküm verenler
de" giremez.
«Hakimler üç sınıftır, ikisi ateşte, birisi cennettedir. Cennette olan bilen ve
bildiğiy/e hükmeden hakimdir. Ateştekiler ise cehaletle bilmeden ve doğruyu
bildiği halde aksine hükmedenlerdir.»
Müftüler de böyledir. Ama cezanın muayyen bir şahsa ulaşmasının da
açıkladığımız gibi çeşitli engelleri vardır.
Şu yukarıda zikredilenlerden bazıları kabul görmüş büyük imamların bazısında
vuku bulsa — ki bu çok uzak ihtimaldir, vaki olmamıştır— bun/ardan biri
sebebiyle olmuştur. Vaki olsa dahi bu onların imamlıklarını kesin olarak
zedelemez.
Bizler onların masum olduğuna inanmayız. Tam tersine günah sadır olacağına
cevaz veririz ama bununla beraber sünnete tabi olmaları ve salih amel
işlemeleri sebebiyle onların makamlarının yüksek olacağını umar, ümid ederiz.
Çünkü günahda ısrar etmemişler ve sahabeden daha üstün derecede değillerdir.
Ulema sahabenin verdiği fetva ve hükümlerde aralarında geçen kanlı
hadiselerde-ki tutumları hakkında da hüküm aynıdır.
3) Sonra bizim yukarıdaki sebep/erden dolayı hadisleri terkedenlerin mazur
olduğunu ve me'cur olduğunu bilmemiz muhalifi olmayan hadislere tabi olmamıza
engel teşkil et-. mediği gibi, bu sahih hadislerle amel etmenin ümmete de farz olduğunu
ve tebliğ gerekti-30
ğine inanmak da ulemanın ihtilaf etmediği mevzulardandır.
Bu hadisler ikiye ayrılır,
1 — Senedi ve metni kafi olan (Resulul-lah (SAV)'ın söylediğine ve o şekli
kasdetti-ğine kesin olarak inandığımız) hadisler ki, ulema bu kati hadislerle
amel etmeye ittifak et-mistir.
2 — Delaleti zahir olup kafi olmayan hadisler. Birinci sınıf hadislerin
gereğini bilmek ve amel etmeye inanmak hususunda ule-ma arasında ihtilaf
yoktur. Fakat bazı haber-lerde senedi kafi midir değil midir, delaleti kafi
midir değil midir gibi ihtilaf etmektedir-ler. Ümmetn kabul ve tasdik ederek
gereğiyle amel etmeye ittifak ettikleri haberi vahid de ihtilaf ettikleri gibi.
Fukaha ve mütekelliminin çoğu haberi vahid'in ilim ifade ettiğine,
müte-kelliminden bir kısmı da ilim ifade etmediğine kail olmuşlardır.
Birbirlerini tasdik eden çeşitli yollarla rivayet edilmiş hadislerde de durum
aynıdır. Rivayet yollarını bilen ravilerin hallerine muttali olan, haberde
bulunan karine ve alametlere vakıf bir kişiye göre bu haber ilim ifade ederken,
bu hususları bilmeyene ilim ifade etmemektedir. Bu yüzden hadis alimlerinin
büyükleri bazı haberler hususunda yakîn hasıl olduğu halde, başkalarına göre
değil yakîn, sahih olmadığına bile kail olmuşlardır.
Hadisin ilim ifade etmesi bazen haber verenlerin çokluğu, bazen rivayet
edenlerin sıfatları, bazen haber veriş şekli, bazen haber verenin anlayışı,
bazen de.haber verilen şeyin i/im ifade etmesiyle anlaşılır.
Bazen birkaç kişinin rivayeti yalan ve hatadan uzak olmaları dindarlıkları ve
hıfzlarının kuvveti sebebiyle ilim ifade eder de, sayılan, bu birkaç kişinin
kat kat fazlası kimselerin rivayeti ilim ifade etmez.
işte bu üzerinde şüphe edilmeyen gerçektir. Fukaha ve muhaddislerin çoğuyla
mü-tekellimînin bir kısmı da bu görüştedir.
Mütekellimîn ite fukahanın bir kısmı herhangi bir meselede verdikleri haber
kesinlik ifade eden kişiler sayısında bir kalabalık tarafından yapılan her
rivayet ilim ifade eder görüşündedir. Bu kesin olarak batıldır. Ama burası onun
izah yeri değil.
Haberi bilmek hususunda haber verenlerin dışındaki karinelerin tesirini burada
zikretmedik. Çünkü bu karineler haberden tecrid edilirlerse ilim ifade
edebilir.
Bu karineler yalnız başına ilim ifade ettiğinde habere tabi kılınmamışlardır.
Haber de karineye tabi kılınmamıştır. Tam aksine her biri ayrı ayrı bazen ilim,
bazen de zan ifade etmişlerdir. İkisinde birden ilim ifade eden özelliklerin
toplanması, yahut birisinde ilim icabettiren diğerinde zannı gerektiren şeyler
bulunsa da durum aynıdır.
Haberler hususunda geniş malumatı olanın doğruluğuna hükmettiği haberlere, aynı
seviyede olmayan birisi doğruluğuna hükmetmeyebilir.
Bazen hadisin nass mı, zahir mi olduğunda ihtilaf ettiklerinden delaletin
kat'iyyeti hususunda anlaşamayabilirler. Zahir olsa mer-cuh ihtimali nefyeden
birşey var mı yok mu diye ihtilaf ederler. Bu da çok geniş bir konudur.
Ulemanın bir kısmı bazı hadislerin delaletinin kafi olduğunu, başkaları aksini
söylerler. Bu da, ya hadisin başka manaya ihtimali olmadığını bildikleri için,
yahut da başka mananın bu manaya hamline engel olduğu için veya başka deliller
sebebiyledir.
ikinci kısım olan zahire gelince, bütün muteber alimlerin ittifakıyla gereğince
amel etmek farzdır. Ancak ilmî bir hüküm içeriyorsa bu hususta ihtilaf
etmişlerdir. Fukahadan bir grup adil olan haberi vahid bir fiil üzerine tehdit
ifade ediyorsa bununla amel etmek farz olur ve o fiilin haram olduğu kesinlesin
Bunda haber kafi olmadıkça onunla amel edilmez. Metin kafi delalet zahir olunca
da böyledir. Bu yüzden de Hz, Aişe (RA)'nin Ebu is-hak Sıbey'inin ailesine:
«Zeyd b. Erkam'a tebliğ et ki tevbe etmedikçe Resulullah (SAV) ile yaptığı
cihadı iptal etmiş olur» sözünü tah-rime hamlettiler. Hz. Aişe tehdidi (VAİD)
bildiği için zikretmiştir. Biz onun haberiyle tahmin üzerine amel ederiz.
Bunların delilleri vaid ameli işlerdendir. Bu yüzden ilim ifade eden haberden
başkasıyla sabit olmaz. Aynı şekilde eğer iş hükmünde içtihad edilen bir
meseleyse onun fiiline de vaid gerekmez.Bunların sözüne göre vaid hadisleri
fiillerin mutlak olarak haram olduğuna delildir. Bu hadislerle delalet kafi
olmadıkça vaid sabit olmaz.
Bazı kıraatlerin Osman mushafında bulunmamakla beraber sahih kabul edilmeleri
gibi. Çünkü bu kıraatler haberi vahid ile va-rid olmuş ilim ve amel ifade
etmektedir. Amel etmek hususunda haberi vahid ile ihticac etti-ler, fakat
Kur'an olarak kabul etmediler. Çünkü kıraatler sadece yakîn ifade eden
delillerde sabit olan ilmi işlerdendir. Fukahanın ço-, ğu da, bu hadislerin
içine aldığı vaid (tehdid) lerin hepsi hususunda hüccet olacağına za-hip
olmuşlardır. Selefin çoğunluğu da bunu kabul etmiştir. Çünkü Sahabe-i Kiram ile
Tabiiler böyle hadislerle vaidleri isbat eder ve gereği ile amel edileceğini
beyan ederler ve hadisin içerdiği tehdidin faile lahik olacağını açıkça
belirtirlerdi. Bu durum fetva ve naklettikleri hadislerinde yaygındır. Çünkü
tehdit bazen zahir deliller, bazen de kafi delillerle sabit olan şer'i ahkâm
cümlesindendir. Vaid-de tam yakîn (kesin bilgi) değil, yakîne veyo amelî
hükümlerde olduğu gibi zannı galibe dahil olan itikad aranır.
insanın bir şeyi Allah'ın haram kıldığına inanması ile bir şeyi yapanın
cezalanacağına inanması arasında fark yoktur. Allah'ın bir şeyi haram
kılmasıyla o şeyi işleyeni ceza ile tehdit etmesi arasında fark yoktur. Zira
her ikisi de Allah tarafından bir haber vermedir. Birinci şekilde haber vermek
caiz olduğu gibi ikinci şekil de caizdir. Hatta birisi kalkıp da vaid ile amel
daha kuvvetlidir dese daha doğru olur. Bu yüzden tergib (teşvik) ve terhib
(tehdit) hadislerinin isnadlarmda gösterdikleri kolaylığı, ahkam hadislerinde
göstermezlerdi. Çünkü vaide itikad, o işi terketmeye sebep olur.
Eğer o vaid gerçek ise insan kurtulur. Eğer hak değilse ve.fiilin cezası
vaidden daha hafif ise insan o fiili terkettiği için cezanın daha fazla
olduğuna dair itikadi hatası kişiye zarar yermez. Çünkü cezanın az olduğuna
inanmış olsa da hata ederdi. Müsbet veya menfi olarak cezanın ziyadesine hiç
inanmamış olsa yine hata etmiş olurdu.
Bu hatayı işlemeyi basit görür ve işlerse zaid olan ukubete —sabit ise— 'müstahak
olur, yahut da o cezaya müstehak olmanın sebebi oluşurdu.
Demek ki itikatta hata iki takdirde de eşittir. Tehdide itikat etsin veya
etmesin. Azab-dan kurtulmak ise itikat etmeye daha yakın olduğundan, vaide
itikad etmek evladır.
işte bu delil ile ulema yasaklayan delili, mubah kılan delile tercih etmiştir.
Fukaha da bu ihtiyat yolunu takip etmiştir.
Amelde ihtiyat ise ittifak edilmiş gibi bir durum arzetmektedir.
Vaid, inananı inkardan doğan hatasmda-ki korkusu karşısında bu itikadı kabul
etmeme korkusu-varsa itikadı icap ettiren delil ile itikat ettiği takdirde
hasıl olacak kurtuluş, zıt-ları olmayan iki sağlam sıhhatli delil olarak
kalır.Birisi kalkıp da; vaid üzerine hakkında kafi delil bulunmaması onun
yokluğuna delildir diyemez. Mushafda bulunmayan zaid kıraatler hakkında
mütavatir haberin olmaması gibi. Çünkü delilin bulunmaması medlul aleyh
(delilin gösterdiği şey) in bulunmadığına delalet etmez.
ilmi bir şeyin hakkında kat'i delil bulunmadığı için yokluğuna hükmeden kimse
(Mü-tekellimînden bir taifenin metodu budur) açıkça hata etmiş olur.
Fakat bir, şeyin varlığının, varlığını gösteren delil gerektirdiğini ve delilin
de olmadığını bilince gerekli şeyin olmadığına hükmederiz. Zira lazımın
bulunmaması melzumun da bulunmadjğına delildir.
Biz biliriz ki Allah'ın kitabını ve dinini yaymaya, nakletmeye iten faktörler
mevcuttur ve imkan hasıl olmuştur. Öyleyse ümmetin, insanların ihtiyaç duyduğu
şeyi hücceti amme olarak nakline ihtiyaç duyduğu şeyi gizlemesi caiz olmaz.
Mütevatir, yolla altıncı bir namazın veya başka bir surenin olmadığı
mevcudiyeti nakledilmediğinden biz onların yokluğunu kesin olarak anladık.
Vaid bahsi bu bahislerden değildir. Zira her vaidin mütevatir olarak
nakledilmesi gerekmez. O fiilin hükmü hakkında da durum aynıdır.
Böylece ortaya çıkar ki vaid içerikli hadislerle gereğince o işi yapanın o
vaidle tehdit edildiğine inanarak amel etmesi gerekir
ve vaidin tahakkuku için bazı şartlar ve engeller vardır.
Bu kaide bazı misallerle daha iyi anlaşılır. Mesela:
Nebi (SAV)'nin (sahih hadisde olacak) şöyle buyurduğu sabittir: «Allah faiz
yiyene, yedirene, şahidlerine ve katibine lanet etmiştir.»
Birden fazla sahih yolla yine peşin olarak iki ölçeği bir ölçeğe satan kimseye:
«Eyvah işte o faizin ta kendisidir» buyurmuştur. Yine başka bir hadisde de:
«Buğdayı buğday karşılığında müsavi olmadıkça satmakta faizdir» buyurmuştur. Bu
faiz çeşitlerinin ikisinin de Nesie ve Fadl hadisinin manasına dahil olduğunu
gösterir.
Kendilerine Nebi (SAV)'nln «Faiz ancak nesiede olur» kavli ulaşanlar peşin
olarak Ikl ölçeği bir ölçek karşılığında satmayı helal saymışlardır. Ibni Abbas
ve arkadaşları, Ebl Şa'sa, Ata, Tavus, Said b. Cübeyr, ikrime ve Mekke Heri
gelenlerinden diğerleri gibi peşin olarak iki ölçeği bir ölçeğe satmayı helal
sayanların faiz yediklerine, binaenaleyh lanete müstehak olduklarına inanmak
hiçbir müslü-mana helal olmaz. Zira onlar ve onları taklid edenler geçerli bir
tevile dayanarak bunu yapmışlardır.
Aynı şekilde Medineli büyük alimlerden bir kısmına göre, kadınlara,
dübürlerinden yaklaşmanın caiz olduğu nakledilmiştir. Halbuki Nebi (SAV):
«Kadınlara arkasından yaklaşan (cinsi münasebette bulunan) şüphesiz Muhammed'e
indirileni inkar etmiştir» buyurmuştur.
İçki hakkında da Nebi (SAV)'den sabit olmuştur ki: «İçki mevzuunda on kişi
lanetlenmiştir; Üzümü sıkan, sıktıran içen...». Yine birkaç veçihle sabit
olmuştur ki: «Sarhoşluk veren her içki, sarhoş edici her şey şaraptır. Hz. Ömer
muhacir ve ensar arasında minberinde hutbe okuyarak: «Aklı örten (sarhoş eden)
her şey şaraptır» dedi. Allah hamrın haram olduğuna dair ayetini inzal
ettiğinde . Medine'de içtikleri içkiler sebebi nüzulü teşkil etmekteydi.
Medine'de de hurma şarabından başka içki yoktu. Üzüm şarabının hiçbir çeşidi
Medine'de bulunmazdı.
Kufe'nin ilim ve amelde faziletlilerinden bazıları hamrın (şarap) üzümden başka
bir şeyden olmadığına, bu yüzden de üzümden başka şeylerden yapılan içkilerin
sarhoş etmeyecek biçimde içilebileceğine inanırlardı ve helal olduğuna
inandıkları miktarda içerlerdi.
Bunların içki içenler için vaid (tehdid) in şümulüne girdiğini söylemek caiz
olmaz. Çünkü onların yaptıkları te'viller ve diğer maniler sebebiyle özürleri
vardır. Aynı şekilde içtikleri, lanetlenen hamr'dan değildir demek caiz olmaz.
Çünkü umum ifade eden kavle, sebebi mutlaka dahildir. Medine'de üzüm şarabı
yoktu.
Peygamber (SAV) şarap satana lanet ettiği halde, bazı sahabe şarap satmıştır.
Bu duruma Hz. Ömer'e ulaşınca Allah filanın canını alsın. Resulullah (SAV)'ın:
«Allah yahu-
dilere lanet etmiştir (etsin), yağlar onlara haram kılındığı halde onu sattılar
ve parasını yedilere buyurduğunu bilmez mi demişti. Sahabe şarap satmanın haram
olduğunu bilmiyordu .Hz. Ömer'i onun bilmemesi engellememiş ve bu günahın
cezasını beyan ederek onun ve başkalarının bu işten uzak durmalarını mu-rad
etmiştir.
Resulullah (SAV) şarap için üzüm sıkana da sıktırana da lanet etmiştir.
Fakihlerden çoğu bir kimse şarap yapılacağını bilse de başkasına üzüm
sıkmasının caiz olduğuna hükmetmiştir. Bu hadis şarap için üzüm sıkanın
lanetleneceğine dair bir nass olmasının yanı sıra, bu hüküm mazur bir kimseye
bir mani yüzünden şamil olmaması mümkündür. Aynı Peygamber birçok sahih hadiste
de vasile ve musilenin (saç takan ve taktıran kadın) lanetlendiği sabitken bazı
fakihler bunu sadece mekruh saymaktadır. Nebi (SAV): «Gümüş kaptan içen kimse
karnına ancak cehennem ateşi yuvarlar» buyurduğu halde bazı fakihler tenzihen
mekruh olarak görürler. «İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse
öldüren de, ölen de cehennemdedir» hadisiyle müslümanların haksız yere
savaşmalarının haram olduğuna hükmedip gereğince amel etmek lazımdır. Bununla
beraber Çemel ve Sıffın'de savaşanların cehennem ehli olmadıklarını da
biliyoruz. Çünkü onların harbetmek için özür sayılacak te'villeri vardır.
Ayrıca hadisin muktezasınca ameli hase-neleri vardır.Nebi (SAV) sahih bir
hadiste şöyle buyurdu : «Üç kişi vardır ki Allah kıyamette onlara bakmaz,
temize çıkarmaz ve onlara elim bir azab vardır; (elindeki) fazla suyu yolcudan
esirgeyen, Allah ona şöyle der: Elinin yapmadığının fazlasını sen nasıl esirgediysen,
bugün de ben senden fazlasını esirgiyorum. Bir hnama dünya menfaati için biat
eden kimse, eğer imam ona verirse razı olur, ona bir-şey vermezse kızar,
ikindiden sonra mal üzerine yalan yere verilenden daha çok verildi diye yemin
eden.» Bu hadis suyunun fazlasını esirgeyenler hakkında büyük bir tehdittir.
Buna rağmen bir kısmı bunu caiz görmüşlerdir.
Bu hilaf bizim bu işleri hadisleri delil göstererek haram itikat etmemize engel
olmaz. Hadisin gelmesi te'vil edenlere tehdidin ulaşmayacağına ve mazur olduklarına
inanmamızı da engellemez.
Nebi (SAV) «Hülle yapana da yaptırana da Allah lanet etsin» buyurmuştur. Bu
hadis Resulullah (SAV)'dan ve ashabından birkaç yoldan rivaye tedilmîş sahih
hadistir. Bununla beraber ulemadan bir kısmı hülleyi mutlak olarak sahih
görmektedirler. Bunları akidde şart koşulmadığı takdirde diye sahih
görmüşlerdir. Onların bu hususta malum özürleri vardır. Birincilere göre usulün
kıyası nikah ile batıl olmaz. Alışverişte mal ve ücretin bilinmemesi akdi
bozmadığı gibi.
ikincilere göre usulün kıyası akidlere mukterin şartlardan arınmış akidler.
akidlerln hükmünü değiştirmez.
Bu hükmü verene bu hadis ulaşmamıştır. Bu ortadadır. Çünkü eski kitaplar bu
hadisi içine almamaktadır. Şayet o hadis kendilerine ulaşsaydı ya aldıklarını
beyan ederek veya ona cevap vererek veya te'vil ederek yahut da mensuh olduğuna
inandıklarını söyleyerek veyahut da zıddı bir hadisin bulunduğunu anlatarak onu
zikrederlerdi.
İşte bu yüzden hülleyi yapan helal olduğuna inanarak dahi yapmış olsa bu vaidin
onlara ulaşmayacağını biliyoruz. Şartının bulunmaması veya bir engel
bulunmasıyla bazı şahıslara vaid lâhik olmasa dahi bu vaidin sebebinin hülle
olduğuna inanmamıza bu durum engel değildir.
Haris b. Kilde'nin nikahında doğan Ziyad b. Ebihi'yi Ebu Süfyan'ın: «O onun
nutfesin-dendir» dediği için Muaviye (RA) Ziyad b. Ebihi'yi kütüğüne geçirmesi
bu kabildendir. Halbuki Resulullah (SAV) buyurdu ki: «Babası olmadığını bildiği
halde bu benim babamdır diye iddiada bulunana cennet haramdır.» «Kendisini
babasından başkasına veya efendisinden başkasına nisbet eden kimseye Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti olsun. Allah ondan ne fidye ne de şefaat
kabul eder.» Bu hadis sahihtir.
Resulullah çocuğun nikahlı kocaya ait olduğuna hükmetmiştir. Bu hüküm ittifak
edilen hükümlerdendir.
Nikahlı babadan başkasına nisbet edilen kimsenin de Resulullah (SAV)'ın
kelamına dahil olduğunu biliyoruz. Halbuki sahabeye değil, sahabeden daha aşağı
mertebede bulunan bir kimse dahi bu vaide dahildir denilemez. Çünkü çocuğun
nikahlı kocaya ait olduğu hükmü onlara ulaşmamış olabilir. Bu nedenle de
çocuğun anasını hamile bırakana ait olduğuna inanabilirler. Ziyad'ın anası
Sü-meyye'yi Süfyan hamile bırakmıştır.
Bu hüküm insanlardan çoğuna gizli kalabilir. Özellikle de sünnetin intişarından
önce sünnetin ulaşmaması mümkündür. Cahiliyye devrinde adetin böyle olduğunu da
unutmamak gerekir. Veya bu sünnetle bazı maniler yüzünden amel edilmemesi,
hasenatin seyyiatı mahvedeceği gibi vaidi önleyen şeyler olabilir. Bu geniş bir
konudur. Kitap ve sünnetle haram kılınıp imamlara ulaşmadığı için helal
saydıkları her şey buna dahildir. Veya ulaştığı halde kendilerindeki deliller
muhalif olduğundan akıl ve ilimlerini kullanarak ictihad edip tercih ettikleri
hususlar da bu konuya dahildir. Tahrimin : te'sim, zem. ukubet ve fısk gibi
ahkamı yanısıra şartları ve manileri de vardır. Tahrim sabit şartlarının
bulunamamasın-dan dolayı veya bazı maniler sebebiyle bu hükümler
bulunmayabilir. Veyahut bu tahrim başkası hakkında sabit o şahıs hakkında
müntefi olabilir.
Sözü yine buraya getirdik, çünkü ulema bu meselede ikiye ayrılmışlardır.
Birincisi: Selef ve fukahanın çoğunun görüşüdür. O da Allah'ın hükmü birdir
içtihadıyla muhalefet eden hatalıdır, mazurdur ve ecrini alır.
Buna göre tevil ederek haram olan bir şeyi işleyen haram işlemiş olur. Fakat
tahri-min eseri terettüp etmez. Allah onu affetmiş-tir. Zira Allah mükellefe
gücü yettiğinden başkasını yüklemez.
ikincisi: Tahrim delili kendisine ulaşmadığı için onun hakkında haram olmaz.
Başkası hakkında haram olsa da o şahsın aynı haiöketi haram olmaz.
ihtilaf birbirine çok yakındır, ibarede ihtilaf vardır.
ihtilaf mevzularma tesadüf ettiğinde vaid hadislerinde söylenecek söz budur.
Çünkü alimler bir fiilin haram olduğunu ifade eden hadislerle ihticac (hilaf
veya vifak yeri olsun; hususunda ittifak etmiştir. Hatta delil getirirlerken
hilaf mevzularında bunlarla daha çok istidlal ederler. Lâkin vaid hakkında
(zikrettiğimiz üzere) kafi olmazsa istidlalde ihtilaf etmişlerdir.
Vaid hadisleri hilaf mahallini değil, vifak mahallini içine alır. Failinin
lanetleneceği, gazabı veya cezayı gerektireceğine dair tehdid bulunan hadisler,
haram olmasında ittifak olunan fiillere hamlolunur ki helal olduğunu itikat
eden müctehidler bu vaide girmesin. İnanan kimse yapandan daha şuurludur. Çünkü
yapmayı emreden odur. Böylece lanet tehdidi veya gazab istilzam yoluyla inanan
kimseye ilhak olunur mu, olmaz mı dense ona birkaç vecihle cevap veririz.
Birincisi: Tahrim cinsi hilaf mahallinde
sabit olur veya olmaz. Eğer hilaf mahallinde kesinlikle sabit olmazsa haram
olması lâzım gelir. Haram olduğunda ittifak edilenler bu durumdan hariçtir.
Çünkü haram olduğunda ihtilaf edilen herşey helaldir. Bu, ümmetin ic-masına
muhaliftir. Batıl olduğu İslâm dininin zaruri kıldığı malumat ile sabittir, malumdur.
Şekilde de olsa tahrim cinsi hilaf mahallinde sabit olursa, müctehidlerden bu
fiili helal sayanlara ya haramı helal kılan kimseye yapılan zem veya onu
işleyenin ve cezasını hak edenin cezası lâhik olur veya olmaz.
Bu ceza lâhik olur veya olmaz dense ittifakla sabit olan vaid hadisi de aynı
durumdadır. Hilaf mahallinde sabit olan vaid ise zikrettiğimiz tafsilat
üzerinedir.
Vaid failedir. Haramı helal kılanın cezası, inanmaksızın o işi işleyenin
cezasından daha büyüktür.
Tahrimin hilaf suretinde sabit olması caiz olunca helal kılan müctehide haramı
helal saydığı için ceza verilmediğine ve mazur olduğuna göre o fiilin cezasının
faile lâhik olmaması daha evladır.
Müctehidin bu tahrim hükmüne dahil olması gerekmediği gibi vaidln hükmü altına
da girmesi gerekmez. Zira vaid zem ve cezadan ibaret bir neviden başka bir şey
değildir. Bu cinsin altına girmesi caiz olursa bazı çeşitlerine verilen cevap
diğer bazısına da 6evap olur.
Zem (kınama) min çokluğu ile azlığı veya cezanın kuvvetli veya hafif olması
arasındaki fark bir şey ifade etmez. Çünkü bu nok-
tada cezanın ve kınamanın az olmasındaki sakınca, çok olmasındaki sakınca
gibidir. Müctehide bu ceza ve kınamanın ne azı, ne de çoğu isabet eder. Tam
tersine ecir ve sevap alır.
İkincisi: Hükmün ittifak veya ihtilaf
edilmiş hükümlerden olması, fiilden ve sıfatlarının dışında kalan işlerdendir.
Onlar sadece bilemediklerinden dolayı bazı alimlere arız olan işlerdir.
Bir umumi lafızdan hâs murad edilmişse; Beyanın tehirine cevaz vermeyenlere
göre mutlaka tahsis ifade eden hitaba mukarin bir delil getirmek şarttır.
Cumhura göre de ihtiyaç anına kadar delil tehir edilebilir.
Resulullah (SAV) zamanında bununla mu-ş hatap olanlar şüphesiz kitabın hükmünü
bilmeye muhtaç idiler. Resulullah (SAV)'ın faiz yiyeni, hulleciyi ve başkalarını
lanetleyen umumi lafzından murad, haram olduğuna ittifak edilmiş hususlardan
biri olsaydı —Bu da ancak Resulullah (SAV)'ın vefatından sonra ve ümmetin bu
umum ifade eden fertlerin hepsini beyanından sonra bilinirdi— kelamını ümmetin
lanetlenen bütün ferHerin hakkında konuşmasına kadar tehir etmesi demek
olacaktı ki bu caiz değildir. "
Üçüncüsü: Bu kelam ümmetin harami
öğrenip ondan sakınması için ümmete yapılan hitaptır, icmalarmda ona
dayanırlar. Ve ihtilaf ettiklerinde onu delil gösterirler.
Eğer kastedilen şekil sadece icma ettikleri husus olsaydı kastedileni bilmek
icmaya bağlı kalır ve icmadan önce onunla ihticac eahih olmaz ve icmaya da
müstened olamazdı. Çünkü icmanın müstenedinin icmadan önce bulunması şarttır,
icmadan sonra gelmesi imkansızdır. Çünkü sonra gelirse batıl bir suret arzeder.
Bu takdirde icma, ehli hadisten murad edileni bilmeden bir hadisle istidlal
etmeleri mümkün olmaz. Çünkü istidlal icmaya bağlı, icma da istidlale bağlı
olmuştur. Eğer istidlal ettikleri şey hadisse, bu şey ile istidlal kendisine
bağlı olurdu ki bunun bulunması imkansızdır. Hilaf mevzularında hüccet olamaz,
çünkü murad edilmemiştir. Bu ise hadisin vifak ve hilaf mahallinde hükme
delaletini işlemez hale getirmektir.
Bir fiilin kötü olduğunu bildiren naslar-dan hiç birinin bize o fiili haram
olduğunu ifade etmesinin gerekmediği demektir ki, bu da batıldır.
Dördüncüsü: Bu durum bu hadislerden
ümmetin ittifak ettikleri hariç böyle ihticac etmemeyi gerektirir. Öyleyse
sahabe devrin-dekilerin bu hadislerle ihticacı caiz değildir. Hatta Resulullah
(SAV)'dan duyan kimsenin dahi ihticacı caiz olmaz. O kimse böyle bir hadis
işitince ve alimlerden bir çoğunun da onu bildiğini muarız delil olmadığını
görünce, yeryüzünde ona muhalefet eden var mıdır diye araştırmadan o hadisle
amel edemez. Aynı şekilde herhangi bir meselede icma ile ihticac edecekse tam
bir araştırma yapmadan onunla ihticac caiz olmaz.
46
Öyleyse Resulullah (SAV)'ın hadisi, müc- -tehidlerden birinin muhalefetiyle
batıl oluyor. Ve bir kişinin sözü Resulullah (SAV)'ın kelamını iptal ediyor ve
muvafakati Resulullah (SAV)'ın kelamını kabul ettiriyor. Eğer o bir kişi hata
ederse onun hatası Resulullah (SAV).'ın kelamını iptal ediyor ki bu tamamiyle
batıldır.
icma ile bilinmedikçe onunla ihticac edilmez dense, nasların delaleti icmaya
bağlı kalırdı ki bu da icmaya muhaliftir. O zaman da nasiarın bir delaleti
kalmazdı. Muteber olan icma olurdu ve nassın tesiri ortadan kalkardı.
Muhalif bilinmiyorsa ihticac edilir dense, o zaman da ümmetten birinin kavli
nassın delaletini iptal ederdi ki bu da icmanın hilafına-dır. Batıl olduğunu
bilmek islâm'ın zaruriyatı diniyyesindendir.
Beşincisi: Hitabın şamil olması için
ümmetin hepsinin o şeyin haram olduğuna inanması yahut da ulemanın inanmasıyla
yetinil-mesi şart koşulur.
Birincisine göre vaid hadislerinin tahrime delil olması, bütün müslümanların
uzak kırlarda yetişenlerin ve yeni İslâm'a girenlerin dahi o şeyin haram
olduğuna inandıkları bilinmeden caiz değildir. Bunu değil bir müs-lüman, akıl
sahibi hiç kimse söylemez. Çünkü bu şekilde ilim imkansızdır.
Alimlerin itikadıyla iktifa olunur dense, şöyle cevap verilir. Ulemanın
ittifakı mücte-hid hata etmişse bu vaide dahil olmasın diye şart koşulmuştur.
Bu durum aynı şekilde tah-rim delilini ammeden işitmemiş olanda da mevcuttur.
Lanetin bunu kapsamasının mahzuru aynen diğerindeki gibidir. Arada fark yoktur.
O ümmetin büyük ve faziletli şahısların-dandır. Bu ise basit birisidir demek bu
durumdan kurtarmaz. Çünkü bu fark hükümde müşterek olmalarım engellemez. Allah
hata ettiğinde müctehidi bağışladığı gibi, öğrenme imkanı olmayan cahili de
hata ettiğinde bağışlar. Bilakis avamdan birinin haram bir işi işlemesinden
hasıl olan mefsedet Allah'ın haram kıldığını, bir imamın ihlal etmesinden doğan
mefsedetten daha azdır.
Bu yüzden «Alimin hatasından sakının. Zira o hata ederse onunla alem hata eder»
denilmiştir.
Ibni Abbas (RA): «Tabisi çok olan imamların vay haline» demiştir.
Alim zararı hatasından büyük olduğu halde affedilirken, zararı daha az olan
cahilin hatasının affedilmesi daha evladır.
Evet ikisi de diğer bir noktada ayrılıyorlar. Müctehid içtihadıyla
hükmetmiştir. Zararı, yaydığı ilim ve sünneti ihyası yanında kaybolmuştur.
Allah ikisini de bu cihette ayırmış ve müctehide içtihadı dolayısıyla sevap
vermiştir. Alime ilmi dolayısıyla cahilin iştirak ede-miyeceği bir sevap
vermiştir. Af noktasında ikisi de müşterektir. Sevapta ise ayrılırlar. Cezanın
haketmeyene vukuu ise alim olsun cahil clsun imkansızdır. Bu imkansızlığı iki
kıs-
mı da içine alacak şekilde hadisten ihraç etmek şarttır.
Altıncısı: Vaid hadislerinden bazıları
hilaf hususunda nastır. «Hülleyi yaptıranın lanetlenmesi» misalinde olduğu
gibi. Alimlerden bazıları bu kimsenin günahkâr sayılmayacağı çünkü birinci
akidde rükün olmadığını. Ancak hülleye vefanın vücubuna itikadından ötürü
lanetlenebilir, demişlerdir.
Birinci nikahın sahih olduğuna —şart batıl olsa da kadın ikinciye helal olur—
inanan kimse şahsı günahtan tecrit etmiş demektir.
Muhallil (hülleyi yapan) da hülleden dolayı veya akilde koştukları şarta
vefanın vücubuna veya her ikisine inanması dolayısıyla melundur. Birinci olsun,
üçüncü olsun gaye hasıl olmuştur. Eğer ikinci durum varsa hülle olsun olmasın
laneti gerektirir. O zaman hadiste zikredilen lanet sebebi değildir. Lanet
sebebine hiç değinilmemiş olur, bu da batıldır.
Sonra şarta vefanın farz olduğuna inanan kimse cahil ise ona lanet yoktur. Eğer
farz olmadığını biliyorsa farz olduğunun itikadı imkansızdır. Ancak Resulullah
(SAV)'a inaden yapıyorsa o zaman zaten kafir demektir. O takdirde de hadisin
manası kafirlere lanet olarak ortaya çıkar. Küfür ise bu cüz'i hükmü inkarla
hususiyet arzetmemektedir. işte bu şöyle diyen kimse gibidir: Resulullah'ın
nikahta talak şartı batıldır hükmünü yalanlayana lanet olsun.
Bu kelam lafz ve mana yönünden umum ifade sder. Bu gibi umum lafızlar nadir
şekillere hamlolunmaz. O zaman söylenen söz, hata ve anlamamak bölümüne, girer.
Tıpkı «Velisinin izni olmadan nikahlanan kadının nikahı batıldır»
hadisini mükatebeye te'vil etmek gibi.
Nadirliğinin beyanı; Cahil müslüman hadise dahil olmaz. Bu şarta vefanın farz
olmadığını bilen müslüman, vefanın farziyatine inanarak şart koşmamaktadır.
Aksi takdirde . kafir olması gerekir. Kafir —münafık olmadıkça— müslüman
nikahıyla nikahlanamaya-caktır. Bu nikahın bu vecihle ortaya çıkması nadirlerin
de enderlerindendir. Bu şekil hiç kimsenin aklına gelmez dense doğrudur.
Başka yerlerde hadisin hülleyi kasteden hullecinin şart koşulmasa da
kastedildiğine çok deliller zikrettik.
Hâs vaidlerde —lanet cehennem ise — Dirçok yerde muhalifi olmasına rağmen nas
olarak gelmiştir.
İbni Abbas (RA) hadisi gibi. Nebi (SAV) buyurdu ki:
«Allah kabirleri ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid edinen ve mum
yakanlara lanet etsin.» Tirmizi hasen hadistir dedi.
Kadınların kabir ziyaretine bazı alimler ruhsat verdi bazıları ise mekruh
gördü, haramdır demedi.
Ukbe b. Amir hadisi de ayrı bir örnektir. Rivayet etti ki Nebi (SAV) şöyle
buyurdu :
«Allah kadınlara arkasından yaklaşanlara lanet etsin.» Enes (RA) hadisi. Nebi
(SAV) buyurdu ki:
«Mal celbeden rızıklanır. Muhtekir ise mel'undur.»
Kıyamette Allah üç kişiyle konuşmayacak hadisi daha önce geçmişti. Onlardan
biri de «Elindeki fazla suyu yolcudan esirgeyen kimse» idi.
Şarap satanı Resulullah (SAV) lanetlediği halde bazıları satmıştı.
Resulullah'dan şöyle buyurduğu sahih olmuştur :
«Eteğini kibirinden sürütene Allah kıyamet günü bakmaz.»
Resulullah (SAV) buyurdu ki: «Üç kişi vardır k| kıyamette Allah onlarla
konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz: Eteğini sarkıtan, minnet
eden ve malını yalan yemin ile infak eden.» Hadis böyleyken fakih-lerden
bazıları eteği kibirle sürütmek ve sarkıtmak mekruhtur, haram değildir
demişlerdir.
«Peruk takana da taktırana da Allah lanet etsin» hadisi en sahih
hadislerdendir. Saç taktırma hususundaki hilaf malumdur.
«Gümüş kaptan içen karnına ancak ce^ hennem ateşini yuvarlar» hadisi varken
ulemadan bir kısmı onu haram kılmamıştır.
Yedincisi: Umum ifade eden delil
bulunur, mezkur karşıt delil de muarız olmaya (Çünkü en son noktası vifak veya
hilafa hamlolunması lanete müstehak olmayanların da lanete dahil olacağından)
elverişli değilse ona şöyle denilir: Eğer tahsis aslın hilafına olursa teksiri
de aslın hilafına olur ve cehalet, ictihad veya taklid sebebiyle mazur olanlar
bu umumun dışında kalırlardı. Hüküm mazur olmayanlara şamil olduğu gibi vifak
şekillerine de şamildir. Bu tahsis azdır, az olunca da evla olur.
Sekizincisi: Eğer lafzı buna hamledersek
lanet sebebini içine almış olur ve istisna edilene herhangi bir mani yüzünden
hüküm uygulanmaz. Va'd ve tehdidde bulunan, va'din ve tehdidin bir muarız
yüzünden kendilerine uygulanmayanları istisna edemeyeceğinde şüphe yoktur.
Bunun için kelam doğru bir metod üzerine cereyan etmiş olur.
Ama, laneti haram olduğuna ittifak edilmiş bir fiile hamletsek ve lanetin
sebebini bir icma yüzünden muhalif itikada hamletsek o zaman lanetin sebebi
tıadiste zikredilenin dışında birşey olur. O umumun, mutlaka bir tahsisi
gerekmekle beraber durum aynıdır.
Her iki takdirde de 'tahsis gerektiğinde birincisine bağlanması daha uygundur.
Çünkü kelamın vechine muvafakati olduğu gibi gizlilikten de uzaktır.
Dokuzuncusu: Bunu gerektiren lanetin
mazuru içine olmamasıdır.
Daha önce vaid hadislerinden maksadın o fiilin lanete sebep olduğunu beyan
etmek için olduğunu söyledik. O zaman takdir: Bu fiil lanet sebebidir olur.
Bu böyle denirse, hükmün her şahıs hakkında gerçekleşmesi lazım gelmez. Fakat
hüküm ona isabet etmese de sebep bulunmuş olur. Bunda da bir mahzur yoktur.
Daha önce müctehide zem olmayacağını kararlaştırdık ve haramı helal kılanın
günahı, haram işleyenden daha büyüktür dedik. Bununla beraber mazur mazurdur.
Bu işi işleyen ya müctehid veya mukal-lid olunca ikisi de cezanın dışında
kalıyorlar. Pekala burada cezalanan kim olacaktır dense ona bir kaç şekilde
cevap veririz.
Birincisi: Faili bulunsun veya bulunmasın
maksad bu fiilin cezayı gerektirdiğini beyan etmektir.
Her faile cezayı uygulamak bir engel veya şartının bulunmaması yüzünden mümkün
olmadığı farzedilse bile bu durum o şeyin haram olmasını etkilemez. Biz onu
haram olarak biliriz. Ve haram olduğunu bilen herkes ondan kaçınmalıdır.
ü işi yapanın bir özürünün bulunması Allah'ın ona bir rahmetidir. Büyük
günahlardan kaçmak küçük günahlara keffaret olsa da, küçük günahlar haramdır,
ihtilaf mevzuu bütün muharrematın durumu budur.
Bir şeyin haram olduğu açığa çıktıktan sonra —onu işleyen müctehid veya
mukallid mazur olsa da — onun haram olduğuna inanmamıza bu durum engel olmaz.
ikincisi: Hüküm beyanı, cezanın lahik
olmasına mani olan şüphenin izalesi içindir. Çünkü itikad ile hasıl olan özürün
bekası kas-tedilemez. Tam tersine mümkün mertebe izale edilmesi matlubdur.
Böyle olmasaydı ilmin beyanı gerekmezdi. Ve insanları cehaletin üzerine
terketmek onlar için daha hayırlı olurdu. Ve de birbirine benzeyen meselelerin
de-lillerini terketmek açıklamaktan daha hayırlı olurdu.
Üçüncüsü : Hükmün ve vaidin açıklanma-sı,
o işi terkedenin terkinde sabit kalması içindir. Böyle olmasaydı onunla amel
yaygın hale gelirdi.
Dördüncüsü: Bu özür izalesinden aciz
kalınmadıkça özür olmaz. Aksi takdirde insan hakkı öğrenip de gereğince amel
edemeyince mazur sayılmazdı.
Beşincisi: insanların içinden mubah kılan bir içtihad yapmaksızın veya mubah
kılan bir takiid bulunmaksızın o işi yapan çıkabilir. Bu gibi hallerde bu has
mani bulunmaksızın vaid sebebi kaim, olur vaidi hak eder ve tevbe, hasenat gibi
bir mani bulunmadığı takdirde vaid ona lahik olur.
Sonra bu durum da karışıktır. Bazen insan içtihad veya taklidinin o işi yapmayı
mubah kılıcı olduğunu zanneder ve bazen isabet, bazen de hata eder. Fakat hakkı
araştırır, nefsi de hakka tabi olmaya engel teşkil etmezse «Cenabı hak insana
gücünden fazlasını yüklemez.»
Onuncusu: (Vaid hadislerinin vifak
mahallerini içine alır kavline cevapların onuncusu) Eğer bu hadislerin
muktezasınca bekası bazı müctehidlerin vaide girmesini gerektiriyorsa, aynı
şekilde hadislerin muktezasın-dan çıkarılması, bazı müctehidlerin vaide
müs-tehak olmasını gerektirir.
Her iki takdirde de lazım ise hadis mua-rızsız olarak salimen baki kalır ve
gereğince amel edilir. Bu şu demektir: imamlardan çoğu ihtilaf mevzuu bir şeyin
failinin mel'un olduğunu açıklamışlardır. Mesela: Abdullah b. Ömer (RA)'e hülle
için evlenen adam hakkında, kadın ve boşandığı kocası bunun hülle için olduğunu
bilmiyorsa hükmü nedir? soruldu. O da : «Bu nikah değil zinadır. Allah hülle
yapanı da yaptıranı da lanetlemiştir.» demiştir. Bu ondan bir kaç vecihle
mahfuzdur, imam Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir: «Eğer adam hülle murad
ettiyse hullecidir ve mel'undur.» Bu durum içki, faiz gibi ihtilaf mevzularında
imamlardan çokça nakledilen bir durumdur.
Eğer şer'i lanet ve vaid gibi şeyler sadece vifak mahalline giriyorsa, yukarıda
lanet edenler, laneti caiz olmayanları lanetlemiş olurlar. Ve başka bir hadisle
sabit lanete kendileri müstehak olur. Çünkü Resulullah (SAV): «Müslümana lanet,
onu öldürmek gibidir» buyurmuştur. İbni Mes'ud (RA)'dan rivayet edilen hadise
göre ise: «Müslümana söğmek fa-sıklık, savaşmak, öldürmek ise küfürdür»
buyurmuştur.
Ebu Derda (RA) Resulullah (SAV)'ı şöyle buyururken işitmiştir: «Ta'n eden ve
lanet edenler kıyamet günü ne şefaatçi ne de şa-hid olurlar.»
Ebu Hureyre (RA)'den rivayet edilmiştir ki; Resulullah (SAV) şöyle buyurdu :
«Sıddık olan bir kimseye lanetçi olması gerekmez.»
Abdullaiı b. Mes'ud (RA)'dan; dedi ki: Resulullah (SAV) şöyle buyurdu: «Mü'min
ne ta'n edici, ne lanetçi, ne kötü söz söyleyici, ne de bezî değildir.»
Bir eserde de şöyle varid olmuştur: «Hak etmeyen bir şeye lanet eden hiç kimse
yoktur ki, laneti kendisine dönmesin.»
Lanet hususunda gelen bu tehditler vardır. Hatta denmiştir ki: Haksız yere
lanet edenin kendisi mel'undur. Ve bu lanet fasık-lıkdır. Sıddıkıyyetten şefaat
ve şahadetten çıkarır.
ihtilaf mevzuu bir şeyin faili nassa girmediğine göre laneti de hak etmemiştir.
Ve ona lanet eden bu tehdidi gerekli kılıyor demektir ki, o zaman hilaf
mahallinin hadise dahil olduğuna hükmeden müctehidler, bu tehdidi gerekli
kılıyorlar demek olur.
Mahzur —hilaf mahallinin ihracı ve ibka-sı takdirlerin de— sabit ise, mahzur
olmadığı anlaşılır. Ve hadisle istidlale de hiçbir engel yok demektir.
Mahzur —iki takdirin birine göre— sabit değilse, kesinlikle mahzur gerekmez.
O da; telazum sabit olur ve vücudu takdirinde onların girmesi, ademi takdirinde
de girmelerini gerektirdiği bilinirse, ortada iki şeyden biri var demektir. Ya
melzum ve lazımın vücudu ki, o da hepsinin girmesidir, yahut da lazım ve
melzumun ademi ki o da hepsinin girmemeleri demektir. Çünkü melzum bulununca
lazım da bulunur. Melzum kalkınca lazım da kalkar. Soruya bu kcdar cevap
yeter. Ama inancımız her iki takdirde de kararlaştırılana dahil olmamalarıdır.
Çünkü va-ide girmek fiilde özürün bulunmamasına bağlıdır.
Şer'i bir özrü bulunana ise vaid hiçbir şekilde ulaşamaz. Müctehid mazurdur,
ecirlenir. Vaide girme şartı ortadan kalkar ve tehdid onu etkilemez, ister
hadisin zahir üzere bekasına İnansın, isterse mazur sayılacağı hilaf mevzuu
olduğuna inansın vaide müstahak değildir. Bu tek yöne gitmekteh başka çare
bırakmayan bir cevaptır. O da: Soranın şöyle demesidir:
Ben, müctehid ulemadan bazılarının hilaf mahallerinin vaid hadislerine dahil
olduğuna inandığını ve bu inanca binaen hilaf mahalline vaidi uygulayarak o işi
yapana lanet ettiğini kabul ediyorum. Fakat o bu itikadında mazur sayılacak ve
ecirlenecek bir şekilde hatalıdır. Çünkü haksız yere lanet ettiği kimseye bir
vaid dahil olmayacaktır. Çünkü o vaid bana göre ittifakla haram kılınmış
şeylere mahmuldür, ittifakla haram olan bir şekilde lanet eden kimse, lanet
hakkındaki mezkur vaide maruz kalır.
Eğer ihtilaf mahallerindeki lanet, vaid hadislerine dahil olmuyorsa —helal
olması ihtilaflı olup, faili lanetlenen fiiller gibi— vaid hadislerinin
manasına dahil olmaz.
Nasıl ki birinci vaidden hilaf mahalli çıkarıldı ise, ikinci vaidden de hilaf
mahalli çıkarılmıştır. Ve iki tarafta da vaid hadislerinin hilaf mahalline
şamil olmadıklarına (ne fiilin cevazına, ne de failinin lanetine caiz olduğuna
inansın veya inanmasın) inanırım.
Ben —her iki takdirde de— faili lanetle-meyi caiz görmüyorum. Faili lanetleyen!
de lanetlemeyi caiz görmem. Ne failin, ne de lanet edenin vaid hadisine
girdiklerine inanmıyorum. Ve lanet edeni vaide karşı çıkmıştır diye
kötüleyenler gibi kötülemem. Tam tersine ihtilaflı meselede lanet eden kimse
bana göre ictihadi meselede lanet etmiştir. Bu yüzden içtihadın hata ettiğine
inanırım. Mubah görenin hata ettiğine de inanabilirim. Hilaf mahallindeki
görüşler üçtür:
1 — Caiz olduğu.
2 — Haram olduğu ve vaidin gerçekleş-leşmesi.
3 — Vaidden hali olarak haram olması.
Faili ve lanet edeni tehdid hususunda va-rid olan hadisin bu iki şekli de
kapsamadığına inanmakla birlikte fiilin haram olduğuna ve ihtilaflı fiil
failini lanetlemenin haram olduğuna delil olması açısından ben bu üçüncü görüşü
ihtiyar ederim.
Bu yüzden sorana denir ki: Bu failin lanetlenmesini ictihad meselelerinden biri
olduğuna cevap verirsen ona mahsus zahir ile delil getirilebilir. Çünkü o zaman
vaid hadisinden hilaf mahalli murad edildiğine hükmedile-mez. Ve murad edilen
muktezada kaim olunca onunla amel etmek gerekir.
Yok eğer ictihad meselelerinden olduğuna cevaz veremezsen, onun lanetlenmesi
kesin olarak haram olur.
Bir müctehidi kesinlikle haram olan bir lanetle lanetleyen kimsenin —selefin
bazısına lanet edenler gibi te'villeri de olsa— lanet eden hakkındaki hadisin
vaidi şümulüne girer. Böylece — laneti ihtilaflı olan fiili işleyene lanet
etmenin kesin olarak haram olduğuna hükmedilse bile— devrin-lüzumu sabit olur.
Zikrettiğim o itikadın ise her iki takdirde de vaid naslarıyla istidlale engel
olmadığı açıktır.
Ona şöyle de denilir. Bizim bu tutumdan maksadımız vaidin hilaf mahallini
kapsaması değildir. Bizim maksadımız vaid hadisiyle hilaf mahallinde istidlalde
bulunmayı gerçekleştirmektir. Senin zikrettiğin ise sadece vaide delalet
etmediğine değinmektedir.
Burada maksad tahrime delaletini açıklamaktır. Lanetçiyi tehdid eden hadislerin
ihtilaf mevzuu laneti içine almadığını öne sürersen, ihtilaf mevzuu olan
lanette haram olduğuna dair delil kalmaz. Haram olmayınca da caiz olur.
Şöyle de denilebilir. Haram olduğuna delil olmazsa haram olduğuna itikad da
caiz olmaz. Ve hadislerin muktezasv caiz olduğuna delildir. O hadisler de o
fiili yapan kimseyi lanetleyen hadislerdir. Bu takdirde lanetin haram olduğuna
delil yoktur. Ulema lanetin cevazı hususunda ihtilaf etmilşerdir. Binaenaleyh
muarızı bulunmayan lanetin cevazını gerektiren delille amel etmek gerekir. Bu
da soruyu iptal eder.
Bu iş soruyu yöneltene başka taraftan da geri döner. Bu deveran tekrar
gelmiştir çünkü laneti haram kılan naslarm çoğu va-kji içine almaktadır.
Vaid naslarıyla hilaf mahalline istidlal caiz olmazsa ihtilaf mevzuu lanetlere
—daha önce geçtiği gibi— istidlal de caiz olmaz.
Ben bu lanetin haram olduğuna icma ile istidlal ediyorum dese: Ona şöyle cevap
verilebilir: İcma; fazilet ehlinden muayyen bir zümrenin laneti haram olduğuna
dair akdedilmiştir. Vasfedilene gelince o husustaki hilafı daha önce öğrendin.
Daha önce geçti ki; şartlar bulunmadıkça ve maniler kalkmadıkça vasfedilenin
laneti öteki bütün fertleri kapsamayı gerektirmez. Bu durumda hiç öyle
değildir.
Ona şöyle de denir: Bu hadislerin hilaf mahalline hamlinin mümkün olmadığını
delalet eden bütün deliller -burada da geçerlidir. Sorunun kökünü orada iptal
ettiği gibi kendisi de burada iptal eder.
Bu konu delilin başka delile mukaddime kılınması konusu değildir ki: Bu
uzadıysa da ancak bir delildir densin.
Çünkü maksad onların her iki takdirde de lazım olduğu mahzur olmadığını
zannettikleri mahzuru açıklamamızdır. Böylece bir delil mahsusdan muradın hilaf
mahalli olduğuna delalet eder ve o hususta mahzur olmadığını gösterir.
Bir matluba delilin başka bir matlubun deliline mukaddime olması —her iki
matlup mütelazım olsalar da— inKar edilmeyen hususlardandır.
Onbirincisi: Ulema vaid hadislerinin gereği olan tahrim ile amel edileceği
hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat bazıları özellikle vaid hususundaki
ahadlarla amel konusunda karşı çıkmıştır. Tahrimde kayda değer bir hilaf
yoktur.
Sahabenin ve tabiilerin alimleri ve onlardan sonraki fakihler sözlerinde ve
kitaplarında bu hadislerle ihtilaf mahallerinde ve başka mahallerde ihticac
etmiştir.
Hatta eğer hadisde vaid varsa, o tahrimi gerektirmede daha etkili olurdu.
Hükümde onlarla amel edenin kavlinin ağır bastığını ve vaide itikadın cumhurun
görüşü olduğu daha önce geçmişti.
Buna göre cemaatin ittifak ettiği şeye muhalif olan soru kabul edilmez.
Onikincisi: Kitapta ve sünnette vaid nas-ları çoktur. Gereğince hükmetmek
mutlak ve umum veçhiyle farzdır —herhangi bir şahsı tayin etmeksizin— farzdır.
Yani «Bu mel'un-dur» yahut «Gazablanmıştır» yahut «Ateşi haketmiştir diye
özellikle de şahıs fazilet ve hasenat sahibi ise böyle fert tayin edilmez.
Peygamberlerin dışındaki bütün insanlar büyük veya küçük günahlar işleyebilir.
Ve o şahıs sıddık, şehid veya salih olabilir. Çünkü bu şahısların günahları
tövbe, istiğfar, hasenat, musibet, şefaat veya Allah'ın dilemesiyle
affedilebilir.«Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler şüphesiz karınlarına
ateş yemektedirler ve onlar ateşe gireceklerdir.» Nisa: 10.
«Allah'a ve Resulüne isyan edip hududu aşanları Allah ebedi olan ateşe sokar.
Ve onlara alçaltıcı bir azab vardır.» Nisa: 14.
«Ey iman edenler! (Rızanızla ticaretin dışında) mallarınızı aranızda batıl
yollarla yemeyiniz. Ve nefislerinizi öldürmeyiniz. Şüphesiz Allah size
acıyandır. Kim onları haksız yere veya düşmanlıkla yaparsa biz onu ateşe
sokarız. Ve bu Allah için çok kolaydır.» Nisa: 29, 30.
Bunlar ve bunlara benzeyen ayetlerin mu-cebince hükmetsek veya:
«Şarap içene Allah lanet etmiştir (etsin)», «Anne babasına asi olana Allah
lanet etsin», «Sınırları değiştirene Allah lanet etsin», «Hırsıza Allah lanet
etsin», «Faiz yiyen, yediren, şahidleri ve katibine Allah lanet etsin»,
«Şehirde bir bid'at çıkaran veya bid'atçıyı koruyana Allah'ın, meleklerin ve
bütün insanların 'aneti olsun.»
«Eteğini böbürlenerek sürten kimseye Allah kıyamette bakmaz.»
«Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennete giremez.»
«Hile yapan bizden değildir.»
«Babasından başkasına veya efendisinden başkasına mensub olduğunu iddia edenin
cennet aleyhindedir.»
«Yalan yere bir müslümanın malını helal
kılan kimseye Allah ateşi farz kılmış ve cenneti ona haram etmiştir.»
«Sıla-ı rahim yapmayan cennete giremez» gibi hadislerin mucebince hükmedersek,
bu fiilleri yapan bazı şahısları tayin ederek: Buna şu vaid isabet etmiştir
diyemeyiz. Çünkü tevbe benzeri günahları düşüren şeylerle kendini affettirmiş
olabilir.
Yine bu, müslümanları, Muhammed ümmetini, sıddık ve salihleri laneti
gerektiriyor dememiz caiz değildir. Çünkü bu salih kul kendisinden bu günah
sadır olduğunda ona vaidin ulaşmasını engelleyen maniler mutlaka vardır. Çünkü
adam salihdir iyi amel sahibidir.
İctihad veya taklidle bu gibi şeylerin mubah olduğunu zannederek yapanlar mani
yüzünden vaidin geçerli olmadığı sıddıklardan olabilirler.
İşte tabi olmaması gereken yolun bu yol olduğunu bil. Bunun dışındaki diğer iki
yol kirli, pis ve kötü yoldur.
Kötü yolun birincisi: Vaidin bütün fertlere şamil olduğuna ve bununla naslarm
mucebince amel olduğuna hükmetmek.
Bu hüküm günahların insanları dinden çıkardığını söyliyen hariciler ve
mutezililerin kavlinden daha çirkindir. Bu görüşün fesadı ortadadır. Deliller
malumdur. Burası onları zikretmeye müsait değildir.
ikincisi: Hadislerin mucebince amele hükmetmenin ona muhalefet edeni ta'n
sayılacağı zannıyla Resulullah (SAV)'ın hadisle-riyle amel ve hükmetmeyi
terketmek.
Bu terkde insanı sapıklığa, alimlerini ve Hz. isa'yı rab ittihaz edinen ehli
kitaba dahil olmaya götürür. Çünkü Resulullah (SAV) «Onlar (ehli kitap
alimlerine) tapmadılar. Fakat haramı onlara helal kıldılar, onlar da tabi oldu.
Helalları haram kıldılar, onlar da tabi oldular» buyurmuştur. Kötü akibete
aşağıdaki ayetin manasından anlaşılan te'vili kötüye kullanmak sebep olur. Ve
bu yol Allah'a isyan hususunda mahluka itaata götürür.
«Allah'a Peygambere ve ululemre itaat edin. Bir şeyde ihtilafa düşerseniz —eğer
Allah'a ve ahirete inanıyorsanız— Onu Allah'a ve Peygambere havale ediniz. O
daha hayırlı ve te'vil yönünden daha güzeldir.» Nisa.- 59.
Alimler çok ihtilaf etmektedirler. Tehdid içeren haberin bir muhalifi varsa ve
o tehdid ile hükmü veya ameli mutlak olarak terket-mişse bu mahzurdan küfür ve
dinden çıkmak lafızlarıyla dahi tavsif edilemeyecek kadar büyük bir günah lazım
gelir.
Bundan doğan mahzur öncekinden daha büyük değilse, aşağı da değildir.
Kur'an'ın tümüne İnanmamız ve rabbimiz-den bize indirilenin hepsine tabi
olmamız şarttır. Kitabın bazısına inanıp bazısını inkar etmemiz, sünnetin
bazılarına kalbimizin meyletmesi bazılarına da adet ve heveslerimiz nedeniyle
nefret etmesi doğru yoldan çıkıp ga-zaplanmış ve sapıtmış olanların yoluna
girmek demektir.
Allah sevdiği ve razı olduğu kavil ve amellere bizi ve bütün müslümanları hayır
ve afiyet içinde muvaffak kılsın.
HZ. PEYGAMBERİN NAMAZ KILMA ŞEKLİ
KABE'YE
YÖNELMEK
"Hz. Peygamber (S.A.V.), farz veya nafile namazlar için, namaza kalktığı
zaman, Kabe'ye yönelir. Kabeye yönelmeyi emr ederdi. Bu sebeple, namazını güzel
kılmayan birine şöyle buyurdu: "Namaza kalktığın zaman, abdesti tam al,
sonra kıbleye yönelerek tekbir al."Buhari,müslüm
"Hz. Peygamber (S.A.V.), seferde iken nafile namazları ve vitir namazını
bineği üzerinde kılar bineği, onu şark ve garb hangi yöne doğru yöneltirse o
tarafa doğru kılardı."Buhari,müslüm
Bu konuda Allah Telâlâ şöyle buyuruyor. "Ne tarafa dönerseniz, Allah'ın
yüzü oradadır." (el-Bakara,2/115)
"Hz. Peygamber (S.A.V.), bazen devesi üzerinde nafile namaz kılmak
isteyince, onu da kıbleye doğru yöneltip öyle tekbir alırdı, daha sonra bineği
ne tarafa yönelirse o şekilde kılmaya devam ederdi."ebu davud
"HzPeygamber (S. A. V.) bineği üzerinde başı ile ima ederek rüku' ve secde
yapar, secdeyi ruku'dan daha fazla eğilerek yapardı." Ahmed b. Hanbel ve
Tirmizi. (Tirmizi onu sahih kabul eder.)
"Hz. Peygamber (S .A.V.) farz namazları kılmak islediği zaman, devesinden
iner namazı öyle kılardı."- Buharî ve Ahmed b. Hanbel.
Şiddetli korku zamanlarında kılınan namaza gelince, Hz. Peygamber (S.A.V.) bu
namazı ümmetine yaya giderken ayakta; binekli iseler, kıbleye, yahut kıble
dışına yönelerek kılmalarını meşru' kıldı."Buharî ve Müslim.
ve şöyle buyurdu: "Ordular bir birine girdiği zaman, namaz ancak, tekbir
almak, ve baş ile işarette bulunmaktan ibarettir."Buharî ve Müslim'in
isnadı ile Beyhakî.
Hz. Peygamber (S.A.V.), yîne:"Doğu ile batı arası kıbledir."
buyurdu.-- Tirmizi ve Hâkim nakletmiş ve sahih olduğunu söytemişlerdir. Ben de
irvaul-Ğalilde (292) tahriç ettim.
Câbir (R.A.) şöyle dedi: "Biz Resulullah ile birlikle bir yolculukta yahut
askerî bir birlikte bulunuyorduk. Bu esnada hava bulutlandı. Kıbleyi
araştırdık, fakat kıble konusunda farklı görüşlere sahip olduk. Herkes namazını
tek başına kıldı, içimizden biri, yerini belirlememiz için, önüne bir çizgi
çiziyordu. Sabah olunca, o çizgiye baktik ki, kıbleye ters bir yöne doğru namaz
kılmışız. Durumu Hz. Peygambere söyledik. Bize namazın iadesini emretmedi. Ve
"Namazınız caizdir" buyurdu. Dârekutnî, Hâkim, Beyhakî, Tirmizi, Ibn
Mace, Taberanî. Bu hadis "Irva"da da zikr edilmiştir. (296)
"Resulullah (S.A.V.) "Yüzünün göğe çevrildiğini görüyoruz. Şimdi seni
hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık namazda yüzünü Mescid-i Haram
yönüne çevir",(el-Bakara.2/144) âyeti indirilmeden önce, Kabe önünde olduğu
halde, yüzünü Kudüs'e doğru çeviriyordu. Âyet inince, Kabe'ye yöneldi. Bir ara
Küba'da halk sabah namazını kılarken, onlara bir kimse gelerek şöyle dedi: Bu
gece, Resulullan"(S.A.V.)'e bir âyet indi ve Kâ'be'ye doğru yönelmesi
emredildi. Siz de hemen Kabe'ye yöneliniz."Bunun üzerine, Şam'a doğru
yönelmiş bulunan halk, imamları ile birlikte yönleri kıbleye gelinceye kadar
döndüler."*Buhari, Müslim, Ahmed, Serraç, Taberanî (3/108/2), ibn Sa'd,
(243) el-irva (290).
NAMAZ'DA KIYAM
Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah Teâlâ'nın "Gönülden boyun eğerek Allah için
namaza kalkın." (el-Bakara,2/238) emrine uyarak farz ve nafile namazları
ayakla kılardı. Fakat, seferde nafileleri binek üzerinde kılardı.Şiddetli korku
zamanlarında (savaşta), yukarıda geçtiği gibi, ayak üzerinde, ya da binekli
olarak namaz kılmalarını ümmetine meşru' kıldı. Bu husus Allah Teâlâ'nın
"Namazlara ve orta namaza devam edin.', "Gönülden boyun eğerek Allah
için namaza kalkın. Eğer korkarsanız, yaya yahut binekte iken kılın. Güvene erişince,
bilmediklerinizi size Öğrettiği gibi, Allah'ı anın." (el-Bakara,2/238)
ayetleriyle ilgilidir.
"Resulullah (S.A.V.), ölümüne neden olan hastalığında namazları oturarak
kıldı."*Tirmizi bu hadis İçin "Sahih" demiştir
Bundan önce de bir defasında namazı böyle kılmıştı. :Hz. Peygamber hastalanmış,
cemaat da onun arkasında ayakta namaz kılmıştı. Onlara oturmalarını işaret
etti, onlar da oturdular. Namazdan çıkınca şöyle buyurdu: Az önce, siz nerede
ise iranlıların ve Rumların yaptığı gibi yapıyordunuz. Onlar, kralları
otururken ayakla dururlar. Siz böyle yapmayın. İmam ancak kendisine uyulması
için tâyin edilmiştir, îmam rüku' edince siz de rüku' edin; rüku'dan başını
kaldırınca siz de kaldırın. İmam oturarak namaz kılınca, siz de birlikte
oturarak namaz kılın."'Müslim ve diğer kaynaklar
Hastaların Oturarak Namaz Kılmaları
Imran b. Husayn (R.A.) şöyle demiştir "Bende basur hastalığı vardı. Durumu
Resulullah (S.A.V.)'e sordum. Buyurdu ki; namazı ayakta kıl. bunu yapamazsan
oturarak kıl. Buna da gücün yetmezse, yan yatarak kıl.Buharî, Ebû Dâvud ve
Ahmed b. Hanbel
Yine Imran şöyle demiştir: "Oturarak namaz kılan bir kimsenin hükmünü Hz.
Peygamber'e sordum. Buyurdu ki; ayakta namaz kılmak daha faziletlidir. Oturarak
namaz kılan kimse, ayakta kılanın yarı sevabını alır. Bir kimse (Bir rivayete
göre, yatarak) namaz kılarsa, ayakta namaz kılanın yarı sevabını alır." Bu
namazdan hastanın namazı kast edilmiştir. Enes (R.A.) da şöyle demiştir
"Resulullah (S.A.V.), hastalıktan dolayı oturarak namaz kılan bir grup
insanın bulunduğu yere çıktı ve oturanın namazı ayakta kılanın namazının
yarısına denktir." buyurdu.19- Ahmed b. Hanbel, Ibn Mâce. sağlam bır
isnatla rivayet ettiler.
"Hz. Peygamber {S.A.V.) bir hastayı ziyareti esnasında onu yastığı
üzerinde namaz, kılarken gördü. Yastığı kaldırıp attı. Bu sefer hasta namaz
kılmak için bir tahta aldı. Resulullah (S.A.V.) onu da kaldırıp attıktan sonra
buyurdu ki: Gücün yeterse namazını toprak üzerinde kıl. Değilse işaretle kıl ve
secdeni rükuundan biraz daha fazla eğilerek yap."Taberani,Bezzar
Gemide Namaz Kılmak
"Hz. Peygamber'e, gemide namaz, kılmanın hükmü sorulduğunda şöyle buyurdu:
Gemide iken namazı ayakla kıl. Boğulmaktan korkarsan o başka."-Bezzar 68
"Hz. Peygamberin yaşı ilerleyince, üzerine yaslanmak için namazgahında bir
dayanak edindi."Hakim. Hakim ve Zehebî "Sahih" demişlerdir
Gece Namazını Ayakta ve Oturarak Kılmak
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazı geceler, ayakta uzun süre namaz kılar, bazı
gecelerde de oturarak uzun süre namaz kılardı. Kıraatı ayakta yapınca, rüku'u
da ayakta yapar; oturarak kıraat yaptığı zaman ise, rüku'u da oturarak
yapardı."Müslim ve Ebû Dâvud
"Yine Hz. Peygamber, bazı zamanlar, oturarak namaz kılar; kıraati oturarak
yapar; geride otuz yahut kırk âycı kalınca ayağa kalkar; bunları ayakta okur;
sonra rüku' ve secdesini yapardı. Ikinci rekâtta da bunun gibi yapardı."
Buhari ve Müslim.
"Hz. Peygamber iyice yaşlandığı zaman, hayatının son dönemlerinde sünnet
namazları oturarak kılardı. Bu durum vefatından bir gün Öncesine
raslamaktaydı." Müslim ve Ahmed b. Hanbel.
"Hz. Peygamber bazen de bağdaş kurarak namaz kılardi." Nesaî ve Ibn
Huzeyme (Sahih (1/107/2); el-Makdısî, Sünen (80/1, Hâkim. Sahih demiş. Zehebî
de ona katılmıştır
AYAKKABILARLA
NAMAZ KILMAK
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen yalınayak, bazen de ayakkabılarla namaza
dururdu."Ebû Dâvud ve İbn Mace, Bu mütevatîr bir hadistir. Tahavî de böyle
demiştir.
bunu Ümmeti için de mubah kılarak şöyle buyurdu: "Sizden biri, namaz
kılarken ayakkabılarını giysin, yahut da bunları çıkararak ayaklan arasına koysun;
baskalarına eziyette bulunmasın.'" Ebû Dâvud
"Hz. Peygamber, bazen ayakkabı ile namaz kılma konusunda daha tekitli
konuşarak şöyle buyururdu: "Yahudilerin yaptıklarının aksini yapın. Zira
onlar ne ayakkabı, ne de mestleri ile namaz kılarlar."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S. A.V.) bazen de namazda iken ayaklarından ayakkabılarını
çıkarır, sonra namaza o şekilde devam ederdi."Ebu Davud
Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî de şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gün bize namaz kıldırdı. Namazın bir kısmım
kılınca ayakkabılarım çıkarıp sol tarafına koydu. Cemaat bunu görünce, onlar da
ayakkabılarını çıkardılar. Namazı bitirince, Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki;
size ne oluyor ki, ayakkabılarınızı çıkardınız? Şöyle cevap verdiler Bİz senin
ayakkabılarını çıkarıp attığını görünce, ayakkabılarımızı çıkarıp attık. Bunun
üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki; Cebrail (A.S.) bana gelerek, ayakkabılarda
pislik olduğunu haber verdi. Bunun üzerine ben de onları çıkarıp attım. Sizden
biri camiye geldiği zaman ayakkabılarına baksın. Eğer onlarda bir pistik
görürse, silsin ve ayakkabılarla namaz kılsın."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.), namazda ayakkabılarını çıkarınca, onları sol
tarafına koyar"32 ve şöyle buyururdu: "Sizden bîri namaz kılarken
ayakkabılarım sağına koymasın. Başkasının sağına gelecek şekilde soluna da
koymasın. Eğer solunda biri bulunmazsa, o takdirde soluna koysun. Solunda biri
varsa o zaman ayakları arasına koysun."Ebu Davud,Nesei
MİNBER ÜZERiNDE NAMAZ KILMAK
"Bir defasında Resulullah (S.A.V.) minber üzerinde (Bir rivayette üç
basamaklı minber üzerinde) namaz kılmıştı. Minber Üzerinde kıyam yaptı; tekbir
aldı; cemaat da arkasında tekbir aldılar. Sonra Hz. Peygamber minber
üzerindeyken, rüku'a gitti, sonra rüku'dan başını kaldırdı ve geri inerek
minberin dibinde secde yaptı, ikinci rekâtta da aynı şekilde yaptı. Namazı bu
şekilde bitirdikten sonra cemaata karşı dönerek şöyle buyurdu: "Ey cemaat!
Bana uymanız ve nasıl namaz kıldığımı öğrenmeniz için böyle yaptım."
Buharı, Mislim. Ibn Sa'd (1/253). Bkz. "el-Irvâ".545
NAMAZDA SÜTRENlN LÜZUMU
"Hz. Peygamber (S.A.V.), namazda sütreye yakın durur, sütte ile kendisi
arasında üç arşınlık bir mesafe bulunurdu." Buhari* ve Ahmed b. Hanbel.
"Secde yeri ile sütre arasında ise; bir koyun geçecek kadar bir mesafe
bulunurdu."Buhari ve Müslim.
"Hz. Peygamber yine şöyle buyururdu: "Sütresiz namaz kılma, önünden
herhangi bir kimsenin geçmesine müsaade etme. Eğer geçmek isterse, onunla
mücadele et. Çünkü şeytan onunla beraberdir." Ibn Huzeyme, (Sahih",
1/93/1) sağlamca bjr senet ile.
"Yine Resullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor Sizden biri, sütreye doğru namaz
kılarsa, ona yaklaşsın da şeytan onun namazını kesmesin."Ebû Davud ve
Bezzar
"Bazen Resulullah (S.A.V.) kendi mescidinde, namaz kılmak için, araştırır
ve direk arkasında namaz kılardı."A. Hanbel
"Resulullah (S.A.V.) sütre olabilecek herhangi bir şeyin bulunmadığı bir
boşlukta namaz kılarken, kendi önüne bir kargı diker ve ona doğru namaz kılar,
cemaat da arkasında kılardı."Buharî, Müslim ve ibn Mâce
"Bazen de bineğini önünde yan şekilde durdurur, ona doğru namaz
kılardı."Buharî ve Ahmed.
"Deve ağıllarında namaz kılmak böyle değildir.Buharî ve Ahmed
Çünkü Hz. Peygamber buralarda namaz kılmayı yasaklamıştır. "Bazen de
bineğin semerini alır, onu kıbleye gelecek şekilde ve arkasına durarak namaz
kılardı."
"Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyururdu: Sizden biri, önüne koyacak
semerin arka kaşı kadar bir sütre bulunca ona doğru namazını kılsın. Sütrenin
arkasından geçenlere aldırış etmesin." Müslüm
"Bir defasında da Resulullah (S.A.V.) bir ağaca doğru namaz kıldı.
"Bazen de Hz. Âise(R.A.)'n üzeri örtülü olarak yattığı divana doğru namaz
kılardı."Buhari
"Hz. Peygamber (S.A.V.), sütre ile kendisi arasından hiçbir şeyin
geçmesine müsaade etmezdi. Bir defa namaz kılarken, önünden bir koyun geçmek
isterken onunla adetâ yarışarak öne geçti ve karnını duvara yapıştırdı. Koyun
ise Hz. Peygamber'in arkasından geçmek zorunda kaldı." lbn
Huzeyme"Sahih'inde(1/95/l);Taberânî(3/140/3); Hâkim Sahih demiş, Zehebî de
ona katılmıştır.
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir defasında farz namaz kılıyorken yumruğunu
sıktı. Namazı bitirince cemaat: Yâ Resulullah! Namazda bir şey mi oldu?
dediler. Hz. Peygamber de: Hayır, dedi ve söyle devam etti: Şeytan önümden
geçmek istedi. Ben de onu yakalayıp boğdum, öyle ki, dilinin soğukluğunu
ellerimde hissettim. Allah'a yemin ederim ki,kardeşım Süleyman (A.S.) benden
önce davranmasaydı, şeytan mescidin direklerinden birine bağlanır, Medine
çocukları da onun etrafında dolanırdı. Kıblesi ile kendi arasına herhangi bir
kimsenin girmesine mani olabilıyorsa olsun."Ahmed,Darekutni
"Yine Resulullah (S.A.V,) buyuruyor ki;sifcden biri kendisini insanlardan
gizleyen bir şeye karşı namaz kılarken, birisi önünden geçmek istese unu
göğsünden itsin. Gücü yettiğince iki defa engel olmaya çalışsın. Şayet ısrar
ederse, onunla mücadele etsin. Çünkü o seytandır."Buharî, Müslim, ibn
Huzeyme'den başka bir rivayet için Bkz.. (1/94/1)
"Yine Hz. Peygamber buyuruyor ki; namaz kılanın önünden geçen kişi bunun
ne kadar günah olduğunu bilseydi, kırk gün beklerdi de onun önünden
geçmezdi." Buhari, Müslim, ibn Huzeyme'den başka bir rivayet için Bkz.
(1/94/1)
NAMAZI KESEN ŞEYLER
Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor "önünde semerin arka kaşı
gibi bir sütre bulunmayan kimsenin namazını; hayızlı kadın (Yani baliğa olan
kadın. Buluğa eren kadın),, eşek, ve siyah köpek geçtiği zaman keser. "Ebû
Zer (R A.) diyor ki; "Yâ Resûlellah! Siyahın beyazdan farkı ne?" diye
sordum. Şöyle cevap verdi: "Siyah köpek şeytandır. "Müslim. Ebu Dâvud
ve ibn Huzeyme (1/95/2).
MEZARA DOĞRU NAMAZ KILMAK
Hz. Peygamber (S.A.V.) mezara karşı namaz kılmayı yasaklar ve söyle buyururdu:
"Kabirlere doğru namaz kılmayın ve onların üzerine oturmayın."Müslim.
Ebu Dâvud ve ibn Huzeyme (1/95/2).
NAMAZA NlYYET ETMEK
Resulullah (S.A.V.) şöyle buyururdu: "Ameller niyetlere göredir. Herkes
için niyet ettiği şeyin karşılığı vardır."Buhari,Müslüm
NAMAZDA TEKBÎR
Resulullah (S.A.V.) namaza "Ellahu Ekber" diyerek başlardı. Daha önce
de geçtiği üzere, namazını güzel kılmayan kimseye böylece emredip ona dedi kî;
Yerli yerince abdest alıp sonra da "Ellahu Ekber" demeyen hiç
kimsenin namazı tamam olmaz. Taberani
Hz. Peygamber bu konuda yine şöyle buyuruyor: "Namazın anahtarı temizlik,
başlangıcı iftitah tekbiri, bitimi de selâmdır."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.), tekbir alırken, arkasındakilere duyuracak şekilde
sesini yükseltirdi." Ahmed b. Hanbel ve Hakim nakletti. Hakim Sahih dedi
"Hz. Peygamber (S.A.V.), hasta olunca, Hz. Ebu Bekir, O'nun tekbir sesini
arkadaki cemaata ulaştırıyordu."Müslüm ve Nesei
"Resulullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor." İmam Ellahu Ekber deyince, siz
de Ellahu Ekber deyin." Sağlam bir isnatla Ahmed ve Beyhakî
Tekbir Alırken Elleri Kaldırmak
Hz. Peygamber, bazen tekbir ile birlikte ellerini kaldırır,"Buhari ve Ebû
Davud
bazen tekbirden sonra ellerini kaldırır", bazen de tekbir almadan önce
ellerini kaldırırdı."Buhari ve Nesaî.
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ellerini kaldırırken parmaklarını düzgün tutar;
aralarını ne ayırır, ne de bitiştirirdi." Ebû aivud ve ibn Huzeyme
(1/62/11/; Hâkim. Hakim sahih olduğunu söylemiş. Zehebî de ona uymuştur.
"Tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırdı." Buharî,
" Bazen de kulak yumuşağı hizasına kadar kaldırırdı." Buharî
Namazda Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak
"Hz. Peygamber (S.A.V.) namazda sağ elini sol eli üzerine ve şöyle
buyururdu: Biz peygamberler topluluğu, iftarda acele etmek, sahuru geciktirmek
ve namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzerine koymakla emr olunduk." Ibn
Hıbban ve sağlam bir isnatla "el-Ziya el-Makdisî.
"Hz. Peygamber, sol elini sağ eli üzerine koyarak namaz kılan birine
rastladı ve sağ elini alttan çıkarıp sol eli üzerine koydu." Sağlam bir
isnatla Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud (Sahih)
Elleri Göğüs Üzerine Koymak
"Resulullah (S.A.V.), sağ elini sol elinin sırtı üzerine, bileği üzerine
ve kolu üzerine kor,"Ebû DaVud-Nesaî ve sağlam bir isnadla îbn Huzeyme
(1/54/2). Ibn Hıbban "Sahih" olduğunu söylemiştir. (485,""
" ashabının da böyle yapmalarını emrederd Malık. Buharı ve Ebû
Avane.i." " Bazen de sağ eli ile sol elini tutardı." Sağlam bir
isnatla Nesaî ve Dârekutnî. "Ve ellerini göğsü üzerine koyardı."Ebu
Davud,İbn Huzeyme 1/54/2,Ahmed
"Yine Hz. Peygamber (S.A. V.) namazda elleri böğür üzerine koymayı
yasakladı," Buharî, Müslim. Bkz el-Irvâ. 374 v' "Bu elleri böğür
üzerine koymak, Hz. Peygamberin yasaklamış bulunduğu elleri beline koymak
demektir." Nesaî,Ebu Davud
NAMAZDA SECDE YERÎNE BAKMAK VE HUŞU'
"Hz. Peygamber (S A.V.), namaz kılarken başını eğer ve gözü ile yere
bakardı. Kabe'ye girince, çıkana kadar gözünü secde yerinden ayırmamıştı."
Beyhaif. Hakim "Sahihtir" dedi . "Buyurdu ki; evde namaz kılan
kimseyi meşgul edecek bir şeyin bulunması uygun değildir," Sağlam bir
isnatla Ebû Dâvud ve Ahmed
"Hz. Peygamber (S.A. V.), namaz kılarken göğe doğru gözünü dikmeyi
yasakladı.Buhari, " B u yasaklamayı şu sözü ile de kuvvetlendirdi:"
Namazda göğe doğru bakan bir takım insanlar, bundan vazgeçsin. Aksi takdirde,
gözleri onlara geri dönmez. (Bir rivayetle: gözleri kör olur.)Müslüm
Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuşuır;'' Namaz kılar ken sağa sola
bakınmaym. Şüphesiz Allah, sağa sola bakınmadığı surece, yüzünü namaz kılan
kuluna çevirir."Tirmizi ve Hâkim nakletmis. ve bu hadisin
"sahih" olduğunu söylemişlerdir, Bkz. "Sahihu't-Tetgîb",
No: (353) " Yine Resulullah namaz kılarken sağa sola bakınmakla ilgili
olarak şöyle buyurdu: "Bu, şeytanın namaz kılandan çaldığı
şeydir."Buhari
Yine Hz. Peygamber (S. A.V.) şöyle buyurdu: "Kul, namazda sağasola
bakınmadığı sürece, Allah ona bakmaya devam eder. Kişi namaz kılarken yüzünü
sağa sola çevirince Allah da ondan yüz çevirir." Hadisi Ebû Dâvud ve
diğerleri nakletmiş
"Hz. Peygamber (S.A.V.) namaz esnasında şu üç şeyi yapmayı yasakladı:
Horozun yem topladığı gibi namaz kılmayı, köpek oturuşu gibi oturmayı, tilkinin
bakındığı gibi sağasola bakınmayı."Ahmed ve Ebu Yala
"Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştun Dünyadan veda
edecekmişçesine. Allah'ı görür gibi namaz kıl. Sen Allah'ı görmüyorsan da o
seni görüyor.""Bkz. el-Muhallis "Ehadîsü-Müntekât";
"Taberani
Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Bir kimse; farz namazın
vaktine ulaşır, güzel bir şekilde abdestini alır, rüku' ve huşu'unu güzel
yaparsa, büyük günah işlemediği sürece, bu namaz onun geçmiş günahlarına
keffaret olur. Bu durum her zaman
için böyledir." Müslim
Hz. Peygamber (S.A.V.), yünden yapılmış bîr elbise ile namaz kılmıştı.
Elbisedeki çizgilere dikkatlice bakmıştı. Namazı bitirince, şöyle buyurdu:
"Bu elbiseyi Ebû Cehm'e götürünüz ve O'nun Enbicaniyyesini getiriniz.
Çünkü o elbise, az önce beni meşgul etti ." "Bir rivayetle: namazda
ben onun çizgilerine baktım, nerede ise benim huzurumu kaçıracaktı.)"
Buharî. Müslim ve imam Mâlik. Bkz. "el-lrvâ",(376).
Hz. Âişe'nin, sofraya serdiği resimli bir yaygısı vardı. Hz. Peygamber (S.A.V.)
bu yaygıya doğru namaz kılmıştı. Namazdan sonra şöyle buyurdu: "Bu yaygıyı
benden uzaklaştır." (Çünkü onun üzerindeki resimler, namazda beni meşgul
ediyor.)""" Buharî. Müslim
Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Yemek hazır iken, küçük ve büyük
abdest sıkıştırınca, namaz kılmak uygun olmaz"Buhari
NAMAZDA KIRAATE BAŞLAMADAN ÖNCEKİ DUALAR
Hz. Peygamber (S.A.V.), kıraate başlamadan önce, çok çeşitli dualar okurdu: Bu
dualarda Allah'a hamd eder, O'nu över şânını yüceltirdi. Namazını güzel
kılmayan kimseye de, böyle yapmayı emretmiş ve söyle buyurmuştu; "Tekbir
almadan ve Allah'a hamd etmeden, O'na senada bulunmadan ve Kur'an'dan kolay
gelen ayetlerden okumadan, bir kimsenin kıldığı namaz tamam
olmaz.""el-İrva no:8
Hz. Peygamber (S.A.V.) zaman zaman değişik dualar okurdu. Bu dualar şunlardır:
"Allahım! Doğu ile batı arasını bir birinden uzaklaştırdığın gibi, beni de
hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi, beni
de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve dolu ile benim hatalarımı yıkayıp
temizle." Hz. Peygamber, bu duayı farz namazlarda okurdu." Müslüm
"Müslüman olduğum halde, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Allah'a
yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Benim namazım, hacca ait ibadetlerim,
dirim ve ölüm, kâinatın yaratıcısı, eşi ve ortağı bulunmayan Allah içindir.
Bununla emrolundum ve ben ilk müslumanlardanım ." "Allahım! Mülkün
yegâne sahibi sensin. Senden başka bir İlah yoktur. Seni teşbih ederek överim.
Sen benim rabbimsin, ben ise senin kulunum. Kendime zulmettim. Günahlarımı
itiraf ettim. Benim bütün günahlarımı ört Çünkü senden başka bir bağışlayıcı
yoktur. Beni en güzel ahlâka ulaştır. Zira, senden başka, ahlâkın en güzeline
ulaştıran yoktur. Beni kötü ahlâktan uzak tut Zira senden başka, ahlâkın en
kötüsünden insanları uzaklaştıracak yoktur. Emrindeyim, mutluluk vermeni
istiyorum. Bütün hayırlar senin elindedir. Kötülükler sana ait değildir. Senin
hidayete ulaştırdığın kimse esas hidayettedir. Ben seninim ve sana döneceğim.
Senden sana sığınmaktan başka çare yoktur. Mübareksin ve şânın yücedir. Senden
mağfiret diler ve sana tevbe ederim." Nesai
Peygamber yukarıdaki duayı hem farz, hem de nafile namazlarda okurdu.
"Allahım! Seni Överek teşbih ederim. Senin ismin mübarektir. Şânın
yücedir. Senden başka bir İlah yoktur."Nesai, ' Hz. Peygamber (S.A.V.)
şöyle buyuruyor; "Allah katında en sevimli söz, kulun"
Sübhanekellahumme..." duasını okumasıdır." Ebû Dâvud ve sığlam bir
isnatla "Tahavî"
Gece namazında Hz. Peygamber (S.A.V .), yukarıdaki duaya "üç defa
LâilâheilleIlah,üçdefada Ellahu Ekber Kebiren ilâvesini yapardı." Müslim
"Allah en büyüktür. Bütün övgüler Allah içindir. Sabah-akşam Allah'ı
noksanlıklardan beri kılarım." Sahabîlerden biri namaza bu dua ile
başlayınca Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: "Ben bunlara saştım. Bunlar
sebebiyle göğün kapıları açıldı." Müslim
"Allah'a hamd olsun." Bir başkası kıraata bu dua ile başlayınca Hz.
Peygamber ona da şöyle buyurdu: "Hangimiz önce Allah ın katına
yükseltecek,diyerek, oniki meleğin bu dua için yarış yaptıklarını
gördüm."Müslüm
"Allahım! Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin ve aradaki varlıkların nuru
sensin. Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri ayakta tutan sen, sensin. Bütün
övgüler sanadır. Sen Haksin; va'adların ve söylediklerin Haktır. Sana kavuşmak
haktır. Cennet haktır, cehennem haktır; peygamberler haktır. Mııhammed haktır.
Allahım! Kendimi sana teslim ettim. Sana güvendim. Sana inandım. Sana
döneceğim. Sana dayanarak hasımlaştım. Seni hakim seçtim. Sen bizim
rabbımızsın. Varış sanadır. Benim geçmiş ve gelecek, açık ve kapalı bütün
günahlarımı bağışla. Benden daha iyi bildiğin günahlarımı da bağışla. En evvel
sen vardın, en son yine sen var olacaksın. Sen benim ilâhımsın. Senden başka
İlah yoktur."Buhari,Müslüm
Hz. Peygamber, gece namazlarında aşağıdaki dua çeşitlerini okurdu:
"Cebrail'İn, Mîkail'in ve israfil'in rabbı olan; göklerin ve yerin
yaratıcısı olan, görünen ve görünmeyen her şeyi bilen Allahım! ihtilâfa
düştükleri zaman, kulların arasında gerçek hükmü veren sensin. Gerçeği bulmada
İhtilâfa düşülünce, izninle beni doğruya ulaştır. Çünkü sen dilediğini doğru
yola ulaştırırsın."Buharî. Müslim, Ebû Avane,
9- Hz. Peygamber (S.A.V.) on kerre tekbir alır, on kere hamd eder, on kere
teşbih eder, on kere Lâilâhe illellah der, on kere istiğfar eder ve on kere
şöyle dua ederdi:
"Allahım! Beni mağfiret et; beni doğru yola ilet, bana rızık ver, afiyet
ver." Yine on kere:
"Allahım! Hesap gününün darlığından sana sığınırım."Ahmed "- Hz.
Peygamber (S.A.V.) yine üç defa:
"Melekût, ceberut, kibriya ve azamet sahibi olan Allah en büyüktür."
derdi."Ebu Davud
NAMAZDA KIRAAT
Hz. Peygamber (A.S.) Allah'a sığınır ve şöyle derdi: "Allah'ın huzurundan
kovulmuş olan şeytanın dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden Allah'a
sığınırım." Resûlullaiı (S.A.V.), bazen de ilaveli olarak: "Şeytanın
şerrinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım." der, ondan
sonra gizli olarak: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.."
ibaresini okurdu."Ebu Davud
Ayet Ayet Okumak
Besmele çektikten sonra Hz. Peygamber (S.A.V.), Fatiha'yı da âyet âyet bölerek
okurdu.: "Bismillahirrahmanirrahîm" der; sonra biraz durur; sonra
"el-Hamdü lillahi rabh il -âlemin" der; sonra bir müddet daha durur,
"er-Rahmanirrahim" der; daha sonra yine bir müddet durarak; "Mâliki
yevmiddin" der; sûre bitinceye kadar da bu şekilde okurdu. Hz.
Peygamber'in bütün okuyuşları böyle idi. Âyet başlarında durur ve o âyeti
sonraki âyetlere bitiştirmezdi."Ebu Davud
Hz. Peygamber "Mâliki yevmiddin"i "meliki yevmiddin"
tarzında da okurdu."
Fatiha'nın Rükün Oluşu ve Faziletleri
Hz. Peygamber Fatiha sûresinin şanını yücelterek şöyle buyurdu: "Namazda
Fatihayı okumayan kimsenin namazı yoktur." Bir rivayete göre, (Fatiha ve
ilave ayetleri okumayan..) ibaresi yer almaktadır."Müslim, Başka bir
lâfızla gelen rivayette: "Kişinin Fatiha okumadan kıldığı namaz caiz
değildir." denilmiştir."Darekutni
Hz. Peygamber bir defasında da şöyle buyurdu: "Bir kimse Fatiha okumadan
namaz kılarsa, o namaz noksandır, noksandır, noksandır, tamam değildir.'Müslim
Başka bir rivayette yine şöyle buyuruyor "Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye ayırdım. Yarısı benim için,
yarısı da kulum içindir, istediği şeyler kulumundur."; "Fatiha'yı
okuyun: Kul orada elhamdu lillahi rabbıl-âlemin diyor. O zaman Allah'da, kulum
beni övdü" der. Kul "er-Rahmanirrahîm" deyince: "Kulum bana
sena etti" der. Kul "Mâliki Yevmiddin" der. Yüce Allah da:
"Kulum beni yüceltti." der. Kul"İyyâke Nâ'budü ve lyyâke
Nestaîn" der. Allah da "Bu benim ile kulum arasındadır; kulum ne
isterse onundur." buyurur. Kul Ihdinessırâtâl-Müstakim sitratâllezîne
en'amte aleyhim ğayril-mağdûbi aleyhim veleddâllîn." der. Allah Teala da:
"Bunlar kulumundur, kulum ne islerse onundur" buyurur, Müslüm
Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyururdu: "Allah Teâlâ; ne Tevratta, ne
incil'de Fatiha'nın benzerini indirmemiştir. Fatiha, Seb'ul-Mesanî'dir."
(Bir rivayete göre; bana verilen o büyük Kur'an'dır.) Hz. Peygamber (A.S.),
namazını güzel kılmayan kimseye,
namazında Fatiha okumasını emretmiş ve Fatiha'yı ezberleyemiyen birine şöyle
buyurmuştur; "Subhanallahi vel-hamdü lillahi velâ ilahe illelahu vallâhu
ekber velâ havle velâ kuvvete illâ bilillâh" de."Ebu Davud
Yine Hz. Peygamber namazını güzel kılmayan kişiye şöyle buyurdu: "Eğer
ezberinde Kur'an varsa onu oku. Yoksa Allah'a hamd et; O'nun şanını yücelt ve
tehlil getir." Yani el-hamdü lil-lah, Ellahu Ekber, la ilahe illallah
de."Ebu Davud
imam Sesli Okurken Cemaatin Sükut Etmesi
Hz. Peygamber (A.S.), cebrî namazlarda, imamın arkasındaki cemaatin de
Fatiha'yı okumasına cevaz vermişti. Bu cevaz, Hz. Peygamber'in sabah namazını
kıldırmakla olduğu sırada vuku' bulmuştu. Sabah namazında Hz. Peygamber Kur'an
okuyor, fakat okumakla zorluk çekiyordu. Namazı bitirince şöyle buyurdu:
"Galiba imamınızın arkasında siz de okuyorsunuz."? Cemaat şöyle cevap
verdi: "Evet, yâ Resûlellah! süratlice okuyoruz." Bunun üzerine Hz.
Peygamber şöyle buyurdu; "Böyle yapmayın. Ancak sizden biri Fatiha
okuyabilir. Çünkü Fatiha'sız namaz olmaz."Buharî, Cüz 'ül-Kıraa, Ebû Dâvud
Bundan sonra, Hz. Peyamber (S.A.V.), cehri namazlarda cemaatın okumasını
yasakladı. Bu durum Hz. Peygamber (S.A.V.) kıraati cehri olan bir namazdan (Bir
rivayette de bunun sabah namazı olduğu söyleniyor) çıktıktan sonra meydana
gelmişti. Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; "Az önce sizden biri benimle
birlikte kıraatta bulundu mu?" Cemaattan biri: "Ben okudum, yâ
Resûlellah!" dedi. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Ben diyorum ki; ne oldu ki, bana ortak olunuyor:" Ebû Hureyre şöyle
buyuruyor; "Bundan sonra, Peygamber (A.S.)'ın bu sözünü işiten cemaat,
aşikâre okuduğu namazlarda, Hz. Peygamber'e iştirak etmekten kaçındılar, İmamın
açıktan okumadığı yerlerde de kendi kendilerine gizlice okuyuşta
bulundular."Malik
Hz. Peygamber (A.S.), imamın okuduğunu dinlemeleri için, cemaatın susmasını
imama uymayı tamamlayan işlerden saymış ve şöyle buyurmuştur: "imam
kendisine uyulması için tâyin edilmiş kimsedir. O tekbir alınca siz de tekbir
alın. imam okurken siz sükût ediniz." IbnEbî Şeyhe (1^7/1); Ebû Dâvud,
Müslim, Ebû Avane,
Nitekim imamı dinlemeği, arkasındakileri kırattan muaf tutmak olarak kabul
etmiş ve şöyle buyurmuştur "Her kim imama uyarsa, imamın okuması onun
okuması sayılır."Ibn Ebî Şeybe (1/96/1); Direkutnî; Ibn Mâce; Tahavî ve
Ahmed b. Hanbel müsned
Bu, aşikâre okunan namazlar içindir.
Sırrı Namazlarda Kıraatin Vücubu
Sırrî, yani imamın aşikara Kur'an okumadığı gündüz namazlarında, Hz. Peyamber
Ashabının imamın arkasında namaz kılarlarken, kıraatta bulunmalarını tasvip
etmiştir. Câbir diyor ki; biz öyle ile ikindi namazlarını imamın arkasında
kılarken ilk iki rekâtta Fatiha ve zamm-ı sûre, son iki rekâtta ise, yalnız
Fatiha Okurduk."Ibn Mâce
Hz. Peygamber, kendisi okurken cemaatın kıraatından doğan karışıklığı hoş
karşılamamışlar. Bu durum öğle namazım ashabına kıldırırken meydana gelmiştir.
Hz. Peygamber namazdan sonra şöyle buyurdu: "Sebbihisme
Rabbikel-A'lâ" süresini hanginiz okudu?" Ashabtan biri "Ben
okudum. Fakat, hayırdan başka bir maksadım yoktu." dedi. Hz. Peygamber
bunun üzerine buyurdu ki; "Gerçekten anladım ki, biriniz onu benim
ağzımdan aldi."Müslüm
Başka bir hadiste şöyle deniliyor: "Ashap Hz. Peygamber'in arkasında namaz
kılarken açıktan okuyorlardı. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki;
okuduğum Kur'an-ı karıştırdınız."Buhari cüz ünde,Ahmed
Yine Hz. Peygamber buyurdu ki; "Namaz kılan kimse rabbiyle gizlice
konuşuyor demektir. Kiminle konuştuğuna dikkat etsin. Biriniz kıraatta
bulunurken, diğeri açıktan okuyarak onun okuyuşunu karıştırmasın." Malik,
Buhari
Hz. Peygamber başka bir hadis-İ şerifte buyuruyor ki; "Herkim Allah'ın
Kitabından bir harf okursa ona bir hasene vardır. Bir hasene on misli ile
karşılık görür." Elif lâm mim" tek bir harftir demiyorum, fakat
"elif bir harftir, "lam" bîr harftir, "mim" bir
harftir diyorum."Tirmizi
Namaz'd a Amin Demek
Hz. Peygamber (S.A.V.) Fatiha'yi okuyunca sesli olarak ve uzatarak
"âmîn" derdi. Cemaate de "âmin" demelerini emrederek şöyle
buyururdu: "îmam gayril-mağdûbi aleyhim ve laddâllîn) deyince siz de
"âmin" deyin. Çünkü imam âmin deyince melekler de âmin derler."
Buharı, Cüz'ül-Kıraa; sağlam bir isnatla Ebu Davud.
Bu konuda aynı mânada değişik lâfızla başka bir rivayet daha vardır. Bu
lâfızlardan birinde şöyle denilmektedir: "Sizden biri namazda
"âmin" der, melekler de gökte âmin derler ikisi aynı âna denk gelirse
o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."'-'' Başka bir rivayette:
"Âmin deyiniz ki, Allah kabul etsîn." Buharî, Müslim, buyrulmuştur.
Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyururdu: "Yahudiler sizin selâmınıza
ve imanım arkasında "âmin" deyişinize hased ettikleri kadar, hiçbir
şeye hased etmezler." Buhari", el-Edebül-Müfred, Ibn Maee, Ibn
Huzeyme, Ahmed
Hz. Peygamber'in Fatiha'dan Sonraki Kıraati
Hz. Peygamber (S.A.V.), Fâtiha'dan sonra başka bir sûre daha okurdu. Bazen bu
sûreyi uzatır; bazen de yolculuk, öksürük, hastalık veya çocuk ağlaması gibi
arızî sebeplerle kısa tutardı. Nitekim Enes b. Mâlik, şöyle demiştir: Bir gün
sabah namazında, Hz. Peygamber kısa okudu. (Diğer bîr hadiste: Hz. Peygamber,
sabah namazını kıldırdı ve Kur'an'daki sûrelerden en kısa olan ikisini okudu.)
Kendisine: Yâ Resulallah! Niçin kısa okudun? diye sorulunca, şöyle buyurdu:
"Bir çocuk ağlaması işittim. Annesinin bizimle birlikte namaz kıldığını
tahmin ettim. Bunun üzerine, hemen annesinin ona yetişmesini istedim."
Yine Hz. Peygamber şöyle buyuruyor "Ben uzun okumak niyetiyle namaza
baslarım. Bir çocuk ağlaması işitirim. Onun ağlamasından dolayı annesinin
üzüleceğini bildiğim için de namazı kısa tutarım." "Bazen de, Hz.
Peygamber, sûrenin başından başlar, çoğu zaman onu tamamlardı." Ve şöyle
buyururdu: "Her sûreye rüku' ve secdeden nasibini verin. (Yani her rekâtla
bir
sûre okuyun)" Ibn Ebî Şeybe, (1/100/1); Ahmed b. Hanbel, "Başka bir
ifadede: Her sûre bir rekâtla okunur."Tahavî
"Bazen Hz. Peygamber (S.A.V.), bir sûreyi iki rekâta böler," Ahmed,
bazen de tamamını İkinci rekâtta tekrarlardı."
"Bazen bir rekâtla iki ya da daha fazla sûreyi birleştirirdi,,
"Ensar dan bir zat, Küba Mescidinde cemaate imamlık yapıyordu. Namaz
kıldırırken her rekâtta okuyacağı zamm-ı sûreye başlamadan önce "Kul
Huvellahu Ehad" sûresini okur, sonra onunla birlikte başka bir sûre daha
okurdu, ve bunu her rekatta böyle yapıyordu. Arkadaşları bu konuda kendisi ile
konuştular ve dediler ki; sen kıraate bu sûre ile başlıyorsun, sonra bunu yeterli
görmeyip başka bir sûre daha okuyorsun. Ya yalnız bu sûreyi (Kul Huveîlahu
Ehad) oku, ya da onu bırakıp başka bir sûre oku. Buna karşılık, o imam şöyle
cevap verdi: Ben bunu bırakmam. Eğer size imamlık yapmamı istiyorsanız, ben
böyle okurum. Eğer hoşlanmıyorsanız imamlığınızı bırakırım." Cemaat o zatı
içlerinde en faziletli kişi olarak görüyorlar ve başkasının kendilerine imamlık
yapmasını istemiyorlardı. Hz. Peygamber, onlara gelince, durumu kendisine haber
verdiler. O da şöyle buyurdu: "Ey filan, arkadaşlarının söylediğini
yapmana engel olan şey nedir? Her rekâtta bu sûreyi okumanın lüzumuna seni sevk
eden şey nedir?" İmam olan sahabı şöyle cevap verdi: "Ben o sûreyi
(Kul huvellahu Ehad) okumayı çok seviyorum" Bunun üzerine Peygamberimiz
(S.A.V.) şöyle buyurdu:" O sûreye olan sevgin seni cennete
sokacaktır."Buhari,Tirmizi
Hz. Peygamber'in Bir Rek'atta Birkaç Sureyi
Birleştirmesi
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Mufassal sûrelerden benzer olanlarını kıraatta
birleştirirdi. Bir rekâtla (Rahman ,55/78)151 ve (Necm,53/62) sûrelerini; bir
rekâtla (İkterebet.54/55) ve (el-Hâkka,69/52) sûrelerini; bir rekâtta
(et-Tûr,52/49) ve (ez-Zâriyât,51/60); bir rekâtta (İzâ Veka'at, 56/96) ve
(Nûn,68/52) sûrelerini; bir rekâtta (Se'ele Sâi1ün,70/44) ve (en-Nâzi'at,79/46)
sûrelerini; bir rekâtta (Veylün lil-Mutaffifîn,83/36) ve (Abese,80/42) ; bir
rekâtta (el-Müddessir,74/56) ve (el-Müzzemmil,73/20); bir rekâtla (Hel
Etâ.76/31) ve (La uksimu biyevmiIKıyame,75/40); bir rekâtta (Amme, 78/40) ve
(el-Mürselât,77/50); bir rekâtta da (ed-Dühân,44/59) ve (İzes-Şemsü
Küvviret,80/29) sûrelerini okurdu.'"Buhari,Müslüm
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen, gece namazlarında (ileride geleceği üzre)
bu rekâtta (el-Bakara, en-Nisâ ve Âl-i İ'mrân) gibi uzun yedi sûre
(es-Seb'ut-Tıval)'ler arasını berleştirir ve şöyle buyurdu: "En faziletli
namaz, kıyamı uzun olan namazdır.'"Müslüm,Tahavi
"Hz. Peygamber namazda (Eleyse zâlike bikadirin âlâ en yuhyiyelmevlâ)
âyetini okuyunca (Sübhâneke febelâ=Seni noksan sıfatlardan beri kılarım, evet
kadirsin) derdi. (Sebbihisme Rabbikel-A'lâ)'yı okuyunca (Sübhane Rabbiyel-A'lâ)
derdi."Sağlam bir isnatla Ebû Davud
Sadece Fatiha ile Yetinmenin Caiz Olması
"Muaz b. Cebel Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte yatsı namazını kılar,
sonra da gidip arkadaşlarına namaz kıldırırdı. Yine bir gece, gidip onlara
namaz kıldırıyordu. Seleme oğullarından Selîm adındaki bir genç de onun
arkasında namaz kılıyordu. Namaz o gence uzun gelince, namazdan ayrılarak
mescidin bir köşesinde namazını kılmış, sonra da devesinin yularından tutup
oradan uzaklaşmıştı. Muaz namazı bitirince bu durumu kendisine anlattılar. Muaz
şöyle dedi." Bu adamın yaptığı münafıklıktır. Onun yaptığı bu işi Hz.
Peygambere haber vereceğim." O genç de bunu duyunca: "Ben de onun
yaptığını Hz. Peygambere haber vereceğim" dedi. Sabahleyin hepsi Hz.
Peygamberin yanına gittier. Muaz o gencin yaptığını Hz. Peygamber'e anlattı. O
genç de dedi ki; "Yâ Resûlullah! Senin yanında uzun süre eğleşiyor, sonra
dönüp bize uzun uzadıya namaz kıldırıyor." Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.)
Muaz'a: "Sen fitneci misin? ey Muaz!" dedi ve o gence dönerek:
"Yeğenim! Sen namaz kılınca nasıl yapıyorsun? diye sordu: Genç söyle cevap
verdi:
"Fatiha'yı okuyorum, Allah'tan cennet istiyorum, cehennem'den O'na
sığınıyorum. Fakat, sen ve Muaz'ın neyi mırıldandığınızı bilemiyorum."
Bunun üzerine: "Ben ve Muaz cennet ile cehennemi mırıldanıyoruz."
buyurdu. Delikanlı şöyle dedi: "Ordu toplandığı zaman, düşmanın geldiği
haberini alınca, Muaz durumu anlayacak." Râvi diyor ki; düşman geldi ve
genç şehit düştü. Bundan sonra Resûlullah (S.A.V.) Muaz'a: "İkimizin hasmı
(olan genç) ne yaptı?" diye sordu. Muaz: "Yâ Resûlellah! -Allah
doğrudur, ben yalancı çıktım- o genç şehit oldu." dedi.Ibn Huzeyme, Sahih
(1634), sağlam bir isnada Beyhakî
Beş Vakit Namaz'da Açık ve Gizli Kur'an Okumak
Hz. Peygamber (S.A.V.) sabah namazı ile akşam ve yatsı namazlarının ilk iki
rekâtlarında sesli olarak kıratla bulunurdu. Öğle ve ikindi namazları ile
akşamın üçüncü, yatsının üç ve dördüncü rekâtlarında gizli okurdu." Ashâb
Hz. Peygamber'in sırrî namazlardaki okuyuşunu sakalının hareketinden ve bâzı
âyetleri zaman zaman cemaat duyacak şekilde sesli okumasından anlarlardı."
'' Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) cuma ve bayram namazları ile istiskâ ve küsûf
namazlarında sesli olarak kıraatta bulunurdu."Buhari,Müslüm,Ebu Davud,
Gece Nafilelerinde Sesli ve Sessiz Okuyuş
"Hz. Peygamber (S.A.V.), gece namazlarında bazen sesli, bazen de sessiz
okurdu." Evde iken okuyunca, odada bulunan kimseler onun kıraatinı
duyardı."Ebu Davud
"Bazen sesini daha da fazla yükseltir, odanın dışında bulunan kimseler de
okuyuşunu duyabilirdi." Nesaî, Tirmzî "Şemail'de; Beyhakî de
"ed-Delâil'"de hasen bir sened ile rivayet etti.
Hz. Peygamber (SA.V.) Ebû Bekir ile Ömer'e de böyle yapmalarını emretti. Şöyle
ki; bir gece Hz. Peygamber (S.A.V.) evinden dışarı çıktı, Ebû Bekir'in sessiz
olarak namaz kıldığını gördü. Ömer'e uğradı; o da yüksek sesle namaz kılıyordu,
ikisi Hz. Peygamber'in huzurunda bir araya geldikleri zaman Resulullah (S.A.V.)
şöyle buyurdu: "Ey Ebû Bekir! Sana uğradım; sessiz olacak namaz
kılıyordun? Ebû Bekir dedi ki; münacatta bulunduğuma sesimi duyurdum, yâ
Resulallah! Ömer'e de: "Sana uğradım, sesini yükselterek namaz
kılıyordun?" buyurdu. Hz. Ömer de söyle cevap verdi: "Yâ Resûluİlah!
Dalgınları uyarıyorum ve şeytanı kovuyorum." Bunun üzerine Hz. Peygamber
buyurdu ki; "Ebû Bekir! Sen sesini biraz yükseli; Ömer sen de sesini biraz
alçalt."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S. A.V.) yine buyuruyor ki; aşikare Kur'an okuyan, aşikâre
sadaka veren gibidir. Gizlice Kur'an okuyan, gizlice sadaka veren
gibidir."Ebu Davud
HZ. PEYGAMBERİN NAMAZLARDA OKUDUĞU SÛRE VE
ÂYETLER
Hz. Peygamber'in namazlarda okuduğu sûre ve âyetler, beş vakit namaz ile diğer
namazlarda değişiktir. Şimdi beş vakit namazın ilkinden başlayarak geniş bilgi
verelim:
I- Sabah Namazı
Hz.. Peygamber (S.A.V.), sabah namazında uzun mufassal (Tıval-i Mufassal diye
adlandırılan) sûrelerden okurdu. Bazen iki rekâtta "el-Vâkı'a"
(56/96) ve benzeri sûrelerden okurdu." Ahmed ve İbn Huzeyme (1/69/1). Hâkim
"Sahih" demiş, Zehebî de onu benimsemiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Veda Baççında "et-Tûr" (52/49) sûresini
okumuştu. Bazen birinci rekâtta "Kâf' (50/45) ve benzeri süreleri
okurdu." Müslim
Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen de "Izeş-Şemsü Küvviret" (81/15) gibi
kısa sûreler (Kisarul-Mufassal)'den okurdu." Bir defasında da her iki
rekâtla da "İzâ Zülzilet" (99/8) suresini okumuştu. Hatta râvi,
Resulullah (S.A.V.), bilerek mî, yoksa unutarak mı böyle yaptı?
bilemiyorum." demiştir." Bir defasında seferde "Felâk"
(113/5) ve "Nâs" (l 14/6) sûrelerini okumuştu." Ibn Huzeyme
(1/76/1) ve Ebu Davud
Hz. Peygamber (S.A.V.) Ukbe b. Âmir'e söyle demiştir: "Namazında
Muavvizeteyn'i (Felâk ve Nâs sûrelerini) oku. (Bu iki sûre ile sığındığı gibi,
hiç kimse Allah'a sığınamaz.)"*
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen de daha fazlasını, altmış âyet ve daha
çoğunu okurdu." Râvilerden biri diyor kî; bunu bir rekâtta mı, yoksa iki
rekâtta mı, okuduğunu bilemiyorum?"
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen "er-Rum"(30/60) sûresini, bazen de
"Yasın" (36/83) sûresini okurdu." Bir defasında Mekke'de sabah
namazını kıldırırken "el-Mü'minûn" (23/118) sûresini okumaya
başlamıştı. Bu sûrede geçen "Musa" ve "Harun", yahutta
"îsa kelimelerinin geçtiği âyetlere gelince öksürüğü tutmuş, o da hemen
ruku'a varmıştı."
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen, sabah namazında cemaata
"es-Sâffât" (77/182) sûresini okuyarak imamlık yapardı."Ahmed ve
Ebû Yâ'lâ "Müsned'"lerinde;
"Cuma günü sabah namazını kıldırırken; birinci rekâtta
"es-Sec-de" (32/30) sûresini, ikinci rekâtla- "insan"
(76/31) süresini okurdum
"Hz. Peygamber (S.A.V.) birinci rekâtla uzun, ikinci rekâtta kısa
okurdu."Buhari ve Müslüm
Sabah Namazının Sünnetinde Kıraat
"Hz. Peygamber, sabah namazının sünnetinin iki rekâtında da çok az
kıraatte bulunurdu." Öyle ki, Hz. Âişe şöyle derdi: "Hz. Peygamber
acaba Fatiha okudu mu?"1
Bazen Fatiha'dan sonra, birinci rekâtla (Külü Amenna bill-âhi),2/i36) âyeüni,
diğer rekâtla (Kul Yâ ehlel-Kilabi tcalcv,3/64) âycüni okurdu." Bazen de
bu ayetin yerine (Felemmâ EhasseIsa minhumul-küfr... 23/52) , bazen de birinci
rekâtta (Kâfirûn, 109/6); ikinci rekâtta (İhlâs,112/4) suresini
okurdu."Müslim
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir adamın birinci rekâtta ilk süreyi (Kâfirûn)
okuduğunu duydu ve "Rabbine iman etmiş bir kul" buyurdu. Diğer rekâtla
da ikinci sûreyi (İlılâs) okumuştu. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:
"rabbini tanıyan bir kul." buyurdu," Tahavî, Ibn Hıbban
II- Öğle Namazı
"Hz. Peygamber (A.S.), ilk iki rekâtla Fatiha ile birlikte iki sûre okur,
birinci rekâtta kıraati uzatır, ikinci rekâtta uzatmazdı." Buharî ve
Müslim.
"Bazen Hz. Peygamber kıraati o kadar uzatırdı ki, öğle namazı için ikamet
getirilince, bir kimse Baki' mezarlığına gider, orada ihtiyacını görür, sonra
da evine gelir, abdestini alır, sonra da namaza gelirdi ki, Hz. Peygamber hâlâ
birinci rekâttadır." "Ashab, böyle yapmakla Hz. Peygamber'in
maksadının, cemaatin birinci rekâta yetişmesini sağlamak olduğunu tahmin
ediyorlardı."Sağlam bîr isnatla Ebu Dâvud, İbn Huzeyme (1/165/1)
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ilk iki rekâtın herbirinde; Fatiha dahil 30 âyet
kadar (Elif lâm Mîm es-Secde,22/30 süresi miktarınca) okurdu." Ahmed b.
Hanbel ve Müslim. "Bazen (Tarık, Burûc, Leyl vb.) sûreleri
okurdu."Ebu Davud
Bazen de (Inşikak vb.) sûreleri okurdu." "Ashab, Hz. Peygamber'in
öğle ve ikindi namazlanndaki kıratını, sakalının hareketinden
anlarlardı."Buhari,
Hz. Peygamber'in Son İki Re k'atta Fatiha'dan Sonra Okuduğu Âyetler "Hz.
Peygamber son iki rekâtı ilk iki rekâttan yarı yarıya daha az yani 15 ayet
kadar eksik okurdu.' "Bazen de son iki rekâtta sadece Fatiha'"yı
okurdu."Buhari, "Okuduğu âyetleri bazen cemaatada işittırirdı. Ibn
Huzeyme. "es-Sıhih" (1/67)2)
"Cemaat, Hz. Peygamber'in (Sebbihisme Rabbi-kel'A'lâ.87/19) ve (nel-etâke
hadisü'l-ğasiye, 88/26) nağmelerini işitirlerdi."Buhari,
"Bazen (Burûc,85/22), (Târık,86/17) ve benzeri sûreleri
okurdu."Müslim ' "Bazen de (Velleyli izâ yağşâ,92/21) gibi sûreler
okurdu."
Buhari ve Müslim
III- ikindi Namazı
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk iki rekâtta Fatiha ile birlikte iki süre
okur, birinci rekâtta kıraati uzatır, ikinci rekâtta uzatmazdı."Sağlam bir
isnada Ebû Dâvud ve Ibn Huzeyme.
"Ashab, böyle yapmakla Hz. Peygamber'in maksadının cemanım birinci rekata
yetişmesini sağlamak olduğunu tahmin ediyorlardı."Ahmed b. Hanbel ve
Müslim
"Hz. Peygamber (S.A.V.), her iki rekâtta 15 âyet kadar, yani (iğle
namazının ilk iki rekâtmda okuduğunun yarısı kadar okurdu. Son iki rekâtı ilk
iki rekâttan yarı yarıya daha kısa tutardı."Ahmed b. Hanbel ve Müslim
"Son iki rekâtta sadece Fatiha'yı okurdu." "Zaman zaman cemaata
okuduğu âyetleri işittirildi." "Ve ikindi namazında da. Öğle
namazında okuduğu sûreleri okurdu.."
IV- Akşam Namazı
"Bazen Hz. Peygamber (S.A.V.) Kısaru'l-Mufassal (kısa sureler) okurdu.
Hatla cemaat namazı Hz. Peygamber ile birlikte kılıp selâm verdikten sonra,
içlerinden biri namazdan çıkınca, okun düştüğü yeri görürdü."Nesai
"Yolculukta ikinci rekâtla (Tin,95/8) sûresini okurdu."Ahmed,
"Bazen Ti vâlü'l-Mufassal (uzun), Evsâtu l-Mufassal (orta uzunlukta)
sûreler okur; bazen de (Muhammcd sûresini ,4 7/4 8) okurdu."İbn Huzeyme
1/166/2 "Bazen et-Tûr,52/49)212, sûresini okur, "Bazen
(el-Murselât.77/50) sûresini okurdu ki bunu en son kıldığı namazda da
okumuştu." "Bazen de iki uzun sûrenin en uzununu " , yani heriki
rekâtla (Âraf,7/206) sûresini okurdu."Buhari "Bazen de iki rekâtta
(Enfal,8/75) sûresini okurdu."Taberani
Akşam Namazının Sünnetin deki Kıraat
"Akşam namazının farzından sonraki sünnetinde Hz. Peygamber (S.A.V.)
(Kâfirûn,109/6) ve (İhlas,112/4) sûrelerini okurdu."Taberani,Ahmed
V- Yatsı Namazı
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk rekâtla orta uzunlukla (Tıva-lu'1-Mufassal)
sûrelerden ,Nesei, okur; bâzen de (eş-Şems,91/15) ve benzeri sûrelerden
okurdu."Ahmed,Tirmizi "Bazen (înşikâk34/25} sûresini okur ve secde
yapardı." "Bir defasında da yolculukta ilk rekâtla (et-Tîn,95/8)
sûresini okudu." Buharî, Müslim ve Nesaî.
"Hz. Peygamber (S.A.V,), yatsı namazında uzun okumayı yasakladı. Nitekim
Muaz b. Cebel kendi arkadaşlarına yatsı namazını kıldırmış ve kıraati
uzatmıştı. Ensar'dan bir zat, namazdan ayrılarak tek başına namazını kaldı.
Muaz, bu durumdan haberdâr olunca o kimse için "münafıktır" dedi. Bu
söz adama ulaşınca, Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek Muaz'ın kendisi için
sarfettiği sözü ona haber verdi. Hz, Peygamber Muaz'a şöyle buyurdu: "Sen
fitneci mi olmak istiyorsun Muaz! Cemaata imamlık yapmak istediğin zaman,
(eş-Şems,91/15), (el-A'lâ,77/19), (ikra',96/29), (el-Leyl,92/21) sûrelerinden
birini oku. Çünkü senin arkanda yaşlı,zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de namaz
kılmaktadır."
VI- Gece Namazı
"Hz. Peygamber, gece namazlarında bazen kıraati kısa yapar; zaman zaman da
uzatırdı. Bir seferinde kıraatı yine çok uzatmıştı. Abdullah b. Mes'ûd bunu
şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile birlikte bir gece namaz kıldım. Kıyamı
o kadar uzattı ki, içimden kötü bir iş yapmak geçti. Ne yapmayı düşündün?
dediler. "Oturup Hz. Peygamber'i yalnız bırakmayı düşündüm" cevabını
verdi." Buharî, Müslim
"Huzeyfe b. el-Yemân da şöyle diyor: Hz. Peygamber ile birlikle bir gece
namaz kıldım. Okumaya bakara sûresi ile başladı, 100. âyette rüku' yapar dedim;
geçti, iki rekâtı da Bakara sûresi ile kıldırır, dedim; geçti. Onu bitirince
ruku'a varır, dedim; Nisa sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i Imran'a
başladı ve onu da okudu."
Bu sûreleri fasılalı olarak okuyordu. Teşbih âyetine gelince teşbih getiriyor,
islemekten bahs eden bir âyete gelince Allah'tan istiyor, sığınmaktan bahs eden
bir âyete gelince Allah'a sığınıyordu. Bundan sonra ruku'a vardı..."
"Bir gece hasta olduğu halde (es-Seb'ut-Tıval) uzun yedi sûreyi
okudu." "Bazen de her bir rekâtta bunlardan bir sûre okurdu."Ebû
Dâvud
"Hz. Peygamber'in bir gecede Kur'an'ın tamamını okuduğu bilinmiyor?'
"Aksine, Abdullah b. Amr'in böyle yapmak istemesine razı olmadı. Şöyle
buyurdu: "Kur'an'ı ayda bir hatmet". Abdullah dedi ki; "Kendimde
güç buluyorum." dedim. Bunun üzerine "Yirmi gecede bir oku."
buyurdu. Yine: kendimde güç buluyorum" dedim. Buyurdu ki; "yedi günde
bir oku. Bundan daha fazlasını yapma." "Sonra Abdullah'ın beş günde
bir okunmasına , sonra üç günde bir okumasına ruhsat verdi." Buharî, Ahmed
b. Hanbel.
"Ve Onun bundan daha az bîr süre içinde Kur'an'ı hatmetmesini
yasakladı." Dârimî ve Saîd b. Mansûr, Sünen'inde sağlam bit isnatla.
'"Bunun sebebini de şöyle belirtti: "Herkim Kur'an'ı üç günden daha
az sure içinde hatmederse ne dediğini anlamaz."Sağlam bir isnatla Ahmed b.
Hanbcl.
Bu sözler arasında şu ifadeler de vardı: "Her âbidin bir şirreti var. Her
şirretin de bir zaafı vardır ki, ya sünnete, ya bidata götürür. Herkimin zaafı
kendisini Sünnete götürürse o hidayeti bulur. Herkimin de zaafı başka şeye
götürürse o da helak olur. "Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı üç
günden daha az bir süre içinde hatmetmezdi. Hz. Peygamber şöyle buyurudu:
"Herkim bir gecede 200 âyet okuyarak namaz kılarsa, o kişi Allah'a tam
bağlı ve ihlâslı kimselerden olarak yazılır."Ahmed ve Ibn Hıbban,
es-Sahih.
"Hz. Peygamber (S.A.V.} her gece namaz kılarken (îsrâ, 17/111) ve
(Zümer,39/75) surelerini okurdu."238 "Ve şöyle buyurdu: Herkim bir
gecede 100 âyet okuyarak namaz kılarsa gafillerden yazılmaz. '" Ahmed b. l
lanbel ve Ibn Nasr, sağlam bir isnatla.
"Bazen her rekâtta elli âyet veya daha fazla Kur'an okurdu."Buhari,
Ebu Dâvud "Bazen de (Müzzemmil,?3/20) sûresi miktarınca okurdu."Ahmed
b. Hanbel,
"Hz. Peygamber (S.A.V.) çok nadir olarak gecenin tamamını namaz kılmakla
geçirirdi."Müslim, Ebû Dâvud
"Bir defasında Abdullah b. Hab-bab b. el-Erett-ki o Hz. Peygamber ile
birlikle Bedir savaşında bulunmuştu- Hz. Peygamberi! gözetliyerek bütün gece
namaz kıldığını tesbit etti. Öyle ki gece namazı ile sabah namazını
birleştirmişti. Namaz sonunda selam verince, Habbab ona dedi ki; "Yâ
Resulullâh! Anam babam sana feda olsun. Daha önce benzerini görmediğim şekilde
bu gece namaz kıldın?" Buna karşılık Resulullah! (S AV.) şöyle cevap
verdi: "Evet, o korku namazıdır. Ben yüce Rabbîmden üç şey istedim.
Bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ;bizden önceki ümmetlerde
olduğu gibi, bizleri de helak etmemesini istedim (Başka bir ifadede kıtlıkla
ümmetimi helak etmemesini istedim); bunu bana verdi. Rabbimden düşmanlarımızın
bize galip gelmemelerini istedim; bunu da yerine getirdi. Rabbimden aramıza
ayrılık sokmamasını istedim; bu isteğimi bana vermedi."Nesaî, Ahmed
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gece namaza kalktı ve sabaha kadar şu âyeti
tekrarladı: "Eğer onlara azab edersen, kullarındırlar,
ve eğer bağışlarsan şüphesiz sen aziz ve nimet sahibisin." (5/118). Bu
âyeti okuyarak rüku' ediyor, onu okuyarak secde ediyor, onunla Allah'a dua
ediyordu. Sabah olunca Ebu Zer kendisine şöyle dedi: "Yâ Resulullah!
Sabaha kadar bu âyeti okumaya devam ettin. Onunla rüku' ettin, onunla secdeye
vardın, onunla Allah'a duada bulundun. Halbuki Allah Teâlâ sana Kur'an'ın
tamamını öğretti. Eğer bizden biri böyle yapsaydı, biz ona kızardık. "Hz.
Peygamber buna karşılık buyurdu ki; "Ben rabbımdan ümmetim için şefaat
istedim; o da bana bunu verdi, inşallah bu şefaat, hiçbir şeyi Allaha ortak
koşmayan kimselere ulaşacaktır."Nesaî, Ibn Huzeyme (1/70/1); Ahmed,
Ibnu'n-Nasrve Hâkim. Hâkim "Sahih" demiş. Zehebî de ona katılmış:
tır.
"Bir adam Hz. Peygamber'e ; "Yâ Resulullah! Benim bir komşum var,
gece namaz kılıyor ve bu namazda yalnız Ihlâs sûresini tekrar edip duruyor.
Fazladan hiçbir şey okumuyor." dedi. O adam sanki Ihlâs sûresinin
okunmasını az buluyordu. Hz. Peygamber buyurdu ki; "Nefsimi elinde tutan
Allah'a yemin 'ederim ki; Ihlâs sûresi Kur'an'ın Üçte birine
denktir."AhmedveBuharî,
VII- Vitir Namazı
"Hz. Peygamber (S.A.V.) vitir namazının birinci rekâtında
"el-A'lâ" (87/19), ikinci rekâtında (Kâfirim,109/6), üçüncü rekâtında
da (Ihlâs,! 12/4) sûrelerini okurdu.' "Bazen de bunlara, (Felâk,) 13/5) ve
(Nâs,ll4/6) sûrelerini de ilâve ederdi. Bir defasında, üçüncü rekâta
"Nisa, (4/176) suresinden 100 âyet okumuştu."Nesâî, Ahmedb. Hanbel
"Hz. Peygamber (S.A.V), Vitirden sonraki iki rekât namazda (Zilzal,99/8)
ve (Kâfirûn, 109/6) sûrelerini okurdu."Ahmed
VIIl- C um'a Namazı
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bâzen Cuma namazının ilk rekâtında (Cuma,62/l 1)
sûresini, diğer rekâtta (Munafikûn, 63/11) sûresini , bazen de bunun yerine
(el-Ğâşiye, 88/26) sûresini okurdu." Ebû Dâvud "Hz. Peygamber
(S.A.V.) bazen de ilk rekâtla (cl-A'lâ,87/19), ikinci rekâtta (el-câsiye,
88/26) sûresini okurdu." Ebû Dâvud
IX- Bayram Namazları
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen bayram namazının ilk rekâtında (el-A'lâ,
87/19), diğerinde ise (Câsiye, 88/26) sûresini, bazen de (K â f,50/45) ve
(lkterebetis-Sâa.54/55) sûrelerini okurdu." Ebû Dâvud
X- Cenaze Namazı
"Sünnet olan, cenaze namazında Fâtiha ile birlikte bir sûre
okumaktır,"" "ilk tekbirden sonra, cenaze namazında gizli okumak
da sünnettir."Nesei
NAMAZDA KUR'AN'I TANE TANE GÜZEL SESLE OKUMAK:
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah'ın emrettiği şekilde, gevelemeksizin ve
acele etmeksizin tane tane okurdu. Hatta harf harf ve net okurdu." Ebû Dâvud
"öyle ki; bir sûreyi olduğundan daha uzun olacak şekilde tane tane
okurdu."Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyururdu: "Kur'an okuyan kimseye şöyle
denilecek: Oku, yüksel, dünyada yaptığın gibi tane tane oku. Çünkü senin
merteben en son okuduğun âyetin vardığı mertebedir." Ebû Dâvud ve Tirmizî
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Kur'an okurken med harflerine' (uzatma harfleri)
gelince uzatırdı. (Bismillahi!, (Rahmân)'ı, (Rahîm)'i, (Nazîd)'î ve benzeri
kelimeleri uzatırdı." "Daha önce de geçtiği üzere, ayet başlarında
dururdu." "Bazen de nağme ile okurdu. Nitekim Mekke feth edildiği gün
devesinin üzerinde (Fetih ,4 8/29) sûresini yumuşak bir kıraatl a okuyarak
böyle yapmıştır. Hz. Peygamber'in bu nağmeli okuyuşunu Abdullah b. Muğaffel
hikâye etmiştir."Buhari
"Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı güzel sesle okumayı emreder ve şöyle
buyururdu: "Kur'an'ı seslerinizle süsleyin. Çünkü, güzel ses Kur'an'ın
güzelliğini artırır."Ebû Dâvud, Dârimî; Hâkim
"Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "İnsanlar arasında Kur'anı
güzel sesle okuyanların en üstünü; okuyuşunu duyduğunuz zaman Allah'tan
korktuğunu hissettiğiniz kimsedir."Dârimî
"Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı teğannî ile (Nağmeli olarak) okumayı
emretmiş ve söyle buyurmuştur: Allah'ın kitabını öğrenin. Onu aranızda müzakere
edin, muhafaza edin ve onu nağme ile okuyun. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin
ederim ki; Kur'an zihinlerden köstekli devenin kaçıp kurtulmasından daha fazla
kaçıp kurtulur."Dârimî "Ve Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Kur'an'ı teğannî ile okumayan bizden değildir.'" Ebu Dâvud ve Hâkim.
"Hz. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki; Allah güzel sesli bir peygambere,
Kur'an'ı açıktan terennüm ve nağme ile okumasına karşılık verdiği mükâfatı
hiçbir şeye vermemiştir." Buharı, Müslim, Tahavi ve Ibn Menden el-Tevhid (81/1).
"Ebû Musa el-Eşarİ'ye Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu; Dün kıraatini
dinlediğim zaman beni bir görseydin. Şüphesiz bana Dâvudoğullarının
mizmarlarından bir mizmar verilmiştir.( alimler demişlerdir ki: buradaki
mizmardan maksat güzel sestir ) * Ebû Musa şöyle dedi. Yerini bilseydim, sesimi
senin için güzelleştirirdim."Abdurrezzak,Buhari,Müslüm
OKURKEN İMAMIN ÖNÜNÜ AÇMAK
Peygamber (S.A.V), okurken takıldığı zaman imamın önünü açmayı sünnet yaptı.
Kendisi bir kerre namaz kılmıştı. Namazda okurken takıldı. Namazdan çıktıktan
sonra Übey'e; bizimle namaz kıldın mı? diye sordu. O da: "Evet"
cevabını verince buyurduki; benim önümü açmaktan niye geri durdun?"Ebu
Davud
VESVESEYİ GlDERMEK İÇİN NAMAZDA ALLAH'A
SIĞINMAK VE TÜKÜRMEK
Osman b. Ebi'l-As Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Yâ Resûlallah! Şeytan
benimle namazım arasına girdi ve okurken kıraatimi karıştırdı. "Bunun
üzerine Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Bu Hınzıb denilen şeytandır. Onu hissettiğin zaman şerrinden Allah'a
sığın ve sol tarafına üç defa tukur. "Osman diyor ki;böyle yaptım; Allah
da onu benden uzaklaştırdı."Müslim, Ahmed b. Hanbel
RÜKU'
"Hz. Peygamber (S.A.V.), kıraati bitirince bir müddet sükût eder. sonra
iftitah tekbir bahsinde geçtiği üzere, ellerini yüzü hizasında kaldırır; tekbir
alır ve rüku'a varırdı."Buhari "Bunları namazını güzel kılmayan o
kimseye de emrederek şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinin namazı, Allah'ın emrettiği şekilde abdest alıp; sonra
tekbir getirmedikçe, Allah'a hamdedip şanını yüceltmedikçe, Allah'ın kendisine
öğrettiği Kur'an'dan kolayına gelen bir sûre okuyup sonra tekbir getirerek
rüku'a varmadıkça, (Ellerini dizleri üzerine koyup) bütün eklemleri rahatlayıp
tatmin oluncaya kadar ruku'da durmadıkça tamam olmaz."Ebu Davud,Nesei
Rüku'un Yapılış Şekli
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da ellerini dizleri üzerine koyar, cemaata
da bu şekilde yapmalarını emrederdi. Nitekim az Önce geçtiği üzere namazı güzel
kılmayan kimseye de bunu emretmişti. Ellerini dizleri üzerine sımsıkı
yerleştirir, sanki dizlerini tutuyor gibi yapardı.'Buhari. Ebû Dâvud.
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ruku'da parmaklarının arasını açık tutardı."
Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Rüku'a vardığın zaman, avuçlarını dizlerinin üzerine koy. Sonra
parmaklarının arasını açık tut Ve her organ yerini bulup tatmin oluncaya kadar
bekle."İbn huzeyme
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da dirseklerini vücudundan ayırırdı. "
"Ruku'a vardığı zaman, sırtını dümdüz tutardı." "Öyle ki,
üzerine su kabı konacak olsa dökülmezdi." "Namazını güzel kılmayan
kimseye şöyle demişti: "Rüku'a vardığın zaman avuçlarını dizlerinin
üzerine koy; sırtını düzgün tut ve rüku' için sağlam dur."Ebû Dâvud. Ahmed
b. Hanbel, Cüz'ul-Kıraa'da Buhari. sağlam bir isnatla
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da başını ne aşağıya doğru eğer, ne de
yukarı kaldırırdı. Fakat, bu ikisi arasında tutardı.' " Müslim, Ebû Avane.
Ruku'da Tâ'dil-i Erkân'ın VÜCUDU (Mutmain
Olmak)
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da tam mutmain olurdu. Nitekim namazını
güzel kılmayan kimseye de bunu emretmiş. "Hz. Peygamber yine söyle
buyurmuştur: "Rükû ve secdeleri tam yapınız. Nefsimi elinde tutan Allah'a
yemin ederim ki; siz rüku' ve secdeye vardığınızda ben sizi arkamdan
görürüm."Buharî, Müslim
"Bir defasında Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'unu tam yapmayan, secdeyi de
tavuk yem toplar gibi yapan bir kimse gördü ve şöyle buyurdu: Eğer bu kimse şu
hali üzere Ölürse, Muhammed dininden başka bir din üzere ölür. (Karganın leş
gagaladığı gibi kılıyor). Rüku'unu tam yapmayan ve leş gagalar gibi secde yapan
kimse; bir veya iki hurma yediği halde ona hiçbir faydası dokunmayan aç kimse
gibidir."''Ebû Yâ'lâ
"Ebû Hureyre diyor ki; dostum Hz. Muhammed, benim namazımı horoz gagalar
gibi çabuk kılmamı, tilkinin bakındığı gibi namazda, sağa-sola bakınmamı ve maymun
oturuşu gibi oturmamı yasakladı."Tayalisî, Ahmed
"Hz. Peygamber yine şöyle buyuryor: "Hırsızların en kötüsü ,
namazından çalan kimsedir. Ashab dediler ki; Yâ Resûlellah! Bir , insan
namazından nasıl çalar?" Buyurdu ki;: Rüku' ve secdelerini, tam yapmayarak."Ibn
Ebî Şcybe (1/89/2
"Hz. Peygamber (S.A.V.) namaz kılarken, göz ucuyla, rüku' ve secdede
belini doğrulmayan birini gördü. Namazı bitirdikten sonra şöyle buyurdu: Ey
cemaat! Rüku' ve secdesinde belini doğrultmayan kimsenin namazında hayır
yoktur.' "Ibn Ebî Şcybe (1/89/2
"Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu: Rukü'da ve secdede, sırtını
doğrultmadığı (düz tutmadığı) sürece kişinin namazı sahih değildir."Ebu
Avâne. Ebû Davud
Rüku'da Okunacak Dualar
"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'da çeşitli
zikir ve dualar okurdu. Bazen birini, bazen diğerini okurdu. Bu dua ve zikirler
aşağıdadır:
1- "Üç kere sübhane rabbiyel-Azîm. "Bazen bu zikri üçdefaden fazla
tekrarlardı." Ahmed b. Hanbel ve Taberanî, Beyhakî
"Bir defa, gece namazında o kadar tekrar etmişti ki, rüku'da kalış
müddeti, nerede ise kıyamdaki kadar olmuştu. O kıyam'da Hz. Peygamber, uzun
sûrelerden üç tanesini, yâni Bakara, Nisa ve Al-i imran'ı okumuştu. Gece
namazında geçtiği üzere, buna dua ve istiğfar da dahildi."
2- "Uç defa sübhane rabbiyel-Azim ve bihamdıhî."Ebu Davud
3- "Sübbühun kuddûsün rabbul-Melâiketi verruh."Müslim, Ebû Avane.
4-" Sübbahenekellahumme ve bihamdik, Ellahummağfir li. "Hz. Peygamber
bu duayı rüku' ve secdesinde Kur'an'daki âyeti tevil ederek çok tekrar ederdi.
(Yâni âyetteki emre uyarak)Buharî, Müslim. Kur'an'ı tevil elmeklen maksat, onda
emredilen hususları yapmaktır. Yâni Allah Teâla'nın şu sözüne uygun hareket
etmektir.
5- "Ellahumme leke rakâ'tü ve bike âmentü ve leke eslem-tü (Ente rabbî)
haşaa leke semi ve basari ve muhhî ve azmî (Izâmî)
ve asabî ve mestekallet bihi kademî lillâhi rabbil Âlemîn." Duada geçen
"istekallet" lâfzı irtifa' mânasındadır. Müslim. Ebâ Avane, Tahavî
6- "Ellahumme leke rekâ'tü ve bike âmentü veleke eslemtu ve alcyke
tevekkeltü, ente rabbî, haşea semi ve basarı ve demi ve lâhmi ve azmî ve asabî
lillâhi rabbil-âlemîn." Nesaî
7- "Sübbane zil-Ceberûti vel-melekûti vel-kibriyâi vel-Aza-meti." Hz.
Peygamber bu duayı gece namazında okumuştur."Ebu Davud
Ruku'u uzatmak
"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüküu ile rüku'dan doğrulmayı, secdesi ile iki
secde arasındaki oturuşu bir birine yakın yapardi."Müslim
Rüku'da Kur'an Okumanın Yasaklanması
"Hz. Peygamber (A.S.), rüku' ve secdede Kur'an okumayı yasaklar ve şöyle
buyururdu: Şüphesiz ben, rüku' ve secde halinde iken Kur'an okumaktan
menedildim. Rüku'a gelince; orada rabbinizin şânını yüceltin. Secdede ise; dua
yapmaya gayret edin ki dualarınız kabul edilsin."Müslim
Rüku'dan Doğrulma Anında Yapılacak Dua
"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'dan kalkarken "semiallahu limen hamideh"
diyerek belini doğrulturdu. Nitekim, namazını güzel kılmayan kimseye de bu
şekilde yapmasını emrederek şöyle buyurmuştu: insanlardan birinin namazı,
tekbir almadıkça., sonra rüku' yapmadıkça., sonra da "Semialiahu limen
hamideh.." diyerek doğrulmadıkça tamam olmaz." "Sonra ayakta
iken "Rabbena velekel-hamd derdi, îmama uyan ve uymayan herkese de bunu
emrederdi. Ve şöyle buyurmuştur:
"Namaz kılışımı gördüğünüz gibi namaz,
kılınız." Buharı, Ahmed.
3 "Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyurmuştur: imam kendisine uyulması
için belirlenir. O "Semiallahu limen hamidch" deyince, siz,
"Ellahumme Rabbena velekel'Hamd" deyiniz, ki Allah da size mukabelede
bulunsun. Şüphesiz yüce Allah, Peygamberinin dili ile "Semiallahu limen
hamideh buyurmuştur."Müslim, Ebû Avane, Ahmed ve Ebû Dâvud
"Başka bir hadisinde Hz. Peygamber, bu emrin sebebini şu sözü ile
açıklamaktadır: Çünkü, kimin (Semiallahu limen hamideh) sözü mcleklerinki ile
ayni ana rastlarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır. "Buharı, Müslim.
Tirmizî
Hz. Peygamber (S.A.V.), bu doğrulma esnasında' iftitah tekbirinde geçtiği
şekilde ellerini kaldırır ve ayakta iken, -az önce geçtiği -rabbena lekel
hamd-der, başka bir seferinde --rabbena leke-- derdi. Bazen de bu iki sözün
başına "Ellahumme lâfzını eklerdi. Kendisi cemaata da böyle emreymiş ve
şöyle buyurmuştur "imam Semiallahu limen hamideh" deyince siz
"Ellahumme Rebbenâ lekel-hamd" deyin. Çünkü, kimin bu sözü
melcklerin-ki ile ayni ana rastlarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır."Buharı,
Müslim. Tirmizî
"Bazen bu söze, --miles semevati vel ardıvemile ma şitemin şeyin badü mel
el semavati ve milel ardı ve mil beyne huma ve mil ma şeyin min şeyin
badü.." ifadelerini eklerdik.. Müslim. Ebû Avane.
Bazen de şu ilâvede bulunurdu:
6- "Miles-Semavâti ve mil'el-Ardı mil'e mâ şi'ite min şey'in ba'dü
ehlessenâi vel-Mecdi ehakku mâkâlel-Abdü, ve kulluna leke abdun, Ellahhumme la
mania limâ menate velâ mu'tıye limâ mena te velâ yenfe'u zel-ceddi
minke'l-ceddü." Müslim, Ebu Avane, Ebû Dâvud
7- "Lirabbiyel-hamdü lirabbiye'l-hamdü". "Hz. Peygamber,
rüku'dan sonra, bu ifadeyi o kadar çok tekrar ederdi ki, nerede ise bu ayakta
duruş, Bakara sûresini okuduğu ilk kıyamına yakın olurdu." Ebû Dâvud,
Nesâî, sağlam bir senetle.. Bkz. "el-lrvâ, (No: 335).
8- "Rabbena velekel-hamdü. Hamden kesîren, tayyiben mü-bareken fini.
(Mübareken aleyh kemâ yuhibbu rabbuna ve yer da)" Bu duayı, Hz. Peygamber,
rüku'dan kalkıp da "Semiallahu limen hamiden" dediği zaman arkasında
namaz kılan cemaattan birisi okumuştu. Hz. Peygamber, namazı bitirince "az
önce dua okuyan kişi kimdi'.'" diye sordu. O zat" Bendim" yâ
Resûlcllah!" dedi. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki;
"otuz kusur melek gördüm, bunun sevabını hangimiz önce yazacağız diye
yarış ediyorlardı." Mâlik, Buharî ve Ebû Dâvud,
Rüku'dan Sonraki Kıyamı Uzatmak
"Hz. Peygamber (A.S.) bu ayakta duruşu, az önce geçtiği gibi, rüku' daki
duruşuna yakın yapardı. Bazen, o kadar uzun sûre ayakta kalırdı ki, gören
birisi, uzun süre ayakta durması sebebiyle" Hz. Peygamber muhakkak
unuttu." derdi." Ve Hz. Peygamber, ruku'dan kalktıktan sonra azaların
mutmain olmasını emrederdi. Namazını güzel kılmayan kimseye de nitekim şöyle
buyurmuştur:
"Sonra başını kaldır. Ve o derece doğrul ki, bütün kemikler yerini bulsun.
Diğer bir rivayette: "Rüku'dan kalktığın zaman belini doğrult"
Başını da Öyle kaldır ki, bütün kemikler eklemlerine dönsun." Ona şunu da
söyledi: "Böyle yapmadıkça, hiç kimsenin namazı tamam oîmaz."
Buharî. Müslim. Ahmed. Bkz. "el-lrvâ", (No: 307).
Hz. Peygamber (A.S.) yine şöyle buyuruyor: "Allah, rüku' ve secdesinden
kalkarken belini tam doğrultmayan kimsenin yüzüne bakmaz."Ahmed ve
Taberânî, M.Kebîr, sağlam bir isnatla.
NAMAZDA SECDE
"Hz, Peygamber (S.A.V.) tekbir getirip secdeye varırdı. Nitekim namazını
güzel kılmayan kimseye de bu şekilde emrederek şöyle buyurmuştur: "Hiçbir
kimsenin namazı..." Semiallahu limen hamideh" diyerek doğrulmadıkça,
sonra da "Allahu Ekber" deyip bütün eklemleri mutmain olacak derecede
secde etmedikçe tamam olmaz.'"Buharî. Müslim.Ebû Dâvud ve Hâkim. Hâkim
"Sahih" demiş, Zehebî de ona katılmıştır.
"Hz, Peygamber (S.A.V.) secdeye varmak istediği zaman tekbir getirir
(kollarını böğürlerinden uzaklaştır), sonra mafsalları tatmin oluncaya kadar
secdede kalırdı." "Bazen de secdeye varırken ellerini
kaldırırdı.'" Nesaî, Dârekutni. Muhallis (el-Fevâid, 1/2/2) iki sağlam i
snatla rivayet etmiştir. Bu el kaldırma, on sahahîden nakledilmiştir.
Eller Üzerine Secdeye Kapanmak
"Hz. Peygamber (S.A.V.) dizlerini yere koymadan önce, ellerini yere
kordu." "Hz. Peygamber, böyle yapmayı da emrederek şöyle buyururdu:
"Sizden biri secde ettiği zaman deve gibi çökmesin; dizlerinden önce
ellerini yere koysun."Ibn Huzeyme (1/76/1), Dârekutni. Hâkim,Ebu Davud
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyuruyor: Şüphesiz eller de yüzün secde
ettiği gibi secde ederler. Sizden biri yüzünü secdeye koyduğu zaman ellerini de
koysun, yüzünü kaldırınca ellerini de secdeden kaldırsın. "'Ibn Huzeyme,
(1/79C), Ahmed b. Hanbel,
"Hz. Peygamber (A.S.), secdede elleri üzerine dayanır ve onları yere
yapıştırırdı. Parmaklarını birleştirirdi. Ellerini kıbleye doğru
yöneltirdi."Beyhakî, sağlam bir isnadla. Ibn Ebî Seybe (1/82/2)
"Hz. Peygamber (A.S.) ellerini secdede iken omuzlarının hizasında, bazen
de kulakları hizasında tutardı." "Burun ve alnını da yere
koyardı." Ebû Dâvud, Hâkim. Hâkim,Tirmizî,
_ "Namazını güzel kılmayan kimse için de söyle buyurmuştu: Sen secdeye
vardığın zaman, yüzünü ve ellerini yere öyle koy ki, bütün kemiklerin rahat
etsin." ibn Huzeyme, hasen bir isnatla, (1/10/1) "Hz. Peygamber
(A.S.) şöyle buyurmuştu: Alnını değdirdiği gibi, burnunu da yere değdirmeyen
kimsenin namazı kabul değildir."Dârekutnî. Taberânî (3/140/l)
"Aynı şekilde Hz. Peygamber (A.S.) dizlerini ve ayak uçlarını da yere
değdirir, ve parmak uçlarını kıbleye yöneltirdi." "Topuklarını ise
birleştirir,", " ayakların dikerdi , cemaata böyle yapmalarını
emrederdi." beyhakî, sağlam bir isnatla. Ibn Ebu Şeybe
(1/82/2,Buharı,Tahavî
işte böylece Hz.Pcygamber (S.A.V.) yedi âza üzerine secde yapardı: Onlar da;
eller, dizler, ayaklar, alın ve burundur. Alın ile burunu secdede tek uzuv
olarak kabul ederdi. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; Ben yedi âza
üzerine secde elmekle emr olundum. Bunlar da; alın, -eli ile burnuna da işaret
etti-, iki el,iki diz, iki ayaktır. Ellerimiz ile elbise ve saçlarımızı
tutmamakla da emr olunduk.'"Buharî, Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) yine şöyle buyurmuştur: Kul secde ettiği zaman
onunla birlikte yedi âza da secde eder. Ki onlar, yüz, iki el ve iki diz ile
iki ayaktır.'"Müslim
"Saçları topuz yapılmış olarak namaz kılan bir adam hakkında şöyle
buyurdu: Bu adamın durumu, elleri arkadan bağlanmış olarak namaz kılan kimse
gibidir."Müslim
"Hz.Peygamber yine şöyle buyuruyor: Bu, yâni saçlarının büküm yeri
şeytanın eğeri, yâni oturma yeridir. '"Ebû Dâvud, Tirmizi
"Hz. Peygamber (A.S.) secdede dirseklerini yere yapıştırmaz, aksine onları
yerden kaldırır ve böğürlerinden uzak tutardı. Öyle ki, arkasından, koltuk
altlarının beyazı görünürdü."Buharî, Müslim "Hatta, bir kuzu geçmek
istese kollarının altından geçebilirdi." "Bunu o derece mübalâğalı
yapardı ki, ashaptan biri bununla ilgili olarak şöyle demiştir: Hz. Peygamberin
secdeye vardığı zaman kollarını böğürlerinden uzaklaştırmak İçin (çektiği
sıkıntıdan dolayı) ona acırdık."Ebû Dâvud ve Ibn Mâce
"Cemaata da böyle yapmalarını emr edip şöyle buyurmuştur: Secde ettiğin
zaman iki avucunu yere koy,dirseklerini kaldır." Müslim, Ebû Avane.
"Yine şöyle buyuruyor: "Secdeyi tâdil-i erkân üzere yapınız. Sizden
biri dirseklerini köpeğin yaydığı gibi yere yaymasın." Buharî, Müslim, Ebû
Dâvud, Ahmed.
"Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Yedi âzanı yaydığın gibi,
dirseklerini yayma. Avuçlarının üzerine dayan, kollarını iki böğüründen uzak
tut. Şüphesiz sen böyle yaparsan, bütün azaların da seninle birlikle secde
eder." Ibn Huzeyme (1/80/2) ve Makdisî, el-Muhtâra. Hâkim sahih demiş,,
Zehebî de ona katılmıştır.
Secdede Mutmain Olmanın Gerekliliği
"Hz. Peygamber (A.S.) rüku' ve secdeleri tam yapmayı emretmiş ve böyle
yapmayan bir kimseyi; bir ya da iki hurma yediği halde kendisine hiç bir
faydası dokunmayan aç bir kimseye benzetmiş ve bu kimse hakkında şöyle
buyurmuştur Bu kişi insanların en büyük hırsızlarmdandır."
"Yine, daha önce rüku' bahsinde açıklaması geçtiği üzere, Hz. Peygamber
(S.A.V.) rüku' ve secdeden kalkarken belini doğrultmayan kimsenin namazının
batıl olduğuna hükmetmiş ve önceki bahiste geçtiği üzere, namazını güzel
kılmayan kimseye, secdede mutmain olmasını emretmişti."
Secdede Okunacak Dualar
"Bu rükünde Hz. Peygamber (S.A.V.) çeşitli zikir ve dualar okurdu. Bazen
birini, bâzer diğerini okurdu. Şöyle ki.---subhane rabbiyel ala--"Bunu üç
defa söylerdi."Ahmed, Ebû Dâvud
"Bazen de hu teşbihi üçden fazla tekrar ederdi."
"Bir defasında Hz. Peygamber (S.A.V.) gece namazında bunu o kadar çok
tekrar etmişti ki; secdeleri kıyamına yakın olmuştu. O kıyamda uzun sûrelerden
üçünü (Bakara, Nisa ye Al-i I'mran sûrelerini) okumuş ve gece namazı bahsinde
geçtiği gibi, aralarında dua ve istiğfar etmişti.
"Subhane rabbiyel-Â'lâ ve bihamdihî" bunu da üç defa söylerdi."
Hadis sahihtir. Ebû Dâvud, Dârekutnî, Ahmed
"Sübbûhun kuddusun rabbul-melâiketi verruh."Müslüm
"Sübhanekellahumme rabbenâ ve bihamdike, Ellahum-mağfir lî." Bunu
rüku' ve secdesinde, Kur'an'ı tevil ederek çokça yapardı." Buharı, Müslim.
"Ellahumme leke secedtü ve bike âmentü ve leke eslemtü ve ente rabbî.
Secede vechî lillezî halakahu ve savverehu fe ahsene suverehû ve şakka sem'ahu
ve basarahû. Fetebarekellahu Ahse-nü'l Hâlikîn."Müslim, Ebû Avâne, Tahavî,
Dârekutnî
"Ellahumma'ğfir lî zenbî küllehû. Ve dikkahû ve cillehû, Ve Evvelehû ve
Âhırahû. Ve Alâniyetehû. Ve Sırrahû." Müslüm
"Secede leke sevadî ve hayalî, ve âmene bîke fuâdî. Ebû'u bi ni'metike
aleyye. Hezâ yedeyye. Ve mâ ceneytü âlâ nefsi."Hâkim
"Subhane zil-Ceberût vel-Melekût vel-Kibriyâ vel-Azame-ti." Bu ve
bundan sonraki duaları gece namazlarında okurdu.
"Sübhanekcllahumme ve bihamdike. La ilahe illa ilahe illâ ente
,"Müslim
"Ellahumağfirlî mâ esrertü veme a'lentü." -Nesaî. Hâkim sahih dedi
"Ellahumac'al fi kalbi nûren ve fiî lisanı nuren. Vec'al fi sem'î nûren,
vec'al fi başatı nûren, vec'al min tahtî nûren, vec'al min fevkî nûren, ve an
yemini nûren, ve an yesâri nûren, vec'al emâmî nûren, vec'al halfi nûren,
vec'al fi nefsî nûren, ve a'zım il nuren." Müslim
"Ellahumme innî eûzü bi rızake min sahüke, ve eûzü bi muafâtike min
ukûbetike ve eûzü bike minke, la uhsî senâen aleyke, ente kem â esneyte âlâ
nefsike." Müslim
Secdede Kur'an Okumanın Yasak Olması
"Hz. Peygamber (A.S.) rüku ve secdede Kıır'an okumayı yasaklamış bu
rükünlerde daha önce rüku' bahsinde geçtiği gibi, çokça dua yapmaya çalışmayı
emretmişti.
"Ve şöyle buyurmuştu: Kulu-n rabbına en çok yakın olduğu an, secdede
bulunduğu andır. Bu sebeple secdede çokça dua edinız." Müslim
Secdeyi Uzatmak
"Hz. Peygamber (A.S), uzunluk bakımından, secdelerini rü-ku'a yakın
yapardı. Bazen ârizî bir sebeple secdelerî fazla uzatırdı. Nitekim bir sahâbî
şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (S.A.V.) gündüz namazlarının birinde Öğle
veya ikindi namazlarından birinde, Hasan veya Hüseyin sırtında olduğu halde
yanımıza geldi. Öne geçip sağ ayağının yanına çocuğu bıraktıktan sonra, tekbir
getirip namaza başladı. Önümüzde secdeye varıp uzun süre secdede kaldı.
Cemaatin arasından başımı kaldırıp baktım ki, çocuk Hz. Peygamber secdede iken
onun sırtına binmiş. Tekrar secdeme döndüm. Hz. Peygamber (A.S.) namazı
tamamlayınca cemaat dedi ki; yâ Resulellah! Sen namazın ortasında secde yaptın
ve bu secdeyi çok uzattın. Öyle ki, önemli bir olay oldu, ya da sana vahiy
geldiğini zannettik. Hz. Peygamber (A.S.) buyurdu ki; "bunların hiç bîri
olmadı. Fakat, oğlum (torunum) beni binek yaptı. Ben de acele edip de onun
keyfini bozmayı istemedim.'" Nesâî,
Diğer bir haberde deniliyor ki; Hz. Peygamber (A.S.) namaz kılarken secdeye
vannca, Hasan ile Hüseyin birden sırtına bindi. Cemaat onlara engel olmak
isleyince de dokunmamaları için kendilerine işaret etti. Namazını tamamlayınca,
ikisini kucağına alarak şöyle buyurdu: "Beni seven bunları da
sevsin"".Ibn Huzeyme
Secdelerin Fazileti
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur: Ümmetimden hiç kimse yoktur ki,
Kıyamet gününde ben onu tanımış olmayayım. Dediler ki; o kadar kalabalık
yaratıklar arasında sen onları nasıl tanıyacaksın? Buyurdu ki; "Nişansız
simsiyah atlardan meydana gelen bir sürünün içerisine girsen ve orada da alnı
ve ayaklan sekili bir at görsen onlar içinde bu atı seçip tanımaz miydin?"
Soruyu soran; "Evet yâ Resûlellah! Tanırdım" deyince Hz. Peygamber
buyurdu ki; "İşte Kıyamet gününde de benim ümmetim secde ettiklerinden
dolayı alınları; abdest aldıklarından dolayı da abdest azaları parlak
olacaktır."Ahmed
"Yine Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyuruyor: Allah cehennemliklerden olan
kimseler için rahmet murat edince, kendisine ibadet edenleri cehennemden
çıkarmaları için meleklerine emredecektir. Onlar da secde izlerinden mü'minleri
tanıyarak cehennemden çıkaracaklardır. Allah, secde izi bulunan yeri yakmayı
cehennem ateşine yasaklamıştır. Ve böylece cehennemden çıkarılacaklardır.
Cehennem, İnsanoğlunun bütün azalarını yakacak, yalnız secde izlerinin
bulunduğu yerleri yakmayacaktır."Buharî. Müslim.
Toprak Yahut Hasır Üzerine Secde Etmek
"Hz.Peygamber 'A.S. çoğunlukla toprak üzerine secde ederdi."
"Hz.Peygamber'in ashabı da, şiddetli sıcaklarda kendisi ile birlikte namaz
kılarlardı. Onlardan biri sıcaklık sebebiyle alnını toprağa koyamayınca,
elbisesini yayar, ve onun üzerine secde ederdi."Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) söyle buyurmuştur: Bütün yeryüzü, benim İçin ve
Ümmetim için hem mescid, hem de temizleyici kılındı. Binaenaleyh, ümmetimden
biri namaz vaktine yetişirse, onun mescidi ve temizleyicisi yanındadır. Benden
öncekiler, bu konuya büyütüyorlar ve yalnız kilise ve havralarında namaz
kılıyorlardı." Ahmed
"Hz. Peygamber, bazen çamur ve su üzerine secde ederdi. Böyle bir olay
Ramazan'ın 21. gecesi sabahında, yağmur yağıp da mescidin tavanı aktığı zaman
vuku' bulmuştu. Zaten mescidin tavanı hurma dallarından yapılmıştı. Bu sebeple
Hz. Peygamber su ve çamur üzerine secde etmişti. Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki;
Resu-lullah (A.S.)'ın burnu ve alnı üzerinde su ve çamur izleri bulunduğunu
bizzat gözlerimle gördüm."Buharî. Müslim.
"Hz.Peygamber (A.S.) yalnız secde yerine koyduğu bir örtü üzerine secde
yapardı," "Bazen hasır üzerine secde ederdi ki bu hasır çok
kullanıldığı için kararmıştı." Müslim,
Secdeden Kalkış
"Hz. Peygamber (S.A.V.) tekbir getirerek secdeden başını kaldırırdı.
"Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmiş ve şöyle
buyurmuştu: Bir kimsenin namazı... secde etmedikçe ve bu secdede eklemleri
rahatlamadıkça, sonra "El-lahu Ekber" deyip başını secdeden kaldırarak
düzgün bir şekilde oturmadıkça tamam olmaz."Ahmed, Ebû Dâvud
"Hz. Peygamber (A.S.) zaman zaman bu tekbir ile birlikte ellerini yukarıya
doğru kaldırırdi." Buharî, (Reful-Yedeyn
"Sonra sol ayağını yatırır ve rahat olacak şekilde onun üzerine otururdu.393
Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle
buyurmuştu: Secdeye vardığın zaman, secdede kendine hakim ol. Secdeden kalkınca
da sol uyluğunun üzerine otur."Buharî, Bcyhakî
"Hz. Peygamber, otururken sağ ayağını diker, parmaklarını da kıbleye doğru
yöneltirdi." Nesaî,
İki Secde Arasında İk'a Oturuşu
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen (iki secde arasında) ik'a oturuşu
yapardı." (Topuktan ve ayaklarının ucu üzerine dik otururdu.)"Müslim.
Ebû Avane
İki Secde Arasında Sükunet Bulmak
"Hz. Peygamber iki secde arasında bütün kemikleri yerine oturacak şekilde
sükunet bulurdu. "Ebû Dâvud, Beyhâkî "Nitekim namazını güzel kılmayan
kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştu: Sizden biri böyle
yapmadıkça namazı tamam olmaz. "Ebu Davud
"Hz. Peygamber (A.S.) bu oturuşunu o kadar uzun yapardı ki, secdesine
yakın olurdu."Buharî, Müslim. ve dışarıdan gören biri 'unuttu'
derdi."
İki Secde Arasındaki Zikirler
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bu oturuşunda şöyle demişıi:
"Ellahümma'ğfir lî verhamnî vec'burnî verham'nî vehdinî ve
âfinîverzuknî." Ebû Dâvud,Bâzende: "Rabiğfîrlî, iğfirlî.
"derdi."ibn mace
Bu iki duayı gece namazlarında okurdu.""Sonra Hz. Peygamber (A.S.)
tekbir alır ve ikinci secdeye varırdı. "Nitekim namazını güzel kılmayan
kimsenin de böyle yapmasını emretmiş ve az önce geçtiği gibi, onun iki secde
arasında sükûn bulmasını emrettikten sonra şöyle buyurmuştu: Sonra sen,"
Ellahu Ekber" der ve bütün mafsalların rahat olacak şekilde secde
yaparsın. Bundan sonra namazının tamamında böyle hareketet."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen bu tekbir ile birlikte ellerini
kaldırırdı."
"Hz. Peygamber, bu secdede de ilk secdede yaptıklarının aynısını yapardı.
Sonra tekbir getirerek başını kaldırırdı. "Nitekim namazını güzel kılmayan
kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve az, önce geçtiği üzere, ikinci secdeyi
yapmasını emrettikten sonra, ona şöyle demişti: "Sonra namaz kılan kişi,
tekbir getirerek başını kaldırır."Ebû Dâvud. Hâkim "Hz. Peygamber
(S.A.V.) sonra şöyle devam etti. Sonra sen her bir rekâtta ve secdede böyle
yap. Böyle yaptığın zaman ancak namazın tamam olur. Eğer bunun bir kısmını
eksik yapacak olursan, kıldığın namaz da noksan olur. "Bazen Hz.
'Peygamber (S.A.V.) ellerini de kaldırırdı."Ebû Avane
İSTİRAHAT OTURUŞU
"Hz. Peygamber (S.Â.V.) sonra, sol ayağının üzerine doğrulur ve bütün
kemikler yerini bulacak şekilde otururdu."Buhari
NAMAZDA AYAĞA KALKARKEN ELLERİ ÜZERİNE
DAYANMAK
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ikinci rekâta ellerini yere dayayarak
kalkardı."Buharı" "Ve hamur yoğurur gibi tutarak ellerinin
üzerine dayanarak kalkardı."Beyhakî "Yine Hz. Peygamber (SAV.) ikinci
rekâta kalktığı zaman, "elhamdü lillah" ile başlar, sükût
etmez-di."Müslim
"Hz, Peygamber (ikinci rekâtta da) birinci rekâtla yaptığı gibi yapardı.
Ancak, daha önce geçtiği Üzere, bu rekâtı birincisinden daha kısa
tutardı."
HER REKATTA FATlHA OKUMANIN GEREKLİLİĞİ
"Hz. Peygamber (S.A.V.) namazını güzel kılmayan kimseye, her rekâtta
Fatiha okumasını emretmiş., İlk rekâtta Fatiha okunmasını emrettikten sonra ona
şöyle buyurmuştur "Sonra namazının tamamında böyle yap,"Buharı.
Müslim. "Bir rivayetle de "Her rekâtta kıraat vardır
buyurmustur."Ahmed
İLK TEŞEHHÜD
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ikinci rekâtı bitirdikleri sonra Teşehhüd için
otururdu. Bu namaz sabah namazı gibi, iki rekâtlı namazlardan ise, ayaklarını
yere yayarak otururdu." "Nitekim iki secde arasında da böyle oturmuş;
dört, yahut uç rekatlı namazların ilk teşehhüdünde de böyle oturmuştu: "
Nesaî, (1/173), sağlam bir isnatla.- Buharî. Ebû Dâvud
"Namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle
buyurmuştur; Namazın ortasında oturduğun zaman, sükûnet bularak otur. Sol
uyluğunu yay, sonra Teşehhüdü oku." Ebû Dâvud, Beyhakî, iyi bir isnatla.
"Ebû Hureyre diyor kî; "Dostum Hz. Muhammed, bana köpek oturuşu gibi
oturmayı yasakladı." Diğer bir hadis-i şerifte, şeytanın yaptığı gibi
yapmaktan menetti."Müslim, Ebû Avane, vs,. Bkz. "Irva"',
No:(316}
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Tcşehhüd için oturduğu zaman, sağ elini sağ
uyluğu (bir rivayette sağ dizi) üzerine, sol elini de sol uyluğu {bir rivayetle
sol dizi) üzerine koyardı. "Hz. Peygamber (S.A.V.) sağ dirseğinin ucunu
sağ uyluğunun üzerine koyar-dı."Ebû Dâvud ve sağlam bir isnada Nesaî.
"Hz. Peygamber (A.S.), bir adamın, otururken namazda sağ eli üzerine
dayanmasını yasaklamış ve şöyle buyurmuştu: Bu tür namaz Yahudilerin
namazıdır.' " Diğer bir rivayette: Böyle oturma, şüphesiz bu oturuş, azap
olunanların oturuşudur."Ahmed ve iyi hir isnada Ebû Dâvud.
"Başka bir rivayette: Bu kendilerine gadap olunanların
şeklidir."Abdurrezzak,, buyurdu.
Teşehhüdde Parmak Kaldırmak
"Hz. Peygamber (S.A.V.), sol elini sol dizi üzerine yayar, sağ elinin
bütün parmaklarını kapatarak, Şahadet parmağı ile kıbleye işaret ederdi. Gözü
ile de ona bakardı."-Müslim
Hz. Peygamber (S.A.V.) Şehadet parmağı ile kıbleye işaret ettiği zaman
başparmağını orta parmağının üzerine koyar, bazen de bu iki parmağı ile halka
yapardı."Ebu Davud
"Hz. Peygamber, parmağını kaldırdığı zaman hareket ettirek dua
ederdi." Ahmed, Bezzar "Ve şöyle buyururdu: Bu şehadet parmağı,
şeytana karşı demirden daha kuvvetlidir."434
"Hz. Peygamberin ashabı, Teşehhüdde parmakla işaret konusunda bir
birlerini ikaz ederlerdi." "Hz. Peygamber (S.A.V.) her iki Teşehhüdde
de böyle yapardı."İbn Mace "Bir adamın iki parmağı ile işaret ederek
dua ettiğini gören Hz. Peygamber (S. A.) şöyle buyurdu: Tekle, tekle..! ve
Şehadet parmağını gösterdi". Nesaî.
İlk Teşehhüd ve Bu Teşehhüdde Dua Yapmanın
Önemi
"Hz. Peygamber (S.A.V.) her iki rekâtta bir "et-Tehiyyât"
okurdu."Müslim "Oturduğu zaman "et-Tehıyyatü Lillâhi"
diyerek duaya başlardı." Beyhakî,
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk iki rekâtta bunu unutursa, sehiv secdesi
yapardı. Siz her iki rekatta bir oturduğunuz zaman "et-Tehıyyâtu
Lillâhi" deyiniz. Sizden biri , hoşuna giden dua hangisi ise onu seçsin ve
Allah'a onunla dua etsin."Nesaî. Ahmed. Taberânî
"Bir diğer ifadede de : Her oturuşta "et-Tehıyyâtü" 'okuyunuz.'
"Daha önce de geçtiği gibi, namazını güzel kılmayan kimsenin de böyle
yapmasını emretmişti. "Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'dan bir sûre öğretir
gibi ashabına Teşehhüdü öğretmiştir."Buharı
"Sünnet olan. Teşehhüdü gizli okumaktır."Ebu Dâvud, Hâkim
Teşehhüd'un Şekilleri
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ashabına. Teşehhüdün çeşitli şekillerini
öğretmiştir.
1- İbn Mes'ud'un Teşehhüdü: Kendisi diyor ki; "Hz. Peygamber, bana
Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi, elimi avuçları içine alarak Teşühhüdü
öğretti:
"Ettehıyyâtü lillâhi, vessalavâtü, vettayyibatü, esselâmu aleyke,
eyyühennebiyyü, ve rahmetüllahi ve berekütühu, esselâmu aleynâ ve âlâ
ibâdillâhissalihîn. (kişi bunu söyleyince, gökte ve yerde bulunan bütün iyi
kullar da buna katılarak) Eşhedü en la ilahe illellah, ve eşhedü enne
Muhammeden abdühü ve resulühü." (Bu, Hz. Peygamber aramızda iken böyle
idi. Resulullah (S.A.V.) vefat ettikten sonra biz, "Esselâmu
Alennebiyyi" demeye başladık."Buhari, Müslim
2- Ibn Âbbas'ın Teşehhüdü: Ibn Abbas şöyle demiştir: "Resulullah (S.A.V.),
Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi bize Teşehhüdü Öğretir ve şöyle buyururdu:
"Ettehıyyâtül-Mübârekâtü, essalavâtü, ettayyıbatü lillâhi, esselâmu aleyke
eyyilhennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtü, esselâmu aleynâ ve âlâ
ibâdillâhissalihîn. Eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enne muhammeden
resûlüllah. (Bir rivayete göre: "Abduhû ve Resûluhû)." - Müslim
3- İbn Ömer'in Teşehhüdü: İbn Ömer Tcşehhüd konusunda Resulullah'ın şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Ettehıyyâtül-Mübârekâtü, essalavâtü,
ettayyıbatü lillâhi, esselâmu aleyke eyyilhennebiyyü ve rahmetüllahi --ibn ömer
diyor ki; buraya ben (ve berekâtühu) ilave ettim- esselâmu aleynâ ve âlâ
ibâdillâhissalihîn. Eşhedü en la ilahe illellah --ibn ömer diyor ki; ben buraya
"vahdehu la şerike leh" ilave ettim.--ve eşhedü enne muhammeden
abduhu ve resûlüllah"Ebu Davud
4- Ebû Musa el-Es'arinin Teşehhüdü: Ebû Musa el-Eşarî'den rivayet edildiğine
göre; Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Sizden biri oturuş esnasında
ilk olarak söze şöyle başlasın: "Ettehıyyâtü, et-Tayyibâtü, essalâvâtü
lillâhi,. esselâmu aleyke eyyühennebiyyu, ve rahmetüllahi ve berekatühû,
esselâmu aleynâ ve âlâ i'badillâhissalihîn, Eşhedu en la ilahe illellahu
(vahdehû la şcrîke leh) ve şehedü enne Muhammeden 'abdühû ve Resûlühû." Bu
yedi kelime namazın tahiyyeleridir."Müslüm
5- Ömer b. Hattab'ın Teşehhüdü: Hz. Ömer, Minberde bulunduğu sırada cemaate
Teşehhüdü öğretmiş ve şöyle demiştir "Deyiniz ki;"ettehıyyâtu
lillâhi, ezzâkiyâtü lillâhi, ettayyibâtü lillâhi, assalâvatü lillâhi, esselâmu
aleyke...'"Malik,Beyhaki
NAMAZDA HZ. PEVGAMBER (S.A.V.)'E SALAVAT
GETİRMEK
"Hz. Peygamber (S.A.V.) ilk Teşehhüdde kendine ve başkalarına salavât
okurdu: Ve bunu ümmeti için de meşru kılmıştı. Nitekim, onlara kendisine selâm
verdikten sonra salavât getirmeyi de emretmişti." Ncsaî
Ve onlara çeşitli salavât şekillerini de öğretmişti,
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin , ve âlâ ehli Beytihî, ve âlâ ezvâcîhi ve
zurriyetihî, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahime, in-neke hamîdün Mecîd. Ve bârik
âlâ Muhammedin ve âlâ âli Beytihi, ve âlâ ezvacihî ve zürriyetihî, kemâ bârekte
âlâ âl-İ ibrahim, inneke hamîdün mecîd."Hz. Peygamber bu duayı kendisi
için yapardı.Ahmed, Tahavi,
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, Kemâ salleyte âlâ
Ibrahime ve âlâ âl-i Ibrahîme, înneke hamîdün mecîd. Ellahumme barik âlâ
Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte âlâ -Ibrahime ve âlâ âl-i
Ibrahîme inneke hamîdün mecîd." Buhari, Müslim, Humeydî (138/1
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ salleyte âlâ
Ibrahîme ve âl-i ibrahime, inneke hamîdün mecîd. Ve bârik âlâ Muhammedin, ve
âlâ âl-i Muhammedin, kemâ bârekte âlâ Ibrahime ve âl-i Ibrahime inneke hamîdün
mecîd."Ahmed, Nesaî
"Ellahumme salli âlâ Muhammedinin-Nebiyyil-Ümmiyyi, ve âlâ âl-i
Muhammedin, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahime, ve bârik âlâ
Muhammedinin-Nebiyyil-Ümmiyyi ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ bârekte; âlâ (âli)
Ibrahîme fil-âlemeyni, inneke hamîdün mecîd." Müslim. Ebû Avâne
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin, abdike ve resûlike, kemâ salleyte âlâ
âl-i Ibrahîme, ve bârik âlâ Muhammedin, abdike ve resûlike, ve âlâ âl-i
Muhammedin, kemâ bârekte âlâ Ibrahîme ve alâ âl-i ibrahîm." Buharı, Nesaî.
Tahavî, Ahmed
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin, ve âlâ ezvacihî ve zürri-yetihî, kemâ
salleyte âlâ âl-i Ibrahîme ve bârik âlâ Muhammedin, ve âlâ ezvacihi ve
zürriyyetihî, kemâ bârekte âlâ âl-i İbrahime in-neke hamîdün mecid.'"Buharî,
Müslim
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, ve bârik âlâ
Muhammedin, ve âlâ âl-i Muhammedin kemâ sal-leyte ve bârekte âlâ ibrahîme ve
âl-i ibrahîme inneke hamîdun mecid."Tahavî
ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ REKÂTLARA KALKIŞ
"Bundan sonra Hz. Peygamber, tekbir alarak üçüncü rekâta kalkardı.
Yukarıda geçtiği gibi,"sonra her rekatta ve her secdede böyle yap"
buyurarak namazını güzel kılmayan kimseye böyle yapmasını emretmişti."
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ka'daden kalkarken tekbir getirip sonra
kalkardı." Ebû Yala, el-Müsned (284/2
"Hz. Peygamber (A.S.), dördüncü rekâta kalkmak isteyince "Ellahu
Ekber" derdi."Buhari.Ebu Dâvud.
Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmişti.
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bu tekbir ile birlikte ellerini kaldırırdı.
"Sonra, sağ ayağı üzerine doğrularak otururdu. Öyle ki; bütün kemikler
sükûnet bulurdu. Sonra hamur yoğurur gibi yaparak ayağa kalkardı. Yâni
kalkarken ellerine dayanırdı."Buharî ve Müslim
Bu iki rekâtın her birinde Fatiha'yı okurdu. Nitekim namazını güzel kılmayan
kimseye de böyle yapmasını emretmişti. Bazen, Öğle namazında her iki rekâtta da
Fatiha'ya ilâve olarak bir kaç âyet okurdu. Nitekim, bu konu, öğle namazında
kıraat bahsinde daha önceden açıklanmıştır.
MUSİBET ANLARINDA HZ. PEYGAMBERİN NAMAZ
KILARKEN DUA YAPMASI
"Hz. Peygamber (S.A.V.),bir kişi için, dua ya da beddua yapmak isteyince,
namazın son rekâtında rüku'dan kalktıktan sonra kunut yapardı. (Dua okurdu)
bunu, "Semiallahu limen hamideh, Allahumme rabbena lekelhamd" deyince
yapardı."Buhari
"Ve bu duayı aşikâre yapardı."Buhari
"Bunun için ellerini kaldırırdı. "Ve arkasındaki cemaata
"âmin" dedirtirdi,--ebu davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.), beş vakit namazın hepsinde kunut
yapardı."ebu davud
"Ancak, bir topluluğun lehine, yahut aleyhine duada bulunduğu zaman
namazlarda kunut yapardı." Ibn Huzcyme
"Birdefasında şöyle dua yapmıştı; Allahım! Velid b. Velid, Seleme b.
Hisam, Ayyaş b. Ebî Rabîa'yı kurtar. Allahım! Mudar kabilesi üzerine musibetini
artır. Bu musibetini, Yusuf un kıtlık yılları gibi senelerce devam ettir.
Allahım! Lihyan, Rı'l, Zekvan, Allah ve Resulüne isyan eden Usayye kabilelerine
lanet et." Buharı, Ahmed., Müslim
"Hz. Peygamber kunut duasını okumayı bitirince "Ellahu Ekber"
diyerek secdeye varırdı."Ncsaî. Ahmed, Serrac (109/1)
VİTİR NAMAZINDA KUNUT YAPMAK
"HzPeygamber (S.A.V.), bazen vitir rekâtında kunut yapardı."Dârekutnî
"Ve bunu rüku'dan önce yapardı.'"ibn Ebİ Şcybe (12/41/1X
"Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a vitir namazında kıraati bitirdiği zaman, şöyle
bir dua okumasını öğretti:
"Ellahume'hdinî fîmen hedeyte ve âfinî fîmen âfeyte ve tevellenî fimen
tevelleyte.ve barik lî fimâ â'teyte ve kînî şerre mâ kadayte, feinneke takdî ve
la yukdâ aleyke ve innehu la yezullü men adeyte (velâ yalızu men â'deyte)
Tebârekte rabbenâ ve teâley-te ('â menca minke illa ileyke)'"Ibn Huzeyme
(1/119/2); Ibn Ebî Şeybe.
SON TEŞEHHUD
"Hz. Peygamber (S.A.V.) dördüncü rekâtı tamamladıktan sonra, son Teşehhüd
için otururdu. Ve bize, birinci Teşehhüdde yapılmasını emrettiği şeyleri
emrederdi. Kendisi de aynen birinci oturuşta yaptıklarını yapardı. Ancak, bu
Teşehhudde, teverrük tarzında otururdu. "Yâni sol kalçasını yere
yayardı." "Ayaklarını ise tek bir yandan dışarı çıkarırdı. "Sol
ayağını ise, uyluğu ile baldırının altına alırdı." " "Sağ ayağını
bazen diker, bazen yayardı." "Sol avucu ile dizini tutar ve dizi
üzerine dayanırdı."Müslim,Buhari,ebu davud
"Bu oturuşta, ilk oturuşta olduğu gibi, kendisine salât okunmasını Hz.
Peygamber meşru' kıldı. Bu salâvat şekilleri "Hz. Peygamber'e Salâvat Getirmenin
Şekilleri" bahsinde belirtilmiştir.
HZ. PEYGAMBER'E SALÂVAT GETİRMENİN VACİP OLUŞU
"H*:. Peygamber. (S.A.V.), bir adamın namazda dua ettiğini, fakat Allah'ın
şânını yüceltmediğini ve Hz. Peygamber'e salâvat getirmediğini işitti. Sonra
"Çabuk ol" dedi. Daha sonra o zatı çağırarak, kendisi ve başkalarına
uyarı olmak üzere şöyle söyledi: "Sizden biri, namaz kıldığı zaman,
rabbına hamd ve sena ederek işe başlasın. Sonra da Hz. Peygambere salâvat
getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duada bulunsun." Ahmed, Ebu
Dâvud, Ibn Huzeyme (1/83/2
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah'a hamd eden ve onun şanını yücelterek namaz
kılan, Peygamber'ine de salâvat getiren bir adamı işitti. Ona şöyle buyurdu:
"Dua et ki, kabul olsun. İsteki verilsin." Nesâî, sağlam bir isnatla.
DUADAN ÖNCE DÖRT ŞEYDEN ALLAH'A SIĞINMANIN
GEREKLİLİĞİ
(Ellahumme innî eüzü bike) min azâbi cehenneme ve min azâbil-kabr ve min
fıtnetil-Mahyâ vel-memât ve min şerri fitnetil-mesîhiddeccal (sonra kendisi
için uygun olan duayı yapsın.)"Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: Sizden biri son Teşehhüdü bitirince,
dört şeyden Allah'a sığınsın. "Hz. Peygamber Teşehhüdünde bu duayı
yapardı." "Ashabına da Kurandan bir sûre öğretir gibi bunu
öğretirdi."Müslim
SELÂMDAN ÖNCE DUA YAPMAK
"Hz. Peygamber namazında çeşitli şekillerde, bazen öyle, bazen böyle dua
ederdi." Başka türlü duaları benimserdi. Ve namaz; kılan kişiye bunlar
içinde dilediğini seçmesini emrederdi."Müslim
Bu dualar da şunlardır:
"Ellahumme innî eûzü bike min azâbil-kabri ve eûzu bike min
fîtnetil-Mesîhid-Deccal, ve eûzü bike min fitnetü-mahyâ vel-memât. Ellahumme
innî eûzü bike minel-me'semi vel-mağre-"Buharî, Müslim
"Ellahumme innî eûzü bike min şerri mâ amillü ve min şerri mâlem a'mel
ba'du." Nesaî
Ellahumme hâsibnî hisaben yesirâ" Hâkim
"Ellahumme bi ilmikel-ğaybi ve kudretike alel-halkı, ahyinî mâ
alimie'l-hayate hayren lî, ve teveffenî, izâ kânetil-vefatü hayran Iî.
Ellahumme ve es'elüke haşyeteke fıl-ğaybi veş-şehadeti, ve es'elüke
kelimetel-hakkı, vel-adli fil'gadabi ver-Rıda, ve es'elü-kel-kasde fil-fakri
vel-ğina, ve es'elüke naîmen lâ yebîdü, ve es'elüke kurrate Aynin (lâ tenfuzü)
ve lâ tenkatı'u, ve es'elüker-Rıda ba'del-kadâ, ve es'elüke berdel-ayşi
ba'del-mevt, ve es'elüke lezzeten-nazarı ilâ vechike, ve es'elükeş-şevka ilâ
likâike fi gayri darrâ-i mazarratin, ve fitnetîn mudılletin. Ellahumme zeyyinnâ
bi zîneti'I-îman, vec'alnâ hudâten muhtedîn.'"Nesaî, Hâkim
5- "Hz. Peygamber (S.A.V.) Ebû Bekir es-Sıddîk'a şu duayı öğretti:
"Ellahumme innî zalemtü nefsi zulmen kesîra, velâ yağfiruz-zünûbe illâ
ente, fağfirlî mağfireten min indike, verhamnî inneke gafurun rahîm."
Buharî, Müslim.
6- Hz. Peygamber (S.A.V.) Hz. Âişe'ye de şöyle dua etmesini öğretmiştir:
"Ellahumme innî es'elüke minel-hayri kullihî ('âcilihî ve âcilihî) mâ alim
tu minhu ve mâ lem a'lem. Ve eûzü bike mineş-serri kullihî (âcilihî ve âcilihi)
mâ a'limtü minhu vemâ lem a'lem. Ellahumme innî es'elükel-cennete ve mâ karrebe
ileyhâ min kavlin ev amelin, ve eûzübike minen-nari ve mâ karrebe ileyhâ min
kavlin ev amelin. Ellahumme innî es'elüke min-hayri mâ se'eleke abduke ve
resûlüke {Muhammedün ve eûzü bike min şerri mes'teâzeke minhu abduke ve
resûlüke Muhammedün) ve es'elüke mâ kadayte lî min emrin en tec'ale akıbetehû
lî ruşden." Ahmed, Tayalisi
7- "Hz. Peygamber bir kimseye "namazda ne söylersin?" diye
sordu. O kimse dedi ki; "Teşehhüd getiririm, sonra Allah'tan Cenneti
isterim, Cehennem'den de Allah'a sığınırım. Fakat, vallahi senin ve Muaz ın
söylediklerinizi (mırıldandıklarınızı) en güzel bir şekilde yapamıyorum."
Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.), biz, de Cennet ve Cehennemle ilgili duaları
mırıldanıyoruz." buyurdu."Ebû Dâvud, îbn Mâce,
8- "Hz. Peygamber (S.A.V.), bir adamın Tcşchhüdde şöyle söylediğini
işitti: "Ellahumme innî es'elüke yâ Ellahu'1-Vahidül-Ehadus-sa-medül-lezî
lem yelid ve lem yûled velem yekûn lehû küfuven ehad. En lağfire lî zünûbî
inneke entel-ğafûrur-rahîm." Bunun üzerine Hz. Peygamber de şöyle buyurdu:
"Onun günahları örtüldü, onun günahları bağışlandı."Ebû Dâvud, Nesaî
9- "Hz. Peygamber, başka bir kimsenin Teşehhüdde şöyle söylediğini
isitmişti; "Ellahumme innî es'elüke bienne leke'I-hamd. La ilahe illâ
ente, vahdeke la şerîke leke, el-mennan, yâ bedîassemavati vel'ard, yâ
zel-celâli vel-İkram, yâ hayyü ya kayyûm! innî es'elüke' l -cennete ve eûzü
bike minennar." Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) ashabına:
"Biliyor musunuz? Nasıl dua etti." dedi. Onlar: "Allah ve Resulü
daha iyi bilir dediler." Hz. Peygamber buyurdu ki; "Nefsimi elinde
tutan Allah'a yemin ederim ki, o zat Allah'a ism-i âzam ile dua etti. Ism-i
Azam, Öyle bir isimdir ki, onunla Allah'a dua edilince Allah onu kabul eder.
Onunla bir şey istenince verir." Ebû Dâvud, Nesaî, Ahmed,
10- "Hz. Peygamber (S.A.V,) Teşehhüd ile selâm arasında en son olarak
şöyle söylerdi: "Ellahumm'ağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü ve mâ esrartü
ve mâ a'lantu vemâ Esreftu ve mâ ente a'lemu bihî minnî, Entel-mukaddimu ve
entel muahhıru, la ilahe illâ ente."Müslim, Ebu Avane.
SELÂM
"Sonra Hz. Peygamber (A.S.) sağ tarafına "esselâmu aleyküm ve
rahmetullah" diyerek selâm verirdi. Öyle ki, bu esnada sağ yanağının
beyazlığı görülürdü. Sonra yine "Esselâmu aleyküm ve rahmeıullah"
diyerek sol tarafına selâm verirdi. Öyle ki sol yanağının beyazlığı
görülürdü."Ebû Dâvud,
"Bazen de ilk selâmına (Ve berekâtühû) sözünü ilâve ederdi."Ebû
Dâvud,
"Hz. Peygamber, sağ tarafına "esselâmu aleykum ve rahmetüllah"
diyerek selâm verdiği zaman, bazen sol tarafına verdiği selâmı kısa tutar ve
sadece "Esselamu aleykum" derdi." 'Bazen de bir tek selâm
vererek "esselâmu aleyküm" derdi. Bunu yaparken de başını hafif bir
şekilde sağ tarafına çevirirdi." Ibn Huzeyme, Beyhakî
Ashap sağa ve sola selâm verdikleri zaman, elleri ile işaret etmişlerdi.
Bunları Hz. Peygamber görerek şöyle buyurdu: "Ne oluyor size kî, ürkmüş
atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret yapıyorsunuz? Sizden biri selâm
verdiği zaman, arkadaşına baksın, eli ile bundan sonra işaret etmesin. (Cemaat
Hz. Peygamber ile birlikte namaz kılınca böyle yapmazlardı). Bir başka
rivayette ise şöyle buyurmuştur "Sizden birinin elini uyluğu üzerine
koyması, sonra da sağ ve sol tarafında hulunan müslüman kardeşine selam vermesi
yeterlidir." Müslim, Ebû Avane,
Selâmın Vacib Oluşu
"Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu:... Namazdan çıkış selâm
iledir."Hâkim
"Tekbirden Selâma Hz. Peygambcr'in Namaz Kılma Şekli" konusundaki
hadis-i şerifleri bir araya getirmeye muvaffak olduk. Allah'tan bunu kendi
rızasına uygun kılmasını ve Peyamber'inin Sünnetine yöneltici olmasını halisane
olarak niyaz ederim.
(Sübhanellahİ ve bihamdihî, sübhanekellahumme ve bi-hamdike, eşhedü en la ilahe
illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyke)
(Ellahurnme salli âlâ Muhammedin ve ala âl-i Muhammed. Ve bârik âlâ Muhammedin
ve âlâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte ve barekte ala ibrahime ve âl-i ibrahim,
inneke hamîdün mecîd.)
SONUÇ
Hz. Peygamber'in namaz, kılma şekli ile ilgili olarak sunulan bütün bu
bilgilerde erkek ve kadınlar eşittir. Sünnette bâzı durumlarda kadınların
(Benim nasıl kıldığımı görüyorsanız, siz de o şekilde naınaz kılınız) sözünün
mânası kadınları da kapsamaktadır, ibrahim en-Nahaî'nin görüşü de budur. O
diyor ki; "Namaz kılarken kadın erkeğin yaptığı gibi hareket eder."
Ibn EbîŞeybe (1/75/2)
"Ümm-i Derdâ'dan rivayet edilmiştir. O namaz kılarken, erkeğin oturuşu
gibi otururdu. Oysa O fakîhe bir sahabiyedir. " Buharî, et-Târihu's-Sağîr
(t.95), sağlam bir isnatla.
Kadının secdedeki durumunun erkek gibi olmadığını bildiren hadis ise mürseldir,
sağlam değildir,"'-Ebu Dâvud. el-Merasîl. Yezîd b. ebi Habib'dcn rivayet
etmiştir.
İmam Ahrned'in oğlu Abdullah'a ait "el-Mesâil" adlı kitapta (s.71)
imam Ahmed'in Ibn Ömer'den naklettiği; kadınlarına namaz kılarken Tahıyyatta
bağdaş kurarak oturmalarını emrettiği ile ilgili rivayet sağlam değildir. Çünkü
bu isnatla Abdullah b. Ömer el Ömerî bulunmaktadır, ki bu zat zayıftır.
Bu kitabı yazan Şeyh Nasuriddin El-Bani ye Allah tan rahmed diler,onun gibi
daha nicelerini bize göndermesi için Allah cc ye niyaz ederiz.
Duanıza muhtaç
kardeşiniz Huseyn
RECM KONUSU
“Recm ilk önce ayetle
sabitti. Tilaveti nesh edildi, hükmü sünnetle sabit kaldı.”
...Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir: Sizler
Rasullullah(s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir
adam ayağa kalktı ve; -Ya Resulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet!
Dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: -Ya Resulallah!
Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek
üzere bana izin ver! Dedi. Peygamber(s.a.v)’de ona:-Sözünü söyle buyurdu. O da
şöyle dedi: -Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir
kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine
taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve
birde cariyeyi fidye vererek. Oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu
meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası
düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün
edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler! Dedi .
Resulullah(s.a.v)’de:-
Nefsim elinde olan Allah’a
yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim.
Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun
üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır,
buyurdu. Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: - Sana
gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu
itiraf ederse onu recm et buyurdu. Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu
itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.
*Buhari : 15.c / 7107s.
*Müslim : 5.c / 1697.N
*Tirmizi : 3.c / 1457.N
İbn Şihab şöyle dedi: Bana
Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe haber verdi ki kendisi Abdullah ibn Abbas’tan
şöyle derken işitmiştir: Ömer İbnu’l Hattab Rasulullahın minberi üzerine çıkmış
halde iken şöyle dedi: Hiç şüphe yokki Allah, Muhammed’i hak peygamber olarak
gönderdi. Ona indirilen bu kitabın içinde “recm ayeti de vardı” Biz bu ayeti
okuduk ezberledik, ve onu anlayıp belledik, ve Rasulullah(s.a.v) recm etti, bizde
ondan sonra recm ettik.Böyle olduğu halde insanlara zaman uzayıpta onlardan
birinin:
Biz Allah’ın kitabında
recmi bulamıyoruz demesi ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı, terk
suretiyle dalalete düşmelerinden korkarım. Hiç şüphesiz ki Allah’ın kitabında
evli erkek ve kadınlardan olupta zina eden ve zinasında beyyine bulunan yahut
da gebelik ve itiraf bulunmasıyla zinası sabit görünen kimse üzerine recm bir
haktır.
*E. Davud : 5.c /
4418.N *Buhari : 14.c / 6684.s
*Tirmizi : 3.c / 1455.N *Müslim : 5.c / 1691.N
...Ömer
b. El-Hattab(r.a)’dan rivayet edilmiştir dedi ki: Resulullah(s.a.v) recm etti;
Ebu Bekr recm etti; bende recm ettim. Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan
çekinmemiş olsam onu muhakkak mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı kavimlerin
gelip onu Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edeceklerinden cidden
korkuyorum. *Tirmizi : 3.c / 1456.N
Ömer İbnu’l Hattab,
insanlara hutbe okumuş da Abdurrahman onun için şöyle dediğini işitmiş: Uyanık
olunuz; bazı kimseler: Recm de ne oluyormuş? Allah’ın kitabında değnek cezası
var diyorlar. Muhakkak ki Allah Resulü(s.a.v) Recmi uygulamışve ondan sonra
bizde uygulamışızdır. Şayet bazı kimseler: Ömer Allah’ın kitabından olmayan bir
şeyi Allah’ın kitabında ziyade etti dememiş olsalardı, o ayeti nazil olduğu
gibi Kur’ana koyardım.
*Ahmet İbn Hambel
*İbn Kesir: 11.c / 5687.s.
*Nesei
...Hafız Ebu Ya’la
el-Mavsili derki: Bize Ubeydullah ibn Ömer el-Kovariri....Kesir İbn Salt’dan
rivayet etti ki o şöyle anlatmış: Biz Mervan’ın yanındaydık, içimizde Zeyd de
vardı. Zeyd: biz zina eden ihtiyar erkeği ve ihtiyar kadını mutlaka recm edin,
diye okurduk, dedi. Mervan: onu mushafa yazmadın mı? Diye sordu da, o şöyle
dedi: Biz bunu zikretmiştik. Ömer İbnu’l Hattab da içimizdeydi. Size bu hususta
yeterli bilgi vereyim mi? Dedi, Biz: Nasıl? Diye sorduk da, şöyle dedi: Bir
adam Peygamber(s.a.v)’e;
Ey Allah’ın elçisi, bana
recm ayetini yazdır, dedi. Allah Resulü(s.a.v): Şimdi yazdıramam, veya benzeri
bir söz söyledi.
*İbn Kesir : 11.c / 5687.s
*Ebu Ya’la
*Nesei
*................RECM’İN
TEVRAT’TA DA OLDUĞU...................*
Abdullah İbn Ömer şöyle
haber verdi: Resulullah’a zina etmiş bir Yahudi erkeği ile bir Yahudi kadını
getirildi. Bunun üzerine Resulullah(s.a.v) Yahudilerin yanına kadar gidip:
-Sizler zina edenlerin üzerine Tevrat’ta ne cezası buluyorsunuz? Diye sordu.
Onlar:-Biz zina eden erkek ile kadının
yüzlerini karartır, onları bir hayvan üzerine yükler, yüzleri biri birinin
aksine gelecek suretde oturtup ve böylece onları dolaştırıp teşhir ederiz
dediler. Resulullah(s.a.v) :- Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat’ı getirin
buyurdu. Onlar Tevrat’ı getirdiler ve onu okumaya başladılar. Nihayet “recm”
ayeti üzerine koydu da iki eli arasını ve arkasını okudu. O sırada
Resulullah(s.a.v) ile beraber bulunan Abdullah ibn Selam Peyganber’e : ona
emret de elini kaldırsın dedi. Genç elini kaldırdı. Birde baktılar ki “recm”
ayeti elinin altındadır. Resulullah zina eden erkek ve dişi yahudilerin “recm”
edilmelerini emretti. Onlar da “recm” olundular.
*Buhari :14.c. / 6670 s.
*Müslim : 5.c. / 1699.n.
ZİNA İLE İLGİLİ AYETLER
Kadınlarınızdan fuhuş
yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin.Eğer şahitlik ederlerse, o
kadınları ölüm alıp götürünceye kadar, yahut Allah onlara bir yol gösterinceye
kadar evlerde hapsedin
*Nisa /2
Bu ayeti kerime zina eden kadının ölünceye
kadar hapsedilmesini istiyor. (Yani, mühebbet hapis.
Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her
birine yüz değnek vurun. Allah,a ve ahiret gününe inananlar iseniz Allah’ın
dinini uygulamada sizi, onlara karşı acıma duygusu tutmasın. Müminler bir
gurupda onlara yapılan azaba şahit olsun.
*Nur : 2.ay.
Ubedetubnu Samid(r.a) şöyle dedi.
Rasulullah(s.a.v) şöyle buyurdu :
Benden alınız benden
alınız.Muhakkak ki Allah zina yapan kadınlar için bir yol tayin etmiştir.
Evlenmemiş olan evlenmiş olanla zina ederse bunların her birine yüz değnek ve
bir sene sürgün cezası vardır. Evli veya dul olan. Evli veya dul olanla zina
ederse bunların her birine de yüz değnek ve recm cezası vardır.
*Müslim : 5.c / 1690.N
*Ahmed : Müsned
Ebu Hureyre(r.a)’dan, şöyle
demiştir: Resulullah(s.a.v) mescidde ekin müslümanlardan bir kimse yanına geldi
ve ona bir nida edip:-Ya Rasulullah! Ben zina yaptım dedi. Peygamber ondan yüz
çevirdi. Bu sefer o zat peygamberin yüzünü döndürdüğü tarafa geçip yine:
-Ya Resulullah! Ben zina
ettim dedi. Peygamber(s.a.v) ondan yüz çevirdi. Nihayet o zat bu itirafı dört
kere tekrarladı. Bu şekilde kendi aleyhine dört kere şehadet edince Resulullah
onu çağırıp:
-Sende delilik var mı? Diye
sordu o zat:
-Hayır dedi. Resulullah:
sen evli misin? Diye sordu. O zat:
-Evet
dedi. Bunun üzerine Resulullah oradakilere: -Bunu götürünüz ve recm ediniz
emrini verdi.
*Müslim : 5.c / 287.s. 16
... Cabir ibn Abdillah(r.a)
şöyle diyordu: Resulullah(s.a.v) Eslem kabilesinden bir adamı, Yahudilerden bir
adamı ve onun zina ettiği kadını recm etti.
*Müslim : 5.c. / 1701.N
“.....................RECMİ
RİVAYET EDEN SAHABELER....................”
1-
Ebu Hureyre (r.a) “Buharı : 14.c / 6684.s”
2- Ömer İbnu’l Hattab (r.a) “Buhari : 15.c / 7107.s”
3- Abdullah ibn Ömer (r.a) “Buhari : 14.c / 6670.s”
4- Ubadetu-bnu Samid (r.a) “Müslim : 5.c / 1690.n”
5- Bera İbn Azib (r.a) “E. Davud : 5.c / 4447.n ”
6-
Semure (r.a “Tirmizi : 3.c / 1463.n”
7-Nu’man B. Beşir(r.a) “E. Davud : 5.c / 4459.n”
8-İmran
bin Hüsayn(r.a) “E.
D. : 5.c / 4440.n”
9-Abdullah
ibn Mes’ud(r.a) “E.D. : 5.c / 4352.n”
10-Aişe(r.a) “E.D. : 5.c / 4353.n”
11-İbn
Abbas(r.a) “E.D. : 5.c / 4399.n”
12-Vail(r.a) “E.D. : 5.c / 4379.n”
13-Ebu
Zeyban(r.a) “E.D. : 5.c / 4402.n”
14-Semmak(r.a) “E.D. : 5.c / 4423.n”
15-Ebu
Said(r.a) “E.D. : 5.c / 4431.n”
16-Bureyde(r.a) “E.D. : 5.c / 4431.n”
17-Halin
bin Leclac “E.D. : 5.c / 4435.n”
18-Cabir(r.a) “E.D. : 5.c / 4438.n”
19-Abdullah
bin Bureyde(r.a) “E.D.
: 5.c / 4442.n”
20-İbn
Ebu Bekre(r.a) “E.D. : 5.c / 4443.n”
“...İNSANLARA
İLHAM GELİR Mİ?...”
...
: Ebu Hureyre(r.a)’dan:
Resulullah(s.a.v)
şöyle buyurdu: Muhakkak sizden önce gelip geçen ümmetler içinde kendilerine
haber ilham olunan kimseler bulunuyordu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir
kimse olacak olsaydı. O da Ömer olurdu.
“Buhari
: 7.c / 3445.s”
...
: Enes ibnu Malik(r.a)’dan :
Resulullah(s.a.v)
şöyle buyurdu: Artık nübüvvet ve risalet haberleri kesiliyor benden sonra nebi
ve resül yoktur. Lakin size mübişşirat (yani salih rüya) kalıyor. O güzel
vasıta ile haber alırsınız.
“Ebu
Ya’le”
...
: Ebu Hureyre(r.a)’dan :
Resulullah(s.a.v)’den
işittim: Mübeşşirattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Buyurdu.
Sahabeler: mübeşşirat nedir? Diye sordular. Resulullah(s.a.v): salih rüyadır
buyurdu.
“Buhari
: 15.c / 6863.s”
...
: Abdullah bin Utbe bin Mes’ud’dan :
Ömer
ibnu’l Hattab(r.a)’yu işittim diyordu ki: Resulullah(s.a.v) devrinde bazı
kimseler vahy ile (gizli işlerini ortaya çıkarmak suretiyle) yakalanırlardı.
Zamanımızda artık vahykesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptıklarımızdan bize
zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir oluyorsa
biz onu emin kılar kendimize de yaklaştırırız. Onun gizli işlerinden bir şey
araştırmak bize düşmez.
“Buhari”
“İbn
Hazm Muhalla : VI.c / 394.”
“El-Hatib
Kifaye : 78.s / 306.n”
“Buhari’nin
Efalil-İbad : 416.n”
...
: Amr bin Dinar’dan :
Adamın
biri ömer(r.a)’ya Cenabı Allah’ın sana ilham ettiği şekilde hükmet dedi.
Ömer(r.a)’da :Sus ilham ancak peygambere mahsustur dedi.
“El-
Kenz : V.c / 241.s”
... : İbn Ebu Hatim’in Ebu Said El-Esec kanalıyla.......Ebu
İshak’tan rivayetine göre bir adam ibn Ömer’e :Doğrusu muhtar kendisine
vahyedildiğini iddia ediyor ne dersin? Diye sormuş. İbn Ömer: Doğru söylemiş,
deyip.
.....
Doğrusu şeytanlar kendi dostlarına vahyeder. Ayetini okumuş......
“En’am
: 121. ayet”
“İbn
Kesir : 6.c / 2814.s”
Yine
Ebu Hatim’in babası kanalıyla.....Ebu Cemil’den rivayete göre o şöyle demiş
:Ben İbn Abbas’ın yanında oturuyordum. Muhtar ibn ebu Ubeyd’de haccediyordu.
Bir adam gelip, Ey ibn Abbas! Ebu ishak bir gece kendisine vahyedildiğini iddia
ediyor ne dersin? Diye sordu. İbn Abbas :Doğru söylemiş diye cevap verdi. Ben
bundan hoşlanmadım ve : İbn Abbas doğru söylemiş diyor dedim. İbn Abbas: bunlar
iki vahiydir. Allah’ın vahyi ve şeytanın dostlarınadır. Dedi ve sonra: Doğrusu
şeytanlar dostlarına vahyederler... Ayetini okudu. En’am / 121.
“İbn
Kesir : 6.c / 2814.s”
“Ebu
Hatim”
İbn ebu Hatim İkrime’den rivayet eder ki o
şöyle demiştir:....... bir adam gelerek vahy konusunda ne dersin? Diye sordu.
Ben vahy ikidir Allah’u Azze ve Celle: biz sana bu Kur’anı vahyetmekle (Yusuf /
3.ayt.) ayetiyle (resullere indirdiği vahyden söz etmiş) ve ... insan ve cin
şeytanlardan kimi kimini aldatmak için birbirlerine cazip sözler
vahyederler....(En’am / 112.ay.) ayetiyle şeytanların birbirlerine vahy
edişinden söz etmiştir. Dedim. Üzerime yürüyüp beni yakalamak istediler. Ben:
size ne oluyor? Ben sizin müftiniz ve misafirinizim dedim de beni
bıraktılar.....
“Ebu Hatim”
“İbn Kesir : 6.c / 2799.s”
“Göklerin
ve yerin gaybı yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na
kulluk et ve O’na dayan. Çünkü Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”
“Hud : 123. ayet”
“.... İSLAMDA MUT’A NIN
HÜKMÜ......”
“Muta” : Muvakkat bir zaman
için kadın kiralama işi.
“ALLAH RESULÜNÜN MUT’A
KONUSUNDAKİ RUHSATI”
Cabir ibn Abdillah ile
Selemetu’bnul Ekva(r.a): ikisi şöyle demişlerdir: Bizlerbir ordu içinde
bulunduk. Resulullah(s.a.v)’in elçisi bize geldi de: size mut’a suretiyle
nikaha ve evlenmeye izin verildi. Muvakkat bir zaman için evlenebilirsiniz
dedi.
İbn Ebi Zib’de şöyle dedi:
Bana Seleme İbnu’l Ekva’nın oğlu İyas babasından; O da Resulullah(s.a.v)’den
olmak üzere şöyle tahdis etti: Her hangi bir erkekle bir kadın sözleşip, müddet
tayin etmeyerek evlenmekte mutabık kalsalar, bunların birlikte yaşamaları
müddeti üç gecedir. Üç geceden sonra bu çiftler bu müddeti arttırmak isteseler
arttırırlar, yahut ayrılmak isterlerse birbirlerini terk edip ayrılırlar.
“Buhari : 11.c /
5209.s” “Müslim : 4.c / 1405.n”
..... Sebre el-Cüheni şöyle
demiştir: Resulullah(s.a.v) bize mut’a nikahına izin vermişti. Ben ve yanımda
başka bir erkek olduğu halde beraberce Benu Amir’den bir kadına gittik. Kadın güzel
endamlı, uzun boylu, genç ve kuvvetli haliyle sanki uzun gerdanlı, genç bir
deve gibiydi. Nefislerimizi kadına arz ettik. Kadın: -Ne verirsiniz diye sordu.
Ben: ridamı veririm dedim. Arkadaşımda: ridamı veririm dedi. Arkadaşımın ridası
benim ridamdan daha yeni bir halde bulunuyordu. Fakat ben arkadaşım olan zattan
daha genç idim. Kadın arkadaşımın ridasına bakınca, rida onun hoşuna gitti.
Bana baktığı zamanda ben kadının hoşuna gittim. Bu bakışlardan sonra kadın bana
hitaben: - Sen ve senin ridan bana yetişir dedi. Artık ben üç gün o kadınla
beraber kaldım. Sonra Resulullah(s.a.v): Her kimin yanında mut’a nikahı ile
alıpta cinsi münasebet suretiyle faydalanmakta bulunduğu kadınlardan bir kadın
varsa, artık o kadının yolunu tahliye etsin buyurdu.
“Müslim : 4.c / 1406.n”
... Ebu Emre oğlu da: Hiç
şüphe yoktur ki mut’a , islamın evvelinde ona muztar kalan kimseler için, ölmüş
hayvan, kan ve domuz etinde olduğu gibi bir ruhsat olmak üzere meşru
kılınmıştır. Sonra Allahu Teala dinini muhkemleştirdi ve mut’adan nehy buyurdu,
dedi.
“Müslim : 4.c / 299.s”
..... Kays dedi ki: Ben
Abdullah (ibn Mes’ud)’dan işettim şöyle diyordu: biz Resulullah(s.a.v) ile
beraber gazveye giderdik. Bizim yanımızda kadınlar bulunmazdı. Bunun üzerine:
Erkeklik yumurtalarımızı çıkartıp hadım olalım mı? diye sorduk.
Resulullah(s.a.v) bizi hadım olmaktan nehy etti. Sonra bize muhayyen bir
müddete kadar elbise mukabbilinde eş almamıza ruhsat verdi....
“Müslim : 4.c / 1404.”
... İyas ibn Seleme’nin
babası Seleme şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) evtas yılında üç defa mut’a
nikahı hususunda ruhsat verdi. Sonra bundan nehy etti.
“Müslim : 4.c / 294.s –
18.n”
“.......
MUT’ANIN NESHİ VE KIYAMETE KADAR HARAMLILIĞI......”
... İbnu Uyeyne.
Ez-Zuhri’den şöyle derken işitmiştir: Bana el-Hasan İbnu Muhammed İbnu ali ile
kardeşi Abdullah ibn Muhammed, babaları Muhammed ibnu’l Hanefiyye’den haber
verdiler ki, Ali ibnu Ebi Talip(r.a), ibn Abbas’a: Peygamber(s.a.v), hayber
gazvesi zamanında mut’a nikahını ve evcil eşeklerin etinin yenmesini yasak etti
demiştir.
“Buhari : 11.c / 5208.s”
“Müslim : 4.c / 1407.n”
“Tirmizi : 2.c / 1129.n”
“İ. Mace : 5.c / 1961.n”
“Nesei : 6.c / 3350.n”
....
Sebre el- Cüheni şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) bize mut’a nikahına izin
vermişti... Sonra Resulullah(s.a.v) : Her kimin yanında mut’a nikahı ile alıp da cinsi münasebet suretiyle
faydalanmakta bulunduğu kadınlardan bir kadın varsa, artık o kadının yolunu
tahliye etsin buyurdu.
“Müslim : 4.c / 1406.n”
...
İyas ibnu Seleme’nin babası şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) Evtas yılında üç
defa mut’a hususunda ruhsat verdi, sonra bundan nehy etti.
“Müslim
: 4.c / 294.s”
...
İbn Ömer(r.a)’dan: Babam halife olunca halka bir hutbe vererek şöyle dedi:
Resulullah(s.a.v)’in şüphesiz mut’a nikahı için bize üç gün izin verdi. Sonra
bunu haram kıldı. Resulullah(s.a.v)’in mut’a nikahını haram kıldıktan sonra
helal kıldığına şahitlik edecek dört şahidi bana getirmedikçe, evli iken mut’a
suretiyle bir kadınla birleştiğini bileceğim herhangi birini Allah’a yemin
ederim ki recm ederim.
“İbn
Mace : 5.c / 1963.”
...
Sebre (bin ma bet) Resullullah (s..a.v) Kabe’nin kapısı ile rüknü arsında
ayakta şöyle buyuruyordu: Ey insanlar! ben gerçekten mut’ a suretiyle evlenmek
için sizlere izin vermiştim. Bilmiş
olunuz ki: Şüphesiz Allah Teala bunu
kıyamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında mut’a suretiyle
evlendiği kadınlardan varsa derhal ona yol versin, ve onlara verdiğiniz
şeylerden de hiçbir şey almayınız.
“İbnu Mace : 5.c / 1962.n”
...
Ebu Hureyre(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) Mut’ayı, Talak, iddet ve miras haram
kılmıştır buyurdu.
“D.
Kutni : 3.c / 259.n”
...
Er-Rabi ibn Sebre tahdis etti. O da babası Sebre el-Cüheni’den tahdis etti ki
kendisi Resulullah(s.a.v) ile beraberken Resulullah(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Ey insanlar! Ben kadınlarla mut’a suretiyle faydalanmanıza izin vermiştim.
Şimdi iyi biliniz ki Allahu Azze ve Celle mut’a suretiyle kadınlardan
faydalanmanızı kıyamet gününe kadar
haram kılmıştır. Artık her kimin yanında böyle bir kadın varsa yolunu
tahliye etsin. Ve bu kadınlara vermiş olduğunuz şeylerden de hiçbir şeyi geriye
almayınız.
“Müslim
: 4.c / 296.s”
“İ. Mace : 5.c / 1962.n”
...
Resulullah(s.a.v) şöyle buyurdu: Kadınlarla mut’a yapmak haramdır. Ben Allah’a
düşmanlıkta, Allah’ın haramlarını helal addedenden ve katilinden başkasını
öldürenden daha ileri birini tanımıyorum.
“Kenzul
Umman : 16. / 328.”
...
Abdullah ibn Ömer(r.a)’dan: Kendisine biri mut’a hakkında soru sorar.
Abdullah(r.a)’da haramdır der. Soruyu soran: Ama falan insan bunu caiz görüyor,
der. Abdullah(r.a) : - Allah’a yemin olsun ki herkes bilir ki Resulullah(s.a.v)
hayber gazvesi sırasında mut’ayı haram etti. Artık zaniler değiliz der.
“Tahavi
: 3.c / 25.”
...
İbn Ömer(r.a) : bir erkeğe sadece islam nikahı ile evlendiği karısı helaldir.
Bu nikahta mehir vardır. Erkeğin kadına, kadının erkeğe miras hakkı vardır.
Kadını muayyen bir müddetle (yani mut’ayla) alamaz. Aldı mı artık o hanımıdır.
İkisinden birisi ölürse diğeri ona varis olur buyurmuştur.
“Beyhaki
: 3.c / 207.n”
...
Ömer ibnu Abdulaziz şöyle dedi: Bize er-Rabi ibn Sebre el-Cüheni, babasından
tahdis etti ki, Resulullah(s.a.v) mut’a nikahından nehiy buyurmuştur. Ömer ibn
Abdulaziz ilave ederek şöyle dedi: Haberiniz olsun ki mut’a nikahı şu
günümüzden itibaren kıyamet gününe
kadar haramdır. Her kim bir atiyye vermiş ise onu geriye almasın.
“Müslim
: 4.c / 300.s”
“....
İBNU ABBAS’IN BU KONUDAKİ HATASI VE TÖVBESİ ....”
Ebu
Cemre şöyle demiştir: Ben ibn Abbas’tan işittim ona kadına mut’a yapmak soruldu
da, o bana ruhsat verdi. Bunun üzerine ibn Abbas’ın bir kölesi, ibn Abbas’a: Bu
ruhsat, ancak kadın ihtiyacının şiddeti ve kadınların azlığı yahut buna benzer
bir ibare zamanlarına ait değil miydi? Dedi. İbn Abbas’ta :- Evet öyledir diye
onu tasdik etti.
“Buhari
: 11.c / 5208.s”
Ali
İbn Ebi Talib, İbn Abbas’tan kadınlarla mut’a nikahı yapmak konusunda kolaylık
gösterdiğini işitti. Bunun üzerine: Yavaş ol ey Abbas oğlu! Çünkü
Resulullah(s.a.v) Hayber günü mut’a suretiyle nikahtan ve ehli eşek etlerinden
nehyetti dedi.
“Müslim
: 4.c / 301.s”
İbn
Şihab dedi ki: Bana Urvetu’bnu Zubeyr şöyle haber verdi: Abdullah ibn Zubeyr
Mekke’de ayağa kalktı ve ( Mut’a nikahını tezviz ettiğinden dolayı ibn
Abbas’tan tar’iz ederek) bir takım insanlar var ki Allah onların gözlerini kör
ettiği gibi, kalplerini de körleştirmiştir. Bunlar mut’a nikahınafetva
vermektedirler dedi ve bununla bir kimseyi ta’riz ediyordu. O ta’riz edilen zat
(ibn Abbas) o zaman halife bulunan ibn Zubeyre karşı nida edip: -Muhakkak ki
sen kuru ve katı bir kimsesin. Hayatım elinde olana yemin ediyorum ki muttakilerin
imamı olan Resulullah(s.a.v) zamanında mut’a yapılıyor idi dedi. O’na cevaben
ibn Zubeyr de: Öyle ise sen kendi nefsinle tercüme et. Allah’a yemin ediyorum
ki eğer sen mut’a nikahı yaparsan, ben seni muhakkak ki recm yapılan taşlarınla
taşlar recm ederim. Dedi.
İbn
Şihab dedi ki: Bana Allah’ın kılıcı olan Muhacir Halid ibn Velid’in oğlu halid
haber verdi ki, kendisi bir zatın yanında oturuyordu. O zatın yanına başka
birisi gelip ondan mut’a nikahı konusunda fetva istemiştir. Beriki zatta gelen
kimseye mut’a nikahı yapmasını emretmiş. Orada bulunan Ebu Amre el-Ensarinin
oğlu da hemen bu fetvaya karşı o zata: Yavaş ol, acele etme! Deyince bu sefer o
kimse: - O nedir? Allah’a yemin ediyorum kimut’a nikahı bütün muttakilerin
imamı olan Resulullah(s.a.v) zamanında yapılmıştır dedi. Ebu Amre oğluda : Hiç
şüphe yok ki mut’a islamın evvelinde ona muztar kalan kimseler için, ölmüş
hayvan, kan ve domuz etinde olduğu gibi bir ruhsat olmak üzere meşru
kılınmıştı. Sonra Allah’u Teala dinini muhkemleştirdi ve mut’adan nehiy buyurdu
dedi.
“Müslim
:4.c / 27.n”
...
Abdullah ibn Ömer(r.a)’ya biri gelerek ibn Abbas’ın mut’a konusunda cevaz
verdiğini söyler, İbn Ömer ise :
-
Subhanallah! İbn Abbas’ın böyle bir fetva
vereceğini zannetmiyorum der. Ancak oradakiler haberi te’yid edince ibn Ömer:
Resulullah(s.a.v) hayatta iken ibn Abbas küçük çocuk idi. Der ve ilave eder.
Resulullah mut’ayı bize yasakladı artık zaniler değiliz.
“Haysemi M. Zevaid : 4.c / 265.”
“.......
NAMAZDA ELLERİ KALDIRMA......”
...
Malik bin El-Huveyris(r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Resulullah(s.a.v) iftidah tekbirini aldığı zaman kulaklarının yakınına kadar
ellerini kaldırırdı. Ruku’ya gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve ruku’dan
başını kaldırdığı zaman da aynı şeyi yapardı...“Buhari : 2.c / 753.s”“İbn Mace
: 3.c / 859.n”
...
Muhammed bin Amr bin Ata(r.a)’dan şöyle demiştir: Ben Ebu Humeyd
es-Saidi(r.a)’dan işittim. Kendisi Resulullah(s.a.v)’in ashabından on zatın
arasındaydı. On sahabeden birisi Ebu Katade bir Rib’i idi. Ebu Humeyd, orada
bulunan on sahabeye: Ben Resulullah(s.a.v)’in namazını hepinizden daha iyi
bilirim. Resulullah(s.a.v) Namaza durduğu zaman dimdik doğrulurdu, ve ellerini
omuzları hizasına kadar kaldırdıktan sonra “Allahu Ekber” derdi. Ruku’ya varmak
istediği zamanda ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdı, sonra tam
doğrulurdu. İki rekatten (üçüncüye) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah
tekbirinde yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. “Tirmizi
: 1.c / 303n”“İbn Mace : 3. c / 862n”
Ali
bin Ebu Talib(r.a)’dan, şöyle demiştir: Peygamber(s.a.v) farz namaza kalktığı
zaman tekbir getirirdi ve ellerini omuzları hizasında oluncaya kadar
kaldırırdı. Ruku’ya gitmek istediği zaman bunun aynısını yapardı. Ruku’dan
başını kaldırdığı zaman da bunun aynısını yapardı ve ikinci rekattan üçüncüye
kalktığı zaman bunun aynısını yapardı. “İbn Mace : 3.c / 864.n”
...
Vail bin Hicr(r.a)’den şöyle demiştir: Ben kendi kendime dedim ki:
Resulullah(s.a.v)’e muhakkak ve iyiice bakayım, nasıl namaz kılıyor. Bunun
üzerine baktım. S.A.V kalktı kıbleye doğru durdu. Sonra ellerini kulaklarının
hizasına kadar kaldırdı. Sonra ruku’ya gittiği zaman ellerini bu şekildi
kaldırdı. Başını ruku’dan kaldırınca ellerini yine kaldırdı. “İbn Mace : 3.c /
867.n”
...
Salim babası Abdullah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v)’i namaza başladığı
zaman, ruku’ya gitmeden evvel ve birde ruku’dan doğrulduğu zaman ellerini
omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde arasında
kaldırmazdı. “Buhari : 2.c / 752.s” “Ebu Davud : 1.c / 721.n”“Müslim : 2.c /
390s”“Tirmizi : 1.c / 255.”“Nesei : “ “İbn Mace : 3.c / 858.“Muvatta : 1.c
94.s”
...
Enes bin Malik(r.a)’dan şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) namaza girdiği zaman
ve ruku’ya gittiği zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Mace : 3.c / 866.n”
...
Ebu-z Zubeyr(r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Cabir bin Abdillah(r.a) namaza
başlarken ellerini kaldırdı, ve ruku’ya gittiği zaman ile ruku’dan başını
kaldırdığı zaman bunun aynısını yapardı.. ve, Ben Resulullah(s.a.v)’i gördüm
böyle yaptı derdi.“İbnu Mace : 3.c / 868.n”
...
Mali bin Huveyris(r.a)’dan, Resulullah(s.a.v)’i namazında ruku ettiği zaman.
Ruku’dan başını kaldırdığı zaman, secde ettiği zaman ve secdeden başını
kaldırdığı zaman ellerini kulakları hizasına kadar kaldırırken gördüğünü haber
verdi.“A. İ. Hanbel : 3.c / 436.”“Nesei : 1.c / 1143.n”
...
Abdul Cebbar bin Vail b. Hucur(r.a)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Ben küçük bir çocuktum, babamın namazını hatırlayamıyorum Vail bin Alkame,
babam Vail bin Hucr’dan bana nakletti. Dedi ki:
Resulullah(s.a.v) ile namaz
kıldım. Tekbir aldığı zaman ellerini kaldırırdı. Sonra örtündü. Sonra sol
bileğini sağ eliyle tuttu. Her iki elini de elbisesinin altına soktu. Ruku yapmak
istediği zaman ellerini elbisesinden çıkardı.ve onları kaldırdı. Ruku’dan
başını kaldırmak istediği zaman ellerini yine kaldırdı. Sonra yüzünü iki avucu
arasına koyarak secde etti. Secdeden başını kaldırdığı zaman yine ellerini
kaldırdı. Namazdan çıkana kadar hep böyle yaptı. Muhammed bin Cihade diyor ki :
Bunu Hasen bin Ebu el-Hasene anlattım. O da şöyle dedi. O ,
Resulullah(s.a.v)’min namazıdır. Onu yapanlar sünneti yaptı, yapmayanlar
sünneti yapmadı. Dedi.“Ebu Davud : 1.c / 723.n”“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 91.”
... Katade’den şöyle dedi: Enes ibnu Malik’e
Resulullah(s.a.v)’in namazı nasıldı bize göster dedim. Kalktı ve namaz kıldı.
Ellerini her tekbirde kaldırıyordu.“Taberani. Evsat’ta”“Zevaid’de Sahih”
...
Cabir ibn Abdillah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) namazında ki her
tekbirde ellerini kaldırırdı. “A. İ. Hanbel :”“Zevaid’de Hasen : 2.c / 101”
...
Abdullah ibnu Ömer(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) ruku’ya ve secdeye
gittiğinde ellerini kaldırırdı.“Buhari
Cüz’ünde”“Hasen Olarak : 25”
... Enes ibnu
Malik(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) ruku’da ve secde de ellerini kaldırırdı.“İbn
Hazm Muhalla : 4.c / 92.” Sahihdir “İbn Ebu Şeybe : 1.c / 230.”“Şeyh Albani
İrvaul Ğalilde Senedi Sahih diyor : 2.c / 68.”
... Ala ibnu Abdurrahman,
Salim ibnu Abdullah babası Abdullah ibnu Ömer’in, başını secdeden kaldırdığı
zaman ve ayağa kalkmak istediği zaman ellerini kaldırdığını haber verdiğini
işitti. “Buhari Cüz’ünde : 12Sahih Bir
Sened’le”
... Nafi’i (r.a)’dan:
Abdullah ibnu Ömer (r.a) başını birinci secdeden kaldırdığında ellerini
kaldırrdı.“İbnu Ebi Şeybe : 1.c / 271Sahih Bir Sened’le”
...
Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) namaza girdiği zaman, Ruku’ya
gittiği zaman, Semiallahu Limen Hamideh deyip ruku’dan doğrulduğu zaman,
secdeye gittiği zaman ve birinci teşehhühden kalktığı zaman ellerini
kaldırırdı.“İbn Hazm Muhalla’da : 4.c / 93. Sahih Bir Sened’le”
... Süleyman bin
Yesar(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) tekbir alırken ellerini kaldırdığını rivayet
etti.“Ebu Davud : 1.c / 738.n”“Muvatta : 1.c / 95.s”
“ELLER YALNIZ BİRİNCİ
TEKBİRDE KALDIRILIR HADİSİNİN MÜDREÇ OLUŞU”
... Abdullah ibnu
Mesud(r.a)’dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Size Peygamber(s.a.v)’in namazını
kıldırayım mı? Müteakiben namaz kıldı ve
yalnız başlangıçta ellerini kaldırdı.“Ebu Davud : 1.c / 748.n”“Tirmizi :
1.c / 257.n”“Ebu Davud Bu Hadis
Zayıftır”“A. İ. Hanbel : Bu Hadis
Zayıftır”“Yahya İbn Adem : Bu Hadis
Zayıftır”“İbn Mübarek : Bu hadis
Zayıftır”“Ebu Hatim : Bu Hadis
Zayıftır”“İbn Hibban : Bu Hadis
Zayıftır”“İbn Abdil Ber : Bu Hadis
Zayıftır”“El Bezzar :Bu Hadis Zayıftır”
Bera
bin Azib(r.a)’dan. Resulullah(s.a.v) namaza başladığında ellerini kaldırdığını
gördüm. Sonra namazdan çıkana kadar ellerini
bir daha kaldırmadı.“Ebu Davud : 1.c / 752.n”“D. Kutni : ““Tahavi : “
“EBU DAVUD”: Bu hadis sahih
değildir. Çünkü bazı raviler “sonra bir daha kaldırmazdı” cümlesini
zikretmemişlerdir. Diyor.
“EL MENHEL YAZARI” : Şöyle
diyor : Bera’nın hadisi el kaldırmamaya delalet etmez. Çünkü Buhari, A. İbnu
Hanbel, İmam Şafi, İbnu Uyeyne, İbnu Zubeyr, Darimi ve başka imamlar bu hadisi
zayıf görmüşlerdir.
Ayrıca hadis lafızları
(sonra bir daha kaldırmazdı) cümlesinin hadisden olmayıp ravi Yezid bin
Ziyad’ın sözü olduğunda ve haberin “MÜDREÇ” olduğunda ittifak etmişlerdir.
Nitekim Şube. Sevri, Halid el-Tahhan, Zübeyr ve başka hafızların rivayetinde bu
cümle yoktur.“Ebu Davud : 1.c / 750.n”
“EL-HÜMEYDİ” : Bu ilaveyi
(yani bir daha kaldırmazdı sözünü) Yezid yapmıştır. Yezid ilave yapar demiştir.
“EL-BEZZAR” : Bu ziyade
(yani bir daha kaldırmazdı sözü) sahih değildir. Dari Kutni, bu ilave
olmaksızın hadizi Yezid bin Ebi Ziyad yoluyla El-Bera’dan rivayet
etmiştir.doğrusu da budur demiştir. Dari Kutni’nin Ali bin Asım yoluyla
Muhammed bin Ebi leyla’dan onunda Yezid bin Ebi Ziyad’dan olan rivayetinde bu
ilave mevcuttur.
Ali demiştir ki: Ben
Kufe’ye vardığım zaman Yezid’in hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, ona
gittim. Kendisi bana bu hadisi rivayet etti. Rivayetinde bu ilave yoktur. Bunun
üzerine ben ona İbn Ebi Leyla’nın bana haber verdiğine göre sen: Sonra bir daha
kaldırmazdı demişsin, dedim. Yezid bana: ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben
tekrar onu ziyaret ettim. Yine: ben bunu hatırlayamıyorum dedi.
İbnu
Ömer (r.a)’dan, Resulullah(s.a.v) namaza başlarken ellerini kaldırırdı, sonra
bir daha kaldırmazdı.“Beyhaki El-Hilafiyat’ta”“EL-HAKİM” : Bu hadis batıl ve
Mevzudur.
“İBNİ KAYYIM EL-CEVZİ” : Şöyle diyor: Hadisin sonundaki “Bir daha
kaldırmazdı” sözü sahih değildir.“Zad’ül Mead : 1.c / 151.s”
“ABDULLAH İBNU MUBAREK” :
Ez-Zuhri’nin Salim’den babasından rivayet ettiği hadisi zikrederek şöyle
dedi:Ellerini kaldıran kişinin hadisi sabittir. Ve İbnu Mes’ud’un
Resulullah(s.a.v) yalnız birinci defasında (yani namazın başında) ellerin
kaldırırdı hadisi sabit değildir.“Tirmizi : 1.c / 256.n”
“SECDEYE GİDERKEN ELLER ÖNCE
YERE KONULUR”
...
Ebu Hureyre(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: sizden biriniz
secde ettiği vakit devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini sonra dizlerini
koysun.“Nesei : 2.c / 1091.”“Buhari Tarih : 1.c / 139”“Tahavi : 1.c / 245.” “Ebu Davud : 2.c / 840.”“A. İ. Hanbel : 2.c /
381.” “D. Kutni : 1.c / 345.”“Ebu
İshak el-Harbi : “ “Beyhaki :
2.c / 99.”“Darimi : 3.c / 1327.”
... İbnu Ömer (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secde
ettiği vakit ellerini dizlerinden önce yere koyardı.“Buhari : 2.c / 796.s”“D.
Kutni : 1.c / 344.”“Tahavi : 1.c / 254. 56”“İ. Huzeyme : 627.”“Hakim”
... Mervezi el-Mesail’inde imam Evzai’den naklettiği sağlam bir
haberde şöyle demiştir: Ellerini dizlerinden önce yere koyan insanlar
gördüm.“Mervezi El-Mesail : 1 / 147 / 1.”
“KONUYLA
İLGİLİ ZAYIF HADİSLER”
Vail
ibnu Hucr (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secdeye gittiği vakit,
dizlerini ellerinden önce koyardı. (secdeden kıyama) kalktığı zamanda ellerini
dizlerinden önce kaldırırdı.“Ebu Davud : 2.c / 839.n”“İbnu Mace : 3.c /
882.n”“Tirmizi : 1.c / 267.n”
“EBU İSA” (TİRMİZİ) : Bu hadis “hasen gariptir” dedi. Ve “Şerik”
ten başka bu hadisi rivayet eden tanımıyoruz. Hammam bu hadisi Asım’dan mürsel
olarak rivayet etmiş, senedinde Vail b. Hucr’u zikretmemiştir.“Tirmizi : 1.c /
267.n”
“DARİ KUTNİ” : de Sünenin’de : Şerik rivayetinde teferrüt ettiği
zaman (yani tek kaldığı zaman) onun rivayeti zayıf demiştir.“D. Kutni :
Sünen’de”
“ABDUL HAK” : ise El-İhkam eserinde ellerin dizlerden önce yere
konulacağı hadisinin sahih olduğunu söylemişve bunun Vail ibn Hucr hadisinden
daha sağlıklı olduğunu da Kitabu’t Teheccüd’de kaydetmiştir.“Abdul Hak El-İhkam
: 54 / 1.”“Kitabu’t Teheccüd : 56 / 1.”“ŞEYH EL-BANİ” : Hatta bu hadis isnad
yönünden de sağlam değildir.“El-Bani : Ed-Daife : 929”“El-İrva : 357”
“KUR’ANIN MÜBEYYEN VE MUSAFFAL OLUŞU”
geçmişte olsun, zamanımızda olsun, izahını yapmaya çalışacağımız
konu ile alakalı bir çok münazaralar ve münakaşalar eksik olmamıştır.
Kimilerinin yanlış ve batıl iddiaları söz konusu olmuşken, kimilerinin de doğru
ve haklı iddiaları söz konusu olmuştur. Ama neticede birbirini sapıklıkla
adlandıran iki taife eksik olmamıştır.
Taraflardan birine göre: Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyendir.
Diğerine göre ise: Kur’an bi gayrihi mufassal ve mübeyyendir.
Yani, biraz daha bu ibareleri açıklayacak olursak bir tarafa göre
Kur’an bizzat kendi kendini beyan ve tefsir etmektedir.diğer tarafa göre ise
Kur’anın beyan ve tefsiri kendisinden gayrı bir şeyledir.
Kur’an, bizatihi mübeyyen ve mufassaldır diyenler:
Ha mim. Kitap, Rahman ve Rahim olan Allah’tan indirilmişve anlayan
bir toplum için ayetleri tafsil edilmiş arapça bir kitaptır.“Fussilet : 1, 2,
3. Ay.”
Elif. Lam. Ra. Bu öyle bir kitaptır ki, hikmet sahibi herşeyden
haberi olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonrada
açıklanmıştır.“Hud : 1. Ay.”
... Gerçekten biz, anlayan bir topluluk için ayetleri geniş geniş
tafsil ettik açıkladık.“En’am : 98. Ay.”
Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmişken ben ondan başka
hakem mi arayayım...“En’am : 114. Ay.”
Ayeti kerimelerini öne sürerek, iddialarını bu delillerle
savunurlar.
Yani Allah’ın kitabı açıktır beyan ve tefsirde içindedir, diyerek
kitabın dışındaki şeyleri saf dışı ederler. Daha açık bir ifadeyle bunlar...
Hadis veya Sünnet... dediğimiz teşrinin ikinci kısmını inkar ederler.
Tabi ki bu iddia sahiplerinin, ayetlere bektaşi mantığı ile
yaklaşarak yaptıkları bu batıl istidlaller kendilerine şu saçma sapan ve küfür
olan sözleri söylemeyi haktan göstermiştir. Derler ki:
“... Kur’anın başka payandalara ihtiyacı yoktur...”
“... Kur’anın koltuk değneğine ihtiyacı yoktur...”
“... Kur’anı anlamada peygambere ihtiyaç yoktur...”
Çünkü eğer Kur’anın dışında herhangi bir şeyi din olarak kabul
edersek Allah’tan başka kanun ve hüküm koyucular kabul etmiş oluruz.
Alternatif taraf olarak, bunların bu şirk ve küfür olan sözlerine
cevap vermeden önce, şuranın çok iyi anlaşılması istiyoruz:
Elbette ki bizde, Kur’anın mübeyyen oluşunu veya mufassal oluşunu
kabul eden insanlarız. Bizim bunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Baştaki
zikretmiş olduğumuz ayeti kerimeler, aklı olan herkesin anlayabileceği
açıklıktadır ki ... Kur’an mübeyyen ve mufassaldır...
Lakin, sorulması gereken veya anlaşılması gereken husus... Kur’an
bizatihi mi mufassal ve mübeyyendir... yoksa... Bi gayrihi mi mufassal ve
mübeyyendir... Eğer denilirse ki ... Kur’an bizatihi mufassal ve
mübeyyendir... –Ki zaten iddiaları
budur- o halde şu soruları kendilerine tevcih etme mecburiyetindeyiz.
A: Kur’an: De ki iman eden kullarıma namaz kılsınlar.
Buyurmaktadır.“İbrahim : 31. Ay.”
Eğer iddia ettiğiniz gibi, Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyen
ise. Namaz hangi vakitlerde ikame edilecek? Ve namazın keyfiyetiyle alakalı
tafsilat nerede? Buna bir ayet gösterilmedir. Ayrıyeten ayette ifade edilen
salat kelimesinin şu an ki belli hal ve hareketlerle ikame edilmeye çalışılan
“namaz” manasına geldiğini nereden çıkardınız ki? Kim söyledi “salat” kelimesi
namaz manasınadır...?
Yine eğer şunu söylerlerse: Kur’an bize ruku edin, kıyama durun,
secde edin diyor. Binaenaleyh, bizde bu emirlerden bu günkü kıldığımız manası
çıkarıyoruz. Üstelik yaşanan sünnet dediğimiz olayda bunun böyle olduğunu bize
getirmiştir. Tekrar kendilerine denir ki:
... Doğrudur, Kur’an ruku edilmesini, secde edilmesini ve kıyama
durulmasını söylüyor. Lakin bunların keyfiyetleri ile alakalı bir malumat
vermiyor. Ruku, kıyam, secde denilen bu hareketler ayrı ayrı zamanlarda mı
yapılır, önce hangisinden başlanır, bu yönlü malumat zikredilmiyor. Oysa ki
siz, Kur’anın bizatihi mufassal ve mübeyyen olduğunu ileri sürmüştünüz. Peki
nerede bu önemli mevzunun tafsilatı...? Nerede beyanı...?
B : yine aynı şekilde Kur’an: Zekatın verilmesini emreder. Lakin
bu hükümle alakalı tafsilatı zikretmez. Peki, Kur’an bizatihi mufassal ve
mübeyyendir diyenlere soruyoruz:
Hangi mallarda zekat verilir...? veya, bu mal ne miktarda
olmalıdır ki zekat ona düşsün...? Veyahut da ne kadar malda, ne kadar zekat
verilir...? Nerede bu konunun beyanı ve tafsilatı...?
C: Yine Kur’an-ı Kerim:
Ey iman edenler! Cuma günü namaz için nida edildiği zaman Allah’ın
zikrine koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha
hayırlıdır. Buyurmaktadır.
“Cuma : 9.Ayet”
Peki ey Kur’an’ın bizatihi mufassal ve mübeyyen olduğunu
söyleyipte, Allah resulünün pak sünnetini (hadisleri) inkar edenler!
Söyleyin bakalım buradaki nidadan kasıt ve keyfiyeti nedir...?
Ayriyeten bu güne has olan namaz kaç rekat ve ne zaman kılınmalıdır...?
D : Yine aynı şekilde Kur’an: Hac yapılmasını, oruç tutulmasını
emretmektedir. Bunların keyfiyetleri ile alakalı tafsilat nerede...?
E : Yine Kur’an-ı Kerim: Hırsızın elinin kesilmesinden bahseder.
Maide:38
Acaba biz değersiz bir kalemi çalanında mı elini keseceğiz...?
Veya eli neresinden keseceğiz...? Yine, eli kestikten sonra ne yapacağız...?
Çünkü eli kestikten sonra her hangi bir müdahale gösterilmeden terk edilen
insan kan kaybından ölebilir. Acaba bu önemli teferruatlardan bahseden deliller
Kur’an’da nerede...?
F : Yine Kur’an-ı Kerim: Zina yapanlara ibret ve ceza olarak, yüz
değnek vurulmasını emreder. Hem de, bu ceza tatbik ederken, insanlara hiç
acımadan vurulmasını emreder.
Peki, Ey Kur’anı anlamada peygambere gerek yok diyenler! Acaba biz
bu emri infaz ederken yüz değneği bu suçu işleyenin kafasına vurarak onu
öldürmemiz mi gerekir. Yoksa başka bir tarafına vurarak sadece canınımı
acıtmamız gerekir...? Veyahutta, evli veya bekarsa aynı cezayımı tatbik etmemiz
gerekir...? Bunların beyanı ve tafsilatı nerede...?
Hulasa, daha Kur’an’da zikredilen bir çok ayeti kerime var ki,
muhakkak beyana ve tafsile ihtiyacı vardır.
Yine batıl iddialarından biride:
Yaşanan sünnet dedikleri
şeydir. Yani Kur’an’da emredilen amellerin şekil ve şemali insanların
uygulayageldikleri şu anki şekillerdir. Dolayısıyla hadis denilen şeylere
ihtiyaç yoktur.
Bizde onların bu çürük ve batıl iddialarına karşı diyoruz ki:
Ey sünneti inkar ederek heva ve arzusuna uyanlar! Siz Kur’an’ın
emirlerine uyarak bu kadar ihtimam gösterdiğinizi iddia ederken, şu ayeti
kerimeleri neden görmemezlikten
geliyorsunuz...!
Onlara, gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun
dendiğinde. Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter derler. Ya ataları
bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler. (Yinemi onlara
uyacaksınız)
“Maide : 104. Ayet)
İşte böyle, senden önce de hangi memlekete tebliğci gönderdiysek
mutlaka oranın şımarık varlıkları: Biz atalarımızı bir din üzere bulduk,
dolayısıyla bizde onların izinden gitmekteyiz... dediler.
(Zuhruf : 23. Ayet)
Bu risale iki kişi arasında
cereyan eden bir münazarayı beyan etmektedirBu
risale iki kişi arasında
cereyan eden bir münazarayı beyan etmektedir.
Şahıslardan birisi:
"Allah ile bizim aramızda mutlaka bir vasıta (vesile) olması
lazımdır. Çünkü biz
vasıtasız olarak Allah'a vasıl olmağa muktedir değiliz"
diyor. Diğer şahıs ise buna
cevab vererek diyor ki: Alemlerin Rabbi olan Allah'a
hamd olsun.
•RESULLER TEBLİĞDE
VASITADIRLAR'
Eğer vasıta (aracı) ile,
Allah'ın emir (ve nehiy)lerini bize tebliğ eden
kimseler (resuller ve ilim
ehli) kasd ediliyorsa, bu söz hak ve doğrudur.
Muhakkak ki insan oğlu,
Allah'ın neleri sevip neleri sevmediğini, nelerden razı
olup nelerden razı
olmadığını, neleri emredip neleri yasakladığını, dostlarına
ahirette ne gibi ni'metler,
düşmanlarına da hangi cezayı hazırladığını bilemez.
Ve gene, insan oğlu Allah'a
lâyık olan güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını
aklıyla bulup ve anlayamaz,
zira akıl bunu idrakten (kavramaktan) âcizdir.
İşte bütün bunlar ve
benzeri olan mes'eleler, ancak Allah'u Azze ve Celle'nin
kullarına gönderdiği
peygamberleri vasıtası ile bilinir. Binaenaleyh Allah'u
Azze ve Celle'ye vasıl olma
(1), gönderdiği resullerine i'man edip tabi olmakla
mümkündür. Hidayete erdirip
Allah'ın, derecelerini yükselterek dünya ve ahirette
ikram ettiği kullan
bunlardır.
Peygamberlerin emir ve
nehiylerine muhalefet edenler ise, melundurlar (Allah'ın
rahmetinden koyulmuşlardır)
resullerin kendilerine gösterdikleri doğru yoldan
ayrılıp Rablerinden
uzaklaşanlarda onlardır.
Allah'u Teala buyuruyor ki:
Ey Âdem oğullan! Sizin
içinizden, size âyetlerimi anlatan resuller gelince
herkim ki (onları
yalanlamaktan) sakınıp gidişatını düzeltirse, onlar için korku
yoktur, onlar mahzun da
olmazlar.
Âyetlerimizi yalanlayıp
(onlara uymayı) kibirlerine yediremiyenler ise cehennem
ehlidirler, orada ebedi
kalacaklardır.
A'raf 35/36
Artık ne zaman benden size
hidayet (kitab ve Peygamber) gelir de kim benim
yolladığıma_ tabi olursa o
ne sapıtır ve ne de bedbaht olur. Kim de benim
zikrimden {kitabıma"Ve
resûluma uymaktan) yüz çevirirse onun İçin de maişet
sıkıntısı vardır. Ve biz
onu kıyamet gününde a'mâ (kör) olarak hasrederiz. O,
Rabbim neden beni a'mâ
olarak hasrettin? Halbuki ben (dünyadayken) görüyordum,
der. Allah'u Azze ve Celle
de şöyle buyurur: (Evet) öyle idi sana âyetlerimiz
geldi de sen onları unuttun
(gereğince amel etmekten yüz çevirdin) işte bu gün?
sen de öylece
unutuluyorsun.
Tâha sûresi 123/126
i
İbnu Abbas: Kur'ân-ı
Kerim'i okuyan ve içindekilerle amel eden kimseyi Subhânehu
ve Teâlâ sapıttırmamayı,
ahirette bedbaht etmemeyi kefaleti altına aldı,
buyurmuştur. Cehennem ehli
hakkında Cenab'a Hak buyuruyor ki:
Her bir topluluğun
cehenneme atılmasında (cehennemin) muhafızları onlara: Size
bir korkutucu
gelmemişmiydi? diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarıcı
geldi, fakat biz (onu)
yalanladık ve Allah hiç bir şey İndirmemiştir, siz büyük
bir sapıklık içindesiniz
demiştik derler.
Mülk sûresi 8/9
Kâfirler bölük bölük
Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır;
bekçileri onlara: Size
içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne
kavuşacağınızı ihtar eden
peygamberler gelmedîmi? derler.
Onlarda "Evet geldi,
lâkin azâb sözü kâfirler üzerine gerçekleşmişti" derler.
Zumer sûresi 71
Biz peygamberleri ancak
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve
nefsini ıslah ederse onlara
korku yoktur, üzülmeyeceklerdirde.
Âyetlerimizi yalanlayanlara
ise isyanlarından dolayı azâb dokunacaktır.
Enam sûresi 48/49
Şübhe.yok ki biz Mûh'a,
ondan sonraki peygamberlere; İbrahim'e, İsmail'e,
İshak'a, Yakub'a ve
torunlarına. İsa'ya- Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a
vahyettiğimiz gibi sana da
vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Peygamberlerden
bir kısmını bundan evvel
sana haber
vermiştik, bir kısmından
ise haber vermemiştik, Allah Musa ile konuşmuştur.
Resullerden sonra
insanların Allah'a karşı mazeretleri olmasın diye
peygamberleri birer müjdeci
ve korkutucu olarak yolladık.
nisa sûresi 163/165
Bu âyetlerin benzeri
Kur'ân-ı Kerîm'de pek çoktur.
/
Bu husus, müslüman, yahudi
ve hristiyanlar gibi bütün ehli edyanın ittifak
ettikleri bir meseledir.
Ya'ni bütün semavi din ehli Allah ile kullan arasında
Allah'ın emir ve
yasaklarını tebliğ edici olan peygamberlerden ibaret olan
vasıtayı (abacıyı) (2)
kabul ve isbât ederler.
Subhanehu ve Tea'la
buyuruyor ki:
Allah u Azze ve Celle melekler ve
insanlardan resuller seçer.
Hac sûresi
75
Bütün ehli edyan'ın
ittifakı ile bu vasıtaları (resulleri) ("3 kim inkar ederse
kâfir olur.
Cenâb-ı Hak'ın Mekke'de
inzal buyurduğu: En'am, A'raf ve başında Elif lam râ, ha
mim. Tâ sin gibi harfler
bulunan ve benzeri süreler dinin Allah'a, resule ve
ahiret gününe iman gibi
temel esaslarını beyân ve ihtiva ederler. Subhanehu ve
Teâlâ bu sûrelerde
resulleri yalanlayan kâfirlerin hallerini ve onları nasıl
helak ettiğini,
peygamberlere ve onlara iman edenlere, nasıl yardım ettiğini
beyân buyurmuştur.
Bu mevzuda Cenâb-ı Hak
şöyle haber veriyor:
Andolsun ki; peygamber
olarak gönderilen kullarımız hakkında geçmiş (de
verilmiş) bir sözümüz
vardır. Muhakkak onlar, behemehal muzafferdirler. Muhakkak
bizim ordumuz, her
halükârda gâlib olacakdır.
Saffat sûresi 171/173
Şübhesiz ki biz,
peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de
şâhidlerinde bulunacağı bir
günde (kıyamet gününde) yardım edeceğiz.
Mu'min sûresi 51
Subhânehu ve Teâlâ'nın da
buyurduğu gibi bu vasıtalara (peygamberlere) itaat
edilir, kendilerine uyulur
ve ittiba edilir.
Biz peygamberleri iznimiz
ile sadece itaat edilsin diye yolladık.
Nisa sûresi 64
Kim Peygambere itaat ederse
Allah'a itaat etmiştir.
nisa sûresi 80
(Ey Resulüm!) deki, eğer
Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz Allah'da sizi
sevsin. ( )
Al İmran sûresi 31
(Peygambere) îman edenler,
onu ta'zim edenler, ona yardım edenler ve O'nunla
beraber, indirilen nura
Kur'ân'a tâbi olanlar, işte felaha erenlerin ta
kendileridir.
A'raf sûresi 157
And olsun ki; sizden,
Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok anan
kimseler için Allah'ın
Resulünde güzel örnekler vardır.
Ahzab sûresi 21
resuller menfaat celb
edemezler
Eğer vasıta (vesile) ile
menfaatleri celb, zararları def etmek için mutlaka bir
vasıtanın lâzım olduğu kasd
ediliyorsa, meselâ kulların rızıklandırılmasında,
kendilerine yardım ve
hidâyet edilmelerinde bir vasıtanın bulunması ve kulların
bu menfaatlerini o
vasıtadan istemeleri ve ondan bunları ümit etmeleri gibi bir
vasıtanın lüzumu murad
ediliyorsa bu çeşit vasıta edinme en büyük şirklerdendir
ki Allah'a Teâlâ
Mekke'lileri bundan dolayı kâfir ve müşrik saymıştır.
Şöyle ki; onlar Allah'dan
başka kendilerine dost ve şefaatçılar ediniyorlar, o
dost ve
şefaatçılann vasıtasıyla
menfaatleri celb, zararlan defetmek istiyorlardı.
Halbuki sadece Allah'ın
izin vereceği kimsenin yine izin verdiği kimseye şefaat
etmesi haktır.
Bu mevzuda Subhanehu ve
Teâlâ şöyle buyuruyor:
O Allah ki, gökleri, yeri
ve bunların arasında olanları altı günde yarattı,
sonra da ARŞA İSTİVA etti.
Sizin O'ndan başka hiç bir VELİNİZ (dostunuz) ve
ŞEFAAT edeniniz yoktur.
Artık düşünmüyor musunuz?
Secde sûresi 4
Rablerinin huzurunda
toplanacaklarından korkanları O'nunla (Kur'ân'la) uyar.
(Zira) onlann Rablerinden
başka ne veli'leri (dostları) ve ne de bir
şefaatçıları vardır.
En'am sûresi 51
(Ey Resulüm! Sen) onlara
(Kur'ân'la) hatırlat (nasihat et) ki, bir kimse
kazandığı (günah) yüzünden
helake düşmeye görsün, artık (onun için) Allah'tan
başka ne bir veli ne de bir
şefaatçi vardır.
En'am sûresi 70
(Ey Resulüm! Müşriklere)
deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi)
zannettiklerinizi çağırın
(yalvarın) onlar sizden her hangi bir zaran
gideremiyecekleri gibi,
(hayrı şerre, şerri hayra) değiştirme gücüne sahib
değildir. Onların (vasıta
ve şefaatçi edinerek) yalvardıklan da (Allah ile kendi
aralarında vasıta ve
şefaatçi edindikleri, medet dileyerek yardım istedikleri
melekler, peygamberler ve
salih kimselerde) Rablerine daha yakın olmak için
vesile (4) arayıp
duruyorlar. (Gece namazı kılarak nafile oruç tutarak Allah'a
daha çok yaklaşmağa
çalışıyorlar.) O'nun rahmetini umuyorlar, O'nun azabından
korkuyorlar, çünkü Rabbinin
azabı korkulmağa değer.
îsra sûresi 56/57
(ey Resulüm! Müşriklere)
deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi
edinerek fayda vereceğini)
zannettiklerinize (istediğiniz kadar onlardan medet
isteyin) yalvarın, onların
ne göklerde, ne de yerde sahib oldukları zerre kadar
bîr şey yoktur. Onların
(vasıta ve şefaatçıların) bu ikisinde (yerde ve gökte)
ortaklıkları olmadığı gibi
O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de
yoktur. O'nun (Allah'ın)
katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının
şefaati fayda vermez.
Sebe sûresi 22/23
Seleften bir taife diyor
ki:
Bir kısım kavimler Hz. İsa,
Uzeyr ve meleklere yalvarıyorlardı. Allah'u Teâlâ
meleklerin ve nebilerin
(kaldı ki evliyaların) her hangi bir zararı defetmeğe ve
(hayrı şer, şerri hayra)
tebdil etmeğe muktedir olmadıklarını, bilakis
meleklerin ve nebilerin
Allah'a daha yakın olmağa çalıştıkları, onlann da
Allah'ın rahmetini
umduklarını ve azabından korktuklarını beyan buyurmuştur.
Beşerden hiç bir kimseye
yakışmaz ki, Allah kendisine, Kitab'ı, hükmü ve
peygamberliği versin de
sonra o insanlara "Allah'ı bırakıp da bana kul olun
(beni (t) vasıta ve
şefaatçi edinin) desin, fakat öğrenmekte ve okuyup yazmakta
olduğunuz kitab sayesinde
(O'nun emir ve nehiylerine uyarak) Rabbaniler olun
(der). Sizin melekleri ve
peygamberleri (kaldı ki evliyaları ve salihleri)
rabler edinmenizi de hiç
emretmez. O, ya size, siz müslümanlar olduktan sonra
hiç kâfirliği emreder mi?
Al İmran sûresi 79/80
Böylece Subhanehu ve Teâlâ
melekleri ve peygamberleri (kaldı ki salihleri) rab
edinmenin küfür ve şirk
olduğunu beyan etmektedir.
Binâenaleyh, her kim
melekleri ve peygamberleri Allah ile kendi arasında vasıta
edinir; onlara yalvanr ve
tevekkül eder, onlardan menfaat celbini ve zararların
defini isterse; meselâ
onlardan günahların afvını, kalblerin hidayeyete ermesini
(T-), sıkıntıların
giderilmesini, yoksulluğun önlenmesini taleb eylerse, o kimse
müslümanların icmaı ile
kâfir olur.
Allah'u Zü'1-CelâI şöyle
buyurmaktadır:
(Yahudiler, Hristiyanlar ve
Arablar) Rahman evlad edindi dediler, O bu gibi
sıfatlardan (evlad
edinmekten) münezzehtir, hayır (evlad dedikleri melekler,
Uzeyr ve İsa A.S.) onlar
ikrama nail olmuş kullardır. O'nun (Rablerinin)
sözünden dışarı çıkmazlar.
O'nlar (melekler.
Uzeyr ve İsa A.S.) Allah'ın
emriyle hareket ederler. Önlerindekini de
(geleceklerini)
arkalarındakini de (geçmişlerini) O bilir. O'nlar Allah'ın razı
olduğundan başkasına da
şefaat edemezler. O'nun korkusundan titreyenlerdir.
O'nlardan (melekler, Uzeyr
ve İsa A.S. kaldı ki evliyalar ve salihler) kim ben
Allah'dan gayn ilah'ım (gaybı bilirim, medet dileyene yardım ederim,
kalblerine
tasarrufum vardır) derse
onu Cehennem'le cezalandırırız. İşte biz zalimleri
böyle cezalandıracağız.
Enbiya sûresi 26/29
Ne Mesih (İsa A.S.), ne de
(Allah'a) en yakın olan melekler (kaldı ki evliyalar
ve salihler) Allah'a kul
olmaktan (sadece O'na yalvarmaktan, O'na güvenmekten ve
O'ndan medet istemekten)
geri durmazlar. Kim O'na kulluktan geri durur ve
kibirlenirse (unutmasın ki
Allah) onların hepsini (hesaba çekmek için) huzurunda
toplayacaktır.
Nisa sûresi 172
(Yahudiler, Hristiyanlar ve
Arablar) Rahman evlad edindi dediler. Andolsun ki
siz pek çok çirkin bir şey
söylediniz. Neredeyse bundan (söyledikleri bu sözden)
dolayı, gökler paramparça
olacaktı, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp
göçüverecekti. Rahman çocuk
edindi iddialanndan ötürü olacaktı bunlar. Rahman'a
çocuk edinmek yaraşmaz.
Buna ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde olan herşey
(canlı ve cansız) yanlızca
Rahman'a kul olarak gelecektir. Andolsun Allah onlan
sayıp dökmüştür. Her biri
kıyamet günü O'na tek başına gelecektir.
Meryem süresi 88/95
Kendilerine zarar ve fayda
veremeyecek Allah'dan gayrına (evliyalardan şefaat
istiyorlar, medet
dileyerek) ibâdet ediyorlar ve sonra da bunlar (Lat, Uzza,
Menat) bizim Allah
katındaki sefaatçılarımız diyorlar. (Ey Resulüm!) Sende de
ki; Allah'a göklerde ve
yerde bilmediği şeyleri mi bildiriyorsunuz? Allah,
onların ortak
koştuklarından yüce ve münezzehdir.
Yunus süresi 18
Göklerde nice melekler
vardır ki, onlann şefaatları bile hiç bir şeye yaramaz.
Meğer (o şefaat) Allah'ın
dileyeceği ve razı olacağı kimseler için izin
vermesinden sonra ola.
Necm süresi 26
O'nun (Allah'ın) izni
olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ki.
Bakara sûresi 255
Eğer Allah sana bir zarar
dokundurursa, onu (zaran) kendisinden başka hiç bir
defedîci yoktur. Eğer sana
bir hayır da dilerse O'nun fadlını geri çevirebilecek
hiç bir kuvvet yoktur.
Yûnus sûresi 107
Allah, insanlar için
rahmetinden her ne açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak
yoktur, her neyi
kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur.
Fatır süresi 2
(Ey Resulüm! Müşriklere) de
ki; (bana) haber verin. Allah bana her hangi bîr
zarar dilerse, sizin
Allah'ı bırakıp da taptığınız (belaları defettiğine, hayrı
celbettiğine ve günahlarınızı
şefaatlarıyla Allah katında bağışlattıracağına
inandığınız evliyalarınız
Lafınız, Uzza'nız) O'nun bu zararım defedebilecekler
mi? Yahut Allah bana bir
rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini tutabilirler
mi? De ki "bana Allah
yeter" güvenip dayanacaklar da (tevekkül edecekler) ancak
O'na (Allah'a) güvenip
dayanırlar (tevekkül ederler).
Zumer süresi 38
Bu âyet-i kerimelerin
benzerleri Kur'ân'da pek çok vardır. ÂLİMLER
PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİRLER
Peygamberlerden sonra İlim
adamlarına gelince, bunları, peygamberler ile ümmet
arasında, peygamberlerin
getirdiği emirleri ve nehîyleri ümmet'e tebliğ eden ve
öğreten, onları terbiye
eden ümmet tarafından iktida edilen birer vasıta olarak
kabul edip isbat eden
kimseler bu inançlarında isabet etmişlerdir.
Bu, din ve ilim adamları,
bir mes'ele üzerinde aynı görüşe sahib oldukları
zaman, bu İcma kafi bir
hüccet olur. Çünkü onlar (ilim ehli) dalâlet üzere
ittifak etmezler. Eğer din
ve
ilim adamları bir mes'elede
ihtilaf ederlerse, o mes'eleyi Allah'ın Kitab'ına ve
Resulünün Sünnetine havale
ederler. Çünkü, din ve ilim adamlarının hiç biri,
fert olarak, mutlak surette
ma'sum değildirler. Zira herkesin sözü kabule şa'yan
olduğu gibi red'de olur,
fakat Allah Resulünün sözü ise sadece Kabule şa'yandır
red olunmaz. İlim ehli
hakkında Allah Resulü S.A.V. şöyle buyuruyor.
Âlimler peygamberlerin
vârisleridir. Muhakkak ki peygamberler altın ve gümüş
bırakmazlar, onlar yalnız
ilmi miras bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse büyük
bir nasib elde etmiş
demektir.
Bu Hadis'i Ebu Davud 3641
ve İbnu Mâce (220) sahih
bir senedle rivayet etmişlerdir.
Her kim, hükümdarlara yakın
olan kimselerin, hükümdar ile halkı arasında vasıta
oluşu gibi, ilim ehli,
velileri ve salihleri Allah ile kullan arasında vasıta
olarak kabul ve i'tikad
ederse.... şöyle ki; kulların ihtiyaçlanm Allah'a onlar
sunuyor ve Allah ancak
kullanna onlar vasıtasıyla hidâyet ediyor ve rızık
veriyor, halk onlardan,
onlar da Allah'dan istiyorlar. Tıpkı, hükümdar
nezdindeki vasıtalar hükümdara
halktan daha yakın oldukları için, halkın
ihtiyaçlarını
hükümdarlardan kendileri istiyorlar. Halk da taleblerini bizzat
padişahdan istememek için
edeben vasıtalardan istiyor. Yahut da, vasıtalar
hükümdarlara ihtiyaç
sahibinden daha yakın ve sevgili olduğu için, vasıtalardan
istek ve talebde bulunmayı
daha faydalı buluyor.
Her kim bu
şekil üzere, Allah'la kullan arasında
vasıtaların varlığını
(lüzumunu) kabul ve
İ'tikad ederse,
o kimse kâfir ve müşrik olur.
Şer'an tevbesini İstemek
vacib olur. Tevbe^ ederse.
Kurtulur,
değilse öldürülür.
Çünkü bu
teşbihciler, Hahk'ı (yaratıcıyı)
mahlûka ya'ni Allah'ı
msarrrara benzefess ve
böylelikle
Allah'a şirk koşmuş oluyorlar.
Kur'ân-ı Kerîm'de bunlan reddeden âyet'ler
bu
risaleye sığmayacak kadar
çoktur.
MERDUD VASITALARIN ÇEŞİTLERİ
Hükümdar ile tebalan
arasındaki vasıtaların varlığı şu üç şekilden birine
dayanır.
Birinci şekil: Hükümdarın
bilmediği halkın bir kısım ihtiyaçlanm vasıtaların
hükümdarlara haber vermesi
şeklinde olur. Her kim, melekler, peygamberler ve
sair (evliyalar, salihler
ve şeyhler gibi)leri haber verinceye kadar Allah
kullarının hallerini bilmez
derse, o kimse kâfir olur, çünkü bütün noksanlıktan
münezzeh olan Allah, en
gizli sırlan da bilendir. Yerde ve gökte olan hiç bir
şey O'na gizli değildir. O
her şeyi işitir ve görür. O, ayn ayrı diller ile
çeşitli ihtiyaçlarını dile
getiren, bunları vermesi için Allah'a yalvarıp
yakaran kullarının bütün
seslerini işitir ve bilir. Birini dinlemek, O'nu aynı
zamanda başkalannı
dinlemekten alıkoymaz. İsteklerin çokluğu ve çeşitliliği O'nu
yanıltmaz.
İkinci şekil: Hükümdar âciz
olduğundan, yardımcı olmaksızın teb'asını idareden
ve düşmanlarını defetmeğe
muktedir değildir. Bu acz ve zelilliğinden dolayı,
hükümdar için mutlaka bir
takım yardımcıların olması lazım gelir. Halbuki Allah
bundan münezzehdir.vO'nun
ne bir yardımcıya ne de bir dayanağa ihtiyacı
yoktur,velhasıl buda
küfürdür.
Binaenaleyh Subhanehu ve
Teâlâ buyuruyor ki:
(Ey Resulüm! Müşriklere)
deKi; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi
edinerek fayda vereceğini)
zannettiklerinize (istediğiniz kadar onlardan medet
isteyin) yalvarın, onların
ne göklerde, ne de yerde sâhib oldukları zerre kadar
bir şey yoktur. Onların
(vasıta ve şefaatçılann) bu ikisinde (yerde ve gökte)
ortaklıkları olmadığı gibi
O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de
yoktur.
Sebe sûresi 22
Ve deki; çocuk edinmeyen,
mülkünde ortağı olmayan, aczinden ötürü bir veliye de
ihtiyacı olmayan Allah'a
hamd ederim ve onun için gereği gibi O'nu ulula.
İsrâ sûresi 111
Bütün kâinatın ve
kâinattaki külli sebeblerin yaratıcısı, Mâlik'i ve Rabbi
O'dur. O, kâinattaki hiç
bîr varlığa muhtaç değildir. Fakat bütün mahlukat ancak
O'na muhtaçtır. Yardımcı ve
dayanaklanna muhtaç olan hükümdarlar böyle değildir.
Hakikatte hükümdann
yardımcı ve vasıtaları, mülk ve hükümranlıkta ortaklarıdır.
Halbuki Allah'ın mahlûku
üzerindeki hükümranlığında hiç bir şeriki ve ortağı
yoktur. Allah şeriki
olmayan yegâne hakiki Mabud'tur, mülk yalnız O'nundur.
Hamdü sena yalnız O'nadır
ve O herşeye kadirdir.
Üçüncü şekil: Hükümdar,
hariçten bir başkası tahrik ve teşvik etmedikçe,
teb'asına bir yardımda ve
ihsanda bulunmayı arzulamaz ve düşünmez. Me zaman ki,
şerrinden sakındığı ve
desteğine muhtaç olduğu bir kimse hükümdara nasihat ve
ikazda bulunur, yol
gösterirse; ancak o zaman halkın ihtiyaçlarına çâre bulmak
üzere hükümdarın irâdesi
faaliyete geçer. Ama bu hareKet nasihat veren kişinin
öğüdünden hükümdann
kalbinde hasıl olan bir merhamet de olabilir veya ona öğüt
verenin ikazından meydana
gelen bir korku da olabilir. Belki de sadece
ikaz edenin hatırıda
olabilir.
Allah ise her şeyin sahibi
ve Rabbidir. O, kullarına annenin çocuğuna duyduğu
şefkatten çok daha şefkatli
ve çok daha merhametlidir.
Her şey O'nun dilemesi ile
olur, ancak O'nun istediği şey tahakkuk eder,
istemediği hiç bir şey de
olmaz. Allah kullarının bir kısmının başkalarına
faydalı olmasını irade
ettiği zaman, falan, filana yardımda bulunur, ona dua
eder ve şefkat gösterir ve
daha bir çok iyiliklerde bulunur. Bütün bunların
yaratıcısı O'dur. O, yardım
edenin, dua yapanın ve şefkat gösterenin kalbinde,
yardım, dua ve şefkat etme
iradesini yaratan Allah'tır. Kâinatta hiç bir
kimsenin, Allah'ı
iradesinden başka bîr şey yapmaya zorlaması veya Allah'ın
(haşa) bilmediği bir şeyi
O'na öğretmesi mümkün olamaz. Kâinatta Allah'ın ümit
beklediği veya (haşa)
korktuğu hiçbir varlık mevcüd değildir. Bundan dolayıdır
ki Hazret'i Peygamber
S.A.V.;
Sizden hiç biriniz
'Allah'ım beni istersen affet, istersen bana rahmet eyle"
demesin. Fakat istediğini
azmetsin, zira Allah'ı zorlayıcı hiç bir kudret mevcüd
değildir, buyuruyor.
Bu Hadis'İ Buharı (7/153)
ve Müslim rivayet etmiştir.
Binaen Subhanehu ve Teâlâ
böyle buyurmuyor mu?
O'nun (Allah'ın) izni
olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ki.
Bakara sûresi 255
O'nlar (melekler ve
peygamberler kaldı ki sapihler) Allah'ın razı olduğundan
başkasına şefaat edemezler.
Enbiya sûresi 28
(Ey Resulüm! Müşriklere)
deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi
edinerek fayda vereceğini)
zannettiklerinize (istediğiniz kadar) yalvarın
yakarın, onların ne
göklerde, ne de yerde sahib oldukları zerre kadar bir şey
yoktur. Onların (vasıta ve
şefaatçılann) bu ikisinde (yerde ve gökte)
ortaklıkları olmadığı gibi
O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de
yoktur. O'nun (Allah'ın)
katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının
şefaati fayda vermez
Sebe sûresi 22/23
Bütün bunlardan anlaşılıyor
ki, Allah'tan başka kendisine dua edilen ve istimdad
istenilen kimselerin ne
mülkü vardır ve ne de Allah'ın mülkünde ortaklıkları
vardır. De de hiç birisi
Allah'ın yardımcısı durumundadır. Şefâatlan Allah'ın
izin verdiklerinden
başkasına da fayda vermez
Hükümdarlar ise böyle
değildir. Hükümdarın nezdinde şefaat eden kimsenin bazen
müstakil mülkü vardır ve
bazen de mülkte hükümdarın ortağıdırlar..Bazen mülkün
idaresinde hükümdarın
yardımcısı, bazen de hükümdarın istinâd ettiği kuvvet
durumundadır.
Bu şefâatçılar, hükümdarın
huzurunda, ne hükümdardan ve ne de bir başkasından
izin almadan şefaatçilik
yaparlar. Hükümdar bu şefâatçılara bazen ihtiyacı
olduğu için şefâatlannı
kabul eder, bazen korktuğu için bazen de, hükümdara daha
evvelce yapmış oldukları
bir iyiliğin ve ihsanının karşılığı, mükâfat ve borç
olarak kabul eder. Hatta
hükümdar karısının ve çocuğunun şefaatini bile kabul
eder. Çünkü, hükümdar
karısına ve çocuğuna muhtaçtır. O kadar ki, karısı ve
çocuğu kendisinden yüz
çevirse bundan zarar görür. Hükümdar kölesinin dahi
şefaatini kabul eder.
Çünkü, eğer kabul etmezse kendisine sadık kalmayacağından
ve zararına çalışacağından
korkar.
Kulların bir kısmının diğer
bir kısım nezdindeki şefâatlannm hemen hemen hepsi
bu cinstendir. Kullardan
biri diğerinin şefaatini, mutlaka ya bir şeye tamah
gösterdiğinde, ya da bir
şeyden korktuğundan kabul eder. Halbuki, Allah'u Teâlâ
ne bir kimseden menfaat
bekler, ne tamah sahibidir, ne kimseye muhtaçtır ve ne
de bir kimseden korkar. O
mutlak zengin ve mutlak güç sahibidir.
İyi bilin ki, göklerde ve
yerde kim (ne) varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan
başka ortaklan (ilahlara)
ya'ni meleklere, peygamberlere ve salihlere) dua
ederek ibadet edenler;
sadece zanna uyanlardır. Onlar ancak tahminde
bulunuyorlar.
Yûnus 66
Müşrikler şefaat saydıkları
şeyler cinsinden şefaatçılar ediniyorlar. Bu hususta
Kur'ân-ı Kerîm şöyle
buyuruyor:
Kendilerine zarar ve fayda
veremeyecek Allah'dan gayrına (evliyaları şefâatçılar
edinerek
medet diliyorlar) ibadet
ediyorlar ve sonrada bunlar {Lat Uzza ve Menat) bizim
Allah katındaki
şefâatçılarımız diyorlar. (Ey Resûlüm! sende) de ki Allah'a
göklerde ve yerde bilmediği
şeylerimi bildiriyorsunuz? Allah onların ortak
koştuklarından yüce ve
münezzehdir.
Yûnus 18
O vakit, Allah'ı bırakıb da
O'na (Allah'a) yakınlık peyda etmek için edindikleri
ilahlar (Lat
Uzza ve Menat) kendilerine
yardım etmeli değil miydi? Bilakis (ilahları)
onlardan uzaklaştılar.
Bu, onların yalanı ve
uydurup durdukları şeylerdir.
Ahkaf 28
Allah'a Azze ve Celle de
müşriklerin şöyle dediklerini haber verdi.
İyi biliniz kî sirksiz (bir
İbâdetin yapıldığı) din Allah'ın (istediği) dinidir.
Allah'dan gayrı kendilerine
"EVLİYA" (dost)lar edinenler (e neden bunlara Lat,
Uzza ve Menat'ı evliya ve
şefaatçılar edinerek ibadet ediyorsunuz diye
sorulduğunda) biz onlara
ibâdet etmiyoruz sadece bizi daha çok Allah'a
yaklaştırsınlar diye onları
dost (vasıta)lar ediniyoruz derler.
Zumer 3
(Tek Rabbiniz olan Allah)
sizin, melekleri ve peygamberleri (kaldı ki evliya ve
salihleri) rabler
edinmenizi emretmez. O (Rabbiniz olan Allah) size müslüman
olduktan sonra hiç kâfirliği
emreder mi?
Al-i İmran 80
BATIL VE
SAHİH OLAN ŞEFAAT
Deki: Allah'tan başka
(sizden kötülüğü giderip iyiliği celb edeceklerini)
zannettiğiniz (melekleri,
peygamberleri, veli ve salihleri) çağırın; sizin bir
sıkıntınızı gidermeğe ve ya
onu değiştirmeğe onlann güçleri yetmez. Onların
(müşriklerin kendilerine
yardım etmek için) yalvardıkları da (melekler,
peygamberler ve salihlerde)
hangisi Rablerine daha yakın olacak diye (bizzat)
vesile arayıp duruyorlar.
O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Zira
Rablerinin azabı
(hakikaten) kormağa değer.
İsra 56/57
Bu son âyette Subhanehu ve
Teâlâ; Allah dan gayrı dua ve istimdat edilen
varlıkların (meleklerin,
peygamberlerin ve salihlerin) hiç bir zararı
kaldıramayacaklarını ve
tebdil edemiyeceklerini onların da Allah'dan yardım
beklediklerini, azabından
korktuklarını ve onlarında, kendilerini vesile
edinerek dua ve istimdat
edenler gibi Allah'a yaklaşmaya çalıştıklarını haber
vermektedir. Böylece
Cenab-ı Hak müşriklerin, melekler ve peygamberler hakkında
ileri sürdükleri dua ve
İstimdat etme ve onları şefaatçi edinme telakkisini redd
etmekte ve yasaklamaktadır.
Ancak izin verilen şefaat müstesnadır.
Şefaat ise bir çeşit
duadır. Şübhe yoktur ki insanların birbirleri İçin olan
duaları faydalıdır.
İnsanların birbirlerine dua etmeleri Allah'ın emridir.
Fakat, şefaat ve dua eden
kimse, ancak Allah'ın kendisine bu hususta izin
verdiği kimseler için dua
ve şefaatta bulunabilir. Müşriklere şefaat etmek,
onlann Allah'dan affını
istemek gibi, yasaklanmış olan şefaat ve duayı yapmaz.
Subhanehu ve Teâlâ bu
mevzuda şöyle buyuruyor:
Cehennemlik oldukları
anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, (Ebü Tâlib gibi
Peygamberin amcası da olsa)
artık müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber ve
mu'minlere yaraşmaz.
İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi ise, sadece ona
verdiği bir sözden ötürü
idi. (Babasının) Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca
ondan uzaklaştı. Doğrusu
İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi.
Tevbe 113/114
Cenab-ı Hak münafıklar
hakkında da şunlan buyuruyor:
(Ey Resulüm!) O'nlar
(münafıklar) İçin, bağışlanma dilesen de dilemesen de
bîrdir. Allah onlan
bağışlamayacaktır.
Münâfikün 6
Subhanehu ve Teâlâ'nın
Peygamber S.A.V. i müşrik ve münafıkların affını
dilemekten menettiğini ve
onlan affetmiyeceğini haber verdiği Kur'ân ve sahih
hadis'lerde varid olmuştur.
Şu âyet-i kerime'lerde olduğu gibi;
Muhakkak ki Allah'u Azze ve
Celle kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; (ama)
şirkten
gayrisini istediği kimse
için bağışlar.
nisa 48
Onlar (münafıklar) dan Ölen
kimsenin namazını sakın kılma, (dem veya ziyaret
için) mezan başında durma.
Çünkü onlar Allah ve Resulünü inkâr ettiler, onlar
fâsık kimseler olarak
öldüler.
Tevbe 84
Rabbinize gönülden ve
gizlice yalvann. Doğrusu Allah (duada) haddi aşanları
sevmez.
el-A'raf 55
Yukarıdaki son âyet duada
haddi tecavüz etmeyin demektir. Cenâb-ı Hak'ın
yapmayacağı şeyi istemek,
duada haddi teavüz etmek demektir.
Meselâ: Peygamberlerin
derece ve makamlarını istemek ve müşriklerin affını
talabetmek ve benzeri
dualar. Ve ya, içerisinde küfre, isyan ve fişka yardım
etmesini istemek gibi
veyahut içinde Allah'a karşı bir günah bulunan dua gibi.
Cenâb-ı Hakk'ın şefaat
etmeye izin verdiği şefaatçinin duadaki şefaati,
içerisinde günah bulunmayan
bir duadır. Eğer onlardan biri kendisine layık
olmayan bir dua ederse,
onda ısrar etmezler. Çünkü onlar caiz olmayan fiil
üzerinde ısrar etmekten
masumdurlar, nuh A.S. in duası ve AHah'u Azze ve
Celle'nin cevâbı gibi.
nuh A.S. Rabbine
(yalvararak) seslendi. Ey Rabbim! Şübhesiz oğlumda benim
ailemdendir. Doğrusu senin
va'din haktır. Sen hükmedenlerin en İyi hükmedenisin.
. Hud 45
(Allah da şöyle) buyurdu:
Ey Nuh! O kat'iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o
(nün işlediği) amel salih
olmayan (kötü) bir iştir. O halde bilmediğin bir şeyi
benden isteme. Seni
cahillerden olmaktan ikaz ederim.
Hud 46
(nuh) Ey Rabbim! dedi. Ben
bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım.
Eğer beni yargılamaz ve
esirgemezsen hüsrana düşenlerden olurum.
Hud 47
ESBABIN MİKDARI
Allah'u Teâlâ'ya dua eden
ve şefaat dileyen herkesin bu dua ve şefaati, ancak
Allah'u Azze ve Celle'nin
kazası, kaderi ve dilemesi ile olur. Duaya icabet
eden, şefaati kabul buyuran
O'dur. Sebebi ve neticeyi yaratan O'dur. Dua da,
Allah'ın takdir buyurduğu
sebeblerden biridir. Gerçek böyle olunca sebeblere
yönelmek, sadece onlara
güvenmek TEVHİD inancına göre şirk sayılır. Sebebleri
yok etmek, sebebi sebeb
yapmaktır ki, bu akıl eksikliğidir. Çünkü,
sebeblerden"tamamen
uzaklaşmak ŞERİATTA çirkin görülen bir şeydir.
Kulun üzerine vâcib olan;
tevekkülünü, İstemesini, dua ve rağbetini yalnız
Allah'a yöneltmesidir.
Allah'u Teâlâ, ona sebeblerden, halkın duasından ve
şefâatından dilediğini
takdir ve nasib buyurur.
Derece ve makamı yüksek olanın
kendisinden aşağı olan için, derece ve makamı
aşağı olanı kendisinden yüksek olan için dua eylemesi
caiz ve meşrudur.
Peygamberlerden dua
ve-şefaat taleb edilmesi gibi... Hasıl ashabi kiram Allah
Resulü S.A.V. den yağmur
için dua ve şefaat-istemişlerdir. Allah Resulü S.A.V.
den sonra Hz. Ömer R.A. ve
müslümanlar Peygamberlerin amcası Abbas R.A. la da
aynen böyle istiska
(yağmur) talebinde bulunmuşlardı.
İnsanlar kıyamet günü Allah
Resulü S.A.V. ve diğer peygamberden şefaat taleb
edeceklerdir. Muhammed
A.S.V. şefaatçılann efendisidir. O'nun kendisine mahsus
şefaati vardır. Bununla
beraber; Sahih-i Müslim de Hz. Peygamberin:
"Ezan okuyan müezzini
duyduğunuz zaman siz de onun söylediklerinin aynısın
tekrarlayın, sonra bana
salat getirin, kim bana bir selat getirirse Allah ona on
misli ile mukabele eder.
Sonra Allah'tan benim için VESİLE'yi İsteyin. "VESİLE1
Cennette bir derecedir ki,
Allah'ın kullarından bir tek kula nasib olacaktır.
Ümid ediyorum ki ben o kul
olayım. Kim Allah'tan benim için "VESİLE'yi1 isterse
kıyamette şefaatim ona
helal olur' buyurduğu sabittir.
Hz. Ömer R.A. Ömre yapmak
İstediğinde Allah Resulü S.A.V. e veda ederken ona
(Ömer'e) ey kardeşim beni
de duandan unutma buyurmuştur.
Ebû Davud ( )
Böylece Hz. Muhammed S.A.V.
ümmetinden kendisine dua etmesini istemiştir. Fakat
bu istek, ümmetin talebleri
cinsinden değildir. Bu, ümmetin amel ettiklerinde ve
sevab
kazandıkları diğer
emirlerde olduğu gibi. Peygamberin ümmetine vermiş olduğu
emirdir. Allah Resulü
S.A.V. de, emirleri ile amel eden ümmetinin kazandığı ecir
kadar sevab ve mükafat
ihsan buyurulur. Bu hususta bir hadis-î şerifde;
'Bir kimse hidayete
çağırsa, da'vetîne uyan kimselerin ecri kadar kendisi de
mükafata nail olur. Onlann
ecirlerinden de bir zerre eksilmez. Veya sapıklığa
da'vet etse, da'vetine
uyanların kazandığı günah kadar kendisi de günah kazanır.
Onlann günahlarından da bir
şey eksilmez.
Allah Resulü S.A.V.
ümmetini hidayete da'vet etmektedir. Binaenaleyh da'vetine
uyanların kazandığı sevab
kadarda Peygamberimiz mükafat ve ecre nail olur. İşte
böyle de ümmet'i Allah
Resulüme salavat getirdiği zaman da böyledir. Peygambere
bir salavat getirene Allah
on misli ile mukabele eder. Hz. Peygamberde o
salavatı getirenlerin ecri
kadar mükafat ihsan edilir ki, bu Allah'ın ona bir
ni'metidir.
Sahih bir hadis-i şerifde
'Müslüman birisinin yanında olmayan bir müslüman
kardeşi için yaptığı dua da
müstecabtır. Cenâb-ı Hakk ona yanıbaşında bir melek
ta'yin eder, müslüman
kardeşi için her dua edişinde o me'mur melek "âmin bir o
kadar da senin için
der" buyurmuştur.
Müslim 2733
Diğer bir rivayette 'en çok
kabul olunan dua yanında olmadığı halde bir başkası
için yapılan duadır'
denilmiştir.
Ebû Dâvud 1535
Her ne kadar dua eden, dua
edilen değilse de, başkası için yapılan dua, hem
hakkında dua edilen
kimseye, hem de duayı yapan kişiye menfaat temin eder.
Mü'minin, diğer mü'min
kardeşi için hayırlı duası, hem ona ve hem de kendisine
fayda verir. Bir kimse
diğer bir kimseye "bana dua et' dese ve bununla ikisinin
de menfaatlanmasını
kasteylese, takva ve iyilik üzerine birbirleriyle
yardımlaşmış olurlar. Duayı
isteyen diğerini uyarmış ve ikisine de fayda verecek
bir hayra önayak olmuştur.
Dua etmesi istenen kişi de, ikisine de menfaat
sağlayacak fiili yapmıştır.
Bir kimse başkasına iyilik ve takva ile emrettiği
zaman, emre uyan fiiline
mukabil sevab alır, emreden de, yukarıda izah edildiği
gibi hayra çağırdığı için
emrine uyanın ecri kadar mükâfat kazanır.
Bilhassa, kulun emrolunduğu
dualarda, Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:
(Ey Resulüm!) Kendi
günahına ve mü'min erkeklerle mü'min kadınlara mağfiret
dile.
Muhammed 19
Zikri geçen âyette
Sübhânehu ve Teâlâ Resulü S.A.V. e mü'minler için istiğfar
etmesini emrediyor ve sonra
şöyle buyuruyor:
Eğer onlar, nefislerine
zulmettikleri (günah işledikleri) zaman sana gelseler de
günahları için Allah'dan
mağfiret diieseler. Peygamber de kendileri için afv
isteseydi, elbette Allah'ı
tevbeleri ziyâde Kabul edici ve çok esirgeyici
bulacaklardı. ., '
nisan 64
Yukarıdaki âyette Sübhânehu
ve Teâlâ'mü'min erkekljve kadınların günahlarına
mağfiret dilemelerini ve
Hz. Peygamberin onlar için istiğfar iyiemagğı^
zikrediyor. Zira, Allah
Resulü S.A.V. İn ümmet'i için istiğfan Allah'ın
emirlerindendir. Cenâb-ı
Hakk Resûlü'ne mü'min erkek ve kadınların günahlarının
bağışlanması için af
dilemesini bizzat İstiğfar eylemesini emretmiştir.
Allah hiç bir mahlûka diğer
bir mahluktan birşey istemesini emretme mistir.
Allah'ın böyle bir emri
yok. fakat mü'minlere birbirleri için dua etmeyi vacib
veya müstehab olarak
emretmiştir. O emri yerine getirmek Allah'a ibâdet ve
taâttır. Allah'a yakınlık
sebebi ve failine salah ve basenedir. Başkasına dua
etmek ve hayır istemek,
Allah'ın o kimseye en büyük ihsanı ve in'amıdır.
Belki de o isteyiş,
Allah'ın kullarını hakiki iman'a götürecek olan,
ni'metlerinin en büyüğüdür.
İman; kavl ve ameldir. Taat
ve hasenatla ziyadeleşîr. Kul hayırlı amelini
çoğalttıkça imanda /
ziyadeleşir.
/
İşte bu. Fatiha süresindeki
"kendilerine ni'met ihsan ettiklerinin yoluna" ve
nisa» ' süresindeki
"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın
kendilerine ni'met ihsan ettikleriyle beraberdirler.'
nisa 96
Din ni'meti olmaksızın
yalnız dünya ni'meti hakiki bir ni'met midir, yoksa deği!
midir? Bu konuda asrımızın
âlimlerinden ve diğerlerinden iki meşhur görüş
vardır. Hakikat şudur ki,
yalnız dünya ni'meti her ne kadar bir yönden tam bir
ni'met değilse de, diğer
yönden gene bir ni'mettir.
İstenmesi gereken dini
ni'metlere gelince, onlar, vacib ve müstehab gibi
Allah'ın emirleridir. Bunlar
bütün müslümanların ittifakı ile taleb edilmesi
lazım gelen hayırlardır.
Ehl-i sünnet'e göre, hakiki ni'metler, bu dînî
ni'metlerdir. Çünkü, Ehl-i
sünnete göre, Allah kullarına hayırlı işleri
yapmaları ile
ni'metlendirmiş ve ihsan etmiştir. Kaderiyyeye göre ise, Cenâb-ı
Hakk yalnız kullara onunla
iyilik veya kötülük yapmaya müsaid olan kudreti
bahşetmekle ni'met vermiş
ve ihsan eylemiştir.
Buradaki maksadı Sübhesiz
Allah u Azze ve Celle hiçbir mahluka diğer bir
mahluktan istemesini
emretmemiştir. Ancak o mahluk için bir maslahat olursa o
müstesna olur. Bu maslahat
da ya vacib ya da müstehab olur. (Yukarıdaki
zikredilen dua isteme veya
iyiliği emretme gibi) Allah'u Azze ve Celle, kuldan
bundan başkasını dilemez.
Gene burada kasdımız şudur
ki: Kim hükümdar ile teb'ası arasında bulunan
vasıtalar gibi. Allah ile
kullan arasında vasi talar «tanır ve kabul ederse, o
kimse müşrik olur. Bu
(şekildeki bir inanç) Allah'tan gayr-ı ilahlara ibâdet
eden müşriklerin dinidir.
Nitekim müşrikler "Bu
heykeller peygamberlerin ve salih kimselerin
temsilleridir. Bunlar
bizim ile Allah arasında
vasıta ve vesilelerdir. Bunların vasıtasıyla bizler
Allah'a yaklaşıyoruz"
diyorlardı. Sübhânehu ve
Teâlâ'nın hristiyanlarda tenkid etmiş olduğu şirk'de bu
idi.
Binâenaleyh şöyle
buyurdu.
(Yahudiler) hahamlarını
(hristiyanlar) ruhbanlarını ve Meryem'in oğlu Mesih'i
Allah'dan gayrı rabler
edindiler. Halbuki onlar da, ancak bir tek İlah'a ibâdet
etmekle emrolunmuşlardı.
O'ndan başka hiç bir İlah yoktur ve müşriklerin ortak
koştukları şeylerden de
tamamen münezzzeh'tir.
Tevbe 31
{Ey Resulüm!) Kullanm sana
benden sorduklarında, muhakkak ki ben çok yakınımdır;
bana dua edince, dua edenin
duasını kabul ederim. O halde onlar da benim
da'vetime koşsunlar ve bana
da hakkiyle iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış
olsunlar.
Bakara 184
Ya'ni; emir ve yasaklarla
onlara çağnda bulunduğum zaman davetime icabet
etsinler ve bana' iman
etsinler. Ben de onların isteklerine, yakarışlarına,
dualarına ve çağrılarına
icabet ederim demektir.
O halde (işlerinden)
boşaldığın zaman uğraş (ibâdetle meşgul ol) kalk yorul. Ve
yalnız Rabbine rağbet et
(sarıl).
İnşirah 7-8
Denizde boğulma korkusunun
şiddeti, size geldiği zaman, Allah'dan başka
yalvardıklarınız (vasıtalar
edindikleriniz hatırınızdan) kaybolur; yalnız O'na
(Allah'a) yalvarırsınız.
Fakat (Allah) sizi kurtanp karaya çıkarınca da (Allah'ı
birlemekten) yüz
çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.
İsra 67
Yoksa, sıkıntıya düşen
kimse, dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı
gideren, sizi yer yüzünün
sakinleri kılan, Allah ile bir başka ilah mı var? Siz
ne kıt düşünüyorsunuz.
nemi 62
Göklerde ve yerde ne varsa
hepsi O'ndan ister. O her gün bir hal üzeredir.
Rahman 29
Sübhânehu ve Teâiâ
Kitab'ında tevhidin bütün esaslarını pek açık bir şekilde
beyan buyurmuş ve şirkin
bütün kollarını budayıp atmıştır. Tâ ki, hiç bir kimse
Allah'tan başka hiç bir
şeyden korkmasın, O'ndan başkasından ümit beklemesin ve
Ondan gayrı hiçbir kimseye
tevekkül etmesin.
İnsanlardan korkmayın;
benden korkun. Benim âyetlerimi bir kaç kuruş menfaat
karşılığında değişmeyin.
(Satmayın.)
Maide 44
İşte o şeytan, ancak kendi
dostlannı korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın.
Benden korkun.
Al-İmran 175
Kendilerine:
"Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri
görmedin mi? Onlara savaş
farz kılındığında, içlerinden bir takımı, insanlardan,
Allah'tan korkar gibi,
hatta daha çok korkarlar.
nisa 77
Allah'ın mescidlerini
sâdece, Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan,
zekat veren ve ancak
Allah'tan korkan kimseler onanr.
Tevbe 18
«
Allah'a ve Peygambere itaat
eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler,
işte onlar kârda
olanlardır.
Mur 52
Bu âyette aynyeten itaatin
yalnız Allah'a ve Resulüne yapılması lâzım geldiğini
anlatır. Haşyete gelince, o
da, yalnız Allah'a karşı duyulur: Subhânehu ve Teâlâ
buyuruyor.
Eğer onlar, Allah ve
Resulünün kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar
ve "Allah bize yeter,
O ve yakında lütfü kereminden verir ve Resulü de, (verir).
Tevbe 59
Buna benzeyen bir başka
âyette de şöyle buyuruyor.
İnsanlar onlara:
"Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar,
onlardan korkun"
dediler. Bu onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne
güzel Vekil'dir!"
dediler.
Al-İmran 173
*
Allah Resulü S.A.V. de
ümmetine bu TEVH1D anlayışını ilka ediyor ve Allah'ın
kullarını O'nu şirk
koşmaktan kurtarmaya çalışıyordu. Hz. Muhammed'in bu
hassasiyeti "LA İLAHE
İLLALLAH" (Allah'tan başka ilah yoktur) lafzının
muktezasını gerçekleştirmek
içindi. Çünkü, "İLAH"; KALELERİN KEMÂL'İ MUHABBETLE,
TA'ZİM'LE, SON DERECE
İHTİRAM VE İKRAM İLE, SONSUZ BİR KORKU VE NİHAYETSİZ BİR
ÜMİTLE BAĞLANDIĞI, VE
KULLUK ETTİĞİ ŞEY DEMEKTİR". Hatta o kadar ki; bir kısım
kimseler, kendisine Allah
ve sen istersen dedikleri vakit: Hayır böyle demeyin
"Allah isterse ve
sonrada sen istersen deyin buyurmuştur. Bir zaman birisi Allah
Resulü S.A.V.'e, Allah ve
sen istersen der, Allah Resulü S.A.V. de beni Allah'a
eş mi tutuyorsun? bir daha
tek olan Allah isterse de buyurmuştur.
Başka bir hadis'i şerif'de
"Kim yemin etmek istiyorsa Allah adına yemin etsin,
değilse sussun"
buyurdu. Bir başka hadis-i şerifde kim Allah'tan başkası adına
yemin ederse Allah'a şirk
koşmuştur" buyurdu. İbnu Abbas'a; "İstediğin zaman
Allah'tan iste... Yardım
istediğinde Allah'tan yardım iste. Kalem'in mürekkebi
kurumuştur, sen
karşılaştığın şey ilesin. Bütün mahlûkat sana fayda vermek için
toplansalar, Allah'ın senin
için yazdığından başka bir şey olmaz. Oene bütün
mahlûkat sana zarar vermek
için toplansalar Allah'ın sana yazdığından başka
zarar veremezler"
buyurmuşlardır.
Oene Allah Resulü S.A.V.
"Hristiyanlar'ın Meryem oğlu İsa'yı uçurdukları
(sevgide aşırı gidip Rab
edindikleri) gibi siz de beni uçurmayın. Ben ancak bir
kulum. Binaenaleyh bana
Allah'ın kulu ve "Resulü deyin' buyuruyor. Ve Cenâb-ı
Hakka "Allah'ım beni
kabrimi İbâdet edilen bir put haline getirme" diye dua
ediyor ve arkasından
ümmetine, "Kabrimi (ziyaretlerinizle) bayram yeri haline
getirmeyin, sadece bana
salavat getirin. Siz nerede olursanız olunuz satavatınız
bana tebliğ olunur,
buyurarak ikazda bulunmuştur. Resûlullah S.A.V. hastalığı
sırasında
"Peygamberlerin kabirlerini mescidler haline getiren yahudi ve
hristiyanlara Allah la'net
etsin" buyuruyor. Ümmetini, yahudi ve hristiyanların
yaptığı bu işten
sakındırıyordu. Aişe R.A. "Eğer bu hadis olmasaydı
Rasûlullah'ın kabrini
genişletirdim. Fakat o, kabrinin mescid yapılmasını
yasakladı" diyor.
Bu geniş bir mevzudur. Her
ne kadar mü'min kişi. Allah'u Azze ve Celle'nin her
şeyin Rabbİ ve Mâlik'i
olduğunu biliyor ve Allah'ın yarattığı sebebleri inkâr
etmiyor, yağmuru bitkilerin
yetişmesine sebeb yaptığını Bakara'da buyurduğu
gibi,
Allah'ın aökten indirip
veri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı
orada
yaymasında (ibret alınacak
misaller vardır).
Bakara 164
Ve güneşle ay'ı onlar ile
meydana getirdiği şeylere şefaat ile duayı takdir
edeceği şeylere sebeb
kıldığını. Meselâ; müslümanlann cenaze namazı: kılmalarını
Cenâb-ı Hakkın o cenazeye
rahmet eylemesine bir sebeb teşkil ettiğini, ayrıca
cenaze namazı kılanların da
sevablandığını biliyor ve inkâr etmiyorsa da...
Sebeblerde üç hususun
varlığını iyice bilmek lazımdır:
Birincisi: Muayyen bir
sebeb, istenileni yalnızca karşılamaz, belki daha başka
sebeblerinde bulunması
gerekir. Bununla beraber, o matlûbun husule gelmesine
bazı engeller vardır. Eğer
Allah, sebebleri tamamlamaz ve engelleri defetmez ise
maksûd hasıl olmaz. Allah'ın
dilediği şey mutlaka meydana gelir, insanlar
istemese de.,. İnsanların
istediği ancak Allah'ın irade buyurmasıyla husule
gelir.
İkincisi: Bir şeyin diğer
bir şeye sebeb olduğuna i'tikad etmek, ancak onu iyice
bilmekle olur. Bilmeden ve
şeriata muhalif olarak bir şeyi diğerine sebeb
tanıyan kişi batıla i'tikad
etmiş olur.
Meselâ; nezrin (adak'ın)
belaları defetmeye, ni'metleri husule getirmeye sebeb
olduğunu zanneden kimse
gibi... Çünkü sahjh bir hadis'de şöyle varid olmuştur.
İbnu Umer R.A.'dan, (şöyle
dedi:) Allah Resulü 5.A.V. nezıMen (adak adamaktan)
nehyetti ve: Muhakkak ki
adak adamak hiç bir hayrı getirmez. Ancak (adak
sebebiyle) cimriden (ma!)
çıkartılır, buyurdu.
Müslim 1639
Üçüncüsü: Dini amellerden
herhangi birisi ancak meşru olan birşeye sebeb teşkil
eder. Çünkü, ibadetler
tevkif üzere mebnidirler, sabittir değiştirilemez.
Binaenaleyh (ibâdet adına
dondurulmuştur) insanın Allah'tan başkasına dua ve
istimdat ederek Allah'a
şirk Koşması caiz olmaz. İnsan her ne kadar bazı
arzularının husulüne sebeb
zanneylese de...
Bundan dolayıdır ki,
şeriata muhalif bid'atlarla Allah'a ibâdet edilemez. Her ne
kadar bu ibadet doğru
zannedilse de... Çünkü, insan Allah'a şirk koştuğu zaman
şeytanlar o kişiye bazı
işlerinde yardım ederler.
nitekim, küfür, fısk ve
isyan ile de insanın bazı arzulan hasıl olabilmektedir.
Fakat bunlar helal olmaz.
Zira bununla meydana gelen fesad ondan elde edilen
maslahattan çok daha
büyüktür.
Allah Resulü S.A.V, de;
Maslahatları tahsil ve ikmal etmek, fesadları kaldırmak
ve azaltmak için
gönderilmiştir.
Allah'ın emrettiklerinin
maslahata uygun ve faydalı olduğu kabul ve tercih
edilir. Bu cümleleri şu
sahifelere sığmayacak kadar genişletmek mümkündür.
Herşeyin doğrusunu Allah'
daha iyi bilir.
NAMUR 9/1/1991 Ebu Said Yarpuzlu
RIYANIN TEDAVISI
Her hastaligin bir ilaci vardir. Bilen bilir, bilmeyen de bilmez. Riyanin
büyüklügüne ve müslümanin ibadeti için olusturdugu tehlikeye ragmen, onun ve
ihlasa ters düsen benzeri hastaliklarin da çesitli tedavi yollari ve ilaci
vardir.
Bunlardan bazilari su sekildedir:
1- Mükellef kimse sunu yakînen bilmelidir ki, o bir kuldur. Kul, efendisine
hizmeti karsiligi hiçbir karsilik ve ücret haketmez. Çünkü o, kullugu geregi
ona hizmet etmektedir. Efendisinden kendisine ulasan ecir ve mükafat,
efendisinin iyiliginden ve ihsanindandir. Yaptiginin karsiligi degildir.
2- Allah'in kendisine verdigi nimetleri, fazlini ve tevfikini gözlemlemesidir.
Bütün bunlar Allah'tandir, kendisinden degil!.. Ibadet etmesini vacip kilan,
Allah'in dilemesidir, onun dilemesi degil!.. Bütün hayirlar, sadece Allah'in
ihsani ve bagisidir.
3- Ayiplarini, hatalarini ve kusurlarini, nefsine ve seytana pay çikan
durumlari gözden geçirmesidir. Amellerin her birinde az da olsa seytanin
hissesi vardir, nefsin bir payi vardir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e,
kisinin namazda baska seylerle ilgilenmesi sorulur. Söyle buyurur: "O;
seytanin, kulun namazindan çaldigi bir asirmadir." Göz ucuyla ilgilenme
böyle olunca, kalbinin Allah'tan baskasina yönelmesi nasil olur?!.
4- Nefse; Allah Teâlâ'nin emrettigi, kalbin islahini ve ihlasi, riyakarin
basaridan yoksun birakilacagini hatirlatmaktir.
5- Içinde riyayi gizlerken; Allah Teâlâ'nin, kalbinde olani bilip nefret
etmesinden korkmaktir.
6- Görülmeyen ibadetleri çokça yapmak ve bunlari gizlemektir. Gece namazi,
gizlice verilen sadaka, yalnizken Allah korkusuyla aglamak gibi...
7- Allah Teâlâ'yi hakkiyla yüceltmek... Bu da, isimleri ve yüce sifatlari ile
tevhidi ve Allah'a kullugu tam anlamiyla gerçeklestirmekle olur.
8- Ölümü ve sekeratini, kabri ve azabini, çocuklari ihtiyarlatan halleriyle
ahiret gününü hatirlamaktir.
9- Riyayi; riyanin girebilecegi yerleri ve gizli yönlerini bilmektir. Bu
sekilde ondan tamamen sakinir.
10- Riyanin dünyadaki ve ahiretteki cezasina bakmaktir.
Ve kul bilmelidir ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ibni Abbas'a
vasiyetinde buyurdugu gibi; insanlar ona bir seyle fayda vermek için
toplansalar ancak Allah'in yazdigi bir seyle fayda verebilirler.
Bu nedenle, seleften biri söyle der: "Riyanin yollarini bilen rahat eder.
Insanlarin senin yaninda hayvanlar ve çocuklar gibi olmasina çalis! Ibadetinde,
varliklariyla yokluklari arasinda, bilmeleri ile bilmemeleri arasinda fark
olmasin. Yalniz Allah'in bilmesiyle yetin!" Ömer'ul Faruk'tan Allah razi
olsun. Söyle der: "Nefsine karsi bile olsa niyeti hakta halis olanin
kendisiyle insanlar arasinda olana Allah yeter. Kendisinde olmayan ile
süsleneni de Allah kötü kilar." Ibnu'l Kayyim, müminlerin emiri Ömer'in
"Kendisinde olmayan ile süsleneni de Allah kötü kilar" sözü üzerine
söyle der: Kendisinde olmayan ile süslenen, ihlasli davrananin tam tersi olunca
Allah da ona amacinin tam tersiyle muamele eder. Çünkü o, insanlara bir sey
gösterir ve içinde onun aksini gizler. Amaçlananin tam tersiyle karsilik
vermek, ser'an ve kader olarak sabittir. Ihlasli kimseye, ihlasinin karsiligi
olarak bu dünyada mutluluk, insanlarin kalbinde yereden sevgi ve saygi
verildigi gibi; iki yüzlü kimseye de, Allah'in onu insanlarin yaninda kötü
kilmasiyla cezasi henüz bu dünyadayken verilir. Çünkü o; Allah katinda, kalbini
kirletmistir. Bütün bunlar, Rabbinin güzel isimleri ve yüce sifatlari
geregidir.
Riyanin ahiretteki cezasina gelince o da, rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in buyurdugu gibidir: "Kim duyurursa, Allah da onu (Kiyamet günü)
duyurur. Kim gösteris yaparsa Allah da onu (Kiyamet günü insanlarin önünde)
teshir eder." Ayrica riyakar kimse, cehennem atesine atilacaklarin
ilklerindendir.
11- Ihlasli olmak için Allah'tan yardim dilemek ve riyadan O'na siginmaktir.
Müslümanin çokça dua etmesi, kendisini riyadan ve riyaya yolaçan etkenlerden
korumasi için Allah'a yalvarmasi gerekir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste söyle buyurur: "Sizin
aranizda sirk, karincanin hareketinden daha gizlidir. Sana bir sey söyleyeyim
ki onu yaptiginda sirkin küçügü ve büyügü senden uzaklasir: "Allah'im!
Bilerek sirk kosmaktan sana siginirim. Bilmedigimden de bagislanma
dilerim" de!"
********************************************************************************
Riyanin çesitleri çoktur. Riyaya karsi mücadelede ve riyanin tedavisinde
Allah'tan yardim dileriz. Müslüman kardesim! Bu arada aklina gelebilecek fakat
riyadan sayilmayan bazi durumlar da vardir. Bu durumlardan bazisi su
sekildedir:
1-) Kul kendisi istemeden, isledigi hayirli bir amel dolayisiyla insanlarin onu
övmesi. Ebu Zerr radiyallahu anh'tan su rivayet edilir. Der ki: Ey Allah'in
Rasulü! Kisinin hayirli bir amel islemesine ve insanlarin kendisine bu nedenle
övgüde bulunmasina ne dersin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Bu müminin ilk sevincidir." Bu sekilde, ihlasli kimse
söhretten kaçar ve ondan hoslanmaz. Fakat Allah onun için yeryüzünde insanlar
arasinda bir kabul kilar ve kul, Allah'in ihsaniyla sevinir. Riyakar ise,
insanlar arasinda kabul görebilmek için zor ve zelil olan yollari seçer.
2-) Abidleri görünce, ihlas sahipleri ve salihlerle oturunca ortaya çikan kulun
hayir isleme gayreti, onun nefsinde bir istek ve arzu dogurur; azmini
kuvvetlendirir.
3-) Günahlarin gizlenmesi... Müslümanin günahlarini gizlemesi ve ilan etmemesi
gerekir. Tevbe edenin Allah tevbesini kabul eder. Günahlarin açiklanmasi ve
onlardan bahsetmek, fuhsun yayilmasi sayilir. Allah Teâlâ'nin kurallarini
küçümsemeye yolaçar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Yaptigini açikça söyleyenler disinda ümmetimden herkes bagislanir.
Yaptigini açikça söylemenin bir çesidi de, kisinin gece bir is yapmasi, sonra
sabah olunca Allah onu gizlemesine ragmen "Ey Falan! Dün gece söyle söyle
yaptim" demesidir. Rabbi, yaptigini gece gizlemis; o ise Allah'in
gizledigini sabahleyin açiga çikarmistir."
4-) Elbise, ayakkabi ve benzerinin güzel olmasi... Abdullah b. Mes'ud
radiyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet
eder: "Kalbinde zerre miktari kibir bulunan cennete giremez." Bir
adam "Kisi, elbisesinin güzel ve ayakkabisinin güzel olmasini ister"
der. Söyle buyurur: "Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir, hakka karsi
büyüklenmek ve insanlari küçük görmektir."
5-) Islam'in siarini açikça göstermek... Islam; hac, umre, cuma ve cemaat gibi
gizlenmesi mümkün olmayan ibadetler içerir. Kul, bunlari asikar yaptigi için
riyakar olmaz. Farzlarin haklarindan biri de onlari ilan etmek ve göstermektir.
Çünkü onlar, Islam'in simgeleri ve dinin siarlaridir. Çünkü onlari terkeden
kötülenmeyi ve nefreti hakeder. Dolayisiyla, açikça yaparak ithami ortadan
kaldirmak gerekir.
Müslüman kardesim! Ihlasli davrandiktan ve riyadan sakindiktan sonra, seytanin
sasilacak bir kapidan tekrar gelmesine karsi dikkatli ol! O kapi, kendinle
övünmen, kendini begenmen, ibadeti gizlemeni begenerek bununla Allah azze ve
celle'ye minnet etmendir. Bilakis, sana ihlasi kolaylastirdigi için Allah'a
hamdet ve O'na sükret! O'nun önünde nefsini alçalt ve ibadet için boyun eg!
Allah, ibadetlerimizi dogru kilsin. Sözümüzde ve davranisimizda bizlere,
ihlasli davranmayi nasip etsin ve ibadetlerimizi bereketli kilsin. Bizleri,
anne-babalarimizi ve tüm müslümanlari bagislasin. Ayrica, Allah azze ve
celle'den hepimizin mutlu yasamasini ve tevhid üzere sehit olarak ölmesini
dilerim. Davamizin sonu, Alemlerin Rabbi Allah'a hamdetmektir.
SAKAL DÎNEN GEREKLIDIR...
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm RaSLilullah ^allsllahu
aleyhi ve setlem'in, Ehlinin, Sahabesinin ve de kiyamete kadar onlari dost
edinen herkesin üzerine olsun.
Allahu Teala söyle buyurdu: "Peygamber size ne verdiyse onu alin, size
neyi yasakladiysa ondan da sakinin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'in azabi
çetindir." IHasr, 7J Ve yine söyle buyurdu: "Kim Allah'a ve
Peygamberine karsi isyan eder ve sinirlarini asarsa Allah onu, devamli kalacagi
bir atese sokar ve onun için alçaltici bir azap vardir." (Nit>a, 14).
Peygamber iaMa/to/iu aleyhi ve scl-fem'de söyle buyurdu: "Seytan artik bu
topraklar üzerinde kendisine tapilmasmdan ümidini kesmistir. Fakat bunun
disinda sizin önemsemediginiz bazi seylerde ona itaatiniz onu memnun eder.
Bundan kaçinin. Muhakkak ki ben size iki sey biraktim ki bunlara sarildiginiz
sürece sapikliga düsmezsiniz. Bunlar Allah'in Kitabi ve Peygamberinin
Sünnetidir." (Hakim rivayet etmistir. Sahihtir.)
Bu ayet ve hadisler bize sunu ifade ediyor. Müslüman gerek akaid gerek feraiz
gerekse dua ve zikirde ve bütün islerinde Allah'in Kitabi ve Peygamber'in
Sünne-ti'ne sarilmadikça gerçek bir müslüman olamaz. Bunun zahiren ve batinen,
tam bir teslimiyet, gönül hosnutlugu ve ihlas üzere olmasi gerekir. Söyle ki;
Peygamber satlai-lahu aleyhi ve $e/tem'in sözlerini yeryüzündeki tüm insanlarin
sözlerine tercih eder. Büyük küçük ayrimi yapmadan Islam'in tüm emirlerine
sarilmaya çalisir. Zira Islam parçalanamaz bir bütündür. Hak bölünme kabul
elmez. islam'da orta bir çözüm yoktur. Bazilarinca küçük görünen bir bir takim
emirler seriatin nazarinda büyüktür. "Bunun önemsiz oldugunu saniyorsunuz.
Halbuki, Allah katinda çok büyük (bir suç)'tur." (Nur, 15)
Bilindigi gibi, bugün bir çok müslüman sakal tirasi hastaligina müptela
durumdadirlar. Kültür isgalinin etkisi ile müslümanlar basta sakal tirasi olmak
üzere bir çok gayri islami adet ve davranislari benimsemis bulunuyorlar. Islam
ümmetinin aydinlik tarihinde böyle bir sey görülmemistir. Müslümanlarin hidayet
önderi imamlarindan sakalini kesen tek bîr fert dahi yoktur. Bu sapik adet
bize, ülkemi-
zi Isgal eden kafirlerden veya aramizdan kafirlerin ülkelerine gidip, salih
geçmislerinin yolundan yüz çevirip kendilerini tamamen onlara benzeterek,
kendilerine müminlerin yolundan baska yollar seçen kimseler vasitasiyla
girmistir. Allahu Teâlâ'nin müslüman kardeslerimizi faydalandirmasi ümidiyle burada
sakalin Islam'daki yerini açiklamaya çalisacagiz.
Sözlükle ve seriatte sakalin ölçüsü:
Sakal: Yanaklar ve çene arasinda çikan killarin ismidir.
Biyik disinda, çene, Iki çene kemigi alti, iki yanak ve boynun iki yaninda
biten tüm yüz killari sakaldir.
Sakal birakmanin hükmü: Sakal birakmak akil balig bütün müslüman erkeklere
farzdir. Bunu, birakilmasini emrederek, kesilmesini veya bir kabzadan
fazlasinin kisaltilmasini yasaklayarak Peygamber saitatlahu aleyhi ve sc/fcm
farz oldugunu bildirmistir.
Sakal birakilmasi hakkinda hadisler:
Peygamber sallallahu aleyhi ve seHem söyle buyurdu: "Biyiklari kisaltin,
sakallari birakin." (Müslim). Yine söyle buyurdu. "Biyiklarinizi
iyice kisaltip, sakallarinizi birakin" (Buban ve Müslim)
* Peygamber sallailahu aleyhi ve setlem söyle buyurdu: "Mecusilere
muhalefet edin, sakallarinizi uzatin, biyiklarinizi kesin" (Müslim)
* Yine söyle buyurdu: Müsriklere muhhalefet edin sakallarinizi çogaltin,
biyiklarinizi azaltin (Buhari ve Müslim)
* RaSulullah (alcyhis^elatu vesselam) buyurdu ki: "On sey fitrattandir:
Biyigin kesilmesi, sakalin uzatilmasi, misvak, istinsak (Burna su çekmek),
mazrnaza (agza su çekmek), tirnaklari kesmek, parmak mafsallarini yikamak,
koltuk altini temizlemek, etek tirasi olmak, intikha-su'l-mâ (yani istinca
yapmak)." (Müslim).
Ibn Ömer radiyaHâhu anhüms anlatiyor; Rasulullah sallailahu aleyhi ve sellem
buyurdular ki: "Biyiklari kisaltin, sakallari oldugu gibi birakin."
(Müslim). Hadis metinlerinde geçen "Evfû", "Veffirû"
E'fu" ve "Ercû" gibi tüm kelimeler ayni anlami ifade ederler.
Yani sakalin kendi hali üzerine birakilmasi anlamina gelir.
* i'fa demek sakalin hiç kesilmeden uzamasi ve çogalmasi için kendi haline
birakilmasi demektir. "Evfu, E'fu anlamindadir. Yani sakalin
kisaltilmaksizin, kendi hali üzere oldugu gibi birakilmasi anlamindadir.
* KIsra'nin Peygambersaflatfa/iu aleyhi ve sellem'e gönderdigi iki elçinin
ikisi de sakallarini kesmis, biyiklari-
ni ise uzatmislardi. Rasulullah sailallahu .ilcyhi ve sellem huzuruna gelen bu
adamlarin yüzlerine bakmak istemedi ve onlara "yaziklar olsun, size bunu
kim emretti?" diye çikisti. Onlar da "Bize bunu Rabbimiz (yani Kisra)
emretti" dediler. Bunun üzerine Rasulullah satlallahu aleyhi ve sctlem
söyle buyurdu: "Fakat Rabbim bana sakalimi uzatmami ve biyigimi kisaltmami
emretti. " (Hascn bir hadistir. Ibn Cerir et-Taberi rivayet etmistir).
Allahu Ekber! Vah! O sakalini kesen müsliiman, isin büyüklügüne baksin ki;
acaba Rasulullah sallaltahu aleyhi ve setlem onun yüzüne bakmaktan eza duyarsa
ne hissedecek? Halta yüzünü söyle diyerek ondan çevirirse ne cevap verecek?
"Yaziklar olsun! Sana bunu kim emretti?!" Peygamber saltallahu aleyhi
ve setlcm ashabina emrettigi her seyi öncelikle kendisi yerine getirirdi.
Rasulullah sd/la/-lahu aleyhi ve sellem uzun ve gür sakalli idi.
Saka! Tirasinin Haram Olduguna Dair Deliller:
Bir: Allah'in yarattigini degistirme: Allahu Teâlâ söyle buyurdu:
"Allah'in yaratisinda degisme yoktur." (Rum, 30) Yani Allah'in
yaratisinda ye sizi yarattigi sekilde degisiklik yoktur. Allahu Teâlâ Iblis'in
söyle dedigini naklediyor: "Süphesiz onlara emredecegim de Allah'in
yarattigini degistirecekler (Nisa, 199).
Bu nas açikça, serî bir izin olmaksizin, Allah'in yarattigini degistirmenin,
seytanin emrine itaat oldugunu göstermektedir. Sakal tirasinin Seylan'in
sevdigi ve emrettigi bir yaratilisi bozma eylemi oldugunda hiç kusku yoktur.
Peygamber saltallahu aleyhi ve se//em söyle buyurdu: "Kendilerini
güzellestirmek için dövme yapan ve yaptiran, yüzden kil alan (kaslarini
incelttiren], dislerinin seyreklestirmek için dislerinin arasini yontturan
kadinlara Allah lanet etmistir. Allah'in yaratmis oldugu sekli bozanlara da
lanet etmistir." (Buhari ve Mukîmi.
Rasulullah salisilatin aleyhi ve sellem bütün bu davranislari Allah'in yaratmis
oldugu sekli bozmak olarak kabul etmistir. Sakal tirasinin da güzellik için
islenilen bir yaratilisi bozma eylemi oldugunda süphe yoktur. Ve bu davranis
da, yaratilisi bozmaya yönelik diger davranislar ile, laneti gerektiren illette
müsterektir. Sakal tirasi Allah'in yarattigina itiraz demektir. Zira Allahu
Teâlâ insani en mükemmel surette yaratmistir. Allah azze ve celle söyle
buyurdu: "Sizi sekillendirdi ve sekillerinizi de güzel yapti."
(Tcgabun, 3) Ve söyle buyurdu: "Biz, hakikaten insanoglunu san ve seref
sahibi kildik." (isra, 70) Ve yine söyle buyurdu: "Biz insani en
güzel biçimde yarattik." (Tin, 4) Ve Allahu Teâlâ'nm diger bir buyrugu:
"Bu, her seyi sapasaglam yapan Allah'in sanatidir." (Nemi, 88),
Süphesiz sakalin kesilip atilmasi bu büyük nimeti inkar anlamina gelir.
Iki: Peygamber sa/lallahu 3/eyhi vesellsm'in emrine muhalefet: Yukarida Örnek
verdigimiz hadislerde Rasulullah sallallatni,-thyhi ve:scllcm açikça sakalin
uzatilmasini emretmis ve kesilmesini yasaklamistir. Emir ise, emredilen seyin
yapilmasini gerektirir. Emre uyan sevap, uymayan ceza görür. Usulü fikihta
emir, karine ile lafzin zahiri anlaminin kast edilmediginin anlasilmasi hali
hariç, vücub ifade eder. Burada ise lürn karineler vü-cubu tekid etmektedir.
Bütün bunlardan sakal tirasinin Peygambers.a/Ja//a/)u aleyhi vesellem'm açik ve
kesin emrine aykiri oldugu anlasilmaktadir.
Allahu Teâlâ söyle buyurdu: "Her kim Allah ve Rasûlüne karsi gelirse,
apaçik bir sapikliga düsmüs olur." (Ahzab, 36). "Artik kim Allah'a ve
Rasûlüne karsi gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedî
kalacaklari cehennem atesi vardir." (Cinn, 23).
Üç: Kafirlere benzemek: Peygamber i&llallahu aleyhi ve sellem birçok sahih
hadisinde "Mecusilere muhalefet edin..." "Müsriklere muhalefet
edin..." ve "Ehli kitaba muhalefet edin..." buyurmustur.
Peygamber sal-lallahti aleyhi ve scllcm sakal tirasinin müsriklerin adeti
oldugunu ve müslümanlarin onlara muhalefet etmelerini ve benzememeleri
gerektigini bildirmistir. Rasulullah sallulluhu aleyhi ve sellem söyle buyurdu.
"Kim bir kavme benzemeye çalisirsa o, onlardandir." (Sahih, F.bti
Davud). Sakal tirasi bugün çogu kafir miletlerin siari olmustur. Bu çirkin adet
bize onlardan geçmistir. Efendimiz söyle buyurdu: "Baskasinin sünneti ile
amel eden bizden degildir" (Sahibui Camii: 5439).
Dört: Kadinlara benzemek: Açik bir gerçektir ki Allah'in erkekleri kadinlardan
ayirdigi en önemli seylerden biri sakaldir. Bunun tiras edilmesi de erkeklerle
kadinlar arasinda ileri derecede benzerlik meydana getirir. Erkeklerden
kadinlara benzemeye çalisanlar ise, Peygamber saltallahu aleyhi ve sel/em'i n
diliyle lanetlenmislerdir. "Ereklerden kadinlara benzemeye çalisanlar
lanetlenmislerdir". (Buhan). Eger sakal tirasi kadinlara benzemek degilse,
kadinlara benzemek ya ne ile olur?! Sakalin erkekler için birçok faydalari
vardir. Bunlardan bazilari sunlardir: Süstür, vakardir, heybettir ve kadin ile
erkek arasindaki farktir.
Bes: Fitrata aykirilik: Aliahu Teâlâ söyle buyurdu "(Rasûlum!) Sen yüzünü
hanîf olarak dine, Allah insanlari hangi fitrat üzere yaratmis ise ona çevir.
Al-
lah'in yaralisinda degisme yoktur. Iste dosdogru din budur; fakat insanlarin
çogu bilmezler," (Kum, 301
Fitrat: Yani sünnet. Yani Allah'in insanlari yarattigi saf, temiz hal. insanlar
buna egilim duyarlnr, buna aykiri seylerden kaçinma egilimi üzerine
yaratilmislardir. Insan fitrattan gelen bu hasletleri terk ettigi takdirde,
insanligindan bir sey kalmaz. Sakal Peygamberlerin seçtikleri ve seriatlerin
üzerinde müttefik olduklari eski bir sünnet ve fitrattan gelen bir haslettir.
Peygamber sal-tallahu aleyhi ve sellem Hulefai Rasidin, Sahabe ve Tabi-in'in
tamami uzun sakalli idiler,
Sakal lirasi; israf, vakit kaybi ve günahi açiga vurmaktir: Sakal tirasi için
jilet, tiras sabunu ve saire seylere masraf yapilmaktadir ki bu da Allah'in
bize emanet olarak verdigi malt uygun olmayan islerde harcamaktir. Yarin Allah,
kiyamet gününde bunun hesabini soracaktir. Bu is için harcanan paranin fazla
bir sey olmadigi söylenemez. Zira Allahu Teâlâ söyle buyurmustur: "Kim de
zerre miktari ser islemisse onu görür." (Zilzâl, 9) Aynt sekilde müslümamn
vakti de çok kiymetlidir. Böylesi haram isler ile zayi edilmemesi gerekir.
Sakal tirasi açikça günah islemek ve bunu herkese göstermektir. Günahini izhar
edenlerin günahlari affo-lunmayacaktir. Peygamber sal/atlahu aleyhi ve se/leni
söyle buyurdu: "Bütün ümmetim affolunur, ancak günahlarini açiktan
isleyenler hariç."
Imamlarin sakal tirasi konusundaki sözleri:
Bütün fakihler sakal tirasinin haram oldugunu belirtmislerdir, ibn Hazm
"Meratibu'l Icmaa" da söyle diyor: "Sakal tirasinin caiz olmayan
çirkin bir davranis oldugu konusunda ittifak etmislerdir. Yüz, Allah'in
yaraticilik kudretinin ileri derecede ifadesini buldugu bir organdir.
Dolayisiyla bu organa saygi duyulmasi ve korunmasi gerekir; çirkinlestirmesi
veya ihanete ugratilmasi degil! Abdullah b. Yezid el-Ensarî radiyaliahu
an-liuden "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellcm yagma ve Ibret amaciyla
organlarin kesilmesini yasakladi." (Buhari).
* Ibn Teymiyye "Ihtiyaratu'l-ilmiyye" de söyle der: "Sahih hadislerde
belirtildigi üzere sakal tirasi haramdir. Kimse mubah görmemistir."
* Hanefilerden Ibn Abidin "Reddû'l-Muhtar" da söyle der: Erkegin
sakalini kesmesi haramdir.
* Imami Safi de "el-Ümm" de sakali tirasin haram oldugunu
belirtmistir.
* Malikilerden de el-Adevi, imam Malik'den, sakal tirasinin mecusilerin
islerinden oldugunu naklet-mistir. Ibn Abdilber de "Temhid" de sakal
tirasinin ha-
ram oldugunu ve bunu ancak kadinlara benzeyen kadinsi erkeklerin yaptigini
belirtmistir.
Çagimizda, önder imamlarin yolundan giden birçok büyük alim de sakali kesmenin
haram oldugu görüsünde birlesmislerdir.
Sakal kisaltilabilIr mî?
Alimler bu konuda ihtilaf etmislerdir. Elbette bu ihtilafin ayrintilarinin yeri
bu kisa risale degildir. Fakat sözlü ve fiili hadisler isiginda en tercihe
sayan görüs, sakali kisaltmanin caiz olmadigidir. Rasulullah saHalIabu aleyhi
ve sellem \n semailinden biri de "sakali çok idi" Müslim).
"Rasulullah sallallahu aleyhi ve setlem uzun sakalli idi." (Sahih,
Ahmed). Enes b. Malik radiyallahu anh O'nu anlatirken "Sakali suradan
suraya kadar doldurmustu" dedi ve ellerini boynunun iki yarisinda
dolastirdi. (Tarihu ibn Asjkir) Sahabe radiyallahu anhüm Peygamber sallallahu
aleyhi ve iol-fcm'rn ögle ve ikindi namazlarinda Kur'an okudugunu,
"sakalinin kipirdamasindan" anliyorlardi. (Buharil
RasÛluîlahsaHa/fo/iu aleyhi ve sci/em'i sevdiklerini söyleyip de onun
görüntüsünü ve ona benzemeyi sevmeyenlere ne demeli; Allahu Teâlâ söyle
buyurdu: "(Rasûlum!) De ki: Eger Allah'i seviyorsaniz bana uyunuz ki Allah
da sizi sevsin," (Âl-i imrânl Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in
sakalini eninden ve boyundan kisalttigina dair hadis ise, hüccet olmayacak
kadar çok zayiftir. Bazilari; Ömer ve oglu Abdullah radiyjltahu an-hüma'\n
sözlerine binaen sakalin bir tutamdan fazlasinin kesilecegini söylemektedirler.
Fakat bu hüküm dogru degildir. Zira sakalin oldugu gibi birakilmasina dair
sahih hadisler bu sözleri çürütmektedir. Sahih sünnetin oldugu yerde sahabe
sözü ile amel edilmez. Çünkü kimsenin sünnete aykiri hüküm vermeye yetkisi
yoktur. Sahabelerin radiyallahu anhüma görüsleri degil, rivayetleri hüccettir.
Ayrica Ömer ve oglu radiyallahii an-hümn bu sözü, yilin tüm günleri için degil,
bayram günleri için demislerdir. Bu hususta en saglam söz, sahih hadislerin zahiri
ile amel, yani sakalin kisaltilmadan kendi haline saliverilmesidir. Allah daha
iyi bilir. Fakat sunu iyi bilmeliyiz ki, sakalin bir tutamdan fazlasinin
kisaltilmasi meselesi ictihadi bir konudur ve bu konuda nasihatten öte sakalini
bu ölçüde kisaltti diye kimseye baski uygulanamaz. Bir tutamdan az olacak
sekilde kisaltmaya ise, hiçbir delil yoktur. Sakallarini bir tutamdan az olacak
sekilde kisaltanlarin bu hatalarindan dolayi hemen Allah'a tevbe etmeleri
gerekir. Allah kendisine yönelip tevbe edenlerin tevbelerini kabul eder.
Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz: Tamami Idrak edilemeyenin tamami terk
edilemez. Ve az sey hiç yok olandan daha hayirlidir. Sakalini kisaltan, bu
davranisinda hatali olmakla beraber, sakalini tamamen tiras edenden daha
hayirlidir. Bu konuda halk arasinda söyle bir misal vardir: "Insanlarin
ayiplarinda, gücünün yettigini bile yerine getirmekten kaçinan kimse kadar ayip
görmem" Tamamen birakmayip gücü yettigi halde sakalini kisaltan gibi...
Oysa bu elde olan bir seydir. Bizden bir sey gerektirmedigi gibi bize mal ve
zaman tasarruf saglar.
"Ey kavmimiz! Allah'in davetçIsine icabet edin." (el-Ahkaf, 31)
Allah ve Rasulunü seven akilli müslüman kardesim! Su sözün sahibi peygamber
saliallahti aleyhi ve $cl-tem'ine muhalefet etmekten kaçin. "Kim benim
sünnetimden yüz çevirirse benden degildir." föi/hari ve Müslim). Sakalini
kestigin zaman kafirlere benzemis olursun ki bu durumda Rasulullahs,ii/a(/ahu
aleyhi ve sellem m su sözüne muhatap kalirsin: "Kim bir kavme benzemeye
çalisirsa o onlardandir." Ebu Davud-Sahih "Ey Allah'in kulu, sana su
hadisi de hatirlatmak istiyoruz: Es'as b. Süleym söyle dedi: Halamdan duydum.
Amcasinin söyle dedigini anlatti: "Medine'de yürürken arkamdan bir insan
"Izarini yukari kaldir, böylesi daha takvaya yakindir." dedi. Birde
ne göreyim; O Rasulullah saitallahu aleyhi ve sellem... 'Ya Rasulullah, bu uzun
bir hirka' dedim Rasulullah sallalla-hu jleyhi ve sellem 'Ben senin için iyi
bir örnek degil miyim?' buyurdu. Izarina baktim Dizi ile ayaklari arasinda
bacaklarinin yarisinda Idi." (Sahih, Semailu Timiizl).
Ey sakallarini tiras eden müslüman! Sen bu konuda Rasulullah faltallahu aleyhi
ve sellem'z mazeretler siralarken, O sana söyle dedigi zaman ne yapacaksin?
'Ben senin için iyi bir örnek degil miyim?. Daima ahireti düsünüp, fitneler
diyari, geçici dünya hayatina aldanmamak gerekir. Çünkü dünya hayati gerçekten
çok kisadir.
Ahiret hayati ise ebedidir.
Sözlerimizi bitirirken; Peygamberimiz Muham-med'e, ailesine ve ashabina salat
ve selam ederiz. o
RASÜLULLAH <S.A.V.)'IN
KONUŞMALARI
Rasûlullsh (s.a.v.) 'in Medine'deki İlk Hitabesi:
Ebû Seleme b. Abdurrahman
b. Avf (r.a.) anlatıyor: Rasûlul-lah (s.a.v.) Medine'deki ilk konuşmasını
yaparken ayağa kalktı, Allah'a hamdetti ve onu şanına lâyık sözlerle Övdükten
sonra şöyle buyurdu:
-Ey insanlar! Kendinize
ahiret için bir şeyler hazırlayın. Kesin olarak biliyorsunuz ki, Allah sizden
birinin ruhunu alır, koyunlarını çobansız bırakır. Daha sonra da ona, hiçbir
tercümana ve aracıya muhtaç olmadan :
-— Sana benim elçim gelip
emirlerimi tebliğ etmedi mi? Sana servet vermedi mi? Hem de bol bol vermedi mi?
Ahiret için kendine ne hazırladın?» der. Bunun üzerine o sağına soluna bakar,
hiçbir şey göremez. Sonra önüne bakar, orada da cehennemden başka birşey
göremez. Kim kendisini, yarım hurma ile de olsa cehennemden kurtarmaya
muktedirse kurtarsın. Onu da bulamazsa tatlı dilli olsun; çünkü bunlarla
yapılan iyiliklere on mislinden yediyüz misline kadar mükâfat verilir.
Allah'ın selâmı, rahmeti,
bereketi sizin ve Rasûlü'nüu üzerine olsun.»1
Bir başka zaman da
Rasûlullah şu konuşmayı yapmıştır:
«Hamd Allah'a mahsustur.
Ona hamdeder ve ondan yardım dilerim, Nefislerimizin şerlerinden ve kötü
amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kime hidayet ederse onu kimse
saptıramaz. Kimi doğru yoldan saptınrsa onu da kimse doğru yola sevk edemez.
Ben, her bakımdan tek, ortağı olmayan Allah'dan başka Tanrı olmadığına şehadet
ederim.»
Sözlerin en güzeli Allah'ın
kitabıdır EKur'ân'dır). Allah'ın, kalplerini süsleyerek ve küfürden kurtararak
islâm'a soktuğu kimseler felaha ermişlerdir. Allah Kur'ân-ı Kerim'i insanların
sözlerine tercih etmiştir. O sözlerin en güzeli ve en üstünüdür (beliğidir).
Allah'ın sevdiği kimseleri seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle seviniz.
l Beyhaki.
Allah'ın kelâmından
(Kur'ân'dan) ve Allah'ı zikretmekten usanmayınız. Allah'ı unutarak kalplerinizi
karartmayın. Allah kullan arasından bazılarını seçer ve yükseltir. Hayırlı
amelleri, salih kulları, güzel sözleri, bütün helâl ve haramı bildirmiştir.
Allah'a kulluk ediniz. Ona
hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Allah'a asî olmaktan son derece sakınınız.
Konuştuğunuz güzel şeyleri yaparak Allah'a karşı yalancı çıkmayın. Aranızda
adaleti ve merhameti gerçekleştirmek sureti ile birbirinizi seviniz. Allah
Teâia'nın emirlerini yerine getirmeyenler onun gazabına uğrarlar.
Allah'ın selâmı, rahmeti ve
bereketi üzerinize olsun.»2
Rasûlullah'ın Cuma Hutbesi:
Said b. Abdurrahman el
Cemhî'den : Bana, Rasûlullah'ın (s.a.v.) Medine'de Benî Salim b. Avf yurdundaki
ilk cuma hutbesinde şunları söylediği nakledildi:
Hamd Allah'a mahsustur. Ona
hamdeder ondan yardım dilerim, ondan günahlarımın affını ve beni doğru yoldan
ayırmamasını talep ederim. Ona iman ederim, onu inkâr etmem. Onu inkâr edene
düşman olurum. Her bakımdan tek ortağı olmayan Aİlah'dan başka Tanrı olmadığına,
Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasülü olduğuna şehadet ederim. Allah Rasülü'nü,
elçilerinin arkasının kesildiği, ilmin azaldığı, insanların dalâlete düştüğü,
aradan uzun zaman geçtiği, kıyametin ve ecelin yaklaştığı bir zamanda hidâyetle
nurla ve öğütle göndermiştir.
Kim Allah'a ve Rasûlüne
itaat ederse doğru yola girmiş olur, Kim de Allah'a ve Rasûlüne asî olursa
azmış, kusur işlemiş ve doğru yoldan tamamen sapmış olur. Size, Allah'a
İsyandan kaçınmanızı tavsiye ederim. Müslümanın müsiümana yapacağı en hayırlı
tavsiye, birbirlerini ahiret için hazırlanmaya teşvik etmeleri ve birbirlerine.
Allah'a asî olmaktan sakınmayı emretmeleridir.
Allah'ın haram kıldığı
şeylere yaklaşmayın. Bu söylediklerimden daha güzel bir nasihat ve öğüt yoktur.
Rablerinden korkarak ve sakınarak bunlan yerine getirenlerin takvası ahiretteki
arzularına ulaşmakta en iyi yardımcıdır.
Kim Allah'la kendi arasında
olan hususlarda gizli ve açık dürüst hareket ederse ve bunu sadece Allah
rızasını gözeterek yaparsa, bu onun için dünyada bir şeref ve ölümden sonra en
çok muhtaç olacağı bir azıktır.
Böyle yapmayanlar, ahirette
amellerini görmek bile istemeyeceklerdir. Allah sizi kendisine asî olmaktan
sakındırır. Allah kulla-
2 Bidaye 3/214; Jbn-i Asâklr.
Rasûlullah (s.a.v.) in Konuşmaları
I7fî3
rina karşı çok
merhametlidir. Sözünde sadık olan, vaadini yerine getiren Allah hiçbir sözünden
ve vaadinden dönmez. Şöyle buyurmaktadır :
«Benim nezdimde hükümler
değiştirilmez. Ben kullanma zul-medici değilim.-*
Gizli, aşikâr, dünya ve
ahirete ait işlerde Allah'a muhalefetten sakınınız. Kim Allah'a muhalefetten
sakınırsa Allah onun hatalarını affeder ve ona büyük mükâfatlar verir. Allah'a
isyandan sakınan büyük bir kazanç sağlamış olur.
Takva kişiyi- Allah'ın
gazabından, cezasından ve hoşnutsuzluğundan korur. Takva yüzleri ağartır,
Allah'ı razı eder ve kişinin derecesini - yükseltir. Fırsatı kaçırmayın ve
Allah'a karşı vazifelerinizi ihrnal etmeyiniz. Allah size kitabını (Kur'ân'mı)
öğretti, İnananları ve inkâr edenleri tesbit için doğru yolu gösterdi. Alleh'ın
size ihsanda bulunduğu gibi siz de iyilik yapın. Düşmanlarına düşman olun.
Allah yolunda hakkı ile cihad edin. Allah, insaniar arasından sizi seçti ve
size rnüslüman İsmini verdi. Artık bundan sonra mahvoîan haksız yere
mahvolmamış, bahtiyar olan da sebepsiz yere bahtiyar olmamış olur. Allah'ın
yardımı olmadan hiçbir şey yapılamaz. Öyleyse Allah'ı çok zikrediniz, gelecek
için çalışınız. Allah'la arasındaki münasebetlerde dikkatli olan kimseleri,
Allah diğer insanlarla olan münasebetlerinde korur. Bu, Allah'ın insanlar
hakkında dilediği hükmü verebilmesi. ve insanların ise Allah'ın hükmüne bir
müdahalede bulunamamalan sebebiyledir. Allah insanlar üzerinde dilediği gibi
hükümrandır. İnsanlar Allah'ın işine karışamazlar. Allah büyüktür ve yüce olan
Allah'ın yardımı olmadan hiç bir kuvvet işe yaramaz.4
RasûluJlah'ın Savaşlardaki
Hitabeleri:
Hasûlullah'ın ashabından
olan Harrâr Cr.a.) anlatıyor: Rasüiul-lah'la (s.a.v.) savaşta beraberdik.
Düşmanlarımızla karşılaşınca Hz. Peygamber ayağa kalkarak Allah'a hamd ve sena
ettikten sonra şöyle dedi:
«Ey insanlar! San, kırmızı,
yeşil mallar arasındasmız. Ağırlıklarında daha neler, neler var!
Düşmanlarınızla karşılaşır karşılaşmaz hemen ileri atılın. Çünkü Allah yolunda
savaşan herkes için iki tane huri yardıma koşar. İlk kan damlası yere düşen
şehidin Allah bütün günahlarını affeder ve o kimsenin yüzündeki tozlan silen
huriler:
3 Kaf, 29.
4 Ibn-ü
Cerir 2/115; Bidaye
3/213; Tefsîr-ü Kurtubî 18/98.
«— Sana kavuşmamız
yaklaştı,- derler. Şehid düşen kimse de :
-— Benim de size kavuşmam
yaklaştı,- diye mukabele eder.-4* Câbir (r.a.) anlatıyor: Tebük
savaşma giderken Rasülullah
(s.a.v.) Hıcr'da konakladığı zaman kalkarak
müslümanlara şöyle
bir konuşma yaptı:
-— Ey insanlar!
Peygamberinizden mucizeler istemeyin. Salih (a.s.)'ın kavmi peygamberlerinden
kendilerine bir deve göndermesini istemişlerdi, o da göndermişti. O deve işte
şu yoldan gelir, geldiği gün onlann bütün suyunu içerdi. Onlar da deveden
ertesi gün, bir gün önce içmiş olduğu su kadar süt sağarlardı. Sonra da deve şu
yoldan çıkıp giderdi. Onlar deveyi kestiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara
üç gün mühlet verdi. Allah sözünde asla yalan çıkmaz. Sonra yerle gök arasında
korkunç bir ses hasıl oldu. Harem-i Şerifdeki zat ırüstesna hepsi helak
oldular. O adamı Harem-i Şerif Allah'ın azabından korudu.»
«— Ya Rasûlâllah! O
kimdir?» diye sorulduğunda Hz. Peygamber :
«— Ebü Rigâl» diye cevap
verdi.'
Hasan b. Ali (r.a.)
anlatıyor: Tebûk savaşının olduğu gün Hz. Peygamber minbere çıktı, Allah'a
hamdü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:
.— Ey insanlar! Ben size
Allah'ın emrettiklerinden başkasını emretmiyorum. Ben sizi sadece Allah'ın
nehyettiklerinden sakındırıyorum. Öyleyse Allah'dan güzel talepte bulunun. Ebû
Kâsım'ı kuvvet ve iradesi ile yaşatan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri
nz-kına kavuştuğu gibi eceline de kavuşur. Eğer dara düşerseniz Aziz ve Celîl
olan Allah'a itaat ederek rızkınızı isteyiniz.-"
Abdullah b. Amr (r.a.)
anlatıyor:
Mekke Rasülullah (s.a.v.)
tarafından fethedilince Hz. Peygamber:
- Bekr oğullarından
Huzaa'hlar hariç, kimseye dokunmayın!" buyurdu. İkindi namazına kadar
onlarla savaşın devam etmesine izin verdi. Sonra da:
.— Silâhlan bırakın!» dedi.
Ertesi gün Huzâa kabilesinden bir adam Müzdelife'de Benî Bekre kabilesinden bir
adamla karşılaşarak onu Öldürdü. Bu haber Rasûlullah'a ulaşınca kalkarak bir
hitabede bulundu. Konuşurken sırtını Kâ'be duvarına dayamıştı.
4' Taberâni; Bezzar;
Mecme'uz-Zevald S/575.
S Mecme'uı-Zevald 7/38; Taberâni; Evsat;
Bezzar; Müsned-ü Ahmet b. Han-bel.
-Allah'ın en büyük düşmanı
Harem-i Şerirde adam öldüren, kendine dokunmayanı öldüren ve cahüiyye devrinden
kalma bir kan davası yüzünden adam öldüren kimsedir,» buyurdu. Bunun üzerine
bir adam kalkarak:
«— Falan benim oğlumdur,»
deyince Rasûlullah (s.a.v.) :
-— islâm'da boş iddialar
dinlenmez. Cahiliye devri geçmiştir. Çocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir.
Zina eden recmedüir.-buyurdu.
Sonra şöyle devam etti:
«Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş
batıncaya kadar nafile namaz kılınmaz. Bir kadın hala veya teyzesi ile aynı
anda bir adamın nikâhı altında bulunamaz.»1
İbn-ü Ömer (r.a.)
anlatıyor:
Mekke'nin fethedildiği gün,
Rasûlullah (s.a.v.) Kâ'be'nin merdivenleri üzerinde ayağa kalkarak Allah'a
hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:
«Vaadinde sadık kalan,
kullarına yardım eden ve Hendek savaşında bize saldıran düşmanları tek başına
hezimete uğratan Allah'a hamd olsun.
Dikkat edin!
Kırbaç ve sopa ile
öldürülenler gibi hataen öldürülenlerin diyeti yüz devedir. Develerin kırk
tanesinin gebe olması lâzımdır.
Dikkat edin!
Bütün cahiliye devri
âdetleri ve cahiliye devrinden kalma kan davaları şu iki ayağımın altındadır.
Sadece Kâ'be'nin bakımı ve hacılara su dağıtma âdetini olduğu gibi bırakıyorum,
önceden bu işlere bakanlar yine işlerine devam etsinler.»*
tbn-ü Ömer (r.a.) 'dan:
Mekke'nin fethedildiği gün,
Rasûlullah (s.a.v.) kulağı kesik devesi üzerinde, elinde asası8 ile rükünlerde
istilâm ederek10 Kâ'be'yi tavaf etti. Kâ'be'de devesini çöktürerek yer
bulamadığı İçin müslü-manlann elleri üzerinde indi. Deve de Batn-ı Mesire
götürülerek orada çöktürüldü. Sonra da devesi üzerinde halka hitap ederek,
Allah'a hamdetti. Onu lâyıkı veçhile övdü ve şöyle buyurdu:
«Ey insanlar! Allah Teâlâ
cahüiyye devrinden kalma bütün kötü âdetlerinizi ve babalarınızla övünmenizi
kaldırmıştır.
7 Taberânİ; Mecme'uz-Zevaid 6/178.
8 Ibn Mace, Eh, 478.
9 Ucu kıvrık, hükümdarların özel asasına
benzer bir değnek.
10 istilâm:
Tavaf sırasında, Hacer-1 Esved'In hizasına gelindiğinde bu mübarek tasın
selamlanması.
İnsanlar iki kısımdır:
Birincisi, Allah katında
iyi, mütteki ve şerefli, ikincisi de asî zalim ve değersiz olanlardır. Allah
Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmuştur:
-Ey insanlar! Biz sizi bir
kadınla bir erkekten yarattık. Tanışmanız için milletlere ve kabilelere
ayırdık. Sizin Allah katında en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır.
Muhakkak ki Allah Teâlâ her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.»"
Daha sonra şöyle buyurdu:
-«Sözümü burada bitirir, Allah'dan sizin için ve kendim için af dilerim.»12
RasûluIIah'ın (s.a.v.)
Ramazan Ayı Hakkındaki Konuşmaları: Selmân
(r.a.) anlatıyor:
Şaban ayının son gününde
Rasûlullah (s.a.v.) bize şöyle bir konuşma yaptı:
-Ey insanlar! Büyük,
mübarek bir aya giriyorsunuz. O ayda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır.
Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmıştır. Geceleri ibadet etmeyi de müstehap
kılmıştır. Kim bu ayda bir hayır işlerse, diğer aylarda bir farz işlemiş
gibidir. Kim bu ayda bir farz işlerse, diğer aylarda yetmiş farz işlemiş
gibidir. Bu ay sabır ayıdır, sabrın mükâfatı ise cennettir. Bu ay, yardımlaşma
ayıdır. Mü'minlerin rızıklarmm arttırıldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluyu
iftara davet ederse günahları affedilir, cehennem ateşinden kurtulur. İftara
davet eden oruç tutanın mükâfatı kadar mükâfat alır. Oruç tutanın mükâfatından
da hiç birşey eksilmez.»
-— Ya Rasülâllah! Hepimiz
oruçluyu utar ettirecek birşey bulamıyoruz," dediler.
Bunun üzerine şöyle
buyurdu:
-— Allah Teâiâ bu sevabı,
oruçluya bir hurma ile iftar ettirene de, bir yudum su ile iftsr ettirene de,
su katılmış süt ile iftar ettirene de verir. Bu ay evveli rahmet, ortası
mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluşa vesile olan bir aydır. Kim bu ayda
elinin al-tmdakiîerinin işlerini hafifletirse Allah o kimseyi affeder ve onu
cehennemden kurtarır.
Öyıe ise bu ayda dört şeyi
çok yapın:
Bunlardan ikisi ile
rabbinizi razı edersiniz, ikisinden de zaten siz müstağni olamazsınız.
11 Hucürât,
13.
12 tim Ebî Hatim; Tefsir-ü İbn-ü Kesîr 4/218.
Rabbinizi razı edeceğiniz
iki şey, Allah'dan başka Tanrı olmadığına şehadet etmeniz (Kelime-i şehadet) ve
Allah'dan af dile-menizdir.
Sizin müstağni
olamıyacağmız iki şey ise, Allah'dan cenneti istemeniz ve cehennem azabından
ona sığınmanızdır.
Kim oruçlu birine su verirse
Allah da ona benim havzınıdan su verir ve o kimse cennete girinceye kadar bir
daha susamaz.»"
Enes (r.a.) anlatıyor:
Ramazan ayı yaklaşınca, Hz.
Peygamber bir akşam namazı bize kısa bir konuşma yaparak şöyle dedi:
«— Ramazan geliyor. Onu
karşılayınız. Bilmiş olun ki, Ramazanın ilk gecesinde affedilmeyecek tek bîr
müslüman kalmayacak.-14
Hz. Ali (r.a.) anlatıyor:
Ramazan ayının ilk gecesi
Rasûlullah Ç.s.a.v.) ayağa kalktı ve Allah Teâlâ'y1 överek şöyle buyurdu:
•Ey insanlar! Allah Teâlâ
sizi cinlerden olan düşmanlarınızdan korumuştur. Dualarınızı kabul edeceğini
vaadetmiş ve Kur'ân-ı Ke-rîm'de şöyle buyurmuştur: -...Bana dua ediniz, kabul
edeyim.»141
Allah Teâlâ mel'un
şeytanların her birini yedi melekle tutmuştur. Ramazan sona erinceye kadar
şeytanlar bırakılmazlar. Ramazanın ilk gecesinden itibaren son gecesine kadar
tevbe kapıları açıkj tır. Bu ayda dualar kabul edilir.»
Hz. Peygamber Ramazan
ayının son on gününün ilk gecesinden itibaren hanımlarından ayrılır, itikâfa
girerek geceleri ibadetle geçirirdi."
Cuma Namazının Önemi
Hakkında Rasülullah'm Hitabesi:'
Câbir (r.a.)'dan:
Rasüluîlah (s.a.v.) bize
şöyle bir hitabede bulundu:
-— Ey insanlar! ölüm
gelmeden önce Allah'a yöneliniz. Fırsat elden gitmeden salih amel yapmaya
çalışınız. Çok zikretmek, gizli ve açık olarak çok sadaka vermek sureti ile
Rabbinize yaklaşınız ki nzıklanasınız, yardım göresiniz ve eksiklerinizin
yerine yenileri verile.
Bilmiş olunuz ki, Allah
Teâlâ bu senenin bu ayında, bu yerde ve bugünde kıyamete kadar devam etmek
üzere cuma namazını sizlere farz kıldı.
13 İbn
Huzeyme, Salih; Tergîb 2/218;
Beyhaki; tbnü neccar; Kenz'ul-ümmal 4/323.
14 tbnünneccar; Kenz'ul-Ummal 4/325. 14' Gifir, 60.
15 İsfahan!, Tergîb; Kenz'uI-Ummal 4/323.
Kim benim hayatımda yahutta
benden sonra -adil veya zalim imamları varken- hakir görerek ve önemsemiyerek
cumayı terke-derse, Allah o kimsenin iki yakasını bir araya getirmez, iğleri
rast gitmez.
Tevbe edinceye kadar Allah
o kimsenin orucunu, baççım, zekâtını ve namazım hiçbir bayırını kabul etmez.
Kim de tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.
Katiyyen kadın erkeğe imam
olmasın. Bedevi muhacire imam olmasın.
Sultan tarafından kılıç ve
kırbaç tehdidi yoksa hiçbir fasık da muttaki bir mü'mine imam olamaz.18
Câbir b. Abdullah (r.a.)
anlatıyor:
Cuma günü Rasûlullah
(s.a.v.) kalktı ve hutbede şöyle buyurdu :
-öyle bir zaman gelecek ki,
Medine'ye bir mil mesafede bulunup da cuma namazına gelmeyenler olacak.» ikinci
defa şöyle dedi:
-öyle bir zaman gelecek ki,
Medine'ye iki mil uzaklıkta bulunup da cuma namazına gelmeyenler olacak.-
Üçüncüsünde de şöyle buyurdu :
-Yine öyle bir zaman
gelecek ki, Medine'ye üç mil mesafede bulunup da cuma namazına gelmeyenler
olacak. Allah o kimselerin kalplerini mühür lemis tir.»"
Rasûlullah'ın (s.a.v.) Hac
Mevsimindeki Konuşmaları:
İbn-i Abbas (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) Veda
Haccında müslümanlara şöyle hitap etti:
«Şeytan artık sizin
topraklarınızda kendisine uyulmasında»" ümidini kesmiştir. Fakat o
önemsemediğiniz amellerinizde kendisine uymanıza razı olur. Dikkat edin! Ben
size öyle şeyler bırakıyorum ki onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla
sapıtmazsınız. Bunlar da Allah'ın kitabı ve onun peygamberinin sünnetidir.
Müslümanlar birbirinin kardeşidir, müslümanlar kardeştir. Bir kimsenin
kirdesinin malını gönül rızası olmadan alması haramdır. Zulmetmeyin, benden
sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyin.»18
«Ey insanlar! Ben size
sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla doğru yoldan ayrılmayacağınız birşey
bırakıyorum. O da Allah'ın Kitabı-16
İbn Mâce, sh. 172. 17 Münzirî;
Terglb 2/31; Taberânl, Evsat.
dır. (Kur'ân-ı Kertm'dir).
Ahirette vazifemi yapıp yapmadığım size sorulacak. Ne diyeceksiniz?»!9
İbn-i Abbas (r.a.) 'dan:
Rasûlullah (s.a.v.)
Mescid-i Hayfda bize hitap ederek Allah'a hamdetti, gereği veçhile onu andıktan
sonra şöyle buyurdu:
«Kimin hedefi ahiret İse
Allah onun işlerini rast getirir, kısa zamanda onu zenginleştirir. Dünya emrine
amade olur. Kimin de hedefi dünya olursa Allah onun işlerini bozar. Kısa
zamanda fa-kirleştirir, dünyada ona sadece mukadder olan verilir.-**
İbn-i Ömer (r.a.)'dan:
Mina'daki Mescid-i HayFda
Rasûlullah (s.a.v.) bize hitap ederek çöyle buyurdu:
-Benim sözlerimi dinleyip
de başka müslüman kardeşlerine nakleden kimselerin Allah yüzünü ağartsın. Şu üç
şeye bağlı kalan kimsenin kalbi kendisine ihanet etmez.
Sırf Allah için amel etmek,
idarecilere yol göstermek, cemaattan, ayrılmamak. Böylelerinin dualan,
kendilerini korur,-*1
Câbir (r.a.)'dan gelen uzun
rivayette şu ilâve vardır:
Rasûlullah (s,a.v.)
Arafat'a kadar geldi. Orada kendisi için hurma dallan ile yapılmış gölgeliği
görünce orada konakladı. Güneş zevalden dönünce Kasva'yı22 getirmelerini
emretti. Yola çıktı. Batn-ı Vadiye gelince halka hitab ederek şöyle buyurdu:
-Bu beldede bu ayda bu
günün kutsallığı gibi kanlarınız, mallarınız da kutsaldır. Şunu iyi bilin ki,
cahiliye âdetlerinden herşey ayaklanmın altındadır, kaldırılmıştır. Cahiliye
devrindeki kan davaları da kaldırılmıştır. Kan davalarımızdan kaldırdığım ilk
kan davası Rebia Hâris'in oğlunun kan davasıdır. O, Sa'd oğullarına emzirilmeye
verilmişti. Htizeyl tarafından öldürüldü.
Cahiliye devrinden kalma
faizler de kaldırılmıştır. Faizlerinizden kaldırdığım ilk faiz de Abbas b.
Abdül Muttalib'in faizidir. Hepsi toptan kaldırılmıştır.
Kadınlarınıza karşı muamelelerinizde
Allah'dan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onlarla
Allah'ın emri ile evlendiniz.
Hoşlanmadığınız hiç kimseyi
eve almamaları sizin onlar üzerinde hakkınızdır. Eğer istemediğiniz bir kimseyi
eve alırlarsa in-
19 Buharl;
Müslim.
20 Taberânl;
Ebü Bekir El Baffaf,
Mu'cem; îbnünneccar; Keoz'ul-Umınal 8/202.
21 tbnUnneccar; Kenz'ul-Umnjal 8/228.
22 Kasva :
Kulağı kesik demektir. Hz. Peygamberin devesinin adı olduğu da söylenir.
Gitmeden dövünüz. Gerektiği
şekilde giydirmeniz ve yeme-içmeleri-ni temin etmeniz de onların sizin
üzerinizdeki hakkıdır.
Size, sımsıkı sarıldığınız
müddetçe asla sapmayacağınız birşey bıraktım. Allah'ın kitabı (Kur'ân-ı Kerîm)
ahirette vazifemi yapıp yapmadığım size sorulacak, ne söyleyeceksiniz?"
Bunun üzerine, oradakiler:
-— Dini tebliğ ettiğine,
vazifeni ifa ettiğine ve bize bildirdiğine şehadet sderiz!» dediler. Hz.
Peygamber de şehadet parmağını havaya kaldırıp halka işaret ederek :
«— Şahit ol Yarab! Şahit ol
Yarab! Şahit ol Yarab!» buyurdu."
İbn-i Abbas (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) kurban
bayramı günü müslümanlara:
«— Ey müslümanlar! Hangi
gündeyiz?» diye sordu,
«— Mukaddes bir gündeyiz»
dediler.
«— Hangi beldedeyiz?» diye
sordu.
-— Mukaddes bir
beldedeyiz,» dediler.
-— Hangi aydayız?»
«Mukaddes bir aydayız,»
dediler.
Bunun üzerine:
«— Kanlarınız, mallarınız
ve ırzlarınız da bu beldede, bu ayda, bu günün kutsallığı gibi kutsaldır,»
buyurdu. Sonra bu sözlerini birkaç defa tekrar ederek başını semâya kaldırdı r
«— Tebliğ ettim mi Allahım!
Tebliğ ettim mi Allahım!» dedi.
Kuvvet ve iradesi ile
yaşadığım Allah'a yemin ederim ki şu sözler onun ümmetine vasiyyeti idi:
«Burada olanlar olmayanlara
bildirsin. Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyiniz.»14
Cerir (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.vj
bana:
"— Cerir! Cemaatı
sustur!» dedi. Bazı şeyler söyledikten sonra şöyle devam etti:
-— Bu hale geldikten sonra
birbirinizin boynunu vurarak küfre döndüğünüzü görmeyeyim.»2* Ümmü Husayn
(r.a.)'dan:
Veda Haccında Rasûlullah'la
(s.a.v.) beraberdim. Üsame ile Bi-lâl'i Akabe'de şeytan taşlaymcaya kadar,
birini Rasûlullah'ın (s.a.v.)
23 Müslim;
Bidaye 5/148, Ebû Dâvud; Ibn
Mâce; Kenz'ul-Ummal 2/23.
24 Buharı; Bidaye 5/194; Müsned-l Ahmet b.
Hanbel; Ibn Ebi Şeybe; Ibn Mâce;
Taberâni; Bagavl; Kenz'uI-Ummal 3/25.
25 Müsned-i Ahmed b. Hanbet; Bidaye 5/197.
devesinin yularını
tutarken, birini de güneşten korumak için elbisesi ile ona gölge yaparken
gördüm.
Rasûlulîah (s.a.v.) çok şey
söyledi. Sonra onun şöyle buyurduğunu duydum :
-Başınıza sizi Allah'ın
Kitabı ile idare eden burnu, kulağı kesik siyah bir köle de geçse onu dinleyin,
ona itaat edin!»'"
Ebû Ümame (r.a.)'dan:
Veda Haccı hutbesinde
Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum:
«Allah her hak sahibine
hakkını vermiştir. Mirasçılara vasiyette bulunulmaz. Çocuk, kimin döşeğinde
doğmuşsa ona aittir. Zina yapan recm edilir, gerisi Allah'a bırakılır.
Kim babası olmayan bir
kimseye babamdır derse, kim de velisi olmayanı veli kabul ederse kıyamet gününe
kadar Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Kadın kocasının izni olmadan kimseye
evinden birşey vermesin.» Bu söz üzerine:
«— Ya Rasülâllah! Yiyecekte
mi vermesin?» dendi.
Rasûhıîîah (s.a.v.) :
«— Yiyecek bizim kıymetli
mallarımızdan değil mi?» buyurarak :
«— Ariyeten (iğreti) alınan
mal geri verilmeli. Faydalanılmak için alınan mal iade edilmeli. Borç ödenmeli,
kefil de borçludur.»51
Ebû Ümame (r.a.) naklediyor
:
O gün Rasûlullah (s.a.v.)
Ced'â adındaki devesinin üzerinde halkın işitebilmesi için üzengilere basarak
doğrulmuş vaziyette, yüksek sesle şöyle buyurdu:
«— Beni duyuyor musunuz?-
Bunun üzerine halkın
arasından bir adam:
«— Ya Rasülâllah! Bize ne
emredeceksiniz?» dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da :
•— Rabbinize kulluk edin!
Beş vakit namazınızı kılın! Bir ay orucunuzu tutun! idarecilerinize itaat edin
ki, Rabbinizin cennetine giresiniz.»2'
Abdurrahman b. Muaz
Et-Teymî (r.a.)'dan:
Mina'da İken Rasûlullah
{s.a.v.) bize bir konuşma yaptı. Can kulağı ile dinlediğimiz İçin tâ yerimizden
ne söylediğini işitiyorduk. Cemrelerde taş atma usulüne kadar haccın menâsikini
anlattı. Şe-hadet parmağı ile başparmağı arasına küçük bir taş aldı:
26 Müslim; Bidaye
5/196; Nesâi; Kenz'ul-Ummal 3/62; tbn Sa'd 2/184
27 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Ebû Dâvud; Tirmizî;
Nesaî.
28 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;
Tirmizî; Bidaye 5/198.
•— Taşı böyle atın!»
buyurdu. Sonra muhacirlere Mescid-i Hayfın önünde konaklamalarını; Ensar'a da
mescidin arkasında konaklamalarını emretti. Daha sonra da diğer müslümanlar
konak-ladılar.33
Rafi b. Amr El Müzeni
(r.a.)'dan:
Rasülullah'ı (s.a.v.)
Mina'da, kuşluk vakti bir katırın üzerinde hitap ederken gördüm. Ali (r.aJ'da
sözlerini uzaktakilerin işitmesi için tekrar ediyordu. Müslümanların kimi
ayakta kimi de oturuyordu.'0
Ebû Hurre Er Rekaşî
amcasından (r.a.) naklediyor:
Kurban bayramında
Rasûlullah'm (s.a.v.) devesinin yularından tuttum, halkın arasından
peygamberimize yol açıyordum. O şöyle buyurdu:
«— Ey insanlar! Biliyor
musunuz hangi aydasınız? Biliyor musunuz hangi gündesiniz? Biliyor musunuz
hangi beldedesiniz?- Oradakiler ;
«— Mukaddes bir günde,
mukaddes bir ayda ve mukaddes bir beldedeyiz,» dediler. Rasûlullah fs.a.v.)
§öyle devam etti:
«— Bu gününüzün, bu
ayınızın ve bu beldenizin kutsal olduğu gibi kanlarınız, mallarınız ve
ırzlarınız da kıyamete kadar kutsaldır. Sölyediklerimi iyi dinleyin ki rahat
edesiniz? Sakın zulmetmeyiniz! Sakın zulmetmeyiniz! Sakın zulmetmeyiniz!
Müslüman bir kimsenin malı gönlü razı olmadan diğer müslümana helâl değildir.
Dikkat edin! Cahiliye
devrinden kalma bütün kan davaları, haksız yere alınan mallar ve kötü âdetlerin
hepsi kıyamete kadar şu ayaklarımın altındadır. İlk kaldırdığım kan davası Beni
Leys kabilesinden bir süt annede bulunmakta iken Hüzeyl tarafından öldürülen
Haris b. Abdülmuttalib'in oğlu Rebia'nm kan davasıdır. Cahiliye devrinden kalma
faizlerin tümü kaldırılmıştır. Aziz ve celîl olan Allah ilk olarak Abbas b.
Abdülmuttalib'in faizinin kaldırılmasını emretti. Ancak verdiğiniz parayı
alabilirsiniz. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.
Dikkat edin! Aylar,
Allah'ın yeri ve gökteki yarattığı zamanki gibi -ilk günkü gibi- normal halini
almıştır.-31
29 Ebû Dâvud; Ibnü Sa'd 2/185; Mtisned-ü Alımed
b. Hanbel; Nesaî.
30 Ebû Dâvud; Bldaye 5/198.
31 Araplar, haram aylarla diğer aylardan
herhangi birini değiştirirler, böylece haram aylar her sene başka bagka
zamanlara rastlardı. Bu değişiklik devam ederken, öyle sene olurdu ki, aylar
gerçek yerlerini almış olurlardı. işte o sene de aylar normal yerlerini
aldığından Rasûlullah böyle buyurmuştur.
Sonra şu âyet-i kerîme'yi
okudu :
«Kitabında da bildirdiği
gibi, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı
onikidir. Bunlardan dördü haram aylandır.32 İşte bu dosdoğru bir dindir. Bu
aylarda haksızlık yaparak cezaya maruz kalmayın. Bütün müşrikler topyekûn
sizinle nasıl harp ediyorlarsa siz de topyekûn onlarla harp edin. Biliniz ki
Allah müttekilerle beraberdir.-33
Dikkat edin!
Benden sonra birbirinizin
boynunu vurarak küfre dönmeyiniz.
Dikkat edin!
Şeytan, namaz kılanların
kendisine uymalarından ümidini kesmiştir. Fakat aranızda fesat çıkarmakla da
yetinir. Kadın haklan hususunda Allah'a muhalefetten sakınınız. Onlar sizin
emrinizde yardımcılanmzdır. Kendi başlarına birşey yapamazlar. Onların sizin
üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız: Sizden başka hiç
kimseyi yatağınıza bastırmamaları ve hoşlanmadığınız hiç kimsenin evinize
girmesine izin vermemeleridir, îsyan etmelerinden korkarsanız onlara nasihat
edin. Yataklarına varmayın, yaralamadan ve incitmeden dövün.
Kadınlarınızın rızıklannı
temin etmeniz ve maddi durumunuza göre onları giydirmek size düşer. Onları
Allah'ın emriyle aldınız, aziz ve celîl olan Allah'ın adı ile nikahlandınız.
Dikkat edin!
Kimin yanında bir emanet
varsa onu sahibine versin.» Ellerini uzatarak:
«— Tebliğ ettim mi? Tebliğ
ettim mi? Tebliğ ettim mi?- buyurdu. Sonra da:
•— Burada bulunan
bulunmayana bildirsin. Çünkü sizden burada bulunmayanların bazıları burada
bulunup dinleyenlerden daha çok faydalanırlar,» dedi.
Humeyd der ki: Hasan Basri
buraya geldiği zaman şöyle dedi:
Nitekim, ashab bunları
başkalanna da tebliğ ederek onların mes'ut olmalarını sağlamışlardır.»
Aynı mânada İbn-ü Ömer'den
Cr.a.) gelen bir hadîsin evvelinde şöyle bir ilâve vardır:
-Nasr sûresi Veda Haccında,
Mina'da eyyam-ı teşrik'in ortalarında nazil olmuştur.»
32 Zilkide, Zilhicce, Muharrem, Recep.
33 Tevbe, 36.
34 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel.
Rasûlullah (s.a.v.) bu
haccm veda haccı olduğunu bildirdi ve Kusva adındaki devesinin getirilmesini
emretti. Hemen deve hazırlandı. Sonra Hz. Peygamber ona binerek Akabe'ye kadar
gitti. Orada müslümanlar etrafına toplandı. Rasüîullah (s.a.v.) Allah'a hamd-ü
senadan sonra şöyle buyurdu:
«Ey insanlar! Cahüiye
devrinden kalan kan davaları kaldırılmıştır...» Yukarda zikredilen hadîse ilâve
olarak da şunlar vardır:
•Ey insanlar! Şeytan, artık
kıyamete kadar kendisine, sizin memleketinizde ibadet edilmesinden ümidini
kesmiştir. Fakat o sizin önemsemediğiniz küçük günahlara da razı olur.
Dinimizin icaplarına uymakta titizlik gösterin. Küçük de olsa günah işleyerek
şeytanı sevindirmeyin.-
Bu hadîse şu ilâve de
vardır:
-Ey insanlar! Ben size
sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıt-mıyacağınız birşey bıraktım. O da
Allah'ın kitabıdır. (Kur'ân-ı Ke-rim'dir). Onunla amel ediniz.-
Bu rivayetin sonunda da şu
ilâve vardır:
•Bu sözlerimi,
burada bulunanız bulunmayanınıza ulaştırsın. . Benden sora peygamber
gelmeyecektir. Sizden sonra da ümmet gelmeyecektir.»
Sonra ellerini kaldırarak
şöyle buyurdu:
«Allahım şahit ol!-"
Câbir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) Kurban
bayramında bize veda hutbesini irad ederek şöyle buyurdu:
•Ey insanlar! Rabbiniz
tektir. Babanız da birdir. Arap olanın arap olmayana asla bir üstünlüğü yoktur.
Arap olmayanın da arap olana bir üstünlüğü yoktur. No kırmızının siyaha, ne de
siyah renkli olanların kırmızı renkli olanlara bir üstünlüğü vardır. Üstünlük
sadece takva tîedir. Allah katında en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır.
Tebliğ ettim mi?»
Orada bulunanlar:
-— Evet ya
Rasülâllah!» dediler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) :
*— Öyleyse bunları, burada
bulunanlar bulunmayanlara bildirsin,» buyurdu.58
Abdullah b. Mes'ûd'dan
Cr.a.) :
Rasûlullah (s.a.v.)
Arafat'da kulağı kesik olan devesi üzerinde ayağa kalkarak şöyle buyurdu:
35 Bezzârj
BhJâye 5/202; Maverdt; Ibn Merdeveyh; Kenz'nl-Ummal 3/26.
36 Beyhabt; Tergib 4/392.
«— Bu günün hangi gün
olduğunu, bu ayın hangi ay olduğunu, bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor
musunuz?-
«— Burası mukaddes bir
beldedir. Bu ay mukaddes bir aydır. Bu gün de mukaddes bir gündür, - dediler.
Rasûlullah (s.a.v,) şöyle
devam etti:
«— Bu beldede, bu ayda, bu
günün kutsallığı gibi mallarınız ve kanlarınız da kutsaldır (dokunulmazlığı
vardır).
Ben havzın başına önce
gidip, sizi bekleyeceğim. Diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim.
Yüzümü kara çıkarmayın.
, Ben bir kısım insanı
kurtaracağım, bir kısmını da kurtaramı-yacağım, O zaman;
•— Ya Rabbi! Ashabım!»
diyeceğim. Cenabı Allah de:
«— Senden sonra onların
neler yaptıklarını, sen bilmiyorsun!» buyuracak."
Rasûlullah'm (s.a.v.)
Deccal, Müseyleme. Ye'cüc, Me'cüc ve Ay Tutulması Hakkındaki Konuşmaları:
. Abdullah b. Ömer (r.a.)
anlatıyor:
Veda Haccına dair
konuşuyorduk. Fakat o haccın Rasûlullah (s.a.v.) tarafından yapılan son hac
olduğunu bilmiyorduk. O hacda Hz. Peygamber deccal hakkında uzun uzun
konuştuktan sonra sözünü şöyle bitirdi:
«— Allah Teâlâ hiçbir
peygamber göndermemiştir ki, o ümmetini deccalden sakındırmış olmasın. Nuh
(a.s.J ve ondan sonra gelen peygamberlerin hepsi ümmetlerinin deccale karşı
uyanık olmalarını tenbih etmişlerdir. Onun alâmetleri sizce malûmdur. Dikkat
edin, sizi şaşırtmasın. Rabbiniz şaşı değildir.»33
Sefine (r.aJ'dan ;
Rasûlullah (s.a.v.) bize
hitap ederek şöyle buyurdu:
«Benden önce, ümmetimi
deccalden sakındırmayan hiçbir peygamber gelmemiştir. Onun sol gözü şaşıdır.
Sağ gözünde de et parçası vardır. Alnında kâfir diye yazılıdır. Yanında iki
vadi vardır; biri cennet vadisi, diğeri ise cehennem vadisidir. Hakikatte onun
cenneti cehennem cehennemi de cennettir. Yanında peygamberlere benzeyen iki de
melek vardır. Biri sağında biri sofundadır. Bunların ikisi de insanları imtihan
içindir. Deccal:
«— Ben sizin öldürüp
dirilten rabbiniz değil miyim.?- der. Meleklerden biri:
37 Ibn Mâce, sh. 565;
Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Keriz'u l-Umma l 3/25-
38 Mîlsned-ü Ahmed b.
Hanbel; Mecme'uz-Zevaid 7/338.
-— Yalan söylüyorsun» der.
Fakat insanlardan hiç kimse işitmez. Sadece diğer melek İşitir ve ona:
«— Doğru söyledin» diye
cevap verir. Onun sesini halk işitir ve onun deccalı tasdik ettiğini
zannederler, işte bu da bir imtihandır.
Sonra deccal Medine üzerine
yürür, fakat oraya girmesine izin verilmez. Bunun üzerine :
-— Burası ahir zaman
peygamberinin memleketidir,» diyerek ta Şam'a kadar yürür. Daha sonra aziz ve
celîl olan Allah Teâlâ onu Efîk patikasında helak eder.-"
Cünâde b. Ebü Ümeyye El
Ezdî'den:
Ben ve ensardan bazıları
Rasûlullah'm (s.a.v.) ashabından bir adama gittik,
«— Rasûlullah'm (s.a.v.)
deccal hakkında söylediklerinden duyduklarını bize anlat,» dedik. O
Rasûlullah'm (s.a.v.) bu konuda kendilerine şunları söylediğini nakletti:
-— Sizi deccalden
sakındırırım! Sizi deccalden sakındırırım! Sizi deccalden sakındırırım! Çünkü
ümmetini ona karşı uyandırmayan hiçbir peygamber gelmemiştir. Ey Ümmet! O,
mutlaka sizin içinizden çıkacak. O, kıvırcık saçlı, sol gözü şaşı ve esmerdir.
Beraberinde cennet cehennem, dağlar kadar ekmek ve nehirler kadar sular vardır.
Yağmur yağdırır, fakat ağaç bitiremez. Bazı kimseleri öldürür, bazılarını
öldüremez. Yeryüzünde kırk sabah bekler, her yere girer, fakat dört mescide
giremez. Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram, Mescid-i Medine ve Mescİd-i Tür.
Şüpheye düşmeyin. Çünkü
aziz ve celil olan Rabbiniz şaşı değildir.41
Ebû Ümame el Bâhili
(r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) bir gün
bize bir konuşma yaptı. Konuşmasının ekseriyeti deccalle ilgili idi.
Söyledikleri arasında şunlar da vardl:
-Allah Teâlâ ümmetini
deccalden sakındırmayan hiçbir peygamber göndermemiştir. Ben nebilerin
sonuncusu, siz de ümmetlerin sonuncususunuz. Hiç şüphesiz o sizin içinizden
çıkacak. Eğer ben aranızda iken o çıkarsa, ona karşı her müslümamn dinini ben
müdafaa edeceğim. Eğer benden sonra çıkarsa herkes dinini kendisi müdafaa
etsin, Allah bütün müslüm anların yardımcısıdır.
O İrak'la Şam arasındaki
bir yoldan zuhur edecek, kısa zamanda her tarafı fesada verecek. Ey Allah'ın
kullan! Dininizde sebat gösterin. O önce şöyle söyler:
39 Efik: Havran ve Gavr arasında bir köydür.
40 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Taberâni; Mecme'uz-Zevald 7/340.
41 Müsned-U Ahmed b. Hanbel; Mecme'uz-Zevaid 7/343.
RasûluUah (s.a.v.) m
Konuşmaları 1777
._ Ben peygamberim, benden
sonra peygamber gelmeyecek.» ikinci olarak da şu İddiada bulunur:
«_ Ben sizin rabbinizim.»
Halbuki siz ölünceye kadar Rabbi-nizi göremiyeceksiniz.
Onun altında -Kâfir» diye
yazılıdır. O yazıyı her mü'min okur. Sizden kim onunla karşılaşırsa yüzüne
tükürsün ve Kehf süresinin hastarafmı okusun. O, insanlardan bir kısmına
musallat olur, onları öldürür, sonra diriltir. Onun bu öldürüp diriltmesi belli
kişileri kaosar, diğerlerine dokunamaz. Beraberinde cennet ve cehennemin
bulunması onun hilesidir. Onun cenneti, cehennem, cehennemi ise gerçekte
cennettir Kim onun cehennemine uğrarsa gözlerini kapasın ve Allah'dan yardım
istesin. Ateşin Hz. İbrahim'i yakmadığı ve bir emniyet yeri olduğu gibi ona da
deccalin ateşi zarar vermez ve emin bir yer olur.
Bir yere uğrayıp orada onu
tasdik etmeleri, ona inanmaları ve ora halkı için dua edip aynı gün yağmur
yağdırması yine onun imtihan şekillerindendir. O dua edip yağmur yağdırınca her
yerde bolluk olur. Hayvanları evvelkinden daha semiz, daha yağlı ve daha sütlü
olurlar.
Yine deccal bir yere uğrar
orada da onu yalanlarlar, ona inanmazlar. O da onlara beddua eder. Böylece
onların rahatı ve huzuru kalmaz.
Deccal kırk gün hükümran
olur. Fakat onun bir günü bir sene kadar, diğer günü bir ay kadar, bir diğer
günü hafta kadar, öbür günü normal bir gün kadar, daha öbür günü ise çok kısa
bir zaman kadar olur. O kadar ki şehrin bir ucundan çıkan bir kimse daha öbür
ucuna varmadan akşam olur.»
*— O kısa günlerde nasıl
namaz kılarız, ya Basülâliah?- diye sordular. Şöyle buyurdu:
*— Uzun günlerdekine benzer
şekilde namaz vakitlerini ayarlarsınız.»*2
Câbir (r.a.)
anlatıyor:
Bir gün RasûluUah (s.a.v,)
minberde:
"— Ey insanlar! Ben
sizi gökten gelen bir haber için toplama-dım,. buyurdu, sonra da Cessase43
hadisini zikrederek şunu söyledi :
*— O âmâdır. Medine hariç
kırk günde bütün yeryüzünü dolaşır.» Daha sonra şöyle buyurdu:
42 Müstedrek, 4/536.
Cessâse, deccâle haber
toplayan insanın dışında bir varlık.
•— Medine-İ Münevvere'ye
giremeyecek, onun hiçbir kapısı yoktur i*, melekler kılıçlarını çekip deccale
engel olmasınlar. Mekke'ye de giremez.-*4
Basra eşrafından Sa'lebe b.
Abbâd el Abdi'den : Bir gün Semüre b. Cündeb'in (r.a.) hutbesini dinledim. O,
hutbesinde Rasûlullah'dan (s.a.v.) bir hadiseyi nakletti. Güneşin açılması,
kûsuf namazının ikinci rek'atm tahiyyetine rastlamıştı, dedi. Züfaeyr de:
•— Zannedersem,» dedi.
Semüre daha sonra şöyle
devam etti:
•— Selâm verdi. Aziz ve
celîl olan Allah'a hamd-ü senadan sonra kendisinin Allah'ın kulu ve Rasûlü
olduğuna şehadet etti. Sonra da şöyle buyurdu:
«— Ey insanlar! Allah
aşkına aziz ve celîl olan Rabbimin emirlerini tebliğde bildiğiniz kusurlarım
varsa bana söyleyin.» Bunun" üzerine bazıları ayağa kalkarak:
«— Şehadet ederiz ki, sen
Rabbinin emirlerini tebliğ ettin, ümmetine samimiyetle anlattın ve üzerine
düşeni yerine getirdin,-dediler.
Rasûlullah (s.a.v.)
daha sonra şöyle buyurdu:
•— Bu güneşin ayın
tutulmasını, yıldızların yerlerinden kaymalarını büyük adamların ölümlerine
bağlayanlar yalan söylüyorlar. Onlar Allah'ın varlığının alâmetlerinden bir
alâmettir. Onlarla kullarını imtihan eder, kimlerin tevbe ettiklerine bakar.
Ben namazda sizlerin dünya ve ahirette nelerle karşılaşacağınızı gördüm. Yine
yemin ederim ki, otuz tane yalancı çıkmadan kıyamet kopmayacak-tır. Onların
sonuncusu sol gözü kör olan deccaldir. Onun gözü aynı Ebû Tıhyâ'nmki gibidir.41
O ne zaman çıkacak? (yahut
da ne zaman çıkmayacak) buyurdu :
O Allah olduğunu iddia
eder. Kim ona iman eder, onu tasdik eder ve ona uyarsa geçmiş hiçbir iyi ameli
ona fayda vermez. Kim ona inanmaz, onu yalanlarsa geçmiş kötü amellerinden
dolayı cezalandırılmaz. O yakında yeryüzüne çıkacak (veya sadece çıkacak,
buyurdu), fakat sadece Beytül Makdis'e giremeyecek, Mü'minleri Beytül Makdis'de
muhasara edecek, mü'minler çok sıkıntı çekecekler. Sonra da Allah Teâlâ onu
helak edecek. O kadar ki, duvar dipleri veya ağaç dipleri bağıracak, yahut ey
mü'min veya ey müslim
44 Ebû Ya'Ii; Mecmc'uz-Zevald 7/346.
45 Ebû Tıhye; Ensarın oturduğu mahalle ile Hz.
Âlşe'nin evi arasında bulunan bir yerde ikamet etmekte olan ensardan yaslı bir
zattır.
«ahudi işte burada, veyahut
da bu kâfirdir, gel onu öldür, diye ça-
ğırır.
Yalnız : «Peygamberiniz size bundan bahsetmiş
miydi?» diye
birbirinize soracağınız
büyük hadiseler zuhur etmedikçe, dağlar yerlerinden oynamadıkça bu hadiseler
olmaz, işte ondan sonra da kıyamet kopacak.
Sonra Semüre'nin kelimesi
kelimesine, olduğu gibi bu hadîs-i şerifi anlattığını dinledim."
fmam-ı Ahmed ve Bezzar'm
naklettikleri hadîste ise şu ilâve vardır :
«Kim Allah'ın emirlerine
sımsıkı sarılır ve Rabbim Allah'tır, diridir ve asla ölmez, derse ona azap
yoktur. Kim de deccale sen benim Rabbimsin derse, helak olmuştur.*
Ebû Bekir (r.aJ'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) daha
hiç birşey söylememişken haik Müsey-leme hakkında dedikoduyu çoğaltmıştı. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kalkarak şöyle bir konuşma yaptı :
-Sizin, hakkında
konuştuğunuz bir adam kıyamet kopmadan Önce çıkacak olan otuz yalancıdan
biridir. Deccalin korkusunun ulaşmadığı hiçbir ülke kalmayacaktır.-47
Müstedrek'de şu ilâve
vardır :
•Deccal korkusu sadece
Medine'ye gelmeyecek. Çünkü her vadide bulunan iki melek o gün deccale karşı
Medine'yi müdafaa edecekler.-"
Halit b. Abdullah b.
Harmele, teyzesinden naklediyor : Akrep soktuğu için başı sanlı olarak
RasûSuIİah (s.a.v.) şu konuşmayı yaptı :
-Siz düşman yok diyorsunuz.
Halbuki Ye'cüc ve Me'cüc gelinceye kadar siz savaşa devam edeceksiniz. Ye'cüc
ve Me'cüc enli yüzlü, küçük gözlü kırmızı göz bebeklidirler. Yeryüzünün her
tarafından çıkarlar, yüzleri sanki üst üste geçirilmiş kalkan gibidir.*0
Ka'ka'nın kansı Bakîre'den
:
Ben kadınlar sofasında
otururken Rasûlulîah'ın (s.a.v.) sol eli "e işaret ederek şöyle
buyurduğunu duydum :
•Ey insanlar! Güneşin şu
taraftan doğduğunu duyduğunuz za-kıyamet mutlaka gelip çatmıştır. -"
*6 Müsned-i Ahmed b.
Hanbel; Mecme'uz-Zevaid 7/341.
j' Müsned-ü Ahmed b.
HaDbel; Taberani; Mecme'uz-Zevaid 7/332
48 Miistedrek, 4/541.
49 Müsned-1 Ahmed b. Hanbel; Tabcrâni; Mecme'uz-Zevaid 8/6.
0 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;
Taberânl; Mecme'uz-Zevaid 8/9.
Gıybetin Kötülüğü Hakkında
Rasûlultah'm (s.a.v.) Bir
Konuşması:
Berâ (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.v.), bize
bir hutbe irad etti. O kadar yüksek sesle konuştu ki, evlerinde bulunan (yahut
yatak odalarında bulunan) genç kızlar bile bu konuşmayı dinlediler:
•Ey dili ile ikrar edip de
kalbine iman girmeyenler! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Onların
ayıplarını araştırmayınız. Kim müslüman kardeşinin ayıbını araştınrsa Allah da
onun ayıbını araştırır. Allah kimin ayıbını araştınrsa Allah onun evinin içinde
rezil eder.»sı
îbn-i Abbas (r.a.)'dan gelen başka bir rivayette şunlar
vardır:
•Mü'minlere eziyet etmeyin,
onların ayıplarını araştırmayın. Çünkü kim müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa
Allah da onun gizli olan şeylerini meydana çıkarır.»"
İyiliği Emredip Kötülüğe
Engel Olmak Hususunda Rasûlullah'ın
îs.a.v.) Konuşması:
Hz. Âişe Ir.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) yanıma
geldi. Yüzünden kendisine bir şeyler olduğunu anladım. Hemen abdest aldı, hiç
kimse ile konuşmadı. Ben de odaya çekilerek ne söyleyeceğini dinlemeye
başladım. Minbere çıktı, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu :
«Ey insanlar! Allah size
şöyle buyuruyor:
Dua edip de kabul
etmediğim, isteyip de vermediğim ve yardım dileyip size yardım ölmediğim zaman
gelmeden önce iyiliği emredin ve kötülüğü nehyedin.»
Başka birşey söylemeden
indi."
Rasüluüah'ın (s.a.v.)
Kötü Huylardan Sakındıran Bir Konuşması:
Abdullah b. Ömer (r.a.)
anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.) bize
bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:
«Sakın zulmetmeyin. Çünkü
zulüm kıyamet günü sizi karanlıkta bırakır.
Kötülükten ve kötülüğe
alışmaktan da sakının. Size cimrilikten sakınmanızı tavsiye ederim. Çünkü
sizden önce helak olanlar hep cimrilik yüzünden helak oldular. Cimrilik onlara
dostlarla alâkayı
51 Ebü Ta'lâ; Mecme'uz-Zevaid 3/93.
52 Taberâni;
Mecme'uz-Zevaid 8/94; Beyhakl;
Kenz'ul-llmmal 8/200.
53 tbn Mace; Ibn
Hıbbân; Tergrib 4/12; Mecme'uz-Zevaid
7/266.
kesmeyi emretti, onlarda
kestiler. İçlerindeki o duygu onlara cimri olmayı emretti, onlar da
cimrileştiler, kötülüğü emretü. onlar da kötü oldular.»
Bunun üzerine bir adam
kalkarak :
-— Ya Rasûlâllah! İslâm'da
en efdal olan nedir?» diye &ordu. Hz. Peygamber de:
«— Eliyle ve diliyle
kimseyi incitmemek,- buyurdu. Adam tekrar (veya başka biri) :
«— Ya Rasûlâliah! Hangi
hicret (terk) daha üstündür?» diye sordu.
Hz. Peygamber de şöyle
buyurdu :
-— Rabbinin hoşlanmadığı
şeyden hicret etmen (Rabbinin hoşlanmadığı şeyi terketmen).
Hicret iki kısımdır •. Taşrada
olanların hicreti, merkezde olanların hicreti. Taşradakilerin hicreti, davet
edildiği zaman icabet etmek ve enırolunduğu zaman emre itaat etmektir. Merkezde
bulunanın hicreti (terkedeceği şeyler) mükâfaat bakımından taşrada
bulunanınkinden daha üstün ve yerine getirilmesi daha ağırdır.»"
Rasûlullalı'ın (s.a.v.)
Günah-ı Kebâirden Sakındırmasına Dair Konuşmaları:
Eymen b. Hureym (r.a.)
anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) kalktı ve şöyle konuştu:
-Ey insanlar! Yalan yere
şahitlik etmek Allah'a şirk koşmakla aynıdır.» Bu sözü üç defa tekrar ettikten
sonra şu âyet-i kerîme'yi okudu:
»Herkim Allah'ın mukaddes
emirlerine hürmet ederse, onun bu hareketi Allah nezdinde kendisi için hayırlı
olur. Haram olduğu size bildirilenlerin dışında kestiğiniz hayvanlar size helâl
kılınmıştır. O halde murdar putlara hürmet göstermekten çekinin ve yalan sözden
sakının.""/50
Enes b. Malik (r.a.)'dan;
Rasûlullah (s.a.v.) bize
yaptığı bir konuşmada faizi aniattı ve onun tehlikelerini belirterek şöyle
buyurdu:
-Bir kimsenin faizden bir
dirhem kazannaası, Allah katında otuz-altı zina günahı işlemesinden daha
büyüktür. Faizin de en beteri müslüman kardeşinin namusuna göz
dikmektir.-"
54 Müstedrek; Ebû Dâvud;
Tergîb 4/158 ve 3/467.
55 Hac, 31
56 Mıisned-ü Ahmed b. Han b el; Tirmizi; Kenz'ul-Ummal 4/7.
57 Ibn Ebiddünya;
Tergîb 4/282.
Ebû Musa el Eş'arî (r.a.)
'dan •
Bir gün Rasûlullah (s.a.v.)
bize şu konuşmayı yaptı: «Ey insanlar! Allah'a şirk koşmaktan sakının. Çünkü o
yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir. (Hiç umulmadık konularda
Allah'a şirk koşmak ihtimali mevcuttur). Kim :
-— Şirk, yürüyen karıncanın
ayak seslerinden daha gizli olduğuna göre ondan nasıl sakınırız, ya
RasûlulJah?» derse şöyle dua etsin:
Allahım, bilerek şirk
koşmaktan sana sığınırız. Bilmeyerek yaptıklarımızdan da senden af
dileriz.»"
Rasûlullah'm ls.a.v.J
Şükür Hakkındaki Konuşmaları ı
Nu'mân b. Beşîr (r.a.)
anlatıyor:
RasûJullah (s.a.v.) bu
kütüğün üzerinde (veya bu minberde şöyle buyurdu:
«Aza şükretmeyen, çoğa da
şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyenler aziz ve celil olan Allah'a da şükür
etmezler. Allah'ın verdiği nimetleri anıp hakkını vermek şükür, bunu terketmek
ise küfürdür. Birlik rahmet, ayrılık felâkettir.»
Bu arada Ebû Ümame el
Bâhilî t
-— Birliğe, beraberliğe
koşun!» dedi... ve şu âyeti okudu :
«Allah'a ve Rasülüne itaat
edin, de. Eğer yüz çevirirlerse Peygamberin vazifesi, rîsaleti tebliğ, sîzin
vazifeniz de ona itaattir. Eğer Allah'ın Rasülüne itaat ederseniz doğru yolu
bulursunuz. Rasülul-lah'a düşen sadece apaçık tebliğdir.-"/60
Ebû Zer (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah'm (s.a.v.) bir
konuşmasında şu âyeti okuduğunu duydum :
-Mabetlerden, heykellerden,
büyük havuzlara benzer çanaklardan veya taşınması güç kazanlardan Süleyman'a
(a.s.) dilediğini yaparlardı. Ey Dâvud oğulları! Şükredin! Kullarımdan
şükreden-ler pek azdır.»61
Daha sonra şöyle buyurdu :
«Kimde şu üç güzellik
bulunursa Davud'a (a.s.) verilenler ona da verilmiş olur : Gizli ve aşikâr her
yerde Allah korkusu; sakin ve
58 ibn Ebu Şeyhe; Kenz'ul-ümmal 2/169.
59 Nur, 54.
60 Abdullah b. Ahmed;
Bezzar; Taberânİ; Mecme'uz-Zevaid 5/218.
61 Sebe', 13.
öfkeli hallerde âdil hüküm
vermek, zenginlikte ve fakirlikte tutumlu olmak.« "
Basûlullah'm (s.a.v.) Hayatın Değerlendirilmesi île İlgili
Konuşması ı
Hz, Ali (r.a.)'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
«Kavnyarak dinleyenin veya
konuşan âlîmin hayatından daha değerli bir hayat yoktur. Ey İnsanlar! Sizler
sulh, sükûnet devrin-desiniz. Zaman süratle ilerliyor. Görüyorsunuz gece ve
gündüz her yeniyi eskitiyor, her uzağı yakmlaştınyor, her va'di
gerçekleştiriyor, öyleyse gelecekteki mücadeleler için hazırlanın.» Bunun
üzerine Mikdâd (r.a.) :
«— Ey Allah'ın Peygamberi
Sulh nedir?» diye sordu. Hz. Peygamber de şöyle cevap verdi:
-— Yakında miadı dolacak
olan bir hazırlanma devresidir. Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman
Kur'ân-ı Kerîm'e sanlınız. Çünkü o, şefaat eden ve şefaati kabul edilendir.
Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kup'ân'ı rehber edinirse Kur'ân
onu cennete götürür. Kim de Kur'ân'ı arkasına atarsa Kur'ân da onu cehenneme
sevk eder. O en hayırlı yolu gösterir. Emirleri açık ve kesindir, boş sözler
değildir. Onun zahiri ve batını vardır. Zahiri açık hükümler, batını ise ilimle
anlaşılır. Mânaları çok derindir. Güzellikleri sayılmaz, âlimler ona doymazlar.
O, hakikate ulaşmak için Allah'ın sağlam ipidir. Dosdoğru yoldur. Cinlerin
duydukları zaman hayretten: -Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren
bir Kur'ân dinledik ve hemen inandık. Ve artık Rab-bimize hiçbir şeyi ortak
koşmıyacağız,-*3 dedikleri hakikattir.
Her şeyi Kur'an'la isbat
edenler doğru söylemiş olurlar. Onunla amel edenler mükâfatlandırılırlar.
Kur'an'la hüküm edenler adalet yapmış olurlar. Kim onunla amel ederse dosdoğru
yola iletilir. Onda hidayet kandilleri vardır, hikmet nurları vardır. O insanı
gerçeğe sevk eder.-*4
Rasûluîlah'ın (s.a,v.î
Dünyaya Bağlanmama Hususundaki Konuşmaları ı
Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin
(r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah'ı (s.a.v.) ayağa
kalkmış ashabına hitap ederken gördüm. Şöyle buyuruyordu:
62 Ibnünneccar; Kenz'ul-Umma! 8/226.
63 Cin, 1-2.
64 Askeri;
Kenz'ul-Ummal 1/218.
«Ey insanlar! Sanki ölüm
bizden başkalarına gelecek. Sanki bu din başkalarına gelmiş gibi kayıtsızsınız.
Ölenler kısa zaman sonra tekrar bize döneceklermiş gibi, miraslarını yiyoruz,
onlardan sonra ebedî kalacakmışız gibi davranıyoruz. Bütün Öğütleri unutmuşuz,
bütün belâ ve musibetlerden eminmiş gibiyiz. Kendi ayıplarını düşünmekten
başkalarının ayıplarını araştırmaya vakit bulamayan kimselere ne mutlu! Ne
mutlu helâlinden kazananlara! Kalbini düzeltenlere, dışını güzelleştirenlere ve
doğru yolda yürüyenlere! Ne mutlu, zillete düşmeden Allah rızası için tevazu
gösterenlere! Ne mutlu helâl kazancından hayra harcayanlara! Ne mutlu sofi ve
âlimlerle düşüp kalkanlara, düşkün ve yoksullara merhamet edenlere!
Ne mutlu malının fazlasını
Allah için verenlere, az konuşanlara, hareketlerini sünnete uydurup bid'at
işlemeyenlere!"
Sonra aşağı indi."
Başka rivayetlerde de şu
ilâveler vardır:
«Rasûlullah (s.a.v.)
kulaksız devesi üzerinde bize şöyle hitap etti:
«Ey insanlar!..
Ölenlerimizin evleri mezarlarıdır, onların miraslarını yiyoruz... Ne mutlu
sünnete uyup bid'at işlemiyenlere!.. Fa-kîhlerle düşüp kalkanlara, şüpheci ve
bid'atçılardan sakınanlara, dış görünüşünü düzeltenlere ve serlerden insanları
emin küanla-ra!..»w
Hz. Aişe (r.aj'dan:
Rasûlullah (s.a.v.)
minberde etrafındaki insanlara şöyle hitap etti:
"Ey insanlar!
Allah'dan hakkı ile utanın.»
Bu sözler üzerine bir adam:
«— Ya Rasûlâllah! Allah'dan
da mı nasıl?» deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
«Sizden hiç kimse ölümü
unutarak bir gece bile uyumasın. Karnını, kafasını ve bütün azalarını
haramlardan korusun. Ölümü ve ötesini düşünsün. Dünya süsüne aldanmasın.»67
Rasûlullah'm (s.a.v.l
Haşr Hakkındaki Hutbesi •.
İbn Abbâs (r.a.)'dan:
Rasûlullah'm (s.a.v.) minberde şöyle hitap ettiğini işittim :
-— Sizler Allah'ın huzuruna
yalın ayak çıplak ve sünnetsiz olarak geleceksiniz.»
65 Hılye, 3/202.
66 tbn Asâkir;
Kenz'ul-Ummal 8/204 ve 10/229;
Bezz&r.
67 Taberâni; Evsat; Tirmlzt; T«rgib 5/200.
Bir diğer rivayet de
şöyledir:
Rasûlullah (s.a.v.) bize şu
nasihati verdi:
«— Ey insanlar! Siz
Allah'ın huzurunda yalın ayak ve çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız.
Tıpkı ilk defa nasıl yaratmış-sak, onları tekrar dirilteceğiz. Bu bizim
verilmiş bir sözûmüzdür. Biz, söylediklerimizi yaparız.»68
Yaratıklardan ilk
giydirilen İbrahim (a.s.)'dır. Ümmetimden bir ktsım kimseler getirilecek,
defterleri sol taraflarından verilmiş olan bu kimseleri görünce "ben :
*— Ya Rabbi, bunlar benim
ümmetim,» diyeceğim.
Cenab-ı Allah da:
«— Onların senden sonra
neler yaptığım bilmiyorsun,» buyuracak. Bunun üzerine ben sâlih bir kul olan
Hz. İsa'nın (a.s.) dediği gibi:
«...Onların arasında
bulunduğum müddetçe hallerine şahit idim. Benîm ruhumu aldıktan sonra, onların
murakıbı sendin. Sen her şeye hakkıyla şahitsin. Onlara azap edersen, onlar
senin kullarındır. Onları bağışlarsan, aziz sensin, hakim sensin,»59 diyeceğim.
Bunun üzerine bana:
«— Senin onların arasmdan
ayrılışından itibaren onlar izleri üzerine gerisin geriye döndüler,»
buyuracak.70
Rasûlullah''n (s.a.v.)
Kader Hakkındaki Hutbesi:
Hz. Ali (r.aJ'dan:
Rasûlullah (s.a.v.) minbere
çıktı, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu:
-— Öyle kitaplar vardır ki
Allah onlara cennet ehlinin isimlerini ve neseblerini yazı ııştır. Bu kitaplar,
her şeyi teker teker kaydetmiş ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmamıştır. Kıyamete
kadar onlara ne birşey iîâve edilir re de onlardan birşey eksiltilir.
Yine öyle kitaplar vardır
ki, Allah onlara da cehennemlikleri isim ve nesebleri ile yazmıştır. Onlann
hepsi bu kitaplarda toplanır. Kıyamete kadar onlara ne birşey ilâve edilir, ne
de onlardan birşey eksiltilir. Cennetlikler, hangi ameli işlemiş olurlarsa
olsunlar, cennet ehline yakışan amel üzere iken ölürler.
Cehennemlikler de hangi
ar;i-;li işlemiş olurlarsa olsunlar, cehennem ehlinin yaptığı amel üzere
ölürler.
68 Enbiya, 104.
69 Mâide, 121-122.
70 Buhari; MüsUm; Tergîb 5/345.
Bahtiyar kimseler
bahtsızların yolunda giderken «Bunlar ne ka-dar da bahtiyar kimselere
benziyorlar, belki de onlardandır.* denecek. Onlar bu hallerinden kurtulup
saadete erecekler.
Bahtsız kimseler de
bahtiyarların yolundan giderken -Bunlar ne kadar da bahısız kimselere benziyor,
belki de onlardandır,» denecek. Onlar da bahtiyarların yolunda uzaklaşıp
bedbaht olacaklar.
Allah, Levh-i Mahfuz'da
kimi mes'ud olarak yazmışsa, ölmeden önce dünyada yarım günlük zamanı bile
kalmış olsa, o kimseyi ahirette bahtiyar edecek ameli işletmedikçe dünyadan
ayırmaz. Kimi de levh-i mahfuz'da bahtsız olarak yazmışsa, ölmeden önce dünyada
yanm günlük zamanı bile kalmış olsa, o kimseyi bedbaht edecek ameli
işletmedikçe Allah onu dünyadan ayırmaz.
Ameller sonuçlarına göre
değerlendirilirler.-11
Kendisiyle Akrabalığın
Faydası Hakkında Rasûlullah'm (s.a.v.)
Hutbesi;
Ebû Said (r.a.)
anlatıyor:
Rasûlullah'ın (s.a.v.)
minberde şöyle buyurduğunu işittim:
«Bazılarına da ne oluyor?
Rasûlullah ile akraba olmak kıyamette fayda vermez diyorlar. Allah'a yemin
ederim ki, benimle akraba olmak, hem dünyada, hem ahirette fayda verir. Ey
insanlar! Kıyamet günü ben sizden önce Havz'ın başına varacağım, insanlar bana:
«— Ya Rasûlâllah! Falan
oğlu falanım,* diyerek. Ben de r
-— Kim olduğunuzu
biliyorum. Fakat sizler, benden sonra bir takım şeyler uydurdunuz. Dinden
çıkarak gerisin geriye döndünüz,» diyeceğim.7*
Rasûlullah'm (s.a,v.) Zekât Memurları ve İdarecilerle
İlgili Hutbesi:
Ebû Said (r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah (s.a.v.J bize
hutbe irâd ederek şöyle buyurdu:
-— Rabbimin beni davet
edeceği, benim de icabet edeceğim zaman yaklaştı. Benden sonra gelen bazı
idareciler sizin bildiklerinize ve örflerinize göre amel edecekler. Onlara
itaat etmek gerekir. Bu durum bir müddet devam edecek. Sonra bir kasım
idareciler gelecek sizin bilmediğiniz ve örfünüze uymayan şeylerle amel
edecekler. Kim onlara yol gösterir ve nasihat ederse, hem kendisinin, hem de
başkalarının helakine sebep olur. Onlarla birlikte bulunsanız
71 Taberânİ;
Evsat; Kenz'ııl-Ummal 1/87;
Mecme'uz-Zevaid 7/213.
72 İbnünneccar; Kenz'ul-Ummal 1/98; Miisned-U Ahmed b. Han b el; Tefsir-ü ibnti Kesir 3/256.
bile, onların yaptıklarını
yapmayın, iyilerin iyi olduğuna, kötülerin kötü olduğuna şahit olun.-"
Ebû Humeyd es Sâidî (r.a.)'dan:
Rasûlullah ts.a.v.) birini
zekât memuru tâyin etti. Zekât memuru işini bitirip Hz. Peygamber'e gelerek:
«— Ya Rasûlâllah! Bu
size (Beytülmale) bu da bana hediye
edildi,, dedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber
ona:
.—- Ana ve babanın evinde
oturup bekleseydin sana hediye verilir miydi, yoksa verilmez miydi?» dedi.
Akşamleyin namazdan sonra Allah Teâlâ'nın varlığına, birliğine şehadet getirdi
ve onu lâyıkı veçhile övdükten sonra şöyle bir konuşma yaptı r
,— Tâyin ettiğimiz
memurlara ne oluyor da bize gelerek: Bu sizin (Beytülmâlin), bu da bana hediye
edildi, diyorlar. Ana babalarının evlerinde oturup bekleselerdi onlara hediye
verilir miydi, yoksa verilmez miydi?»
Muhammed'i kuvvet ve
kudreti ile yaşatan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz, devlet malından
aldığınız şeyi kıyamet günü, boynunda taşıyarak getireceksiniz. Eğer haksız
olarak kazandığı bir deve ise, getirirken deve kükreyecek, inek ise, inek
böğürecek, koyun ise meleyecek.
Tebliğ ettim mi?»
Ebû Humeyd derki: Sonra
Rasûlullah (s.a.v.) koltuk altlarını görebileceğimiz kadar ellerini kaldırdı.
Bu hutbeyi Rasûluîlah'dan (s.a.v.) benimle beraber Zeyd b. Sabit'de (r.a.)
dinledi. İsterseniz ona da sorun.'*
Rasûluîlah'ın (s.a.v.)
Ensar Hakkındaki Hutbesi:
Ebû Katâde (r.a.)
anlatıyor:
Rasûluîlah'ın (s.a.v.)
minberde Ensar hakkında şöyle buyurduğunu işittim :
-— Müslümanlar ümmetim,
ensar ise dostlanmdır. Eğer bütün müslümanlar bir tarafa, ensar da başka bir
tarafa gitseydi elbette ben ensann gittiği tarafa giderdim. Eğer hicret
olmasaydı, ben de ensardan biri olmak isterdim. Kim ensarın başına geçerse
iyilik yapanlarına iyilik etsin, kusurlu olanlarını da affetsin. Kim onlara
73 Taberâni, Evsat; Mecme'uz-Zevaid 5/237.
74 Buhar! 2/982; Müslim;
Ebû Dâvud; Müsned-ü
Ahmed b. Hanbel, Cami'us sagîr.
yardım ederse, -eliyle kendisini işaret ederek- bu şahsa da,
yardım etmiş olur.»75
Malik El Ensarî'nin torunu
Abdullah b. Ka'b76 tr.a.) ashabın ba- '
zılarından naklediyor:
Rasülullah (s.a.v.) bir gün
başı sarılı vaziyette gelerek şöyle bir hitabede bulundu:
. «Ey muhacirler! Sizler
gün geçtikçe çoğalıyorsunuz fakat ensar artmıyor. Ensar benim kendilerine
sığındığım dostlarımdır. iyilerine iyilik yapın, kusurlarım görmemezlikten
gelin.»77
RasûluHah'ın (s.a.v.)
Muhtelif Hutbeleri:
Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dan:
Minberin kütüğü üzerinde
RasûluHah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu İşittim:
«Yarım, hurma İle de olsa
kendinizi cehennemden koruyun. Çünkü p yarım hurma açlıktan iki büklüm olanı
doğrultur, insanı ölüm tehlikesinden kurtarır. Açları doyurmuşcasma makbule
geçer.»'3
Âmir b. Rebîa, babasından
naklediyor :
Rasûluüah'ı (s.a.v.)
konuşurken dinledim, şöyle buyuruyordu:
«Kul ister az, isterse çok
salâvat getirsin, salâvat getirdiği müddetçe melekler de onun için af
dilerler.™
Abdullah b. Amr (r.a.
anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v.}
aramızdan kalkarak şu konuşmayı yaptı:
«Cehennemden kurtulup
cennete girmek isteyen kimseye, Allah'a ve ahiret gününe imanını kaybetmeden
ölümü nasip olsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına
yapsın.»80
Enes (r.a.)'dan:
Rasülullah (s.a.v.)
benzerini hiç duymadığım bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu •
«...Eğer benim bildiğimi
bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.-Bunun üzerine ashab için için ağladılar.
Başka bir rivayette de
şöyle denilmektedir :
Rasülullah (s.a.v.) ashabın
yaptıklarım duyunca şöyle buyurdu :
75 Müsned-ü Ahıned b. Hanbel;
Mecme'uz-Zevaid 10/35.
76 Tevbcsi kabul edilen üç zevattan biridir.
77 Mecme'uz-Zevaid 10/36.
78 Ebû Ya'tâ; Bezzâr; Tergib 2/134.
79 Müsned-ü Ahmed b.
Hanbel; Ibn Ebl Şeyhe; tbn Mâce;
Tergib 3/160.
80 Ibn Cerir; Kenz'ul-Ummal
1/76.
«Cennet ve cehennem bana
gösterildi. Bugünkü kadar sevinçli ve neşeli bir gün daha geçirmedim. Eğer
benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.» Rasûlullah'm Cs.a.v.)
ashabı bugünkü kadar sıkıntılı bir gün geçirmemişlerdi. Başlarım elleri arasına
alarak için için ağladılar.31
Ebû Said'den:
Rasûlullah (s.a.v.)
konuşurken şu âyet-i kerîme'yi okudu -.
«Rabbinin huzuruna suçlu
olarak gelen cehenneme gireri orada ne Ölür kurtulur, ne de rahat
yaşayabilir,-*2 ve şöyle buyurdu -.
«Cehennem ehli, orada
ölmezler ki dirilsinler. Cehennemde ebedî olarak kalmayacaklara gelince ateş
onlan yakar sonra da şefaatçiler şefaat ederek onlan kurtarır. Bunun üzerine
topluca hayat denilen nehrin başına götürülürler. Selin getirdiği milden otlann
çıktığı gibi onlar da taptaze bir vücuda sahip olurlar.83
Ebû Hüreyre Cr.a.)'dan:
Rasûlullah Cs.a.v.) ayağa
kalkarak şu konuşmayı yapü:
«Ey insanlar! Âlemlerin
Rabbi hakkında hüsnü zanda bulunun. Zira Allah, kulunun zannettiği gibidir.*84
Ebû Züheyr Es-Sekafî
(r.a.)'dan:
Rasûlullah'm Cs.a.v.) bir
hutbesinde şöyle buyurduğunu işittim:
-Ey insanlar: Nerede ise
sizler cennetliklerle cehennemlikleri (veya iyilerle kötüleri) ayırd
edebileceksiniz.- Bunun üzerine bir adam:
«— Neyle? Ya Rasûlâllah!»
diye sordu.
Hz. Peygamber de:
«— Başkalarının onlar
hakkında söyledikleri iyi, kötü sözlerle. Çünkü siz birbirinizi tanırsınız.»33
Abdullah b. Sa'lebe
babasından Cr.a.) naklediyor:
Rasûlullah (s.a.v.) ayağa
kalkarak bir konuşma yaptı ve sada-ka-i fıtırın büyük, küçük, hür ve köle
herkes tarafından bir sa' hurma veya bir sa' arpa olarak verilmesini emretti.66
Rasûîullah'ın (s.a.v.1
Hikmet Dolu Hutbeleri:
Ukbe b. Âmir El-Cühenî
anlatıyor:
Tebük seferine çıkmıştık.
Geceleyin bir yerde konakladık. Ra-
81 Buhari; Müslim; Tergîb
5/26.
82 Tâha, 74.
63 ibn Ebî Hatim;
Tefsir-ü tbn-i Kesir 3/159.
84 ibn Ebiddünya; İbnünneccar; Kenz'ul-Ummal 2/143.
85 Müstedrek, 4/436.
86 Hılye; Kenz'ul-Ununal 4/338.
yardım ederse, -eliyle kendisini işaret ederek- bu şahsa da,
yardım etmiş olur.»75
Malik El Ensarî'nin torunu
Abdullah b. Ka'b76 tr.a.) ashabın ba- '
zılarından naklediyor:
Rasülullah (s.a.v.) bir gün
başı sarılı vaziyette gelerek şöyle bir hitabede bulundu:
. «Ey muhacirler! Sizler
gün geçtikçe çoğalıyorsunuz fakat ensar artmıyor. Ensar benim kendilerine
sığındığım dostlarımdır. iyilerine iyilik yapın, kusurlarım görmemezlikten
gelin.»77
RasûluHah'ın (s.a.v.)
Muhtelif Hutbeleri:
Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dan:
Minberin kütüğü üzerinde
RasûluHah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu İşittim:
«Yarım, hurma İle de olsa
kendinizi cehennemden koruyun. Çünkü p yarım hurma açlıktan iki büklüm olanı
doğrultur, insanı ölüm tehlikesinden kurtarır. Açları doyurmuşcasma makbule
geçer.»'3
Âmir b. Rebîa, babasından
naklediyor :
Rasûluüah'ı (s.a.v.)
konuşurken dinledim, şöyle buyuruyordu:
«Kul ister az, isterse çok
salâvat getirsin, salâvat getirdiği müddetçe melekler de onun için af
dilerler.™
Abdullah b. Amr (r.a.
anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v.}
aramızdan kalkarak şu konuşmayı yaptı:
«Cehennemden kurtulup
cennete girmek isteyen kimseye, Allah'a ve ahiret gününe imanını kaybetmeden
ölümü nasip olsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına
yapsın.»80
Enes (r.a.)'dan:
Rasülullah (s.a.v.)
benzerini hiç duymadığım bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu •
«...Eğer benim bildiğimi
bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.-Bunun üzerine ashab için için ağladılar.
Başka bir rivayette de
şöyle denilmektedir :
Rasülullah (s.a.v.) ashabın
yaptıklarım duyunca şöyle buyurdu :
75 Müsned-ü Ahıned b. Hanbel;
Mecme'uz-Zevaid 10/35.
76 Tevbcsi kabul edilen üç zevattan biridir.
77 Mecme'uz-Zevaid 10/36.
78 Ebû Ya'tâ; Bezzâr; Tergib 2/134.
79 Müsned-ü Ahmed b.
Hanbel; Ibn Ebl Şeyhe; tbn Mâce;
Tergib 3/160.
80 Ibn Cerir; Kenz'ul-Ummal
1/76.
«Cennet ve cehennem bana
gösterildi. Bugünkü kadar sevinçli ve neşeli bir gün daha geçirmedim. Eğer
benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.» Rasûlullah'm Cs.a.v.)
ashabı bugünkü kadar sıkıntılı bir gün geçirmemişlerdi. Başlarım elleri arasına
alarak için için ağladılar.31
Ebû Said'den:
Rasûlullah (s.a.v.)
konuşurken şu âyet-i kerîme'yi okudu -.
«Rabbinin huzuruna suçlu
olarak gelen cehenneme gireri orada ne Ölür kurtulur, ne de rahat
yaşayabilir,-*2 ve şöyle buyurdu -.
«Cehennem ehli, orada
ölmezler ki dirilsinler. Cehennemde ebedî olarak kalmayacaklara gelince ateş onlan
yakar sonra da şefaatçiler şefaat ederek onlan kurtarır. Bunun üzerine topluca
hayat denilen nehrin başına götürülürler. Selin getirdiği milden otlann çıktığı
gibi onlar da taptaze bir vücuda sahip olurlar.83
Ebû Hüreyre Cr.a.)'dan:
Rasûlullah Cs.a.v.) ayağa
kalkarak şu konuşmayı yapü:
«Ey insanlar! Âlemlerin
Rabbi hakkında hüsnü zanda bulunun. Zira Allah, kulunun zannettiği gibidir.*84
Ebû Züheyr Es-Sekafî
(r.a.)'dan:
Rasûlullah'ın (s.a.v.) bir
hutbesinde şöyle buyurduğunu işittim:
-Ey insanlar: Nerede ise
sizler cennetliklerle cehennemlikleri (veya iyilerle kötüleri) ayırd
edebileceksiniz.- Bunun üzerine bir adam:
«— Neyle? Ya Rasûlâllah!»
diye sordu.
Hz. Peygamber de:
«— Başkalarının onlar
hakkında söyledikleri iyi, kötü sözlerle. Çünkü siz birbirinizi tanırsınız.»33
Abdullah b. Sa'lebe
babasından Cr.a.) naklediyor:
Rasûlullah (s.a.v.) ayağa
kalkarak bir konuşma yaptı ve sada-ka-i fıtırın büyük, küçük, hür ve köle
herkes tarafından bir sa' hurma veya bir sa' arpa olarak verilmesini emretti.66
Rasûîullah'ın (s.a.v.1
Hikmet Dolu Hutbeleri:
Ukbe b. Âmir El-Cühenî
anlatıyor:
Tebük seferine çıkmıştık.
Geceleyin bir yerde konakladık. Ra-
81 Buhari; Müslim; Tergîb
5/26.
82 Tâha, 74.
63 ibn Ebî Hatim;
Tefsir-ü tbn-i Kesir 3/159.
84 tbn Ebiddünya; İbnünneccar; Kenz'ul-Ummal 2/143.
85 Müstedrek, 4/436.
86 Hılye; Kenz'ul-Ummal 4/338.
sûlullah (s.a.v.) uyudu.
Güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar uyanamadı. Uyanınca:
«— Ya Bilâl! Sana bizi
şafak sökünce kaldır demedim mi?* buyurdu. Hz. Bilâl de :
ı— Ya Rasûlâllah! Ben de
senin gibi uyuya kalmışım.» diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) vakit
kaybetmeden namazım kıldı. Daha sonra, Allah'a hamd-ü sena ederek şu konuşmayı
yaptı:
-Sözlerin en doğrusu
Allah'ın kitabıdır. En sağlam bağ takvadır. Dinlerin en hayırlısı Hz.
İbrahim'in dini (îslâm), yolların en hayırlısı da Hz. Muhammed'in (s.a.v.)
yoludur.
Sözlerin en şereflisi
Allah'ı zikir, kıssaların en güzeli Kur'ân'-dır. Amellerin en hayırlısı
farzların muntazam olarak yerine getirilmesidir. Amellerin en kötüsü de
bid'atlardır. Yolların en güzeli Peygamberin yolu, ölümlerin en şereflisi şehit
olarak ölmektir. En kötü sapıklık, doğru yolda iken sapmadır, ilmîn en
hayırlısı faydalı olan, yolların en hayırlısı takip edilen yoldur. En kötü
körlük kalp körlüğüdür. Veren el alan elden daha üstündür. Az ve faydalı olan
çok olup da zararlı olandan daha hayırlıdır. En kötü mazeret ölüm anında ileri
sürülen mazeret, pişmanlıkların en kötüsü de kıyamet gününde duyulan
pişmanlıktır.
insanlardan bir kısma
namazlarını vaktinde değil geciktirerek kılarlar. Bir kısım insanlar da Allah'ı
zikrederler. Hataların en büyüğü yalan söylemektir. Zenginliklerin en hayırlısı
gönül zenginliğidir. Azıkların en hayırlısı ise takvadır.
Hikmetin başı Allah
korkusudur. Kalplerde yerleşen şeylerin en hayırlısı iman-ı yakîndir, Şüphe
küfürdür. Ölünün arkasından bağırıp, çağırarak ağlamak cahiliye devri âdetidir.
Aldatmak cehenneme gitmek için bir sebeptir.
Zekâtım vermeden mal
biriktiren cehennemde ütülenmeyi göze almış demektir. Zararlı olan şiir, bir
nevi şeytan zurnasıdır. îçki günahın başıdır. Kadın, şeytanın bağıdır. Gençlik
bir nevi deliliktir. En kötü kazanç faizdir. Yenecek şeylerin en kötüsü de
yetim malıdır. Mes'ud, başkasına Örnek gösterilendir.
Bedbaht, anasının karnında
bedbaht olandır.
Her biriniz mutlaka dört
arşınlık yere (Kabire) gireceksiniz, îş-ler neticelerine göre
değerlendirilirler, ameller neticelerinden ayrı düşünülemezler. Ağızdan ağıza
dolaşan sözlerin en kötüsü yalandır. Gelmekte olan her şey yakındır. Mü'minin
söğmesi fâsıklıktır. Mü'minlerin birbirleriyle savaşmaları küfürdür. Mü'minin
gıybetini yapmak Allah'a asi olmaktır.
Mü'minin kanı gibi malı da
kutsaldır (dokunulmazlığı vardır).
Kim fena bir şey üzerine
yemin ederse Allah onu yeminini yerine getirtmez, yalan çıkarır.
Affedeni Allah da affeder.
Bağışlayanı Allah da bağışlar. Kim öfkesini yenerse Allah onu mükâfatlandırır.
Kim belâya sabrederse Allah ona karşılığım verir. Kim gösterişe kapılırsa Allah
onu rüs-vay eder. Kim sabrederse Allah ona kat kat verir. Kim Allah'a asî
olursa Allah ona azap eder.
Allahım, beni ve ümmetimi
affet! Allahım, beni ve ümmetimi affet! Allahım, beni ve ümmetimi affet!
Kendim için ve sizler için
Allah'dan af dilerim.»87
lyad b. Hımar El-Mücâşü
(r.a.) anlatıyor:
Rasûlullah fs.a.v.) bir gün
bir hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle buyurdu:
«Kullanma verdiğim her şey
helâldir. Kullarımın hepsini ben temiz olarak yarattım. Şeytan geldi onlan
dinlerinden ayırdı, benim kendilerine helâl kıldığım şeyleri onlara haram
kıldı. Ben kendisine herhangi bir yetki vermediğim halde onlara, bana ortak
koşmalarım emretti.»
Aziz ve ceiîl olan Allah
sonra da yeryüzündekilere bakarak ehl-i kitabm dışında arap ve acem herkese
gazap etti. Bunun üzerine şöyle buyurdu r
«Ben seni, seni ve senin
vasıtanla başkalannı imtihan için gönderdim. Ben sana uyurken ve uyanıkken
daima hafızanda bulunan bir kitap indirdim.»
Daha sonra aziz ve celîl
olan Allah Kureyş'i yok etmemi emretti. Ben:
-Yarabbi, ben onlarla başa
çıkamam,- deyince:
-öyleyse, onlann seni
yurdundan çıkardıkları gibi sen de onları yurtlarından çıkar. Onlarla savaş,
sana yardım ederiz.
Üzerlerine ordu gönder, beş
mislini de biz göndeririz. Sana isyan edenlere karşı sana itaat edenlerle
beraber savaş,- buyuıdu ve şöyle devam etti:
«Cennet ehli üç gruptur:
Güçlü, başarılı, adil ve
fakirleri gözetenler.
Merhametli, yakınlarına ve
diğer müslümanlara karşı şefkatli olanlar, iffetli, fakir, çoluk çocuk sahibine
tasaddukta bulunan kimseler.
Cehennem ehli de beş
gruptur:
87 Beyhaki, Delâil; Tarih-u tbn-i Asâkir; Ebû
Nasr Es-Sece7İ; Kîtabül Ibane; Ibn Ebî geybe; Hüye; Koda!, Şihab; Askert;
Deylemî Stiyutî Caml'us-Sagîr; Mcnâvl, Feyzüİ Kadîr 2/179; Müstedrek Zad
el-Maad 3/7
Kendilerini ilgilendirmeyen
şeylerden sakınamayacak kadar aklı olmayanlar.
Aranızdaki, çoluk çocuk ve
mal istemeyen taklitçiler.
Her şeye tama eden, en ufak
bir şeye bile göz diken hainler.
Sabah, akşam malına ve
ailesine hile düşünenler.
Cimrileri ve yalancıları da
zikrederek kötü ahlâklılar."83
Ebû Said EI-Hudrî Cr.a.)
anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v.) ikindi
namazını kıldı. Sonra da kalkarak bir konuşma yaptı. Kıyamete kadar olacak her
şeyi bize haber verdi. Hz. Peygamber'in anlattıklarını ezberleyebilenler
ezberledi, ezberle-yemeyenler de unuttular. Rasûlullah'm (s.a.v.) söyledikleri
arasında şunlar da vardı:
«Dünya parlak, tatlı ve
çekicidir. Allah sizi oraya hükümran kılmıştır, ne yaptığınız gözünden
kaçmamaktadır, öyleyse dünyanın cazibelerinden ve kadınların fitnelerinden
korununuz. Çünkü İsrail oğullan arasında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.
Şunu iyice bilin ki, adem
oğulları çeşitli mertebelerde yaratılmışlardır :
Onlardan bir kısmı mü'min
ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve mü'min olarak ölür. Bir kısmı kâfir
ana-babadan doğar, kâfir olarak yaşar ve yine kâfir olarak ölür. Bir kısım da,
mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Yine bir
kısmı ise kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yasar ve mü'min olarak ölür.
Öfke, Âdem oğlunun karnında
yanan bir kor gibidir. Görmüyor musunuz, gözlerin kızarmasını, boyun
damarlarının nasıl şiştiğini! Herhangi biriniz kızdığı zaman hemen yerine
otursun. İnsanların en hayırlısı geç öfkelenen ve çabucak yumuşayandır.
İnsanların en kötüsü ise çabucak öfkelenip geç yumuşayandır. Geç öfkelenen ve
öfkesi geç inen adamla çabuk öfklenen ve öfkesi çabuk geçen adamuı durumu
aynıdır.
Tüccarların en hayırlısı,
vereceğini güzellikle veren ve alacağını da iyilikle isteyen kimselerdir.
Tüccarların en kötüsü ise, veıeceğini kötülükle veren ve alacağını da kötülükle
alan kimsedir.
Borçlarını güzellikle veren
ve alacaklarını da kötülükle isteyen adamla, borçlarım kötülükle veren ve
alacaklarını da güzellikle alan •adamın durumları aynıdır.
Kıyamet gününde zulmeden
herkesin yaptığı zulmün derecesine göre bir bayrağı olacaktır. Dikkat edin! Zulmün
en büyüğü idareci durumunda olan kimselerin yaptığı zulümdür.
88 Musned-U Ahmed b. Hanbel; Müslim; Nesal;
Tefsir-ü tbn-i Kesir 2/35.
insanlardan korku, hiç
kimsenin bildiği gerçeği söylemesine engel olmasın. Şunu bilin ki, cihadlann en
faziletlisi zalim bir başkanın karşısında gerçekleri söylemektir.
Dünyanın ömründen kalan
zaman, geçen zamana nisbetle sizlerin ömürlerinden geçen zamanın kalan zamana
nisbeti gibidir.-*
Ashab devrinde yaşayan ve
Şam ahalisinden olan Saib b. Mih-can anlatıyor:
Hz. Ömer Şam'a girdiği
zaman Allah'a hamd-ü sena etti ve va'-zü nasihatta bulundu, îyilik yapmalarım
emretti, kötülükten sakındırdı ve sonra da şöyle dedi:
Basûlullah (s.a.v.) benim
bugün aranızdan kalkıp konuştuğum gibi. bir konuşma yaptı. Konuşmasında
Allah'ın emirlerine muhalefetten sakınmayı akrabaları ziyaret etmeyi ve
dargınların aralarını bulmayı emrederek şöyie buyurdu :
•Cemaat olmanı? gerekir!
(Başka bir rivayette dinlemeniz ve' itaat etmeniz gerekir!) Zira Allah'ın
yardımı cemaatedir. Şeytan tek kişi ile beraberdir, iki kişiden uzaktır. Hiç
kimse mahremi olan bir kadınla başbaşa kalmasın. Şeytan onları baştan
çıkarabilir. Kimi yaptığı iyilik sevindirir, yaptığı kötülük de üzerse bu
hareket onun mü'min ve müslüman olduğunun işaretidir. Yaptığı kötülüğe üzülmemek,
yaptığı iyiliğe de sevinmemek münafıklığın alâmetidir. Münafık, hayırlı bir iş
yaparsa bu yaptığı işten dolayı Allaîı'dan hiçbir sevap beklemez. Kötü bir İş
yaparsa da bundan dolayı Allah'ın vereceği hiçbir cezadan korkmaz.
Dünya nimetlerini meşru yollardan
talep ediniz. Allah sizin n»-kuuzı vermeyi üzerine almıştır. Herkesin başladığı
iş mutlaka biter. İşlerinizde Allah'dan yardım isteyiniz. Allah dilediğini
değiştirir, dilediğini de olduğu gibi bırakır. Levhi mahfuz onun elindedir.
(Takdir O'nundur.)
Salât, selâm ve Allah'ın
rahmeti Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ve onun âli üzerine olsun. Esselâmü
Aleyküml-*0
Rasûlullah'ın (s.a.v.î
Son Konuşmaları t
, Muaviye b. Ebî Süfyan (r.a.)'dan: Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
-Üzerime, çeşitli kuyulardan
getirilmiş yedi kırba su dökün de halkın huzuruna çıkıp emirlerimi onlara
bildireyim.»
89 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Tİrmizt;
Müstedrek, Beyhakİ; Suyuti,
Cami,
Menarlnln Şerhi, 2/181. 90 ibn Merdeveyh; Beyhaki; îbn-ü Asaklr;
Kenz'ul-Ummal 8/207.
Kendilerini ilgilendirmeyen
şeylerden sakınamayacak kadar aklı olmayanlar.
Aranızdaki, çoluk çocuk ve
mal istemeyen taklitçiler.
Her şeye tama eden, en ufak
bir şeye bile göz diken hainler.
Sabah, akşam malına ve
ailesine hile düşünenler.
Cimrileri ve yalancıları da
zikrederek kötü ahlâklılar."83
Ebû Said EI-Hudrî Cr.a.)
anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v.) ikindi
namazını kıldı. Sonra da kalkarak bir konuşma yaptı. Kıyamete kadar olacak her
şeyi bize haber verdi. Hz. Peygamber'in anlattıklarını ezberleyebilenler
ezberledi, ezberle-yemeyenler de unuttular. Rasûlullah'm (s.a.v.) söyledikleri
arasında şunlar da vardı:
«Dünya parlak, tatlı ve
çekicidir. Allah sizi oraya hükümran kılmıştır, ne yaptığınız gözünden
kaçmamaktadır, öyleyse dünyanın cazibelerinden ve kadınların fitnelerinden
korununuz. Çünkü İsrail oğullan arasında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.
Şunu iyice bilin ki, adem
oğulları çeşitli mertebelerde yaratılmışlardır :
Onlardan bir kısmı mü'min
ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve mü'min olarak ölür. Bir kısmı kâfir
ana-babadan doğar, kâfir olarak yaşar ve yine kâfir olarak ölür. Bir kısım da,
mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Yine bir
kısmı ise kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yasar ve mü'min olarak ölür.
Öfke, Âdem oğlunun karnında
yanan bir kor gibidir. Görmüyor musunuz, gözlerin kızarmasını, boyun
damarlarının nasıl şiştiğini! Herhangi biriniz kızdığı zaman hemen yerine
otursun. İnsanların en hayırlısı geç öfkelenen ve çabucak yumuşayandır. İnsanların
en kötüsü ise çabucak öfkelenip geç yumuşayandır. Geç öfkelenen ve öfkesi geç
inen adamla çabuk öfklenen ve öfkesi çabuk geçen adamuı durumu aynıdır.
Tüccarların en hayırlısı,
vereceğini güzellikle veren ve alacağını da iyilikle isteyen kimselerdir.
Tüccarların en kötüsü ise, veıeceğini kötülükle veren ve alacağını da kötülükle
alan kimsedir.
Borçlarını güzellikle veren
ve alacaklarını da kötülükle isteyen adamla, borçlarım kötülükle veren ve
alacaklarını da güzellikle alan •adamın durumları aynıdır.
Kıyamet gününde zulmeden
herkesin yaptığı zulmün derecesine göre bir bayrağı olacaktır. Dikkat edin!
Zulmün en büyüğü idareci durumunda olan kimselerin yaptığı zulümdür.
88 Musned-U Ahmed b. Hanbel; Müslim; Nesal;
Tefsir-ü tbn-i Kesir 2/35.
insanlardan korku, hiç
kimsenin bildiği gerçeği söylemesine engel olmasın. Şunu bilin ki, cihadlann en
faziletlisi zalim bir başkanın karşısında gerçekleri söylemektir.
Dünyanın ömründen kalan
zaman, geçen zamana nisbetle sizlerin ömürlerinden geçen zamanın kalan zamana
nisbeti gibidir.-*
Ashab devrinde yaşayan ve
Şam ahalisinden olan Saib b. Mih-can anlatıyor:
Hz. Ömer Şam'a girdiği
zaman Allah'a hamd-ü sena etti ve va'-zü nasihatta bulundu, îyilik yapmalarım
emretti, kötülükten sakındırdı ve sonra da şöyle dedi:
Basûlullah (s.a.v.) benim
bugün aranızdan kalkıp konuştuğum gibi. bir konuşma yaptı. Konuşmasında
Allah'ın emirlerine muhalefetten sakınmayı akrabaları ziyaret etmeyi ve
dargınların aralarını bulmayı emrederek şöyie buyurdu :
•Cemaat olmanı? gerekir!
(Başka bir rivayette dinlemeniz ve' itaat etmeniz gerekir!) Zira Allah'ın
yardımı cemaatedir. Şeytan tek kişi ile beraberdir, iki kişiden uzaktır. Hiç
kimse mahremi olan bir kadınla başbaşa kalmasın. Şeytan onları baştan
çıkarabilir. Kimi yaptığı iyilik sevindirir, yaptığı kötülük de üzerse bu
hareket onun mü'min ve müslüman olduğunun işaretidir. Yaptığı kötülüğe
üzülmemek, yaptığı iyiliğe de sevinmemek münafıklığın alâmetidir. Münafık,
hayırlı bir iş yaparsa bu yaptığı işten dolayı Allaîı'dan hiçbir sevap beklemez.
Kötü bir İş yaparsa da bundan dolayı Allah'ın vereceği hiçbir cezadan korkmaz.
Dünya nimetlerini meşru
yollardan talep ediniz. Allah sizin n»-kuuzı vermeyi üzerine almıştır. Herkesin
başladığı iş mutlaka biter. İşlerinizde Allah'dan yardım isteyiniz. Allah
dilediğini değiştirir, dilediğini de olduğu gibi bırakır. Levhi mahfuz onun
elindedir. (Takdir O'nundur.)
Salât, selâm ve Allah'ın
rahmeti Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ve onun âli üzerine olsun. Esselâmü
Aleyküml-*0
Rasûlullah'ın (s.a.v.î
Son Konuşmaları t
, Muaviye b. Ebî Süfyan (r.a.)'dan: Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
-Üzerime, çeşitli
kuyulardan getirilmiş yedi kırba su dökün de halkın huzuruna çıkıp emirlerimi
onlara bildireyim.»
89 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Tİrmizt;
Müstedrek, Beyhakİ; Suyuti,
Cami,
Menarlnln Şerhi, 2/181. 90 ibn Merdeveyh; Beyhaki; îbn-ü Asaklr;
Kenz'ul-Ummal 8/207.
Bunun üzerine başı sanlı
olarak minbere çıktı. Allah'a hamrf-Û ssndan sonra şöyle buyurdu:
«Allah'ın kullarından biri
dünyada kalmakla Allah'a kavuşmak arasında muhayyer bırakıldı. O da Allah'a
kavuşmayı tercih etti.»
Bu sözün mânâsım Hz. Ebû
Bekir (r.a.)'dan başkası anlayamadı. Bu hutbenin mânasını anlayan Hz. Ebû Bekir
ağladı ve şöyle dedi:
«Analarımız, babalarımız ve
çocuklarımız sana feda olsun!»
Rasülullah fs.a.v.) dar
-— Sakin ol! Bana göre en
iyi arkadaş ve cömert kişi insanların en üstünü İbn Ebî Kuhâfe (Ebû Bekir)
'dir. Mescidin sokağa açılan kapılarına" bakın, Ebû Bekir'in evine açılan
kapıdan başka hepsini kapatınız. Çünkü ben, Ebû Bekir'in kapısının üzerinde bir
nur gördüm,» buyurdu.91
Başka bir rivayette de Hz.
Peygamberin Uhud şehitlerini andığı ve onlara dua ettiği ilâve
edilmektedir."
Eyyüb b. Beşür (r.a.)'dan
gelen bir rivayette de şu farklar vardır:
Rasülullah Cs.a.v.) Allah'a
hamd-ü senadan sonra Uhut'da şehid olanları andı ve onlar için Allah'dan af
diledi, onlara dua etti. Sonra da şöyle buyurdu;
«— Ey muhacirler! Sizler
çoğalıyorsunuz, ensar ise olduğu gibi duruyor. Onlar benim kendilerine
sığındığım dostlanmdır. Onların iyilerini mükâfatlandırın, kusurlarını
görmemezlikten gelin.»8*
Ebû Said (r.a.) anlatıyor;
Rasülullah (s.a,v.) halka
hitap ederek şöyle buyurdu:
«Allah bir kulu dünyada
kalmakla kendisine kavuşmak arasında muhayyer bıraktı. O da Allah'a kavuşmayı
tercih etti.» Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) ağlamasına biz hayret
ettik. Halbuki o muhayyer bırakılan kul Hz. Peygamber'in kendisi İmiş. Efaü
Bekir (r.a.) bunu bizden daha iyi anlamış.
Hz. Ebû Bekir'in (r.a.)
ağlaması üzerine Hz. Peygamber:
«Arkadaşlık hususunda
olsun, mal hususunda olsun insanlann en lûtufkârı Ebû Bekir'dir. Eğer Rabbimden
başka bir dost edin-seydim, elbette Ebû Bekir'i dost edinirdim. Fakat
dostluğumuz îslâm dostluğu ve samimiyetidir..."*1
tbn-i Abbas (r.a.)
anlatıyor:
Rasülullah (s.a.v.) son hastalığında
.başında siyah bir sargı ve
91 Taberâni;
Mecme'uz-Zevald 9/42.
92 Taberâni;
Evsat; EI-Kebir,
93 Beyhakl; i b nü
Kesir, £1 Bidaye 5/299.
94 Miisned-ü Ahmed b. Hanbel; Buharî; Müslim; Bidaye 5/299.
omuzlarında bir velense ile
evinden çıkıp minbere oturarak hutbesini irad etti. Orada ensarla ilgili
vasiyetini yaptı. Bu. Rasûlullah'ın (s.a.v.) Ölmeden önce son hutbesi oldu.8*
Abdurrahman b. Kâ'b b.
Malik"6 babasından (r.a.) naklediyor: Basûlullah (s.a.v.)
bir konuşmasında Allah'a hamd-ü senadan sonra Uhud harbinde şehid
düşenler için mağfiret diledi. Daha sonra da:
«Siz, ey muhacirler!..»
diyerek ensarla ilgili vasiyetini yaptı...»**
Ebû Hüreyre ve İbn-i
Abbas'dan:
Son hutbesinde
Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittik:
-Kim beş vakit namazı
cemaatle kılarsa o kimse, sırat köprüsünden parlayan şimşek gibi ilk geçen
olur. Allah o kimseyi ashabtan sonra hasredeceği ilk zümre arasına koyar.
Ayrıca, her gün ve gece o kimse için Allah yolunda öldürülen bin şehid ecri
kadar ecir yazdır.»9*
Rasûlullah'ın (s.a.v.(
Sabahtan Akşama Kadar Süren Konuşması ı
Ebû Zeyd El Ensarî (r.a.)
'dan .-
Rasûlullah (s.a.v.) bize
sabah namazını kıldırdı, sonra da öğleye kadar konuşma yaptı. Minberden indi,
öğle namazını kıldırdı. Sonra tekrar ikindiye kadar konuşma yaptı, ikindi
namazım da kıldırarak yine minbere çıktı ve akşama kadar bize konuşma yaptı.
Olacak olan her şeyi bize anlattı. Bu konuşmalarda bizim en çok şey öğrenenimiz
hafızası en kuvvetli olanlarımız oldu.98
Rasûlullah'ın (s.a.v.)
Konuşma Anındaki Hali t
Câbir b. Abdullah
(r.a.)'dan ;
Rasûlullah (s.a.v.) halka
hitap ederken gözleri kızarır, sesini yükseltir ve sanki orduya sabah veya
akşam karşılaşabileceği bir tehlikeyi haber veriyormuş gibi ciddîleşirdi. Sonra
da orta parmağı üe şehadet parmağını birleştirerek şöyle buyururdu r
«Ben, kıyamet bu kadar
yakınken gönderildim.» Daha sonra da Şöyle derdi:
95 Bııharl; Bidaye
5/230; Ibn Sa'd 2/251.
96 Bu zat tevbesi kabul edilen Uç kişiden biridir.
97 Taberânl; Beyhaki; Mecme'uz-Zevaid 10/37; Müstedrek 4/78.
98 Taberâni; Evsat;
Meeme'uz-Zevaid 2/39.
99 Müstedrek, 4/484.
«Yolların en güzeli
Muhammed'in yolu, işlerin en kötüsü bidatlerdir, her bid'at de sapıklıktır. Kim
arkasında mal bırakarak ölürse bıraktığı ailesinindir. Kim de arkasında borç ve
çoluk-çocuk bırakarak ölürse onların idaresi ve sorumluluğu bana aittir.-"
Müslim'de şu ilâve vardır:
-Sözlerin en hayırlısı
Allah'ın Kitabıdır. Ben her mü'mini kendisinden daha çok düşünürüm.-
SİGARANIN ZARARLARI
HamD, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur, salatü
Selam. Rasulullah'ın. Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost
edinenlerin üzerine olsun.
Müslüman toplumlar maalesef bir çok hastalıklara
maruz kalmış, sal ıih islam akidesinden uzaklaşmayla baş gösteren gevşeklik
kendini haramların mubahlar gibi yayılmasında da etkisini göstermiştir.
Bunlardan biri, belki de en önemlilerinden biri de genel olarak toplumu,
özellikle de gençliği tehdit eden uyuşturucu ve sigara bağımlılığıdır.
Uluslararası Yahudi Siyonizm ağı sinsi emelleri uğruna; inançtan yoksun bir
toplum oluşturabilmek için, eline geçirdiği medya,,.eğitim.;ve siyaset kim
ırnlarını ki ıllanarak müslüman gençliğin yıkımı için büyük yatırımlar
yapmakladırlar, "Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah da
bozguncuları'sevmez" (Maide 64) Böylece muslümanların izzet ve üstünlük
namına bir şeye sahip olmamalarını tasarlamaktadırlar. Ancak onlar hain
emellerini sınsiee yayarlarken Allah'ın da bir tuzağı olduğunu hesaba
katmıyorlar elbette.
"...Onlar tuzak kurarlarken, Allah da
onlara tuzak kuruyordu. Çünkü Allah, luzak kuranların en hayırlısıdır"
(Enfal 30)
İste bu yazımızda arlık çığırından çıkan ve bir
mubah (!) hafine gelen sigaranın; dini ve de sıhhi açıdan mahzurlarına
değineceğiz inşallah. Ümmetimiz, kardeşlerimizin hu nasihal babında kabul edip
önemsenmeyen ölçüde bir problem
haline gelen bu illete karşı gerekeni
yapmalarıdır, şüphesiz tevfık Allah'tandır. Kısaea, sigara;
Yaklaşık m. 1492 yılında bazı denizcilerin
Amerika'yı keşfetmelerıyle bulunan tütünün. İslam topraklarındaki ilk varlığı
da hicri onuncu asrın sonlarına muvafıktır. Nilckirn bunun ilk ithalcileri de l
iristiyanlar olmuştur.
Sigara başlıca; zehirli kurşun oksid (Pb03),
kanser yapan maddeler, nikotin ve katran gibi haşereleri yok etmede kullanılan
bazı maddeler, alkol vs içermekledir.
Bedene; kanser, ağız. dudak, dil ve bademcik
hastalıkları, sindirim, solunum ve sinir sistemi, idrar yolları ve tenasül
sistemi Çizerine olumsuz etkiler gibi birçok zararı olup değişik hastalıklara
sebebiyet vermekle beraber ekonomik zararlara da haizdir. Bazı zamanlar
yangınlara yol açar, çevre kirliliği ve ümmetin zararına mal oiacak pek çok
musibete yol açmaktadır. İSLAM AÇISINDAN SİGARANIN TAHRİMİ
Kitap ve Sünnet'ten Deliller
Sigara Rasulullah (sav) zamanında yoktu. Ancak,
kıyamete kadar her zaman
ve mekana hitap etmesi özelliği itibariyle
İslamda birçok ayrıntıyı kapsayan genel
kurallar vardır. Bu kurallar çerçevesinde dış
müdahalelere
karşı adeta bir
kale konumunda olan me'sur ilim sahibi
ulemamız ise zamanla gündeme gelen ve gelişen
olayları inceleyerek müslümanlan
aydınlarmakta, böylece
ümmetin felakete sürüklenmesine Allah'ın izniyle engel olmaktadırlar. Bu genel
kurallar kapsamımla bulunan sigara için de geçerli olan budur ki, az sonra bir
kısım delillerini zikrederek ulemanın "sigaranın tahrimi" hususundaki
kıymetli tespitlerim: yer vereceğiz inşaallah. Tevfik Allah'tandır.
"...(İşte O Peygamber
onlara) temiz (ve güzel) şeyleri helal.pis (ve zararlı) şeyleri haram
kılar" (A'raf, 157)
Akl-ı selim sahibi hiçbir
insan, sigaranın "temiz ve güzel" şeyler kapsamına girmediğinde şek,
Şüphe etmez. Şu halde sigaranın ayetteki ifadesiyle, "habis/pis"
şeyler sınıfından olduğu gayet acıktır. Habis'in; tad ve kokusunun tiksinti
verdiği şey anlamına geldiği bilinmektedir Bu da sigaranın vasıflarındandır.
Gerek ulema gerek Tıp ehli, sigaranın "habis/pis" şeyler kapsamına
girdiği konusunda görüş birliği hasıldır.
"(Malını) gereksiz
yere saçıp savurma. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların
dostlarmdandır, şeytan Rabbine karşı çok nankördür" isra, 26-27) "...
fakat israf etmeyin: Çünkü Allah. israf edenleri sevmez" (en'am 141),
"Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere
vermeyin..." (Nisa 5)
Ayette zikri geçen aklı
ermezlerden (süfeha), malında gereği gibi tasarrufda bulunamayanlar anlaşılır.
Resulullah (sav) "boş yere: söz söylemek, (gereksiz) çok soru sormak ve
malı zayi etmeksiz mekruh kılındı" buyurmuştur. (lîuhari. Müslim) Bir
şeyin mekruh olması helalden ziyade, harama yakın olmasıdır.
Sigaranın malın zayi
olduğunda da şüphe olmadığı gibi "...gıda vermeyen, açlığı da
gidermeyen.." (Caşıye 7) ayetindeki tabire de oldukça mutabıktır.
"...Kendi ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın..." (Bakara. 195).
Sigara kişiyi kanser gibi
öldürücü hastalıklara düşürmekledir.
"...Ve kendinizi
öldürmeyin. Şüphesiz Allah sizi çok esirgeyicidir" (Nisa 29)
Sigara bağımlısı bir şahıs
kendisini yok edecek nedenlere sarılmakta ve nefsini birçok hastalığa hedef
kılmaktadır. Alimler zhır, toprak, cam, taş ve benzen maddelerin yenilmesinin
haranı olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü bunlar sağlığa zarar vermektedir.
Resulullah (sav), "Her
kim zehir için kendini öldürürse, cehennem ateşinde ebediyen o zehiri
içecektir" buyurmuşıur. (buhari, Muslim). Sigara içmek, şahsın tedriciyen
intihar etmesi demektir. Öldükten sonra ölüm sebebinin sigara olduğu anlaşılan
bir kimse intihar etmiş sayılır (Allah korusun), ister doğrudan ister dolaylı
yollardan hızlı veya yavaş kişinin ölümüne sebep olması haramdır. Netice
birdir, sigara bağımlısı birinin, kendini ölüme sürüklediğinde şüphe yoktur.
Sigaranın, kişiyi ölüme
götürmediğini farzetsek bile en azından kişiyi güç ve kuvvetten düşürecek
çeşitli yıpratıcı hastalıklara mübtela kılar.
"Resulullah (sav), tüm
uyuşturucu ve gevşetici şeylerden nehyetti" (Sahihtir. ebu Davud - Ahmed),
Hadiste geçen "müfettır/gevşetici" vucuta gevşeme, uzuvlarda uyuşma
oluşturan şey anlamındadır. Tiryakilerin böylesine etkilenmemesi, asıl
itibariyle haramiığınu halel getirmez.
Ayrıca sigarayı içkiye
kıyas eden alimler olmuş "çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır"
diyerek sigaranın tahrimine bu delili ele istişhad etmişlerdir. İçkiye yeni
başlayan birinin sarhoş olması için bir kaç elamla yelerken alkolik birinin
bazen bir kadeh elolusu içkiden etkilenmediği vakidir. Sigara da aynı şekilde
özellikle yeni başlayanlar veya bir dönemden sonra tekrar başlayanlar, yemekten
sonra içenler için sinirleri gevşetici. uyuşturucu bir özelliğe sahiptir.
"Dinde; zarar vermek de. zarara zararla
mukabele etmek de yoktur" (Müslim). Sigara tümüyle içine de,
çevresindekilere de zarar vermektedir.
"...her İkisinde de (İçki ve kumar) günahı
faydasından büyüktür" (bakara,219)
Sigaranın bazı faydalı yanları oldugunu
farzetsek. tahmini faydalar üç bl'l-fiil gerçekleşen zararlarını mukayese edip
hangisinin daha ağır bastıgına(?!) bakmamız gerekir... Ancak hakka karsı
gözlerini kapayan, hakkı aramayan ve nefsinin esiri olan. sigaranın tahriminde
şüphe eder. Ama önemli olan kişinin neye inandığı değil, gerçeğin ne
olduğudur. Resulüllah (sav), "kim sarımsak veya soğan yerse bize ve
mescidimize uzaK durup evinde otursun" buyurmuştur (Müslim). Sigara
tiksindirme ve rahatsız etmede soğan ve sarmısaktan daha kötü veya en azından
onlardan geri kalır bir yanı yoktur diyebiliriz. Ayrıca Cuma namazlarında güzel
koku surmenin sünnet olduğu ve sigaranın da bu sünnete aykırı olduğu ortadadır.
.;
"İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali misk
taşıyan biriyle kor üfleyen birine benzer" (Buharı, Müslim). Yani kötü
arkadaş ateşi ve dumanı (?!) üfler.
"Müslüman, müslümanların elinden ve
dilinden selamette olduğu kimsedir" (buhari). Müslümanlar acaba sigara
için birinin zararından selamette mi olurlar?
"Allah 'a ve ahiret gününe inanan biri
komşusuna eziyet etmesin" (Buhari), Sigara bağımlısı, sigarasıyla hem
esine, evlatlarına, komşusuna, hem de meleklere ve de mescidde namaz kılan
diğer müslümanlara eziyet vermektedir.
"Günahları açıkça işleyenler hariç bütün
ümmetim aff olunacaktır" (Buhari. Müslim). Buna göre sigara, bağışlanmayacak
olan açık isyanlardan olur.
"Bir kavme benzeyen onlardandır"
(Sahihtir, ebu Davud). Sigara sömürgecilerin aramızda bıraktıklanndandır. Hu
anlamda sigara içmek ruhi bir çöküntünün ifadesi ulup kafirlere benzemenin bir
tezahürüdür.
Bu illeti islam topraklarına getirip özellikle
gençler arasında yaygınlaştıranlar sömürgecilerden başkası olmamıştır. Aynı
zamanda sigara ağız ve burunlarından duman çıkaran cehennem ehlinin durumunu
da andırmakladır.
"Kıyamet günü kişi. dört şeyden: Ömrünü
nerelerde geçirdiğinden, vücudunu ne uğruna çürüttüğünden, malını neyle kazanıp
nereye harcadığından ve ilmiyle amel edip etmedlgin-den sorulmadıkça yerinden
kımıldamaz" (Sahihtir, Tirmizi). Ömrünü sigara içmekle geçiren; haram
olduğunu bildiği halde içmekte ısrar" eden: malını yararsız yere zayi edip
vücuduna zarar veren; malını sigara ticaretinden kazanan; şeytanın
pencerelerinden bir pencere olan sigara sayesinde vücudunu dilediği gibi oynamasını
ve gezmesi üzere şeytana açan bir sigara bağımlısı acaba kıyamet günü ne cevap
verebiliriz.
Sigara, kişiyi Allah'a zikir ve ibadet etmekten
özellikle de oruç ibadetinden alıkoyan bir zarardır, oruç. sigara müptelası
olanlar mescidde itlkafa girmekten, uzun uzadıya Kur'an okumaktan, zikir
(Kur'an) meclislerine oturmaktan ve namaza erkenden hazır olmaktan
hoşlanmazlar. Bunların geneli cemaat namazlarına gelmez, geldiğinde de sigarayı
(ancak) caminin kapısında kuvvetli bir nefes çektikten sonra atıp içeri
girerler. Halbuki sünnet gereği bir topluluğa gidildiğinde güzel koku sürünmek
gerekir
Şeriatın temel kuralları sigarayı haram kılmaktadır.
Binlerce hükmü kapsayan lamel kurallara bazı verelim; Zarar vermek de, zarara
zararla mukabele etmek de yoktur.
Yararlı şeylerde asıl olan ibaha (mubahtık),
zararlı şeylerde asıl olan da (haramlık) tahrimdır.
Zararları bertaraf etmek, fayda ve kar
kazanmaksın daha önce gelir.
Bir konuda haramla helal müsavi olsa haram galip
gelir.
Seddü'z-zera'ı (harama götüren araçları ortadan
kaldırmak) kaidesi.
Yukarıda zikredilen hiç bir delilin olmadığını
farzetsek bu sefer sigaranın en azından, sakınmakla emrolunduğumuz şüpheli
şeyler kapsamına girdiğini söyleyebiliriz. Buharı ve Müslim'in tahriç ettiği
hadis-i şeriflerinde Resulü ilah (sav) "Helal da. haram da açıktır, bu
ikisinin arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli, karışık şeyler vardır.
Her kim bu
şüpheli şeylerden sakınırsa muhakkak dinini ve
ırzını korumuş ulur. Ve her kim bu şüpheli alana düşerse harama girmiş
olur..."buyurmaktadır.
Bilmeliyiz ki helal, temiz ve yararlı olan
şeylerdir, haram da pis, habis ve de zararlı olan şeylerdir. * .
Bütün bu delilleri nazarı itibara almayan nefsi
hakkında Allah'tan korkmalı ve er geç tövbe etmelidir, şüphesiz Allah tövbeleri
kabul eden ve rahmeti çok olandır.
Bilinmesi gereken bir başka husus da şudur:
Sigara ilk çıktığı zamanlar ilim ehlinden bir kısmı bunun mahiyetinden
habersizdi ve uyuşturucu mu, gevşetk'i (rehavet verici) mi olduğunu, sağlığa
zarar verip vermediğini kesin bilgilerle bilmiyorlardı. Bu nedenle alimler
arasında bunun haram ve tahrimen mekruh olduğu şeklinde görüş aynlıkları
belirmişti. Razıları, etkilenenlere haram, diğer etkilenmeyenlere mubah
olduğunu söylemişlerdi. Şurası şüphe götürmeyen bir husustur ki. sigaranın
mekruh olduğunu
söyleyen bazı alimler bugün ortaya çıktığı
şekliyle sigaranın gerçeğini bilselerdi, haramlıgı konusunda asla tereddüt
etmezlerdi. Zira onlar dinin genel prensiplerini ve şer'i kuralları gayet iyi
biliyorlardı.
Bütün bunlardan sonra yine de sigaranın
haramlığına kanaat getirmeyenlere bir de şunları sormak lazım: Sigara haram
olmadığına göre neden onu mescidlerde, mübarek mekanlarda içmez de her türlü
dolabın dönmesine uygun yerlerde içerler?!.. Normal bir şeyse neden her yerde
rahatlıkla (su içer gibi) içemezler?!... Veya çocuklar içince kızar büyükler
içince susarlar. Güzel bir şeyse çocukalnn suçu ne ki, onları mahrum
ederler?!... Ve acaba neden Allah'ın temiz nimetlerinde olduğu gibi sigaraya da
besmeleyle başlayıp hamd ve şükürle bitirmezler?!... cenabı Hakkın bir nimeti
müyesser kıldığında O'na şükürde bulundukları gibi ellerine bir sigara
geçtiğinde de şûkrediyorlar mı?!...
İnsan Allah'tan korkmalıdır. Çoğu kez bazılarının ününde sigara içmekten
çekinir, ona bakarlarken sigara içmekten kaygı duyar da Allah'tan sakınmaz,
haya etmez?!... "...Eğer (gerçek) mû'minler iseniz, korkmanız gereken
yalnızca Allah'tır" tevbe 13)
Son olarak bir de şunu sorabiliriz: Acaba sigara
kişinin iylikler ve kötülükler kefesinden hangisine konulacaktır?...
Müslüman hesap günü gelmeden evvel kendini
hesaba çekmeli, Allah'tan bunu terketmesi için yardım dilemelidir. Kim Allah için
bir şeyi terkederse Allah ona yardımını bağışlar ona daha hayırlısını nasip
eder. Sabretmelidir, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. Kim sabretmeye
gayret ederse Allah da onu sabırlı kılar.
Bu konuda özellikle üzerinde durulması gereken
bir diğer husus da sigara satmak suretiyle başkalarının haram işlemesine
yardımcı olmaktır. Bu durumda kişinin kendisi sigara kullanmasa bile
başkalarının bu haramı işlemcisine yardım etmekte nafakasını haramdan remin
etmektedir. Bu konudaki ölçü ise gayet açıktır. İnsan bir iyliğe vesile
olduğunda nasıl sevap alıyorsa, kötülüğe vesile olduğunda da aynı günaha ortak
olur. Sebep olduğu herkesin günahından nasibini alır! Gerekçesi ne olursa olsun
bu kötü davranışı terketmeli, ınüslüman Allah'tan korkmalı ve hatasından dönmelidir.
Şüphesiz. Allah günahları bağışlayandır.
Sigara müptelaları şu duayı çokça okumaya gayret
etmelidir. 'Allahım, bizi
sigara belasından, cehennem azabında, eziyet ve
helaktan kurlar. Cismimizi ve sıhhatimizi korumayı nasip eyle. Kalplerimizi ve ağızlarımızı
temiz ve nezih kıl.
Akıllarımıza ve anlayışımıza istikamet bağışla. Bizi en doğru olan ahlak ve
adetlere hidayet eyle. İmanı, güzel sözü, güzel kokuyu ve güzel ameli bize
sevdir. Şüphesiz sen işiten ve icabet edensin (Amini. Allah her şeyin en
doğrusunu bilendir, ve tevtik O'ndandır.
Saliallahu Teala ala
Muhammedin ve ala A'lihi ve Sahbihi ecmain. VE'L-HAMDU Lİ'LLAHİ RABBİ'L-ALEMIN
Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri
Hazırlayan
Mustafa Dönmez
Giriş
Dinin çeşitli konularının
tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet
arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını
kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler
ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler
gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet
kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar. Dolayısıyla
bu gibilere hem cevap, hem de meseleyi araştırmak maksadıyla bu konuyu hazırlamış bulunuyoruz. Önce sünnetin vahyi yönünün olup olmadığını
görelim.
Vahiy Yönünden Sünnet:
Şunu iyice belirtmek
isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı
Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir
keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen
hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda
uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin
vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.
1. Kur’an-ı Kerimdeki
deliller:
a)
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri
ve hikmeti hatırlayınız”[1][1] buyurmaktadır.
Ayet-i Kerime’den
anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki
hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.
b)
“Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2][2]
İkinci ayet-i Kerimede
ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu
hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.
c)
“Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an)
toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun
kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3][3]
Burada çok açık bir ifade
ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten
sonra, yine o Kur’anın açıklanmasını
Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu
vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla
geldiği anlaşılmaktadır.
d)
“Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı
indirdik”[4][4].
Yine bu ayeti Kerime’de
Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini
bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından
gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.
e) “ Eğer bir şeyde
çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5][5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki
vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla
çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu
olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın
vahyile yetinirdi.
2) Sünnetten deliller:
a) Resulullah (s.a.v.):
“Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun
elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız
müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6][6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki
temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine
sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet
kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.
b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla
birlikte misli verildi” [7][7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın
mesabesinde olduğunu gösterir.
c) Evzai (öl.187) Hasan b.
Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu
tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8][8].
Diğer bir rivayette ise,
“Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen
Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide
indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9][9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde
sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan
ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize
öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir.
Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir
göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi
sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek
için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:
1. Peygamber olarak
Hz.Muhammed (s.a.v.)
2. İnsan olarak Hz.Muhammed
(s.a.v.)
Bu şekilde yaptığımız ayırımının
delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin
gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10][10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı
onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle
Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu
bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı
toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet
içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.
a) Vahyin içine giren sahalar:
1)
Helal ve Haramlar
2)
İbadetler
3)
Ukubat (hadler)
4)
Muamelat (akidler)
5)
Ahlaki konular
6)
Akideye ve gaybiyata ait konular
7)
Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri
Bu gibi sahalar veya konular
Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen
bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet,
Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip
olmuştur.
b) Vahyin dışında kalan sahalar:
1)
Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme,
nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)
2)
İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların
müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)
3)
Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)
4)
Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler
ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan
uygulamalar)
Bunlara delil olarak, hurma
ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya
işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11][11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin
dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber
(s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde
Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp hileden
ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra;
Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii
değiştirmeleri ”[12][12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların
vahyin dışında kaldığını göstermektedir.
Ancak mezkur sahalar her ne
kadar vahyin dışında kalıp, bunların
tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de
bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan
işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün
gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri
olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve
menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok
iyi kurmak zorundayız.
Bağlayıcılık Yönünden Sünnet :
Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.
1) İcmal ve tafsil açısından
Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz,
zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı
ifade eden hadislerdir ki bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak
sudur etmiştir.
2) Mutlakını mukayyed,
mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan
etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan
ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette
geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın; günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu ,
altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği,
hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar
imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına
geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını
kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf
yoktur.
3) Kur’an-ın susup ne vacip
saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a
nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.[13][13]
Bu üçüncü türde gelen
sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf
etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada
istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil
yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar
kılar?
Birinci görüş, cumhur
alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür[14][14]. İmam şafii’nin nakline göre, selef
alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı
üzere birinci görüş tercihe şayandır.
Sünnetin teşri’deki yetkisinin delilleri:
1) Kur’an Kerimdeki
deliller:
a)“ Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki, onlar, aralarında
çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden
dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe iman
etmiş olmazlar”[15][15].
b) “ Peygamber size neyi getirdiyse alınız, neyden
de kaçındırdıysa ondan sakınınız ”[16][16].
c) “ Peygamberin emrine
muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden, veya acıklı bir
azaba düçar olmalarından sakınsınlar”[17][17]
d) “ İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de
yazılı olarak buldukları ümmi Nebi’ye, Resul’e tabi olanlardır. O Resul
(Peygamber), onlara iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder; onlara, iyi ve
temiz olan şeyleri de helal kılar ” [18][18].
e)
“ Kendilerine kitap verilenlerden Allaa’a
ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle,
Allah’ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak dini, din
edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle
cizye verinceye kadar savaşın ”[19][19].
f) “ Allah ve Resulu, bir şeye hükmettikleri zaman, mümin erkek ve
mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur... ”[20][20]
g) Peygamber (s.a.v.)’in
emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatın vucubiyyetine delalet
eden Kur’andaki naslar, onu beyan ve teyid eden sünnet ile müstakil hüküm
getiren sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu
istiklaliyeti sünnet’e teslim etmektedir.
Örneğin; “ Ey İman edenler,
Allah’a itaat edin. Peygambere’de itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de...”[21][21].
Bu ayetin tefsirinde
et-Tayyibi şöyle der: “Peygamber’e (s.a.v.) itaatin istiklaliyetine işaret
etmek için, bu ayeti kerimede; “ Peygamber’e de itaat edin” diyerek fiil işareten tekrarlanmış,
fakat, “sizden olan ülü’l-emre de” bu
işareti tekrarlamamıştır”[22][22]. Özellikle (e) maddesindeki ayeti kerime
bu konuda çok açıktır. Bunlardan başka ayeti kerimeler de bu meyanda delil
sayılabilir.
2) Sünnetten deliller :
a) Genel Hadisler:
İster teyid eden, ister
beyan eden ve isterse müstakil olarak gelsin, sünnetin bağlayıcılığını
ispatlayan hadislerin geneli buna delil olmaktadır. Örneğin, “Size sünnetimi
tavsiye ediyorum”[23][23] hadisi. Bunların çokluğu
bu geneli kesinleştirmektedir.
b) Hususi Hadisler:
Örneğin;
“ Bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış
bir adamın; ‘ Size gerekli olan Kur’andır, onda neyi helal bulduysanız, onu
helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır.
Allah Rasulu’nun haram ettiği şeyler, Allah’ın haram etmesi gibidir”[24][24].
3) Akli delil:
Madem ki
Hz. Peygamber vahyi tebliğde hatadan masumdur, öyleyse sünnetin istiklalen
hüküm getirmesi, aklen mani değildir. Ayrıca Cenab-ı hakk’ın Peygamber’e
hükümlerini tebliğ etme hususunda hangi yolla olursa olsun, emretmesi mümkündür
ki, bu aklen caizdir. Kaldı ki alimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme
olayı, hem Kur’an, hemde sünnetle fiilen vuku bulmuştur.
Sünnetin Müstekillen Getirdiği
Hükümlere Örnekler:
1.
Ninenin mirası ve altıda bir olduğu. (Bu konuda alimlerin icma-ı söz konusudur,
delil ise, sünnetin getirdiği müstekil hüküm)
2.
Zina eden evli erkek veye kadının recmedilmesi.
3.
Zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi.
4.
Evlilikte bir kadını, hala ve teyzesiyle birleştirmenin yasaklığı.
5.
Şuf’a ile ilgili hükümler.
6.
Evcil eşek etinin haramlığı.
7.
Mut’a nikahın haramlığı.
8.
Musakatla ilgili hükümler.
9.
Şahid ve yeminle ilgili hüküm.
10. Ramazanda orucunu
kasden bozana keffaret.[25][25]
Buna benzer bir çok örnekler vermek mümkündür.
Sonuç
Bu kısa
araştırmamızın neticesinde sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların
başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve sünnetin büyük bir kısmının vahye
dayandığı, belirtilen kısımların ise, vahye girmediği anlaşılmıştır. Ayrıca vahye
dayanan sünnetin teşri’attaki yetkisi ve bağlayıcılık yönüyle de müstekil
olarak bazı hükümler vaaz edebileceği, örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ancak
bu konularda daha kapsamlı bilimsel ve ciddi çalışmalar yapılmasının
gerekliliği bir gerçektir.
Kaynaklar
1.
Kur’an-ı Kerim
2.
Kara Necati,
Kur’an Sünnet Bütünlüğü
3.
Erdoğan Mehmet, Akıl ve vahyi açıcından sünnet
4.
Sor yayıncılık, Kur’an ve sünnet
5.
Kırbaşoğlu Hayri, İslam düşüncesinde sünnet
6.
el-Hakim en-Nisaburi, el-Müstedrek
7.
Malik b. Enes, el-Muvatta Hüccüyyetis’Sünne
8.
Abdulhalık Abdulgani,
9.
Sibai Mustafa, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami
10.
eş-Şafii, er-Risale
11.
eş-Şatibi, el-Muvafakat
12.
Ebu Davud, es-Süne
SUNNET VAHYDIR
Allah'ın dini İsiam, her
devirde insanlara iki ana kaynaktan gelmektedir. Bunların birincisi Allah'ın
kitabı Kur'an, ikincisi ise Resullerinin sünnetidir.
Kitap ve sünnet olarak, iki
kaynak adı altında zikredilen İslam'ın tümü vahiy cümlesindendir.
Kur'an, Allah'tan inen vahy
olduğu gibi. sünnet de aynen Allah'tan inen bir vahy'dir.
Bunu reddedenlere sormak
gerekir "...Sünnet nasıl vahy olarak kabul edilmesin
Bakınız AIIah'u Azze ve
Celle ne buyuruyor:
"O
kendi hevasından konuşmaz. Onun
konuşması
kendisine İlka edilen bir vahy'den
ibarettir". (Necm 3.4)
Bu ayeti.kerime açıkça ifade
ediyorkî; "Rasulullah (sav)'ın şeriatla alakalı bütün konuşmaları
vahydir.O,kendi heva ve arzusundan şeriata birşey!er sokma yetkisine sahip
değildir.."
Ve yine bir ayeti
kelimesinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
"Eğer
Muhammed kendinden bazı sözler uydurup da bizim söylediğimizi iddia etseydi,
elbette ki onun gücünü kuvvetini alır ve şah damarını keserdik. İçinizden biç
biri de buna engel olamazdı" (Hakka44,47)
Yine bir ayeti celilede:
"...Muhakkak
ki ben, ancak bana vahyolunana tabi oluyorum. Ve ben apacık bir
uyarıcıyım" (Ahkaf 9 ay} ifadesiyle Allah resulü (sav)'in
tabi olup uyguladığı her şeyin (Tabi ki din'le alakalı olan her şeyin) vahiy
olduğu bildirilmektedir.
Zikredilen Ayeti kerimeler
gayet açık bir şekilde şunu ifade etmektedir ki;
"...Resul, dinle
alakalı konuşmalarında vahye tabi olduğu gibi, yine aynı şekilde dinle alakalı
uygulamalarında da vahye tabi olmaktadır..."
Nasıl böyle olmasın ki, bu
dinin şâri'si Allah-uAzze ve Celle olduğu halde, nasıl olur da şeriata ait her
hangi bir hükmü O'ndan başkası koyabilirki...?
"Hüküm
yalnız Allah'ındır... "(En am27) peki öyleyse..; Nasıl olur da
resul,öğlen namazının rekat oluşunu kendiliğinden farz kılabilir ki. ve yine,
yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimedeki Şiddetli uyarı ve tehditten sonra, ümmi
nebi'nin kendiliğinden helal ve haram hükmü koyması nasıl mümkün olabilir
ki...?
:•"' Allah Resulü
(sav)'in bize olan bütün emirleri, nehiyleri, geçmiş ümmetlerden, gelecekten
verdiği her haber vahy'den ibarettir.
Çünkü Allah Resulü (sav)
"vahy" olmadan ne geçmişte ne degelecekte olanları ve olacakları asla
bilemez.
Allah-uAzze ve Celle, bu
konuda resulüne şöyle dedirtiyor: "Ey
muhammed onlara de ki: Allah'ın hazineleri yapımdadır demiyorum. G ay h ı da
bilmiyorum. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece, bana vahy oluna n a tabi
oluyorum..."(En'am 50)
Yine bir ayet'i celilede:
"Rabbinizdensize indirilene uygun.
.."(A'raf 3 ay). Onunla hareket edin, onunla hükmedin. Çünkü "...Herkim ki Allah'ın indirdiği ile
hükmetmez ise işte onlar kafirlerin
ta kendileridirler". (Maide44)
Ve
yine bir ayet-i celilede: "....Onların
aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen hakkı bırakıp da onların
heveslerine uyma.."(Maide 49 ay- Nisa 105 ay).
Bu ayeti kerimelerin ortaya
koyduğu mana göz önünde bulundurulursa, artık mömkünmüdür ki Resul,
...'Allah'ın indirdiğinden gayri şeylere tabi olsun.." Yine mümkünmüdür ki
"...insanlar arasında Allah'ın indirdiğinin gayrisi ile hükmetsin..."
Daha açık bir ifade ile;
"...Hiç mümkünmüdür ki resul insanlara öğleni dört kılın, akşamı üç
kılın, sabahı da iki kılın diye..." bir hüküm koysun.
Bunların hiç birisi de
mümkün değildir... Ta ki Allah-u Azze ve Celle'ninvahyindirerekkendi izni ile
koydurması müstesna.
Allah-u Azze ve Celle neyi
indirmiştir...? Bu konudaki bilinmesi gereken şeye gelince bu da; Allah-u
Subbanehu ve Teala'nın ayetlerinde buyurduğu gibi"...KİTAP VE
HİKMET...'dır.
Rabbimizşöyle
buyurmaktadır:
"....
Allah sana kitabı ve hikmeti
indirdi. Ve bununla sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allah'ın senin üzerindeki
fazlu çok büyüktür." (Nisa113)
"...Allah'ın
ayetlerini eğlence edinmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt
vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah herşeyi hakkıyla bilendir"."(Bakara
231)
Zikredilen ayeti
kerimelerde açıkça ifade ediliyorki;
"...Allah-u Azze ve
Celle, insanların öğüt almaları icirıonlaratabiolacakları iki şey indirmştir.
Bunlardan birinin adı kitap diğeri ise hikmettir..."
Biz ilk önce,
anlaşılmasında zorluk çekilen 'HİKMET'ibaresini ele alır bunun üzerinde biraz
durmaya çalışır isek hikmet'in ne gibi bir manayı ihtiva ettiğini anlamış ve
kavramış oluruz.
Zikredilen bu ibarenin
ayetlerde anlatılan sıfatları şöyledir.
"Nitekim
size, kendi içinizden ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitap ve hikmeti öğreterek bilmediklerinizi talim ettiren
bir peygamber gönderdik" (Ali imran 164, Bakara 151, Cuma 2, Bakara 129)
Bu ayeti kerimede kitapla
beraber indirilen hikmetin öğretilen talim ettirilen bir vastı olduğu gayet
açıktır. Yanı Kur'an, nasıl insanlara öğretilip ta'lim ettirilmiş ise, Hikmet
de aynen insanlara öğretilip talim ettirilmiştir.
"Sizin
evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve bir de hikmeti hatırlayın.
Şüphesiz Allah latiftir,
habir'dir". (Ahzab 34)
Bu ayet'i kerimede de görüldüğü
gibi. indirilen öğretilen ve ta'lim ettiıilen lıikmet'in vasıflarından birisi
de okunmağıdır,
Ayrıyeten, Allah Resulü
(sav)'in şu hadisi şerifleri degözönündebuiundıırulursa;"Hikmet'in. tabi
olunması için Allah'tan resulüne vahyedilen şeriatın bir bölümü olduğu gayet
açık bir şekilde anlaşılmışolacakiır.,"
Resuîullah
(sav) buyurdular ki: "Dikkat edin! Bana Kur'an ve bir de misli
verildi..." (EbuDavııd 5.4604}
...R e sulu ilah (sav)
şöyle dedi' "Size, kendisine
sarıldığınız takdirde dalalete düşmeyeceğiniz iki şey bıraktım. Allah'ın kitabı
ve benîm sünnetim" (Hakim müstedrekl.c.93, Beyhaki Sünen 10.C.114)
Ayet ve hadislerin açık
ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, insanların tabi olmaları için indirilen bu
şeriat, resulün Allah'tan alarak insanlara öğrettiği, okuttuğu ve sarılmalarını
emrettiği kitap ve sünnet'ten ibarettir. Ayrıca zikredeceğimiz şu ayeti kerime
de dikkatli bir şekilde ele alınırsa, Kur'an-ı n tefsiri, beyanı mahiyetinde
olan sünnetin vahy olduğunu anlayabiliriz.
"(Ey
muhammed) Cibril vahyi sana getirdiğinde dilini acele edip hareket ettirme. Onu gönlünde toplayı cem etmek bize aittir.
Sen sadece onun okunuşunu takip et yeter, Sonra, muhakkak ki onu beyan etmek de bize aittir".(Kıyamet16,17.18,19)
Bu ayeti kerimede çok açık
bir şekilde sünnetin vahy olduğu anlatılmaktadır,
Şöyle ki; Peygamberimiz
(sav) Kur'anın vahyedüışi esnasında acele ediyor, indirilenin okunup
ezberleneceği gibi, onun bir de izahı, tefsiri nasıl ne şekil olacak diye
heyecanlanıyordu. Allah-u Azze ve Celle ise: "..Sen acele edip
heyecanlanma. Kur'an-ı senin gönlünde toplamak bize aittir. Sen
sadecetakipetyeter. Ondan sonra da indirilen ayetleri tefsir
etmekyinebizeaittir.
Ayet-i Kerimedeki
zikredilen beyaneh ibaresindeki "hu" zamiri önceden indirilendir.
Binanaleyh, Kur'an-ı kerimdeki indirilen namazemri olsun,zekat emriolsun. Hac,
orucv.s. emirleri olsun, b u n lan n hepsi de". ..Vahy-i gayri metluv...
"dediğimiz sünnet'ie beyan ve tefsir edilmiştir.
Bu
koudakısünnet'tendelilleregelince, bu bir hayli kabarıktır.
Bunlardan bazıları
şunlardır:
...Esma(ra)söyledemiştir.
Peygamber f sav) buyurdu ki; "Sizlerkabirlerinizde
mesihdeccal'ın imtihanına benzer bir imtihan geçireceksiniz..." (Buhari1C.243s.)
. .Aişe (ra)dan; söyle
demiştir; "Ben resulullah'ın
kadınlarından hiç birine karşı Hadice'ye
karşı kıskandığım derecede kıskanmadım.
Çünkü resulullah onu çok anardı ve ona övgüleri çok olurdu.
Halbuki Rasulullah'a Hadice için cennetle inciden borularla yapılmış bir
ev ile müjdelemeside vahyolumuştu" .(Buhari 11 C 5307)
...ibn Abbas şöyle
dedi."Allah u teala namazların hazarda dört, seferde
iki harp halinde de bir rekat kılınmasını peygamberinizin diliyle farz kılmıştır..
."(Müslim 2.c. 687)
"...Ata İbnu ebi Rebah
şöyle dedi: Bana safvan İbnu ebi Ya'la İbnu Umeyye şöyle haber verdi:- Ya'la,
keski ben Resulullah'ı, üzerine vahy indirildiği sırada göreydim, der dururdu.
Nihayet peygamber (sav]
Cirane'de bulunduğu zaman, üzerinde bir kumaş kendisini gölgelendirmiş ve
yanında da sahabilerinden bir takım insanlar bulunduğu sırada, güzel koku
sürünmüş bir kimse yanına çıkageldi ve:- Ya resulullah! güzel koku suründükten
sonrabircübbe içinde Umre için İhrama giren kimse hakkında ne dersiniz?diye
sordu. Peygamber, birmüddet baktı. Akabinde kendisine vahy geldi. Bunun üzerine
Umer, Ya'la'ya "gel" diye işaret etti. Ya'la geldi ve başını,
peygamberi örtmekte olan örtünün içine soktu, Peygamber'1 yüzü kızarmış, uyuyan
kimsenin gidip gelen nefesi gibi horulduyor vaziyette gördü.
Peygamber'in hali bir
müddet böyle devam etti. Sonra peygamberden bu hal sıyrıldı. Bunun üzerine
Peygamber (sav):-Biraz önce umreden bana sual soran kimse nerede? diye sordu.
Hemen o suali soran kimse arandı ve bulunup peygamberin yanına getirildi.
Peygamber:-Sendeki kokuya gelince, onu üç kere yıka, üzerindeki cübbeye gelince,
onu da çıkar, sonra baççında yapmakta olduğun fiileri Umrede de yap"
büyüdü. (Buhari 11 C 5079),
...İbnu Ömer (ra)şöylededi:
Resulullah (sav) zamanında, Resulullah'ın sahabilerinden birtakım
insanlarrüyagörürlerdide, bu rüyalarını Resulullah (sav)'eanlatırlardı.
Resulullah dao rüyalar hakkında Allah'ın dilediği tabirleri söylerdi..."
(Buhari 15 c 6899)
...ZeydİbntipS^ra) şöyle
dedi: Resulullah (sav) Hııdeybtyedff;4jeceleyin yağmış olan yağmurdan Sp,ıjt3
bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıkınca'yüzünü cemaate göndürdü ve:
-Bilir misiniz, Rabbiniz ne buyurdu? diye sordu. Dediler ki Allah ve Resulü en
iyi bilendir. Resulullah dedi ki; -A!lah-u AzzeveCelle buyurdu ki: Kullarımdan
kimi banaınü'min, kimide kafirolaraksabahetti. Her kim Allah'ın fadl ve rahmet
iyle üzerimize yağmur f ydğ'clı dediyse işte o bana iman etmiş, yıldıza iman
etmemiştir. Her kim de üzerimize yıldız sebebiyle yağmuryağdı dediyse işte o,
bana iman etmemiş, yıld ıza iman etmiştir, buy urdu. (Müslim 1 C 71)
...Abdullah b. Amr(ra)'den
rivayete göre, o şöyle demiştir. "Ezberleme isteği ile resulullan
(sav)'den işittiğim herşeyi yazardım. Kureyş beni bundan menederek şöyle
dediler: "...Sen resulullah'tan işittiğin her şeyi yazıyorsun. Oysa Allah
resulü (sav) de bir beşerdir, öfkeli haldeyken de konuşur". Bunun üzerine
ben deyazmayı bıraktım. Sonradurumuresulullah'aarzettiğimde, resulullah (sav)
"...Yaz, nefsim elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, benden hakkın
dışında bir şey çıkmaz..." Buyurdu"(A. ibni Hanbel
2.12.192-İbnKesir13.C. 7529 S)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana vahy
olunmayan mes'eleierde ben de sizin gibiyim". (Taberani
Kebir, Hişkat 1 C. 51 69)
SAHITLIK
Islam
kardesleri! Islam'in en belirgin hedeflerinden biri de adaletin gerçeklesmesi
ve yerlesmesi, her türlü çesidiyle ve sekliyle zulmün önlenmesidir. Esitlik ve
adalet, Risalet-i Muhammediyye'nin; hatta bütün peygemberlerin risaletinin
amacidir. (Andolsun ki biz, peygemberlerimizi apaçik delillerle gönderdik.
Onlarla birlikte insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye Kitab' i ve mizani
(ölçüyü ve adaleti) indirdik.) Hayatin tüm alanlarini düzenleyen, yaraticinin
ve yaratilmislarin haklarini içerisinde bulunduran, her tür davranisi, sözü ve
fiili kapsayan bir adalet... Her alanda ve her insan için adalet... (Muhakkak
ki Allah; adaleti, ihsani ve akrabalara yardimi emreder.) Süphesiz Islam dini,
hukuk ilkelerini tayin ederek islahin kurallarini belirler ve hayir yollarini
tesis eder. Bu hayirli prensiplere ve islah yollarina ulastirici ve bunlarin
selametini garanti altina alan vasitalari da beraberinde getiren bir
dindir. Adaleti gerçeklestirmenin en
belirgin faktörlerinden ve esitligin en önemli dayanaklarindan biri de sahitlik
yapmak, sahitligin önemini ve rolünü bilmek, sahitligin geregini yerine
getirmek ve hakkini gözetmektir. Sahitlik, hak ile batilin ayrilmasi için bir
ölçüdür. Dogru iddialari yalanlarindan ayirir. Bazilari söyle der:
"Sahitlik, hukuk için ruh gibidir. Allah, nefisleri ruhlarla ve haklari da
dogru sahitlik ile yasatmistir." Sahitlik; toplumsal hayatin ve toplum
içerisinde gerçeklesen olaylarin, ailevi iliskilerin düzeni için zaruridir.
Süreyh rahimehullah söyle der: "Hüküm vermek bir hastaliktir. Sahitler ise
sifadir. Öyleyse, sifayi hastaligin üzerine bosalt!" Islam kardesleri! Sahitlik görevini hakkiyla yerine getirmek,
yapilmasi gereken bir yükümlülük ve zorunlu bir ödevdir. Allah Teâlâ söyle
buyurur: (Sahitligi Allah için dosdogru yapin) Sahitlik görevini yerine
getirenler, hayir ve ihsan ehlindendir. Fazilet ve iman sahibi kimseler grubundandir.
Allah Teâlâ, kendilerine ikram edilmis kullarin sifatlarini anlatirken söyle
buyurur: (Onlar ki, sehadetlerini dosdogru yerine getirirler.) Imanin
gereklerinden biri de kendi nefsi veya en yakin akrabasi aleyhine de olsa dogru
sahitlik yapmaktir. (Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan;
kendiniz, ana-babaniz ve akrabaniz aleyhinde de olsa Allah için sahitlik eden
kimseler olun.) Allah'in kullari!
Sahitlik görevini yerine getirmek; anlasmalara ve olaylara sahit olmak ve
bunlari mahkemede hakimler önünde dile getirmektir. Alimler söyle der:
"Bir anlasmaya ve kullarin haklariyla ilgili bir olaya sahit olmaya
çagrilan ve kendisinden baska bu görevi yerine getirecek kimse bulunmayan
kisinin çagrildigi seye sahit olmasi vacip olur. Degilse, menduptur. Sahit
olmaya tesvik edilmistir. Sahitlik, herkes için farzi kifayedir. Bütün bunlar,
sahit olma ile ilgili kurallardir. Sahit olunan bir sey hakkinda sahitlik
yapmaya gelince bu konuda da alimler söyle der: Sahitlik yapmak farzi
kifayedir. Yeterli miktarda kimse sahitlik yapinca digerlerinin üzerinden
sorumluluk düser. Herkes sahitlik yapmaktan kaçinirsa hepsi birlikte günaha
girerler. Bu sahitlerin disinda hüküm vermeyi saglayacak baska sahitler
bulunmaz ve kisinin hakkinin zayi olmasindan korkulursa sahitler için sahitlik
yapmak farzi ayn olur. (Çagirildiklari vakit sahitler gelmemezlik etmesin.) Bu,
insanlar arasindaki hukukta böyledir. Ser'i hadlerde ise efdal olan
gizlemektir. Sahitlik yapmanin hükmü bu
sekilde olunca, bunun aksi bir davranis olan sahitligi gizleme de seriatça
kötülenmis çirkin bir istir. (Sahitligi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, muhakkak
onun kalbi günahkardir.) Bazi alimler söyle der: Allah, (muhakkak onun kalbi
günahkardir) kavliyle sahitligi gizleyeni tehdit ettigi gibi hiçbir seyi tehdit
etmemistir. sahitligi gizlemek açik bir günah ve büyük bir suçtur. Allah Teâlâ
vasiyete sahitlik edenlerden bahsederken söyle buyurur: (Allah'in sahitligini
gizlemeyecegiz. Aksi takdirde muhakkak günahkarlardan oluruz.) Ibni Abbas söyle
der: "Yalanci sahitlik en büyük günahlardan biridir. Sahitligi gizlemek de
böyledir." Muhterem müslümanlar! Bu
yüce hakikatler anlasildiktan sonra bilmek gerekir ki, sahitligi had
cezalarinin isbati için esas ve haklarin ortaya çikmasi için bir yol kilan
Islam seriati; sahitligi, hedeflerini gerçeklestirecek sekilde kusatir ve
amacina ulastiracak kurallara uygun olarak belirler. Hedeflerine ve amaçlarina
ters düsecek bir konuma sapmasini önleyici esaslar ve prensipler çerçevesinde
yapilmasini ve yerine getirilmesini saglar. Buna binaen seriatta asil olan,
sahitligin bilgi ve açiklama üzerine bina edilmis olmasidir. Kaynagi güvenilir
ve emin olmalidir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ancak bilerek hakka sahitlik
edenler bunun disindadir.) Ve Yusuf aleyhisselam'in kardeslerini anlatirken
söyle söylediklerini bildirir: (Biz bildigimizden baskasina sahitlik etmedik.)
Alimler söyle der:"Asil olan sahitligin, görme ve müsahede ile olmasidir.
Sahitligin dayanagi, bilme yollarinin en kuvvetlisi olmasidir. Sahidin mutlaka
görmesi gereken öldürme, hirsizlik, gasp, süt anneligi, zina ve benzeri
durumlarda gözüyle görmeden sahitlik yapmasi sahih degildir. Sahidin duymasi
gereken anlasmalar, nikah, satis, kiralama, bosama ve benzeri durumlarda da
duymadan ve söyleyeni teshis etmeden sahitlik yapmasi sahih olmaz. Islam
kardesleri! Yukarida zikrettiklerimizden yola çikarak sunu söyleyebiliriz:
Insanin bilmedigi bir seye sahitlik etmesi veya bildiginin tersine sahitlik
etmesi büyük bir suçtur. Evet, nasil böyle olmasin ki?! Bu, yalanci sahitligin
ta kendisidir. Alimler, yalanci sahitlik hakkinda söyle demislerdir: Nedenleri
ve onu yapmaya sevkeden etkenler ne olursa olsun, dogrulukla alakasiz bir
sekilde yalan yere sahitlik yapmaktir." Hafiz Ibni Hacer söyle der:
""Zûr", bir seyi oldugunun tersi bir sekilde nitelemektir. Söze
nisbet edilirse, yalani ve batili içine alir. sahitlige nisbet edilirse,
yalanci sahitlik için özel bir isim olarak kullanilir." Bazilari söyle
der: ""Zûr", dogru sanilmasi için görünüsü düzeltilen ve
güzellestirilen seydir." Allah'in kullari!
Yalanci sahitlik, en büyük günahlardan ve en büyük suçlardan biridir.
Allah Teâlâ söyle buyurur: (Yalan söylemekten kaçinin.) Tirmizi ve diger
alimler, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in insanlara hitap etmek üzere ayaga
kalkarak söyle dedigini rivayet eder: "Ey insanlar! Yalanci sahitlik
yapmak Allah'a sirk kosmakla denk sayilmistir." Sonra Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem su ayeti okur: (O halde pisligin ta kendisi olan
putlardan ve yalan söylemekten de kaçinin.) Bu, güzel bir senetle mevkuf olarak
Ibni Mes'ud'dan da rivayet edilir.
Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in
söyle buyurdugu rivayet edilir: " Bunu, üç kere tekrar eder. "Evet, ey
Allah'in Rasulü" derler. "Allah'a sirk kosmak ve anne-babaya kötülük
etmek" buyurur. Sonra yaslandigi yerden dogrularak oturur ve "Dikkat
edin! Yalan yere sahitlik yapmak" buyurur. Râvi söyle der: "Bunu o
kadar tekrar eder ki, "Keske sussa!" dedik." Yalanci sahitligin
zarari gayet açiktir ve sonuçlari kötüdür. Yalanci sahitlik, sahitligi olmasi
gerekenden baska bir yöne çevirir ve batila dayanak haline getirir. Gerçegi
tersyüz eder. Adalet yerine zulme yardimci olur. Nasil olmasin?!. Yalanci
sahitlik, insaf ölçülerinin silinmesidir. Hükümlerin ifsadina, dogruluk ve
güvenilirligin yikilmasina yolaçar. Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in
kullari! Takva sahiplerinin yollarini arayin. Allah'in, haklarinda (Onlar ki;
yalanci sahitlik yapmazlar, bos ve batil seylere rastladiklarinda da sereflice
yüz çevirip geçerler) buyurdugu mü'minlerin yoluna koyulun. Allah, beni ve
sizleri Kur'an ile mübarek eylesin... Muhterem mü'minler! Muhakkak ki Islam seriati; toplumda
kardesligin tesisini, sevgi tohumlarinin ekilmesini, ayrilik ve çekisme
nedenlerinin giderilmesini siddetle arzular. Bu nedenle müslümanlara; haklarin
ve anlasmalardan dogan sonuçlarin korunmasi için, inkar etmeyi önlemek ve
anlasmazliga son vermek için isbat etme kuralini koymustur. Isbat etmenin en
güçlü yollarindan biri de sahit tutmaktir. Söyle denir: "Sahitler, yazili
belgeden daha hayirlidir." Allah Teâlâ, alisveris ve benzeri konular için
söyle buyurur: (Alisveris yaptiginiz vakit de sahit tutun.) Feshetme ve benzeri
konular hakkinda da söyle buyurur: (Aranizdan adalet sahibi iki kisiyi sahit
tutun.) Mallarin ve emanetlerin teslimi hakkinda ise söyle buyurur: (Mallarini
kendilerine geri verdiginiz zaman onlara karsi sahit bulundurun. Hesap sorucu
olarak Allah yeter!) Allah sizleri
korusun ve gözetsin! Allah'in emirlerine uyun ve yoluna tâbi olun ki kurtulusa
ve mutluluga eresiniz. Rabbinizin rizasini elde edesiniz. Sonra bilin ki, seçilmis peygamber Muhammed
b. Abdullah'a salât ve selamda bulunmak en temiz tâatlardan ve en faziletli
ibadetlerden biridir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve
melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça
selam eyleyin)
Seytanin
Hilelerinden Sakinin!.
Güç
ve kuvvet sahibi Allah'a hamdolsun. Yaratma ve emretme O'na aittir. O her
nefsin üzerinde gözeticidir. Dilegi mutlaka gerçeklesir. Hikmeti latiftir.
Kesin delil ancak Allah'indir. Allah dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi.
Rabbime hamdeder ve sükrederim. O'na tevbe eder ve O'ndan bagislanma dilerim.
Sehadet ederim ki Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur.
Buna, gerçek ve süphesiz bir sehadetle sehadet ederim. Ve sehadet ederim ki,
nebimiz ve efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O, güvenilir ve sözüne
sadiktir. Allah'im! Kulun ve Rasulün Muhammed'e, ailesine ve ashabina Kiyamet'e
kadar devam edecek salât ve selamda bulun ve onlari mübarek eyle!.. Bundan
sonra... Gizli ve asikar hallerinizde Allah'dan hakkiyla korkun ey
müslümanlar... Ahiret gününe kavusmayi dileyin ve bozguncularin yollarina
uymayin. Bilin ki ey Allah'in kullari, her seyin bir baslangici ve her
baslangicin bir sonu vardir. Her yarisin bir hedefi vardir. Muhakkak ki siz,
imtihan ve musibet dünyasindasiniz. Kiyamet'te ise cennet ve cehennem vardir.
Allah, cennete giden bir yol belirlemistir. O yol da Islam'dir. (Kim, Islam'dan
baska bir din ararsa bilsin ki kendisinden bu asla kabul edilmeyecek ve o,
ahirette ziyan edenlerden olacaktir.) (3/Âl-i Imran/85) Islam'da da helak edici
durumlardan kurtaran kötülükleri ve büyük günahlari defeden salih ameller
belirlemistir. Nimetler yurdu cennet için salih amel isleyen cennet ehlini
yaratmistir. Ve cennete davet eden davetçiler yaratmistir. Bu davetçiler,
peygamberlerdir. Allah'in salât ve selami onlarin üzerine olsun. Ve
peygamberlere tâbi olan; Allah'in kendilerine nimet verdigi, en üstün derecelere
çikardigi ve hayirlarda öne geçirdigi insanlardir. Allah Teâlâ söyle buyurur:
(Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse iste onlar , Allah'in kendilerine
lütuflarda bulundugu peygamberler, siddîklar, sehidler ve salih kisilerle
beraberdir. Bunlar ne güzel arkadastir! Bu lütuf Allah'dandir ve bilen olarak
Allah yeter.) (4/en-Nisa/69-70) Onlarin yasantilari iyi olmus ve kalpleri temiz
olmustur. Amelleri salih olmustur. Onlarin yaptiklarini yapan mutlu olur ve
ebedilik cennetini kazanir. Yine Allah
cehennem için cehennem ehlini yaratmistir. Onlar, cehennem ehlinin amelini
islerler. Allah, aci verici azapta ebedi olarak kalmaya götüren yollari
açiklamistir. Allah Tebârake ve Teâlâ; kötülüklerden ve Allah'in gazabina neden
olan, asagiliga ve cehenneme sürükleyen haramlardan sakindirmistir. Allah Teâlâ
söyle buyurur: (Kim Allah ve Rasulü'ne karsi gelirse bilsin ki ona, içinde
ebedi kalacaklari cehennem atesi vardir.) (72/el-Cinn/23) Allah'in, içerisinde
ebedi ve çesitli azaplar yarattigi o hayatin da bu dünyada davetçileri vardir.
Allah Teâlâ, cehennem ehli hakkinda söyle buyurur: (Onlari, atese çagiran
öncüler kildik. Kiyamet günü onlar yardim görmeyeceklerdir. Bu dünyada
arkalarina lanet taktik. Onlar, Kiyamet gününde de kötülenmisler arasindadir.)
(28/el-Kasas/41-42) Cehenneme davet edenler, günahlari güzel gösterirler.
Yapani helak eden günahlari islemeye çagirirlar. Cehenneme çagiran davetçilerin
en azilisi, Allah Teâlâ'ya en çok düsman olan nefislerin en kötüsü ve en pis
olani Iblis'tir. Allah ona lanet etsin. Bizleri ve tüm müslümanlari ondan ve
onun zürriyetinden korusun. Allah; itaat edenle isyan eden bilinsin, ceza ve
sevap verilecekler ortaya çiksin diye onunla imtihan etmistir. Söyle buyurur:
(Andolsun ki Iblis, onlar hakkindaki tahminini dogruya çikardi. Inanan bir
zümrenin disinda hepsi ona uydular. Halbuki seytanin onlar üzerinde hiçbir
nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inanani süphe içinde kalandan ayirdedip bilelim
diye (ona bu firsati verdik). Rabbin gerçekten herseyi koruyandir.)
(34/es-Sebe'/20-21) Ve söyle buyurur: (Ey Ademogullari! Size "Seytana
ibadet etmeyin, çünkü o sizin apaçik bir düsmaninizdir. Ve bana kulluk edin,
dogru yol budur" demedim mi?) (36/Yâsin/60-61) Her türlü kötülüge ve günaha çagiran bu azili
mahluka Allah, asamayacagi belirli bir güç vermistir. Mü'mine de onun
kötülügünü defedecek bir silah, onu maglup edecek bir destek vermistir. Allah;
Iblis'e vesvese verme, kalbe çirkin düsünceler atma ve batil fikirleri akla
getirme gücü vermistir. Önce günahi arzuya, sonra istege, sonra da eyleme
dönüsmesi için bunlari tekrar eder. Çünkü her eylemin baslangici, o eylemin
kalpten geçmesidir. Yine Allah; Iblis'e,
günahlari güzel gösterme gücü vermistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Seytan
onlara yaptiklarini güzel gösterdi.) (6/el-En'am/43) Fakat Allah, Iblis'e bir
seyi sevdirme gücü vermemistir. Bir seyi sevdirmeye yalnizca Allah azze ve
celle'nin gücü yeter. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Bilin ki içinizde Allah'in
elçisi vardir. Sayet o, birçok islerde size uysaydi sikintiya düserdiniz. Fakat
Allah size imani sevdirmis ve onu kalplerinizde süslemistir. Küfrü, fiski ve
isyani da size çirkin göstermistir. Iste dogru yolda olanlar bunlardir.)
(49/el-Hucurât/7) Ayrica Allah; bu azili yaratiga, kafirleri günahlara tesvik
etme ve kiskirtma gücü vermistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Görmedin mi; biz
kafirlerin üzerine kendilerini iyice (isyankarliga) sevkeden seytanlari
gönderdik. Öyle ise onlar hakkinda acele etme! Biz onlar için teker teker
sayiyoruz.) (19/Meryem/83-84) Allah,
Iblis'e öfkeye sevketme ve bir tür dürtü gücü de vermistir. Yine Allah bu açik
düsmana kalbe vesvese verme, tahrik etme gücü vermistir. Üfürüp sisirme gücü
vermistir. Allah'in haber verdigi, seytanin bütün bu hileleri zayif hilelerdir.
Seytanin ameli, iman ve Allah'a sarilma ile yokolur ve erir gider. Allah Teâlâ
söyle buyurur: (Süphe yok ki seytanin hilesi zayiftir.) (4/en-Nisa/76) Ve
Allah, bu düsman hakkinda söyle buyurur: (Gerçek su ki; iman edip de yalniz
Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (seytanin) bir hakimiyeti yoktur. Onun
hakimiyeti ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak kosanlaradir.)
(16/en-Nahl/99-100) Allah'a tevekkül eden mü'minler karsisinda hiçbir gücü ve
kudreti yoktur. Bu açik düsmanin varligina inanir, etkisini biliriz.
Kötülügünün sonuçlarini da açikça görürüz. Allah bizleri ve tüm müslümanlari
ondan korusun. Bu düsman, her hayirli yolun basina ondan geri çevirmek için
oturmustur. Hayir yolunun tersine davet eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Iblis
dedi ki: "Öyle ise beni azdirmana karsilik and içerim ki ben de onlari
saptirmak için senin dogru yolunun üstüne oturacagim. Sonra elbette onlara
önlerinden, arkalarindan, saglarindan, sollarindan sokulacagim. Ve sen, onlarin
çoklarini sükredenlerden bulamayacaksin.") (7/el-A'raf/16-17) Ancak Allah Teâlâ'ya sarilarak Iblis'in
kötülügünü defedebilir ve hilelerini bosa çikarabiliriz. Saptirmasindan ve
fesadindan kurtulabiliriz. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Her kim Allah'a
baglanirsa kesinlikle dogru yola iletilmistir.) (3/Âl-i Imran/101) Seytandan
kurtulus; Kur'an ve Sünnet ile amel etmekle, insanlari buna çagirmakla olur. Ey
müslümanlar!. Allah Teâlâ bizlere, bu düsmanin insani helaka sürükledigini,
sonra da onu terkedip onunla alay ettigini bildirir. Allah Teâlâ söyle buyurur:
(Allah'a andolsun ki, senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermisizdir.
Fakat seytan onlara amellerini güzel gösterdi de iman etmediler. Iste o, bugün
onlarin velisidir. Onlar için elem verici bir azap vardir.) (16/en-Nahl/63)
Nuh'un kavmine, Âd ve Semud kavimlerine, Ibrahim'in kavmine ve Ashab-i Medyen'e
sirki, küfrü ve günahlari güzel göstermistir. LÛt'un kavmine fuhsu, isyankar
nesillere günah ve isyan çesitlerini güzel göstermistir. Baslarina Allah'in
azabi gelince de pismanliklari hiçbir fayda saglamamis ve seytan onlara hiçbir
fayda saglamamistir. ((Münafiklarin durumu) tipki seytanin durumu gibidir.
Çünkü seytan insana "Inkar et!" der. Insan inkar edince de "Ben
senden uzagim. Çünkü ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarim" der.
Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedi kalacaklari ates olacaktir. Iste bu
zalimlerin cezasidir.) (59/el-Hasr/16-17) Ahirette ise bu seytan, yüksek bir
atesten tepenin üzerine çikarak kendisine uyanlara seslenir. Allah Teâlâ söyle
buyurur: (Hesaplari görülüp is bitirilince seytan diyecek ki: "Süphesiz
Allah size gerçek olani vadetti. Ben de size vadettim ama yalanci çiktim. Zaten
benim size karsi bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çagirdim ve siz de benim
davetime hemen kostunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi
kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Kuskusuz daha önce ben, beni
ortak kosmanizi reddettim. Süphesiz zalimler için elem verici bir azap vardir.)
(14/Ibrahim/22) Geriye ancak inleme ve hiçkirma, pismanlik, aglama ve feryat
etme kalir. Allah onlara söyle der: (Alçaldikça alçalin orada! Bana karsi
konusmayin artik) (23/el-Mü'minûn/108) Müslümanin, kendisiyle bu açik düsmanin
hilesini bosa çikarabilecegi seylerden biri de Allah'a siginmaktir. Allah'a
siginmanin anlami O'nun himayesine girme, O'na tutunma ve O'nun korumasina
basvurmadir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Eger seytandan gelen kötü bir düsünce
seni dürtecek olursa hemen Allah'a sigin. Çünkü O; isitendir, bilendir.)
(41/Fussilet/36) (Ve de ki: "Rabbim! Seytanlarin kiskirtmalarindan sana siginirim.
Onlarin yanimda bulunmalarindan da sana siginirim Rabbim!")
(23/el-Mü'minûn/97-98) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yaninda iki
adam birbiriyle atisir. Onlardan birinin yüzü öfkeden kipkirmizi kesilir ve
boyun damarlari siser. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Ben bir söz biliyorum. Sayet onu söylerse hissettigi sey (öfke) gider:
"Eûzu billahi minesseytânirracim / Kovulmus seytanin serrinden Allah'a
siginirim." Seytanin hilesini ve
kötülügünü defeden seylerden biri de cemaatle namaza devam etmektir. Allah
Teâlâ söyle buyurur: (Süphesiz namaz hayasizliktan ve kötülükten alikoyar.)
(29/el-Ankebût/45) Ve Iblis hakkinda söyle buyurur: (Seytanin adimlarina
uymayin, çünkü seytan süphesiz ki hayasizligi ve kötülügü emreder.) (24/en-Nûr/21)
Bir hadis-i serifte Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim
sabah namazini cemaatle kilarsa o kimse aksam oluncaya kadar Allah'in
zimmetindedir." Yine, seytanin serrini defeden seylerden biri de Ayetu'l
Kürsi'yi; Ihlas, Felak ve Nâs surelerini her namazin arkasinda okumaktir.
Müslüman mescide girince "Bismillah, vessalâtu vesselamu alâ rasulillah /
Allah'in adiyla, salât ve selam Rasulullah'in üzerine olsun" der. Kur'an-i
Kerim'i çokça okumak da seytanin serrini uzaklastiran etkenlerdendir.
Kur'an'in, seytani uzaklastirmada özel bir ayricaligi vardir. Kul ne kadar çok
Kur'an okursa, kovulmus seytandan nefsini o kadar korur. Allah'in, kendisiyle seytanin serrini
defettigi seylerden biri de zekat ve sadaka vermek, hayir yollarinda harcama
yapmaktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Sadaka,
suyun atesi söndürmesi gibi günahi söndürür." Müslüman günahtan korunursa
büyük bir kötülükten kurtulmus olur. Iyilik yapmak, kötülüge düsmeye mani olur.
Seytanin hilesini uzaklastiran seylerden biri de Allah'i tesbih ederek,
hamdederek, tekbir ve kelime-i tevhid getirerek, istigfar ederek Allah'i
zikretmektir. Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Ebu Hureyre radiyallahu
anh'tan rivayet edilen bir hadiste Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle
buyurur: "Mü'min, günün basinda yüz kere "Lâ ilahe illallahu vahdehu
lâ serike lehu, lehu'l mülku ve lehu'l hamdu vehuve alâ kulli sey'in kadîr
/Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Mülk O'nundur ve hamd
O'nadir. Ve O, her seye gücü yetendir" derse bu ona o gününde seytana
karsi bir korunma olur. On köle azad etmis gibidir. Allah ona yüz sevap
yazar." Allah'in, kendisiyle seytanin serrini uzaklastirdigi seylerden
biri de Allah yolunda cihad etmektir. Hayir ve ilim meclislerinde bulunmak;
oyun ve eglence meclislerinden, batil ve gaflet meclislerinden uzak durmak da
Allah'in kendisiyle seytanin serrini uzaklastirdigi seylerden biridir. Çünkü,
eglence ve batil meclislerinde seytan hazir bulunur. Aralarina düsmanlik, buguz
ve mutsuzluk sokar. Kötülük, içki içme ve büyük günah isleme noktasina kadar
ulasabilir. Basinda ve sonunda bu seytanin kötülügünden kutaracak seylerden
biri de tevhid ve Allah'a tevekküldür. Sadece O'na dayanmak ve bütün ibadetleri
yalnizca Allah için yapmaktir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Süphesiz kullarim
üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azginlardan sana uyanlar
müstesnâ.) (15/el-Hicr/42) Allah'dan hakkiyla korkun ey müslümanlar!.. Seytanin
hilelerinden ve gaflete düsürmesinden, seytanin adimlarindan ve tuzaklarindan
sakinin. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ey iman edenler! Hep birden barisa girin,
sakin seytanin pesinden gitmeyin. Çünkü o, apaçik düsmaninizdir. Size apaçik
deliller geldikten sonra eger baristan saparsaniz sunu iyi bilin ki Allah
Aziz'dir, Hakîm'dir.) (2/el-Bakara/208-209) Allah beni ve sizleri Yüce Kur'an
ile mübarek eylesin... Kendisine itaat eden ve kendisinden hakkiyla korkanlari
izzetlendiren, emrine karsi çikip kendisine isyan edenleri ise zillete düsüren
Allah'a hamdolsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve
ortagi yoktur. O'nun disinda bir ilah yoktur. Ve sehadet ederim ki, nebimiz ve
efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'im! Kulun ve Rasulün
Muhammed'e, ailesine, ashabina ve O'nun yolundan gidenlere salât ve selam eyle;
onlari mübarek kil!. Bundan sonra... Allah'dan hakkiyla korkun ey müslümanlar!.
Ve bilin ki; Iblis, ademoglunu her türlü kötülüge çagirir. Hiç birini
küçümsemeden her hayir yolunun önüne geçer. Ademoglunu ilk çagirdigi sey küfürdür.
O, bu daveti kabul ederse iplerini seytana teslim etmis olur. Seytan da onu,
dünya ve ahirette her türlü kötülüge ve helaka sürükler. Onun küfre davetini
kabul etmezse bid'ata çagirir. Çünkü çogunlukla bid'at sahibi bid'atindan
dönmez. Çünkü o bid'ati din olarak görür ve seytan bununla sevinir. Buna da
gücü yetmezse onu büyük günahlari islemeye çagirir. Büyük günahlara da
çagiramazsa, küçük günahlarda israr etmeye davet eder. Buna da gücü yetmezse;
onu, müstehaplari terkederek mubahlarla ugrasmaya, kendisini ilgilendirmeyen
seylerle mesgul olmaya çagirir. Süphesiz
seytan, nefsi gözetler ve onun isteklerine bakar. Ona, meylettigi yönden ve
sevdigi açidan yaklasir. Nefsin ragbet ettigi ve istedigi yönden ona kötülük kapilari
açar. Allah'in rahmet ettigi hariç nefis de kötülügü emreder. Allah Teâlâ söyle
buyurur: (Ey insanlar! Allah'in vadi gerçektir; sakin dünya hayati sizi
aldatmasin ve o aldatici seytan da Allah hakkinda sizi kandirmasin. Çünkü
seytan sizin düsmaninizdir, siz de onu düsman sayin. O kendi taraftarlarini
ancak ates ehlinden olmaya çagirir.) (35/Fâtir/5-6) Muhakkak ki seytan, kulun
küçük gördügü masiyetlere ve önemsemedigi günahlara razi olur. Seytanin size
müdahalesinden sakinin ey Allah'in kullari!. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem söyle buyurur: "Süphesiz seytan Arap yarimadasinda kendisine ibadet
edilmesinden ümidini kesmistir. Fakat aranizi bozmaya çalisir." Allah'in kullari! Süphesiz Allah kendi ismini
zikrederek basladigi bir isi size emreder. Söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve
melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça
selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56)
TAGUTLARIN REDDI
Şüphesiz insanlığın yaradılış gayesi, hiç bir
ortak tanımadan Allah'a onun istediği
ve resulünün gösterdiği şekilde
ibadet etmektir. Yani kulluktur.
Bu kulluğun en güzel şekliyle gerçekleşmesi
için, mutlaka Allah'ın indirdiği nizama göre hareket şarttır. Yani, Kitaba ve
Sünnet'e göre inanç ve amel zaruridir. Buna da, bilindiği gibi bütün resullerin
getirdiği şeriatta "Tevhid" adı verilmiştir. Yani insanlık sadece ve
sadece tevhid için, Allah'ı birlemek için yaratılmışlardır.
Şüphesiz, "Her şeyin zıddı ile kaim
olduğu" şu alemde, insanlığın yaradılış gayesi olan " Tevhid" de
zıddı ile kaimdir. Ve bunun adı da, şirk'tir, küfur'dür. Bunlardan birinin
gerçekleşmesini Allah'u Azze ve Celle istiyor ve emrediyor, diğerini ise şeytan
alehilla'ne istiyor ve emrediyor.
Tıpkı karanlık ve aydınlık misali, insan
hayatına biri dogmadan diğeri ortadan kaybolmaz asla. Nasıl ki, aydınlığın
gelmesiyle karanlık ortadan kayboluyorsa, ay 6 nen, Tevhid'in insan hayatına
doğmasıyla da şirk ve küfür ortadan kayboluyor. Ve yine aynen, nasıl ki,
karanlığın gelmesiyle aydınlık ortadan kayboluyorsa, küfür ve şirk'in de insan
hayatında vuku bulmasıyla tevhid ortadan kayboluyordu.
İşte Allah'u Azze ve Celle, insanların
kapkaranlık, hatta zifiri karanlık bir hayat içerisinde bulundukları sırada
kendilerini o karanlıktan aydınlığa çıkaracak bir elçi ile yine o büyük
rahmetini, merhametini ve şevkatini insanlara bir kez daha hatırlatmıştır.
"Allah
inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin
dostları da tağuttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar Ateş
halkıdır, orada ebedikalacaklardır" (Bakara 267 ay O
Görüldüğü gibi Allah'u Azze ve Celle bu ayeti
kerimesinde kendisinin inananların dostu olduğunu, küfredenlerin dostlarının
ise, Tagutlar olduğunu bildirmiştir. Binaenaley küfredenlerin ve şirk
koşanların karşısına çıkan tüm davetçiler, onların hakiki bir imana sahip
olmaları için ilk önce tağutları reddetmelerini istemişlerdir. Çünkü Allah'a
imanın gerçekleşmesi , için, tagutları inkâr şarttır. Kendisinin de bir ayeti
celilesinde buyurduğu gibi:
"...Kim tağutu
inkâr edip Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır..."
(Bakara 2S6 ay.)
Bu ayeti kerimede de zikredildiği
gibi, Allah'a iman'dan önce mutlaka
tağutların reddi ve inkarı
gerekmektedir. Çünkü, tağutu
tanıyamayan, onu bilmeyen ve onu reddedemeyen herkes küfür ile imanı
birlikte yürütme gafletine dalacaktır. Aynı cahiliyye toplumlarında olduğu
gibi.
O halde biz, neyi kabul ve neyi reddedeceğimizi
şuurlu ve basiretli bir şekilde öğrenmek mecburiyetindeyiz. Öyle ya, madem ki
Allah'a iman için tağutları red ve inkâr şarttır, o halde biz tağutun ne
olduğunu, tağut denilince ne denilmek istendiğini, ve onun inkâr ve reddi
nasıl gerçekleşecektir, onu Öğrenmeye çalışalım.
TAĞUT:
"Tuğyan kelimesinden türemiştir ki Tuğyan;
Azmak, taşkınlık etmek manasınadır".
Ragıp El Esfahani: Müfredatında
"Ta-ğa" maddesinde "Tuğyan; Allah'u Azze ve Celle'ye isyan etmek
manasınadır" diyor.
İmam Muhammed îbn Cerir: "Tağut; Allah'ın
indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad
eden her varlıktır. (Cemiu-1 Beyan fi-Tefsirul-Kur'an - Mısır 1334: Cilt 3.
say. 13).
İmam Şevkani: " Cîbt; Puftur. Tağut; ise
putların eli arasında yalan açıklamalarla insanları saptıran kimse
demektir". (Şevkani, Tefsir 1. 1964')
îbn Kesir: " Tagut; Kitap ve Sünnet'ten yüz
çevirerek bunların dışındaki batılları kabul eden herkestir" (İbn Kesir 4
C. 1748 Nisa. 60. Tef).
îbn Kayyım El-Cevzi: "Tağut; ibadet, ittiba
veya itaat konusunda haddini aşan mahluk demektir.
Her cahiliyye toplumunun bir tağutu vardır. Her
toplumun tağutu
Allah ve resulü dışında muhakeme olundukları
veya Allah'tan başka tapındıkları, Allah'ın emir ve hükümleri karşısında
basiretsizce tabi oldukları veya itaatta bulundukları şeylerdir" (İlyamul
Muvakkin l.C. 50.52 say.)
Gerçek kitap ve sünnetin, gerekse ona tabi olan
ilim ehlinin tağut hakkındaki sözlerinden özet olarak şöyle anlıyoruz:
TAĞUT: İnsanı Allah'a ibadetten alıkoyan,
Allah'a giden yolu kapatan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve Resulüne tabi
olmayı önleyendir. Bu, cin ve insanlardan olabileceği gibi, ;.
taştan, ağaçtan, maddeden heva ve hevesten de olabilir. Ve yine:
İnsanlar
arasındaki hukuki
ilişkileri, davranış biçimlerini, ekonomik meseleleri kısaca her
türlü beşeri münasebetleri düzenleyen ve müeyyideye bağlayan
Kur'an ve Sünnetten kaynaklanmayan ister yabancı olsun, ister yerli olsun her
türlü beseri kanun, ilke, değer yargısı ve davranış kalıpları bu kelimenin
anlamı içine girer.
Bu kanunları koyanlar da bunu
bilinçli bir şekilde kabul edip tasdik edenler de ayenen tağutturlar.
Buraya kadar Tağut'un gerek lugavi manasını ve
gerekse ıstılahı manasını kavrayabildiysek ki, -inşallah kavramışsızdır- şimdi
tağutu reddetme-nin ne şekilde olacağını, insanın onu hayatından nasıl
uzaklaştıracağını ve Allah'a imanın nasıl gerçekleştireceğini anlatmaya
başlayabiliriz.
Kur'an, Allah'a iman etmeyi
emretmiş ardından, O'na iman etmek isteyenlere ilk Önce tağutları
reddetmelerini ve hayatlarından onları uzaklaştırmalarını istemiştir.
Onun içindir ki, her gönderilen peygamber kendi
zamanında kavmini zamanın tağutlarından haberdar etmiş ve onları reddetmelerini
istemiştir.
"Biz her ümmete,
yalnız Allah'a ibadet etmeleri ve tağuttan kaçınmaları için bir peygamber
gönderdik.." (nahl 36 ay.)
Eğer o tagut bir insan ise, bir fikir ise, veya
bir ekol ise bu kavmin anlayabileceği en güzel şekliyle izah olunmuştur. Bu da
Allah'u Azze ve Celle'nin insanlara karşı merhametini gösterra ektedir.
Son peygamber Muhammed (sav) ise, kendisinin
şahsında bütün insanlığa nazil olan Kur'an-ı kerimde aynen önceki
peygamberlerin yaptığı gibi ümmetini adı geçen tağutlardan şiddetle
sakındırmıştır,
Tagutların reddedilmesi ve onlardan uzak
durulmasını Allah (cc) kitabının sekiz yerinde zikretmiştir. Gönül ister ki
Kur'an'da bu sekiz yerde zikrdlunan tağutu her fert okusun, öğrensin ve sonra
da başta oğluna, kızına, ailesine ve diğer insanlara anlatarak bu konuda onları
uyarsın. Çünkü bu en azından bir müslümaniçin iman borcudur. Tağutu tanımayan
ve onu gerektiği gibi bilmeyen herkes, imanla küfrü içice yaşamaya
başlayacaktır. Öyle ya, Tagut ile imanın aynı kefeye koyacak, neticede kontak
atacak ve böyle karışık bir imzanın sahibi hem imanı hem de tağutu kabul etme
yoluna girecektir.
Adem'in oğlu kabil ile başlayan, şeytan, nefis,
neva ve arzularla desteklenen Tagut, hayatın içerisindedir. Özellikle
İslâmlaşma mı ş hayatla iç içedir. Sinsi ve kaypak sıfatıyla teneffüs edilen
hava gibi girmediği yer kalmamıştır.
Kalemin ucuna siner, kapitalistin kasasına
oturur, şehvetpereslere zemin hazırlar, hükümde söz sahibi olmak ister, fitne
olur, zulüm olur, fışkı fücur olur, sahte rablık taslar, insanları kendisine
ibadet ettirir... Sayılmayacak kadar mahareti ve düzenbazlığı olan tagutun üç
ayağı vardır. Bu ayaklar tağutu yemler, besler ve dimdik ayakta tutar. Bu üç ayak:
İNKAR, İFTİRA ve YALANDIR.
Evet, tağut insanı kandırmak için bu üç
sermayesini kullanır. Dikkat edilirse vahiy sistemini reddedenlerin sığındığı
şemsiyede de bu üç unsur mevcuttur.
1) İnkar ederler 2) Vahye İftira Atarlar
3) Hakkı Tekzib ederler
O hâlete, Allah'a inran
etmek İsteyen, inkar, iftira ve yalanları hayatını sürdüren tagutu reddetmezse
nasıl iman edebilir ki. Elbette ki iman edemeyecektir. Ya iman, ya tagut, ya
iman yada küfür. İkisini birden kabul etmek insanı vahy sisteminin dışına atar.
İnanan hayatının her sahasından tağutu dışarı atmadığı müddetçe, imanını
muhafaza edemez. Çünkü tagut ne derece insan hayatına girmişse, o derece iman
oradan uzaklaşmıştır. Allah'u Azze ve Celle ise, imanı tutup tağutu
kovalamalarını insanlardan istemektedir. Ve yine, her türlü mücadelenin iman
yolunda yapılmasını istemiş, tagutların yolunda -isterse samimiyetle Allah
adına yapılsın- yapılan her türlü işlemlerin, amellerin kendi katında bir
değeri olmayacağını bildirmiştir.
“TESETTÜR” 26 / 11 / 1999
Bilinip
veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı
hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten
büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi
vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü
ayeti kerimede buyurduğu gibi :
“Göğü,
yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin
zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/ 27)
Allah(c.c)
yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet
etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde
toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.
Ama
ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla
yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş
ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak
bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal
hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı
yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey
değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. -Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun
için yaratılmıştır diye. Buda aynen:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”
(Zariyat(51)/ 56)
Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara
Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan
gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor:
İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye
yarattım.
Bunu
Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık,
diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir
değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu
gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir
değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi
bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblelliğini
gösterir.
Aynen;
kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia
etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur.
Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını
ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve
Teâlâ’nın dediği gibi:
“Sizi
biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?” (Vakıa(56)/ 57)
İnsanoğlu
ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır.
İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve-Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten,
hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.
Çünkü
insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise
bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir.
Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir
varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir.
İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu gösterir.
Aynen
evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbide devrede olarak
düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir zamanlar
ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi,
birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi
kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları
birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın
kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi
bundan daha aptallığını ifade eder.
Bunu
itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır.
Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu da bir gerçektir
ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun hiç
değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar,
insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli -
safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu
Teala şöyle buyurur:
“Biz
insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel
işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.” (Tin Suresi(95)/ 4 - 6)
Güzel
bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen
insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli - safilin- dediğimiz yere atılması
mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir
iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.
Demek
ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye
(alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme
ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın
misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyene çıkar meleklerin dahi
gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse -esfeli
- safilin- aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha
aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah
(c.c.) şöyle buyuruyor:
“Biz,
cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat
onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların
kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler;
hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.” (Araf Suresi (7)/ 179)
Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu
organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu
Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın
sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin
hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için
yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış
olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeble kim Allah’a itaat
ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de
hayvanlar daha iyidir. Bu sebeble Allah (c.c) “Onlar hayvanlar gibidirler,hatta
daha sapıktırlar...” buyurmuştur.
Ve
yine bir ayeti kerimede:
“Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip
akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta yol
itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”
(Furkan Suresi (25)/ 44)
Durumları
otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını
bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları
halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak
koşmaktadırlar.
Evet,
Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve alçalmaya muhatap olanların yarısı da kadınlardır
diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine
ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri
fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.
Yani
eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya
müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.
Yeryüzünün
iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar
birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu
ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine
meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti
kerimede;
“Size,
kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza
sevgi ve merhamet koyması da O’nun delillerindendir.” (Rum Suresi (30)/ 21)
Allah (c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa
olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini
erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları da başka bir cinsten
yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine
ısınma meydana gelmezdi.
Buda
gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki
parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık diyor. -Birbirinize
ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra
aranızda “meveddeden ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık, diyor.
“Mevedde”
kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun
ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik
arzeden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama
“mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde”
kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.
Yani
nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi iseler,ihtiyarlayıp gençliğinde
değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok
birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve
bu rahmet ancak telakki ediliyor.
Ve
kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün
değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü,
azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük ayetler yani
delillerdir, diyor.
Yukarıda
zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;
“İnsanoğlu kabul etsede etmesede,
tasdik etsede etmesede, inansada inanmasada onu biz yarattık, diyor. (Vakıa (56)/ 57)
Sonra
dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz
aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde yarattığını
belirtiyor. Hemde sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız
için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hemde bu iki unsur, birbirini
tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle,
duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.
Bunu
birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını
sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’nin sair emir ve nehiylerine
tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı
o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.
Yani
şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla
beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi,
onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi
sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve
merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi
bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.
Ama
çocuğun ana - babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir
“isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:
“Rabbin
yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan
biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile - deme, onları
azarlama ikisine de güzel söz söyle.”
(İsra Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi
(29)/ 8), (Taberani 5.c.272. / Müslim / 2551- 85.)
Buna
rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece
bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama
aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin ,diyor.
Yani
ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana babasına yaptığı bir itaat ve isyan
meselesidir.
Aynen
insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç
duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle
şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir
gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı
kalarak gidilmiştir.
İşte
böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını
tamamlayan tek bir bütündür.
Birbirlerinden
ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani
ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak
tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle
buyuruyor:
“Kul
evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan
korksun.”
(Tergib
veTerhib 4.c / 203sy, - Beyhaki ,- Taberani / Evsat’ta ,- Hakim)
Yukarıdaki
sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet
yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün
oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da
bir yarımlılık sayılıyorlar.
Hadiste
de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve
erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli
ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve
geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.
Kadına,
Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin kendine de böyle Allah’ın çizdiği bir şeri daire yok
mudur ? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele alınıyordu
erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna biraz
sonra değineceğiz. İnşallah.
Allah’ın
kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına
çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu
dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu
toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep aksini
düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar
büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.
Kadının
fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir.
Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en
büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin
içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istihdadı
vardır.
Yani
kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl
olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak istihdadadır
kadın.
Çünkü,
içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü
kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının
bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve
kadındır. Bunu anladınız değil mi.
Kadının
salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında
toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun için kadının salahı
toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai
hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin değil. Burada zıt
düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak, neden erkeğin
salahına bağlanmıyor da kadının salahına
bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:
“Sizin
en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor.
(Tirmizi / 2743 / 1171- Hakim, Müstednek 1/
53,- İbn Mace / 1609)
Bu ne
yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.
Yani
neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini
siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir.
Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle
denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”
Onun
için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına
bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim
oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda toplumlara, her şey
ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o
ifsat edildi mi otamatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa
toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin.
Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira
Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:
“Benden
sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.
(Tirmizi
/ 2929, - İbn Mace / 3998, - Buhari)
Evet
benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu
mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını
aşağılayıcı itham edici bir söz cümlesi
olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından büyük bir fitne
yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı gibi değil öyle.
Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar, ama sizin
devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.
Buradaki
fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum,
buradaki fitne kelimesi imtihan manasında.
“Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani onların ifsat
olması.”
Bu
mefhumu, muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin
salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da
söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin
içinde çok büyük bir hayır manası taşır.”
Bu
söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler
büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için.
Neden büyük fitne olmaz? -Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.
Mesela;
benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa birde kalbimin üzerinde
yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle
ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım santimlik yarığın ne önemi var.
Bunu
şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım
santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara
gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir.
Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) - “Benden sonra size kadından
daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele
alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.
Toplumun
salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın
Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:
“...
İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur.
O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.
Buhari
/ 4.c 1900 , Müslim / 1599 - 2564 , Dârimi / 2535 , İbn Mace / 3984 , Nesai /
443
Yani
nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı
tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı
tutulmuş.
Kadının
gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi
erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye
düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır.
Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu
cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı
hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var.
Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve
kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve
erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.
Küçük
bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın - deyin. İkinizde
eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç
yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait
değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi
değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip
olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan
Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir
töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat
olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük
fitne olur.
Burada
ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür.
Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN
tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün
çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.
Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi ele
alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:
“Göbekle
diz kapağı arasıdır.” (Taberani Mucemus
Sağır / 709)
Bu
bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor.
Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,
“Kadın
avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”
(Tirmizi / 1182)
Avret
dediğimizde yani kadın çekici ve cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele
alınıyor. Erkekler gibi sadece “göbekle diz kapağı arası”gibi değil. İşte bu
şer'i ölçü dahiline alınmalıdır. Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle
emretmiştir. Tipinde ele alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası
gündeme almaz.
Bir
amelin kabulü için iki şart vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği
nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için
yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil.
Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı gösterir.
Türkiye
ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil
mi? Bu onun dinine bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın
kapanması illa imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması
gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş
şalvar giyer, başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak
yapıla gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun
imanına delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.
Bu
neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması onun şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan
bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun imanlı olduğunun alametidir.
İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan
orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu
toplumdaki alameti farklıdır.
Bizim
işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız
gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti
olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi
anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil,
Allah Subhanehu Teala emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman
alameti olur. Yoksa ana - babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.
Bununla
neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur.
Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına
tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar
vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan imanında sahibine bir faydası
yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın bir alameti olması gerekir.
Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için buradaki kasıt kadının
yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i ölçüler dahilinde bir daire
içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez. Amelin ihlas yönünü genişlettiği
müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan ifsada Güya rağbeti artıran esas
kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir payı yoktur.
Bu
sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir.
Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi.
Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için
illa geçerli sebeplerin olması gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler
gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe
oluyor.
Bunu
şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani
insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği zaman normal ayak topuklarından
bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok
çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan
için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor.
Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.
Onun
için insanlığın devamının bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek
manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için
çerçeve dahiline alınma insanın “mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle
ki, Subhanehu Teala’nın koymuş olduğu bu
“mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir.
Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği
bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve
sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının
fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın
erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla.
Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz
şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz
ki kadın şeytan suretinde gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın
gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”
(Müslim
/ 1403)
Ve yine bir hadisi şerifte:
“Kadın
bütün olarak cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tezim eder”
diyor. (Taberani / Mucemus Zevaid, K. Salat 2 / 35)
O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir.
Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı
zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat
edilmek için kullanılır.
Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip
meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu
mevzuda salah mevkiinde oturan herhalde
ilk insan kim olur. Yani kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada
düşmeyecek tek kişi kim olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi?
Misali verirken de bakın kendinden veriyor.
“Cabir
(r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben
zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu
(sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:
“Şüphesiz
ki kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın
gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir” buyurmuştur.
(Müslim / 1403)
Bakın
bu misali kendisinden veriyor. Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması
sebebiylede olsa böyle bir cazibenin dairesine girebilir. Binaenaleyh şeri
ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani kadında olsa şeri çerçeve
çiziliyor, erkekte olsa. Kadın için ama başkasını korumak için gündeme geliyor.
Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.
Yani kadın hem kendisini koruyor hem de
başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin
işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.
Onun için kadını fitnede odak noktası yaptığı
gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir
şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi
anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:
“Kim
bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir
kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...”
(Maide
(5) / 32)
Yani
insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir
şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.
Yine
bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:
“Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken
burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında”
demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani
ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı
olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;
“Üç
şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın
ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor.
Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir
meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta
kullanılan şöyle bir ifade vardır. “ haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin
hayırlısı iyidir ama haya kadında daha güzeldir” diyor.
Yani
hayanın kadına kazandırdığı değer çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler
kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha çoktur.
Sahabenin
biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir?
Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):
“Anandır
dedi. Adam: - Sonra kim? - Anan. -Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya
Resulullah ? deyince. - Babandır, buyurdu.”
(Tergib ve Terhib 5.c 126 say - Buhari Müslim )
Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu
meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu
anladınız değil mi?
Önce
bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık
olarak alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat
edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun.
Ama kadını ifsadda kullanmak mümkündür.
ifsat
ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın şimdi:
“Bilin
ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir.”
(Enfal (8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)
“Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız
sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)
Aynı
zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek
ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi
eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”.
Düşmanlık onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak
ele alıyor.
Kadını
en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş”
olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır.
Şimdi:
“Size
benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” (Buhari 11.c 5188)- derken
kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini
kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil.
Ama;
“Cennet
anaların ayakları altındır.”
(Tergib ve Terhib 5.c 114.sy, İbn Mace - Nesai -
- Hakim)
Derken
ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir.
Hususiliğe zarar verecek bir tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi
bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim
gocunmayacak. - Ana - Saliha bir eş -gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin
gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız değil mi?
Ondan
sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar değeri verirken onun görünümüne
yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir
kapanma ile.
Kapanmanın
şimdi fiziki ve maddi yönü ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir.
Yazın sıcağında erkeğin başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında
kısa bir şeyler giyerek dolanacak.
Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği gibi
kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda
açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı
arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede
meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen
değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu
değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.
Hem
erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada
erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi
yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta,
onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.
Bak
şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması
kadınlar üzerinde hakim bir durumda olması:
“Erkekler,
kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.”
(Nisa Suresi (4) 34, E. Davud/ 2142, İbn Mace/
1850)
“...Erkeklerin
kadınlarından bir üstün derecesi vardır.”
(Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:
Kays
bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde
(Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm.
Bende kendi kendime; Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim.
Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların
önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde
etmemize sen daha layıksın, dedim. Resullullah (sav): “Sakın bana ve kabrime
secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim,
Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların
kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.
(E. Davud/ 2140)
Ona
maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte hata olmaz.) Hadi seninde hatırın
olsun. Kadına verilen manevi bir değerin yanında - sende ona hükmeden birisi
ol. Sanki bu erkeği avutmak için verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu
ibareleri kullanırken de dikkat etmek gerekir.
Yani
erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz
sahibi olması inanın avutmak için bir pay sayılır arkadaşlar.
Kadına
verilenle ölçülecek olursa kadının küçücük bir eziyetine, külfetine,
kapanmasına karşılık verilen dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak.
Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonrada seviye sahibi olacaksın. İşte
alınmasın diye, seninde hatırın olsun, seninde seviyen olsun, seninde gönlün
olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte denmiş.
Şimdi birisi gelip de neden onlara evin
reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden
onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın
geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye.
Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye
başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen
bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi,
eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek
olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.
Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik
iddiasında , erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır.
Bakın manevi değere değil. Aynen bende sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak
ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş,
Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş
. Birisi çiklet satacak, müstehcen bir kadın resmiyle satıyor. Birisi araba
tekeri satacak reklamlarda çıplak bir kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para
kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer yok.
Ve
kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme olarak kullanılmıştır. İleri
gitmemiştir. Bilakis değeri
verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce
gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.
Eğer
kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine vermiş olduğu hakları rıza
göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla yetinmezse, bunun dışında hak
iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların kaybının başlangıcıdır. Bu
misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.
Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti
değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan
değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir
çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek
bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir.
Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında
gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şeri ıstılah ifadeleri adil kullanılsa
bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.
Bunu anlamanız için şöyle bir misal
verebilirim. Şeri hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek
isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile
her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler
farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı
düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla
çıkmış, müslümanda olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen
gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama seri hukukta aynı adı veriyor.
İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı
birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı
tesir aynı değildir.
Erkeğe de bu isim verilir ama sanki değerinden
birşey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha kazanamayacağı
bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.
Bu vakıalar tesettürü ele alırken
düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip
olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.
Şekli
olan tesettürde bakın böyle çok kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken,
çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı
bir erkeğin misafirde olsa aniden önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri
gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.
Dışarıda
tam kapanan bir kadın, evinde aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal
müşkülatı karşısında bu kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas
yönünden ihtimamı yoktur. Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu
kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi.
Namazda böyledir. Sair ibadetlerde böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı
bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar
görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız
gerekiyor. Ve gündeme bunun neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu
gündeme gelir.
O
meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun gündeme
geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte
vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında
olur.
Bunu
şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır.
Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının
yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü
İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası
değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı
olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu
iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece
o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı
kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Birde o ortamda bir harbi
patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.
Gittikçe
kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil. Rabbimiz
böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu
gibi külünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın
şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü
noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe
ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul
ettiğimiz şeyler var. (Ahzab suresi 32.
ayeti okuyun ve düşünün).
“Ey
Peygamber kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer
Allah’tan sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan
kimse, kötü ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”
İslamın
hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının
birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki
erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek tokalaşıyor hatta bir yerde
hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor. Basitleşiyor bu.
Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla oturduğu erkeğin
erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laşgalamış ve basitleşmiştir
ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür şekilden öteye
geçememiştir.
Ahzab
suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne
buyuruyor:
“Peygamberin
eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem
sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”
(Ahzab suresi (33)/ 53, - Buhari/ 10.c.- 4672.sy)
Önce
demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin
hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından isteyin
demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin anneleri. Yine
bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın Rabbimizin bir emri
var:
“Ey
Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet
olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının,
dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal
kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah
suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer
müminlere değil ancak sana mahsustur.”
(Ahzab
suresi (33)/ 50)
Bakın,
Peygamberden sonra nikahı başkalarına
haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz
mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz annenden misal
veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.
Nikahı
haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar.
Sahabeye bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda
çokça methettiği insanlar. Dikkat edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak
istiyorum.
Yani,
onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin
kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar.
Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.
Peygamberin
hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı
karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez
bile.
Peygamberin
arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün
insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük
geçmesi mümkün mü? Buda değil.
Bütün
bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat
ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.
Bakın
karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa
nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile
takınacağınız tavır işte bu.
Sana
nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde
daha farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye
ifsada açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.
Neden
misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:
“Ey
iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız
aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”
(Nisa
suresi (4)/ 135)
Bir insanın babası aleyhine şahitliği zor
iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır, lehinde
zordur. Onun için en yakını misal veriyor.
Nikahı
haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan
oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek
oluruz. Bu çok açıktır___ Bilene ___
Birisi dese şimdi.__canım oradaki perde
arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide mi olur,
müsbetlikte mi olur? Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken
kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?
Yani
kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının
yanında kapanma hasmı olur. Annelerinin yanında onların kapanması hasmı olur.
Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul
edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.
Önce
bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin
salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz
metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada
hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah
Subhanehu Teala Kur’an da:
“Eğer
sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer
yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...” (Bakara suresi (2)/ 137)
Sizin
iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin
iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.
Çünkü
sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh
müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.
Onların
iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş
olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların
namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir
kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için
illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.
Yani
bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi
iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt
Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.
Kur’andan
delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle
yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.
Çünkü
KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir
alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB ve
SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB ve
SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı?
Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları
gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları
gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman
hidayet üzere olursunuz.
Bu
konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle
buyuruyor:
“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve
müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor.
(Ahzab suresi (33)/ 59)
Burada
ki hicab emri birine farklı birine farklımı yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil
mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı.
Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları
daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok
burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:
“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların
ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir
günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Allah,
hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor.(Nur suresi (24)/ 60)
Buradaki
hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında
bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile
hayırlı olarak ifade ediliyor.
Yani
bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış
indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür.
Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim biz
nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık
kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Yarabbi bizleri, ehlimizi
dininde sabit kıl, kalblerimizi dininde sabit kıl __AMİN__
Şimdi
başa aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle
açıklıyor;
“Çocuklarınız
ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi
onlarda izin istesinler.” (Nur suresi (24)/ 59)
Burada
yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz
ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:
“
Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”
Beyhaki
“Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.
Buluğ
çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam
benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta
farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayıt davranma yetiştirmenin en
kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır.
Bu daha hayırlıdır.
On
iki - on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu
mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu için kapanacak.
Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.
Ama
küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu
ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte
istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.
Yine
bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir
erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu
düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar,
onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da kızlarla
büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar, bebekle
oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy alır. Bu
insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça
duymuşsunuzdur.
“Kırda
yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya
dininden ya canından olur.” (Nesei /
4289- Tirmizi / 2357)
Yine,
“Her Peygamber muhakkak koyun çobanlığı
yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.” (Buhari)
Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre
özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam
edelim. İnşallah,
“Allah
(c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun
için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde
geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı,
kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.” (Tirmizi / 3130 - Ebu Davud / 4693)
Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim
yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı
kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali
yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde
etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.
O
zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran, erkeği
fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor. Bunu
küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların yanına
girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile
verirken;
“Ey İman edenler! Ellerinizin altında bulunan
köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına erişmemiş
olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin istesinler.” (Nur suresi (24)/ 58)
Anaların babaların odalarına girerken bile
izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek
erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının
verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık
ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar
telafi edilemez.
Anadolu’ya
baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu
büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz. Kimsede bunu halletme yoluna
gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?
“Tek başlarına iken, kadınları ziyaret
etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. -Ya Resulullah, ya koca
tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki - Koca tarafından akraba
olursa o ölümdür.”
(Tirmizi
/ 1180, - Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/ 159)
Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik vardır.
“...bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın!
Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”
Görüyorsunuz
İslamda ki hassasiyeti. Birde bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi islam
esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz
bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında
halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.
Demek
ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler daha rahat islamı
yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün
değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.
Bir
hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne
diyor?
“Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret
etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı gibi
dolaşmaktadır. Biz - Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benimde. Fakat şeytana karşı
Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğd.” (Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, - Darimi 2785, - Ebu Davud / 4719)
Evet,
misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor.
Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir
düşünün neden söylüyor.
Buluğa
ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler
haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.
İnanın
şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği
halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla
bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten
kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu
(sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:
“Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden her
biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”
(Tirmizi / 2484, - Ebu
Davud - Edeb / 16)
İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu yüzden
Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim başımıza
gelecek demektir.
Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas yönünü ele
aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab suresindeki:
“Ey
peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle.
Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri
için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Ahzab Suresi (33)/ 59)
İfade
bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale
baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi
Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.
“Aişe
(r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu
kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer
Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde
olarak yere indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet
Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir
yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği
zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun
konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime
geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen
dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol
nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve
binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde
sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif
idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az
yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler hevdeci ağırlık derecesine
bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde
ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim. Fakat oralarda kimse kalmamış.
Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak üzere yanıma gelirler diye
düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.
Safvan
İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan
eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle
görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum
yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni
görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı
sırada onun:
“
İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”
(Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.
Uyanınca
hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek
kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca
sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem
için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi
önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle
sıcağında orduya yetiştik...”
(Buhari -
10. c / 4598 - Ebu Davud / 4735 - Müslim / 2770)
Aişe
annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü
kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.
Şimdi
bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne
burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının
üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü
örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi
Yani
hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil.
Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman
kadınlar örtünüyordu.
Misal
mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir
ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor.
Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su
içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) - Kızım
gerdanını kapat diyor.
(Ahmed b. Hanbel)
Yani
bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var.
Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı.
Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü
örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede
tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.
Şimdi
ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı
deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?
Hicab
yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin
tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe
annemiz:
“Biz ihramlı olarak Resulullah (sav)’le
beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi. Tam hizamıza
geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından örtüsünü yüzüne
indirir, kafile geçince yine açardık. “
(Ebu Davud / 1833 - İbn Mace / 2935)
Yine bir hadisi şerifte,
“Abdül
Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan - Ümmü Halad denen bir kadın yüzü peçeli olarak
Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte
öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli olduğu halde mi
geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa
da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını verdi...” (Ebu Davud /
2488)
Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin
yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten
kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):
“İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın ve
ellerine eldiven giymesin” buyurdu.
(Buhari - 4.c / 1729 - Ebu Davud / 1826)
Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan evvel “el
ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?
Ondan
sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir boyutta ele
alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:
“Mümin erkeklere söyle de, gözlerini haramdan
sakınsınlar...”
“Mümin kadınlara da söyle, onlarda gözlerini
haramdan sakınsınlar...”
(Nur suresi (24)/ 30- 31)
Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak diyor ki;
şimdi gözlerini yere diksinlerden maksat ne? Demek ki diyor. - gözlerini yere
dikmeleri yüzü açıkta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki yüzleri yere
dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O ortamda sadece
müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.
Gelelim
bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün
değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç
kapanmasa da gelse birileri de görse - Ha bakın müslüman kadınlar hiç
kapanmıyormuş - manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir
tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı
olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.
“Bir
gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz
etti. - Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi.
Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut
etti...”
(Buhari
11.c / 5210)
Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç duymadım,
diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne bakabilir.
“Ebu
Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse
geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi.
Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım
dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın
gözlerinde bir küçüklük vardır.” (Müslim / 1424 - İbni Mace / 1964)
Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme
kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:
“Cerir
bin Abdullah (r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı
kadına bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”.
(Tirmizi
/ 2925)
Gelen bir müşkülatı böyle defetmen mümkün.
Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların
iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar
basit. Gerisi hiç önemli değil.
Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi
Rabbilalemin.
“Ey
İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve
Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz,
mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.”
(Enfal Suresi(8)/ 24)
********************************
16 / 11 / 1999******************************
SALI
ESSELAMÜNALEYKÜM
Konuda
geçen ayetler : *TESETTÜR *
Sad/
27 - Zariyat/ 56 - Vakıa/ 57 - Tin/ 4-6 - Araf/ 179 - Furkan/ 44 - Rum/ 21 -
İsra/ 23
Ankebut/
8 - Maide/ 32 - Enfal/ 8 - Tegâbün/ 5 - Nisa/ 34 - Bakara/ 228 - Ahzab/ 53 , 50
Nisa/
135 - Bakara/ 137 - Ahzab/ 59 - Nur/ 60 , 59 -
Bakara/ 156 - Nur/ 30 , 31
KONUDA
GEÇEN AYETLERİN İÇERİĞİ:
“...
Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel
işleyenler hariç onu, aşağılayanların ve aşağısına ittik...” (Tin (95) / 4-6)
“...
Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır;
fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla
işitmezler...” (A’raf (7) / 179)
“...
Oysa onlar hayvan gibidirler...”
(Furkan (25) / 44)
“Size,
kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza
sevgi ve merhamet koyması da onun delillerindendir...” (Rûm (30) / 21)
“Rabbın
yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti...”
(İsra
(17) / 23)
“Biz
insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir..”
(Ankebut
(29) / 8)
“...
Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir
kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...”
(Maide (5) / 32)
“Biliniz
ki, sizin malınızda, çocuklarınız da bir “fitne”dir.” (Enfal (8) / 28)
“Mallarınız
ve evlatlarınız da sizin için birer denemedir...” (Tegabün (64) / 14)
“...
Erkekler kadınların yöneticisi ve koyucularıdır...” (Nisa (4) / 34)
“...
Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır...” (Bakara (2) / 228)
“Ey
Peygamberi! Mehirlerini verdiğin eşlerini,
Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden... sahip bulunduğun
cariyelerini, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber
hicret eden kızlarını sana helal kıldık...” (Ahzab Suresi (33) / 50)
“Ey
iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana -babanız ve yakın akrabanız
aleyhinize de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...” (Nisa (4) / 135)
“Eğer
sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer
yüz çevirirlerse, onlar , muhakkak, düşmanlık içindedirler...” (Bakara Suresi (2) / 137)
“
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlarına söyle ki...”
(Ahzab
Suresi (33) / 59)
“Evlenme
ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziyaretlerini aşağıya vurmaksızın üslerini
çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur...”
(Nur Suresi (24) / 60)
“Çocuklarınız
ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi
onlarda izin istesinler. Nur Suresi (24) / 59
...
Biz Allah’a aidiz ve elbette Ona döneceğiz... Bakara Suresi (2) / 56
“Mü’min
erkeklere söyle de haramdan sakınsınlar...” “Mü’min kadınlara da söyle, onlarda
gözlerini haramdan sakınsınlar...” Nur Suresi (24) 30-31
Konuda
Geçen Hadisi Şerifler :
Tergib
ve Terhib___ 4.c/ 203.sy - 5.c/ 126.sy - 5.c/ 114.sy
Tirmizi_Hadis
No:__2743 - 1171 - 2929 - 1182 - 3130 - 1180 - 1181 - 2484 - 2925 - 2357
Buhari_Cilt,
Sayfa No: 4.c/ 1900 - 11.c/ 5188 - 10.c/ 4598 - 4.c/ 1729 - 11.c/ 5210,
10.c/ 4672
Müslim___________1599
, 2564 , 1403 , 2172 , 2174 , 2770 , 1424 ,2551.
Darimi____________
2535 , 2645 , 2785
İbn
Mace__________ 3984 , 3998 , 2935 , 1964 ,1609 , 1850
Nesei_____________4431
, 4289
Taberani,
Mucemus Sağır__ 709 ,5.c. / 272.
Ebu
Davud________4963 , 4719 , 4735 , 1833 , 2488 , 1826 , 2140 , 2142
KONUDA
GEÇEN HADİSLERİN İÇERİĞİ
“...
Evlenin dininizin yarısını tamamlayın...”
Tergib 4c- 203sy - Beyhaki - Taberani - Evsat’ta- Hakim.
“...
Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanı...” Tirmizi 2743 / 1171 - Hakim,
Müstednek 1/53 - İbn Mace / 1609
... O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O
buzuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir.” Buhari / 4.c 1900, Müslim / 1599 - 2564,
Darimi / 2535, İbn Mace / 3984, Nesai / 443
“Erkeğin tesettürü göbekle diz kapağı
arasıdır.” Taberani (Mucemus Sağır) /
709
“Kadın avrettir.” Tirmizi / 1182
“Biriniz
bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan
şeyi giderir.” Müslim / 1403
“Kadın bütün olarak cazibedir.” Taberani,
Mucemuz Zevaid, K. Salat 2 / 34
“Erkekler
kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.” Nisa suresi(4) / 34 - E. Davud 2142,
- İbn Mace / 1850
“Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla
layık olan kimdir?” Tergib ve Terhib 5.c 126 say, - Buhari, - Müslim
“Cennet anaların ayakları altındadır.” Tergib
ve Terhib 5.c, 114. say, - İbn Mace - Nesai - Hakim
“ Size benden sonra en büyük fitne kadınları
bıraktım.” Buhari / 11. c/ 5188
“Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan
gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.” Nesai / 4289 - Tirmizi /
2357
“Allah
(c.c) Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı.”
Tirmizi / 3130, - Ebu Davud / 4693
“Tek başlarına iken, kadınları ziyaret
etmekten sakının...” Tirmizi / 1180, Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari /
Nikah, 111 (6/159)
“Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret
etmeyin.” Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, Darimi 2785, Ebu Davud / 4719
“Kişi dostunun üzeredir.” Tirmizi / 2484, Ebu
Davud , Edeb /16
İfk Hadisesi. Buhari 10.c / 4598, Ebu Davud /
4735, - Müslim / 2770
“... Kızım gerdanını kapat diyor.” Ahmed b.
Hanbel
“... herhangi birimiz başında örtüsünü yüzüne
indirir, kafile geçince yine açardık.”
Ebu Davud / 1833, - İbn Mace / 2935
“Musibete uğramakla hayanın da musibete
uğramayacağı.” Ebu Davud / 2488
İÇİNDEKİLER
Sayfa
-
Hiçbir şeyin başıboş yaratılmadığı.................................................................................. 1
-Yaratıcının
Allah(c.c) olduğu.......................................................................................... 1
-Esfeli-safilin.................................................................................................................. 2
-Kadının
Adem’in eğe kemiğinden yaratılışı..................................................................... 3
-Şirk,
koşmayın sonra Ana-babaya “üf bile” deme............................................................. 4
-Evlenin
dinin yarısını tamamlayın................................................................................... 4
-
Sizin en hayırlınız......................................................................................................... 5
-
Kadınların fitne olmasının şerhi..................................................................................... 5
-
Kalbin vücuttaki yeri..................................................................................................... 6
-
Kadının her tarafının avret olması.................................................................................. 7
-
Erkeğin, göbek ve dizkapağı avrettir............................................................................... 7
-
Kadın fitnesi................................................................................................................. 8
-
Kadın bütün olarak cazibedir......................................................................................... 9
-
Bir kimseyi öldüren, topluca insanlığı öldürtmüş olacağı............................................... 10
-
Cennet anaların ayakları altındadır............................................................................... 10
-
Eş ve çocukların fitne olduğu....................................................................................... 11
-
Erkekler kadınlara yöneticidir...................................................................................... 12
-
Kadının değeri............................................................................................................ 13
-
Kadının fazileti........................................................................................................... 14
-
İbadette ihlas.............................................................................................................. 14
-
İstediğinizde perde arkasından isteyin.......................................................................... 15
-Onların
iman ettiği gibi................................................................................................ 16
-
Hicab......................................................................................................................... 17
-
Örtünmenin zamanı..................................................................................................... 18
-
Haremlik ve Selamlık.................................................................................................. 19
-
Hicab emrinin tefsiri................................................................................................... 20
................................................................................................................... Dua
buyurun.
TEVHİD'İN
ÇEŞİTLERİ
Alemlerin Rabbi Allah'a hamdeder, O'nun Resulüne, Aline, Ashabına
ve O'nu dost edinenlere de selat ve selam ederiz.
İlimlerin en hayırlısı ve en şereflisi Tevhid ilmidir. Cihadın en
faziletlisi de, Hak ehlinin Tevhid'i bulandıran şüpheler ve bid'atlardan
temizlemek için verdiği mücadeledir. Bu gafletin hüküm sürdüğü dönemlerde
ümmetin önünde bulunup onun önderliğini yapan birçok alim ve düşünür, saf ve
temiz olan gerçek îslami yoldan uzak, dünya ziynetinin ve batıl itikadların
sancaktarlığını yaptıkları için Ümmeti çöküş noktalarına götürmüşlerdir. Bu
dönemlerde özellikle Ehl-i Sünnet vel-Cemaatin yapması gereken, Emr-i bi'l-Ma'ruf
ve Nehy-i Ani'l-Münker kılıcını çekip akideyi savunmaktır. Her muvahhid bilir
ki, Kitap ve Sünnetten hareketle, bu ümmetin geçmişteki izzet ve zafere yeniden
kavuşmasının yegane yolu, akideyi dışardan, ona karışan batıl inançlardan
temizlemektir. Bu nedenle dışarıdan akideye karışan batılları açıklamamız
gerekmektedir.
Ey Müslüman kardeşim! Bu noktadan hareketle, bu risaleyi yüce
dinimizi gerçek bir bilgi ile bilmek ve Allah'a ibadet eden kulları içerisinde
dini Allah için ihlaslı kılanlar ve O'na itaat edenlerden olmak kasdiyla
yazdık. Allah Teala'nın: "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet
etsinler diye yarattım" (Zariyat: 56) buyurduğu gibi. Yani sadece Allah'a
ibadet edip ibadete sadece O'nu layık görmek. işte bu Nuh aleyhisselam'dan Nebimiz
Muhammed'e Sallallahü Aleyhi Vesellem kadar gelen Tevhid akidesidir. Tevhid,
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın akidesinin en önemli kısmı olduğundan, o'nun
eksiksiz olarak tanımlanması gerekir. Tevhidin bölümleri bu yolla iyice
anlaşılmış ve lafız, anlama uygun olmuş olur. Bu da iki şeyi içine almadan
tahakkuk etmez.
1. Tevhid'in teorik kavramlarını, delilleriyle beraber
Allah'ın kitabından ve Rasulü'nün Sallallahü Aleyhi Vesellem sünnetinden ve
sahih akıldan hareketle kavramaya çalışmak.
2. Bunun Allah'ın kullarının amellerinde, belirgin bir şekilde
ortaya çıkması için hayata uygulanması.
Tevhid, teorik kavramları bakımından üçe ayrılır:
· Tevhid-i Rububiyet.
· Tevhid-i Uluhiyet.
· Tevhid-i Esma ve Sıfat.
Tevhid-i Rububiyet:
Rububiyet, Allah'ın "Rab" ismine nisbetten gelmektedir.
Rububiyetin birkaç anlamı vardır. "Terbiye edici, yardımcı, malik, ıslah
edici, efendi, vali." Şeriatte ise, Allah'ın insanları yarattığına, onlara
rızık verdiğine, onları diriltip öldürdüğüne, Allah'ın kaza ve kaderine ve
zatında vahdaniyetine iman etmektir.
Tevhid-i Rububiyetin delili: Allah, kitabında Tevhid-i Rububiyetin
delillerini zikretmiştir:
"Hamd alemlerin Rabbinedir" "Yaratma ve emir O'nun
değil midir?" "Yeryüzünde olan her şeyi sizin için yarattı."
"Şüphesiz ki Allah rızkı verendir. Kuvvet ve metin
sahibidir."
îkram sahibi olan Rabbi inkar eden o cahillere diyoruz ki: Akıl
sahibi olan hiçbir insan, bir tesir edici olmadan bir şeyin ve bir fiilin
olacağını kabul etmez. Bir yaratıcı olmadan yaratılanların varolacağını da
kabul edemez. Mesela şu tartışılmaz bir gerçektir: Sen bir iğneyi gördüğünde,
hemen onu imal eden birisinin olduğunu anlarsın. Peki nasıl oluyor da bu
muazzam ve akıllara durgunluk veren kainat, bir var edici olmadan var
edilebilir, bir düzen vericisi olmadan bu düzene girmiş olabilir? Bunu birazcık
aklı ve zerre kadar anlayışı olan bir insan söyleyemez. Özet olarak, Allah'ın
Rububiyetinin delilleri sayılmakla bitmez. Nitekim Allah Teala şöyle
buyurmaktadır. "Onlar hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar, yoksa onlar mı
yaratıcıdırlar?" (Tur: 35) Daha önceki müşrikler bu tevhidi kabul
etmişlerdi. Hatta Yahudiler, Nasraniler ve benzeri diğer kavimler de aynı
tevhidi ikrar ediyorlardı. Bu tevhidi önceki Dehriler ile çağımızda
Ateistlerden başka hiç kimse inkar etmemiştir. Allah Teala kitabında diyor ki:
"Onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye sorduğunda, Allah, derler."
(Lokman: 25)
Müşrikler, Allah'ın Rablığını kabul ediyorlardı. Ancak ibadette,
sevgide, itaatte tapındıkları ilahlarım Allah'a ortak koşuyorlardı. Sadece
yaratmada, varetmede, yarar veya zarar vermede değil. Muvahhid kardeşim! Şunu
bilmeliyiz ki, bu tür bir Tevhid, insanı ne îslam'a dahil eder ve ne de onun
kanını, malını ma'sum kılıp, onu cehennem azabından kurtarabilir.
Tevhid-i Uluhiyet:
Uluhiyet "ilah" kelimesinden türemiştir Kendisine itaat
edilen Ma'bud anlamındadır "İlah" kavramı ancak gerçek Ma'bud olan
Allah hakkında kullanılır. "Allah, ondan başka ilah yoktur. O, Hayy ve
Kayyum olandır."
Şeriatta Uluhiyet; namaz, oruç, zekat, hac ve kurbanda, adakta,
korkuda, ümit ve sevgide ibadet ve itaatte sadece Allah'ı birlemektir. Bu
ibadetleri yalnız O'nun için yapmaktır. Bunu yapan mü'minler, sadece Allah'a
itaat etmek ve O'nun rızasını kazanmak için yaparlar.
îki şey olmadan Tevhid-i Uluhiyet gerçekleşmez:
1- Tüm ibadetleri kullardan herhangi birisine değil, yalnızca
Allah'a ait kılmalı ve yaratılmışlardan hiçbirisine Allah'ın hakkı olan bil
şeyi ve sıfatlarından olan bir sıfatı tahsis etmemeli. Mümin ancak Allah'a
ibadet eder. Allah'dan başkası için ne namaz kılar, ne de Allah'dan başkasına
secde eder. Allah'dan başkasıyla yemin etmez. Allah'dan başkası için adakta
bulunmaz ve Allah'dan başkasına tevekkül etmez.
2- Ibadetin, Allah'ın emirlerine itaate sevketmesi;
yasaklarından alıkoyması ve Nebi'sinin Sallallahü
Aleyhi Vesellem Sünnetine uygun olması gerekir. Tevhid-i Uluhiyetin gerekli
kıldığı en önemli şey, insanın tam anlamıyla kitap ye sünnete teslim olmasıdır,
îşte Kelime-i Tevhid'in anlamı budur.
Allah'a ibadet, itaat ve emirlerine boyun eğmekle olur: Bu da La
ilahe illallah kelimesinin gerçekleştirilmesidir. Allah Rasulüne uymak, onun
emir ve yasaklarına itaat etmek, Muhammed'in Sallallahü Aleyhi Vesellem
Allah'ın Rasulü olduğunu gerçekten kabul etmiş olmaktır. Bu iki şey, Müslümanın
ancak kendisiyle kurtuluşa ereceği esastır. Müslümana vacib olan, hükümde Allah
ve Rasülü'nden başkasına başvurmamak ve başkasının hükmüne razı olmamaktır.
"Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol!" (Hud:112) Allah,
Rasulüne istikamet üzere olmasını emretmiştir. Bu da Kitap ve Sünnet doğrultusunda
amel etmektir. Kur'an ve Sünnetin dışındaki yollar ancak sapıklığa götüren
yollardır. Sonunda da cehennem ateşi vardır.
TEVHİD-İ ULUHÎYETİ OLGUNLAŞTIRAN ŞARTLAR
îhlas: îhlas, kulun tüm sözlerinde zahir ve batın amellerinde tek
dileğinin Allah'ın rızası olup, başkasına önem vermemesi, mevki ve makam hırsı
olmadan ve insanlardan hiç birisinin övgüsünü göze almadan kulluk etmesidir.
Şirk, ihlasa aykırıdır. Kalpte riyanın olması için, ihlassız olması yeter.
Riya, amelde Allah'dan başkasının beğenisini kazanma isteğidir ki, bu da küçük
şirkdir.
Tevekkül: Tevekkül kelimesi, vekalet kelimesinden gelmektedir. Yani
her şeyde vekile itimat edip güvenme anlamına gelir. Allah'a tevekkülün gerçek
anlamda tahakkuk edebilmesi için, önce Allah'tan başkasının inkar edilmesi ve
Allah'ın emrettiği vesilelere yapışılması gerekir. Bunun için, denilebilir ki
tevekkül, sebeplerle amel etmek ve aynı zamanda da
sebeplerini inkar etmektir. (Sebepleri inkardan gaye, kalbin yakından
veya uzaktan kesin olarak sebeplere güvenmemesidir. Ancak bununla beraber
insanın sebepleri iptal edip aradan çıkarması da gerekmez.)
Muhabbet: Allah sevgisi Tevhid-i Uluhiyetin gerektirdiği en önemli
hususlardan olup onun en yüce makamıdır. Ne mutlu bunu elde edene!
Havf ve reca: Korku ve Ümit, tevhidin en büyük temel
kuralı sayılır. Müslümana farz olan, yalnız Allah'tan korkması, O'ndan
başkasından korkmamasıdır. Korkunun yeri kalptir, ancak izleri insanın
davranışlarında belli olur.
Mü'min korku içerisinde olduğu sürece hayırdadır. Korkusu gidince
sapıtır ve şaşkınlığa düşer. Allah'tan başkasından korkmak, rezilliklerin en
alçağıdır. Korku bazı durumlar sonucu meydana gelir. Şöyle ki; Allah için olan
İhlasın başka bir şeyle karışması, dinde fitneye düşmek ve amellerin kabul
edilmemesinden dolayı korkmak, dünyada bela ve musibetlerden, fakirlik,
hastalık ve Allah'ın nimetlerinin elden çıkmasından korkmak gibi.
Sabır: Sabır, tevhidin temel kurallardan sayılır. Kullar sürekli
olarak belalarla karşı karşıya kalırlar. Bu bakımdan sabrın türleri vardır:
İtaatte sabır, günah ve masiyet işlememede sabır, Allah'ın kaderine sabır, öfke
anında sabır.
Müslümana sabretme konusunda gerekli olan şey sabrından ötürü
kendisine hayırlı bir karşılık ve afiyetin olacağını düşünerek, kendisi için
bir çıkış yolunun olduğuna inanarak, başına gelen belaları hafif görmesi
gerekir. Zira bazı belalar diğer bazılarından daha ağırdır.
Şükür ve Hamd: îman ikiye ayrılır. Yarısı şükür, yarısı
da sabırdır. Şüphesiz kul için gerekli olan şey, her durumda Rabbine hamdetmesidir.
Şükre gelince bu, Allah'ın verdiği nimetlerin izinin, kulun dilinde ortaya
çıkmasıdır.
Gayret ve Allah için gazaplanma: Yani kulun Rabbi için gayrete gelmesi,
Rabbini, Rabliğinden dolayı kıskanmaması demektir. Allah Rasulü Sallallahü
Aleyhi Vesellem:
"Allah kıskanır. Mü'min de kıskanır. Allah'ın kıskanması,
istememesi, kulun; Allah'ın kendisine haram kıldığı şeyleri yapmasıdır"
buyurur. (Müttefekun aleyh) Kulun Rabbi için kıskançlığına; kulun amellerinden
ve sözlerinden hiç birisini Allah'dan başkası için yapıp söylememesi, Allah'a
itaatin dışında kalan zamanlarına üzülmesi, -zira zaman müslüman için çok
değerli bir varlıktır -ve Allah'ın haram kıldıkları işlenince, O'nun hakları
ihmal edilince gazaba gelmesi, misal olarak verilebilir.
DUA: Bu sadece duayı tamamıyla Allah'a mahsus kılmak demektir. Dua
kulun, dünya ve ahiret işlerinde Rabbinden kendisine yardımcı olmasını
dilemesidir. Duanın çok önemli ve büyük anlamları vardır: Allah'a muhtaç
olduğunu açığa vurmak, güç kuvvet ve olayları değiştirmekten kendi nefsini
soyutlayıp bunu Allah'a vermektir. Dua kulluğun ve insan olarak zayıflığımızın
alametidir. Duada Allah'a övgü ve O'nu kerem sahibi ve cömert görme vardır.
istiğase:îstiğase; yardım, kurtuluş ve belaların giderilmesini
dilemektir. Bunun için istiğasenin Allah'dan başkası için olmaması gerekir.
îstiğase iki kısımdır:
Meşru olan istiğase: Bu, kulların güçlerinin yettiği bir şeyde
onlardan yardım istemeye denir. Bunun meşruluğunda şüphe yoktur. Suda boğulmak
üzere olan kimsenin yardım istemesi gibi.
Haram olan istiğase: Bu, kulun gücünün üstünde olan bir şeyi,
ondan dilemektir. Bu, Allah'ın hiç kimsenin ortak olamayacağı haklarındandır.
Aynı şekilde ölülerden yardım dilemek (hem konu olarak, hem de içerik olarak)
bu ölüler kim olurlarsa olsunlar, haramdır.
ŞEFAAT: Şefaat, kendisine şefaat edilecek olan kişinin şefaat
edecek olan kimsenin duası ile ihtiyacını Allah'a arzetmesidir. Şefaat iki
kısımdır:
Şer'i ve Sahih olan şefaat: Bu, Allah'ın izniyle gerçekleşen
şefaattir. O'nun izni olmadan gerçekleşmez.
Şirk olan şefaat: Kim olursa olsun, ölülerden şefaat
dilemek gibi. Çünkü ölülerden şefaat bekleyenler, ölülerin bir şeye güçlerinin
yeteceğine inanan kimselerdir. Genelde de onlardan şefaat dileyen, adak ve
kurban kesmek gibi amellerle onlara yakınlaşmayı isterler.
TEVESSÜL: Tevessül, Allah'tan şefaat istemektir. Bu herhangi bir şey
hakkında olabilir. Kul, bu şeyle Allah'a yakın olmayı dileyerek O'ndan
ihtiyacını gidermesini ister.
Meşru olan tevessül, sahih delillerle sabit olan tevessüldür. Aynı
şekilde, dua eden kimsenin, sahih bir amelde tevessülde bulunduğu gibi, hayatta
olan salih bir insanın duası ile de tevessülde bulunması caizdir. Bu tür
tevessül, kitap ve sünnet ile sabittir. Şeriatta şahıslara makam, dergah ve
haklar için tevessül diye birşey yoktur.
HILF: (Yemin): Yemin, kendisi için and içilenin yüceltilmesidir. Ta'zim
-yücelik- ise bir tür ibadettir, ibadet de ancak Allah içindir. Allah'tan
başkasıyla halif (ahid vermek) de bulunmak şirktir. Allah Rasulü Sallallahü
Aleyhi Vesellem: "Kim Allah'tan gayrısıyla yeminde bulunursa, şirk
koşmuştur" buyurmuşlardır. (Sahih: Ebu Davud)
BESMELE: Bu her söze ve işe Allah'ın adı ile başlamak demektir.
Allah'dan başkasının adıyla başlamak caiz olmadığı gibi, O'nun adıyla beraber
başkalarının adını anmak da caiz değildir. Allah adına ve halk adına demek
gibi.
NEZİR (Adak): Nezir, müslümanın aslında kendisine vacib olmayan bir
ameli, Allah rızası için yapmayı kendisine vacib kılmasıdır. Nezrin Allah'dan
başkası için yapılması caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir, Allah'dan
başkasına ibadet edilmez.
Bil ki ey Müslüman kardeşim, Tevhid-i Uluhiyet, Rasullerin
kavimlerine getirdikleri ve hakkında kitapların indirilip, göklerin, yerin,
cennet ve cehennemin yaratıldığı tevhiddir. Tevhid-i Uluhiyet, tevhidin en yüce
mertebesidir. Bu, her Rasulün kavmini çağırdığı, uğrunda cihadın meşru kılınıp,
muvahhidlerle müşrikler arasında savaşların verildiği tevhiddir. Kim bunu
tahakkuk ettirmezse müşriktir.
Tevhid-i Uluhiyette sözün özü şudur: Müslümanın Allah'a ibadet ve
sevgiyi, Allah'dan gayrısına ibadet ve sevgiden daha üstün tutup bununla izzet
bulması; O'ndan korkmayı başkasından korkmaya, O'na itaati başkasına itaata
tercih edip hiçbir zaman yönelişinde, sevgisinde, korkusunda, ümit ve sözünde
yemin ve nezrinde Allah'a herhangi bir şeyi denk tutmamasıdır.
Tevhidul-Esma ve's-Sıfat (Allah'ı isim
ve sıfatlarında Tevhid):
Tevhidin bu türü, Allah'ın kitabı ve Rasulü'nün sünnetinde Allah
Azze ve Celle hakkında varid olan güzel isimlerin hepsini kesin bir inançla kabul
ve ikrar etmektir. Sahabeden ve tabiundan olan selefin hepsinin o günden bugüne
itikadları şudur:
Allah'ın kendisi için sabit olarak zikrettiğim olduğu gibi kabul
etmek, Rasulü'nün de Sallallahü Aleyhi Vesellem ispat ettiğini iptal etmeden,
bozmadan ve keyfiyetini belirtmeden kabul etmek.
"Benzeri gibi yoktur. O çok işitici ve görücüdür."
(Şura: 11.)
Bu itikadın birinci bölümü, "Benzeri gibi yoktur" ayeti,
Allah'ın sıfatlarının mislinden sözetmek isteyen ve O'na bir keyfiyyet biçmek
isteyenlere bir reddiyedir, ikinci bölümü olan: "O çok işitici ve
görücüdür" sözü ise, Allah'ın sıfatlarını iptal ve tahrif edenlere bir
cevaptır. Selef-i Salihîn (Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun) şeriatın
naslarıyla sabit olanı ayrıntılı olarak kabul ediyor ve reddettiğini genel
olarak ayrıntılara girmeden reddediyorlardı. Buna bir örnek vermek gerekirse,
onlar, Allah hakkında duymayı ve görmeyi isbat ederlerken, benzetmeyi de, O'nun
mukaddes kemaline aykırı olduğu için toptan reddettiler. Öyleyse Selefin
mezhebi iki batıl arasındaki hak mezheptir. Bu iki batıl, temsil (benzetme)
batılı ve iptal (inkar) batılıdır. Benzetme yapan, puta, sıfatları iptal eden
de ademe (hiçliğe) ibadet etmekte, muvahhid ise, göklerin ve yerin ilahı olan
Allah'a ibadet etmektedir.
Tevhid-i Esma ve Sıfat aşağıdaki esaslar
üzerine bina edilir:
a- Allah Azze ve Celle'nin isim ve sıfatları naslarla
belirtilmiştir.
b- Allah'ın isim ve sıfatlarında teşbihten korunmalı ve bu isim ve
sıfatlara olduğu gibi inanıp mahluklardan birisine benzetmeyi kesin olarak
inkar etmeliyiz.
c- Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini araştırmaktan kesin olarak
uzak durmalıyız.
"Önlerinde ve gerilerinde olanı bilir. Ve onlar bunu
bilgileriyle kuşatamazlar." (Taha: 11)
Allah'ın sıfatlarının ve isimlerinin anlamı, sözlük (lügat)
anlamıyla hepimizce bilinen bir gerçektir. Ancak gerçeği Allah Azze ve Celle
kendi katındaki bir ilim olarak saklı tutmuştur. Allah bize isim ve sıfatlarını
bildirmiş, fakat bunun keyfiyetinden haber vermemiştir, îmam Malik (Allah'ın
rahmeti onun üzerine olsun): "Rahman arşa istiva etti" sözü hakkında;
ne güzel söylemiş: "îstiva ma'lum, keyfiyeti mechuldür, iman etmek
vaciptir. Bunun hakkında soru sormak bid'attır." Sahabe ve tabiunun
mezheplerinin özü, Kitap ve Sünnette varid olan isim
ve sıfatları, Cehmiyye ve Mu'tezile'nin
yaptığı gibi "el" nimet, istiva "istila" anlamındadır gibi,
batıl te'villerle yorumlayarak Kur'an ve Sünnetin sınırını aşmamalıdır. Aynı
şekilde bu ve benzeri dalalet ehli olan felsefecilerin te'villerinden uzak
dururlar. Biz Sahabe ve tabiînin itikad ettikleri gibi itikad ediyoruz. Zira
onlar, nübüvvet çağına bizden daha yakın olmaları nedeniyle, diğerlerinden daha
çok bilgili ve anlayışlıdırlar. Onların itikadı, Allah'ın kendisini, Rasulü'nün
de Sallallahü Aleyhi Vesellem O'nu vasfettiği ve Kur'an ve Sünnette geldiği
gibi "temsil" ve keyfiyetine dalmadan, sabit olanı iptal etmeden
inanırlar. Bu, Allah Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem, sahabesi, tabiîni ve
onlara uyan itibar sahibi imamlar Ebu Hanife, Şafii, Malik, Ahmed, Buharı,
Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, Sevri, îbn Uyeyne ve daha birçokları gibi,
dinimizi bize ulaştıran muhaddislerin itikadıdır. Eğer -Allah'ın izniyle- onlar
olmasaydı aziz şeriat, batıl ehli yıkıcıların elinde oyuncak haline gelirdi.
"Davamızın sonu Allah'a hamdetmektir."
UHUD ZAFERDİR HEZİMET DEĞİL
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Muhakkak
ki hamd Allah'adır. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma dileriz.
Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kimi hidayete
erdirirse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa ona hidayet verecek yoktur.
Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur; O tektir ve ortağı yoktur. Ve
şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve
ashabına salât ve çokça selam eylesin.
Bundan
sonra... Allah'dan hakkıyla korkun ey Allah'ın kulları! Şüphesiz Allah'dan
hakkıyla korkmak nimetleri artırır ve azabı ortadan kaldırır.
Ey
müslümanlar!
Allah
peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i peygamberlerin gelmesinin
kesintiye uğradığı bir dönemde; dünya, cahilliğin ve sapıklığın karanlığıyla
doluyken peygamber olarak gönderdi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
beraberinde Sahabe-i Kiram'ı olduğu halde bu dini ufuklara yaymaya başladı.
Kafirler ve inatçılar ise davetine karşı çıktı. O'na karşı kılıçlarını
çektiler. Bedir'de karşı karşıya geldiler ve Allah'ın emriyle zafer
gerçekleşti. İslam sancağı yükseldi. Müşrikler feryat ederek Mekke'ye döndüler.
Hepsi ölüsüne ağlıyor, başına gelen musibetten şikayet ediyordu. Bu musibet
onlara çok ağır geldi. Bunun üzerine Kureyş, müslümanlarla yeniden karşılaşmak
için hazırlanmaya karar verdi. Tam bir yıl hazırlık ile geçti. Kuvvetleri
toplandı ve orduları, hicri üçüncü senenin Şevval ayında Bedir Savaşı'nın intikamını
almak için Medine'ye yöneldi. Uhud Dağı yakınlarında, vadinin kıyısında
konakladılar.
Müslümanlardan
bazıları Bedir Savaşı'nı kaçırdıkları için üzgündü. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem'e onlarla karşılaşmak için çıkmayı önerdiler. Müslümanlar, onlarla
savaşmaya karar verdi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Cuma günü insanlara
namaz kıldırdıktan sonra evine girdi, savaşa hazırlanmış ve zırhını giymiş
olarak dışarı çıktı. Ve şöyle buyurdu: "Zırhını
giyen bir peygambere, Allah onunla düşmanları arasında hükmünü verinceye kadar
onu çıkarması yakışmaz." Sonra bin kişi ile yola çıktılar.
Medine ile Uhud arasına gelince münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy ordunun
üçte biri ile müslümanları yarı yolda bıraktı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem onları bırakarak yoluna devam etti. Uhud'da, vadinin dağ tarafındaki
kenarına konakladılar. Karargahını ve ordunun sırtını dağa doğru verdi.
Müşriklerin ordusu, müslümanlar ile Medine arasında kalmıştı. Elli kişiden
oluşan bir okçu grubunu okçular tepesine yerleştirdi ve başlarına Abdullah b.
Cubeyr'i emir tayin etti. Onlara, yerlerinde kalmalarını ve kuşlar onları
kapıyor görseler bile yerlerinden ayrılmamalarını emretti. Şöyle buyurdu: "Bizim öldürüldüğümüzü görseniz bile
bize yardım etmeyin. Bizim ganimet topladığımızı görseniz bile bize
katılmayın."
Cumartesi
günü sabah olunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem savaş için hazırlandı
ve üst üste iki zırh giyerek ortaya çıktı. Gençlere baktı ve küçük gördüklerini
savaştan geri çevirdi, diğerlerine izin verdi. İzin verdikleri arasında Semura
b. Cundüb ve Râfi' b. Hadîc de vardı ve onlar onbeş yaşında idiler.
Kureyş
de savaş için hazırlandı. Müşrikler, ikiyüzü atlı olmak üzere üçbin kişi
idiler. Onlara Ebu Süfyan komuta ediyordu. Allah'ın nurunu söndürmek ve kulları
saptırmak istiyorlardı. Müslümanlar yediyüz kişi idiler. Zafer ve şehadet
arzuluyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem sahabilerini savaşa teşvik
etti. Sabretmeye ve mücedeleye yöneltti. Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi
ve saflar birbirine yaklaştı. Kılıçlar çekilmiş, mızraklar doğrultulmuş ve
oklar çıkarılmıştı. Bir yanda Rahman'ın taraftarları, diğer yanda şeytanın
taraftarları...
Sonra
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem savaşa izin verdi ve taraflar birbirine daha
çok yaklaştı. Atlılar birbirine girdi ve çetin bir savaş başladı. Zafer
müslümanlarındı ve Allah mü'minler üzerine yardımını indirmişti. Müşrikler
ortada kaldı ve sancakları düştü. Geri dönüp kaçmaya başladılar. Okçular,
müşriklerin hezimetini görünce onların bir daha dönemeyeceğini sandı. Onlardan
bazıları ganimet toplamak için aşağı indi ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in korumalarını emrettiği yerlerini terkettiler. Emirleri onlara
yerlerinde kalmaları gerektiğini hatırlattı ama buna rağmen indiler ve geçidi
boşalttılar. O gün daha henüz şirk içerisinde olan Halid b. Velid okçular
tepesinin arkasına dolaştı ve tepede bulunan okçulardan geriye kalan on kişiyi
öldürdü. Müslümanların ordusu arkadan müşrik ordusu ve önden yayaları arasında
kalmıştı. Müslümanları kuşattılar. Müslümanlardan bir grup bozuldu ve bir kısmı
da dağıldı. Aralarında öldürülenler oldu. Allah onlardan razı olsun ve onları
da razı etsin.
Müşrikler
sancaklarını yeniden kaldırdılar. Müslümanların safları karıştı. Allah'ın
olmasını dilediği oldu. Şehadete erişen şehadete erişti. Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem'in etrafından dağıldıklarında O, sabit kaldı ve onları arkalarından
çağırdı. Bazıları geri döndüler. Müşrikler Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e
ulaştılar. O'nu öldürmek istiyorlardı. Yüzünü yardılar ve taşla azı dişini
kırdılar. Miğferinin halkalarından ikisi yüzüne değdi. Başındaki miğferi taş
atarak kırdılar. Fasık Ebu Âmir'in, müslümanları tuzağa düşürmek için kazdığı
çukurlardan birine düştü. Ali b. Ebi Talib elinden tuttu ve Talha b. Ubeydullah
kucaklayıp çıkardı. Mus'ab b. Umeyr gözleri önünde öldürüldü. Müşrikler
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e yetiştiler. Müslümanlardan yaklaşık on
kişilik bir grup, öldürülünceye kadar O'nun etrafını sardı. Talha b. Ubeydullah
müşrikleri O'nun etrafından uzaklaştırıncaya kadar onlarla dövüştü. Ebu Dücane
sırtı ile önüne kalkan oldu ve oklar sırtına saplandığı halde Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem'i korumak için hareket etmiyordu. Şeytan en yüksek
sesiyle "Muhammed öldü!" diye bağırdı. Bu müslümanların bir
çoğunun kalbinde olumsuz etki yaptı. Çoğu geri döndü. Allah'ın emri, takdir
edilmiş bir kaderdi.
Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem müslümanlara doğru yöneldi ve O'nu gördüler.
Etrafında toplandılar ve O'nunla birlikte daha önce konakladıkları yere
çekildiler. Sırtlarını dağa dayadılar. Ali b. Ebi Talib, Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem'in yüzündeki kanı yıkadı ve başına su serpti. Kızı Fatıma, suyun kan
akışını artırdığını görünce bir hasır parçası aldı ve yakarak yaraya bastı; kan
durdu. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, elinden gelen gayreti göstermişti.
Orada bulunan bir kayaya çıkmak istedi de vaziyeti nedeniyle çıkamadı. Talha
altına oturdu da çıktı. İnsanlar ölüleri için endişe ettiler. Sonra rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem indi ve şehitleri gördü. En kötü şekilde işkence
edilmişlerdi. Amcası Hamza'yı aradı. Vadide; karnı yarılmış, burnu ve kulakları
kesilmiş bir halde buldu.
Müşrikler
de konakladıkları yere çekildiler. Sakat kalanlar ve can çekişenler vardı.
Bütün bunların hepsi Cumartesi günü oldu. Savaş sona ermişti. Savaşın sonucunda
müslümanlardan yetmiş şehid ve kafirlerden yirmiiki ölü vardı. Bizim ölülerimiz
cennette, onların ölüleri ise cehennemdedir.
Bundan
sonra ey müslümanlar!.. Uhud, hezimet değil bir zaferdir. İbretler ve derslerle
dolu bir savaştır. Olayları, nesillerin birbirine aktardığı bembeyaz
sayfalardır. Allah bu savaşta Kitab-ı Mübini'nden altmış ayet indirdi. Bu savaş
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in nefsinde derin bir iz bıraktı. Vefatı
öncesine kadar hatırlardı.
Şüphesiz
bu din bizlere sahabilerin şiddetli mücedeleleri sonucunda ulaştı. Geçmişler,
musibetlerin ve sıkıntıların acılarını tattılar. Enes b. Nadr bu savaşta seksen
küsür yara aldı. Sonra düşmanlar ölüsüne işkence ettiler. Öyle ki, kızkardeşinden
başkası tanıyamadı. O da, parmak uçlarından tanıdı. Sa'd b. Rabi' yetmiş
yerinden yaralandı. Ya biz dinimiz için ne yaptık?!.
Sahabe-i
Kiram'ın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sohbeti ve hayırlarda
öncülüğü vardır. Âzâları kesildi ve cesetleri parçalandı. Kadınları dul kaldı.
Bu dinin bizlere tam ve mükemmel bir şekilde ulaşması için uğruna canlarını
feda ettiler. Onların haklarını takdir et ve bu gayretleri dolayısıyla onlara
teşekkür et! Onlardan razı ol! Çünkü, Rableri onları sevmiş, onlardan razı
olmuş ve onları razı etmiştir.
Günahlarla
devirler döner. Bu savaşta ruhlar bir hata yüzünden teslim edildi. Adem
cennetten bir günah yüzünden çıktı. Kadının biri bir kedi yüzünden cehenneme
girdi.
İbadete
ve kulluğa sımsıkı sarıl ki, zor anlarında elinden tutulsun ve sıkıntıların
giderilsin. Amellerini, düşmanını kuvvetlendiren, sana karşı bir asker haline
getirme!
Bu
savaşta Semura ve Râfi' onbeş yaşında olmalarına rağmen savaştılar. Genç
sahabilerin kanları üzerinde yükseldi bu din... Onlar boş vakitlerde eğlenip
şehvetlerle vakit geçirmediler. Babaları onların ıslahı için çabaladı ve
onların ıslahının meyvelerini aldılar. Ya gençlerimiz dinleri için ne verdi?
Gayeleri ve arzuları ne? Çabaları ne için? İlgileri neye?..
Kötü
arkadaştan sakın! Çünkü onlar, kendilerine en çok ihtiyaç duyduğun bir anda
seni terkederler. Onlar, nimetlerde sana arkadaştırlar fakat sıkıntılarda sana
düşmandırlar. Münafıklar, sahabileri en zor durumda yüzüstü bıraktılar. Salih
arkadaşlara sarıl! Onlar, varlığında ve yokluğunda seni savunurlar. Senin
faydan için çalışır, seni korurlar. Hakkın bir seyri ve batılın bir hamlesi
vardır. Sonuç ise takvânındır.
Toplumun
ıslahından ve hidayete ermesinden ümidini kesme! Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem eziyetlere ve yaralara sabretti de sonunda insanlar bölük bölük Allah'ın
dinine girdi. Tüm olayların sonucu Allah'ın elindedir.Davet yolunda yürü ve
duaya devam et! İnsanların hidayeti İnsanları yaratan Allah'ın elindedir. Ebu
Süfyan Uhud'da müşriklere komutanlık ediyordu. Sloganı, "En büyük
Hübel" idi. Mekke'nin Fethi'nde ise "Lâ ilahe illallah" diyordu.
Vahşi, Hamza'yı öldürdü ve daha sonra müslüman olarak peygamberlik iddiasında
bulunan Müseylemetu'l Kezzâb'ı öldürdü. Nefsinin dönmesinden sakın! Kalpler,
Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasındadır; onları dilediği gibi
çevirir. Allah'dan daima kalıcı sebat dileriz.
Kul
isyana garkolmuş olsa ve günahları bulutlara ulaşsa bile tevbe onları siler.
Halid b. Velid, kafirlerin atlılarına komutanlık yaptı. Onun eliyle sahabenin
en faziletlileri öldürüldü. Allah, göğsünü imana açınca Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem'e gelerek İslam üzere beyat etti ve "Ey Allah'ın Rasulü! Ben
hatamın bağışlanmasını şart koşuyorum" dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem de şöyle buyurdu: "Ey
Halid! Bilmiyor musun ki, İslam kendinden öncekileri yok eder ve tevbe
kendinden öncekileri siler."
Nefsini
günah bataklığından kurtar ve tevbe ederek Rabbine yönel! İyilikler kötülükleri
giderir. Bu dine sarılmaktan geri durma! Çünkü onun etrafında kanlar aktı.
Kişi, akrabaları ve yakınları ile imtihan edilebilir. Onlardan gördüklerine
karşı sabret. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in akrabaları, mallarını ve
yurtlarını terkederek Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmak için
Medine'ye kadar geldiler. Kafirlerin çoğunun yapmadığı şekilde ölülere işkence
yaptılar. Oysa onlar O'nun amca çocuklarıydı. Mekke'nin Fethi'nde onları
affetti ve bağışladı. Onlara "Sizler serbestsiniz" dedi. Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'i yumuşak huyluluk ve bağışlamada kendine örnek al!
Akrabalarını ziyaret et ve sana karşı yaptıkları kötülükleri görmezden gel.
Ayrılık ve çatışmada güçler zayıflar. Ülfette ve birlikte ise, kalpler arınır.
Bölünmeden ve ayrılıktan sakın; çünkü bunlar hezimettir. (Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya
kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin!) (8/el-Enfâl/46)
Günahın
sevinç yönünden gelmeyeceğini sanma! Sevincin tadı üzüntünün acısına
karışabilir. Sahabiler ganimet ile sevindiler ve okçular ganimet toplamak için
aşağı indi. Bu nedenle onlar, bozguna uğradılar. Dünya bir hal üzere devam
etmez. Zorluğa sabret ve nimetleri için Allah'a şükret.
Peygamberler
yaratılmış kullardır. Diğer insanların başına gelenler onların da başına
gelebilir. Kulluk makamının üzerine çıkarılmazlar ve değerlerinden aşağıya da
düşürülmezler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem iki zırh ve savaş elbisesini
giydi. Sahabileri O'nunla beraber mücadele etti. Cebrâil ve Mikâil O'nu korumak
için şiddetle savaştılar. Buna rağmen yüzü yarıldı, azı dişi kırıldı. Başında
ve sonunda emir Allah'ındır. Yalnızca O -subhânehu-, fayda ve zarar verendir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendi nefsi için bir şeye sahip olsaydı
kanı akmazdı. Bu nedenle ibadetini yalnızca Cebbâr olan Allah'a yönelt. Kahhâr
olan Allah'ın önünde boyun eğ ki, Allah'ın izniyle senin için sevindirici
şeyler gerçekleşsin.
Uhud
Dağı'nın toprağıyla teberrük edilmez ve taşları toplanmaz. Orada yetmiş sahabi
öldürüldü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaralandı. Uhud Dağı bir
fayda verseydi bu musibetler olmazdı. İşini Allah'a havale et ve sıkıntıların
giderilmesi için O'na sığın.
Faziletli
davranış biçimlerinden biri de dine hizmet edeni takdir etmektir. Güzel
sıfatlardan biri de sahabilere vefa göstermektir. Uhud şehitlerinin kanları
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in nefsinde vefat ettiği yıla kadar
etkisini gösterdi. Sekiz yıl sonra Uhud'da ölenler için onlara veda eder gibi
cenaze namazı kıldı.
Bu
dinin seçkin insanlarını yücelt. Onların sahabelik haklarına saygı duy ve
onların sırlarını koru! Ebu Süfyan şöyle der: "Muhammed'in ashabının
Muhammed'i sevdiği gibi insanlardan hiç kimsenin birini sevdiğini
görmedim."
Kovulmuş
şeytandan Allah'a sığınırım: (Durum şu
ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek
ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların yaptıklarını boşa
çıkarmaz. Allah onları muratlarına erdirecek, gönüllerini şâdedecek ve onları,
kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır.) (47/Muhammed/4-6)
Allah
beni ve sizleri mübarek eylesin...
İhsanı
için Allah'a hamdolsun. Başarılı kılması ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na
şükürler olsun. Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve
ortağı yoktur. Şânı yücedir. Şehadet ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed
O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na, ailesine ve ashabına salât eylesin.
Bundan
sonra ey müslümanlar!.. Cennet ancak zorluk ve yorgunluk köprüsünden geçerek
elde edilir. Yol uzun ve meşakkatlidir. Zorluklar ve engellerle, zafer ve
hezimetle imtihanla doludur. Zillet ve boyun eğme izzet ve zaferi beraberinde
getirir. Allah -subhânehu- bir kuluna izzet vermek isterse onu önce bozguna
uğratır. Sonra yükselişi, bozguna uğraması ve boyun eğmesi ölçüsünce olur.
Allah mü'min kullarına cennette, amelleri ile ulaşamayacakları makamlar hazırlamıştır.
Onlara ancak musibetler ve imtihanlar ile ulaşırlar. Allah; belalar ve
musibetler gibi onlara ulaşacakları sebepler hazırlar. Belalar ve musibetlerle
gizliler ve saklılar ortaya çıkar.
Başına
gelecek olana rıza göster ve Allah'ın kaderine teslim ol. Seleften bazıları
şöyle der: "Musibetler olmasaydı ahirete iflas etmişler olarak
giderdik."
Dünyada
günler bir hal üzere kalmaz. Zafer ve hezimet, izzet ve zillet, hastalık ve
sağlık, fakirlik ve zenginlik olarak döner. Fırsatları değerlendir. Nimetlerin,
ahiret için biriktirdiklerindir. Dünyayı tercih eden ise dünyasına ve ahiretine
zarar verir.
ULUV RISALESI
TE'LIF
MÜHAMMED EBU SAID EL'YARBUZI
MUHAKKAK KI BÜTÜN HAMD'LER ALLAH'ADIR, BI -NAEN ALEYH O'NA HAMD EDER, O'NDAH
YARDIM ISTER VE MAO -PIRET TALEB EDERIZ. NEFISLERIMIZIN YE KÖTÜ AMELLERIMI -ZIN
SERRINDEN DE ONA SIGINIRIZ.
ALLAH KIME HIDÂYET EDERSE ONU HIÇ BIR KIMSE SAPITTIRAMAZ. KIMI DE SAPITTIRIRSA
ONA DA KIMSE HIDÂ -YET VEREMEZ. SEHÂDET EDERIM KÎ ALLAH'DAN BASKA ILÂH YOKTUR
YE SERIKSIZ OLARAK BIRDIR. VE YINE DE SEHÂDET EDE -RIM KI MUHAKMBD O'NÜN KULU
YE RESULÜDÜR.
EY IMÂN EDENLER ALLAH'DAN NASIL KORKULMASI GEREKIYORSA ÖYLECE KORKUN VE
MÜSLÜMANLAH OLARAK ÖLME -YE ÇALISIN.
EY INSANLAR SIZI BIR TEK NEPISDEN YARATAN, ONDAN DA ESINI VÜCUDA GETIREN,
IKISINDEN BIR ÇOK ERKEKLERLE KADINLAR ÜRETEN RABBINIZ DEN KORKUN VE GÜNAH
YAPMAKTAN SAKININ; VE YINE KENDISINE HÜRMET GÖSTEREREK BIRBIRINIZDEN,
DILEKLERDE BULUNDUGUNUZ ALLAH'DAN KORKUN VE AKRABALIK BAGLARINI KESMEKTEN
SAKININ. SÜBHESIZ KÎ ALLAH, ÜZERINIZE GÖZCÜ BULUNUYOR.
EY IMAN EDENLER ALLAH'DAN KORKUNUZ VE DOÎRU SÖZ SÖYLEYIN. KÎ ALLAH SIZE,
ISLERINIZI DÜZELTIB MU -YAPPAKIYET VERSIN VB GÜNAHLARINIZI BAGISLASIN. KIM.
ALLAH'A.VE RESULUNA ÎTAAT EDERSE, O, GERÇEKTEN BÜYÜK BIR KARA KAVUSMUSTUR.
VE SONRA
Muhterem okuyucu
Silinmesi gerekir ki: Biz müslümanlar, Alemlerin Rabbi olan Subhânehu ve
Teâlâyi, "KÎTAB ve SUNNET'TE" isbat olunan, Allahu Azze ve Celle'nin
kendi -sini ve Resulünün O'nu vasfetmiîj oldugu kemal sifatla -riyl-i tunir ve
b'itlin nekâiaden tenzih ederiz.
Çünkü Subhûnehu ve Teâlânin kendi Zâti IçIn "KITAB'INDA ve Resulünün
SÜNNET'INDE" O'nu vasfetmis oldugu, sifatlar sanina layik bir sekilde
noksanliktan ve mahlûkun evsafina tesbihden münezzeh ve müberra -
Binaen aleyh bizlerce, "KUR'AN DA ve SÜNNET'-TE" Isbât olunan
"ILAHI SIFATLARA" "TAHRIPSIZ, TA' -TILSIZ, TERTIPSIZ, ve
TESBIHSÎZ büyük sanina lâyik bir sekilde isbât edip iman etmeliyiz.
TAHRIF:Nassi manaenve lafzen tagyir etmektir.Misal:cehmiyyenin ve
takipçilerinin mahlukun sifatina tesbih etmeleri gibi.
"RAHMAN ARSA ISTIVA ETTI^ Ta'ha 5
Âyet'inde ki »ISTtVAjVsifatini "RAMANIN HÜKMÜ ARSI ISTILÂ ETTI"
diyerek ^ahrif etmeleri gibi.
TA'TIL: Subhânehu ve Teâla'nin "KITAB re SUN ' NET'TE" iabât olunan
sifatlarinin bazilarini iabât edip iman etmek ve bazilarimda nefyedip inkar
etmektir. Misal:"ESARI ve MATÜRIDI'LERIN" Subhânehu ve Teâlâ'nin
"SEM* ve BASAR" sifatlarini iabât edip kabul ederek, "U-LUV ve
ISTIVA" sifatlarini nefyadip inkar etmeleri gibi.
TEKYIF: Nasildir diye, zikredilen sifatin keyfiyyeti hakkinda soru tevcih
ederek izahini istemektir. Misal:
ümmü Seleme R.A. dan, (RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI) Âyet'i Kerimesi
hakkinda söyle dedigi rivayet olundu. "ISTIVA MA'LUM" (onun hakkinda)
"NASILDIR DEMEK MA'KUL DEGILDIR" " OLDUGU GIBI KABUL ETMEK
IMANDIR" "INKAR ETMEK ISE KUFÜRDÜR" .
Bu eser'i Ismail ibnu Abdurrahman Sabuni Akidetu'a -selef rivayet etiiistir.
Ca'fer ibnu süleyman dan, söyle dedi;
Malik ibnu Enes R H. a "RAHMAN OLAN ALLAH ARSA ISTlVA ETTI" Ayet'i
Kerime'sinde ki "ISTIVA" kelimesin den, "ISTIVA" nasildir
diye ? soruldu. Malik ibnu E -nes R.H. çöyle cevab verdi. "ISTIVA"
ma'lumdur. Nasil demek ise, ma'kul delildir. "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN
ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTIGINE INANMAK ISE VACIBTIR.
Seni . ise "DALALET'TE" olan birisi olarak göruyorum der, ve o
kisinin meclisten çikarilmasini emreder.
Eu Eseri Ismail ibnu Abrur -rahman (18) 'Ebu Said ed -Da rimi er -Reddu Ale'l
-Ceh miyye'de (280) ve Beyhaki Es ma'da (430) rivayet etmisler dir.
Yukarida ki eser'lerde fgörüldügü ve daha ileride de zikrolunucagi gibi, islâm
âlimleri kendilerinden önce ki "SELEFLERININ" sükUt ettikleri mevzu
-larda sükût edip, aoru sorulmasini kerih görmüslerdir. zira Allah Resulü
S.A.V. den bu mevzuda\ne,"NASIL di ye bir soru ve nede böyle bir soruyu
izah eden bir ce vab varid olmamistir.
TESBIH:Subhanehu ve Tealanin zatina has sifatlarindan birisini,mahlukun
sifatlarina benzetmektir.Misal:Müsebbihe baska bir ismi ile
Mücessime,taifesinin Subhanehu ve Tealanin sanina layik ve has olan ‘’YED’’
sifatini bizim elimiz gibidir diyerek mahlukun sifatina tesbih etmeleri, gibi.
Halbu ki Subhânehu ve Teala'.nin kendisini ve Resulünün O'nü vasfetmis oldugu
sifatlarda "TEMBIH" yoktur.
Muhammed ibnu Ismail et -Tirmizi, Nuaym ib-nü Hammad'i söyle derken isittigini
rivayet etti.
Nuaym ibnu Hammad dedi ki:
"KiM KI ALLAH'I MAHLUKATINA TESBlH EDERSE O KAFIR OLMUSTUR".
"ALLAH'IN KENDI NEFSINI VASFETTIGI SIFATLARINDAN BIRINI INKAR E-DERSE ,
YINE KAFIR OLMUSTUR" . "ZIRA SUBHÂNEHU VE TEÂ-LA'NIN KENDI NEFSINI VE
RESULÜNÜN RABBISINI VASFETTIGI SIFATLARIN HIÇ BIRISINDE TESBIH YOKTUR" .
Bu Eser'i Zehebi Uluv da (217) zikretmistir.
Muhterem okuyucu , yukarida zikretmis ol ~ dugumuz kaide., "EHLI
SÜNNET" cemaatinin "ISIM VE SI -FATLAR " hakkinda ki iman esaslarini
beyan eder.
EHLI SUNNET'E muhalefet eden, "KELAM1CILARIN" "KITAB ve
SÜNNET'TEN" ayrilislari ise söyle olmustur.
Yunan felsefesine aid mantik kitablarinin arab-caya terceme edildigi devirlere
rastlayan hicri ikinci asrin baslarina kadar, müslumanlar ISIM ve SIFATLAR
hakkin kendilerine sahabe den,ne rivayet olunmus ise öylece kabul edip iman
ederlerdi. Eger onlar bu mes'elele-rin üzerinde nassa dayali olarak konusmuslar
ise ümmette konusurdu. Degilse, sükût ederlerdi.
Hicri ikinci asrin baslarinda, Beni Umeyye devletinin sonlarina dogru, arabcaya
terceme edilen yunan felsefesine aid mantik kitablarinin te'sirinde kalan,
Hisam ibnu Abdul -Melik'in hilafeti samaninda i'tikadina se -beb katledilen
Ca'd ibnu Dirhem'in talebesi hicri yüz yirmi sekiz senesinde, katledilen, Cehm
ibnu Safvan et -Tirmizi'ye müntesib Ilâhi sifatlari inkar eden CEHMÎYYE denilen
sapik bir taife zuhur etmisti. Bu taife "KITAB've SÜNNET'TE" isbat
olunan bütün ilahi sifatlari zahiri ile kabul edip inanmak Subhânehu ve Tealayi
mah -luka tesbih olacagi iddiasi ile tahrif edip inkar et -mislerdir.
Bunlarin ziddina olarak da "MÜSEBBIHE" diye bü tün Ilâhi sifatlari
kabul ederek iman eden, yalniz bu Ilahi sifatlari mahlukun sifatlarina benzeten
bir taife daha sikmisti.
Ahmed ibnu Hanbel ve emsali gibi "HADIS EHLININ" imamlari olan
zevat'i kiram bu sapiklarin ensesine zül-fikar misali inerek "günlerce
eserleriyle bunlari sustur-) muslardir.^Tabi'i ki bu ilim ehlinin bazilari, bu
bozuk i'tikada sâhib çikan idariciler tarafindan katledilmis lerdir. Fakat bu
taifenin câhil halk Üzerinde ki te'siri-de yok edilmisti.
Hicri dördüncü asrin baslarinda ise "HALEFIYYUN tesmiyye edilen
"KELAMCILAR i'tikad da "ES'ARI ve MATÜ-RIDI" adi altinda iki
mezheb kurarak "CEHMIYYE'NIN" inkar ettigi sifatlarin bazilarini
kabul ve bazilarinida redd ederek, o sapik fikrin tekrar canlanmasina Ve
zamanimiza kadar ayakta kalmasina sebeb olmuslardir.
Risalemizin mevzu'u olan, "ULUV ve ISTIVA" mes'eleleride, bu iki
mezhebin zamanimiza kadar ge -tirdikleri, "CEHMIYYE" denilen sapik
firkanin inkar et mis oldugu iki »SIFAT»I ILAHI-DIR".
Zamanimizda "KITAB ve SÜNNET'E" avdet hareke tini ihya etmege çalisan
bizlerde, bu risalemizde, inkar edilen bu iki "SIFAT'1 ILAHI'YI"
"KITAB ve SÜN NET'LE" isbat ederek hak yolda bir seyler yapmaga ça
listik.
Risalemiz üzerinde, tashih ve tenkitleri muhte rem okuyuculardan hasseten rica
ediyoruz.
Duaniza muhtaç kardesiniz.
Muhammed Ebu Said el - Yarbuzi
I9/5a'ban/1405
ZÂTI ILAHININ SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN ÂYET»I KERIMELER
I) Allah, O'dur ki, gökleri, yeri ve ara -aindakileri alti giinde yaratti»
Sonra "ARSA ISTlVA ETTI" . Sizin, ondan baska hiç bir yardimciniz
yok, hiç bir sefaatçiniz da yoktur. Artik nasihat almi -yormusunuz.
"ALLAH SEMADA» BÜTÜN DÜNYA ISLERINI IDARE EDER". Sonra ameller, bir
gUnde O'na yükselir ki, (o gUnün) mikdari, sizin saydiklarinizdan (ya'ni dünya
yiliyla) bin yildir.
Secde 4/5
2) »RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI» bu -tün gökte olanlar, bütün arzdakiler,
bütün bu ikisi -nin arasindakiler ve bütün yerin dibindekiler hep 0'-nundur.
"SEN SESINI YÜKSELTSENDE VEYA SEZSIZDE SOY -LESEN, HATTA KALBINDEN
GEÇENLERIDE^BILIR".
Ta'Ha 5/6/7
3) "SEMÂDA OLAN^ALLAH^IN" , BIZI yerin dibine geçirmesinden emin mi
oldunuz ? O vakit bir de bakaramiz ki , arz çalkalanip duruyor.
MUlk 16
4) Yoksa "SEMADA OLAN(ALLAH')lN" Uze -rinize tas yagdiran bir rüzgar
göndermesinden emin mi oldunuz ? O zaman anlarsiniz, korkutmam nasil olur -mus.
MUlk 17
5) Göklerde ve yerde olan canlilarla Me lekler, kibirlenmeden hep Allah'a secde
ederler. "ÜSTLERINDE KI RABLERINDEN KORKARLAR" ve emrolun duklari her
seyi yaparlar.
Nahl 49/50
6) firavn veziri olan Hâman'a söyle dedi Ey Hâman Bana yüksek bir kule yap,
belki bazi yollara muttali »olurum. Göklerin yollarina muttali o lurum da,
"MUSA'NIN ILAHINI" görürüm. ÇUnkU ben mu sa'nin (söylediginin ya'ni,
davet ettigi "SEMÂDA KI ILAH" iddiasinin] yalan oldugunu
zannediyorum.
Mu'min 36/37
7) Her kim izzet isterse bilsinki bütün izzet Allah'indir. Güzel kelimeler
ancak "O'NA YÜKSELIR" salih amelide güzel kelimeleride yükseltir .
Fatir 10
8) O vakit Allah'u Azze re Celle söyle buyurdu: Ey Isa Sübhe yok ki seni ecelin
bitince öldUrecegim ve "SENi BANA YÜKSELTECEGIM".
Al Imran 55
9) Dogrusu "ALLAH, ONU (ya'ni Isa as’i) KENDiSiNE YÜKSELTMISTIR"
.Allah Aziz ve Hakim'dir
Nisa 158
AIlahu Azze ve Celle'nin Kitab'in dan zikretmis oldugumuz bu Ayet'i Kerimeler,
Sub hanehu ye Teala'nin kendi Zati için iabat etmis ol dügü "ULUV ve
ISTIVA" aifatlarini beyan eder. biz de Bu Ayet'i Kerimelerin izahi olarak,
"ULUV ve IS TIVA" sifatlarini isbat eden Hadis'i Seriflere geç meden,
bu babi Subhanehu ve Teala'nin su kavli ile bi tiriyoruz.
Allah'tan daha dogru sözlü kim olabilir.
Nisa 87
ZÂTI ILÂHlNlN SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN HADlS'l SERIF'LER
I) Muâviye't -ubnu'l -Hakem es -SUlemiyy n R.A. dan, söyle dedi: Benim, Uhud ve
Cevvaniyye ta -raflarinda koyunlarimi güden bir cariyem vardi.Bir gün yanina
çikib vardim.Birde ne göreyim, gUttügü koyunlardan birisini kurt kapmis. Ben de
Adem ogullarindan biriyim, onlarin öfkelendigi gibi bende öfke-
lenib esef ettim. Lakin ben o cariyeye bir samar vurdum. Akabinde
Reaûlullah^S.A.V.e gelip (cariyeye yaptigimi haber verdim), (cariyeye vurdugum)
Bu samari aleyhime çok büyüttü. Bende, Ya Resûlellah: (yaptigim bu zulme karsilik)
cariyeyi azad edeyim mi ? dedim. Onu bana getir buyurdu. Bende cariyemi
Reaûlullah S.A.V.e getirdim. Resûlullah S.A.V. cariyeye hitaben "ALLAH
NEREDEDIR" ? diye sordu. Câriye: "SEMADADIR" dedi. Tekrar,
"BEN KIMIM" ? buyurdu. Câriye:"SEN ALLAH'IN RESULÜSÜN",
dedi. Bunun üzerine Resûlullah S.A.V. bana: Onu azad et, çünkU o bir
"MU'MINE"dir buyurdu.
Bu Hadia'i Müslim (537) Ebu Davud (930) Buhâri CUz'Un de (64) Neaei (3/15)
Ahmed (5/447) Beyhaki (7/ 387) Ibnu Huzeyme Tevhid'de (121) Ebu Said ed -Darimi
fi'r -Reddi ale'l -Cehmiyyeti'de (271) Ibnu Ebi Seybe Iman'da (84) Ibnu Ebi
Asim SUnen'de (489) Beyhaki Es-ma'da (422) ve Ebu Hanife Müsne-din'de (3)
rivayet etmislerdir.
Bu Hadis'1 Serif'den istifade edilen, Uç mühim mes'ele vardir:
1) "ALLAH NEREDEDIR" ? sorusunun cevazini beyân eder.
2) Sorulan aorunun musbet cevâbi olan "SEMADADIR" denilmesinin
vucûbiyyetini beyân eder.
3) Sorulan sorularin cevablarinin mUsbet olusuna binâen, cariyeye
"MU'MINE" isminin itlakini beyân eder.
Muhterem okuyucu görUyorsun ki Resûlullah S.A.V. den rivayet edilen bu Hadis'1
Serif, istedigin kisiye bu mevzuda ki itikadini bilmek için "ALLAH
NEREDEDIR" aorusunun aorulabilecegine delalet ettigi gibi, cevâb olarakda
muhakkak "SEMÂDADIR" denilmesi gerektigini beyân ediyor.
"ALLAH NEREDEDIR" ? sorusuna müsbet olan "SEMADADIR"
cevâbini verene "MUMIN" isminin itlak edildigi gibi, mUsbet olarak
cevâb vermeyenede ya'ni "SEMADADIR" cevâbindan gayri cevâb verenede
ayni "MUMIN" isminin itlak edilemiyecegide asikardir.
2) Enes ibnu Malik R.A. dan, söyle dedi: Zeyneb bintu Cahs R.A. Reaûlullah
S.A.V. in sâir zevcelerinin yanlarinda söyle iftihar ederdi. Derdi ki Sizi
Reaûlullah S.A.V. ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise, "YEDI KAT SEMANIN
ÜSTÜNDEN ALLAH EVLENDIRDI'
Bu Hadis'i Buhâri (7420) Tirmizi (3213) Ahmed (3/2 Ibnu Sa'd (fl/I03) ve Neae
(2/76) rivayet etmislerdi
3)Ebu Hureyre R.A. dan, (söyle dedi:) Nebiyyu Muhterem S.A.V. söyle dedi:
Allah'u Azze ve Celle mahlukâti yarattiktan sonra, "YANINDA ARSINI
ÜSTÜNDE" söyle yazdi. RAHMETIM GADABIMI geçti.
Bu Hadis'i Buhâri (7422) Ahmed (2/25H) rivayet etmislerdir.
4) Abdullah ibnu Amr R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. buyurdu ki:
Merhametli olanlara , "RAHMAN" olan Allah'u Azze ve Celle'de merhamet
eder. Dünya ehline merhamet edin ki» "SEMADA KI RAHMAN OLAN ALLAH'DA"
size merhamet etsin.
Bu Hadis'1 Ebu Dâvud (4941) Tirmizi (1924) Ahmed (2/160) Humeydi (591) Hâkim
(4/159) re Hatib (2/260) sahih bir senedle rivayet etmislerdir.
TENBIH:
Kitab ve Sünnet itikadindan uzak olan bazi muharrifler yukarida ki Hadis'i
serif'de zikrolunan "SEMADA KI RAHMAN" lafzini, semada ki Melekler
diye ma'na verib terceme ediyorlar. Bu hareketleriyle KITAB ve SÜNNET'e
muhalefet edenler, Sahabe ve Selefi Salihinin yolundan ayrilarak CEHMIYYE denilen
itikad'da bozuk bir mezhebin yolunu tutmaktadirlar. Zira onlardan baska, bu
Ümmetin evvelinde bu sözü (yani Allah her yerdedir) söyleyen gelmemistir. Bütün
Ummet Allah'u Azze ve Celle'nin semada oldugunda nasla ittifak etmislerdir.
Binaen aleyh bu itikada sahib olanlar, bu ve emsali Ayetleri ve Hadis'lere
devamli yanlis ma'na vererek , Allah'in ve Resulünün kelamini tahrif etme
yolunu tutmuslardir.
Halbu ki, yukarida ki Hadis'i Serif'de geçen "RAHMAN" ismi, Subhanehu
ve Teala'nin doksan dokuz isminden birisidir. Zira "SEMADA KI MERHAMET
EDECEK OLAN RAHMAN ODUR". Bu mevzumuzun daha da açiklik getiren baska bir
Hadis"i Serif'de söyle buyurulmaktadir
Cerir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. söyle buyurdu:
Insanlara merhamet etmeyene Allah'da merhamet etmez.
Bu Hadis'i Tirmizi (1922) sahih bir senedle rivayet etmistir.
Bu Hadis'i Serif'den istifade edilen sudur ki. Mevzumuz olan "DÜNYA EHLINE
MERHAMET EDIN Ki. SEMADA KI OLANDA SIZE MERHAMET ETSIN" rivayetine getir
-digi açikliktir.
Hem Kur'an -i Kerim'de buna bir çok Ayet'i Kerime'siyle açiklik getirmektedir.
Bunlardan bir tanesi sudur.
"RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI".Ta'ha-5
Ayet'i Kerime'de görüldügü gibi, dünya ehline merhamet edecek kisilere,
merhamet edecek olan , "RAHMAN YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINE IS
-TIVA ETMISTIR" demek ki semada ki olan "RAHMAN" Allah dir.
Allah'dan baska, semada "RAHMAN" arayan kisi
baska bir Hadis "i Serif 'de söyle buyurulmnktadir.
Cerir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resûlullah S.A.V. söyle buyurdu»
Insanlara merhamet etmeyene Allah'da merhamet etmez.
Bu Hadis'i Tirmizi (1922) sahih bir se -nedle rivayet etmistir.
Bu Hadis'i Serif'den istifade edilen sudur ki. Mevzumuz olan "DÜNYA EHLINE
MERHAMET EDIN KI. SEMADA KI OLANDA SIZE MERHAMET ETSIN» rivayetine getir digi
açikliktir.
Hem Kur'an-i Kerim'de buna bir çok Ayet1: Kerime'siyle açiklik getirmektedir.
Bunlardan bir tanesi sudur.
"RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI".
Ta'ha-5
Ayet'i Kerime »de görüldügü gibi, dünya ehline merhamet edecek kisilere,
merhamet edecek olan , "RAHMAN YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINE IS
-TIVA ETMISTIR" demek ki semada ki olan "RAHMAN" Allah dir.
Allah'dan baska, semada "RAHMAN" arayan kisi
Rabbu’l_-izzet’ten_baska RAHMAN edindigi için, Allah'i serik ittihaz etmistir".
5) Sa'd ibnu Ebi Vakkaa R.A. dan, söyle dedi! Resulullah S.A.V. Sa'd ibnu Muâz
R.A. nün, Beni Kureyza hakkinda vermis oldugu hükme binaen söyle dedi»
"YEDi KAT SEMANIN ÜSTÜNDEN MELIK'lN VERDIGÎ HÜKÜM ILE HÜKÜM VERDIN"
Bu Hadis'i Nesei ( ) Beyhaki Esma'da (420) sahih bir' senedle rivayet
etmislerdir.Zehebi'de el -Uluv'da (15) zikretmistir.
6) Ebu Said el -Hudri R.A. dan, söyle dedi: , Resûlullah S.A.V. buyurdular ki:
.................... '
. Banâ'I'timâd etmiyormusunuz ? ben, "SEMADA OLÂN ALLAH'IN EMINIYIM"
sabah ve aksam bana gökyüzünün haberi ' geliyor.
Bu Hadis'i Buhari (4351) ve Müslim (1064) rivayet etmislerdir.
7) Ibnu Abbas R.A. dan, (söyle dedi:) Resulullah S.A.V. Mi'raç da semâya
götürüldügünde, güzel bir koku hisseder. Ve dedim ki diyor. Ya Cibril bu güzel
koku nedir ? dedim . Dedi ki: Bu güzel koku, fir'avn'nun kizinin hizmetçisinin
ve evladlarinin kokusudur. Hizmetçi bir gün fir'an'nün kizinin saçlarini
tararken, taragi elinden düsürür ve binaen
aleyh"BISMlLLAH" der. Kiz bunu isitince (ne o senin babam degilmi?
dar.Hizmetcide cevaben derki:Benimdede babanin'da "RAB'BI ALLAH'DIR".
Kiz- da, bunu muhakkak babama haber verecegim der. Hizmetcide git haber
verebilirsin diye ceyab verir, Kiz meseleyi fir'avn'na haber verdikten sonra,firavn
kadini huzuruna çagirarak der ki. Senin Rabbin kimdir ? yoksa benden baska
senin Rabbin'mi var diye çikisir. Hizmetçi de benim "RABBIM'DE senin
RABBiN DE SEMADA KI ALLAH'DIR" der. Bunu isiten fir'avn hemen adamlarina
bakircidan bir kazan getirmeleri! emreder, derhal kazan kaynatilip aonra da
kadini çocugu getirtip ikisinide içine attirir.
Bu Hadia'i Ebu Said ed -Darimi fir-Reddi Ale'l -Cehmiyyeti'de (273) hasen bir
senedle rivayet etmistir.
8) Ebu Zer R. A. dan, söyle dedi: Bir gün tam günesin batacagi esnada
Resulullah S. ile beraber mescid'de bulunuyordum. Bana hitaben bili yormusun
günes nereden batiyor, Ya Eba Zer dedi: de Allah ve Resulü en iyi bilendir Ya
Resûlellah dedim: Devam ederek, "MUHAKKAK KI O ARSIN ALTINDA RABBlSlNlN
ÖNÜNDE SECDE ETMEGE GIDIYOR" dedi.
Bu Hadis'i Buhâri (48O2 Ahmed (5/152) ve Ibnu Mendeh (1012) rivayet etmis
-lerdir.
9) Câbir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. Veda haccin'da
Arefe gUnü vermis oldugu hutbede söyle buyurdu: Ben vazifem olan tebligi
yaptimmi ?(ne diyorsunuz.) (Sahabelerde) evet Ya Resulellah hakkx ile yaptin
diye oevab yerdiler. Resülullah S.A.V. de sehâdet parmagini "SEMAYA DOGRU
KALDIRIP INSANLARA KARSI INDIREREK ALLAH'IM SAHID OL DiYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi»
.
Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (1218) Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447)
rivayet etmislerdir.
Bu babda zikredilecek daha bir çok Hadis'i Serif olmasina ragmen, Risalemizin
hacmini büyütmemek için, bu kadariyla iktifa ederek babimiza su Ayet"i
Kerime ile son veriyoruz.
0,bizim Resulümüz kendilisinden hiç bir sey söylemez. O ne söyler ise,
kendisine vahyedilen vahiyden baska bir sey degildir.
en -Necm ¾
ZÂTI ILÂHlNlN SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN SAHABE KAVILLERI
Ebu Bekr R.A. dan, vârid olan rivayet:
I) Abdullah^ibnu Umer R.A. dan, söyle dedi Resulullah S.A.V. vefat ettiginde,
(münafiklardan bazilari müslümanlarin aralarini karistirmak için nasil olur
böyle bir Resul ölürmü diye laflar konusmaya baslamislardi) Binâen aleyh Ebu
Bekr R.A. Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek söyle dedi:
"EY lNSANLAR EGER.IBÂDET ETTiGiNiZ ILAH MUHAMMED IDIYSE O ÖLDÜ. EGER
IBADET ETTIGINIZ ILAH SEMÂDA KI ALLAH ÎDIYSE O ÖLMEMISTIR"
ve sonra su Ayet'i Kerimeyi sonuna kadar okudu. (Muhammed A.S.V. ancak bir
Resuldür. O: dan önce bir çok Resuller gelip geçmistir. Simdi o ölür veya
öldürülürse siz dininizi terkmi ? edeceksiniz.
...................................Ali imran 144.
Bu Eseri Ebu Said ed -Darimi er -Reddu ale'l -cehmiye nam kitab'in da (274)
hasen bir senedle rivayet etmistir.
Bu eserden istifade edilen meseleler sunlardir.
a) Ebu Bekr R.A. nün, hitâb attigi insanlarin cemi'sinin ashabi kiram oldugu.
b) Hitâb ettigi kisilerin sahâbe olmalari dolayisiyla sâhib olduklari ilimle,
Ebu Bekr R.A.nün, eger ibâdet ettiginiz ilah "SEMÂDA Ki ALLAH" ise,
sözüne sukût ederek kabul edisleri söylenen sözün hak olduguna delâlet etmesi.
c) Hayatta iken Cennet'le müjdelenen, Resûlullah'in arkadasi olarak Kur'anda
zikredilen, Resulü ekremin Halifesi olan Ebu Bekr siddik R.A. nün,
"ALLAH'U AZZE VE CELLE'NlN SEMADA" olduguna itikad ettigini beyan
eder.
Eger Ebu Bekr Siddik R.A. Kitab ve Sünnet'e muhalif olarak bir konusma yapmis
olsaydi bu kadar sahabenin böyle bir hataya sükût edeceklerini ne akil kabul
eder ve nede nakil.
Ibnu Mes'ud R.A. dan, vârid olan rivayeti
2)Abdullah ibnu Mes'ud R.A. dan, söyle dedi Dünya semâsi ile ondan sonra ki
gelen semânin arasi besyüz senedir. Her iki semânin arasi böylece besyüz
senedir. Kürsi ile suyun arasida besyüz senedir Ars ise suyun Üstündedir.
"ARSIN ÜSTÜNDE'DE ALLAH'U TEBAREKE VE TEALA VARDIR SiZiN MESKUL OLDUGUNUZ
AMELLERl ORADAN BiLiR".
Bu Eseri Ebu Said ed -Dârimi Reddu alel -Cehmiyye nam kitabin da (275) Ibnu
Huzeyme Tevhid de (105/106) ve Beyhaki Esma (401) sahih bir senedle rivayet
etmislerdir.
Abdullah ibnu Abbas R.A. dan, vârid olan rivayet:
3) Aise R.A. nin kapicisi Zekvan dan,
(söyle dedi:) Abdullah ibnu Abbas R.A. Âise R.A. vefat edeceginde yanina geldi.
Aise'ye hitaben söyle dedi» Sen Resûlullah S.A.V. in kadinlarindan kendisine en
sevgili olani idin. Allah Resulü S.A.V. ise temiz olandan baska bir seyi de
sevmez. " HEM SUBHA NEHU VE TEALA YEDi KAT SEMÂNIN ÜSTÜNDEN SENiN BE
-RAATINI iNDlRDl» Ve Allah'u Azze ve Celle'nin zikredildigi hiç bir mescid yok
ki senin beraatini bildiren Ayet gece ve gündüz orada okunmasin.
Bu Eseri Ebu Said ed -Dari-mi er -Reddu Alel -Cehmiyyeti'de (275) sahih bir
senedle rivayet etmistir.
Abdullah ibnu Umer R. A. dan, vârid olan rivayet:
4) Zeyd ibnu Eslem R.A. dan, söyle dedi: Abdullah ibnu Umer bir çobanin yanina
ugradi ve ço -bana kesilmeye elverisli bir seyi olup olmadigini sordu. Çobanda
sahibi burada yoktur dedi. Ibnu Umer R. A. da, ne olacak sahibin» birini kurt
kapti dersin dedi. Bu söz Üzerine çoban "BASINI SEMÂYA KALDIRIP SÖYLE DEDI
PEKIYI ALLAH NEREDE YA" ? bu cevabi isiten ibnu Umer R.A. da, Vallahi
Allah'in nerede oldugunu sormaya ben daha layikim dedi. Ve sonra çobani ve
koyunlari sahibinden satin alip, çobani azad ederek ko yunlari da ona verdi.
Bu Eseri Zehebi Uluv'da (95) ceyyid bir senedle zikretmistir.
Abdullah ibnu Selâm R.A. dan, vârid olan rivayet:
5) Abdullah ibnu Selam R.A. dan, söyle dedi; Allah'u Azze ve Celle yer yüzünü
yaratmaya baslayip, pazar ve pazartesi günü yedi kat yeri yaratti, sali ve
çarsamba günüde onun maisetini takdir etti.Sonra da "SEMAYA ISTIVA
ETTi" ve iki günde de semalari yaratti.
Bu Eseri ibnu Mendeh Tevhid'de (K.27/2) sahih bir senedle rivayet etmistir.
Zehebi de Uluv'da (96) zikretmistir.
Yukarida ki zikredilen rivayetler, insanligin en hayirli tabakasi, olan, Allah
Resulü sav. in arkndaslarinin, "UI.UV ve ISTIVA" sifatlari hakkinda
ki itikartlarini beyan eder.
iti'kadi ve ameli bütün mes'elelerini "MEDRESE I NEBEVIYYEDE" ta'lim
eden bu cemaatin hepsinin bir
den, KITAB ve SÜNNETE" muhalif bir mes'elenin Üzerinde ittifak etmeleri
naklen ve aklen mümkUn degildir.
Aynen öylede Sahabelerin ittifak ettikleri bir meseleye muhalefet
etmek,dalâletin en âlâ mertebesi ve "FIRKAYI DALLE'DEN' olmanin
alametidir.
Binâenaleyh Resulullah R.A.V. in bir Hadis 'i seriflerini zikrederek babimiza,
nihayet veririz.
Abdullah ibnu Amr R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. buyurdu ki: Israil
ogullari yetmis iki Millete (firkaya) ayrilmislardir. Benim Ümmetim de yetmis
üç Millete (firkaya) ayrilacaktir. "BIR GURUB MÜSTESNA) hepsi
Cehennemliktir. Sahabeler "O BIR GURUB" hangisidir Ya Resulellah
dediler: Resûlullah S.A.V de cevaben, "BENIM VE ASHABIMIN ÜZERINDE
BULUNDUGU YOL ÜZERE BULUNANDIR" dedi.
Bu Hadis'i Tirmizi (2643) sahih bir senedle rivayet etmistir. Seyh Albani'de
Tergib'de 49) tahric etmistir.
Yukaridan beri zikretmis oldugumuz deliller Allah Resulünün ve ashabinin yolunu
beyan etmektedir. "ULUV ve ISTIVA" sifatlarini nefyedenler hangi
millet'in yolu üzeredirler acaba ?
ZÂTI ILÂHININ SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN DÖRT MEZHEB IMAMLARîlfm KAVILLERI
Bu mevzuda Ahmed ibnu Hanbel R.H. dan, naklolunan kavil:
I) Ebu Bekr el -Hallâl'in seyhi, Yusuf ibnu Musa'1 -Kattan söyle dedi»
Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed ibnu Hanbel'' denildi ki (Ne diyorsun ?) Allah'u
Azze ve Celle, yarattiklarindan ayri olarak "KUDRETI VE ILMI" ile her
yerde oldugu halde "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ UZERINDEMIDIR"
Ahmed ibnu Hanbel'de cevaben söyle dedi: Evet "ALLAH'U AZZE VE CELLE
ARSININ ÜZERINDEDIR" hiç bir seyde "ILMINDEN GIZLI DEGILDIR" .
Bu Eseri Hallal es -Sünen'de (198) rivayet etmistir.
2) Ebu Talib Ahmed ibnu Humeyd söyle dedi: Ahmed ibnu Hanbel'e "ALLAH
BIZIMLEDIR" deyip su Ayet'i (Herhangi bir üç sirdasin, bir fisiltisi
oluyor mu, mutlak "ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR") okuyan bir adamdan sordum.
Dedi ki muhakkak o "CEHMI" olmustur. Ayetin evvelini birakarak sonunu
aliyorlar dedi. Ben de Ayet'i evveliyle beraber okudum. ( "BILMIYORMUSUN ?
ALLAH HEM GÖKLERDEKÎNI HEM YERDEKINI HEP BlLIR. HERHANGI BIR UÇ SIRDASIN, BIR
FISILTISI OLUYORMU,MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR.BES KISININ OLUYOR MU, MUTLAK
ALLAH ALTINCILARIDIR BUNLARDAN DAHA AZ, DAHA ÇOK OLUYOR MU, MUHAKKAK ALLAH, HER
NEREDE OLSALAR, ONLARLA BERABERDIR SONRA BUTUN YAPTIKLARINI, KIYAMET GÜNÜ,
KENDILERINE HABER VERIR. HABERINIZ OLSUN KI, ALLAH, HER SEYI BILIR" (Ayet'in
nihayetinde Ahmed ibnu Hanbel söyle dedi:) Ilmi onlarla beraberdir. Ve sonra
(KAF) Suresinden su Ayet'i okudu. "NEFSININ ONA NE VESVESELER VERDIGINI DE
BILIRIZ. BIZ ONA SAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ" (KAF Suresi 16) Ve sonra
"ILMI ONLARLA BERABERDIR" dedi:
Bu Eseri Hallal es -Sünen'de (199) rivayet etmistir.
3) Mervezi R.H. söyle haber verdi: Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed ibnu Hanbel'e)
dedim ki Bir insan ki, ben Allah'in Kur'an da dedigi gibi diyorum. Allah da
diyor ki. "HER HANGI BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FISILTISI OLUYOR MU, MUTLAK
ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR" . (Mücadele 7 ) Bunu derim bundan baska birsey
demem diyor, (ne dersiniz bu adama ?) Dedi ki: "CEHMIYYELERIN"
sözüdür. Bilakis "ALLAH'IN ILMI ONLARLA BERABERDIR" .
Bu Eseri Ibnu Buta Inabe'de rivayet edip Zehebi'de Uluv'da (228) tahric
etmistir.
Ahmed ibnu Hanbel R.H. dan, naklolunan kavillerden istifade edilen mes'eleler
sunlardir
1) Ehli SUnnet'in bayraktari olan, Ah med ibnu Hanbel R.H. a sorulan,
"ALLAH YEDI KAT SE
MANIN ÜSTÜNDE ARSININ UZERINDEMIDIR" ? sorusuna,eve
"AlLAH'U AZZE VE CELLE ARSININ ÜZERINDEDIR" hiç bir sey de
"ILMINDEN GIZLI DEGILDIR", diye cevab vermes temsil etmis olduSu
"EHLI SÜNNET ITIKADINI"beyan t der.
2) "ÜÇ KISININ DÖRDÜNCÜSÜ ALLAH'DIR" A yet'inde hurafilerin
yaptiklari tahrifi beyan eder "SELEF'I SALIH'IN" anlayisini açiklar.
3) "ALLAH HER YERDE ZATIYLA BIZIMLEDIR sözilnitn "EHLI SÜNNET
ITIKADINDAN" de»il de "FIRKA'I DALLE" olan
"CEHMIYYENIN" sözü oldugunu beyan eder.
Bu mevzuda tmam'i Srafi'i R.H.dan, nakloluna kavil»
4) Seyhu'l -Islam Ebu1l -Hakkari ve Ha-fiz Ebu Muhammed el -Makdesi, Ebu Sevr
ve Ebu Suayb'a ref ettikleri^isnadlariyla ikiside, SUnnet'in yardimcisi Imam'i
Sâfi'i R.H. dan, söyle rivayet ettiler.
imam'i Sâfi'i R.H dedi ki:
Imam'i Malik, SUfyan ve daha onlardan baska Ehli Sünnet önderlerinden gördügüm
ve benim de üzerinde oldugum hak olan kavil sudur. "ALLAHDAN BASKA ILAH
OLMADIGINA VE MUHAMMED A.V.S. IN ALLAH'IN RESULÜ OLDUGU.NA SEHADET EDIP, VB
ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN DE SEMA -SINDA ARSININ ÜZERINDE OLDUGUNU , ISTEDIGI
GIBI KULLARINA YAKLASIP VE ISTEDIGI GIBI DE DÜNYA SEMASINA INDIGINI IKRAR
ETMEKTIR" .
Bu Eseri Zehebi Uluv'da (196) tahric etmistir.
Bu mevzuda Imam'i Malik R.H. dan, varid olan kavil:
5) Abdullah ibnu Ahmed ibnu Hanbel R.H.dan, er -Reddu ale'l -Cehmiyyeti isimli
kitnb'inda,babasi Ahmed'den oda Abdullah ibnu Nafl'den oda Malik ibnu E-nes
R.H. dan söyle dedigini rivayet ediyor.
Imam'i Malik R.H. söyle dedi:
"ALLAH'U AZZE VB CELLE SEMÂDADIR , ILMl ISE HER YERDEDIR, ILMINDEN DE HIÇ
BIR SEY GIZLI KALAMAZ".
'Bu Eseri Ebu Davud Mesail'de (263) Abdullah er -Reddu A-le'l -Cehmiyye de (5)
ve Aciri Seria da (289) rivayet etmislerdir.
6) Ca'fer ibnu Meytmun dan, söyle dedi Mâlik ibnu Enes R.H. a " RAHMAN
OLAN ALLAH ARSA ISTIVA ETTI" Ayet'i Kerimesinde ki "ISTIVA"
kelimesi den,"ISTIVA" nasildir diye ? soruldu. Mâlik ibnu enes R.H.
söyle cevab verdi "ISTIVA" ma'lumdur. nasil demek ise ma'kul
degildir. "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN
ARSIN ÜZERINE.ISTIVA ETTIGINE INANMAK ISE VACIBTIF
seni ise "DALÂLET"TE" olan birisi olarak görüyorum der,ve o
kisinin meclisinden çikarilmasini emreder
Bu Eseri Ismail ibnu Abdur rahman (18) Ebu Said eddarimi er -Reddu Ale'l
-Cehmiye'de (28») ve Beyhaki Esmada (4®8) rivayet etmisleri
Bu mevzuda Ebu Hanife R.H. dan, naklolunan kavil:
7) Fikhu'l -Ekber isimli meshur kitab'in sahibi Ebu Muti'i -l -Hakem ibnu
Abdullah el -Belhi-den bize söyle bir haber ulasti.
Ebu Hanife R.H. a, "RABBIMIN SEMADA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum
diyen bir adamin hUkmiln sordum . "SÜBHESIZ O KAFIR OLMUSTUR" Çünkü
Allah» u Azze ve Celle söyle buyuruyor. "RAHMAN ARSIN ÜZERI -NE ISTIVA
ETMISTIR" "ARSIDA YEDI KAT- SEMANIN ÜSTÜNDE -DIR" dedi. Bende
dedim ki: O adam diyor ki tamam "ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" diyorum
lakin "ARSIN SEMÂDA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum, Tekrar Ebu
Hanife R.H, cevaben söyle dedi."ARSIN SEMADA OLDUGUNU INKAR ETTIMI
SUBHESIZ KI O KÂFIR OLMUSTUR" .
Bu Eseri Zehebi Uluv'da (118) zikretmistir.
8) Kâdi Imam Tacuddin Abdu'l -Halik ibnu Ulvan R.H. dan, söyle dedi:
El -Mukni nam eserin mülellifi Ebu Muhammed ibnu Ahmed el -Makdesi R.H. i söyle
derken isittim. Diyordu ki: Ebu Hanife R.H dan, Bize söyle dedigi haberi
ulasti. Her kim ki "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMADA OLDUGUNU INKAR EDERSE
MUHAKKAK KI O KISI KAFIR OLMUSTUR".
Bu Eseri Zehebi Uluv'du (119) zikretmistir.
Imam'i sâfi'i, Mâlik ve Rbu Hanife R.A.E. den, naklolunan kavillerden istifade
edilen mes'eleler sunlardir.
1) Imam'i Safl'i R.H kendisinin ve kendisin den önce ki »SELEF
ALIMLERININ" Üzerinde bulunduklar itikadi beyan ediyor.
2) Hak olan kavlin "ALLAH'U AZZE VB CELLE' NIN SEMÂDA OLDUGUNUN IKRAR
EDILMESI OLDUGU»
3) Allah'u Azze ve Celle'nin sifatlarindan birisini delil ikame olduktan sonra
reddetmenin "KÜFÜR" oldugunu_beyan eder.
4) Isim ve sifatlara aid olan ilmin,akilla, görmekle veya düsünmekle elde
edilemiyecegini beyan eder.
5) Imam'i Malik R.H.inda "ALLAH'U AZZE VE CELLENIN ZATININ SEMÂDA OLUP
ILMININ'DE HER YERDE OLDDUGUNU" ikrar ettigini beyan eder.
6) "ISTIVANIN KEYFIYETI HAKKINDA SORU SORMANIN BID'AT" oldugunu beyan
eder.
7) Ebu Hanife R.H.inda "ALLAH'U AZZE VE CEI LE'NIN SEMADA OLDUGUNU"
kabul ettigini isbat eder.
6) "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYENI KAFIR
GÖRDÜGÜNÜ" bayan eder.
9) "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYEN KISIYE KAFIR
DENILME SEBEBININ,Allah Azze ve Celle'nin semâda olduguna delâlet eden Ayeti
reddetmet oldugundan icab ettigini beyan eder.
10) Bu mevzu ile alakali olmamasina ragmen çok ehli ilmin bilmedigi bir mes'ele
oldugu için açiklamayi münasib gördük. Ebu Hanife R.H. a nisbet edilen meshur
"FIKHU'L -EKBER" kitab'inin onun degilde talebelerinden Abdullah el
-Belhi'ye aid oldugu yukarida ki rivayette tasrih olunmaktadir.
Zikredilen bu Eserler .meshur dört mezheb imaminin "ULUV ve ISTIVA"
sifatlari mevzuunda ki i'tikadlarini beyan ettigi gibi, zamanimizda kendileri
ni dört mezheb mUntesibi olarak "EHLI SUNNET'TEN" sayan kisilerin
bilakis "FIRKA'1 DALLE'DEN" olduklarini isbat eder.
ZATI ILÂHININ SEMÂDA OLDUÖUNA DELÂLET EDEN ISLÂM ÂLIMLERININ KAVILLERI
I) Sadaka R.H. Suleyman et -Teymi R.H. i söyle derken isittigini haber verdi.
"EGER BANA ALLAH NEREDEDIR DIYE SORULSAYDI SEMADADIR DERDIM" .
Bu Eseri Buhâri Ef'al'ul Ibad'da (71) ve Zehebi Uluv'da (114) rivayet et
mislerdir.
2) Hasen ibnu Muhammed el -Haris R.H dan, söyle dedi: Ben de isitir oldugum
halde, Ali ibnu el -Medini'ye "EHLI SUNNET VE’L -CEMAAT'IN" kavli
nedir diye soruldu. O da söyle cevab verdi. "EHLI SÜNNET VE'L
CEMAAT", Ahirette Allah'u Azze ve Celle'yi göreceklerine, Allah'in Musa
ile konustuguna ve "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE'ARSININ ÜZERINE ISTIVA
ETTIGINE" inanirlar dedi.
Bu Eseri Zehebi Uluv»da (225) tahriç etmistir
3) Ebu'l -Abbas es -Sirac dan, söyle dedi: Kuteyb't -ibnu Said'i söyle derken
.isittim. Bu (soyledigim) islam alimlerinden Ehli Sünnet ve'l -Cemaat'-in
kavlidir. "BIZ RABBIMIZI YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINDE
BILIRIZ" Subhanehu ve Teâla'nin buyurdugu gibi "RAHMAN ARSIN ÜZERINE
ISTIVA ETMISTIR".
Bu Eseri Zehebi Uluv'da (225) tahriç etmistir.
4) Ebu Ishak es -Sa'lebi R.H. dan, söyle dedi:
Evzâi R.H.a "SONRA ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI" kavli Subhanisinden
soruldu. Q da söyle cevab verdi. (Evet) "SUBHÂNEHU VE TEÂLA ZATI CELALINI
VAS-FETTIGI GIBI ARSIN ÜZERINDEDIR" .
Bu Egeri Aciri es -Seria'da (102) ve Zehebi Uluv'da (122) tahric etmislerdir.
5) Ali ibnu'l -Hasen R.H. dan, söyle dedi: Abdullah ibnu'l -Mubarek'e
"RABBIMIZI NASIL BILECEGIZ" diye sordum. O da. "ALLAH'U AZZE VE
CELLE YARATTIKLARINDAN AYRI OLDUGU HALDE YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ
ÜZERINDEDIR" biz "CEHMIYYENIN" dedigi gibi "ALLAH ISTE
SURADA YERYÜZÜNDEDIR DEMIYORUZ" dedi.
Bu Eseri Buhari halku'l ef’al'da (120) Ebu Said ed -Darimi er -Reddu Ale'l
Cehmiyye'de (295) ve Abdullah ibnu
Ahmed es -SUnne'de (25) rivayet etmislerdir. Zehebide Uluv'da tahric etmistir.
6) Abdurrahman ibnu Ebi Hatim R.H. dnn, Babasinin söyle haber verdigini rivayet
etti. Bana Said ibnu Amir'den tahdis olundu ki. Bir gün Cehmiyye -den bahseder
ve söyle der. Onlarin sözleri (ya'ni "ALLAH HER YERDEDIR" demeleri)
Yahudi Ve Hristiyanlardan daha serlidir. Zira Yahudiler, Hristiyanlar ve din
ehli "ALLAH'IN SEMADA OLDUGUNDA" MUslümanlarla ittifak etmislerdir.
Onlar ise (ya'ni Cehmiyye )"ALLAH HER YERDEDIR VE HIÇ BIR YERDE DEGILDIR
DEDILER"
Bu Eseri Buhâri Halku'l ef-al»da (120) ve Zehebi Uluv'da (183) rivuyet
etmislerdir.
Bu mevzuda, Islam alimlerinden zikredilecek bir çok söz olmasina ragmen, bu
kadariyla iktifa etmemizin sebebi daha öncede söyledigimiz gibi risale nin
hacmini büyütmemek içindir. Degilse sadece bu alimlerin isimlerini zikretmekle,
risalemimizin hacmini iki misline çikarabilirdik.
Biz akli basinda olan bir topluluga bu kadarininda kafi gelecegine inaniyoruz.
Binaenaleyh bu mevzumuzuda subhanehu ve Teala'nin su kavli ile son veriyoruz
Her kim ki, kendisine dogru yol apaçik olduktan sonra, Peygambere aykiri
harekette bulunur ve "MU'MINLERIN YOLUNDAN BASKASINA UYAR GIDERSE, ONU
,DÖN DÜGÜ SAPIKLIKTA BIRAKIRIZ" Ahirette de kendisini Cehenneme koyariz
ki, o, ne kötü bir dönüs yeridir. Nisa 115
Bütün bu delilleri okuyup hakikat kendisine belli olduktan sonra; Daha hala,
Allah'a ve Resuluna muhalefet edip, mu'minlerin yollarindan ayril -mak
isteyenin, artik islah olacagi tek yer Cehennemdir. O ise "NE KÖTÜ BIR
DÖNÜS YERIDIR".
ZÂTI ILÂHININ SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYENIN TEKFIRI
I) Muâviyet 'ubnu'l -Hakem es -Sülemiyy R. A. dan, söyle dedi:................
Reaûlullah S.A.V. câriye'ye hitaben "ALLAH NEREDEDIR" diye sordu.
Câriye de "SEMADADIR" diye oevab verdi. Tekrar, "BEN
KIMIM", dedi. Câriye» "SEN ALLAH'IN RESULUSUN",dedi: Bunun
Üzerine Resûlullah S.A.V. bana Onu azad et, "ÇÜNKÜ O BIR MÜ'MINEDIR"
buyurdu.
Bu Hadis'i Mualim (537) Ebu Davud (930) Ahmed (5/447) Nesei (3/15) ve daha
baskalari rivayet etmislerdir.
Bbu Said ed -Darimi R.H. er -Reddu A -Le'l -Cehmiyye nam eserinde söyle diyor:
Reaûlullah S.A.V. in bu Hadis'i Serifinde, "ZATI ILAHININ SEMA DA OLDUGUNU
BILMEYENIN MU'MIN OLMADIGINA DELALET VAR DIR". Görüldügü gibi
"ALLAH'U AZZ.E VE CELLE'NIN SE MADA OLDUGUNU BILEN CARIYENIN" müsbet
olan bu cevabi
Resûlullah S.A.V. tarafindan imaninin emaresi ola.rak vasiflanmistir. Ayni
zamanda Allah her yerdedir diyerek "EHLI SÜNNET'TEN" ayrilan
"DALALET FIRKASINA" da ifade'i Resul ile reddiye vardir. Eger
Subhanehu ve Taala "ZÂTI ILE SEMÂDA OLDUGU GIBI" yer yüzünde'de olsa
idi muhakkak cariyenin tam olmayan bu cevabini tashih edecekti.
er -Red Ale'l -Cehmiyye (271)
2) Ummü Seleme R.A. dan, ( RAHMAN ARSIN UZE RINE ISTIVA ETTI) Ayet'i Kerime'si
hakkinda söyle de digi rivayet olundu. "ISTIVA MA'LUM" ( onun
hakkinda) NASILDIR DEMEK MA’KUL DEGILDIR" "OLDUGU GIBI KABUL ETMEK
IMAN-DIR" "INKAR ETMEK ISE KUFÜRDÜR"
Bu Eser'i Ismail^ibnu Abdurrahman es -Sâbunî Akidetu'a -Selef'de (18) rivayet
etmistir.
3) Yunus ibnu Abdu'l -A'la dan, (söyle dedi:) Imam'i Safi'i R.H.i söyle derken
isittim. Diyordu ki »ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN ISIMLERI VE SIFATLARI
VARDIR" Allah'u Azze ve Celle'nin bu "ISIM VE SIFATLARI"
kendisine isbat edildikten aonra hiç bir kimse bu "ISiM VE
SIFATLARIN" reddine gidemez. Muhtasar nam kitabinda söyle bir ziyadelikle
rivayet etti. "HER KIM KI.BU ISIM VE SIFATLAR ISBAT EDILDIKTEN SONRA
DELILE MUHALEFET EDERSE O KAFIRDIR". Hüccet ikame edilmeden önce ise
cahillikle ma'zurdur. Zira isim ve Sifatlar hakkinda ki ilimle, akilla, görüsle
ve düsünmekle tahsil edilmez. Çünkü bu "SIFATLAR’’ delil ile isbat ve
nefyedilir. Aynen Subhânehu ve Teâla'nin kendi nefsinden
"TESBIHI'nefyettigi gibi. "Onun misli gibi (ya'ni O'na benzer) hiç
bir sey yoktur. O Semi'i ve Basir'dir"
Bu Eser1i Hakkari ve Baskalari rivayet etmislerdir. Ibnu Kayyim R.H. Cuyusu'l
islamiyyede (59) tam olarak zikretmis, Zehebi R.H da el Uluv'da (202) tahrio
etmistir.
4) Fikhu»! -Ekber isimli meshur kitab'in sahibi Ebu Muti'ul - Hakem ibnu
Abdullah el -Belhi den söyle bir haber ulasti.
Ebu Hanife R.H.a "RABBIMIN SEMADA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum
diyen bir adamin hükmünü sordum. (Cevaben de) "SUBHESIZ O KAFIR
OLMUSTUR" dedi.Çünkü, Subhânehu ve Teala söyle buyuruyor, "RAHMAN
ARSIN
ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" "ARSI DA YEDI KAT SEMÂSININ
ÜZERINDEDIR"
dedi . Ben de dedim ki! O adam diyor ki, tamam Subhânehu ve Teala "ARSIN
ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" dedim, lakin "ARSIN SEMADA MI YERDE MI
OLDUGUNU" bilmiyorum diyor, Tekrar Ebu Hanife R.h. oevaban söyle dedi
ARSIN SEMADA OLDUGUNU INKAR ETTIMI SÜBHESIZ KI O KAFIR OLMUSTUR".
Bu Eser'i Seyhu'l -Islam Ebu ismail el -Ensari Faruk da (103) rivayet etmistir
Tahavi de Akide de (322) zikredip Zehebi de Uluv da tahric etmistir.
5) Kadi Imam Tacuddin Abdu'l -Halik ibnu Ulvan R.H. dan, söyle dedi:
El -Mukni nam eserin müellifi Ebu Muhammed ibnu Ahmed el — Makdesi R.H.i söyle
derken isittim. Diyor du ki: Ebu Hanife R.H.dan, bize söyle dedigi haberi
ulasti. Her kim ki "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU INKAR EDERSE
MUHAKKAK KI O KISI KÂFIR OLMUSTUR» .
Bu Eser'i Zehebi Uluv da (119) zikretmistir.
6) Hakim R.H. in, "EHLI NISABUR" için cem ettigi,TARIHIN DE ve
ULUMU'L -HADIS" nam kitablarinda söyle dedigini isittim.
Ebu Ca'fer Muhammed ibnu Salih ibni Hâni söyle derken isittim.
Oda söyle haber verdi: Ebu Bekr Muhammed ibnu Ishak ibni Huzeyme R.H.i söyle
derken isittim.Diyordu ki: "HER KIM KI SUBHANEHU VE TEALA'NIN YEDI KAT
SEMASININ ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINDE OLDUGUNU SÖYLEMEZSE O KI! RABBISINE
KÜFRETMISTIR. KANI HELAL OLMUSTUR. TEVBE ETTIRILIR, TEVBE EDERSE NE ALA, IMTINA
EDERSE BOYNU VURULUR VE CIFESININ PIS KOKUSUNDAN, MÜSLÜMANLARIN VE AHD
SAHIBLERININ EZIYYET GÖRMEMESI IÇIN UZAK BIR ÇÖPLÜGE ATILR. MALI ISE GANIMET
OLUR, HIÇ BIR MÜSLÜMAN MIRASÇISI OLAMAZ ZIRA MÜSLÜMAN KAFIRE MIRASÇI
OLAMAZ."NEBI S.A.V. IN BUYURDUGU GIBI.( NE MÜSLÜMAN KAFIRE VE NEDE KAFIR
MÜSLÜMANA MIRASÇI OLAMAZ.)
Bu Eser'i Seyhu'l -Islam Ebu Ismail el -Ensari Akidetu's -Selef de (20) Herevi
de Zemmu'l -Kelam da ( ) rivayet etmislerdir. Zehebi de Uluv da (276) tahric
etmistir.
7) Muhammed ibnu Yusuf R H. söyle dedi: HER KIM KI ALLAH'U AZZE VE CELLE,
ARSININ ÜZERINDE DE GILDIR DERSE O KÂFIR'DIR" .
Bu Eser'i Buhari Efalu'l -I bad da (128) rivayet etmistir.
8) Muhammed ibnu Ismail et -Tirmizi, Nuaym ibnu Hammad'i söyle derken
isittigini rivayet etti:
Nuaym ibnu Hammad dedi ki: "KIM KI ALLAH'I MAHLUKATINA TESBIH EDERSE O
KAFIR OLMUSTUR". .»ALLAH'IN KENDI NEFSINI VASFETTIGI SIFATLARDANDA BIRINI
INKAR EDERSE YINE KAFIR OLMUSTUR" »ZIRA SUBHANBHU VE TEALA'NIN KENDI
NEFSINI VE RESULÜNÜN RABBISINI VASFETTIGI SIFATLARIN HIÇ BIRISINDE TESBIH
YOKTUR" .
Bu Eser'i Zehebi Uluv da (217) zikretmistir.
Muhterem okuyucu yukarida tilavet ettigin gibi,'Islam alimleri ittifakla
"CEHMIYYE" denilen bu sapik taifenin itikadina sahib olanlari tekfir
etmislerdir. Bu tekfir edislerinin baslica sebebleri sunlardir.
1-Subhanehu ve Tealimin kendisini "KITABI in da ve Resulünün O'nun
"SÜNNET’INDE" vasfetmis oldugu " ULUV ve ISTIVA"
sifatlarini, nefyedip inkar etmek bunca Ayet ve Hadis'i tahrif ederek reddetmek
oldugun dandir.
Zira geçmisteki Ümmetlerde böyle bir belayi düsmüslerdi.
O zulmeden (Yahudiler varya) emrolunduklari (tevbe ettik manasina gelen)
"HITTA" kelimesine denilmeyen BIR NÜN ilave ederek "HINTA"
kelimesine) tebdil ettiler.
BIZ de, o zalimlere, yaptiklari fiskin karsiligi olarak, gökten bir azab
indirdik.
Bakara 59
Aynende "CEHMIYYE" ve takipçileri Subhanehu ve Tealanin Kur'anda
"ISTIVA" olarak zikretmis oldugu bu ilahi sifati denilmeyen bir
"LAM" ilave ederek "ISTEV LA" diye tebdil ettiler.
2) böylelikle Subhanehu ve Tealnyi istenil meyen bir sifatla vanfetmis oldular.
Geçen Ümmetler den de Allah'u Azse ve Celle'yi böyle tlulii bir Vahy
^ayrinmadan vasfedenler olmustuda Cubhanehu ve Teala söyle buyurmustu.
Izzet sahibi Rabbin onlarin (müsriklerin uygunsuz) vasiflamalarindan
münezzehdir.
Sa f f at 180
MUHARRIFLERIN BATIL OLAN DA'VALARINA KULLANMAK ISTEDIKLERI BAZI AYET«I
KERIMELERIN TEFSIRI
I) Ebu Tâlib Ahmed ibnu Humeyde söyle dedi: Ahmed ibnu Hanbel'e "ALLAH
BIZIMLEDIR!! (Herhangi bir üç sirdasin bir fisiltisi oluyormu,mutlak ‘ALLAH
DÖRDÜNCÜLERIDIR’ okuyan bir adamdan sordum Dedi ki muhakkak o CEHMI
olmustur.(Ayetin evvelini birakarak SONUNU ALIYORLAR" dedi.Bende ayeti
evveliyle beraber) okudum.
"BILMIYORMUSUN ? ALLAH HEM GÖKLERDEKINI HEM YERDEKINI HEP BILIR. HERHANGI
BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FISILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR. BES
KISININ OLUYORMU , MUTLAK ALLAH ALTINCILARIDIR, BUNLARDAN DAHA AZ, VE YA DAHA
ÇOK OLUYOR MU -, MUHAKKAK ALLAH, HER NEREDE OLSALAR, ONLARLA BERABERDÎR. SONRA
BÜTÜN YAPTIKLARINI, KIYAMET GÜNÜ, KENDILERINE HABER VERIR. HABERINIZ OLSUN KI,
ALLAH, HER SEYI BILIR"
Ayet'in nihayetinde Ahmed ibnu Hanbel söyle dedi:) .ilmi onlarla beraberdir, Ve
sonra (KAF) Suresinden ,su Ayet'i okudu. "NEFSININ ONA NE VESVESELER
VERDISINI DE BILIRIZ. BIZ ONA SAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ" 'KAF Suresi 16)
Ve sonra söyle dedi: "ILMI ONLARLA - . BERABERDIR"
Bu eser'i Hallal es -sunen'de (199) rivayet etmistir .
2) Mukatil ibnu Hayyan dan. su Ayeti kerime hakkinda soruldu: "HERHANGI
BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FI- SILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR"
cevaben de, "O ARSININ ÜZERINDEDIR. ILMIYLE DE ONLARLA BERABERDIR’’dedi
Bu Eser'i ."'Ebu Duvud Mesailin de 263, Ahmed sünne de (7T) Aciri Seria da
(289) re Beyhaki Esma da (430)
Rivayet etmislerdir.
3) Hasen ibnu Muhammed ibni'l -Haris, söyle dedi: benim de duyar oldugum bir
halde Ali ibnu'l -Medineye, "EHLI SÜNNETI VE'L -CEIJIAATIN» itikadindan
soruldu: Oda söyle dedi: "EHLI SUNNET'ÎN I'TIKADI" Allah'u Azze ve
Celle'yi Ahirette göreceklerine, Allah'u Azze ve Celle'nin Musa A.S. ile
konustuguna ve Zâti Ilâhi nin "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ ÜZERINE
ISTlVA ET TlGINE INANIRLAR"
Binaen aleyh su Ayet'i Kerimeden, " HER HANGi BiR ÜÇ SIRDASIN, BÎR
FISILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR" sordular. Ali ibnu'l
-Medinede cevaben, "AYET'IN BASINI OKUSANA" (ne diyor bak) "BIL
MlYORMUSUN ? ALLAH HEM GÖKLERDEKlNl HEM YERDEKlNl HEP BiLiR" .
Bu Eser'i Zehebi Uluv -da (225)de zikretmistir.
4)Ma’dan dan söyle dedi:Süfyan es-sevri R.H.a,Subhanehu ve Tealanin su kavli
‘’NEREDE OLURSANIZ O SIZINLE BERABERDIR’’ hakkinda sordum.Cevaben’’ILMI ILE
BERABERDIR’’ dedi.
Bu Eser'i Abdullah ibnu Ahmed Sünne de (72) Aciri se-ria da (289) tahric
etmislerdir.
YENI
BIR KURAN ANLAYISI ZIHNIYETINE KARSI MUHAFAZAKAR BIR CEVAP
Asrimizin müslümani,
imaninin zaafa ugramasi nedeniyle bir sahsiyyet krizi yasamaktadir.
Bunun bir neticesi olarak
da batiyi taklit etme özentisine kapilmistir. Ancak bu taklitçilik, hayat
modeline
Munhasir iken, maalesef
bugün bu boyutu da asma durumuna gelmistir. Nitekim bu batililasma özentisi,
Islami ilimlere de uygulanmak istenmektedir. “Yeni bir Kuran anlayisi, Sünnete
yeni bir yaklasim” gibi
Hezeyan dolu sözler
yükselmeye yüz tutmustur. Güya maksatlari; Kuran ve Sünnete, çaga uygun bir
yorum getirerek yeni bir hüviyet kazandirmak imis!!! Isi mesrulastirmak için,
buna gerekçe olarak ta bugünkü Kuran ve sünnet anlayisinin, çaga cevap
vermedigini ileri sürmeleridir. Daha da garip olani ise 14 asirlik ilim
samimiyet ve kalite ile dolu geçmiste yetismis alim ve eserlerine kirmizi kalem
çizerek, onlara klasik bir anlayis gözüyle bakmaktir. Bunun yaninda yandaslari
ve akil hocalari olan oryantalistlerin, Islam adina cinayet isleyerek yazmis
olduklari eserlere modern Islam anlayisi adini vermeleridir. Simdi soruyorum
size; bu çifte standart büyük bir zulüm, insafsizlik ve nankörlük degimidir? Ne
yazik ki bütün gayretler bati ve sistemine ayak uydurma hesabina yapilmaktadir.
Kuran ve sünnetin
evrenselligini ortay koymak için, illaki heer ortaya çikan görüs ve ideolojiye
sahip çikmak mi gerekir? Kaldi ki bu görüs ve ideolojiler hiç süphesiz birer
teselsül halinde kiyamete kadar devam edecektir. Kiyamete kadar her türlü
tebdil ve tahriften korunma garantisi altinda bulunan ve kemale ermesiyle her
türlü ziyadelilikten müstagni olan Islam dininin, bu yabanci ve ithal edilmis
düsünce ve anlayislara ihiyaci olmadigi gibi sahip çikmaya da mecbur degildir.
Farz-i muhal bu zihniyet kabul edilmis olsaydi, Kuran vahiy bir degeri kalmis
olmazdi. Böylelikle de Islam’in asil ilahi amaçlari saptirilmis olurdu. Ona
beseri yorumlar getirmekle, beseri sistemler seviyesine indirmekten baska
birsey yapilmis olmazdi. Bizim anladigimiz evrensellik ise Kuran’in, insanligin
maddi ve manevi ihtiyaçlarina cevap vermesidir.
Simdi sunu sormak isterim;
neden muhafazakar anlayisinin batiya ayak uydurmasina gerek duyuluyor da
batinin bu anlayisa ayak uydurmasina gerek duyulmuyor? Bati ne zamandan beri
Islam için ölçü olmustur. Evet; batililasma hamlesi konusunda , Hz.Peygamberin
(s.a.v.) asirlar öncesi vermis oldugu haberi tasdik etmemek elde degildir.
O söyle diyordu: “Siz,
sizden öncekilerin yoluna karis karis, kulaç kulaç uyacaksiniz, öyle ki onlar
kelerin deligine girseler sizde oraya gireceksiniz. Denildiki ey Allah’in
resulu, o (uyulan) kimseler yahudi ve hiristiyanlar midir? O da cevaben “Ya
baska kim olabilir?” demistir. (Buhari ve Müslimde)
Evet tarihten ibret
alinmadigi zaman, tarih tekerrürden ibaret olur. Geçmis ümmetlerdeki tahrif ve
tebdil mukaddes kitaplarin lafizlarinda yapilirken, bizdekiler dine çagdas bir
hüviyet kazandiralim diye vahyi Kuran’a yeni bir yorum anlayis veya yaklasim
getirerek, kisacasi bir reform yaparak sinsi bir tahrif türü gerçeklestirmeye
yeltenmekteler. Belki de birçoklari bunun farkinda bile degildirler.
Bizim kanatimize göre;
Islam vahyi hiçbir zaman çagin gerisinde kalmamistir ve kalmayacaktir da.
Orjinalligi kiyamete kadar tahriften salim kalacagi gibi hükümleri de kuyamete
dek bakidir.
Bütün bu fasit ve
tikanmalarin altinda Kuran’in vazgeçilmez tefsiri olan ve ilk üç faziletli
asrin nesline dayanan sahihi sünnet kültüründen cahil yoksun habersiz ve
önyargililik yatmaktadir. Kisacasi aklin her seyi halledecegi fikri mevcuttur.
Bizce Kuran’i anlamanin en
salim yolu su asamalarla gerçeklesebilir.
1. Kuran’in önce Kuri’anla
tefsiri
2. Kuran’in sahih sünnetle
tefsiri (Bu da tefsirle ilgili rivayetlerin tashihihinde yogun bir çalismayi
gerektirmektedir.)
3. Sahih sünnetle tefsiri
sabit olmayan ayetlerin, sahabe ve tabiinden varid olan kavil ve görüslerin en
sihhatli olanlarin tefsiri.
4. Kuran’i arapça dilin
zenginliginden istifade ederek delalet etttigi manalarla tefsiri.
5. Arapça dilin yaninda örf
de tefsirde yardimci unsur sayilabilir.
6. Müspet ilimlerle ilgili
ayeti kerimelerin tefsirine gelince Kuran ve Sünnetin genel prensiplerinin
disina çikilmamasi sartiyla, ihtisas ehlinin bu konularla ilgili itttifak
ettikleri ilmi verilerden istifade edilir.
Mezkur maddelerde bu
tertibe riayet edilirse saglikli bir tefsir meydana gelmis olur.Çagin getirmis
oldugu bazi sorunlara da egilirken de Kuran ve Sünnetin genel kaidelerinden
istifade edilerek çözüme gidilmelidir.
Tefsirden Arindirilmasi
Gereken Unsurlar:
1. Rey ve indi görüsler
2. Zayif ve uydurulmus
hadisler.
3. Tefsir konusunda ilk üç
nesilden gelen zayif ve mercuh olan bütün vecih ve kaviller
4. Israaliyata ait
haberlere gelince bunlar üç türlüdür.
5. a. Kuran ve Sünnetin
prensiplerine zit olanlar
b. Kuran ve Sünnetin
prensiplerine uygunluk arzedenler
c. Ne tasdiki ne
dogrulanmasi ve ne de yalanlanmasini gerektiren haberler.
Günümüzde tefsir konusunda
zikrettigimiz maddelere uygun olarak hazirlanacak bir tefsire sidddetle ihtiyaç
vardir. Nitekim Islam dünyasinda bu konuda bazi çalismalar yapilmaktadir. Bunun
daha da yogunlasmasi gerekir. Tefsir ve diger Islami ilimlerde istigal eden
ilim adamlarina büyük görevler düsmektedir. Bu da kollektif bir çalismayi
gerekli kilmaktadir. Kollektif çalismada yer alacak olan ilim adamlarinin
çesitli sorunlara daha kapsamli çözümler getirilebilmesi için, Islam dünyasinin
her bölgesinden olusmasi gerekir.
KIYAMET SAATİ
KIYAMET SAATİNİN
BÜYÜK ALAMETLERİNDEN BİRİ DE RESULULLAH ( S.A.V.)’IN DECCAL İSMİNİ VERDİĞİ BİR
ŞAHSIN ORTAYA ÇIKIŞIDIR.ONA BU İSİM HAKKI ÖRTTÜĞÜ VE ÇOK YALAN SÖYLEDİĞİ İÇİN
VERİLMİŞTİR.DECCAL KENDİSİNİN İLAHLIĞINI İDDİA EDİP ALLAH’IN İZNİ VE İMTİHAN
GEREĞİ HARİKULADELİKLER GÖSTEREREK İNSANLARI DİNLERİNDE FİTNEYE
DÜŞÜRECEKTİR.BAZI İNSANLAR ONUN FİTNESİNE KANIP YOLUNU SAPITIRKEN ALLAH İMAN
EDENLERİ İMAN ÜZERİNE SABİT KILAR.BU SEBEPLE MÜMİNLER ONUN YALAN VE FİTNESİNE
ALDANMAZLAR.DAHA SONRA ALLAH ( C.C. ) İSA ( A.S. )’I İNDİREREK ONU VE FİTNESİNİ
KALDIRACAKTIR.
HUZEYFE İBN ESİDEL-GIFARİ ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU
:-SİZLER DAHA EVVEL ON ALAMET MÜŞAHEDE ETMEDİKÇE ASLA KIYAMET
KOPMAYACAKTIR.BUYURDU.VE ŞUNLARI ZİKRETTİ :-DUHAN , DECCAL , DABBETUL-ARD ,
GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI , İSA ( A.S. )’IN NUZÜLÜ , YE’CÜC VE ME’CÜC’ÜN ÇIKMASI
, BİRİ GARPTA BİRİ ARAP YARIMADASINDA BİRİ DE ŞARKTA OLMAK ÜZERE ÜÇHUSUF YANİ
ARZIN ÇÖKÜNTÜSÜ.BU ALAMETLERİN SONUNCUSU İSE YEMEN’DEN ÇIKIPTA İNSANLARI
TOPLANTI YERİNE DOĞRU ÖNÜNE KATIP SÜREN ATEŞTİR.”
( MÜSLİM-2901 )
İBN ÖMER ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V.) İNSANLAR ARASINDA
DECCALİ ZİKRETTİ.-YÜCE ALLAH ŞAŞI DEĞİLDİR.HABERİNİZ OLSUN Kİ DECCALİN SAĞ GÖZÜ
SAKATTIR , BÖRTLEKTİR.SANKİ O’NUN GÖZÜ , SALKIMINDAKİ EMSALİNDEN DIŞARI ÇIKMIÇ
İRİ BİR ÜZÜM TANESİDİR.”
( MÜSLİM-169 )
HUZEYFE ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU
:-DECCAL SOL GÖZÜ SAKAT , BOL SAÇLI BİR KİMSEDİR.ONUN BERABERİNDE BİR CENNET VE
BİR ATEŞ VARDIR.ONUN ATEŞİ CENNETTİR.CENNETİ DE BİR ATEŞTİR.”
( MÜSLİM –2934 )
EBU SAİD HUDRİ ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU
:DECCAL GELECEKTİR.FAKAT MEDİNE YOLLARINDAN İÇERİ GİRMEK ONA HARAM
KILINMIŞTIR.NİHAYET MEDİNE ETRAFINDAKİ BAZI ÇORAK VE ÇAKILLI ARAZİYE KADAR
VARACAKTIR.O GÜN MEDİNE HALKININ EN HAYIRLI SİMASI YAHUT İNSANLARIN EN
HAYIRLILARINDAN BİRİSİ DECCALE KARŞI ÇIKAR VE :-ŞEHADET EDRİM Kİ MUHAKKAK
SEN;DECCALSİN.DER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL YANINDA BULUNAN ŞAKİ KİMSELERE :-ŞİMDİ
BEN BU ADAMI ÖLDÜRÜR SONRA DİRİLTİRSEM NE DERSİNİZ ?BENİM İDDİAMDAN ŞÜPHE EDER
MİSİNİZ ?DİYE SORAR.YANINDAKİLER :-HAYIR ŞÜPHE ETMEYİZ.DERLER.DECCAL O KİMSEYİ
ÖLDÜRÜR. SONRA DİRİLTİR DİRİLTMEZ O KİMSE :-VALLAHİ BENİMSENİN DECCAL OLDUĞUN
HAKKINDAKİ ŞİMDİKİ KANAATİM BUNDAN EVVELKİ KANAATİMDEN DAHA
KUVVETLİDİR.DER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL O KİMSEYTİ TEKRAR ÖLDÜRMEK İSTER. FAKAT ARTIK ONU ÖLDÜRMEYE MUKTEDİR OLAMAZ.”
( MÜSLİM-2938 )
NEVVAS B.SEMAN ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU
:...DECCAL SEVİMSİZ GAYET KIVIRCIK SAÇLI BİR GENÇTİR.ONUN BİR GÖZÜ KÖRDÜR...HER
KİM ONA ERİŞİRSE KEHF SURESİNİN BAŞ TARAFINI OKUSUN.MUHAKKAK O , ŞAM İLE IRAK
ARASINDA KAYALIK BİR MEVKİİ DE ÇIKACAKTIR.SAĞDADA SOLDADA FESATLAR
ÇIKARACAKTIR... RESULULLAH ( S.A.V.) ,
DECCAL YERYÜZÜNDE KIRK GÜN.BİR GÜN BİR
SENE GİBİDİR.BİR GÜN BİR AY GİBİDİR.BİR GÜNDE BİR HAFTA GİBİDİR.ONUN GERİ KALAN
GÜNLERİ İSE SİZİN GÜNLERİNİZ GİBİDİR.BUYURDU.BİZ :-YA RESULULLAH ( S.A.V.)BİR
SENE GİBİ UZUN OLAN O GÜN İÇİNDE BİZLERE BİR GÜNÜN NAMAZI KAFİ GELİR Mİ ?DEDİK.
RESULULLAH ( S.A.V.) :-HAYIR , SİZLER O UZUN GÜNDE NORMAL GÜNLERİNİZDEN HER
NAMAZ VAKTİ KADAR ZAMANI TAKDİR EDİNDE NAMAZLARINIZI KILIN.BUYURDU.BİZ :-YA
RESULULLAH ( S.A.V.) , ONUN YERYÜZÜNDEKİ HIZI NE KADARDIR ?DEDİK. RESULULLAH (
S.A.V.) :-RÜZGARIN YÖNELTİP SEVK ETTİĞİ YAĞMUR GİBİDİR.DECCAL BİR KAVMİN
ÜZERİNE GELİR VE ONLARI DAVET EDER.ONLARDA ONA İMAN EDİP KENDİSİNE TABİ
OLURLAR.MÜTAKİBEN O SEMAYA EMREDER , SEMA YAĞMUR YAĞDIRIR.YERE EMREDER O DA HER
TÜRLÜ BİTKİYİ BİTİRİR.O KAVMİN OTLAMAYA ÇIKARILMIŞ OLAN HAYVANLARI AKŞAM ÜZERİ
KENDİLERİNE EN YÜKSEK EN GÜZEL HALDE MEMELERİ DE SÜTÜN ÇOKLUĞUNDAN ÖTÜRÜ EN
DOLGUN VAZİYETTE BOŞ BÖĞÜRLERİNİN ÇEVRELERİ İSE İYİCE DOYDUKLARINDAN DOLAYI EN
UZUN OLMUŞ HALDE DÖNERLER.SONRA DİĞER BİR KAVME GELİP ONLARI DA DAVET EDER.FAKAT
O KAVİM ONUN SÖZÜNÜ KABUL ETMEYİP RED EDERLER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL O KAVİMDEN
GERİ DÖNÜP GİDER.SONRA O KAVİM AZ YAĞMURLU BİR KITLIK MUSİBETİNE
ÇATARLAR.ELLERİNDE MALLARINDAN HİÇBİR ŞEY KALMAZ.DECCAL BİR HARABELİĞE UĞRAR DA
ONA HİTABEN :-HAZİNELERİNİ MEYDANA ÇIKAR.DER.AKABİNİN DE O HARABELİĞİN
HAZİNELERİ BAL ARISI CEMAATLERİNİN KENDİ ARIBEYLERİ ARKASINA TABİ OLUP
GİTMELERİ GİBİ ONUN ARKASINDAN GİDERLER.SONRA YETİŞKİN , GENÇLİK DOLU BİR
DELİKANLI ÇAĞIRIR.ONU KILICINLA VURUP İKİ PARÇA HALİNDE KESER.SONRA ONU
DİRİLTİR.O GENÇ GÜLERYÜZLÜ HALDE ONA YÖNELİR VE :-SEN DECCALSİN.DER.DECCAL BU
İŞLE MEŞGUL OLURKEN , ALLAH ( C.C. ) MERYEM OĞLU İSA ( A.S. ) ’I İKİ PARÇA ELBİSE İÇİNDE
ELLERİNİ İKİ MELEĞİN KANATLARI ÜZERİNE KOYMUŞ VAZİYETTE İNER.BAŞINI AŞAĞIYA EĞİNCE
SU DAMLATIR.YUKARI KALDIRINCA DA ONLAR İRİ İKİ İNCİ TANESİ GİBİ DURUR.VE GÜZEL
BİR SU İNER.ARTIK HİÇBİR KAFİR İÇİN O’NUN NEFESİNİN RÜZGARINI DİRİ OLDUĞU HALDE
BULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.O’NUN NEFESİ DE GÖZÜNÜN GÖRECEĞİ YERE KADAR
ULAŞIR.SONRA İSA ( A.S. ) DECCALİ ARAR VE NİHAYET ONU BEYTUL-MAKDİS’E YAKIN BİR
YER OLAN LUDD DENİLEN MEVKİİ DE YETİŞEREK ÖLDÜRÜR.SONRA MERYEM OĞLU İSA ( A.S.
)’A ALLAH’IN DECCAL ŞERRİNDEN KORUMUŞ OLDUĞU BİR KAVİM GELİR. İSA ( A.S. )
ONLARINYÜZLERİNE ELİYLE DOKUNUP MESH EDER.VE ONLARA CENNETTEKİ DERECELERİNİ
SÖYLER.ONLAR BU HAL ÜZERE BULUNDUKLARI SIRADA BİRDENBİRE ALLAH ( C.C. ) İSA (
A.S. )’A :-BEN ŞİMDİ BANA AİT OLAN BİR TAKIM KULLAR ÇIKARDIM Kİ HİÇBİR KİMSENİN
ONLARLA HARP ETMEYE KUVVET VE KUDRETİ YOKTUR.SEN CİVARINDA BULUNAN KULLARIMI
TUR’DA İYİCE MUHAFAZA ET , ORASINI KENDİLERİ İÇİN MUHKEM BİR KALE YAP.DŞYE
VAHYETTİ.VE
ALLAH ( C.C. ) YE’CÜC VE ME’CÜC’Ü
GÖNDERİR.ONLARIN İLK KAFİLELERİ TABERİYYE
GÖLÜNE UĞRARLAR DA ONDA BULUNAN SUYUN HEPSİNİ İÇİVERİRLER. YE’CÜC VE
ME’CÜC KALABALIĞININ SONU ORAYA UĞRAR DA :-YEMİN OLSUN BURADA SU VARDI.DERLER.
ALLAH ( C.C. )’IN PEYGAMBERİ İSA ( A.S. ) VE O’NUN YARDIMCILARI ÇEPEÇEVRE
SARILIRLAR.NİHAYET ONLARDAN HERHANGİ BİRİNE BİR ÖKÜZ BAŞI , BUGÜN BİRİNİZİN 100
DİNARDAN DAHA HAYIRLI OLUR.SONRA ALLAH ( C.C. )’IN PEYGAMBERİ İSA ( A.S. ) VE ARKADAŞLARI ALLAH ( C.C. )’A DUA
EDERLER. ALLAH ( C.C. ) , DÜŞMAN ASKERLERİ İÇİNE DEVE VE DAVARLARIN
BURUNLARINDA OLAN BİR BURUN KURDU GÖNDERİR DE NETİCE DE HEPSİ TEK BİR NEFİSİN
ÖLÜMÜ GİBİ ÖLÜP HELAK OLURLAR...ARTIK HERDE YER YE’CÜC VE ME’CÜC FERTLERİNİN
YAĞLARININ VE PİS KOKULARININ DOLDURMADIĞI BİR KARIŞ YER BULAMAZLAR. ALLAH (
C.C. ) BİR TAKIM KUŞLAR GÖNDERİR VE O CESETLERİ GÖTÜRÜRLER.SONRA ALLAH ( C.C. )
YAĞMUR GÖNDERİR VE YERYÜZÜNÜ YIKAR...”
(
MÜSLİM-2937 )
İSA ( A.S. ) AHİR ZAMANDA VE DECCALİN
ORTAYA ÇIKTIĞI ESNADA KİTAP VE SÜNNETTE DELİLLER MEVCUTTUR. İSA ( A.S. )
İSLAMIN ŞERİATIYLA HÜKMEDECEK VE İNSANLARIN İSLAM ŞERİATINDAN TERK ETTİĞİ
BİRÇOK ŞEYİ TERK EDECEK.YERYÜZÜNDE ALLAH ( C.C. ) ‘IN DİLEDİĞİ KADAR KALACAK VE
VEFAT EDECEK.MÜSLÜMANLAR O’NUN CENAZE NAMAZINI KILACAK.MÜSLÜMANLARA
YARAŞANALLAH ( C.C. )’IN İSA ( A.S. ) HAKKINDA YAHUDİLERİN O’NU ÖLDÜREMEDİĞİ
AKSİNE O’NU KENDİSİNE YÜKSELTTİĞİ İLE İLGİLİ AYETLERİNE İTİKAT ETMESİDİR.
KIYAMETİN KOPUŞUYLA ALAKALI BU VE BUNUN
GİBİ ALAMETLERİNGERÇEKLEŞMESİNDEN SONRA YAŞADIĞIMIZ BU ALEM YERİNİ BAŞKA BİR
ALEME DEVREDECEKTİR.BU DEĞİŞİM , ALLAH ( C.C. ) ‘IN İSRAFİL’E BİRİNCİ SURU
ÜFLEME EMRİNDEN SONRA GERÇEKLEŞİR.SURA ÜFLENDİĞİNDE ALLAH ( C.C. )‘IN DİLEDİĞİNİN DIŞINDAKİ
GÖKLERDE VE YERDE HERKES ÖLÜR.
“HATIRLA Kİ , O GÜN , YER BAŞKA YERE ,
GÖKLERDE BAŞKA GÖKLERE ÇEVRİLECEK VE İNSANLAR BİR VE KAHHAR ALLAH ( C.C. )’IN
HUZURUNA ÇIKARILACAKLARDIR.”
( İBRAHİM-48 )
“SURA BİRKEZ ÜFÜRÜLDÜ MÜ , VE YERLE
DAĞLAR KALDIRILIPTA ÇARPILIŞ ÇARPILDIĞI VE DARMADAĞAN EDİLDİĞİ (VAKİT ) İŞTE O
GÜN KIYAMET KOPACAKTIR.GÖK YARILMIŞTIR.O GÜN O ÇÜRÜKTÜR.”
( HAKKA-
13 ,14 ,15 ,16 )
EBU HUREYRE (
R.A. )’DAN :
“ALLAH ( C.C. ) RESULU ŞÖYLE BUYURDU
:-ALLAH-U TEALA KIYAMET GÜNÜNDE YERYÜZÜNÜ AVUCUNUN İÇİNE ALIR , SAĞ ELİYLE DE
SEMAYI DÜRER.SONRA :-MELİK BENİM , YERYÜZÜNÜN MELİKLERİ NEREDEDİR ? BUYURUR.”
(
MÜSLİM-2787 , BUHARİ-10C 4712 )
ÖLDÜKTEN SONRA TEKRAR DİRİLME : ( BAĞS )
BİRİNCİ SURA
ÜFLENİŞTEN SONRA İKİNCİ SURA ÜFLENİR.BU ÜFLENİŞLE BERABER ÖLÜLERE TEKRAR HAYAT
VERİLİR.İŞTE BAĞS DEDİĞİMİZ TEKRAR DİRİLME OLAYI BUDUR.
“SUR’A İKİNCİ DEFA ÜFÜRÜLÜR.BİR DE
BAKARSIN Kİ , KABİRLERİNDEN KALKMIŞLAR. RAB’LERİNE AKIN EDİYORLAR. – EYVAH
BAŞIMIZA GELENLER ! KİM KALDIRDI BİZİ UYUDUĞUMUZ YERDEN ? İŞTE ALLAH ( C.C.
)’IN BUYURDUĞU VAAD BU İMİŞ...O PEYGAMBERLER DOĞRU SÖYLEMİŞ !.. DERLER.”
( YASİN 51 -52 )
HAŞR : HAŞR MAHLUKATIN TEKRAR DİRİLİP
KABİRLERİNDEN ÇIKIŞINDAN SONRA MEYDANA GELECEKTİR.HAŞR , HALKIN KENDİ
ARALARINDAKİ HAKLARIN ALINIP VERİLMESİ İÇİN MAHKEMENİN KURULACAĞI YERDE
TOPLANMALARIDIR.BİLİNİZ Kİ YÜCE RABBİMİZ HZ.MUHAMMED ( S.A.V. )’E ÜMMETİNİN
KIYAMET GÜNÜNE KADAR NELER OLUP BİTİCEĞİNİ BİLDİRMİŞ VE GÖSTERMİŞTİR.
HUZEYFE BİN USEYD EL-GIFARİ ( R.A. )
‘DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-GÜNEŞ BATIDAN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAK.GÜNEŞ BATIDAN DOĞUP İNSANLAR ONU
GÖRÜNCE YERYÜZÜNDEKİ BÜTÜN İNSANLAR İMAN EDECEK.FAKAT O VAKİT MEALEN :
....RABBİNİN
BAZI ( KIYAMET ) ALAMETLERİ GELDİĞİ GÜN , EVVELCE İMAN ETMEMİŞ VEYA İMANINDA
BİR HAYIR KAZANMAMIŞ OLAN KİMSEYE , O GÜN İMAN ETMEK HİÇBİR FAYDA
VERMEYECEKTİR...
(
EL-EN’AM-158 )
(
EBU DAVUT-4312 , MÜSLİM-157 , İBN MACE-4068 )
CABİR İBN ABDULLAH ( R.A. ) ‘DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-ÜMMETİMDEN BİR TAİFE KIYAMETE KADAR HAK ÜZERİNDE MAKATALE EDECEK MUZAFFER
OLMAKLA DEVAM EDECEKTİR.NİHAYET MERYEM OĞLU İSA ( A.S. ) İNER VE MÜSLÜMANLARIN
EMİRİ ONA :-GEL BİZE NAMAZ KILDIR.DER.BUNUN ÜZERİNE İSA ( A.S. ) :-HAYIR ,
ALLAH ( C.C. )’IN BU ÜMMETE BİR İKRAMI OLARAK SİZİN BİR KISMINIZ DİĞER BİR
KISIM ÜZERİNE EMİRLERSİNİZ .” DER
(
MÜSLİM-156 )
EBU HUREYRE ( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-YAKINDA FIRAT NEHRİ ALTIN HAZİNESİNİ AÇIĞA ÇIKARIR , KİM BUNA HAZIR BULUNURSA
ONDAN BİRŞEY ALMASIN.”
( EBU DAVUT-4303 , BUHARİ K.FİTEN,
MÜSLİM-2894 ,TİRMİZİ )
EBU HUREYRE ( R.A. ) ‘DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-SİZLER AYAKKABILARI KILDAN OLAN BİR KAVİMLE SAVAŞ ETMEDİKÇE KIYAMET
KOPMAZ.SİZ GÖZLERİ KÜÇÜK , BURUNLARI KALIN VE YÜZLERİ DERİ İLE KAPLI KALKANA
BENZEYEN BİR KAVİMLE SAVAŞ ETMEDİKÇE KIYAMET KOPMAZ.”
(EBU DAVUT-4304 ,
MÜSLİM-1912 , BUHARİ K. CİHAD-6C 2741 , 7C 3367 , İBN MACE-409 TİRMİZİ-2312 ,
NESEİ-3179 )
EBU HUREYRE ( R.A. ) ‘DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURMUŞTUR
:-MÜSLÜMANLAR YÜZLERİ ÜSTÜ KAT KAT DERİ İLE KAPLANMIŞ KALKAN GİBİ YUMRU KILDAN
ELBİSE GİYİNEN TÜRK DENEN KAVİMLE SAVAŞ EDENE KADAR KIYAMET KOPMAZ.”
( EBU DAVUT-4303 , MÜSLİM-2912 , NESEİ-K.CİHAT-3179 )
ABDULLAH BİN BÜSÜD
( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-RUM HARBİ İLE İSTANBUL’UN FETHİ ARASINDA ALTI SENE VARDIR.YEDİNCİ SENEDE
DECCAL ÇIKACAK.”
( EBU
DAVUT-4296 , İBN MACE-4092 , TİRMİZİ-K.FİTEN- MÜSLİM-2897 )
CABİR BİN SEMURA
( R.A. )’DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU
:-ON İKİ HALİFEYE KADAR BU DİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ DEVAM EDECEK.CABİR DEDEİ Kİ :-
RESULULLAH ( S.A.V. )’IN BU SÖZÜ ÜZERİNE CEMAAT TEKBİR ALDI VE SESLİ
AĞLADILAR.BUNUN ÜZERİNE RESULULLAH ( S.A.V. ) :-BU HALİFELERİN HEPSİ KUREYŞ’TEN
OLACAK.”
( MÜSLİM-1821 , EBU DAVUT-4280 )
HUZEYFE ( R.A.
)!DAN :
“RESULULLAH ( S.A.V. ) ,BİZİM ARAMIZDA
AYAK ÜSTÜ DURDU.DURDUĞU YERDE TA KIYAMETE KADAR OLACAK HİÇBİR ŞEY BIRAKMADAN
HEPSİNİ SÖYLEDİ.ONU EZBERLEYEN EZBERLEDİ.UNUTAN DA UNUTTU.O ASHABINA ONU
ÖĞRETTİ.BU OLAYLARDAN BİRŞEY OLUNCA SANKİ BİR KİMSENİN TANIDIĞI BİR KİMSENİN
KAYBOLMASINDAN SONRA GÖRÜNCE TANIDIĞI GİBİ.BEN DERHAL ONU HATIRLIYORUM.”
(
BUHARİ-K.KADER- , MÜSLİM-K.FİTEN-N
23 , 2891 , EBU DAVUR-4240 )
ALLAH ( C.C. )
SİZLERE MERHAMET ETSİN.BİL Kİ , CEHMİYENİN SÖYLEDİKLERİNE KARŞI ÇIKMAYI
HALİFE İBNUL-ABBAS ZAMANINA KADAR SÜRDÜRDÜLER.ALÇAK VE DEĞERSİZ KONUŞMALAR
HALKI ETKİLEDİ VE RESULULLAH ( S.A.V. )’DEN RİVAYET EDİLEN SÖZLERE
SALDIRDILAR.BUNUN YERİNİ TEŞBİH VE FİKİRLER ALDI.ONLARA KARŞI ÇIKAN KİŞİLERİ
KAFİRLİKLE İTHAM ETTİLER.BÖYLECE CAHİLLİK , UYANIK OLMAMA VE BÜTÜN BUNLARIN BAŞINDA
BİLGİSİZLİK ONLARIN SÖZLERİNİN İÇİNE GİRMESİ , ONLARIN BİLMEDEN İNANÇSIZLIK
İÇİNE DÜŞMELERİNE SEBEP OLDU.ÜMMETİN PARÇALARA BÖLÜNMESİYLE DE İNANÇSIZLAR
ÇOĞALDI.DALALETE DÜŞENLER VE BİDATLAR ÇOĞALDI.YALNIZCA BİR TEK GRUP RESULULLAH
( S.A.V. )’İN SÖZÜ ÜZERİNDE KALDI.O DA O’NA VE SAHABENİN YOLUNA TABİ
OLANLAR.
Islami
Açidan Ziyaret ve Âdâbi
Insan,
tabiati geregi baskalari ile diyalog içerisinde olmayi sever. Islam, dostluk ve
birliktelik dinidir. Insanlarin arasina karisip onlarla tanismak Islam'in temel
ögretilerindendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanlarla içiçe
yasayan kimseyi onlari terkeden ve onlardan uzak duran kimseye tercih etmistir:
"Insanlarin arasina karisip onlarin eziyetlerine sabreden mü'minin ecri
insanlarin arasina karismayan ve onlarin eziyetlerine sabretmeyen mü'minin
ecrinden daha çoktur." Bu hadisi Ibni Mace, Ibni Ömer radiyallahu anhuma
kanaliyla rivayet eder. Ziyaret,
insanlarin arasina karismanin bir aracidir, sürekli diyaloga yolaçar. Ziyaretle
sevgi yayilir, kalpler birbirine isinir ve baglar kuvvetlenir. Insanlar
hatirlanir. gafil olan uyarilir ve cahil olan bilgilendirilir. Ziyaretle
nefisler rahatlar, dertler ve üzüntüler hafifler. Ziyaretin bilinen daha bir
çok faydalari vardir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabilerinden bir
çogunu ziyaret ettigi sabittir. Ebu Bekr radiyallahu anh'i sürekli ziyaret
ederdi. Urve b. Zubeyr, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in esi Aise
radiyallahu anha'nin söyle dedigini rivayet eder: "Anne-babama aklim
erdiginde dine (Islam'a) inaniyorlardi. Hiçbir gün geçmedi ki, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem günün iki ucunda, sabah ve aksam bize gelmesin. Bir
ara biz tam ögle vakti Ebu Bekr'in evinde otururken bir kimse "Bu (gelen)
Rasulullah" dedi. Daha önceleri gelmedigi bir vakitte gelmisti." Bu
hadisi, Buhari rivayet eder. Enes b. Malik radiyallahu anh'tan su rivayet
edilir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ensar'dan bir evi ziyaret
etti. Onlarin yaninda yemek yedi. Evden çikmak istediginde evin bir yerini
emretti ve serginin üzeri temizlendi. Orada namaz kildi ve onlar için dua
etti." Bu hadisi, Buhari rivayet eder.
Ziyaretler çesitlidir; vacip olani vardir, müstehap olani vardir.
Ziyaret, bütün insanlarin üzerinde birlestigi bir hukuktur. Tatil de bu hukuku
yerine getirmek ve vakitleri faydali seylerle doldurmak için güzel bir
firsattir. Ziyaret çerçevesinde yapacagimiz konusma çekici ve eglendirice
seylerin baskin gelip bu hukuku unutturmamasi için sadece bir hatirlatmadir ve
hatirlatma mü'minlere fayda verir. Bilindigi gibi, etrafimizda gerçeklesen
olaylarin baskisi ve pariltisi, içimizden bir çogunu saskinliga düsürmüstür.
Öncelikleri karistirmistir. Mubahlari, vaciplere ve müstehaplara tercih eder
olmustur. Ayni sekilde basinin gürültülü propagandasi hayatta hiçbir degeri
olmayan isleri büyük göstermektedir. Bunun sonucu olarak da bazi vacip ve
müstehap haklar ihmal edilir olmustur.
Anne ve babayi bütün haklarini yerine getirecek sekilde ziyaret etmenin
onlara gösterilmesi gereken iyilikten oldugunu ayrica söylemeye saniriz gerek
yoktur. Onlarin hallerini sorar, onlara yardim eder ve onlara iyi davranir...
Mesguliyetleri ne kadar da çok olursa olsun çocuklarin anne-babayi yok
saymalarina ya da onlara karsi iyiliklerinin geçici bir takim sözler haline dönüsmesine
hiçbir bahane yoktur. Allah, onlarin haklarini yüceltmis ve onlara ikrami vacip
kilmistir. (Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babaniza da iyi
davranmanizi kesin sekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yaninda
yaslanirsa, kendilerine "Of!" bile deme; onlari azarlama; ikisine de
güzel söz söyle. Onlari esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve
"Rabbim! Küçüklügümde onlar beni nasil yetistirmislerse, simdi de sen
onlara öyle rahmet et!" de.)(17/el-Isrâ/23-24) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam
gelerek cihada çikmak için izin ister. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de
"Annen ve baban sag mi?" der. "Evet" deyince "O
ikisinin haklari için mücadele et!" buyurur. Bu hadisi Buhari, Abdullah b.
Amr radiyallahu anh kanaliyla rivayet eder.
Sila-i rahim, baglarin devami, onlarin hallerinin arastirilmasi ve
onlara maddi-manevi yardimda bulunmak amaciyla akrabalari ziyaret etmek
gerekir. Allah, sila-i rahimi kendisi ile bag kurma olarak tanimlamistir. Ebu
Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle
buyurdugunu rivayet eder: "Yüce Allah yaratacagi mahluklarin ne hal üzere
bulunacaklarini takdir edip onlara ait kazayi tamamladigi zaman akrabalik ayaga
kalkip "Ya Rabb! Burasi akrabalik iliskilerini kesmekten sana siginanlarin
makamidir" dedi. Allah da, "Evet öyledir. Sen; seninle baglarini
koruyanlarla benim de bagimi korumama, seninle baglarini koparanlarla benim de
bagimi koparmama razi olmaz misin?" buyurur. Akrabalik da "Olurum ya
Rabb!" der ve Allah "Bu hüküm sana aittir" buyurur."
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: Dilerseniz su ayeti
okuyun: (Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalik baglarini
kesmeye dönmüs olmaz misiniz?)(47/Muhammed/22) Ziyaretlerin bir çesidi de;
hallerini ögrenip onlara yardim etmek, acilarina ve sevinçlerine katilmak
amaciyla komsulari ziyaret etmektir. Komsu hakkinin büyüklügü ve komsunun
konumu nedeniyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Cebrail bana komsuyu o kadar çok vasiyet etti ki, onu mirasçi kilacak
zannettim." Bu hadisi Buhari ve Müslim, Ibni Ömer radiyallahu anhuma
kanaliyla rivayet eder. Hastalari ziyaret etmek müslümanin, müslüman kardesi
üzerindeki haklarindandir. Bu ziyaretin hasta üzerinde iyi etkileri vardir.
Hastanin kalbini mutmain kilar, yüregini ferahlatir. Ona hastaligini unutturur.
Özellikle ziyaretle birlikte zikir ve dua yapilirsa bu onun acilarini
hafifletir. Hasta ziyaretinde tembellik yapmakAllah'in haklarindan bir hakki
ihmal etmek demektir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Allah azze ve celle Kiyamet
günü söyle seslenir: "Ey ademoglu! Ben hasta oldum da sen beni ziyaret
etmedin?" Kul, "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi oldugun halde ben nasil
sana hasta ziyareti yapabilirim?" der. Allah, "Sen bilmez misin ki,
benim falanca kulum hasta olmustu da sen onu ziyaret etmemistin? Yine bilmez
misin ki, eger sen onu ziyaret etseydin beni onun yaninda bulacaktin?"
buyurur. Allah "Ey ademoglu! Ben senden yiyecek istedim fakat sen bana
yiyecek vermedin?" buyurur. Kul da "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi iken
ben sana nasil yiyecek verir de doyururum?" der. Allah, "Bilmez misin
ki, falan kulum senden yiyecek istemisti de sen ona yiyecek vermemistin? Bilmez
misin ki, sayet onu doyursaydin bunu benim yanimda bulmus olacaktin?"
buyurur. Yine "Ey ademoglu! Ben senden su istedim de sen bana su
vermedin?" buyurur. Kul da "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi iken ben
sana nasil su verebilirim?" der. Allah da "Falan kulum senden su
istemisti de sen ona su vermemistin. Bilmez misin ki, eger sen ona su vermis
olsaydin bunu benim yanimda bulacaktin" buyurur." Bu hadisi, Imam
Müslim rivayet eder. Bütün bunlardan
sonra hasta ziyareti yaparak Allah'in rahmetine dalmaktan ve bunun,
günahlarinin bagislanmasina sebep olmasindan geri durabilir misin?. Hastanin
yanina girince ona hastaligini hafif göster. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
ziyaret ettigi bir hastanin yanina girince "Zarari yok! Insaallah (günahlarini)
temizler" buyururdu. Bunu Buhari, Ibni Abbas radiyallahu anhuma kanaliyla
rivayet eder. Hastanin ümidini sadece
Allah'a baglamasini sagla! Ona sifa verenin Allah oldugunu hatirlat. Kendisine
isabet edenin yanlislikla basina gelmedigini, kendisine isabet etmeyecek olan
bir seyin de basina gelmeyecegini,sabrin faziletini, Allah'in kaza ve kaderine
riza göstermeyi hatirlat. Cenaze sahiplerini de taziye amaciyla ziyaret etmek
gerekir. Ibni Mace, Amr b. Harâm kanaliyla, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Kardesine bir musibet
dolayisiyla taziyede bulunan hiç bir mü'min yok ki, Allah subhânehu Kiyamet
günü kendisine asâlet elbisesi giydirmesin." Ziyaretin bir çesidi de
yetimleri ziyaret edip onlara sevgi göstermektir. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem'in su kavlini iyi düsün: "Ben ve yetimin kefili cennette
söyleyiz." Orta parmagini ve isaret parmagi isaret etti ve ikisinin
arasini bir miktar ayirdi. Bu hadisi Buhari, Sehl b. Sa'd radiyallahu anh
kanaliyla rivayet eder. Nevevi söyle der: "Yetimin kefili, onun islerini
görendir." Faydali ziyaretlerden biri de alimleri, iyilik ve takva ehlini
ziyaret etmektir. Onlarin ibadetlerinden, zühdlerinden, vakar ve husularindan
etkilenilir. Ibni Mübarek "Fudayl'a bakinca hüzünlenir ve nefsimi
kötülerdim" der ve aglar. Çagdas alimleri ziyaret etmekle birlikte
geçmiste yasayan alimleri de onlarin hayat hikayelerini anlatan kitaplari
okuyarak ziyaret edebilirsin!.. Müslümanlarin Allah için birbirlerini ziyaret
etmesi kalplere sevinç doldurur. Bu, Allah'in kulu sevme sebeplerinden biridir.
Ebu Hureyre radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle
buyurdugunu rivayet eder: "Bir kimse diger bir beldede bulunan bir
kardesini ziyaret etti. Allah, o kimsenin geçecegi yol üzerine gözcü bir melek
oturttu. O kimse melegin yanina gelince melek "Nereye gitmek
istiyorsun?" diye sordu. O kimse "Su beldede bulunan bir kardesimi
ziyaret etmek istiyorum" dedi. Melek "Onun üzerinde sana ait, kendin
için gelistirebilecegin bir menfaat var mi?" dedi. O kimse "Hayir
yok. Ben onu Allah azze ve celle için seviyorum" dedi. Melek de "Ben
Allah'in sana su haberi iletmek için gönderdigi elçisiyim: Senin o kimseyi
Allah için sevdigin gibi Allah da seni sevmistir" dedi." Bu hadisi,
Müslim rivayet eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur:
"Sizden cennet ehli olan kimseleri haber vereyim mi? Nebi cennettedir.
Sehid cennettedir. Siddîk cennettedir. Çocukken ölen cennettedir. Sehrin uzak
bir kösesindeki kardesini ziyaret eden adam cennettedir." Bu hadisi,
Dârakutni ve Taberâni rivayet eder.
Allah Teâlâ, kudsi bir hadiste söyle buyurur: "Benim için birbirini
sevenlere, benim için birlikte oturanlara, benim için birbirini ziyaret
edenlere ve benim yolumda infak için birbirleriyle yarisanlara sevgim vacip
olmustur." Bu hadisi, Imam Malik ve Imam Ahmed, Ebu Idris el-Havlâni
kanaliyla Muaz b. Cebel radiyallahu anh'tan rivayet eder. Iste bu Allah'in vadettigidir. Ve Allah, bir
kardesini Allah için ziyaret ettiginde sana sevgisini bagislama vadine
muhalefet edecek degildir. Ziyaretin bir
takim âdâbi vardir. Bunlar, birlikteligin saglikli temeller üzerine kurulmasini
saglar. Bunlarla ziyaretin; sevgi ve merhamet ruhunun yayilmasi, sevap ve fayda
elde edilmesi seklindeki hedefleri gerçeklesir.
Ziyaret âdâbinin en belirgini uygun vaktin ve uygun günün seçilmesidir.
Izin almaksizin evlere hücum etmek Islam âdâbina ters düser. Vacip olan
ziyaretlerin disinda sürekli ve uzun ziyaretler bikkinliga, vaktin bosa
harcanmasina yolaçar. Ziyaretçiyi bir yük haline getirir ve aradaki sevgiyi
yokedebilir. Iyi seyler konusmak ve güzel karsilanmak çok ve uzun konusmaya
gerekçe degildir. Bu, özellikle alimler ve benzeri sorumluluk sahipleri ile
birlikte olundugu zaman daha önemlidir. Yüklerinin çoklugu nedeniyle onlarin
zamanlari dardir. Vakitleri kiymetlidir ve hayatlarinin dakikalari bile
degerlidir. Hayrin tamami orta yollu olmadadir. Amaçsiz yapilan çok ziyaret
gevezelige, dedikoduya, giybete ve laf tasimaya, haram oyunlar oynamaya
dönüsür. Bazi aile ziyaretlerinde kadin-erkek birlikte oturma yayilmis;
kari-koca ve akrabalar arasinda örf ve adet haline gelmistir. Bu, fitne ve
fesada yolaçar. Seytana genis kapilar açar.
Allah'in mü'min kullarina ögrettigi ser'i âdâptan biri de izin isteme
âdâbidir. Bu, evlerin hürmetini korumak ve nefisleri arindirmak içindir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabilerine izin isteme âdâbini
ögretirdi. Benî Âmir kabilesinden bir adam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir
evdeyken yanina girmek için izin ister ve "Giriyorum" der. Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem hizmetçisine "Sunun yanina çik ve ona izin
istemeyi ögret. Ona "Esselamu aleykum, girebilir miyim?" demesini
söyle" der. Adam bunu duyar ve "Esselamu aleykum, girebilir
miyim?" der. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de ona izin verir ve içeri
girer. Bu hadisi, Ebu Davud rivayet eder.
Evlerin hürmeti; evin içerisine bakanin gözünün kör edilmesi durumunda
kör edilen gözün bosa gitmis sayilmasi seklinde tehdit edilmesi derecesine ulasmistir.
Ebu Hureyre radiyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den sunu
isittigini rivayet eder: "Bir adam izinsiz olarak sana muttali olsa
(evinin içine baksa) ve ona bir tas atsan da gözünü çikarsan senin üzerine
hiçbir suç yoktur." Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder. Izin isteme evlerin
hürmetini korur ve ev halkinin ansizin zor durumda kalmasini engeller. Ziyaret âdâbindan biri de ziyaretçinin kapiyi
yavasça çalmasidir. Izin isterken rahatsizlik vermez. Gelisiyle eziyet vermez
ve kapinin önünde durmaz. Kapi açilip içeriye girmesine izin verilmeden önce
içeriye göz atmaz. Bütün bunlar, evlerin korunmasi, insanlarin bilinmesini
istemedikleri ve mahrem durumlarinin muhafazasi içindir. Ziyaretçi üç kere izin ister. Kendisine izin
verilirse girer, degilse geri döner. Sahih-i Buhari'de Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Sizden biriniz üç kere izin
isteyip de kendisine izin verilmezse geri dönsün." Bu hadisi, ebu Said
el-Hudri radiyallahu anh kanaliyla Buhari ve Müslim rivayet eder. Allah Teâlâ
söyle buyurur: (Eger size, "Geri dönün" denilirse hemen dönün. Çünkü
bu, sizin için daha nezih bir davranistir.)(24/en-Nûr/28) Kendisine izin verilmezse ziyaretçinin geri
dönmesi gerekir. Bu daha hayirli ve daha nezih bir davranistir; ziyaretçinin
memnun bir sekilde dönmesini saglar. Çünkü Allah azze ve celle (Sizin için daha
nezih bir davranistir) buyurmaktadir. Kapi açilmadigi için sinirlenmeye, üzülüp
kederlenmeye gerek yoktur. Insanlarin sirlari ve özürleri vardir. Bu; insanlar
arasindaki toplumsal hayatin seyrini düzenleyen, onlarin arasina en seçkin
duygulari, en ince hissiyatlari ve en dogru ahlaki degerleri yerlestiren Islami
bir terbiyedir. Allah; gönlü ve nefsi
saglikli, duygulari arinmis, kalpleri ve düsünceleri temiz bir ümmet bina etmek
istemektedir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Kim bir hastayi ziyaret eder ya
da Allah için bir kardesini ziyaret ederse bir minadi söyle seslenir:
"Güzel oldun ve yürüyüsün de güzel oldu. Cennette kendine bir makam
hazirladin." Bu hadisi, Tirmizi ve Ibni Mâce rivayet eder. Kadinlar hariç erkeklere has müstehap
ziyaretlerden biri de kabirleri ziyarettir. Kabir ziyareti kalpleri yumusatir
ve inceltir. Dünyaya karsi zahid kilar. Ibret ve ders verir. Gururu kirar. Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem mezarliklari ziyarete tesvik etmistir. Söyle
buyurur: "Sizi kabirleri ziyaretten alikoymustum. Simdi onlari ziyaret
edin." Bu hadisi Müslim, Abdullah b. Bureyde ve babasi kanaliyla rivayet
eder. Kabir ziyaret ettiginde ölümü
hatirlarsin ve ölülere selam verirsin. Onlar için Allah'a dua edersin.
Günlerden bir gün senin de içine yatacagin bos mezarlari görürsün. Kalbin her gafil oldugunda ve nefsin dünya
hayatina daldiginda mezarliga git ve dün senin gibi yeryüzünde yasayan o
insanlari düsün. Onlar da yiyor içiyor ve egleniyorlardi. Simdi nereye
gittiler?..Amellerinin esiri oldular. Hayatlarinda iken gönderdikleri
amellerden baskasi kendilerine fayda vermedi!.. Süphesiz kabir ziyareti insanin
ölüm sonrasini düsünmesini ve onun için salih amellerle hazirlanmasini saglar.
Kiyamet günü Allah katinda olacaklari düsünür. Bütün çabasini nefsini cehennem
azabindan kurtarmaya yöneltir. Iste o zaman her kusuru ve Allah'a karsi her
ihmali için nefsini suçlar... Bununla beraber kabir ziyareti; onun için
yolculuga çikmak, topragina sürünmek, kabir etrafinda tavaf etmek ve türbesine
el sürüp öpmek, ona adak ve hediyeler takdim etmek, ölülere dua edip onlardan
istemek ve onlarin yaninda dua etmek anlamina gelmez. Bütün bunlar, çirkin
islerdir. Ibnu'l Kayyim rahimehullah söyle der: "Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem, kabirlerin ziyaret edilmesini sirke yol açacak kapilari
kapatmak için yasaklamisti. Kalplerine tevhid tamamen yerlesince belirledigi
sekilde ziyaret etmelerine izin verdi. Allah ve Rasulü'nün istediginin disinda
mesru olmayan bir sekilde kabirleri ziyaret edenin bu ziyaretine izin
verilmemistir." Bazi ziyaretçiler ölülerden istekte bulunmak,
ihtiyaçlarinin giderilmesi ve dileklerinin yerine gelmesi için onlari araci
koymak amaciyla giderler. Bu Islam'in sakindirdigi bir davranistir. Çünkü
tevessül, dua ve dileme Allah'in haklarindan ve O'nun hususiyetlerindendir.
Sadece Allah Teâlâ yakindir ve her türlü sikayeti isitir. Duaya icabet etmeye
gücü yetendir. Ne ölüler, ne de diriler bunlardan birini yerine getiremez.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste söyle buyurur:
"Istedigin zaman Allah'dan iste, yardim diledigin zaman Allah'dan yardim
dile.." Bu hadisi Tirmizi, Ibni Abbas radiyallahu anhuma kanaliyla rivayet
eder. Allah'dan baskasindan istemek ona
dua etmek gibidir ve Allah'a sirk kosmaktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem söyle buyurur: "Dua ibadetin ta kendisidir." Bu hadisi Ebu
Davud, Tirmizi ve Ibni Mace, Nu'man b. Besir radiyallahu anh yoluyla rivayet
eder.
SAHABÎLERE SÖVEN
LANETLENMİŞTİR
İbn Ömer'in (r,a.) rivayet
ettiğine göre, Rasulullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ashabıma sövene Allah
lanet etsin." (113) Hz, Peygarnber'in (s.a.v.) ashabı, güvenilir ve dürüst
kimselerdir. Kur'an bize, onların temiz olduklarını bildirdi. Allah kitabında
onları övdü. Bundan dolayı şöyle deniliyordu: Bir kimsenin, Rasulullah'ın
(s.a.v.) ashabından birini tenkit ettiğini görürsen, bil ki o, zındıktır. Çünkü
Peygamber haktır. Kur'an ve onun getirdiği haktır. Bunların hepsini bize
aktaran ancak ashaptır. Böyleleri Kitap ve sünneti geçersiz hale getirmek için,
şahitlerimizi çürütmek istiyorlar. Onlara göre önemli olan, şahitlerin
çürütülrnesidir. Öyleyse bunu yapanlar zındıklardır."
Rabbİmiz kitabında, Peygamber'imizin ashabına büyük bir övgüde
bulunmuştur.
"O müminler ki
yaralandıkları halde yine Allah'in ve elçinin çağrısına uydular; onlardan güzel
davrananlar ve günahlardan korunanlar için pek büyük ecir vardır. Onlar ki,
halk kendilerine: "(Düşmanınız olan) insanlar size karşı ordu toplamışlar,
onlardan korkun" deyince, (bu
(l113] Hasen hadistir.
Taberânî, el-Mu'cemu'l-kebîr, no; 13588.
söz), onların imanını
artırdı ve: "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" dediler."
(114)
Ayetlerde, sahabîlerin
güçlü imanları, belâ esnasındaki sabırları, bütün İşlerini Allah'a havale
etmedeki titizlikleri övülmüştür. Allah'a ve Peygamber'e cevap verenlerin, Ubud
savaşında, onun yanında olan Muhacirler ve Ensar olduğunda ihtilâf yoktur.
Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Onlar kî, İnandılar,
hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar veonlar ki (göç edip gelen müminleri)
barındırdılar ve onlara yardım ettiler, işte gerçek müminler onlardır. Onlar
için bağış ve bol rızık vardır." o 15]
Hiç şüphe yok ki bunlar,
sahabîlerdir. Bu, onların Rableri katındaki mükâfatlandır ki bağışlanmak ve bol
rızık verilmesidir. Ne mağfiret ya! Bu, günah ve kusurların hepsini örtenin
mağfiretidir.
"İslâm'da birinci
dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar yok mu?
Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razı oldular. Allah onlara içinden
ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere
gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!" (i16)
Onlar, Allah'ın rızasına
ulaşma derecesine varmışlardır. O, ne yüce ve üstün mertebedir. Kişi dünyada
Allah'ın rızasına ulaşmak İçin çalışır. Rasulul-lah'ın (s.a.v.) ashabına, daha
hayattayken Allah'ın kendilerinin davranış, söz ve niteliklerinden hoşnut
olduğu
müjdelendi. Allah onlardan
son derece hoşnuttur. Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Allah şu müminlerden
razı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana bey'at ediyorlardı, Allah onların
gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzur ve güven İndirdi ve
onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara alacakları birçok ganimet bahşeyledi.
Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir."
Allah, onların kalplerinde
olanı ve sırlarını bildi de onlardan razı oldu, çünkü onlar dürüsttürler,
hatta, kesin olarak milletlerin en iyisİdirler. Bunlardan sonra gelip de onlara
söven kimsenin durumu ne olur acaba? Gerçekten o, lânetlidir ve bedbahttır.
Çünkü o, İslârn'i başlarının üzerinde taşıyan, onu ülkelere taşıyan, Rablerinin
yolunda şehit oluncaya kadar savaşan Rasulullah'm (s.a.v.} sa-habîlerinİ takdir
etmemiş demektir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Sizden, fetihten önce
infak eden ve savaşan kimseyle bunları yapmayan elbette bir olmaz, işte onlar,
bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler.
İşte onlar, bundan böyle
infak edip savaşanlardan daha üstündürler.
Bununla beraber Allah, her
birine de cennet vadeder, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır." (118)
(114)ÂI-İ Imran, 172-173.
(115)Enfâl, 74.
(116)Tevbe, 100
(117) Felh, 18-19.
(118)Hadid, 10.
FAİZLE ALAKALI BİR ARAŞTIRMA
2/188. Aranizda mallarinizi
haksizlikla yemeyin;
bildiginiz halde gunaha
girerek insanlarin mallarindan
bir kismini yemek icin onu
hakimlere aktarmayin. *
2/275. Faiz yiyenler
mahserde ancak seytanin carptigi
kimsenin kalktigi gibi
kalkarlar. Bu, onlarin, "Zaten
alisveris de faiz gibidir"
demelerindendir. Oysa Allah
alis verisi helal, faizi
haram kildi. Kime Rabb'inden bir
ogut gelir de faizcilikten
geri durursa, gecmisi
kendisinedir, onun isi
Allah'a aittir. Kim faizcilige
donerse, iste onlar
cehennemliktir, onlar orada temelli
kalacaklardir.
2/276. Allah faizi
eksiltir, sadakalari bereketlendirir.
Allah pek nankor olan
hicbir gunahkari sevmez.
2/277. Inanip yararli isler
isleyenlerin, namaz kilip,
zekat verenlerin Rab'leri
katinda ecirleri vardir. Onlara
korku yoktur ve onlar uzulmeyeceklerdir.
2/278. Ey Inananlar!
Allah'tan sakinin, inanmissaniz,
faizden arta kalmis
hesabdan vazgecin.
2/279. Boyle yapmazsaniz,
bunun Allah'a ve peygamberine
karsi acilmis bir savas
oldugunu bilin. Eger tevbe
ederseniz sermayeniz
sizindir. Boylece haksizlik etmemis
ve haksizliga ugramamis
olursunuz.
3/130. Ey Inananlar! Faizi
kat kat alarak yemeyin.
Allah'tan sakinin ki
basariya erisesiniz.
4/29. Ey Inananlar!
Mallarinizi aranizda haksizlikla
degil, karsilikli riza ile
yapilan ticaretle yeyin, haram
ile nefsinizi mahvetmeyin.
Allah suphesiz ki size
merhamet eder.
4/30. Bunu kim asiri
giderek haksizlikla yaparsa, onu
atese sokacagiz. Bu,
Allah'a kolaydir.
4/31. Size yasak edilen
buyuk gunahlardan kacinirsaniz,
kusurlarinizi orter ve sizi
serefli bir yere
yerlestiririz.
4/160-1. Yahudilerin
haksizliklarindan, coklarini Allah
yolundan menetmelerinden,
yasak edilmisken faiz almalari
ve insanlarin
mallarini haksizlikla yemelerinden oturu
kendilerine helal kilinan
temiz seyleri onlara haram
kildik. Onlardan inkar
edenlere, elem verici azap
hazirladik.
30/39. Insanlarin mallari
icinde artsin diye verdiginiz
her hangi bir faiz Allah
katinda artmaz; fakat, Allah'in
rizasini dileyerek
verdiginiz herhangi bir sadaka boyle
degildir. Iste onlar
sevablarini kat kat artiranlardir.
FAiZDEN SAKINMAK
l — E bu Hüreyre
(r.a) Resulullah sav'ın şöyle dediğini rivayet etti:
— -Helika götûren yedi
şeyden sakının.*
— «Onlar nedir? Ya
Resulallah- diye sorduklarında şöyle
buyurdu:
1 — Allah'a ortak koşmak.
2 — Sihir (büyü) yapmak.
3 — Allah'ın öldürülmesini
haram kıldığı bir şahsı haksız yere adam Öldürmek.
4 — Faiz yemek.
5 — Yetim malı yemek,
6— Düşmana hücum anmda
harpten kaçmak, 7 — İffetli, namuslu ve zinadan habersiz mu'min kadınlara zina
isnat ederek iftirada bulunmak.»
Buhari,muslum,ebu davud ve nesei
2 — Semüre b. Cündüb. Nebi
(s.a.v.)'in (bir gün) şöyle dediğini rivayet etti;
— «Bu gece (rüyamda) gördüm
ki, ban* iki melek geldi. Beni temiz bir yere (Arz-ı Mukaddes'e) çıkardılar.
Beraber gittik ve kandan bir nehrin kenarına geldik. Nehrin içinde duran bir
adam vardı. Nehrin kenarında da önünde taşlar bulanan bir adam duruyordu.
Nehrin İçkideki odam dönüp çıkmak istediğinde kenardaki, onun ağzına bir U$
atıp vuruyor ve onu olduğu yere çeviriyordu. Böylece çıkmak için her gelişinde
kenardaki adam onun ağzına bir taş atıyor, o da gerisin geri olduğu yere
dönüyordu.- Ben:
— «Bu nehirde gördüğüm
nedir?- diye sordum:
— «Faiz yiyicidir» diye
cevap verdiler. (Buhari,buyu babi)
3 — Ibn Mes'ud
(rA)'un şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.) ;— .Faiz
yiyene de, yedirene da (alan* da. verene de) lanet etti.. (*)Muslum,Nesei,Tirmizi,İbn Mace,
4 — Cabir b. Abdullah
(r.a.)'dan söyle rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) :
— .Faiz yiyene, yedirene,
yazana şahitlerine lanet etti. onlar
(günahta) eşittirler, dedi. (Müslüm ve diğerleri)
5 — E b u H ü r a y r e (r.a.) 'den Resulullah
(s.a.v.) 'm söyle buyurduğu rivayet edildi:
— -Büyük günahlar yedi
tanedir ı
1 — Allah'a ortak koşmak.
2 — Haksız yere bir şahsı
öldürmek,
3 — Faiz yemek,
4 — Yetim malı yemek,
5 — Harpten kaçmak.
6 — Namuslu kadınlara zina
isnat edip iftirada bulunmak,
7 — (islam yurduna) hicret
ettikten sonra tekrar gayri muslim ülkesine dönmek.. (Bezzar,)
6 — Avn, babası E b u C u h
a y f e (r .a.) 'den şöyle rivayet etti: Resulıülah (s.a.v.):
— -Vücuduna dövme yapana ve
yaptırana, faiz yiyen ve yedirene lanet etti. Köpek parasını ve saniyelerin
ücretini yasakladı. Resim yapanlara da lanet etti.* Buhari,ve Ebu Davud*
7 — Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'un
şöyle dediği rivayet edildi:
— «Faiz yiyen ve yediren,
şahitleri, katipleri —eğer faiz olduğunu biliyorlarsa— süs için dövme yapan ve
yaptıran, zekâtı geciktirip vermek İstemeyen ve hicretten sonra musluman iken
tekrar dinden dönen kimseler, Muhammed (sav.)'in dili ile lanetlenmiştir.»
Ahmed,İbn Mesruk
8 — Ebu Hüreyre ir .a.)'den
Nebi tsjt.v.)'in şöyle dediği rivayet edildi:
— «Dört kimse vardır ki,
onlar cennete sokmamak ve cennet nimetlerinden tattırmamak Allah'ın hakkıdır.
Bunları Devamlı içki içen, faiz yiyen, haksız olarak yetim malı yiyen ve
anasına babasına asi olan kimselerdir.*Hakim
9 —Abdullah b. Mes'ud
(rA.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöy-le buyurduğu rivayet edildi:
— «Faiz yetmiş üç bölümdür.
Bunların en aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir.- (Hakim)
10 — Yine Ibn
Mes'ud (r.a.)'dan Nebi
(s.a.v.)'in şöyle bu-yurduğu rivayet edildi:
— .Faiz yetmiş küsur
bölümdür. Allah'a ortak koşmak da böyledir.»
Bezzar
Bu hadisi i b n
M â c e de sahih senedle:
— -Allah'a ortak koşmak da
böyledir- ibaresini zikretmeden rivayet etmiştir.
11 — E bu Hüreyre (r .a.)
Resulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etti -.
— «Faiz yetmiş bölümdür.
Onların en aşağısının vebali, anası ile zina eden kimsenin vebali gibidir.»
(BEYHAKİ)
12 — Abdullah b. Selam
(r.a.) Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Bir adamın faizden elde
edeceği bir dirhemin (vebali) Allah katında müslümanlıgında yapacağı otuzüç
zina (vebalinden) daha büyüktür.. (TABERANİ KEBİRDE)
Bu hadis sahih olup, l b n
Ebi'd-Dünya. B ağ a v l ve diğerleri Abdullah 'dan mevkuf olarak şöyle rivayet
etmişlerdir: Abdullah dedi kî:
— -Faiz yetmisiki günah
olup, en küçüğü müslümanlığında anası ile zina eden kimsenin günahı gibidir.
Faizden kazanılan bir dirhemin vebali, otuz küsur zinadan daha şiddetlidir.»
(Abdullah devamla) şöyle
dedi: Allah kıyamet günü salihlere (iyilere) ve günahkârlara ayağa kalkma izni
verir, fakat faiz yiyenlere vermez. Onlar ancak delilikten şeytanın çarptığı
kimselerin kalkması gibi kalkarlar.*
13 — A b m e d (îbn Hanbel). «ceyyid isaadla» K â' b 'ü I - A h -
bar'ın-
— -Otuzüç defa zina yapmam.
Allah'ın yediğimi bildiği bir dlr-faiz yememden daha iyidir- dediğini rivayet
etti.
14 — Gasil'ül-melaike —melekler
tarafından yıkanmış— olan
Hanzale'nin oğlu
Abdullah (r.a.)'dan Resulullah
(s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edildi;
— <Blr kimsenin bilerek
yedigi bir dirhem faiz, otuzaltı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.-
(Ahmed,Taberani kebir de
Hafız M ü n z i r i der ki:
A b d u 11 a h 'in babası H a n -z a l e «Gasil'ül-melaike» lakabını almıştır.
Çünkü o. U h u d mu-bareresinde cünüptü. Başının bir tarafını yıkamıştı. Harp
gürültülerini işitince savaşa katıldı ve şehit oldu. Resulullah (s.a v.);
— •Meleklerin onu
yıkadığını gördüm* buyurdu.
15 — E n e s b. Malik
(ra.)'in söyle dediği rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) bize hitapta bulunup,
faizden bahsetti. Günahı-nın büyüklüğüne ibaretle şöyle buyurdu :
_ Bir kimsenin faizden elde
edecegi bir dirhemln vebali. AIlah katında günah olarak, o kümenin yapacağı
otuzaltı zinadan daha büyüktür. En ziyade günah da müslüman bir kimsenln ırz ve
şerefi hakkında işlenen gunahtır.*İbn Ebit Dünya ve Beyhaki
16 — Ibn Abbas (r.a.)'dan
Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediği rivayet edildi:
— -Her kim. bir zalime bir
hakkı iptal etmek İçin batıl bir şeyle yardım ederse, Allah ve Resulünün
taahhüdünden uzaklaşmış olur. Her kim. bir dirhem faiz yerse bunun günahı
otuzüç defa zina yapmak gibidir. Vücudu haramla beslenen kimseye de en layık
olan cehennemdir.» (Taberani ve Beyhaki)
Beyhakİ ; -Her kim bir
zalime yardım ederse...» cümlesini zikretmeden: -Faiz yetmiş küsur kısımdır.
Onların en hafifi, müslû-manlığında anası ile zina yapan kimse gibidir. Bir
dirhem faiz. otuz-bes defa zina yapmaktan daha şiddetlidir- dedi ve hadisi
tamamladı.
17 — Beri b. Azib (r.a.)
Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Faiz yetmişiki kısımdır.
En aşağısı bir kimsenin anası ile zina etmesi gibidir; En büyük günah. bir
kimsenin, müsluman kardeşininin ırz ve şerefine dil uzatmasıdır.»
(Taberani,evsat)
18 — E bu H ur ey re
(r.a.)'den Resulultah (s.a.vJ'ın: — -Faiz yetmiş günahtır. En hafifi,
bir kimsenin anası İle zina etmesi gibidir- dediği rivayet edildi, (İbn Mace ve Beyhaki)
19 — îbn Abbas (r.a.)'ın
şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.). meyvelerin olgunlaşmadan
satın alınmasın» yasıkladı ve:
— «Bir beldede faiz ve zina
ortaya çıkınca oradakiler, Allah'ın azabını kendilerine helal kılmış olurlar*
buyurdu. (Hakim)
20 — Ibn Mes'ud
(r.a.)'un Nebi (s.a.v.)'den bir hadis naklederek bir bölümünde Resul-i
Ekrem'in şöyle dediğini rivayet etti:
— 'Hiçbir toplumda zina ve
faiz ortaya çıkmamıştır ki, kendilerine Allah'ın azabını helal kılmış
olmasınlar.- (Ebu Ya la)
21 — Amr b. As (r.a.)'dan
«Resulullah s.a.v.'ın şöyle buyurduğunu duydum- dediği rivayet edildi:
— «Hiçbir toplum yoktur ki,
aralarında faiz ortaya çıksın da bir kıtlık yılı İle cezalandırılmış
olmasınlar. Yine hiçbir toplum yoktur ki. aralarında rüşvet ortaya çıksın da
korku İle cezalandırılmış olmasınlar.(Ahmed,)
22 — Ebu Hüreyre
(r.a.)'den şöyle rivayet edildi: Resu-
lullah (s.a.v.) buyurdu ki:
— 'Miraca çıkarıldığım gece
yedinci kat göğe çıktığımızda üzerime baktım, bir de ne göreyim! Gök gürültüsü,
şimşekler ve yıldırımlar! Daha sonra karınları evler gibi büyük ve karınlarının
dışın-dan İçindeki yılanlar görülen bir kavme geldim ve
— -Ya Cebrail Bunlar kimdir? diye sordum. Cebrail:
— 'Onlar faiz yiyenlerdir»
dedi. (Ahmed)
23 — Yine Esbehani
Ebu Harun e l - A b d l tarihiyle
—ki ismi Umara
b. Cüveyn olup
zayıf bir ravidir— Ebu Said
el-Hudrl (r.a.)'den söyle
rivayet etü :
— «Resululllah (s.a.v.)
(miraç gecesi) semaya çıkarıldığı zaman dünyâ semasına baktı, bir de gördü ki,
karınları büyük evler gibi şişmiş adamlar var. Onların karınlan sarkmış,
kendileri de her akşam ve sabah ateşe atılan Firavun hanedanının gelip
geçenlerine karşı dizilmişler. (Esbahani)
— -Ey Rabbîmlz! (Biz bu
azaba razıyız) Hiçbir zaman kıyameti koparıp azabımızı artırma* diye
yalvarıyorlar.
— «Ey Cebrail! Bunlar kim?-
diye sordum.
— «Bunlar, senin ümmetinden
faiz yiyenlerdir ki. (kıyamet günü kabirlerinden) delilikten dolayı ancak
şeytan çarpan kimsenin kalkması gibi kalkarlar» dedi.
24 — ibn Mes'ud
(r.a)'dan Rasulullah (sa.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi.
— «Kıyamet yaklaşınca,
faiz, zina ve içki çoğalacaktır.» (Taberani)
25 — Kasım b.
Abdulvahid el-verrak'ın şöyle dediği rivayet edildi: .Abdullah
b- Ebu Evfa
(r.a.)'ı çarşıda sarraflarda gördüm. O :
— «Ey Sarraflar topluluğu!
Size müjdelerim- dedi. Onlar;
— «Allah seni cennetle
müjdelesin, biri ne ile müjdeliyorsun ey Ebu
Muhammedi- dediler. Abdullah :
— -ResuIullah (sav) ateşle
müjdelenin, buyurdu, dedi. (Taberani)
26 —Avf b.
Malik (ra)'den Resulullah (sav.)'ın soyle
buyurduğu rivayet edildi:
— -Bağışlanmayan şu
günahlardan sakının:
l — Ganimet malından
çalmak. Kim, ganimet malına hıyanet
ederse kıyamet günü onunla
getirilir.
2 — Faiz yemek. Her kim
faiz yerse kıyamet günü çarpılmış bir deli halinde dirilir. Sonra Resulullah
(s.a.v.) su âyeti (bakara 275) okudu;
— «Faiz yiyenler,
delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar.» (Taberani)
£ s b e h a n i 'nîn £ n e
s 'den rivayeti de şöyledir: Resulullah (s.a.v.) :
— -Faiz yiyenler kıyamet
günü iki yanını sürükleyen (yüzüstü sürünüp, emekleyen) bir deli halinde gelir-
buyurdu. Sonra da:
— «Onlar, delilikten ancak
şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar* (Bakara 275) âyetini okudu.
27 — Abdullah b.
Mes'ud (r.a.) Nebi (s.a.v.)'nin
şöyle buyurduğunu rivayet etti:
— «Çok çok faiz alan hiçbir
kimse yoktur ki. onun işinin sonu fakirlik olmasın.- (İbn Mace ve Hakim)
H â k i m 'in bir rivayeti de şöyledir: -Faiz, ne kadar
çok olsa bile sonu darlıktır.»
28 —Ebu Hüreyre
(r.a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ra şöyle buyurduğu rivayet edildi:
— «Öyle bir zaman gelecek
ki, insanlardan faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak. Onu yemeyenlere de
tozları bulaşacaktır.» (Ebu Davud ve
İbn Mace)
29 — Ubade b. S a m i t (r
a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ın söyle buyurduğu rivayet edildi:
— .Ruhumu elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, benim ümmetimden birtakım İnsanlar gecelerini küfran-ı
nimet, azgınlık. oyun ve eğlence île geçirip, haramları helal saymaları, metres
edinmeleri, içki İçmeleri, faiz yemeleri ve İpek giyinmeleri sebebiyle
maymunlar ve domuzlar gibi sabahlarlar.» (Ahmed)
30 — Ebu Umame
(r .a.)'den Nebi (sA.v.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edildi:— .Bu
ümmetten bir topluluk gecelerini yemek, içmek, eğlence ve oyunla geçirirler de maymun
ve domuz suretinde sabahlarlar. Onlar felakete ve taş yağmuruna tutulurlar.*
insanlar sabahleyin;
— «Bu gece filan oğullan
felakete uğramış ve filan oğullarının yurdu yerle bir olmuş- derler. L u t
kavminin üzerine yagdırıldıgı gibi onların ve yurtlarının üzerine taş
yağdırılır. Yine oradaki kabilelerin ve yurtlarının üzerine Ad kavmini helak
eden öldürücü rüzgar gönderilir. (Bütün bunlar) İçki içmeleri. İpek
giyinmeleri, metres edinmeleri, faiz yemeleri sebebiyle olur.
Hadisin ravilerinden Cafer,
burada zikredilen günahlardan birini unuttuğunu söylemiştir. (Ahmed)
Buraya kadar topladığım
hadisler "Tergib ve Terhib"adlı eserden Allah İmam Munzir den Razı
olsun.
EbuDavud 4876 — Said bin
Zeyd (r.a)dan; Resûlüllah (s,a.v)d.en, rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuş:
«Ribanın en çok veballisi
haksız yere mümin'in ırzına dil uzatmak, saldırmaktır.»
Darimi 2538. Bize Ebu Nuaym
haber verip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu Kays'tan, (O) Huzeyl'den, (O da)
Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: Rasulullah (Sallallahu
Aleyhi ve Sellem) faiz yiyenle yedirene lanet okumuştu.Ebu Davud,buyu,Nesei
talak ,Tirmizi,buyu,İbn Mace,ticaret,Müsned
188- Birbirinizin mallarını
aranızda haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını, bile bile günaha
girerek yemek için onları hakimlere de aktar mayın.
Bir kısmınız diğer bir
kısmınızı mallarını haksız yere yemesin. Günah olduğunu bile bile insanların
mallarından bir kısmını lıararn olarak yemeniz için mallarınızı hakimlere de
aktarmaym.
* Abdullah b. Abbas, Mücahid,
Katade, Süddi ve İkrime gibi miifessirler bu âyeti "Haksız olduğunuz haide
muhakemeye girişmeyin." şeklinde izah etmişlerdir. Bu hususta Peygamber
efendimizdenşu hadis-i şerif rivayet edilmektedir.
'
Birgün Resulullah (s.a.v.)
odasında otururken dışandan bir takım tartışma
sesleri duydu. Çıkıp ta o
tartışanların yanına gitti ve onları dinledikten sonra şöyle dedi: "Ben de
bir insanım, bana, anlaşmazlığa düşenler geliyorlar. Bir kısmınız diğerinden
daha güze! konuşarak dâvâstnr daha güzel savunabilir ben de onun haklı olduğuna
kanaat getirip lehine hüküm vermiş olabilirim. Herhangi bir miislümanın
hakkını, haksız olana verecek olursam verdiğim bu şey, haksız kişi için
cehennem ateşinden bir parçadır. Artık onu ister alsın ister
bırak-.sın."'Buharı, K. el-Ahkam. bab: 29, 31, K. cl-Mezalim, bah:
16/Müslim, K. el-Akdiye, bab: 5, Hadis No: 1713)
Bazı müfessirler ile bu
âyetin mânâsının, "Hakimlere rüşvet venneyin," demek olduğunu
söylemişlerdir.
275- Faiz yiyenler,
yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların:
" Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki
Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir
de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir. Kim
de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak
kalacaklardır.
Faizi almak vermek ve yemek
sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak
şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan
kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının
sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir.
Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş
suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır.
Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse,
haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu
affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse
onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.
* Ayet-i kerimede,
"Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla
ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak."
demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için
faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın
çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen
"Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr,
Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde
dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin
alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.
Taberi diyor ki: "Eğer
denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler
zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de
bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki:
"Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu
ayetin 275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı
gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir."
demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır.
Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve
onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar,
cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.
Faizi almak vermek ve yemek
sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak
şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan
kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının
sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir.
Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş
suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır.
Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse,
haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu
affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse
onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.
* Ayet-i kerimede,
"Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi
kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla
ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak."
demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için
faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın
çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen
"Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr,
Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde
dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin
alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.
Taberi diyor ki: "Eğer
denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler
zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de
bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki:
"Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu
ayetin
beyan ettiği hükme
dahildir. Ancak, âyetin indiği zaman faizcilerin, faizden elde ettikleri gayr-i
meşru kazancı en çok yeme ve içmelerinde kullandıkları için âyette "Faiz
yiyenler ifadesi yer almaktadır. Yoksa bütün faizle muamele yapanlar bu âyetin
kapsamına gimıektedirler. Nitekim şu âyet-i kerîme ve şu ha-dis-i şerif bu
hususu ortaya koymaktadırlar. Allah leala buyuruyor ki: "Ey iman edenler,
Allahtan korkun ve eğer iman ediyorsanız i'aizden arta kalanı bırakın."
(Bakara suresi, 2/278)Peygamber efedimiz de hadis-i şerifinde şöyle
buyurmuştur.
"Allah, faizi yiyene
de yedirene de şahidine de kâtibine de lanet
eder."<neseî K.
ez-Ziynet. hah: 25 / Ebu Davuıi K. cl-Buyü bab: 4, hadis No: 3333 Müslim, K- el
Müsakat. bab: 105. 106, Hadis No. 1597, 1598
>
276- Allah, faizi mahveder,
sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
Allah, faizi eksiltir ve
yok eder.Sadakaların sevabını ise kat kat artırır. Sadaka verilen malı artırır.
Allah, inkârda ısrar edenleri, ikaz ve nasihatlara aldırmayarak günah işlemeye
devam edenleri asla sevmez.
* Allah tealanın, faizi
mahvetmesi, ya onu tamamen imha etmesi veya onun karıştığı malın bereketini
göndermesiyle olur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadisi
şerifinde:"Faiz çoğalsa dahi sonunda eksilmeye mahkumdur."
buyurmuştur(Ahmed b. Hanbel, Müsned, CI S, 395, 424)
Sadakalar bunun aksinedir.
Çünkü Allah onlara bereket verir ve onlan artırır. Nitekim bu hususta Allah
teala diğer âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu: Her başağında yüz tane olmak Üzere yedi başak veren bir
tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş
olan ve her şeyi bilendir."(Bakara suresi, 2/261
) "O kimdir ki, Allah
için güzel bir ödünç takdim etsin de, Allah ona karşhğmı kat kat versin? Rızkı
daraltan da Allahtır. bol veren de. Yine ona döneceksiniz."' Bakara
Suresi. 2/245)*
Peygamber efendimiz de bu
hususta söyle buyuruyor:
"Kim, helal
kazancından bir hurma kadarını sadaka olarak verirse ki - Allah, ancak helal
maldan olan sadakayı kabul eder. - Allah onu sağ eliyle (güzelce) kabul eder.
Sonra onu, sizden birinin atının tayını beslediği gibi besler. Öyle ki, o dağ
gibi olur."Buharı, K. ez-Zekat, bab: 8 / Müslim. K. ez-Zekat bab: 63,64
Hadis No. 1014
Diğer bir rivayette de
şöyle buyurmuştur.:
"Şüphesiz ki Allah,
sadakayı kabul eder. Onu sağ eüyle alır ve sizden birinizin alının tayını
besleyip büyüttüğü gibi o sadakayı büyütür. Öyle ki, bir lokma uhut dağı gibi
olur. Bunu, aziz ve celil olan Allahın kitabında doğrulayan
âyetler: "Bunlar,
kullarının tevbesini ve sadakaları ancak Allahın kabul ettiğini ve tevbeleri
çokça kabul eden ve çok merhametli olanın sadece Allah olduğunu bilmezler
mi?"(Tevbe surcsi, 9/104) "Allah, faizi mahveder, sadakaları ise
artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez."( Bakara suresi, 2/276)
âyetleridir."'Tirmizi, K. ez-Zekât, bab: 28 Hadis No. 262
277- Şüphesiz ki iman
edenlerin, şalin amel işleyenlerin, namazı kılıp zekatı verenlerin, rablcri
katında mükifaatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir
de,
Allahı ve Resulünü tasdik
eden ve Allahm, kendilerine emrettikleriyle amel eden, namazı bütün erkânıyia
birlikte kılan ve mallarından, farz kılınmış olan zekatı verenlerin, âhirette
rableri katında mükâfaatlan vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar, dünyada
biraktıklan şeylere de üzülmezler.
278- Ey iman edenler, Ali
ah t an korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın.
Ey iman edenler, emirlerine
itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak Al-lahtan korkun ve alacağınızdan, ana
paranın üzerine ilave edilen faizi terkedin, almayın. Eğer sözünüzde, işinizde
ve imanızda samimi kişiler iseniz bunu böyle yapın.
* Suddi, ibn-i Cüreyc ve
İkrime, bu âyet-i kerimenin, nüzul sebebi hakkında şunları söylemişlerdir: Bir
kısım insanlar İslama girmeden Önce mallanın faize vermişlerdi. Bunlar, faizin
bir kısmını almışlardı diğer kısmı duruyordu. Allah teala bu âyet-i kerimeyi
indirerek onların daha önce almış oldukları faiz-leri affettiğini ve geriye
kalan faizi de almalarının haram olduğunu bildirdi. Faize mal veren kişilerin,
Abbas b. Abdul Multalib ve Muğire oğullarından bir kişi olduğu, faizle mal
alanların da Sakiyf kabilesinden Amr oğulları olduğu rivayet edilmiştir. Diğer
bir rivayette ise mallanın faize verenlerin Amr oğullan olduğu, alanların da
Muğİre oğullan olduğu bildirilmektedir.
279- Eğer böyle yapmazsanız
Allah ve Resulü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu bilin. Şayet
tevbe ederseniz, sadece sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve
haksızlığa da uğramamış olursunz.
* Ayet-İ kerimede
zikredilen ve "Bilin" diye tercüme edilen(fezenu ) kelimesi iki
şekilde okunmuştur.
a- Bütün Medine halkı bu
kelimeyi, sülasî fiilden türetilmiş bir ernir kabul etmişler ve (fezenu )
şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet
sîzler, bu emredileni yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından size savaş
açılmış olduğunu bilin.
b- Küfe kurralannm tümü ise
bu kelimeyi, rubai fillerden türetilmiş bir emir kabul ederek ( fezenu )
şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet
sizler, ernrolunanı yapmazsanız, Allah ve Resulüne kargı savaştığınızı diğer
insanlara ilan edin."
Taberi : "Bu
kıraatlardan birinci kıraatin tercihe şayan olduğunu söylemiştir, zira, savaş
ilan etrne, faiz yiyenlerin hakkı değil Allah ve Resulünün hakkıdır. Nitekim bu
hususta, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Şayet, faizli muamele yapan
kimse, bundan vazgeçmeyecek olursa, müslümanların imanının bu kimseyi tevbe
etmeye çağırması gerekmektedir. Eğer vazgeçerse mesele yoktur. Aksi taktirde
imam onun boynunu vurur. Bu hususta Katade de şunları söylemiştir:
"Gördüğünüz gibi Allah, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit etmiş ve onlar
nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kanlarını heder etmiştir. Reb' b. Enes te
Allah tealanın bu âyet-i kerime ile, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit ettiğini
söylemiştir.
Ayet-i kerime, faizin
korkunç bir cinayet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinayetin büyüklüğünü
anlamak için, Kur'an-ı Kerimin, faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle
incelemek yeterlidir. Kur'an-ı Kerim, faizcileri, Şeytanın çarptığı, sara
hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler
gibi sağa sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.
Faizciler ise, Kur'an-ı Kerimin
bu tasvirine rağmen faizin zararlarını yok
gibi göstermeye
çalışmaktadırlar. Allahım, bu kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören
ve onunla muamele yapanların, Allah ve Resulünün kendilerine karşı savaş ilan
ettiğim beyan eden âyete rağmen faizle iştigal ederek rablerine karşı savaşmayı
basit bir olay gibi gösterenlerden ve o faizi helalmiş gibi takdim etmeye
çalışanlardan daha zalim ki olabilir? Hangi müsliiman, bu tehdidi duyduktan
sonra faizli muameleye devam etmek ister? Bu âyet-İ kerimeyi duyduktan sonra
yaptığından vaz geçip tevbe etmeyen, bu korkunç cinayeti işlemeye devam eden
kişilere yazıklar olsun. İmanla faiz birbirinin zıddıdır. Hiç bir zaman
birleşmezler.
Cabir b. Abdullahın
rivayetinde bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor Cabir diyor
ki:
"Resulullah (s.a.v.)
faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlerine lanet etti. Ve "Onlar
eşittir" buyurdu."(Müslim, K. el-Müsakat. bab: 106, Hadis No.
1598/Ebu davud, K. el-Buyü bab: 4 Hn. 3333)
Peygamber efendimiz diğer
bir hadis-i şerifinde de buyuruyor ki: '
"Ben isra ve miraç
gecesinde, karınlan evler kadar büyük olan bir topluluğun yanma vardım.
Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünüyordu. Dedim ki:
"Ey Cebrail, bunlar kimdir?" dedi ki: "Bunlar, faiz yiyenler-dir."(
İbn-i Mace, K. et Ticaret, bab: 58, Hn. 2273/Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2 S.
353, 363
)
Peygamber efendimiz bir
diğer haclis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:"Faizde yetmiş günah vardır.
En hafifi, kişinin, anası ile zina etmesi gibi-dir.-( İbn-i Mace, K.
el-Ticaret, bah: 58 HN. 2274)
NİSA SURESİNDEN
29- Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız
ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canı* na kıymayın. Şüphesiz ki Allah,
size karşı çok merhametlidir.
Ey iman edenler,
mallarınızı aranızda, faiz alma, kumardan kazanma gibi haksız yollarla yemeyin.
Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle veya bağışta bulunmakla yemeniz
helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.
Birbirinizin kanını dökmenizi yasaklaması da merhametinin gereğidir.
* Ayel-i kerimenin "Ey
iman edenler, inallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyi." kısmı müfessirler
tarafından iki şekilde izah edilmiştir:
a- Abdullah b. Abbas ve
Süddi, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Ey irnan edenler,
inallarınızı aranızda faiz, kumar, gasp ve zulüm gibi, Allahm haram kıldığı
yollarla yemeyin. Ancak razı olacağınız bir ticaret yoluyla kazanacağınız
mallan yeyin."
b- İkrime ve Hasan-ı Basri
ise âyet-i kerimenin bu bölümünün, insanların, misafir olma ve ikram edilme
yoluyla da birbirlerinin mallanın yemelerini yasakladığını, ancak alış veriş
yaparak birbirlerinin mallarını yiyebileceklerini beyan etliğini fakat daha
sonra Nur suresinin şu âyeti inerek bunu neshettiğini ve müminlerin
birbirlerinin mallarını misafir olurken ve ikram edilirken
yiyece-bileceklerinin anık mubah olduğunu söylemişlerdir. "Kör için bir
güçlük yoktur, topal için bir güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur. Sizin
de kendi evlerinizde ve babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde
veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya
amcalarınızın evlerinde veya halalannızın evlerinde veya daymlannızın evlerinde
veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarları emanet edilip tasarrufunuza
verilen evlerde veya dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir günah
yoktur. Birlikte veya ayrı ayn yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz
zaman kendinize selam verin. Bu, Allah nezdinde mübarek ve terniz bir
selamlaşmadır. Aklınızı kullanasınız diye Allah, âyetleri size işte böyle
açıklıyor."*431
Taberi diyor ki: "Bu
görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Allah teala bu âyetle
müminlere haram kıldığı şekilde birbirlerinin mallarını yemeyi yasaklamıştır.
Zira haksız yere mal yemenin mânâsı budur. Ayetin mânâsı bu olduğuna göre bunun
aksini iddia ederek onun mânâsının, kişinin mümin kardeşi tarafından ikram
edilen yemeği yasaklamak olduğunu ve daha sonra da neshedildiğini söyleyenlerin
görüşünün bir anlamı yoktur. Zira yemek yedirmek, misafirlere ikramda bulunmak,
müşriklerin de Övülen amellerindendi. Is-
Nur suresi. 24/61
lam da geldi bu tür
amelleri yapmaya davet etti. Hiçbir zaman bunları yasaklamadı. O halde ayetin
mânâsının bu gibi ikram ve ihsanlarda bulunmayı yasaklamak olduğunu söylemek
yersizdir.
Taberi diyor ki: "Bu
âyet-i kerime, îicaret ve sanat yoluyla, nzık talep etmeye karşı çıkan bazı
cahil mutasavvıflan tekzib etmektedir. Âyet-i kerime, rıza ile kazanılan
ticaretin helal olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta Katade diyor ki:
"Tecaret, onu doğrulukla ve takva ile yapanlar için Allahın nzıklann-tlan
bir nzık ve helal kıldığı şeylerden bir şeyctir. Bize rivayet edilirdi ki:
"Güvenilen ve dürüst bir tacir kıyamet gününde arşın gölgesinde bulunacak
olan yedi sınıftandır."'441
Âyet-i kerimede, nza ile
yapılan ticaretten kazanılan malın helal olduğu zikredilmektedir. Âlimler,
ticaretin hangi şekilde yapılmışı halinde rıza ile yapılmış olacağı hususunda
iki görüş zikretmişlerdir:
a- Kadı Şüreyh, İbn-i
Şirin, Şa'bi, Hz. Ali Abdullah b. Mes'ud, Ebu Ziir'a ve Abdullah b. Abbastan
nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Rıza ile yapılan
ticaretten maksat, alış veriş yapan taraflardan herbirinin, alış veriş akdini
yaptıktan sonra o muameleyi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar, birbirlerini
alış verişi bozup bozmamakta serbest bırakmalarıdır. Bunlara göre taraflar bir
mecliste sözle alış verişi bitirdikten sonra tekrar onu bozabilme hakkına
sahiptirler. Bu hususta Muhammed b. Şirin diyor ki: "Biri diğerine bir
bornoz satan iki kişi anlaşmazlığa düştüler. Biri: "Ben bu adama bir
bornoz sattım. Beni razı etmesini İstetilin. Fakat o beni razı etmedi
"dedi. KacJi Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı
et." Satın alan adam dedi ki: "Ben ona dirhemlerini verdim fakat o
razı olmadı." Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu
razı et." Adam yine dedi ki: "Ben onu razı ettim fakat o razı
olmadı." Bunun üzerine Şüreyh dedi ki: "Alış veriş yapan iki tarif
adi yaptıkları yerden ayrılmadıkça onu bozup bozmamaktan serbes' ...er."
Taysele diyor ki: "Ben
çarşıdaydım .-.ü (r.a.lda oradaydı. Bir kız çocuğu geldi ve bir dirheme meyve
satın almak i1 .edi. Ben de d:ıiıemi alıp meyveyi ona verdim. Sonra kızcağız
"Bu meyveyi inmiyorum d'.nemimi bana ver." dedi. Ben direnim. O
sırada Ali gel ip dirhem' alarak kıza .erdi."
Bunlar, görüşlerine deli!
olara1, Resulullahı,ı şu hadis-i şerifini zikretmişlerdir. Abdullah b. Ömer
diyor ki: ' Resulullah $öyle buyurdu: "Her alış veriş yapın iki taraf,
bulundukları yerden yrılmadıl.ça aralarında satış diye bir şey
yoktur."14''1 Ancak birbirlerini rnuhay^ " *••' ualan
müstesnadır." Ebu Hureyre
(44) Bkz. tbn-i Mace, K.
et-Ticarât. bab' l. Hadis No: 2139 / Tirmizi. K. cl-Büyü. bak 4, Hadis No: 1209
(45) Bkz. Tiımizi, K.
el-Büya', hah: 26, Hadis No: 1245
de Resulullahın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir. "Alış veriş yapan iki kimse birbirlerinden
razı olarak ayrılırlar."'4")
Abdullah b. Abbas diyor ki:
Resululiah bir adama bir şey sattı. Sonra ona dedi ki: "Alış verişi bozup
bozmamayı tercih et." Adam da "Geçerli olduğunu tercih ettim."
dedi.
Resululiah da: "İşte
alış veriş böyle olur," dedi.(47) Evet, bu görüşte olanlar alış veriş
yapan iki tarafın, akdi yaptıkları yerden ayrılıp fiilen gitmedikleri takdirde
bu âyette belirtilen ve Resulullahın hadislerinde açıklanan "Rıza ile bir
alış veriş" olmayacağını söylemişlerdir.
b- İmam Malik, Ebu Hanife,
Ebu Yusuf ve İmam Muhammede göre ise bu âyetle zikredilen "Rıza İle
yapılan ticaret"ten maksat, tarafların alış veriş akdini yapmadan önce
nzalanyla akdi bitirmeleridir. Bunların, alış veriş yaptıktan meclisten
ayrılmadan önce bu rızalarının bozulup bozulmaması veya birbirlerini akdi bozup
bozmamakta serbest bırakmaları, rızanın ortadan kalkmasını gerektirmez. Bunlara
göre taraflar, nzalanyla alış veriş akdini yaptıktan sonra akdi yaptıkları
mecliste, taraflardan birinin, akitten caydığını söyieyrek onu tozması caiz
değildir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Alış
veriş te nikah akdi gibi, sözle yapılan akillerdendir."
Âlimler, "Nikah akdi
yapıldıktan sonra, taraflardan birinin, diğerini, ak-din gereğini yapmaya
mecbur edeceği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Taraflar akdîn yapıldığı
meclisten ayrılmamış olsaiar dahi akit iki tarafı da bağlayandır. Alış verişin
hüKmiı de böyledir." demişlerdir.
Resululiah, "Alış
veriş yapan iki taraf ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbesttirler."
hadisinden maksat ise "Akdi yapma sözlerinden ayrılmadıkça."
dernektir. "Akdin yapıldığı meclisten ayrılmadıkça." demek değildir.
Taberi bu görüşlerden
birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ve bu vaziyette zikredilen
"Rıza İle yapılan ticaretten maksadın, ticaret yapan tarafların, akdi
yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar rızalarının devam etmesi olduğunu beyan
etmiş bu itibarla akil yapan taraflar akit meclisinden ayrılmadıkça akdi bozup
bozmamakta serbest olacaklarını söylemiştir.
Zira bu hususta Resulullah
(s.a.v.)in şöyle buyurduğu sahih bir haberdir. "Alış veriş yapan iki
taraftan herbiri ayrılmadıkça diğer tarafa karşı muhayyerdir. Ancak muhayyer
bırakıl arak yapılan alış verişler müstesnadır."'4"1 Diğer bir
rivayette hadisin sonu şöyledir: "Yahut da taraflardan biri arkadaşına
"Seç" de-
(46) Bkz. Ebu Davud. K.
ei-Büyıı1, Nıh: M, llaılıs No: 3458
(47) Rk/.. Buhari, K.
el-Büyu, hüh. 43
(4S) libıı Davud, K.
ol-Rüyu' h. 51, Haıhs No: 3
160-161- Yahudilerin
zulmetmeleri ve bir çok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları
halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha
önce kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. .Onlardan
kâfir olanlara, can yakıcı bir azap hazırladık.
Yahudilerin, Peygamberleri
öldürmeleri gibi zulümleri, Allah'ın dininden bir çok insanları alıkoymaları,
kentlilerine yasaklanmasına rağmen faiz almaları, rüşvet olarak veya Allah'ın
kitabını değiştirme karşılığında para alarak haksız yere insanların mallarını
yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helal kıldığımız iemiz şeyleri hanım
kıldık. Biz onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık ki o da
cehennem azabıdır.
Şu âyet-i kerimede
Yahudilere yasaklanan şeylerden bir kısmı zikredilmektedir. "Biz,
Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haranı kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt,
bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarım da hanım kıldık.
Azgınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesi/, ki biz,
doğru söyleyiniz."|22Sl
Ayet-i kerimede,
Yahudilerin, işledikleri dört günahtan dolayı kendilerine daha önce helal
kılınan şeylerin haram kılındığı beyan edilmiştir. İşledikleri bu günahlardan
biri, zulmetmeleridir. Bu zulümlerinin mahiyeti ise bundan önceki yüz elli beş,
yüz eli i altı ve yüz elli yedinci âyetlerde zikredilen, Allah'a verdikleri
hadi bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, Peygamberleri haksız yere
öldürmeleri, "Kalblerimiz kapalıdır." demeleri, inkarcılıkla
bulunmaları. Meryem'e zina iftirasında bulunmaları ve "Biz, Meryemuğlu İsa
Mesihi öldürdük." demeleridir. Bu günahlardan bir diğeri ise insanları Allah'ın
yolundan çokça alıkoymalarıdır. Bundan maksat ise, Allah'a karşı bâtıl şeyler
uydurup onun, Allah'tan olduğunu iddia etmeleri, Allah'ın kitabını
değiştirmeleri, mânâlarını gerçeğinden saptımıalan, Hz. Muhammed'in
Peygamberliğini inkâr etmeleri ve onun gerçek halini bilmeyen cahil insanlara
açıklamamaları ve böylece insanları saptırmalarıdır.
Yahudilerin işlemiş
oldukları günahlardan bir başkası da daha ünce izah edildiği gibi faiz
almalarıdır.
Yine Yahudilerin işlemiş
oldukları günahlardan biri de İnsanların mallarını haksız yere yemeleridir.
Bundan maksat ise verecekleri hüküm karşılığında rüşvet almaları, kendileri
herhangi bir şey yazarak "Bu Allah kalındandır." demek suretiyle para
almaları ve benzeri murdar kazançlar sağlamalarıdır. İşte bu günahlar yüzünden
Allah teala onları cezalandırmış ve onlar için helal kıldığı şeyleri haram
kılmıştır,
Âyet-i kerimenin sonunda:
"Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık."
buyurulmaktadık. Burada ifade edilen "Onlar"dan maksat, Yahudiler.
"Onlardan kâfir olanlar"dan maksat, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini
inkâr edenler ve "Can yakıcı azap"f:ın maksat ise cehennem azabıdır.
229 En'am
suresi,6/146
Rububiyet Tevhidi -
Allah'in "Rabb" ismi celiline nisbettir. Rububiyet kelimesi lügat
itibariyle, terbiye edici, yardimci, malik, islah eden, efendi, vali gibi
anlamlara gelmektedir. Terim itibariyle de, Allah'in insanlari yarattigina,
onlara rizik verdigine, diriltip öldürdügüne, Allah'in kaza, kaderine ve de
zatinda vahdaniyetine, birligine iman etmektir. Bunun delillerinden bazilari
ise su ayetlerde görüldügü gibidir:
"Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" Fatiha 1
"Yaratma ve emir O'nun degil midir?" A'Raf 54
"Yeryüzünde olan her seyi sizin için yaratti" Bakara 29
"Süphesiz ki Allah rizki verendir. Kuvvet sahibidir, Metin' dir"
Zariyat 58
Ikram sahibi olan Allah'in Rububiyetinde süphe edecek cahillere sunu
söyleyebiliriz; izan sahibi bir insan tesirsiz hiçbir seyin fiilin
kendiliginden olusumunu ve de bir yaratiçi olmadan mahlukatin varligini da
kabul etmez. Bir igne gördügümüzde nasil onu bir vücuda getiren oldugunu bir
sanatkarin onu yaptigini anliyorsak, bu muazzam ve akillara durgunluk veren
kainatin kendiliginden oldugunu asla düsünemeyiz. Bir yaratiçi olmadan böyle
bir düzenin olmasi mümkün degildir.
Ayrica böylesi bir evreni yaratan, onu terbiye eden Varligin elbette kusursuz,
yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasi gerektir. Sayet O da mahluk olsaydi
yaraticisina ihtiyaç duyardi ki bu acziyettir, aciz olanin da böylesi bir
kainati yarattigi iddiasi kesinlikle tasdik edilesi bir gerçek degildir. Tüm
noksanliklardan uzak olan Allah, süphesiz yüceler yücesidir. Allah'in
Rububiyetinin delilleri saymakla bitmez,
"Onlar, yaratan olmaksizin mi yaratildilar yoksa yaratanlar kendileri
midir?" Tur 35
Mekke müsrikleri bu tevhidi kabul etmislerdi. Yahudiler, Hristiyanlar ve
benzeri diger kavimler de ayni tevhidi ikrar ediyorlardi. Bu tevhidi eskiden
Dehriler ile çagimizda Ateistlerden baska hiç kimse inkar etmemistir. Bu
Kur'an'da,
"Onlara(musriklere) gökleri ve yeri kim yaratti? diye sorarsan kesinlikle,
Allah derler" Lokman 25
seklinde yer alir.
Müsrikler, Allah'in Rabb olusunu kabul ediyorlar ancak ibadette, medet ummada,
sevgide, itaatte tapindiklari ilahlarini, Allah katinda onlarin birer
sefaatçileri olduklarini iddia ederek ortak kosuyor, böyleçe onlari Allah'a
denk tutuyorlardi. Her seyin yaraticisi olarak Allah'a inanmalarina ragmen
müsrik olma sifatlari kendilerinden kalkmiyordu!
"Onlar, Allah'i birakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara
taparlar, Bunlar, Allah katinda bizim sefaatçilerimizdir derler. De ki:
Göklerde ve yerde, Allah'in bilmedigi bir seyi mi O'na haber veriyorsunuz?
Allah, onlarin ortak kosmalarindan münezzeh ve yücedir" Yunus 18
Tevhid'in bu kismi insani Islam'a dahil etmedigi gibi kanini, malini ma'sum
kilip onu cehennem azabindan da kurtarmaz. O ki insan, Tevhide bir bütün olarak
sarilsin!..
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
YAYINLARI
İSLÂM MÜTEFEKKİRLERİ
GARP MÜTEFEKKİRLERİ ARASINDA
MUKÂYESE
6. Baskı
Yazan Ord. Prof. İSMAİL
HAKKI İZMİRLİ
Notlar ilavesi ile
sâdeleştiren:
Süleyman Hoyri BOLAY
(ilahiyat Fakültesi Felsefe Târihi Asistanı)
Müşavere ve Dînî Eserler
inceleme Kurulunun 23.10.1950 gün ve 16783/364 Sayılı Karan gereğince basum
uygun görülmüştür.
1. baskı 1952 yılında 3.000 adet
2. basla 1964 yılında 5.000 adet
3. baskı 1973 yılında 10.000 adet
4. baskı 1975 yılında 10.000 adet
5. baskı 1977 yılında 20.000 adet
6. baskı 1981 yılında 10.000
adet
Toplara 58.000 adet
Ayyıldız Matbaası A.Ş.,
Ankara — 1981
TAKDİM
Ord. Prof. ismail Hakkı
İzmirli'nin' hacmi küçük, fakat muhtevası çok büyük ve geniş olan bu kitabı,
aslında çok faydalı bir eserdir. Çünkü böyle bir mukayeseye, ülkemizin her
zamankinden dalıa çok ihtiyacı var. Zira en as bir asırdan fazla bir zamandan
beri kendi kültürümüze ve onun Ttaynaklarma sırt çevirmişiz; lıer şeyi
Bati'-dan almışız ve orada aramışız, fuzûli bir gayretkeşlikle "Kraldan
ziyade kralcı" olmuşuz. Bu hal bizde bir taklitçiliğin doğmasına sebep
olduğu gibi, kendimize olan güvenin kaybolmasına, icat kabiliyetimizin ve yapma
gücümüzün körelmesine de sebep olmuştur. Dolayısıyla yetişen bütün nesillerimiz
üzerinde menfî tesirler bırakarak bir çoklarının körü körüne Batı hayranı ve
köksüz olmaları neticesini doğurmuştur. Günümüzde dahî Batıdan gelen her şeye "Evet",
bizden olan her şeye "Hayır" diyen bîr zihniyetin temsilcileri,
küçümsenmeyecek kadar kalabalıktır. Bu hasta zihniyeti tedavi etmedikçe,
memleket için ilerleme pek mumun olamaz. Bu tedavinin yolu da, Batının bizden
evvel yapmağa başladığı gibi, kendi kültür kaynaklarımızı ortaya çıkarmak.,
nesillerimizi bilgisizlikten ve yanlış bilgilerden kurtarmaktır. Dolayısıyla
onları şuursuz bir hayranlıktan ve aşağılık duygusundan da kurtarmış olacağız.
O zaman hasta zihniyet de, ortam bulamıyacağı için, kendiliğinden çekilip
gidecektir.
îşte, bizce bu küçük
kitabın değeri buradadır. Senelerce önce yasar bu ihtiyacı duymuş ve küçük
çapta bîr İhtiyacı karşılayacak durumda olan bu eseri hazırlamıştır. Fakat
bununla yetinmeyip, nesillerimizi ilmen, fikren ve manen tatmin etmek, onların
ruhen doyabilmek için başka yönlere kanalize edilmelerini önlemek gayesiyle, bu
mukayeseleri, Hukuk iktisat, Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe, Tasavvuf, Astronomi
ve Matematik gibi çeşitli sahalarda, geniş bir şekilde yapmak zaruridir. Bu ise,
bir veya bir kaç kişinin altından kalkacağı bi riş değildir. Bu takdirde îj
daha ciddî ve derin olduğu gibi o nisbette de değerli olur. Bu bakımdan da
İzmirli merhumun bu kitabı, daha sonra bu sahada çalışmak isteyenlere bir
rehber olacaktır.
Kitabın sadeleştirilmesi
oldukça güç oldu. Zira bir taraftan gençlerin bu günkü halini düşünmek, bir
taraftan da ilmî ve felsefî ıstılahlara gelişi güzel ve rastgele karşılık
koymamak gayreti, bu güçlüğü doğurdu. Bu sebeple bir kısım ıstılahların
açıklamalı olarak karşılığını yazdık ve asıl ıstılahî da parantez içinde
muhafaza etmek zaruretini hissettik. Bunun yanında kitapta temi geçen felsefe
cereyanlarının açıklamalı bîr küçük sözlüğünü verdik ki okuyucuya kolaylık
olsun. Ayrıca, kitapta ismi geçen batılı filozoflar ve ilim adamlarının
doğum-ölüm tarihleri ile, buluşları, felsefî anlayışları lutkkında gayet kısa
bilgi verdik; ta ki okuyucu karşılaştırması yapılan düşünürlere dair
tamamlayıcı bilgiye sahip olsun ve memleketimizde yayılan cereyanları kısmen de
olsa tanıtmak imkânına kavuşsun. Kitabın basma, bir de yazarın hal tercümesi
ile eserlerinin listesini ekledik. Bu hususta da Celâleddin izmirlinin "1.
Hakkı izmirli, Hayatı ve Eserleri" adındaki kitabından istifade ettik.
Maalesef İzmirli hakkında ansiklopedilerde hiç bir bilgiye rastlamak mümkün
olmadı.
Gayret bizden, yardım
Allah'dan.
8. Hayri Bölay
İSMAİL HAKKI İZMİRLI'NİN
HAYÂTI VE ESERLERİ
HAYATI:
Babası Yedek Yüzbaşı
İzmirli Hasan Efendi, anası da Kandiye'-K Hâfize Hamm'dır. Kendisi 1285 (1869)
yılında izmir'de dünyaya geidi. Okumağa çok hevesli olduğundan, dört yaşında
okula başladı. İlkokul tahsilinden sonra lıâfızlığa çalışmış, kısa bir zaman
sonra hıfzı tamamlamış tu-. Sonra rüsdlye tahsilini yapmış, bu ett-jıada Farsça
da öğrenmiştir. Bu lirada medrese derslerine de devam etmiştir. Rüşdiyeyi
bitirince bir müddet Farsça öğretmenliği yapmış ve daha sonra 1308'de
istanbul'a gelmiş, Dârü'1-Muallimîn-i AHye (Yüksek Öğretmen Oknlu) ye imtihanla
girerek talebe olma:; ve burudan ISlO'da birincilikle mezun lalmustur. Sonra
Mercan idadisinde Din, Târih ve Ablak dersleri okutmuş, bir müdılct sonra da
Mülkiyeye Fıkıh Usfllü hocası olmuştur. Enırollah Efendi'nln Maarif Nâzın
olmasiyle Darülfünun Felsefe Profesörü (Müderrisi) olmuş, Hukuk Fakültesinde
Fıkıh hocalığı da yapmıştır. Daha sonra Üniversite teşkilâtında Ord. Prof.
olmuş, Edebiyat Fakültesinde islâm Felsefesi kürsüsünü kurmuş ve bu dersi derin
vukufla lokntauştnr. Bu arada Edebiyat ve İlahiyat Fakültesi müdürlüklerinde
(Dekanlık) bulunmuştur. 14 Ocak 1946 Perşembe fiünü Ankara'da sefat etti.
EŞEKLERİ:
1 — Maânl-i Kur'an (Kur1 ân-ı Kerim tercümesidir)
2 — Yeni flm-i Kelam (2 cilttir)
3 — Usûl-i Fıkıh Dersleri
4 — İlmi Hilaf (iki cilt)
5 — Din Dersleri
6 — Sîyerj Nebevlyye-i
Celile
7 — Garb Mütefekkirleri île
Şark Mütefekkirleri Arasında Bir Mukayese
8 — Fenni Menâhic
(Metodolojidir)
9 — Şeyh Ebûbekîr Râzi
10 — Mufasavvife Sözleri
mîî (Şeyh Saffet (Yetkin)'e cevaptır)
11 — Gazilere Armağan
13 — Anglikan Kilisesine
Cevap (Aagilkan Kilisesinin islâm'a dair dört suâline cevaptır)
IS — Bir Arap Filozofu
EI-Kindî (Bn kitap Abbas Azzavt ta-raimdan Arapça'ya çevrilmiştir)
14 — islam Felsefesi Târihî
15 — Miyaru'I-ulûm
16 — Hıvân.ı Safa
Felsefesi.
Bunların yanında Edebiyat
ve İlahiyat fakülteleri dergilerinde
birçok ilmî makaleleri yayınlanmıştır.
ÖNSÖZ
İslâm, felsefesine dair
şarkiyatçıların eserlerini incelediğim sırada, Ernest Renan'ım Averreos et
Averroi-sme İbn-i Rüşd ve îbnrüşdcülük" adlı eseri ile Baron. Carra de
VauKun* "îbn-i Sina ve Gaszâli" adlı eserini, îm kes Edebiyat
Fakültesince tercüme olunan "islâm Ansiklope-disİ'nin, Draper'in,
"ilim ve Din Kavgalarım" ve Boerin İslâmaa Felsefe"
tercümelerini gözden geçirdim.
Bu eserde islâm
Filozoflarının, Batı filozoflarından önce ortaya koydukları bir takım düşüncelerini
gördüm. Daha sonra Lyon Üniversitesinde tahsil ettiği Felsefeyi inceleyen Mısır
düşünürlerinden Muhammed Lütfi Cumâ'-nın "Tarih-ü Felâsifet'il^lslâm fi'l
Maşrık ve?l Mağnp — Doğu ve Batıdaki islâm Filozofları Tarihi" adlı
eserinde ve Hind düşünürlerinden Emir Ali'nm "Islâmtn Ruhu"
tercümesinde gördüğüm mukayeseler'den çok duygulandım.
Felsefe öğretmem rahmetli
İzzet' ile Doçent Orlıan Saadettin'in Almancadan tercüme ettikleri Kari
Vorlatı-der'in "Felsefe tarihi"ni Paul Janet ile Gabriel SeaUes-nin "Felsefe
Tarihinin* Metafisik kısmını tekrar tekrar süsdüm. Bu kaynaklarda daha başka
düşünce ve nazariyelere rastladım. Gerçekte memleketimizde yasılan Felsefî
eserlerde bu konular ihmal olunmamış, ancak toplaca yapılamadığı için sımrlı
(mahdud) bir miktarda kalmıştır. Derin araştırmalarımda pek çok yüksek
şahsiyetler meydana çıkmıştır, islâm düşünürlerinin aklın yol göstermesinden ve
manttk kanunlarından başka ellerinde hiç bir araştırma vasıtaları yokken,
yalnız (mücerred)
keskin zekâları-, derin
sezişleri ve ince buluşları sayesinde birçok düşünce ve nazariyeleri. Batı
düşünürlerinden önce haber veriyor; lıiç olmazsa bir temel atıyorlar veya
onlara bir iz gösteriyorlar, onlarla ilmî bir temasda bulunuyorlar.
İslâm düşünürleri, medenî
ilerlemelerin iki kanadı hükmünde olan düşünce ve irâde bağımsızlığı ile
onların Batıda yaptıklarım daha evvel Doğuda yapıyorlar ve bugünkü felsefenin
(ve İlmin) doğusunda büyük rol oynuyorlar. Nitekim- "İbn-î Sina
Felsefesi"nin devamı (Zeyli) olan "Endülüs Felsefesi" aracılığı
İle, fslâm Felsefesi (ve ilmi), Avrupa'ya girmiştir.
Renan'm açıkladığı gibi
Tulaytula (Toledo) piskoposu Reymoııd'nun Avrupa'ya ilk idhal ettiği eser.
ibn-i Sina eserlerinin tercümesi idi. ibn-i Sina'nın birçok eserleri Lâtinceye
çevrildi. Birkaç sene sonra Farabî* ile El-kin-di"'nîn bazı eserleri- de
tercüme olundu, ilk önce MihaU Scotte", ondan sonra Alman Hermann ile
"Ibn-i Rüşd Felsefesi" Avrupa'ya geçti. Arapça metinler skolastik
felsefesinde yer aldı. Tercümeler, Endülüs, özelliîde (toledo) İle Sicilya ve
Napoli yollan ile devam ediyorduı "îbn-i Rüşd felsefesi" Paris ile
Italya'daki (Padova Üniversitesinde) dört asır devam etti. De Boer, Gazzâlî'ye
kadar devam eden îslâm Felsefesi mekteplerini (Ecoles) yazdıktan sonra İslâm
Felsefesinin Endülüse geçtiğini ve oradan Avrupaya. girdiğini bildiriyor.
Bu İki şarkiyatçının
tanıklığı ile İslâm Felsefesinin bugünkü felsefenin doğuşunda âmil (sebeb)
olduğunda şüphe kalmıyor; diğer Şarkıyatcûar (Müsteşrik)'in eserlerinde de buna
aykırı bir söz görülmüyor.
Yurdumuz gençlerinin
karşılaştırma hususunda bir fikir edinmesi emeli ile konulara göre ayrı üç
kısımda yani "A, B, C" harfleri başlığı altında ilimlerini yazıyorum.
Karsüaştırma sadece bu isimlere mahsus değildir, incelenirse bu isimler
artabilir.
İsmail Hakkı İzmirli
— A —
İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİ,
ORTAÇAĞLARDA
AVRUPA DÜŞÜNÜRLERİNİN ÜST
ADLARI
(HOCALARI) VE SELEFLERİDİR
1 _ xili. Yüzyılda Batı'da,
EI-Kindî ve Fârâbî'nin eserleri, XIV. Yüzyılda İbn-i Sînâ ile İbn-i Rüşd'ün
eserleri ve XV. Yüzyılda da İbn-i Rüşd'ün eserleri okunurdu.
2 — İngiliz filozofu Roger
Bacon3 ile Alman filozofu Büyük Albert'in9 en çok faydalandıkları eser,
Aristo'nun "Organon" adlı kitabı üzerine Fârâbî'nin yazdığı şerhdir.
3 — İBN J SiNA (980 - 1037)
r
o) Batı'da "Küllî
Kavgaları" parlamadan evvel, Do-ğu'da realistlerle kavramcılar
(conceptualistes) arasında dâvayı hallediyor. Realistlere göre Küllî (Üniversel
- Tümel), eşyadan hâriç olarak ayrıca mevcuttur. Eflâtun'cularm tuttukları yol
(mezhep} budur. Kavramalara göre küilî, ancak dışta fert zımninde (gizli
olarak) vardır. Aristo1" ve Fârâbî'nin tuttukları yol (mezhepleri) budur.
Kavramcılık (concep-tualizme), gerçekçilik (realizme) ile isimcilik
(nominalizme) arasındadır. Bunagöre küllî, itibarî bir haldir. Yalnız adı
vardır, söz (lâfız) olarak mevcuttur.
İbn-i Sînâ küllî'yi; aklî,
tabiî ve mantıkî kısımlarına ayırıyor:
Allah'ın ilminde metafizik
yönden mevcut olan külü, aklî olan küliî'dir: (Ante Res). Maddelerde arazları
(ilintileri) ile beraber, bilfiil var olan küllî, tabiî küliî'dir: (in rebus).
Cüz'îlerden çıkarılıp yalnız insanın zihninde mevcut olan küllî, mantıkî
küllidir: (Post res). Bu tahlil (analyse) XIII. Yüzyılda Batı'da büyük bir etki
yapmıştır.
b) Sezgi (inîuition - Hads)
ile, nazar (düşünce) ve akıl yürütme (Raisonnement - İstidlal) yollarını
birleştirmiştir. Saint Augustin!1'de de nazarî akıl ile tasavvuf! vedc
(coşkunluk) birbiri ile birleşmiş bir şekildedir.
Saint Augustin, fbn-i Sînâ
gibi, kötülüğü (şerri), iyiliğin (hayrın) yokluğundan ibaret sayar.
c) islâm felsefesinin izi
ilk defo, ingiliz Fransisken rahiplerinden Hales'li İskender'de görülüyor.
Ibn-i Sînâ ile Gazzâlî'nin otoriteleri .sık sık zikrolunuyor.
o) Roger Bacon, Aristo ve
onu yorumlayan (Sarih) İbn-i Sina'ya büyük değer veriyor.
d) Büyük Afbert ile
HalĞs'Ii İskender'in ardından giden Jean de la Rochelle13 İbn-i Sînâ'nın sâdık
talebesi (şakirdi) idi.
4 — GAZZALl (1058 ,
1111}":
o) Hales'li İskender üzerinde otoritesi vardır.
b) Din felsefesi temsilcisi
Saint Thomas)rı Gazzâlî'ye güvenirdi. Bilhassa İslâm "Meşsaî"lerine
karşı katolik îmânını savunurdu.
c) Saint Thomas, Cenâb-ı
Hakk'ın "Cüz'îleri bilmesi" esasını kabul ederek, bu mes'eledeki
filozofların menfî iddialarını reddederdi16.
ç) Saint Thomas'm ardından
giden Raymond Martini5" filozofları, filozof ağzı ile yâni Gazzâlî'nin
sözleri ile reddetmeyi daha uygun (efdâl) görürdü.
10
5 _ ÎBN-I KÜŞD (1126 .
1198)";
a) Roger Bacon Ibn-i Rüşd'ün eserlerinden istifade
etmişti.
b) Saint Thomas bir
eserinde İbn-i Rüşd yolu ve felsefesi üzere yürümüştü. Bununla beraber sâdık
talebelerinden (şakirt) değildi.
c) Saint Thomas İbn-i Rüşd
aleyhine kalkışınca Paris Üniversitesinde ve Fransisken rahiplerinden
birçokları İbn-i Rüşd'ü savunmaya koyuldular.
c) Fârâbî ve İbn-i Sîni'nm
değiştirerek yeniledikleri (tâdil ettikleri) "Aristo Felsefesi"ni
Büyük Albert ve Sainî Thomas öğrendikten sonra XIII. asır ortalarında Büyük
Albert Ibn-i Rüşd'e, Saint Thomas da "İbn-i Rüşd Felsefe-si"ne
muhalif oldular.
d) Abelard18, İbn-i
Rüşd'den etkilenerek fikir hürriyeti hususunda harekeîegeçti.
e) Guillaume de Fren,
"Filozoftur, vekarlıdır, akıllıdır; şu kadar ki, talebeleri, öğretisinin
(talim-doktrin) yüzünü karartm ıslardı r." diyor.
f) Hollandalı Rizvik
engizisyon üyelerine karşı, "Alem ezelîdir (öncesi yoktur), bu Mecnun'un,
Musa'nın iddia ettiği gibi yaratılmış değildir. Cehennem yok, müstakbel hayat
yoktur." sözünü sarfetmiştir.
6 — Kelârncılarm büyük çoğu
n l uğ unca tutulan Nominalizm (İsimcilik) XI. asrın ikinci yarısında Rascelin
ile ortaya çıktı. Bu zat, bu sistemi mantıkî bir şekilde düzene koydu. XIV. ve
XV. asırlarda Oskham'lı WNiİam!fl bu sistemi tazeledi. Birçok mütefekkirler
bunu kabul ettiler. William'ın doğrudan doğruya talebeleri arasında en
mühimlerinden biri 1327 târihinde Paris Üniversitesi Rektörü olan dean Bundan20
idi.
11
— B —
İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİNDEN BİR
GRUP İLE
YENİ CAĞ DÜŞÜNÜRLERİ
ARASINDA
KARŞILAŞTIRMA
1— FİLOZOFLAR:
a) İnanmak (itikat);
"cezm - kesin karar", "zan" ve "taklit"
kısımlarına ayrılır. Alman filozofu Kant-1 da inanmayı; "cezm",
"zan" ve "îman" (takiit) kısımlarına ayırıyor.
b) Peygamberler, irâde
melekelerinin mükemmelliği sayesinde bedenlerinin dışında harekette
bulunabilirler. Bugün beynelmilel Metapisişik (Ruh ötesi) enstitüsü
tecrübelerinin esası bu nazariyedir.
c) Hakikî sebep (illet),
ancak Allah'dır; hâdiselerin sebebi, "adî sebep - İllet-i rnuodde"
(cause occasionelle)'-dir. Fransız filozofu Molebranche-2'İn iki prensibinden
biri budur: Hakîkî sebep (illet) ancak Allah'dır. Tabiî sebeplerin hepsi onları
yaratan Allah'ın şöyle böyle bir tesirine vesî-ledir. Hollanda filozofu
Geulincx123 bu prensibi kabul eder. İslâm filozofları ile Fransız ve Hollanda
filozofları esasta tamamiyle birleşmiş oluyorlar.
2 — KELAMCILAR:
a) Eski kelâmcrlar tabiî
küllî'yi (tümel), zihnî bir ihbar (varsayım) saymakla, Aristo mantığını İnkâr
etmişlerdi. Yeni felsefe, Aristo mantığı olan sûrî mantığı kaldırıyor. İngiliz
12
filozofu Hume2i ile Fransız
filozofu Condillac25 tabiî küllî'yi zihinde ve hâriçte mevcut görmüyorlar.
b) Eski kelâmcılar Allah'a
îman ile beraber maddî âlemi inkâr etmezler. Fransız filozofu (Gassendi-fi ile
ingiliz filozofu Böyle" bu îtikadı güdüyorlar.
c) Kelâmcılar. bilfiil
mevcut olan âlemi sonlu görürler. Fransız filozofu Renouvier2* sonlu adetleri
âleme tatbik ederek, âlemi fiilen sonlu sayar.
c) Kellmcılara göre, göze
zahirde görünen hadîse (araz - phenomene) bakî değildir; fânidir, geçicidir, o
ancak Allah'ın yaratması ile bakîdir. Araz (bir şeye sonradan ânz olan gelip
geçici şey) cevher (substance) ile ayakta durur; cevher ise, araz'sız bulunamaz.
Yalnız Halik Teâlâ'nın yaratması ile bulunur. Bundan dolayı cevher İle araz'ın
bileşimi ile meydana gelen bu âlem, Sân-i Teâlâ (yüce bir sanatkâr, yaratıcı)
dan hâlî olamaz. Bu delil, yeni bir felsefe ortaya atar. Fransız filozofu
Descartes2?'in "Devamlı yaratılış" (creation continue- birbiri
ardınca yaratılma) nazariyesini haber veriyor.
d) Kelâmcılara göre bu âlem
bediî (güze! olarak yara-tılmtş)tır. Fakat daha bediî bir âlem yaratmak
mümkündür. Fransız filozofu Feelon30 bu nazariyeyi savunur.
e) Kefâmcıların Vacip Teâlâ
(varlığı zarurî, yüce Varlık) nın varlığı hakkında ileri sürdükleri
"Kemâl-İ aşk - en yüksek sevgi" delili Hollandalı filozof
Huygens;" ve Hems-terhuis^'da görülüyor. Bu, klâsik kitaplarda duyum
melekesi (ihsas melekesi) diye anılıyor.
f) "Kul kazanır. Tanrı
yaratır" düsturu, Kant'ta vardır. Kant, "En yüksek İyilik: Hayr-ı
âlâ" bahsinde, "Biz ancak hayra âşık oluruz, hayrı gerçekleştirmek
Yaradan'a aittir." diyor.
13
g) Mâtüridîlere âlimlerin
çoğunluğu nezdinde tabiî sebep ile sebep oian (müsebbip) arasındaki nisbet,
zaruri (necessaire) değildir, mümkün (contingent)'dir; sabittir. Böylece
Fransız filozofu ve "İmkân felsefesi - Philosophie de contingence"
sahibi Boutroux-'yu ve talebesi Bergson'u:il Önceden haber veriyorlar. Klâsik
kitaplarda, "Tabiat kanunları zarurî değil, mümkündür ve sabittir."
prensibi (düsturu) vardır.
h} Eş'arîler; tabiî sebebi,
illeti inkâr ederler; sebep ile sebep olan (müsebbip) arasında sabit bir nisbet
kabul etmezler. GazzâJÎ bu hususu îzoh ediyor, ingiliz tecrübeciieri
(Empiristes) de bu yolu tutuyorlar.
3 — MUTASAVVIFLAR:
a) İnsanlar arasında sevgi
ve birleşme (itilâf), ezelde cevher olan ruhlar arasındaki âhenkten doğar. Bu
düşünce, Alman filozofu Leibniz^'in "Ezelî âhengi"ni hatırlatıyor:
Yaratan'm, birbiri ardınca devam eden yardımı ile, ruhla cevher arasındaki
nisbet düzenlenmiştir. Ruh ile beden birlikte işleyen saatler gibidir ki,
evvelce birbirine uygun yapılmıştır. Bunun talebesi WolffM ruhla beden arasında
"Ezelî ahengi" kabul ediyor.
b) Leibniz'in düşünce esası
çoklukta birliktir; şuur birlikteki çokluğun ifadesidir.
c) Eşyada Alfâh'ı görmek
Malebronche'in ikinci prensibidir. Bütün bilgimiz Allah'dan gelir. Allah
ruhların ma-fıallidir (yeridir). Eşyanın hakikatini bilmek, eşyayı Allah'da
görmek, ilâhî düşünceler nuru ile eşyayı temaşa etmek (vecd ve hayranlık içinde
âlemi seyretmek) tir.
c} Descartes, "Manevî
aşk bütün hislerin en ulvîsi, en yücesidir" diyor.
14
d) İtalyan düşünürü
Giordano37, kendisini Allah'da ve Allah'ı kendisinde bilmeyi en yüce (ulvî) bir
hizmet (felsefe) sayıyor.
e) Hollandalı filozof
Spinoza3"; saadeti Allah'ı anmakta görüyor.
f) ingiliz filozofu
Shaftersbuıy nazarında yegâne hakîkî iyilik, Allah'ın bir timsâli (sembolü)
olan "güzellik -hüsn"i hasbi (menfaat ve karşılık gözetmeden) sevmekten
ibarettir.
g) Mutasavvıflarca yaygın
olan "Kenz-i mahfî - Gizli hazîne"* kutsî hadîsi** Alman filozofu
Schelling'în*0 şu sözlerini hatırlatıyor: "Nüfusun çokluğu, Mutlak'ın yâni
kâinatı tanzim eden aslî bir prensibin (mebde'), kendinden ve kendi iradelerinden
birbiri ardınca şuur alarak gelişmesinden İleri gelir".
4 — FIKIH USÛLÜ ALlMLERİ
(Hukuk Metodojisi ile vğ-
raşanlar):
a) Bir şeyi hâli üzre
bırakmak demek olan "İstishab" delîli, İngiliz filozofu Baln^'in,
"Şu mahalde bugün var olan şey, her gün var olacak" sözü ile
tatbikatını bulmuştur.
b) Hükümlere ait illet
(gizli ve derindeki sebepl'lerden' olan "Deveran - Dönüş, dolaşma"
ile "Sebr - Tortu"! İngiliz filozofları Bacon12 ve Stuart Mili43,
hâdiselerin illetlerini tâyin hususunda tatbi kediyorlar. Deveran illeti
Bacon'm ortaya koyduğu "Variations concomitantes -Birlikte
değişiklik" metodu, Sebr illeti de S, Mill'in ortaya koyduğu
"Residu-Hâdiseyi tortuya, bakiyye irca etmek" meîodu'dur.
(*) "Ben bir gizli hazîne idim.
Bilinmekli&inü diledim de halla {eş.
ya ve insanları)
yarattım."
(*') Hz. Peygamber
(a.s.l'ın ağzından ifade edilen Allah sözü yâni söylenişi Peyframberlnıiz'e,
mânası Allah'a ait olan hadisler.
15
— C — FERT FERT
KARŞILAŞTIRMA
1 — HORASANLI DAHHAK (öl.
105 H.):
İlk defa Batlamyus
nazariyesini reddediyor: "Gök cisim değildir, belki yıldızların döndüğü
yerdir ^yörünge}" diyor. Böylece Copernic44'in müjdecisi oluyor.
2 — HÎSAM E. EL-HAKEM
(199):
Cevheri, arazların bir yere
gelip toplanması sayıyor, bu yüzden "Arâziyye - Hâdisecilik"*
(phenomenisme) sistemini ortaya koyuyor, ingiliz filozoftan Berkley**, Hume,
HuxleyM ve Stuarî Mili hep bu sistemi yürütürler.
8 — NAZZAM BELHl;
a) Hâdisecilik sisteminde
Hişâm B. el-Hokem iie beraberdir.
b) Âlem hareketten
ibarettir. Alemde hareketten başka hiçbir araz yoktur.
Bugünkü nazariyelere göre,
tabiî hâdiseler en sonunda harekete dönüşüyor; yeni fizikte bütün tabiî
kuvvetler, yegâne bîr kuvvetin, maddenin görülmeyen cüz'ülerine (en küçük
parçalarına) ait hareket halleridir.
Alman düşünürü Feuerbach"
indinde tabiatta devamlı hareket ve tekâmül (kemâle erme, gelişme) vardır;
sükûn görünüştedir.
(*) Sâdece görüoügleri
kabul eden felsefe cereyanı. 16
c) Cisimler iki zamanda
bakî kalmaz. Bu düşünce ile Fransız filozofu Cuvier^'nin, "Hayat daimî bir
kasırgadır, yâni eski madde yerine hissolunmaksızm yeni maddeler ortaya
çıkar" nazariyesi arasında münâsebet görülüyor.
ç) Cisimler fiilen
cüzlerden meydana gelmiştir, fakat o çüz'ler, sonsuzdur. Yeni keşfolunan
elektron ve ışın veren radyoaktivite, Nazzim'ı te'yid eder (doğrular).
d) Yaraşık ve uygun olması
itibariyle daha mükemmel, daha hissî bir âlem mümkün değildir. Malebranche,
Leibniz ve Shafterbury de Nazzâm gibi uz görüşlüdür.
4 _ MUHAMMED B.
MUSA EL-HABEZMÎ (Öl.
232/846 civan):
Bağdat'ta, Şemmasiye
mevkiinde ve Suriye'de Kassi-yon dağında, yâni Sâlihiye'de ilk defa rasathane
(gözleme evi) kurdu. Endülüs'te İşbiliyye (SevilleJ'le 1190 senesinde rasathane
yapıldı. Avrupa'da ilk rasathane Almanya'da Nörenberg'de kuruldu.
5 — EL-KlNDÎ (801 - 813}:
a) Biz birvarlığı tam bir
bilgi ile bildiğimiz vakit, o varlık bizim için diğer varlıkların yankılanmış
(aksetmiş) olacağı bir ayna olur. Bu görüş, Leibniz'in "Her monad,
kâinatın kendisi gibi güzelce tanzim olunan bir aynasıdır" görüşüne ne kadar
benziyor.
b) Gökteki yıldızların
boyutlarını tâyin hususunda bif âlet îcad ediyor.
6 — MUSA OGULLAKI (MUHAMAIED
(H. 259/875), AH-MED VE HASAN);
a) Güneşin ve diğer
yıldızların hareketlerini tâyin (ve tesbit) ediyor.
17
b) Sincar sahrasında
meridyen dâiresini (Nısfunnehar dâiresi), yâni arz çevresinin 24.000 mil
uzunluğunda olduğunu isbat eylemişler, daha çok emin olmak hususunda Küfe
civarında bir tecrübe daha yapmışlardır, ilk defa Fransız düşünürü Maupertius^
1736 senesinde yer küresi ölçümünü idare etmişti.
7 — EBÜ MUSA CABİRİ TÜSÎ
(H. 360/876):
Modern kimyanın hakîkî
babasıdır. Açtığı devir Priest-leyso ve tavoisier'in51 açtıkları devir kadar
önemlidir. Adı, kimya ilmi târihinde ölümsüzdür. Asidi (hâmiz keşfeden Câbir-i
Tûsi'dir. Bacon bundan hayranlıkla bahseder. Câbir-i Tûsî, yeni kimyanın
kurucularından Böyle ve Bable'ye haberci oluyor.
8 — EBÛ BEKR RÂZİ (884 -
926 yakiaşık olarak):
a) İlk defa tabiat felsefesi mektebini
kuruyor.
b) Gözlem (observation) ve
deney (experience) metodu ile hareket eder. Batıda XV. asır tabiat felsefesi,
A1-manyada Paracelsus16, kalyada Bruno ile başlar. Çağdaş tabiat iimi metodu
İtalyan düşünürü Leonardo53, Polonyalı düşünür Copernic, Alman düşünürü
Kepler61 ve daha sonra İtalyan âlimi Galilee60 ile kuruluyor. Böylece XVII.
asırda gözlem ve deney metodu hâkim oluyor.
Fransız düşünürü Gassendi,
İngiliz kimyacısı Böyle, Hollandalı fizikçi Huygens, İngiliz düşünürü Newtonse,
tabiat ilmi esaslarının gelişmesine (inkişafına) çok hizmet etmişlerdir.
Fransız düşünürü Euler57 hâlis tecrübe metodu yürüten tabiat âlimidir. İngiliz
filozofu Hobbes56 tabiat ilmini tatbike koyulur.
c) Boşlukta çekim
(câzibe)'i isbat etmekle Newton'un habercisi oluyor.
18
ç) Işığın kırılmasını keşfeden Ebû Bekir
Râzî'atr.
d) Kaytan (fitil) yakısını îcad etmiştir.
e) Galsama {boğaz deliği)
yi ve sesin hâsrl olmasına âlet olan sinirleri keşfetmiştir.
f) Çiçek ve kızamık
hakkında ilk tıbbî tetkiklerde bulunmuştur.
g) Kimyada daha bâzı
keşifler vardır. İslâm felsefesinde kimya ile simya ayrı ayrı bilim dallarıdır.
Kimya Madenî cevherlerin özelliklerini izâle edip ona yeni ve başka özellikler
kazandırma metodlarından bahseden bilim dalıdır; Simya ise; Algılanamayan
hayalî misâlleri meydana getiren gizli bir bilgi dalıdır. Simyayı kimyanın
kaynağı gibi göstermek büyük bir gaflettir.
9 — EBÛ NASR FÂRABl
(870-339/950):
a) İnsanlar arasında
kavganın ve üstün gelmenin hâkim olduğunu beyan etmekle Hobbes'e (mücadeleci
cemiyet nazariyesi)'ni haber veriyor.
b) Ayrı bir görüş olmak
üzere insanların arzulan ile sosyal (içtimaî) birlik hâsıl olduğunu
bildirmekle, Rousseauss'dan evvel "içtimaî" mukavele" (contrat
soçial) nazariyesini ortaya koyuyor.
c) "Sezgiye dayanan
bilgi" (Connaissançe intuitive) nazariyesi Alman düşünürü Nicolausso ve
Schelling'de, Fransız Filozofu Ravaisson6' ve Bergson'da Alman düşünürü
Steiner^'de görülüyor.
ç) Küçük Alem" (Âlem-i
Suğra - Mİcrocosmos) ve "Büyük Alem" (Âlem-i Kubrâ - Mocrocosmos)
nazariyesinin izleri Nicolaus, Paracelsus, Leibniz'de ve Spencer^'de
görülmektedir.
19
Nicolaus: "İnsan,
kâinatın aynası, küçük âlemdir." diyor. "Yalnız insan âlem vasıtası
İle;âlem de yalnız insan (Küçük Âlem) vasıtasıyla bilinir." diyor.
Leibniz, "Monad" (Vahit - Tek bir unsurjm kendisinde yankılanan ilemi
îzah ettiğini bildiriyor. Spencer'e gelince, bu nazariyeyi sosyoloji
(içtimaiyat) nin esasları arasına katıyor: "Hekimlerin sözlerini bilmek
hususunda âlem büyük İnsandır, ilh..." sözlerini sarfediyor.
d) Başlı başına ve akiî bir
ahlâk ortaay atmakla Kant'ın selef (kendinden Önce bir şeyi yapan) i oluyor.
e) Tabiî eserler ve
fiillerde zaruret görmüyor, yalnız imkân görüyor. Bu düşünce ile "İmkân
Fe1sefesi"nin temelini atıyor.
10 — EBÜ'L-HASAN:
İlk defa teleskopu îcad
ediyor. Teleskopu, uçlarında mercekler (adeseler) kullanılan bir boru olarak
tarif ediyor. Batı'da teleskop ilk defa Hollanda'da keşfolunmuş; Kepler,
Galilee ve Toriçellİ" taraflarından ıslah edilip geliştirilmiştir.
Sonraları Meraga ve Kahire rasathanelerinde kullanılmıştır. Teleskop bir seri
yeni keşiflere sebep olmuştur.
11 — EBUL HASAN EL-AMlRl:
Felsefesini psikolojiye
dayandırmakla İskoçya'nm ilk filozofu Reid^'ın ve onun ardından giden Dugald ve
Stevvart'm selefi oluyor.
12 — EBU'L-VEFA
BUZCAN1 (940 - 998):
Üçgenler üzerinde ciddî
olarak çalışan ilk âlimdir. a) Tanjant
(Mümas) ile Kotanjent (Tamâm-t mümas),
1 1 Sekant A = ———— (Kaatı) ile Kosekant A — —————— coş A
sinüs A
20
(Tamâm-ı Katı') düsturunu
bulmuş ve tanjantlar ile kotan-jantlara ait cetvelleri hesap etmiştir. Batı'da
XV. asırda Alman düşünürü Johann Müller™ tanjantlar (mümaslar) nazariyesini
yeniden ortaya koymuştur.
b) Batlamius'un ay
nazariyesindeki noksanı görerek eski gözlemleri (rasatları) yeniden
araştırmıştır. Altı asır sonra Tycho, Brahe67, bu ciheti kuvvetlendiriyor. Daha
sonra Uluğ Bey^'in Zîç'leri (Gök haritaları ve cetvelleri) diye meşhur olan
kozmografya cetvelleri Semerkant'ta yapılmış, Avrupa'da bu cetveller XVI.
yüzyıl sonlarına doğru Tyche Brahe cetvelleri yapılıncaya kadar birbuçuk asır
kullanılmıştır.
I8— lBN'-İ YUNUS
EL-MÜNECClM (399/1009):
Saat rakkasını îcad ediyor
ve rakkasın hareketi ile zamanı ölçüyor. Böylece Hollandalı Huygens'e selef
oluyor.
14 — İHVANİ SAFA :
Elliden fazla risale yazan
Ebû Süleyman Bustî (H. 360 yılları, 11. asır) nin şu gibi düşünceleri vardır:
a) Duyular doğrudan doğruya
idrâk ettiği algılamalarda hatâ etmez, yalnız vasıta ile idrâk ettiği
algılamalarda hatâ eder. Ebû Süleyman bu düşüncesi ile Kant'ın selefi oluyor.
b) Fârâbî'ye uyarak
"insan küçük âlem, âiem büyük insandır." nazariyesini yürütüyor.
c) İbrahim Nazzâm
(777-845,yaklaşık olarak) dan, "Bu âlemden daha güzel yarattlmış (Ebda'J
bir âlem olamaz." düstûrunu tutuyor.
ç) İlk defa ilim âleminde
Tekâmül naazrîyesi (Evoluti-nisme - Evrimcilik) ni ilmî bir üslûp ile beyan
ediyor1.
(") Bu nazariye hakkında ilerde bilgi
verilecektir.
21
16 — EBU SÜLEYMAN SlCtZl
(SİClSTANÎ) (H. 390 civan) :
Dîn ile felsefe sahasını
ayırıyor; kendi tâbiri ile din "Nazil olan vahiy", felsefe "Zail
olan görüş" ile bilinir. Yâni din Allah'ın vahyi (Revelation) ile; felsefe
değerini kaybeden görüş (Re'y) ile bilinir. Fransız felsefecisi
Fonsgrive"'-1, Auguste Comte:0'un Pozitivizm sistemini yazdığı sıralarda
dinile metafiziğin ayrı ayrı sahaları bulunduğunu Fransız âlimi Claude
BernardT1'm sözü ile te'yid ediyor.
16 — EBU'L-FETH NÛŞENCANl:
Pesimist (Karamsal görüştü)
tir. Ahlâksız insanları görmekle insanlıktan nefret etmişti. Âlerne
"Aldatıcı bir yıldız, süslenmiş bir put, dost kılığına bürünmüş bir
düşman" gözüyle bakardı. Batı'da yavuz görüşlü olan Fransız düşünürü
Voltaire^'in, Alman düşünürü Harîmann73'ın selefi oluyordu.
b) "İnson âlemin
özüdür. İnsanı bilen âlemin geçmişini (sülâtesini)bilir." demekle Fârâbî
ile aynt görüşe sahip oluyordu.
17 — EBÛ HAYVAN
ET-TEVHlDÎ (Öl. 380-400 H. civan):
"Huy.
yaratılış,tartıstna ve örgüsüne tabi'dir." nazariyesi, bugün Batı âleminde
yaşıyor.
18 — EBÛ ALI MlSKEVEYH
(932(?) - 870) T
a) "Basitten mürekkebe
geçildikçe güçlükler hâsıl olur" düşüncesini, Auguste Comte ilimleri
sınıflamak hususunda tatbik ediyor.
b) Allah'ın Cûd (Cömert ve
ihsan sahibi olma), kudret ve hikmet sıfatlarını ayrıca açıklıyor. Leibniz, bu
üç sıfatı "Ahlâkî sıfat" olarak gösteriyor.
22
c) Fârâbî ve İhvân-ı
Sofâ'yo uyarak, "İnsan küçük küçük âlem, âlem büyük insandır"
nazariyesini tutuyor.
ç) İnsan İçin en yüksek
örnek (nümûne-i imtisal) buluyor. Alman düşünürü Schopenhauer'4, "Hayat
hikmeti" (Sagesse de la vie) adlı eserinde yalnız fert için bir yüksek
örnek vasfı gösteriyor.
d) Ölümden korkmamanın
çareleri hakkındaki düşünceleri Fransız düşünürü Guyau"5'nun,
"Geleceğin îmânı" adlı eserinde yer buluyor.
e) İhvân-ı Safâ'dan sonra
ikinci olarak evrim (Tekâmül - evolution) nazariyesini îzoh ediyor.
19 — İBNİ SiNA (980 -1037);
Mantık cephesi:
a) İbn-i Sînâ, bilgi
nazariyesinin başında ihsas (duyular) a ve tecrübeye bir hisse ayırıyor. Bu
düşünce, Leibniz ve Kant'îa görülüyor.
b) İhsas ve tecrübenin
kesinlik (yakın - certain) ifade etmesini, "Cüz'iler (particuliers) ve
duyulabilen eşyada (sensibles) da gördüğümüz küllî (üniversel) düzenlilik (ittırat)
olmasaydı, bu gördüklerimiz bu kadar kuvvetli olmazdı" şeklinde gizli bir
"şartlı kıyas" (syltogisme conditionel) a bağlamıştır.
Tecrübe ve tümevarım
(istikra - induction) m küllî ve yakînî (kesinlik içinde) olması.bu yoldaki
gizli bir kıyasa bağlıdır. İskoçya "eclectismez, uylaştırma mektebi
"ince istikra' (tümevarım)" tabiat kanunları sabit ve intizamlı,
ahenklidir, (muttarit) gibi zihnî bir prensibe, yâni kıyâsın aradan çekilmiş
büyüğüne (mojeur - kübrâ) dayanıyor.
c) Sofizm (safsatacılık) ve
septisizm (şüphecilik) sistemlerini son asırların zihniyetine tamamiyle uygun
bir görüşle tenkid ediyor.
23
ç) Nazarî ilimleri
"yüksek ilimler, orta ilimler ve aşağı ilîmler"e ayırıyor. Bu
taksimde maddenin derece derece kaldırılmasını hedef ediniyor. Yüksek ilimler:
Madde iie alâkası olmayan (Metafizik - Fizik ötesi); Orta ilimler: Bâ-zan
maddeye, bâzan da madde Ötesine taallûk eden Matematik ilimler (Riyaziyat);
Aşağı ilimler: Maddeye has olan Tabiat ilimleri etrafında toplanıyor. İbn-i
Sina'nın Matematik ilimlerle (Riyâziyân), Metafizik (Mâbâ'de't-Tabiâ) ilmi
arasında yakınlık göstermesi Garp âleminde XVII. ve XVIII. asırlarda sezilmeye
başladı.
d) İbn-i Sina bu yüzden
boyut (bûud) un sonlu (müte-nâhi) olması hususunda Aristo'cu filozoflarla
kelâmcılar arasında hâkim olan delili (burhanı) tatbik etmiştir. Bu ise,
sonsuzun (namütenahinin) nisbetçe çok farklı olması (tefa-züli) esasına
dayandığından, sonsuzun değerini sabit tutmuyordu. Matematik âlimleri uzun
müddet sonsuz kavramına değer vermediler. Nihayet Leibniz sonsuz'un değerine
dayanan sonsuz küçük'ü isbat etmekle tbn-i Sînâ'yı tesdik etmiş oldu.
e) İbn-i Sînâ, bugün
"Sûrî Mantık'da îamamiyle değerini muhafaza eden şartlı kıyas'ı ortaya
koymuştur.
f) Önermelerin (kaziyyeler
- propositions) madde ve cihetlerini (modelites - modlar) açıklayan
müveccehleri (modales) "mutlak, mümkün ve zaruri" olmak üzere üçe
ayırıyor. Kant do aynı şekilde "assertoripue, problematique ve
apodictique" kısımlarına ayırıyor.
g) ibn-î Sînâ, önermelerde
konunun (subjet) niceliğini <quantite - kemmiyet açıkladığı gibi, yüklem
(predicat -mahmul) in niceliğini açıklayanlara "dünharif", yâni
"tabiî vaziyetten sapan önermeler" adını vermiştir.
Hamilton76 "yüklem'in
kemiyetleşmesi" (quantification du predicaî) prensibi ile İbn-i Sînâ'nın
ardından gitmiştir.
24
Tabiiyât cephesi:
a) Tabiî İlimlerde, gözleme dayanan tecrübeyi
uygulamak: Tabiat ilimlerini hem gözlem, hem
akıl sahasında yürüterek, (Deduction - İstintaç) ile müşahedeye dayanan
tecrübe arasmı buldu, boşluğu
doldurdu; bu düşünceye apriori
(tecrübeye dayanmadan, tecrübeden önce akıl yürütmek) suretiyle ulaştı. O,
ortaçağlarda hâkim olon "sonuç çıkarma" (İstintaç) ile faraziyenin,
yeni cağlarda hâkim olan gözlem ve deneyin
ahenkli olduğunu gördü. Bu ahenk mes'elesi, yeni filozofları
düşündürüyordu. Akıl kanunları ile
tabiat kanunları arasındaki ahenk meselesini
izah için ortaya atılan tecrübeciler (empiristes) Leibniz ve Kant'm nazariyelerini bize
hatırlatıyorlar.
b) Hareketi, bugünkü
"zinde kuvvetler" nazariyesini andıran bir görüş ile tarif ediyor ki,
dinamizm prensibine uygundur.
c) XVII. asırda keşfi haber
verilen su ve hava basıncı olayını, yedi asır önce İbn-i Sînâ "Necat"
adlı kitabında haber veriyor. Hava basıncı konularını İtalyan fizikçisi
Tori-celli'den evvel ortaya koymuştur. Fransız düşünürü Mariotte ise 1679'da
hava basıncı kanununu tâyin etmiştir.
ç) İbn-i Sînâ yeni
filozofları meşgul eden, bilhassa iki ingiliz filozofu Hamilton ve S. Mili
tarafından münakaşa edilen asiî ve talî kaliteler (keyfiyetler) meselelerinde,
kalitelerin sübjektif (enfüsî) oiması üzerinde durmuştur.
d) Zelzelede merkezî
sıcaklığın (Magma - Nâr-i Merkezî) esas âmil (sebep) olduğunu ilk defa ilim
âlemine bildirmiştir.
Rühiyot (psikoloji)
cephesi: Tecrübi psikoloji:
a) ifan-i
Sînâ, hareket sistemini
bugünkü infial [passion -
edilgi) nazariyesine göre îzah eder.
25
b) Görünüşteki (zahirî)
duyulora, mukavemeti ve adali duyumları da ilâve ediyor; bugünkü psikoloji bu
ilâveyi te'yid ediyor.
c) Aklın ilk mertebesi önce
"heyulânî akıl"dır ve bu mutlak bir kabiliyettir (istidat), mutlak
bir imkân mertebe-sidir. Bu mertebe, düpedüz, perdahlı bir levha halindedir. Bu
düşünce Locke"'un (Table rase - Boş !evha)'sını andırır.
ç) İrade unsurları; cüz'î
tasavvur, şevk, azim, sinirleri gevşetmek yâni bilfiil hareketten ibarettir.
Klâsik kitaplarda fazla olarak bir de tereddüt vardır.
d) İbn-i Sînâ'mn nazarî ve
pratik (amelî) aklı Kant'ta görülüyor. Kont en yüksek mefhum (kavram) olan
"Allah" ile "Ruh"a pratik akıl ile ulaşıyor; înb-i Sînâ ise
nazarî aklın en yüksek derecesi olan kutsal (Sainteîe) mertebesi ile ulaşıyor.
e) Duyulardan gelen, hayâl
gücünden gelen tasavvurları ve tecrübeden hâsıl olan tasavvurları Descartes'm
"Doğuştan gelen tasavvurlar" (Idees IneeJ'ını, "zihnin îcat
ettiği yapma tasavvurlar" (Idees Factices) mı ve "Kazanılmış
tasavvurlar (Idees Adventives) ını andınyor.
Aklî (ratione!) psikoloji;
a) İlk önce ruhu, ruhiyat
tecrübesi ile isbat ediyor. Descartes bu delili alıyor. Eski filozoflar ruhu
mantıkla isbat ederlerdi.
b) Ruhu isbat için
getirdiği birlik (Vahdet - Ünite), aynilik (Identite) delilleri bugün
spritüaiistler (felsefî ruh-çular) tarafından maddecilere (material işteş)
karşı silâh olarak kullanılıyor.
26
c) Psikolojide dinamizme dayanan
"paralelizm" sızıntısı vardır. Metafizik:
a) İbn-i Sînâ'ya göre
varlık tasavvuru bedîhî (apaçık -evidente) olup klâsik kitaplarda da bu
böyledir.
b) "Düşünüyorum o
halde varım" düstûrunu önceden haber veriyor.
Fourianie, Vaiios ve
Guilaume d'Auvergne'in açıkladıkları gibi Descartes, İbn-i Sina'nın
düşüncelerine benzeyen düşüncelerini İbn-i Sina'dan almıştır. Descartes,
düşüncesini İbn-î Sînâ'dan almamış olsa bile, İbn-i Sînâ daha önce onun gibi
düşünmüştür.
c) Limmî, yâni etkenden
etkilenene (müessirden esere) geçerek Saint Anselme"* delilini beyan
etmekle Descartes ve Leibniz'in habercisi, HegelîS'inde selefi oluyor.
C) İlk illet (Cause Premie)
olan Allah ile tabiî kuvvetlerin bağımsız olduğunu beyan ediyor. Leibniz tabiat
İlmini an'anevî bir din ile büyük ölçüde barıştırıyor.
d) "İnsan büyük âlemdir"
nazariyesini yürütüyor.
e) Hayır ve şer (iyilik ve
kötülk) nazariyesinde uz görüşlüdür. Kötülüğü. "Noksan, elem ve
günah" diye kısımlara ayırıyor. Leibniz de kötülüğü; metafizik, cismânî
(elem) ve mânevi (günah) diye kısımlara ayırıyor.
f) Ezeiî inayet (Allah'ın ezelî lütfü, iyiliği
- Miserİcorde prâetablie), Leibniz'in "ezelî âhenk"ini andırıyor. Şu
halde İbn-İ Sînâ'nm;
Mantık yönü :8
Tabiiyat yönü :5
Tecrübî psikoloji yönü :6
Aklı psikoloji yönü :3
Metafizik yönü :7
Toplam :29 noktada Batı düşünür-
lerine Önceliği var.
27
20 — IBNÜ'L-HEYSEM
(965-1051):
a) Hak, "Yalnız his ve
yalnız akıl yolu ile elde edilemez, belki madde ve unsurla İlgili hisler sureti
{görünüşü) ile, akla dayanan düşünceler" yolundan giderek elde edilir.
Kant da, "İlimlerin maddelerini tedârik eden deney, ona şekil veren
akildir" derdi.
b) i bn ü'l-Heysem, ilk
önce şüpheye düştü. Hiçbir yolu tutamadı. Bu hususta Descartes'e selef oldu.
c) Ahlâkî sıfatlan,
Miskeveyh gibi, üçe ayırdı ve Leibniz'den çok evvel onları açıklamış oldu.
ç) İlk defa göz İşınlarının
gözden ya yılmayarak, dı-şardangeldiğini ve dışa temas etmediğini ortaya koydu.
d) Göz sisteminin görme
merkezi olduğunu ve onun üzerinde meydana gelen İzlenimlerin görme sinirleri
ile beyne intikal ettiğini isbat etti.
e) Havanın yoğunluğunun
(kesafetinin) ışığın kırılması ile doğru orantılı olduğunu ve hava yoğunluğunun
yükseklik ile değiştiğini de keşfetti.
f) Harekete geçiren
kuvvetlerin esaslarını (prensiplerini) eşeledi.
g) Çekim (cazibe) esasını
araştırarak çekimi bir kuvvet olarak isbat etmekle Newton'a selef oldu.
ğ) Cisimlerin düşmesi
kanunlarını keşfetmekle Gâli-lee'nin de selefi oldu.
h) Üçüncü olarak tekâmül nazariyesini
belirtti.
31 — EBÛ SAID EBÜ'L-HAYR
(967 .1049 / H. 440):
İlk defa kıyâsa ve birinci
şekle itiraz etmekle, yeni mantık kurucuları olan Bacon ve Descartes'in selefi
oluyor.
28
22 — EBÛ HAMİD MUHAMMED
GAZZALİ (1088 -1111):
a) "Şüphe Hakk'a
iletir" düstûru ile İbnü'l-Heysem gibi Descartes'in selefi oluyor.
\
b) Felsefeyi tetkik ederek aklın bütün doktrin
(Metâ-
np) ve problemleri
(Mesaili), kuşatma hususunda bağımsız olmadığını ve bütün müşküllerden perdeyi
kaldıramadığını ortaya koyuyor. Bu düşünce Kant'ta görülüyor.
c) Zaman ve mekânı, hissî
idrâkin veya muhayyilenin alışılmış şartı buluyor; bu bakımdan zaman ve
mekânın, haricî mefhumu kalmıyor. Kant da bu yolu tutuyor. Locke, Hume, S. Mili
zaman ve mekânın haricî mefhumunu kabul etmiyorlar.
d) Sevgi (muhabbet) nazariyesini
egoizm (bencillik) esasına dayandırıyor. Hobbes, Bentham80 ve Stuart MÜI ile
Schopenhauer egoizmi yürütüyorlar.
c) Delîlin yokluğundan delâlet ettiği mânânın, neticesinin yokluğu gerektiğini
inkâr etmesi, bugün klâsik kitap-, îarda uygulanmaktadır.
f) Mümkünler arasında tâyin
(belirleme) ve tahsis prensibini koyuyor. Leibniz de mümkünler arasında tâyini
zaruri görmekle, "yeter sebep prensibi"ni yürütüyor.
g) İmanla ilmi ayırmakla Hamilton'un selefi
oluyor.
ğ) Akla ve tabiata
güvenmeyip vahye güvenmekle Paskal'ın da selefi oluyor.
h! Fârâbî gibi. Batı
düşünürlerine sezgiye dayanan bilgiyi haber veriyor.
ı) Husûsî bir pragmatizm
kurmak hususunda mantık ve aklı kullanıyor. Nitekim İsiâm Ansiklopedisi'nin
"El Gozzâlî maddesinde aynen şöyle yazılmıştır: "Pour ötablire un
29
systeme pragrnotique
particuliere - Özel bir pragmatik sistem kurmak için..."
Bugünkü pragmatizmin
temelini atıyor. Amerikan düşünürü Wiiliam James'e*1 bîr yol açıyor.
i) Ihvân-ı Safa (Safa
Kardeşleri)'ne uyarak, "Bu âlemden daha güzel (bedîî) yaratılmış bir âlem
mümkün değildir" nazariyesini ileri sürüyor.
İ) illiyet ve sebeplik
prensibini inkâr ediyor. Âdet olduğu üzere sebep görülen şey ile müsebbip
(sebep olan) şey arasında yalnız yakınlık görüyor.
2.1 — ÖMER HAYYAM (D.
429/1038-440/1048 - Öl. 517/112S -
529;'11S6):
a) Pozitivisttir.
"Âlemin başı ve sonu akıl ile idrâk olunamaz" der.
b) Yavuz görüşlüdür. Mâarrî
gibi Schopenhauer'in selefidir.
c) İlk defa Yunan Medenî
Kanununu lüzumlu görmüştür.
ç) Abdurrahman el-Hâzinî
İle kendisinin kontrolü altında icra edilen gökyüzü rasatları takviminin
ıslâhına sebep olmuştur.
Bu ıslah Gregor'dan 600
sene Öncedir.
24 — 1BNİ BACCE (1082 - 1138):
Endülüs'te ilk Meşşâî
(Aristo felsefesini devam ettiren) filozoftur .Ömer Hayyâm yolunda fıkhı atmış.
Medenî Ka-nünü tutmuştur.
30
25 _ EBUL-BEREKAT
DAGDÂDİ (1076-1152):
a) Nazarî ilimleri; zihnî,
hissî ve küllî kısımlarına ayırıyor. "İlimlerin ilmi" adını verdiği
mantık ve matematiği "hâlis", astronomi (hey'et) yi "gayr-i
hâlis" olan zihnî, tabiî ilimleri hissi, prensip ilimlerini (İlahiyat,
Metafizik gibi) 'Külü" ilimler sırasına koyuyor. Auguste-Comte,
astronomiyi, tabiî ilimleri matematik ilimler arasına; Bain, mantığı
matematiğin üstüne koyuyor. Spencer de ilimleri üçe ayırıyor: Fonsgrive astronomiyi
karışık "hâlis-olınayan İlimler" arasında zikrediyor.
b) İlahiyatın isbatlan
eşittir (aynıdır.) İlahiyatta görüşler uyuşamaz. A. Comte felseefsini bu esas
üzerine bina etmiştir.
c) Matematik ilimler mutlak
kesin (yakîn), tabiî ilimler nisbî (relâtif) kesin, ilahiyat ise tabiî
ilimlerden ziyade nisbî kesinlik ifade eder. Bugünkü metodoloji (usûl ilmi)
kanunları da böyledir.
ç) ilk defa boyut (bûud) un
sonsuz olduğunu bildiriyor. Almanya'da Nicolaus, italya'da Bruno, Fransa'da
Pascal bunu ortaya koymakla yeni felsefe, bu nazariyeyi yürütmüş oluyor.
26 — TALEBESİ HARZEMLİ TÜKK
FİLOZOFU MAHMUD:
Üstadının ilmini şarkta
yayıyor. Ebû'l-Berekit müstakil bir filozoftur. Aristo ve İbn-i Sînâ'nm
karşılarına çıkmıştır.
27 — ENDÜLÜS FİLOZOFU lBN-1
TUFETL (î _ 1183):
İlk defa Batlamyos
nazariyesini kaldırıp yerine yeni nazariyeyi koymak İstedi. Gök cisimlerinin
hareketleri için yeni nizam koydu. Dahilî ve haricî dâirelerde hatâya
düşmeksizin yıldızların hareketlerini tesbit etti (tahakkuk ettirdi). Böylece
Nicolaus, Copernicve Keplerin selefi oldu.
31
28 — TALEBESİ PETRUCCİ
Üstadının nazariyelerini
yürüttü.
29 — ŞEBÂBUTDDİN SÜHREVERDl
(1158 . 11S1):
a) İşrâki felsefesi
üstadıdır. Aristo mantığının muhtelif bölümlerinde yanlışlıklar buldu; böylece
yeni felsefeyi ortaya koyan Bacon ve Descartes'in selefi oldu.
b) Uz görüşlü olmakla adı gecen yeni filozofların da
selefidir.
c) Rasyonalistleri şiddetle reddeder.
3O ~ İBN-1 RÜŞD (1126 .
1198):
a) Sürekli yaratma
nazariyesinde Descaıtes'in selefle-rindendir.
b) Beşerin "Akıllar
birliği" nazariyesi ile Leibniz'in Monadlar birliği (Mono-psychisme) yâni
daha fazla bölüne-meyen ve maddî olmayan "Monatlar birliği"
nazariyesinde benzerlik var.
c) "Nüfus
birliği" nazariyesi ile insanlığın ebedî hayâtını bildiriyor. A. Comte,
"En yüksek varlık, insanlığın en büyük varlığıdır" diyerek insanlık
dînini ortaya koyuyor. Bugünkü "gaye - sebep" delilini tzah ediyor.
ç) İslâm Dîni'ni üstün
görmekle beraber semavî dinler hakkında pek ziyâde müsamaha gösteriyor. Elden
geldiği kadar yeni fikirlerin temeli olan bir kardeşlik tavsiye ediyor.
d) Hareketsiz hiçbir şey
vâki' olmaz düşüncesi Dugualt Stewart'ın düşüncesine benziyor.
e) Filozoflar arasında
kadınlara fazla sellhiyet veriyor. Erkekler gibi harpte bulunabileceklerini
söylüyor; böylece feminist* oluyor.
(*) Notlar kısmına bak. 32
31 _ EBÛL-KASIM B. HALEF B.
ABBAS:
Endülüs tabiplerinden
Ebû'l-K&sım B. Halef B. Abbas'ın mesane (idrar torbası) deki taşı çıkarmak
hususunda cerrahî ameliyatı, cağımızın en ileri gelen operatörlerinin yaptıkları
ameliyatın aynı idi.
S2 — FAHRl RAzî (1149
-1210);
a) Rûh'u isbat hususunda
üçüncü delil ile, yâni bedenin dâima değişip "ben"in değişmediği
tarzında getirdiği delil ile felsefî ruhçular maddecileri reddederler.
b) Atomda hayat ve aklı
kabul eder. Bu mütalâa, "Bugünkü eşya uyuşuk bir faaliyet sahibi olan
atomlardan teşekkül etmiştir", "Fizik kuvvetler, görülmeyen
parçalarının hareketleri ile îzah olunur" nazariyesinin izidir.
c) ibn-i Sînâ gibi Hamilton
ile Stewart münakaşalarından bahsediyor.
ç) Cismânî dirilişi (haşr'ı) isbat
hususunda getirdiği delil, Kant'ın,
ruhun bekası hususunda getridiği fazilet delilinin aynıdır.
d) "Bilgi, apaçıklık
veya delile dayanan kararlı bir îtikaddır" yolundaki tarifi, Spinoza'nm
"Hak, bir mânânın konusuna uygun olmak gerekir" tarzındaki tarifine
temas ediyor.
3» — MUHYİDDİN ARABÎ
(1165-638/1340):
a) Eşyanın hakikatini
bilmek mümkün değildir, yalnız maddesinden ayrılmayan vasıfları bilmek
mümkündür.
Kant'ın tenkidci mezhebi
bundan başka bir şey değildir.
(*) Notlar Kısımına bak.
b) Kakîkatlor ya maddî veya
mânevi olur. Maddî ilimler his ve akıl; manevî ilimler kesil ve ilham yolları
ile idrâk olunur. His ve akıl yolu ile İdrâk olunan maddî hakikatlara
"Tabiat nurları" denir. Tabiat nurları dış âlemin dış yüzünden istidlal
ile hâsıl olan hakikatlerdir. Dış âlemin içyüzü keşif ve ilham ile hâsıl oian
ilâhî bilgilerdir. Tabiat nurları Descartes'da, Locke'da, Leibniz'de, Bell'de
görülüyor. Descartes her insanda müşterek aklın tabii nuru açık ve seçik
fikirlerle, "Perception dair st distincte" ile bilinir; Bell ve
Bayie, tamamiyle Descartes'in açık ve seçik bilgi ve aklın "Tabiî
nur" ölçülerinden hareket eder. Locke, "Aklımızın tabiî nuru
vasıtasiyle ahlâk bilgisine erişebiliriz" diyor. Nihayet Leibniz,
"Aklın ezelî nuru bize fazilet öğretebilir" yolunda fikir Üeri
sürüyor.
ç) Spinoza, (Nature
naturante - Yaratıcı tabiat, Nature naturee - Yaratılmış tabiat) "Tabiat-ı
tâbia ve tabiat-ı matbua, yâni Allah ile âiem, zat ve müessir (etken) olması
itibariyle fail.zâhir ve edilgen (müteessir) olması bakımından da mümkün
tabiatlardır" düstûrunu Muhyiddin-i Arabi'den almıştır. Alman düşünürü
Jakobi^, "Kat'İ olarak isbat iddiasında bulunan herhangi bir felsefe
Spinoza felsefesi olmalıdır" görüşünü ileri sürüyor.
ç) (Tabiat ne artar ne
eksilir) nazariyesi, Alman düşünürü Helmholtz'-'da, Huygens'de yer buluyor.
Helmholtz, "Enerjinin sakımı" kanununu bildiriyor. Huygens ise
hareket miktarının, enerji toplamının dâiimî olduğuna inanıyor.
d) Canlı, cansız maddelerde
hâkim olan kanunların, "hiçbir şeyin hakikati mahvolmaz"; bu düstur
ile çağdaş kirnyâ kurucusu Lavosier'nin "Hiçbir şey yokluktan yaratılmaz
ve hiçbir şey mahvolmaz" prensibi, mahiyet itibariyle birdir. "Doğum,
ölüm.esasen sırf bir isimden ibarettir; ne
34
tamomiyle mahvolmak, ne
yeniden hâsıl olmak vardır." düşüncesini ortaya atan Leibniz'e bir iz
gösteriyor.
e) "Cansızlar,
canlıdır" nezariyesi İle Alman Paracelsus'un, İtalyan Bruno'nun,
Campanella^'nm ve Alman düşünürü Fechner^'in selefi oluyür.
f) "Âlem. araz
toplamıdır, Allah'ın tecellisi dâimidir." nazariyesi ile, kelâmcılar ve
İbn-i Rüşd gibi sürekli yaratılış nazariyesini bildiriyor.
g) "Olgun insan
(İnsân-ı kâmil), ilâhi ve kozmik âlemi kendinde toplar" düşüncesi,
Schelling'de görülüyor, Schelling; "İki zıt bir yüksek prensipten
çıkar" diyor.
h) "İnsanın cismânî ve
manevî mahiyeti Allah'ın hüviyetidir" düşüncesi Augusto Comte'da,
"insaniyet mabudu-insanlık tanrısı" şelkinde görülüyor.
34 — Efdaluddin Huncî (641
- ). Husrevi Şâhî (672) ve İbn-i Vâsıl-ı Hamevî (697) son zamanlarda şüpheye
düştüklerinden Boyle'ın selefi oluyorlar.
35 — NASİR-İ TÜSİ
(1201-1274):
a) Yavuz görüşlü olmakla Hartmann'ın
selefidir.
b) Çocuk terbiyesinden uzun
uzadıya bahsetmekle terbiye meselesiyle uzun uzadıya meşgul olan Locke'un
habercisi oluyor.
c) Tekâmül sistemini îzah ediyor.
ç} Batlarnyus nazariyesini tenkid etmekle
Copernic'in habercisi oluyor.
36 — CELALEDDlN.l RUMİ
(1206 - 1274);
a) "Hayat
rüyadır" görüşünü Schopenhaur'den evvel haberverlyor.Pau! Janet'nin beyan
ettiği üzere Scho-penhauer, "Varlık dısarda gerçekleşen irâdeden başka bir
35
şey değildir" diyor.
Tecrübe ile bu âlemin fena bir rüya olduğuna inanıyor.
b) İlk defa, Fars dili ile,
manzum olarak, tekâmül sisteminden ve hayat kavgalarından bahsediyor.
c) Bir mısraında, "O,
sensin, varlığın! kendinde ara" demekle, Alman düşünürü Steiner ile
temasta bulunuyor.
ç) Yine bir beytinde,
"Elektrik atomlarından yapılan kâinat tertibi" Nevvton'un
cazibesinden ziyâde bugünkü o-tom ve elektron nazariyesini bildiriyor.
37 _ BURHANÜDDlN-İ NESEFİ
veya NECMÜDDÎN-ÖMERÜ'N-NEFESÎ
(682/1384);
"Nesefî
akâidi"nin baş tarafında, "Şu gördüğümüz şeylerin hakîkatlan vardir;
onlar da ilimle sabit olur" nazariyesi İle bugünkü "tabiî
hakîkatçılık" sistemini İskoçya filozoflarından önce haber veriyor.
38 — MUHAMMED KAZVİNÎ (683/1284):
Tekâmül sisteminden
bahsediyor.
39 —
a) Cenâb-ı Hakk'ı bukünkü
gaye - sebep delili ile is-bat ediyor. Bu hususta İbn-i Rüşd ile birleşiyor.
b) "Allah en yüksek
örnek ve idealdir (mesel-l a'lâdır). Varlığın ve mükemmelliğin kaynağıdır, her
varlıktan ziyâde mükemmelliğe (kemâle) lâyıktır, daha çok müstehaktır."
yolundaki İzahı, "İlk Kıyas" delîli ile Descartes'in kemâl
(mükemmellik) delîli arasında benzerlik görülüyor.
c) Zihnî varlıktan dış
varlığa geçiş hususunun safsata olduğuna dikkati çekmekle Kant'ın habercisi
oluyor.
36
40 — KEMALEDDÎN DEMİRİ
(808):
Hayvanlar târihini Fransız
düşünürü Buffon'un "Hayvanların târihi"nden yedi asır önce yazmıştır.
41 — ÎBN-İ HALDUN (1332 -1406/808) î
(Târihü'l-Felâsİfetİ'l-İslâm
fi'l-Meşrık ve'1-Mağrib - Doğuda ve Batıda İslâm Fizolofları Târihi) adlı
eserde M. Lütfi Cum'a, İbn-i Haldun'un İtalyan Machiavel50, İngiliz
Gibbon", Alman Haeckel3S'in üstadı olduğunu şüpheye yer kalmayacak şekilde
gösteriyor.
a) İçtimaî Felsefe (Sosyolojik
Felsefe) nin kurucusudur. Avrupalılar henüz uykuda iken içtimaî, siyâsî,
siyâsî, İktisat, sosyal iktisat gibi ilim dalları ile Târih Felsefesi ve
"Genel Kanun" hakkında yeni bahisler yazmıştır.
b) Sosyal varlıkların çıkış
noktaları hakkındaki görüşleri hukuk ilminin târihî ve tatbîkî metoduna
uygundur. İngiltere, Fransa ve Avusturya'da bu tarzdaki haller ve vok'alar aynı
şekilde açıklanıyor.
c) Sosyal nizâmın genel
kanunlarından bahsederek sosyolojiyi (içtimaiyat ilmini) açıklığa kavuşturuyor.
Sosyolojide bütün sosyal olaylar kanunlara bağlıdr.Montes-quieu83 bu posîüla
(mevzua) yi ortaya sürmekle sosyolojiyi kurmuş sayılabilir.
ç) Târihin başlı başına bir
ilini olduğunu ortaya koyuyor. Gayesini "içtimaî hayâtı öğrenmek"
şeklinde görüyor. Bu düşüncesi ile Montesquieu, Rousseau ve Condorceî'nrn, daha
sonra Auguste Comte İle BurkheimTO'm selefleri oluyor.
d) Bir nevi' ilmî ve siyâsî
ilimler arasında umum devletlerden bahsederek devletlerin istikrar ve düşüş
(sukut) sebeplerini ortaya koyuyor. İngiliz tarihçisi Gibbon, Roma
37
Devletinin çöküşü
sebeplerini ararken aynı hat üzere yürütmüştür.
e) Siyâsî ve içtimaî
iktisat ilimleri konusunda zikrettiği prensiplerin Kari Mark'ın "Sermaye -
Das Kapitaİ"irtde tohumlan vardır.
f) Mimlerin bölümlerini ve
metodlarım öğretmek hususunda, medeniyet ile münâsebetleri ve ilmin târihleri
hakkındaki düşünce pedagojik mahiyettedir. Son zamanlarda bu hususta fikir
ileri sürenlerin en büyükleri Wiliiam James ile Spencer ve Frobei ilh...'dir.
g) Çevrenin insanların
rengi ve huyu üzerindeki etkisinden, yâni çevreye intibak kanunlarından
bahsederek Aarnarck ve Darwin sistemlerini haber veriyor.
h) Kâinatın monist
(Vahdetçi, tek bir varlığa, tek bir prensibe bağlamak) îzah şeklîni kabûi
etmekle, "Sosyal olaylarda tabiatta görülen kanunlar tatbik edilir,
insanlar hayvan zümresini idare eden genel kanuna tabi'dir." nazariyesi
ile, monizm sisteminde Haeckel'in üstadı oluyor.
ı) Devletlerin
medeniyetleri, ümranları (kalkınmış ve ilerlemiş olmaları) hususundaki
görüşleri "Askerî hendese -Geometri" ile yakından ilgiiidir.
i) Şiddetli sıcak, soğuk ve
mutedil derecelerin, insan yaratılışı ve organlarında tesirli olduğunu açıklar,
bu yüzden İngiliz tarihçisi Buckle'ın selefi olur.
j) "Ümran ve
medeniyetin medenî ve dînî ilerlemeleri ancak mûtedii iklimlerde mümkün
olur." Bu mütalâa aynıyla Montesquieu'da görülür.
k} Sosyal kanunları târihî
vak'alardan almış ve hükümetlere birtakım tavsiyelerde bulunmuş olmakla,
Machia-vel, "Hükümdar" adlı eserinde Roma tarihindeki hâdiseleri
38
araştırırken üstadının
yolunda yürümüş ve hükümetlere aynı tavsiyelerde bulunmuştur.
1} Aynı zamanda bir Mâliki
kadısı (Hâkimi) olan ibn-i Haldun, ilk defa cemâat için dîni zarurî görmekte
beraber, devlet ve memleket kurmak için dînin ve peygamber'in zarurî olmadığına
kanâat getiriyor. Bu sebeple bir çeşit lâik hükümeti caiz görüyor.
43 - SİMAVNALI
BEDRÜDDİN (821/1430):
Bedeni.ruh suretlerinin
birikip kesafet peyda etmesi şeklinde görüyor. Madde ruha dönüşüyor. Böylece
Leibniz, Ravaisson ve A. Fouillee ife temasta bulunuyor.
43 - HIZIR BEY (1407 . 863/1459):
"Kasîde-i Nûnîye -
Nûnlu Kasîde"sinin başında, "Hakk'-ın hakîkaîı akla sığmaz"
diyerek Spencer ile Littre'nin "Bilinemez" (Inconnaissable -
Lâyu'kal)'ini haber veriyor.
44 - HACI BAYRAM VELi (833/1429):
Bir şiirinde Celâleddîn-i
Rûmî gibi, "Silmek istersen seni Can içinde ara canı"
demekle, "Ben"
sözünün, insanın hakîkatından ibaret olduğunu bildiriyor. Alman düşünürü
Steiner de "Ben" sözünü, insan nefsinin zarfı olarak gösteriyor.
45 - KINALIZADE ALÎ EFENDİ
(979/1575):
a) "En zahir olan
eşya, kendi zatî hakikatidir. Herkes kendi nefsinin varlığından vasıtasız
haberdar olur. En açık şey kendi zatî hakikatidir. Bu husus delile muhtaç
olmayan bir bedahet (evîdente) tir." sözlerini söylüyor. Bu sözlerle
39
Descartes'in
"Düşünüyorum, Öyleyse varım" düstûrunu başka bir üslûpta beyan
ediyor. "Her şeyden şüphe olunur. yalnız düşünceden şüphe olunmaz. Düşünce
de ruha delâlet eder." (Descartes).
b) Filozofun tutumu ve akıl
yürütmesi; saf aklın sırf önermelerini araştırmaya mahsustur. Yâni hâkimin
gidişi, feylesofun istidlali, sırf akıl önermelerini araştırmaya mahsustur. Bu
söz Kant'm "Saf Aklın Tenkidi" eserine yol açıyor. Kant'tan evvel saf
aklı araştırmanın önemini bildiriyor.
c) Çocuk terbiyesine önem
veriyor. Terbiyeyi muhtelif safhalara ayırıyor. Çevrenin terbiyesini de
gözönüne atıyor. Bu babda Nasîr-ı Tûsî ile beraber yürüyor.
ç) "Ezelî inayet,
âlemin nizamını te'yit eder." sözü ile İbn-i Sînâ'ya uyuyor. Leibniz ile
Wolff'un "Ezelî âhenk"ini andırıyor,
d) İradenin unsurlarını İbn-i Sînâ gibi tahlil
ediyor.
e) Tekâmül sistemini bildiriyor.
46 - KATİP ÇELEBi
(1067/1656):
"Her çokluğa birlik
yönünden başlaya" sözü
ile Spencer'in felsefe tarifine temas ediyor.
47 - ERZURUMLU iBRAHiM
HAKKI EFENDİ (1186/1768):
a) Darwin nazariyesini îzah eder.
b} "Küçük ve büyük âlem" sistemini
yürütür.
48 - KELİMİ HEMEDÂNl:
Ömer Hayyâm gibi
pozitivisttir.
TEKÂMÜL SİSTEMİ
(Evolutionnisme)
Değişme (transformisme)
sistemi ilk önce Fransız düşünürü Buffon ile başlamış, diğer bir Fransız
düşünürü Lamarck ardından gitmiştir. (Değişme) sisteminin asıl kurucusu
Lamarck'tır Bu sistem canlı olan tür (espece)'lerin sabit olmayıp evvelki
türlerden hâsı! olabileceğini ileri süren bir sistemdir. Değişme sistemi,
Darwin tarafından genişletilmiştir. Darvvin" ile tahavvül (değişme)
sistemi terakki ve gelişme kaydetmekle tekâmül sistemine kalbolunmuştur. Bu
yüzden tekâmül sistemi, Darvvin sistemi sayılmıştır. Darwin, Allah'a
inanıyordu. Allah'ın, bir nev'i, diğer bir nevi'den yarattığına inanıyordu.
Bundan dolayı Darvvin sistemi, birtakım İslâm düşünürleri tarafından
yürütülmüştür, Darwinizm, eskiden beri El-ezire (Mezopotamya)'nın dînî
hurafelerinde tohum olarak vardı. Darwinizmi ilk defa ortaya atan, müslüman
düşünürlerdir. Nitekim Amerikalı âlim Draper, "İlim ve Din Kavgaları"
adlı eserinde, bunu apaçık bir dille beyan ediyor: "Bâzı yüksek ve derin
düşünceler vardsr ki, Avrupa ve Amerikalıların tabiatlarına doğmuş
zannolunurken İslâm eserlerinde görülerek hayrete düşülüyor. İşte tekâmül sistemi
bu cümledendir. Canlı mahlûkların tedricî bir surette meydana geldikleri
asrımız keşiflerinden sanılırken, bunların İslâm dershanelerinde okunduğu
görülüyor. Hattâ müslümanlar bu sistemi uzvî (organik) olmayanlara bile şâmil
kılıyorlar."
41
Mühim olan bu dâvada,.
İslâm düşünürlerinin eserleri ile Draper'i tasdik edeceğiz.
l - EL-CAHİZ (776 .
869/255):
İlk evvel
"EI-Hayevân" risalesinde bu hususta bâzı gözlemler zikrediyor. Fakat
sistemin metod ve kaidelerinden bahsetmiyor.
3 - ÎHVAN-I SAFA:
Risalelerinin birçok
yerlerinde sistemden bahsediliyor. Sistemi organik cisimlere hasretmiyor. Belki
madenî cisimlere de şâmil kılıyor. Tabiî Seçkinleşme (Seiection na-turelle)
tâbirine karşılık, Rabbânî inayet ve Üâhî hikmet (Providence) tâbirini
kullanıyor. İnsan mertebesine yakın olan mertebede, türlü türlü hayvanlar
gösteriyor, cismânî teşekkül itibariyle maymun, nefsî ahlâkı itibariyle at,
zekâsı itibariyle fiî, papağan, bülbül ve güvercin, san'aîı itibariyle bal ansı
insana yakın oluyor. Su, hava, ateş ve toprak ara-smda da bir tertip gözetiyor:
Unsurların cüz'îlerinden hâsıl olan madenîerden başlayarak, sırasıyla bitkiyi
ve hayvanı geçerek insan mertebesine kadar mertebeler silsilesi koyuyor. Her
bir mertebenin son mertebesi üstünde bulunan ilk mertebesi birbirine bağlıdır.
İnsanın ilk mertebesi hayvan ile bağlantısı olan insandır. Bu insanın en aşağı
mertebesi şekilce insan, fiili itibariyle hayvandır. Nitekim yalnız
duyu-labilenler, cismânî haberleri tanıyan ancak bedenin salâh bulmasını arayan
ilh... insanlar surette insan, fiilde hayvandır. İnsanm son mertebesi,
melekler1 mertebesine erişenlerdir ki, ilim ve irfan ile hayat bulmuş, kalb
gözleri açıl-rnış, ruhanî varlıkları, aklî varlıkları kaib gözleriyle görmüş
olanlardır ki, nefislerinin cevherleri pak olmakla, ruhlar âlemini müşahede
ederler, ihvan-ı Safa kendilerinin son mertebeye erdiklerini beyan ediyorlar.
42
3 _ EBÜ ALİ MİSKEVEYH (421/970):
Et-Tahâre, Tehzibü'l-Ahlâk,
EI-Fevzü'l-Asgar'da, tekâmül sistemini şöyle îzah ediyor: Cisimler arasında
birleşme ve ayrılmalar, varlıkların mertebeleri vardır. Hayvan mertebelerinin
en son mertebesi insanı andıran ve insanlara benzeyen hayvanlardır. İnsan
ufkunun İlk mertebesi, hayvan ufkunun son mertebesi ile bağlantı kurmakla,
hayvan ufkunun sonu maymun ve maymuna benzeyen hayvan olur. Hayvan ufkundan
sonra ufak bir artma ile akıl, temyiz (ayırma) ve konuşma özelliklerini kabul
eden insan gelir. Bunlar ilk mertebede olan kuzey ve güneyde medeniyet
dışındaki insanlardır, Maymundan az farklı olan zenciler de bu cümledendir.
Miskeveyh'in îzâhı bugünkü nazariyeye daha uygundur. İnsanm son mertebesi
hakkında İhvân-ı Safa ile mutabakat vardır.
4 - İBNÜ'L-HEYSEM
(430/1051):
Draper'in beyânına göre,
tekâmül sistemini şöyle îzah ediyor: İnsan maddî âleminden başlayarak birtakım
mertebeleri geçiyor; sırasıyla öküz oluyor, eşek oluyor, at oluyor, maymun
oluyor, maymun mertebesini geçirip insan mertebesine varıyor. Mevlânâ Emir
Âli'nin "Rûhu'l-İslârn" tercümesinde İhvân-ı Safa tarzında birtakım
İzahları vardır: İnsan mertebesinde kalmayıp üstünde sırf ruhanî olan
mevcutlar, yâni meiekier, hepsinin üstünde de iiâhiyet (İlâhlık) vardrr.
5 - NASİRU TÜSI:
İlk defa Fars dili ile
yazdığı "Ahlâk-ı Nasîrî" de Miskeveyh'e uyuyor. Sudanlıları hayvana
bitişik in-san gösteriyor.
6 - CELÂLEDDİN-l RÛMİ:
İlk defa Mesnevî'sinde,
Fars diii ile manzum olarak şöyle îzah ediyor; meali şu yoldadır:
43
"Ben cansız iken
öldüm, uyur oldum, uyur iken yine öldüm, hayvan oldum. Hayvan iken de ölüdm,
âdem oldum. İnsan iken ölür, melekreden olurum."
Diğer bir nazmının meali
şöyledir:
"Adem oğiu, önce
cansızlar âlemine geldi .oradan kalkıp nebat âlemine geçti, burada da yıllarca
kaldı, cansızlar âlemini ve o âlemdeki kavgaları anladı. Nebat âleminden hayvan
âlemine düştü, bu âlemde nebat halini hatırlamadı. Yüce Yaratan onu hayvanlar
âleminden insanlar âlemine çekti. Böylece bir âlemden diğer bir âleme dolaşa
dalaşa şimdi akıllı ve âlim oldu."
Mevlânâ Ce!âleddin-i
Rûmî'nin andığı kavgalar, Darwin'in "Hayat Mücâdelesi" (Concourrence
VltalJ'ine ne kadar benziyor! Şu kadar ki, Şeyh Celâleddin-i Rûmî'nin
kavgaları, Darvvin'in hayat mücâdelesinden daha şümullüdür. Mevlânâ
Miskeveyh'in sözünden fazla bir şey söylemiyor. Yalnız "ufkunu"
âleme" doğru döndürüyor.
7 — MUHAMMED KAZVÎNl
"Acâibü'l-Mahlûkât"
adlı eserde İhvân-ı Safa ve Mis-keveyh'e uyarak tekâmül sistemini izah ediyor.
8 — İBN_I HALDUN:
"Kitlbü'i-lber ve
Divânü'i-Mübtedâ' ve el-Haber" mu-kadidmesinde tekâmül sistemini
bildiriyor. Fazla bir şey yazmıyor.
9 — KINALIZÂDE ALİ EFENDİ :
En evvel Türkçe olarak
Ahlâk-ı Alâî'sinde tekâmül sisteminden bahsediyor; insan ufkuna en yakın olan
maymun, at, fü ve papağan (tutî)'ı gösteriyor. Bu hususta İhvân-ı Sa-
44
fâ'ya uyuyor, insan ile
hayvan arasına maymun (Nesnâs)'ı ve vaşak'ı koyuyor.
10— ABDÜ'L-KADlR-l BlDlL
(1133/1715):
Türkistan Türklerinin edib
ve mutasavvıflarından olup, dîvânında tekâmül sistemini îzah ediyor. Şu beyti
ile maymunu tasrih ediyor:
"Hiç şeklî bî heyula
kâbıl-i suret neşüd
Âdem-i hem piş ez an âdem
şeved pûzîne bûd." Yâni: "Hiçbir şekil maddesiz suret kabul etmez.
Ademî, âdem olmadan evvel maymun idi." Şu kadar ki, bu beyit doğrudan
doğruya Bidil'in midir, yoksa eskiden beri söylenip geldiği halde"Bidif
tarafından iktibas mı edilmiştir? Her nasıl olursa olsun insanoğlu ile maymun
arasındaki bağ şart düşünürleri arasında yaygındır.
11 — ERZURUMLU İBRAHİM
HAKKI EFENDİ:
"Mârifetnâme"
adlı ansiklopedik eserinde tekâmül sistemi için ayrı bir botum açıyor. İhvân-ı
Safa ile Miskeveyh'in "Birleşme- İttisal", "Mertebeler" ve
"tekâmül" nazariyesi hakkındaki sözlerini hülâsa ediyor: İnsana en
yakın olan hayvanı maymun olarak gösteriyor. Maymunun kılından ve kuyruğundan
başka bütün organlarının içi ve dışı insana benzediğini düşünerek böyle
hükmediyor. İnsan insan-ı kâmil mertebesine oradan külli akıl* mertebesine eriyor.
Sonunda Celâiüddin-i Rûmî'nin, "Ben cansız iken öldüm, uyur oldum"
mısraı ife başlayan kıt'asmı ilâve ediyor.
('*) "insan ruhu
rubûbî halinde hâdiseleri tanır ve ilk muharriktir {ilk hareket ettiren), bu da
Allah'ın kendisidir." Aristo'nun bu görüşünü islâm mesşâîîeri
(peripatĞticiens) kabul etmezler. "Küllî aklı", Allah'ın ilk
muharriki sayarlar; mutasavvıflara göre "Levh-i Mahfuz" ve Kalem-i
â'ladır. . Î.H.I.
45
TENKİT
Tekâmül sistemi son
zamanlarda itibardan düşmüş, kifayetsizliği ortaya çıkmıştır. Bu hususta iki
deli! getiriliyor:
1 — insanın yüz açıklığı,
dik acı şeklindedir. Şekil itibariyle insana yakın olan maymunun yüz açıklığı
İse asla dik açiya ulaşamamıştır.
2 — İnsan, arkasını elleri
ile kaşır, maymun hiçbir vakit elleri ile yâni ön ayakları ile kaşıyamaz,
yalnız arkasını siler.
İLAVELER
1 — Ebû Abdullah
el-Harezmî, Ferganalı Ahmet b. Kesîr ve Ebû'l-Veîâ'nın Zîç (Gök haritası)
düsturları Avrupa'da D'Alembert ve Laplaçe gibi büyük matematikçi ve
astronomların dimağlarında yer bulmuştur.
2 — Ferganalı Ahmet b.
Kesîr'in "Kitâbü'l-Harekâti's-Semâviyye" (Göksel hareketlerin kitabı)
adlı eseri, D'Aîem-bert tarafından derin hürmetle karşılanıyor.
İslâm astronomlarının
eskilerinden olan Mâşâallâh'm Usturlap"* ile gök küresi (Kürre-İ
Müşebbeke)33, gökteki yıldızların mahiyetleri ve hareketleri hakkında yazdığı
eserleri bugün ilim ehli takdir ediyor.
4 — Meşhur
matematikçilerden EI-Kûhî'nin yazın değişmesi ile sonbaharda günlerin mutedil
oluşuna dair keşifleri vardır.
ü — Avrupa'da Endülüs'te
1190 senesinde yapılan Seville (İşbiliyye) rasathanesi, büyük matematikçi
[riyaziyeci) Câbirb. Efyoh'ın nezareti altında inşa olunmuştur.
6—Müsteşrik Humbold,
müslümanlan tabiat ilimlerinin hakîkî mucitleri olarak yâdeder. Çünkü
müslümanlar eskilerin kaba saba bilgilerinden müsbet ilimleri çıkarmışlardır.
47
7 — Müslümanlar
kimyagerliği icat ve kimyada potas, süblime, sülfürik asit gibi birtakım
kimyevî maddeleri keşfetmişlerdir.
8 — Müslümanlar
mûsikîyi bir fen seviyesine
çıkar--mışlardır. Bu hususta birçok eserler yazılmış, makamlara göre sınıflama yapılmış ve yeni
mûsikî âletleri îcad olunmuştur.
9 — Kadınlar erkekiergibi
ilim hayâtına atılırlardı, kendilerine mahsus medreseleri vardı. Bu
medreselerin en mâhimierinden biri Kahire'de 684 târihinde Türk hükâmdân Melik
Zâhir'in kızı tarafından kurulmuştu.
10— İslâm kimyagerlerinden
Beşîr "Kamer-i Âlâ - En yüksek ay" adını verdiği bir cisim
keşfetmiştir. Bu cisim karanlıkta ışık vermekle, fosfordan başka bir şey
değildir. Kimyagerimiz, Brandt'dan evvel fosforu keşfetmiş oluyor.
11 — Mâdenlerden ilâç
yapmak usûlünü ilk önce islâm hekimleri bulmuşlardır.
12 — Çiçek aşısı İlk önce
Osmanlı Türkleri tarafından bulunmuş, ondan sonra Avrupa'ya geçmiştir.
13 — İik tımarhane, Kanunî
Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.
14 — Semerkant Rasathane
Müdürü Gıyâsüddin Cemşîd tarafından kullanılan Ziraî Aşar usûlü Avrupa'da XV.
asırda kullanılmıştır.
48
CETVEL
FRANSIZ DÜŞÜNÜRLERİ l — DESCARTES:
a) "Şüphe metodu"
"İbnü'l-Heysem ve Gazzâlî'de vardır.
b) "Düşünüyorum, öyleyse
varım" düstûru, İbn-i Sî-nâ'da aynen vardır. Kınalızâde Ali Efendi, bu
düstûru diğer bir üslûp ile beyan etmiştir.
c) "Sürekli
Yaratılış" nazariyesi kelâmcılarla, İbn-i Rüşd'de ve Muhyiddin-i Arabi'de
vardır.
ç) "Formel
Mantık"a itirazı, Ebû Saîd EbÛ'l-Hayr İle Şehâbeddin-i Sühreverdî'de
vardır.
d) "Tabiat Nuru" Muhyiddin-i Arabi'de vardır.
e) "Manevî Aşk" mutasavvıflarda görülüyor,
f} Kemâl delili, İbn-i Teymiyye'de bulunuyor.
g) Doğuştan gelen fikirler,
yapma (Mec'ûle) fikirler ve kazanılmış fikirlerin aslını İbn-i Sînâ açıklıyor.
ğ) Ruhu, psikolojik
tecrübelerle isbatı yine İbn-i Sînâ açıklıyor.
h) "Anselme"
delilini de, itiraz varit olmayacak tarzda beş filozof bildiriyor.
49
2 — GASSENDl:
a) Allah'a îman etmekle
beraber, maddî âlemi kabul etmesi eski kelâmcılarda vardır.
b) Çağdaş tabfat sistemi Ebû Bekir Râzî'de
vardır.
3 — EULER:
Hâlis tecrübe metoduna
dayanan tabiat ilmi, Ebû Bekir
Râzî'de vardır.
4 — MAUPERTIUS:
Arzın ölçümü (mesahası)
hakkındaki incelemeleri Musa Oğullarından görülüyor.
5 — PASCAL :
a) Boyut'un sonsuz olması,
Ebu'l-Berekât Bağdâdî'de bulunuyor.
b) Akla ve tabiata îtimat
etmemesini Gazzâlî beyan ediyor.
c} Fenelon'un, âlemin bediî
olması hususu kelâmcı-tarda vardır.
6 — MALEBRANCHE:
a) "Adî sebep"
nazariyesini filozoflarımız beyan ediyorlar,
b) Allah'ı eşyada görmesi mutasavvıflarda
vardır, c} Uz görüşlü olmasın) Nazzâm,
İhvân-ı Safa, Gazzâlî ve Sühreverdî bildiriyorlar.
7 — CONDILLAC:
Zihnî ve haricî külliyi
(tümeli) kabul etmemesi yüzünden, Sûrî Mantığı inkâr etmesini eski kelâmcılar
İleri sürüyorlar.
50
8 — LAVOISIER:
"Hiçbir şey yoktan var
olmaz" prensibi, mahiyeti itlba-ıriyle Muhyiddin-i Arabi'de vardır.
9 — CLAUDE BERNARD:
"Ne vakit
ameliyathaneme gîrsem, ibadethanemin .kapısını kapatırım." düşüncesinin
aslı, tamamiyie Sicistanlı i.Ebû Süleyman'da görülüyor.
•-dır.
10
İctimâiyyat ilmi ve içtimâi
felseefsi İbn-i Haldun'da var-
ıı __ VOLTER :
Yavuz görüşlü olması
Nûşencânî'de vardır,
12 — ROUSSEAU:
a) İçtimâi felsefesi tamamiyie İbn-i Haldun'da
vardır.
b) "İçtimaî Mukavele- Conîrat
sociat" nazariyesinin aslı
Fârâbî'de yer tutmuştur.
13 — CONDORCET:
İçtimaî felsefesi tamamiyie
İbn-i Haldun'da vardır.
14 — BAYLE:
a) Tabiî Nûr'u Muhyiddin-I Arâbide görülüyor.
b) Şüpheciliği Efdâlüddin Huncî ve Husrev
Şâhî ile ibnü'l-Vâsı!'da vardır.
15 — RAVAISSON:
a) "Sezgici bilgi" metodu Fârâbî ile Gazzâlî'de vardır.
b) Maddenin ruha dönüşmesi fikri Bedrüddin'de
varadır.
51
16 — GUYAU:
Ölümden kurtulma çareleri
hakkındaki buluşları, Miske-veyh'de yer tutmuştur.
17 — CUVIER:
"Eski maddeler yerine,
hissolunmaksızm yeni maddelerin geçmesi" düşüncesi Belh'li Nazzâm'da yer
tutmuştur.
18 — AUGUSTE COMTE:
a) İlmî tasnif tarzı,
Ebû'l-Berekâî Bağdadî ile İbn-i Miskeveyh'de görüiüyor.
b) Pozitivizm nazariyesi
Ömer Hayyam ile Kelîm-i Hemedânî'de bulunuyor.
c) Sosyoloiisinin aslı İbn-İ Haldun'da vardır,
ç) İnsaniyet Dîni'nin* aslı İbn-i
Rüşd'de vardır.
d) İnsaniyet Tanrrsı'nın
aslı Muhyiddin-i Arabi'de görüiüyor.
19-20 — BUFFON ve LAMARCK:
Buffon ve Lamarck'ın
"Değişme sistemi"ni yukarıda zikrolunan İslâm düşünürleri haber
vermişlerdir.
21 — DURKHEIM:
Sosyoloji esasları, İbn-i
Haldun'da vardır.
22 — RENOUVIER:
Sayılan tatbik yolu ile
âlemi sonlu görmenin esası ke-lâmçıiarda vardır.
28 _ FONSGERIVE:
a) İlim tasnîfi, Ebû'l-Berekât'm sınıflaması
tarzında-
dır.
('*) Auguste Comte'a ait nota bakmalı. 52
b) Claude Bernard'a uyarak
îeolo|İk, metafizik ve pozitif devre sahalarının ayrı ayrı olmasının esası Ebû
Süleyman Sicizî (Sicistânî)'de görülür.
24 — BOUTROUX:
"İmkân Sistemi",
Mâîürîdilerde vardır. Tamamı ise Fâ-râbî'de vardır.
35 — BERGSON:
a) "Sezgici
Bilgi" nazariyesi, Fârâbî ve Gazzâlî'de vardır.
b) İmkân felsefesi Mâtürîdilerde vardır.
c) Felsefesinin temeli,
esası ve tamamı FSrâbî'de vardır.
26 — FOULLE:
Maddenin ruha dönüşmesi
hususundaki düşüncesi Sima vna! ı Bedrüddin'de bulunur.
37 — MAR1OTTE:
1769'da hava basıncı
kanununu keşfetmiştir.
İNGİLİZ DÜŞÜNÜRLERİ l — BACON:
a) Aristo mantığını inkâr
etmesi Ebû Saîd Ebû'l-Hayr ile Sehâbeddin Sühreverdî'de görülüyor.
b) "Variations
Concomitantes" metodu, metodcular-da (usûlîlerde) bulunur.
Z — HERBERT OF CHERBERI:
"Deizm"i,
Maarrî'de yer tutar.
53
3 — HOBBES:
a) Çağdaş tabiat felsefesi usûiü Ebu Bekir Razî'de?
vardır.
b) "Cemiyet" nazariyesi Fârâbî'de
vardır.
c) Deisme'i Maarirî'de vardır.
4 — BÖYLE;
a) Çağdaş tabiat felsefesi usûlü Ebû Bekir Râzî'dfe:
vardır.
b) "Tabiat Nuru" Muhyiddîn-İ Arabi'de
vardır.
c) Yeni Kimyanın esirleri, Câbir-i Tûsî'de
vardır.
5 — LOCKE:
a) "Table Rase"st İbn-i Sina'da
bulunuyor.
b) Reisme'i Maarrî'de görülüyor.
c) Zaman ve mekânın haricî
bir kavram olmasını inkâr etmesi hususu Gazzâlî'de yer tutuyor.
ç) "Tabiat Nuru" Muhyiddin-i Arabi'de
yer buluyor.
d) Terbiyeci anlayışının
izi, NasîM Tûsî ve Kınalızâ-de'de vardır.
e| Berkley'İn
"Olguculuk - Phenomenisme" sistemi' Hişârn İbnü'l-Hakem'de vardır.
6 — SHAFTERSBÜRY:
"Alem bedi' olup başka
bir âlemin mümkün olomıya-cağı" hakkındaki görüşü Nazzâm, İhvârt-ı Strtâ,
Gozz&lî ve;
Sühreverdî'de görülür.
7 — NEWTON:
a) Tabiat ilminin prensipleri
Ebû Bekir Rlzi'de yer tutmuştur.
b) Çekim kanununun izi, Ebû Bekir Râzî'de
vardır.
c) Çekimi isbat etmekle
Jbnü'l-Heysem'in halefi olmuştur.
54
8 — HUME:
a) Çağdaş tabiat ilmi felsefesi Ebû Bekir
Râzî'de vardır.
b) Zaman ve mekânın haricî bir kavram olmaması hakkındaki düşüncesi Gazzâlî'de
vardır.
c) "Ph6enomenisme"i, Hişam
İbnü'l-Hokem'de vardır.
9 — BENIHAM:
"Egoisme"),
Gazzâlî'de görülüyor.
10 — THOMAS RAİD:
Felsefesini psikolojiye
dayandırmakla Âmir'İn halefi o-luyor.
11 — DUGUALD STEWART;
a) Felsefesini psikolojiye dayandırmakla
Amîr'fn halefi oluyor.
b) Hareket nazariyesinin İzi, İbn-i Rüşd'de
vardır.
12 — İSKOÇ YA F1LOZOF1.AKI
REID, DUGUALD STEWART ve HAMİLTON:
Reid, Duguald Stewart ve
Hamilton'un felsefeleri olan Tabiî Hakîkatçılık, Burhaneddin Nesefî'de
görülüyor.
13 — STUART MILL:
a) "Residu - Tortu" metodu
usûlcülerde vardır.
b) Zaman ve mekânın haricî bir kavram olmaması hususundaki düşüncesi Gazzâlî'de
vardır.
c) Egoisme'İ de yine Gazzâlî'de vardır.
c) Phenomenisme'l Hişam İbnü'l-Hakem'de
vardır.
d) Tabiî sebep ve illeti inkâr etmesi,
Eş'arîlerde vardır.
65
14 — HAMILTON:
"Yüklemlerin
Kemiyetleşmesi" sistemi İbn-İ Sina'da vardır.
15 — HAMILTON ve STUART
MILL:
Hamilton ve Stuart Mill'in
tartışmaları, İbn-i Sînâ ve Fahri Râzî'de yer tutmuştur.
16 — HUXLEY:
"Phenomenisme"i
Hişam İbnü'l-Hakem'de bulunuyor.
17 — DARWIN:
"Tekâmüİ
Nazariyesi"ni, yukarıda adı geçen İslâm düşünürleri haber veriyorlar.
18 — SPENCER:
a) Pedagojisi
İbn-i Haldun'da görülüyor.
b) Sosyolojisinin İzi
Fârâbî, İhvân-ı Safa, Nuşencânt, İbn-İ Sina ve Erzurumlu ibrahim Hakkı
Efendi'de vardır.
c) Felsefe tarifinin izi Kâtip Çelebi'de
bulunuyor.
19 — BAIN:
a) "Şu yerde bugün var
oîan şeyin her yerde ve her gün var olacağı İlh..." hakkındaki düşüncesi,
usûlcülerde vardır.
b) Tabiî sebep ve illeti
inkâr etmesi, Eş'arîlerde vardır.
20 — LUVES:
Tabiî sebep ve illeti inkir
etmesi de Eş'arîlerde vardır,
21 — RIBBON;
"Roma Devleti
Târihi" hâdiselerini araştırdığı esnada yürüdüğü yol, İbn-i Haldun'un yoludur.
56
22 — BUCKLE:
Şiddetli sıcak, soğuk ve
mutedil derecelerin, insanların yaratılışında ve sınıflarlndaki tesirleri
hususundaki görüşleri İbn-i Hadûn'un görüşleridir.
ALMAN DÜŞÜNÜRLERİ
1 _ NICOLAUS:
a) Sonsuzluk (Namütenahi)
nazariyesi, Ebû'l-Bere-kât'do vardır.
b) "Sezgici
bilgi" nazariyesi Fârâbî ve Gazzâlî'de vardır.
c) "Küçük Âlem"
nazariyesinin izi, Fârâbî, İhvân-ı Safa, Nûşencânî, İbn-i Sînâ ve Erzurumlu
İbrahim Hakkı Efendi'de vardır.
2 — PARACELSUS:
a) Eşyanın canlı olduğu
meselesi, Muhyiddin-i Arâ-bî'de vardır,
b) "Küçük Dünyâ"
nazariyesinin izi (Nicolaus'da görülen), İslâm düşünürlerinde vardır.
c) Felsefenin konusunun
tabiat bilgisi olduğu hususundaki düşüncesi Ebû Bekir Râzîde vardır.
3 — JOHANN MÜÎLLER:
"Tanjantlar"
nazariyesi Ebû'l-Vefâ Buzcânî'de vardır.
4 — JACOBI:
Spinoza sistemi,
Muhylddin-i Arâbî'de vardır.
57
5 — KEPLER;
a) Islah ettiği teleskopta selefi,
Ebû'l-Hasen'dlr.
b) "Yeni Astronom i "deki keşfi,
İbn-i Tûfeyl'de görülüyor.
c) Çağdaş tabiat felsefesi Ebû Bekir Râzî'de
vardır.
6 — LEİBNİZ;
a) "Ezelî Ahenk"!, mutasavvıflarda,
İbn-i Sînâ'da ve Kınalızâde Ali
Efendi'de vardır.
b) Çoklukta birlik (Kesrette vahdet) düşüncesi mutasavvıflarda görülür.
c) "Ahlâkî sıfatlan", Miskeveyh
İle İbnü'l-Heysem'-de vardır.
ç) Tabiat ilmini geleneksel bir din ile
birleştirmesi İbn-i Sînâ'da yer tutuyor.
d) Akıl kanunları ile tabiat
kanunları arasındaki ahenk yine
İbn-i Sînâ'da vardır.
e) "Küçük âlem" nazariyesi
(Nlcolaus'da görülen) İslâm düşünürlerinde yer tutmuştur.
f) "Tabiat Nurları" Muhyiddin-i
Arâbf'de vardır.
g) Doğum ve ölümün sırf bir isimden ibaret olması kındaki düşüncesinin İzi, yine
Muhyiddin-i Arabi'de vardır.
ğ) En küçük sonsuz (Asgâr-ı namütenahi)
un aslı, İbn-i Sînâ'da görülüyor.
h) Kemâl Delil'in habercisi (mübeşşirl) İbn-i Sînâ'dır.
ı) "Hoyır ve şer" nazariyesi, İbn-i Sînâ'da vardır,
i) "Kâfî sebep" prensibi Gazzâlî'de vardır,
[) Uz görüşlü olmasını, Nazzâm, İhvân-ı Safa, Gazzâlî
58
ve Sühreverdî haber
veriyorlar.
k) Bilginin başlangıcında duyulara ve deneye hisse vermesi İbn-i Sînâ'da vardır.
7 _ WOLFF:
"Ezelî Ahenk"!
(Leibniz'de zikrolunan) İslâm düşünürlerinde vardır.
8 — HELMHOLTZ;
Enerjinin sakımı prensibi,
Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.
B — FECHNER:
Cansızları canlı görüşü,
Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.
10 — KANT:
a) "En yüksek İyi" [Hayr-ı a'lâ)
hususundaki görüşü
keiâmcılarda vardır.
b) İzafiye (Görelilik)
sisteminin esası Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.
c) Önermeleri Modallere
(Müveccehlere) ayırması İbn-i Sînâ'da bulunuyor.
c) "Duyuların doğrudan
doğruya algılama yapmadığı" hususundaki görüşü, İhvân-ı Safa ve
İbnü'l-Heysem'de görülüyor.
d) "Saf Aklı Tenkid"in izi,
Kınalızâde'de vardır.
e) "Saf ve Pratik
Akıl" nazariyesi İbn-i Sînâ'da yer tutmuştur.
f) Ruhu isboî hususunda
getirdiği fazîlet delili, Fahr-i Râzî'de vardır.
g) Zaman ve mekânı haricî
bir kavram görmemesini, Gazzâiî haber veriyor.
59
ğ) Aklın bütün doktrinleri
(meîâlibi) ve problemleri (mesâi l i) kavrama k hususundaki yetersizliği
Gazzâlî'de vardır.
h) Başlangıçta bilgi için
duyulara ve deneye bir hisse ayırması İbn-i Sînâ'da vardır.
ı) Akıl kanunları ile
tabiat kanunları arasındaki ahenk yine İbn-i Sînâ'da vardır.
11 —SCHELLING
a) Nüfusun çokluğu hakkındaki görüşünün esâsı
mutasavvıflarda vardır.
b) İki zıddm bir yüksek prensipten çıktığı
esası, Muh-yiddin-i Arabi'de bulunuyor.
18 — HEGEL:
Kemâl delilinde İbn-i
Sina'nın halefidir.
13 — SCHOPENHAUR:
a) Yavuz görüşlü olmasında selefi, Maarrî ile
Ömer
Hayyam'dır.
b) Hayâta rüyadır demesi, Celâleddin-i Rûmî'de
vardır.
c) Fert İoin "En yüksek örnek"
fikri, İbn-i Miske-veyh'de vardır.
14 — KARL MARKS:
Karl Marks'm kaleme aldığı
"Sermaye" (Das Kapital) sinin izi, İbn-i Haldun'da vardır.
15 — HAECKEL:
"Monisme"rnde
dayanağı, İbn-i Haldun'dur.
16 — HARTMANN:
Yavuz görüşlülüğü,
Nûşencânî'de görülüyor. 60
I7_- HOLBACH:
Tabiatta devamlı hareket ve
tekâmülün varlığı ve sükûnun (hareketsizliğin) açık olduğu hakkındaki
düşüncesi, Nazzâm'da vardır.
18 — LESSING:
Tekâmül fikrini temsil eden
felsefe târihinin ana hatları İbn-i Haldun'da vardır.
19 — STEINER:
"Ben"e İnsan
nefsinin zarfı demesi, Celâleddin-i Rûmî ile Haçı Bayram'da vardır.
İTALYAN DÜŞÜNÜRLERİ l — MACHIAVEL:
Roma Târihi olaylarını
araştırdığı sırada dayanağı olan İbn-i Hadûn'un yolunu tutmuştur.
2 — BBUNO:
a) Çağdaş tabiat felsefesi, Ebû Bekir Râzî'de
vardır.
b) Boyuî'un sonsuz olması Ebû'l-Bereklt'ta vardır.
c) Cansızların canlı olması hakkındaki
düşüncesi, Muhyiddin-İ Arabi'de vardır.
3 — LEONARDO:
Çağdaş tabiat felsefesi,
Ebû Bekir Râzî'de vardır.
4 — CAMPANELLA:
Cansızların canlı olması
hususundaki düşüncesi, Muh-yiddin-î Arabi'de vardır.
61
5 — GALLIEE:
a) Çağdaş tabiat felsefesi, Ebû Bekir Râzî'de
yer tutmuştur.
b) Islah ettiği teleskop'ta, Ebû'l-Hasan
selefidir.
c) Cisimlerin düşmesine dair kanunları haber veren İbnü'l-Heysem'dir.
6 — TORIÇELLI::
İlk teleskop keşfi
Ebû'l-Hasan'da vardır.
HOLLANDA DÜŞÜNÜRLERİ l — HUYGENS:
a} Hokkası keşif hususunda, İbn-i Yûnus
selefidir.
b) Çağdaş tabiat ilmi usûlü Ebû Bekir Râzî'de vardır.
c) Hareket miktarının daimî olması hususundaki
düşüncesi Muhyiddin-i Arabi'de vardır.
2— SPINOZA:
a) Allah'ı sevmesi mutasavvıflarda görülüyor.
b) "Yaratıcı Tabiat" ve
"Yaratılmış Tabiat" nazariyesi, Muhyiddln-i Arabi'den alınmıştır.
c) Bilgf tarffi, Fahr-i Râzî'nln tarifine
uygundur.
3 — HEMSTERHÜIS;
Allah'ın varlığı hususunda
"En Yüksek İyİ'yeolon has-
reti kelârncılarda vardır.
AMERİKAN DÜŞÜNÜRLERİ
WIL1IAM JAMES.
a) Pragmatizminin izi, Gazzâiî'de görülüyor.
b) Pedagojisinin esasları, İbn-i Haldun'da
vardır.
62
POLONYA DÜŞÜNÜRLERİ COPERNIC:
a) Astronomi ile ilgili
nazariyesinin izleri, Dahhlk İbü'l-Hakem ile Maari'de ve Nasîr-i Tûsî'de
görülüyor.
b) Batlamius nazariyesini
iptal etmesi, İbn-i Tûfeyi ile Betrucci'de ye rohyor.
c) Çağdaş tabiat felsefesi Ebû Bekir Râzî'de
vardır.
Fransız düşünürleri 28
İngiliz " 22
Alman " . 19
İtalyan " 6
Hollanda " 3
Polonya " 1
Amerikan " 1
Yekûn 80
Fosfor, ziraî aşar, irade
unsurları, atom ve elektron İle huy gibi yeni nazariye ve bilgi sahiplerinin
adlan tesbit edilemediğinden bunlar için ayrıca bir cetvele tuzum
görülmemiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Şark Kaynaklan;
(1) Adıvar, Adnan, Târih Boyunca ilim ve Din.
(2) Abdü'l-Kadir Bağdadî, el-Farku Beyne'l-Ftrah,
(3) Bener, Dr. Vasfi, Modern Bilgilerde Allah Fikri.
(4) Beyhâkî, Sıvânü'l-Hikme.
(5) Ebû Bekr Râzî, Risale.
(6) Ebû'l-Berekât Bağdadî, ei-Mûteber.
(7) Eş'arî, Makâiâtü'l-İslâmiyyîn.
(8) Ebû Hayyân Tevhidi, Mukâyesât.
(9) Fahr-l Râzî, Te(sîr-i Kebîr,
(10) "
"
el-Mebâhisü'l-Meşrıkıyye.
(11} "
" Meâlim-u Usüli'd-dîn.
(12) "
" el-Muhassal.
(13) "
" Metâlîb-i Aliye.
(14) "
" Metâlîb-i Âliye, İşârât
Şerhi.
(15) Fârâbî, Şerh-i Fusüsü'l-Hikem.
(16) " Ârâü Ehl-I
Medîneti'l-Fâzılo.
(17) "
Uyûnu'l-Mesâil.
(18) " en-Nükel
min Mesaili'l-Felsefe.
(19) Garzâlî, Tehâfütül'-Felâsife
(20) "
İhyâyü'l-UIÛmi'd-Dîn.
(21) " Kimyâ-i
Saadet.
(22) "
Ilcâmü'l-Avâm an İlmi'l-Kelâm.
(23) " EI-Munkızu
mine'd-Dalâl.
(24) "
Cevâhirü'l-Kur'ân.
(25) Ibnü'l-Kıftî, Ahbârü'l-Hukemâ.
(26) İbn-I Ebî Usaybla, Tabakâtü'l-Etıbbâ.
(27) ibn-i Rüşd, Tehâfütü't-Tehâfüt.
(28) İbn-i Sînâ, Uyûnü'l-Hlkme.
(29) "
" Şifâ.
(30) "
" İşârât ve İşârât
Şerhler!.
(31) "
" Ebû Saîd EbO'l-Hayr ile
Mektuplaşma l o r.
(32) ibn-i Teymiye, Kitâbü'l-Akl ve'n Nakl.
(33) "
" Minhâcül-Kerâme.
(34) ismail Hakkı Bursalı, Hacı Bayram İlâhîlerinin Şerhi.
(35) ismail Fesih Haydârî, Tctbîkü'l-Hey'etö'l-Cedîde.
64
(36) İzmirli, ismail Hakkı, Yeni llm-i Kelâm.
(37) İzmirli, ismail Hakkı, İslâm'da Felsefe Cereyanları..
(38) Kasım Ganî, İbn-i Sina.
(39) Kâtip Celebi, Beyânü'l-Hak.
(40) el-Kindî, Risale.
(41) Miskeveyh, Tertîb-i Saadet.
(42) Muhyiddîn-i Arâbî, Fütûhât-r Mekkiye
Şerhleri.
(43) Nosîr-i Tûsi. Ahlâk-ı Nasîrî.
(44) Özden, Akü Muhtar, Tedavi Kliniği.
(45) Peyâmi Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar
(46) Salih Zeki. Âsâr-ı Bakiye.
(47) Sühreverdi, Heyâkilü'n-Nûr.
(48) Şehr-i Zûrî, Nüzhetü'l-Ervâh.
(49) Hüseyin Dânis, Rubâiyyâl-ı Hayyam.
Ayrıca: Fslsefe-i İbn-i
Rüsd Risalesi, Hulûtilerden Sivaslı ibnü'l-Hü-mâm ile Mısırlı Hudarî'nin
eserleri. Birinci ve İkinci Tarih Kurumu Kongresi zabıtları, ibn-i Sînâ Kitabı,
Cerîde-i İlmiye, Eski Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleri mecmuaları, İslâm - Türk
Ansiklopedisi gibi kitap ve dergilerden istifade edilmiştir.
Kitobin ilgili maddelerinde
adı gecen kitaplar yazılmamıştır. Garp Kaynakları:
(1) Boirac, Emile. Felsefe Prensipleri.
(2) Comte, Augusts, Müsbet Fefsefe Dersleri.
(3) Descartes, Metot Hakkında Nutuk.
(4) Draper, Nevilerin Aslı (Tercüme).
(5) Fonsgrîve, Felsefe Prensipleri.
(6) Ferec, Antouon, ibn-i Rüşd Felsefesi.
(7) Fouillee, Alfred, Felsefe Târihi.
(8) Janet, Paul, Metafizik ve Psikoloji
Prensipleri.
(9) Kant, Emmanuel, Saf Aklın Tenkidi.
(10) " " Pratik Aklın Tenkidi.
(11) Rabier, Felsefe Derslerinin Mantık Kısmı.
(12) Spencer. H., ilimlerin Tasnifi.
(13) " " İlk Prensipler.
(14) İstintacı Deductif ve İstikrâî (tnduclif)
Mantık.
Kitabın İlgili maddelerinde
adı geeçnler yazılmamıştır.
9/9/1944 ismail Hakkı
İZMİRLİ
65
NOTLAR: l
(1) E. Rennn: 1823-1892
yılları arasında yaşamış olan tanınmış Fransız düşünürü. "İlmin
Geleceği" adlı eseri da meşhurdur. Kendisi Î883'te Fransız İlimler
Akademisi'nde verdiği bir konferansta İslâmiyei'e şiddetle hücum etmiş ve
İslâm'ın ilim. maarif ve ilerleme düşmanı olduğunu söylemişti. Bunun üzerine
şâir Nâmık Kemâl, bu yersiz iddialara cevap vermiş ve bu cevabı "Renan
Müdafaa nâmesi, İst. 1327" adı altında yayınlanmıştır. Fokat Nâmık
Kemâî'in bu cevabı pek tatminkâr değildir. Daha sonra Celâl Nuri (ileri),
"Edebiyât-ı Umûmiye" mecmuasında bir başka cevâp vermiştir.
(2) C. de Vaux: Tanınmış
müsteşriklerdendir. Beş ciltlik "İslâm Düşünürleri" ve
"Gazzâlî" isimli eserleri ile tanınmıştır.
(3) Mehmet! İzzet: 1894 -
1939 yıiları arasında yaşamış bir düşü-nürümüzdür. Bazı bilginlerimize göre son
asırda filozof sıfatını verebileceğimiz yegâne düşünürdür. Hakkında vaktiyle
Ziya Somar bir doktora tezi hazırlamıştı. Şimdi Fransa'daki Türk talebelerinden
Coşkun Değir-rnencioğlu yeni bir tez hazırlamaktadır. "Milliyet
Nazariyeleri ve Millî Hayat" adlı eseri meşhur ve değerlidir.
(4) Paul Janet: 1823 - ÎB99
yılları arasında yaşamış Fransız felsefe tarihçisi. Felsefi birçok eserleri vardır.
G, Seailles ile yazdıkları felsefe târihinin problemler ve ekoliere ait kısmını
meşhur tefsir âlimi M. Ham-di Yazır "Metâlib ve Mezâhib" adı altında
notlar ve tenkitler ilâve ederek Türkceye çevirmiş ve 1341'de İstanbul'da
basılmıştır.
(5) Fârâbî: 870-950 yılları
arasında yaşamış olan Fârâbi, İslâm âleminin yetiştirdiği en büyük
filozoflardan biridir. Eklektik bir filozoftur. Yeni Eflûtunculuğu, Aristo ve
Aflatun felsefesi ile; Aristo'yu Eflâtun ile; vs bütün bu felsefeleri
islâmiyet'le te'lif etmeğe çalışmıştır. Kendisinin 70 kadar dil bildiği
sanılmaktadır. Mûsikîde birtakım kanunlar keşfetmiş
66
ve Kanun denen âleti
îcâdetmiştir. Matematik alanında da çok geniş büaisi olduğu bilinmektedir.
Risaleleri ile 200 kadar eseri vardır. En önemli eserlerinden olan
"Medînetü'l-Fâzıla - Faziletli şehir ahalisinin fikirleri" ve
"Insâu'l-Ulûm - ilimlerin Sayımı" adlı kitapları dilimize çevrilmiş
ve M.E.B.'nca basılmıştır.
(6) El-Kindî 801-873
yılları arasında yaşayan Kindî, ilk müslü-rnan meşşaî filozofudur. Kendisi
çeşitli ilim dallan ile meşgul olmuş ve birçok sahada kitap yazmıştır. Bu arada
tercüme faaliyetlerine bizzat katılarak Yunancadan tercümeler yapmıştır. Tabiat
filozoflarının ve ilk kelâmcıların tenkidine dair kitapları bilhassa
bahsedilmeğe değer. En meşhur kitabı, "Kıtâbü'l-Akl ve'l-Ma'kûl"dur.
Bir kısım kitapları Arapça-dan Lâtinceye çevrilmiştir.
(7) M. Scotte: 1210-1391
yılları arasında yaşamış bir Hıristiyan iiâhiyatçısıdır.
(8) R. Bacon: 1214 - 1294
yılları arasında yaşamış bir ingiliz filozofu olup, kimya, fizik, matematik,
tıp ve astronom! âlimi olarak tanınmıştır. Kendisinin kiliseye ve S. Thomas
gibi kilise babalarına hiç saygısı olmadığından ve İslâm düşünürlerinin büyük
tesirinde kaldığından ve bunu da açıkça ifade etmekten cekinmemesi yüzünden,
uzun seneler manasttr zindanlarında kalmış ve tek satır yazmasına izin
verilmemiştir. Bu imkâna ancak ölmeden iki sene evvel kavuşabllmiştir.
(9) Büyük Albert: 1193 -
1280 yılları arasında yaşamıştır. Kendisi Ortaçağda yetişmiş en önemli
hıristiyan filozof ve ilâhiyatçılardandır. Gene yasta Aristo ve meşhur bütün
İslâm filozoflarını iyice hazmetmişti. Atinalı Saint Thomas talebesidir.
(10) Aristo; M.Ö. 384-322
yılları arasında yaşamış bir Yunan filozofudur. Kendisi Eilâtun'un talebesi ve
İskender'in hocasıdır. İlk sistemli filozoftur. İlmin her dalında kitaplar
yazmış ve devrine göre çok ileri sayılan İzahlarda bulunmuştur. Mantığı da ilk
öefa sislemleştirip ilim haline getiren odur. Pek çok eser yazmıştır.İlk Cağın
en geniş bilgisi ve oriiinal filozofudur. Bu yüzden kendisine "Muailim-i
Evvel" unvanı verilmiş [Muallim-1 Sâni. Farâbî'dir) ve Hıristiyan ve İslâm
düşünürleri üzerinde derin tesirler yapmıştır. Atina'da derslerini gezinerek
verdiği Lise'yi açmıştır. Bu yüzden de felsefesine "Meşşâiyyûn - Yürüyücüler"
felsefesi adı verilmiştir. "Organon" adlı mantık kitabı H. R.
Atademlr tarafından Türkceye çevrilmiştir. "Metafizik" ve diğer mühim
hitaplarından hiçbirisi tercüme edilmemiştir.
67
(11) S. Augustm: M.S.
354-430 yılkın orasında yaşamıştır. Kilise felsefesinin ilk ve en büyük
temsilcisidir. Yeni Eflâtunculuk ile Hıristiyanlık arasında bir sentez meydana
geiirmeğe çalışmıştır. Öldüğü zaman piskopos idi. İrade hürriyeti yerine ilahi
takdîri müdafaa eder. Gazzâlî üzerinde tesiri olduğu ileri sürülmektedir.
(12) Holes'li İskender
(Alexandrel: 1170 (1180) - 1245 yılları arasında yaşamış olup skolastik
felsefenin ünlü üstadlarındandır.
(13) J. de la Rocheile:
Skolastik filozoflardandır. 13. asır başında doğmuş olup 1245'te ölmüştür.
Hales'li iskender'in Fransisken ilahiyat kürsüsünde halefi olmuş ve bundan
birkaç yıl sonra ölmüştür.
(14) Gazzğlî: 1058-1111
yılları arasında yaşamıştır. Batılı felsefe-çilere ve müsteşriklere göre.
Gazzâlİ İslâm âleminin en orijinal ve en büyük filozofudur. İlk defa ciddî bir
şekilde Aristo ve Eflâtun felsefelerine cephe almış, kelâmdan hareket etmekie
birlikte, felsefeye rağmen büyük bir filozof olmuştur. En büyük eseri
"ihyâu Ulûmi'd-Dîn"dir. Ayrıca filozoflara caîan
"TehSfütü'l-Felâsife" ve "Makâsıdu'l-Felâsife" adlı
eserleri ile "El-iktisat fil-İ'tikat" adlı eserleri de en meşhurlar
arasındadır. Bu kitaplar Batı düşüncesine çok tesir etmişiir. GazzSlî'nin
ölümünden 16 sena sonra "İhya" adlı kitabının Lâtinceye tercüme
edilmiş olması, cnun uyandırdığı alâkayı ve bıraktığı tesirlerin derinliğini
kısmen anlatabilir. Eserlerinin büyük bir çoğunluğu batı dillerine tercüme
edümiş olup. üzerinde çok değişik açılardan araştırmalar yapılmış ve
yapılmaktadır. Son yıllarda Almanya'da Gazzâli'nin "Sofra âdâbı"na
dair yapılmış bir araştırma, bu değişik açılardan bir tanesini teşkil.
etmektedir. Gazzâlî'nin birçok eseri Türkçeye çevrilmiş ise de, çoğu güvenilir
ve yeterli olmaktan uzaktır, maalesef. Bu da tercümelerin çoğunun ehil olmaydn
kimseler tarafından ve îicârî kazanç ân plâna alınarak yapılmasından ileri
gelmektedir.
(15) S. Thomas: 1226 - 1274
yılları arasında yaşamıştır. Skolastiğin en büyük îemsilcilerindendir.
Aristo'yu tercüme ve şerh etmiştir. Aristoculuk ile Hıristiyanlığı, akıl ile
İmânı uzlaştırmaya çalışmıştır. "Tho-misme" Ortaçağda kilisenin resmî
felsefesi haline gelmiştir. "Summa Teoiogica" en büyük eseridir.
Kendisi Gazzâlî'ye muhalif olmasına rağmen ondan çok istifade etmiştir.
(16) "Allah'ın
cüz'ileri bilmesi meselesi" asırlar boyunca münakaşa konusu olmuştur. Bir
kısım filozoflara göre, Allah âlemi bütün olarak bilir, fakat cüz'ileri bilmez.
Bu görüşe başta Gazzâlî olmak üzere birçok İslâm düşünürleri cephe almışlardır.
68
(17) Ibn-i Rüşd: 1126 -
1198 yıllan arasında yaşamış Endülüslü filozof. Aristocudur, Aristo'nun eserlerini
şerh etmiştir. Bunun için "Ortaçağın en büyük Aristo sarihi" olarak
bilinmektedir. Kurtuba kadılığı yapmıştır. Çeşitli dallarda birçok eseri
vardır. Gazzâli'nin Tehâfüt'üne •Tehâfütü't-Tehâfüt" odlı fair eserle
cevap vermiştir. Butıun için Batı'da felsefenin haklarını en iyi savunan
filozoflardan öiri olarak bilinmektedir.
(18) Ab&anf: 1079'da
Nante'da doğru ve Il42'de öldü. Nominalizmin kurucusu Roscelin'in
talebelerindendir. Skolastiklerin en serbesti, en cesuru ve kat'î tavırlı
olanıdır.
(19) G. D.'Ockham (W. of
Ockham): 1285 - 1349 seneleri arasında yaşamış olan İngiliz ilâhiyatçısı ve
filozofudur. Nominalizmin en büyük temsilcisidir.
(20) J. Sııridam 1360
yılına doğru ölmüştür. OckhanYiı VVilliam'm tolebesidir. Modern mekaniğin
kurucularından sayılır. Aristo'nun kitaplarına birçok şerhler yazmıştır.
(2) İ. Kani: 1724-1804
yılları arasında yaşamış büyük Alman filozofudur. Ansiklopedik bir âlim olup
dogmatizme ve şüpheciliğe karşı modern felsefenin en büyük sistemlerinden olan
"Tenkitçi akılcılık ve Transendant idealizm"i kurmuştur. Felsefede
bir inkılâp yapan "Tenkitleri; Saf Aklın Tenkidi, Pratik Aklın Tenkidi ve
Hüküm Gücünün Tenkidi" meşhurdur. Fakat bu kitapların hiçbirisi dilimize
çevrilmemiştir. Kendisi bir fenomenler (hâdiseler), bir de numen'ler âlemi
oyırmaktadır. Fenomenler âlemi, hem izafî hem de objektif olan ilmin konusudur.
Bilinemez mutlak varlıklar olan numenler de spekülatif metafiziğin konusudur.
Kant, numenler âlemine ancak pratik akıl ile ulaşılabileceğini ileri sürer. 19.
asır maddeciliği, Kant'ın "Pratik AklTnın inkârı ile ortaya çıkmış ve
kendisini Kant felsefesinin tabiî bir devamı gibi göstermeğe çalışmıştır. Bu
meddeciliği memleketimize nakleden Baha Tevfik, 1910'da çıkardığı Felsefe
Mecmuasında Kant Felsefesine dair yazdığı makalelerde aynı gayret içinde idi
(Bk. S. H. Bolay, T. Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi).
(22) N. Malebronche:
1638-1715 yılları arasında yaşamış bir Fransız filozofudur. Descartes'ci
mektebin en büyük îemsilcilerindendir. Esas mesleği papazlıktır.
(23) A. 6eulinex: 1625-1699
seneleri arasında yaşamıştır. Bu filozof da Descartes'ci mektebin ileri gelen
temsilciierindendir.
69
Dekart'cılık bunların
elinde kısmen Panteizme kaymıştır. Ahlâkta mutlak deterministtirler. Yâni cüz'î
iradeyi kabul etmezler.
[24) D. Hums: 1711 -177S
yılları arasında yaşamış bir İngiliz filo-zotudur. idealistlere ve
materyalistlere karşı şüpheciliği ile sürmüş, İngiltere'de akılcılığa karşı
koyan tecrübeci fenomenizm mektebinin en büyük temsilcileri arasına girmiş ve
fenomenizm ve pozitivizmin müjdecisi olmuştur. Kant': dogmatik uykusundan
uyandıran ve tenkitçi felsefeye yönelten odur.
(25) Condillac: 1715-1780
yılları arasında yaşadı. Mureau rahibi oidu. Mutlak sansüalizmin kurucusudur.
Fikirlerimize kaynak olarak yalnız duyularımızı (ihsaslan) kabul eder,
(36) Öassoncll: 1592 -
16E54 yılları arasında yaşamıştır. Serbest bir düşünürdür. Esas karakteri ile
materyalisttir. Aristo'ya hücumları1 ils meşhurdur,
(37) Böyle: ingiliz fizik
ve kimya âlimi Olup 1629 -1691 yılkın arasında yaşamıştır. Felsefeye bâzı mühim
tesirleri olmuştur.
(28) Renouvler: 1815 - 1903
yılları arasında yaşamış büyük bir Fransız filozofudur. Yeni Tenkitçiliği ve
Yeni Kantcılığı kuran kimsedir.
(29) Descartes: 1596-1650
yılları arasında yaşamıştır. Modern Cağın en büyük Fransız filozofudur. Çeşitli
ilim dallarında keşif ve açıklamaların yanında analitik geometrinin de kurucusu
olmak gibi bir sıfata sahiptir. Yeni Çağda melodik şüpheyle ise başlamış ve
buradan acık ve seçik fikirlere ulaşmıştır. Birçok eserleri1 vardır.
Eserlerinin büyük çoğunluğu Mehmet Karasan tarafından dilimize
kazandırılmıştır.
(30) F&nelon: Fransız
filozofu ve ilâhiyatçısı, 1651'de doğup 1715'-te ölmüştür. Descartes'i devam
ettirenlerdendir. Eğitime ait fikirleri ile de tanınmıştır.
(31) Huyghens: Hollandalı
fizikçi, matematikçi ve astronom. 1629 -1695 yılları arasında yaşamış olup
felsefeyi ilgilendiren eserleri vardır.
(32) Hemstertıuis:
Hollandalı bir filozoftur. Daha çok Sokrat ve Eflâtun'dan etkilenen bir ahlâk
felsefesi kurmuştur. 1720-1790 seneleri arasında yaşamıştır.
(3) E. Boutroıu: Ruhçu
Fransız filozolfarındandır. 1845'te doğup 1921'de ölmüştür. "Din ve
İlim", "Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu Hakkında" adlı eserleri
Türkçeye tercüme edilmiştir,
70
(34) Bergson: 1859 - 1931
yılları arasında yaşadı. Yahudi asıllı Fransız filozofudur. 20. asrın en büyük
ruhcu (spiritüalist) filozofu olarak kaDûl edilir. Felsefesini psikolojiye
dayandırmıştır. Orijinal ve cazip fikirleri ile mekanizme, materyalizme ve
pozitivizme karşı cephe aldı ve kuvvetli akisler uyandırdı. Zekâ karşısında,
gerçeğe ve mutlak'a doğrudan doğruya ulaştırdığı için sezgiyi savunmuş ve
Sezgiciliğin kurucusu olmuştur. Birçok eseri vardır. En mühim eserleri dilimize
M. Sahip Tunç ve M. Karasan tarafından çevrilmiştir.
(35) Leibniz: Alman
filozofudur. 1646'da doğdu, 1716'da öldü. Felsefe târihinin en büyük simaları
arasında yer alır. "Mondoloji"nin kurucusudur. Eserlerinden
"Monadoloji", "Metafizik üzerine Konuşmalar" ile
"insan Zihni Üzerine Yeni Denemeler"in giriş ve birinci kısımları
Türkçeye tercüme edilmiştir.
(36) Wolff: 1679-1754
yılları arasında yaşamış bir Alman düşünürüdür. Kant'a en çok tesir edenlerden
biridir.
(37) G. Gruno; 1548 • 1600
y Ulan arasında yaşamış italyan âlimi ve filozofu. Muhyiddin-i Arab'den etkilenerek
Hıristiyanlığa aykırı bir panteizm ortaya altığı için 1600 yılında kilise
tarafından ölüme mahkûm edilmiş ve kanı okıtılmamosı için de diri diri
yakılarak bu ceza infcz edilmiştir.
(3B) Sptnoza: Yahudi asıllı
Hollandalı bir filozoftur. 1632 - 1677 seneleri arasında yaşadı. Panteizmin
Batıda en büyük temsilcisidir. Aynı zamanda tam bir deterministtir.
"Etika" adlı meşhur eseri H. Ziya Ülken tarafından dilimize
çevrilmiştir.
(39) Srtaftersbury: 1671 -
1713 villan arasında yaşamış bir ingiliz filozofudur. Optimizmi benimsemiştir.
Duyulara dayanan bir ahfâk sistemi kurmağa çatışmıştır.
(40) ScheUlngr 1775-1854
yılları arasında yaşamış bir Alman filozofudur. Kant'la acılan romantik devrin
son büyük temsilcisidir. Alman idealizminin büyük mümessillerindendir.
(41) Bol n: Utilitarizm ve
pozitivizme bağlı kalmış bir İngiliz filozofudur .1818-1903 yılları arasında
yaşamıştır.
(42) F. Bacon: 1561 - 1926
yıllan arasında yaşamıştır. İngiliz tecrübeci mektebinin ve modern ilmin
müjdeci l erinden olmuştur. Aristo mantığına karşı tümevarıma dayanan
"Novum Organum - Yeni Orga-non"u yazmıştır.
71
(43) S. MIH; 1806-1873
yılları arasında yaşamış bir İngiliz filozofudur. Aristo'nun deduksiyon için
yaptığını o, endüksiyon için yapmağa çalışmıştır. Ahlâkta faydacıdır. Bu bakımdan
militarizmin esas kurucusu sayılır. Çeşitli sahalarla ilgili kitapları vardır.
Pozitivizmin İngiltere'de en ileri gelen temsilcisidir.
(4) Copernic: Polonyalı
meşhur astronomi âlimidir. 1473-1543 yılları arasında yaşamıştır. Görüşleri vs
buluşları astronomide inkılâp inkılâp yapmıştır.
(45) Berkley: 1685-1753
yılları arasında yaşamış meşhur ingiliz filozofudur. Anglikan piskoposu
olmuştur, ingiltere'de ruhçu idealizm okulunun paslıca temsilcisidir. Maddi
nesneler kavramının ve mekânın zihnî yapılar olduğunu ileri sürer. Bununla
immateryalizınin kurucusu olmaktadır. Ona göre maddenin varlığını kabul etmek
bile maddeciliktir.
(46) Huxley: 1825-1895
yılları arasında yaşamış olan ingiliz biyoloji alimi ve tabiat filozofudur.
(47) Feuerbach: 1804-1872
yılları arasında yaşamış meşhur Alman filozofudur. Kendisi ilâhiyatçı olmakla
birlikte koyu bir materyalist idi. Kari Marks maddeci unsurları felsefesini bu
filozoftan ithal etmiştir,
(48] Cuvier: Mukayeseli
astronomi, zooloji ve paleontoloji bilginidir. Fransızdır. 1769'da doğmuş,
1832'de ölmüştür. Teorilerinin felsefeye etkileri olmuştur.
(49) Maupertius; Fransız
fizikçisi, matematikçisi ve filozofudur. Newton'un kutuplar hakkındaki
görüşlerini ölçerek doğrulamıştır. 1698-1759 yıllan arasında yaşamıştır.
(50) Priestley: ingiliz
filozof ve ilâhiyatçısı. 1733-1804 yıllan arasında yaşamıştır. Fizik ve kimya
ile de uğraşmıştır. Oksijen gazının kâşifi olarak bilinir,
(51) Lavoisisr: Fransız
kimyacısı olup 1743-1794 yılları arasında yaşamıştır. Modem kimyanın babası sayılır.
Meşhur "Yoktan hiçbir şey var olmaz, var olan hiçbir şey de
kaybolmaz." sözü bunundur.
(52) Paraceicus: 1493-1541
yılları arasında yaşamış Alman kim-yâcısıdır. Aynı zamanda tabip ve filozoftur.
İlahiyatla da meşgul olmuştur.
72
(53) Leonordo: Meşhur
İtalyan ressam ve heykeltraşı. Çok cepheli bir sanatkâr ve âlimdir. Felsefe ve
metot meseleleri ilede meşgul olmuştur. 1452'de doğup 1519'da ölmüştür.
(54) Kepler: Alman
astronomi bilgini ve filozofu. 1571'de doğdu, 1630'da öldü. Astronomide kendi
adıyla anılan kanunları vardır.
[55] Galllee: Tabiat
ilimlerinin metodunu kurmuş ve kainat hakkındaki yeni anlayışları ile felsefeye
de mühim tesirler yaprntş olan meşhur italyan âlimidir. Aristo fiziğini yıktığı
için başta kilise olmak üzere birçok düşmanlıklar kazanmış vç engizisyon
mahkemelerine sevk. edilmiştir. Neticede uzun seneler sürgünde ve hapishanede
geçirmek zorunda kalmıştır. 1564-1642 yılları arasında yaşamıştır.
|56) Newton; Tanınmış
ingiliz matematikçisi .astronomu ve filozofudur. 1642-1727 yılları arasında
yaşamıştır. Kendisi, çekim [cazibe) kanunlarını keşfetmiştir.
(57) Eulerr İsviçreli
matematikçi ve filozof. Ayrıca fizik, kimya ve astronomi ile de meşgul olmuş ve
- birtakım keşiflerde bulunmuştur. 1707'de doğup 1783'te ölmüştür.
(58] Hobbes: 1588 - 1679
yılları arasında yaşamış bir İngiliz filozofudur. Leviathan adlı eseri
meşhurdur. Yen! cağın başlangıcında materyalizmin en koyu savunucusu ve onu
kuvvetlendiren kimse olmuştur. Ahlâkta faydacı, siyasetle despotizm taraftarı
olmuştur. "İnsan insanın kurdudur." sözü meşhurdur.
(59) Rousseau: 1712-1773
yılları arasında yaşamıştır. Kendine göre spiritüalisttir, fakat Tanrısı da,
esasında terkedilmiş olan ve tekrar dönülmesini istediği tabiattır. İçtimaî
mukavele fikrinin sahibidir. Kont'a en çok tesireden üç kişiden biridir.
Eğitimci fikirleri ile de tanınmıştır. Bir kısım eserleri dilimize
çevrilmiştir.
(60) Ncolaus: Alman
ilâhiyatçısı ve filozofu. Aynı zamanda matematikçi ve papaz. 1401 -1464 yılları
arasında yaşamıştır.
(61) Ravisson: 1813 -1900
yılları arasında yaşamış bir Fransız filozofudur. "Aristo Metafiziği
Üzerine Deneme" adlı eseri meşhurdur.
(62) Steiner: 1861 -1925
yılları arasında yaşamış olan Alman filozofudur. Antrapozofi felsefe teorisinin
kurucusudur.
(63) Spencer: 1820 -1903
yıllan arasında yaşayan tanınmış ingiliz filosoîudur. Evrimciliğin kurucusudur.
İlmin ve felsefenin olanı olan
73
(76) Hamilton: 1788-1856
yılları arasında yaşamış ingiliz filozofudur. Felsefesinde Humeun şüpheciliğine
ulaşmaktadır.
(77) Locke: İngiliz
ampirist filozofudur. Ona göre doğuşları bilgi yoktur ve insan zihni "Boş
bir levnadır". 163£'de doğup 1704'te ölmüş-tür.
(78) S. Anselme: 1033-1109
yılları arasında yaşamış olup Hıristiyan ilâhiyatçılanın en buy ilklerindendir.
Allah'ın varlığını isbat için iteri sürdüğü deliller ve "Anlamak için îman
ediyorum" sözü meşhurdur-
(73) Hegeh Mutlak
idealizmin kurucularından. 1770-1831 yılları arasında yaşadı. Mantıkla
metafiziği birleştirmeğe çalışmıştır. Metodu, çelişikliklerden uzlaşmaya doğru
düşüncenin yürüyüşünü ifade eden diyalektiktir. K. Marks daha sonra bu metodu
almış, tersine çevirmiş ve kendi sistemini izahta kullanmış ve diyalektik
materyalizmi kurmuştur.
(80) B en t ham; ingiliz
filozofu ve iktisatçısı. Faydacı ahlâkı Mill'den önce kuran kimsedir. 1748-1832
yılları arasında yaşamıştır.
(81) W. James: En büyük
Amerikan filozofudur. 1842-1910 seneleri arasında yaşamıştır. Pragmatizmin
kurucusu olup cokcu ruhçulu-ğun (spitualisme pluraliste) başlıca temsilcisidir.
Birçok eserleri vardır. Bunlardan bir'kısmı dilimize çevrilmiştir. Din
psikolojisi ile ciddî olarak meşkul olanlardandır. Terbiyeey dair fikirleri ile
de tanınmıştır.
(82) Jacobl: 1743-1819
yılları arasında yaşamış bir Alman filozofudur. İnsanın tabii şuuruna famamiyle
güvenmeyi, insanın zihinli tabiatı ile eşya gerçekliği arasında bi'r ezelî
ahenk bulunduğunu savunmuştur.
(83) HelmaJtz: 1821 -1894 yılları arasında
yaşamış Alman fizikçisi
ve fizyoloiisti. Fizikteki peşitli keşifleri meşhurdur.
{34) Camponella: 1568-1639
yılları arasında yaşamış olan İtalyan fizilofudur. Ömrünün 27 senesi zindanda
geçmiştir. Esas itibariyle şüpheci ve tenkitçi bir felsefi görüşe sahiptir.
"Güneş Sitesi" adlı eseri meşhurdur.
(85) Fechner: Alman
fizikçisi ve filozofu. 1801-1887 yılları arasında yaşamıştır. Monist bir Tanrı
anlayışı ile çokçu bir âlem anlayışına sahiptir.
(86) Machlaval: italyan
siyaset felsefecisi ve siyasetçisi. 1469'da doğup 1527'de öldü. Yaşadığı
devirde İtalya siyasî karışıklık kır içinde
76
idi ve devlet adamları
papaların oyuncağı idi, yahut papalar bizzat devlet idare ediyorlardı.
Papaların bu nüfuz ve ihtirasını önleyebilmek için din işleri ile devlet
işlerinin ayrılmasına lüzum görerek lâikliğin temellerini atmıştır. "Gaye
vasıtayı meşru kılar" sözü ile dîni. ahlâkı ve çeşitli değerleri gayeye ulaşmak
için birer âlet derecesine düşürmüştür. "Hükümdar" adlı eseri iki
defa dilimize çevrilmiştir.
(87] Gibbon: 1737 - 1794
yıliarı arasında yaşamış olan İngiliz tarihçisidir. "Roma İmparatorluğunun
Gerilemesi ve Yıkılışı" adlı eseri tanınmıştır.
(88) E. Haeckel; Alman
tabiat âlimi ve filozofu. 1834-1919 yMlgrı arasında yaşamıştır. Gecen asrın
kaba ilimci maddeciliğinin en büyük temsilcilerindendir. "Monizm"
adlı eseri, memleketimize bu maddeciliği yerleştirmek isteyen Baha Tevfik ve
arkadaşları tarafından "Vahdet-i Mevcut" adıyla dilimize tercüme
edilmiştir. Ayrıca "Kâinatın Muammaları" adındaki eseri de çevrilmiş
va bir özet halinde M.E.B.'nca liselere yardımcı kitap olarak yayınlanmıştır.
(89) Montesquleu: Fransız
hukuk ve siyaset filozofu. 1689 - 1755 yılları arasında yaşamıştır.
"Kanunların Ruhu" adlı eseri çok meşhurdur ve dilimize de
çevrilmiştir.
(90) E. Durkheîm: Yahudi
asıllı Fransız sosyologu ve filozofu. 1853-1917 yılları arasında yaşadı.
Sosyolojinin esas kurucusu sayılır. Comteun takipçisidir, Cemiyeti Tanrı yerine
koymuştur. Din sosyolojisi ile de ciddi olarak meşgul olmuştur. Eserlerinin bir
kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Okullardaki sosyoloji derslerine bu sosyoloji esas
olarak alınmıştır.
(81) Daraılfi: İngiliz
tabiat âlimi. 1309 - 1882 yılları arasında yaşamıştır. Tekamülcülüğün esas
kurucusu sayılır, insanın maymundan geldiğini iddia etmiş ve tabiî seçkinleşme
nazariyesini ileri sürmüştür. Allah'ın varlığına inanmakla birlikte, âlemi
mekanik bir tarzda îzah ettiği için materyalizme en büyük desteği sağlamıştır.
"Hayat mücadelesinde ancak kuvvetlinin yaşama hakkına sahip olduğunu"
ileri sürmesi, ingiliz sömürgeciliğinin resmî felsefesini ve dayanağını teşkil
etmiştir. Belli başlı eserleri dilimize çevrilmiştir. Darwin nazariyesi ve bilhassa
insanın maymundan geldiği fikri yüzyılımızın başından beri yapılan biyolojik,
antropolojik araştırmalarla değerini yitirmiş ve Mim târihinin raflarına tevdi'
edilmiştir. Fakat bâzı materyalist, ateist ve aşırı solcu gruplar, bu
nazariyeyi ayakta tutmağa calışmakta-
77
(7) Existensialisme
(Varoluşçuluk]: Genel olarak insanın varlığını ele alan. soyut fikirlerden,
külli kavramlardan (özlerden), müşahhas ve ferdî realitelerin üstünlüğünden
sıyrılarak konusunu sadece varoluşta gören felsefe akımı. Esas kurucusu 1855'te
ölen Kierkegaard adındaki Danimarkalı ilâhiyatçı filozoftur. O, 19. asrın
bunaltıcı maddeciliği karşısında sonsuz ve Ölüm önünde korku ve titremeden
hareket ediyordu. Daha sonra bu okım inkarcı nihilist ve aşkın bir varlığa
inanan varoluşçuluk tarzında ikiye ayrıldı. Dindar ekzistansiyaüstlerin başında
Kari Jospers gelir. Karşı anlayışın başında da J. Paul Sartre gelir. Sartre'a
göre varoluş, insanda Özden Öncedir. İnsan özünü kendi yaratmak zorundadır.
İnsanın hürriyeti ancak Tanrı'nm yokluğu veya inkârı ile mümkündür.
Varoluşçuluk hakkında
ülkemizde ciddî bir kitap yayınlanmadığı halde, Santre ve benzeri düşünürlerin
bütün vülgarize kitapları tercüme edilmiş ve bunlarla köklü akideler yıkılmağa
çalışılmıştır.
(8) Evolutionnisme
(Evrimcilik): Evrimi bütün âlemin, varlıkların, hayâtın, zihnin ve cemiyetlerin
genel kanunu kabul eden mezhep, [Kitapta bu konu genişçe ele alınmıştır.)
(9) Feminlsme: Kadınların
eşit muamele görmediklerini iddia ile her alanda kadın haklarının
genişletilmesini ve kadınlığın üstünlüğünü savunan meslek,
(10) İdĞallsme (Ülkücülük):
Düşüncenin biricik gerçek olduğunu ve bütün gerçeklerin aslı olduğunu,
maddenin, zihnin bir tasavvuru ve mahsûlünden başka bir şey olmadığını ileri
süren felsefe cereyanı. Çok değişik şekilleri vardır.
(11) Intultlonnisme
(Sezgicilik): İlmin âleti olan zekâdan ayrı bir bilme gücü olduğunu ve
felsefenin metodu olan sezgi ile doğrudan doğruya bulun eşyayı, gerçeğin özünü
bilebileceğini, Mutlak'a erişebileceğini, böylece metafiziğin meşruluğunu ileri
süren meslek. En büyük temsilcisi H. Bergson'dur.
(12) Monado!o|l: Alman
filozofu Leibniz'ln monadlar (ruha sahip en küçük parçalar) dan teşekkül
ettiğini iler] sürdüğü felsefî anlayışına ve nazariyeyi ocıkladığı eserine
verilen isimdir. Ona göre monadlar yer tutmaz, bölünmez, şekilsiz, ezelî ve
ebedîdirler. Monadların monadı AJIah'dır.
(13) Monisme Bircilik):
Nesnelerin özG bakımından âlemdeki her şeyi bir tek prensibe madde, ruh vs.)
irca eden felsefî anlayış. O, nee-
80
nelerin varlığı bakımından
tek bir asıldan çıktığını
ileri sürer. Ruhçu ve maddeci çeşitleri vardır.
14) Maleriallsme
Maddecilik): Ruhun ve ruhi özlerin varlığını inkâr ederek bütün gerçeğin
maddeden çıktığını kabul eder. Eşyanın bütün gerçekliğini maddeye indirger
(irca eder). Dolayısıyla bütün manevî değerleri ve ruhu, Allah'ı, âhlreti inkâr
ediyor. Târih boyunca birçok değişiklikler geçirmiştir. (Fazla bilgi için bk.
S. H. Bolay, T. Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücâdelesi, İst. 1967).
(15) Mecanlsme (Mekonizm):
Eşyanın tabiatı İcâbı âtıl olduğunu. ancak dışardan gelen kuvvetlerin tesiri
ile değişmeye tabi' olabileceğini iddia eder. Ayrıca maddenin kuvvetten ayrı
olduğunu ileri sürer ve hâdiseleri hep hareketle açıklamak ister. Bu akım
maddeciliğin en büyük destekçilerindendim
(16) Nihilisme (Hiççilik):
Her şeyin bir görünüş ve kuruntudan ibaret olduğunu ileri sürer ve hiçbir
değeri kabul etmez. Bizde Tevflk Fikret'in "Târih-i KadîrrTindeki şu beyti
bu teslrlö yazılmıştır:
Her şeref yapma, her saadet
piç, Her şeyin Ibtidası Shiri Hiç.
J Nihilizmin en büyük temsilcisi! Alman
filozofu Ntâtzche (Nice) dir.
(17) Nomlnallsme
(isimcilik): Küllilerin (tümellerin) özde ve zihinde mevcut olmadıklarım,
bunların sayısız birtakım nesnelere verilen isimlerden, hayâl ve kelimelerden
ibaret olduklarını iddia eden felsefe anlayışı. Böyloce bu meslek bilgimizin
objektifliğini de reddetmiş olmaktadır.
(18) Parolelllsme
(Muvâzîlik): İki veya daha fazla olaylar sarisinin paralel (muvazi) oluşudur.
Meselâ psiko-fizikte her cismâni oloya karşılık ruhî bir olayın varlığının
kob-) edilmesi muvazi l ıkıl r.
(19) Phenomenlsme
(Fenomenizm • Olguculuk): Her türlü maddî veya ruhî özün ve her sebebin
varlığını reddedip sıfatlan ve kanunlar gereğince birbirine bağlı olayları
kabul eder. Bütün gerçeği ve bilgiyi olaylara dayandırır. Bu akımın esas öncüsü
Hume'dur. Ona göre tecrübe bize ancak olayları bildirir ve olaylardan başka bir
şey yoktur.
(20) Po«itivlsme
(Pozitivizm - isbaliyecllik): Tecrübe ile gerçekleşmemiş olan her şeyi inkâr
edenlerin görüşü. Bu akım, olaylar arasındaki birtakım sabit münâsebetlerden
hareket ederek duyularımızla algılana-
İÇİN D EKİLER
Takdim
......................................................... 3
İsmail Hakkı İzmirli'nln
Hayâtı ve Eserleri ............... 5
Önsöz ......................................................... 7
İslâm Düşünürleri
Ortaçağlarda Avrupa Düşünürlerinin Üstadları ve
Selefleridir................................. 9
İslâm Düşünürlerinden bir
Grup İle Yeni Cağ Düşü-
nükleri Arasında
Karşılaştırma ........................... 12
Fert Fsrt
Karşılaştırma
.................................... 16
Tekâmül Sistemi
............................................. 41
Tenkit
......................................................... 46
ilâveler ......................................................... 47
Cetvel
......................................................... 49
Fransız Düşünürleri .............................. 49
ingiliz Düşünürleri ................................. 53
Alman Düşünürleri ................................. 57
İtalya Düşünürleri .................................... 61
Hollanda Filozofları . . ............................ 62
Amerikan Düşünürleri .............................. 62
Polonya Düşünürleri ............................... 63
Bibliyografya
................................................ 64
Notlar: i (Filozoflar ve
Âlimler Hakkında Kısa Bilgi) ... 66
Notlar: II (Kitapta Adı
Geçen Bâzı Felsefe Akımları) . 79
84
SUNENI TIRMIZI
TAHARET BABLARI
RESÜLÜLLAH (S.A.V.)
DEN
BAB : l
MEVZU : TAHARETSIZ
NAMAZ KABUL DEĞİLDİR
l — İbn Ömer (R.A) den
rivayet edilmiştir; Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Taharetsiz namaz kabul
değildir ve hileli maldan sadaka olmaz.»
Hennad rivayetinde «illa bi
tuhirun>> demekte (yani «namaz, ancak taharetle kabul olur»
tabirini kullanmakta) dır.'
Bu hadîs, bu babda varit
olan hadîslerin en sahihi ve en hasenidir. Ebül-Melih, babası, Ebu Hüreyre ve
Enes'den de bu babda hadîs rivayet edilmiştir. EbÜl-Mehh bin Usame'rün adı
Âmir'dir. Ona Zeyd bin usame bin Umeyr El-Hüzelî de deniliyor.
BAB
: 2
MEVZU : TAHARETİN FAZİLETÎ
2 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir Dedi ki: Resulul lah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Müslüman -veya
mü'min- kul abdest alırken yüzünü yıkadığında gözleri ile işlediği her kusur,
abdest suyu -veya suyun son damlası veya turna yakla-şık bir tabir kullandılar-
ile yüzünden çıkar; kollarını yıkadığında «ileriyle irtikâp ettiği her kusur,
su -veya. su-yua son damlası- ile ellerinden dökülür ve böylece günahlardan
tertemiz olarak çıkar.»
BAB .
3
MEVZU : NAMAZIN ANAHTAKI TAHARETTİR
3 — Ali (ra) den rivayet
edilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki:
Namazın anahtarı taharettir; tahrimi tekbirdir ve tahlili selâm
vermektir».'
4 — Cabir bin Abdillah
(R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Re-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Cennetin anahtarı namaz, Namazın anahtarı abdesttir.»
BAB : 4
MEVZU : AYAKYOLUNA
GİRERKEN OKUNACAK DUA
5 — Malik (R.A.) den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) helaya girerken «allahumme
inni euzu bike » derdi. Şu'be diyor ki: Bir defasın-
da da «euzu bike minelhubsi
vel habaisi»' veya « vel hubsu vel habaisi» dedi.
Bu babda Ali, Zeyd bin
Erkam, Cabir ve ibn-ü Mes'ud'dan hadis rivayet edilmiştir.
Enes'in hadîsi, bu babda
rivayet edilen hadîslerin en sahih ve en hasenidir.
6 — Enes bin Malik
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Resûlüllah
(S.A.V.), helaya gireceği
vakit«allahumme inni euzu bike minel hubsi vel habaisi>> derdi.
Bu hadîs hasen-sahihdir.
BAB : 5
MEVZU : AYAKYOLUNDAN ÇIKINCA OKUNACAK DUA
7 — Aişe (R. Anha)
dan rivayet edilmiştir. Dedi ki:
Resülullah (S.A.V.), heladan çıkınca « gufraneke » derdi.
BAB : 6
MEVZU : BÜYÜK VEYA KÜÇÜK ABDEST BOZARKEN KIBLEYE
KARŞI DURULMAMASI
8 — Ebu Eyyub El-Ensarî
(R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resûliillah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Ayakyoluna geldiğinizde ne büyük abdestinizi bozarken, ne de küçük abdestinizi
bozarken kıbleye kar-şi durmayın ve arkanızı da kıbleye çevirmeyin. Fakat şarka
veya garba yönelin.»11 Ebu Eyyub diyor ki: Şam'a geldik ve bazı helaları
kıbleye karşı yapılmış olarak bulduk. Bu helalara girince kıbleden (mümkün
olduğu kadar) inhiraf ediyor ve Allah'dan af diliyorduk.
BAB : 7
MEVZU : KIBLEYE KARŞI DURMA
RUHSATI
ö — Cabir bin Abdullah
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Re-sûl-i Ekrem (S.A.V.) bizi küçük
abdest bozarken kıbleye Karşı durmaktan menetmiş idi. Vefatından bir yıl önce
kendisinin kıbleye karşı durdu--ğunu gördüm.» '-
Bu babda Ebu Katade, Aişe, Ammar
bin Yasir'den hadîs rivayet edilmiştir.
Cabir'in bu babdaki hadîsi
hasen-garib'dir.
10 — İbn-u Lehîa bu hadîsi
Ebüz-Zübeyr'den, Cabir'den, Ebu Ka-tade'den rivayet etmiştir: «Ebu Katade,
Rasûlüllah (S.A.V.) in kıbleye karşı durarak bevlettiğini gördü.» Kuteybe bu
hadîsi bize İbn-i Lehîa'-dan naklen tahdis etti. ZAYIF
Cerir'in Rasûlüllah
(S.A.V.) den rivayet ettiği hadîs, Ibn-ü Lehîa'nm hadîsinden daha sahih'tir.
İbn-i Lehîa, muhaddislerin
nazarında zayıftır. Yahya bin Said El-Kattan ve daha başkaları, hıfzı yönünden
zayıf olduğunu kaydetmişlerdir.
11 — îbn-i Ömer (R.A.) dan
rivayet edilmiştir; dedi kî: «Bir gün Hafsa'nm evinin damına çıkmıştım.
Rasûlüllah (S.A.V.) i, yüzü Şam'a ve arkası Kabe'ye dönük olarak def-i hacet
yaparken gördüm.»
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
BAB : 8
MEVZU : AYAKTA KÜÇÜK ABDEST BOZULMAMASI
12 — Aişe (R, Anha) dan
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Her kim size
Kasûlüllah (S.A.V.) in
ayakta bevlettiğini söylerse ona. inanmayın. Ancak oturarak bevlederdi.»
Bu babda Ömer, Büreyde ve
Abdurrahman bin Hasene'den hadîs
rivayet edilmiştir.
Aişe'nin hadîsi bu babda
rivayet edilen hadîslerin en hasen ve en sahihi'dir.
BAB : 9
MEVZU : AYAKTA KÜÇÜK ABDEST BOZMA RUHSATI
13 — Huzeyfe (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «RasûlUllah (S.A.V.) bir kavmin çöplüğüne gelerek ayakta
bevletti. O'na abdest suyu getirdim. Geri çekilmek için ayrılırken beni
(yanına) çağırdı. O kadar (yaklaştım) ki topuklarının hemen yanında idim.
Abdest aldı ve mestlerinin üzerine mesnetti.»
BAB : 10
MEVZU : DEF-İ HACET ANINDA SETÎR
14 — Enes (R.A),den rivayet
edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.-V.) def-i hacet yapmak istediğinde
çömelmeden önce elbisesini kaldırmazdı.
BAB : 11
MEVZU : SAĞ ELLE 1STİNCA
(TAHARETLENME) NİN
KERAHETİ
15 - Ebu Katade'den rivayet
edilmiştir: «Rasûliillah (S.A.V.), kişinin sağ eli ile zekerini tutmasını,
menetti"
BAB : 12
MEVZU : TAŞLA ÎSTlNCA
16 — Abdurrahman bin
Yezid'den rivayet edilmiştir. Dedi ki- Sel-man'a «Peygamberiniz (S.A.V.) size
her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğretti» denildi. Selman «Evet» dedi «bizi
büyük veya küçük abdest bozarken kıbleye karş, durmaktan, sağ elle istinca
yapmaktan, üç taştan azı ile taharetlenmekten, Tezek veya kemikle
taharetlenmekten menetti.»
BAB : 13
MEVZU : İKİ TAŞLA İSTlNCA
17---Abdullah dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.)
def-ı hacet için çıkmıştı ki, «Bana üç taş bul» buyurdu. Ben iki taş ve bir
tezek getirdim, iki taşı aldı ve tezeği atarak «O necasettir» buyurdu »
BAB : 14
MEVZU : ÎSTİNCADA ISTİMALİ MEKRUH OLAN ŞEYLER
18 — Abdullah bin Mes'ud
(R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Tezek ve kemikle taharetlenmeyin. Çünkü o, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır»
: 15 MEVZU : SU ÎLE ÎSTİNCA
19 — Aışe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir. Dedi ki: »Kocalarınıza su ile temizlenmelerini emredin. Ben
onlar (a bunu anlatmak) dan utanıyorum. Oysa Rasûlüllah (S.A.V.) buna yapardı.»
BAB : 16
MEVZU : RESÛLULLAH (S.A.V.)
DEF-1 HACET YAPMAK iSTEDiKLERi ZAMAN UZAĞA GİDERDİ
20 — El-Muğire bin
Şu'be'den (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) ile beraber
seferde idim. Peygamber (S.A.V.) uza ğa giderek def-i hacet yaptı.»
BAB : 17
MEVZU : YIKANMA YERiNDE BEVLETMENİN KERAHETİ
21 — Abdullah bin
Mügaffel'den (R.A) rivayet edilmiştir. Rasû-lüllah (S.A.V.) kişinin yıkanma
yerinde bevletmesini menetti ve buyurdu ki: «Vesvesenin çoğu ondandır.»
BAB : 18 MEVZU : MlSVAK
22 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir"
Dedi ki: Rasû-lüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ümmetimi meşakkata düşürmüyor ol-
saydım onlara her namazın
önünde misvakı emrederdim.»
23 — Zeyd bin Halid
El-Cühenî'den (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüüah (S.A.V.) den
işittim; buyurdu ki: «Ümmetimi meşakkata düşürmüyor -olsaydım onlara her
namazın önünde misvâki emreder ve yatsı
namazını gecenin üçte birine tehir ederdim."
BAB :
19
MEVZU :
UYKUDAN KALKAN KİŞİ ELİNİ
YIKAMADAN SU KABINA DALDIRMASIN
24 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz gece
uykusundan''' uyandığı zaman elinin üzerine iki veya Üç defa su akıtmadan elini
su kabının içine sokmasın; çünkü elinin geceyi nerede geçirdiğini bilmez.»
•
BAB : 20
MEVZU : ABDESTE BAŞLARKEN BESMELE ÇEKMEK
25 — Rabah bin Abdurrahman
bin Ebî Süfyan bin Huveytıb, büyükannesi tankıyla büyükannesinin babasından
rivayet etmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim; buyurdu
ki:-«Abdeste başlarken besmele çekmeven kişi için abdest yoktur»
26 — Hasan bin Ali
El-Hulvanî'den, Yezid bin Harun'dan, Yezid bin [yâd'dan, Ebu Sifâl
El-Murrî'den, Rabah bin Abdurrahraan bin Ebî Süf-yan bin Huveytıb'den,
büyükannesi Said bin Zeyd'in kızından, babasın-ian, Rasûlüllah (S.A.V.) den
rivayet edilmiştir: Gecen hadîsin aynı.
BAB : 31
MEVZU : MAZMAZA VE ÎSTlNŞAK
(AĞIZA VE BURUNA SU
VERMEK;
27 — Seleme bin Kays (R.A.)
den rivayet edilmiştir. Dediki ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Abdest
alırken (burnuna su verdiğinde» sümkür ve taşla taharetlendiğinde tekle.»
BAB : 22
MEVZU : BİR AVUÇTAN AGIZA
VE BURUNA SU VERMEK
28 — Abdullah bin Zeyd
(R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ra sûlüllah (S.A.V.) in bir avuçtan
ağzına ve burnuna su verdiğini gördüm. Bunu üç defa yaptı.»
BAB : 23
MEVZU : S AKALI HİLÂLLAMAK ARALARINA SU GEÇÎRMEK
29 — Hassan bin Bilâl'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Ammar bin Ya-sir'i gördüm; abdest aldı ve
sakalının arasına su geçirdi. Bunun üzerine ona soruldu -veya ben' ona sordum
dedi-: «Sakalının arasına su mu ge-çiriyorsıun.?» Ammar, «ne mani var?
Rasûlüllah (S.A.V.) in sakalının arasına su geçirdiğini gözlerimle gördüm»
dedi.
30 — Ibn-ü Ebî Ömer'den,
Ibn-ü Uyeyne'den, Saıd bin Ebu Arube' den, Katade'den, Hassan bin Bilâl'den,
Ammar'dan, Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilmiştir: Ayni hadîs.
31 — Osman bin Affan'dan
(R.A.) rivayet edilmiştir: «Resûlullah
(S.A.V.) sakalını hilaller (arasına su geçirir) idi.» Bu hadîs hasen-sahih'tir.
BAB : 24
MEVZU : BAŞI ÖNDEN BAŞLAYARAK ARKAYA DOĞRU
MESHETMEK
32 — Abdullah bin Zeyd'den
(R.A.) rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) başını iki eli ile meshetti ve
ellerini ileri ve geri hareket ettirdi: Başının ön tarafından başladı; sonra
enseye doğru gitti; sonra iki eli-ııî başladığı yere çevirdi; daha sonra
ayaklarını yıkadı.»
Bu babda Muaviye, El-Mikdam
bin Ma'dikerib ve Aişe'den de hadîs rivayet edilmiştir. Abdullah bin Zeyd'in
hadîsi bu babda rivayet edilen en sahih ve en hasen hadîsdir. Şafiî, Ahmed ve
Ishak'ın kavli budur,
BAIİ : 25
MEVZU :
BAŞIN MESHlNE ARKADAN BAŞLAMAK
33 — Muavviz bin Afrâ'nın
kızı Er-Rubeyyı' (R. Anha) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.V.) başını
iki defa meshetti: önce başının gerisinden ve sonra önünden başladı ve her iki
elinin içleri ve dışları ile
meshetti.»
Bu hadîs basendir. Abdullah
bin Zeyd'in hadîsi, isnad yönünden bu hadisden daha sahih ve daha iyidir.
Kûfe'lilerden bazıları bu hadîse zahıp olmuşlardır. " Vekî" bin
El-Cerrah onlardan biridir.
BAB : 36
MEVZU : BAŞA BİR KERE MESH VERMEK
34 — Muavvia bin Afrâ'nın
kızı Er-Rubeyyı' "(R. Anha) dan rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) i
abdest alırken gördü. Diyor ki: «Ön ve arka kısımları ile başını, sakaklarım ve
kulaklarını bir kez meshetti.»
BAB : 27
MEVZU :
BAŞIN MESHİ iÇiN YENİ SU ALMAK
35 — Abdullah bin Zeyd'den
(R.A.) rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) in abdest aldığını ve başını
kollarından artan sudan başka (yeni) su ile meshettiğini gördü.»
BAB : 28
MEVZU : KULAKLARI İÇLERİ VE DIŞLARI İLE MESHETMEK
36 — Ata bin Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.-V.) başını ve içleri ve dışlan ile
kulaklarını meshetti»^
Bu babda Er-Rubeyyı'den de
hadîs rivayet edilmiştir, îbn-ü Abbas'ın hadîsi hasen-sahih'tir. tlim ehlinin
çoğunun yanında amel bu hadîs üzeredir: Kulakların içten ve dıştan meshedilmesi
görüşündedirler.
BAB : 29
MEVZU :
KULAKLAR BAŞIN MESHİNE DAHİLDİR
37 — Ebu-Umame (R.A.) den.
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah
(S.A.V.) abdest aldı;
yüzünü üç kerre ve kollarını üç kerre yıkadı; başını meshetti ve dedi ki: «Kulaklar
başın meshine dahildir.»
BAB : 30
MEVZU : PARMAKLARI HlLÂLLAMAK (ARALARINA SU GEÇİRMEK)
38 — Asım biıı Lakît bin
Sabire'nin babasından (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.)
şöyle buyurdu: «Abdest aldığında parmaklarını hilâlla (aralanna su geçir.)»
39 — îbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasülüllah (S.A.V). buyurdu kî: «Abdest aldığında ellerinin
ve ayaklarının parmakları arasına su geçir.»
Bu hadîs hasen-garib'dir.
40 — El-Müstevrid bin
Şeddad El-Fihrî (R.A.) den rivavet edilmiş-tir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) in
abdest aldığında serçeparmağı ile ayak parmakları (nın arası) nı ovduğunu
gördüm.
Bu hadîs hasen-garib'dir.
Bunu yalnız tbn-ü Lehîa'nin rivayetinden bilmekteyiz.
BAB : 31 MEVZU : CEHENNEM
ATEŞİNDEN TOPUKLARIN VAY HALİNE
41 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A. V.) buyurdu ki: "Cehennem ateşinden
topukların vay haline!.»
BAB : 32
MEVZU : ABDEST AZALARINI BiRER KERE YIKAMAK
42 — îbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S A V.) birer kere (abdest azalarını
yıkayarak) abdest aldı.»
BAB :
33
MEVZU : ABDEST AZALARINI İKİŞER KERE YIKAMAK
43 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir:
(Rasûlüllah (S. A.V) ikişer kere
(abdest azalarını yıkayarak) abdest aldı.»
BAB : 34
MEVZU : ABDEST AZALARINI ÜÇER KERE YIKAMAK
44 — Ali (R.A.)
den rivayet edilmiştir:
«Rasûlüllah (S.A.V.) üçer kere (abdest
azalarım yıkayarak) abdest aldı.»
BAB : 35
MEVZU : ABDEST UZUVLARININ BİRER, İKİŞER VE ÜÇER
KERE YIKANABiLMESl
45— Sabit bin Ebî
Safiyye'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ebu Cafer'e «Cabir sana Rasûlüllah
(S.A.V.) in birer, ikişer ve üçer kere (abdest azalarım yıkayarak) abdest
aJdığuu tahdis etti mi?» diye sordum ve «evet!» dedi.
46 — Vekf Sabit bin Ebî
Safiyye'den rivayet etmiştir. Sabit dedi ki: Ebu Cafer'e «Cabir sana Rasûlüllah
(SAV.) in birer kere (abdest uzuvlarını yıkayarak) abdest aldığını tahdis etti
mi?» diye sordum;"evet"
BAB :
36
MEVZU : ABDEST ALIRKEN UZUVLARIN KİMİNİ İKlŞER VE
KİMİNİ ÜÇER KERE YIKAMAK
47 — Abdullah bin Zeyd'den
(R.A.) rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) abdest aldı: Yüzünü üç kere
yıkadı; kollarını ikişer kere yıkadı; başını meshetti ve ayaklarını ikişer kere
yıkadı.»
Bu hadîs hasen-sahih'tir..
BAB :
37
MEVZU : RASÜLÜLLAH (S.A.V.)
İN ABDESTÎ NASILDI?
48 — Ebıı Hayye'den rivayet
edilmiştir; dedi ki: AU'yi gördüm; ab-dest aldı: Ellerini tertemiz edinceye dek
yıkadı; sonra üç defa ağızına su verdi; üç defa burnuna BU verdi; üç defa
yüzünü yıkadı; üç defa kollarını yıkadı; başına bir kere mesh verdi; sonra
ayaklarını topuklarına dek yikadı; sonra ayağa kalkarak abdestten artan suyu
aldı ve ayakta içti;son-
ra şöyle dedi: (Rasûlüllah
(S.A.V.) in abdestinin nasıl olduğunu sîze göstermek istedim.»
49 — Abduhayr'den rivayet
edilmiştir: Ebu Hayye'nin Ali'den rivayet ettiği hadîsi aynen naklediyor; ancak
(hadisin sonunda) şöyle diyor: «Abdestini tamamlayınca avucu ile abdestten
artan sudan alır ve içerdi.»
BAK : 38
MEVZU : ABDESTEN SONRA ETEĞE SU SERPMEK
50 — Ebû Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah
(S.A.V) buyurduki "Cibril bana geldi
"ya Muhammed! dedi
"Abdest aldığında su serp." ZAYIF
BAB : 39
MEVZU : ABDESTİ TAM VAPMAK
51 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S-A.-V.) buyurdu ki; «Allah'ın, kusurları ne
île sildiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini size haber vereyim mî? «Evet,
yâ Rasûlüllah!» dediler. Buyurdu ki: «Güçlüklere rağmen abdesti tam yapmak;
mescidlere adımları ço-
ğaltmak; namazdan sonra
namaz beklemek; işte ribat (Hak yolanda dai-mî cihad) budur.»
52 — Kuteybe ayni hadîsi
bize Abdülaziz bin Muhammed'den, El-Alâ'dan, babasından, Ebu Hüreyre'den,
Rasûlüllah (S.A.V.) den tahdis etti ve hadîsinde üç kere «işte ribat budur;
İşte ribat budur; işte ribat budur» dedi.
BAB : 40
MEVZU : ABDESTEN SONRA PEŞKİR KULLANMAK
53 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasûlullah (SAV.) in
bir çaputu vardı; abdest aldıktan sonra onunla kurulanırdı.»
Bu babda Muaz tan Cebel'den
de hadîs rivayet edilmişür.ZAYIF
54 — Muaz bin Cebel (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasû-lüllah (S.A.V.) i gördüm. Abdest
aldığında yüzünü elbisesinin ucu île sildi (kuruladı.)»ZAYIF
BAB : 41
MEVZU : ABDESTTEN SONRA OKUNACAK
DUA
55 — Ömer bin El-Hattab'dan
(R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Abdest
alan kişi abdestini güzel alır ve sonra « eşheduenne la ilahe illallahu
vahdehulaşeriykele hu ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve rasuluhu.allamme
minettevvabiyne,vecalniy minel metetahhaiyne" derse kendisine sekiz
cennetin kapısı açılır.Ve dilediği kapıdan girer."
BAB : 42
MEVZU : BÎR MÜDD SU İLE ABDEST
56 — Sefine (R.A.) dan
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bîr müdd su ile abdest alır ve bir sa'
su ile guslederdî.»
BAB : 43
MEVZU : ABDESTDE SU İSRAF ETMENiN KERAHETİ
..
57 — Übey bin Kâ'b'den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Abdestin bir şeytanı
vardır ki, ona Velehan denilir. Suyun vesvas (şeytan) ından (evhama kapılıp
suyu israf etmekten) sakının.»ZAYIF
BAB : 44
MEVZU : HER NAMAZ 1ÇÎN AYRI BiR ABDEST
58 — Enes (R.A.) den
rivayet ediimiştir: (Rasûlüllah (SAV) ab-destli olsa da, olmasa da, her namaz
için abdest alırdı.» Humeyd diyor ki: Enes'e «siz nasıl yapardınız? diye
sordum. Enes, «biz bir abdest alır (abdestli iken tekrar abdest almaya lüzum
görmez) idik» dedi.ZAYIF
59— İbn-ü Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Abdest üzerine abdest
alana, Allah, ikinci abdesti sebebiyle on basene (sevab) yazar.»"ZAYIF
60 — Amr bin Âmir
El-Ensarî'den rivayet edilmiştir; diyor ki: Enes bin Malik'den şöyle dediğini
işittim: «Rasûlüllah (S.A.V.) her namaz vaktinde abdest alırdı.» Enes'e «siz ne
yanardınız?» diye sordum. Enes, «biz butun namazları, abdestimiz bozulmadıkça
bir abdest ile kılardık» dedi.
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
Humeyd'in Enes'den rivayet ettiği hadîs ise hasen-garib'dir.
BAB : 45
MEVZU :
NAMAZLARI BiR ABDEST İLE KILMAK
61 — Büreyde (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) her namaz, için bir abdest alırdı,
Feth senesi olunca bütün namazları bir abdest ile kıldı ve mestlerinin Üzerine
mesnetti. Bunun üzerine Ömer, ya Rasûlullah! (şimdiye dek) yapmadığınız bir
şeyi yaptınız?» dedi. Rasûlüllah (S.A.V.) «bunu bilerek yaptım» buyurdu.
BAB : 46
MEVZU : ERKEK ÎLE KADININ BIK KABDAN ABDEST
ALMALARI
62 — îbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Meymüne bana tahdis etti ve dedi ki: «Ben ve
Rasûlüllah (S.A.V.) bîr kabdan gu-sul abdestimizi alırdık.»
BAB : 47
MEVZU ; KADININ ABDESTİNDEN ARTAN SUYUN KERAHETİ
63 — Gifâr oğullarından bir
kişiden rivayet edilmiştir; dedi ki: (Rasûlullah (SAV.). kadının abdestinden
artan su (ile abdest almak) dan menetti,»
64 — El-Hakem bin Amr
El-Gifârî'den rivayet edilmiştir: «Rasû-lullah (S.A.V.) erkeğin, kadının
abdestînden artan su -veya içmesinden artan su buyurdu- ile abdest almasını
menetti.»
BAB : 48
MEVZU : KADININ ABDESTlNDEN ARTAN SU ÎLE ABDEST
ALMA RUHSATI
65 — İbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlul-lah (S.A.V.) in ezvac-i tahirâtından biri
Cefne'de gusletti. Rasûlullah (S.A.V.) o kabdan abdest almak İsteyince, «Ya
Rasûlüllah!» dedi «ben cünub idim.» Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurdu:
«Su cunub (necis) olmadıya.»
BAB : 49
MEVZU :
(BOL) SUYU HİÇ BiR ŞEY NECÎS YAPMAZ
66 — Ebu Said El-Hudrî'den
(R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Yâ Rasûlüllah!» denildi «Budâa kuyusundan
abdest alalım mı? Bu ise hayz bezlerinin, köpek leşlerinin ve kokmuş nesnelerin
atıldığı bir kuyudur.»
Bunun üzerine Rasûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «Muhakkak ki (bol.)su temizdir. Onu hiç bir,şey necis
yapmaz.»
BAB : 50
MEVZU : GEÇEN BAHiS
67 — îbn-u Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e ıssız yerde bulunup yırtıcı
ve çeşitli hayvanların uğrağı olan sudan sual edildiğim işittim. Rasûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «Su, iki külle miktarı olursa onu hiç bir şey necis
yapmaz.»
BAB : 51
MEVZU : DURGUN SUDA
BEVLETMENİN KERAHETİ
68 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz zinhar
durgun suda bevledip, sonra ondan abdest olmasın»
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
Bu babda Cabir'den de hadis rivayet edilmiştir.
BAB : 52
MEVZU : DENiZ SUYU TEMlZDİR
69 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir; diyor ki: Bir adam, Rasûlüllah (S.A.V.) e «Yâ Rasûlüllah!»
dedi «biz deniz yolculuğu yaparız ve beraberimizde az su taşırız. Onunla abdest
alırsak susuz kalacağız. bu durumda deniz suyundan abdest alabilir miyiz?.»
Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «O (deniz), suyu temiz ve ölüsü helâl
olandır»
BAB : 53
MEVZV :
BEVL HAKKINDA VARlT OLAN TEŞDiD
(SERT HÜKÜM)
70 — İbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.-V.) iki kabire uğradı ve buyurdu ki: Bu
iki kabir azap görüyorlar ve azap görmeleri de ağır bir iş için değil:'' Şu,
üzerine bevlin sıçramasından sakınmazdı; şu da koğucuhık yapardı.»
BAB : 54
MEVZU :
HENÜZ MAMA YEMEYEN ÇOCUĞUN
BEVLİNİN ÜZERİNE SU DÖKÜLEREK TEMİZLENMESİ
71 — Ümm-ü Kays bint Mihsan
(R. Anha) dan rivayet edilmiştir: dedi ki: «Henüz mama yemiye başlamayan bir
çocuğumla Rasûlullah (S.A.V.) in yanına girdim. Çocuk, O'nun (kucağında iken)
üzerini ıslattı. Bunun Üzerine su istedi ve bu suyu sidiğin üzerine serpti
"
BAB : 55
MEVZU : ETİ
YENEN HAYVANIN SİDİĞİ
72 — Enes (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Ureyne'den bazı kişiler Medine'ye gelmişlerdi ki,
Medine'nin havasını ağır buldular. Rasûlüllah (S.A.V.) zekât develerini onlara koşarak
gönderdi ve buyurdu ki: «Bunların sütlerinden ve tevillerinden için!». Onlar da
(Medine'den çıktıktan sonra) Rasûlüllah (S.A.V.) in çobanını Öldürdüler;
develeri önlerine kat-tılar ve islâm dininden İrtidat ettiler (döndüler). Sonra
(yakalanarak) Rasûlüllah (S.A.V.) e getirildiler. Bunun üzerine (suçlarının
cezası olarak) ellerinin ve ayaklarının çaprazlamasına kesilmesine, gözlerinin
oyulmasına ve kendilerinin de Harre'ye atılmalarına hüküm verdi. Onlardan
kiminin ağzı ile yeri kopardığını görürdüm. Neticede öldüler.» Muhtemelen
Hammad, (hadisin son kısmım) şöyle rivayet etmiştir: «Onlardan kiminin
dişlerini takarak yeri ısırdığını görür îdim. Nihayet öldüler.»
Bu hadis hasen-sahih'tir.
Enes'den müteaddit vecihlerden rivayet edilmiştir, îlim adamlarının çoğunun
kavli budur: Eti yenen hayvanların sidiğinde beis görmemektedirler.
73 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Kasû-lüHah (S.A.V.) İD onların gözlerini
oymasının yegâne sebebi, çünkü onlar, çobanların gözlerini oymuşlardı.»
Bu hadîs garib'dir. Bu Şeyh
(Yahya bin Gaylân) daıı başkasının bu hadîsi Yezid Mu Ziibery'den rivayet
ettiğini bilmiyoruz. «Yaralamalarda kısas» âyetinin mânası budur."
Muhammed bin Sîrîn'den şöyle dediği rivayet ediliyor: «KasûlüUah (S.A.V.) in
onlan bu cezaya çarphrraası, ancak şer'î cezaların nüzulünden önce vaki
olmuştur.»
BAE : 56
MEVZU : YELLENMEDEN
MÜTEVELLÎD KOKUDAN ABDEST LAZIM GELiR
74 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu kî: «Abdest, ancak (yellenmeden
mutevellid) sesten veya kokudan lâzım gelir.»
Bu hadis hasen-sahih'tir.
75 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmigtir: Rasûlüllah fS.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz mescidde
(oturur) iken butları arasından bir koku sezerse, (yellenmeden mütevellit) sesi
işitmedikçe veya kokuyu duymadıkça çıkmasın.»
76 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir:
Rasûlüllah (S.A.V) buyurdu ki: «Allah, sizden birinizin abdestî bozulduğunda, abdest al-mayınca namazını
kabul etmez.»
Bu hadîs garib-hasen sahihtir.
BAB : 57
MEVZU : UYUMAKTAN ABDEST LAZIM GELDiĞi
77---Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir:
Rasûlüllah (S.A.V.) in secdede iken uyuduğunu gördü. Horuldamaya veya ufle (r
gibi nefes ver) meye başladı ve sonra kalkıp namaz kıldı. Bunun üzerine «Yâ Ra-sûlullah!» dedim «sen gerçekten
uyudun.» Buyurdu ki: «Yatarak uyuyana abdest lâzım gelir ancak. Çünkü uzandığı
zaman mafsalları kendini koyverir (gevşer)».ZAYIF
Ebu Hâlid'in ad: «Yezid bin Abdurrahman»' dır,
Bu babda Aige, tbn-ü Mes'ud ve Ebu Hüreyre'den hadîs rivayet edilmiştir.
78 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Ra-sâlullah (S.A.V.,)
in ashabı uyurlar; sonra kalkıp namazlarını kılarlar ve abdest almazlardı»
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
BAB
: 58
MEVZU : ATEŞTE PİŞEN AŞDAN ABDEST LÂZIM GELDlĞl
79 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ateşin
değdiği her şeyden, hatta peynir parçasından bile abdest lâzım gelir.» Bunun
üzerine ibn-ü Abbas, Ebu Hüreyre'ye sordu: «yâ Ebâ Hureyre! Yağdan (yersek)
abdest alalım mı?». Sıcak sudan (içersek) abdest alalım mı?.» Ebu Hüreyre «ey
birader-zadem!» dedi. «Rasûlullah (S.A.V.) den bir hadîs işitince ona misal
vermeye kalkışma.»"
BAB : 59
MEVZU : ATEŞDE PİŞEN AŞDAN ABDEST LAZIM GELMEDİĞİ
80 — Cabir (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah (S,-A.V.), beraberinde olduğum halde
Ensardan bîr kadının evine girdi. Kadın O'na bir koyun kesti ve O, (koyunun
etinden) yedi. Sonra bir tabak olgunlaşmış yaş hurma getirdi ve ondan da yedi.
Sonra abdest alıp namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra, kadın O'na koyunun
geri kalan etinden gene getirdi ve Rasûlullah (S.A.V.) yedi. Sonra abdest alma-
dan ikindi namazını kıldı.»
BAB : 60
MEVZU : DEVE ETÎNDEN ABDEST LAZIM GELDİĞİ
81 — El-Berrâ bin Âzib
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûl-i Ekrem (S.A.V.) e deve
etlerinden abdest (lâzım geldiği) hakkında sual soruldu ve «Onlardan
(yediğinizde) abdest alıntı buyurdular. Koyun etlerinden abdestten sual edildi.
Bunun üzerine şöyle buyurdular: «Koyun etlerinden (yediğinizde, eğer abdestli
iseniz,) abdest almayın!.»
BAB : 61
MEVZU : ZEKERİN MESSÎNDEN
(EL DEĞDİRMEDEN) ABDEST LAZIM GELDİĞİ
82 — Büsre bint Safvan (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Her kim zekerine
el değdirirse abdest almadan namaz kılmasın.»
83 — Ebu Üsame ve daha
başkaları bu hadîsi Hisam bin Urve'den, Babasından, Mervan'dan, Büsre'den,
Rasûlüllah (S.A.V.) den aynen rivayet ettiler. Bunu bize Ebu Usame'den naklen
îshak bin Mansur tahdis etti.
84 — Ebuz-Zinâd bu hadîsi
Urve'den, Büsre'den,, Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet etmiştir. Bunu bize Ali
bin Hucr tahdis etti ve dedi ki: Bize Abdurrahman bin .Ebîz-Zinâd, babasından,
Urve'den, Büsre'den, Rasü-lüllah (S.A.V.) den tahdîs etti: Geçen hadîsin aynı.
BAB : 62
MEVZU : MESS-1 ZEKERDEN ABDEST LAZIM GELMEDİĞİ
85 — Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu
ki: «O ancak insandan bîr et parçası veya onun bir cüzüdür.»
Bu babda Ebu Umame'den hadîs rivayet edilmiştir. Peygamber
BAB : 63
MEVZU : ÖPMEKTEN
ABDEST LAZIM GELMEDİĞİ
86 — Aişe (R.A.) dan
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) ailelerinden birini öptü ve sonra
abdest almadan namaza çıktı.> Urve diyor ki: Aişe'ye «o, mutlaka sendin»
dedim ve bunun üzerine Aişe (R. Anha) güldü.
BAB : 64
MEVZU : KUSMA
VE BURUN KANAMASINDAN
ABDEST LAZIM GELDiĞi
87 — Ebud-Derdâ (R.A) den
rivayet edilmiştir: (Rasûlüllah (S.A.-V.) kusdu ve bunun üzerine orucunu bozdu
ve abdest aldı.» Ma'dan bin-Ebî Talha diyor ki: Şanı mescidinde Sevban ile
karşılaştım ve ona bu hadisi anlattım. Dedi ki; «Doğru söyledi; ben de
peygamberin eline abdest suyunu dökmüştüm.» .
tshak bin Mansur «Ma'dan
bin Talha diyor. Oysa «Ma dan bin Ebî Talha» daha doğrudur.
BAB : 65
MEVZU : ŞIRA ÎLE ABDEST
88 — Abdullah bin
Mes'ud'dan (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) bana
«mataranda ne var » diye sordu. Ben de «şıra» dedim. Bunun üzerine «güzel hurma
ve temiz su» buyurdu. Sonra ondan (hurma şırası ile) abdest aldı.ZAYIF
BAB : 66
MEVZU : SÜT IÇTİKTEN SONRA AĞZI ÇALKALAMAK
89 — lbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.-V.) sut içti ve akabinde su getirterek
ağzım çalkaladı ve buyurdu ki: Süt yağlı bir maddedir.»
BAB : 67
MEVZU : ABDEST BOZARKEN
SELAM ALMANlN KEBAHETÎ
90 — Ibn-ü Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlullah sav
bevlederken adamın biri O'na selâm verdi ve Peygamber (S.A.V.) onun selâmım almadı.»
BAB : 68
MEVZU : KÖPEGÎN ARTIĞI
91 — Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.-A.V.) buyurdu ki: «Köpeğin yaladığı kab yedi
kerre yıkanır: birincisi veya sonuncusu toprak ile (ovulur). Kedinin yaladığı
kab bir kere yıka-
nır.»
HAH : 69
MEVZU : KEDİNİN ARTIĞI
92 — Kâ'b bin Malik'in kızı
Kebşe'den rivayet edilmiştir. Kebşe, Ebu Katade'nin oğlunda idi" ve Ebu
Katade (bir gün) onun yanına geldi.' Kebşe diyor ki: Ebu Katade'ye abdest suyu
getirdim. Bu esnada susamış bir kedi geldi. Ebu Katade, su kabını eğerek kediye
su içirdi. Benim kendisine baktığımı görünce «ey kardeşimin kızı!»*'1 dedi
«acayip mi buldun?.» «evet!» dedim. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Kedi pis değildir. Çünkü o, devamlı olarak etrafınızda dolaşan
hayvanlardandır.»
BAR : 10
MEVZU : MESLERÎN ÜZERİNE MESH
VERMEK
93 — Hemmam bin
El-Hâris'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Cerir bin Abdullah küçük abdest
bozdu; sonra abdest aldı ve mestlerinin üzerine meshetti. Kendisine «bunu nasıl
yaparsın?» denildiğinde şöyle dedi: «Yapmama mâni olacak ne var? Ben, Rasûliillah
(S.A.V.) in bunu yaptığını gördüm.» ibrahim diyor ki: Onlar Cerir'in -hadîsini
beğenirlerdi. Çünkü Cerir'in müslüman oluşu, El-Mâide'nin nüzulünden sonra vuku
bulunmuştur.' «Onlar, Cerir'in hadîsini beğenirlerdi» cümlesi, hadîsin
râ-vilerinden olan ibrahim'in sözüdür.
94 — Şehr bin Havşeb'den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Cerir bin Ab-dullah'ı gördüm; abdest aldı ve
meslerinin üzerine mesh verdi. Bu hususu
kendisine sorduğumda «ben,
Rasûlüllah (S.A.V.) i gördüm; abdest aldı ve meslerinin üzerine meshetti» dedi.
Ona «Mâide ayet inden evvel mi yok-sa sonra mı?» diye sordum ve bunun üzerine
şöyle dedi: «Esasen ben, Ma-ide'den sonra müslüman oldum.»
BAB : 71
MEVZU : SEFERİ VE MUKlM OLANLARIN MES ÜZERiNE
MESHÎ
95 — Huzeyme bin Sabit'den
rivayet edilmiştir: Rasûliillah (S.A.V.) e meslerin üzerine meshetmek hakkında
sual soruldu ve bunun üzerine şöyle buyurdu: «Seferi olan kimse için. üç gün ve
mühim (ikamet eden) için
bir gün.
96 — Safvaa bin Assai
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Seferde olduğumuzda Rasûlullab
(S.A.V.) bize meslerimizi üçgün üç gece büyük abdest bozmaktan, bevletmekten ve
uyumaktan çıkarmamamızı; yalnız cünüblükten çıkarmamızı emrederdi.»
BAB : 72
MEVZU : MESLERÎN ÜSTÜNE VE ALTINA MESH VERMEK
97 — El-Muğire bin 'Şu'be'den (R.A.) rivayet edilmiştir: «Rasûlül-
lah (S.A.V.) mestin üstüne
ve altına mesh verdi»ZAYIF
BAB ; 73
MEVZU : MESTLERİN YÜZLERİNE MESH VERMEK
98 — El-Muğire bin Şu'be'den
<R.A.) rivayet edilmiştir;
dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.,) i mestlerinin yüzlerine mesh verirken
gördüm.»
BAB : 74
MEVZU : ÇORAP VE AYAKKABI ÜZERiNE MESHETMEK
99 — El-Muğire bin
Şu'be'den rivayet edilmiştir* dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) abdest aldı;
çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine mes-hettî.»
BAB : 75
MEVZU : SARIK ÜZERiNE MESH VERMEK
100 — El-Muğire bin Şu'be
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «RasûJüllaJı (S.A.V.) abdest aldı;
menlerinin ve sangının üzerine mesh verdi.»
101 — Bilal (R.A.) den rivayet edilmiştir:
«Rasûlulah (S.A.V.) mestlerinin
ve başının yağlığının üzerine meshetti.»
102 — Ebu Ubeyde bin
Muhammed bin Ammar bin Yâsir'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Cabir bin
Abdullah'a meslerin üzerine mesh vermeyi sordum. «Ey biraderzadem!» dedi
«sünnet {Rasûlüllah'ın fili) dir.» Sarığın üzerine mesh vermeyi sordum ve «suyu
saçına değdir» dedi.
BAB : 76
MEVZU : CUNÜBLÜKTEN
YIKANMAK
103 — ibn-u Abbas'ın
teyzesi Meymûne (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah
(S.A.V.,) e gusül suyu koydum ve gusül ab-destî aldı: Kabı sol eliyle eğerek
sağ eline su döktü ve iki elini yıkadı. Sonra eliyle kabdan su alarak edep
yerinin üzerine akıttı. Sonra elini duvara veya toprağa sürterek ovdu. Sonra
ağzına ve burnuna su verdi; yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başına üç kere su
döktü. Sonra bütün cesedine döktü. Sonra kenara çekilerek ayaklarını yıkadı.»
104 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) gusül abdesti almak istediği
zaman başta ellerini su kabına sokmadan önce yıkardı. Sonra edep yerini yıkar
ve namaz abdesti gibi abdets alırdı. Sonra saçını diplerine kadar ıslatardı.
Sonra başından aşağı üç kere su saçardı.»
BAB : 77
MEVZU : KADIN
GUSÜL ABDESTl ALIRKEN
(ÖRGÜLÜ)
SAÇINI BOZAR MI?
105 — Ümm-ii Seleme (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e «ya Rasûlüllah!»
dedim «başımın Örgüsünü sun-sıkı bağlayan bir kadınım ben. Gusül abdesti
alırken bu örgüyü bozayım nü?.» Buyurdu ki: «Hayır, başına üç kere su saçman,
kafidir sana. Sonra bedeninin her tarafına su akıtırsın ve artık temizlenmiş
olursun.» Veya «tşte temizlendin gitti» buyurdu.
Bu hadis hasen-sahih'tir,
tüm adamlarının yanında amel bu hadîs üzeredir; Kadın saçının örgülerini
bozmadan gusül abdesti alırsa, başına su döktükten sonra bu ona kafidir.
BAB :
78
MEVZU : HER SAÇIN TELlNİN
ALTINDA CÜNUBLÜK YATIYOR
106— Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S,-A.V.) buyurdu ki: «Her saçın telinin altında
cünublük vardır. Saçı yı-kayın ve beşere (cildi) nizi temizleyin.»ZAYIF
BAB :
79
MEVZU :
GUSÜLDEN SONRA ABDEST
107 — Aişe (R.A.) dan
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) gusülden sonra abdest almazdı.»
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
Peygamber (S.A.V.) in ashabından ve tabiînden ilim adamlarından bir çoklarının
kavli budur: Gusülden sonra abdest alınmaması görüşündedirler.
BAB : 80
MEVZU : HAŞEFE
(BAŞÇIK) LARIN BULUŞMASINDAN
GUSUL LAZIM GELİR
108 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir, dedi ki: «Erkeğin sünnet kertiği kadının sünnet kertiğini
(•) aşınca gusul lâzım gelir. Ben ve Rasûlüllah (S.A.V.) bu işi yaptık ve
yıkandık.»
109 — Aişe (R. Anha) .dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Sünnet kertiği
sünnet kertiğini aşınca gusül lâzım gelir.»
BAB : 81
MEVZU : SUDAN SU GEREKiR
110 — Ubey bin Kâ"b
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Suyun (yıkanmanın} sudan (meninin
inmesinden) gerekmesi, islâm'ın başlangıcında bir ruhsattan ibaretti; sonra
kaldırıldı.»
111 — Aynı hadîs şu isnad
île de rivayet edilmiştir: Ahmed bin Me-
nî', Abdullah bin EI-Mübarek, Ma'mer, Ez-Zührî.
112— îbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Yıkanmanın inzal vaki olmaktan gerekmesi yalnız
ihtilâm olma halindedir.»ZAYIF
BAB : 82
MEVZU : UYKUDAN UYANINCA
YAŞLIK GÖRMEK VE ÎHTİLAM (DÜŞ AZMA) HATIRLAMAMAK
113 — Ajşe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki; Rasûlüllah (S.A.V.) e (eteğinde) yaşlık bulan ve
ihtilâm olduğunu hatırlamayan kişiden .soruldu. «Yıkanır» buyurdular, ihtilâm
olduğunu gören, fakat (eteğinde) yaşlık bulmayan kişiden soruldu. «Ona gusül
lâzım gelmez» buyurdular. Umm-ii Seleme dedi ki: Yâ RasûLüllah! Bunu gören
kadına da gusül lâzım gelir mi? Buyurdular ki: «Evet, (çünkü kadınlar
(yaradılışta ve tabiatta) erkeklerin benzeridirler.»
BAB : 83
MEV7U : MENİ VE MEZl (AKÇA
SU)
114 — Ali (R.A..) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.-V.) e mezî'den sordum, Buyurdu
ki: «Mezî'den abdest ve menî'den gusul lazım gelir.
BAB : 84
MEVZU :
ELBİSEYE BULAŞAN MEZÎ
115 — Sehl bin Huneyf
(R..A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Me-zî'den güçlük ve sıkıntı çekmekte
idim ve sık sık gusül abdesti alırdım-' Durumu Rasûlüllah (S.A.V.) e anlattım
ve mezi'den sual ettim. Buyurdu ki: «Mezî'den sadece abdest alman kâfidir.»
Bunun üzerine «Ya Rasûlel-lah!» dedim «elbiseme bulaşan mezi nasıl olacak?.»
Buyurdu ki: «Bir avuç su alman ve bu suyu, mezî'nin elbisenin neresine
bulaştığını görürsen orasına akıtman kâfidir.»
BAB ; 86
MEVZU : ELBİSEYE BULAŞAN
MENÎ
116 — Hemmam bin
El-Hâris'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Aişe'-ye bir müsafir geldi ve Aişe
müsafire sarı bir yorgan verilmesini emretti. Yorganı örtünerek uyuyan müsafir
(o gece) ihtilâm oldu. Yorganı üzerinde ihtilâm eseri olduğu halde göndermekten
utandığından onu suya sokdu ve sonra gönderdi. Bunun üzerine Aişe (R. Anha) şöyle
dedi: «yorganımızı neden bozdu? Sadece parmakları arasında uvalaması kâfi idi.
(Bu gibi hallerde) Rasulüllah (S.A.V.) in elbisesini parmaklarımla ufaladığım
bazan olmuştur.»
BAB : 86
MEVZU :
ELBİSEYE BULAŞAN MENlNlN YIKANMASI
117 — 'Aişe (R. Anha)
dan rivayet edilmiştir: Aişe, Rasûlüllah (S.A.V.) in elbisesinden menî'yî yıkamıştır.»
BAB : 87
MEVZU : CÜNÜB KiŞiNiN YIKANMADAN ÖNCE UYUMASI
118 — Aişe (R.Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû!üllah (S.A.V.) cünublük halinde iken
uyur ve suya eldeğdirmez idi.»
119 — Hennad bize Vekî'den,
Süfyan'dan, Ebu ishak'dan.. tahdis etti:
Geçen hadîsin aynı.
BAB : 88
MEVZU : CÜNUB OLARAK UYUMAK İSTEYENİN ABDEST ALIP UYUMASI
120 — Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir. Ömer, Rasûlüllah (S.A. V.) e sordu: Herhangi birimiz cünub
olduğu halde uykuya yatabilir mi? Raaûlüllah
(S.A.V.) buyurdu ki: «Evet, abdest alırsa,!
BAB : 89
MEVZU : CÜNUB
KlŞlNÎN MUSAFAHASI
121 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; Ebu Hüreyre cü-nub iken Rasûlullah (S.A.V.) onunla
karşılaşmıştı. Diyor ki: Ben geriledim; yâni geri çekilerek (gidip) yıkandım ve
sonra geldim. «Nerede İdin? Veya nereye gittin?» buyurdu, «gerçek cünub idim»
dedim. Buyurdu ki: «Müslüman necis olmaz!»,
BAB : 90
MEVZU : KADININ ERKEK GiBi DÜŞ GÖRMESİ
122 — Umm-ü Seleme (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Mılhan'm kızı Ümm-ü Suleym Peygamber
(S.A.V.) e gelerek «Yâ Rasû-lellah!» dedi «Allah, hakkın açıklanmasını yüz
kızartıcı bulmaz, imdi kadın, rüyasında erkeğin gördüğünü görürse ona -gusül
kasdediyor- lâzım mıdır?». Raslûllah (S.A.V.) «Evet!» buyurdu «suyu (meniyij
görürse yıkansın.» Ümm-ü Seleme dedi ki: «yâ Ümm-e Süleym!» dedim «kadın-lan
rezil ettin!».
BAB : 91
MEVZU : GUSÜLDEN SONRA KARISI ÎLE ISINMAK
23 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Kasûlüllah (S.A.V.) bazan gusiil abdesti aldıktan
sonra gelir, benim ile ısınırdı ve ben yıkanmamış olduğum halde O'nu vücuduma
sarardım.»ZAYIF
BAB : 92
MEVZU : SU BULAMAYAN CUNUB İÇÎN TEYEMMÜM
124 — Ebu Zer (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Temiz toprak
müslümanın-temizleyici maddesidir; on sene su bulmasa bile. Ne var ki su
bulduğunda onu beşeresi (cildi,) ne değdir-sin; çünkü bu, daha faydalıdır.»
Mahmud kendi rivayetinde
«Temiz toprak, müslümanın abdest suyudur» demektedir.
BAB : 93 MEVZU : ÎSTİHAZE
125 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: Ebu Hubeyş'in kızı Fâtıma Rasûlüllah (S.A.V.) e
geldi ve «yâ Rasûlüllah.!» dedi «ben hayız gören ve akabinde (kandan)
temizlenmeyen bir kadınım; namazı terkedeyim mi?.» Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu
ki: «Hayır! O, bir damar kanıdır; hayız kanı değildir. Hayız (müddeti) gelince
namazı bırak; çıkınca vücudundan kanı yıka ve namazını kıl.»
BAB : 94
MEVZU : İSTlHAZE GÖREN KADIN HER VAKİT NAMAZI İÇÎN
ABDEST ALIR
126 — Adiy bin Sabit'in
dedesinden rivayet edilmiştir:
Rasûlüllah (S.A.V.) istihaze
gören kadın hakkında şöyle buyurdu:
«Hayız günlerinde ki, eskiden o günlerde hayız görmekte idi, namazı
bırakır; sonra yıkanır ve her vakit
namazı için abdest alır. Oruç tutar ve namaz kılar.»
127 — Ali bin Hucr, ayni
hadisi mânası ile gene Şerik'den naklen bize tahdis etti.
BAB : 95
MEVZU : ISTlHAZE GÖREN KADININ BÎR GUSÜL İLE İKl
VAKiT NAMAZINI CEM'ETMESİ
128 Hamne bint Cahş (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Gününden fazla ve ağır hayız görürdüm.
Rasûlüllah (S.A.V.) e geldim: durumu anlatacak ve kendisinden fetva alacaktım.
O'nu kız kardeşim Zeyneb bint Calış'ın evinde buldum ve dedim ki: «Yâ
Rasûlellah! Gününden fazla ve ağır hayız görüyorum; bunun hakkında bana ne
emredersiniz? Oruçtan ve namazdan beni alıkoydu.» Buyurdu ki; «Sana pamuğu
vasfederim; çünkü pamuk kanı götürür.» Hamne «pamuğun önleyeceği miktardan
fazla kan geliyor» dedi. Peygamber (S.A.V.) «kanın akmasını ve yayılmasını
Önleyici bir bağ kullan» buyurdu. Hamne «kan, bundan da fazla» dedi. Peygamber
(S.A.V.) «bir de espap kullan» buyurdu. Hamne «kan, bundan da fazla ve hem
dökülürcesine akıyor» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Sana iki husus göstereceğim. Hangisini yapabilirsen sana yeter, Şayet ikisini
de yapabilirsen orası senin bileceğin şey: Bu durum ancak şeytan bozmasıdır.
Allah-u Teâlâ'mn ilmine havale ederek altı veya yedi günü hayız say ve sonra
yıkan. Temizlendiğini ve paklandığını gördüğün zaman yirmi dört veya yirmi üç
gece ve gündüz namaz kıl." Orucunu tut ve namazını kıl. O~ gu-sül abdesti
(bu müddet için) sana yeter. Kadınlar nasıl vaktinde hayız görüyor ve vaktinde
temizleniyorlarsa sen de öylece yap. Eğer öğleyi geciktirmeye ve ikindiyi öne
almaya ve bu arada temizlendiğin zaman (kan durduğu zaman) yıkanıp öğle ile
ikindiyi bir arada kılmaya; sonra aksa-mı tehir edip yatsıyı ta'cil etmeye ve
sonra yıkanıp Ud namazı bir arada kılmaya gücün yeterse yap. Sabah namazı için
de yıkanır ve namazını kılarsm. işte böylece yap. Oruç tutmaya gücün yeterse
orucunu da tut.»
Bunu müteakip Rasûlüllah
(S.A.V.) şöyle buyurdu: «İki husustan en çok beğendiğim budur.»'
BAB : 96
MEVZU : İSTÎHAZE GÖREN KADIN HER VAKiT NAMAZI ÎÇİN
YIKANIR
129 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: Cahş'ın kızı Umm-ü Habîbe, Rasûlüllah (S.A.V.) den
fetva talep ederek şöyle dedi: Ben istihaze görüyor ve temizlenmiyorum (kan
kesilmiyor); namazı bırakayım mı? Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki:
«Hayır! Ancak o bir damardır; yıkan, sonra namazını kıl.» Bunu müteakin Umm-ü
Habîbe her vakit namazı için yıkanırdı.
BAR : 97
MEVZU : HAlZ NAMAZI KAZA ETMEZ
130 — Muâze'den rivayet
edilmiştir: Kadının biri Aişe'ye «bizden birimiz," hayız günlerinde geçen
namazlarını kaza eder mi?» diye sordu. Bunun üzerine Aişe «Harûrâ'lı"
mısın sen?!» dedi «herhangi birimiz ha-
yiz olur ve (geçen namazlarını) kaza etmekle emrolunmazdı.»
BAB : 98
MEVZU : CÜNUBLÜK VE HAYIZ HALiNDE KUR'AN OKUNMAZ
w
131 — İbn-ü Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir:
Rasûlüllah (S.A.-V .) buyurdu ki; «Haiz
ve cünub Kur'an'dan hiç bir şey okumasın.»ZAYIF
BAB : 99
MEVZU : HAİZ KADIN ÎLE İSTlMTA'
132 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Hayız olduğum zaman Rasûlüllah (S.A.V,) bana izar
(pesjtemal) banlamamı emre-der ve sonra benim île istimta* ederdi.»
BAB :
100
MEVZU : HÂÎZ İLE BERABER YEMEK VE HAIZ1N ARTIĞI
133 — Abdullah bin Sa'd
(R.A) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) e hâiz ile, beraber
yemekten sordum, «Onunla beraber
ye» buyurdu.
BAB : 101
MEVZU :
HA1ZIN MESCİDDEN BlR ŞEY ALMASI
138 — Ebu Bekir'in kızı
Esma (R. Anhuma) dan rivayet edilmiştir; Bir kadın Rasûlüllah .(S.A.V.) e,
hayız kanının elbiseye bulaşmasından sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.)
buyurdu ki: «önce kanı kazı, sonra su ile (ıslatarak) ov, sonra üzerine su akıt
ve giyerek namaz kıl»
BAB :
105
MEVZU : NİFAS (LOĞUSALIK) İN MÜDDETİ
139 — Ümm-ü Seleme (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Nüfesa (loğusa), Rasülüllah (S.A.V.) in
zamanında kırk gün otururdu. Morluktan yüzlerimizi vers (boyamada kullanılan
sarı bir bitki) ile sıvardık.»
BAB : 106
MEVZU : KiŞiNiN MÜTEADDÎT CİNSİ TEMASDAN SONRA BiR
KEZ YIKANMASI
140 — Enes (R.A.) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir gusiil ile hanımlarını dolaşırdı.»
134 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) bana buyurdu ki: «Mescidden seccadeyi
bana ver.» «Ben hâizim» dedim. Buyurdu ki: «Senin hayzın elinde değil ya!»
BAB :
103
MEVZU : HAİZ
KADINA YAKLAŞMANIN KERAHETİ
135 — Ebu Hureyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.-A..V.) buyurdu ki: «Hâiz kadına veya bir
kadına, arkadan yaklaşan veya bir kâhine başvuran kişi, Muhammed'e (S.A.V.)
indirilene küfretmiş olur.»
BAIÎ :
103
MEVZU : HAİZ KADINA YAKLAŞMANIN KEFFARETİ
136— îbn-ü Abbas (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Hâiz karısına yaklaşan adam hakkında Rasûlüllah (S.A.V.)
buyurdu ki: «Yarım dinar tasadduk eder (sadaka verir)».ZAYIF
137 — Ibn-ü Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Kan kırmızı ise bir
dinar, sarı ise yarım dinar (sadaka
verir."ZAYIF
BAB : 104
MEVZU : ELBİSEYE BULAŞAN HAYIZ
KANINI YIKAMAK
BAB : 107
MEVZU : CÜNUB KİŞİ (CİNSÎ
MÜNASEBETE) DÖNMEK
İSTERSE ABDEST ALIR
141 — Ebu Said El-Hudrî
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Sizden
bîriniz karısına yaklaşır ve sonra tekrar dönmek isterse ikisi arasında bir
abdest alsın.
BAB : 108
MEVZU : NAMAZ İKAME EDİLlR VE SÎZDEN BIRINIZ HALAYA
GiTME İHTİYACINl DUYARSA
ÖNCE HALAYA GlTSİN
142 — Abdullah bin
El-Arkam'dan rivayet edilmiştir. Urve
dedi ki Namaz için kamet getirildi ve kavmının imamı olan Abdullah bin El-Erkam
ra bir adamı elinden tutarak mihraba geçirdi ve dediki:Rasulullah
n
(S.A.V.) den işittim;
buyurdu ki: Namaz 1kame edilir ve sizden biriniz halaya gitme ihtiyacını
duyarsa önce halâya gitsin.»''-
BAB : 109 .
MEVZU : PİS YERE BASMAKTAN
TEMİZLENMEK
143 — Abdurrahman bin Avf
ın Ümmü Veledi (çocuk doğuran cariyesi)
nden
rivayet edilmiştir; dedi ki: Ümm-ü Seleme
{R.-Anha'yâ) ben eteğini uzatan (yerden çeken) ve' pis yerde yürüyen bir
kadınım» dedim. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: <.Eteği sonraki
(temiz) yer temizler.»
BAB : 110
MEVZU:TEYEMMÜN
144 — Ammar bin Yâsir
(R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) ona yüz ve eller için
teyemmümü emretti.»
145 — İbn-ü .Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir, îbn-ü Abbas'a
teyemmümden soruldu ve dedi
ki: Allah-u Teâlâ kitab-ı celilinde abdes-ti zikrederken «Yüzlerinizi ve
dirseklere kadar kollarınızı yıkayın» buyurdu. Teyemmümde ise «Yüzlerinizi ve
ellerinizi meshedin» buyurdu. Nitekim «Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini
kesin» buyurmuştur. Peygamberin fi'li, ellerin bilekten kesilmesi idi. O halde
ancak o -teyemmümü kasdediyor-, yüz ve ellerdir.
Bu hadîs
hasen-ğarib-sahih'tir.
BAB :111
MEVZU :
CÜNUBLUKTAN MAADA HER HAL ÜZERE KUR'AN
OKUNUR
,146 — Ali (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki:«RasûlüHah (S.A.-V.) cüuub olmadıkça her hal üzere
bize Kur'an okuturdu.*ZAYIF
Peygamber (S.A.V.) in ashabından ve tabiînden
birden çok ilim adamının kavli budur. Diyorlar ki: ~<Kişi ab-destsiz olarak
Kur'an okur; ancak Kur'an'ı yüzünden temiz olarak okur.»
Süfyan Es-Sevrî, Şafiî,
Ahmed ve Ishak'ın kavli budur.
BAB : 112
MEVZU : BEVLlN YERE
BULAŞMASI
147 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Peygamber (S.A.V.). oturmakta iken bir a'râbî
mescide girdi ve namaz kıldı. Namazını bitirince «ey Allahım! Bana ve
Muhammed'e rahmet, et; bizimle beraber kimseye rahmet etme!» dedi. Bunun
üzerine Rasûlüllan (S.A.V.) ona dönerek «çok katılaştın» buyurdu. Derken o
a'râbî mescidde bevletti ve insanlar onun başına üşüştüler. Rasûlüllah (S.A.V.)
buyurdu ki: «Bev-lin üzerine bir kova dolusu su veya bir kova su dökün.» Sonra
şöyle buyurdu: «Siz yalnız kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz; güçleştirici
olarak değil.»
148 — Said, Süfyan'dan,
Yahya bin Said'den, Enes bin Malik'den geçen hadisin eşini rivayet etmiştir.
Bu babda Abdullah bin
Mes'ud, ibn-ü Abbas, Vasile bin El-Eska'dan birer hadis rivayet edilmiştir.
Bu hadis hasen-sahih'tir.
Bazı ilim ehlinin yanında
amel bu hadis üzeredir. Ahmed ve Ishak'ın kavli budur.
Yunus bu hadîsi
Ez-Zührî'den, Ubeydullah bin Abdillah'dan, Ebu Hü-reyre'den rivayet etmektedir.
(TAHARET BABLARININ SONU)
NAMAZ BABLARI RASÜLÜLLAH
(SAV.) DEN
BAB
MEVZU : NAMAZ VAKlTLERİ
149 — İbn-i Abbas (R.A) den
rivayet edilmiştir; Rasulullah (S.A V > buyurdu ki: «Cibril (Aleyhisselam)
Ka'be'nin yanında bana iki kez imam oldu. Birinci defasında gölge, nalının
tasması kadar iken Öğle namazını kıldı. Sonra her şeyin gölgesi boyu kadar
olanca ikindi namazım kıldı. Sonra güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği
vakitte akşam namazını kıldı. Şafak"" batınca yatsı namazını kıldı.
Sonra fecrin doğduğu ve oruçluya yemek haram olduğu vakitte sabah namazını
kıldı, ikinci defasında, her şeyin gölgesi boya kadar olunca ve dünkü ikindi vaktinde
Öğle namazını kıldı. Sonra her şeyin gölgesi boyunun iki misli olunca ikindi
namazım kıldı. Sonra akşam namazını evvelki vaktinde kıldı. Sonra gecenin üçte
biri geçince yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık ağannca sabah namazım kıldı.
Sonra Cibril bana dönerek «ya Muhammed» dedi «senden önceki peygamberlerin
vakti budur ve vakit, bu iki vaktin arasıdır. »'"-
Bu babda Ebu Hüreyre,
Büreyde, Ebu Musa, Ebu Mes'ud El-Ensarî, Ebu Said, Cabir, Amr bin Hazm,
El-Berrâ ve Enes'den birer hadîs rivayet edilmiştir.
150 — Cabir bin Abdullah
(R.A.) den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Cibril bana
imam oldu...» tbn-i Abbas'ın hadîsinin aynını mânası ile rivayet etmekte, ancak
«dünkü ikindi vaktinde» cümlesini zikretmemektedir.
Bu hadîs
hasen-sahih-ğarib'dir. ibn-i Abbas'ın hadîsi ise hasen-sahih-tir.
BAB : 114
MEVZU : GEÇEN BAHİS
151 — Ebu Hüreyre (R.A.)
-den rivayet edilmiştir; dedi ki: (Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Nanıaz
vakitlerinin evveli ve sonu vardır öğle vaktinin evveli güneşin zeval zamanı ve
sonu ikindi vaktinin giriş zamanıdır. İkindi vaktinin evveli, bu vaktin giriş
zamanı ve sonu güneşin sarardığı zamandır. Akşam vaktinin evveli güneşin
battığı ve sonu ufu-ğun battığı zamandır. Yatsı vaktinin evveli ufuk battığı
zaman ve sonu gece yanladığı zamandır.1"'' Sabah vaktinin evveli fecrin
doğduğa zaman ve sonu güneşin doğduğa zamandır.*
BAB : 115
MEVZU : GEÇEN BAHiS
152 — Büreyde (R.A;) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir adam Ra-sûlullah (S.A.V.) e gelerek namazın
vakitlerini sordu. Bunun üzerine «bizimle ikamet et; inşallah»' buyurdu.
Rasûl-i Ekrem, Bilâl'e emretti; fecir doğunca ezan okudu. Sonra ona emretti;
güneş zail olunca ezan okudu ve Peygamber (S.A.V.) öğle namazını kıldı. Sonra
ona emretti; ezan okudu ve güneş beyaz ve yüksekte iken ikindi namazını kıldı.
Sonra güneş gurupta kaybolunca, akşam namazını emretti. Sonra yatsı namazını
emretti ve şafak batınca ezan okudu. Sonra ertesi gün için ona emretti ve sabah
namazı için ortalığın ağarmasını bekledi. Sonra öğleyi emretti ve (Bilâl)
havanın bir hayli soğuyup serinleşmesini bekledi. Sonra ikindiyi emretti ve
güneş son vaktinde oîduğu yerin üstünde iken ezan okudu. Sonra ona emretti ve
akşam namazını şafağın batmasının az öncesine kadar erteledi. Sonra yatsıyı
emretti ona ve gecenin üçte biri geçince ezan okudu. Sonra «namazın vakitlerini
soran kişi nerede?» buyurdu. O adam «benim» dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem
(S.A.V.) «namazın vakitleri bu iki vaktin arasıdır» buyurdu.
BAB : 116
MEVZU : SABAH NAMAZININ ALACA KARANLIKTA KILINMASI
153 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah (S.A.V.) sabah namazını kılar ve
kadınlar dağılırdı.» El-Ensarî «Kadınlar feracelerine sarılmış olarak
geçerlerken alaca karanlıktan tanınmazlardı.»dedi. Kuteybe «Çarşaflarına
bürünmüş olarak» dedi.
BAB :
117
MEVZU : SABAH NAMAZINI GÜN AĞARDIĞINDA KILMAK
154 — Rafi' bin Hadîc
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lullah (S.A.V.) den şöyle
buyurduğunu işittim: «Sabah namazı ile günü ağartın; çünkü bunun sevabı daha
büyüktür»55
BAB :
118
MEVZU : ÖĞLE NAMAZININ ERKEN KILINMASI
155 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Öğle namazını Rasûlullah (S.A.V.) den, Ebu
Bekir'den ve Ömer'den daha erken kılan görmedim.»ZAYIF
156 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir:
.rasûlüllah (S.A.V.) öğle namazını güneş zail olunca (zevalden hemen
sonra) kıldı.»
BAB :
119
MEVZU : ÖĞLE NAMAZININ ŞiDDETLİ SICAKLARDA TEHİR
EDİLMESİ
157 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlül-lah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Şiddetli
sıcak olduğu zaman namazı (ortalık) serinlenene kadar tehir edin. Çünkü sıcağın
şiddeti, cehennemin pus-kürmesindendir.»""'
158 — Ebu'Zer (R.A,) den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir seferde idiler ve bilâl O'nunla
beraberdi. Bilâl kamet getirmek isteyince «serinlet (hava serinlensin)» buyurdu. Sonra tekrar kamet getir-.mek isteyince Rasûlüllah (S.A.V.)
öğlede havanın serinleınesini
bekle» buyurdu. Ebu Zer diyor ki: Nihayet
tefeciklerin gölgelerini görmeye başladık. Sonra
kamet getirdi ve namaz kildi.
Müteakiben Rasûlüllah
(S.A.V.i şöyle buyurdu: «Sıcağın şiddeti, cehennemin Püskürmesinden-dir. Namaz için havanın
serinleşmesini bekleyin.»
BAB : 120
MEVZU : İKİNDÎ NAMAZININ ERKEN KILINMASI
159 — Aişe (R. Arüıa) dan
rivayet edilmiştir, dedi ki: «Rasûlüllah S.A.V.), güneş onun hücresinde iken ve
gölge henüz hücresinden yüksel-memîşken ikindi namazını kıldı.»
160 — El-Alâ bin
Abdurrahman'dan rivayet edilmiştir: Öğleden dağıldıktan sonra Enes bin Malik'in
Basra'daki evine girdi. Enes'in evi
mescidin yanı başında, idi.
Enes, (ikindi namazının vakti girince) «kalkın ikindiyi kılın» dedi. El-Alâ
diyor ki: Biz de kalkdık; namaz kıldık. Namazdan dağılınca Enes şöyle dedi:
Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim; buyurdu ki: «Münafığın namazı odur ki, oturur,
güneşi gözetler ve güneş şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, tane
devşirir gibi dört rekât kılar ve bu rekâtlarda Allah'ı ancak azıcık zikreder
(kısa okur)»
BAB 121
MEVZU : İKİNDİ NAMAZININ
TEHİRİ
161 — Ümm-ü Seleme (R.
Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) Öğleyi sizden daha
erken kılardı; siz de ikindiyi O'-ndan daha erken kılıyorsunuz.»
162 — Kendi kitabım
(notlarım) da şöyle buldum: Ali bin Hücr ba na ismail bin İbrahim'den, Ibn-i
Cüreyc-den naklen bildirdi...
163 — Bişr bin Muaz
El-Basrî aynıhadîsi bize «ismail bin Uleyye'-den, îbn-i Cüreyc'den...» isnadı
ile tahdîs etti ki, bu isnad daha sahihtir.
BAB : 122
MEVZU :
AKŞAM NAMAZININ VAKTİ
164 — Seleme bin El-Ekva'
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.), güneş battığı ve
perdenin arkasında tevari ettiği vakit akşam namazım kılardı»
BAB : 123
MEVZU : YATSI NAMAZININ
VAKTİ
165 — En-Nu'man bin Beşir (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bu namazın vaktini ben herkesten daha iyi
bilirim: Rasûlullah (S.A.V.) onu (yatsı namazını.) ayın üçüncü gecesi ayın
batışı vaktinde kılardı.»
166 — Ebu Bekir Muhammed
bin Eban bize ayni hadîsi «Abdurrah--man bin Mehdî'den, Ebu Avâne'den...»
isnadı ile tahdis etti.
BAB :
124
MEVZU : YATSI NAMAZININ TEHlRl
167 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlül-lah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ümmetime güçlük getirmemiş
olsaydım onlara yatsı namazını gecenin üçte birinin veya -yansının geçmesine
ka-. dar tehir etmelerini emrederdim.»
BAB : 125
MEVZU : YATSIDAN EVVEL UYUMANIN VE
YATSIDAN SONRA MÜSAMERENlN KERAHETİ
168 — Ebu Berze (R.A.) de
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) yatsıdan evvel uyumayı ve
yatsıdan sonra yarenliği sevmezdi.»
BAB :
126
MEVZU : YATSIDAN
SONRA MÜSAMERE RUHSATI
169 — Ömer bin El-Hattab
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) miislümanları
ilgilendiren bir meselede Ebu Bekir ile müsamere yapardı ve ben de onlarla
beraber olurdum.»
BAB :
127
MEVZİ) :
VAKTİN EVVELİNDEKİ FAZİLET
170 — Umm-ü Ferve (R. Anha)
dan rivayet edilmiştir; Peygamber (S.Â.V.) e bey'at eden kadınlardandı; dedi
ki: «Rasûliülah (S.A.V.) e soruldu: Amellerin hangisi daha faziletlidir?
Buyurdu ki: Vaktinin evvelinde (kılınan) namaz». '"
171 — Ali bin Ebî Talib
(R.A.I den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah sav ona buyurdu ki: «yâ Ali, Üç şeyi
geciktirme!: Vakti giren nama zı; hazırlanan cenazeyi ve küfvünü (dengini)
bulduğun kocasız kadın
ı.»ZAYIF
172 — İbn-i Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah sav şöyle buyurdu: «Namaz vaktinin
evveli Allah'ın rizası ve son vakti Allah'ın afvıdır.»ZAYIF
173 — İbn-ü Mes'ud (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Bir adanı İbn-u Mes'ud'e «hangi amel daha
faziletlidir?» diye sordu, ibn-ü Mes'ud dedi ki; Ben bunu rasûlüllah sav e
surdum ve şöyle buyurdu: «Namazları vakitlerinde kılmak.» «Yâ rasûlellah! Başka
ne?» dedim «Anne ve babaya iyi davranmak» buyurdu. «Yâ rasûlellah! Başka ne?»
dedim »Al lah yolunda cihad» buyurdu.
174 — Aişe (R.A.) dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasûlüllah (S.-A.V.) hayatının sonuna kadar hiç
bîr namazı iki defa son vaktinde kılmış değildir.»'"
BAB :
128
MEVZU :
DALGINLIKLA İKİNDİ
NAMAZININ VAKTİNİ
GEÇİRMEK
175 — İbn-ü Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) «buyurdu ki: «üzerinden ikindi namazı
geçen kişi, sanki ailesini ve malı-nı kaybetmiş gibidir.»
BAB :
129
MEVZU : İMAMIN TEHİR ETMESİ
HALİNDE NAMAZIN EKKEN KILINMASI
176 — Ebu Zer (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki. Rasûlüllah (S.A.V ) şöyle buyurdu: «Yâ Ebâ Zer!
Benden sonra emir (idareci) ler gelecekler ki, namazı imâte edecekler. Sen
namazını vaktinde kıl. Şayet vaktinde kılınırsa (tekrar onlarla kılarsın ve)
senin için nafile olur. Eğer kılınmazsa sen kendi namazını ihraz etmiş
olursun.»
BAB : 130
MEVZU :
UYKUDA NAMAZI GEÇİRMEK
177 — Ebu Katade (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e uykuda namaz geçirdiklerini
söylediler ve buyurdu ki: «Tefrit, (taksir) uykuda değil ancak yakaza
(uyanıklık) halindedir. Sizden biriniz namazı unutursa veya uykuda geçirirse
hatırladığı zaman hemen kılsın.»
BAB : 131
MEVZU : NAMAZI UNUTARAK
GEÇiREN KiŞi
178 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Her kim
bir namazı unutursa onu hatır tadığı zaman hemen kılsın.»
BAB : 132
MEVZU : BiRKAÇ NAMAZ
GEÇiREN KiŞi (KAZAYA) HANGiSiNDEN BAŞLAMALI?
179 — Abdullah bin Mes'ud
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi kir «Hendek günü müşrikler, Rasulüllah
(SA.V.) i dört namazdan meşgul ettiler. Gece oldukça ilerleyince Bilâl'e ezan
okumasını ve sonra kamet getirmesini emretti ve Öğle namazını kıldı. Sonra
kamet getirdi; ikindi namazını kıldı. Sonra kamet getirdi; akşam namazını
kıldı. Sonra kamet getirdi; yatsı namazını kıldı.»ZAYIF
180 —- Câbir bin Abdullah'dan (R.A.) rivayet
edilmiştir: «Hendek gününde konuşan Ömer "bin El-Hattab, Kureyş
kâfirlerine sövmeye başladı ve dedi ki: Yâ Rasûlellah! Az kaldı güneş
batıncaya kadar ikindi namazını kılamıyacaktım. Bunun üzerine Rasûlüllah
(S.A.V.) «Vallahi ben ikindi namazmı kılmadım» buyurdu. Câbir diyor ki: «Bunu
müteakip But-han vadisine indik. Rasûlüllah (S.A.V.) abdest aldı ve biz de
abdest aldık Peygamber (S.A.V.) güneş battıktan sonra ikindi namazını ve müteakiben
akşam namazını kıldı.»
BAB : 133
MEVZU : SALAT-I VUSTA'NIN <ORTA NAMAZ) İKİNDl
OLDUĞU VE ÖĞLE NAMAZI
OLDUĞUNUN DA
SÖYLENDİĞİ
181 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah {S.A.V.) şöyle buyurdu: «Orta namaz ikindi
namazıdır.»
182 — Semüre bin Cündüb (R.A) den rivayet
edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Orta namaz ikindi namazıdır.»
Bu babda Ali, Abdullah bin Mes'ud, Zeyd bin
Sabit, Aişe, Hafsa, Ebu Hüreyre ve Ebu Haşim bin Utbe'den birer hadîs rivayet
edilmiştir.
Muhammed, Ali bin Abdullah'dan naklen şöyle
diyor: «El-Hasan'ın Semüre bin Cündüb'den rivayet ettiği hadîs sahih'tir ve Hasan Semüre'-d «n (hadis) işitmiş tir.»
BAB : 134
MEVZU :İkİNDl VE SABAH NAMAZLARINDAN SONRA NAMAZIN
KERAHETİ
183 — îbn-ü Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) in ashabından birden çok
kişiden işittim. Bunların arasında, bana en çok sevimli olan Ömer bin El-Hattab
da var: «Rasûlüllah (S.A.-V.) sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar
namaz kılmaktan ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz
kılmaktan menetti.»
BAB :
135
MEVZU : IKINDI
NAMAZINDAN SONRA NAMAZ
184 — Ibn-u Abbas'dan
(R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) in ikindi namazından
sonra, o iki rekâtı kılmasının yegâne sebebi, çünkü O'na bir mal gelmiş ve
öğle'nin iki rekâtından O*nu alıkoymuştu, ikindiden sonra o iki rekâtı kıldı ve
bir daha o iki rekâta dönmedi.»ZAYIF
BAB : 136
MEVZU : AKŞAMIN FARZINDAN ÖNCE NAMAZ
185 — Abdullah bin Müğaffel
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasû-lüllah (S.A.V.j buyurdu ki: «Her ezan ile
kamet arasında, dileyen İçin namaz vardır.»
BAB :
135
MEVZU : IKINDI
NAMAZINDAN SONRA NAMAZ
184 — Ibn-u Abbas'dan
(R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) in ikindi namazından
sonra, o iki rekâtı kılmasının yegâne sebebi, çünkü O'na bir mal gelmiş ve
öğle'nin iki rekâtından O*nu alıkoymuştu, ikindiden sonra o iki rekâtı kıldı ve
bir daha o iki rekâta dönmedi.»ZAYIF
BAB : 136
MEVZU : AKŞAMIN FARZINDAN ÖNCE NAMAZ
185 — Abdullah bin Müğaffel
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasû-lüllah (S.A.V.j buyurdu ki: «Her ezan ile
kamet arasında, dileyen İçin namaz vardır.»
188 — İbn-ü Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah
(S.A.-V) buyurdu ki: «iki namazı Özürsüz olarak cemeden, büyük
günahların kapılarından bîrine adım atmış olur.»ZAYIF
BAB : 139
MEVZU :
EZANIN" BAŞLANGICI
189 — Abdullah bin Zeyd
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: - Sabah olunca Rasûlüllah (S.A.V.) e
geldik. O'na rüyamı haber verdim, buyurdu ki: Gerçekten bu bir hak rüyadır.
Bilâl ile kalk; çünkü o, senden daha yüksek ve uzun seslidir. Sonra (rüyanda)
söyleneni ona öğret. Bilâl bununla (müslümanları'namaza) çağırırsın.» Abdullah
bin Zeyd djyor ki: «Ömer bin El-Hattab, Bilâl'in namaz için nidasını işitince
izar (belden aşağısını örten libas) ını yerden çekerek rasûlüllah (S.A.V.) e
çıkıp geldi ve şöyle diyordu: Yâ rasûlellah! Seni hak ile gönderen Allah'a
yemin ederim ki. ben de onun söylediği gibi gördüm. Bunun üzerine ra-sûlüllalı
(S.A.V.), «Allah'a hanıd olsun; işte bu daha sağlam» buyurdu.»
190 — lbn-ü Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman
toplanırlar ve namazların vakitlerini tahmin ederek gelirlerdi. Namaz için hiç
kimse çağrıda bulunmazdı. Bir gün bu mevzuda konuştular. Kimi, «Hıristiyanların
çanı gibi bir çan kullanın» dedi. Kimi, «Yahudilerin borusu gibi bir boru
kullanın» dedi. Ömer bin El-Hattab da «namaza çağıracak bir kişi gönderemez
misiniz?» dedi. Bunun üzerine Rasülüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Yâ Bilâl! Kalk;
(müs-lumanları) namaza çağır.»
BAB : 140
MEVZU : EZANDA TERCÎ'
(ŞEHADETEYNİ ÖNCE ALÇAK SESLE VE SONRA
YÜKSEK SESLE OKUMAK)
191 — Ebu Mahzûre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.-A.V.) onu oturttu ve ezam ona harf harf
öğretti.» İbrahim «bizim ezanımız gibi» dedi. Bişr dedi ki: .ibrahim'e «bana
ezanı tekrar et» dedim ve o, ezanı tercî' ile vasıflandır (arak tekrarla) di.
192 — Ebu Mahzûre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.-A..V.) ezanı on dokuz kelime ve kameti
on yedi kelime olarak ona öğretti.»
BAB : 141
MEVZU : KAMETİN
KELİMELERİNİ BİRER KERE
OKUMAK
193 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki:
«Bi-lal'e ezanı çift ve kameti tek yapması (ezanın kelimelerini ikişer kere
kametin ise birer kere
okuması) emredildi.»
BAB : 142
MEVZU : KAMETİN KELiMELERİ İKlŞER İKİŞERDİR
194 — Abdullah bin Zeyd (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: Rasûlullah (S.A.V.; in ezanı, gerek ezanda ve gerek
kamette ikişer ikişer idî.»ZAYIF
BAB : 143
MEVZU : EZANI UZATMAK
195 — Câbir bin Abdullah
(R.A.) den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Yâ Bilâl! Ezan
okuduğun zaman rahat ve uzun oku. Kamet getirdiğin zaman kısa ve çabuk oku.
Ezan ile kametin arasında, yemek yiyen yemeğini, içen içimini ve def-i hacet
için giren sıkışmış kişi hacetini tamarnlayacak kadar bir müddet bırak ve beni
görmeden kalkmayın!.»ZAYIF
196 — Abd bin Humeyd bize Yunus bin
Muhammed tarikiyle Abdül-mün'ım'den tahdiy etti: Ayni hadîs.ZAYIF
BA11 :
144
MEV/U :
EZAN OKURKEN PARMAĞI KULAĞA TAKMAK
197 — Ebu Cühayfe (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bilâl'ı ezan okurken gördüm; dönüyor ve
ağzını saraya ve şuraya çeviriyordu. İki parmağı iki kulağında idİ Rasûlüllah
(S.A.V.), kendine mahsus darak kurulan kırmızı bîr kubbenin (çadırın) altında,
bulunuyordu." Zannedersem Ebu Cühüyfe. (o kubbe için) deriden idi» dedi.
«Bilâl, çatallı bir değnek ile rasûl-i Ekrem'in önüne geldi ve değneği
Batha'nın kumuna sapladı. Rasûlüllah (S.A.V.) o değneğe doğru namaz kıldı,
önün-den köpek ve merkep geçiyordu. Üzerinde kırmızı bir hulle vardı; sanki
inciklerinin parıltısını görür gibiyim.» Süfyan «onun Yemen bürdesi olduğunu
sanıyoruz» dedi.
BAB :
145
MEVZU :
SABAH NAMAZINDA TESVlB
198 — Bilâl (R.A.) den rivayet edilmiştir,
dedi ki: Rasülüllah (S.A.-V.) bana şöyle buyurdu: «Sabah namazından başka hiç
bir namaz (ın ezanın) da tesvib yapma.»ZAYIF
dediği rivayet ediliyor:
«Abdullah biıı Ömer île beraber mescide girdim. Mescidde ezan okunmuştu ve biz
orada namaz, kılmak istiyorduk. Bu arada müezzin tesvîb (ezanla kamet arasında
namaz için davet) yaptı. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer mescîdden çıkdı ve
«haydi bu bid'atçının yanından çıkalım» dedi. Namazı o mescîdde kılmadı.»
Abdullah, sadece insanların Peygamber (S.A.V.) den .sonra ihdas ettikleri
tesvîb'ı kerih görmüştür.
DAB :
146
MEVZU : EZANI OKUYANIN KAMETİ GETİRMESİ
199— Ziyad bin El-Hâris Es-Sudâî
(R.A.) den rivayet edilmiştir;dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.)
bana sabah ezanını okumamı emretti ve ben ezanı okudum). Müteakiben Bilâl kamet
getirmek istedi ve bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Sudâ'li
kardeş ezam okudu. Ezanı kim okudu ise kameti o getirir.»
BAB : 147
MEVZU : ABDESTSlZ EZAN OKUMANIN KERAHETİ
200__Ebu Hüreyre (R.A.) den
rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Ezanı ancak abdesli olan
okur.»ZAYIF
201 — Ebu HUreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Namaza ancak abdestli olan çağırır.»ZAYIF
BAB :148
MEVZU :
KAMET (ZAMANINI TAYİN) DAHA ÇOK İMAMIN HAKKIDIR
202 — Câbİr bin Semüre
(R..A.) den rivayet edilmiştir; diyor ki: «Rasülüllah (S.A.V.) iıı müezzini
(ezandan sonra) ara verir. Peygamber (S.A.V.) in çıktığını görünceye dek kamet
getirmez, (Onu görünce namazı ikame ederdi.»
BAB :
149
MEVZU : GECE OKUNAN EZAN
203
Ibn-ü Ömer (R. Anhuma) dan
rivayet edilmiştir:Rasûlüllah S.A.V.) buyurdu ki: «Bilâl geceleyin ezan okur.
Siz Umm-i Mektûm'un oğlunun ezanını işitinceye kadar yiyin; için.»
BAB : 150
MEVZU : EZANDAN SONRA MESCİDDEN
ÇIKMANIN KERAHETİ
204 — Ebüş-Şa'sâ'dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «ikindi ezanı okunduktan sonra bir adam mescidden
çıktı ve bunun üzerine Ebu Hii-reyre (R.A.) şöyle dedi: Bu adam, Ebül-Kaasim
(S.A.V.) e âsi oldu»
BAB :
151
MEVZU : SEFERDE EZAN
205 — Malik bin El-Huveyris
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir amcazademle beraber Rasûlüllah
(S.A.V.) e geldim. Bize buyurdu ki: Sefere çıktığınız zaman ezan okuyun; kamet
getirin ve büyüğünüz si-ze imam olsun.»
BAB : 152
MEVZU : EZANIN FAZİLETİ
206 -- Ibn-ü Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Rasûîiillah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Her kim yedi sene
sırf rîza-i bârı için ezan okursa ona cehennemden berât yazılır.»ZAYIF
BAK :
153
MEVZU :
İMAM ZAMİN (TAZMİN EDEN) VE MÜEZZİN MÜ'TEMEN (GÜVENİLEN)
DİR
207 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «imam
zâmin ve müezzin mü'temendir. Ey Allahım! îmamları irşad ve müezzinleri
mağfiret eyle.
BAB :
154
MEVZU : EZAN OKURKEN
YAPILACAK MUKABELE
208 — Ebu Said (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Müezzinin
nidasını işittiğiniz zaman, müezzinin söylediği gibi söyleyin.»
BAB :
155
MEVZU :
MUEZZİNİN EZAN İÇİN ÜCRET ALMASI KERAHATİ
209 — Osman bin Ebil-'Âs
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Re-sûlüllah (S.A.V.) in bana son ahdi
(sözü), «Ezan için ücret almayan bîr müezzin tut» sözü oldu.»
BAB : 156
MEVZU : MÜEZZİN
EZAN OKURKEN KiŞiNiN OKUYACAĞI DUA
210 — Sa'd bin Ebî Vakkas
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlül-lah (S.A.V.) .buyurdu ki: «Her kim,
müezzin (in şahadet getirdiğin) i işince"ve enne eşhedu enlailaheillallahu
ve vahdehulaşeriykelehu ve enne muhammeden abduhu ve resuluhu radiytu billahi
ve rabbi ve muhammedin resule ve bilislami diynen" derse günahı affolunur.
BAB :
157
MEVZU :
GEÇEN BAHiS
211 -- Cabir bin Abdullah (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Her
kim müezzinin nidasını işittiği vakit,"Allahumme rabbe hazihiddveti
vessalatil gaimeti ati muhammeden el
vasiylete velfadiylete vebashu magamen muhammedenelleziy veadtehu"
derse,kıyamet gününde şefaata mustahak olur.
BAB : 158
MEVZU : EZAN ÎLE KAMET AKASINDA YAPILAN DUA
ÇEVRİLMEZ
212 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmigtir; dedi ki: Rasû-lullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ezan ile
kaınet arasında (yapılan) dua çevrilmez..»
Enes'in hadîsi
hasen-sahih'tir. Ebu Ishak El-Hemdânî bu hadîsi Bü-reyd bin Ebî Meryem'den,
Enes'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den aynen rivayet etmiştir.
BAB ; 159
MEVZU : ALLAH
KULLARINA KAÇ VAKİT NAMAZ FARZ
KILMIŞTIR?
213 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Peygamber (S.A.V.) e isrâ gecesi elli vakit
namaz farz kılındı. Sonra azaltılarak beş vakte indirildi. Sonra şöyle nida
olundu: Yâ Muhammedi Benim katımda söz değişmez. Senin için bu beş (vakit
namaz) sebebiyle elli (vakit sevabı) vardır.»
BAB 160
:
MEVZU : BEŞ VAKiT NAMAZIN FAZiLETİ
214 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Raaûlüllah (S.-A.V.) buyurdu ki: «Beş vakit namaz ve
Cuma Cuma'ya kadar, büyük günah işlenmedikçe aralarındaki günahlara
keffâretdir.»
BAB : 161
MEVZU : CEMAAT ÎLE KILINAN
NAMAZIN FAZiLET!
215 — îbn-i Ömer (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cemaat
namazı, kişinin yalnız başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece üstündür.»
216 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmigtir: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: «Kişinin cemaatle
kıldığı namaz kendi başına kıldığı namazdan yirmi beş cüz* fazladır.»
BAB :
162
MEVZU : EZANI ÎŞÎTİP DE İCABET ETMEYEN
217 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den riyâyet edilmiştir: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: «Kurdum ki,
adamlarıma odun huzmeleri toplamalarını emredeyim; sonra namazı emredeyim ve
(başkası tarafından) kıldırılsın; sonra namaza gelmeyenlerin (evlerini)
başlarına yakayım.»
-
218 — Mücahid diyor ki:
Ibn-ü Abbas'a gündüz oruç tutan ve geceyi ihya eden, fakat ne Cuma'ya ve ne
cemaata gelmeyen kişiden soruldu (ğunda) dedi ki: «O, cehennemdedir.» ZAYIF
BAB : 163
MEVZU : MÜNFERİT OLARAK NAMAZINI KILDIKTAN SONRA
CEMAATA YETİŞEN KiŞi
219 — Yezid bin El-Esved
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) in haccinde hazır
bulundum ve El-Heyf mescidinde O'nunla beraber sabah namazını kıldım. Namazını
bitirip dönünce cemaatın arkasında O'nunla beraber namaz kılmayan iki adam
gördü ve ^«onları bana getirin» buyurdu. Adamlar getirildiler. (Korkudan) yan
kaburga etleri tir tir titriyordu. rasûl-i Ekrem (S.A.V.) «bizimle namaz
kılmanıza engel olan nedir?» buyurdu. «Ey Allah'ın Rasûlü!» dediler «biz
çadırlarımızda namazımızı kılmış idik.» Rasûl-î Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: (Bu
fi'li) işlemeyin. Şayet namazınızı çadırlarınızda kılar, sonra bir cemaatın
mescidine gelirseniz, imdi onlarla beraber de namaz kılın; bu namaz sizin için
nafiledir.»
BAB :
164
MEVZU :
BİRİNCİ KERRE NAMAZ KILINAN MESCİDDE İKİNCÎ CEMAAT NAMAZI
220 — Ebu Said (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûl-i Ek-em (S.A.V.) namazı kıldıktan sonra bîr
adam geldi ve bunun üzerine buy urdu ki: Bu kişiden hanginiz kazanacak? (onunla
cemaat olup sevab kazanacak?). Müteakiben bîr adam kalktı' ve onunla beraber
namaz kildi.»
BAB : 165
MEVZU : YATSI VE SABAH NAMAZLARINI CEMAATLE
KILMANIN FAZÎLETÎ
221 — Osman bin Affan
(R.A.) den'rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Yatsının cemaatinde hazır bulanan, gecenin yansını ihya etmiş sevabı kazanır.
Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kişi, geceyi ihya etmiş sevabı
kazanır.»
ü.. 1,.,-UJ- İT__.
222 — Cüııdüb bin Süfyan
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûl-i Ekrem {S.A.V.) buyurdu kî: «Her kim
sabah namazım kılarsa o, Allah'ın uhdesindedir. O halde Allah'ın uhdesini
(kabullendikten sonraki bozmayın.»
223 — Büreyde
El-Eslemî (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: «Karanlıklarda
mescidlere yürüyenleri,, kıyamet gününde tamam nur ile tebşir et müjdele.
BAB : 166
MEVZU : BİRlNCİ SAFFIN FAZİLETİ
224 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûl-i Ekrem (S.A.V) şöyle buyurdu: «Erkek saflarının
en hayırlısı birincisi ve en hayırsızı sonuncusudur. Kadın sıralanılın ise en
hayırlısı sonuncusu ve en hayırsızı birincisidir.»
225 — Rasûl-ü Ekrem
(S.A.V.) göyle buyurdular: «insanlar ezanda ve birinci sırada olan fazileti
bilmiş olsalar ve kur'a çekmekten başka çare bulamasalar, behemahal onun
üzerine kur'a çekerlerdi.» tshak bin Musa El-Ensarî bu hadîsi bize Ma'n-dan,
Malik'den, Süıney'den, Ebu Sa-lih'den, Ebu Hüreyre'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den
böylece tahdis etmiştir.
226 — Kuteybe ayni hadîsi
bize Malik'den tahdis etti.
BAB : 167
MEVZU : SAFLARIN DÜZELTiLMESi
227 — En-Nu'man, bin Beşir
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.J saflarımızı
düzeltirdi. Bîr gün, göğüsii cemaatten dL^an çıkan bir adam gördü ve bunun
üzerine şöyle buyurdu: Ya sıralarınızı tesviye edeceksiniz veya Allah,
yüzleriniz {maksatlarınız) arasında başkalık'1* kılacaktır.»
BAB : 168
MEVZU : RAŞID VE OLGUN KiŞiLER ARKAMDA (BlRİNCİ
SIRADA) VER ALSINLAR
228 — Abdullah bin Mes'ud
(R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlül-lah (S.A.V.) buyurdu ki:«İçinizden râşid
ve olgun kişiler arkamda (bi-rinci sırada) yer alsınlar; sonra onların peşinden
gelenler ve sonra on-Iarın pesinden gelenler. Ve ihtilafa düşmeyin; sonra
kalbleriniz (birbirinize
karsı) değişir. Sokak
kargaşalıklarından önemle sakının.»
BAB : 169
MEVZU : ÎKİ SÜTUN ARASINDA SIRA OLMANIN KERAHETİ
229 — Abdülhamid bin
Mahmud'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bîr emîrîn arkasında namaz kıldık ve
cemaat (in kalabalığı) iki sütun arasında namaz kılmaya bizi mecbur etti.
Namazımızı kılınca Enes bin Malik dedi ki: Biz Rasûlüllah (S.A.V.) in zamanında
bundan korunurduk."
BAB : 170
MEVZU : SAFFIN ARKASINDA TEK OLARAK
NAMAZ KILMAK
230 — Hilal bin Yisaf'dan
rivayet edilmiştir; dedi ki: Er-Rakka bel desinde iken Ziyad bin Ebil-Ca'd
elimden tuttu ve beni Esed oğullarında! Vâbisa bin Ma'bet denilen bir şeyhin
yanına götürdü. Ziyad, «bu şeyi bana şu hadisi tahdis etti» dedi: «Bir adam,
saffın arkasında tek olarak namaz kıldı -şeyh dinliyordu, ve rasûJülIah
(S.A.V.) ona namazını iâde etmesini emretti.»
231 — Vâbisa bin Ma'bed'den
rivayet edilmiştir: «Adamın bîri saf-fın arkasında tek olarak namaz kıldı ve
Rasûlullah (S.A.V.) ona namazı iade etmesini emretti.»
BAB : 171
MEVZU : BiR KiŞiYE İMAM
OLAN
232 — İbn-i Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir akşam Rasulullah (S.A.V.) ile beraber
namaz kıldım ve O'nun solunda durdum. Peygamber (S.A.V.) arkamdan başımdan
tuttu ve beni sağına aldı."
BAB :
172
MEVZU : iKi
KiŞiYE İMAM OLAN
233 — Semüre bin Cündüb
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «KasûlülUıh (S.A.V.) bize, üç kişi
olduğumuz zaman birimizin Öne geçmesini emretti.»ZAYIF
BAB :
173
MEVZU : ERKEKLEKE VE KADINLARA İMAM OLAN
234 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Enes'in haminnesi Müleyke, Kasûl-i Ekrem
(S.A.V.) i (ziyafet olarak) hazırladığı yemeğe çağırdı. Rasûl-i Ekrem yemekten
yedi ve sonra «kalkın sizinle namaz kılalım!» buyurdu. Enes dedi ki: Uzun
müddet kullanılmaktan kararmış bir hasırımız (ı yaymak) için kalkdım ve onu su
serperek sildim. Kasûl-i Ekrem (S.A.V.) kalkdı; ben ve bir yetim çocuk O'nun
arkasında saf olduk; ihtiyar kadın da bizim arkamızda durdu ve Rasûlültah
(S.A.V.) bize iki rekât namaz kıldırdıktan sonra selâm verdi.»
BAB : 174
MEVZU : İMAMLIK HAKKI DAHA ÇOK KlMlNDİR?
235 — Ebu Mes'ud
El-Ensaarî (K.A.) den rivayet edilmiştir; diyor
ki: Rasûlüllah (S.A.V.)
şöyle buyurdu: «Cemaate Allah'ın kitabını en iyi okuyan (ahkâmına en çok vakıf
olan) imam olur; kıraatte eşit iseler, sünneti en iyi bilen imam olur; sünnette
eşit iseler hicreti en eski olan imam olur; hicrette eşit iseler yası en büyük
olan imam olur. Kişiye kendi malikânesinde imam olunmaz ve evinde kendine
mahsus oturma yerinde oturulmaz; ancak izin verirse.»
BAB :
175
MEVZU :
SÎZDEN BlRİNÎZ CEMAATE İMAM OLUNCA NAMAZI HAFİF KILDIRSIN
236 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S--A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz
cemaate imam olduğu vakit hafif kıldırsın. Çünkü cemaat arasında küçük, yaşlı,
güçsüz ve hasta bulunur.
Fakat kendi başına kıldığı
zaman dilediği gibi kılsın.»
237 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «insan (imam) ların tamamlık içinde (âdâb ve
erkânına riayet ederek) en hafif namaz kıldıranı Rasûlüllah (S.A.V.) idi.»
RAB : 176
MEVZU : NAMAZIN TAHRlM VE TAHLİLİ
238 — Ebu Said (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûi-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Namazın
anahtarı abdest; tahrimi tekbir ve tahlili selâm vermektir. Farzda ve farzın
gayrisinde Fatiha ve bir süre okumayan kişinin namazı yoktur.»
BAB : 177
MEVZU : TEKBİR ALIKKEN PARMAKLARI AÇMAK
239 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Rasû-lullah (S.A.V.), namaz için tekbir aldığı zaman
parnıaklarıııı açardı.»zayıf
240 — Ebu Hüreyre (R.A,l
den rivayet edilmiştir; diyor
ki: «Ra-s&lüllah (S.A.V.)
namaza kalkdığı zaman ellerini açarak kaldırırdı.»
BAB :
178
MEVZU : İFTİTAH TEKBÎRİNİN FAZiLETİ
241 — Enes bin Malik (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: Raaû-liillah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cemaatle
kırk gün Allah'a namaz kılsa ve (her namazda) iftitah tekbirine yetişse o kimse
için iki berât yazılır: Cehennem'den berât ve münafıklıktan berât.»
BAB : 179
MEVZU : İFTİTAH
TEKBÎRİNDEN SONRA OKUNACAK
DUA
242 — Ebu Said
El-Hudrî (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Rasûl-i
Ekrem (S.A.V.) gece namaza kalkdığı zaman tekbir alır; sonra
«Ey Allahım! Seni hamdin ile tesbih ve tenzih
ederim. ismin mübarektir; azametin yücedir ve senden başka ilâh yoktur.»
«Allah, ulu olarak uludur.»
«Hakkın rahmetinden tardedilmiş Şeytan'dan,
onun vesvesesinden, kuruntusundan, büyüsünden, semi (her şeyi işiten) ve alim
(her şeyi bilen) Allah'a sığınının.»
243 — Aişe (R.A.) dan rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.-
A.V.) namazı açtığı zaman
«subhaneke Allahumme ve bihamdike ve tebarekesmuk veteala cedduk ve la ilahe
gayruk" derdi.
BAB : 180
MEVZU : BESMELE'Yİ GİZLi OKUMAK
244 — Abdullah bini Müğaffel'in. oğlundan
rivayet edilmiştir; dedi ki: «Babam,
namaz kılarken benim «
bismillahirrahmanirrahim »
dediğimî
işitti ve bunun üzerine
bana şöyle dedi: «Ey oğlum, bit'attır ve bid'attan behemehal sakın.» Rasûl-î
Ekrem (S.A.V.) in ashabı arasında
islâm'da
bid'at (meydana getirmek)
ten daha çok -yâni ondan- tiksinen kişi gör medim. Dedi ki: «rasûl-i Ekrem
(S.A.V.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile namaz kıldım. Hiç birinin Besmele'yi
(aşikâr) söylediğini işitmedi Sen de söyleme ve namaz kılacaağın zaman «Elhamdülillah!
rabbil'ale mîn» de.»ZAYIF
BAB :
181
MEVZU : BESMELE'NİN AŞİKÂR OKUNMASINA KAAİL OLANLAR
245 — İbn-i Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah
ı
(S.A.V.) namazı « bismillahirrahmanirrahim » ile açardı.»
246 — Enes (R.A.) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «resulullah
(S.A. V.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman, kıraati «el hamdulillahirabbilalemin » ile açarlardı.»
BAB :
183
MEVZU :
FATlHA'SlZ NAMAZ ZİNHAR YOKTUR
247 — Ubade bin
Es-Saamit'den (R.A.) rivayet edilmiştir:
Rasûlül--lah (S.A.V.) buyurdu ki: «Fatiha'yı okumayan kişinin namazı yoktur.»
Bu babda Ebu Hüreyre, Aişe,
Enes, Ebu Katade ve Abdullah bin
Amr'dan birer hadîs' rivayet edilmiştir.
BAB : 184
MEVZU : FATlHA'DAN SONRA
AMÎN DEMEK
248 — Vail bin Hücr (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû-liillah (S.A.V.) deıı duydum; «
gayrilmagdubi aleyhim valaddallin » i okudu; müteakiben Amîn dedi ve bu
kelimede sesini yükseltti.»
249 — Şu'be, bu hadîsi
Seleme bin Küheyl'den, Hücr Ebül-Anbes'-deıı, Aikame bin Vâil'den, babasından
şöyle rivayet ediyor: «Rasûlüllah
(S.A.V.) « gayrilmagdubi aleyhim valaddallin » i okudu; akabinde Amin dedi ve bu
kelimede sesini alçalttı.»
BAB : 185
MEVZU :
FATİH A'DAN SONRA ÂMÎN DEMENİN FAZtLETÎ
250 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: Peygamber (S.-A.V.) buyurdu ki: «imam Amîn deyince siz
de Âmin deyin. Zira her kimin Amîn'i meleklerin Amîn'ine denk gelirse o kişinin
geçmiş günahları affedilir.»
Ebu Hüreyre'nin hadîsi
hasen-sahih'tir.
BAB : 186
MEVZU : NAMAZDAKİ İKi SEKTE
251— Sernüre (R.A.) den
rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasûlullah sav den iki sekte ezberledim.» Imran
bin Husayn bunu tanımadı ve «bir sekte ezberledîk» dedi. Bunun üzerine
Medine'de ikamet eden übey bin Kâ'b'a yazdık ve Übey cevab olarak «Semüre
ezberinde tutmuş» yazdı. Said diyor ki: Katade'ye «bu iki sekte nedir?» diye
sorduk; dedi ki: «Birinci sekte (ara verme) namaza girdiği zaman ve ikincisi
kıraati bitirdiği zaman.» Biraz durdu ve sonra « veleddallin i okuduğu zaman»
dedi. Diyor ki: «Kırâeti
tumamlaymca kendini toparlaymcaya kadar sekte (arı) vermekte» hoşlanırdı.»ZAYIF
BAB :
187
MEVZU : NAMAZDA SAĞ ELi SOL ELİN ÜZERİNE KOYMAK
252 — Hülb (R.A.) den
rivayet -edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.-A.V.) bize imanı olur ve sol
elini sağ kabzasının için alırdı.»
253 — Abdullah bin Mes'ud
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-i Ekrem (S.A.V.), Ebıı Bekir
ve Ömer, her iniş, kalkış, kıyam ve Kuûdda tekbir alırlardı.»
254 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Rasulüllah (S.-A.V.) kıyamdan inerken tekbir alırdı.»
NAMAZ BABLARl
191
BAB :
189
MEVZU :
RUKUA GlDERKEN ELLERl KALDIRMAK
255 — Ibn-i Ömer (R.A. l
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasulüllah (S.A.V.,) i gördüm; namaza,
başlarken, rükûa varacağı /.aman ve rükûdan kalkdığında ellerini omuzlarının
hizasına kadar kaldırırdı.»
Ibn-ü Ebî Ömer, kendi rivayetinde ziyade olarak şu cürnley' zikretmiştir: «iki secde arasında
kaldırmazdı.»
256 — El-Fadl bin Es-Sabbah
El-Bağdadî bu hadîsi ayni isnad ile, Ibn-ü Ebî Ömer'in hadîsinin benzeri olarak
rivayet etmiştir.
BAB : 190
MEVZU : RASÜL-İ EKREM (S.A.V.)
ELLERiNi YALNIZ BAŞLANGIÇTA KALDIRIRDI
257 — Abdullah bin Mes'ud
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Size Peygamber (S.A.V.) in namazını
kıldırayım mı?» Müteakiben namaz kıldı ve yalnız başlangıçta (iftitah
tekbirinde) ellerini kaldırdı.
BAB : 191
MEVZU : RÜKÜDA ELLERÎ DİZLERİN ÜZERiNE
KOYMAK
258 -- Ömer bin El-Hattab
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Dizler (e tutunmak) sizin için sünnet
kılınmıştır; imdi siz de dizlere tutunun.»
BAB :
192
MEVZU : RÜKÛDA KOLLARIN KOLTUKLARDAN AYRILMASI
259 — Abbas Bin Sehl'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl bîn Sa'd ve Mııhammed
bin Mesleme toplanarak rasûlul-lah (S.A.V.) in namazını müzakere ettiler ebu
Humeyd dedi ki: rasûlüllah (S.A.V.) in namazını en iyi bileniniz benim.
Rasûlüllah (S.A.V) rükûa vardı, dizkapaklannı tutar gibi ellerini
dizkapaklarının Üstüne koydu, gerdi ve koltuklarından ayırdı.»
BAB : 193
MEVZU :
RÜKU VE SECDE TESBİHLERİ
260 — İbn-ü Mes'ûd (R.A.)
den rivayet edilmiştir.
Rasûlüllah (S. A.V.) buyurdu ki:
«Sizden biriniz, rükûa varınca rükûda üç kez ,
" subhanerabbiyelaziym
" dese rukuu
tamam olur vefou en azıdır. Ve secdeye varınca
secdesînde üç kez « subhane rabbiyel ala "secdesi tamam
olur ve
bu en azıdır.»ZAYIF
231 — Huzeyfe (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Huzeyfe
(B.A.) Ra-
sûlullah (S.A.V.) ile
beraber namaz kıldı. Rükûda «subhanerabbiyelaziym " ve " subhane
rabbiyel ala"
der idi. (Kıraati
esnasında) rahmet
ayetine gelince behemehal
durur ve (Allah'dan rahmet) dilerdi. Azab ayetine gelince de behemehal duru ve
(Allah'a) sığınırdı.»
262 — Şu'be (R.A.t den buna
benzer bir hadîs rivayet edilmiştir.
BAB :
194
MEVZU :
RÜKÛDE VE SECDEDE KIRAATİN NEHYl
263 — Ali Bin Ebu Talib
(R.A)'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) ipekli kumaş ve sarıya
boyanmış elbise giymekten, altın yüzük takmaktan ve rükûda Kur'an okumaktan
menetti.
BAB :
195
MEVZU :
RÜKUDA VE SECDEDE BELİNİ TAM OLARAK DOĞRULTMAYAN
264 — Ebu Mes'ûd
Bl-Ansarî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasû-lüliah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Namazda tam olarak doğrultmayan -rü-kûda ve secdede belini doğrultmayan!
kasdediyor- erkeğin kıldığı namaz sahih değildir.»
BAB :
196
MEVZU :
NAMAZ KILAN KİŞÎNlN RÜKUDAN
BAŞINI KALDIRDIĞI ZAMAN SÖYLEYECEĞİ
265 — Ali Bin Ebu Talipden
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah
(S.A.V.) başım rükûdan
kaldırdığında"semiallahu limen hamideh rabbe ve lelekelhamd millessema ve
ti velardı ve milma beyne huma ve mil ..."derdi.
BAB :
197
MEVZU : GEÇEN
BAHiS
266 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir. Rasûlüllah (S.A. V.) buyurdu ki: «imam "
semiallahulimenhamide" dediğinde siz
« rabbenalekelhamd »
deyin. Zira sözü meleklerin sözüne denk gelen
kişinin geçmiş günahları affedilir.»
BAB :
198
MEVZU :
SEÇMEYE İNERKEN ELLERİ DİZLERDEN
ÖNCE YERE KOYMAK
267 — Vâil bin Hucr
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi
ki: «rasû-lullah (S.A.V.)
i (namaz, kılarken) gördum; secdeye varırken dizlerini ellerinden önce, koyar ve kıyama
kalkdığı zaman ellerini dizlerinden önce
kaldırırdı.»ZAYIF
BAB : 199
MEVZU : GEÇEN BAHİS
268_ Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir;
Rasûlullah (sav)buyurdu ki:
«Kiminiz kalkıp namazda devenin çömelmesi gibi çö-
meliyor!»
BAB : 200
MEVZU : ALIN VE BURUN ÜZERİNE SECDE
269 — Ebu Humeyd Es-Sâidî
(R.Âİ> den rivayet edilmiştir: «Ra-sûlüllah (S.A.V.) secdeye vardığında
burnunu ve alnını iyice yere dayar, kollarını yanlarından, ayırır ve ellerini
omuzlarının hizasına koyardı.»
BAB : 201
MEVZU : KİŞİ SECDEYE VARINCA YÜZÜNÜ NEREYE
KOYACAK?
270 — Ebu Ishak'dan rivayet
edilmiştir. Diyor ki: Berrâ' Bin Âzib'e sordum: «Peygamber
(S.A.V.) secdeye vardığında
yüzünü nereye koy ardı?.» Dedi
ki: «Ellerinin arasına.»
BAB : 202
MEVZU : YEDİ AZA ÜZERiNE
SECDE
271 — El-Abbas bin
Abdulmuttalib (R.A) den rivayet edildi; Peygamber (S.Â.V.) den işitmişür;
Buyurdu ki: «Kul secde edince onunla beraber yedi âza secde eder: Yüzü, iki
eli, iki dizi ve iki ayağı.»
272 — İbn-ü Abbas (R.
Anhuma) dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Peygamber (S.A.V.) e yedi âza üzerine
secde etmesi; saçını ve libasını geri etmemesi emrolündü»
BAB : 203
MEVZU :
SECDEDE KOLLARIN KOLTUKLARDAN AYIRILMASI
273 — Ubeydullah bin
Abdullah bin Akram EI-Huzâî'den (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Babamla
beraber Nemire ovasında idim. Bîr kafile uğradı. Bir de gördüm ki, Rasûlüllah
(S.A.V.) namaza durmuş.» Abdullah dedi ki: «O'nun koltuklarının tüylerine
bakıyor ve (siyah kılların altında) beyaz derisini «örüyordum.»
BAB :
204
MEVZU :
SECDEDE İTİDAL
274 — Câbir (R.A.) den
rivayet edilmiştir. Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz secdeye
vardığı zaman itidal üzere olsun. Köpeğin yayması gibi kollarını yaymasın.»
275 — Katade'den rivayet
edilmiştir. Dedi ki: Enes'den işittim ki, RasûIiiİlah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
«Secdede itidal üzere olun. Sizden biriniz namazda kollarını köpeğin yayması
gibi yaymasın.»
BAB : 205
MEVZU : SECDEDE ELLERİN YATIRILMASI VE AYAKLARIN
DİKİLMESİ
276 — Âmir bin Sa'dın
babasından rivayet edilmiştir:
«Rasûlüllah (SAV) ellerin yatırılmasını ve ayakların
dikilmesini emretti.»
277 — Âmir bin Sa'd'den
rivayet edilmiştir; «Peygamber (S.A.V.) secdede ellerin yatırılmasını
emretti...»
BAB : 206
MEVZU : SECDE VE RÜKÛDEN BAŞINI KALDIRINCA BELİN
DOGRULTULMASI
278 — Berrâ bin Âzib'den
rivayet edilmiştir. Dedi kî: «Rasûlüllah (S.A.V.) in namazı, riikûa varınca ve
rükûdan başını kaldırınca, secdeye varınca ve secdeden başını kaldırınca dim
dik olma durumuna yakındı.»
279 — Muhammed bin
Beşgar'dan, Muhammed bin Cafer'den, Şu-be'den ve Hakem'den ayni hadis rivayet
edilmiştir. BAB : 207
MEVZU : RÜKÜDA VE SECDEDE ÎMANDAN EVVEL DAVRANMANIN
MEKRUH OLDUĞU
280 — El-Berrâ (R.A.) den'
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlil-lah (S.A.V.) in arkasında namaz
kıldığımızda, O, rükûdan bağını kaldırınca, secdeye varıncaya kadar bizden hiç
birimiz belini eğmezdi ve sonra secdeye varırdık.»
BAB : 20;
MEVZU : iKi SECDE ARASI
TOPUKLARI DÎKEREK OTURMANIN MEKRUH OLDUĞU
281 — Ali
(ra) den rivayet edilmişi'. Dedi
ki:
Rasûlullah (S.AV) bana
şöyle buyurdu: «Ya Ali! Kendim için sevdiğimi senin için de severim ve kendim
için sevmediğimi senin için de sevmem, iki secde arası topuklarını dikerek
oturma.»1"ZAYIF
BAB : 209
MEVZU : TOPUKLARI
DİKEREK OTURMA MÜSAADESİ
282 — Ebuz-Zübeyr'den
rivayet edilmiştir. Tavus'tan şöyle dediğini işitti: «Topukları dikerek
oturmayı Ibn-ü Abbas'a sorduk. «Sünnettir» dedi «Oysa biz onu kişiye zahmet
olarak görüyoruz» dedik. «O Peygamberinizin sünnetidir» cevabını verdi.»
BAB : 210
MEVZU : İKİ
SECDE ARASINDA DUA
283 — İbn-ü Abbas (R.A)
den rivayet edilmiştir:" «Rasulüllah (S--
-A.V.) iki secde arasında
."allahummeğfirli verhamni vecburni vehdini verzukni" derdi.»
284 — El-hassan bin Ali
El-Hallal'dan, Yezîd bin Harun'dan, Zeyd bin Hubab'dan, Kamil Ebul-Alâ'dan
rivayet edilmiştir:
BAB : 211
MEVZU : SECDEDE DAYANMAK
285 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû-lüllah (S.A.V.) in ashabı, açıldıkları
(kolları yanlardan ve dirsekleri yerden ayırdıkları) zaman secdenin meşakkatli
oluşundan yakındılar. Bunun üzerine «Dizlerden, yararlanın!» buyurdu.»ZAYIF
BAB : 212
MEVZU :
SECDEDEN KIYAMA KALKIŞ
286 — Malik bin El-Huveyris
El-Leysî'den rivayet edilmiştir: «Ra-sûlullah (S.A.V.) i namaz kılarken gördü.
Namazının tek rck'atlarında iken' mutedil şekilde oturmadan kıyama kalkmazdı.»
BAB : 213
MEVZU : GEÇEN BAHİS
287 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet
edilmiştir; dedi ki: «Rasu lullah (S.A.V.) namaz (ın tek rekâtların) da
ayaklarının sırtlarının yere değ meden kıyama kalkardı»
BAB : 214
MEVZU : NAMAZDA TEŞEHHÜD
288 — Abdullah bin Mes'ûd
(R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi
ikinci rek'atta oturduğumuz
zaman"ettehiyyatu lillahi vessalatu vettayyebatu esselamu aleyke
eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi veberakatu esselamu aleyna ve ala
ibadillah,ssalihiyne eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne muhammedu enne
muhammeden abduhu veresuluh"
demeyi bize rasulu Ekrem
(S.A.V.) öğretti.»
BAB : 215
MEVZU : GEÇEN BAHiS
289 — ibn-u Abbas'dan
rivayet edilmiştir. Dedi -ki: «rasûlüllah (S.-
A.V.) bize Kur'an'ı
öğrettiği gibi teşehhüdü de öğretir ve derdi ki:"ettehıyyatu mubareke
tussalatuttayyıbatullahu esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi
veberakatu esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihiyne eşhedu en la ilahe
illallah ve eşhedu enne muhammedu enne muhammeden abduhu veresuluh"
'
BAB : 216
MEVZU : TEŞEHHÜDÜ GİZLİ OKUMAK
290 — îbn-ü Mes'ûd'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Teşehhüdü .gizli okumak sünnettendir.»
BAB : 217
MEVZU : TEŞEHHÜD İÇÎN NASIL OTURULUR?
291 — Vail bin Hucr'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Medine'ye geldim ve «Rasûlüllah (S.A.V.) in
namazını mutlaka göreceğim» dedim. Oturanca -yâni teşehhüdü için- sol ayağını
yaydı, sol elini koydu -yâni sol uyluğunun üzerine- ve sağ ayağını dikti.»
BAB : 218
MEVZU : GEÇEN BAHİS
292 — Abbas bin Sehl
Es-Sâıdî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki': «Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl bin
Sa'd ve Muhammed bin Mesleme toplanarak rasûlullah (S.A.V.) in namazını
müzakere ettiler. Ebu Humeyd dedi ki: Peygamber (S.A.V.) in namazını en iyi
bileniniz benim. Rasûlullah (S.A.V.,) sol ayağını yayarak, sağ ayağının sırtını
kıbleye çevirerek, sağ elini sağ dizinin üstüne ve sol elini sol dizinin Üstüne
koyarak oturdu -yâni teşehhüd için- ve parmağını -yâni şehadet parmağını-
kaldırdı.*
BAB : 219
MEVZU : TEŞEHHIÎDDE PARMAK KALDIRMAK
293 — ibn-ü Ömer'den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah
(S.A.V.) namazda teşehhüde
oturduğu zaman sağ elini dizinin üzerine koyar, başpar-
mağı takip eden parmağını
kaldırarak onunla dua eder ve sol elini yayarak dizinin Üzerine koyardı.»
BAB : 220
MEVZl : NAMAZDA SELÂM
291 — Abdullah'dan (R.A.)
rivayet edilmiştir: «rasûlullah (S.A.V.),
«esselamualeykumverahmetullahi,esselamualeykumverahmetullah » diyerek sağına ve soluna
selâm verirdi.»
BAB : 221
MEVZU : GEÇEN BAHiS
295 — AİŞE (R.Anha) dan
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) namazda önüne doğru bir selâm verir ve
sonra sağ yanına azıcık meyle-derdi.»
BAB : 222
MEVZU : SELAMI
UZATMAMANIN SÜNNET OLDUĞU
296 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Selâmı (n meddlerini) hazfetmek
sünnettir.»ZAYIF
BAB :
223
MEVZU : SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA
297 — Aişe (R. Anha) dan
rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah SAV selâm verince
sadece «allahumme entesselamu veminkesselamu
tebarekte zelcelali vel ikram
diyecek kadar otururdu.»
-298 — Heımad, Mervan bin
Muaviye'den, Ebu Muaviye'den, şaşı
âsım'dan bu isnad ile geçen hadîsin benzerini bize tahdis etti.
299 — Rasûlüllah (S.A.V.)
ifı azadlısı Sevban'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.)
namazdan insıraf etmek istediği zaman (namazını tamamlayarak çekilmek
istediğinde) üç kez istiğfar eder ve
sonra"allahumme
entesselamu veminkesselamu tebarekte zelcelali vel ikram
" derdi.»
BAB : 224
MEVZU : SAĞDAN VEYA SOLDAN
ÇEKİLMEK
300 — Kabisa bin Hülb'ün
babasından rivayet edilmiştir. Dedi ki. «Rasûlullah (S.A,V.) bize imam olur ve
namazı müteakip (mihrabdan,) her iki yanından da çekilirdi. Bazan sağından ve
bazan solundan.»
BAB : 225
MEVZU : NAMAZIN
SIFATI
301 — Rifâa bin Rafı'den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir gün mescidde otururken -Rifâa «biz
de O'nunla beraberdik» dedi- bedevilere benzeyen bir adam geldi. Namaz kıldı ve
namazını hafif yaptı. Sonra namazdan çekilerek rasûlüllah (S.A.V.) e selâm
verdi. Peygamber
(S.A.V.) « ve aleyke
» diyerek selâmını aldı ve «Dön; namaz kıl; çünkü namaz, kılmış olmadın»
buyurdu. Adam döndü; namaz kıldı ve sonra ge-
lerek Peygamber'e
selâm verdi. Rasûlüllah (S.A.V.)
« ve aleyke"
selâmını aldı ve «Dön;
namaz kıl; çünkü namaz kılmış olmadın» buyurdu. Bu durum iki veya üç kez
tekerrür etti. Her defasında Peygamber
(S.A.V.) e gelerek
selâm veriyor ve Rasûlüllah
(S.A.V.) « ve aleyke »
diyerek selâmım alıyor ve
«Dön; namaz kıl; çünkü namaz kılmış olmadın» buyuruyordu. Namazını hafif yapan
kişinin namaz kılmış olmaması (oradaki) insanları meraklandırdı ve bu hüküm
onlara ağır geldi. Adam sonunda şöyle dedi: «Bana göster ve öğret! Ben beşerim.
Doğru yapabilirini ve yanılabilirim.» Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Evet.
Namaza kalkdığın zaman Allah'ın sana emrettiği şekilde abdest al; sonra şehadet
getir ve kamet de getir. Ezberinde Kur'an varsa oku. Yoksa Allah'a hamdet;
tekbir ve tehlil setir. Sonra rükûa var ve rükûunu mutedil olarak yap. Sonra
kalkarken mu'tı-dil ol. Sonra secdeye var ve secde-ni mutedil olarak yap. Sonra
otur ve oturmanı mutedil yap. Sonra kıyama kalk. Bunu yaparsan namazın
tamamdır. Bunlardan bir şey eksiltirsen namazından eksiltmiş olursun.» Rifâa
diyor ki: Bu hüküm onlara evvelkinden daha kolay geldi. Çünkü bunlardan bir şey
eksilten namazından eksiltmiş olacak ve namazı büsbütün gitmeyecektir.»
302 — Ebu Hüreyre (R.A.)
den rivayet edilmiştir: «Resûlüllah (S.-A.V.) mescide girdi. Arkasından bir
adam girdi ve namaz kıldı. Sonra o adam Peygamber (S.A.V.) e gelerek selâm
verdi. Peygamber onun selâmını aldı ve buyurdu ki: «Dön; namaz kıl; çünkü namaz
kılmış ol madın.» Adam döndü ve önceden kıldığı gibi namaz kıldı. Sonra
Rasûlü-lah (S.A.V.) e gelerek selâm verdi. Rasûlüllah selâmını aldı ve ona
buyurdu ki: «Dön; namaz kd; çünkü namaz; kılmış olmadın.)) Bu durum üç defa
tekerrür etti. Bunun üzerine adam dedi ki: «Seni hak ile gönderene yemin ederim
ki, bundan'daha iyisini bilmiyorum. Bana öğret.» Rasû-lüllah buyurdu ki:
«Namaza kalkdığım zaman tekbir al; sonra Kur'an-dan kolayına ne gelirse oku;
sonra riikûa var ve rükûunu mutedil olarak yap; sonra başını kaldır ve mutedil
olarak dikil; sonra secdeye var ve secdeni mutedil olarak yap; sonra başını
kaldır ve mutedil olarak otur ve bütün namazında (her rekâtında bunu yap.»
303 — Ebu Humeyd
Es-Sâidî'den rivayet edilmiştir. Râvî Muham-med bin Amr diyor ki: Rasûlüllah
(S.A.V.) in ashabından on kişi arasında, onlardan.biri de Ebu Katade bin Rib'î
idi, Ebu Humeyd'in şöyle dediğini işittim: «Rasûlüllah (S.A.V.) in namazım en
iyi bileniniz benim. Dediler ki: «Peygamber'e sahabîlik bakımın'dan en eskimiz
ve yanına en çok gidenimiz değil idin!.» Dedi ki: Evet değildim. «Ohalde
anlat!» dediler. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) namaza kalkdığı zamana mutedil
olarak dikilir ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Rükûa varmak
istediğinde ellerini omuzlarının hizasına 'kadar kaldırır, sonra"
^
allahuekber "varırdı.
Sonra (rükûda) itidalüzere bulunur, ne başını sarkıtır, ne de diker ve ellerini
dizlerinin üzerine koyar idi. Sonra « allahuekber » der, ellerini kaldınr ve
mutedil durum alırdı ki, her kemik mutedil olarak yerli yerine dönerdi. Sonra
secdeye varmak üzere yere iner, sonra «allahuekber » der, sonra kollarını
koltuklarından
ayırır ve ayak parmaklarım
yumuşak bırakırdı. Sonra soî ayağını bükerek üzerine oturur ve mutedil vaziyet
alırdı ki, her kemik mutedil olarak
yerli yerine dönerdi. Sonra
secdeye iner, sonra « allahuekber » der, sonra
ayağını bükerek oturur ve
mutedil vaziyet alırdı ki, her .kemik mutedil olarak yerli yerine dönerdi.
Sonra kıyama kalkar ve ikinci rekâtta da bunun gibi yapardı, ilk iki rekâttan
kalkınca tekbir alıp ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Tıpkı
namaza baslarken yaptığı gibi. Sonra namazını böylece kılar ve namazının
biteceği son rekât tamamla-nmca sol ayağını cıkararak yanının üzerine oturur ve
sonra selâm verir idi.»
Bu hadîs hasen-sahih'tir.
«iki secdeden kalkınca...»
sözünün manası, iki rekât kıldıktan sonra üçüncü rekâta kalkınca demekti
304 — Muhammed bin Amr bin
Atâ'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ebu Humeyd Es-Sâıdi'yi Peygamber (S.A.V.)
in ashabından on kişinin içinde dinledim. Onların arasında Ebu Kata de bin
Rib'î de vardı.» Sonra Yahya bin Saîd'in hadîsinin aynini mânasıyle zikrediyor
ve bu hadîsde şu ziyade (Ebu Âsım'ın Abdülhamid bin Ca'fer'den rivayet ettiği
şu cümle) yer alıyor: Dediler ki: «Doğru söyledin. Rasûlüllah (S.A.V.) böyle
kılardı.»
BAB : 226
MEVZU : SABAH NAMAZININ KIRAATİ
305 — Kutbe bin Malik'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki «Rasûlül-
lah (S.A.V.) in sabah
namazında « Vedduha » î birinci rekâtta
okuduğnna dinledim.»
BAB : 227
MEVZU : ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARININ KIRAATİ
306 — Câbır bin Semüre'den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.-V.) öğle ve ikindi namazlarında
"şems"
ve benzeri süreler okurdu.»
BAB : 228
MEVZU : AKŞAM NAMAZININ KIRAATI
307 — Ummül-Fadl'den
rivayet edilmiştir. Dedi
ki: «Rasûlüllah (S-A.V.)
hastalığında başını sarmış olarak bize
(mescide) çıkıp akşam
namazını kıldı ve « murselat
» süresini okudu. Bir daha akşam namazı kilamadan vefat etti.»
BAB : 229
MEVZU : YATSI NAMAZININ KIRAATI
308 — Abdullah bin
Büreyde'nin babasından rivayet edilmiştir. De-
- - -* * di ki:
«Rasûlüllah (S.A.V.) yatsı
namazında «ŞEMS» ve ben-
zeri süreleri okurdu.»
309 — El-Berrâ bin Âzib'den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.)
>• tf tf
yatsı namazında
*"tin" süresini okurdu.»
310 — Ubade bin
Es-Saamit'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasû-lüllah (S.A.V.) sabah namazım
kıldı kıraatte güçlük çekti. Namazdan dönünce «Görüyorum ki, imamınızın
arkasında okuyorsunuz» buyurdu. «Yâ Ra-sûlüllah! Evet vallahi» dedik. Buyurdu
ki: «Yapmayın! Yalnız Fatiha'yı okuyun. Çünkü Fatiha'yı okumayanın namazı
yoktor.»
BAB : 231
MEVZU :
İMAM AŞlKAR OKUDUĞU
ZAMAN
ARKASINDA KİLERİN
OKUMAMALARI
311 — Ebu Hüreyre'den
rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) cehren okuduğu bir namazdan dönünce
«az önce sizden biriniz benim le beraber okudu mu?» diye sordu. Adamın bîri
«evet yâ Rasûlüllah» dedi. Buyurdu ki: «Ben de, neden kıraatime karışılıyor
diyordum!?». Sahabe Peygamber (S.A.V.) den bunu işitince, cehren okuduğu
namazlarda O'nunla beraber okumaya son verdiler.»
Ebu Osman En-Nehdî Ebu
Hüreyre'den rivayet etmiştir. Diyor ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) Fatiha'sız namaz
olmadığını çağırıp duyurmamı bana emretti,»
312 — Vehb bin Keysan'dan
rivayet edilmiştir. Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini işitti: «Her kîm hir
rekât namaz kılar ve o rekâtta Fa-tîha'yı okumazsa, namaz kılmamışlar. Ancak
imamın arkasında olursa (namazı sahihtir)».
BAB :
232
MEVZU : MESClDE GİRERKEN OKUNACAK DUA
313 —
Fatımet-ül-Kübrâ'dan rivayet edilmiştir.
Dedi ki: «Rasilül-lah
(S.A.V.,) mescide girdiği zaman Muhammed'e salat-ü selâm getirir
ve «Ey Rabbtm! Günahlarımı
affet ve bana rahmetiııîn kapılarını aç"- derdi Mescidden
' çıkarken de Muhammed'e
salat-ü selâm getirir ve "Ey Rabbim Günahla rımı afvet ve bana
nimetlerinin kapılarını aç"
314 — İsmail bin ibrahim'den
rivayet edilmiştir. Diyor ki: Abdullah bin
EI-Hasan'a Mekke'de mülaki oldum ve ona
bu hadîsi sordum.
Bana hadîsi anlatti ve
şöyle dedi: «Girerken « Ey Rabbim!
Rnhmetinin kapısını bama
aç»ve çıkarkende "Ey Rabbim nimetinin kapısını bana aç" derdi.
BAB : 233
MEVZU : TAHIYYETÜL MESCİD NAMAZI
315 — Ebu Katade'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.-A.V.) şöyle buyurdu: «Sizden
bîriniz mescide geldiği zaman oturmadan evvel iki rekât namaz kılsın.»
BAB : 234
MEVZU : KABRİSTAN
VE HAMAM MÜSTESNA BÜTÜN YERYÜZÜ
MESCİDDİR
316 — Ebu Saîd EI-Hudrî'den
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Kabristan ve
hamamdan başka bütün yeryüzü mesciddir.
BAB ; 235
MEVZU : MFSCÎD
YAPTIRMANIN FAZlLETI
317 — Osman bin Affan'dan
rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim; buyurdu ki: «Her kim Allah için bir mescid
ederse Allah ona cennette mislini inşa eder.»
318 — Rasûlüllah (S.A.V.)
den rivayet edilmiştir. Buyurdu ki: "«Her kim Allah için, küçük olsun veya
büyük olsun bir mesckl yaptırırsa Allah ona cennette bir ev yapar.»
BAB :
236
MEVZU :
KABİR ÜZERiNDE MESCİD KURMANIN MEKRUH OLDUĞU
\
319 — İbn-ü Abbas (R.A.)
den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ra-sûlüllah (S.A.V.) kabirleri ziyaret eden
kadınlara; kabirler üzerinde mescid kuran ve kandil yakanlara lanet etti»17'
BAB : 237
MEVZU : MESC1DDE UYUMAK
320 — İbn-ü Ömer'den
rivayet edihnişür. Dedi ki: «Bizler genç iken Rasûlüllah (S.A.V.) in zamanında
mescidde uyurduk.»
BAB : 238
MEVZU :
MESCÎDDE ALIŞ-VERİŞİN YİTÎK
SORMANIN VE ŞiiR İNŞAD ETMENİN
KERAHETİ
MUHAMMED B. IDRÎS ES-SAFIÎ (150-204 H.)
Hicrî 150/Miladî 767 yilinda Filistin'in Gazze sehrinde dogdu. Babasi Idris bir
is için Gazze'ye gitmis, orada iken vefat etmisti. Dedelerinden biri olan Safiî
Ibn es-Sâib'e nisbeten Safiî olarak bilinir. Soyu Abd-i Menâf'ta Hz.
Peygamber'in soyuyla birlesir.
Henüz küçük yasta iken babasini kaybeder. Fakir bir sekilde yasayan annesi,
oglunu alip Mekke'ye gitmege karar verir. Mekke'de, daha küçük yasta kendisini
ilme veren Imam Safiî, yedi yasinda Kur'ân-i Kerim'i; on yasinda da Imam
Mâlik'in el-Muvatta' adli hadis kitabini ezberlemis ve on bes yasina
geldiginde, fetva verebilecek bir seviyeye ulasmisti.
Bundan sonra yirmi yila yakin bir süre çölde, Huzeyl kabilesi içinde yasayarak
fasih Arapça'yi ve câhiliye siirlerini ögrendi. Hatta Asmaî, onun hakkinda;
"Huzayl'in siirlerini Kureys'ten Muhammed b. Idris denen bir genç ile
düzelttim" demistir. Böylece edip ve Arapçada söz sahibi olmustur.
Akabinde birçok alimden hadis okudu. Mekke valisinin bir tavsiye mektubu ile
Medine'ye gitti. Burada Imam Mâlik'e el-Muvatta adli eserinin tamamini arzetti.
Daha sonra tamamen fikha yönelerek Imam Mâlik'ten Hicaz fikhini ögrendi.
Safiî'nin essiz kavrayis ve üstün zekâsini müsahededen Imam Mâlik, ona su
anlamli tavsiyede bulundu: "Muhammed! Allah'tan kork, günahtan sakin;
çünkü ben senin büyük bir sahsiyet olacagini ümid ediyorum. Gönlüne Allah'in
koymus oldugu bu nuru günahla söndürme."
Medine'de Imam Mâlik'ten fikih ve hadis ilmi aldi. Süfyan b. Uyeyne'den, Fudayl
b. Iyâz ve amcasi Muhammed b. Sâfi' ve digerlerinden hadis rivayet etti.
Imam Sâfiî, bu arada çalismak zorunda oldugu için bir süre Yemen'e gitti. Yemen
kâdisi Mus'ab b. Abdillah el-Kuresî orada kendisine resmî bir is bulmustu. Bu
arada, Halîfe Hârun er-Rasîd Hz. Ali taraftarlarinin bir harekâtindan
korkuyordu. Yemen tarafindan yakalanip getirilen Siîler arasinda -Siî olmadigi
halde- Sâfiî de Medîne'de Halîfe'nin huzuruna çikarildi. Suçsuzlugu anlasilinca
Halife onu serbest biraktirdi ve maddî yardimda bulundu. Sonra H.183 ve 195'te
Bagdat'a gitti. Orada Muhammed b. Hasan es-Seybânî'den Irak fakihlerinin
kitaplarini okudu. Onunla fikir alis verisinde bulundu.
Imam Sâfiî bundan sonra H. i87'de Mekke'de ve i95'te Bagdat'ta Imam Ahmed b.
Hanbel (Ö. 241/855) ile bulustu. Ondan Hanbelî fikhini ve usulünü, Kur'an'in
nâsih ve mensuhunu ögrendi. Bagdad'ta onun eski mezhebinin esaslarini ihtiva
eden "el-Hucce" adli eserini yazdi. Sonra H. 200'de görüslerinin en
çok yayginlasacagi Misir'a gitti. 204/819'da Receb'in son cuma günü Misir'da
vefat etti ve orada defnedildi (el-Hudarî, Tarihu't-Tesrîi'l-Islâmî, Kahire
1358/1939, s. 254 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fikh, Kahire, t.y., s.12
vd.; ez-Zühaylî, el-Fikhu'l Islâmî ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 35, 36;
Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, 9, 78 vd).
Imam Sâfiî'nin "er-Risâle" adli eseri fikih usulünde ilk kaleme
alinan usul kitabidir. Hanefilerde, usul müctehid imamlar devrinde yazili bir
eser haline getirilmemis daha sonra fürûdan hareket edilerek usûl kaideleri
belirlenmistir. Imam Sâfî, isin basinda er-Risâle'yi yazarak sonraki Sâfiî
bilginlerini bu külfetten kurtarmistir. Imam Sâfii'nin "el-Ümm" adli
eseri ise Misir'da mezhep görüslerini kapsayan bir fikih eseridir.
Onun ilmî ve edebî sahsiyeti yaninda, takvâsi, olgun karakteri ve güzel ahlâki
da zikredilmesi gereken hususlardandir. Kendisine Siffin meselesi, sorulunca su
anlamli cevabi vermisti: "Ömer b. Abdülazîz'e Siffîn'da ölenler sorulunca
o; "Allah'in elimi bulasmaktan korudugu kanlardir" demisti. Simdi ben
de dilimi bu kana bulastirmak istemiyorum."
Ögrencileri onun hakkinda, "Safiî Hz'leri bir âyeti tefsir etmeye baslayinca,
sanki o âyetin indirilisini görmüs gibi büyük bir vukufla konusurdu"
derler.
Imam Sâfiî, müstakil mutlak müctehid idi. Hicazlilar'in ve Iraklilarin fikhini
kendinde toplamisti. Ahmed b. Hanbel onun için; "Allah'in kitabi ve
Rasûlünün sünnetinde insanlarin en fakîhi idi"; "Eli hokka ve kalem
tutup da, boynunda Sâfi'nin minneti olmayan kimse yoktur" demistir.
Tasköprülüzâde, Miftahu's-Saâde'sinde onun için söyle der: "Ehli fikih
usûl, hadîs, dil ve nahiv âlimleri, Imam Sâfiî'nin; emânet, adâlet ve zühdünde,
vera, takvâ ve cömertliginde, güzel ahlâkinda, kiymetinin yüceliginde
birlesmistir. Onu gerektigi sekilde anlatmak zordur" (ez-Zühaylî, a.g.e.,
I, 26).
Sâfiî mezhebinin usûlü kitap, Sünnet, icma ve kiyasa dayanmaktadir.
Hanefî ve Mâlikîlerin kabul ettigi istihsanla ameli terketti ve "istihsani
kullanan kendisi seriat koymustur" görüsünü ileri sürdü. Istihsani
geçersiz kilmak ve tenkid etmek için "Ibtalü'l-Istihsân"isimli
risâlesini kaleme almistir (bk. "Istihsan" mad.).
Imam Sâfiî, râvisi sikâ, zabt ve hadis muttasil olunca âhâd haberle amel
etmenin gerekli oldugunu savunur. O, Imam Mâlik'in sart kostugu gibi, âhâd
haberin amelle desteklenmesini, Irak ekolünün gerekli gördügü râvinin fakih ve
ameli haber-i vâhide uygun olma gibi sartlari aramaz (Ebû Zehra, a.g.e., s.i2
vd.). O'nun haberi vâhidin delil olmasiyla ilgili, dayandigi çesitli deliller
vardir. Bunlardan birinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in söyle buyurdugunu rivayet
eder: "Benim sözümü dinleyip belleyerek ezberleyen ve oldugu gibi baskasina
duyuran kimsenin Allah yüzünü agartsin. Bazan fikih hâmili, fakih olmayana
nakleder, iceleri de kendisinden daha fakih olan kimseye nakleder..." (Ebû
Dâvud, Ilm, i0; Tirmizî, Ilm, 7; Ibn Mâce, Mukaddime,i8). Bu hadisi aktardiktan
sonra Imam Sâfiî görüsünü söyle açiklar: "Madem ki Hz. Peygamber,
sözlerini dinleyip bellemege ve onlari baskalarina duyurmaga davet etmistir.
Bunu yerine getiren kimse ister bir kisi olsun, ister cemaat olsun, O'nun
davetine icabet etmis sayilir. Hz. Peygamber'den rivayet eden kimse bir kisi de
olsa güvenilir ve âdil olmak sartiyla rivayeti makbuldür."
Diger yandan Imam Sâfiî istihsani ve Mâlikîlerin mesâlih-i mürsele delilini
reddederken, kendisi bunlara benzer "istidlâl" adini verdigi bir aklî
delil kullanir.
Sâfiîlerde, çesitli konularda fetvâ, Imam Sâfiî'nin yeni mezhebine göredir,
Imam Safiî, eski mezhebini temsil eden el-Hucce'den dönmüs ve; "Onu benden
rivayet edene hakkimi helâl etmiyorum" demistir. Ancak on yedi kadar
meselede eskiye göre fetva verilmistir. Meselâ; eski görüsü, muarizi olmayan
bir hadisle desteklenirse onunla fetva verilir. Onun söyle dedigi nakledilir:
"Hadis sahih olunca, o benim görüsümdür. Benim böyle bir hadisle çelisen
sözümü de duvara çarpin".
Imam Sâfiî Hicaz, Irak, Misir ve diger Islam beldelerinde çesitli talebeler
yetistirmistir. Yeni mezhebini Sâfiî'den alan Misirli bes ögrencisi sunlardir:
i) Ebû Ya'kub Yûsuf b. Yahyâ el-Büveydî (Ö. H. 231). Halîfe Me'mun'un çikardigi
"Halku'l-Kur'an" fitnesi yüzünden Bagdat'ta bir süre hapsedildi (bk.
"Halku'l-Kur'an" mad.). Sâfiî, onu ders halkasina vekil olarak
birakmistir. Sâfiî'nin sözlerinden derledigi ünlü bir özet eseri vardir.
2) Ebû Ibrahim Ismail b. Yahyâ el-Müzenî (Ö. H. 266): Sâfiî mezhebine göre
yazilmis çesitli eserleri vardir. Mebsût adi verilen "el-Muhtasaru'l
Kebîr" ve "el-Muhtasaru's-Sagîr" bunlardandir. Irak, Sam ve
Horasan'dan pek çok ilim talibi ondan yararlanmistir.
3) Ebû Muhammed er-Rabî' b. Süleyman b. Abdilcebbâr el-Murâdî (Ö.H. 270): Imam
Sâfiî'nin kitaplarinin ravisidir. Amr b. el-Âs Câmiinde (Fustat Câmii)
müezzindi. Safiî'nin er-Risâle, el-Ümm ve diger kitaplari, el-Murâdî kanaliyla
bize ulasmistir.
4) Harmele b. Yahya b. Harmele (Ö.H. 266): Imam Sâfiî'den er-Rabî'in rivayet
etmedigi kitaplari nakletti. Kitabü's-Surût, Kitabü's-Sünen, Kitabü'n-Nikâh ve
Kitâbü'l-Ibil ve'l-Ganem ve Sifatühâ ve Esnânühâ bunlar arasinda sayilabilir.
5) Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem (Ö.H. 268): Imam Mâlik'in de
ögrencilerinden idi. Misirlilar onu diger fakihlerden üstün kabul ediyordu.
Daha sonra Sâfiî'nin görüslerini birakarak Imam Mâlik'in ictihadlariyla amel
etmeye basladi.
Sâfiî'nin mezhebi; Misir, Güney Arabistan, Dogu Afrika, Dogu Anadolu, Seylan,
Endonezya, Cava, Filipinler, Malaya, Mâveraü'n-Nehir ve Horasan gibi yerlerde
yayilmistir (ez-Zühaylî, a.g.e., I, 37 vd.; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 78 vd.).
Imam Sâfiî Ictihad'da izledigi usûl:
Delillerden hüküm çikarma ve ictihad'ta izledigi usulü
"Ihtilâfü'l-Hadis", "Cimâu'l-Ilm" ve "er-Risâle"
isimli eserlerinin çesitli yerlerinde açiklamistir. Özetle söyle der:
"Kitap ve ihtilafsiz mütevatir sünnetle hükmolunur. Bu hüküm için
"görünüste ve gerçekte (zahir ve batinda) hak ile hükmettik" deriz.
Üzerinde ittifak edilmeyen ve âhâd yoldan gelen sünnetle hükmolunur. Bunun
için, "görünüste hak ile hükmettik", deriz. Fakat
"gerçekte..." diyemeyiz. Çünkü hadisi rivayet eden yanilmis olabilir.
Icma, daha sonra da kiyas ile hükmederiz. Bu, ondan da zayiftir, fakat zaruret
bulundugu yerde kullanilir. Çünkü haber varken kiyasi kullanmak helal degildir.
Nitekim teyemmüm de, seferde su bulunmayinca temizligi saglar, fakat su
bulununca teyemmüm bozulur (es-Safiî, er-Risâle, s. 512, 599, 600).
Safiî, Kitap ve Sünnet'in te'vile muhtaç kisimlarini dogru tevil etmek için
Arapçanin, yapilan te'vile müsait bulunmasini ve Kitap, Sünnet ve Icma
kaynaklarinda, anlasilan manâyi takviye eden bir delilin bulunmasini sart
kosar. Te'vilini de bu dogrultuda yapar. Sünnete göre hüküm vermesi için,
mütevatir olmayan hadiste sika, dogru, ne dedigini ve hadisin anlamini
degistirecek sözleri bilen; hadisin anlamini tam olarak bilmiyorsa, onu manâ
yoluyla degil, asil lafizlariyla rivayet eden; rivayetini hifzetmis, kitabini
muhafaza etmis, sika ravilere muhalefetten uzak ve hadisin ilk kaynagina kadar
ayni sartlari tasiyan raviler tarafindan rivayet edilmis bulunmasi sartini
arar.
Istihsani, mesnedsiz, keyfî hüküm olarak anladigi için reddeden Imam Safiî, rey
ictihadini kiyastan ibaret kabul etmis, kiyasi da delâlet yoluyla ilahî beyan
çesitlerinden biri saymistir. Hakkinda nass bulunan meselenin illeti ile nass
bulunmayan meselenin illeti ayni olursa, yapilan kiyasta ihtilaf edilmez.
Ancak, asil mesele ile nass bulunmayan fer'î meselenin illeti ayni olmayip
benzer olursa, bu konuda yapilan kiyasta ihtilaf olur ve farkli hükümlere varilir.
Imam Safii'nin ictihad ve taklid konusundaki su sözleri kayda deger:
"Delilsiz ve hüccetsiz olarak bilgi toplayan kimse gece karanliginda odun
toplayana benzer; topladigi bir arkalik odunu yüklenirken bunun içinde
kendisini sokacak bir yilanin bulundugunu bilmez."; "Sahih hadis
bulununca benim mezhebim odur."; "Kiblenin hangi yönde oldugunu
kestiren bir kimsenin bir baskasini taklid etmesi nasil uygun olmazsa,
mükellefin dininde, çagdasi olan bir kimseyi taklit etmesi de öyle uygun
degildir."e
Ictihadina örnek:
"Cuma günü yikanmak vaciptir" hâdisini rivayet ettikten sonra Safiî,
söyle der: "Hadiste geçen "vacip" ifadesinin "baskasina
caiz degil, ahlaken gerekli, temizlik ve pis kokunun giderilmesi için tercih
edilmeli." gibi manâya ihtimali vardir. Kur'an, abdesti abdestsiz
olanlara; guslü, cünüplere tahsis ettigi göz önüne alinirsa, bu son manâ en
uygun olanidir. Safiî burada te'vil ve anlayis ictihadi yapmistir.
Imam Safiî, annenin çocugu emzirecegini, babanin da yiyecek ve giyecegini temin
etmesinin, süt anne tutulursa bunun da emzirme ücretini ödemesinin gerektigini
belirten el-Bakara 2/233. ayeti ile Hz. Peygamber'in (s.a.s) Hind'e, Ebu
Süfyan'in malindan kendisi ve çocugu için yetecek kadar mali habersiz olarak
alabilecegini ifade eden hadisini naklettikten sonra; babadan olmasi nedeniyle,
çocugun emzirilme ve beslenme külfetinin babaya ait oldugu hükmünü çikarir.
Daha sonra da bu hükümden hareketle kiyas yaparak evlâdin da babaya bakmasi
gerektigi hükmüne varir.o
Ictihadla kiyasi ayni anlamda kullanan Imam Safiî, yalanci sahidlikle bir
kimsenin esini üç talakla bosadigini iddia ederek hâkimin esleri ayirmasina
sebep olanlarin yalanciliklari anlasilinca, magdura esinin mehri mislini
vermeye mecbur kilinmasi ictihadinda oldugu gibi, maslahat-i mürsele delilini
de kullanir.
Hikmetli sözleri ve siirlerini ihtiva eden bir Dîvân'in sahibi olan Imam Sâfiî,
edebî yönüyle de essiz bir sahsiyet sayilir. Asagidaki dörtlük ona aittir.
"Hafizamin bozuklugunu (hocam) Vekî'e sikayet ettim.
Bana günahlari terketmemi tavsiye etti.
Ve bana sunu bildirdi ki; ilim bir nurdur
Ve Allah'in bu nuru âsilere verilmez. "
[1][1] Ahzab, 34.
[2][2] Nisa, 113.
[3][3] Kiyame,
17-19.
[4][4] Nisa, 105.
[5][5] Nısa, 59.
[6][6] el-Hakim, Müstedrek, ; Malik, Muvatta, .
[7][7] Ebu Davud, Sünen,
n° 4604
[8][8] ed-Darimi,
[9][9] es-Suyut,
Miftahu’l-Cenne,
[10][10] Kehf, 110.
[11][11] Sahih-i Müslim, .
[12][12] Siretu’bni Hişam, .
[13][13] Mustafa es-Sibai, es-Sünne
ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami,
.
[14][14] eş-Şatibi,
el-Muvafakat, .
[15][15] Nisa, 65.
[16][16] Haşr, 7
[17][17] Nur, 63
[18][18] Araf, 17
[19][19] Tevbe, 29
[20][20] Ahzab, 36
[21][21] Nisa, 59.
[22][22] et-Tayyibi,
[23][23] Ebu Davud, Sünen, n°4607,
İbn Mace, Sünen, n°42
[24][24] Ebu Davud, Sünen, n°4604
.
[25][25]