Bu Blog içinde Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

Ehli Sünnetin İnanması Gereken Onsorlar

 Sünnette cemaate sımsıkı bağlılığı emreder.Kim ki cemaattan başkasını arzularsa ve ondan ayrılırsa boynundaki islam boyunduruğunu fırlatmış başkalarının sapıtmasınada neden olarak sapıtmıştır.

1-İbn Ömer (r.a) dan rivayet edilmiştir dedi ki: Ömer ,Cabiye'ye (şam'ın bir kasabası) bize hutbe iradederek şöyle dedi;Ey insanlar Rasulallah sav in irad buyurduğu hutbenin bennzerini size irad etmek için kalkmış bulunuyorum.Resulü Ekrem s.a.v. şöyle buyurmuştu: size ashabımı, sonra onların peşinden gelenleri ve sonra bunların peşinden gelenleri tavsiye ederim.Daha sonra yalancılk yayılacıktır. Hatta kişiye yalan yere yemin ettigi için yemin verdirilmeyecek ve şahide yalan yere şehadet ettigi için şahitlik yaptırılacaktır.Daha sonra yalan- cılık yayılacaktır. Hatta kişiye yalan yere yemin ettigi için yemin verdirilmeyecek ve şahide yalan yere şehadet ettiği için şahitlik yaptırılmayacaktır.Dikkat bir erkek bir kadınla başbaşa kalmasın aksi takdirde üçüncüleri şeytandır.cemaatten islam topluluğundan ayrılmayın. Tefrikadan önemle sakının.Çünkü şeytan yalnız kalanla beraberdir.Ve birlik olan iki kişiden uzaktır.Her kim cennetin orta yerini istiyorsa cemaatten ayrılmasın.Her kimi iyiliği sevindiriyor ve kötülüğü üzüyorsa işte o kimse mümindir. TİRMİZİ-FİTNE BABI 7,NO:2254,,,

2-"Enes bin Malik ( R ) rivayet edildiğine göre: Resulullah sav şöyle buyurdu ;demiştir "İsrailoğulları yetmişbir fırkaya ayrıldı .Benim benim ümmetimde şüphesiz yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka ateşte değildir. Oda sahabilerin yolunda olan cemeattir. " İbn Mace K. Fiten 3993

3-İbn Abbas r. dan Resulullah sav şöyle buyurdu: "Her kim emrinden hoşlanmıyacağı bir şeyin meydana geldiğini görürse onun fenalığına sabretsin,isyan etmesin.Çünkü herkim islam camiasından bir karış ayrılırsa ölürse muhakkak o cahiliyet ölümü ile ölür. BUHARİ,KİTABUL FİTEN 15c6926sy. TİRMİZİ...3022..KİTABUL MİSAL BABI...,,AHMED 4\130,TAHAVİ 379sy

4-''Kim aza teşekkür etmezse,çoğada teşekkür etmez.Kim insanlara teşekkür etmezse Allah'ada şükretmez.Allah'ın nimetlerini anlatmak şükürdür.Onları anlatmayı terketmek ise nankörlüktür.Cemaat halinde yaşamak rahmed ayrılık ise azabtır.'' AHMED B. HANBEL,,MÜSNED 4.c 278.sy ''Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bölünüp parçalananlar ve ayrılığa düşenler gibi olmayın işte böyleleri için çok büyük azab vardır.'' ALİ İMRAN 105 ''Dinlerini bir kısmına inanıp bir kısmınada inanmıyarak parçalayanlar ve böylece fırka fırka olanlar işte hiçbir hususta sen onlardan olmadın.Onların işi artık Allah'a kalmıştır.Sonra da yapmış oldukları şeyi kendilerine haber verecektir.'' ENAM 159

CEMAATIN KURULUŞU MUHAMMED SAV İN ASHABI ÜZERİNE BİNA EDİLMİŞTİR.ALLAH HEPSİNDEN RAZI OLSUN.ONLAR EHLİ SÜNNET VEL CEMAATTIR.ÖYLEYSE KİMKİ ONLARDAN YÜZ ÇEVİRMİŞTİR SAPIKLIĞA VE BİDATA DÜŞMÜŞTÜR.BÜTÜN BİDATLAR DALALETTİR.DALALET VE DALALETE DÜŞENLERSE ATEŞTEDİR.CEMAATA YAPIŞMANIN ANLAMI DOĞRUYA VE ONUN TAKİPÇİLERİNE BAĞLANMAKTIR.DOĞRUYA YAPIŞANLAR AZ KARŞITLARI ÇOK OLSADA DOĞRULUK PEYGAMBER SAV'İN ASHABININ BAĞLI OLDUĞU İLK CEMAATTIR

1-''Abdullah bin Amr (ra) dan rivayet edilmiştir.Resulullah sav şöyle buyurmuştur:<<İsrailoğullarına gelen herşey papucun papuca bir tekin öbür tekine eşiyliği gibi ümmetimede gelecektir.Hatta onlardan aşikar olarak annesiyle zina eden bulunursa ümmetimdede bunu yapacak kişi bulunacaktır.İsrailoğlları yetmişiki millete ayrılmışlardı.Ümmetim yetmişüç millete ayrılacaktır.Bunların bir milletten başka hepsi cehennemdedir.Ashap-Ya Resulullah o müstesna olan millet kimdir? Allah Resulu sav---Ben ve ashabım hangi millet üzere isek odur>> TİRMİZİ KİTABUL İMAN....2779

2-EL-İrbad bin sariye (ra)dan rivayet edilmiştir.dediki;<<Resulullah sav bize namaz kıldırdı.sonra yüzünü bize döndürdü ve sonra çok belagatlı bir vaaz ettiki gözler ağladı gönüller korktu.Bir sözcü -Ey Allahın Resulu şu konuşma ayrılık konuşmasına benziyor.Bize ne tavsiye edersin,dedi.Resulullah sav<<Ben size Allah'tan korkmanızı ve üzerinize Habeşli bir kölede amir dikilse emirlerini dinleyip itaat etmenizi tavsiye ederim.Gerçekten benden sonra sizden kim yaşarsa çok ihtilaflar görecek,sizlere benim sünnetime ve benden sonrs gelecek yol gösteren ve olgun halifelerimin sünnetine uymanız gerekir.Bu sünnetlere uyun ve azı dişinizle bu sünnetleri ısırıcasına sıkı sarılın.Dinde sonradan çıkarılan işlerden sakının gerçekten sonradan çıkarılan işlerden sakının.Gerçekten her sonradan çıkarılan şey bidattır.Ve her bidat sapıklıktır.>> EBU DAVUD K.SÜNNET 4607..DARİMİ..96-TİRMİZİ..2815-İBN MACE ..42-

3-''cabir ibn abdullah (ra)dan o şöyle dedi:Resullullah sav hutbe yaptığı zaman gzleri kızarır sesi yükselir ve hiddeti artardı.Hatta düşman ordusunun hucumcndan ikaz eden,düşman sabah ve akşam sizlere baskın yaptı diyen bir kimse gibi olurdu.Şehadet parmrğı ile orta parmağını birbirine yapıştırarak:<<Ben kıyametin şu iki parmağın yakınlığı gibi yakın olduğu bir zamanda gönderildim>> der ve devam ederek:<<Bundan sonra,bilinizki sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabı,yolun en hayırlısı da Muhammed sav in yoludur.Ve işlerin en kötüsü dinde sonradan çıkarılan şeylerdir.Dinde sonradan çıkarılan her bidat bir sapıklıktır.>>buyurdu.Daha sonra:<<Ben her mümine kendi nefsinden daha yakınımdır.Her kim mal veya evlad bırakırsa bıraktığı malı ailesine ve yakınlarına aittir.Ve herkim borç veya evlad bırakırsa borcu ve çocuklarının işi ile meşgul olmak bana aittir.>>buyurdu.'' MÜSLÜM 867..NESEİ...................EBU DAVUD 4607..(Her bidat ateştedir sözü nesei den geliyor)

 

MESELELER NETLEŞTİĞİ İSPATLAR YAPİLDIĞI VE BAHANELER YOK EDİLDİĞİNDEN KİMSENİN NE HİDAYETTE OLDUĞUNA İNANIP SAPIKLIĞA DÜŞMESİNDE NEDE DELALETTE OLUP DOĞRU YOLDA OLDUĞUNU SÖYLEMESİNDE MAKBUL BİR MAZERET OLAMAZ,DER ÖMER İBN HATTAB RA.ÇÜNKÜ SÜNNET VE CEMEAT TÜM BİR DİNİ SAĞLAMLAŞTIRAN VE TEMİNAT ALTINA ALANDIR.BU ÇOK AÇIK BİR ŞEKİLDE İFADE EDİLMİŞTİR.ÖYLEYSE HERKESE BU YOLLARI İZLEMEK VE UYGULAMAK DÜŞER.

1-''irbad bin sariye ra dan rivayet edilmiştir.Resulullah sav buyurdular ki:<<Ben sizi gecesi gündüzü gibi apaydın olan en küçük bir şüpheyi kabul etmeyen gayet açık bir din üzerinde bıraktım.Benden sonra ancak helak olanlar,o dinden başka yönlere sapar.Sizden kim yaşarsa fazla ihtilafa şahid olacaksınız.Onun için bilip tanıdığınız sünnetime ve hidayete erdirilmiş olan hulefayi raşidinin sünnetine yapışın.Bunlara dişinizle sıkıca tutunuz.Başınızdaki halife siyah bir köle bile olsa ona itaatten ayrılmayınız.Çünkü mümin tevazu ve uysallığı bakımından burnuna yular takılmış deve gibidir hangi tarafa sevkedilirse uyar.>> İBN MACE-43..AHMED...HAKİM...ŞEYH EL BANİ SAHİHİNDE N0:937

2-''ömer ibni aziz buyurdu:<<Sünnetten sonra hiçkimseye özür yoktur.Onu doğru yol olarak düşünen kişi için dalalet ve hata yoktur.>> İMAM MERVEZİ SAHİHİNDE NO:95

3-''abdullah ibn mesud ra dan:<<Sünneti izleyin ve size yeterli olduğu için bidat çıkarmayın.Her bidat dalalettir.>> EBU K.........İLM NO:540..ŞEYH EL BANİ SAHİH DEDİ

ALLAH HEPİNİZE RAHMET ETSİN.BİLİNKİ DİN ALLAH'TAN GELENDİR.KİŞİLERİN İLİM VE FİKİRLERİNE BIRAKILMAMIŞTIR.O'NUN İLMİ,ELÇİSİYLE GELMİŞTİR.BU NEDENLE SAKIN HEVA VE HEVESLERİNİZE GÖRE TEMELLENMİŞ ŞEYLERİ TAKİP EDİP DİNDEN UZAKLAŞIP İSLAMI BIRAKMAYIN.SİZİN İÇİN HİÇBİR MAZERET KALMAMIŞTIR.ÇÜNKÜ ALLAH RESULU ÜMMETİNE SÜNNETİ AÇIKLAMIŞ VE ASHABINA BUNU NETLEŞTİRMİŞTİR.Kİ ONLAR TEMEL UNSURU (ESSEVEDÜL EDHEM) OLUŞTURURLAR.TEMEL UNSUR HAKİKAT VE TAKİPÇİLERİDİR.BÖYLECE KİM DİNİN HERHANGİ BİR MESELESİNDE ALLAH RESULUNUN ASHABINA MUHALİFTİR,O KÜFRE DÜŞMÜŞTÜR

1-''numan ibn beşir ra'dan rivayet ediliyor:Resulullah sav buyurdular ki:<<Ana vucuda sarılrn.>>Bir adam sordu.Ana gövde nedir?O'da şu ayeti okudu:<<Yine deki:''Allah'a itaat edin;peygamberede itaat edin,eğer yüz çevirirseniz siz zararlı çıkarsınız.Çünkü peygamber,yüklendiği tebliğ görevinden sorumludur.Siz ise yüklendiğiniz itaatten sorumlusunuz.Eğer O'na itaat ederseniz hidayete erersiniz.Peygambere düşen apaçık bir beyan etmekten başka bir şey değildir.''>> NUR-54,,İMAM AHMED 4\278,,MİŞKAT 61

2-''ibn mesud ra'dan rivayet ediliyor:<<Cemaat doğruyu tastik edendir.Tek olsa bile.>> İBN ASAKİRİN TARİHİ DIMEŞK TE EL MİŞKAT 1\61,ŞEYH EL BANİ SAHİHİNDE

3-Allah cc Rasulullah sav'in karşıtlarını uyarmıyor aynı zamanda Resulullah sav'in ashabına karşı olanları da uyarıyor.Onlar ki ilk inananlardı kuran onların arasında iniyordu ve Resulullah sav'den direk öğreniyorlardı.Allah cc buyuruyorki:<<Her kim kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra peygambere muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa,onu girdiği yolda bırakırız.Orası ne kötü bir yerdir.>> (nisa-115),böylece onların yollarını kim terkederse ve bunun yerine şeytanların yoluna özellikle rafizi ve aşırı bidatçıların yoluna uyarsa Allah cc yanında başkasına ibadet ederler ve sonra dini terk ederler.

4-''hiçbir topluluk dinlerinde bir bidat işlememiştirki Allah'da onun benzerini kıyamete kadar onlardan çekip çıkarmamış olsun.'' DARİMİ..99,MİŞKAT..188

BİLİNİZ Kİ SÜNNETTEKİ ŞEKLİNİ TERKETMEDİKÇE KİMSE BİR BİDAT SERGİLEMİŞ OLMAZ.BU SEBEBLE HER YENİ İCAD EDİLEN MESELE BİDAT OLDUĞUNDAN HER BİDAT DALALET OLDUĞUNDAN VE DALALET VE DALALETE DÜŞENLER ATEŞTE OLDUĞUNDAN YENİ İCAD EDİLEN MESELELERE KARŞI İHTİYATLI DAVRANIN.

1-''hassan bin atiyye rh'dan rivayet edilmiştir:<<Hiçbir topluluk dinlerinde bir bidat işlememiştir ki,Allah'ta sünnetlerinden onun benzerini kıyamete kadar çekip çıkarılmasın.>> DARİMİ..99,ŞEYH EL BANİ MİŞKAT 1\66 DA NO:188 'DE

KÜÇÜK BİDATLARA KARŞI DA İHTİYATLI OLUN.ÇÜNKÜ ONLARDA BÜYÜK OLANA DEK BÜYÜRLER.ÖNCE KÜÇÜK BİR ŞEY GİBİ BAŞLAR.BU BİDATLARA GİRENLERİN YANILTILDIĞI VE BIRAKAMADIĞI GERÇEĞİNDEN YOLA ÇIKILARAK GÖZ YUMULDU.BÖYLELİKLE BİDATLAR BÜYÜDÜ TAKİP ETTİKLERİ DİN HALİNİ ALDI.BU YÜZDENDE SIRATI MÜSTAKİMDEN SAPTILAR.VE İSLAMI TERK ETTİLER.BUNUNLA NEYİN ANLATILDIĞINI İYİCE ANLAMAK İÇİN ŞU RİVAYETİ OKUYALIM.

''Amr bin Yahya ra'dan:<<..Bir gün ebu musa el eşari yanımıza geldi ve<<ebu abdurrahman (yani abdullah ibn mesud) şimdiye kadar yanınıza çıktımı?dedi.Hayır,dedik.O da bizimle oturdu.Nihayet abdullah çıktı.Çıkınca toptan ayağa kalktık.Sonra ebu musa el eşari şöyle dedi:<<ebu abdurrahman,biraz önce mescidde yadırgadığım bir durum gördüm.Ama hayırdan başka bir şey görmüş değilim.Abdullah,nedir o?diye sordu.Oda yaşarsan birazdan sende göreceksin dedi.Ve şöyle devam etti:<<Mescidde halkalar halinde oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm.Her halkada bir idareci bir adam halkadakilerin ellerinde de çakıl taşları var idareci,<<yüz defa Allahuekber deyin,diyor onlarda yüz defa Allahuekber diyorlar.Sonrada yüz defa Lailaheillallah deyin,diyor,onlarda yüz defa lailaheillallah diyorlar.Yüz defa subhanallah deyin,diyor,onlarda yüz defa subhanallah diyorlar.>>Abdullah ibn mesud-peki onlara ne dedin?dedi.----Senin görüşünü bekleyerek onlara bir şey söylemedim,dedi.---Dediki:<<onlara kötülüklerini sayıp hesab etmelerini emretseydin ve bununla iyiliklerinden hiçbirşeyin zayi edilmeyeceğine dair güvence verseydin ya,dedi.>>Sonra gitti,bizde onunla beraber gittik.Nihayet o bu halkalardan birine gelip başlarında durdu ve şöyle dedi:---Bu yaptığınızı gördüğüm şey nedir?Dedilerki:---Ebu Abdurrahman!Bunlar çakıl taşları onlarla Allahuekber,Lailaheillallah,Subhanallah deyişlerini sayıyoruz.Bunun üzerine Abdullah ibn Mesud dedi ki:---Artık kötülüklerinizi sayıp hesab edin.Ben iyiliklerinizin hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim.Yazıklar olsun size.Ey ümmeti Muhammed,ne çabuk saptınız,ne çabuk helak oldunuz,Peygamberimiz sav'in ashabı bolca içinizde hala bulunmakta,işte onun elbiseleri henüz eskimemiş,kabları henüz kırılmamış,canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki sizler kesinlikle ya Muhammed sav'in dininden daha doğru bir yolda olan bir din üzerindesiniz ki bu imkansız.Veya sapıklık kapısını açmaktasınız.>>Onlar:---Vallahi Ebu Abdurrahman,biz hayırdan başka birşeyi arzu etmiyoruz,dediler.O da şöyle cevab verdi:----Hayrı elde etmeyi isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir.Resulullah sav bize şöyle haber vermiştir ki;<<kuranı okuyacak olan bir topluluğun bu okuyuşları sadece dilde kalacak,onların köprrücük kemiklerini ileriye geçmeyecek.Vallahi bilmiyorum,belki onların çoğu sizdendir.>>Sonra Abdullah onlardan yüz çevirdi.Bu halkalardan tamamı Nehveran olayında haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük. DARİMİ...210,,TABERANİ,MECMUEZ ZEVAİD 1\181

ALLAH HEPİNİZE RAHMET ETSİN.BU ZAMANDADUYDUĞUNUZ SÖZLERİ DİKKATLİ BİR ŞEKİLDE ANALİZ EDİN.PEYGAMBER SAV'İN ASHABI YADA TAKİPÇİLERİ BU KONUDA HERHANGİ BİR ŞEY DEMİŞMİ?SORUSUNU SORMADAN ÖYLE HAREKET ETMEYİN.VE ONUNLA ALAKALI HİÇBİRŞEYE GİRMEYİN.EĞER KONUYLA ALAKALI BİR RİVAYET VARSA ONA YAPIŞIN,BAŞKA BİR ŞEY İÇİN ONDAN DÖNMEYİN VE HİÇBİR ŞEYE ÖNCELİK VERİP ATEŞE DÜŞMEYİN.

1-''Bilgi Muhammed sav'in ashabından gelendir.Onların tekinden bile gelse.'' CAMİÜL BEYANUL İLM İBN ABDUL BERR 2\36

 

BİLİNİZKİ DOĞRU YOLDAN SAPMAK İKİ ŞEKİLDE MEYDANA GELİYOR.1;BİR ADAM İYİDEN VE DOĞRUDAN BAŞKA BİR NİYETİ OLMIYARAK YOLDAN SAPAR,HATASI BİR YIKIMA NEDEN OLMADIKÇA İZLENMEMELİDİR...2.;BİR ADAM HAKİKATE MUHALİFTİR VE KENDİNDEN ÖNCE GELENLERE MUHALİFTİR O ADAM SAPITMIŞTIR.BAŞKALARININ SAPMASINA NEDEN OLMUŞTUR.ÜMMETİN İÇİNDEKİ İSYANKAR BİR ŞEYTANDIR.İNSANLARI ONA KARŞI UYARMAK VE DURUMUNU AÇIKLAMAK ONU TANIYAN HERKESİN GÖREVİDİR.BÖYLECE HİÇKİMSE ONUN BİDATLARINA DÜŞMEYECEK VE ZARAR GÖRMEYECEKTİR.

''O'na ihlasla yönelin.O'ndan korkun ve namazı dosdoğru kılın.Sakın dinlerini parçalayan fırka fırka olan ve her fırkası kendi elindekiyle sevinen müşrikler gibi olmayın.'' RUM...30,31

''Dosdoğru olarak yüzünü dine,Allah'ın insanları onagöre yarattığı fıtratına çevir.Allah'ın yaratışında hiçbir değişme yoktur.İşte dosdoğru din budur.Fakat insanların çoğu bilmez.'' RUM...30

''Ey Peygamberler.Temiz yiyeceklerden yiyin,iyi işler işleyin.Zira ben sizin ne yaptığınızı hakkıyla bilirim.Gerçek şu ki sizin dininiz tek bir dindir.Bende sizin RABBİNİZİM.Bu itibarla BENDEN sakının ne var ki peygamberlerin tabileri dinlerini aralarında bölük pörçük etmişlerdir.Bu sebeble her gurub kendi yanındakiyle ferahlamaktadır.'' MÜMİNUN..51-53

''. seytan suphesiz sizin dusmaninizdir; siz de onu dusman tutun; o, kendi taraftarlarini, cilgin alevli cehennem yarani olmaya cagirir.'' Fatır..6

 

ALLAH SİZE MERHAMET ETSİN.BİLİNİZ Kİ BİR KULUN İSLAMI HAKİKATI TAKİP ETMEDİKÇE MÜŞAHADE ETMEDİKÇE VE ONA TESLİM OLMADIKÇA TAMAMLANMIŞ SAYILMAZ.HER KİMKİ ALLAH RASULUNUN ASHABININ SÖYLEDİKLERİNİN YETERSİZ OLDUĞUNU VE İSLAMLA BİR ALAKASI OLMADIĞINI SÖYLERSE ONLARI YANLIŞ ANLAMIŞ ONLARDAN UZAKLAŞMIŞ VE ONLARLA İLGİLİ KÖTÜ KONUŞMUŞ OLUR.O BİR BİDATÇI,SAPIKTIR VE BAŞKALARININ SAPITMASINA NEDEN OLMUŞ,İSLAMA ONDAN OLMAYAN BİRŞEYİ DAHİL ETMİŞTİR.

1-''Huzeyfe bin el Yeman ra'dan;Resulullah sav şöyle buyuruyor:<<Allah bidat sahibinin orucunu,namazını,sadakasını,haccını,umresini,cihadını,sarfını,şehadetini, kabul etmez.O,kılın yağdan çıktığı gibi islamdan çıkar.>> İBN MACE MUKADDEME 7\49

2-İbrahim bin Meysere ra'dan Resulullah sav buyurdularki:<<Bir kimse bidat sahibine tazim ve yardım ederse işte o kimse mutlak surette dinin yıkılmasına yardım etmiştir. MİŞKAT 189,,BEYHAKİ ŞUAYBİL İMANDA

3-''Bidat sahibi ile oturma,zira o kimse senin kalbini hastalandırır.>> HASANI BASRİ EL BİDAU 47

4-''Bidat sahibi ile münakaşada kendinizi emin görmeyiniz.Zira onun fitnesi sizin kalbinize şüphe kanalı ile intikal edebilir.'' İMAM EVZAİ(RH) ELBİDAU VENNEHYU ANHA 53

5-''Bidatçılarla konuşmayınız.Zira kalbinizin irtidat etmesinden,dinden çıkmasından korkarım.'' İBRAHİM TEYMİ(RH) İHTİSAM 1c 84sy

6-''Yolda bir bidat sahibi ile karşılaştığında hemen başka bir yolu tut.'' YAHYA BİN KESİR (RH) İHTİSAM 1c 84sy

7-''Fudayl bin İyaz ra'da şöyle demiştir:<<Bir kimse bidat sahibi ile oturursa ona ilmi hikmetten verilmez.>> İHTİSAM 1c 90sy

8-''Guzeyf bin elHaris esSaumali ra'dan,Resulullah sav buyurdu ki:<<Bir kavim,bir kötü bidat ihdas ederse ancak o bidatın misli bir sünnet kaldırılır.Binaenaleyh,bir sünnete sarılıp amel etmek bir bidat ihdas etmekten hayırlıdır.>> MİŞKAT 187,AHMED

ALLAH HEPİNİZE RAHMET ETSİN.BİLİNİZKİ SÜNNET BİR ANALOJİ VE ÖRNEKLENDİREREK İSBAT ETME MESELESİ DEĞİLDİR.ONDA HEVA VE HEVESLER TAKİP EDİLMEZ.BELKİ SADECE NEDEN VE NASIL OLDUĞUNU SORMADAN ALLAH RESULU SAV'İN NAKLETMİŞ OLDUKLARINI TASTİK MESELESİDİR.

. Ey inananlar! Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kuran'i dinleyip dururken yuz cevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayin. ENFAL..20

Size merhamet edilmesi icin, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. ALİ İMRAN..132

Allah'a ve peygamberine itaat edin; cekismeyin, yoksa korkar basarisizliga dusersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, dogrusu Allah sabredenlerle beraberdir ENFAL..46

Ey Inananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eger bir seyde cekisirseniz, Allah'a ve ahiret gunune inanmissaniz onun halini Allah'a ve peygambere birakin. Bu, hayirli ve netice itibariyle en guzeldir. * NİSA..59

"Rabbimiz! Dogrusu biz Rabbinize inanin diye inanmaya cagiran bir cagiriciyi isittik de iman ettik. Rabbimiz! Gunahlarimizi bize bagisla, kotuluklerimizi ort, canimizi iyelerle beraber al" ALİ İMRAN..193

24/51. Aralarinda hukum verilmek uzere Allah'a ve peygambere cagirildiklari vakit: "Isittik, itaat ettik" demek, ancak muminlerin sozudur, iste saadete erenler onlardir. 24/52. Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakinan kimseler, iste onlar kurtulanlardir NUR..51-52

24/54. De ki: "Allah'a itaaat edin; Peygambere itaat edin." Eger yuz cevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine yukletilenden ve siz de kendinize yukletilenden sorumlusunuz. Eger O'na itaat ederseniz dogru yolu bulursunuz, Peygambere dusen sadece, apacik tebligdir.

 

24/55. Allah, icinizden inanip yararli is isleyenlere, onlardan oncekileri halef kildigi gibi, onlari da yeryuzune halef kilacagina, onlar icin begendigi dini temelli yerlestirecegine, korkularini guvene cevirecegine dair soz vermistir. Cunku onlar Bana kulluk eder, hicbirseyi Bana ortak kosmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, iste onlar artik yoldan cikmis olanlardir.

 

24/56. Namaz kilin, zekat verin, peygamebere itaat edin ki size merhamet edilsin. NUR..54-56

33/70-1. Ey inananlar! Allah'tan sakinin, durust soz soyleyin de Allah islerinizi kendinize yararli kilsin ve gunahlarinizi size bagislasin. kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, suphesiz buyuk bir kurtulusa ermis olur. AHZAB..70-71

8/24. Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek seye cagirdigi zaman icabet edin. Allah'in kisi ile kalbi arasina girdigini ve sonunda O'nun katinda toplanacaginizi bilin ENFAL..24

3/32. De ki: "Allah'a ve peygambere itaat edin". Yuz cevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez ALİ İMRAN..32

4/80. Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmis olur. Kim yuz cevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekci Gondermedik NİSA..80

4/69. Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, iste onlar Allah'in nimetine eristirdigi peygamberlerle, dosdogru olanlar, sehidler ve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadastirlar! 4/70. Bu nimet, Allah'tandir. Bilen olarak Allah yeter NİSA..69-70. *

4/13. Bunlar Allah'in yasalaridir. Allah'a ve Peygamberine kim itaat ederse onu iclerinden irmaklar akan cennetlere koyacaktir, orada temellidirler, buyuk kurtulus budur. 4/14. Kim Allah'a ve Peygamberine bas kaldirir ve yasalarini asarsa, onu, temelli kalacagi cehenneme sokar. Alcaltici azap onadir. NİSA..13-14

59/7. Allah'in, fethedilen memleketler halkinin mallarindan peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakinlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmislar icindir; ta ki icinizdeki zenginler arasinda elden ele dolasan bir devlet olmasin. Peygamber size ne verirse onu alin, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakinin, dogrusu Allah'in cezalandirmasi cetindir HAŞR..7

ALLAH HEPİNİZE RAHMET ETSİN.BİLİNİZKİ SÜNNET BİR ANALOJİ VE ÖRNEKLENDİREREK İSBAT ETME MESELESİ DEĞİLDİR.ONDA HEVA VE HEVESLER TAKİP EDİLMEZ.BELKİ SADECE NEDEN VE NASIL OLDUĞUNU SORMADAN ALLAH RESULU SAV'İN NAKLETMİŞ OLDUKLARINI TASTİK MESELESİDİR.

. Ey inananlar! Allah'a ve peygamberine itaat edin, Kuran'i dinleyip dururken yuz cevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler gibi olmayin. ENFAL..20

Size merhamet edilmesi icin, Allah'a ve Peygamber'e itaat edin. ALİ İMRAN..132

Allah'a ve peygamberine itaat edin; cekismeyin, yoksa korkar basarisizliga dusersiniz ve kuvvetiniz gider. Sabredin, dogrusu Allah sabredenlerle beraberdir ENFAL..46

Ey Inananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eger bir seyde cekisirseniz, Allah'a ve ahiret gunune inanmissaniz onun halini Allah'a ve peygambere birakin. Bu, hayirli ve netice itibariyle en guzeldir. * NİSA..59

"Rabbimiz! Dogrusu biz Rabbinize inanin diye inanmaya cagiran bir cagiriciyi isittik de iman ettik. Rabbimiz! Gunahlarimizi bize bagisla, kotuluklerimizi ort, canimizi iyelerle beraber al" ALİ İMRAN..193

24/51. Aralarinda hukum verilmek uzere Allah'a ve peygambere cagirildiklari vakit: "Isittik, itaat ettik" demek, ancak muminlerin sozudur, iste saadete erenler onlardir. 24/52. Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakinan kimseler, iste onlar kurtulanlardir NUR..51-52

24/54. De ki: "Allah'a itaaat edin; Peygambere itaat edin." Eger yuz cevirirseniz, bilin ki o Peygamber, kendisine yukletilenden ve siz de kendinize yukletilenden sorumlusunuz. Eger O'na itaat ederseniz dogru yolu bulursunuz, Peygambere dusen sadece, apacik tebligdir.

 

24/55. Allah, icinizden inanip yararli is isleyenlere, onlardan oncekileri halef kildigi gibi, onlari da yeryuzune halef kilacagina, onlar icin begendigi dini temelli yerlestirecegine, korkularini guvene cevirecegine dair soz vermistir. Cunku onlar Bana kulluk eder, hicbirseyi Bana ortak kosmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, iste onlar artik yoldan cikmis olanlardir.

 

24/56. Namaz kilin, zekat verin, peygamebere itaat edin ki size merhamet edilsin. NUR..54-56

33/70-1. Ey inananlar! Allah'tan sakinin, durust soz soyleyin de Allah islerinizi kendinize yararli kilsin ve gunahlarinizi size bagislasin. kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, suphesiz buyuk bir kurtulusa ermis olur. AHZAB..70-71

8/24. Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek seye cagirdigi zaman icabet edin. Allah'in kisi ile kalbi arasina girdigini ve sonunda O'nun katinda toplanacaginizi bilin ENFAL..24

3/32. De ki: "Allah'a ve peygambere itaat edin". Yuz cevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez ALİ İMRAN..32

4/80. Peygamber'e itaat eden, Allah'a itaat etmis olur. Kim yuz cevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekci Gondermedik NİSA..80

4/69. Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, iste onlar Allah'in nimetine eristirdigi peygamberlerle, dosdogru olanlar, sehidler ve iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadastirlar! 4/70. Bu nimet, Allah'tandir. Bilen olarak Allah yeter NİSA..69-70. *

4/13. Bunlar Allah'in yasalaridir. Allah'a ve Peygamberine kim itaat ederse onu iclerinden irmaklar akan cennetlere koyacaktir, orada temellidirler, buyuk kurtulus budur. 4/14. Kim Allah'a ve Peygamberine bas kaldirir ve yasalarini asarsa, onu, temelli kalacagi cehenneme sokar. Alcaltici azap onadir. NİSA..13-14

59/7. Allah'in, fethedilen memleketler halkinin mallarindan peygamberine verdikleri; Allah, Peygamber, yakinlar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmislar icindir; ta ki icinizdeki zenginler arasinda elden ele dolasan bir devlet olmasin. Peygamber size ne verirse onu alin, sizi neden menederse ondan geri durun; Allah'tan sakinin, dogrusu Allah'in cezalandirmasi cetindir HAŞR..7

HER PEYGAMBERİN BİR HAVUZU VARDIR.ALLAH RESULU SAV'İN HAVUZUNA ANCAK İMANLI YAKLAŞABİLİR.

''Enes bin Malik ra'dan rivayet edilmiştir.Resulullah şöyle buyurdu:<<Benim havuzumda göğün yıldızları sayısınca ibrikler vardır.>> TİRMİZİ..2559

''Semure ra'dan rivayet edilmiştir.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Her peygamberin bir havuzu vardır ve peygamberler,hangisinin su içmemeye geleni daha fazla olursa bununla iftihar ederler ve ben su içmeye geleni en çok olan olacağımı ümit ederim.'' TİRMİZİ..2560

''Enes ra'dan rivayet edilmiştir:Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Benim havuzumun iki kenarı arasındaki mesafe san'a ile medine arasındaki mesafe gibi ve medine ile amman arasındaki mesafe gibidir.'' İBN MACE 4304..TİRMİZİ 2561

''İbn Ömer ra'dan rivayet ediliyor.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Sizin önünüzde bir havuz var.Onun iki köşesi arasındaki mesafe Cerba ile Ezrub şehri arası kadardır.>> EBU DAVUD 4745

''Enes ra'dan,Resulullah sav şöyle dedi:<<Havuzumun genişliği şuradan şuraya kadardır.Ondan içmek için yıldızlar sayısınca kaseler vardır.Kokusu miskten hoştur.Baldan tatlı kardan serin,sütten beyazdır.Kim ondan içerse ebediyyen susamaz.Kimde ondan içmezse ebediyyen susuzluktan kurtulamaz.'' TABERANİ,TERGİB VE TERHİB 7c149sy

CEHENNEM ÜZERİNDE KÖPRÜ VARDIR.BU KÖPRÜ ALLAH'IN RAZI OLDUKLARINA GENİŞLERLER,GEÇİŞE İZİN VERİR.ALLAH DİLEDİĞİNİDE CEHENNEME DÜŞÜRÜR.O GÜN İNSANLAR İMAN DERECELERİNE GÖRE NUR SAÇARLAR.

19/71. Sizden cehenneme ugramayacak yoktur. Bu, Rabbinin yapmayi uzerine aldigi kesinlesmis bir hukumdur. 19/72. Sonra Biz Allah'a karsi gelmekten sakinmis olanlari kurtarir, zalimleri de orada diz ustu cokmus olarak birakiriz MERYEM...71-72

''Ebu Hureyre ra'dan rivayet edildi.Resulullah sav şöyle buyurdu:<<Sırat köprüsü,cehennemin ortasının üstüne,Sa'dan dikenleri gibi ateşten dikenler üzerine kurulup konulur.Sonra insanlar onun üstünden geçmeye çalışacaklar.Artık kimisi sağlam geçip kurtulur.Kimisi o ateşten dikenle tırmalanmış olup sonra geçerek kurtulur.Kimiside o dikene takılarak cehenneme baş aşağıya atılır.'' İBN MACE 4280

''Aişe ra'dan,Resulullah sav'in yanında ateşi hatırladı,ağladı.Bunun üzerine Resulullah sav şöyle buyurdu:------Neye ağlıyorsun?.....Aişe ra:-----Ateşi hatırladımda ona ağladım.Kıyamed gününde hanımlarınızı hatırlayacakmısınız?dedi.Resulullah sav:-------Üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz;Mizanda,sevabvın ağırmı hafifmi geldiğini öğreninceye kadar.Amel defterinin verilmesi anında sağındanmı,solundanmı,yoksa arka tarafından mı verildiğini öğreninceye kadar,sıratta köprü cehennemin üzerine kurulan sırattan geçip kurtuluncaya kadar,kimse kimseyi hatırlamaz.'' EBU DAVUD K.SÜNNE 4755

 

36.Biliniz ki Allah CC’ne itaat etmeyen insana itaat olmaz.

 

  “Allah’a karşı bir günah söz konusu olunca ,mahluka itaat gerekmez”

Buhari,Ahad 1,müslim imare 39,1840.Ebu  Davud cihad,40,87.Nesei, biat 34. İbni Mace,Cihad 40-İbni Ebi Şeybe, Musennef, Cihad192,no;=12,7/737

 

Abdullah ibn Dinar haber verdi ki, ken disi Abdullah İbn Ömer(ra)dan:”biz Rasulullah SAV’ emirlerini dinlemek ve itaat etmek üzere beyat ederdik de o bize (gücünün yettiği kadar ) buyurdu.

37.Müslümanlar için hüsnü-zan besleyin. Ölmeden önceki son hallerini bilemeyeceğiniz için Müslüman olan insanlar için iyi veya kötü diye şahitlik etmeye kalkmayın.Allah’ın rahmetinden umun(onun  için) ve günahların şerrinden sakının. Pişman olabilir veAllah cc      İslam üzere ölmesini nasib edebilir. Ölüm anında  ona Allah tarafından neyin nasib edildiğini bilmiyorsun. Onun için Allah’tan rahmet umun ve günahlarından dolayı şerrinden sakının.

 

Ey İman edenler,zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır  mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri daima kabul edendir.                                                               Hucurat (49) 12

“Zandan kaçının, zira sözlerin en yalanı zandır.Tecessüste bulunmayın.Konuşmaları dinleme merakına kapılmayın. Birbirinize buğzetmeyin.Siz Allah’ın kulları olarak kardeşler olun.Kişi mümin kardeşinin sözlüsünü, kardeşi  onunla evleninceye veya onu bırakıncaya kadar istemesin.

 Buhari k.nikah 45,bab                                                                Müslim.K.Birr 28.bab-2563no

“Şayet sen insanların kusurunu araştıracak olursan ya onları ifsad etmiş olursun veya ifsad etmeye yaklaştırırsın”.

Ebu Davud-K.edeb.44 bab-4888

 

“Ben Mirac için yukarı çıkarıldığımda bakırdan tırnakları bulunan ve tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir kavmin yanından geçtim. Ey Cebrail bunlar kimdir?diye sordum.Cebrail,bunlar insanların etleri yiyen ve ırzlarına dil uzatanlardır,dedi.”

Ebu  Davud K.edeb 40.bab 4878

 

Ey dilleyle iman eden fakat kalblerine iman girmeyen topluluk, müslümanların gıybetini yapmayın. Onların kusurlarını araştırmayın. Zira onların kusurlarını kim araştırırsa onu, evinin ortasında rezil eder.”

Ebu Davud.K.edeb.40 bab 4880

 

“Birgün biz Rasulullah s.a.v ile beraber idik. Kokmuş bir leşten kokular geldi.”Bu koku nedir biliyor musunuz? Bu mü’minlerin gıybeti yapan kimselerin kokusudur” dedi.

Ahmet b.Hanbel, müsned c 3,S.351.

 

“Ebu  Hureyre (ra)dan,Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:” İsrailoğullarında birbirini kardeş edinmiş iki zat vardı. İki ‘den birisi günahla uğraşır,öbürü ibadete çalışırdı. İbadetle uğraşan öbürünü günahta devamlı görüyor,bu günahdan vaz geç diyordu. Yine bir gün günah işlerken gördü. Ona vazgeç  dedi.,Günah işleyen, benimle rabbim arasından çık,sen benim üzerime gözcü mü tayin edildin? dedi.ibadetkar Allah’a yemin olsun. Allah seni affetmez veya Allah cennete koymaz dedi. Her ikisi de öldü. Ruhları Alemlerin Rabbi’nin huzurunda toplandılar.Allah cc ibadetkera sen Beni biliyor muydun veya Benim kudretimde olana gücün yeter mi dedi. Günahkera beni rahmetim sebebiyle cennete gir dedi. Öbürüne ise bunu  götürün ateşe buyurdu.Ebu Hüreyre (ra) nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, o kimse bir kelime konuştu, dünya ve ahiretini azaba sürükledi.

Ebu Davud.K edeb 51.bab 4901-Tirmizi,kıyametin sıfatları -     -İbni Mace, züht

“Ebu hureyre ra’dan Rasulullah s.a.v  şöyle buyurdu:”Hüsnü zan ibadetin güzellindendir.”

Ebu Davud K.edeb-4993

 

38.Kul tevbe ederse,hiçbir günahı kalmamıştır.

 

“Ey insanlar Allah’a kalpten samimiyetle tevbe edin”Tahrim (66) 8  

“Rabbiniz’den mağfiret dileyin, sonra tevbe edin”Hud(11)90

 “Allah tevbeleri kabul eder”Bakara-37-160,218,222-al-i imran31,89,-Nisa(4)110

“Eğer tevbe eder,namazı kılar ve zekat verirlerse yolları serbest bırak”tevbe(9)11

“Öürken tevbe kabul olunmaz.Nisa(4)18,168,169

“Müşriklere dua edilmez, af dilenmez.” Tevbe(9)113-115

“Faiz ‘e tevbe etmek. Bakara(2)279

“Bera b.Azib(R) dan, resulullah S A V şöyle buyurdu:” Yiyecek ve içeçek olmayan çorak bir yerde devesi yedeğini sürükleyerek kaçan ve üzerinde kendisinin yiyeceği – içeceği bulunan bu hayvanı yoruluncaya kadar arayan, sonra bir ağacın dibinden geçerken yedeği ağaca dolaşan, bu suretle onu ağaca dolaşmış bir adamın sevincine ne dersiniz? Buyurdu. Biz, -çok olur YaResulullah dedik.Bunun üzerine Resulullah S A V ,beri bakın , vallahi kulunun tevbesine Allahın sevinmesi bu adamın devesine sevinmesinden daha çoktur.

Müslim –2746

“Ebu Eyyub ( R) dan,Resulullah SAV şöyle buyurdu.” Siz günah işlemeseniz, Allah günah işleyecek bir halk yaratır, onları affederdi.

Müslim 2748-Tirmizi-3768-Riyazüs-salihin-1871-Tergib ve Terhib   -6 c 136 sy

Ebu Hureyre( R )dan Resulullah SAV şöyle buyurdu. “Allah mahlukatı  yarattığı vakit, nezdinde arşın üstünde kitabına muhakkak benim rahmetim, gazabıma galebe çalar.diye yazmıştır.”

Müslim –2751

“Ömer   b. Hattab (R)dan, Resulullah SAV’e esirler geldi. Birde baktık ki esirden bir kadın aranıyor.Esir arasında bir çocuk bulunduğu vakit, onu alıyor,göğsüne yapıştırıyor ve emziriyor. Resulullah SAV biz,  Bu  kadın çocuğunu ateşe atacağını sanarsanız?” buyurdu. Biz hayır  vallahi, onu atmamak elinden  gelirse atmaz dedik. Bunun üzerine “Muhakkak Allah kullarına bu kadının çocuğuna acımasından daha çok acır.” Dedi.

Müslim-2754

“Ebu Hureyre (R) dan, Resulullah SAV şöyle buyurdu:Mü’min Allah nezdindeki azabı bilse,cennetine kimse tama’ etmezdi.Kafirde Allah indindeki bilse cennetinden kimse

 ümidini kesmezdi.”

Müslim-2755

“Ebu  Musa ( R)dan, rasulullah SAV şöyle buyurdu.”Şüphesiz ki Allah cc, gündüz günah işleyenin tevbesini kabul etmek için, geceleyin elini açar.Geceleyin günah işleyenin tevbeni kabul etmek içinde gündüz elini açar. Bu ta güneşin battığı yerden doğuncaya kadar devam eder.”

Müslim-2759

“Ebu Said el-Hudri(R)dan, şöyle buyurdu:”Bir adam 99 kişi öldürmüş de tevbesi kabul edilip edilmeyeceğini sormaya başlamış.Derken bir rahibe gelerek ona da sormuş. Rahib,senin için tevbe yoktur,demiş Adam rahibide öldürmüş.Sonra sormaya başlamış sonra bir köyden çıkarak içersinde iyi insanlar köye gitmek üzere yola çıkmış.Yolun bir kısmına geldikten sonra eceli gelmiş,sonra ölmüş.Bunun hakkında rahmet melekleriyle azab melekler münakaşa etmişler. Neticede iyi yere ötekinden bir karış daha yakın bulunmuş ve o yer halkından sayılmış.

Müslim-2766

“Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azab edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerkende Allah onlara azab edici değildir.”                                               Enfal(8)33

 

39.Taşlamak gerçektir ve doğru olanıdır.

 

“Zina eden kadın ve erkekten her birine yüzer  değnek vurun.Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman  ediyorsanız.Allah’ındini hususunda onlara karşı acıma duygusu sizi engellemesin. Onların cezalarının infazına mü’minlerden bir topluluk da şahit olsun.”

                                                                                                                      Nur(24)2

“Ubade b.Samit(ra)dan Resulullah şöyle buyurdu.”Ayetin tefsirini benden alınız.Allah zina  eden kadınlar için bir çıkış yolu açtı.Dul dul ile zina ederse yüz değnek vurulur.Ve taş atarak Recm  edilir.Bakire kadın, bekar erkekle zina ederse yüz değnek vurulur. Ve bir sene sürgün cezası verilir.

Ebu Davud-K.Hudud-4415-Müslim-K.hudud-1690

 

“Abdullah ibn Ebi Evfa (r a)-Resulullah sav recm’etti dedi.”

Buhari-14 c 2145sy

 

“Zeyd (R) ile Ebu Hureyre (R) dan,Resulullah SAV ,Ya Uneys (İbn Dahhak)şu zina suçu isnad edilen kadına git,eğer o kadına zina ettiği itiraf ederse ona recm ceza uygula buyurdu.

 Buhari-5c 2145 sy

 

“Ömer(r a) dede ki; Allah Muhammed’i hak din olarak gönderdi ve ona kitab indirdi ve kendisi indirdiği kitabta recm ayeti vardı. İmdi Resulullah SAV recm yaptı ve kendisinden sonra bizde recm yaptık. İnsanlar üzerinde zaman uzayınca içlerinden  birinin, Allah’ın kitabında recm bulamıyoruz, diyeceğinden ve Allah’ın indirmiş olduğu bir farzı terketmek suretiyle dalalete düşeklerinden korkuyorum.dikkat evleği halde zina işleyen kişiye, delil bulduğu veya gebelik olduğu veya itirafta bulunduğu taktirte recm haktır.”

Tirmizi-1455-Ebu Davud-4418-İbn Mace-2553-Buhari,K.Hudud.

 

“İbn Ömer(r a)dan rivayet edilmiştir.”Resulullah SAV bir yahudi erkek ile bir yahudi kadın recm etti.”

Tirmizi-1462-Ebu Davud-4455, Müslim, hudud 14,20,22,23 bab.

 

“Bera(ra)dan, Amcama  rasladım elinde bir sancak vardı.Amcama “Nereye gidiyorsun  dedim. Amcam:-Rasulullah SAV  beni babasının karısın nikahlayan bir adama gönderdi. Boynunu vurup öldürmemi,malını almamı bana emir buyurdu,dedi.

Tirmizi-E.Davud-4457-Nesei-İbn Mace 2607

REC’mİ RİVAYET EDEN SAHABELER

 

Ebu Hureyre(ra)-Buhari 15 c7107 sy-Ömer İbn Hattab(ra)-Buhari-14 c 6684 sy –Abdullah İbn Ömer(ra)-Buhari 14 c-6670 sy-Ubade İbn Samid (ra)-Müslim-5c.1690n-Bera İbn Azib (ra)  Ebu Davud 5c.4447 no –Semure(r a)-Tirmizi3c-1463 no-Numan Beşir (ra)-Ebu Davud-4459 no-İmran b. Hüseyin-(ra)-Ebu Davud 4440no-Abdullah İbn Mesud (r a) –Ebu Davud –4352 no-Aişe(ra)Ebu Davud-4353 no-İbn Abbas(ra)-Ebu Davud-4399 no –Vail (ra)-Ebu Davud-4379-Ebu Zeydan(ra) –Ebu Davud-4402no-Semmak (r a)-Ebu Davud –4423no-Ebu Said ( ra) –Ebu Davud-4331no-Bureyde (ra)-Ebu Davud-4434no-Halid bin Velid (ra)-Ebu Davud-4435 no-Abdullah bin Bureyde (ra) Ebu Davud-4442 –İbn Ebu Bekir(ra)-Ebu Davud-4443

Recm’in Tevrattada olduğu:Buhari-14c. 6670 sy-Müslim-5c 1699no                          Recm’ in Hadislerde  geçtiği yerler: Buhari –15c 7107 sy-Müslim-5c.1697no-Tirmizi. 3c.1457no* Buhari- 14c. 6684 sy. Müslim.5c-1691no-Ebu Davud 5c.4418no-Tirmizi 3c.1455.1456-*İbn Kesir 11c-5687 sy.

Zina ile ilgili Ayetler:Nisa(4)15,  Nur (24)2-Müslim-5c. 1690no-1701,2875                                                         

 

40_ Çorap üzerine mesh vardır ve haktır.

ÇORAPLAR ÜZERİNE MESH:
Bütün Şer'i hükümlerin yegâne dayanağının asılların aslı olan Kur'an olduğunun beyanı:
Bilinmelidir ki, Şer'î her hükmün kökü (temeli) Kur'andır. Zira Kur'an; asılların aslı, kaynakların kaynağı ve prensiplerin prensibidir. Şer'i hükümlerden her birinin ancak ona dayanması ve ondan kaynaklanması gerekir. Öyleyse, Kur'andan kaynaklanmayan ve ona rücu' etmeyen hiçbir şer'î hüküm imkan dâhilinde olamaz. Hatta, Sünnet-i Nebeviyye'nin ash da muhakkak ki, Allah-u Teâlâ'nm Kitabıdır. Zira Sünnet; Kur'anm mücmel olan kısımlarını tafsil eden, kapalı kısımlarını açıklayan ve ondan hüküm çıkarma yollarından bir yoldur. Uzman bir araştırıcı, müctehidlerîn istinbat metodlartndan herhangi biri ile, her Sünnetin aslını Allah'ın kitabında bulur. Yani bir âyetin nassı ya zahiri ya mefhûmu ya işareti veya umûmu ona delâlet ediyordur. Bunların bir kısmı, usul ilminde ele alınmış ve açıklanmıştır.
Bu biigİlere kısaca değindikten sonra, bilinmelidir ki, üzerinde çalıştığımız şu mes'ele (çoraplar üzerine mesh mesele-si)'nin aslı, Kitab-ı Kerimde, ya abdest âyetindeki mesh kelimesinin umumu içerisinde veya diğer âmm ifadeler içerisinde vardır.
a. Birinci âmm ifade: Bunun dayanağı,
Mâide5/6 âyetindeki cer kıraatidir yani ercülikum kelimesini mecrûr okuyan kırattır(Mâide5/6). Âyetin zahirine göre, ayaklarda farz olan mesh'tir. Bu durum; İbn Abbas, Enes, İkrime, Şa'bi, Katâde ve Ca'fer-i Sadık ve onun neslinden olan âlimlerden de (R.A.) böylece rivayet olunmuştur. Bu İmamların görüşlerine göre; âyetin ifadesi, vacip olan mesh'in çıplak ayaklar lazerine, yahut ayaklar üzerinde bulunan mest, çorap veya edikü-zerine yapılmasıdır(Şîa bu duruma karşı çıkmış; çoraplar, mestler, patikler ve potinler üzerine mesh'i caiz görmemiştir). Bu kıraate göre, âyetin Sünnet'e kaynak teşkil ettiği açıkça görülmektedir.
Alimlerin çoğunluğunun görüşüne göre ise; Farz olan, ayakların yıkanmasıdır. Ve cer kıraati, nasb kıraatına tebdil olunsa dahî (kıraat ilminde bilinen vecihlerle). Çoraplar üzerine mesh'in kaynağı, yine Kur'an âyetleri olmaktadır.
2. Diğer Âmm ifadeler: Örneğin: ("Peygamber (S.A.V.) size ne verirse onu alın, sizi neyden menederse ondan geri durun.
(Haşr. 59/7)Ve "Ey inananlar! and olsun ki, sizin için, Allaha ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah en güzel örnektir(Ahzab:33/21) Ve "Ey Muhammed de ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun!"( ) Al'İmrân:3/31
) "De ki: Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin
."( Nur: 24/54) Bu âyetlerin benzerleri sayılamayacak kadar çoktur. Gerçekte hüküm istihracı yollan müteaddid' tir. Bu yolların bazısı, ayrıntı ve bağlantı sebebiyle diğerlerine tercih olunur. Tercih yolları ilimde derinleşenlere gizli kalmaz. Başarıya ulaştıran ve yardım eden Allah'tır.
"Çoraplar ve Edikler (patikler) üzerine mesh ile ilgili merfu' hadisler":
Bilmelisin ki; Bu konudaki hadislerin bir kısmında çoraplar üzerine mesh, hadislerin genelinden, diğer bir kısmında ise özelinden anlaşılır. Çoraplar üzerine mesh'in cevazını içeren ve hadisin genelinden ve mutlaklığından çıkarılan birinci nev'e örnek Sevbân (R.A.) hadisidir. İmam Ahmed (R.) Müsnedinde Sevbân'ın Müsnedinde şöyle demektedir. Yahya b. Saîd, Sevr ve Râşid b. Sa'd tarikiyle Sevbân'm şöyle dediğini nakletmiştir. "Peygamberimiz düşman üzerine küçük bir birlik gönderdi. Soğuktan mutazarrır olan bu birlik geri döndüğünde, Peygamber efendimize soğuk sebebiyle çektikleri sıkıntıdan dolayı şikayette bulundular. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Asâib ve Tesahîn üzerine meshetmelerini emretti." Bu hadisi Ebû Dâvûd da, Süneninde rivayet etmiştir(
Ebû Dâvûd: 1/105. Taharet 57, 146 (Çağrı baskısı) ve A. b. Hanbel müsned. 5/277).
Allâme İbn Esîr en'Nihâye isimli eserinde(42) demiştir ki; Asâib, Amâim'dir (imame, mendil veya hırka İle basa sarılan sarık demektir) zira, baş onunla bağlanır. Tesahîn ise, huffve çorap ve bunların benzerleri, ısınma amacıyla ayağa giyilen şeylerdir. Bu her iki kelimenin de tekili yoktur. Ben derim ki; Bu hadislerin ricali mu'temed, güvenilen kimselerdir.
İkinci nev'a (kısma) gelince; bu da çoraplar konusunda nass olarak gelen Mûğîre b. Şu'be ve Ebî Mûsa'l-Eş'arî hadisleridir.

Muğîre hadisi: Bu hadisi İmam Ahmed Müsnedinde (Kûfıyyûn müsnedinde) Muğîre b. Şu'be hadisi olarak rivayet etmiş ve demiştir ki; Hadisi Muğîre'den Huzeyl b. Şürahbîl, ondan Ebû Kays, ondan da Süfyân ve Veki' bize rivayet etmiş ve Muğîre b. Şu'be şöyle demiştir: Resûlullah abdest aldı ve çorapları ve pabuçları (nalinleri) üzerine mesnetti.
Ebû Dâvûd bu hadisi Süneninde, çoraplar Üzerine mesh bölümünde rivayet etmiş, Tirmizî ve
İbn Mâce(İbn Mâce, 1/185, r. 559, Taharet 88) ise (çoraplar ve pabuçlar üzerine mesh bölümünde) rivayet etmişlerdir.
Bu konudaki Ebû Mûsa'l-Eş'arî hadisi ise; Bu hadisi İbn Mâce Süneninde rivayet ederek demiştir ki; Ebû Mûsa'l-Eş'arîden Dahhak b- Abdurrahman b. Arzeb, ondan İsa b. Sinan, ondan İsa b. Yûnus, ondan, Bişr b. Adem ve Muallâ b. Mansûr, bu ikisinden de Muhammed b. Yahya'nın bize haber verdiğine göre: Ebû Mûsa'l-Eş'arî demiştir ki: Rasûhıllah abdest aldı ve çorapları ve pabuçları (na'linleri) üzerine meshetti
(İbnMâce, 1/185-186, r. 590, Taharet).

 

“El-Mugire b. Şube (R a)dan Resulullah SAV abdest aldı.Çorapların ve ayakkabıların üzerine meshetti.

 Tirmizi –99 –İbni Mace 559,Nesei 128 E.Davud –159-Taç-244-Tabarani,Ahmed

Çorab üzerine mesh rivayet eden sahabiler:Ali( R),Ammar( R), Enes(R ), İbn Ömer (R) el-Bera (R),Bilal(R),İbn Ebu Evfa (R) ,Selh b.sa’d-tabiinden-Ata, Hasanı Basri-said

b. el –Müseyyeb ibn Cübeyr- en-Nehai-es Sevri

“Ali(ra):”Eğer din kişi reyi (görüş ve mantığı ile olsaydı mesh altını mesh etmek üstünü mesh etmekten daha uygun olur du ama ben, Resulullah SAV ‘i gördüm meshlerinin üzerine mesh ediyordu.”

Ebu.davud taharet 63.bab.-161no

“Mugire b.şube(ra)dan:”Bir gece yolcuğunda Peygamber ile beraber bulunuyordum.Mevcut mataradan su döktüm o da yüzü ve kollarını yıkadı, başını mesh ettikten eğildim.Bana bırak ben ikisini de abdest alıp yıkayarak mestlere soktum, buyurdu ve üzerlerine mesh etti.

Buhari Vudu-33,34,49,salat,25,hacc,23,Libas,11-           - Müslim taharet,79     cenaiz   -Ebu Davud, taharet 59 bab-151 no

 

“Misafir için üç gece mukiym için gecedir,meshin müddeti.”

Müslim taharet-85-      -Ebu Davud-157-Tirmizi No95-Nesei-İbn Mace –552,553-Darimi- -         

 Ahmed –1/96.100.113,118,120,123,146,149,2/27,4/240,5/213

 

çoraplar üzerine mesti, Sahâbe'den intikal eden Sünnete dayanmaktadır: Ömer b. EI-Hattab, Ali, Ebû Mes'ûd, Berâ, Enes, Ebû Ümame, Sehl, Amr b. Hureys, İbn Abbâs, İbn Ömer, İbn Ebî Vakkâs, Ammâr, Bilâl, İbn Ebî Evlâ, Muğîre ve Ebû Musa (Allah onlardan razı olsun) bu Sahâbe'den bazdandır.
Çoraplar üzerine mesh, ayni şekilde Tabiînden de menkuldür: Katâde, İbnü'i-Müseyyeb, İbn Cüreyc, Ata, Nehaî, Hasen, Hilâs, İbn Cübeyr ve Nâfi (Allah onlara rahmet eylesin)

Çoraplar üzerine mesh hadîsini Ebû Hanîfe, Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İshak, Dâvûd-i Zahirî ve ibn Hazm kabul etmişlerdir.

 

ÇORABIN ŞERİATTA VE SÖZLÜKTE BİLİNEN BİR ŞEY OLDUĞU, ONU BİLİNMEYEN BİR YÖNE ÇEKMEK İÇİN SEBEB BULUNMADIĞININ BEYANI:
Misbahda: Çorap, (Cevrep), fev'al vezninde sonradan A-rapça'ya girmiş bir kelimedir. Çoğulu, he ile Çevaribeh gelir. Bazı kerre he düşer. Herkes için bilinen bir şey olduğundan tanımı yapılmamıştır. Açıkça bilinenler için tanıma gerek yoktur.
Kamus ve Şerhinde: Çorap, ayağın sargısıdır, denilmektedir.
Lisanü'l-Arabda da: Kamus'ta olduğu gibidir.
Ebûbekir B. El Arabî de: Çorap, ısınmak için yünden yapılmış ayak örtüşüdür, demiştir.
Hattâb-ı Mâlikî'nin Tavzihinde: Çorap; Ketenden, pa-muk'tan veya bunların dışındaki şeylerden yapılan, mest şeklinde olan şey'dir, denmiştir.
Buhûti'l-Hanbelî'nin Ravzu'l-Mörbî: İsimli eserinde çorap; Deriden yapılmayan, mest şeklinde, ayağa giyilen şey, olarak yer almıştır.
Aynî; Demiştir ki, çorap; şiddetli soğukla karşı karşıya olan Suriye bölgesindeki beldeler ahalisinin giydiği, eğirilmİş yünden bükülmüş iplikten yapılan, topukları örtecek şekilde aya'ğa giyilen şeydir.
Münye Şerhinde Halebî: Şöyle demiştir. Çorap; Mest (huff) ve curmûk olarak isimlendirilmeyen, soğuk ve benzeri şeylere karşı koymak için ayağa giyilen şeydir. Curmûk için Fukaha demiştir ki: O, Mûk'tur. Kamustaki ifadeye göre Mûk ise, Huffun üzerine giyilen kalın bir Mest'tir.
İbn Side: Demiştir ki; Mûk, Mest'in bir çeşidi'dir.
Cevherî'de Mûk, mest'in üzerine giyilen kısa mest'tir, demiştir ve bu kelime Farsça olup sonradan Arablara geçmiştir.
Çorap gibi kelimeler, (herkesçe ma'iunı olduğu için) Şeriat ve sözlükteki mananın tesbiîinde âlimlerden destek almaya ihtiyaç yokdur. Zira bu, açık olanın açıklanması kabîlindendir. Ancak, bazı kitaplarda gördüğümüz söylentiler bizi buna mecbur etmektedir. Buna göre: Çorap; soğuk anlarda, alttaki mest'i kirden ve kirli sıı'dan korumak için topuklara kadar mest üzerine giyilen mest'tir. Çorap için diğer bir kayıtlama da, onun deri'den olması şeklindedir. Bu nevi îzahlar; sözlük, örf ve fıkıh yönünden yanlışdır. Çünkü bu denenler, Curmûk hakkındadır. Çorap hakkında değildir. Anlaşılmayan diğer bir hususta Mâliki Fukahasından Cezûlî'nin; "Çorap ve Curmûk, her ikisi de aynı şeyin ismimidir? diye, ihtilaf olundu" sözüdür. Güya; ihtilafın kaynağı olarakta, imam Mâlik'in Curmûk'u, altından ve üstünden deri ile kaplı çorap olarak tefsir etmesi ve bunun da Tavzih isimli eserde naklolunması gösterilmektedir. Bundan da, Çorap ancak böyle olur şeklinde vehm'e düşülmüş olmasıdır. Oysa, çorap bu şekilde deri île kaplandığı ve Curmûk ismi verildiği zaman, bundan her çorap'ın Curmûk olması lazım gelmez. Çünkü çorap, deriliye de derisize de şâmil'dir. Çorap bu şümulü taşıma-saydı; onunla özel bir tür kasdolunduğu zaman takyidine ihtiyaç
duyulmazdı, özetle; Lügat ve örf cihetiyle çorap, mutlak bir sakilde, ister na'linli, ister na'linsiz olsun, derişiz olarak ayağa giyilen şeydir.
Sabit olmuştur ki; Her hangi bir isim ki, Kitap veya Sünnet'te Nass olarak gelmiş ve hükümlerden bir hüküm ona bağlanmış ise; O takdirde, ancak o ismin gerektirdiği şekilde hüküm oluşturulması ve Şer'î durumun da ismin sahasını tecavüz etmemesi gerekir. Başarı Allahtandır.


 

41.Yolculukta namazı daha kısa kılmak sünnettir.

 

“Abdullah b. Abbas şöyle demiştir:”Allah c.cPeygamberin lisanıyla namazı yolcu olmama halinde dört rekat, yolcu  iken iki rekat ve korku anında bir rekat olarak farz kılmıştır.

 Ebu Davud K.Salah 287.bab –1247no.Müslim,K.Salatin Misafirun babı Salatün Havf N.143-687 no.Nesei K.Salatil –Havf   N. 1533-İbni Mace                -Buhari 3c 1060

 

  “Ömer(R A)’a “Kafirlerin size kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda bir günah yoktur.” Ayetini okudum.Ve”Bugün artık insanlar güven içindedirler. Namazı yine kısaltacaklar mı? Dedim. Ömer(r a) şöyle dedi.”Senin hayret ettiğin bu hususta bende hayret etmiş ve bunu Resulullah’ a (s a v) sormuştum.Resulullah (s a v) ; Bu, Allah’ın size verdiği bir sadakadır. Sadakasına kabul edin.” Buyurdu.

Müslim-K.Misafirun 4.bab 686 no- Ebu Davut k. Sefer bab 1 1199 no-Nesei-1433 Tirmizi-3224-İbn Mace K.İkametil-salat bab 113-İbn mace 1065

 

“Aişe(r a) dan:...Namaz ilk farz olduğunda iki rekat olarak farz kılındı. Hicretten sonra, sefer namazı olduğu gibi bırakıldı.Hazar namazı ise dörde tamamlandı.

Nesei-452-456-Müslim,muhtasar 202 no-(685 no)-Ebu Davud-K.Salat 1198 no-Buhari K.Taksir,B.5-3c 1060sy

 

“Ebu Bekr (ra)dan:...Ben doğduğum yer Mekke,hicret ettiğim yer Medine, Medine’de derdum mu Zul  Huleyfe’den öteye dönünceye kadar iki kılarım.Sahabi’nin biri ( Ebul Ali’ye) Ey Allah’ın Resulu ben memleketime gidiyorum ve iki ay kalıyorum namazı kısaltacak mıyım? Diye sorar. Resulullah SAV “-Evet, orada elli yılda kalıncaya kadar seferisin dedi.”

Ebu Bekr müsned-135

 

“Sa’d ile beraber Şam’ın bazı köylerinde 40 gün kaldık, O namazları kısaltıyordu.”

Abdulrezzak , Musennaf 4350

 

İbn Ömer(r a) Azerbeycanda namazlarını altı ay iki rekat kıldı.

Abdurrezzak, Musennaf 4339,Beyhaki 3/152,H. İbn Hacer Telhis 2/47.A.Hambel 5552,Heysani Mecmauz, Zevail 2/158

“Enes b.Malik (r a) Şamda iki sene yolcu namazı kılmıştır.” Abdurrezzak, Musennaf 4354,İbn Ebu Şeybe 517.

 

“Enes (r a) “ Resulullah S A V’ in Ashabı Ram Hürmüz’de yedi ay kalmışlar ve namazı kısalttılar .

Beyhaki-3/2

 

“Hasan’i-Basri “ Kabul” da Abdurrahman b.Samure(r a) ile beraber iki sene ikame ettim namazı kısalttım.

Abdurrezzak-4352

 

“Abdullah İbn Ömer(r a)’dan” Resulullah S A V ehlinden ayrıldığı zaman dönünceye kadar iki rekat kılardı.”

İbn Mace 1067 no

 

“Enes(r a)dan, Resulullah S A V üç mil mesafeye çıktımı farzları iki rekat kılardı.”

Ebu Davud 1201, Müslim, K. Misafirun    - Müsned –3/129

 

42. Yolculukta isteyen yavaş gidebilir, isteyen hızlanabilir. Yolculukta orucu ister tutar, ister bozabilir. Daha sonra kaza eder. Yolculukta oruç tutmayanı eleştirmesin.

 

“Ebu Hureyre(r a)’dan Resulullah S A V “Otlu yolda sefer ettiğiniz vakit deveye hakkını verin. Orada otlatın,kurak otsuz yerde sefer ettiğiniz vakit süratle seyredin.Hayvan zaafa düşmesin, gece sonunda seherde istiharat için inmek istediğinizde, yol kenarına sapın.’’dedi.

Ebu Davud-K.Cihad 63. Bab-2569-Müslim-K. İmaret 1926 – Tirmizi,K.edeb – Nesei- İbn Mace

 

Enes(r a) dan,” Resulullah S A V “ Yolculuğu gece yapın, yeryüzü gece dürülür” buyurdu.

Ebu Davud 2571-Tirmizi

“Yolculuk azabtan bir parçadır. Sizden birisinin uyumasına, yemesine, içmesine mani olur. İşini gören ailesine dönmeye acele etsin.

Buhari, umre-  -Müslim, İmaret 1179   -Muvatta 4c 375 sy

 

“Aişe(r a) dan , Resulullah S A V ile beraber yaya olduğum halde koşuya girdim, onu geçtim. Şişmanladığım vakit yine onunla koşuya girdim, bu sefer Resulullah S A V beni geçti. Ve benim bu koşuyu kazanışım, senin kazandığın o koşuya karşılıktır.” Buyurdu.

Ebu Davud, K. Cihad 68.bab-2578 no – İbn Mace K.nikah-1979-Ahmed b. Hanbel, Müsned 39-129

 

“Cabir(r a) dan Resulullah S A V, şöyle buyurdu:”Güneş battıktan sonra, yatsı’nın zifiri karanlığı gidene kadar, hayvanlarınızı bırakmayın. Güneş battığı zaman yatsı’nın karanlığı gidene kadar şeytanlar yeryüzünde fesat çıkarırlar.”

Ebu Davud-K.Cihad 83.bab2604- Müslim K.Eşribe 2013Müsned, 14393, 15319

 

“Aişe(r a) dan Eslemli Hamza Resulullah S A V ‘e sordu “ Ben devamlı oruç tutarım, seferde de tutayım mı? Dedi. Resulullah S A V dilersen tut dilersen tutma dedi.

Ebu Davud-2402, Buhari K.savm seferde oruç babı-   -Müslim-1121 – Tirmizi -   Nesei 2296- İbn Mace 16

 

43-Düz ve bol pantolonla namaz kılmada bir mahsur yoktur.

 

“İbn Abbas(r a)dan:Resulullah SAV’i Arafatta konuşken işittim. Osırada “İzar (etek) bulamayanlar şalvar giymiş, pabuç (na’l) bulamayanlar mes giysinler” buyurdu.

Nesei, Süslenme Bölümü bab 101-5290no

 

44-Münafıklık İslam dille kabul edip gerçekte imansızlığı saklamaktır.

 

1_”İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, Allah’a ve Ahiret gününe iman ettik derler, halbuki onlar mümin değildirler.”

                                                                                                                    Bakara(2)8

2_”onlar iman edenlerle karşılaştıkları zaman iman ettik, derler. Şeytan nefisleriyle başbaşa kalınca da, biz sizinle beraberiz onlarla sadece alay ediyoruz derler.

                                                                                                                                         Bakara(2)14

3_”Sana indirilen Kur’an ve senden önce indirilen kitaplarına inandıklarını söyleyen şu münafık kimseleri görüyormusun? Aslın fesad ve dalalet kaynağı  olan tağutu inkar etmekle emrolunduğu halde yine de onun önünde  muhakeme olunmak istiyor. Şeytan da onları dönüşü olmayan uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor”.

                                                                                                                    Nisa(4)60

4_”Sana emrim baş üstüne derler.Senin yanından ayrıldıkları zaman da onlardan bir grub zihinlerinde senin söyleğinden başka bir görüşle geceler.Allah onların zihinde kurdukları şeyleri yazar. Bu sebeble sen onlardan yüzçevir.Ve Allah’a güven.Alla. vekil olarak sana yeter.”                                                                                                            

                                                                                                                    Nisa(4)81

5_”Size geldikleri zaman iman ettik demektediler.Oysa  onlar küfre girmişler, yine onunla çıkmışlardır.Allah onların  gizlemiş olduklarını hakkıyla bilendir.

                    Maide(5)61    

6_”Onlar, sizden olduklarına dair Allah’a yemin ediyorlar, oysa sizden değildirler ve fakat bir topluluktur.”

                                                                                                                    Tevbe(9) 56

7_”Size,sizi hoşnud etmek için Allah’a yemin ederler.Oysa kendileri mümin olsalardı, bilirlerdi ki Alla ve Rasulu hoşnud etmeye daha layıktır.

  Tevbe(9) 62

8_”Allah’a ve Peygambere iman ve itaat ettik derler ,sonra onlardan bir grup bunun ardından yüz çevirir. Bunlar mümin değillerdir.”

  Nur(24) 47

9_”Münafıklar sana gelince şahitlik ederiz ki sen Allah’ın  Rasulusün derler.Allah senin kendi Rasulu olduğunu elbette bilmektedir.Ve şuna da şahitlik etmektedir ki, münafık muhakkak yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişlerdir ve Allah’ın yolundan başkasını da çevirmişlerdir.Onların yapmış oldukları bu şey ne kötüdür.Bu onların önce iman, sonra küfretmiş olmaları dolayısıyladır. Bu yüzdende kalblerinin üzeri mühürlenmiştir.Artık hiçbir şey anlamazlar.”

                                                                                                                    Münafıkun(63)1-3

10_”Dört haset var ki  kinde bulunursa o kimse katıksız münafıktır.” Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman  sözünden döner, anlaşma yaptığın anlaşmanın hilafına hareket eder.    

Müslim-85-Nesei-5023-Tirmizi-2634-Ebu Davud-4688-Buhari-1c188sy

 

11-Bir kimse güneş sararıp şeytanın iki boynuzu arasına veya iki boynuzu üstüne varana kadar oturup,o zaman kalkar, kuşun  tane topladığı gibi dört rekat (ikindi  namazı) Allah’ı az zikrederek kılar.İşte o münafıkları namazıdır. Münafıkları namazıdır. Münafıkları namazıdır.

Ebu Dvud-413-Müslim-822-Tirmizi-160-Nesei-512-İbn Mace-1403

12_Mümin kul ölünce dünya eza ve cefadan kurtulur. Facir ölünce onun şerrinden insanlar, memleket ağaç ve hayvanlar kurtulur.”

Nesei-1931

 

“Münafık gece uykusuz kalmaz.(Yani gece ibadet etmez).

K.zühd ver-Rekaik-93

 

45-Bilniz ,ki Dünya  İman ve İslam mekanıdır.

 

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki.” Allah yolunda şavaşa çıkın” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Ahiret hayatı yerine dünya hayatını yeterli gördünüz? Oysa dünya hayatın faydası, ahiret hayatına göre çok azdır.

                                                                                                                    Tevbe(9)38

“İnsanlar,”iman ettik demekle,hiç denenmeden hemen bırakılı verileceklerimi zannediyorlar.

  Ankebut(29)2

“Hayır!Kim ihlas ile yüzünü Allah’a çevirirse, işte onun bu amelnin, Rabbi katında sevabı vardır.Onlara hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir.”

  Bakara(2)112

“Ahiret ve dünya da elbette bizimdir.”

                                                                                                                      Leyl(92)13

“Kim dünya isterse, bizde orada ona, dilediğimizi dileğimiz, kimse için acele edip veririz.Sonra da ona cehennemi hazırlarız.Yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya gider.”

  İsra(17)18

“De ki”Dalalet içinde  olan bir kimseye, Rahman, belirli süre tasına bile kendilerine vaad

 olunanı ya azab yada  kıyamet olarak gördükleri zaman kimin yerinin daha kötü ve kimin taraflarının daha zayıf olduğunu öğrenecekler.” 

  Meryem(19)75

“Kim ahiret sevabını isterse onun sevabını artırırız.Kimde dünya lezzetlerini isterse Onada ondan veririz.Onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.”

                                                                                                                        Şura(42)20

“Onlardan bazıları da derlerki:’Rabbımız,bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru.

                                                                                                                        Bakara(2)201

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara: dünyadaki nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et.Yeryüzünde fesat peşinde koşma:Allah fasidleri hiç sevmez.

                                                                                                                        Kasas(28)77

“Ey insanlar! Rabbınız dan sakının ve babanın çocuğu, çocuğunda babası adına hiçbir şey ödeyemeyeceği  o günden korkun.Şurası muhakkaktır ki, Allah’ın vadi haktır. Bu itibarla,dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan da Allah’a güvendirerek sizi kandırmasın.”

                                                                                                                         Lokman(31)33

“Ey insanlar! Allah’ın vadi şüphesiz haktır. Dünya hayatı sizi aldatmasın. Şeytan da Allah’a güven yolu ile sizi kandırmasın.”

                                                                                                                        Fatır(35)5

“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.O, mutlak galibtir, çok bağışlayıcıdır.”

                                                                                                                        Mülk(66)2

46-Hükümler, miras, kesilen hayvanlar ve Cenaze namazı Muhammed SAV’in milleti arasından Mümin ve Müslümanlar içindir.

 

“O münafıklardan biri ölürse sakın cenaze namazı kılma. Kabrinin başında durma.Çünkü onlar Allah ve peygamberi inkar etmişler ve dinden çıkmış olarak ölmüşlerdir.”

                                                                                                                    Tevbe(9)84

“Abdullah b.Abbas (ra)dan  “Abdullah b.Übey b. Selul ölünce Resulullah SAV onun cenazesini kıldırmaya davet edildi. Resulullah SAV ayağa kalkınca bende sıçrayıp kalktım ve dedim ki “Ey Allah’ın Resulu sen Übey’in oğlunun cenazesini mi kıldıracaksın? Halbuki o falan günde şöyle ve şöyle yaptı.Ben, Resulullah SAV’ye İbn Übey’in yaptıklarını sayıp durdum. Resulullah SAV gülümsedi ve Ey Ömer hele öte çekil dedi.Ben daha fazla üzerine gidince dedi ki, Ben, Allah tarafından af dilemeyi tercih ettim.Şayet ben yetmişten fazla af dilememle af edileceğini bilmiş olsam af dilememi yetmişten fazla yaparım.Resulullah SAV cenazeyi kıldırıp gitti.Aradan çok geçmeden teğbe suresi 84.ayeti ve  85 nolu ayeti nazil oldu.

Bende Resulullah SAV.’e karşı cüretkar davranışından  hayret ettim.Allah ve Resulu herşeyi daha iyi bilir.”  

 Buhari K.Tefsir 9..sure12.bab. Nesei.1900,1967, Tirmizi-3294             

“Bir kafire karşılık mümin öldürülmez.Kim kasten bir mümini öldürürse katil öldürülenin velilerine teslim edilir. İstelerse katili öldürürler. İsterlerse diyet alır.”

Ebu davud-K.diyet 4.bab-4506-Tirmizi-1434-İbn Mace-2659-Buhari 15c-6778 – Nesei-4779

 

“Useme b.Zeyt (ra)dan, Rasulullah SAV şöyle buyurdu:”Müslüman kafire, Kafirde müslümana mirascı olamaz.

Ebu Davud 14c 6629-Muvatta 2c 436, Feraiz babı, Müslim, feraiz-3/1-1614-tirmizi 2108-İbn Mace, 2729-Darimi, k. Feraiz.             Ebu Davud,K.feraiz 10.bab-2909

“Mürtedin malını mirasını müslüman alır.”

Darimi-3079, İbn Ebu Şeybe 11/355

“Üzerine Allah isminin zikredilmeği şeyden yemeyin.Çünkü o bir fısktır...”

                                                                                                                    Enam(6)121

“Müslümanın,müslüman üzerinde altı hakkı vardır: Hastalandığı zaman onu ziyaret eder.Öldüğü zaman cenazesinde bulunur.Çağrıldığı zaman davetine icab eder. Kaşılaştığında ona selam verir. Aksırdığı zaman onu teşmid eder. Önünde ve arkasında onun iyiliğini ister.”

Tirmizi-istizan vedab 35. bab. 2880no Müslim-2162

 

“Müşriklerle evlenmeyin.”

Buhari 15c 5363sy,Ebu Davud-2787

 

“Müşriklerle dua edilmez.”

Tevbe(9)113-Tirmizi-3298

    

47-İslam’daki farz ve mükellefiyetleri kusursuz uyguladıkça hiç kimsenin gerçek veya mükellef bir mü’min olduğuna şahitlik edemiyoruz.Bunları gerçekleştirmeyen tövbe edene dek kâmil bir mü’min değildir.İmanı Allahu Tealayadır.İman tamam  veya değil, herkesin açıkça gördükleri dışında yalnız Allah’a hesap verecektir.

 

“İslam, beş esas üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed SAV’in 

Allah’ın olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, Kabe’yi haccetmek..”

Tirmizi-2736

 

“Müminlerin iman bakımdan en kamili, ahlak bakımından en güzel ve çoluk çocuğun karşı en lütufkar olandır.”

Tirmizi-2743

 

“İman yetmiş küsür şubedir. En aşağı mertebesi, yollardan eziyet kaldırmak ve en yüksek mertebesi de, Lailahe illallah sözüdür.”

Tirmizi –2746

 

“Bizimle onlar arasındaki söz namazdır.Kim bu namazı terk ederse kafir olur.

Tirmizi –2756

 

“Muhammed SAV’in Ashabı, namazdan başka, amellerden her hangi bir amelin bırakılmasını küfür saymazlardı.”

Tirmizi –2757

“Bir kişinin mescidle ilgilendiğini görürseniz ona iman şehadetinde bulunuz, Çünkü Allah, Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namaz kılan ve zekat verenler iman ederler. (Tevbe .18)

Tirmizi-2750

 

“Ey kadınlar grubu,sadaka veriniz.Çünkü cehennem ehlinin ekseriyetisiniz.Bunun üzerine içlerinden bir kadın Ya Resulullah bu nedendir?diye sordu.SAV<< Lanetinizin ve kocaya karşı nankörlüğünüzün çoğundandır.Dirayetli ve görüşlü erkekleri, siz akıldan ve dinden noksan kadınlardan daha kolay mağlup edeni görmedim.İçlerinden bir kadın << kadının aklının ve dinin eksikliği nedir?>>diye sordu.SAV, Sizden iki kadının şehadetine, bir erkeğin şehadetine eşittir. Dininizin eksikliği de hayzdır. Şöyle ki her hangi biriniz üç ve dört gün kalır, namaz  kılmaz.”

Tirmizi-2745

 

“Zina eden kişi, mümin olarak etmez ve hırsız mümin olarak etmez, ne var ki tövbe kendisine arzedilir.”

Tirmizi –2760

 

“Görüşüne hükmedin ,içeriyi Allah’a bırakın.    Buhari  9c 4046

 

“Kişi cennet ehlinin amelini işler ve nihayet kendisiyle cennet arasında bir arşın kalır, ama  kaderinde aksi yazılı ise, Cehennem ehlinin amelini yapmaya başlar ve nihayet  Cehenneme girer. Yine kişi cehennem ehlinin amelini işler ve nihayet kendisiyle cehennem arasında bir arşın kalır.Ama kader defterinde aksi yazılı ise, Cennet ehlinin amelini işlemeye başlar ve nihayet cennete girer.”  Buhari, kader 1.-Müslim, kader 1 –Ebu Davud sünnet 16

 

48-Köle ehli olanın cenaze namazını kılmak sünnettir. Recmedilerek öldürülen, intihar eden kıble ehli olmayan, her zaman sarhoş olan kişiler dışındakiler için cenaze namazı sünnettir.

 

“Her hangi bir müslim ki ölür ve onun üzerine müslümanlardan üç saf cemaat namaz kılarsa ona cennet vacib olur.

Ebu Davud-3166 – İbn Mace-1490 - Tirmizi-1028

  

“Resulullah SAV, zina ettiğini itiraf edip recm olunan    Maiz bin Malik üzerine cenaze namazı kılmadı. Onun üzerine cenaze namazı kılmaktan nehy de etmedi.

Ebu Davud-3186 – Müslim-1694- Tirmizi-4430

 

“Cabir b.Semure (ra)dan :”Adamın biri intihar etti ve Resulullah SAV ona cenaze kılmadı.İlim ehli <<Kıbleye karşı namaz kılan herkese ve intihar edene de cenaze namazı kılınır.>>dediler. Süfyan-Sevri ve İshak’ın kavli budur. Ahmed diyor ki :<<İmam intihar edene cenaze namazı kıldırmaz, imamdan başkası kıldırabilir.

Tirmizi , K.cenaze 68. bab 1074

 

“Cabir (ra)dan:” Peygamber SAV Medine’ye hicret edince Tufeyl b.Amr’da  onun yanına hicret etmiş.Onunla birlikte kavminden bir zatta hicret etmiş .Fakat Medine’de sıkışmışlardı. O zat hastalanmış ve sabırsızlık ederek okları atmış, onlarla parmak ellerini kesmiş.Derken ellerinden kan fışkırmış.Neticede ölmüş. Mütakiben Tufeyl b. Amr onu rüyasında görmüş kılık kıyafeti güzelmiş.Ama elleri sarılı imiş. Tufeyl ona: Rabbın sana ne yaptı? Diye sormuş,O da:Peygamber SAV’in hicret ettiğim için beni affetti, diye cevap vermiş. Tufeyl: neden seni ellerini sarılmış görüyorum?deyince :Bana, senin bozduğun bir uvzunu biz düzeltmeyiz” dediler,cevabını vermiş.Tufeyl bu rüyayı Resulullah SAV’e anlatmış.Bunun üzerine Resulullah SAV<< Allah’ım onun ellerini de affeyle>>diye dua etmiş”

Müslim K.iyman(184)-116

 

49-Kıble ehli olanlardan hiç kimse;Allah cc kitabından herhangi bir ayeti inkar etmedikçe, Allah  Resulu SAV’den gelenleri inkar etmedikçe, Allah’tan başka kurban olmadıkça İslam’dan dönmüş olmaz. Eğer bunlardan birini yapıyorsa onu İslam’dan ihraç etme bağlayacıdır. Bunlardan birini yapmıyorsa ismen mü’min ve müslimdir, gerçekte olmasa bile. Veya ibatetin herhangi parçası Allah cc dan başkasına. Örneğin mezarları tavaf etmek, öldüden şefeat” İstemek yardım veya ölümden kurtulmak için istekte bulunmak.Eğer bir insan cahillikten bunu yapıyorsa bunla ilgili bilgiyi öğrenmelidir.Bu şirktir ve anlayabilmesi için hüccet ikame edilmelidir. Fakat bunu bilir ve reddeder ve şirk içinde bilerek devam ederse İslam’dan çıkar.

 

 Allah’a ibadet edin ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanındaki arkadaşa, yolda kalmışa ve elinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi vb)lereiyilik edin. Şüphe yoktur ki Allah kendini beğenen ve kibirlenen kimseleri sevmez.”

                                                                                                                                  Nisa(4)36

“Semure bin Cündüp (ra)’dan Resulullah SAV şöyle buyurduéBirbirinizi Allah’ın laneti ile veya O’nun gazabı ile veya cehenem ateşi ile lanetleyin.” 

“Abdullah (ra)’dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Mü’min çekiştiren, lanetleyen, kaba ve ağzı bozuk değildir.”

Tirmizi –2043

İbn Abbas (ra)dan, Adamın biri Rasulullah SAV’in huzurunda rüzgarı lanetledi vebunun üzerine Resulullah SAV şöyle buyurdu: << Rüzgarı lanetleme! çünkü o vazifelidir.Şurası muhakkak ki her kim, lanete müstehak olmadığı halde bir şeyi lanetlerse lanet kendisine döner.>>

Tirmizi-2044

“Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Bunun dışındaki (günah)leri ise, dilediği kimse için af eder. Her kim Allah’a şirk koşarsa son derece büyük bir delalete düşmüş olur.”

  Nisa(4)116

“Münafıklar, hilelerini Allah bozduğu halde, Allah’a hile yapmaya kalkışırlar. Namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da çok az zikrederler.”

             

“Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş olsun diye malını sarfeden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakıp eziyet vermekle iptal etmeyin. Gösteriş için sadaka verenin durumu, üzerinde bir miktar toprak bulunan bir kayanın durumu gibidir ki, onu şiddetli bir yağmur isabet edince toprak o kayayı çırılçıplak bırakıverir.İşte böyleleri kazanç olarak hiçbir şey elde edemezler. Allah kafir olanlara hidayet etmez.”

                                                                                                                    Bakara(2)264

“Riyanın azı bile şirktir.” Hakim

 

54-Kim ki, Allah, neyin var olup neyin olmayacağını bilmiyor derse, O yüce Rabbimiz’i inkar etmiş olur.

“Allah her dişinin neye gebe olacağını, rahimlerin neyi eksik, neyi artık yapacağını bilir.O’nun nezdinde herşey ölçü iledir.””Gaybın ve hazır olanın Alimi olup,çok yücedir. Herşeyin üstündedir.”

  Rad(13)8-9

“İbn Ömer (ra) den, Resulullah şöyle buyurdu: “Gaybın anahtarı beştir. Ki onları Allah’tan başka kimse bilemez.Rahimlerin eksilmekte oldukları şeyleri Allah’tan başkası bilemez. Allah’tan başka hiç kimse yağmurun ne zaman geleceğini bilemez. Hiçbir nefis hangi arzda öleceğini bilemez.Kıyametin ne zaman kopacağını da Allah’tan başkası bilemez.”

   Buhari 10c4484sy

“Zira bizim, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz ona “Ol” demektir, o da hemen oluverir.”

                                                                                                    Nahl (16) 40 Yasin (36) 82

“Ey insanlar; Allah’ın, üzerinizdeki nimetini düşünün, hiç Allah’tan başka gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var mı? O’ndan başka ilah yoktur. Nasıl olup da hakdan döndürülüyorsunuz.”

 

  Fatır(35) 3

“De ki: Hak gelmiştir. Artık batıl, ne yeniden bir şey başlatır, ne de onu geri getirir.”

Sebe(34) 49

“İnkar edenlere gelince, yüzüstü gidiş te onlar içindir. Allah onların amellerini iptal etmiştir.Bu onların Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmamaları sebebiyledir.Allah da onların amellerini iptal etmiştir.”

                                                                                                               Muhammed(47) 8-9

“Ey Adem, bunların isimlerini meleklere bildir, deyip de, Adem isimleri onlara bildirince demişti ki:Ben size, göklerin ve yerin sırlarını muhakkak daha iyi bildiğimi, sizin açıkladığınız ve gizlemiş olduğunuz şeyleri de keza daha iyi bildiğimi söylemedim mi?”

  Bakara(2) 33

“...Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Mutlak hüküm sahibidir.”

  Nisa(4) 24

“...Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir.”

  Nisa(4) 111

Ayrıca şu ayetlere bakın:

Bakara: 29,231,244,255,256,282 –Ali İmran: 5,29 –Maide: 7,99 –Enam: 3,13,59,73,101 –Hud: 5 –Rad: 8,10 –İbrahim: 38 –Nahl: 19,23 –Ta-ha: 7,98 –Enbiya: 110 –Hacc: 70,76 –Muminun: 92 –Şuara: 220 –Neml: 6 –Kasas: 69 –Ankebut: 45,52,61 –Lokman: 16,23,34 –Secde: 6 –Ahzab: 1 –Sebe: 1,2 –Fatır: 38,44 –Yasin: 81 –Zumer: 7,46 –Mumin: 3,19 –Fussilet: 47 –Şura: 12,24,25 –Zuhruf: 84 –Feth: 4 –Hucurat: 1,8,13 –Hadid: 3,4,6 –Mücadele: 7 –Haşr: 22 –Tegabün: 4,11,18 –Tahrim: 2 –Mülk: 13,14 –İnsan:30

“Göklerin ve yerin yoktan var edicisi O’dur. Ve bir işin olmasına hükmettiği zaman, ona sadece ol der, o da hemen oluverir. Bilmeyenler, Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi demektedirler.Onlardan öncekilerde tıpkı onların söyledikleri gibi söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzemiş. Oysa biz yakinen bilmek isteyenlere ayetleri apaçık bildirmişiz.”

  Bakara(2) 117-118

 

55-Birisi bir kadınla evlilik yaparsa, yanında iki şahit gereklidir. Eğer bir adam karısını üç defa boşarsa bu kadın kocasıyla birleşemez. Başka bir erkekle evlenirse kocasıyla ancak o zaman bir daha birleşebilir.

 

“Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile onları zenginleştirir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir.”

  Nur(24) 32

“Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla nikahlanıp ta henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbunuzdan olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almakta size haram kılındı. Ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

 

  Nisa(4) 23

“İbn Mesud(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Ey gençler topluluğu, sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü kapamada daha tesirlidir. Ve cinsel organı iffet ve namus çizgisinde tutmada daha elverişlidir. Artık kimin de evlenmeye gücü yetmezse ona gereken oruç tutmaktır. Çünkü oruç onun için şehveti kesip durdurucudur.”

Buhari, savm 10, nikah 2,3 – Müslim, nikah 1,3,1400 – Ebu Davud, nikah –1 2046- Nesei, siyam –43 ,nikah-3,  ibn Mace, nikah –1-1845, Ahmed,1/378,424,425 (4112,4023)

“İbn Ömer(ra)dan, Resulullah SAV şöyle buyurdu:”Adam diğer bir adamın evlenmek istediği kızı, o terketmedikçe veya kendisi izin vermedikçe istemesin.”

Buhari, nikah 45 – buyu 58 – Nesei, buyu 19 – Ahmed 2\122,124,142,238

“Cabir b. Abdullah(ra)’ dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu:”Sizden biriniz bir kadına dünür olduğunda eğer kadının nikahına celb edecek yerlerine bakmaya gücü yeterse yapsın.”

Ebu Davud, 2082 – Müslim, nikah – Tirmizi, nikah,5 – Ahmed, 3\334

“Aişe(ra)’ dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu:”Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır, onun nikahı batıldır. Bu durumda onu nikahlayan adam onunla cinsel temasta bulunursa, bunu kendisine helal saymasına karşılık kadın için mehr gerekir. Veli konusunda bir tartışma ve sürtüşme olursa, velisi olmayanın velisi sultandır.”

Buhari, nikah 36 – Ebu Davud, nikah 19-2083 – Tirmizi, nikah 14 – İbn Nace, nikah 15 – Darimi, nikah 11

“İmran b. Husayn(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyuruyor:”Nikah ancak veli ve iki adil şahitle sahih caiz olur.”

Buhari, nikah 36 – Ebu Davud, nikah 19-2085 – Tirmizi, nikah 17 – İbn Mace, nikah 15

“Aişe(ra)’dan, Bir adam kendi eşini üç talakla boşamış bulunuyordu. Boşanan kadın ise başka bir adamla evlendi veaz sonra o adam da sözü edilen kadını onunla henüz cinsi temasta bulunmadan boşadı. Bunun üzerine Resulullah(sav)’a bu kadının birinci kocasına helal olup olmayacağı soruldu. SAV, şu cevabı verdi: “Hayır, ikinci kocası birinci kocası gibi onun balcağızını tatmadıkça helal olmaz.”

Nesei, talak 9 – Buhari, libas 6-23,edep 68 – Darimi, talak 49 – İbn Mace, talak 32 – Tirmizi, nikah 27 – Muvatta, nikah 17-18 – Buhari, şehadet 3-talak 4-edep 68 – Müslim, talak 1-5

“İbn Ömer(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Allah yanında helalin en çok sevilmeyeni talak (kadın boşamak) dır.”

Ebu Davud, talak 3 – İbn Mace, talak 1

 

58-Allah’ın yarattığı her şey sona erecektir. Cennet ve Cehennem sona ermeyecektir. Allah(cc) kıyamet günü ölüleri diriltecektir.

 

“Rüzgarları gönderip de bulutu harekete getiren Allah’tır.Böylece biz onu ölü bir beldeye sevk eder, sonra da arzı ölümünden sonra onunla yeniden diriltiriz.İşte ölülerin dirilmesi de  böyledir.”

  Fatır(35) 9

“Bu ayetlerimizi inkar etmeleri ve biz kemik olduktan ve ufalanıp toprak haline geldikten sonra mı yeni bir yaradılış olarak diriltileceğiz demeleri sebebiyle onların cezasıdır.”

  İsra(17) 98

“Ayetlerimizi inkar edenleri ateşe mutlaka sokacağız. Derileri pişip döküldükçe azabı iyice tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah şüphesiz Aziz’dir, Hakim’dir.”

   Nisa(4) 56

“Bu ayetlerimizi inkar etmeleri ve biz kemik olduktan ve ufalanıp toprak haline geldikten sonra mı yeni bir yaratılış olarak diriltileceğiz demeleri sebebiyle onların cezasıdır.”

   İsra(17) 98

“Bilmiyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah onlar gibisini yaratmaya ve yarattıklarına da bir ecel vermeye kaadirdir. Bunda hiçbir şüphe yoktur.Buna rağmen zalimler yinede küfürlerinde direnmektedirler.”

  İsra(17) 99

 

59-Kıyamet gününde bütün varlıkların, insanların, hayvanların arasında doğruluk sağlanabilmesi için Yüce Rabbimiz doğruluğu getirecektir.

 

“Ebu Hureyre(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Haklar sahiplerine verilecektir.Şöyle ki boynuzsuz davarın boynuzlu davardan kısası alınacaktır.”

Tirmizi, Kıyametin Sıfatı Babı – 2535

“Ebu Berze El-Eslemi(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Bir kulun ömrünü nerede tükettiği, ilmini nerede kullandığı, malını nereden kazanıp nereye harcadığı ve cismini nerede yıprattığı sorulmadıkça onun ayakları Allah’ın huzurundan ayrılmaz.”

Tirmizi – 2532

“Ebu Hüreyre(ra)’dan, Resulullah(sav), Müflis kimdir? Biliyor musunuz? Diye sordu. Ashab ya Resulullah dediler, bizce müflis, parası ve malı olmayandır. Resulullah(sav), benim ümmetimin müflisi o kimsedir ki, Kıyamet Günü namaz, oruç ve zekat getirecek, fakat buna sövmüş, buna zina isnad etmiş, bunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış, bunu dövmüş olarak gelecektir. Sonra hesabını vermeye oturacak, kısas olarak bu onun sevablarından, bu da onun sevablarından alacaktır. Şayet sevabları üzerinde bulunan hataların kısası tamamlanmadan önce tükenirse onların hatalarından alınıp buna vurulacak ve sonra ateşe atılacaktır.”

Tirmizi – 2533

60-Yaptığımız işleri ve hareketleri O’nu düşünerek sadece ve sadece O’na, Rabbimiz’e yapmalıyız.

“Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.”

  Fatiha(1) 4

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Bu itibarla O’na ibadet et Ona güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan elbette gafil değildir.”   

   Hud(11) 123

“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et.”

  Hicr(15) 99

“O’na kulluk edin.”

  Enam(6) 102-Meryem(19) 36

“Ey inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk edin.”    

 

  Ankebut(29)56

“Allah’a secde edin ve O’na ibadet edin.”

  Necm(53) 32

“De ki: Allah’tan başkasına mı kulluk etmemi bana emrediyorsunuz, ey cahiller.”

  Zumer(39) 64

“De ki: Benim ibadetim, alemlerin Rabbi olan Allah içindir.”

  Enam(6)162

“O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır.”

   Mülk(67) 2

“Muaz İbn Cebel(ra) şöyle dedi: Resulullah(sav): Ya Muaz! Allah’ın kullar üzerindeki hakkı nedir bilir misiniz? buyurdu. Muaz: Allah ve Resul’u en iyi bilendir, dedi. Kendisine hiçbir şey ortak yapılmayarak Allah’ın ibadet olunmasıdır, buyurdu. Bunu yaptıkları zaman onların Allah üzerindeki hakları nedir bilir misin? Buyurdu. Muaz: Allah ve Resul’u en iyi bilendir, dedi. Resulullah: Onlar’a azap etmemesidir, buyurdu.”

Müslim – 30

“Size ulaşan her nimet Allah’tandır.Sonra bir sıkıntıya uğradığınız zaman yine O’na yalvarırsınız.”

  Nahl(16) 53

“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o zararı kaldıracak yine O’ndan başkası yoktur. Eğer sana bir hayır dokunursa bu da yine Allah’tandır. Zaten O her şeye kaadirdir.”

 

  Enam(6) 17

“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Bu itibarla O’na ibadet et ve O’na güvenip dayan. Rabbin yaptıklarınızdan elbette gafil değildir.”Hud(11) 123

61-Allah cc bize ne emretmişse onu yapmalıyız. Neyden bizi sakındırmışsa ondan kaçınmalıyız. Allah herkesin nerede ne yapacağını bilir. Kimse O’nun  bilgisinden kaçamaz. Dünya’da  hiçbir şey  Allah’ın haberi olmadan olmaz. O herşeyi bilendir. Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Allah CC’nin emirlerini, yasaklarını kim inkar ederse Allah’a inanmamış olur.

 

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”

                                                                                                                    Zariyat(51)56

“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki rahmet olunasınız.”

  Ali İmran(3) 132

“De ki: Allah’a ve Resul’e itaat edin, eğer yüz çevirirseniz, Allah kafirleri sevmez.”

  Ali İmran(3) 32

“Bunlar Allah’ın hudutlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, O da onu içinde daimi kalacağı altından ırmaklar akan cennetlere koyar, bu da en büyük kurtuluştur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan ve O’nun kanunlarına tecavüz ederse, O da onu içinde daimi kalacağı ateşe sokar. Onun için zelil edici bir azap vardır.”

  Nisa(4) 13-14

“Ey İman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inandığınız takdirde onu, Allah’a ve Peygambere arz edin. Bu netice itibariyle daha hayırlı ve daha güzeldir.”

  Nisa(4) 59

 

“...Eğer mümin kişiler iseniz, Allah’a ve Resulüne itaat ediniz.”

  Enfal(8) 1

“Mümin erkekler ve mümin kadınlarda birbirinin dostları olup iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah, Aziz’dir, Hakim’dir.”

  Tevbe(9) 71

Ayrıca itaatle alakalı şu ayetlere de bakın:

Maide:56-92 , Enfal:20-46-27 , Tevbe:71 , Rad:18 , Nur:52-54-51-52 , Ahzab:71-36-1-3-48 , Şura:38-15 , Muhammed:33 , Feth:17 , Mücadele:13 , Tegabün:12 , Araf:157-158 , Haşr:7 , Bakara:285 , Enam:165 , Hacc:34-35 , Kehf:28 , Furkan:52 , Kasas:86 , Şura:15 , İnsan:24 , Nisa:69-70-64-80-42-118-119

“O kendinden başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O, Rahman’dır, Rahim’dir.”

  Haşr(59) 7

“Biliyor musun ki Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir. Bu lehvi mahfuzda yazılıdır. Bu şüphesiz Allah’a kolaydır.”

  Hacc(22) 70

“Firavn şöyle demişti:Geçmiş nesillerin durumu ne olacak; Musa’da dedi ki:Onlarla ilgili bilgi Rabbimin katında bir kitaptadır.Rabbim şaşırmaz ve unutmaz.”

  Taha(20) 51-52

“Gaybın anahtarları O’ndadır. Ve onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olanı bilir. Hiçbir yaprak düşmesin ki onu bilmesin. Yeryüzünün karanlıklarında hiçbir döne, hiçbir yaş kuru olmasın ki apaçık kitapta bulunmasın.”

  Enam(6) 59

“Hamd gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.”

                                                                                                         Enam(6) 1

“Hiçbir şey için ben bunu yarın yapacağım deme, ancak Allah dilerse de unuttuğun zaman Rabbını an ve şöyle de: Rabbım olaki beni doğruya bundan daha yakın olana eriştir.”

  Kehf(18) 23-24

 

“Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu dalalete bırakır kimi de dilerse onu da dosdoğru yola sokar.”

  Enam(6) 39

“İbn Abbas(r a) ‘dan; Birgün Resulullah (sav), Ey Delikanlı sana birkaç kelime öğreteceğim: Allah’ın emirlerini ve yasaklarını gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki O’nu karşında bulasın. İsteyeceğin zaman Allah’tan iste ve yardım taleb edeceğin vakit Allah’tan yardım taleb et. Bilmiş ol ki, bütün ümmet, herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsa ancak Allah’ın senin üzerine takdir ettiği hususta sana yararlı olabilir. Aynı zamanda sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar ancak Allah’ın senin aleyhinde taktir ettiği bir hususta zarar verebilirler. Kalemler kalkmış ve sayfalar kurumuştur.”

  Tirmizi- 2635

“Size ulaşan nimet Allah’tandır. Sonra bir sıkıntıya uğradığınız zaman yine O’na yalvarırsınız.”

  Nahl(16) 53

 

57-Allah hepinize Rahmet etsin. Biliniz ki, Allah(cc)’dan başkasına ibadet etmeyeceğine ve Resulullah(sav)’ın da O’nun kulu ve Resulu olduğuna şehadet eden bir müslümanın kanı üç durum haricinde akıtılamaz. Evli ve zina yapmışsa, imandan sonra küfre dönmüşse, bir de haksız yere bir müslümanı öldürürse öldürülür.Bunun dışında müslümanın kanı kıyamete kadar ebediyen haramdır.

 

“Ben insanlarla, Lailaheillallah demelerine kadar savaşmakla emrolundum. Onlar bunu deyince öldürmeyi hak etmeleri dışında kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Bundan sonra hesapları Allah’a aittir.”

Tirmizi, K. Tefsir sure 88 – Müslim, İman(32) 20no

 

“İbn Mesud(ra)’dan:Resulullah(sav) şöyle buyurdu:Müslümana söğmek fısktır. Onunla çarpışmak ise küfürdür.”

Müslim, K.İman(116)-64no – Tirmizi, K. İman 2771 

 

“Ebu Bekr(r a), Resulullah SAV şöyle buyurdu: İki müslüman kılıçlarıyla karşılaşırsa katilde,

maktul de cehennemdedir.

Müslim-K.Fiten 14-2888 no

“Ebu Umame b Sehl bin Huneyf(r a) dan, Osman bin Affan(r a) un evi muhasara edildiği gün şöyle konuştu:<<Sizi Allaha okuyorum. Resulullah SAV’in”Müslümanın kanı ancak üç şeyden biri ile helal olur. Evlendikten sonra zina veya müslüman olduktan sonra irtidat veya              haksız yere adam öldürüp o sebeple öldürülmesi “buyurduğunu bilirmisiniz? Allah’a yemin ederim ki, ne cahiliyette, ne de müslümanlıkta zina etmedim. Resulullah SAV biat ettiğimden beri irtidad etmiş değilim. Ve Allah’ın haram kıldığı cana kıymadım. O halde beni hangi sebeble öldüreceksiniz?

Tirmizi-Fitnebabı-2247 no, 4043

“Ubade Bin Samit(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Kim Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şehadet edrse, Allah cehennem ateşini ona haram kılar.”

Tirmizi, K. İman 2775 – Müslim, K. İman(37) 23no

“Evli ve zina yapmışsa recm edilerek öldürülür.”

Buhari 14c 6684sy , 15c 7107sy , 14c 6670sy – Müslim 1690no , 1691no , 1699 – Tirmizi 1457 , 1463 – Ebu Davud 4353 , 4459 – İbn Kesir 11c 5688sy – İbn Mace 2553

 

“Ey İman edenler, Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hüre karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın. Bununla beraber öldürülenin kardeşi tarafından katil lehine bir şey affolunursa artık örfe uymak ve öldürülen tarafa borcu güzellikle ödemek gerekir...”

  Bakara(2) 178

“İkreme (ra)’dan Resulullah Sav şöyle buyurdu:”Kim dinini değiştirirse onu öldürün”

Ebu davud k. Hudud 1-4351no-  Tirmizi. K. Hudud 25 bab –1485no-Nesei-4045-4050

Buhari 15c 7005  15c 6789sy,  14c 6657-Müslim 16 71

 

“Enes (ra)’dan, Neccar oğullarından hırıstiyan bir adam vardı. Sonra müslüman olmuştu. Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Peygamber(Sav)’e vahiy katipliği de yapıyordu. Bu adam sonra hırıstiyanlığa geri döndü. Bu mürted Muhammed bir şey bilmez, yalnız benim kendisine şeyleri bilir, demeye başladı.Ve öldü, çok geçmeden hırıstiyanlar onu gömdüler. Sabah olunca yer onu dışarı attı. Hırıstiyanlar bu Muhammed’in sahabilerinin işidir, kefen soydular diye iftira ettiler. Ve derin çukur kazıp içine bıraktılar. Ertesi sabah yine toprak onu attı, bu üç-dört defa olunca bunun insanlar tarafından yapılmadığını bildiler ve onu açıkta bıraktılar.”

Buhari-K.menakıb 121-7c 3389sy

 

63- Biliniz ki, Yüce Rabbimiz her bir yağmur damlası için bir melek görevlendirmiştir. Yağmur damlasını Yüce Rabbimiz nereye emrederse oraya bırakırlar.

“Görmüyor musun Allah bulutları sürüyor, sonra bir araya getirip üstüste yığıyor. İşte o zaman aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar gibi bulut indirirde bu doluyu dilediğine isabet ettirir, dilediğinden de uzak tutar. Şimşeğin parıltısı ise neredeyse gözleri kamaştırır.”

  Nur(24) 43

“İçtiğiniz sudan haber verir misiniz? Onu bulutlardan siz mi indirdiniz, yoksa asıl indiren biz miyiz?”

  Vakıa(56) 68-69

“Gökten su indiren de O’dur. İşte biz o su ile her çeşit nebat çıkardık. O nebattan da bir yeşillik meydana getirdik ki, bu yeşillikten birbiri üzerine kümelenmiş taneler hurma tomurcuğundan koparılması kolay salkımlar, üzüm bağları, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar çıkarırız. Meyve verdikleri ve birde olgunlaştığı zaman meyvesine bir bakın... İşte bütün bunlarda İman eden kimseler için deliller vardır.”

  Enam(6) 99

 

65-Biliniz ki Eğer bir müslüman hastalanırsa Allah cc onu hastalığından ötürü ödüllendirilecektir.

 

“Müslümanın başına gelen hiçbir musibet yoktur ki onun sebebiyle affolmasın. Hatta ayağına batan dikenle bile.”

Müslim – Birr,49

 

“Başına bir musibet  gelen hiçbir müslüman yoktur ki Allah’ın emrettiği şekilde” Biz Allah’ınız ve ancak O’na dönücüleriz, Allah’ım musibetim hususunda bana ecir ver ve bana bunun arkasından daha hayırlısı ihsan buyurmasın.

Müslim-Cenaiz 3,4-İbn Mace ,Cenaiz 55(Bakara 156)

 

“Mutedil davranın ve doğruyu arayın. Müminin uğradığı her musibette keffaret vardır. Hatta mümine batırılan dikende ve ona çekilen güçlükte bile.”

Tirmizi 3228

 

“Ebu Musa(ra)’dan, Resulullah(sav)’e en şiddetli ayeti sordum. SAV’de “ O hangi ayettir ey Aişe” dedi. Aişe(ra) “Kim kötülük işlerse onunla cezalanır”(Nisa-123) SAV’de: Ey Aişe bilmiyor musun? Gerçekten mümine isabet eden bela veya ayağına batan diken çirkin ameline karşılık olur. Kim hesaba çekilirse azab olunur.” buyurdu. Aişe(ra):Allah(cc) buyurmuyor mu?”Sonra kolay bir hesapla hesaplanır.”(İnşikak 84) SAV’de “O, arzdır ey Aişe. Kimin hesabında münakaşa olunursa azab olunur.” buyurdu.”

Ebu Davud 3093 - Buhari, K. Cennet – Müslim, K. Cennet 2876

 

“Yoksa kendilerine dua ettiğiniz zaman darda kalana yardım eden, sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan mı? Allah ile beraber bir de ilah mı? Ne kadar az düşünüyor sunuz.”

  Neml(27) 62

 

“Abdullah(ra)’dan, ağır hasta iken Resulullah(sav)’in yanına girdim. Şöyle dedi: ...Hastalığa tutulan hiçbir müsalüman yoktur ki, Allah onun hata ve günahlarını ağacın yapraklarını döktüğü gibi dökmesin, buyurdu.”

Buhari, K. Marod bab 3-13-16Müslim, K. Birr 45noluDarimi, K. Rikak bab 57

 

68- Allah(cc) dua edenin duasını kabul eder. Hiç kimse aracı olamaz. Allah(cc) kendisine dua edeni işitir. Dahası aracıya ihtiyacı yoktur.

Allah’ın izni olmadan hiç kimse cennete giremez. Allah hiç kimseyi kendi günahları dışında başka bir şeyle cezalandırmayacaktır. O(cc) yaptıklarından sorulmaz. Fakat kullar sorulurlar. Ve hiç kimse Allah(cc) ile kul arasına giremez.

 

1-“Her kim bir günah kazanırsa onu ancak kendisi için kazanmış olur.Allah  herşeyi hakkıyla bilendir,hikmet sahibidir.

  Nisa(4)111

2-“Ne sizin boş hayallerinizle ve nede kitab ehlinin boş hayalleriyle olur. Her kim bir kötülük işlerse o yüzden cezalandırılır. O kimse kendisi için Allah’tan başka ne bir dost ve nede bir yardımcı bulamaz.” 

  Nisa(4) 123

3-“ Ey İman edenler, kendinize dikkat edin. Doğru yolu bulduğunuz takdirde, doğru yoldan sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne yaptığınızı size O haber verecektir.”

  Maide(5) 105

4-“ Kıyamet vakti kendilerine ansızın gelip çatıncaya kadar Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar mutlaka pişmanlık duyacaklar ve o vakit gelip çatınca günahlarını sırtlarına yüklenmiş olduğu halde, dünyada işlediğimiz kusurlara yazıklar olsun, diyeceklerdir. Biliniz ki o yüklenmiş oldukları şey ne kadar kötüdür.”

  Enam(6) 31

5-“ Rızasını talep ederek sabah-akşam Rablarına dua edenleri yanından kovma. Ne onların hesabından bir şey sana, ne de senin hesabından bir şey onlara aittir. Onları yanından kovaladığın takdirde zalimlerden olursun.”

  Enam(6) 52

6-“ Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Zaten hangisi olursa olsun günahı kazananlar kazanmış oldukları günah yüzünden cezalandırılacaklardır.”

  Enam( 6) 120

    “ Herkesin kazandığı ancak kendisine aittir...”

  Enam(6) 164

7-“ De ki: Ey insanlar, Rabbınızdan size hak gelmiştir. Kim o hakkın yoluna girerse kendi nefsi için girmiş olur. Kim de o yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Zira ben size vekil kılınmadım.”

                                                                                                                            Yunus(10) 108

8-“ Bunu da kıyamet günü kendi günahlarını tam olarak bilgisizce saptırdıklarının günahlarını da kısmen yüklenmeniz için söylerler.Bilesiniz ki yüklendikleri ne kötü şeydir.

  Nahl(16) 25

    “... Hiçbir günahkar başkasının günahını çekmez. Biz bir peygamber göndermedikçe hiçbir kavme azap etmeyiz.”

  İsra(17) 15

9-“ De ki: İşlediğimiz suçlardan siz sorumlu olmayacaksınız, sizin işlediklerinizden de biz sorumlu olmayız.”

  Sebe(34) 25

10-“ ... Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez...”

                                                                                                   Zumer(39) 7 – Necm(53) 38

11-“ Amr bin El-Ahvas(ra)’dan rivayet edilmiştir.Resulullah(sav), Veda haccında müslümanlara şöyle buyurdu: “Bugün hangi gündür? Sahabe, Haccı Ekber günüdür, dediler. Resulullah(sav), canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız aranızda haramdır. Tıpkı şu beldenizde şu gününüzün kudsiyeti gibi. Dikkat, hiçbir cani, çocuğu hesabına ve hiçbir çocukta babası hesabına suç işlemez. Dikkat, bir suçlu ancak kendi hesabına suç işler. Dikkat, şeytan şu ülkenizde kendisine ibadet edilmesinden ebediyen ümidi kesmiştir...”

Tirmizi, Fiten 2 –2248, İbn Mace Menasik, Diyet 26,76

 

“12-“Hz Peygamber SAV yanında çocuğu bulunan bazı sahabilere “Bu senin olun mudur?diye sormuş. Evet cevabını alınca-Bu çoçuk senin aleyhine suç işlemez .Sende onun aleyhine suç işlemesin buyurdu.

, Ebu Davud, Diyet 2,    Nesei, kasame, 42-  -İbn Mace, Diyet 26

“Kullarım sana benden sorarlarsa ben şüphesiz onlara yakınım. Bana dua edenin, dua ettiği zaman duasını kabul ederim. O halde onlarda benim davetimi kabul etsinler ve bana inansınlar.Ola ki doğru yolu bulurlar.”

  Bakara(2)186

“Rabbiniz şöyle buyurmuştur:”Bana ibadet edin ki size karşılığını vereyim. Bana ibadet etmekten kibirlenenler  zelil olarak cehenneme girecektir.”

  Mü’min (40)60

69-Eğer bir kimsenin Peygamber SAV efendimizin sözleri anlattıkları kabul etmeyip inkar ettiğini duyarsan, bu kimsenin müslümanlığından şüphe ediniz. Çünkü o kişi Yüce Rabbimizin son Peygamber ilan ettiği  Hz Muhammed SAV’in sözlerini  edendir ki, o sözlerini, hareketlerini kur’an’a göre yapandır.

 

“Muhakkak ki sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzu eden ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Allah’ın Rasulunde güzel örnekler vardır.

  Ahzab(33)21

“O kendi hevasından konuşmaz, onun konuşması kendisine ilka edilen bir vahy den ibarettir.”

  Necm(53)3,4

Resul size neyi verdiyse onu alın, sizi neden nehyettiyse ondan da kaçının. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”

  Haşr(59)7

“Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki  Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Şüphesiz Allah gafur ve rahimdir.”

  Ali İmran(3)31

“Hayır Rabbine andolsun ki, onlar aralarındaki çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonrada verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.”

  Nisa(4)65

“Allah ve Resulu bir işe hükmettikleri zaman mü’min erkek ve  mü’min kadının, kendi işlerinde artık başka birşeyi şeçmeye hakları yoktur.Kim Allah’a ve Resulune karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”

  Ahzab(33)36

“Şübhesiz sende bu kitap vasıtasıyla insanları dosdoğru yola iletiyorsun.Hende göklerdeve yerde bulunan herşeyin sahibi olan Allah’ın yoluna...Bilesinz ki bütün işler Allah’a varır.

  Şura(42)52,53

“Artık Peygamberin emrinden uzaklaşıp gidenler kendilerine bir fitnenin çarpmasından yahut onlara pek acıklı bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar.”

  Nur(24)63

“Muhakkak ki ben, ancak bana vahy olunana tabii oluyorum. Ve ben apaçık bir uyarıcıyım.”

  Ahkaf(46)9

“Eğer Muhammed kendinden bazı sözler uydurupta bizim söylediğimizi iddia etseydi elbetteki onun gücünü, kuvvetini alır ve şah damarın keserdik İçinizden hiç biri buna engel olmazdı.                                                                                                                                                Hakka(69)44-47

“Deki: Allah’ın hazineleri yanımda demiyorum, gaybıda bilmiyorum size ben meleğim de demiyorum.Ben sadece bana vahy olunana tabi oluyorum.”              En’am(6)50

“..Onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen hakkı bırakıpta onların hefeslerine uyma.                                                                               Maide(5)49 Nisa(4)105

“Allah sana kitabı ve Hikmeti indirdi ve bununla  sana bilmediği şeyleri öğretti...”

  Nisa(4)113

“her kim kendisi için doğru yol apaçık belli olduktan sonra, Peygambere  muhalefet eder ve mü’minlerin yolun başka bir yola tabii olursa onu girdiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir yerdir.”                                                     Nisa(4)115     

Ey Resulüm , sonra seni din konusunda apaçık bir şeriat sahibi kıldık.Sen ona uy.Hakkı bilmeyenlerin isteklerine (heva ve heveslerine ) uyma.”                   Casiye(45)18

“Ey iman edenler. Allah’a itaat edin, Rasulune de itaat edin ve amellerinizi heder etmeyin.”

  Muhammed(47)33

70-Kur’anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin kur’ana olan ihtiyacından daha fazladır.

 

Ebu Davud 4604 İbn Mace 12.13 Tirmizi k. İlim 2666

“Mikdam bin Madi Kerib (ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Dikkat: Bana Kur’an verildi. Kur’anla beraber onun bir benzeri  daha verildi.Dikkat yakında midesi tok, rahat koltuğunda oturan bir kimse şöyleder: Şu Kur’ana sıkı sarılın. Onda helal olarak bulduğunuzu helal sayın haram olarak bulduğunuzu da haram sayın, dikkat size ehli eşek eti helal değildir. Yırtıcı hayvanlardan parçalayıcı dişi olanların eti helal değildir. Kendileri ile aralarında anlaşma bulunan yitiklerini almanız size helal değildir. Ancak sahibinin Ona  ihtiyacı yoksa o zaman helal olur.Bir kimse  bir kavme misafir olarak inerse onu ağırlamaları gerekir. Eğer  ağırlamazlarsa o şahsın onları  takip ederek ağırlamayana misilleme olarak cezalandırma misafir etmeme hakkı vardır.”

Ebu Davud –4604

“Gerçek olan şudur ki, sana beyat edenler aslında Allah’ beyat etmişlerdir. Allah’ın eli onların elleri üzerinedir. Kim ahdinden dönerse kendi aleyhine dönmüş olur. Kimde Allah’a olan ahdine vefa gösterirse Allah ona bir mükafat verecektir.

  Feth(48)10

“Enes (ra)dan, Resulullah SAV buyurdu ki:<<Hiçbir kula ben kendisinden ehlinden, malından ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş etmiş olmaz.”

  Müslim-44-

72- Biliniz ki Hz Muhammed SAV bir gece  vakti göklere çıkartılıp Yüce Rabbimizle konuştur. Cennet ve Cehennemi görmüştür. Bu gece geri Mekke’ye dönmüştür. Bu olay hicretten önce gerçekleşmiştir.

 

1-“Kulu Muhammed’i, geceleyin Mescidi Haramdan kendisi ne bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığı Mescidi Aksaya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan müzzehtir. Herşeyi Hakkıyla işiten,  gören O’dur.”  

  İsra(17)1

2-“Muhammed, Cebrail başka bir inişinde Sidre-i Müntehada yine görmüştür. Sidrenin yanında  varılacak cennet vardı. Sidre’yi ise kaplayan şey kaplamıştı. “Muhammed gözü görecek şeyden ne sapmaz ne de onu aşmıştır. Fakat Rabbının varlığın en büyük  delilini görmüştür.

  Necm (53) 13-18

3-“Sana, Rabbın bütün insanları kuşatmış demiştik.Sana gösterdiğimiz rüyayı ve Kur’andaki lanetlenmiş ağacı insanlar içinde sadece bir imtihan kılmıştık. Bununla onları korkutuyoruz. Fakat bu onlarda büyük bir taşkınlığı artırmaktan başka bir işe yaramıyor.”

  İsra(17)60

4-“Abdullah(ra) şöyle rivayet etmiştir:” Resulullah SAV göklere çıkarıldığı gece Sidretül müntehaya götürüldü. Sidre altıncı semadadır. Yeryüzünden semaya çıkarılan onda nihayet bulur ve sonra ondan alınır. Onun yukarısından inen şeyler de onda karar kılar sonra oldan alınır . Sidreyi Allah’ın azameti ve celali kaplayabileceğini kaplıyordu: Ayetini okumuş ve onu  pervaneler diye tefsir etmiştir. Sonra orada üç şey verildi.-Beş vakit namaz- Bakara suresinin son iki ayeti-Ümmetinde Allah’a şirk koşmayanların büyük günahlarına mağfiret olunmuştur.                                                                                           Müslim –173

5-“Miraca çıkarıldığım gece İbrahim ile karşılaştım. Ya Muhammed dedi. Benden senin ümmetine selam söyle ve onlara bildir ki cennetin toprağı güzel suyu tatlıdır. Cennet bir takım ovalardan ibarettir. Ve bunların dikili ağacı<<Sübhanallahi  velhamdülillahi vela ilahe illallahu vallahu ekber>>dir.

                                                                                                          Tirmizi- 3691-Deavat 59

 

6-“Ebu Hureyre(ra)’dan: Resulullah(sav) Mescidi Haram’dan götürüldüğü İsra gecesinde İliya şehrinde yani Kudüs’te kendisine birinde şarap, diğerinde süt dolu iki kadeh getirildi. Ve bunlardan birini seç denildi.Resululaah(sav) ikisine de baktı da sütü aldı. Cibril Resulullah’a: Seni fıtrata hidayet eden Allah’a hamd olsun, şayet şarabı alsaydın, ümmetin azalacaktı dedi.”                                                       

                   Buhari 10c 4508sy

7-“Cabir b. Abdullah(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “İsra haberinde Kureyş beni yalanlayınca Hıcr’de ayakta durdum. Muteakıben Allah bana Beytul-Makdis ile gözümün arasındaki uzaklığı kaldırdı da Mescidi Aksaya bakarak, onun nişanelerinden Kureyş’e haber vermeye başladım.”

  Buhari 10c 4508sy

71- Kader konusunda gereksiz konuşma, tartışma, münakaşa bütün yönleriyle yasaklanmıştır. Çünkü Allah(cc)’ın bu kulları üzerinde bir sırrıdır. Allah(cc) ve Resul’ü(sav) kader konusunda lüzumsuz konuşmayı yasaklamıştır. Sahabe(ra) ondan sonra gelenler de kader konusunda tartışmadan nefret ettiler. Böylece Resulullah(sav)’in bu konuda söylediklerine boyun eğmek, tastiklemek ve inanmak bunun dışındaki şeylerde de sessiz kaldılar. Bize de bu düşer.

“İbni Ömer(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<Kaderi inkar edenler şu ümmetin mecusileridir. Eğer hasta olurlarsa onları ziyaret etmeyiniz. Eğer ölürlerse ölülerinde bulunmayınız.>>”

Ebu Davud 4691

“Ömer bin Hattab(ra)’dan Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<Kaderi inkar edenlerle karşılıklı oturmayın. Onlarla sohbet etmeyin ve onların hiçbir işini hakimlere iletmeyin.>>”

Ebu Davud 4710

 

“Yahya bin Yamer(r a) dan: Kader hakkında ilk söz söyleyen Basra’da Mabed el- Cühendir. Ben ve Humeyel bin Abdurrahman el-Humeri hac için gittik. Şöyle dedik: Resulullah SAV’in ashabından bir zata rastlarsak ve ona ashabın kader hakkında ne dediklerini sorsa idik, dedik. Allah bize tam mescide giderken, Abdullah bin Ömer ile görüşmeyi muvaffak kıldı. Ben ve arkadaşım iki tarafını sardık. Ben arkadaşım sözü bana bırakacak zannı ile şöyle dedim: Ey Abdurrahman’ın babası bizim tarafımızda bir takım insanlar türedi. Kur’an  okuyorlar, ilim araştırıyorlar ve kader’in olmadığını iddaa ediyorlar. İşte hemen başlar onlara Kader geçmemiştir diyorlar. İbn Ömer şöyle dedi: Sen onlara rasladığın vakit onlara haber ver, ben onlardan beriyim. Onlarda benden uzaktırlar. Eğer onlardan birisi Uhud dağı kadar altın dağıtsa  Kadere inanmadıkça Allah onun sadakasını kabul etmez. Şöyle dedi: Bana Ömer bin Hattab haber verdi, dedi ki: Biz bir zaman Resulullah’ın  SAV’ın yanında otuyorduk çok beyaz bir elbise giymiş, saçı simsiyah, üzerinde sefer eseri görünmeyen hiçte tanımadığımız bir zat çıka geldi. Resulullah SAV’in  önünde oturdu, dizlerini Resulullah SAV dizlerine dayadı ellerini iki uyluğunun üzerine koydu ve şöyle dedi: Ya Muhammed bana İslâmdan haber ver. Rasulullah SAV,<< İslâm, senin şahadet kelimeni okuman ve namazı kılman, zekatı vermen, ramazan orucunu tutman, gücün yeterse Hac etmen ibadettir,>> dedi.  Gelen zat, doğru söyledin dedi. Ömer dedi ki hayret ettik hem soruyor ve hem tasdik ediyor. Misafir bana imandan haber ver, dedi. Rasulullah SAV,<< İman senin Allah’a meleklerine kitablarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kaderin hayrına ve şerrinede inanmaklığındır.  >> dedi. Misafir doğru söyledin dedi. Misafir bana ihsandan haber ver dedi. Resulullah SAV: İhsan seni Allah’ı görüyor gibi, Allah’a ibadet etmekliğindir. Sen Allah’ı görmesende Allah seni görüyor, buyurdu. Misafir bana kıyametten haber ver, dedi. Resulullah SAV<<Kıyametin ne zaman kopacağını sorulan soran daha iyi bilmemektedir. Misafir öyle ise işaretlerden haber ver dedi.Resulullah(sav):<< Cariyenin kendi efendisini kendisinin doğurması, ayakları yalın çıplak fakir koyun çobanlarını apartmanlarda salınır görmendir,>> dedi. Sonra misafir gitti üç gün durdum, sonra Resulullah(sav): Ya Ömer soruyu soran zat kimdi biliyor musun? Buyurdu. Ben Allah ve Resul’ü daha iyi bilir, dedim. Resulullah(sav),<< O zat, Cibril idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti,>> buyurdu.”

Ebu Davud- 4695, Buhari- K. Tefsir 6/144 – Müslim-8 – Tirmizi-K.İman – Nesei-4993 – İbn Mace-63-

77- Akıl insana doğuştan itibaren verilmiştir. Bütün insanlara akıl Yüce Rabbimiz’in istediği gibi verilmiştir. Bütün insanlar hareketlerini akıllarıyla kontrol ederler. Akıl bize Yüce Rabbimiz tarafından bağışlanmıştır.

 

“ Küfredenleri uyaranın hali sadece çağırış ve bağırış olarak işitenlere haykıran çobanın hali gibidir. Onlar öyle sağır, dilsiz ve körlerdi ki akıllarını kullanamazlar.”

  Bakara(2) 171

“ İşte Allah akıl edip düşünesiniz diye ayetlerini böyle açıklıyor.”

  Bakara(2) 242

“ Biz bu misalleri insanlar için veriyoruz. Onları da ancak ilim sahibi olanlar anlayabilir.”

  Ankebut(29) 43

“ Hz. Aişe(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “Kalem üç kimseden, yani uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğ çağına gelinceye kadar çocuktan ve aklı başına gelinceye kadar deliden kaldırılmıştır.”

Darimi 2301 – Müsned 6/100,101,144 , Müstedrek, 2/5y – Ebu Davud, Hudud, 16 – Nesei, Talak 22 – İbn Mace, Talak 15

 

“ Siz ey İnsanlar! Halen sabah akşam onların üzerinden gelip geçiyorsunuz da hiç aklınızı kullanmıyorsunuz.”

                                                                                                                        Saffat(37) 137-138

“ Sizi önce topraktan sonra nutfeden sonra kan pıhtısından yaradan, sonra buluğ çağına erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için sizi çocuk olarak dünyaya çıkaran O’dur. İçinizde önceden öldürülenlerde vardır. Bu belli süreye erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız içindir.”

  Mümin(40) 67

“ Biz bu Kitab’ı, aklınızı kullanasınız diye arapça bir Kur’an kıldık.”

  Zuhruf(43) 3

“ Bilesiniz ki Allah, yeryüzüne ölümünden sonra hayat verir. Size aklınızı kullanasınız diye ayetlerimizi apaçık beyan ettik.”

  Hadid(57) 17

78- Biliniz ki Allah(cc), Allah yolunda hizmet edenlere, Allah için çalışanlara her zaman yardım etmiştir. O asla haksız davranmaz. Kim derse ki “Allah inananlara ve inanmayanlara ayrı şekilde hak tanımıştır, o kimse inkar edenlerden olmuştur. Yüce Rabbimiz, inananları, her zaman için inanmayanlardan, iyi huyluyu-kötü huyludan suçsuzu-suçludan üstün tutmuştur.

“ Aişe(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: <<...Her kim insanların gücenmesine mukabil Allah’ın rızasını ararsa Allah da onu insanların zahmetinden kurtarır ve her kim Allah’ın gücenmesine mukabil insanların rızasını ararsa Allah da onu insanlara havale eder...>>

Tirmizi 2527

 

“ Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez. Kişinin kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. Rabbımız! Unutmuş yahut hata yapmışsak bizi sorumlu tutma. Rabbımız! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Rabbımız! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim Mevlamızsın. Kafirlere karşı bize yardım et.”

  Bakara(2) 286

“ Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Aksine onlar, Rablerı katında diri olup Allah’ın fadlu kereminden kendilerine verdiği sevinçli bir şekilde rızıklandırılırlar ve arkalarında kalıp da henüz kendilerine katılmamış olanlara, hiçbir korku bulunmadığını ve mahzun da olmayacaklarını müjdeler.”

                                                                                                               Ali-İmran(3) 169,170

“Rabları da onların bu dualarına icabet eder ve derki: Ben içinizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir amel sahibinin amelini asla zayi etmem. Zira kadın ve erkek olarak siz birbirinizden olmasınız. Hicret edenlerin ülkelerinden sürülüp çıkarılanların, benim yolumda eziyet çekenlerin, savaşanların ve öldürülenlerin, Allah katında sevabı olarak kusurlarını mutlaka örteceğim ve onları altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Mükafatın en güzeli Allah katındadır.”

  Ali-İmran(3) 195

“Ahirete karşılık dünya hayatını satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşırsa ister öldürülsün ister galip gelsin ona büyük bir mükafat vereceğiz.”

  Nisa(4) 74

“De ki:” Bize Allah’ın yazdığından başka bir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Bu itibarla müminler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”

  Tevbe(9) 51

“Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kendi üzerine vadedilmiş bir borç olmak üzere Allah, Allah yolunda dövüşüp öldüren ve öldürülen müminlerden, cennet kendilerinin olmak şartıyla canlarını ve mallarını satın almıştır. Allah’tan daha çok kim ahdini yerine getirir ki? Bu itibarla yaptığımız bu alış-veriş dolayısıyla sevinin! İşte en büyük kurtuluş budur.”

  Tevbe(9) 111

“Ey İman edenler! Siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve taatında sizi devamlı kılar.”

  Muhammed(47) 7

80_Allah en yüce olandır. O duyar, görür ve bilir. O bazı insanların onu inkar edeceğini onları yaratmadan önce biliyordu. Böyle olduğu halde Yüce Rabbimiz onlarıda yarattı.

 

“O kendisinde başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O Rahman’dır, Rahimdir.”

                                                                                                                    Haşr(59)22

“Sen onların, hayata, başkalarından ve hatta her biri bin sene yaşamayı temenni eden müşriklerden bile daha düşkün olduklarını görürsün. Halbuki uzun yaşamak hiç birini azabtan kurtarmayacaktır. Allah elbette hakkıyla görendir. Allah CC. Sıfatları ile ilgili olarak aşağıdaki şeylere uyulmalıdır:

Biz Allah CC ‘ın sıfatları konusunda, Allah CC’ın kendisi hakkında tasdiklediklerini ve Rasulullah SAV’in Allah CC hakkında tasdiklediklerini tasdikleriz.

“Biz sıfatların anlamlarına iman ederiz.”

“Sıfatlarının nasıl olduğunu yalnız Allah bilir.”

“Allah hakkıyla işititen, hakkıyla bilendir.”  Ali imran(3)34,38,121,Nisa(4)58,148, Maide(5)76

“Ey Mü’minler, Az sayınızla pekçok  düşman öldürdüğünüz zaman aslında onları siz öldürmediniz fakat onları Allah öldürmüştür. Keza yüzlerine bir avuç toprak attığında da sen atmadın fakat mü’min güzel bir imtehanla  demek için Allah attı.Allah şüphesiz hakkıyla işiten hakkıyla bilendir.”,”işte böyle... Allah muhakkak ki kafirlerin tuzaklarını zayıflatır.”  ”Ey kafirler! Eğer fetih isterseniz işte size fetih gelmiştir. Eğer küfrünüze ve düşmanlığıza son verirseniz için daha hayırlıdır. Fakat buna tekrar dönerseniz, bize yardıma tekrar döneriz. Cemaatınız sayıca kötü akibetinizden hiç birşeyi defedemeyecektir. Allah mutlaka mü’minlerle beraberdir.”, “Ey iman edenler. Allah’a ve Resuluna itaat edin Allah’ın kelamını iştir dururken itaattan asla yüz çevirmeyin.”, “ İşitmedikleri halde “işittik diyenler gibi olmayınız.”,”Zira Allah katında hayvanların en şerlisi, akıl etmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. 

                                                                                                                       Enfal(8)17-22

Bilin ki bir  insan öldüğü  zaman üç şey müstesna amel defteri kapanır.Üç şeyden haber alır.iyi işler yapmak,Allah aşkıyla dolu olmak,Allah’ın taktirini ve cenneti kazanmak yada kötü işlerle meşgul olmak,Allah düşmanı olmak,Cehenneme girmek.bir üçüncü adres ise iyi işler yapmak,Allah yolunda hizmet etmek ,cenneti İslam yolunda kazanmak.

“Resulullah SAV şöyle buyurdu:İnsan  ölünce amel defteri kapanır. Ancak üç şey müstesna .Sadakayı cariye, kendisinden istifade edilen ilim ,kendisine duacı olan evlat.”

Ebu Davud,Vesaya 14-2880-İbni Mace,Mukaddime 20-   -Müslim –1631-Nesei-3681

Tirmizi –1376.Buhari-14c6432syKRikak42/101.

 

82_Cennette Allah cc görülecektir. İlk gören körler ondan sonra erkek son olarak kadınlar olacaktır.

“Cerir ibn (ra) şöyle demiştir. Biz bir gece Peygamberin SAV mahiyetinde oturduk.Ayın 14. gecesinde idi. Peygamber  SAV kamere baktı da şöyle buyurdu.”Şüphesiz ki sizler şu Ay’ı görmekten hiç biriniz mahrum olmaksızın görmekte olduğunuz gibi  Rabbinizi de göreceksiniz.Artık doğmasından önceki ve batmasından önceki namazların hiç birinden alıkonmamak elinizden gelirse ona çalışınız. Bundan sonra “Rabbini güneşin doğuşundan evvel ve batışından evvel hamd ile tesbih et    Kaf(50)39.Ayeti okudu                                                                                                 

              Müslim-183-Buhari.10c  4786sy

“O gün Rablerine bakan ışık saçan yüzler vardır.”             Kıyame(75)22-23

 

 

84- Cehennem haktır. Yüce Allah(cc) Günahkarları ve kafirleri ateşte cezalandıracaktır.

“O gün cehenneme doldun mu deriz, O da daha var mı? Diyecektir.”

  Kaf(50) 30

“Enes(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Cehennemlikler cehenneme atılacaklar. Daha ziyade var mı? Diyecek. Nihayet izzet sahibi olan Rabb ayağını basacak. Bu sefer Cehennem yetişir, yetişir, diyecektir.”

                                                                                                        Buhari, K.Tefsir 10c 4784sy

“Ebu Hureyre(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:”Cennet ve ateş münakaşa ettiler. Şöyleki Ateş:_Ben kibirli ve zorlayıcı kimselerle tercih olundum, yani onlara tahsih olundum.dedi. Cennet de: Bana ne olduki, bana insanların zayıf ve sakatları giriyor?dedi. Allah cc cennete şöyle buyurdu:_ Sen benim rahmetimsin, ben seninle kullarımdan dilediğime rahmet ederim.Ateşe de şöyle buyurdu:_Sen sırf  benim azabımsın, ben  seninle kullarımdan diledime azab ederim. Cennet ve cehennemden herbiri dolacaktır. Fakat Cehennem dolmak bilmez. En sonu Allah cc ona ayağını koyar. O da-yetişir, yetişir, yetişir der.İşte o zaman cehennem dolar, bazısı bazısına büzülür.Aziz ve Celil olan Allah hakkında hiçbir kimseye zulm etmez. Cennete gelince Allah cc, onun için (onun boşluğunu doldurmak için) yeniden bir takım halk yaratır.”

  Buhari 10c 4785

“ Kafir ve günahkar kimselere Cehennem vadedilmiştir.”

  Kehf(18) 107

“ Ayetlerimizi inkar edenleri ateşe mutlaka sokacağız. Derileri pişip döküldükçe azabı iyice tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Allah şüphesiz Azizdir, Hakimdir.”

   Nisa(4) 56

“ Cehennem ise, o azgınların hepsinin birden buluşma yeridir.”

  Hicr(15) 43

“ Katat cennete giremez. Katat söz taşıyandır.”

 Buhari, edeb 50 , Müslim, İman 149 , Ebu Davud, edeb 33 , Tirmizi birr 79 , Taberani Mucenlus Sağır 396

“ Kim ben cennetliğim derse o ateştedir.”

 Mecmuae Zevaid – 1/186

 

86- Zekat farzdır. Ve verilmesi şarttır. Altın, gümüş, para üzerinden verilmelidir.

 

“ Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin, ruku edenlerle birlikte ruku edin.”

                                                                                                               Bakara(2) 43, 110, 177

62- Kitab ve sünnette Cenaze namazı şöyle kılınır.

 

“ Ebu Bekir bin Şube(ra)’dan:<<Zeyd bizim cenazelerimizin namazlarında dört tekbir alırdı. Bir cenaze namazında beş tekbir aldı. Ben bunu kendisine sordum. Resulullah(sav) beş tekbir alırdı, cevabını verdi.”

 Müslim-954,957 – Buhari-3c 1246 – Tirmizi-1023 – Nesai-1984 – İbn Mace-1505 – Ebu Davud-3157 – Darimi – Darekutni 2/73, Tahavi 1/287

 

“ Enes b. Malik(ra) ve İbn Ömer(ra)’dan “ Resulullah(sav) cenaze namazının her tekbirinde ellerini kaldırırdı.”

 Beyhaki, Sünen-4/44 , Dare Kutni

 

“ Vail b. Hucur(ra)’dan, Resulullah(sav) ile namaz kıldım. Tekbir aldığı zaman, ellerini kaldırırdı...”

Ebu Davud-723

 

“ Abdullah b. Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav) her tekbir getirişinde ellerini kaldırırdı.”

İbn Mace-865 – ayrıca Taberani Zevaidde 2/102, Buhari cüzü 32, İbn Ebu şeybe 1/271 de Müsned Zevaidde 2/101 Cabir(ra)’dan, El-Mualla 4/94

 

“ Abdullah oğlu Talha(ra) İbn Abbas(ra)’ın arkasında bir cenaze namazı kıldım da “Fatiha”’yı okudu ve bunun sünnet olduğunu söyledi.”

 Buhari 3c,1256sy – Ebu Davud – Tirmizi-1016 – Nesai-1989

 

“ Ebu Hureyre(ra)dan.éResulullah SAV,”Necaşi” öldüğü zaman saf tutturdu dört tekbir ile gıyabında cenaze namazı kıldı.”

Ebu Davud –3204 Tirmizi-1022 – Nesai-1973-Müslim-951-Buhari 3c 1251

 

Vail b. Davud Behiyyin(ra), Resulullah SAV’in  oğlu İbrahim vefat ettiği vakit Rasulullah

SAV onu üzerine cenaze namazı kıldı.”

Ebu Davud-3188

 

“ Aişe(ra)’dan yemin olsun ki, Resulullah(sav), Suheyl b. Beyza üzerine cenaze zamazını camide kıldı.”

 Müslim 973 – Tirmizi 1033 – Ebu Davud 3189 – Nesai 1969 – İbn Mace 1518

 

“ Semure bin Cündüp(ra)’dan, Resulullah(sav) nifas halinde ölen bir kadın üzerine namaz kıldırırken tam ortası hizasında durdu.”

 Müslim 964 – Ebu Davud 3195 – Tirmizi 1035 – Nesai 1978 – İbn Mace 1493

 

“ Ebu Hureyre(ra)’dan, Resulullah(sav) “Ölü üzerine namaz kıldığınız vakit onun için ihlasla dua edin” dedi.”

 Ebu Davud 3199 – Tirmizi – İbn Mace 1497 – Buhari 3c 1263

 

“ Cenaze namazı güneşin doğuşu ve batışı sırasında kılınmaz.”   Buhari 3c 1245sy – Müslim 81

“ Gece ölü defnedilebilir ve sonra namazı kılınabilir.”  Buhari 3c 1244sy

“ Kadının tam orta hizasında, erkeğin baş tarafında saf tutulur.”Buhari-3c 1254sy

“Kabir üzerine mescid kurulmaz.”  Buhari  3c1263sy

“Kabire iki ve üç kişi konulabilir ve Şehitler yıkanmaz”. Buhari 3c 1267

“Münafıkların cenaze namazı kılınmaz.”     Buhari 3c 1289sy

“Kabir yanında kurban kesilmez. Ebu Davud-3222

“Kabire oturulmaz ve kabire doğru  namaz kılınmaz.”  Müslim 972-Ebu Davud-3229,Tirmizi 1050

“Kabir yükseltilmez üzerine kubbe yapılmaz.” Müslim 969-Ebu Davud-3218,Tirmizi 1049,Nesei-2029, İ. Mace1575

“Kabir azabı vardır.” Müslim 2871-Ebu Davud-4750,Tirmizi 3119,Nesei-2059, İ. Mace4269,İbrahim-27

“Kabir üzerine yazı yazılmaz.”İbni  Mace 1563 no

“Kabir azabını dilsiz hayvanlar dahi duyar. Müslim 975-Ebu Davud-3221

 

64_Allah cc’in Resulu SAV’in Bedir kuyusuna atılan ölmüş insanlarla konuştuğuna ve onların Resulullah SAV’in  söylediklerini işittiklerine iman.

 

“Ömer(ra) rivayet ediyor: Bedir savaşı akşamında Rasulullah SAV bize” Şurası yarın inşaallah filan müşrikin vurulup düşeceği yerdir,” buyurdu. Onu hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, sayılanlardan hiç birisi onun haber verdiği yerden başka bir yerde ölmemişti. Müşrik ölüleri birbiri üzerine bir kuyuya atıldılar. Resulullah SAV onların atıldığı başına geldi ve “Ey filan oğlu filan, ey filan oğlu filan Allah ve Rasulunun vaad ettiği azabı buldunuz mu? Şübhesiz ben Allah’ın bana vaad ettiği zaferi buldum buyurdu. Ömer “Ya Resulullah, İçersinde ruh olmayan cesetlerle nasıl konuşuyorsun” diye sordu.Resulullah SAV “siz benim söylediğimi onlardan daha iyi işitmezsiniz. Ancak onlar bana cevap vermeye güç yetiremezler” buyurdu.

 Taberani, Mucemus Sağır 746nolu. Müslim Cihad 83,  Ebu Davud. Cihad 125,  Nesei Cenaiz 117 . Müslim-2873-2874- Buhari-3c1295sy

 

Kabir azabı vardır, haktır. Buhari-3c1296sy

 

66- Allah için öldürülen kişileri, Allah(cc)’ın ödüllendireceğine iman.

 

“ Enes(ra)’dan, Peygamber(sav) şöyle buyurdu: “Ölüp de Allah katında büyük bir hayra malik olan hiçbir nefsine tekrar dünyaya dönmesi, ne de dünya ve dünyadaki her şeyin kendisinin olması sevindiremez, yalnız şehit müstesnadır. Çünkü o, şehid olmanın faziletinde görmekte olduğu şeylerden dolayı tekrar dönmeği ve dünyada şehit olmayı temenni eder.”

 Müslim K.İmare 108-1877 , Tirmizi 1694

“ Şehid öldürülme acısını ancak birinizin çimdikleme acısını hissetmesi gibi hisseder.”

 Darimi 2413 , Nesei, cihad 35-1719 , Tirmizi, cihad 26 , İbn Mace, cihad 16

“ Ölüp de cennete girdikten sonra sizin yanınıza, bu dünya ile içindeki şeyler kendisinin olarak geri dönmeyi arzu edecek kimse yoktur, şehit hariç. Çünkü o, göreceği sevaptan dolayı arzu edecek ki, şu kadar kere (dünyaya tekrar, tekrar dönüp) öldürülsün.”

 Darimi 2414 – Buhari, cihad 21 – Müslim, imaret 108,109 – Nesai, cihad 34 – Tirmizi, cihad 13

“ Şehitlerin ruhları, Kıyamet Günü Allah katında bir takım yeşil kuşların kursaklarındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Hangi cennette, nerede isterlerse orada dolaşır, sonra kandillere geri dönerler. Derken Rableri onlara yukarıdan bakar ve “bir ihtiyacınız var mı? Bir şey istiyor musunuz?” Buyurur. Onlar da “Hayır. Sadece dünyaya dönüp bir kere daha öldürülmemiz hariç” derler.”

 Darimi 2415 – Müslim, imaret 121 – Tirmizi, tefsir 4,3197no – Ebu Davud, cihad 25 – İbn Mace, cenaiz 4

“ Sabrederek, sadece Allah’ın rızasını umarak, düşmana doğru giderek, ondan geri çekilmeyerek savaşıp öldürüldüğünde, öldürülüşü onun günahlarına kefarret olur. Sadece borç hariç. Çünkü o, bana Cibril’in söylediği gibi, ondan dolayı hesaba çekilecektir.”

 Darimi 2417 – Müslim, İmaret 117 – Nesai, cihad 32 – Tirmizi, cihad 32-1693

“ Cennete girecek olan üçlerin birincisi bana gösterildi: Şehid, iffetli, kanaatkar ve Allah’a ibadeti dürüst yapıp efendilerine sadık olan köle.”

 Tirmizi 1692

“ Her kim niyetinde sadık olup Allah’tan, O’nun yolunda öldürülmeyi isterse Allah o kimseye şehid sevabı ihsan eder.”

 Tirmizi 1704

 

117- Biliniz ki, Kader konusunda gereksiz konuşma, tartışma, münakaşa bütün yönleriyle yasaklanmıştır. Çünkü kader Allah(cc)’ın bir sırrıdır. Kader konusunda söylenecek sözlerin, Allah(cc) kitabında ve Resulullah(sav) sünnetinde olması gerekir.

 

“ Ömer b. Hattab(ra)’dan “ Resulullah(sav)’den rivayet edilmiştir. “Kaderi inkar edenlerle karşılıklı oturmayın, onlarla sohbet etmeyin ve onların hiçbir işini hakimlere iletmeyin.”

 Ebu Davud, K. Sünnet 17.bab 4710

 

“ İbn Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav)’e müşriklerin çocuklarından soruldu. Resulullah(sav):<<Onların ne yaptıklarını, ne yapacaklarını Allah daha iyi bilir.>> buyurdu.”

Ebu Davud 4711 – Buhari, K. Cenaiz 2/125 – Müslim, K. Kader 2660 – Nesai, K. Cenaiz 1954

 

“ Ebu Hureyre(ra)’dan rivayet ediliyor. Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “İnsanlar karşılıklı sormaya devam edecekler. Hatta, yaratıkları Allah yarattı. Pekiyi Allah’ı kim yarattı sözünü dahi söyleyecekler. Kim içinde böyle bir şey bulursa Allah’a iman ettim desin.>>”

 Ebu Davud, K. Sünnet 19.bab 4721 – Müslim, K.İman 134no – Buhari, K. Bedil 4/149

 

50-Biliniz ki, Kitap ve Sünnette gelen nakillerde bazı nasslar vardır ki, insan bunun mahiyetini anlayamayabilir. Ama Allah’tan gelen olduğu için iman etmesi gerekir.(mesala: Allah cc’nın her gece en alt semaya inmesi, insanların  kalbinin Rahmanın iki parmağı arasında olması, Cehenneme ayağını basması, Eğer kulum bana yürürse ben koşarım demesi, Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı, demesi ve Allah Resulu SAV’in Cibrili gördüm demesi vb)

 

“Ebu Hureyre (ra)dan, Resulullah SAV şöyle dedi:” Gecenin son üçte biri kaldığı zaman Allah CC,(keyfiyetini bilmediğimiz bir halde)her gece dünya semasına iner ve: bana kim dua eder ki onun duasına icabet edeyim. Benden kim bir hacet ister ki ona dilediğini vereyim. Benden kim mağfiret diler ki onun için mağfiret edeyim”buyurur.

Ebu Davud, K. Sünnet 21. 4733 – Müslim, K.misafirun 168-170-,758no, – Buhari, K. Teheccüd  26, 3c 1096sy Tirmizi-bab 326-433-,79.bab Dua-3727

 

“Abdullah b. Amr b. Âs(ra)dan rivayet ediliyor. Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Şüphesiz ki, bütün Ademoğullarının kalpleri bir kalp gibi Rahmanın parmaklarından iki parmak arasındadır. Onu dilediği yere çevirir. Bundan sonra Allah’ım, Ey kalpleri çeviren, Bizim kalplerimizi taatına çevir.”

 Müslim-K. Kader17-2654nolu En-Nevvas b.El-kilabi(ra)dan  İbn  Mace199 Tirmizi, K. Kader 7. bab-Enes (ra)dan-2226no

 

“Ebu Hureyre (ra)dan, Resulullah SAV  şöyle buyurdu:”Cehenneme, Cehennemlikler atılacak da o üç defa daha var mı, daha var mı? Diyecek .Nihayet Rabb’i ona gelecek ve ayağı üzerine koyacak. O zaman toplanıp büzülecek ve “yeter, yeter, yeter” diyecek.”

 Darimi- 122bab-2852no – Tirmizi-K.Cennet 19.bab-2682no – Müslim-K.Cennet 37-2848no – Buhari-K. Tefsir 50.sure-10c 4784sy

 

“ Ebu Hureyre(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: Allah(cc): Ben kulumun bana olan zannının yanındayım. Beni zikrettiği yerde, ben onunla beraberim, buyurdu. Vallahi Allah, kulunun tevbesine sizden birinizin sahrada kaybolan hayvanını bulmasından daha çok sevinir. Her kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.”

 Müslim-K.Tevbe 1-2675no – Tirmizi- 2615 (biraz değişik lafızla)

 

“ Ebu Hureyre(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “ Biriniz kardeşiyle kavga ederse yüzden kaçınsın. Çünkü Allah, Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.”

 Müslim-K.Birr 115-2612no

 

“ İbn Mesud(ra)’dan, Resulullah(sav): Cibril’i altıyüz kanadı olduğu halde kendi suretinde görmüştür.”

Müslim-K.İman 282-173-174nolu

 

73- Şehitleri, Müminleri ve mücrimlerin ruhlarının olduğu yer.( Öldükten sonra)

 

130- Allah(cc)’ın semada olduğuna iman

“ Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve arasındakileri altı günde yarattı; Sonra “ Arşa İstiva etti”. Sizin O’ndan başka hiçbir yardımcınız yok, hiçbir şefeatınız da yoktur. Artık nasihat almıyor musunuz? Allah semadan bütün dünya işlerini idare eder. Sonra ameller, bir günde O’na yükselir. Ki (o günün) miktarı, sizin saydıklarınızdan (yani dünya yılıyla) bin yıldır.”

               Secde(32) 4-5

“ Rahman Arşın üzerine istiva etti, bütün gökte olanlar, bütün arzdakiler, bütün bu ikisinin arasındakiler ve bütün yerin dibindekiler hep O’nundur. Sen sesini yükseltsende veya sessiz de söylesenhatta kalbinden geçirsen bilir.”

  Ta-ha(20) 5-6-7

“ Semada olan Allah’ın sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz mu? O vakit bir de bakarsınız ki, arz çalkalanıp duruyor. “

  Mülk(67) 16

“ Yoksa Semada olan Allah’ın üzerine taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? O zaman anlarsınız korkutmam, nasıl olmuş.”

  Mülk(67) 17

“ Göklerde ve yerde olan canlılarla Melekler, kibirlenmeden hep Allah’a secde edrler. Üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emrolundukları her şeyi yaparlar.”

  Nahl(16) 49-50

“ Firavun veziri Hâmana şöyle dedi: Ey Hâmam, bana yüksek kule yap, belki bazı yollara muttali olurum. Göklerin yollarına muttali olurumda Musa’nın İlahını görürüm. Çünkü ben Musa’nın davet ettiği sema’da ki ilah iddaasının yalan olduğunu zannediyorum.”

                                                                                                                    Mu’minun(40) 36-37

“ Her kim izzet isterse bilsinki bütün izzet Allah’ındır. Güzel kelimeler ancak O’na yükselir. Salih amelide güzel kelimeleri de yükseltir.”

  Fatır(35) 10

“ O vakit Allah(cc) şöyle buyurdu: Ey İsa, şüphe yok ki senin ecelin bitince öldüreceğim ve Seni bana yükselteceğim.”

  Al’i-İmran(3) 55

“ Doğrusu Allah, onu (yani İsa as’ı kendisine yükseltilmiştir. Allah Aziz ve Hakim’dir.”

                                                                                                                               Nisa(4) 158

131- Allah Azze ve Celle’nin Kitab’ından zikretm,iş olduğumuz bu Ayet’i kerimeler, Sübhanehu ve Teala’nın kendi Zatı için ıspat etmiş olduğu “ Ulu ve istiva” sıfatlarını beyan eder.

 

“ Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir.”

  Nisa(4) 87

“ Muaviye’t-ubnu’l-Hakem es-Sülemiyy R.A’dan, şöyle dedi: Benim, Uhud ve Cevvaniye taraflarında koyunlarımı güden bir cariyem vardı. Bir gün yanına çıkıp vardım. Birde ne göreyim güttüğü koyunlardan birisini kurt kapmış. Bende Ademoğullarından biriyim. Onların öfkelendiği gibi bende öfkelenip esef ettim. Lakin ben o cariyeye bir şamar vurdum. Akabinde Resulullah(sav)’e gelip cariyeye yaptığımı haber verdim. Bu şamarı aleyhime çok büyüttü. Ben de Ya Resulullah(sav) cariyeyi azad edeyim mi? Dedim. Onu bana getir buyurdu: Resulullah(sav) cariyeye hitaben Allah nerededir? Diye sordu. Cariye, Semadadır dedi. Tekrar, Ben kimim? Buyurdu. Cariye, Sen Allah’ın Resulüsün dedi. Bunun üzerine Resulullah(sav) bana; O’nu azad et, çünkü o bir Mümine’dir, buyurdu.”

 

Müslim-537 , Ebu Davud-930 , Buhari Cüzün de 64 , Nesei-3/15 , Ahmed-5/447 , Beyhaki-7/387 , İbn Huzeyme Tevhidde 121 , Ebu Said ed-Darimi fir-Reddi alel-cehmiyeti de 271 – İbnu Ebu Şeybe İman da 84 , İbnu Ebi Asım Sünende 489 , Beyhaki Esma da 422 , Ebu Hanife Müsnedde 3, etmişler.

 

 

“ Enes İbnu Malik(ra)’dan şöyle dedi: Zeyneb bintu Cahş(ra) Resulullah(sav)’in sair zevcelerinin yanlarında şöyle iftihar ederdi. Derdi ki: Sizi Resulullah(sav) ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat semanın üstünden Allah evlendirdi.”

Buhari – Tirmizi-3213 – Ahmed-3/226 – İbnu Sa’d 8/103 – Nesei-2/76

“ Ebu Hureyre(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle dedi: Allah(cc) mahlukatı yarattıktan sonra şöyle yazdı. Yanında, Arşının üstünde Rahmetim gadabımı geçti.”

 Buhari – Ahmed 2/258

 

“ Abdullah İbn Amr(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle dedi: Merhametli olanlara Rahman olan Allah merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki; Semada ki Rahman olan Allah’da size merhamet etsin.”

 Ebu Davud 4941 – Tirmizi 1924 – Ahmed 2/160 – Humeydi 591 – Hakim 4/159 – Hatib 2/260

“Sa’d İbn Ebi Vakkas(ra)dan, Resulullah SAV Sa’d  İbn Muaz (ra)nun Beni Kureyza hakkında vermiş olduğu hükme binaen şöyle dedi: Yedi kat semanın üstünden Melik’in verdiği hüküm ile hüküm verdin.”

 Nesei – Beyhaki, Esma’da 420- Zehebi el-Uluv da-15

 

“ Ebu Said el-Hudri(ra)’dan, Resulullah(sav), buyurdu ki:.... Bana itimad etmiyor musunuz? Ben Sema’da olan Allah’ın eminiyim sabah ve akşam bana gökyüzünün haberi geliyor.”

 Buhari – Müslim 1064

 

“ İbn Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav), Mirac’da semaya götürüldüğünde güzel bir koku hisseder. Ve dedim ki diyor. Ya Cibril bu güzel koku nedir? Dedim. Dedi ki: Bu güzel koku, Firavunun kızının hizmetçisinin ve evlatlarının kokusudur. Hizmetçi bir gün Firavunun kızının  saçlarını tararken, tarağı elinden düşürür ve binaenaleyh Bismillah der. Kız bunu işitince ne o senin Rabbın babam değil mi? Der. Hizmetçi cevaben der ki: Benim de babanında Rabb’ı Allah’tır. Kız da bunu muhakkak babama haber vereceğim der. Hizmetçi de git söyle der. Kız meseleyi Firavuna haber verdikten sonra, Firavun kadını huzuruna çağırtarak derki, Senin Rabbın kimdir? Yoksa benden başka senin Rabbın mı var diye çıkışır. Hizmetçi de benim Rabbım da senin Rabbın da Semadaki Allah’tır, der. Bunu işiten Firavun hemen adamlarına bakırcıdan bir kazan getirmelerini emreder, derhal kazan kaynatılarak kadın ve çocuğu getirtip içine attırır.”

 Ebu Said, ed-Darimi Fir- Reddi Ale’l Cehmiyede-273

 

“ Ebu Zerr(ra)’dan; Bir gün tam güneşin batacağı esnada Resulullah(sav) ile beraber mescidde bulunuyordum. Bana hitaben biliyor musun güneş nereden batıyor, Ya Eba Zerr dedi: Bende allah ve Resul’ü en iyi bilendir  Ya Resulullah dedim. Devam ederek, Muhakkak ki O arşın altında Rabbisinin önünde secde etmeye gidiyor, dedi.”

 Buhari – Ahmed 5/152 – İbnu Mendeh 1012 – Müslim

 

“ Cabir İbn Abdullah(ra)’dan, Resulullah(sav) Veda Haccında Arefe günü vermiş olduğu hutbede şöyle buyurdu: Ben vazifem olan tebliği yaptım mı? Ne diyorsunuz? Sahabeler evet Ya Resulullah hakkı ile yaptın diye cevap verdiler.  Resulullah(sav) şehadet parmağını Sema’ya doğru kaldırıp insanlara karşı indirerek Allah’ım şahid ol diye üç kere tekrar etti.”

 Buhari – Müslim 1218 – Ebu Davud 1905 – Ahmed 1/447

 

“O,bizim Resulumuz kendiliğinden hiç bir şey söylemez. O ne söyler ise, kendisine vahydilen vahiyden başka bir şey değildir.”

  Necm(53)3,4

“Abdullah İbn Ömer(ra) dan, Resulullah SAV vefat ettiğinde, münafıklardan bazıları müslümanların aralarını karıştırmak için nasıl olur böyle bir  Resul ölür mü diye laflar konuşmaya başlamışlar.Binaenaleyh Ebu Bekr(ra) Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek şöyle dedi: Ey insanlar, eğer ibadet ettiğiniz  ilah  Muhammaed idiyse o öldü. Eğer ibadet ettiğiniz ilah Semada ki Allah idiyse o ölmez, ve sonra şu Ayeti kerimeyi sonuna kadar okudu.”Muhammed ancak bir Resuldür.Ondan önce birçok  Resuller gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz  dininizi terk mi? Edeceksiniz.....”                  Ali İmran 144

Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l- Cehmiyye nam kitabında274’de

 

“Abdullah ibni Mesud (ra)dan:Dünya seması ile ondan sonra ki gelen semanın arası beşyüz senedir. Her iki semanın arası beşyüz senedir.Yedinci sema ile Kürsinin arasında beşyüz senedir. Kürsi ile suyun arasında beşyüz senedir. Arş ise suyun üstündedir. Arşın üstündede Allah’u Teala vardır. Sizin meşgul olduğunuz amelleri oradan bilir.”

 Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l- Cehmiyye nam kitabında275-İbn Huzeyme Tevhid de 105-106

 

“Aişe(r a)nın Kapıcısı Zekvan dan, Abduulah İbn Abbas(r a) Aişe(r a) vefat edeceğinde yanına geldi. Aişe’ye hitaben şöyle dedi: Sen Resulullah SAV’ in kadınlardan kendisine en sevgili olanı idin. Allah Resulu SAV, ise temiz olandan başka bir şeyi sevmez. Hem Allah(c c) yedi kat semanın üstünden senin beratını indirdi, ve Allah c c’ inin zikrettiği hiçbir mescid yokki senin beratını bildiren ayet gece ve gündüz orada okunmasın.”

Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Ale’l- Cehmiyye 275

 

“Zeyd İbn Eslem(r a) dan, Abdullah ibn Ömer bir çobanın yanına uğradı ve çobanın kesilmeye elverişli birşeyi olup olmadığını sordu. Çoban da sahibi burada yoktur dedi. İbn Ömer(r a) da, ne olacak sahibine birisini kurt kaptı dersin, dedi. Bu söz üzerine çoban Başını Semaya kaldırıp şöyle dedi. Pekiyi Allah nerede ya? Bu cevabı işiten İbn Ömer(r a) da vallahi Allah’ın nerede olduğunu sormaya ben daha layıkım dedi. Ve sonra çobanı ve koyunları sahibinden  satın alıp, çobanı azad ederek koyunlarıda ona verdi.”

. Zehebi Uluv’da-95-

 

“Abdullah ibn Selem(r a) dan Allah cc yeryüzünü yaratmaya başlayıp, Pazar ve pazartesi günü yedi kat yeri yarattı. Salı ve Çarşamba günü de onun maşietini takdir etti. Sonrada Semaya istiva etti ve iki günde de semaları yarattı.

Zehebi Uluv’da-96-İbn Mendeh, Tevhid’de K, 27/2

 

“Ebu Bekr el-Hallal’ın Şeyhi, Yusuf ibn Musa’l- Kattam şöyle dedi: Ebu Abdulah’a(Yani Ahmed ibn Hambel’e) denildiki: Allah’u cc, yarattıklarından ayrı olarak, Kudreti ve ilmi ile her yerde olduğu halde, Yedi kat semanın üstünde Arşının üzerinde midir? O da cevaben, evet Allah cc Arşının üzerinde dir hiçbir şeyde ilminden gizli değildir.”

Hallal es- Sünen de 198

 

 “Ebu Talib Ahmed İbnu Humeyd şöyle dedi: Ahmed İbnu Hambel’e Allah bizimledir,deyip şu ayeti  (Herhangi bir üç sırdaşın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak Allah dördüncüleridir. ) Okuyan bir adamdan sordum. Dediki muhakkak o cehmi olmuştur. Ayetin evvelini bırakarak sonunu alıyorlar. Dedi. Ben de ayeti evveliyle beraber okudum .” Bilmiyormusun? Allah hem göktekini hem yerdekini hep bilir. Herhangi bir üç sırdaşın bir fısıltısı oluyor mu mutlaka Allah dördüncüleridir. Beş kişi oluyor mu mutlaka Allah altıncılarıdır. Bunlar dan daha az, daha çok oluyor mu? Muhakkak Allah, her nerede olsalar onlarla berabardir. Sonra bütün yaptıklarını, kıyamet günü kendilerine haber verir. Haberiniz olsunki, Allah her şeyi bilir. (Ayetin nihayetinde Ahmed ibn Hambel dedi: ) İlmi onlarla beraberdir. Ve sonra (KAF) suresinde şu ayeti okudu, Nefsinin ona ne vesveseler verdiğini de biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (KAF 16) ve sonra ilmi onlarla beraberdir, dedi.

 Hallal es- Sünen de 199

 

 “Mervezi(ra) şöyle haber verdi.Ebu Abdullah’a(yani Ahmed İbnu Hanbel’e)dedim ki: Bir insan ki, ben Allah’ın Kur’anda dediği gibi diyorum.Allah’ta diyok ki.”Her hangi üç sırdaşın bir fısıltısı oluyor mu, mutlaka Allah dördüncüleridir.”(Mücadele-7)Bunu derim başka bir şey demem diyor. Ne dersiniz bu adama? Dedi ki: Bu Cehmiyelrin sözüdür.Bilakis “Allah’ın ilmi onlarla beraberdir.

İbnu Buta İnabe’de, Zehebi Uluv’da-228’de

 

“Şeyhul İslam Ebul-Hakkari ve Hafız Ebu Muhammed el-Makdisi,Ebu Sevr ve Ebu Şuaybu ref ettikleri isnatlarıyla ikiside, Sünnetin yardımcısı İmamı Şafi(r h) dan şöyle rivayet ettiler. İmam Şafi(r h) dedi ki: İmam Malik, Süfyan ve daha onlardan başka ehli sünnet önderlerinden gördüğüm ve benimde üzerinde olduğum hak olan kavil şudur. “Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed(sav)’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet edip ve Allah(cc)’ın da Semasında arşının üzerinde olduğunu istediği gibi kullarına yaklaşıp ve istediği gibi de dünya semasına indiğini ikrar etmektir.”

 Zehebi Uluv’da 196

 

“ İmam Malik(ra) şöyle dedi: Allah(cc) semadadır, ilmi ise her yerdedir, ilminden de hiçbir şey gizli kalmaz.”

 Ebu Davud, Mesail de 263 – Abdullah er-Reddu Alel-Cehmiyye 5-Aciri Şeria 289

 

“ Cafer İbn Meymun(ra)’dan, şöyle dedi: Malik İbnu Enes(ra)’a “Rahman olan Allah Arşa istiva etti” Ayeti Kerimesinde “istiva” kelimesinden, “istiva” nasıldır diye? Soruldu. Malik İbnu Enes(ra) şöyle cevap verdi. “İstiva” ma’lumdur. Nasıl demekse ma’kul değildir. Allah(cc)’ın Arşın üzerine istiva ettiğine inanmak ise vaciptir. Seni ise “dalalet te” olan birisi olarak görüyorum, der. Ve o kişinin meclisinden çıkarılmasını emreder.”

 Bu eseri İsmail İbnu Abdurrahman-18 – Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Alel-Cehmiyye’de 280 ve Beyhaki Esma’da 408

 

“Fıkhu-Ekber isimli meşhur kitabında sahibi Ebu Muti’i-l-Hakem İbnu Abdullah el-Belhi’den bize şöyle haber  ulaştı. Ebu Hanife(ra)’a, “Rabbimin semada mı yerde mi olduğunu “bilmiyorum bir adamın hükmünü sordum.”Şüphesiz okafir olmuştur.”çünkü Allah cc şöyle buyuruyor.”Rahman Arşın üzerine İstiva etmiştir.”Arşıda yedi kat semanın üstündedir,” dedi. Bende dedim ki o adam diyor ki: tamam Arşdamı YERDEMİ OLDUĞUNU bilmiyorum. Tekrar  Ebu hanife (r.h) cevaben şöyle dedi.” Arşın semada olduğunu inkar ettimi şüphesiz o kafir olmuştur.”

Zehebi Uluv’da-118-

 

“Kadi İmam Tacuddin Abdul-Halik ibnu Ulvan(ra)dan şöyle dedi: El-Mukni nam eserin müellifi Ebu Muhammed ibnu Ahmed el-Makdesi(rh)’ı şöyle derken işittim. Diyordu ki:Ebu Hanife (rh)dan, bize şöyle dediği haberi ulaştı.Her kim ki”Allah cc’nin semada olduğunu inkar ederse muhakkak ki kafir olmuştur.

Zehebi Uluv’da-119-

 

“Sadaka (r.h) Süleman et-teymi(r.h)’ı şöyle derken işittiğini haber verdi.”Eğer bana Allah nerededir diye sorulsaydı semadır derdim.”
Buhari Efalul ibab’da 71ve Zehebi Uluv’da-114-

 

“Hasen İbnu Muhammed el-haris(ra)dan şöyle söyledi: Ben de işitir olduğum halde, Ali ibnu el-Medini’ye “Ehli sünnet Ve’l-Cemaat,ın kavli nedir diye soruldu. Oda şöyle cevab verdi. Ehli Sünnet Vel-Cemaat” Ahirette Allah cc’yi görecekleri, Allah’ın Musa ile konuştuğuna ve Yedi kat semanın üstünde arşının üzerine istiva ettiğine inanırlar dedi.”

Zehebi Uluv’da-225-

 

“Ebul-Abbas es-Sirac’dan, şöyle dedi: Kuteyb’t-İbnu Said şöyle derken işittim. Bu söylediğim İslam alimlerinden Ehli sünnet vel-Cemaatın kavlidir.” Biz Rabbimizi yedi kat semanın üstünde Arşın üzerinde biliriz.”Subhanehu ve Tealanın buyurduğu gibi Rahman Arşın üzerine istiva etmiştir.”

Zehebi Uluv’da-225-

 

“Ebu İshak es-Salebi (r.h) şöyle dedi: Evzai (r.h)’a “Sonra arşın üzerine istiva etti.”kavli Subhan işinden soruldu. O da şöyle cevab verdi.Evet” Subhanehu ve Teala zatı Celalini vasfettiği gibi Arşın üzerindedir.”

Acuri eş-Şeria’da-102 ve Zehebi Uluv’da 122

 

“Ali ibnu-Hasen(ra)dan, şöyle dedi: Abdullah ibnu –Mubarek’e  ”Rabbimizi nasıl bileceğiz” diye sordum. O da “Allah cc yaratıklarından ayrı olduğu halde yedi kat semanın üstünde Arşın üzerindedir.”Biz, Cehmiyye dediği gibi Allah işte şurada yeryüzündedir demiyoruz” dedi. 

Buhari-Halkul-Eftal’da 120-Ebu Said ed-Darimi er-Reddu Alel-Cehmiyye’ye-295

Abdullah ibnu Ahmed es-Sünne’de –25- Zehebi Uluv’da

 

“ Abdurrahman İbnu Ebu Hatim(r.h)’dan babasının şöyle haber verdiğini rivayet etti. Bana Said İbnu Amir’den tahsis olunduki. Bir gün Cehmiyyeden bahseder ve şöyle der. Onların sözleri yani “Allah her yerdedir” demeleri Yahudi ve Hıristiyanlardan daha şerlidir.. Zira Yahudiler, Hıristiyanlar ve din ehli “Allah’ın Sema’da olduğunda” Müslümanlarla ittifak etmişlerdir. Onlar ise Cehmiyye “Allah her yerdedir ve hiçbir yerde değildir dediler.”

Buhari-Halkul-Eftal’da 120 Zehebi Uluv’da 183

74-Allah hepinize rahmet etsin. Bilin ki kabir azabı haktır. Ceset mezara girdiği zaman Allah cc ruhunu geri gönderir. Münker ve Nekir tarafından iman onun gerekleri hakkında  sorguya çekilir. Ceset kendisi ziyaret edildiğinde ziyaret edildiğini bilir. Müslüman mezarında rahat ve hoşnutluk içindedir. Allah cc’nin dilediği şekildede kafiri cezandırır.

 

“İbn Abbas(ra)dan, Resulullah SAV iki kabre rasladı.<<Bu kabrin içindekiler azab olunuyorlar ama halk arasında büyük sayılan günahlardan değil. Şu kabrin sahibi idrardan sakınmazdı, şu insanlar arasında koğuculuk ederdi,” Sonra yaş hurma dalı istedi.Getirdiler onu ikiye böldü, parçanın birini kabrin birine, öbürünü de diğerinin üstüne dikti ve << Bu dallar kuruyuncaya kadar azablarının hafiflemesi umulur,>> buyurdu.

Ebu davud-20, Buhari, K. Vudu b.57-3c 1284-Müslim292 –Nesei-39 –İbn Mace374-Tirmizi,Taharet b. 53-70no-Buhari-3c 1300

 

“Abdurrahman bin Hasen(ra)dan, Ben ve Amr ibn’ül As Peygamber SAV’e gittik. Elinde Deraka (deriden yapılmış kalkan) ile çıktı.Onunla örtünerek idrarını yaptı. Biz kendi aramızda Resulullah SAV’e bakın sakınarak kadınlar gibi bevlediyor dedik. Söylediklerimizi işittik ve bize “İsrail Oğullarının arkadaşının başına gelenleri bilmiyormusunuz? Onların elbiselerine idrar bulaşınca dokunan yeri keserlerdi. Arkadaşları bu titizlikten Onları nehyetti de kabrinde azabolundu.”

 Ebu davud-22

 

“Enes (ra)dan, Rasulullah SAV şöyle buyurdu:”Kul kabrine konulduğu ve dostları ondan geri döndüğünde o onların ayakkabı seslerini işitir.”

Ebu davud-3231, Müslim, K. Cennet-2870, Nesei K. Cenaiz-209 Buhari 3c 1260 Ebu davud-4752

 

“Bera bin Azib(ra)dan, Resulullah SAV şöyle buyurdu: Müslamana kabirde sorulduğu vakit Müslüman Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed SAV’in Allah’ın kulu ve Peygamberi olduğu şehadet eder işte bunun için Allah cc’nın sözü mealen “Allah’a iman edenleri sabit söz Tevhid ile yerinde sabit kılar.” (İbrahim-27)

 Ebu Davud-4750 – Müslim, K. Cennet 2871 – Tirmizi, K. Tefsir.1 – Nesei, K. Cenaiz 2059 – Buhari 3c 1294sy

 

“ Enes(ra)’dan, Resulullah(sav) Beni Neccarın hurma bahçesine girmişti. Şiddetli bir ses işitti, korktu. Bunun üzerine Resulullah(sav) “şu kabirlerin sahipleri kimlerdir? Dedi. Ashab Ya Resulullah(sav) onlar cahiliyet devrinde ölen kimselerdir dediler. SAV “ Kabir azabından ve Deccalin fitnesinden Allah’a sığının” dedi. Ashab o nedendir, ey Allah’ın Resulü dediler. Resulullah(sav) <<Mümin kabrine konulduğu vakit ona bir melek gelir. Ve ona neye ibadet edrdin der. Allah ona hidayet ederse Allah’a ibadet ediyordum der. Yine o kimseye şu zat peygamber hakkında ne dersin, denir. O da Allah’ın kulu ve Peygamberidir, der. Bundan gayri bir şey sorulmaz. O zat götürülür. Cehennemdeki evi gösterilir. Ve bu senin ateşteki evindir. Lakin Allah seni korudu, sana merhamet etti. Buna karşılık sana Cennette bir evi tebdil etti, denir. Ölü beni bırakın ben ehlime gideyim. Makamımı müjde edeyim der. Ona sakin ol denir. Kafir kabre konulduğu vakit ona bir melek gelir yaptıkları ile onu ihtar ederek ona şöyle der. <<Kime ibadet ederdin?>> Kafir, << bilmiyorum>> der. Ona dünyada ne okudun nede bildin denir. İnanmayan insanların dediğini derdim diye cevap verir. Bunun üzerine Melek onun iki kulağı arasına demirden bir balyozla vurur. Öyle bir feryad ederki onun feryadını insanlarla cinlerden başka herşey işitir.”

 Ebu Davud, K.Sünnet 4751 – Nesei, K.Cenaiz 2059 – İbn Mace, K.Zühd 4269 – Müslim, K.Cennet 2867 – Buhari 3c 1260sy , 3c 1298sy

“ Enes(ra)’dan, Peygamber(sav) şöyle buyurdu: “Eğer ölülerinizi defn etmemeniz endişesi mevcud olmasaydı kabir azabından bir kısmını sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a dua ederdim.”

 Müslim, K.Cennet 68-2868no

“ Ebu Eyyub(ra)’dan; Bir gün güneş battıktan sonra Resulullah(sav) dışarı çıktı ve bir ses işitti. Bunun üzerine <<Yahudiler kendi kabirleri içinde azab olunuyorlar>> buyurdu.”

 Müslim 2869no – Buhari 3c 1299

“ ... Kabir ehli, öyle bir azabla azab edilirlerki, onların azablarını hayvanların hepsi işitir.”

 Buhari 14c 6311

“ Kabir azabı vardır, Haktır.”      Buhari 3c 1298sy

“ Ebu Said(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyurdu: “Cenaze tabuta konulup da erkekler onu omuzları üzerine yüklendikleri zaman, o cenaze iyi bir kişi ise: Beni ulaştırınız der. Şayet iyi bir kimse değilse: Yazıklar olsun. Bu cenazeyi nereye götürüyorlar? Diye seslenir. Cenazenin bu sesini insandan başka her şey işitir. Eğer insan bunu işitseydi muhakkak düşer bayılırdı.”

 Buhari 3c 1303 , 3c 1239

“ ... Firavn ailesini, azabın en kötüsü kuşattı: Sabah akşam ateşe sunulurlar. Dünya durdukça azab böyle devam eder. Kıyamet koptuğu günde: “Firavn ailesini azabın en şiddetlisine sokun denir.”

                                                                                                                      Gafir(40) 46

 Allah’u Teala bu ayetle firavun ailesinin iki türlü azabı ile cezalandıracağını söylüyor. Birincisinde, “ sabah akşam ateşe sunuluyorlar...” buyruğu ile işaret etmekte. İkincisinde ise “... Kıyamet koptuğu günde: Firavn ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denir. Buyruğu ile işaret etmektedir. Bu ayete dikkat edildiğinde ikinci azabın kıyamet saatından sonra olduğu anlaşılmaktadır. Birinci azab ise kıyamet saatından önceki sabah akşam kafirlerin sabah akşam arz olundukları bu dünyadaki azab yani ölümle dirilme arası kabir azabı olduğu anlaşılmaktadır.

“ O zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış. Haydi canlarınızı çıkarın, Allah’a gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü, bir gün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız; derken bir görsen.”

                                                                                                                      Enam(6) 83

 İbn Abbas(ra) bu ayetin tefsirinde, <<Bu azab ölüm anında başlayan azabdır. Meleklerin ellerini uzatmasından maksad onlara azab etmesi yüzlerine ve arkalarına vurmasıdır. Buna Allah’ın “Fakat melekler, onların yüzlerine, sırtlarına vura vura canlarını alırken halleri nice olur?” buyruğu şehadet etmektedir. Bu her ne kadar definden önce ise de ahiretteki azabdan önce olması sebebiyle kabir azabından addedilmiştir. Çünkü öldükten sonra ve ahiretten önceki azabın geneli kabirde olmaktadır.

 

76- Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, Allah(cc) İmran oğlu Musa(as) ile Tur Dağında konuşmuştur. Musa(as), Allah(cc)’nin sözünü işitmiştir. Allah Rasulü(sav)’in, sahabenin, tabiinin ve onlardan sonra gelen ehli sünnet alimlerinin bildirdiklerine göre Allah(cc) bir sesle konuşur. Allah(cc) Musa(as) ile konuşmuştur. Ve diriliş günü kullarıyla bir sesle konuşacaktır. Allah(cc) konuşmaz, duymaz, işitmez, buğzetmez, sevinmez olduğuna inanırsa Allah(cc) katında o kafirdir. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Mahluk değildir. Cehmiye fırkası bunu yalanladığı için kafirdirler.

 

“ Musa’nın haberi sana gelmedi mi? “Hani bir ateş görmüştü de ailesine: “Siz durun. Ben bir ateş gördüm belki size ondan bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösteren bulurum” demişti.” “Ateşin yanına geldiği zaman kendisine seslenilmişti. “Ey Musa”, “ Ben senin Rabbınım! Pabuçlarını çıkar sen mukaddes vadide, Tuva’dasın”, “ Ben seni seçtim, sana vahyolunanı dinle.”, “ Gerçek şudur ki ben Allah’ım benden başka ilah yoktur. Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”, “ Kıyamet vakti gelmektedir. Herkes kendi işlediğinin karşılığı ile cezalandırılsın diye neredeyse onu gizliyeceğim.”, “ Kıyamete iman etmeyen ve nefsinin hevasına uyan kimse, seni de ona inanmaktan alıkoymasın. Aksi halde helak olursun.”, “ Şu sağ elindeki nedir, Ey Musa?”, “Musa da şöyle demişti.” “ O, asam ona dayanırım ve koyunlarıma onunla yaprak silkerim. Onda benim için daha başka faydalarda vardır.”, “ Rabbı da şöyle buyurmuştu. Onu at Ey Musa”, “ O da onu atmıştı. İşte o zaman asa koşan bir yılan oluvermişti.”, “ Rabbı demişti ki O’nu al korkma. Onu ilk haline döndüreceğiz.”, “ Elini koynuna koy başka bir mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın.”, “ Sana büyük mucizelerimizden de göstermiş olalım.”, “ Firavuna git çünkü o azdı.”, “ Musa şöyle demişti, Rabbım göğüsümü aç.”, “ Bana işimi kolaylaştır.”, “ Dilimden şu düğümü çöz.”, “ Sözümü anlasınlar.”, “ Ailemden bana bir vezir çıkar.”, “ Kardeşim Harun’u.”, “ Beni onunla kuvvetlendir.”, “ İşimde onu bana ortak kıl.”, “ Seni daha çok tesbih edelim.”, “ Ve daha çok analım.”, “ Şüphesiz Sen bizi görmektesin.”, “ Rabbı da şöyle buyurmuştu: İstediklerin sana verildi ey Musa.”, “ Sana başka bir defa daha lutufta bulunmuştuk.”

                                                                                                              Ta ha(20) 9-37

“ Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbı onunla konuşunca demişti ki, Rabbım bana kendini göster sana bakayım. Rabbı da ona şöyle buyurmuştu: Sen beni asla göremezsin. Fakat dağa bak eğer yerinde kalırsa beni göreceksin. Rabbı dağa tecelli edince onu darmadağın etmiş. Musa da baygın vaziyette düşmüştü. Kendine geldiği zamanda şöyle demişti: Seni tenzih ederim. Sana tövbe ettim. Ben müminlerinin ilkiyim.”

                                                                                                               Araf(7) 143

“ Kitabda Musa’yı da an. O çok temiz bir kimse ve tarafımızdan gönderilmiş bir peygamberdi. Ona Tur’un sağ tarafından seslenmiş onunla vasıtasız konuşmak için kendimize onu yaklaştırdık.”

 

                                                                                                            Meryem(19) 51-52

“ Musa oraya gelince mukaddes arazide vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan kendisine Ey Musa. Ben muhakkak ben, Alemlerin Rabbı Allah’ım, diye seslenilmişti.”

                                                                                                                Kasas(28) 30

 Görüldüğü gibi Cenab-ı Hak, Musa’ya Tur’un sağ tarafından seslendiğini ve onu kendisiyle özel konuşmak için yaklaştırdığını bildirmektedir.

 

94_Allah Resulu SAV, benim ümmetim 73 fırkaya bölünecek...”diyor. Ömer(ra) ve Osman (ra) halifeliği zamanlarına kadar Din tek cemaatti.O öldürüldüğünde fırkalar ve bidatlar çıktı. Halk partilere ve fırkalara bölündü. Halkın arasında doğruya sıkıca bağlı kişiler vardı. İşler kötüye gittiğinde onlar doğruyu konuştular. Ona göre davrandılar ve halkı ona çağırdılar. Halifelerin zamanında  dördüncü kuşağa kadar işler düzenli devam etti.Zaman değişince insanlar büyük çapta bozuldular. Doğruluktan ve cemaattan uzak şeylere çağıran bir çok davetçi ortaya çıktı.Halk ne Resulullah SAV’in nede sahabilerin konuşturmadıkları şeylere bağlandılar. İnsanlar Allah(cc), Rasulun yasakladığı tarikatlara çağrıldı. Her grub diğerini kafir olarak itham etti. Herkes kendi görüşüne çağırıyordu ve kendinden farklı ve farklı düşünenlere kafir diyordu. Cahil ve çoğu bilgisiz halk dalalete düştü. Bunlar bu halkın bu dünya’daki şeylere aç gözlü olmaya ve dünyalık azablardan korkmalarna sebeb oldular. Halkta bunların dünyalık işlerinden korkarak ve dünyayı isteyerek onlara uydular. Böylece Sünnet ve Sünnete uyanlar ortadan kalktı. Bidatlar ortaya çıktı ve yayıldı. İnsanlar birçok yönlerden farkında olmadan kafir oldular. Sebeblerin benzerliğini kullandılar. Ve Allah cc’nin gücünü, esrlerini, yönetmesini, emir ve yasaklarını kendi fikir ve düşüncelerine göre yorumladılar. Akıllarına uygun gelen her şeyi kabul ettiler. Ve akıllarının kabul etmediği her şeyi de red ettiler.İslam garib oldu. Sünnet garib oldu. Sünneti yaşayan halk öz vatanında garib oldu.

“Huzeyfe(ra) şöyle dedi: Ömer’in yanındaydık.Resulullah SAV fitneleri zikrederken hanginiz işitti diye sordu.Onu işitenler bizleriz, dediler. Ömer(ra) muhtemel ki sizler, kişinin ehli ve komşu hakkındaki fitnesini kastediyorsunuz, dedi. Evet dediler.Ömer(ra) Bu sizin kastettiğiniz fitneyi namaz, oruç ve sadaka keffaret olur. Lakin ben, denizin dalgalanması gibi dalgalanacak olan fitneyi zikrederken, Peygamber SAV’i hanginiz işitti? diye soruyorum, dedi. Huzeyfe dedi: ki bu sual üzerine cemaat sustu. Ben ise benim, dedim.Ve Resulullah SAV buyurduki: <<Fitneler kalblere hasır çubukları gibi tekrar tekrar arzolunurlar. Hangi kalbe bunlar tamamiyle içirilmiş olursa, o kalbde siyah leke hasıl olur. Bunları red eden kalbe gelince,onda beyaz bir leke meydana gelir. Hatta iki kalbe işleyecek şekilde derece beyazlaşır. Bembeyaz cilalı taş gibi olur. Bu  taktirde semalar ve yer devam ettiği müddetçe ona hiç fitne zarar vermez. Diğeri ise meyilli bir testi gibi kırmızımtırak siyah renklidir o kendisine içirilmiş bulunan hevasından başka hiç bir marufu tanımaz ve hiçbir münkeri de inkar etmez.”

“Huzeyfe(ra) şöyle dedi: Ömer’e söyledim ki seninle o fitneleri arasında kilitli bir kapı vardır. Onun kırılması yaklaşır.Ömer: o kapı kırılacak mı? Şayet açılmış olursa yine iade edilmesi ümit edilir, dedi. Ben, hayır muhakkak kırılır, dedim ve yine kendisine şunu söyledim. Ki bu kapı öldürülecek, yahut ölecek bir zattır.”

Müslim –144

 

“Ebu Hureyre (ra) şöyle dedi: Resulullah SAV buyurdu ki:<<İslam garib olarak başlamış ve yine başlayışı gibi garibliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık o garipler içindir, ne mutlu o gariblere.”

Müslim –145 Tirmizi 2764

 

“Ebu Hureyre(ra)’dan Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Yahudiler 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar, Hırıstiyanlarda onlar kadar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır.”

Tirmizi 2778  Ebu Davud 4596 İbn Mace 3991

 

70-Kur’anın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’ana olan ihtiyacından daha fazladır. Sünnet kitabı açıklar ve onu beyan eder.

 

“Apaçık mucizeler ve kitablarla gönderildiler. İnsanlara kendilerine indirileni açıklaman için düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’anı indirdi.

                                                                                                      Nahl (16)44

 

 98 _Şunu bil ki Kur’anı Kerimin yaratılmış olduğunu söyleyen bir bidatcıdır. Kimki yaratılmış veya yaratılmamış diyemeyip kararsız kalırsa o da cehmiye dir. Şu bilinmeli ki cehmiyenin sapması onların Allah cc’nın, o’nun kudreti ve o’nun haşmeti hakkında ince düşüncelere dalmasıdır. Onlar buna niçin ve nasıl ile girdiler. Rivayetleri bıraktılar ve Teşbihi kullandılar ve dini kendi fikirlerine göre ölçtüler. Böylece kafirliklerini gösterdiler. Onların kafir oldukları açıktır. Halkın geri kalanını kafir olmakla suçladılar ve Allah cc’ın sıfatları konusunda kendilerini saptadılar.

 

“ El-Irbad bin Sariye(r a) : <<Resulullah SAV bir gün sabah namazını müteakip bize son derece tesirli vaaz irad etti. Bu vaazın tesirinden gözler yaşla ve kalpler korku ile dolmuştu. Ashab tan bir adam, kuşkusuz bu, vedalaşan kişinin öğütleridir. O halde ya Resulullah bize neyi tavsiye edersiniz dedi. Resulullah SAV :<<Allah’ın emirlerine saygılı olmayı ve idareceniz Habeşistanlı bir köle bile olsa dinleyip itaat etmeyi size tavsiye ederim. İçinizde yaşayanlar bir çok anlaşmazlıklara şahit olcaklardır peydahlama işlerden önemle sakının. Çünkü bunlar dalalettir. İçinizden her kim bunlara ulşırsa benim sünnetime ve hidayet üzere olan Hulefai Raşidin yoluna sım sıkı sarılsın bu yolda dişlerinizi sıkın.

Tirmizi-2815- Ebu Davud-4607 –İbn Mace-42

 

100_Ahmet ibn Hanbel’in (r.h)de içinde bulunduğu bazı alimler “Cehmiye”yi kafir kabul etmişler ve kıble ehlinde kabul etmemişlerdir. Onların kanı helaldir. Onlara ne mirasçı olunur nede miras verilir. Onların arkasında Cuma ve namaz için toplanmak yoktur. Sadakada verilmez. Çünkü onlar Kur’an yaratılmıştır diyenleri kafir olarak ifade etmişlerdir.Hz Muhammed SAV’in ifadesiyle onlarla savaşma ve onların öldürmesi caizdir. Onlar Resulullah SAV’in sahabenin söyledikleri söylediler ve söyleyenleri mahkeme ettiler. Onlar Camiileri boş bırakmayı ilim etmeyi ihmal etmeyi istediler. İslâmı zayıflattılar. Cihadı geri attılar ve tarikatçılarla uğraşmaya başladılar. Rivayetlere karşı çıkıp, hükmü kaldırılmış (nesh edilmiş) şeyleri konuştular.(Mu’telize ve Rafiler neshi yalanladılar. Onlardan önce Yahudiler yalanlamıştı.) Anlamı kesin olmayan ayetleri kesinmiş gibi kullandılar ve bu insanların dinleri hakkında şübheye düşmelerine sebeb oldu. Allah (cc) hakkında  tartışmaya girdiler.Ne kabir azabı, ne havuz ne şefeat vardır. Cennet ve Cehennem yaratılmamıştır derler. Hz Muhammed SAV’den gelen çoğu sözü reddederler. Kim ki onların “Kafir” olduklarını onaylarsa onların böyle olduklarını onaylar demektir. Onların kanlarının akıtılmasını Helal kabul eder. Çünkü Allah (cc)’ın kitabından bir ayeti yalanlamak bütün ayetleri yalanlamaktır ve Resulullah SAV’in bir hadisini yalanlamak, inkar etmek onun sözlerinin hepsini inkar etmektir ve bunu yapanlarda Allah (cc) İnanmayan “kafir” demektir. Zaman geçti veonlara bu konuda yardımeden idareciler geldi. Bu sapıklara karşı çıkan alimlere kılıçla veya kırbaçla karşılık verdiler. Onlar tarafından “Sünnet ve Cemeat” bilinci kaldırıldı ve zayıflatıldı. Böylece bu sapıklığın yazılı ve sözlü olarak yayılması sünnet ve cemeat bilinci baskı altına aldı. Onların yerlerini sağlamlaştırmaları fikirlerini ifade edip bu konuda kitablar yazmaları ile halkı kandırmışlar ve onlardan liderlik istemişlerdir.

  Bu islâm için büyük bir fitneydi. Onlarla oturan zayıf görüşlü bir kişi dini hakkında şüpheye düşüyor veya onları takip ediyordu. Veya onların sözlerini doğru olduğunu sanan kişi duyar, doğru mu? Yanlış mı? Karar veremeyen kişi dininden şüphe eden biri oluyordu.Böylece halk bozuldu.

  Mutezileye inanan her kimse Kur’an yaratılmıştır dedikleri malumdur. Alimler tehdit edilmiş ve bu inanmaları istenmiştir. Kim sözlü olarak bile bunu kabul etmeyi redderse hapsedilir ölüm ve işkenceyle tehdit edilirdi. İmam Ahmet (r.h) direndi. Hapsedilmesine otoritenin sık sık zincirlerle getirilip ölümle tehdit edilmesine rağmen. Sonunda halkın önünde şiddetli bir şekilde kamçılandı.

  Ali ibni Medeni şöyle der: Gerçekten Allah (cc) bu dine Cahiliye gününde Ebu Bekir(ra) ile yardım etti ve Fitne gününde Ahmed Bin Hanbel ile yardım etmiştir.

    

101_Bilin ki her patırtıya ayak takımından başkası uymaz. Sanki dinsizler gibi, onlar esen hern rüzgara boyun eğerler.Bunlar cahillerdir ve aç gözlüdürler. Ve bunlar bidatçılardır.Allah cc buyurduğu gibi

 

Din konusunda onlara açık deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında kıyametgünü aralarında hüküm verecektir.

                                                                                             Casiye(45)17

İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyeci ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak yolu gösteren kitablarıda gönderdi. Ancak kendilerine kitabları da gönderdi. Ancak kendilerine kitab verilenler, apaçık deliller geldikten sonra aralarında kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere üzeride ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dileğini doğru yola iletir.

                                                                                                           Bakara(2)213

102_ Bilin ki hak arasında sünnete ve doğruya bağlı olan bir grub kıyamete kadar hiç yok olmayacaktır. Allah (cc) onlara hidayet edecek, onlarda diğer insanlara doğru anlatacaklar. Ve onların arasında sünneti dirilteceklerdir.

 

Sevbân(ra)dan, Resulullah SAV şöyle buyurdu:<< Ümmetim için yegane korkum dalaleti teşvik edecek adamlarıdır. Ümmetimden bir cemeat, Allah’ın emri gelinceye kadar batılı galebe çalarak hak üzere devam edecek ve onları yardımcısız bırakanlar onlara zarar veremeyeceklerdir.

Tirmizi-2330  Ebu Davud-4252-Müslim-2889-İbn Mace-3952-  

 

103_Allah cc size merhamet etsin. Şunu Bilin ki bilgi yanlızca birkaç miktarda ve çok sayıda kitablarda değildir. Bilgiler sınırlı ve yanlızca birkaç kitaba sahib olsalarda, Alim kişidir ki Kitab ve sünneti takib eder. Kitab ve sünnet hakkında tartışanlar ise rivayetleri ve kitabları çok olsa bile bidatçıdırlar.

 

“Şafi (r.h)şöyle diyor: “Bilgi lafızda kalan şey değildir.Ancak faydası olan şeydir.”

Ebu Nuaym-Hilyetül Evilyasında 9/123’de

 

104_Allah cc size merhamet etsin. Şunu Bil ki Allah’ın dini hakkında, Sünnetten ve Cemeatten delilsiz olarak kendi görüşüyle”teşbih” ve “te’vil” ile konuşma bu Allah cc hakkında bilmeden konuşandır. Allah cc hakkında bilmeden konuşan biri haddi aşmıştır. Allah cc’ın kitabında bilgisizce Allah cc hakkında konuşmak şirk olarak gösterilmiştir.

 

“Keza de ki:” Rabbım, ister açığı olsun, ister gizlisi olsun, ancak kötülükleri, günahı haksız yere baş kaldırmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği birşeyi Allah’a Ortak kırılmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri sözlemenizi haram kılmıştır.

                                                                                                         Araf  7/33

105_ Doğru Allah cc dan gelendir. Sünnet Resulullah SAV ‘in söyledikleridir.Ve Cemaat Allah Resulu SAV’in sahabelerdir ki bunlar Halife Ebu Bekr, Ömer ve Osman’ın(ra) üzerinde birleştikleridir.

 

106_Kim kendini Resulullah SAV ‘in sünnetiyle ve O’nun sahabeleriyle sınırlarsa o başarılı olur ve bütün bidatçı insanlara karşı galib gelir. Ve inşaallah dinini kurtarır ve korur.

“Allah Rasulu SAV, şiddet ve aşırılıktan  sakının. Mübalağadan ve eski cahiliyelere yapışmaktan sakının.”

 

“Deki: Ey kitab ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapan, birçoklarını saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan topluma uymayın.

                                                                                               Maide(5)77

“İsrailoğulları yetmiş fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.Bunların hepsi cehennemdedir. Bir tanesi müstesna.... Ashab:Onlar kimlerdir ya Rasulullah diye sorunca._Ben ve Ashabımın yolunda bulunandır, buyurdu.”

“İbn Mace 3993-Tirmizi-iman 18 bab-2779-Darimi-2521-Ebu Davud-4596

 

107_Şunu bilin ki Resulullah SAV’in ölümünden Osman ibn Affan(ra)’ın öldürülmesine kadar  Asrı saadet deviydi. Onun öldürülmesi şiddetli tarikatçılık ve anlaşmazlıkların başlangıcıdır. Böylece millet kendi arasında döğüştü, bölündü ve arzu veisteklerine uydu ve dünyaya meyletti. Sahabilerin üzerinde olmadıkları herhangi birşeyi insanların ortaya atmasına Ve de bidatçı insanların kendinden önce çıkardıkları şeye çağırmak-ki bir bidata çağırmak davet etmek o bidatı çıkaran gibidir-Kimsenin hakkı yoktu böylece kim bunu iddea ederse ve onu göre konuşursa o sünneti inkar etmiştir. Ve gerçeğin ve cemeatin karşısındadır. Bidatı Helal saymıştır. Ve ümmete iblisten daha zararlıdır.

 

Süfyanı Sevri diyor ki: Bidat şeytana günahtan daha sevimlidir. Çünkü günahtan tövbe edilebilir.Fakat bidattan tevbe edilmez.

 

108- Şunu bilinki, Kim bidatların sünneti iptal ettiğini fark eder onu terk eder ve sünnete yapışırsa, O Ehli Sünnet vel. Cemaatten bir kişidir. O takip edilmeli, ona yardım edilmeli ve korunmalıdır. O Resulullah(sav)’in vasiyet ettiği kişilerdendir.

 

109-110-111- Allah sizleri bağışlasın. Bilmelisin ki bidat sapıklıktır. Eğer insanlar yeni çıkmış şeyleri bıraksalar, onlara hiç girmeseler ve Resulullah(sav)’den ve Sahabeden(ra)’dan rivayet edilmeyen hiçbir şey söylemeseler hiçbir bidat kalmaz. Bilmelisin ki bir kul olmak ve O’na inanmak ile Kafirlik arasında, Allah(cc)’ın isim ve sıfatlarından bazı şeyleri yalanlamak, bırakmak, eklemek veya Allah(cc)’ın sözlerinden birşeyden uzaklaşmak, Allah(cc)’ın bir isim veya sıfatından bir şey, sözünden birşeyi veya Resulullah(sav) birşeyi yalanlamak dışında bir şey yoktur. Allah(cc)’den kork. Allah(cc) seni bağışlasın kendine gel ve dinde aşırı gitmekten sakın. Çünkü o doğru yol değildir.

 

113- Fitne meydana geldiğinde bu senin evinde kalsın. Komşularınla kargaşaya girmekten sakın. Kör görüşlü insanlardan ve müslümanlar arasındaki her kargaşadan uzak dur. Çünkü Dünya bir imtihan denemedir. Allah(cc)’den kork. O’nun hiçbir ortağı yoktur. O’nun emirlerinden dışarı çıkma. Onların içinde döğüşme, onlardan bir taraf tutma, onların bir tarafı içinde olma. Onlardan bir tarafa ne meylet ne de onların yaptıkları bu işleri sev. Çünkü halkın(bidatını) iyi veya kötü işleri sevenler onu yapmış gibidirler.

 

“İbn  Zubeyr(ra)dan. Resulullah SAV şöyle buyurdu: “Eğer fitne zamanına ulaşırsan Uhud dağına git onun üstünde kılıcını körlet ve sonra evinde kal.”diye bana tavside bulundu.

Ahmed bin Hanbel’in Müsnedi 4/226 ve 5/69, Şeyh El-Bani Sahihinde 3/1373

 

“Müslimin babası Ebu Bekre(ra)dan. Resulullah SAV şöyle buyurdu:<<Gerçekten gelecekte bir fitne olacak, orada uzanıp yanı üstüne yatan oturandan daha hayırlıdır.Oturan ayakta durandan daha hayırlı, ayakta duran yürüyenden daha hayırlı, yürüyen koşandan daha hayırlıdır.Ebu Bekir, Ey Allah’ın Resulu, o zamana yetişirsen benim neyapmamı emredersin dedi. Resulullah SAV <<Kimin deve sürüsü varsa devesinin peşine takılsın. Onu yayıp sütünü içmekle yetinsin. Kimin sığır sürüsü varsa onlara peşine takılsın, kimin koyun sürüsü varsa onların peşine takılsın, kiminde tarlası varsa onun başına gitsin. Ebu Bekir, Devesi ve koyunu tarlası olmayan ne yapsın? Dedi. Resulullah(sav) << Hayvanları olmayan elindeki kılıcının ağzını taşa vurarak köreltsin, kurtulmaya imkan bulduğu ölçüde kurtulsun. Cevabını verdi.”

 Ebu Davud-4256 – Müslim-K.Fiten-2887

 

“ Ebu Hureyre(ra)’dan Resulullah(sav) şöyle buyurdu:<< Gelecekte gerçeği duymayan sağır, hakkı söylemeyen dilsiz, gerçeği görmeyen kör, fitneler olacak, kim o fitneye doğru giderse fitne de onu kendine çeker, o fitnede dille bir söz söyleyip tahrik etmek kılıçla vurmak gibi tehlikelidir.”

 Ebu Davud-4264 – İbn Mace K.Fiten N.3967 – Tirmizi-K.Fiten

 

114- Yıldızlara yalnızca Namazın vakitlerini tesbit edecek kadar dikkatlice bak. Bunun dışındaki amaçlar için bakmaktan  uzak dur. Çünkü bu dinden dönmeye yol açar.

 

“ İbn Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav) şöyle buyuruyor: “Ebced yazıp yıldıza bakanlar için bunlarla uğraşanların İslam’da hiçbir nasibi yoktur.”

Abdurrezzak 11/26 – Beyhaki 18/139

 

“ Karaların ve denizlerin karanlıklarında kendileriyle yolunu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O’dur. Bilen kimseler için ayetleri açıklamışızdır.”

                                                                                               Enam(6)16

“Keza bir takım alametleri yaratan o’dur. Niketim insanlar, yıldızlı da doğru yolu bulurlar.

                                                                                               Nahl(16)16

“Rabbınız, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, geceyi kendisi süratle takip eden gündüzle örten, güneşi ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir O’na mahsustur. Alemlerin Rabbı Allah ne yücedir.                                                                                               Araf(7)54

“Gökte büyük yıldızlar yarattık ve onları bakanlar için süsledik.”

                                                                                               Hicr(15)16

Biz dünya semasını itaatten çıkan hertürlü şeytandan korumak için birziyhetle yıldızlarla süsledik.Artık o şeytanlarYüce alemi dinleyemezler,her taraftan kovularak atılırlar.Ancak kim bir haber kapacak olursa onu da delici bir alev takip eder.

                                                                                                       Saffat(37)6-10

“Böylece onları, iki gün içinde yedi gök olarak var etmiş ve herbir göğe kendi işini bildirmiştir;” Dünya göğünüde yıldızlarla süsledik ve onu tam bir koruma altına aldık.” Bu daima galib olan herşeiy hakkıyla bilen Allah’ın taktiridir.”

                                                                                               Fusilet(41)12

“Biz gökyüzünü yokladık ve onu sert bekçiler ve birer attımlık alevlerle doldurulmuş bulduk. Halbuki biz önceden, göğün haber dinlemek için onu oturulacak yerlerine oturduk. Şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözleyen bir alev buluyor.

                                                                                                     Cin(72)8-9

 

115_Kelama ait sözlerden ve o gibi kimselerle oturmaktan uzak dur.

 

“Kim benim hidayetime uyarsa dünyada sapmaz, ahiret de zahmet çekmez.

                                                                                                     Ta-ha(20)123

“İmam Ebu Yusuf şöyle der;<<İlmi, kelam yoluyla arayan zındıklaşır; malı Kimya yolu ile  arayan iflas eder,hadislerin garibini arayan  yalan konuşur.”

                                                                       

İmam Şafii(r.h) şöyle der;”Kelamcılar hakkında hükmüm şudur: Hurma dallarından yapılmış çubuklarla ve nalınlarla dövülmeli ve kabile kabile, aşiret aşiret teşşir edilmeli.”Kulun, Allah’a şirkten başka bütün günahlarla kavuşması onun için ilm-i kelamdan bir kısım bilgilerle kavuşmasında Yine İmam Şafii diyor ki; Bir kimsenin isim musemanın (sahibinin)aynı dediğini gördüğün zaman, bil ki o kelamcıdır. O’nun dini yoktur. Eğer insanlar bu kelam ilminin zararlarını bilselerdi aslandan  gibi ondan kaçarlardı.

“ İmam Malik(rh) şöyle diyor:<<Bidat ehli ile kendi arzularına uyanların şahitliği kabul değildir.>>”

“ İmam Ahmed b. Hanbel(rh) şöyle diyor:<< Kelam alimleri, felsefeciler zındıklardır. Kelamcı kişi asla düzelmez. Kelam ilmi ile uğraşan kişinin kalbinde mutlaka bir eksiklik görürsün.”

“ Bu kitab insanlara yeter.”

                                                                                                     İbrahim(14) 52

“ Kendilerine okunan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmez mi?”

                                                                                                     Ankebut(29) 51

 Kelam ilminin zararlarından biri de kelam ve cedel ilminin neticesi olarak halde hayrete düşmek, istikbalde sapıklığa ve şüpheye düşmektir.

116- Rivayetlere ve rivayet edenlere yapış, onlara sor, onlarla otur ve onlardan al.

“ İmam Malik’den rivayet edildiğine göre Lokman Hekim oğluna vasiyet edip şöyle demiştir:<< Yavrum! Alimlerle otur, onların dizlerinin dibinden ayrılma. Çünkü Allah yeri, göğün yağmuru ile dirilttiği gibi, kalbleri de hikmet nuru ile diriltir.>>”

    Muvatta K. İlim 59/1 – 4c 419sy

 

117- Allah(cc), kendisine korkuyla ve severek ibadet edeni elbette bilir.

 

118- “Sabiiler” yalnızca yıldızlara dikkatlice bakarak ibadet ederler. Sen bundan uzak dur.

 

119- Allah(cc) sana merhamet etsin. Bilki Allah(cc) bütün mahlukatı kendisine ibadet için çağırdı. Rahmetiyle İslama girmesini istediği her kimseyi bağışlar.

 

“ Onlar İslam’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lutufta bulunmuştur.”                                                                      Hucurat(49) 17

“ Ben, cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.”

                                                                                                             Zariyat(51) 56

120- Ali(ra), Muaviye(ra), Aişe(ra), Talha(ra) ve Zubeyr(ra) arasındaki savaş konusunda sessiz kal. Umulurki Allah(cc), Onları ve onlarla beraber olanları bağışlar. Onlar hakkında tartışma, onların işlerini Allah’a bırak.

 

121- Allah(cc) sana merhamet etsin. Şunu bilki mükelllef herkes için “Cemaat” ile ibadet zorunludur. Hastalık, güçsüzlük, baskıcı hükümdardan başka özür kabul edilmez.

 

122_Allah cc sana merhamet etsin. Şunu bilki; Senin için doğru ve temiz olan kazanç yolları sınırsızdır. Rüşvet yoluyla bulunan hariç.

 

“Müslümanın malı gönüllü verdiği dışında alınmaz, yasaktır.

Ahmed- Şeyh El-Bani Sahihil Cami no:7539

 

“Ey İnsanlar. Yeryüzündeki şeylerden helal ve temiz olanlarını yeyin. Şeytanın adımlarına uymayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır.

                                                                                                     Bakara(2)168

 

Ey İman edenler. Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin ve eğer Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na şükredin.”

                                                                                                     Bakara(2)172

 

Bugün size bütün iyi ve temiz şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitab verilenlerin yiyecekleri size helal olduğu gibi sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir.İffetli zinaya sapmamış ve dost edinmemiş olarak mehirlerini kendilerine verdiğiniz taktirde, müminlerden hür kadınla sizden öce kendilerine kitap verilmiş olan hür kadınlarla da keza helal kılınmıştır. Her kim İman ve İslam esaslarını inkar ederse ameli boşa gitmiş, kendisi de ahirette ziyana uğramışlardan olur.”

                                                                                                     Maide(5)5

 

“Ey İman edenler. Allah’ın sizin için helal ettiği o güzel ve temiz şeylere haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphe yoktur ki Allah, haddi aşanları sevmez.Allah’ın helal ve tertemiz olarak sizi rızıklandırdığı şeylerden yeyin ve kendisine  iman ettiğiniz Allah‘tan sakının.

                                                                                                     Maide(5)87-88

 

“Bu itibarla, eğer O’nun ayetlerine inanlardan iseniz üzerine besmele çekilip Allah’ın adının zikredildiği hayvanların etlerinden yiyin. Açlıktan ölmek korkusuyla yemek zorunda kaldığınız dışında Allah size haram kıldıklarını açıkladığına göre, üzerine Allah’ın isminin zikredildiği şeylerden yemenize engel olan nedir.? Her halde birçok kimse bilmeden kendi heva ve hevesleriyle fetva verip halkı saptırıyorlar. Oysa Rabbın haddi aşanları çok daha iyi bilir.”

                                                                                                             Enam(6)118-119

 

“Binilecek ve tüylerinden yatak yapılacak hayvanları yaratan da O’dur. Allah’ın size rızık olrak verdiklerinden yeyin. Fakat şeytanın adımlarına ayak uydurmayın. Zira o sizin için apaçık bir düşmandır.”

                                                                                                             Enam(6)142

 

“O halde eğer Allah’a ibadet ediyorsanız, O’nun helal ve temiz olarak size verdiği rızıktan yeyin ve Allah’ın nimetine şükredin.”

                                                                                                                      Nahl(16)114

 

“Aranızda birbirinizin mallarını bile bile haksızlıkla yemeyin ve insanların mallarından bir kısmı günahı gerektirecek şekilde yemek için, hakimlere onu peşkeş çekmeyin.”

                                                                                                                       Bakara(2)188

 

“Ey iman edenler. Karşılıklı gönül rızasına dayanan ticaret malı müstesna mallarınızı aranızda batıl yolla yemeyin ve birbirinizi haksız yere öldürmeyin. Şüphe yoktur ki Allah size karşı çok merhametlidir.”      

                                                                                                                     Nisa(4)29

 

123-Cehmiye dışındakilerin arkasında namaz kıl. Çünkü cehmiyeler, Allah(cc)’ın bütün sıfatlarını inkar ederler. Eğer onların arkasında namaz kılmışsan iade et. Sünnet ehlinden bir şahsın arkasında namaz kıl ve namazını iade etme.

 

124- Kitab ve Sünnette mezarlık ziyareti şöyledir:

 “Kabirleri ziyaret edinceye kadar çoklukla öğünmek sizi meşgul etti.”

                                                                                                                   Tekasür(102)1-2

“ Sizi bir tek nefisten yaradan O’dur. Sizin için baba sulbulde bir kalış süresi ve ana rahminde kalacak bir yer vardır.Biz anlayan kimseler için ayetleri açıklamışızdır.”

                                                                                                                   Enam(6) 98

“ Bir parça meniden yaratıp şekil verdi ya. Sonra hem iyiye hem kötüye giden yolu kolaylaştırdı. Sonrada onu öldürüp kabre koydu.”

                                                                                                                   Abese(80)19-20-21

125- İyiliği emretme ve kötülüğü nehyetme bir zorunluluktur, farzdır. Bir kimse iyiliği emredip kötülüğü nehyederse bunlar konusunda bilgili olması lazımdır. Aksi halde iyiliği emrederken daha çok zarar verir. Ve yalnızca şeytanın şer işlerinde başarılı olur.

 

“ Ey İman edenler. Kendinize dikkat edin.Doğru yolu bulduğunuz takdirde doğru yoldan sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne yaptığınızı size O haber verecektir.”

                                                                                                            Maide(5)105

 

“ Affı tut, iyiliği emret, cahillerden uzak dur.”

                                                                                                            Araf(7)199

 

“ Mümin erkekler ve mümin kadınlarda birbirlerinin dostları olup iyiliği emreder kötülükten alıkoyarlar.Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler. Allah’a ve Resulune itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah Aziz’dir, Hakim’dir.”

                                                                                                            Tevbe(9)71

 

“ O yurtlarından çıkaranları biz yeryüzünde yerleştirdiğimiz takdirde namazı kılarlar, zekatı verirler. İyiliği emredip kötülükten menederler. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.”

                                                                                                            Hacc(22)41

 

“ Ey oğulcuğum. Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret, kötülükten menet, başına gelenede sabret. Bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir.”

                                                                                                            Lokman(31)17

 

“ Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz. Allah’a da iman edersiniz. Kitab ehlide iman etseydi kendileri için daha hayırlı olurdu. Gerçi onlardan iman edenlerde vardır. Fakat çoğu fasıktır.”

                                                                                                            Ali-İmran(3)110

“ Ey İman edenler. İçinizde her kim dininden dönerse böylelerine karşı Allah, öyle bir kavim getirirki kendisi onu sever, onlarda Allah’ı severler. Müminlere karşı yumuşak kafirlere karşı güçlüdürler. Allah yolunda savaşanlar hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği fazilettir. Allah ihsanı bol, herşeyi hakkıyla bilendir.”

                                                                                                            Maide(5)54

“ Sizden önceki nesillerden aklı başında olanlar, küfürleri ile zulmedenleri yeryüzünde fesad çıkarmaktan alıkoymazlarmı idi? Halbuki onlar arsında kurtardıklarımızdan ancak çok azı bunu yapmış o zulmedenler ise kendilerine ifsad eden nimetlerin peşine düşmüşler ve suçlu olmuşlardır.”

                                                                                                            Hud(11)116

 

126- Kitab ve Sünnette Selam adabı şöyledir.

 

Bir selam ile selamlandığınız zaman ondan daha güzeliyle selam verin yahut aynıyla mukabele edin. Şüphe yoktur ki Allah, herşeyin hesabını hakkıyla görendir.”

                                                                                                            Nisa(4) 86

 

“ Ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde onlara Selamın aleykum” de. Rabbınız, kendi üzerine rahmeti vacib kıldı. Bu itibarla içinizden her kim bilmeyerek bir kötülük işler bundan sonra da tövbe eder ve halini düzeltirse işte Allah bu gibiler hakkında çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

 

                                                                                                      Enam(6)54

 

127_Kitab ve Sünnetle Cuma Namazı

 

62/9- Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız) zaman, Allah'ı anmaya koşun, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.

10- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.

11-Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."

 

 85/3- Şahitlik edene ve edilene andolsun ki,

 

 

129_İyiliği emretme köyülükten sakındırma elle dille ve kalble yapılır, kılıçla değil.

 

“Tarık ibn Şihab(r) şöyle dedi: Bayram günü namazdan önce hutbeye başlayanların ilki Mervan’dır.Hemen ona biri kalktı ve ; <<Namaz hutbeden öncedir>> dedi.Mervan:<<Burada namazın öne geçilmesi terk olunmuştur>> dedi. Bunun üzerine Ebu Said (R):<<Bu şahsa gelince, İşte o, Resulullah SAV’dan işittiğini yerine getirmiştir. Resulullah şöyle buyurdu:<<Sizden biri bir münker görürse onu elliyle değiştirsin.Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona gücü yetmiyen kalbiyle. Ve işte bu, iymanın en zayıf olanıdır.”

                                                                                                      Müslim-49

“Ali ( R) şöyle dedi: Dâneyi yaran ve insanı halkeden Allah’a yemin ediyorum.<<Beni mü’minden başkasının sevmemesi ve münafıkdan gayrısının buğzutmesi>> Ümmi olan Nebiy(s) in bana pek Kat’i bir ahdidir.

Müslim78

 

130-Kitab ve sünnette Mü’min vasıfları şunlardır.

 

98/7- İnanan ve güzel amel işleyenler de insanların en hayırlılarıdır

 

7/58- Güzel memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte biz, şükreden bir toplum için âyetleri böyle açıklarız.

 

8/2- Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler.

3- Onlar ki, namazı gereği gibi kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yoluna harcarlar.

4- İşte gerçekten mümin olanlar onlardır. Onlara Rablerinin katında dereceler vardır, bağışlanma ve değerli rızık vardır.

 

8/20- Ey iman edenler, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. İşitip durduğunuz halde onun emirlerinden yüz çevirmeyin!

8/23- Allah onlarda hayır görseydi onlara işittirirdi, işittirseydi yine de aldırmaz arka dönerlerdi.-

 

9/71- Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.

9/111- Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.

112- (Bunlar), O tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler, Allah'ın hududunu koruyanlar (emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenler)dır. Müjde ver o müminlere, müjde!

9/119- Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğrularla beraber olun

 

9/16. Yoksa siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'ın, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)? Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

 

13/9. Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden yücedir.

23-MÜ'MİNUN:


1- Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,

2- Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler,

3- Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,

4- Onlar ki, zekat (vazifelerini) yerine getirirler,

5- Ve onlar ki, iffetlerini korurlar,

6- Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir.

7- Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar , haddi aşan kimselerdir.

8- Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler,

9- Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler,

10- İşte asıl onlar varislerdir.

11- Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar.

23/57- Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler,

23/62- Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

 

25/63- O çok merhametli Allah'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman (incitmeksizin) "selam" derler (geçerler).

64- Ve onlar ki, Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek yatarlar.

65- Onlar ki, şöyle derler: Cehennem azabını üzerimizden sav! Doğrusu onun azabı geçici bir şey değildir.

66- Orası cidden ne kötü bir uğrak, ne kötü bir konaktır.

67- Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

68- Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan günahı(nın cezasını) bulur.

25/72- Ve onlar ki, yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile (oradan) geçip giderler.

25/73- Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatıldığında ise, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar.

74- Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl" derler.

75- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamları ile mükafatlandırılacaklar, orada hürmet ve selamla karşılanacaklardır.

76- Orada ebedî kalacaklar, orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır.

77- (Resulüm!) De ki: "Rabbim size ne kıymet verir duanız olmasa? (Ey inkârcılar! Size bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; o halde azab yakanızı bırakmayacaktır!

 

27/3- Ki o (müminler) namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak iman ederler.

 

28/60- Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve debdebesidir. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ buna aklınız ermeyecek mi?

 

29/1- Elif, Lâm, Mîm.

2- İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

 

32/15- Bizim âyetlerimize öyle kimseler iman eder ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.

16- Onların yanları yataklardan uzaklaşır, korku ve ümid içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan hayıra sarfederler.

17- Şimdi hiç kimse kendileri için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden neler gizlenmiş olduğunu bilemez.

18- Öyle ya iman eden kimse, fâsık olan gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.

19- Evet, iman edip de salih amelleri işleyen kimselerin, yaptıklarına karşılık bir konukluk (ağırlanma) olarak me'vâ (barınak) cennetleri vardır.

 

94/6- Evet, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.

7- O halde boş kaldın mı, yine kalk (başka bir iş ve ibadetle) yorul.

8-Ancak Rabbine yönel.

 

42/36- Size verilen herhangi bir şey sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise iman edip sadece Rablerine güvenen kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır.

37- O iman edenler, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar. Onlar öfkelendikleri zaman da kusurları bağışlarlar.

38- Onlar, Rablerinin davetini kabul ederler ve namazı dosdoğru kılarlar. Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan onlar Allah yolunda harcarlar.

39- Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman birbirleriyle yardımlaşırlar.

 

70/22- Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.

23- Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.

24- Onların mallarında belli bir hak vardır,

25- Hem isteyen için, hem de istemekten utanan yoksul için.

26- Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.

27- Rablerinin azabından korkarlar.

28- Çünkü Rablerinin azabından emin olunmaz.

29- Onlar ki ırzlarını korurlar.

30- Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara yaklaştıklarında kınanmazlar.

31- Bundan ötesini isteyenler, var ya işte onlar haddi aşanlardır.

32- Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.

33- Şahitliklerinde dürüsttürler.

34- Namazlarına devam ederler.

35- İşte bunlar cennetlerde ağırlanırlar.

 

3/118- Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size âyetleri açıkladık 

 

4/144- Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Kendi aleyhinizde Allah'a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?

 

131- Bazı abidlerin iddaa ettiği  gibi gizli ilim (ilmi Batın) denilen şeyler ne Kitab’ta ne de sünnette mevcutdur. Bu bidat ve sapıklıktır. Ne ona göre davranılır ve ne de ona davet edilir. Bu aşırı bidattır. Bu şafiilerin kullandığı bir şeydir.Onlar birşeyi ”Batını” yönü ve “Zahiri yönünün varlıyığla  açıklamaya çalışırlar. Allah cc’nın Kitabını ve Şeriatını değiştirip kendi arzularına uydururlar. Batıni dini bilgi alınması Kitab ve Sünnet’in dışında bir görüştür ve küfürdür.

 

3/60- Bu hak (gerçek) senin rabbindendir, o halde şüphecilerden olma.

 

 

10/32- İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?

10/108. De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak geldi. Artık kim hidayeti kabul ederse kendi canı için kabul etmiş olur. Kim sapıklık ederse kendi zararına sapıklık etmiş olur. Ve ben sizin üzerinize vekil değilim."

 

 

34/49- De ki: "Hak geldi, batılın önü de kalmaz, sonu da."

 

8/29- Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırdedecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.

 

 

92/5- Bundan böyle her kim malını hayır için verir ve korunursa,

6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

7- Biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız

 

22/62- Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

 

 

29/52- De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp inkâr edenler var ya, işte ziyana uğrayacaklar onlardır.

29/67- Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken (öldürülürken, ya da esir edilirken), bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

 

 

134-Şunu bil ki rivayetleri eleştiren veya red eden veya rivayetlerden başka  şeyler isteyen bir kimseyi işitirsen onun islam’ından şüphe et. Şüphesiz o şahıs arzusuna uyanlardandır ve sapık bidatçıdır. Herhangi bir sahabeye (ra) hastalıklı duygular taşıyan insanlardan nefret etmemiz gerekmektedir. Çünkü Allah cc onlardan razı olduğunu açıklamıştır. Gerçekten sahabelere dil uzatanlar, saldıranlar İslam’ı yok etmek isteyen sapık fırkalardır. Çünkü dinin tümü bize sahabeler yoluyla geçmiştir. Allah onlardan razı olsun(Amin) Eğer sen allah resulu SAV’i ve arkadaşlarını eleştiren bir adam görürsen bilki o aşağılıktır.Allah resulu SAV buyuruyor ki: Her kim benim arkadaşımı kötüye kullanırsa, bütün meleklerin ve insanların laneti üzerine olsun.

“İslâm dinine girme hususunda)Öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile güzellikle tabi olanlar var ya işte Allah Onlardan razı olmuştur, onlarda Allah razı olmuşlardır. Allah cc onlara, içinde edebi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamışlardır. İşte bu büyük kurtuluştur.

                                                                                                              Tevbe(9) 100

“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah o müminlerden razı olmuştur. Kalblerinde olanı bilmiş onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle öldüllendirilmiştir.”(Ayetin işaret ettiği biat, Hubeydiye’de <<Semre>> ağacının altında yapılan <<Ridvan biatı>>dır.1400 sahabi vardır.)

                                                                                               Fetih (48)18

 

135_Şunu Bilki  Hükümdarın veya Kafirlerin baskısı Resulullah SAV’in getirdiği dinin, Allah cc’ın kesin kıldığı hiçbir şeyi azaltır ne de kaldırır.Onun baskısı üzerinedir.

 

Deki:”Hak geldi;artık batılın önü de kalmaz sonu da!”

                                                                                  Sebe(34)49

Çünkü Allah, ancak hakkında ta kendisidir.Müşriklerin O’dan başka taptıkaları ise hep batıldır.Ve tek yüksek yüce ve büyük ancak Allah’tır.

                                                                                  Hacc(22)62

 

136_Eğer Halifeye karşı beddua eden birini görürsen bu bidatçıdır. Eğer halifenin düzelmesi için yalvara birini görürsen bu sünnet ehlidir.

 

Dinlerini parça parça edip ayrı ayrı grublara ayrılanlarla  senin hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra O, kendilerine ne yaptıklarını haber verir.

                                                                                  En’am(6)159

Ey iman edenler, Allah’ itaat edin, peygamber’de itaat edin, sizden olan yetkililere de. Sonra bir şeyde anlaşmazlığa düştünüz mü, hemen Allah’a ve Peygamberine arz edin onu, eğer allah2a ve ahiret günü gerçekten inan mü’minler iseniz. Bu hem hayırlı hemde netice itibariyle daha güzeldir.

                                                                                              Nisa(4)59

137-Mü’minlerin Anneleri(r.a)hakkında iyilik dışında hiçbir şey söylemeyiz.

 

“Ey peygamber, hanımlarına şöyle söyle:”Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız,haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.

                                                                                                      Ahzab(33)28

Oturunda da da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti anın. Şüphesiz yok ki, Allah latiftir, herşeyden haberdardır.

                                                                                                      Ahzab(33)34

 

140- Şunu bilki dürüst kimse kusurunun görülmediği, münafık ise bunun gibi şeylerin açığa çıktığı kimsedir. Gelin hep birlikte Kitab ve Sünnette münaklıkları tanıyalım.

 

“ Size verilen şeyler, yalnızca dünya hayatının geçici malı ve süsüdür. Allah yanındaki ise hem daha hayırlı, hem kalıcıdır; artık düşünmeyecek misiniz?”

                                                                                                      Kasas(28) 60

 

“161- Bir peygamberin emanete hıyanet etmesi olur şey değildir. Her kim hiyanet eder, ganimet ve hasılattan bir şey aşırırsa kıyamet gününde boynuna aldığı şeyi yüklenerek getirir. Sonra da herkese kazandığının karşılığı ödenir, hiç birine haksızlık edilmez. Allah, inananları bulunduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Allah, sizlere gaybı bildirecek de değildir; fakat Allah ona peygamberlerinden dilediğini seçer. Onun için Allah’a ve peygamberlerine inanın; inanır ve korunursanız size büyük bir mükafat vardır.”

                                                                                                      Al-i İmran(3)161-179

“ Bir de:” Allah’a ve peygamberine inandık ve itaat ettik.” Diyorlar. Sonra onlardan bir kısmı bunun arkasından yan çiziyorlar. Onlar mümin değillerdir.”

                                                                                                         Nur(24)47

“ Ey peygamber, kafirlerle ve münafıklarla savaş ve onlara kalın bulun(katı davran)! Onların varacakları yer cehennemdir. Ona gidiş de ne kötü gidiş!”

                                                                                                       Tahrim(66)9

79- Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki; Dinde takvalı olsun veya olmasın hiçbir müslümandan samimi bir tavsiyeyi gizlemek caiz değildir. Kim öğüdü yapmazsa o müslümanları kandırmaya çalışmıştır. Kim müslümanları kandırmaya çalışmışsa bu dine karşı bir kandırmadır. Kim kandırmaya çalışırsa bu Allah(cc) ve Resulunu(sav)’i ve inananları kandırmak demektir.

 

“ İndirdiğimiz, apaçık delilleri ve irşad yollarını Kitabta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenler... İşte onlara, hem Allah lanet eder, hemde lanet edebilecekler lanet ederler.”

                                                                                                              Bakara(2) 159

 

“ Allah’ın indirdiği Kitabtan bir şeyi gizleyen ve onu yok pahasına değişen kimseler... İşte onlar, karınlarını ateşten başka bir şeyle doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onları temiz de çıkarmayacaktır. Onlar için elim bir azab vardır.”

                                                                                                              Bakara(2) 174

 

“ Ey İman edenler! Kendinize dikkat edin. Doğru yolu bulduğunuz takdirde doğru yoldan sapan kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Ne yaptığınızı size O haber verecektir.”

                                                                                                              Maide(5) 105

 

“ Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu taşımayanların hali kitablar yüklenmiş eşeğin hali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayanların hali ne kötüdür. Allah zalimler gurubuna hidayet etmez.”

                                                                                                                       Cuma(62)5

 

“Temimu’d-dari’den(r a) Resulullah SAV şöyle buyurdu:<< Din ancak nasihattır. Biz kim için dedik.<<Allah için, rusulu için ve müslümanların imanları için “ buyurdu.”

Müslim-55-Ebu Davud-4944-Nesai-4202-Tirmizi K Bir-

 

“Cerir(r a) Ben ResulullahSAV ile namaz kılmak zekat vermek ve her müslümana nasihat etmek üzere beat ettim demiştir.

                                                                                                                      Müslim-56

83-Allah hepinize merhamet etsin. Şunu bilin ki din konusunda sapıklık, inançsızlık, şüpheler, bidatlar, dalalet ve karışıklık kelamdan başka bir yolla girmemiştir. Çünkü bu kelamcıların, tartışma, münakaşa, cedelleşme yapması yüzündendir. Allah(cc)’ın şu ayetini gören nasıl olurda, tartışma, münakaşa ve cedelleşmeye girebilir.

 

“ Allah’ın ayetlerine karşı kafirlerden başkası mücadele etmez. Bu itibarla onların şehirler arasında dolaşmaları seni aldatmasın.” 

                                                                                                              Mumin(40)5                                   “ Allah’ın ayetlerine karşı kafirlerden başkası mücadele etmez.”

                                                                                                                       Mumin(40) 4

 

85- Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, Namaz farizası beş vakittir. İkamet ettiğin yerde ne artar nede azalır. Seyahatte Akşam dışında iki rekattir. Beş vakitten fazla olduğunu söyleyen bir kimse bidatçıdır. Allah(cc)bunları vakitlerinin dışında kabul etmez. Yalnız unutursa veya uyur kalırsa o, mazurdur. Hatırladığında kılar. Seyahatlarda veya mukimken iki vakti isterse cem yapabilir.

  Dua, hayırla dua müslümanların yaptıkları bazı hareketleri de kapsayan bir ibadet türü. Arabçası “salat” olup, çoğulu “salavat” tır. Namaz önceki şeriatlarda da vardı. Namaz, hicretten bir buçuk yıl kadar önce Mir’aç(isra) gecesinde farz kılınmıştır.

 

“ Enes(ra)’dan. Hz.Peygamber(sav)’e İsra gecesi namaz elli vakit farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Allah(cc) “Onlar beştir, yine onlar ellidir. Benim nezdimde söz tedbil olunamaz. “buyurdu. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır.”

 Buhari, K.Salat 1,1c 448sy – Müslim 263 – Rad(13) 39 – A.B.Hanbel V,122,143

“ Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir vardır.”

      Enam(6) 160 – Neml(27) 89 – Kasas(28)  84

Daha önceki ümmetlerde namaz ibadeti vardır: Lokman(31) 17, İbrahim(14) 37, Taha(20)14

     İslam’da meşruluğu:

“ Namazı kılınız ve zekatı veriniz.”           Bakara(2) 43

“ Namazlara ve özellikle orta namaza devam edin. Huşu içinde Allah için namaza durun.” Bakara(2) 238

“ Namaz, müminlere üzerine vakti belli olarak farz kılınmıştır.”     Nisa(4) 103

“ Namazı kılmak ve Allah’tan korkmakla emrolunduk, zira varıp huzurunda haşrolunacağımız O’dur.”      Enam(6) 72

“...”

87- Allah hepinize rahmet etsin. Şunu bilki İslamın başlangıcı Allah(cc) dışında ibadete layık hiçbir zatın olmadığını ve Muhammed(sav)’in onun kulu ve Resulu olduğuna şehadet etmektir. Bu bir şahsın üzerindeki ilk zorunluluktur. Kelimeyi Şehadet, Allah(cc) dışında her hangi bir şeye ibadet etmez. Yalnız ve yalnız Allah(cc)’a ibadet edceğini içeren bir anlaşmadır.İbadet ki bu ibadeti Allah(cc) ve Resulu(sav)’in belirttiği şekle göre yapılmalıdır. Bu şehadetin yedi şartı vardır.

a)                                                                                                                                                                                                                   Neyi inkar ve neyi kabul ettiğini bilmek

b)                                                                                                                                                                                                                   Bunda emin olmak

c)                                                                                                                                                                                                                   Onun manalarına tamamen mutmain olmak

d)                                                                                                                                                                                                                   Onu ve onun gereklerine boyun eğmek kabul etmek

e)                                                                                                                                                                                                                   Kalbinin söylediği ile uyum içinde olması

f)Niyette ihlas

g)                                                                                                                                                                                                                   Onu ve gereklerini sevmek, ona uyan insanları sevmek, onun karşısında olanlardan nefret etmek

 

88- Allah(cc) her ne söylerse tam söylediği gibidir. O’nun söylediklerinde hiçbir tezat yoktur. O, söylediği gibidir.

 

“ ... Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır.”

                                                                                                            Nisa(4) 122

 

89- Allah hepinize rahmet etsin. Şunu bilin ki, Bütün şeriatın içerdiği herşeye ve tüm kanunlarına iman etmek gerekir.

 

90- Allah hepinize rahmet etsin. Biliniz ki, kandırma, yolsuzluk ve hile yapmak yasaklanmıştır. Kitab ve Sünnete göre hareket eden müslüman alış verişe dikkat eder. Vade farkını uygulamaz.

 

“ Kim bir satışta çift fiyatla malını satarsa, ya azını ya da faizli olanı alır.”

 Ebi Şeybe Musannaf 6/120/520 , Ebu Davud 3461 , İbn Hibban 1110 , Hakim Müstedrek 2/45 , Beyhaki Sünende 5/343 , İbn Hazm Mualla 9/16

 

“ Bir de aranızda mallarınızı haksız sebeplerle yemeyin, insanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için o malları hakimlere sarkıtmayın(dava konusu yapmayın)

                                                                                                            Bakara(2) 188

 

“ Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar.”

                                                                                                            Nur(24) 37

 

91- Allah sizleri affetsin. Allah’a hizmet eden bilsin ki bu dünyada korkuyla yaşamalıdır. Çünkü nasıl bir şekilde öleceğini bilmiyor o. Eğer hep iyilik yaptıysa bu dünyada hatasız yaşamaya özen gösterdiyse de “nasıl bir sonum olacak? Allah’ı görebilecekmiyim?” diye bir korku ve endişe içinde yaşamalıdır.

 

“ Oysa Rablarının korkusundan titreyenler.”

                                                                                                            Mu’minun(23) 57

 

92- Ölüm esnasında bir insan ruhunu teslim ederken korkmasın. Allah’ı düşünerek ölsün. Yaptığı yanlış şeyleri düşünsün. Korku ve ümit arası olsun Allah’a hüsnü zan beslesin.

 

“ Enes(ra)’dan Resulullah(sav), ölüm ile uğraşan bir gencin yanına girdi, “kendini nasıl buluyorsun?” buyurdu. Genç –Vallahi ya Resulullah(sav) dedi. –Allah’ın rahmetini umuyor ve günahlarımdan korkuyorum. Bunun üzerine Resulullah(sav): Bu gibi yerde o ikisi ümit ve korku, kulun kalbinde bir araya gelirse, Allah behemehal ona umduğunu verir ve onu korktuğundan emin kılar.”

  Tirmizi 988

 

75- Allah(cc)’ın Kaza ve Kaderine İman

 

“ Kader konusunda Allah ve Resulunun müsaade ettiği kadar konuşmak gerekir. Konuşulanlarında Allah ve Resulunun haber verdiği ve müsaade ettiği şeyler olmalıdır. Kader’e İman dört erkan üzere kaimdir. Bu erkanları bilme kadere giriştir. Kader ilmini bilme imanın şartlarındandır. Bu rukunlar şunlardır:

1)                                                                                                                                                                                                                   El-İlmu-ilim

2)                                                                                                                                                                                                                   El- Kitebetu-Yazı

3)                                                                                                                                                                                                                   El-Meşietu-Dileme

4)                                                                                                                                                                                                                   El-Halku-Yaratma

 

El-İlmu-İlim:  Allah’ın ilmen, cümleten ve tafsileten ezeli ve ebedi her şeyi bildiğine inanma. Kullarının fiilerini, olacak olmayacak her ne varsa ilmi ile kaimdir(bilir). Yarattığının rızkını ne kadar olacağını fiilini ve cennetemi cehennememi gideceğini bilir. Şüphesiz kendi yolundan sapanları en iyi bilen Rabbım’dır. Doğru yolu bilenleride en iyi bilen O’dur. Gaybın anahtarı O’ndadır. Ve onları O’dan başkası bilemez. Karada denizde olanı bilir. Hiçbir yaprak düşmesinki onu bilmesin. Yani dalındaki bir yaprak bile O’nun ilminin dışında düşmez.  Yeryüzünün karanlıklarında hiçbir dane hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitabda Levhi Mahvuzda yazılı bulunmasın. Olacağı, olanı, olmayışı ve olmayacağı mabudu yok ve mevcudu var olanıda biliyordu. Allah(cc) yarın onların itirazı olmasın diye onlara Resuller gönderiyor.

 

“ O kendinden başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı ve hazır olanı bilendir. O Rahmandır, Rahimdir.”

                                                                                                                   Haşr(59) 22

“ İnkar edenler kıyamet günü bize gelmeyecek demekteler. De ki: Hayır, Rabbime yemin ederim ki O size mutlaka gelecektir. Gökte ve yerde olan zerre miktar kadar hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalamz...”

                                                                                                                   Sebe(34) 3

“ Doğuda batı da Allah’ındır. Ne tarafa yönelirseniz yönelin Allah’ın vech’i oradadır. Şüphesiz Allah(her yönü) kaplar ve (her şeyi) bilendir.”

                                                                                                                   Bakara(2) 115

“ Kendilerine bir ayet geldiğinde Allha’ın Peygamberlerine verilenler gibisi bizede verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz, demektedirler. Allah risaletini nereye koyacağını ve kime vereceğini çok daha iyi bilir. Cürüm işleyenlere yaptıkları hilekarlık sebebiyle Allah katından bir zillet ve şiddetli bir azab erişecektir.”

                                                                                                                   Enam(6) 124

Şüphesiz kendi yolundan sapanları en iyi bilen Allah’tır. Doğru yolu bulanları da en iyi bilen O’dur.”

                                                                                                                   Kalem(68) 7

Gaybın anahtarı O’ndadır. Ve onları O’ndan başkası bilemez. Karada ve denizde olan her şeyi bilir. Hiçbir yaprak düşmesin ki onu bilmesin. Yeryüzünün karanlıklarında hiçbir döne, hiç ir yaş kuru olmasın ki apaçık kitabta bulunmasın.”

                                                                                                                   Enam(6) 59

O kullarının üstünde her şeye kaadirdir ve galiptir. Yegane hikmet sahibidir. Herşeyden hakkıyla haberdardır.”

                                                                                                                   Enam(6) 18

Eğer sizinle birlikte savaşa çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı. Zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah zalimleri hakkıyla bilendir.”

                                                                                                                   Tevbe(9) 47

Allah onlardan bir hayır olduğunu bilseydi onlara elbette duyururdu. Eğer onlara duyursaydı onlar yine yüz çevirip dönerlerdi.”

                                                                                                                   Enfal(8) 23

 

Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün. Sünnetten delillere gelince:

 

İbn Abbas(ra)’dan, Resulullah(sav)’e müşriklerin çocuklarından soruldu? Allah müşriklerin çocuklarını yaratırken bunların nasıl yaşayıp ne işleyeceklerini en iyi bilendir. buyurdu.”

  Müslim 2660 – Buhari 14c 6491 – Ebu Davud 4711 – Nesei 1950

 

Bütün bunları anlatırken kaderin Allah cc’nın kulları üzerinde bir sırrı bağı olduğu hiç zihnimizden çıkarmayalım. Bir misal daha verirsek, Kur’an’da “Kehf” suresinde Musa(as) ile Hızır (as)ın arkadaşlığı anlatılır.Orada:”Yollarına devam etmişlerdi. Nihayet oğlan çocuğuna rasladılar.O kul onu da öldürmüştü...”(Kehf 74)

 

 Hadisde de

:” Hızırın öldürülmüş olduğu çocuk kafir olarak tabiatlandırılmışdır.Eğer yaşasaydı muhakkak ana babasına azgınlık, tecavüz vekafirlik sarılıp büyüyecekti” buyurdu. Müslim-2661

 

       Çocuk daha suçu işlemeden öldürülüyor.İşleyecekti bunu kim biliyor, Allah cc tabii.Yani biz Allah cc’ne bunu neden yaptın? demeye hakkımız yok. Bütün bunlar kaderin Allah’ın üzerimizdeki bir sırrı olduğu ve bizim buna iman etmemiz gerektiğini, neden, nasıl sorusuna gitmemiz gerektiğini gündeme getiriyor.Bizim burada tek gayret göstereceğimiz yer imtihanı kazanmaya çalışmaktır.

 

”Müminlerin anası Aişe(ra)dan,Bir küçük çocuk vefat etti.Ben, ne mutlu ona.Ocennet serçelerinden bir serçedir deyiverdim.Bununüzerine Rasulullah SAV “Sen bilemezsin ki Allah cenneti yaratmış, cehennemide yaratmıştır?Sonra şunun için bir ehl yaratmışdır, buyurdu.”Müslim 2662 

 

      Burada yaratığı ne manada, insanlar. Yine Sahihi Müslim de:..

 

Ali(ra)dan,Biz bir defasında Bakiul Garkad mezarlığında bir cenazede bulduk.Resulullah SAV yanımıza gelip oturdu, bizde etrafına oturduk.Resulullah SAV‘in beraberinde bir asa vardı. Resulullah SAV başı eğdi.Düşünceli bir halde elindeki asayla yere vurub dürtüştürmeye, çizgiler ve izler meydana getirmeye başladı.Sonra—Sizdenhiç bir kimse ve yaratmışhiç bir nefis müstesna olmamak muhakkak cennette ki ve cehennemdeki yerini Allah yazmıştır. Ve herkesin bedbaht veya bahtiyar olduğu muhakkak yazılıdır, buyurdu. Bunun üzerine sahabilerden bir kimse:_Ya Resulullah.Öyle ise bizler ameli terkedip bu yazımız üzerinde durmayalım mı? dedi. Resulullah SAV:_Saadet ehlinden olan kimse saadet sahibinin ameline varıp ulaşacaktır.Şakavet ehlinden olan kimsede şekavet ehlinin ameline varıb ulaşacaktır, buyurdu ve şunu ilave etti.<<Sizler amel edip çalışın.Çünkü herkes  niçin yaratıldıysa o kendisine kolaylaştırılmıştır. Saadet ehli, saadet ehlinin amelini kolaylaştırırlar. Şekavet ehli de, şekavet ehlinin amelini kolaylaştırırırlar.Sonra Resulullah SAV şu  ayetleri okudu:<<Bundan sonra kim verir ve sakınırsa o en güzeli de tastik ederse bizde onu en kolaya hazırlanız. Amma kim cimrilik eder kendisini müstağni görür ve en güzeli yalan sayarsa bizde onu en güç olan için hazırlayacağız.(Leyl(92)5-10)”Müslim-2647no

 

  Kaderin dört rüknü var dedik.İlim, yazı, dileme ve yaratma. İlmi anlattık.İyi kötü, küçük büyük var olan gizli ve aşikar olanı, olacağı ilmi bunu kuşatmıştır.Ve ihate etmiştir.

 

  EL-KİTATU-YAZI<< Allah cc’ın yazması kıyamete kadar yaşayıp, yaşatacağı mahlukun kaderini, ilminin heryeri kuşatmasından dolayı “levfi Mahfuz” da yazmıştır. Allah cc +kıyamete kadar, 50.000 yıl önce yazılmıştır. Delil:

”Abdullah İbn Amr ibn Âs(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu.<<Allah mahlukatın kader ve kazalarını semaları ve arzı yaratmasından 50.000 sene önce yazmıştır. Ve onun arşı su üzerinde idi>>(Secde10)Müslim2653nolu hadis Şerif .

 

     Şimdi burada “yazma” ilminin İhasatasıyla “Muhit” oluşuyla alakalıdır.<< Bilmiyor musun ki, Allah gökte ve yerde olan herşeyi bilir. Bu mahfuzda levhi yazılıdır. Bu şüphesiz Allah’a kolaydır.>>           Hacc(22)70

 

Neden arkasından bu Allah’a kolaydır,der? Çünkü, insan olacağın yazılması  bilmesi neyse olmıyacağı bilmesi bile odur. Bizim aklımızdan geçen kalbimiz tasavvur ettiği ne olur? Var olan şeyler. Bildiğimiz şeyler. Hiç kendini yorma. Nasıl olmuş diye Çünkü bu Allah’a kolaydır. Zorluk insan içindir. Anlamakta gerekmiyor bunu , ama gene bağladığı yer var.

 

Mesela

 

<<De ki: Sana ruhtan soruyorlar. De ki:”Ruh, Rabbımın emrindedir. Onun hakkında size çok az bilgi verilmiştir.>> (İsra(17)85)

 

 Ruh, Rabbımın bir işidir. Ondan sonra  size çok az  bir malumat verildi. Sana bildirdiği kadar  konuşursun bu kadar. Yine Allah cc Kur’anda <<De ki: Bize Allah’ın yazdığından başka bize başka bir şey isabet etmez. Bu itibarla müminler yalnız Allah’a güvenip dayasınlar.>>

                                                                                                   Tevbe(9)51

 

Burada küçücük bir soru işareti var.Mesela,değiştirme kelimesi bizim dilimizle garib anlaşılıyor. Değirtirme yani Alah’ın takyir ettiği bir şeyi bozmak yoktur derken bunu değiştirme  yazdıysa bozmaz başka türlü olmaz tipindedir. Ama ikisininde adı”Kader olabilir. Yani hastalık Allah’ın takdiri midir? Evet. Peki şifasını arama.Bak oda kaderdir.Dua ederek onun defini isteme, bak oda kaderdir.

 

          ”Selman (ra)dan, Resulullah SAV şöyle buyurdu. Kazayı ancak dua önler ömrü yalnız iyilik artırır.”(tirmizi-2225)

 

         Burada kader bozulmuyor. Kaderin çeşitli tecellisi gündemde. Burada takdiri yazılı olarak ele alıyor bilme olarak ele alıyor ve birde yazı olarak ele alıyor.Mesala”müslümanın başına gelen bir musibet yoktur ki onun sebebiyle günahı affolmasın hatta ayağına batan diken bile”(müslim,Birr,49)

 

         Sana bir hastalık veriyor. Rabbım bunu verdi şifasını da verir, aramaya düşman veyahut  senin yanında birisi bıçaklandı veya hastalandı. Allah cc taktir etmediyse ölmez  diye götürmemen senin onu öldürmene ortak olmandır. Ama onu hastaneye götürmen kurtulması demek değildir. Bu demin zikrettiğimizdir.<<onlara de ki: Bize Allah’ın yazmış olduğundan başka  bir şey isabet etmez.>>(tevbe51)

 

        Yani Allah’ın bildiğinden başka O’nun ilminin dışında bize birilerinin sonradan isbat ettireceği hiçbir şey yoktur. Yani bundan kurtulman mümkün değil. Musa (as) Firavun ile olan münazarasından Musa (as)da dedi ki:

 

<<Firavun şöyle demiştir: Geçmiş nesillerin durumu ne olacak. Musa (as) demişti ki:”Onlarla ilgili bilgi Rabbımın katında  bir kitabtır. Rabbım şaşırmaz ve unutmaz.>>(Ta-ha(20)51,52)

 

”Abdullah b.Amr b.As(ra)dan Resulullah Sav şöyle dedi:Allah’u Teala mahlukatı yaratmadan 50,000yıl önce onların kaderlerini yazdı.Ve arşıda suyun üstünde olduğu halde...>(secde (32)10,Müslim-2653)

 

Yani mahlukun mukeddaratı daha yaratılmazdan,Adem (as)yaratılmazdan 50,000  yıl  önce bitmişti ve yazılmıştı. Hangi ağacın yaprağı ne zaman düşecekse bu biliyordu.İkinci misal

“..Ebu Hureyre (ra)dan Rasulullah şöyle buyurdu<<Aden ile musa birbirlerine huccet getirip niz’a ediştiler. Musa,-Ya Adem. Sen bizim babamızsın.Sen bizi cennetten  çıkartdığın için bizleri mahrumiyet ve zarara düşürdün dedi. Adem de Ona.-Sen Allah’ın kelamı ile seçipmümtaz kıldığı ve lehine eliyle yazıp çizdiği Musa’sın . Öyle iken sen Allah’ın beni  yaratmasından kırk sene evvel üzerime taktiridir, buyurduğu bir işten dolayı dolay beni levm mi ediyorsun dedi.Bunu Takiben SAV: Böylece Adem  Musa’ya delil ve burhanla galib oldu, buyurdu(Müslim-2652)

 

     Burada suçuna bahane buluyormu Hayır. Başka bir yerde diyor ki:<<Ey Rabbım biz nefsimize zulmettik heva ile ,eğr bizi affedip bağışlamazsan biz hüsrana uğrayanlardan oluruz>>(Araf(7)23)

 

     Adem (as) burada hatasına, şuçuna özür bulmuyor. Neye özür buluyor cennetten çıkarılmasına. Cennetten çıkarılması 50,000 sene önce , zaten mükadder di yazılmıştı. Ama çıkaralması bir suça binaen oldu ve Adem(sa) bir imtihan edildi. İnsanlığın ilk imtihanı bununla başladı. Yani melekleri Adaem(as) la imtihan etti. Kim kaybetti iblis. Adem (as)la bu sefer iblisle imtihan etti yani herşey şuçla oluyor. Suçun ummum “İbn abbas (ra)dan şöyle buyurdu şayet sizler günah işler kimseler olmasaydınız.     Allah günah işler bir halk yaratır. Onlara mağfiret eylerdi.>>(Müslim-2748)

 

     Allah’ın gafur isminin tecellisi bunu gerektiriyor. Bağışlanmak için suç işlemek “acizliği” anlamak için hasta olmak kul olduğunu hissedebilmen için muhtaç olman gerekiyor, diyor.

Yani Allah’ın “şafi” sıfatı varsa bir hastalanmak gerekiyor. Allah’ın affedici sıfatı varsa (ki vardır) suç işleyen olması gerekir. Yani bu sunnetullahtır. Ama suçun işlenmesini istemiyor. Yaratan Allah suçu işleyen kul. Burada imtihan sırrı var.Melekler, Adem (as)la imtihan ediliyorlar. Meleklerin hepsi kazanıyor iblis kaybediyor. Ve İblis şuçunda mazeret buluyor.

 

<<...Ben Ademden hayırlıyım, çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.>>           (Araf(7) 12)İblise tövbe hakkı verimiyor ve lanet ediliyor, melu kılınıyor. Adem imtihan ediliyor, kaybediyor. Ama tevbe etme, af taleb etme duygusu, hakkı verildi.<< Sonra Rabbı yine onu seçmişti ve tövbesini kabul edip ona hidayet etmişti.>>(Ta-ha(20)122)

 

  Çünkü Rabbisinden af dileyici tövbe kelimeleri öğretildi. Ve Adem (as) af diledi Rabı da onu affeddi. İblisin isyanına sebep olacak cahilliği yoktu. Fakat Adem’in suç işlemesine mazaret teşkil edecek bir cehaleti vardı. İblis onu nasıl sapıtıyor:

 

”...ey Adem, sana ebedilik ağacını ve hiç yok olmayacak bir hükümranlığı götereyim mi? demişti.”(Ta-ha(20)120)  Anlamadı Adem(as) mahiyetini. Burada cahillik var. Ama Rabbi ona yaklaşma dediyse yaklaşmaması gerekiyordu. Ve ona birde tevbe hakkı verdi. Burada bir kaide ortaya çıkıyor:

 

-Kişinin malumatı nisbetinden tövbeden mahrumiyeti vardır.

-Cehaleti nisbetinde mazereti gündemdedir.

 

EL-MEŞİETU-DİLEME     Her şeyde nufus eden Allah’ın meşietinin dilemesinin kudretinin şumulune istediği şeyin olduğu, istemediğinin olmadığına, ne haraket, ne sukut, ne hidayet nede dalalet ancak Allah cc’ın meşiyetine tabidir.

 

<< Rabbım dilediğini yaratır ve seçer onların seçme hakkı yoktur. Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir ve çok yücedir.>>(Kasas(28)68)

<< Kur’an sizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için öğütten bir şey değildir. Şuda bir gerçektir. Şuda bir gerçektir ki Alemlerin rabbı olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz.>> (tekvir(81)28-29)

 

Bize dileme gücü veren kim, Allah cc

 

<< Hiç bir şey için ben bunu yarın yapacağım deme “Ancak Allah dilerse “yapacağım de. Unuttuğun zaman Rabbını an ve şöyle de:Rabbım olaki  beni doğruya bundan daha yakın olana eriştirir.>>                                                                                                 (Kehf(18)23-24)

 

<<Faraza  onlara melekleri indirdeysik ölüler onlarla konuşsaydı ve herşey onların karşısında bir araya getirdik. Allah cc dilemedikçe iman etmezlerdi.(Mü’minlerin) çoğu bunu bilmez.>>

                                                                                                                    Enam(6)111

 

<<Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu dalalette bırakır. Kimi dilerse onu da dosdoğru yola sokar.

                                                                                                                    Enam(6)39

<<Abdullah ibn Amr İbn As(ra)dan Resulullah SAV şöyle buyurdu.” Büyün Ademoğullarını kalbleri Rahmanın parmaklarından iki parmak arasında bir tek kalp gibidir ki Rahman onu dileyeği yere çevirir döndürür”..

                                                                                                                    Müslim-2654

<<Fakat kendilerine, kendi ellerinin sebeb olduğu bir musibet gelip çattığı zaman nasılda iyilikten ve ara bulmaktan başka bir şey istemedik diye Allah’a yemin ederek sana geliyorlar.>>

                                                                                                                    Nisa(4)62

<<Nerede olursanız olun, hatta tahkim edilmiş kalelerde olsanız bile, ölüm yine de erişir.Eğer onlara bir iyilik isabet ederse “bu Allah’tandır” derler. Eğer bir kötülük isabet ederse”bu sendendir”derler. De ki: Hepsi de Alah’tandır. Bu kavme ne oluyor ki hiç söz anlamıyorlar..>>

                                                                                                     Nisa(4)78

Onun ikiside Allah’tadır.Resule dedirtiyorlar. İyilik Allah’tan kötülük sizden deyince yaratma yönüyle kula nisbet edilmeyi mi Hayır. Yaratma yönüyle ikisi de Allah’tan ve birleştiriyor. Yaratma yönüyle kula nisbeti mümkün değildir. Ama işleme yönünden size bir iyilik isabet lutfundan manasında. İşlediğiniz iyilik bir, kötülük bir, bir kötülüğe bir ceza adaletindedir. Ama bir iyilğe binlerce karşılık neyinden? Lutfundandır.

 

”...Ben güzelliği on ile karşılarım..(Buhari 7c 3027sy)

 

 Eğer  adalet gündeme gelse senin 60 senelik iyi ömrüne 60 senelik bir ahiret hayatı vermesi gerekir. Bu adalettir, değil mi? Böyle olması gerekir. Ama böyle değil hesaba taktir edilmeyen bir edebi edebi hayatı ihsan ediyor. Bu Allah’tan, yani Lutfu Keremi gündemdedir. Ama suç olunca bire bir adaletindendir. İşlediğiniz suç sizdendir derken sen bunu istedin, işleyen sensin yaratan Allah. Kula nisbet edemiyorsun bu yaratmayı. Neredeyse anlayamazlardı. İşte bu anlamayacakları yerde bir imhihan sırrı var. Buna dikkat etmek gerekiyor. Kula seçme hakkı verilmiştir. İsteyen inansın istemeyen küfresin ama inananda açık deliller üzere, küfredende açık deliller üzeredir. Bak kimse kimseye zulmetmiyor. Ancak onlar kendilerine zulmediyor. Cennet ve Cehennemi yaratan kim? Allah cc Cehennemi yaratmadı Allah diyebilir mi? İnsan – Hayır_ şerri Allah yarattı evet ama Şerrin Allah’a nisbeti yoktur. Hayır sendendir. Şerrin nisbeti Allah’a değildir. Yani ondan sığınırız. Hayır taleb ederiz, şerden sana sığınırız. Gazab kimidir? Allah’ın. Rahmeti isteriz, Gazabından O’na sığınırız. Gazabı istememe isyan ile alakalıdır.

 

    Hayır ve Şer mevcut. Seç diyor sen seçiyorsun. Sana kolaylaştırıyor. O’na ait seni yarattığı Cehennemine koyuyor. İnsan doğruyu ve eğriyi seçiyor. Çünkü O’na itaatı ve isyanı ilham etmiştir. Biliyor ki bu isyan buda itaattir. Eğer Allah cc şunu yap ,şunu yap deseydi, hesab sormazdı.Ama iyilik ve kötülük yazmıştır.Neden? Bildiğinden yazmıştır.Neden? Yaratma sıfatı O’nundur da ondan. Kulların değil. O yaratmıştır, insan işlemiştir. İyiliğide o yarattı kötülüğüde iyiliği iyi olarak, kötülüğü kötülük olarak gösterdi. Sana işlemen için seçme hakkı verildi. Seçen sensin, Ama bu seçmede iyiliği seçtiğinde binlercesiyle lutufta bulunuyor sana zaten vermeyecek olsaydı sana istemeyi veı-mezdi. Sana isteme duygusu veren O istemen için. Ama bu isteği sen ne yapıyorsun kötülüğe de kullanabiliyorsun, iyiliğe de kullanabiliyorsun. Ama bunu nasıl kullanacağını Allah CC. biliyor.

 

Buradaki imtihan onunla amel edip etmemeiıdir. Bildiğinden sen onu öyle yapmıyorsun senin öyle yapacağını bildiği için onu yapıyorsun Allah CC. yazdığından onu öyle yapmıyoruz. Ecelin yazılışı vardır. Bir üısana rızkın yazılışı vardır. Said mi şaki mi olacağı yazılır. İmtihanlar koymuş çalışmayı gayret sarf etmeyi haram ve helal olarak ticareti vesilelere ayırmış. Ama öbürü böyle değil. Ondan sonra rızka başka bir şey veı-rrıiş, rızkı çokluklu değil bereketlendirmek

 

Mesela: Bana 10 kg buğday verir, size 10 kg buğday verir ki bereketlendirme çok yerden gelmiştir. 10 kg beş kişilik bir aileye 2 sene yeter birine 6 ay yeter. Bu çok olân bir şey.

 

Rızkı ele aldın mı daha başka bir şekilde ele alıyorsun. Yazı istemeyi dilemeyi yaratmayı bu sefer farklı ele alıyorsun ve alma mecburiyetinde kalıyorsun. Mutlak ilim Allah'ındır. Yazı O'nundur. Bize ne isabet ederse etsin O'nun yazdığıdır. Şimdi burada eceli yazmasıyla Şaki mi said mi yazmasıyla (musibetleri kast ediyor burada) bize bir helalın yazması aynı mı? Aynı değil bakın birisine kötülüğü takdim edebilir. Neden yazdı diyebilir misin? Birisi bakarken, birisi görürken, birisi görmezken, birisinin görmeyişi ile birisinin göıüşü çok garip değil mi? Bir sürü nimetten mahrumiyet bunu bir insan yapsa zulüm dersin buna. Ama sorabilir miyiz? Hayır işte bu imtihan Rabbim böyle takdir etti. Bu cezada olabilir. Yaptığın bir suçun cezası da olabilir.

 

Hayatta karşılaştığın her şeyin emir ve isyanı imtihan olarak düşünmelisin. Bir imtihan olabilir, bir musibet, bir ceza da olabilir. Cezaysa suçu tespit edip af dilemek, ama bir imtihansa hiçbir suç işlemedin. O zaman Rabbim diyor deyip razı olacaksın. Yani tövbe edeceğin bir suç tespit edemediysen imtihandır deyip rıza göstereceksin. Bu bunun kaderidir, diyeceksin. Buna mani olmak düşünülemez. Bazeıi dilersen dolaşan çok çarpık kelimeler vardır. Bunun teferruatına girmessniz sizin başınızı bile belaya sokabilir.

 

Mesela: Sen tedbirini al Takdirini Allah'a bırak tedbir takdire mani bir şey mi?

 

Hayır ama bazı yerlerde bak olabilir. Ama umum manada tebdir Allah eğer benim yarın saat beşte benim araba kazısıyla ölümümü takdir ettiyse bunun önüne kimse geçemez. Burada tebdir nasıl olur. Yarın saat beşte ben meyhaneye de gidebilirim, camiye de gider olabilirim. Benim tedbirim o saatte hayır üzerinde yakalanmaktır. Kazanın vuku iradem dışında ama meyhaneye gitmem benim seçmem Allah CC. dilemeyince biz dileyemeyiz. Burada dilemeyi ele aldığımızda baştan yukarıya dileme mevzuunda bu sefer gündeme gelecek yaratmada yazma da, bilmede ele alacağımız gibi. Ben o olayı bilmeyebilirim. Bu Allah'ın ilmindedir. Yazıldığını bilmem yazan O, bilen O, yaratan yine O'dur. Dileyen de O'dur. Dileme isteği gibi kainatı tertip eden. Çünkü bana gözlerimin kör olması gibi bir belayı veren, neden diye soramıyorum. Ona soramam. Ama camiye gitmeyi seçen benim, meyhane de gitmeyi seçen benim ölen bir insanın eceli bir mıntıkada takdir edilebilir. Orada bir meyhane içki fuhuşta veya Allah'ı yasak ettiği bir şeyle meşgul olabilir. Aynı yerde Allah için cihad eden birisi de olabilirim.

 

Kadere iman bu meselelerle çok alakalıdır. Birileri Allah yolunda bir şeyler yapârlarsa öldürüleceğinden korkar. Halbuki korkmasına gerek var mı? Allah CC. ecelini taktir ettiği için ölür orada. Ama şehadeti isteyerek samimi bir şekilde yatağında ölse o da şehittir. Ömer (r.a.): Ey Rabbim bana Resulun şehrinde şehadet nasip et deyince Ömer bu nasıl söz Medine artık müşriklerden temizlendi bu nasıl olur dediklerinde Allah isterse olur diyor. (Buhari)

 

"Ebu Lüblü tarafından hançerlenerek öldürülüyor Hz. Ömer. Şimdi burada şahadetle ölüm farklı şehadeti istemek kulun iradesinde. Seçmesi niyetiyle talep etmesi. Ama ölümü taktir Allah'ındır. Senin ecelini yatakta taktir etmiş olabilir. Harp meydanında öldürüldüğü halde şehit olmayanda olabilir. İşte bu kulun iradesi yani seçimidir. Burada seni serbest bırakmış. Sen seçiyorsun, ama dilemeye gelince sana dilemeyi tövbe etmeni istiyor. Sana mutlak dilemeyi vermiyor.

 

Tövbe et deyince ne istiyor senden? Bağışlanma dilemeni sana istediğini vermeyecek olsaydı, istemeyi vermezdi zaten. Sen af isteyince ne yapıyorsun? Birisi suç isler akabinde bunun suç olduğunu bilirse, Rabbi'nden bağışlanma dilerse Tövbe budur. Suç olduğunu bildiği halde yaparsa ecel gırtlağına dayandığında af isterse Allah isteğini saptırır diyor mu? Şimdi mutlak istemeyi bağlıyor kendisine kimi saptırıyor. Fasıkları saptırıyor. Fasıklardan başkası da sapıtmaz diyor. Bir isyan ikinci bir isyanı mı getiriyor?

 

Evet ,Talut ve Calut kıssasında olduğu gibi nehirden geçenler ne yapıyor kıtal gibi bir şeyden de saptırıldılar. Nehirden geçerken su içmeyenler katıl gibi bir işe hidayet üzere yollandılar. Ne yaptı Allah CC. onlara yardım etti. Az berikilerin kalbine de ne koydu, korku koydu. Onlar istedi bu korkuyu. İçmeyeceksin dedi ve denedi içince de ne oldu korku koydu. İçmeyince vakar koydu. Sen istedin bunu.

 

"Allah Resulu (S.A.V ) şöyle buyurdu: Adem oğullarının kalbi tek bir kalp gibi Allah'ın iki parmağı arasındadır. İstediği tarafa çevirir. İstediği gibi tasavvur eder diyor." (MÜSLİM 2654)

 

Allah'ın meşiyetinin nüfusu ve kudretinin şumulu olmuş olacak şeyler de içtima eder. Olmamış şeyler de ayrıdır. Allah'ın olmasını istediği bir şey olur. Kudretinin oradaki mahali nedir? Yoktur, neden, olmasını istemediği bir şey de olmaz, istemediğinden dolayı Adeni kudretinden kudreti yetmediğinden değil. Bu fıtne daha çok Araplarda vardır. Allah azze ve celle bir şey istemedi mi (dilemedi mi) olmaz. O şeyin olmaması Allah'ın CC. kudretinin (gücünün) dışında olmadığından değildir. "... Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazlardı. Seni onlara bekçi kılmadık. Sen onlara vekilde değilsin..." (EN'AM : 107)

 

' Eğer Allah CC. dileseydi birbirini öldürmezlerdi. Ama Allah CC. serbest bıraktı imtihan için Allah CC. dilediğini yapar. Eğer dileseydi onlar şirk koşmazlarda. Ama Allah CC. serbest bırakmıştır. Seni onlara bekçi kılmadık sen onlara vekilde değilsin diyor Resulune.

 

 

Dördüncü Rukun: El halku (YARATMA)

 

Bu mertebede Allah'tan gayrı kainattaki her şeyin yoktan var olma zatlarıyla, sıfatlarıyla, hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğuna iman etmeyi gerektirmektedir. Bunanla birçok şeyin reddiyesi vardır. Allah'tan gayrı deyince yoktan var olinuş deyince Allah CC. yaratma sıfatı deyince kullanılan birçok kelime vardır. Tercüme edilirken hepsine yaraxrııa olarak tercüme ederler.

 

Bu bazen arızalı olur. Ama Lugavi yönden eş manalı teferruat yönüyle hususiyetlikleri vardır.

 

Mesela "Fatara" kelimesi "yaratma"dır. Fatır, Halaka, Halık, yaratıcıdır. "Bedia" Bu da kelimesi de yaratandır. Bunların hepsi yatarmadır. Kelime olarak "Fatara" kelimesi ve Halaka kelimesi aynı manada değil. "Fatara" hiçbir şeyden yokken var eden demektir. "Halaka" yapma manasına mecazi kullanılan bir kelime beşer için kullanılabilir.

 

Aynen İsa (a.s) içi Maide'de çamurdan kuş heyetinden bir şey diğeri yarattı. Diğeri "Bedia" Emsali olmadan yaratan demektir.

 

Fatara ve Bedia katiyetle mecazi anlamda kullanılamaz.

 

Ve Allah CC:'de başkasına da bu verilmiyor. Bunu şimdi her şeyi yoktan var olmuş zatlarıyla sıfatlarıyla hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğunu iman etmeyi gerektirir. Yani bir tek "Hak" sairin hepsi nedir? Mahluktur. Haluk ile Mahluku zatında ve sıfatlarında mutlak bir ayrıma gerekir. Yaratıcı olanla yaratanı bilmen gerekir. Bizim sözümüz hareketimiz hepsi mahluktur, değil mi? Katiyetle yaratmanın dışında tek tutulan Allah'tır. Yaratıcı olduğundandır.

 

Hiçbir şeyi sarikat, sekenat, sıfat isim olarak Allah'tan gayrısına nispet edilmesi mümkün değildir. Yani cüzde olsa külde olsa Allah'tan gayrısına yarattı diye nispet edilmez. Bu mümkün değildir. Bu rukun Allah'tan başka hiçbir şeyin yaratılmış olarak kula nispeti mümkün değildir.

 

Ancak bunların hepsi Allah'a nispet edilir. Bizim hayrımız sekanatımız duygularımız bile ne olursa olsun mahluktur. Bu rukuıida semavi kitaplarda fıtratta. Akli selim ittifak etmişlerdi. Meselelerimizi ispat eden sayılamayacak kadar nas vardır. Biz bunlardan bazılarını sarf etmekte fayda buluyoıuz. Kelam Allah'ın sıfatıdır. Bizde zatımızla, sıfatımızla mahlukuz.

 

"... Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şeye vekildir..." (ZÜMER 62)

 

"... Hamd gökleri ve yeri yaratan karanlığı ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur..." (EN'AM : 1 )

 

"... Hangimizin ameli daha güzel olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan, yedi kat göğü tabaka tabaka yaratan var eden Allah'ın şanı ne yücedir." (MÜLK 2)

 

Şimdi burada umum bir ifade ne diyor: Cüzleri zikrediyor ölüm ve hayatı niye yaratmış denemek için, imtihan olduğu bir yerde cebri her şey olur mu? Ama bir gizlilik var ve imtihan budur. Herkes nerede nasıl neyle imtihan edileceğini bilemez. Bilse imtihanın meflıumu kalkar ortadan ve anlamı kalmaz

 

. "... Ey insanlar sizi tek bir nefısten yaratan yine ondan eşini meydana getiren her ikisinden de bir çok kadın ve erkek türeten Rabbınızdan sakının kendi adı ile birbirinizden işlemediğiniz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kopaı-maktan sakının..." (NİSA: 1 )

 

Burada ne almış insan nevini almış.Yaratılanlar umum manada gök, yer karalık aydınlık, ondan soııra ölümü yarattı. Yaratan O'dur diyor. Sonra insanları kadın, erkek türeten de O'dur. Adem'in ilk yaratılışı, ilk yaratılma olduğu gibi kadın ve erkekten gelenlerinde insanlaı-ın yaratılması. Ama yaratma Adem'i yaratma şekliyle sonraki gelen insanları yaratma şekli aynı değildir. Ama yaratmadır. Kaderi de aynı mevzuda anlamamız gerekiyor. Eğer yaratma kaderden bir cüz ise Adem'de mahluktur.

 

Biz de mahlukuz. Yaratılış şekli başkadır. "... Geceyi gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Bunların her biri yörüngede yüzer..." (ENBİYA 33)

 

"... Allah'tan başka gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var mıdır?..." (FATIR 3)

 

Yani bize ait ne varsa söz hareket ne varsa oda mahluktur. Sekanat duygularımız hislerimiz şeklinde ele alınır. Hareket söz veyahut el ve"azalarımızla yaptığımız şeyleri geriden getirip koydu.

 

"... Huzeyfe (r.a.) şöyle dedi: Allah Resulu (S.A.V),Şüphesiz Allah her sanatkarı ve sanatını yapandır..." (4.BUHARİ İLAHİ KELAM 25)

 

İşte bu kaderin dört mertebesiyle kadere imana giriş yapıyoıuz. Kader mezuunda bir çok adamın ayağı kaymıştır. Şimdi burada ilk gündeme alacağımız mesele bu dert rukunu anlamadan kadere imanı anlamamız mümkün değildi. Bu kadere giriştir. Bu dört ıukun birbiriyle beraberdir. Çünkü Allah'ın ilmini anlayamamışsan, yazmasını anlayamıyorsan, ilmin anlaşılması yazılmasının anlaşılmasını sağlar. İnşallah anlamışsınızdır. Neyi-Hiçbir şeyin şans olmadığını ve tesadüf olmadığını her şeyin Allah'ın ilmiyle olduğunu hatta yeryüzündeki bir yaprak dahi onun haberi olmadan düşmeyeceğini kader konusu Allah CC. bir sırrıdır. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Kader, Allah'ın kulları üzerindeki sırrıdir. ilk inhiraf, nufatul kader, kaderi inkar adı altında çıkmıştır. Kaderi inkar adı altında cebriyeler çıkmıştır. Bunlarda her şeyi kadere bırakmışlardır. Nufatıl kader daha sahabeler hayatta iken ortaya çıkmıştır, (müslim iman bahsi) buradaki rolü, imanın içine teşviş şüphe sokmaktır.

 

Kevni bir kader vardır Allah'ın aslından yaratmış olduğudur. Bunun  dışındaki kader, mutlak ve mukayyet kaderdir. Ana rahmindeyken, dört şey yazılır. Ecel, rızık, şaki veya said mi olduğudur. Bunlar Allah' yazdığı için olmaz; Allah bildiği için yazar.

 

Olmuş ile olacak arasındaki alakayı kurmak gerekir, aksi takdirde korkunç şeyler ortaya çıkar. Kader zuhur ettiğinde,(o!acak olduktan sonra) inkıyad (teslimiyat) gerekir, musibet geldiğinde iki açıdan ele almak gerekir, ceza ve imtihan

 

Ecel mutlaktır. Ecel, müddet demektir, Allah'ın verdiği müddetin bitmesi neticesinde, Ölüm gerçekleşir. Ölüm, kendisi (irade) dışında, mahlukat  için kevni kaderdir, ölüm, nizamlı bir vakıa dır.

 

• Herkesin kapısını çalar.

  Vakti geldiğinde gerçekleşir.

• Kimseyi kayırmaz.

• ölüm asla tesadüfe imkan vermez.

 

Müsbetlikte ve menfilikte kaderin hakkına tecavüz etmemek gerekir, örneğin, rızkı temin etmek, esbaba tevessüle bağlı kılınmıştır, Rızık konusunda insanlar üçe ayrılırlar;

 

1)- Rızkı ben kazandıın diyen (kafirler)

2)- Rızkı Kabbim verdi diyen {mü'minler.)

3)- Rızkı manevi şekilde bulanlar (muhlisler)

 

Velhamdulillahi Rabbil Alemin. Dua Buyrun

 

 

SEKALEYN RİVAYETLERİ

* GADlR HUM OLAYI VE SEKALEYN HADlSl

 

: Müslim'in rivayet ettiği Sekaleyn hadisi, metninde geçen; '(gadir) hum' lafzından dolayı 'Gadir hadisi' şeklinde de anılmıştır. Sekaleyn hadisinin ifade etliği hükmü anlamada, hadisin vurud sebebi, zamanı ve yeri çok büyük önem arzetmektedir. Hadisin vurud sebebi, yer ve zamanı hakkında farklı rivayetlerin oluşu, hadisten farklı sonuçlar çıkarılmasına neden olmuştur. Ehli sünnet ile şia arasındaki ihtilafın temelini bu hadisten çıkarılan farklı hükümler oluşturmaktadır. Zira, ileride daha geçin olarak ele alınacağı gibi ehli sünnet bu hadisten I iz. Ali ve ehli beytin faziletini anlayıp, Kur'ân âyetleriyle, ehli bey t'in ittifakının icma olduğu hükmünü çıkarırken, Şia, Kur'ân'ın hatadan masum olduğu gibi, ehli beyt'inde hatadan masum olduğunu ve hilafetin yalnızca ehli beyt'e ait kılındığı hükmünü çıkarmıştır. Bu nedenle hadisin söylendiği yer ve o yerde söylendiği belirtilen diğer rivayetler, sckaleyn hadisinin ifade ettiği hükmün doğru, anlnşılması bakımından, büyük, önem arzelmektedir.

 

A. YER OLARAK 'GADİR HUM' :

 

Gadir hum, Mekke ile Medine arasında. (Mekke dönüşünde) yolun sol tarafında1 Cuhfe'ye2 üç mil mesafededir.1 Bu mesafenin, bir,4 iki,5 ve dört6 mil olduğu da söylenmiştir. Fr. Bulu, Gadir hum denilen mevkinin bataklık bir yer olduğunu ve bataklığı çevreleyen sık ağaçların bulunduğunu kaydediyor.7 Bölge, bataklık olmasından dolayı 'hum' adını almıştır. Hz. Peygamberin burada bir mescidinin, bulunduğu da söylenir.8 Esınaî, suyunun zehirli olmasını neden göstererek, Gadir, hum'da doğup oradan göç etmeyen kimsenin ergenlik yaşına kadar yaşayamayacağını söyler.9 Gadir hum'un iklimi şiddetli sıcaktı ve sağlığa elverişsizdi. Orada oturanlar Huzâa ve Kinâne kabilelerine mensub olup fazla değillerdi.10 Daha sonra, aşırı sıcaktan -ve otlak bulunmamasından dolayı bölgeyi terkettiler." Şii rivayetlere göre, Hz. Peygamber veda haccı dönüşünde dinlenmeye elverişli olmamasına rağmen burada konaklamıştır. Suyu olmayan, aşın sıcaklığın bulunduğu bir bölgede konaklayışının sebebi mühim bir hususu tebliğ etmek için olsa gerektir. Hz. Peygamber, memleketlerine buradan ayrılacak olanların, topluluğu terketmeden önce hepsini toplamış ve bir hitabede, bulunmuştur.12 Herhalde, bölge^ Şia'nın iddia ettiği gibi konaklamaya değil uzun süre ikamet etmeye elverişli değildi. Çünkü oradaki bataklık, asm sıcaklık ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına müsait ortam, sürekli ikameti güçleştiriyordu. Bununla birlikte Gadir hum, Mekke ile Medine yolu üzerinde, o bölgeden geçenlerin uğrak yerlerinden biriydi. Hz. Peygamberin bir mescidinin bulunması da bu düşünceyi doğrulamaktadır.13 B;

 

TARİH OLARAK 'GADlR HUM'

 

el-Bekrî, Mu'cemu mâ 'sta'cem, Thk. Mustafa es-Sakkâ, 3. Baskı, Beyrut 1403/1983, II, 268 1 Cuhfe, Mekke ile Medine arasında, denize altı mil mesafede ve cuma namazı kılınabilen büyük büküydün Mekke'ye yaklaşık 76 mil uzaklıktadır. Ya'kûbî, -kendi zamanında- harabe olduğunu belirttiği Cuhfe'nin sahile yaklaşık üç ınerhal, Medine'ye altı merhale olduğunu zikreder. Orayı sel götürdüğü için Cuhfe adını aldığı rivayet edilmiştir. (Bk. Bekri, II, 267-268; Yakut, Mu'cemu'l-Buldân, c. II, s. 111. Beyrut (ts.) ; el-Himyerî, Ravzu'l-Mi'târ , s. 156; thk. ihsan Abbas, II. Baskı, Beyrut 1984) 3 Yakut, II, 389; Bekri, II, 268; Himyerî, s. 156 4 Yakut, II, 389; Bubi, ıV, 705 5 Yakut, II, 111; IV, 188. 6 es-Semhûhûdî, VeuVul-vefâ bi Alıbâri dâri'l-MuslatS, Thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, 4. Baskı, Beyrut 1404/1084, IH, 1018; IV, 1204 7 islam Ans. Gadir hum maddesi. 8 Yakut, II, 389; Semhûdî, IH, 1018; Buhl, IV, 705. 9 Koksal, M. A., islam Tarihi, Hz. Muhammed ve islamiyet, Medine Devri, ist. 1987, X, 312 10 Vaglieri, II, 993, Semhûdî, IV, 1204. " Vaglieri, U, 993 12 Sofuoğlu, M. C., Şia'nın hadis onlayışı, 24. (Dairetu'l-maarif el-lslâmiyye es-Şia, 37'den naklen) 13 Demircan, A., Hz. Ali'nin hilafet hakkı meselesinde Gadir Hum Olayı, 21, Beyan yayınları, 1996. Ibn Kcsîrin el-Bidâye'de belirttiğine öre, Rasulullah'ın (s.a.) bu konuşması, veda haçlıma edasından sonra. Medine'ye dönüşte yolculuk esnasında, Zi'1-hicce'nin 18'inde pazar günü gerçekleşmiştir.14 13u tarih miladi 17 Mart 632'ye rastlamaktadır. Tabatabâî, bu konuşmanın Zi'l-hicce'nin 19'unda olduğuna dair bir rivayet nakletmektedir.15 Ayrıca Ibn Kesîr, el-Bidâye'nin farklı yerlerinde bu tarihi 10, J 2, ve 13 Zi'1-hicce olarakta zikretmiştir.16 Gadir hum onuşmasuun gerçekleştiği tarih huhusunda genel kabul gören tarih 18 Zi'1-hicce'dir. Şia'nın bu tarihi Gadir bayramı olarak kutlamaları da bunu pekiştirmekledir. Rasulullah'ın (s.a.) bu konuşmasının Gadir hum'da gerçekleştiği ekseriyetle kabul edilmesine rağmen, Buhl, hadisenin Hudeybiye dönüşünde olduğunu,17 Vaglieri'de, hudeybiye'de olduğunu kaydetmektedir.18 C.

 

 GADİR HUM'DA SÖYLENDİĞİ BELİRTİLEN RİVAYETLER

 

1. Müslim'in rivayeti; Yezîd b. Hayyân anlatıyor; Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin, onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken bugün Rasulullah (s.a.) hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir beşerim. Rabbimin elçisinin gehnesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi. Allah'ın kitabıdır, onda mutlak hidayet ve nur vardır. Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sanlınız.' buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz. Peygamberin) hanımları ehli bey tindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas oğullarıdır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi. Aynı hadisin devamında, Müslim farklı iki senedle şu ziyadelikleri nakleder; '... Allah'ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır. Kün ona sımsıkı sarılır ve tutunursa hadiyet üzere olur; kim de onu ihmal ederse sapıtır.' '... O ikisinden birincisi Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Kim ona tabi olursu hidayet üzere olur. Kim de onu terk ederse delalet üzere olur.' (Burada Zeyd'e;) 'Ehli beyti kimdir?' dedik. Zeyd; 'Allah'a yemin olsun ki, hayır! Şüphesiz kadın bir asır süresince kocayısya olur; sonra kocası onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. Rasulullah'ın (s.a.) ehli beyti, onun aslıdır ve kendinden sonra sadaka almaları haram kılınmış olan, baba tarafından akrabalarıdır,' dedi. l9 2. Alımed b. Ilanbcl'in mfisned'deki rivayetleri; a. Yezîd b. Ilayyân anlatıyor; 14 Ibn Kesîr el-Bidâye, V, 183, Mektebetü'l-haremeyn, Dânı ümmü'1-kurâ, 1. Baskı 1988, Kahire. 15 et-Tabatabâî, el-Mîzân fî tefsîri'l-Kur'ân, V, 193, Kum (ts.) 16 Ibn Kesîr el-Bidâye, XI, ........................300'lü sy............ 17 Buhl, Fr. 'Gadirü'1-hum', îslam Ans. 18 Vaglieri, L. V., "Ghadir Khum", The Encyclopaedia oflslam, (New Edition), L«iden 1983, H, 993. (Demircan, A., Hz. Ari'nin hilafet hakkı meselesinde Gadir Hum olayı, 19, naklen) 19 Müslün, Fedâilü's-sahabe. bab 4. hadis no 36. 37: c. TT. s. 1873-1X74 'Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik. Yamna oturduğuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin, onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'lan (s.a.) işittiğin hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; '

 

Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.) hutbe irfld etmek Üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir beşerim. Aziz ve Celil olan Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi. Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır, onda mutlak hidayet ve nur vardır.

 

Allah Teâlâ'nın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız.' buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(peygaınberin) kanunları şüphesiz ehli bey tindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğulları, Cafer oğullan ve Abbas oğullandır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi.20 b. el-Berâ b. 'Azıb21 anlatıyor; 'Bir yolculukta Rasulullah'la (s.a.) beraberdik. Gadir hum mevkiinde konakladık, 'namaz için toplanın!' diye seslenildi. Rasulullah için iki ağacın altı süpürüldü.

 

 Rasulullah (s.a.) öğle namazını kıldı ve Ali'nin elinden tutarak; 'Bilmiyor musunuz?! Ben, mü'minler için kendi canlarından daha üstün değil miyim?' buyurdu.' (Oradakiler;) 'Evet* dediler. (Rasulullah (s.a.) tekrar;) 'Bilmiyor musunuz?! Ben, her mü'inin için kendi canından daha evla değil miyim?!' buyurdu. (Oradakiler;) 'Evet' dediler. (Ravi) dedi ki; 'Bunun üzerine (Rasulullah (s.a.) tekrar) Ali'nin elini tuttu ve; "Ben kûtnin mevtası isem, Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım ona dost olana dost, düşman olana düşman ol,' buyurdu. (Ravi) dedi ki; 'Daha sonra Ömer onunla görüştü ve; 'Tebrik ederim, ey Ebu Tâlib'in oğlu! bütün iman eden erkek ve iman eden kadınların mevtası oldun,' dedi.22 c. Zeyd b* Erkam23 anlatıyor; Rasulullah (s.a.) ile birlikte Hum vadisi denilen bir vadide konakladık. Namaz kılınmasını emretti, öğle namazı kıldı ve bize bir hutbe irâd etti.

 

 Rasulullah'ı (s.a.) güneşten koruması için bir ağacın üzerine elbiseyle gölgelik yaptık. (Hutbesinde;) 'Bilmiyor musunuz -veya sehadet etmiyor musunuz-?! Ben sizler için kendi canlarınızdan daha üstün değil miyim?!' buyurdu. (Oradakiler;) 'Evet' dediler. (Bunun üzerine Rasulullah (s.a.)j) 'Ben kimin tnevlası isem, Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım! ona düşman olana düşman ol, ona dost24 olana dost ol!' dedi.25 d. Ebu't-Tufeyl26 anlatıyor; Ali insanları Rahbe(mescidin)'de topladı. Sonra; 'Gadir hum günü, Rasulullah'ın (s.a.) söylediğini işiten her ınüslüman kişi Allah aşkına ayağa kalksın!' dedi. Oradakilerden otuz kişi ayağa kalktı. Ebû Nuaym dedi ki; 'Çok insan ayağa kalktı ve; (Rasulullah'ın (s.a)) Ali'nin elini tutarak, insanlara; 'Ben kimin mevlâsı isem, bu da onun ınevlâsıdır. Allah'im! onu dost edineni dost 20 Ahmed b. Hanbel, IV, 367. 21 Senedi için bk. Arbca metinler kısım, s. ... 22 a.g.e. IV, 281 23 Senedi için bk.

 

Arabca metinler kısmı, s.... 24 hadiste geçen, '...ona dost olana dost ol(:vâli men vâlâh)' ifadesindeki 'velî/velayet' lafzından gelen 'vali' kelimesini 'dost' anlamında değilde, Şia'nın iddia ettiği gibi 'halife, imam' anlamında kabul edersek, , mana; 'Allah'ım! ona düşman olana düşman ol, onu halife edineni, halife edin!' şeklinde olur ki, Allah Teâlâ'nın halife edinmesi konusu gündeme girer, hadiste verilmek istenen ise bu değildir. (Bakara suresinin ilgili ayetiyle ilişkisi?!) 25 Ahmed b. Hanbel, IV, 372. 26 Senedi için bk. Arbca metinler kışını, s. ... edin, düşman edineni düşman edin! dediğine şahitlik ettiler, içimde bir burukluk hissederek ora'dan çıktım ve Zeyd b. Erkam'la karşılaştım. Ona, Ali'nin (r.a.) dediklerini anlattım. Bana; 'Neden şüpheleniyorsun?! Kesinlikle Rasulullah'm (s.a.) ona bunu söylediğini dinledim, dedi.27 3. el-IIâkiın'in el-Müstedrek*teki rivayeti;

 

Zeyd b. Erkam (r.a.) anlatıyor; Rasulullah (s.a.) veda baççından dönerken, Gadir hum'da konakladı ve büyük ağaçlık yerde toplanılmasını emretti. ........? (Orada bir hutbe irad ederek; Rabbim) beni çağırmıştır, ben de icabet ettim. Size iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birincisi diğerendeu daha büyüktür. Allah Teâla'nın kitabı ve neslim(:ıtraüm). O ikisi hakkında bana nasıl bir halef olacağınıza dikkat ediniz. Şüphesiz o ikisi, havzın basında benimle buluşuncava kadar birbirinden ayrılmayacaktır.' buyurdu. Sonra; 'Şüphesiz Azîz ve Celîl olan Allah benim mevlâm'dır, ben de bütün mü'minlerin mevlâsıyım,' buyurdu ve Ali'nin elinden tutarak; 'Ben kimin mevlâsı isem, bu da onun mevlâsıdır. Allah'ım! ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol!' dedi.

 

el-Hâkirn, hadisi uzun olarak zikrederek; 'Buhârî ve Müslim'in şartına göre sahih'tir, ancak hadisi bütün olarak nakletmeraişlerdir,' der.28 4. tbn Hacer el-Askalâoî'nin rivayeti; Ali b. Ebû Tâlib, Ebû Hureyre, Câbir, el-Berâ b. 'Azib ve Zeyd b. Erkam anlatıyor;

 

'Gadir hum' günü Peygamber (s.a.); 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun mevlâsıdır,' buyurdu.29 5. es-Suyûtî'nin rivayeti; 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun mevlâsıchr.' 'Allah'ım ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol.'30 6. Ebû Naîm'in, Hilyetü'l-evliyâ'daki rivayeti; Bureyde anlatıyor; 'Peygamber (s.a.) buyurdu ki; 'Ben kimin dostu isem, Ali'de onun dostudur.

 

 Bu rivayetlerde açıkça görüldüğü gibi, Hz. Peygaınber'den (s.a.) sonra Ali'nin (r.a.) veya on iki imamın vâsîya da halife tayin edildiğini bildiren bir ifade yer almamaktadır. Tefsir kitablarındaki rivayetler; 7. Ibn Mcrdûyc ve Ibn Asâkir, zayıf bir scncdle Ebû Saîd el-lludrî'dcn naklediyor; 'Rasulullah (s.a.) 'Gadir hum' günü Ali'yi çağırdı ve onun velayetini ilan etti. Bunun üzerine Cibril; 'Bu gün sizin dininizi tamamladım...' ayetini indirdi. Ibn Merdûye ve İbn Asâkir, zayıf bir senedle Ebû Hureyre'den naklediyor; 'Zi'1-hicce'nin 18'nci günü olan 'Gadir hum* günü Peygamber (s.a.); 'Ben kimin mevlâsı isem, Ali'de onun mevlâsıdır,' buyurdu.

 

Bunun üzerine Allah; 'Bu gün dininizi tamamladım ...' âyetini indirdi.12 Bu rivayetler zayıftır. Ayrıca Hz. Peygamber'den (s.a.) sonra Ali'nin (r.a.) veya on iki imamın vâsîya da halife tayin edildiğini bildiren bir ifade yer almamaktadır. 8. el-P'akru Râzî tefsirinde derki; 27 Ahıned b. Hanbel, IV, 370. 28 el-Hâkim, el-Müstedrek, III, 109. 29 Ibn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü't-tehzîb, VII, 337 30 es-Suyûtî, Târîhü'l-hülefa, 114, 169. 31 Ebû Naîm, Hılyetü'l-evliyâ, IV, 23. 32 es-Suyûtî, ed-Durru'1-mensûr. II. 259. Mâide süresindeki;.

 

 'EyPeygamberi Rabbinden^sana- indirileni tebliğ-ctl' âyetinin nıızfll sehefaleri arasında ınüfessirler birçok şeyler zikretmişlerdir. ...Onuncusu; 'Bu âyet, Ali b. Ebî Tâlib'in fazileti hakkımla nazil olmuştur. Ayet indiğinde Peygamber (s.a.) ali'nin elini tutarak; 'Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'ım! ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol! dedi. Ömer (r.a.) onunla görüştü ve; 'Ey Ebî Tâlib oğlu! Tebrik ederim; benim ve bütün mü'mirt erkek ve mü'nün kadınların mevlâsı oldun,' dedi.33 9. TefsîriL'L-ınenâr; Şia, imam Muhammed el-Bâkır'dan şunu rivayet etmektedir; 'Rabb'inden, Peygamber'e (s.a.) inen bu ayet, Peygaınber'den sonra ali'nin hilafetini bildirmektedir. Peygamber (s.a.) bunun bazı sahabilere zor geleceğinden korkuyordu. Yüce Allah, bu ayet ile onu cesaretlendirmiştir.' ibn Abbas'tan nakledilen bir başka rivayette de şöyle denilmektedir; 'Allah, (Peygamber'e) Ali'nin velayetini insanlara haber vermesini emretti.

 

Peygamber, insanların; 'Amcasının oğlunu kayırdı' diyerek kendisini kınamalarından korktu. Bunun üzerine, Gadir hum'da bu ayet nazil oldu ve Peygamber, Ali'nin elinden tutarak; 'Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır. Allah'un! ona dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol! dedi. Bu rivayeti değerlendiren Reşit Rıza der ki; Şia'ların bu konuda birçok rivayetleri ve muhtelif tefsirlerde de birçok açıklamaları bulunmaktadır.Bunlar arasında zayıf ve uydurma olanlar vardır. Bureyde el-Eslemî'nin rivayeti; 'el-Eslemî Yemen gazvesinde Ali ile birlikteydi.Ondan katı davranışlar görmüştü.

 

 Bu nedenle ali'yi Peygamber'e (s.a.) şikayet etti. Peygamber bazı mü'minlerin Ali'yi haksızca şikayet ettiklerini, onunsa hakkın rızası dışında bir davranışının olmadığını görünce» Gadir hum'da- bir hutbe irâcl ederek, Ali'den hoşnut olduğunu ve onun velayetini açıkladı, onun velayetinin mü'minler için gerekliliğini belirtti.' Bu rivayetleri kaydeden Reşid Rıza daha sonra söyle der; 'Ehli sünnet bu hadisin, imamet veya hilafet makamı olan idarî velayeti belirtmediğini, Kur'flnda velayet lafzının bu anlamda kullanılmadığını, bu lafızdan kasdedilenin yardım, sevgi ve dostluk olduğunu; Kur'âni Kerîm'de, '...onlar birbirlerinin dostudurlar* buyruğunda, 'velayet' lafzını Yüce Allah'ın bütün mü'minler ve kafirler hakkında-, 'dost ve yardımcı' anlamında kullandığını; buna göre hadisin manasının; 'Ben kimin yardımcısı ve dostu isem, Ali'de onun yardımcısı ve dostudur veya kim beni dost edinir ve bana yardım ederse, Ali'yi de dost edinsin ve ona yardım etsin;' olduğunu- söylemişlerdir. Netice olarak, hadis, Peygamber'in (s.a.) izinin takipçileri olmayı, ona yardım edene yardım etmeyi, onu dost edineni dost edinmeyi belirtmektedir.

 

Hz; Ali'de (TA.)-, Ebû~Bekr; Ömer ve Osman'a- yardım etmiş/ ve onları dost edinmiştir. Hadis, onları dost edinenlerin aleyhine bir delil değil, bilakis onlara buğzedenlerin ve onlardan berî olduklarını söyleyenlerin aleyhine bir delildir. Hadis, hilafete veya imamete delalet etmemekte, bilakis imam olarakta, me'mûm olarakta hz. Ali'ye (r.a.) yardımcı olmaya delalet etmektedir. Şayet hadis hitab anında imamete delalet etseydi; Peygamber'le (s>a.) birlikte bu imam daha olurdu İd, Şia'da bunu söylememektedir.

 

 Şunu açıkça ifade etmeliyiz ki, şayet hilafet hakkında Kur'ân'da veya hadis'tc yoruma mahal bırakmayacak şekilde bir nass olsa idi, bu tevatür derecesinde olur ve hiç ihtilafa mahal karmayacak şekilde yayılırdı. Hiç bir kınayıcının kınamasından korkmayan, hz. Ali'de (r.a.) bunu, hz. peygamber'in (s.a.) vefat ettiği gün açıklar, hz. Ebû Bekr'e ve ona biat edenlere karşı mücadele ederdi. Zira, ilahi emirle tayin edilmiş bir halife var iken, ikinci bir halifenin seçimi söz konusu olamazdı.

 

Böyle bir durum, sonradan seçilenin kanını helal kılar ve ona karşı savaşı gerektirirdi. Fakat hz. Ali (r.a.), hz. Ebû Bekr'e karşı hiçbir mücadele içerisine girmediği gibi ona biat etmiş, hz. Ebû Bekr'in istişarelerinde yer olmıştı. Eğer yukarıda zikredilen hadisler, Şia'nın iddia ettiği gibi hz. Ali'nin hilafetim belirtseydi, hakkın emrine rağmen hz. Ali'nin davranışı bu şekilde olamazdı.

 

Şayet, hz. Ali (r.a.), Ebû Bekr'e karşı mücadeleye güç getiremeyeceği kanaatini taşıyordu, bu nedenle ona karşı gelmedi! denilirse, o takdirde, kendi hakkını korumaya gücü yetmiyen bir kişinin, ümmeti idare etmesi ve ümmetin hakkını koruması nasıl düşünülebilir? Bu durumda, Hz. Ali'nin, Ebû Bekr'e biat etmemesi, ona gücü yetmiyorsa, istişarelerinde yer olmaması, buna da gücü yetmiyor ve tamamen  Tefsir er-Râzî, 111,431. 34 Salim Ali el-Behensâvî, es-Sünnetü'1-müfterâ aleyhâ, Dâr'ül-buhûsi'l-ilmiyye, el-Kuveyt, ( naklen çaresiz kalmış idiyse, en azından hakkım savunabilecek bir yere hicret etmesi gerekmez miydi?! «

 

Yüce Allah'ın şu buyruğundan habersiz miydi?! 'Kendilerine yazık eden kimselere Melekler, canlarını alırken; 'ne işde idiniz?! dediler. Bunlar; 'Biz yer yüzünde çaresizdik diye cevab verdiler. Melekler de; 'Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!' dediler. ,.. O halde, Allah ve Rasülü tarafından tayin edilmiş bir halife dururken, Hakk'ın bu hükmünü çiğneyerek hilafet makamına gelen birisine lız. Ali'nin itaati nasıl düşünülebilir?! Hz. Ali, islam'ın, 'Yaratıcıya isyan olan bir hususta, yaratılana itaat edilmez!' prensibini bilmiyor muydu?!

 

Hicrete de gücü yetmiyor idiyse enazından Allah ve Rasülü'ne isyan eden bir topluluğun içinden ayrılıp bir köşeye çekilip ibadetle uğraşması gerekmez miydi? Kaldı ki, ne ehli sünnet, ne de şia kaynaklarında, hz. Ali'nin, Ebû Bekr'e biate zorlandığı veya halifenin istişarelerine katılmaya zorlandığı ya da hilafet yurdunda ikamete zorlandığı şeklinde bir ifadeye rastlamış değiliz. Bütün bu itham ve düşüncelerden hz. Ali'yi ve diğer sahabileri tenzih ederiz. -Allah onlardan razı olsun- Yüce Allah'ın övdüğü bir topluluğu yermekten, onlara kin beslemekten ve onların aleyhinde sözler sarfetmekten Allah'a sığınırız. "Onlardan sonra gelenler şöyle derler; 'Rabbimizf Bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş din kardeşlerimizi bağışla, kalblerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!"37 35 en-Nisâ, 97. 36 Bk. Fitne'nin yayıldığı dönemlerde, isyankar topluluğun içerisenden ayrılıp bir köşede ibadetle uğraşmayı tavsiye eden hadisler. "

SEKALEYN HADİSİ "ALLAH'IN KİTABI VE SÜNNETİM" RİVAYETLERİ

 

1. İmam Mâlik'in, Muvattâ'ındaki rivayeti29 'Kader bölümünde zikredilmiştir.' Bana, Mâlik'ten naklederek anlattı.30 Mâlik'e ulaştığına göre, Rasulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur; 'Size iki şey bırakıyorum; bu iki şeye tutunduğunuz sürece asla sapmayacaksınız: Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti.'İmam Mâlik, bu hadisi muttasıl bir senedle zikretmemiştir. Ancak İbn Abdilber, Kesîr b. Abd b. Amr b. Avftan, o da babasından, o da dedesinden mevsul olarak rivayet etmiştir.  İbn Abdilber; 'İmam Mâlik'in, bütün mürselleri sahih'tir' der. İmâm es-Suyûtî'de, 'Muvattâ'daki bütün mürsellerin âdı vardır. Hiçbir istisnada bulunmaksızın Muvattâ 'daki bütün rivayetler sahih 'tir, demek doğrudur,' değerlendirmesinde bulunur.

 ez-Zürkânî der ki; 'İbn Uyeyne 'ninde belirttiği gibi, İmam Mâlik 'in, 'Belağanî:bana ulaştı' diyerek zikrettiği rivayetlerin tamamı sahihtir. Bu hadisi, İbn Abdilber yukarıda zikredilen senedle; "... Vefatımdan sonra size iki şey bıraktım;..." şeklinde rivayet etmiştir. el-Hâkim 'in belirttiğine göre, Rasulullah (s.a.) veda hutbesi esnasında bu hatırlatmayı yapmıştır.. el-Hâkim'in, el-Müstedrek'teki rivayeti 1. Bize, Ebû Bekr b. İshâk el-Fakîh haber verdi. Bize, Muhammed b. îsâ b. es-Seken el-Vâsiti bildirdi. Bize, Dâvud b. Amr ed-Dıbbî anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den naklederek anlattı;

 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır.'.

Bize, Ebû Bekr b. İshâk el-Fakîh anlattı. Bize, el-Abbas b. el-Fadl el-Esfatî haber verdi. Bize İsmâîl b. Ebî Uveys anlattı. (Bana,) İsmail b. Muhammed b. el-Fadl eş-Şa'rânî (haber verdi). Bize, dedem anlattı. Bize İbn Ebî Uveys anlattı. Bana babam, Sevr b. Zeyd ed-Deylî'den, o da, Ikrime'den, o da İbn Abbas'tan naklederek anlattı;  'Allah'ın kitabı ve sünnetim' olarak gelen rivayetlerde 'sekaleyn' lafzı geçmemektedir. Ancak, 'sekaleyn' lafzıyla gelen rivayetlerde zikredilen 'Allah'ın kitabı' ifadesi, Rasulullah'ın (s.a.) sünnetini de içeren bir ifade olduğundan dolayı, 'Allah'ın kitabı ve sünnetim' şeklindeki rivayetleri 'Sekaleyn Hadisi' başlığı altında mülahaza ettik.

  Arabca metni için bk. s. ... 30 Ubeydullah b. Yahya (v.278) 31 Mâlik, el-Muvattâ, Kitâbu'l-kader, H, 899. 32 es-Suyûtî, Tenvîru'l-havâlik, II, 207............ 33 a.g.e. I, 38. 34 Sözlükte ısırmak, ısırarak koparmak manasına gelen 'adda' kök fiilinin ism-i failidir. Aynı fiil mecaz olarak takviye etmek, desteklemek, sımsıkı sarılmak manalarına da kullanılır. Nitekim imam Şafiî'nin ınürsel hadisle ancak bir mürsel veya başka tarikden müsned, yahut da şahabı sözü gibi bir rivayetle desteklenmesi halinde amel edilebileceği görüşü ile bu konudaki tartışmalarda desteklemek, kuvvetlendirmek manasına kullanıldığı dikkati çeker. (Câmi'ut-Tahsîl, 35,38) Hadis ilminde âdıd, zayıf hadisi destekleyen, ona kuvvet kazandırarak zayıflıktan kurtarıp basen derecesine yükselten güvenilir ravinin aynı manaya gelen hadisidir. (M. Uğur, Ans. Hd. Ter. Sz. 6) 35 es-Suyûtî, Tenvîru'l-havâlik, I, 6............ 36 ez-Zürkânî, Şerhu'z-Zürkânî âlâ muvatta imam Mâlik, Dârü'1-fıkr, 1981, IV, 246. 37 el-Hâkim, el-Müstedrek, ........... 38 a.g.e. I, 172; el- Hâkim, el-Müstedrek ma'at-telhîs, Mektebetü'l-İslâmiyye, Beyrut, I, 93.

Rasulullah (s.a.) veda baççında insanlara bir hutbe irâd etti ve; 'Muhakkak ki, Şeytan bu arzda (Allah'ın dışında herhangi birşeye) tapmanızdan ümit kesmiştir. Ancak o, bunların dışında, sizin basit gördüğünüz amellerinizde kendisine itaat edilmesine razı olmuştur; dikkat ediniz! Ey insanlar! Şüphesiz size, ona sımsıkı sarıldığınız sürece kesinlikle ebediyyen sapmayacağınız şeyi bıraktım: Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti (s.a.). Muhakkak ki, her müslümau (diğer) ınüslümanın kardeşidir; müslümanlar kardeştir; hiçbir kimseye, gönül hoşnutluğu olmaksızın kardeşinin malından alması helal olmaz; zulmetmeyiniz; benden sonra birbirleriııizin boyunlarını vuran kafirler olarak dönmeyiniz! Buhârî, İkrime 'nin; Müslim, Ebî Uveys 'in hadisiyle ihlicac etmiştir ve diğer hadis ravileri, mııttefekun aleyhim 'tir(:Buhari ve Müslim 'in güvenirliğinde ittifak ettiği ravilerdir). Bu hadis, Peygamber'in (s.a.) hutbesinde yer almıştır. Sahih'teki tahricinde ittifak vardır; 'Ey İnsanlar! Muhakkak ki sizlere, ona sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız şeyi bıraktım; Allah'ın kitabı,39 sizlere ben sorulacağım, ne diyeceksiniz?' Bu hutbede sünnete sımsıkı sarılma....... ?!!! el-Hâkim bu hadisi naklettikten sonra, ona şâhid olarak şu hadisi zikreder; Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den (r.a.) rivayet etti; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey bıraktım, o ikisinden sonra asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı ve sünnetim. Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır. ed-Dârekutnî'nin Sünen'deki rivayeti Bize, Ebû Bekr eş-Şâfiî anlattı. Bize, Ebû Kubeysa Muhammed b. Abdirrahmân b. imâra b. el-Ka'kâ nlattı. Bize, Dâvud b. Amr anlattı. Bize, Salih b. Musa, Abdilazîz b. Refî'den, ö da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki halife bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır.' İmam Mâlik'in, Muvattâ'ında mürsel olarak zikrettiği bu hadisi, el-Hâkim, Müstcdrek'inde, İbn Abbas'tan rivayet ederek, isnadı sahihtir' demiştir.41 4. el-Beyhakî'nin, es-Siiııenü'l-kübrâ'daki rivayeti 1. Bize, Ebû Abdillah el-Hâfız haber verdi. Bana, İsınâîl b. Muhammed b. el-Fadl eş-Şa'rânî haber verdi. Bize, dedem anlattı. Bize, İbn Ebî Uveys anlattı. Bize, babam, Sevr b. Zeyd ed-Deylî'den o da İkrime'den, o da İbn Abbas'tan (r.anhumâ) naklederek anlattı;

Rasulullah (s.a.) veda haççında insanlar hutbe irâd etti ve; 'Ey İnsanlar! Ona sarıldığınız sürece ebediyyen kesinlikle sapıtmayacağınız şeyi size bıraktım; Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti' Bize, Bağdad'ta Ebu'l-Hüseyn b. Bişrân el-Adl haber verdi. Bize, Ebû Ahmed Hamza b. Mulıamıned b. el-Abbâs bildirdi. Bize, Abdulkerîm b. El-Hesutı anlattı.

 Bize, el-Abbâs b. el-Hesîm bildirdi. Bize Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle arnel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır.'. İbn Abdilber'in, Câmiu Beyâni'i-İlm'deki rivayeti Bize, Saîd b. Osman anlattı.

Bize, Ahmed b. Duhaynı anlattı. Bize, Mulıamıned b. İbrahim (ed-Dîybulî) anlattı. Bize, Ali b. Zeyd el-Ferâidî anlattı. Bize, (el-Hüneynî), Kesîr b. Abdillah b. Anır b. Avf'tan, o da babasından, o da dedesinden naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey bıraktım, o iki şeye sarıldığınız sürece asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve Peygamberinin sünneti' el-Bezzâr'ııı, el-Geylâniyât'taki rivayeti Bize, Ebû Kubeysa Mulıamıned b. Abdirralımân b. İmâra b. el-Ka'kâ' İbn Şibrime ed-Dıbbî anlattı. Bize, Dâvud b. Ömer anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Vbî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki şey bıraktım, o ikisinden sonra asla sapmazsınız: Allah'ın kitabı ve sünnetim. Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmayacaktır.' Ilibetullnlı et-Taberî'nin es-Sünııe'deki rivayeti Bize, el-Hasen b. Osman haber verdi. Bize, Damra b. Muhammed b. el-Abbâs anlattı. Bize, Abdulkerîm b. el-Heysem anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen (asla) sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır. ' İbn Şâhiıı'in, et-Terğîb'teki rivayeti Bize, İsmail b. Ali b. İsnıâîl anlattı. Bize, Musa b. İslıâk el-Ensârî anlattı. Bize, Muhammed b. Ubeyd b. Muhammed el-Muhâribı anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Peygamber'in (s.a.) hanımı Ünımü Habibe'nin mevlâsı Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır. 'a.g.e. X,114. 44 Yûsuf b. Abdilber, Thk. Ebi'l-Eşbâl ez-Züheyrî, Dâru İbni'l-Cevzî, I. Baskı, 1994, 45 Ebû Bekr Mahammmed b. Abdillah b. ibrahim eş-Şâfıî el-Bezzâr, Thk. Faruk b. Abdillah el-Alîm b. Musa, Mektebetü edvâi's-selef, Riyad, 1996, Hadis no 601, S: 223.  Hibetullah et-Taberî, es-Sünnet, 80. 47 İbn Şahin, et-Terğîb fi fadâili'l-A'mâl, 528. 10 9. el-Dağdâdî'nin, el-Fakîh ve'1-mütefakkih'teki rivayeti 1. Bize, Ebû Tâlib Mulıammed b. İbrahim b. Geylân el-Bezzâz bildirdi. Bize Muhammed b. Abdillah b. İbrahim eş-Şâfiî anlattı. Bize Ebû Kubeysa Muhammed b. Abdirrahmân b. İmâre b. el-Ka'kâ' b. Şibrime ed-Dıbbî anlattı. Bize, Dâvûd b. Amr anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Tallû, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Size iki halife bıraktım, bu ikisinden sonra asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. Bu ikisi, Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır. '. Bize Ebu'l-Hüseyn Ali ve Ebu'l-Kâsım Abdulmelik bildirdi. Bize Muhammed b. Abdillah b. Bişrân bildirdi. Her ikiside dedi ki; Bize, Ebû Ahmed Hamza b. Mulıammed b. el-Abbâs bildirdi. Bize, Abdülkerîm b. el-Heysem anlattı. Bize el-Abbâs b. el-Heysem anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Talhî, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki halife bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır.' İbn Ilazın'ın, el-lhkâın fî usuli'l-Alıkâın'daki rivayeti 1. Bana, Yûsuf b. Abdillah b. Abdilber en-Nemrî anlattı. Bana, her ikiside, Ebi'l-Velîd Abdillah b. Yûsuf el-Kâdî'den, o da İbn ed-Dahîl'den, o da el-Ukaylî'den naklederek anlattı. Bize, Muhammed b. İsmâîl anlattı. Bize, İsmâîl b. Ebî Uveys, Abdillah b. Ebî Abdillah el-Basrî'deıı ve Sevr b. Zeyd ed-Deylî'den, o da İkrime'den, o da İbn Abbas'tan naklederek anlattı;

Peygamber (s.a.) buyurdu ki; 'Ey insanlar! sözümü iyi aklediniz, muhakkak ki ben tebliğ ettim. Ey insanlar! hiç şüphesiz size, ona sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmayacağınız şeyi bıraktım: Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti. ve bihî ile'l-Ukeylî, Bize, Musa b. İshâk anlattı. Bize, Muhammed b. Ubeyd el-Muhâribî anlattı. Bize, Salih b. Musa et-Tallû, Abdilazîz b. Refî'den, o da Ebî Salih'ten, o da Ebî Hurevre'den naklederek anlattı;

 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; 'Şüphesiz, size iki şey bıraktım, o ikisine tutunduğunuz -veya o ikisiyle amel ettiğiniz sürece- o ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır.'. İbn Adiy'in, el-Kâınil'deki rivayeti İbn Refî', Ebî Salih'ten, o da Ebî Hureyre'den naklediyor; Rasulullah (s.a.) buyurdu ki, 'Şüphesiz, size iki şey bıraktım, o ikisinden sonra ebediyyen asla sapmazsınız; Allah'ın kitabı ve sünnetim. İkisi, Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacaktır.'"  el-Bağdâdî, el-Fakîh ve'1-Mütefakkih, Dâru İhyâi's-sünneti'n-nebeviyye, I Baskı, 1975, 94. a.g.e. 94. İbn Hazan, el-Ihkâm fî usûli'l-Ahkâm,Thk. Ahmed Muhamı a.g.e. 810. 52 İbn Adiy, el-Kâmil, Dâru'1-Fikr, II. Baskı, 1984, IV, 1387. 49 a.g.e. 94. 50 İbn Hazan, el-İhkâm fî usûli'l-Ahkâın,Thk. Ahmed Muhammed Şakir, Kahire, (ts.) 810. 51 a.g.e. 810. 11 12. İba'ül-Muzaffer ve İbn Ebî'd-Dünyâ'ııın naklettiği rivayet; (İbn Ifacer el-IIeytenıî, es-Savâiku'l-Muhrika'da naklediyor;) Ebî Saîd el-Hudri anlatıyor;

Rasulullalı (s.a.) vefat ettiği hastalığı esnasında bizler öğle namazında iken yanımıza geldi ve; 'Muhakkak ki size, Allah'ın kitabını ve sünnetimi bıraktım. Kur'ân'ı, sünnetimle konuşturun; o ikisine tutunduğunuz sürece, kesinlikle basiretleriniz körelmez, ayaklarınız kaymaz, elleriniz kısalmaz.' Daha sonra da, Ali ve Abbâs'ı işaret ederek buyurdu ki; 'Size bu ikisi hakkında hayır tavsiye ediyorum. .........?!'33 ' el-Heytemî, es-Savâiku'1-Muhrika, Dâru'l-kütübi'l-İlmivve. Bevrut III. Baskı. 1993/1414. s. 194

 

SEKALEYN HADİSİ "ALLAH'IN KİTABI VE EHLİ BEYTİM" RİVAYETLERİ

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

1. Sahihi Müslim'deki rivayetler'

 

 'Sahabilerin faziletleri' bölümünde zikredilmiştir. 1. Bana, Züheyr b. Harb ve Suca' b. Mahled, İbn Uleyye'den naklederek anlatü. Züheyr dedi ki; Bize, İsmail b. İbrahim anlatü. Bana, Ebû Hayyân anlattı. Bana Yezîd b. Hayyân anlattı; 'Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b. Müslim, Zevd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğumuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin, onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.) hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir beşerim. Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi, Allah'ın kitabıdır, onda mutlak hidayet ve nur vardır, Allah'ın kitabına tutununuz ve ona sanlınız,' buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz. Peygamberin) hanımları ehli beytindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas oğullandır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi.2 (...) Bize, Muhammed b. Bekkâr b. er-Reyyân anlattı. Bize, Hassen -yani, İbn İbrahim-, Saîd b. Mesrûk'tan, o da Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zeyd b. Erkam'dan naklederek, Peygamber'in (s.a.) '....' buyurduğunu anlattı. Züheyr'in hadisiyle aynı manada, benzeri şekilde hadisi zikretti. (...) Bize Ebû Bekr b. Ebî Şeybe anlattı. Bize Muhammed b. Fudayl anlattı. 'H' Bize, İshâk b. İbrahim anlattı. Bize, Cerîr haber verdi. Her ikiside Ebî Hayyân'dan bu senedle, İsmail'in hadisiyle benzeri şekilde nakletti. Cerîr'in hadisinde şu ziyadelik yer alır; 'Allah'ın kitabıdır. Onda hidayet ve nur vardır. Kim ona tutunur ve onu ahrsa(:amel ederse) hidayet üzere olur; kim de onu ihmal ederse sapıtır.' Sened ve metin için bk. Arabca metinler kısmı, s.... 2 Müslim. Fedâilü's-sahabe. bab 4, hadis no 36, c. II. s. 1873. 2. (...)

 

Bize, Muhammed b. Bekkâr b. er-Reyyân anlattı. Bize, Hassen -yani İbn İbrahim-, Saîd (b. Mesrûk)'tan, o da Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zevd b. Erkam'dan naklederek anlattı; 'Zeyd b. Erkam'ın yanına girdik ve ona; 'Ey Zeyd! çok hayır gördün!; Rasulullah'a sahabi oldun, arkasında namaz kıldın! ...Ebî Hayyân hadisinin benzeri şekilde hadisi zikretti. Ancak hadiste şu ziyadelik yer aldı; 'Dikkat ediniz! Şüphesiz ben iki ağır (emanet) bırakıyorum; O ikisinden birincisi Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır. O Allah'ın ipidir. Kim ona tabi olursu hidayet üzere olur. Kim de onu terk ederse delalet üzere olur.' (Burada Zeyd'e;) 'Ehli beyti kimdir? Hanımları mıdır?!' dedik. Zeyd; 'Allah'a yemin olsun ki, hayır! Şüphesiz kadın bir asır süresince kocasıyla olur; sonra kocası onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. Rasulullah'ın (s.a.) ehli beyti, onun aslıdır ve kendinden sonra sadaka almaları haram kılınmış olan, baba tarafından akrabalarıdır,' dedi.3 2. et-Tirmîzî'nin rivayetleri;4 Bu rivayetler, 'Ehli beytin menkıbeleri' bölümünde zikredilmektedir. 1. Bize Nasr b. Abdirrahmân el-Kûfî anlattı. Bize Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî anlattı. Cafer b. Muhammed babasından, o da Câbir b. Abdillah'tan naklederek dedi ki; '(

 

Veda) baççında, Arafat günü Rasulullah'ı (s.a.) Kasvâ isimli dişi devesinin üzerinde hutbe irâd ederken gördüm ve onu şöyle buyururken işittim; 'Ey İnsanlar! Ona tutunduğunuz sürece ebediyyen sapıtmayacağınız şeyi size bıraktım; 'Allah'ın kitabı ve neslim: ehli beytim.'Bu hadisi zikrettikten sonra, Ebû îsâ et-Tirmîzî der ki; 'Bu bâb 'ta, Ebû Zer, Ebû Saîd, Zeyd b. Erkam ve Huzeyfe b. Esîd'ten rivayet vardır. Bu hadis, hasen garib 'tir. Zeyd b. el-Hasen 'den, Saîd b. Süleyman ve birçok ilim ehli rivayette bulunmuştur.'

 

el-Mübârek, Tuhfetû 'lAhvezî'de bu hadisle ilgili olarak şu açıklamalara yer verir; 'el-Kârî der ki; 'Ehli beyte tutunmak' ifadesinden; 'Ehli beyti sevme, onların saygınlıklarını koruma, rivâyetleriyle amel etme ve onların sözlerine güvenme' kasdedilmektedir. Bu ifade, Ehli beytten olmayanların rivâyetleriyle amel etmeye mani değildir. Çünkü Yüce Allah; 'Bilmiyorsanız, ilim ehlinden sorunuz!' buyurmuştur.

 

 'İbn el-Melik der ki; 'Kitab'a tutunmak, Kur'ân'daki hükümlerle amel etmektir; bu da Allah 'm emir ve yasaklarına uymadır. Ehli beyte tutunmak, onları sevmek ve onların doğru yoluna tabi olmaktır.' 'es-Seyyid Cemâleddîn, İbn el-Melik'in izahına '... dine muhalif olmadığı zaman.' şartını eklemiştir. el-Mübârekfurî, et-Tirmîzî'nin bu bahta rivayette bulunduğunu belirttiği sahabilerle ilgili olarak der ki; Ebû Zerr 'in rivayetinin nerede olduğu araştırılsın! Ebû Saîd ve Zeyd b. Erkam 'm rivayetini et-Tirmîzî daha sonra zikretmiştir. Huzeyfe b. Esîd'in rivayetini et-Taberânî zikretmiştir, bu rivayette de, Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî vardır. Hadis râvilerinden Zeyd b. el-Hasen el-Enmâtî hakkında, Ebû Hatim; 'Münkerü'l-hadîs 'dir '7 derken, İbn Hibbân; 'sika 'dır "* demiştir. 3 Müslim, Fedâilü's-sahabe, bab 4, hadis no 37, c. II, s. 1874 4 Sened ve metin için bk. Arabca metinler kısmı, s.... 5 et-Tirmîzî, V, 662. B. 31, H. 3786. 6 en-Nahl,43. 7 'Hadisleri münkerdir' manasına cerh lafızlanndandır .

 

 Cerhin üçüncü mertebesine el-Irâkî'nin eklediği lafızlar arasında ver alır. el-Heysemî, hadisin diğer ravileri için 'sikadırlar'demiştir.9 Hadiste ki, 'Ehli beyte tutunma' ifadesinden, Şia, ehli beytin dışında hiçkimsenin halife olamayacağı hükmünü çıkarmıştır.. et-Tirmîzî'nin, hz. Ali'den (r.a.) rivayet ettiği şu hadis, Şia 'nm anlayışının ne derece sıhhatsiz olduğunu ortaya koyar mahiyettedir; Ali b. Ebî Tâlib (r.a.J anlatıyor;10 Rasulullah (s.a.) buyurdu ki; ' Şüphesiz her peygambere yedi asîl -veya yedi temsilci-" kişi verildi. Bana ise, ondört kişi verilmiştir.' Bizler; 'Onlar kim?' dedik. Rasulullah (s.a.); 'Ben ve iki oğlum, Cafer, Hamza, Ebû Bekr, Ömer, Muş'ab, b. Umeyr, Bilal, Selmân, el-Mikdâd, Ebû Zer, Ammâr ve Abdullah b. Mesûd'dur' buyurdu.

 

 et-Tîbî der ki; Hadiste geçen, 'Ben ve iki oğlum' ifadesi Hz. Ali'ye (r.a.) aittir. Bu ifadeden hadisi, Hz. Ali 'nin mana olarak rivayet ettiği anlaşılmaktadır.13

 

 Buna göre hadis; '...onlar kim, diye sorduğumuzda, Rasulullah (s.a.); 'Beni, iki oğlumu, Cafer'i, Hamza'yi, Ebû Bekr'i, Ömer'i.... ' söyledi, anlamındadır.

 

2. Bize, Kûfeli Ali b. el-Münzir anlattı. Bize, Muhammed b. Fudayl anlattı ve dedi ki; bize, el-A'meş; 1

 

. Atiyye'den, o da, EbûSaîd'ten. . Habîb b. Ebî Sabit'ten, o da, Zeryd b. Erkam'dan (r.anhuma) naklederek anlattı. Her ikiside dedi ki; Rasulullah (s.a.); ' Size, benden sonra ona tutunduğunuz sürece ebediyyen sapmayacağınız şeyi bırakıyorum: 'Allah'ın kitabı, (o) semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. Bu ikisi Havz'da bana gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaktır. Bu ikisi hakkında bana nasıl bir halef olacağınıza dikkat ediniz!' Bu hadisi zikrettikten sonra, Ebû îsâ et-Tirmîzî; 'Bu hadis, hasenün garib 'tir.'14 der. 3. ed-Dârimî'nin rivayeti" Kur'ân'ın faziletleri' bölümünde zikredilmektedir.

 

Bize, Cafer b Avn anlattı. Bize, Ebû Hayyân, Yezîd b. Hayyân'dan, o da, Zeyd b. Erkam'dan naklederek anlattı. Rasulullah (s.a.) bir gün kalktı ve bir hutbe irâd etti. (Hutbesinde) Allah'a hamd ve senâ'da bulunduktan sonra; 'Ey İnsanlar! Şüphesiz ben bir beşerim. Bana, Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim de ona icabet etmem yaklaşmıştır. Muhakkak ki, ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; O ikisinden birincisi Allah'ın kitabıdır, onda hidayet ve nur vardır, Allah'ın kitabına sananız ve ona tutununuz,' buyurdu. Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra üç defa; '(diğeri de) ehli beyt'imdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum' buyurdu. Hakkında münkerü'l-hadis cerh hükmü verilen ravinin hadisleri dini konurlarda hüccet sayılmaz. Ancak büsbütün reddedilmez. İtibar için yazılır. (M. Uğur, Ans. Hd. Ter. Sözlüğü, T.D.Vk. yayınlan, 1992, S. 273) 'Sika', Bir kişiye güvenmek, itimat etmek ve inanmak amanasına mastardır.

 

 Arabcada bu şekillerde kullanılabilen sika, hadis usulünde umumiyetle adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denk. Bununla birlikte 'sikatün' şeklinde ta'dil lafzı olarakta kullanılır. (a.g.e. 359) 9 el-Mübârekfurî, Tuhfetü'l-Ahfezî, II. Baskı, Mektebetü's-selefiyye, Medine, 1965/1385, X, 288 10 Sened ve metin için bk. Arabca metinler kısmı, s. ... 11 'Nücebâe' kelimesi, 'Necîb' kelimesinin çoğuludur; soyu pak olan, asaletli, kıymetli, üstün, zeki, mümtaz, seçkin, güzide vb. anlamlan vardır. 'Nukabâe' kelimesi, 'Nakîb' kelimesinin çoğuludur; Toplumun reisi, büyüğü, başkan, kabile reisi, kaptan, müdür, şef, birlik başkanı, müşavk vb. anlamlan vardır. 12 et-Tirmîzî, V. 662, B. 30, H 3785. 13 el-Mübârekfûri, Tuhfetü'l-Ahfezî, II. Baskı, Mektebetü's-selefiyye, Medine, 1965/1385, X, 291 14 a.g.e. V. 663, B. 31, H. 3788. 15 Arabca metinler kısmı, s. ... 16 thn Mâr« Tî 708 R 1 H. T11 4. Ahmed b. Hanbel'in rivayetleri17 1.

 

Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, Ebû İsrâîl, yani İsmâîl b. Ebî İshâk el-Mülâî, Atiyye'den, o da , Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek haber verdi. Rasulullah (s.a.); 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; O ikisinden birisi, diğerinden daha büyüktür: Allah'ın kitabı, o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. O ikisi Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır, buyurdu.

 

Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Ebu'n-Nadr anlattı. Bize, Muhammed -yani İbn Talha-, el-A'meş'ten o da, Atiyye el-Avfî'den, o da, Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek anlattı. Peygamber (s.a.); 'Şüphesiz, davet edilmem ve (bu davete) icabetim yaklaşıyor. 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; Azîz ve Celîl Allah'ın kitabı ve neslim. Allah'ın kitabı semâ'dan yere uzanmış bir iptir, ve neslim: ehli beytim. Şüphesiz, Latîf ve Habîr (Rabbim), ikisinin Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacağını haber verdi. Bu ikisi hususunda bana nasıl halef olacağınıza dikkat ediniz!

 

 Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, İbn Numeyr anlattı . Bize, Abdulmelik -yani, İbn Ebî Süleyman-, Atiyye'den, o da, Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek anlattı. Rasulullah (s.a.); 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birisi, diğerinden daha büyüktür: Azîz ve Celîl Allah'ın kitabı, o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. Dikkat edin! O ikisi Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır, buyurdu.

 

. Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, İbn Numeyr anlattı. Bize Abdulmelik b. Ebî Süleyman, Atiyye el-Avfî'den, o da Ebî Saîd el-Hudrî'den naklederek anlattı; Rasulullah (s.a.); ' Size, benden sonra ona tutunduğunuz sürece ebediyyen sapmayacağınız iki ağır (emanet) bıraktım. O ikisinden birisi, diğerinden daha büyüktür: Allah'ın kitabı, o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. Dikkat edin! O ikisi Havz'da bana gelinceye kadar ayrılmayacaktır, buyurdu.

 

. Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, İsmail b. İbrahim, Ebî Hayyân et-Teymî'den naklederek anlattı. Bana, Yezîd b. Hayyân et-Teymî anlattı; 'Ben, Husayn b. Sebra ve Ömer b. Müslim, Zeyd b. Erkam'a gittik. Yanına oturduğuzda, Husayn ona; 'Ey Zeyd! çok hayırlarla müşerref oldun; Rasulullah'ı (s.a.) gördün, hadislerini işittin, onunla birlikte cihad ettin, arkasında namaz kıldın. Ey Zeyd! şüphesiz çok hayırlarla müşerref oldun. Ey Zeyd! Rasulullah'tan (s.a.) işittiğin hadislerden bize anlat,' dedi. Zeyd; 'Ey kardeşim oğlu! Allah'a yemin olsun ki, yaşım ilerledi, zamanım geçti, Rasulullah'tan (s.a.) ezberlediğim bazı şeyleri unuttum. Size naklettiğim hadisleri kabul edin, nakletmediğimden de beni sorumlu tutmayın,' dedi ve konuşmasına şöyle devam etti; 'Mekke ile Medine arasında 'Hum' denilen yerde bir su başında bulunurken birgün Rasulullah (s.a.) hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı. Allah'a hamdu sena etti. Öğütler verip hatırlatmalarda bulundu. Sonra; 'ağır (emanet) Haberiniz olsun ki, ey insanlar! ben ancak bir beşerim.

 

17 Arabca metinler kısmı, s. ... 18 Ahmed b. Hanbel, III, 14. 19 a.g.e. ffl, 17. 20 a.g.e. m, 26. 21 a.g.e. m, 59.

 

 Aziz ve Celil olan Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icabet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi, Aziz ve Celîl olan Allah'ın kitabıdır, onda mutlak hidayet ve nur vardır. Allah Teâlâ'nın kitabına tutununuz ve ona sımsıkı sanlınız,' buyurdu ve Allah'ın kitabına teşvik ederek gönüllleri ona yöneltti. Sonra; '(diğeri de) ehli beyt'inıdir. Ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum, ehli beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum,' buyurdu. Husayn; 'Ey Zeyd! Peygamberin ehli beyti kimdir, hanımları ehli beytinden değil midir?' dedi. Zeyd; '(Hz. Peygamberin) hanımları şüphesiz ehli beytindendirler, fakat onun asıl ehli beyti kendinden sonra sadaka alması haram olanlardır,' dedi. Husayn; 'Onlar kim?' dedi. Zeyd; 'Onlar, Ali oğullan, Akîl oğullan, Cafer oğullan ve Abbas oğullandır,' dedi. Husayn; 'Bunların tamamına sadaka almak haram mıdır?' dedi. Zeyd; 'Evet,' dedi.22 6.

 

 Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, İsrâîl, Osman b. el-Muğîre'den, o da, Ali b. Rebîa'dan naklederek anlattı. 'Zeyd b. Erkam'la, el-Muhtâr'ın yanına girerken veya yanından çıkarken karşılaştım. Ona; 'Rasulullah'ı (s.a.); 'Ben size iki bırakıyorum' buyururken işittin mi?' dedim. 'Evet,' dedi.23 7. Bize, Abdullah anlattı. Bana, babam anlattı. Bize, Esved b. Âmir anlattı. Bize, Şerik, er-Rükeyn'den, o da el-Kâsım b. Hassen'dan naklederek, Zeyd b. Sâbit'in şöyle dediğini anlattı: 'Rasulullah (s.a.); 'Ben size iki halife bırakıyorum: Allah'ın kitabı, o semâdan yere uzanmış -veya semâ ile yer arasında- bir iptir. Ve neslim: ehli beytim, bu ikisi Havz'da bana gelince kadar ayrılmayacaktır.

 

 Ebû Ya'lâ el-Mûsflî'nin, Müsned'indeki rivayeti Bize, Bişr b. el-Velîd anlattı. Bize, Muhammed b. Talha, el-A'meş'ten, o da Atiyye b. Sa'd'tan, o da Ebî Saîd'den naklederek anlattı; 'Şüphesiz, davet edilmem ve (bu davete) icabetim yaklaşıyor. 'Şüphesiz ben size iki ağır (emanet) bırakıyorum; Allah'ın kitabı; o semâ'dan yere uzanmış bir iptir. Ve neslim: ehli beytim. Şüphesiz, Latîf ve Habîr (Rabbim), ikisinin Havz'da bana gelinceye kadar asla ayrılmayacağını haber verdi. Bu ikisi hususunda bana nasıl halef olacağınıza dikkat ediniz! İsnadı zayıftır, Müslim 'in ve ed-Dârimî'nin, Fadâüu 'l-Kur'ân 'da, Zeyd b. Erkam 'dan rivayet enikleri hadis buna şâhid'dir.

 

İbn Ebî Şeybe'nin el-Musannefindeki rivayeti (el-Heytemî, es-Sevâiku'1-Muhrika'sında naklediyor;) Abdurrahmân b. Avf anlatıyor; Rasulullah (s.a.) Mekke fethedilince, Taife yöneldi ve orayı 17 veya 19 gün kuşatma altında tuttu. Sonra bir hutbe irâd etti; 'Allah'a hamd ve senâ'da bulundu ve; 'Size neslim hakkında hayır tavsiye ediyorum, buluşma yerimiz Havz'dır. 22 Ahmed b. Hanbel, IV, 367. "a.g.e.IV,371. 24 a.g.e. V, 182. 23 Arabca metni için bk. s. ... 26 Ebî Ya'lâ, Müsned, Tk. Hüseyn Selîm Esed, Dâr'us-Sekâfeti'l-Arabivye, Dımeşk, I. Baskı, 1992/1413, II, 297, H. 1021 Canımı elinde bulundurana yemin olsun ki! Kesinlikle namazı kılacak, zekatı vereceksiniz! Size boyunlarınızı vuracak, benden veya benim gibi bir adam göndereceğim. Sonra, Ali'nin (r.a.) elinden tuttu ve;' İşte o budur!' buyurdu. Bu hadisin ravilerinden birisinin zayıflığı hakkında ihtilaf edilmiştir. Hadisin diğer râvileri ise sika(:güvenilir)dir. Bir başka rivayette de, Rasulullah'ın (s.a.) vefat ettiği hastalığı esnasında şöyle buyurduğu belirtilmiştir; 'Ey İnsanlar! Ruhumun kabzolunacığı gün hızlıca yaklaşıyor, beni götürecek! Mazereti kaldıran kesin sözü sizlere sundum! Dikkat ediniz! Muhakkak ki sizlere Azîz ve Celîl Rabbanin Kitabını ve neslim: ehli beytimi bıraktım.' -Daha sonra Ali'nin elinden kaldırarak;- 'Ali, Kur'ân iledir, Kur'ân da Ali iledir, Havz'da bana gelinceye kadar ikisi ayrılmaz! .......................?!27 27 îbn Hacer el-Heytemî el-Mekkî, es-Sevâiku'1-muhrika, Dânı'l-kutubi'l-ilmiyye, Beynıt,1993. III. Baskı. 194

Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat İnancına Göre

İSLAM HUKUKUNDA BEYAT ve İMAMET

Derleyen Fevâz b. Yahya el-Gaslân

Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder, O'n-dan yardım ve mağfiret diler ve O'na tevbe ederiz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden O'na sığınırız.

Allah, kime hidayet etmişse, o hidayet bulmuştur. Kimi de saptırmışsa, artık sen, orta yol gösteren bir yardımcı bulamazsın.

Bundan sonra:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem'in, peygamber olarak gönderilmesinden önce cahiliyye arapla-rı, bölük pörçük, ihtilaflara boğulmuş ve insanların sebepsiz yere birbirlerini öldürdükleri bir ortam içindey-di.Giic.lu zayıfı yutar, her kabile kendi dengine hücuma geçebilmek için en uygun fırsatı kollardı, işte tam bu sırada Allah, Rasûlü Muhammed sallallâhu aleyhi ve sel-lem'i gönderdi. O, cemaatleşmeye önem verdi ve insanları buna teşvik etli. ihtilafa düşülmemesi hususunda uyarılarda bulundu ve insanların dikkatini bu yöne çekıi. içerdiği önem nedeniyle bu konuyla ilgili, gerek Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'den, gerek O'nun ashabından ve gerekse selef imamlardan onlara uyanlardan (Allah hepsinden razı olsun), pek çok hadis, tevâ-türen günümüze kadar gelmiştir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:

"Allah ve Rasûlü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da korkunuz (kuvvetiniz, devletiniz) gider." (Enfâl,46)

"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın, işte bunlar için büyük bir azap vardır."(Âl-i Imrân, 105)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ise bu konuda şu tavsiyelerde bulunmuştur:

1-Usâme b.Şerîk radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah'ın eli cemâatin üzerindedir."

Sahih Hadis1 Ahmed, ibnu Ebî Asım3, Taberânî4 ve Hâkim5.

(1) Bkz. el-EIbânî, Tahrîcu Islâhil-Mesâcid. H.No: 61. Zılâlu'l-Ceıme, 1/40, H.No: 81. Sahîhu'I-CârmT s-Sağır, 2/1340, H.No: 8065.

(2) Hadisi bıı lafızla Müsneıi'de bulamadım. Hadis için bkz. :

Tirmizî, es-Sunen, 4/405, H.No: 2166 Ibn Abbâs radiyallahu anh'den, H.No: 2167 Ibn Ömer radiyallâhu anh'den. Nesaî, es-Sımen, 7/92,Arfece b. Şüreyh el-Eşcai' radiyallâhu an-huma'dan.

Daha geniş bilgi için bkî. Tahricu Islâhi'l-Mesâcid. H.No:61.

(3) es-Sünne, 1/40, H.No: 81.

(4) el-Mu'cemu'l-Keblr, 1/186, H No: 489.

(5) el-Müsiedrek ala's-Sahîhayn, 1/199-200, H.No: 391 ve 392 Ibn Ömer radiyallâhu anhuma'dan

2-Ka'b b. Âsim radiyallâhu anh'den: Allah Nebisi sallallâhu aleyhi ve seliem şöyle buyurdu:

"Alldh-u Teâlâ ümmetimi, sapıklık üzere birleşip toplanmaktan korumuştur."

Sahih Hadis6 Ibnu Ebî Âsim7 rivayet etmiştir. Tirmizî'de ise bir benzeride vardır.

3-Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her kim, cennetin mu'tenâ yerini (en ortasını, en geniş ve güzel yerini) istiyorsa cemâatten ayrılmasın. Zira şeytan tek (yalnız) olanla beraberdir, iki kişiden (birlik olandan) ise daha uzaktır."

Sahih Hadis9 Ahmed,10 Ibnu Ebî Âsim,11 Tirmizî,12 Hâkim13 ve Ibn Hibbân.14

(6) Kasen Hadis. Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l-Ceıme, 1/41, H.No: 82.

Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîrıa, 3/319, H.No: 1331.

Sahîhu'l-tâmii's-SaglT,       1/367, H.No:1786.

(7)cs-Sunne, 1/41, H.No: 82.

(8) es-Sünen, 4/466, H.No: 2167 Ibn Ömer radiyallâhu anhuma'dan

(9) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne, 1/42-43, H.No: 88.

Silsiletü'l-Ehâdîsi's-Sahîha, 1/2/792, H.No:430.

(10) el-Müsned, 1/18,26.

(11) es-Sürme, 1/42-43, H.No: 88.

(l 2) es-Süııen, 4/465-467, H.No:2165.

(13) el-Müsıedrek ala's-Sahlhayn, 1/197-19", H.No: 387,388,389 ve 390.

(14) el-lhsân fi Tertibi Sahîhi Ibni Hibbân, 10/436-437, H.No: 4576.

4-Fadâle b. Ubeyd radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle huyu rdu:

"Üç kişi var ki, onlardan (hesap günü) soru sorul-maz.Müslümanların cemâatini terkedip imamına (idarecisine) isyan eden ve asi olarak ölen fcişi, sahibinden kaçan ve hu hal üzere ölen köle ve kocası yanında yokken, geçimini karşılayacak kadar yanında parası olduğu halde, kocasının arkasından açılıp-saçılan kadın."

Sahih Hadis15 Ibnu Ebî Âsim,16 Ibn Hibbân17 ve Hâkim18.

5-Ebû Hureyre radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her kim, itaatten çıkar, cemaatten ayrılır ve bu hal üzere ölürse, artık onun ölümü cahiliyyel ölümüdür."

Sahih Hadis19 Müslim^.

6-Nu'mân b. Beşîr radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

(15) Bkz. d-Elbânl, Zılâlu'l-Cenne, 1/43, H.No: 89.

Si hileni'1-Ehâclîsi's-Sahîha, 2/81, H.No: 542. Sahîhu'l-Câmii's-Sağlr, 1/686, H No: 3058.

(16) es-Sünne, 1/43, H.No. 89.

(17) el-îhsân fî Sahihi Ibni Hibbân, 10/423, H.No: 4559.

(18) el-Müstedrek ala's-Sahihayn, 1/206, H.No: 411

(19) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'UCenne, 1/43, H.No:90.

Silsiletıj'1-Ehâ-dîsi's-Sahîha, 2/677, H No: 983. Sahihu'I-Camifs-Saglr, 2/1070, H.No: 6227. Muhtasaru Sahihi Müslim, s.329, H.No: 1232.

(20) es-Sahîh, 3/1476, H.No: 1848/53.

12

"Cemâat rahmet, fırka (ayrılık) ise azaptır."

Sahih Hadis21 Ahmed22 ve Ibnu Ebî Asım23.

7-Hâris b. Beşîr radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Size beş şeyi emrediyorum: (idarecilerinizin emir ve isteklerine karşı) tam bir dinleyiş ve itaat, cemâate bağlılık, hicret ve cihat."

Sahih Hadis24 Ahmed25, Ibnu Ebî Âsim26 ve Tir-mizî.27

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, gerek mü'minlerin bölük pörçük olmaları ve gerekse müs-lümanlarm cemâatinden ayrılma hususunda, yapılabilecek en güzel şekilde uyanlarda bulunmuş ve bu işleri işleyenlerin âhirette en ağır cezalarla karşı karşıya kalacaklarım bildirmiştir.

Bakınız O, bu hususla neler söylemektedir:

8-Abdullah b. Amr radiyallâhu anhuma'dan:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve seliem şöyle buyurmuştur:

(21) Hasen Bir tsnadla Bkz. el-Elbânî,

Ziiâh.ı'1-Cenne, 1/44, H.No:93. Sahîhu'l-Camü's-Sağîr, 1/597, H.No: 3109.

(22) el-Müsned, 4/278, 375.

(23) es-Sunne, 1/44, H.No:93.

(24) Bkz. el-Elbânî, Zılalu'I-Centıe, 2/482, H.No: 1036. el-Mıskât, 2/1091, H.No:3694.

(25) el-Musned, 5/344.

(26) es-Sünne, 2/482, H.No: 1036.

(27) es-Sünen, 5/136-137.H No: 2863.

13

"Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir."

Sahih Hadis28 Buharı29 ve Müslim30.

9-Abdullah b. Ömer radiyallâhu anhuma'dan:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyİe buyurmuştur:

"Kim elini ((derecisine) itaat etmekten geri çekerse, artık o kimse için kıyamet günü (ortaya koyabileceği) bir delil yoktur."

Sahih Hadis31 Ahmed32 ve Ibnu Ebî Âsim33.

10-Arfece el-Eşca'î radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:        -

"Siyasi idarî işiniz tek bir adam üzerinde birlik vej vahdet hahnde iken, sîzlere biri gelirde birliğinizi parçala--yıp gücünüzü kırmak yahut topluluğunuzu bölmek isterse, onu hemencecik ö/dürün."

Sahih Hadis34 Müslim35.

(28) Bkz. el-Elbam, Zılâlu'l-Cenne, 1/31, H.No: 61,62.

Muhtasaru Sahihi Müslim, s.207, H.No: 795.

(29) es-Sahih, 10/130, H.No:5063 Enes b. Mâlik radîyallâhu anh'den.

(30) es-Sahih, 2/1020, H.No: 1401/5

(31) Bkz. el-Elbâm, Zılalu'l-Ceıme, 1/44, H.No: 91; 2/498, H.No: 1075.

Silsüetu 1-Ehâdis's-Sahîha, 2/677, H.No: 984.

(32) el-Müsned, 2/70,83,93,97,111,123,133,154 muhteliflafızlarla.

(33) es-Süntıe, 1/44, H.No: 91; 2/498, H.No: 1075.

(34) Bkz. el-Elbâm, Zılalu'l-Ceıme, 2/512, H.No: 1108.

Muhtasam Sahihi Müslim, s. 329, H.No:1234. Tahrîcu Islâhi'l-Mesâcid, H.No: 61. Sahîhu'l-Camii" s-Sagîr, 1/677, H.No: 3621, 3622.

(35) es-Sahîh, 3/1480, H.No: 1852/60.

14

Uzun olur korkusuyla, bu babla ilgili burada zik-redemediğimiz daha pek çok hadisi terketmek zorunda kaldık (Okuyucunun dikkatine sunulur.) Allah başarıya ulaştırandır.

Bilindiği gibi cemâat, ancak üzerinde müslü-manlann sözünün birleştiği imam (idareci) ile dosdoğru olabilmekte, imamın (idarecinin) otoritesi ise ancak ona itaatle sağlanabilmektedir. Bu nedenle Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem yönetilenleri, yönetenlerine itaat etmekle emretmiştir. O, sallallâhu aleyhi ve sellem suni an söyler:

11-Enes b,Mâlik radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sizin aranızda Allah'ın kitabıyla hükmettiği müddetçe, size; bası üzüm salkımı gibi olan Habesli bir köle bile idareci tayin edilse, siz (yine de) (onu) dinleyiniz ve fona) ifaat edinip,"

Sahih Hadis36 Buhârî,37

12-Ebû Hureyre radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Bana itaal eden Allah'a ilaat etmiş, bana isyan e-den ise Allah'a isyan etmiştir, idarecisine) itaat eden bana itaat, etmiş, ona isyan eden ise bana isyan etmijtic"

(36) Bkz. el-Elhâm, lrvâu'1- Galll, 8/107, H.No: 2455.

(37) es-Sahîh, 15/16, H.No: 7142.

15

Sahih Hadis38 Buharı39 ve Müslim40.

13-Abdullah b. Ömer radiyallâhu anhuma'dan:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Müslüman kişinin ma'siyetle (günah şeylerle) em-redilmediği sûrece hoşlandığı ve çirkin gördüğü şeylerde (idarecisini) dinlemesi ve (ona) itaat etmesi gereklidir. Eğer ma'siyetle emredilirse dinlemek ve itaat etmek yoktur."

Sahih Hadis41 Buharı42 ve Müslim43.

14- Avfb. Mâlik radiyıllâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Haberiniz olsun ki, kim ki başına bir vali (idareci) tayin edilirde, önün Allah'a karsı işlenmiş ma'siyetle f den bir şeye yöneldiğini görürse, peşinden gittiği bu ma'siyeü çirkin görsün Jakat elini ona itaattende sakın geri çekmesin."

Sahih Hadis44 Müslim43.

(38) Bkz  el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne. 2/493-494, H.No:1067, 1068.

Muhtasara Sahîhi'l-Buhârl, 2/307, H.No: 1298. Muhtasaru Sahihi Müslim, s.327 H No' 1223 Irvâu'l-Galil, 2/120, H.No: 394. Sahîhu'l-Câmıi's-Sağîr, 2/1044, H.No: 6044

(39) es-Sahih, 6/217, H.No: 2957; 15/3, H.N<r 7137

(40) es-Sahîh, 3/1466, H.No'1835/32,33.

(41) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahihi Müslim s 327 H No- 1226

(42) cs-Sahîh, 15/16, H.No: 7144.

(43) es-Sahlh, 3/1469, H.Ko: 1839/38.

(44) Bkz. el-Elbânî, Zılalu'l-Cenne, 2/495, H.No: 1071.

Muhtasara Sahihi Müslim, s.328, H.No: 1228. Silsifetül-Ehâdîsi's-Sahîha, 2/576, H.No: 907. Sahîhu'I-Câmii's-Sağîr, 1/619, H No. 3258

(45) es-Sahih, 3/1482, H.No. 1855/66.

16

15-Huzeyfe b. el-Yemân radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

"Benden sonra, benim hedyimi (doğru yolumu) yol olarak görmeyen ve benim sünnetimi sünnet edinmeyen idareciler olacak. Sonra onlar arasında, kalpleri şeytan kalpleri olan, insan suretine (bedenine) bürünmüş kişiler sıyrılıp çıkacaklar. Dedim ki: Onlara ulaştığım zaman nasıl yapayım? Şöyle cevap verdiler: Sırtını dovse ve malını aha bile. dinler ve itaat edersin."

Sahih Hadis46 Müslim47.

16-Abduilah b. Ömer radiyallâhu anhuma'dan:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bize silah çeken bizden değildir."

Sahih Hadis48 Buhârî4^ ve Müslim50.

17-el-lrbâd b. Sâriye radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, bize hutbe îrâd etti ve şunları söyledi:

(46) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahihi Müslim, s 328, H.No:1231.

(47) es-Sahîh, 3/1476, H.o: 1847/52.

(48) Bkz. el-Elbânî, Muhtasaru Sahîhi Müslim, s. 329, H.No: 1235. el-Mişkât, 271045, H No' 3520. Imânu Ebî Ubeyd, H.No: 71. Sahîhu'l-CâmiiVSagir, 2/1068, H.No: 6217, 6218.

(49) es-Sahîh, 14/172, H.No: 6874; 14/517, H.No: 7070, 7071 Ebû Musa el-Es'arî radiyallâhu anh'den.

(50) es-Sahih, 1/98, H.No: 98/161, 100/163 Ebû Musa el-Es'arî radiyallâhu anh'den.

1/98, H.No. 101/164, Ebû Hureyre radiyallâhu anh'den.

"Allah'tan korkun. (Başmıza) Habesli bir köle dahi tayin edilse, dinleyiniz ve itaat ediniz. Zira sizin içinizden yasayanlar pek çok ihtilaflar göreceklerdir (O halde) sizlere lâzım olan, benim sünnetim ve benden sonra gelen râ-sit (hak yolunda olan) hal i/elerimin sünnetidir."

Sahih Hadis51 Ebû Dâvud52, Tirmizî53 ve Dâri-mî.

18-Ubâde b. es-Sâmit radiyaİlâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her kim ki, Allah'a, hiçbir şeyi sirk koşmadan ibâdet (kulluk) eder, namazı (dosdoğru) kılar, zekâtı (lıak-kıyla ) verir ve (idarecisini) dinler ve (ona) itaat ederse, cennetin sekiz kapısından islediği herhangi birinden girsin."

Sahih Hadis55 Ahmed56, Ibnu Ebî Asım57 ve Ta-berânî.38

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecileri dinleyip onlara itaat etmekle ilgili hadisle-

(51) Bkz.el-Elbanî, Zılâlu 'I-Cennc, 1/29, H. No:31, 54. el-Mı$kât, 1/58, H. No 165. Irvâu'I-Galîl, 8/107, H. No:2455. Şerhu't-Tahâviyye, s.383,H. No:501; s-485, H-No:715. Sahihu'I-Câmii's-Sagîr, 1/499. H. No:2549.

(52) es- Sünen, 5/13-14, H.No:4607.

(53)  es- Sünen, 5/44, H.No: 2676.

(54)  es- Sünen, l/44,H.No:95.

(55)Bk:. el-Elbâni, Zılâlu'l-Cenne, 2/454, H.No:968; 2/479, H.No:1027

(56) el- Müsned, 5/325.

(57) es- Sünne, 2/454, H.No:968; 2/479, H.No:1027.

(58) Bkz. Heysemi, Mecmau'z- Zevâid, 5/216.

18

rin, takva sahibi imamlarla (idarecilerle) ilgili olduğu kadar, fâcir (günahkar) imamlar hakkında da geçerli olduğunu gayet net olarak açıklamıştır. Buraya kadar geçen tüm hadisler bizlere, idarecilerden bir kısmının ortaya koyduğu işlerin kabul edilebilecek özellikte, diğer bir kısmının ortaya koyduklarının ise inkar edilebilecek özellikte olduğunu, bununla birlikte, onların; Allah Rasûlü'nÜn yolunu yol olarak görmediklerini ve O'nun sünnetini sünnet olarak edinmediklerini haber vermektedir.. Bu da gayet açıktır.

Bu hususu Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sel-lem'den gelen daha pek çok hadis desteklemektedir. Bazıları şunlardır

19-Adiyyb. Hatim radiyaİlâhu anh'den: "Kendisi dedi ki: Dedik ki: Ey Allah Rasûlü! Biz sana Allah'tan korkan (muttaki) (idarecilere) itaati sormuyoruz. Aksine biz sana şöyle şöyle (yaptıkları kötülükleri Zikretti) yapanları soruyoruz? Bunun üzerine Allah Rasûlü sallaUâhu aleyhi ve sellem söyle cevap verdiler;

"Allah'tan korkunuz, (idarecilerinizi) dinleyiniz ve (onlara) itaat ediniz."

Sahih Hadis59 Ibnu Ebî Âsim60.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilere özel hususlarda, gizliliği asıl kabul etmiş ve bu gizliliğin bozularak, onlarla ilgili şeylerin ulu or-

(59) Bkz. el-Elbâni. Zılâlu'l- Cenne, 2/494, H.No:1069. (00) es-Sünne, 2/494, H.No:1069.

ta söylenmesini yasaklamıştır:

20-Abdullah b. Ömer radiyallâhu anhuma'dan: "Bir adam Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e geldi ve bana (bir şeyler) tavsiye et dedi. O'da bunun üzerine kendisine şunu söyledi:

"(idarecini) dinle ve (ona) itaat et. Sana (sözlerinde ve işlerinde) açık-seçik olman yakışır. Gizli şeylerden ise kaçın."

Sahih Hadis61 Ibnu Ebî Âsim62.

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilere karşı çıkmanın iki durum dışında caiz olmadığını kesin bîr dille ifâde etmiştir.

Bu iki durum şunlardır:

a) Onların (sözlerinde yada işlerinde) açık bir küfrün ortaya çıkması (ve açık olan bu küfrün tes-bitinde yanımızda Allah'ın kitabından yoruma yer bırakmayan acık bir delilin bulunması.)*

b) Müslümanların namaz kılmalarım yasaklamak.

Bu iki durumu ifade eden hadisler şunlardır:

21-Ubâde b. es-Sâmit radiyailâhu anh'den:

"Biz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem'e, gizli ve açık olan şeylerde, (onu) dinlemek ve(ona) itaat etmek, zorlukla, kolaylıkta ve başkalarının bizim üzerimize ter-

(61) Ceyyid Bir Isnadla. Bkz. el-EMni, Zılâlu'I- Ceıme, 2/494-495, H.No:1070

(62) es- Sütme, 2/494-495, H.No:1070.

* Parantez içindeki cümle çevirenin hükmü tamamlayıcı ekidir.

20

cih edilmesi hallerinde onun nafakasını sağlamak, imaret sahibi olan kimselerle emirlik hususunda çekişmemek üzere bey'at edip söz verdik. Ancak emir sahibinde açık bir küfür görmemiz hali müstesnadır ki, bu haldede onun küfrü hakkında yanımızda, Allah'tan (yâni kitabından) açık bir delilin olması gereklidir."

Sahih Hadis63 Buharı64 ve Müslim65. 22-

 

“Ümmü Seleme radiyailâhu anha'dan:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Benden sonra (ileride) Öyle idareciler olacak ki, siz onları (ve onların bazı islerini) bilip tanıyacaksınız, (bazılarını ) ise inkar edeceksiniz.lşte her kim (o yaptıklarını) inkar ederse (onlardan) ber'idir yâni uzaktır. Her kimde (yaptıklarını ) hoş görmezse (ortaklık suçundan) kıtrtulur.Fakat kimde razı olur ve (onlara) uyarsa ! (işte o zaman hem günahtan uzak olamaz hem de ortaklık suçundan kurtulamaz). Bunun üzerine dediler ki: Onları kılıçla alaşağı edelim mi? Rasüllullah sallallâhu aleyhi ve sellem onlara:

"Hayır, içinizde namaz kıldıkları sürece hayır" dedi"

Sahih Hadis66 Müslim67.

(63) Bkz. el-Elbâni, Zılâlu'l- Cenne, 2/480, H.No:1029, 1030, 1031. Muhtasarı Sahihi Müslim, s. 326  H.No-1221.

(64) es- Sahîh, 14/494, H.No:7056.

(65) es-Sahîh, 3/1470, H.No:1840/42.

(66) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l-Cenne, 2/501, H.No:1083.

Muhtasaru Sahihi Muslini, s  328, H.No:1229. Sahîhu'l- Camii's- Sağîr, 1/677, H.No;3618.

(67) es-Sahîh, 3/1480-1481, H.No:1854/62, 63, 64.

.:.\. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem idarecilerin günah işlemeleri ya da nasihate gereksinim duyulan herhangi bir işin belirmesi durumunda, onlara nasihatte bulunmayı emretmiştir:

23-Temîm ed-Dârî radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"'Din nasihattir.' Dedik ki, kimin için Ey Allah'ın Rasûlü? Dediler izi: 'Allah için, kitabı için, rasûlü için, müslümanların idarecileri için ve miisîiimanlann hepsi

için.'"

Sahih Hadis6S Müslim09.

24-Zeyd b. Sabit radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Üç haslet (meziyet) vardır ki, müslüman bir kişi onlara sahip olduğu sürece kalbi kin, hıyanet ve husûmet (düşmanlık) beslemem: Ameli, (am bir ihlasîa sırf Allah rızası için islemek, müslümanların başındaki yöneticilere hayır dilemek ve mttsîümanlarm cemâalindan ayrılma-

(68) Bkz. el-Elbânl Zılâlu'l- cenne, 2/505, H.No:1090, 1091.

Muhtasara Sahihi'1- Buhârî, 1/22, H.No:41. Muhtasaru Sahihi MusKm, s.324, H.No.1209. Gâyetu'l- Meram, s. 160, H.No:332. lrvâu'1- Galîl, l/Ğ2,H.No:25 Sahilıu'l- CâmüV Sağır, 1/642, H.No3417.

(69) es- Sahih , 1/74-75, H.No:55/9S, 96.

Ayrıca bkz. Buhârl, es- SaMh, \J 186-189, H.No:57, 5C Cerîr b. Abdillah radiyallâhu anh'den; Müslim, es- Sahîh, 1/75, H.No:55/ 97, 98, 99, Cerîr b. Abdillah radiyallâhu anh'den.

22

mak. Çünkü müslüman cemâalinin daveti, arkalanndaki-leri de haplar."

Sahih Hadis70 Sünen Sahipleri71.

RasûluUah sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilere sövüp saymayı, onlara karşı riyakârlıkta bulunmayı ve onlan kandırmayı yasaklamış, tam tersine onlara uygun bir lisanla nasihat etmeyi ve onlar hakkında sâlih dualarda bulunmayı emretmiştir.

imam Tahâvî (Allah kendisine rahmet etsin) bu hususta, ümmetin kabulüne mazhar olmuş, (mezhebinin imamı, Imam-ı Ebû Hanîfe'nin i'tikâdını-ki zaten bu Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in l'tikâdıdır-derlediği)* el-Akîdelü't-Tahâviyye adlı meşhur eserinde şunları söyler:

"Müslüman emir sahiplerine ve imamlarımıza karsı, haksızlıkta bulunsalar dahi karşı çıkmayı uygun görmeyiz ve onlar aleyhine dua etmeyiz. Onlara itaatten el çekmeyiz. Onlar bize günah işlemeyi emretmedikçe, onlara itaati Allah'a itaat dairesinde farz görürüz. Allah'a karşı gelmeyi bize söylemedikleri sürece, onlara

iyi ve afiyette olmaları için dua ederiz."72

(70) Bkz. el-Elbânî, Zılâlu'l- Cenne, 1/45, H.No: 94.

Sahîhu't- Tergîb, 1/112- 113, H.No: 83, 84-, 85, 86.

(71) Bkz. Ebû Dâvûd, es- Sünen, 4/68, H.No:3660 Zeyd b. Sabit radiyallihu anh'den.

Tinnızî, es- Sünen, 5/33, H.No: 2656, Zeyd b. Sabit radiyallâhu anh'den.

5/33, H.No- 2657, Ibn Mes'ûd radiyallâhu anh'den.

5/34, H.No: 2658, Ibn Mes'ûd.

Ibn Hibbân, el-lhsân, 1/270, H.No: 67, Zeyd b. Sabit radiyallâhu anh'den.

1/268, H.No: 66, Ibn Mes'ûd. 1/271, H.No; 68, Ibn Mes'ûd 1/271, H.No: 69, Ibn Mes'ûd.

(72) Bkz. Ibnu Ebî'l- t'zz el- Hanefî, Şeıhu'İ- Akîdeti't- Tahâviyye

(thk. el-Elbânî), s. 379. * Parantez içindeki cümle, çevirenin ekidir.

23

25-Enes b. Mâlik radiyallâhu anh'den: "Muhammed salîallâhu aleyhi ve sellem'in ashabından büyüklerimiz bizleri (bazı şeyleri söylememiz ve yapmamız hususunda)yasaklar ve Rasûlullah salla!lâhu aleyhi ve seHem'irt şöyle buyurduğunu söylerlerdi: "idarecilerinize sövmeyiniz, onları aldatıp kandırmayı n iz ve onlara bu.gzetm.eyiniz. Allah'tan korkunuz ve sabrediniz. Zira emir (idarecilerinizin zulmünden kurtulmanız) yakındır."

Sahih Hadis73 îbnu Ebî Âsim74.

26-Ebû Bekre radiyallâhu anh'den: AHah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Sultan Allah'ın yeryüzündeki göîgesidir Kim onu

(sultanı) küçümser ve hakir görürse Allah'da onu küçümser ve hakir görür. Kim de sultanına ikramda kusur etmezse, Allah'da ona ibramda kusur etmez."

Sahih Hadis75 Ahtned76, îbnu Ebî Âsim77, Tayâli-sî78, Tirrnizî79 ve Ibn Hibbân80.

27-Muâz b.Cebel radiyallâhu anh'den: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

(73) Ceyyid Bir Isnadla. Bkz. el-Elbâıü, Zılalu'l- Cenne, 2/474,

H.No; 1015. (71) es- Sünne. 2/474, H.No: 1015.

(75) Hasen Hadis, Bkz, el-Elbânî, Zılâlu'l - Cenne, 2/475,

H.No-,1017.

Silsiletü'-Ehâdîsi's-Sahiha, 5/375, H.No: 2297.

(76) el-Müsned, 5/42,49.

(77) es- Sunne, 7J 475, H.No: 1017; U 478, H.No:1024.

(78) el- Müsned, 21 167 (Zılâlu'l- Çetine). Farklı bir lafız için bkz.

aynı eser, 4. cüz, s. 121, H.No: 887. (79} es- Sünen, 4/502, H.No:2224. (80) es-Sika t, 4/259.

"Beş şey var ki, kim bu beş şeyden birini yaparsa Allah'ın (azabına) karşı kendini sağlama almıs olur;Hasta ziyaretinde bulunan veya cenazeye iştirak eden veya (Allah yolunda) gazaya çıkan veya İdarecisinin huzuruna onu (yaptığı işlerden dolayı) azarlayıp terbiye etmek ve ona saygı göstermek için giren yada evinde oturup, İnsanların kendisinden kurtulup salim olduğu kimse".

Sahih Hadis81 Ahmed82, îbnu Ebî Âsim83, Bez-zâr04, Hâkim85 ve Taberânî80.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem idarecilere yapılabilecek nasihatin niteliğini ve bu nasihatin insanların gözleri önünde cami minberlerinde ve kürsülerinde ulu orta yapılamayacağını belirtmiştir:

28-lyâd b. Ganem radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim sultanına nasihat etmek isterse, bunu (insanların gözleri önünde) ulu orta yapmasın. Tam tersine onu eliyle (kimsenin bulunmadığı bîr yere) (utup, çekip götürsün . Eğer (sultan) onu dinlerse ne âla. Yok eğer dinfemez-

(81) Bkz. el-E!bâm, Zılâlu'l- Cenne, 2/476, H.No:1021. Sahîhu't- Tcrgîb ve11- Terhîb, 2/166. Sahîhu'l- Camii's- Sagîr, 1/618, H.No: 3253.

(82)el-Müsned,5/24L

(83) es-Sünne, 2/476, H.No: 1021.

(84) el- Müsned. H.No: 1649 (Bkz. Zılâlu'l- Cenne, 2/476 H.No: 1021).

(85) el- Müstedrek ala's- Sahîhayn, 1/331, H.No: 767; 2/99, H.No: 2450.

(86) el- Mu'cemu'l- Kebir, 20/37-38, H.No: 55

se o üzerine düşeni yerine getirmiştir."

Sahih Hadis87 Ahmed80, Ibnu Ebî Âsımöy, Hâkim90 ve Bey haki91.

29-Ubeydullah b. el-Hıyâr radiyallâhu anh'den:

"Usâme b. Zeyd'e geldim ve 'Osman b. Ajfân'a, Ve-lîd'c fıad uygulaması için nasihat ta bulunmuyor musıın?' dedim. Usâme bunun üzerine şöyle dedi: 'Sen benim ona, sadece sizin önünüzde nasihat ettiğimi mi sanıyorsun? Vallahi ben ona, ikimiz arasında geçen (pekçok) konuşmada, açık söyleyip de bir şerr (fitne) kapısı açmaksızın, nasihat etmişimdir ve ben o kapıyı ilk açan kişi olmam.'"

Sahih Eser92 Buharı 93 ve Müslim94.

Kanun koyucu (Allah ve Rasûlü), idareciler, kendilerine yapılan nasihatleri dinlemeseler hile onlara karşı çıkmaya izin vermemiş, tam tersine onlara sabretmeyi emretmiştir. Bunun sonucu olarak işlenen şeylerin günahından da idarecileri sorumlu tuttuğunu haber vermiştir. Onlara nasihat eden ve meşru yolları kullanarak onların işledikleri ma'si-yetleri inkar eden kimse, günahtan kaçıp kurtulan kimsenin ta kendisidir:

(87) Bkz el- Hbanî, Zılâlu'l- Cenne, 2/507, H.No:1096.

(88) el- Müsncd, 4/403-404.

(89) es- Süntıe, 2/507, H.No: 1096.

(90) el- Mııstedrek ala's- Sahihayn, 3/329, H.No:5269.

(91) es- Sünenü'l- Kubrâ, 8/164. Farklı bir lafızla.

(92) Bkz. el- Elbânî, Muhtasara Sahihi'1- Buharı, 2/393, H.no: 1405. Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 330, H.No: 1238.

(93) es- Sahih, 6/481, H.No: 3267, 14/548-549, H.No. 7098.

(94) es- Sahih, 4/2290, H.No  2989/51.

26

30-VâiI b. Hucr radiyallâhu anh'den: "Dedik fer Ey Allah'ın Rasûlü! Haklarımızı yasaklayan fakat kendi haklarını bizden isteyen idarecileri başımızda görsen (ne yaparsın?): Kendisi bunun üzerine söyle dediler: '(Onları) dinleyiniz ve (onlara) itaat ediniz- Zira anlar kendi yükümlülüklerinden sorumludurlar, siz/er de kendi yükümlülüklerinizden sorumlusunuzdur."       • Sahih Hadis95 Müslim96.

31-Encs b. Mâlik radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu :

"Benden sonra sizler, yakında (böyle dünya işlerinde) başkalarının size tercih edildiği zamana kavuşacaksınız. (Bununla beraber) sizler (kıyamet günü) (Kevser) havuzunun başında bana kavuşuncaya dek sabrediniz."

Sahih Hadis97 Buhârî98 ve Müslim99.

32- Ebû Hureyre radiyallâhu anh'den:

Allah Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"(Benden sonra) halijcler olacak ve bunlar çoğalacaklar. (Ebû Hureyrc) dedi ki: Biz dedik ki: (O halde) bize

(95) Bkz. el- Elbani. Zılâlu'l- Cenne, 2/501-502, H.No: 1084.

Mu h tasanı Sjhîhi Müslim, s. 327, H.No: 1227. Sahîhu'l- Câmiı's- Sagîr, 1/229, H.No. 984.

(96) es- Sahih, 3/1474, H.No- 1846/49.50.

(97) Bkz. el- Elbani, Zılâlul- Cenne, 2/510, H.No: 1102.

Muhosaru Sahihi Müslim, s. 328, H.No. 1230. Sahîhu'l- CâmiiV Sagîr, 1/457-458, H No:2309.

(98) es- Sahîh, 14/494, H No: 7057.

(99) es- Sahîh, 3/1474, H.No: 1845/48.

neyi emredersin? Rasûllldh sallallâhu aleyhi ve seüem şöyle cevap verdiler: "ilk olan halifeye yapmış olduğunuz bey'atmıza sâdık kalın ve onlarla ilgili yapmakla yükümlü olduğunuz şeyleri yerine geürin.Zira muhakkak ki Allah onların sizlerle ilgili olan yüküm l ulufelerinden onları hesaba çekecektir."

Sahih Hadis100 Buhâri101 ve Müslim102.

33- Muâviye b. Ebî Süfyân radiyallâhu anhu-ma'dan:

"Ebû Zer Kebzeye doğru yola çıkınca, İrak'tan bi-nekü gelen insanlar onu karşıladı la r ve söyle dediler: Ey Ebâ Zerr! Bize insanların, altında sana geldikleri bir sancak çıkar Ebû Zerr bunun üzerine onlara söyle dedi: Yavaş! Yavaş/ Ey Ehl-i islam/ Zira ben Rasûîullah sallalîâhu aleyhi ve selîem'i söyle derken işittim: "Benden sonra bir sultan gelecek. Siz onu yüceltiniz. Zira her kim onun (sultanın) zayi/ ve zelil olmasını islerse, muhakkak ki o, islam'da bir gedik açmıştır. Üstelik o kimsenin (evbesi, islam'da açtığı bu gediği eski (sağlam) haüne döndürünceye kadar kabul de olmaz."

Sahih Hadis103 Ahmed104 ve Ibnu Ebî Âsim105.

34- Ebû Zerr radiyallâhu anh'den:

(100) Bkz. el- Elbânî, Zılllu'l- Cenne, 2/498-499.

Irvâu'l- Galtl, 8/127, H.No: 2473.

Muhıasaru    Sahihi'1-    Buhârl,    2/444,

H.No: 1465.

Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 322, H.No:

1198.

(101) es- Sahîh, 7/170, H.No: 3455.

(102) es- Sahîh, 3/1471-1472, H.No: 1842/44.

(103) Bkz. el- Elbânî, Züâlu'l- Cenne, 2/499, H.No: 1079.

(104) el-Müsned, 5/165.

(105) es- Sürme, 2/499. H.No: 1079.

28

"Ben mescitte uyurken, Rasûllullah sallallâhu aleyhi ve sellem bana geldi ve şöyle dedi: "Mescitten (zorla) cıfcarıhrsan ne yaparsın?" Dedim ki: Jam'a giderim. O, "peki Şam'dan da (zorla) çıkartırsan ne yaparsın" dedi. Ben kendisine: 'Kılıcımı kuşanır ve onunla vuruşurum Ey Allah'ın Rasulü' dedim. Bunun üzerine o bana şöyle dedi: "Ben bundan daha hayırlı ve doğruya daha yakın bir şeyi sana göstereyim mi? Dinler; itaat eder ve seni nasıl güderlerse sende öylece güdülürsün."

Sahih Hadis106 Ahmed107, Ibnu Ebî Asım10», Dâ-rimî109velbnHibbân110.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, idarecilerde olduğu gibi, kötü ve çirkin şeylerin yayılmasını amaçladığı için, cami minberlerinde ve sohbet edilen diğer meclislerde, insanların ayıplarını ve hatalarını ilan edip yaymayı da hoş görmemiştir. Çünkü Allah Sııbhânehü ve Teâlâ, kutsal kitabında, çirkin şeylerin yayılmasını şu ayetiyle yasaklamıştır: "inananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da âhirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Nur, 19)

35- Ebû Hureyre radiyallâhu anh'den:

Allah Rasulü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

(106) Bkz el- Elbânî, Zılâlu'l- Cenne, 2/497, H.No:1074.

(107) el- Mtisned, 5/144, 156, 6/457.

(108) es- Sürme. 2/497, H.No: 1074.

(109) es-Sünen, 1/379, H.No: 1399.

(110) el- ihsan fi Tertibi Sahihi Ibni Hibban, 15/52-53, H.Noı 6668

"Kişi, İnsanlar helak oldular dediği zaman, o onları helak etmiştir"

Sahih Hadis111 Müslim112

Rastılullah sallallâhu aleyhi ve sellem, fitne ateşini alevlendirip yaymayı ve ne kadar küçük olursa olsıın, fitnelerin yayılmasına neden olan şeyleri, kesin bir dille yasaklamıştır. O, ümmetin üzerinde dönüp dolaşan bu fitnelerin, hiçte hayra alâmet olmadıklarını bildirmiştir. Allah Rasülü, müslü-manlara karşı silah kullanmayı veya silah kullananlara katılmayı özellikle yasaklamıştır. Hele hele müslümanlar arasında dönüp dolaşan bu fitneler, mevcut kurulu düzeni yıkmak ve dünyevî makamları elde etmek için baş göstermişse durum daha da vahimdir:

36- el-Mikdâd b. el-Esved radiyallâhu anh'den: Allah Rasülü sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Gerçekten saîd (mutlu) olan fcişi, fitnelerden uzaklaştırılan ve belaya uğrayıp iyice sabreden kimsedir. Ne kadar güzel, ne kadar hoş bir şey."

Sahih Hadis113 Ebû Dâvûd.114 * * *

Bu kısa fakat özlü araştırmayla ilgili yer verdiği-

(111) Bkz   el- Elbânî, Muhtasaru Sahihi Müslim, s. 476, H.No:

1823.

Sahîhu'l-Edebi'l-Mufred, s.284, H.No: 583. Sahîhu'l- Câmii's- Sağlr, 1/183, H.No: 712 (l 12) es-Sahîh, 4/2024, H.No 2623/139.

(113) Bkz. el- Elbâni. Silsile tül- Ehâdîsi's- Sahiha, 2/666, H.No:975. Sahîhu'l- Câmii's- Saglr, 1/337, H.No:1637.

(114) es- Sünen, 4/460, H.No: 4263.

Ayrıca bkz, Ahmed, el- Müsned, 1/327.

miz hadislere, imam Şevkânî'nin es-Seylü'l- Cerrar adlı eserinin, Kitâbu'l- Bağy bölümünde dile getirdiği şu sözlerle son veriyoruz:

"Bâgî; imama itaatten çıkan kimsedir. O, basiretsiz bir şekilde, muhatabına nasihat etme gayesi gütmeden, imamının müslümanların işlerini görmesini boş yere engeller... imamlar zulümde hangi dereceye varmış olursa olsunlar..." kendilerinden apaçık bir küfür sâdır olmadığı sürece onlara karşı ayaklanmak caiz değildir. Bu mânâda varit olan hadisler mütevâtırdirler."*15

Bu sözü O'ndan Allâme Muhammed Sıddîk Hân er-Ravdatü'n-Nediyye adlı eserinin Kitâbu'l-Bağyi ala's-Sultân (Sultana Karşı Haddi Asıp Heri Gitme Kitabı) bölümünde naklettikten sonra herhangi bir eleştiri getirmeden olduğu gibi ikrar etmiştir.

Son olarak, tüm islam da ve tç ilerini; yöneticilerle başbaşa kalma ve onlara karşı riyakarlıktan uzak durma hususlarında Allah ve Rasûlü'nün emir buyurduğu şeylere sımsıkı sarılmaya, durum ve görüşleri ne olursa olsun Allah ve Rasûlü'nûn önüne kesinlikle geçmemeye davet ediyorum.

Şâir şöyle der:

Muhammed'in sözü yanında her sözü bırakın, Dininden emin olmayan tehlikede olan gibidir. Azîm olan Allah'tan, bizleri;rızasını kazanmak

(115)4/556.

* Sevkânî'nin sözünün tamamı için bkz. s.2,3 (çeviren).

31

için sâlih amel işleyen ve Rasûlü'nün yolu üzere çabalayıp gayret sarfeden kullarından kılmasını diler,gerek açsğa çıkmış ve gerekse kapalı kalmış fitnelerden bizleri uzaklaşlırıp korumasını yine O'ndan niyaz ederim.

Ârnîn..,

Zira O, şüphesiz tüm bunları üzerine alan ve her şeye güç yetirendir.

Allah'ın selamı, peygamberimiz Muhammed, O'-nun Âli ve Ashabına olsun.

 

DAVA ADAMI NASIL OLMALIDIR

Davasına gönül veren "bir ferdin, bir şahsın, bir müslümanın vasıfları neler olma­lıdır, kendisini nelerle teçhiz etmelidir. Bunu izah edip, bunun üzerinde durup, bunu anlatmaya gayret göstereceğiz.

Çünkü, bir ferdin, bir müs-lümanın karakter ve kabiliyeti ne boyutta ise, ilmi ve irfanı hangi seviyede ise, o boyutta ve seviyede bir cemaati oluştururlar.

Şuurlu ve basiretli fertler, şuurlu ve basiretli cemaatleri oluştururlar.

Davasını ve gayesini iyi bilen fertler, onun yeryüzüne hakim olması için gayret gösteren kişiler, davasını ve gayesini iyi bilen cemaatleri oluştururlar, onu yeryüzüne hakim kılacak cemaatleri teşekkül ettirirler.

Ve gayesine ve davasına gönül veren gerçek dava erleri de, unutmayalım ki, davasına gönül veren ve onu samimiyetle omuz-layan cemaatleri meydana getirirler

Evet, madem ki "Cemaatsiz İslâm olmaz" ise, "Cemaati iltizam şart" ise, o halde cemaati iltizam edecek olan   fertlerin konumu ve yapısı da o derece önemlidir.

İşte bunun İçindir ki biz de bu yazımızda " gerçek bir dava erinde" bulunması gerekli olan vasıfların neler olduğunu izah etmeye gayret göstereceğiz.

Gerçek   bir   dava   ehli   olan kimsede   bulunması   gerekli   olan önemli vasıflardan birisi: "....DAVASINI VE GAYESİNİ İYİ BİLMELİDİR..."

Gayesini iyi bilen kimseler, gayesini iyi bilen cemaatler meydana getirirler. Onun için, Akıllı ve basiretli bir müslüman davasını ve gayesini iyi bilen bir müslüman olmalıdır. Davasına, bir bankası veya tabi olduğu cemaatin lideri doğru dediği için doğru demesinden ziyade, o davarım Kitap ve Sünnet çizgisinde,, doğru olduğuna kanaat ve delil getirmelidir.

İyi bilmelidir ki. delilsiz körü körüne takip edilen .gayeler ve davaların akıbetleri de kördür.

Yine iyi bilmelidir ki; "Sadık davaların muhakkakki sadıklığına dair delilleri olur. Rabbimizin bir ayeti celilesinde buyurduğu gibi:

"...Eğer davanızda sadıklar iseniz delilinizi getirin..." (Bakara 111 ay.)

Su halde davasını iyi bilen bir fert, gayesini iyi bilen bir fert, davasının ve gayesinin doğru olduğunu iddia etmekle beraber, isbatımdayapmalıdır. Birçoklarının yaptığı gibi, hangi^ gayeyi, hangi davayı temsil ettiğinden bihaber olmamalıdır.

Attığı adımın nereye, tuttuğu yolun nereye vardığım iyi bilmelidir.

İkinci olarak, gerçek bir dava adamında   bulunması    gereken vasıflardan biri de: "...DAVASINI DERT EDİNEN BİR YAPIYA SAHİP OLMASIDIR..."

Gerçekbir dava adamı, davası uğruna uykularını kaçırdığı gibi, onu başkalarına anlatmada ve aktarmada da rahatını kaçırmalıdır. Davasına karşı yapılan saldırılara set olduğu gibi, on.u ortadan kaldırmaya yönelik her türlü vesileye de set olmalıdır.

İyi bilmelidir ki, dert edinilen gaye ve da,yaların.,.yüceldiği gibi, davasını dert. "edinen fertlerinde makam ve şerefleri yücelir.

Ve yine i,yi bihııiJlidir ki, dert edinilip uğruna gayret gösteril­meyen gayeler yerinde durduğu gibi, davasını dert. edinmeyenlerin makam ve 'dereceleri değerinde sayacaktır.

Davasını dert edinen bir ferdin en büyük gayesi, Kitap ve Sünnet'in yaşanması ve yaşatılması olmalıdır. Bu uğurda koşmalı ve bu uğurda yorulmahdır o insan.

Dava erinin vasıflarından biri de:

"....BATILIN KARŞISINDA SUSMAMASI..."

Gerçek basirete sahip olan dava eri, batılın karcısında asla sükut etmez. O, hakkı haykırdığı gibi, hakka yardımdan da geri durmaz. Dinin sevmediği şeyleri sevmediği gibi, onların toplumunda yayılmasına da razı olmaz. O her zaman m ünkeri değiştiren biri olmaktan geri durmaz. O, bu görevi terkeden korkaklara gelecek ilahi belânın kendisinede isabet edeceğin den korkar. O, A.lla,h Resulü (sav)'in şu hadislerini aklından çıkarmaz.

".......Hakkı      gördüğünde

söylemekten ve o büyük günü hatırlamaktan sizi insanlara olan korkunuz engellemesin. Çünkü bu, ecelinizi yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da daraltmaz" (İbn Mace: 10 c  4007 - Tirmizi)

Evet, sadık bir dava adamı hakkı anlatmada onu bir başkasına, ulaştırmada aktiftir. O, beklemez illa da soru sorulunca cevap verilir diye. O her an bir sohbet ortamı oluşturmayı arar. Oturduğu meclislerde ki gayri islami sohbet, ortamlarını" acaba bunu nasıl islami bir sohbete çevirebilirim" diye gayret sarfeder, bunu yapamazsa oradan uzaklaşır. Çünkü çok iyibilir ki, Munkeri işleyen bir toplulukla, sadece tebliğ için yanyana gelinir Bunurı aksi ise. Al lah azze cc' nin onların kalplerini yanyana getirrnesi demektir.

Yine, gerçek bir .dava erinde bulunması gereken vasıflardan biri de: "....CİDDÎ OLMASIDIR...."

Davasını seven, davasına gönül veren bir insan la.kayıt ve laşkalıkta,n uşak ciddi bir yapıya sahib olması gerekir. Fuzuli yere konuşmayan, konuştuğunda, ise hakkı konuşan olmalıdır. Soru sorulmadan ortaya, atılan, başka,larına, sorulan sorulara cevap vermeye ça.lısa.n bir olmaktan uzak durmalıdır. Ö, ciddiyeti her an ön pla.nda tutmalıdır. İyi bilmelidir ki, ciddiyetten usakfertlerin oluşturdukları cemaatler, laka-yıt ve la.şka cerna.a.tl erdir.

Davası ve gayesi istkametli olan bir ferdin ciddiyetten uzak lakayıt olması düşünülemez,. Davaları ve gayeleri şerefli olan her ferdin,

ciddi ve şerefli olma mecburiyetleri va,rdır. Çünkü ina.ndığı dava ile o çirkin vasf, birbirine yakışmayan şeylerdir.

Dava adamı ciddi olmalıdır, eğer bıı vasfı kendisinden ka.ybetmiş ise, da.vasını bir başkasına \ilas-tırma,da etkili olmayacağını unut­mamalıdır.

Ağır başlı olmalıdır. "Filiyle, diliyle bir b a ş k a, s ı n ı rahatsız etmemelidir. Şaka l ar ı n da, latife­lerinde haddi H.şnıaınn,lıdır.

"....KORKMAMALIDIR...."

Şuurlu bir., day.a adamı, Allah'tan başkasından korkma,-ma.lıdır. Davasını .yaşamada, onu bir başkasına anlatmada ve aktarmada, hiç kımseden çekinip korkmamalıdır. Şeytanın vesveselerine kulak verip' Aman ben bunu söylersem bana'1 bunu derler, şunu yaparsam bana eziyet ederler..." gibi şeylerden etkilenmemelidir.

Onun korkusu mahluktan değil, haliktan olmalıdır. Çünkü mahluk'un değil ha.hk'ın cennet'i-cehennerni vardır.

Gerçek bir dava eri, her za.ma.n atak ve cesur olmalıdır. Dinin e yapılan sa,ldırıla,ra. karsı koymalı, onlara mani olmalıdır.

Dava, erinin meziyetlerinden biri de:

".....UYANIK OLMALIDIR....."

Davasını dert edin en bir insa.n, mutlaka uyanık olması gerekir. Oinni ve insi düsmarılavının çok olması hasebi ile o, girişinde çıkısında, tebli­ğinde, rmınaza,ra,smr!a, çok uyanık olmalıdır. Anlatacağı konuların yerini ve zeminini iyi ayarlamalıdır. O, her gördüğüne her mes'eleyi anlat-ma.malıdır. Uyanık bir muvahhid, sorulan sorularla karşı tarafın niyetini iyi keşfetmelidir. O, Allah resulü (sav)'in şuhadisini aklından çıkarmamalıdır: Resûhıllah (sav) buyurdular ki: "Müslüman bir defa sokulduğu yılan deliğinden bir daha sokulmaz" Uyanık müsluman her an tedbirli olmalıdır. Takdiri ise Allah'a bırakmalıdır. O'ndan yardım beklemelidir, ne kadar gayret, sarf ederse etsin, ne kadar tedbir alırsa alsın daima Allah'ın kuvvet, yardımcı ve desteğine muhtaç olduğunu da unutmamalıdır.

Yine, dava erinde mnhakka.k ki şu meziyetin de olması gerekir. "...YUMUŞAK VE LATİF

OLMALIDIR..." Davasını ve gayesini İyi bilen, onu dert edinen,, "batılın karsısında. susmayan, Allah'tan başkasından korkmayan ciddi ve uyanık dava. adamı muhakkak ki '"Yumuşak ve lâtif'de" ol ması "gerekir.

O, iyi bilmelidir ki, yumuşak ve latif muamele : her hayrın başıdır. Yine  iyi  bilmelidir ki bu,   hasletler ahlâkı güzeleştirdiği gibi insanı diğer insanlara   yaklaştırır   ve   sevdirir. Allah  Resulü  (sav)  yumuşaklık   ve letafetten o kadar sözetmistir ki; onun bu    konudaki    sözlerini    burada zikredecek olsan inanın, sayfalarımız kafi gelmeyecektir. Hatta bu meziyete o kadar önem vermiştir ki, onu her şeyin   ziyneti   kılmış   ve  bulunduğu her şeyi süslediğini beyan etmiştir. İşte   İslâm,   gerçek   bir   dava erinde bunların bulunmasını ister ve sever. Çünkü, dava adamı muhakkak ki davasını bir başkasına tebliğ edeceği için    kendisini    bu    meziyetlerle süslemesi gerekir. Hepirnizin de bildiği

gibi, insanlar tabiatları gereği yumuşaklığa ve letafete  sınırlar. Yine tabiatları gereği sertlik ve kabalıktan da, nefret ederler.

Allah'u Azze ve Celle bunu bir Ayeti celilesinde şöyle dile getiriyor:

"...Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi..." (Ali İmran 159 ay)

İşte davasını dert edinen, onu i n s a, n l a r a, ulaştırmaya gayret gösteren her dava erinin düsturu bu olmalıdır.

"......davasına destek olmalıdır...."

. •:.!:::;;. Samimi bîr dava adamı, davasını manevi olarak desteklediği gibi, maddî olarak da desteklemesi gerekir. Yapılan hizmette, muhakkak ki maddi harcamalar eksik olmaz. O halde samimi dava erleri bunu gözününde bulundurup "yarım hurmayla dahi olsa, nefsini ateşten satırı almaları" gerekir.

Eğer arabası varsa,, onunla o çorbada, bir tuz olmayı arzu etmesi gerekir. Eğer yemek vermeye gücü varsa,, onunla bir sohbet ortamı a.yarlamayı arzu etmesi gerekir.

Küçük   bir   kitapçıkla   olsun, ister   bir fotokopi    seklinde   olsun, insanlara   davasını   anlatmada   ve aktarmada   cemaatine   yardımcı olması gerekir.

Hülâsa,  samimi bir  dava  eri hayır çeşitlerinin hiç birinde cimrilik etmez. Zira Allah için ne harcarsa onun karşılığını kat, kat alaca,ğmı çok iyi bilmesi gerekir.

"Mallarını Allah yolunda sarfedenlerin durumu, her başa­ğında yüz tane olmak üzere yedi başak veren bir tanenin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir."  (Bakara 261 ay)

"Sarf ettiğiniz iyi bir şeyin yerine O daha iyisini koyar..." (Sebe 39)

"Gece ve gündüz, gizli ve aşikare olarak mallarından sar-f edenler, işte onlar için rablan katında mükafatları vardır; onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değillerdir" (Bakara 274)

Davasını dert edinen bir fert, Allah yolunda yapmış olduğu harcamaların, malından hiçbir şeyi eksilttiğine inanmaz ve bu konuda hiç bir tereddütü ve şüphesi de olmaz. O, rabbinin şu ayeti celilesini aklından çıkarmaz:

"...Allah yolunda sarfetmiş olduğunuz bir şeyin yerine O başkasını verir..." (Sebe 39 ay)

Evet, ey davasını dert edinen onun mesuliyetini omuzlarında hissedenler unutmayın Ki, gerçek kalıcı mal Karlı kazanç Allah, yolunda yapılan harcamalardan-,

Dava erinde bu bulunması gereken vasıflardan biri ele;

".....CEMAATÇİ BİR YAPIYA SAHİB OLMASIDIR...."

Cemaat olayı bütün beşeriyetin üzerinde Önemle; durduğu mühim bir olaydır. Bu konunun ehemmiyetini kavrayan tüm dava erleri şunu iyi idrak etmelidir ki; Fertlerin ulaşmadığı ve tahsil edemediği bir çok hayra hasenata, ancak cemaatler ulaşır ve

tahsil ederler.

Hatta, bundan dolayıdır ki, sadece İslâm değil bütün batıl dinler ve fikirler dahi cemaat olayı üzerinde titizlikle dururlar.

Tabii, İslâmın istediği cemaat anlayışı ile diğer fikirlerin istemiş olduğu cemaat anlayışı farklıdır.

İslâm, kuru bir kalabalıktan, kelle topluluğundan ziyade az ve öz olsun, ihlaslı, samimi, ciddi fertlerin yanyana gelmesine önern vermiştir.

Yani, çokluk ve kalabalıktan ziyade bir kişide olsun, iki kişide olsun eğer onlar tevhidi çizgide iseler onlara Önem vermiş ve onları cemaat saymıştır. Aynen İbrahim'i (as) tek başına bir ümmet, bir cemaat saydığı gibi. (Nahl 120 ay).

İşte bundan hareketle, tevhidi anlayıp kavrayan bir ferdin mutîaka cemaati iltizam etmede bir sorumluluğu vardır. Hatta bu ona önemli farizalardan biridir. Çünkü Allah resulü (sav): "Sizin üzerinize cemaati iltizam vardır. Cemaata yapışın, cemaati iltizam edin. Fırkalaşmadan, bölün­meden sakının. Şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden daha uzaktır" (Tirrnizi: 4c.2254 - Beyhaki : ş.. lyman)

Başka bîr hadislerinde:"...Her kim cennetin en güzel yerini arzu ediyorsa, istiyorsa cemaati iltizam etsin... (Tirmizı 'i C. 4  2254

ve  bir hadislerinde   ise: sav " Allah'ın eli cemaatin üzerindedir"  (Tirmizi 4.C.2256)

 Cemaat halinde yaşamanın gerçekten zikredilmeyecek çoklukta faydaları vardır. Bunların en Önemlisi bilindiği gibi bir şahsi manevi teşekkül ettirmesidir. Çünkü insanoğlu gerek cüssesi itibari ile gerekse iradesi itibariyle çok zayıf ve cılız bir yapıya, sahiptir. Bundan dolayıdir ki, yanyana gelmeleri, maddi olsun manevi olsun her iki konuda da yardımlaşmaları zaruridir.

İste davasına ve gayesine sami­miyet gösteren bir ferdin mııhakkakki cemaati iltizam gayesi taşıması gerekir.

Artık bu zikredilenlerin hari­cinde de samimi bir dava erinde bulunması gerekli olan meziyetler vardır. Biz inşaallah bu kadarı ile şimdilik iktifa edelim.

Rabbimiz bizleri bu zikrettiğimiz meziyetlerle teçhiz edip, kendi yolunda ve uğrunda bize verdiği canı alsın.

 

Eglenmenin Geregi ve Kurallari

 

Helali ve harami; nefsin tabiatini ve eglenme hakkini açiklayan Allah'a hamdolsun. O'na -subhânehu- hamdeder, her türlü hayir ve ihsan için O'na sükrederim. O'ndan; beni her çirkin isten uzak kilmasini dilerim. Sehadet ederim ki Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina gece ve gündüz birbirini takip ettigi müddetçe salât ve selam eylesin. Bundan sonra.. Allah Teâlâ'dan hakkiyla korkun. Sonunuzu düsünün. Hangi amelleri islediniz bir bakin! Dünya hayati sizi aldatmasin. Çünkü dünya hayati, bir aldatma metâindan baska bir sey degildir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ey iman edenler! Allah'dan O'na yarasir sekilde hakkiyla korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.) (3/Âl-i Imrân/102) Allah'in kullari! Tatil mevsimi olan bu günlerde velilerin ve egitimcilerin çogunu su iki konu mesgul etmektedir: Eglence ve eglence anlayisi, bos vakit ve bos vaktin sikintisi. Hanzale el-Useydi hadisini okuyunca, Islam'in yüceligi ve üstün metodu karsisinda gözlerin kamasir. Hanzale; her gününün, hatta bütün hayatinin, imanin en üst düzeyinde ve en mükemmel bir sekilde geçmesine çalisan bir nesildendir. Esiyle sakalasmasinin, çocuguyla eglenmesinin ve ona gülmesinin, onunla oynamasinin kulluga ve Allah Tebârake ve Teâlâ'ya mutlak olarak teslim olmaya ters düstügünü zanneder.  Ebu Bekr radiyallahu anh ona söyle der: "Nasilsin ey Hanzale!" Hanzale der ki: "Ben münafik oldum" dedim. "Subhânallah! Ne söylüyorsun?" dedi. "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanindayken bizlere cenneti ve cehennemi hatirlatir ve sanki onlari gözümüzle görür gibi oluruz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanindan çiktigimizda ise eslerle ve çocuklarla mesgul oluyor, ise güce koyulup çabaliyoruz ve bir çok seyi unutuyoruz" dedim. Ebu Bekr, "Vallahi bizler de bunun gibi seylerle karsilasiyoruz" dedi. Bunun üzerine Ebu Bekr ile birlikte yürüdük ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanina girdik. "Hanzale münafik oldu ey Allah'in Rasulü!" dedim. "Bu nedir?" diye sordu. Dedim ki: "Ey Allah'in Rasulü! Senin yaninda iken bizlere cenneti ve cehennemi hatirlatirsin ve sanki onlari görüyor gibi oluruz. Senin yanindan çiktigimizda ise eslerle ve çocuklarla mesgul oluyor, ise güce koyulup çabaliyoruz ve bir çok seyi unutuyoruz." Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eger sizler benim yanimda ve zikirde oldugunuz hal üzere devamli bulunsaydiniz, muhakkak dösekleriniz üzerinde ve yollarda melekler sizinle musafaha ederdi. Fakat ey Hanzale, saat saat!" Bunu üç defa söyledi." Bu hadisi, Müslim rivayet eder.  Yapilan seyleri dönüsümlü olarak yapmak yorgunlugu ve bikkinligi giderir, canlilik verir. Çalismak için güç verir, enerjiyi ve üretimi artirir. Fakat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "saat saat" sözü, müslümanin gününü oyun ve eglenceyle geçirmesi; vaktini anlamsiz ve saçma seylerle ya da sehvetini uyandiran açik-saçik filmlere ve dergilere bakarak geçirmesi anlaminda degildir.  Ömer b. Abdulaziz söyle der: "Müslümanin eglenmesinde ve saka yapmasinda, bunu adet ve ahlak haline getirerek ciddi olunmasi gereken yerde saka yapmadikça ve ibadet vaktinde bos seylerle ugrasip eglenmedikçe bir sakinca yoktur." Abdullah b. Mes'ud söyle der: "Sikilmamizdan korkarak Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in bizim halimizi gözetmesi gibi ben de vaaz ve nasihat için sizin uygun bir halinizi gözetiyorum."  Fakat; zikir ve ciddiyet anlarini daraltmak, oyun ve eglence vakitlerini genisletmek, ilim ve vaaz meclislerinde bulunmamak için bu naslari öne sürmek çarpik bir anlayistir.  Eglenceden konusurken zihinlerde onun kuralsiz bir davranis ve metodsuz bir fiil oldugu; hiçbir degere ve fazilet ölçüsüne uymadan eglenilebilecegi düsüncesi uyanabilir. Iste burada, mutlaka Selef-i Salih'in eglencesini, bu alandaki uygulamalarini ögrenmek gerekir. Ibni Mes'ud radiyallahu anh... Su sözüyle eglenmenin geregine dikkat çeker: "Kalpleri rahatlatin; çünkü kalp zorlanirsa kör olur." Ali radiyallahu anh da söyle der: "Kalpleri dinlendirin. Onlar için ilgi çekici hikmetler arayin. Çünkü, bedenler nasil yorulursa onlar da yorulur." Ebu'd Derdâ söyle der: "Ben kalbimi, hakta daha kuvvetli olmasi için mubah eglence ile dinlendiririm." Ilk müslüman neslin hayatinda eglencenin yer aldigini söyledikten sonra kendi kendimize su soruyu sorabiliriz: "Niçin egleniyorlardi?" "Bos vakitten sikilmanin ya da bikkinligin bir yansimasi mi idi?" Asla! Onlarin eglencesi ciddiyete hazirlanmak üzere nefsi sakinlestirmek içindi. Insanin yaratilis gayesi olan Allah azze ve celle'ye ibadeti yerine getirmek üzere daha kuvvetli bir çalisma ve daha yüksek bir gayret elde etmek içindi. Onlarin düsüncesinde eglence; elde etmek için çalisilacak bir gaye ya da yolunda vakit ve para harcanacak basli basina bir hedef degildi.  Çagdas eglence anlayisi sahsiyet bozukluguna, seriatin hükümlerinin sulandirilmasina ve seriatin kabul etmedigi bir degersizlige ve alçalmaya yol açmaktadir. Bu çagdas eglence anlayisinin, eglenceyi basli basina bir hedef ve gaye edinmelerinin bir sonucudur.  Ilk müslüman neslin anladigi eglence ise, gölgesinde kisilik sifatlarinin bina edildigi yüce degerlere hizmet eden kiymetli bir araçtir. Bedenleri kuvvetlendirir, ahlaki güzellestirir. Erkeklige ve ciddiyete alistirir. Ilim ve amel ufuklari açar. Yarismaktir, bedenleri gelistirmek için gürestir, aticiligi ögrenmeye tesviktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Aise radiyallahu anha ile yaristigi gibi sahabileri ile de yaristi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Rukâne ile güresti ve onu yendi. Bu, Rukâne'nin müslüman olmasina neden oldu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Eslem kabilesinden ok atmada yarisan bir grup ile karsilasti ve söyle buyurdu: "Atin ey Ismail ogullari! Muhakkak babaniz da atici idi." Bu hadisi Buhari rivayet eder. Ömer b. Abdulaziz söyle der: "Allah Teâlâ'nin Kitabi'ndan bahsedin ve onunla ilgili konusmak üzere oturun. Yoruldugunuzda ise yigitlerin sohbetlerinden bir sohbet güzel olur." Ilk müslüman neslin eglencesi bos bir sey degildi. Bilakis, bir takim maslahatlarin ve faydalarin gerçeklestigi bir eglenceydi. Baskalariyla alay etmeyi ve müslümanlari ayiplamayi, dedikoduyu ve laf tasimayi içermezdi. Yalan ve iftirayi içerisinde bulundurmazdi. Içerisinde dünyevi ve uhrevi hiçbir fayda bulundurmayan eglence insanin ömrünü faydasiz seylerle bosa geçirir. Caddelerde ve çarsilarda dolasmak, insanlarin gizli hallerini arastirmak, kahvelerde ve yol kenarlarinda oturmak mubah olan eglenceden degildir. Islami eglence, herhangi bir eglence gibi degildir. Bilakis her türlü bayagiliktan ve Islami ahlakin disina çikmaktan uzak olmalidir. Erkeklerin kadinlarla birarada bulunmasindan, haram bakislardan veya daha büyük ser'i muhalefete yolaçabilecek durumlardan korunmus olmalidir.  Ümmetin selefi, nefsin istekli ve isteksiz oldugu anlarin varligini bildirir. Ibni Mes'ud söyle der: "Süphesiz kalplerin bir istekliligi ve yönelisi, bir durgunlugu ve isteksizligi vardir. Onlari isteklilikleri ve yönelisleri aninda yakalayin. Durgunluklari ve isteksizlikleri aninda ise birakin." Fakat onlar, nefsin eglence aninda Allah'in hukukunu ihmal etmesine müsaade etmezler. Namaz vakitlerinde eglenmek yoktur. Bu, Allah'in hukukunu çignemektir. Is vakitlerinde eglenmek de olmaz. Bu da, insanlarin hukukunu çignemek olur. Islam ümmetinin hayatinda eglence, sabah-aksam yaptigi hayattaki her seyi degildir. Ciddi islere ve baska görevlere tecavüz etmeyecek sekilde belirli bir ölçüde eglenmedir. Çünkü insan ömrü; günlerinin, bos eglenceler ve batil seylerle ziyan edilmesinden daha yüce ve degerlidir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabilerinin karpuz kabugu atarak sakalastiklari sabit olmustur. Fakat isler ciddi olunca iste onlar gerçek erkeklerdir. Seleme b. Abdurrahman'dan söyle dedigi rivayet edilir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabi, bozulmus ya da ölü gibi davrananlardan degildi. Oturumlarinda siirler söyler, cahiliyedeki durumlarini hatirlarlardi. Onlardan biri dini ile ilgili bir ise çagrilinca ise dikkat kesilirdi." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem saka ve latife yapardi. kendisine ihtiyar bir kadin geldi ve "Ey Allah'in Rasulü! Benim için Allah'a dua et ki beni cennete koysun" dedi. Ona söyle buyurdu: "Ey falanin annesi! Cennete ihtiyarlar giremez." Kadin bundan rahatsiz oldu ve cennete giremeyecegini zannederek agladi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onun bu halini görünce maksadini açikladi: Ihtiyarlar cennete ihtiyar olarak girmeyecek. Bilakis Allah onlari baska bir yaratilis ile diriltecek, genç ve bakire olarak cennete girecekler. Ve su ayeti okudu: (Süphesiz biz onlari yeniden yarattik. Eslerine düskün yasit bakireler kildik.) (56/el-Vâkia/35-37)  Esinin bir ihtiyaci için bir kadin gelir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona "Kocan kim?" diye sorar. Kadin, "Falanca" der. "Gözlerinde beyazlik olan mi?" buyurur. Bir baska rivayette ise, kadin acele olarak kocasina döner ve gözlerini incelemeye baslar. Kocasi, "Neyin var?" deyince "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem gözlerinde beyazlik oldugunu söyledi" der. Adam da, "Gözlerimin beyazinin siyahindan daha çok oldugunu görmüyor musun?" der. Enes b. Malik söyle der: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana söyle dedi: "Ey iki kulakli!" Bunu, Ebu Davud rivayet eder. Saka yapan bu sahsiyet; geceleri ibadete kalkan, gündüzleri oruç tutan, Allah yolunda cihad eden, canini ve malini cömertçe feda eden sahsiyetin tâ kendisiydi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahsiyetinin eglence ve sakalasma yönlerine isik tutarken isigi daha kuvvetli yakmamiz ve O'nun sahsiyetinden baska sayfalari da uzun bir süre okumamiz gerekir. Yol birdir ve sahsiyet parçalanmaz bir bütündür. O; saka yapmakla birlikte uzun uzun ibadet ederdi. Husûlu idi. Çokça aglar ve Allah'a boyun egerdi. Dili zikirden yorulmaz, akli düsünceden ve tefekkürden geri kalmazdi. O -sallallahu aleyhi ve sellem- söyle buyurur: "Süphesiz rabbinin senin üzerinde bir hakki, nefsinin senin üzerinde bir hakki, ailenin senin üzerinde bir hakki vardir. Her hak sahibine hakkini ver!" Bu hadisi, Buhari rivayet eder.  Allah beni ve sizleri Yüce Kur'an ile mübarek eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir. Sehadet ederim ki; efendimiz ve peygamberimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'in rizasina davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine salât ve selam eylesin. Bundan sonra... Sizlere ve nefsime Allah'dan hakkiyla korkmayi tavsiye ederim. Tatilde; babalarin, annelerin ve egitimcilerin uykularini kaçiran bir problem ortaya çikar. Bu, erkek ve kiz çocuklarinin vakitlerini saran bosluktur. Gençlerin yoldan çikmasi ve sapmasi bu problemin bir yansimasidir. Maddeye dayanan çagdas medeniyet de tehlike dairesini genisletmekte ve zararin derinligini artirmaktadir. Boslugun tehlikesi, ebedi bosluk olarak kalmamasindadir. Hayir ya da ser, mutlaka birseyle doldurulur. Nefsini hak ile mesgul etmeyeni nefsi batil ile mesgul eder. Evet; bos vakit arttikça ve degerlendirilmedikçe probleme dönüsür. Bos vaktin; yoldan çikma ve sapma nedenlerini artirdigi bilinen bir gerçektir. Düsünceyi öldürür ve akli yorar. Vesvese kapilarini açar. Tehlikeye ve endiseye yolaçan faktörleri harekete geçirir.  Uzmanlar, suç oraninin ve ahlaki sorunlarin issizlik ve bos vakitle zirveye ulastigini söylemektedir. Olay, çagin modern araçlariyla daha da tehlikeli hale gelmektedir. Bu araçlar gençleri ayartmakta, kötülüge ve bosa vakit harcamaya yönelik yeni ufuklar açmaktadir. Vakitleri faydali seylerle doldurmak ve bir isten digerine geçmek, bos vaktin nefislere etki yapmamasi için bir korumadir. Bos vakti degerlendirmede kullanilacak araçlardan biri de nafile ibadetleri ve sünnetleri yapmaktir. Yine, dini konularla ilgili faydali kitaplari, siyeri ve salihlerin hayatini, ahlakla ilgili konulari okumaktir. Bu nedenle, okuma ile ilgili söyle denir: "Faydasi çok ve zahmeti az, zararsiz ve sonucu iyi olan bir kitaptan nefse daha çok tesir edecek, kalbi temizleyecek ve dili zenginlestirecek, ruhlari canlandiracak bir sey; daha uyumlu ve daha az ters düsen bir sey; daha açik bir isarete ve daha çok açiklamaya sahip bir sey yoktur. O; bikmayan bir konusmacidir. Karsi gelmeyen bir arkadas, kendini saklamayan bir yoldastir. Mazideki akillara ve hikmetlere, geçmis ümmetlere tercüman olur. Ezberin öldürdügünü diriltir, zamanin unutturdugunu hatirlatir." Abdullah b. Mübarek ilim talebinden ve ticaretinden sonra evinde oturur ve selefin eserlerini okurdu. Kendisine "Yalnizlik hissetmiyor musun?" diye sorulunca söyle cevap verdi: "Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabileri ile birlikteyken nasil yalnizlik hissedeyim?"  Süphesiz vaktini faydali seyleri okuma ve ögrenme ile dolduran bir ümmet, ilerlemenin ve medeniyetin basamaklarinda yükselir. Hayati anlamaya, durumunu islaha ve hedefine ulasmaya gücü yeter. Kültürü; oyun, eglence ve giyim-kusami geçmeyen bir ümmet ise asagilik ve bagimli olarak en sonlarda kalmaya mahkumdur. Hiçbir agirligi olmaz. Tatilde yapilabilecek faydali islerden biri de; konferanslara ve oturumlara, ilmi toplantilara katilmak; akrabalari ve dostlari ziyaret etmek, yaz kurslarina istirak etmek ve az önce zikrettigim kurallar çerçevesinde eglenmektir. Ömer ibnu'l Hattâb söyle der: "Süphesiz bu elleri, o seni günah ile mesgul etmeden önce ibadet ile mesgul etmelisin." Seçilmis peygamber Muhammed b. Abdullah'a salât ve selam da bulunun...

 

FAİZLE ALAKALI BİR ARAŞTIRMA

 

2/188. Aranizda mallarinizi haksizlikla yemeyin;

bildiginiz halde gunaha girerek insanlarin mallarindan

bir kismini yemek icin onu hakimlere aktarmayin. *

 

2/275. Faiz yiyenler mahserde ancak seytanin carptigi

kimsenin kalktigi gibi kalkarlar. Bu, onlarin, "Zaten

alisveris de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa Allah

alis verisi helal, faizi haram kildi. Kime Rabb'inden bir

ogut gelir de faizcilikten geri durursa, gecmisi

kendisinedir, onun isi Allah'a aittir. Kim faizcilige

donerse, iste onlar cehennemliktir, onlar orada temelli

kalacaklardir.

 

2/276. Allah faizi eksiltir, sadakalari bereketlendirir.

Allah pek nankor olan hicbir gunahkari sevmez.

 

2/277. Inanip yararli isler isleyenlerin, namaz kilip,

zekat verenlerin Rab'leri katinda ecirleri vardir. Onlara

korku yoktur ve onlar uzulmeyeceklerdir.

 

2/278. Ey Inananlar! Allah'tan sakinin, inanmissaniz,

faizden arta kalmis hesabdan vazgecin.

 

2/279. Boyle yapmazsaniz, bunun Allah'a ve peygamberine

karsi acilmis bir savas oldugunu bilin. Eger tevbe

ederseniz sermayeniz sizindir. Boylece haksizlik etmemis

ve haksizliga ugramamis olursunuz.

 

3/130. Ey Inananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin.

Allah'tan sakinin ki basariya erisesiniz.

 

4/29. Ey Inananlar! Mallarinizi aranizda haksizlikla

degil, karsilikli riza ile yapilan ticaretle yeyin, haram

ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah suphesiz ki size

merhamet eder.

 

4/30. Bunu kim asiri giderek haksizlikla yaparsa, onu

atese sokacagiz. Bu, Allah'a kolaydir.

 

4/31. Size yasak edilen buyuk gunahlardan kacinirsaniz,

kusurlarinizi orter ve sizi serefli bir yere

yerlestiririz.

 

4/160-1. Yahudilerin haksizliklarindan, coklarini Allah

yolundan menetmelerinden, yasak edilmisken faiz almalari

ve insanlarin mallarini  haksizlikla yemelerinden oturu

kendilerine helal kilinan temiz seyleri onlara haram

kildik. Onlardan inkar edenlere, elem verici azap

hazirladik.

 

30/39. Insanlarin mallari icinde artsin diye verdiginiz

her hangi bir faiz Allah katinda artmaz; fakat, Allah'in

rizasini dileyerek verdiginiz herhangi bir sadaka boyle

degildir. Iste onlar sevablarini kat kat artiranlardir.

 

FAiZDEN SAKINMAK

l — E bu   Hüreyre  (r.a) Resulullah sav'ın şöyle dediğini rivayet etti:

— -Helika götûren yedi şeyden sakının.*

— «Onlar nedir? Ya Resulallah- diye sorduklarında  şöyle buyurdu:

1 — Allah'a ortak koşmak.

2 — Sihir (büyü) yapmak.

3 — Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir şahsı haksız yere adam Öldürmek.

4 — Faiz yemek.

5 — Yetim malı yemek,

6— Düşmana hücum anmda harpten kaçmak, 7 — İffetli, namuslu ve zinadan habersiz mu'min kadınlara zina isnat ederek iftirada bulunmak.»  Buhari,muslum,ebu davud ve nesei

 

2 — Semüre b. Cündüb. Nebi (s.a.v.)'in (bir gün) şöyle dediğini rivayet etti;

— «Bu gece (rüyamda) gördüm ki, ban* iki melek geldi. Beni temiz bir yere (Arz-ı Mukaddes'e) çıkardılar. Beraber gittik ve kandan bir nehrin kenarına geldik. Nehrin içinde duran bir adam vardı. Nehrin kenarında da önünde taşlar bulanan bir adam duruyordu. Nehrin İçkideki odam dönüp çıkmak istediğinde kenardaki, onun ağzına bir U$ atıp vuruyor ve onu olduğu yere çeviriyordu. Böylece çıkmak için her gelişinde kenardaki adam onun ağzına bir taş atıyor, o da gerisin geri olduğu yere dönüyordu.- Ben:

— «Bu nehirde gördüğüm nedir?- diye sordum:

— «Faiz yiyicidir» diye cevap verdiler. (Buhari,buyu babi)

3 — Ibn   Mes'ud   (rA)'un şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.) ;— .Faiz yiyene de,   yedirene da   (alan* da. verene de)   lanet etti.. (*)Muslum,Nesei,Tirmizi,İbn Mace,

 

 

4 — Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan söyle rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) :

— .Faiz yiyene, yedirene, yazana  şahitlerine lanet etti. onlar (günahta) eşittirler, dedi. (Müslüm ve diğerleri)

5 — E b u    H ü r a y r e (r.a.) 'den Resulullah (s.a.v.) 'm söyle buyurduğu rivayet edildi:

— -Büyük günahlar yedi tanedir ı

1 — Allah'a ortak koşmak.

2 — Haksız yere bir şahsı öldürmek,

3 — Faiz yemek,

4 — Yetim malı yemek,

5 — Harpten kaçmak.

6 — Namuslu kadınlara zina isnat edip iftirada bulunmak,

7 — (islam yurduna) hicret ettikten sonra tekrar gayri muslim ülkesine dönmek.. (Bezzar,)

 

6 — Avn, babası E b u C u h a y f e (r .a.) 'den şöyle rivayet etti: Resulıülah (s.a.v.):

— -Vücuduna dövme yapana ve yaptırana, faiz yiyen ve yedirene lanet etti. Köpek parasını ve saniyelerin ücretini yasakladı. Resim yapanlara da lanet etti.* Buhari,ve Ebu Davud*

7 — Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'un şöyle dediği rivayet edildi:

— «Faiz yiyen ve yediren, şahitleri, katipleri —eğer faiz olduğunu biliyorlarsa— süs için dövme yapan ve yaptıran, zekâtı geciktirip vermek İstemeyen ve hicretten sonra musluman iken tekrar dinden dönen kimseler, Muhammed (sav.)'in dili ile lanetlenmiştir.» Ahmed,İbn Mesruk

8 — Ebu Hüreyre ir .a.)'den Nebi tsjt.v.)'in şöyle dediği rivayet edildi:

— «Dört kimse vardır ki, onlar cennete sokmamak ve cennet nimetlerinden tattırmamak Allah'ın hakkıdır. Bunları Devamlı içki içen, faiz yiyen, haksız olarak yetim malı yiyen ve anasına babasına asi olan kimselerdir.*Hakim

9 —Abdullah b. Mes'ud (rA.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöy-le buyurduğu rivayet edildi:

— «Faiz yetmiş üç bölümdür. Bunların en aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir.- (Hakim)

 

10 — Yine   Ibn   Mes'ud   (r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöyle bu-yurduğu rivayet edildi:

— .Faiz yetmiş küsur bölümdür. Allah'a ortak koşmak da böyledir.»  Bezzar

Bu hadisi   i b n   M â c e   de sahih senedle:

— -Allah'a ortak koşmak da böyledir- ibaresini zikretmeden rivayet etmiştir.

11 — E bu Hüreyre (r .a.) Resulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etti -.

— «Faiz yetmiş bölümdür. Onların en aşağısının vebali, anası ile zina eden kimsenin vebali gibidir.» (BEYHAKİ)

12 — Abdullah b. Selam (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Bir adamın faizden elde edeceği bir dirhemin (vebali) Allah katında müslümanlıgında yapacağı otuzüç zina (vebalinden) daha büyüktür.. (TABERANİ KEBİRDE)

Bu hadis sahih olup, l b n Ebi'd-Dünya. B ağ a v l ve diğerleri Abdullah 'dan mevkuf olarak şöyle rivayet etmişlerdir: Abdullah dedi kî:

— -Faiz yetmisiki günah olup, en küçüğü müslümanlığında anası ile zina eden kimsenin günahı gibidir. Faizden kazanılan bir dirhemin vebali, otuz küsur zinadan daha şiddetlidir.»

(Abdullah devamla) şöyle dedi: Allah kıyamet günü salihlere (iyilere) ve günahkârlara ayağa kalkma izni verir, fakat faiz yiyenlere vermez. Onlar ancak delilikten şeytanın çarptığı kimselerin kalkması gibi kalkarlar.*

13 — A b m e d   (îbn Hanbel). «ceyyid isaadla»   K â' b 'ü I - A h -

bar'ın-

— -Otuzüç defa zina yapmam. Allah'ın yediğimi bildiği bir dlr-faiz yememden daha iyidir- dediğini rivayet etti.

 

 

14 — Gasil'ül-melaike  —melekler  tarafından  yıkanmış—   olan

Hanzale'nin   oğlu   Abdullah   (r.a.)'dan Resulullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edildi;

— <Blr kimsenin bilerek yedigi bir dirhem faiz, otuzaltı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.- (Ahmed,Taberani kebir de

Hafız M ü n z i r i der ki: A b d u 11 a h 'in babası H a n -z a l e «Gasil'ül-melaike» lakabını almıştır. Çünkü o. U h u d mu-bareresinde cünüptü. Başının bir tarafını yıkamıştı. Harp gürültülerini işitince savaşa katıldı ve şehit oldu. Resulullah (s.a v.);

— •Meleklerin onu yıkadığını gördüm* buyurdu.

 

15 — E n e s b. Malik (ra.)'in söyle dediği rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) bize hitapta bulunup, faizden bahsetti. Günahı-nın büyüklüğüne ibaretle şöyle buyurdu :

_ Bir kimsenin faizden elde edecegi bir dirhemln vebali. AIlah katında günah olarak, o kümenin yapacağı otuzaltı zinadan daha büyüktür. En ziyade günah da müslüman bir kimsenln ırz ve şerefi hakkında işlenen gunahtır.*İbn Ebit Dünya ve Beyhaki

16 — Ibn Abbas (r.a.)'dan Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediği rivayet edildi:

— -Her kim. bir zalime bir hakkı iptal etmek İçin batıl bir şeyle yardım ederse, Allah ve Resulünün taahhüdünden uzaklaşmış olur. Her kim. bir dirhem faiz yerse bunun günahı otuzüç defa zina yapmak gibidir. Vücudu haramla beslenen kimseye de en layık olan cehennemdir.» (Taberani ve Beyhaki)

Beyhakİ ; -Her kim bir zalime yardım ederse...» cümlesini zikretmeden: -Faiz yetmiş küsur kısımdır. Onların en hafifi, müslû-manlığında anası ile zina yapan kimse gibidir. Bir dirhem faiz. otuz-bes defa zina yapmaktan daha şiddetlidir- dedi ve hadisi tamamladı.

17 — Beri b. Azib (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Faiz yetmişiki kısımdır. En aşağısı bir kimsenin anası ile zina etmesi gibidir; En büyük günah. bir kimsenin, müsluman kardeşininin ırz ve şerefine dil uzatmasıdır.» (Taberani,evsat)

18 — E bu   H ur ey re    (r.a.)'den Resulultah (s.a.vJ'ın: — -Faiz yetmiş günahtır. En hafifi, bir kimsenin anası İle zina etmesi gibidir- dediği rivayet edildi, (İbn Mace  ve Beyhaki)

19 — îbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.). meyvelerin olgunlaşmadan satın alınmasın» yasıkladı ve:

— «Bir beldede faiz ve zina ortaya çıkınca oradakiler, Allah'ın azabını kendilerine helal kılmış olurlar* buyurdu. (Hakim)

20 — Ibn   Mes'ud   (r.a.)'un Nebi (s.a.v.)'den bir hadis naklederek bir bölümünde Resul-i Ekrem'in şöyle dediğini rivayet etti:

— 'Hiçbir toplumda zina ve faiz ortaya çıkmamıştır ki, kendilerine Allah'ın azabını helal kılmış olmasınlar.- (Ebu Ya la)

21 — Amr b. As (r.a.)'dan «Resulullah s.a.v.'ın şöyle buyurduğunu duydum- dediği rivayet edildi:

— «Hiçbir toplum yoktur ki, aralarında faiz ortaya çıksın da bir kıtlık yılı İle cezalandırılmış olmasınlar. Yine hiçbir toplum yoktur ki. aralarında rüşvet ortaya çıksın da korku İle cezalandırılmış olmasınlar.(Ahmed,)

22 — Ebu   Hüreyre    (r.a.)'den şöyle rivayet edildi: Resu-

lullah (s.a.v.) buyurdu ki:

— 'Miraca çıkarıldığım gece yedinci kat göğe çıktığımızda üzerime baktım, bir de ne göreyim! Gök gürültüsü, şimşekler ve yıldırımlar! Daha sonra karınları evler gibi büyük ve karınlarının dışın-dan İçindeki yılanlar görülen bir kavme geldim ve

— -Ya Cebrail  Bunlar kimdir? diye sordum. Cebrail:

— 'Onlar faiz yiyenlerdir» dedi. (Ahmed)

 

23 — Yine   Esbehani   Ebu   Harun   e l - A b d l   tarihiyle

—ki ismi   Umara   b.   Cüveyn   olup   zayıf bir ravidir— Ebu Said   el-Hudrl    (r.a.)'den söyle rivayet etü :

— «Resululllah (s.a.v.) (miraç gecesi) semaya çıkarıldığı zaman dünyâ semasına baktı, bir de gördü ki, karınları büyük evler gibi şişmiş adamlar var. Onların karınlan sarkmış, kendileri de her akşam ve sabah ateşe atılan Firavun hanedanının gelip geçenlerine karşı dizilmişler. (Esbahani)

— -Ey Rabbîmlz! (Biz bu azaba razıyız) Hiçbir zaman kıyameti koparıp azabımızı artırma* diye yalvarıyorlar.

— «Ey Cebrail! Bunlar kim?- diye sordum.

— «Bunlar, senin ümmetinden faiz yiyenlerdir ki. (kıyamet günü kabirlerinden) delilikten dolayı ancak şeytan çarpan kimsenin kalkması gibi kalkarlar» dedi.

24 — ibn  Mes'ud   (r.a)'dan Rasulullah (sa.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi.

— «Kıyamet yaklaşınca, faiz, zina ve içki çoğalacaktır.» (Taberani)

25 — Kasım    b.    Abdulvahid    el-verrak'ın    şöyle dediği rivayet edildi:    .Abdullah   b-   Ebu   Evfa    (r.a.)'ı çarşıda sarraflarda gördüm. O :

— «Ey Sarraflar topluluğu! Size müjdelerim- dedi. Onlar;

— «Allah seni cennetle müjdelesin, biri ne ile müjdeliyorsun ey Ebu   Muhammedi- dediler.   Abdullah :

— -ResuIullah (sav) ateşle müjdelenin, buyurdu, dedi. (Taberani)

 

26 —Avf   b.   Malik    (ra)'den  Resulullah (sav.)'ın soyle

buyurduğu rivayet edildi:

— -Bağışlanmayan şu günahlardan sakının:

l — Ganimet malından çalmak.  Kim, ganimet malına hıyanet

ederse kıyamet günü onunla getirilir.

 

2 — Faiz yemek. Her kim faiz yerse kıyamet günü çarpılmış bir deli halinde dirilir. Sonra Resulullah (s.a.v.) su âyeti (bakara 275) okudu;

— «Faiz yiyenler, delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar.» (Taberani)

£ s b e h a n i 'nîn £ n e s 'den rivayeti de şöyledir: Resulullah (s.a.v.) :

— -Faiz yiyenler kıyamet günü iki yanını sürükleyen (yüzüstü sürünüp, emekleyen) bir deli halinde gelir- buyurdu. Sonra da:

— «Onlar, delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar* (Bakara 275) âyetini okudu.

27 — Abdullah   b.   Mes'ud    (r.a.) Nebi (s.a.v.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Çok çok faiz alan hiçbir kimse yoktur ki. onun işinin sonu fakirlik olmasın.-   (İbn Mace ve Hakim)

H â k i m 'in   bir rivayeti de şöyledir: -Faiz, ne kadar çok olsa bile sonu darlıktır.»

28 —Ebu   Hüreyre    (r.a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ra şöyle buyurduğu rivayet edildi:

— «Öyle bir zaman gelecek ki, insanlardan faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak. Onu yemeyenlere de tozları bulaşacaktır.» (Ebu Davud   ve İbn Mace)

29 — Ubade b. S a m i t (r a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ın söyle buyurduğu rivayet edildi:

— .Ruhumu elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim ümmetimden birtakım İnsanlar gecelerini küfran-ı nimet, azgınlık. oyun ve eğlence île geçirip, haramları helal saymaları, metres edinmeleri, içki İçmeleri, faiz yemeleri ve İpek giyinmeleri sebebiyle maymunlar ve domuzlar gibi sabahlarlar.» (Ahmed)

30 — Ebu   Umame    (r .a.)'den Nebi (sA.v.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edildi:— .Bu ümmetten bir topluluk gecelerini yemek, içmek, eğlence ve oyunla geçirirler de maymun ve domuz suretinde sabahlarlar. Onlar felakete ve taş yağmuruna tutulurlar.* insanlar sabahleyin;

— «Bu gece filan oğullan felakete uğramış ve filan oğullarının yurdu yerle bir olmuş- derler. L u t kavminin üzerine yagdırıldıgı gibi onların ve yurtlarının üzerine taş yağdırılır. Yine oradaki kabilelerin ve yurtlarının üzerine Ad kavmini helak eden öldürücü rüzgar gönderilir. (Bütün bunlar) İçki içmeleri. İpek giyinmeleri, metres edinmeleri, faiz yemeleri sebebiyle olur.

Hadisin ravilerinden Cafer, burada zikredilen günahlardan birini unuttuğunu söylemiştir. (Ahmed)

 

Buraya kadar topladığım hadisler "Tergib ve Terhib"adlı eserden Allah İmam Munzir den Razı olsun.

 

EbuDavud 4876 — Said bin Zeyd (r.a)dan; Resûlüllah (s,a.v)d.en, rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuş:

«Ribanın en çok veballisi haksız yere mümin'in ırzına dil uzatmak, saldırmaktır.»

 

Darimi 2538. Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu Kays'tan, (O) Huzeyl'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) faiz yiyenle yedirene lanet okumuştu.Ebu Davud,buyu,Nesei talak ,Tirmizi,buyu,İbn Mace,ticaret,Müsned

 

188- Birbirinizin mallarını aranızda haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını, bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere de aktar mayın.

Bir kısmınız diğer bir kısmınızı mallarını haksız yere yemesin. Günah olduğunu bile bile insanların mallarından bir kısmını lıararn olarak yemeniz için mallarınızı hakimlere de aktarmaym.

* Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddi ve İkrime gibi miifessirler bu âyeti "Haksız olduğunuz haide muhakemeye girişmeyin." şeklinde izah etmişlerdir. Bu hususta Peygamber efendimizdenşu hadis-i şerif rivayet edilmektedir.

'

Birgün Resulullah (s.a.v.) odasında otururken dışandan bir takım tartışma

sesleri duydu. Çıkıp ta o tartışanların yanına gitti ve onları dinledikten sonra şöyle dedi: "Ben de bir insanım, bana, anlaşmazlığa düşenler geliyorlar. Bir kısmınız diğerinden daha güze! konuşarak dâvâstnr daha güzel savunabilir ben de onun haklı olduğuna kanaat getirip lehine hüküm vermiş olabilirim. Herhangi bir miislümanın hakkını, haksız olana verecek olursam verdiğim bu şey, haksız kişi için cehennem ateşinden bir parçadır. Artık onu ister alsın ister bırak-.sın."'Buharı, K. el-Ahkam. bab: 29, 31, K. cl-Mezalim, bah: 16/Müslim, K. el-Akdiye, bab: 5, Hadis No: 1713)

Bazı müfessirler ile bu âyetin mânâsının, "Hakimlere rüşvet venneyin," demek olduğunu söylemişlerdir.

 

275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.

Faizi almak vermek ve yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir. Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır. Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse, haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.

* Ayet-i kerimede, "Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak." demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen "Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr, Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki: "Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu ayetin 275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.

Faizi almak vermek ve yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir. Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır. Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse, haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.

* Ayet-i kerimede, "Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak." demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen "Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr, Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki: "Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu ayetin

beyan ettiği hükme dahildir. Ancak, âyetin indiği zaman faizcilerin, faizden elde ettikleri gayr-i meşru kazancı en çok yeme ve içmelerinde kullandıkları için âyette "Faiz yiyenler ifadesi yer almaktadır. Yoksa bütün faizle muamele yapanlar bu âyetin kapsamına gimıektedirler. Nitekim şu âyet-i kerîme ve şu ha-dis-i şerif bu hususu ortaya koymaktadırlar. Allah leala buyuruyor ki: "Ey iman edenler, Allahtan korkun ve eğer iman ediyorsanız i'aizden arta kalanı bırakın." (Bakara suresi, 2/278)Peygamber efedimiz de hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur.

"Allah, faizi yiyene de yedirene de şahidine de kâtibine de lanet

eder."<neseî K. ez-Ziynet. hah: 25 / Ebu Davuıi K. cl-Buyü bab: 4, hadis No: 3333 Müslim, K- el Müsakat. bab: 105. 106, Hadis No. 1597, 1598

> 

276- Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.

Allah, faizi eksiltir ve yok eder.Sadakaların sevabını ise kat kat artırır. Sadaka verilen malı artırır. Allah, inkârda ısrar edenleri, ikaz ve nasihatlara aldırmayarak günah işlemeye devam edenleri asla sevmez.

* Allah tealanın, faizi mahvetmesi, ya onu tamamen imha etmesi veya onun karıştığı malın bereketini göndermesiyle olur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadisi şerifinde:"Faiz çoğalsa dahi sonunda eksilmeye mahkumdur." buyurmuştur(Ahmed b. Hanbel, Müsned, CI S, 395, 424)

Sadakalar bunun aksinedir. Çünkü Allah onlara bereket verir ve onlan artırır. Nitekim bu hususta Allah teala diğer âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu: Her başağında yüz tane olmak Üzere yedi başak veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir."(Bakara suresi, 2/261

) "O kimdir ki, Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de, Allah ona karşhğmı kat kat versin? Rızkı daraltan da Allahtır. bol veren de. Yine ona döneceksiniz."' Bakara Suresi. 2/245)*

Peygamber efendimiz de bu hususta söyle buyuruyor:

"Kim, helal kazancından bir hurma kadarını sadaka olarak verirse ki - Allah, ancak helal maldan olan sadakayı kabul eder. - Allah onu sağ eliyle (güzelce) kabul eder. Sonra onu, sizden birinin atının tayını beslediği gibi besler. Öyle ki, o dağ gibi olur."Buharı, K. ez-Zekat, bab: 8 / Müslim. K. ez-Zekat bab: 63,64 Hadis No. 1014

 

Diğer bir rivayette de şöyle buyurmuştur.:

"Şüphesiz ki Allah, sadakayı kabul eder. Onu sağ eüyle alır ve sizden birinizin alının tayını besleyip büyüttüğü gibi o sadakayı büyütür. Öyle ki, bir lokma uhut dağı gibi olur. Bunu, aziz ve celil olan Allahın kitabında doğrulayan

 

âyetler: "Bunlar, kullarının tevbesini ve sadakaları ancak Allahın kabul ettiğini ve tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olanın sadece Allah olduğunu bilmezler mi?"(Tevbe surcsi, 9/104) "Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez."( Bakara suresi, 2/276) âyetleridir."'Tirmizi, K. ez-Zekât, bab: 28 Hadis No. 262

 

277- Şüphesiz ki iman edenlerin, şalin amel işleyenlerin, namazı kılıp zekatı verenlerin, rablcri katında mükifaatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de,

Allahı ve Resulünü tasdik eden ve Allahm, kendilerine emrettikleriyle amel eden, namazı bütün erkânıyia birlikte kılan ve mallarından, farz kılınmış olan zekatı verenlerin, âhirette rableri katında mükâfaatlan vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar, dünyada biraktıklan şeylere de üzülmezler.

278- Ey iman edenler, Ali ah t an korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın.

Ey iman edenler, emirlerine itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak Al-lahtan korkun ve alacağınızdan, ana paranın üzerine ilave edilen faizi terkedin, almayın. Eğer sözünüzde, işinizde ve imanızda samimi kişiler iseniz bunu böyle yapın.

* Suddi, ibn-i Cüreyc ve İkrime, bu âyet-i kerimenin, nüzul sebebi hakkında şunları söylemişlerdir: Bir kısım insanlar İslama girmeden Önce mallanın faize vermişlerdi. Bunlar, faizin bir kısmını almışlardı diğer kısmı duruyordu. Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirerek onların daha önce almış oldukları faiz-leri affettiğini ve geriye kalan faizi de almalarının haram olduğunu bildirdi. Faize mal veren kişilerin, Abbas b. Abdul Multalib ve Muğire oğullarından bir kişi olduğu, faizle mal alanların da Sakiyf kabilesinden Amr oğulları olduğu rivayet edilmiştir. Diğer bir rivayette ise mallanın faize verenlerin Amr oğullan olduğu, alanların da Muğİre oğullan olduğu bildirilmektedir.

279- Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu bilin. Şayet tevbe ederseniz, sadece sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa da uğramamış olursunz.

* Ayet-İ kerimede zikredilen ve "Bilin" diye tercüme edilen(fezenu ) kelimesi iki şekilde okunmuştur.

a- Bütün Medine halkı bu kelimeyi, sülasî fiilden türetilmiş bir ernir kabul etmişler ve (fezenu ) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet sîzler, bu emredileni yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin.

b- Küfe kurralannm tümü ise bu kelimeyi, rubai fillerden türetilmiş bir emir kabul ederek ( fezenu ) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet sizler, ernrolunanı yapmazsanız, Allah ve Resulüne kargı savaştığınızı diğer insanlara ilan edin."

Taberi : "Bu kıraatlardan birinci kıraatin tercihe şayan olduğunu söylemiştir, zira, savaş ilan etrne, faiz yiyenlerin hakkı değil Allah ve Resulünün hakkıdır. Nitekim bu hususta, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Şayet, faizli muamele yapan kimse, bundan vazgeçmeyecek olursa, müslümanların imanının bu kimseyi tevbe etmeye çağırması gerekmektedir. Eğer vazgeçerse mesele yoktur. Aksi taktirde imam onun boynunu vurur. Bu hususta Katade de şunları söylemiştir: "Gördüğünüz gibi Allah, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit etmiş ve onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kanlarını heder etmiştir. Reb' b. Enes te Allah tealanın bu âyet-i kerime ile, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit ettiğini söylemiştir.

Ayet-i kerime, faizin korkunç bir cinayet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinayetin büyüklüğünü anlamak için, Kur'an-ı Kerimin, faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle incelemek yeterlidir. Kur'an-ı Kerim, faizcileri, Şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler gibi sağa sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.

Faizciler ise, Kur'an-ı Kerimin bu tasvirine rağmen faizin zararlarını yok

gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Allahım, bu kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören ve onunla muamele yapanların, Allah ve Resulünün kendilerine karşı savaş ilan ettiğim beyan eden âyete rağmen faizle iştigal ederek rablerine karşı savaşmayı basit bir olay gibi gösterenlerden ve o faizi helalmiş gibi takdim etmeye çalışanlardan daha zalim ki olabilir? Hangi müsliiman, bu tehdidi duyduktan sonra faizli muameleye devam etmek ister? Bu âyet-İ kerimeyi duyduktan sonra yaptığından vaz geçip tevbe etmeyen, bu korkunç cinayeti işlemeye devam eden kişilere yazıklar olsun. İmanla faiz birbirinin zıddıdır. Hiç bir zaman birleşmezler.

Cabir b. Abdullahın rivayetinde bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor Cabir diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlerine lanet etti. Ve "Onlar eşittir" buyurdu."(Müslim, K. el-Müsakat. bab: 106, Hadis No. 1598/Ebu davud, K. el-Buyü bab: 4 Hn. 3333)

Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de buyuruyor ki: '

"Ben isra ve miraç gecesinde, karınlan evler kadar büyük olan bir topluluğun yanma vardım. Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünüyordu. Dedim ki: "Ey Cebrail, bunlar kimdir?" dedi ki: "Bunlar, faiz yiyenler-dir."( İbn-i Mace, K. et Ticaret, bab: 58, Hn. 2273/Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2 S. 353, 363

)

Peygamber efendimiz bir diğer haclis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:"Faizde yetmiş günah vardır. En hafifi, kişinin, anası ile zina etmesi gibi-dir.-( İbn-i Mace, K. el-Ticaret, bah: 58 HN. 2274)

 

NİSA SURESİNDEN

 

29- Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canı* na kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.

Ey iman edenler, mallarınızı aranızda, faiz alma, kumardan kazanma gibi haksız yollarla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle veya bağışta bulunmakla yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir. Birbirinizin kanını dökmenizi yasaklaması da merhametinin gereğidir.

* Ayel-i kerimenin "Ey iman edenler, inallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyi." kısmı müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir:

a- Abdullah b. Abbas ve Süddi, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Ey irnan edenler, inallarınızı aranızda faiz, kumar, gasp ve zulüm gibi, Allahm haram kıldığı yollarla yemeyin. Ancak razı olacağınız bir ticaret yoluyla kazanacağınız mallan yeyin."

b- İkrime ve Hasan-ı Basri ise âyet-i kerimenin bu bölümünün, insanların, misafir olma ve ikram edilme yoluyla da birbirlerinin mallanın yemelerini yasakladığını, ancak alış veriş yaparak birbirlerinin mallarını yiyebileceklerini beyan etliğini fakat daha sonra Nur suresinin şu âyeti inerek bunu neshettiğini ve müminlerin birbirlerinin mallarını misafir olurken ve ikram edilirken yiyece-bileceklerinin anık mubah olduğunu söylemişlerdir. "Kör için bir güçlük yoktur, topal için bir güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur. Sizin de kendi evlerinizde ve babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalannızın evlerinde veya daymlannızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarları emanet edilip tasarrufunuza verilen evlerde veya dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir günah yoktur. Birlikte veya ayrı ayn yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman kendinize selam verin. Bu, Allah nezdinde mübarek ve terniz bir selamlaşmadır. Aklınızı kullanasınız diye Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor."*431

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Allah teala bu âyetle müminlere haram kıldığı şekilde birbirlerinin mallarını yemeyi yasaklamıştır. Zira haksız yere mal yemenin mânâsı budur. Ayetin mânâsı bu olduğuna göre bunun aksini iddia ederek onun mânâsının, kişinin mümin kardeşi tarafından ikram edilen yemeği yasaklamak olduğunu ve daha sonra da neshedildiğini söyleyenlerin görüşünün bir anlamı yoktur. Zira yemek yedirmek, misafirlere ikramda bulunmak, müşriklerin de Övülen amellerindendi. Is-

Nur suresi. 24/61

lam da geldi bu tür amelleri yapmaya davet etti. Hiçbir zaman bunları yasaklamadı. O halde ayetin mânâsının bu gibi ikram ve ihsanlarda bulunmayı yasaklamak olduğunu söylemek yersizdir.

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime, îicaret ve sanat yoluyla, nzık talep etmeye karşı çıkan bazı cahil mutasavvıflan tekzib etmektedir. Âyet-i kerime, rıza ile kazanılan ticaretin helal olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta Katade diyor ki: "Tecaret, onu doğrulukla ve takva ile yapanlar için Allahın nzıklann-tlan bir nzık ve helal kıldığı şeylerden bir şeyctir. Bize rivayet edilirdi ki: "Güvenilen ve dürüst bir tacir kıyamet gününde arşın gölgesinde bulunacak olan yedi sınıftandır."'441

Âyet-i kerimede, nza ile yapılan ticaretten kazanılan malın helal olduğu zikredilmektedir. Âlimler, ticaretin hangi şekilde yapılmışı halinde rıza ile yapılmış olacağı hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

a- Kadı Şüreyh, İbn-i Şirin, Şa'bi, Hz. Ali Abdullah b. Mes'ud, Ebu Ziir'a ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Rıza ile yapılan ticaretten maksat, alış veriş yapan taraflardan herbirinin, alış veriş akdini yaptıktan sonra o muameleyi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar, birbirlerini alış verişi bozup bozmamakta serbest bırakmalarıdır. Bunlara göre taraflar bir mecliste sözle alış verişi bitirdikten sonra tekrar onu bozabilme hakkına sahiptirler. Bu hususta Muhammed b. Şirin diyor ki: "Biri diğerine bir bornoz satan iki kişi anlaşmazlığa düştüler. Biri: "Ben bu adama bir bornoz sattım. Beni razı etmesini İstetilin. Fakat o beni razı etmedi "dedi. KacJi Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı et." Satın alan adam dedi ki: "Ben ona dirhemlerini verdim fakat o razı olmadı." Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı et." Adam yine dedi ki: "Ben onu razı ettim fakat o razı olmadı." Bunun üzerine Şüreyh dedi ki: "Alış veriş yapan iki tarif adi yaptıkları yerden ayrılmadıkça onu bozup bozmamaktan serbes' ...er."

Taysele diyor ki: "Ben çarşıdaydım .-.ü (r.a.lda oradaydı. Bir kız çocuğu geldi ve bir dirheme meyve satın almak i1 .edi. Ben de d:ıiıemi alıp meyveyi ona verdim. Sonra kızcağız "Bu meyveyi inmiyorum d'.nemimi bana ver." dedi. Ben direnim. O sırada Ali gel ip dirhem' alarak kıza .erdi."

Bunlar, görüşlerine deli! olara1, Resulullahı,ı şu hadis-i şerifini zikretmişlerdir. Abdullah b. Ömer diyor ki: ' Resulullah $öyle buyurdu: "Her alış veriş yapın iki taraf, bulundukları yerden yrılmadıl.ça aralarında satış diye bir şey yoktur."14''1 Ancak birbirlerini rnuhay^ " *••' ualan müstesnadır." Ebu Hureyre

(44) Bkz. tbn-i Mace, K. et-Ticarât. bab' l. Hadis No: 2139 / Tirmizi. K. cl-Büyü. bak 4, Hadis No: 1209

(45) Bkz. Tiımizi, K. el-Büya', hah: 26, Hadis No: 1245

de Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Alış veriş yapan iki kimse birbirlerinden razı olarak ayrılırlar."'4")

Abdullah b. Abbas diyor ki: Resululiah bir adama bir şey sattı. Sonra ona dedi ki: "Alış verişi bozup bozmamayı tercih et." Adam da "Geçerli olduğunu tercih ettim." dedi.

Resululiah da: "İşte alış veriş böyle olur," dedi.(47) Evet, bu görüşte olanlar alış veriş yapan iki tarafın, akdi yaptıkları yerden ayrılıp fiilen gitmedikleri takdirde bu âyette belirtilen ve Resulullahın hadislerinde açıklanan "Rıza ile bir alış veriş" olmayacağını söylemişlerdir.

b- İmam Malik, Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammede göre ise bu âyetle zikredilen "Rıza İle yapılan ticaret"ten maksat, tarafların alış veriş akdini yapmadan önce nzalanyla akdi bitirmeleridir. Bunların, alış veriş yaptıktan meclisten ayrılmadan önce bu rızalarının bozulup bozulmaması veya birbirlerini akdi bozup bozmamakta serbest bırakmaları, rızanın ortadan kalkmasını gerektirmez. Bunlara göre taraflar, nzalanyla alış veriş akdini yaptıktan sonra akdi yaptıkları mecliste, taraflardan birinin, akitten caydığını söyieyrek onu tozması caiz değildir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Alış veriş te nikah akdi gibi, sözle yapılan akillerdendir."

Âlimler, "Nikah akdi yapıldıktan sonra, taraflardan birinin, diğerini, ak-din gereğini yapmaya mecbur edeceği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Taraflar akdîn yapıldığı meclisten ayrılmamış olsaiar dahi akit iki tarafı da bağlayandır. Alış verişin hüKmiı de böyledir." demişlerdir.

Resululiah, "Alış veriş yapan iki taraf ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbesttirler." hadisinden maksat ise "Akdi yapma sözlerinden ayrılmadıkça." dernektir. "Akdin yapıldığı meclisten ayrılmadıkça." demek değildir.

Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ve bu vaziyette zikredilen "Rıza İle yapılan ticaretten maksadın, ticaret yapan tarafların, akdi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar rızalarının devam etmesi olduğunu beyan etmiş bu itibarla akil yapan taraflar akit meclisinden ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbest olacaklarını söylemiştir.

Zira bu hususta Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğu sahih bir haberdir. "Alış veriş yapan iki taraftan herbiri ayrılmadıkça diğer tarafa karşı muhayyerdir. Ancak muhayyer bırakıl arak yapılan alış verişler müstesnadır."'4"1 Diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir: "Yahut da taraflardan biri arkadaşına "Seç" de-

(46) Bkz. Ebu Davud. K. ei-Büyıı1, Nıh: M, llaılıs No: 3458

(47) Rk/.. Buhari, K. el-Büyu, hüh. 43

(4S) libıı Davud, K. ol-Rüyu' h. 51, Haıhs No: 3

 

160-161- Yahudilerin zulmetmeleri ve bir çok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. .Onlardan kâfir olanlara, can yakıcı bir azap hazırladık.

Yahudilerin, Peygamberleri öldürmeleri gibi zulümleri, Allah'ın dininden bir çok insanları alıkoymaları, kentlilerine yasaklanmasına rağmen faiz almaları, rüşvet olarak veya Allah'ın kitabını değiştirme karşılığında para alarak haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helal kıldığımız iemiz şeyleri hanım kıldık. Biz onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık ki o da cehennem azabıdır.

Şu âyet-i kerimede Yahudilere yasaklanan şeylerden bir kısmı zikredilmektedir. "Biz, Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haranı kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarım da hanım kıldık. Azgınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesi/, ki biz, doğru söyleyiniz."|22Sl

Ayet-i kerimede, Yahudilerin, işledikleri dört günahtan dolayı kendilerine daha önce helal kılınan şeylerin haram kılındığı beyan edilmiştir. İşledikleri bu günahlardan biri, zulmetmeleridir. Bu zulümlerinin mahiyeti ise bundan önceki yüz elli beş, yüz eli i altı ve yüz elli yedinci âyetlerde zikredilen, Allah'a verdikleri hadi bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleri, "Kalblerimiz kapalıdır." demeleri, inkarcılıkla bulunmaları. Meryem'e zina iftirasında bulunmaları ve "Biz, Meryemuğlu İsa Mesihi öldürdük." demeleridir. Bu günahlardan bir diğeri ise insanları Allah'ın yolundan çokça alıkoymalarıdır. Bundan maksat ise, Allah'a karşı bâtıl şeyler uydurup onun, Allah'tan olduğunu iddia etmeleri, Allah'ın kitabını değiştirmeleri, mânâlarını gerçeğinden saptımıalan, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâr etmeleri ve onun gerçek halini bilmeyen cahil insanlara açıklamamaları ve böylece insanları saptırmalarıdır.

Yahudilerin işlemiş oldukları günahlardan bir başkası da daha ünce izah edildiği gibi faiz almalarıdır.

Yine Yahudilerin işlemiş oldukları günahlardan biri de İnsanların mallarını haksız yere yemeleridir. Bundan maksat ise verecekleri hüküm karşılığında rüşvet almaları, kendileri herhangi bir şey yazarak "Bu Allah kalındandır." demek suretiyle para almaları ve benzeri murdar kazançlar sağlamalarıdır. İşte bu günahlar yüzünden Allah teala onları cezalandırmış ve onlar için helal kıldığı şeyleri haram kılmıştır,

Âyet-i kerimenin sonunda: "Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık." buyurulmaktadık. Burada ifade edilen "Onlar"dan maksat, Yahudiler. "Onlardan kâfir olanlar"dan maksat, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâr edenler ve "Can yakıcı azap"f:ın maksat ise cehennem azabıdır.

228  En'am suresi,6/146

 

Çocuklarimdan birinin bir sey çaldigini ögrenince çok rahatsiz oldum. Gelecekte onun bir hirsiza dönüsmesinden korkuyorum. Ne yapmami tavsiye edersiniz?

C- Küçük çocuk bir çok nedenden dolayi çalar. 1- Çalar, çünkü ödünç alma ile çalmanin arasindaki farki bilmez. Özel mülkiyet anlayisi henüz kendisinde tam olarak yerlesmemistir. 2- Bazilari, baskalarinin sahip olduklari seylerden mahrum oldugu için çalar. 3- Anne-babasindan intikam almak için ya da dikkatlerini çekmek için çalar.

Ne yapmamiz gerekir? 1- Sakin olmak... Azarlama ve ayiplamak yerine sakin ol!. Bu durum, çocugunu egitmen için bir firsattir. 2- Çocuga nasihat etmek... Ona Islam'da hirsizlik yapmanin hükmünü, Allah'in Aziz Kitabi'nda (Hirsizlik yapan erkek ve hirsizlik yapan kadinin ellerini kesin) buyurdugunu, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in kadinlarin bey'atinda Allah Teâlâ'nin (Çalmamak üzere..) buyrugu geregi onlardan, hirsizlik yapmayacaklarina dair söz aldigini bildir. Çocuguna, Allah'in görüp gözettigini hatirlat. Allah teâlâ söyle buyurur: (Nerede olursaniz olun O sizinle beraberdir.) Ve söyle buyurur: (Allah, yaptiklariniza sahittir.) Ona de ki: "Insanlarin gözünden uzakta gizlice çalsan da süphesiz Allah seni görür. Çünkü O (gizliyi ve sakliyi bilir.) 3- Çocukla yüzyüze konusmak... Çocukla, hirsizliga iten nedeni açikça konusmak gerekir. Örnegin söyle dersin: "Ben senin çarsidan tatli aldigini biliyorum. Onu aldin, çünkü ona ihtiyaç hissediyorsun. Fakat çalmak çözüm degil. Gelecek sefer bir sey istediginde önce benimle konus. Ben senin güvenilir biri olmak istedigini biliyorum." Çocugun kendisini baskalarinin yerine koymasina çalis. "Kendisinden tatli çaldigin kisinin yerinde olsan ne hissederdin?" de. 4- Cezalari artirmak... Çocuktan, çaldigi seyi özür dileyerek geri vermesini veya geri verilmesi imkansiz ise bedelini vermesini istemek gibi. Bununla birlikte evdeki bazi seylerden de mahrum edilir. 5- Çocugu gözetmek ve uzun süre ihmal etmemek... Allah dogru yola iletendir



Islam Dini niçin "Islam" olarak isimlendirilmistir?

C- Çünkü Islam'a giren kendisini Allah'a teslim etmis ve teslim olmustur. Allah'dan ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den gelen tüm hükümlere boyun egmistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Kendini bilmezden baska kim Ibrahim'in dininden yüz çevirebilir? Andolsun ki biz onu dünyada begenip seçmisizdir. O, ahirette de muhakkak salihlerdendir. Hani Rabbi ona "Teslim ol" dedigi zaman o da "Alemlerin Rabbine teslim oldum" demisti.)(2/el-Bakara/130-131) Ve söyle buyurur: (Kim ihsan sahibi olarak yüzünü Allah'a teslim ederse iste ona Rabbi katindan ecri verilecektir.)(2/el-Bakara/112)



Esim Islam'a girmeyi reddederse onu bosamam gerekir mi?

C- Eger esin Ehli Kitap'tan -yahudi veya hristiyan- ise onu bosaman gerekmez. Onunla evli olarak kalabilirsin. Bu sana mubah olan bir seydir. Fakat esin baska bir dine mensupsa veya dinsiz ise müslüman olmanla birlikte evliliginiz bozulmus demektir. Çünkü müslümanin müsrik biriyle evlenmesi caiz degildir. Evlenirse bu evlilik degil zina olur.

[Seyh Sa'd el-Humeyd]



Bazi insanlar mushafi alip dudaklarini oynatmadan göz gezdiriyorlar. Bu durum Kur'an okuma sayilir mi? Ya da Kur'an okuma sevabi alabilmek için mutlaka telaffuz etmek ve dinlemek gerekir mi? Kisi mushafa baktigi için sevap alir mi?

C- Üzerinde düsünmek, akletmek ve manalarini anlamak amaciyla, telaffuz etmeden Kur'an'a bakmakta bir beis yoktur. Fakat Kur'an okuyor kabul edilmez ve Kur'an okumanin sevabina erismez. Ancak Kur'an'i telaffuz ettiginde -etrafindakiler duymasa dahi- okumus sayilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kur'an'i okuyun. Çünkü o Kiyamet günü sahiplerine sefaatçi olarak gelir." (Müslim)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in "sahipleri" ile kasdettigi daha baska hadislerde zikredildigi gibi onunla amel edenlerdir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim Kur'an'dan bir harf okursa bununla kendisine bir hasene vardir. Hasene de on katiyla birliktedir." (Tirmizi ve Dârimi sahih bir senetle rivayet eder.) Kisi, ancak onu telaffuz ettigi zaman okumus sayilir.

[Mecmûu Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia - Seyh Allâme Abdulaziz b. Bâz rahimehullah c.8 sf.363]



Hangisinin ecri daha çoktur; "Allahumme salli ve sellim alâ Muhammed" dememizin mi, yoksa "Subhânallahi ve bihamdihi, Subhânallahi'l Azîm" dememizin mi?

C- Ikisini birlikte söyleriz. Dua ederek bir sey istemeden önce ve sonra Nebi'ye salât ve selam getirmek menduptur. Nebi'ye salât getirmenin duanin kabulüne sebep oldugu varid olmustur. Ayni sekilde "Subhânallahi ve bihamdihi, Subhânallahi'l Azîm" sözüyle zikir ile ilgili olarak da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, bu iki sözün büyük ecrinin oldugunu bildirmistir.

[Seyh Abdullah b. Cibrîn]

 

FITRAT-I SELİME (Bozulmamış Fıtrat)

 

Bismillahirrahmannirrahim

Hamd alemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur. O’na hamd eder O’ndan yardım dileriz.

Allah kime hidayet verirse onu hiç sapıtacak yok, saptırdığını da hidayet verici yoktur.

Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolun en hayırlısı da Muhammed’in (s.a.v) yoludur.

Ey iman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak müslüman olarak ölün.       Al-i İmran (102)

Fıtrat: İnsan tabiatı, yaratılış şekli, biçimi manasındadır.

Selime: arızalardan beri olmak, sonradan olan müşkilatlardan selim olmak manasındadır.

Fıtrat doğrudan doğruya herkese verilmiştir. Her kişide vardır. İnanç ise ancak insanlara öğretilir. Allah insanların Allah’ı tek “Rab” kabul etmeleri hususunda onları kendi nefisleri üzerinde şahitler etmiştir. Araf 172-173’te şöyle buyuruyor:

“Rabbın, Âdemoğullarından, onların sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şâhid tutarak “ben, sizin Rabbınız değil miyim?” (demişti). Onlar da: “Evet; buna Şâhidiz” demişlerdi. Bu, kıyamet günü, “bizim bundan haberimiz yoktu”, dememeniz içindi. Yahutta “atalarımız önceden (Allah’a) şirk koşmuşlardı. Biz de onlardan sonra gelen bir nesil olduk. Şimdi o bâtılı işleyenler yüzünden bizi helâk mı edeceksin?”

Bu ayet de ki söz alma meselesi insanların Allah’ın Rablığını kabulü hakkındadır. Rablığın manasını bilmek gerekir ki Allah’tan gayrı Rabları inkar edip sadece Allah’ı Rab olarak bilmelidir. Rab: Eğitti, öğretti, terbiye etti manasınadır.

Allah (c.c) fıtratını bozmuş olan insanın hiçbir itiraz ve mazeretini kabul etmeyecektir. Fıtratın bozulması sonradan meydana gelen bir konudur.

Bunu Allah Rasûlü (s.a.v) Buhâri ve Müslim’in Sahihlerinde  şöyle beyan etmiştir:

Ebû Hureyre (r.a)den gelen rivayete göre; “Her doğan fıtrat üzere doğar. –Başka bir rivayette ise: Bu din üzere doğar. – Ana babası onu yahudileştirir, hıristiyanlaştırır ve mecûsileştirir. Nitekim hayvanda tam, bütün hayvan doğurur. Siz onda hiçbir organın eksikliğini hisseder misiniz? Müslim’in Sahihinde Iyâz İbn Himâr’dan rivayet edilen bir hadiste Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurur: Allah Teala buyurur ki: Ben, kullarımı muvahhidler olarak yarattım. Şeytânlar gelip onları dinlerinden saptırarak uzaklaştırdı, onlara helal kılınanları, kendilerine haram kıldılar.

Bu konu Kuran’da ise şu ifadelerle gerçeklik kazanmaktadır. “Öyle ise sen yüzünü Hanif (muvahhid) olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki, Allah insanları bunun üzerine yaratmıştır.”  Rum / 30

Fıtrat insanlar için kullanıldığında Fıtrat-ı Selime diye tarif edilir. Hayvanlar için kullanıldığında ise buna Sevk-i ilahi diyoruz.

Psikoloji dalında ki adı yani günümüz felsefesinde iç güdü olarak geçiyor.

Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne varsa hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi :

“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/ 27)

Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.

Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. –Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Buda aynen:

“Ben cinleri ve insanları, ancak  bana ibadet etmeleri için yarattım.”

(Zariyat(51)/ 56)

Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor: İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.

Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Bu konuda yine bir ayeti kerime de şu hatırlatılıyor:

(Ey Muhammed) De ki: “İbadetiniz olmazsa, Rabbınız size neden değer versin? Oysa siz yalanladınız; bu yüzden azâb sizi bırakmayacaktır.”

Furkan/ 77

Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblelliğini gösterir.

Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor.

İnsan bir program dahilinde yaratılıp gönderilmiştir. Yaratılışının icabı verilen hasletleri  kullanmak zorunda olduğundan bunu hangi yönde kullanırsa kulluğu da o yönde olacaktır. Bu demektir ki insanlar isteyerek veya istemeyerek bir şekilde kul olacaktır. Bu kaçınılması kaçınılmaz bir sondur. Bunun dışına çıkmak gibi bir şey olamaz. İnsan fıtratında tabiatından olan sevme, korkma, buğz etme, umut bağlama, isteme, güvenme, sığınmak gibi hasletler Allah tarafından her insana verilir. İnsan kendine verilen bu hasletleri kullanır, bunları neye kimin için kullanırsa ona ibadet etmiş olur. İnsan öyle veya böyle bir yerlere kul olmak zorundadır. Eğer Allah’a kul olmaktan kaçınıyorsanız bu demektir ki bir çok kişilere kul olmayı farkında olmadan birkaç şeyin esareti altına girmeyi kabul ediyor ve güya insan olarak başkalarının esareti altında yaşamamak konusunda boş yere nefes tüketip felsefeler kuruyorsunuz.

Başkalarına kul olmak demek bize verilen hasletlerin (sevgi, güven...vb) tek tek herkes için yalnızca bir tanesini kullanma şansımız vardır. Çünkü fıtrat icabıyla sevdiğimiz insandan aynı zamanda korkmak gibi iki zıt hasleti bir arada bulundurmak imkansızdır. Bunun imkan bulması sadece ve sadece Allah’a kul olmakla mümkün olabilir. Başka hiçbir kullukta açıklanamaz.

Hayvanlar alemindeki varlıklar bu kulluğu kusursuz bir şekilde yerine getirmektedir. Bal arısını örnek verecek olursak yaratılışının gereği bal yapmamak gibi bir seçim hakkı yoktur. Bu demektir ki Allahu Teala her varlığı bir gaye için yaratmıştır. Nitekim Allah (c.c) bir ayeti kerimesinde şöyle buyurmaktadır:

“Biz bu dünyada her şeyi bir ölçüyle yarattık.” Kamer /49 ve yine;

“Biz hiçbir şeyi boş yere yaratmadık.” Enbiya / 16 Buyurmuştur.

Bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere Allah-u Teala’nın gayesi dışına çıkmak fıtratı selime dediğimiz konunun dışına çıkmaktır. Ve bu durum sadece bizim için hayal bile etmek istemediğimiz cehennemin habercisidir.

Sohbetimizin sonunda şu ayetlerin hatırlatılması burada bulunan bütün müslümanlar için en güzel hatırlatma düstur olacaktır.

“Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.”        (Enfal Suresi(8)/ 24)

Velhamdü lillahi Rabbülalemin.

 

*** GAYEMİZ İNSANLARI DEĞİL ALLAH'I RAZI ETMEK ***

 

Bu  gün izahını yapmaya çalışacağımız konu, Emri bil mağruf ve Nehyi anil münker müessesesi ile alakalı bir iki hususun şer'i çizgide anlaşılması üzerinde olacaktır.

Bunlardan birinci ve en önemlisi : "Gayemiz insanları değil, Allah'ı razı etmek olmalıdır."

İkincisi ise : "Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olup bunların birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir".

Üzerinde duracağımız bu iki nokta gerçekten hassas noktalar oluşu hasebiyle siz değerli kardeşlerimin sohbet esnasında zihinlerini canlı tutmalarını rica ediyorum. Zira yapılan sohbetlerin yanlış anlaşılması ve yanlış kavranılması o sohbetin başka birilerine aktarılmasında da aynen yanlış iletilmesi ve yanlış kavranılması demektir.

Şimdi ilk olarak üzerinde durmaya çalışacağımız nokta "Gaye insanları değil Allah'ı razı etme" noktasıdır.

Bilindiği gibi, "Emri bil mağruf ve nehyi anil münker" müessesesi islamın en önemli müesseselerinden bir tanesidir. Biz bu güzel vasıta ile yaratılışımızın gayesini öğrendiğimiz gibi, yine aynı zamanda birçok insanda bizim bu müesseseyi kullanmamız vasıtasıyla yaratılışlarının gayesini öğreneceklerdir.

İşte bunun içindir ki islam, her mükellefi malumatı nisbetinde bu müesseseden hesaba çekecektir. Bilen bildiği ölçüde hakkı anlatma mecburiyetinde olduğu gibi, aynı zamanda bildiği ve kavradığı ölçüde de münkeri reddetme ve ona mani olmak zorundadır. Ve bu görevi yerine getirirken de razı etmeye gayret göstereceği merci Allah olmalıdır, insanlar değil. Yani, hakkı anlatmada, onu bir başkasına ulaştırmada hiçbir zaman geri durmadan halkın değil, hakkın rızasını ön planda tutmalıdır.

İnsanlar hor görecekler diye, insanlar kızacaklar diye ve yine insanlar beni dışlarlar, kendilerinden soyutlarlar diye hiçbir zaman ne görülen bir münkerin nehyedilmesi ve nede anlatılması gereken bir hakkın ihmali asla düşünülmemelidir.

Yapılması gereken bu göreve basiretli, ferasetli bir muvahhid gözüyle bakılmalıdır. Anlatılacak küçük bir mağruf'un ileride büyüyeceği düşünülürse, mani olunması gereken küçük bir münkerinde ileride büyüyüp devleşeceği asla unutulmamalıdır.

Bir müslüman, tıpkı bir bahçivan gözüyle bu olaya bakmalıdır. Anlatacağı bir mağruf o an küçük bir tohum olabilir. Küçük bir filizde olabilir. Ama o işten anlayan bahçıvan bu tohumun ileride bir fidan olacağını daha sonra ise ağaç olacağını ve zamanla binlerce meyvesiyle nevşu nema bulan ve insanlara menfaati olan bir ağaç olacağını asla unutmaz.

Yine bu mani olmayacağı bir münker o an küçük bir tohum olabilir. Fakat onun ileride büyüyüp fidan olacağını daha sonra ağaç olacağını ve binlerce zehirli meyvesi ile etrafına zehir saçan bir zakkum ağacı olacağını unutmaz, bu bahçıvan.

Unutmayın ki, zamanımızın şu korkunç ve çirkin hali birden vuku bulmamıştır. Nasıl ki islam bütün berraklığı ile küçük denmeden büyük denmeden anlatıla anlatıla nevşu nema buldu ise, aynen bu çirkin manzaranın yatırımı yavaş yavaş yapılmıştır. İblis denen o mahluk küçük demedi, az demedi ve o zehirli tohumlarını atmaktan geri durmadı. Çünkü o çok iyi biliyordu ki attığı o zehirli tohumlar çok geçmeden filizlenip kocaman zakkum ağaçları olacaktır.

Evet ey şuurlu müslüman kardeşim! Unutma ki bu ileriyi düşünme, ileri görüşlülük  iblis ve avanelerinden çok, muvahhidlerin düşüneceği birşeydir. O ve avaneleri, attıkları her tohumun ileride büyüyüp karşılığını kat kat vereceğini hesap edip yatırımlarını yaparken, sen nasıl olurda "Onun hilesinin zayıf olduğunun" farkında olduğun halde münkerlere set çekip, ileriye yönelik bir yatırım yapmazsın ki?... Sen nasıl olurda anlatacağın bir mağrufu insanların kırılıp senden yüz çevireceğini düşünerek terk edersin ki?... yine, sen nasıl olurda görmüş olduğun bir münkere, insanlar bana kızar, beni dışlar, bana söver, beni döver diye kaygılanıp mani olmazsın ki?...

Eğer şu hale gelişimizde, bu münkerlerin yerleşmesinde geçmişteki fertlerin bir sorumluluğu ve bir vebali var ise ki muhakkak ki var. Bunun gibi, gerek zamanımızda ve gerekse ileride yapılacak olan mani olmadığımız münkerlerin sorumluluğu ve vebali şu cılız omuzlarımıza indirilmemek şartı ile yüklenecektir. Peki neden?

Çünkü görülen bir münkerin ortadan kaldırılması için bir mücadele verilmezse, ona mani olunmaya çalışılmazsa zamanımızda yaşanacağı gibi, ileride de katlanarak ve rahat bir şekilde yayılıp yaşanacaktır bütün bu çirkinlikler. Günümüzde yaşanan ve geçmiştekilerin bize miras bıraktığı münkerler gibi.

Evet ey müslüman! Unutma ki Allah'tan başkalarının rızası gözetilerek yapılan bütün işler "hebaen mensura" olacağı gibi, karşılığında da büyük bir azap vardır.

Yapılacak olan bir mağrufta olsun veya nehyedilmesi gereken bir münkerde olsun, eğer bir başkasının rızası veya gadabı gözetiliyorsa, o insanın havale edileceği yer rızasını veya gadabını düşündüğü o yerdir.

Konuyla ilgili birkaç hadislerinde Allah Rasulü (s.a.v) şöyle buyuruyor:

"...... Aişe (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Her kim insanların gücenmelerine (kızmalarına) mukabil Allah'ı razı etmeye çalışırsa Allah'ta onu insanların zahmetinden kurtarır. Her kimde Allah'ın kızmasına mukabil insanların rızasını ararsa Allah'ta onu o insanlara havale eder..."

                                      Tirmizi / 4.c / 2527

"....Ebu Said el-Hudri (r.a)'dan; Resulullah (s.a.v) bir hutbesinde şöyle buyurdu: "Hakkı söylemekten ve o büyük günü hatırlatmaktan sizi insanlara olan korkunuz engellemesin. Çünkü bu ecelinizi yaklaştırmayacağı gibi, rızkınızı da uzaklaştırmaz."

İbnu Mace / 10.c / 4007. N. H - Tirmizi

İşte  bu yüzden  basiretli her müslüman halkı değil  hakkı memnun etmeye gayret gösterir o batıl karşında susmadığı gibi hakka yardımda da geri durmaz kendisi münkerlerden uzak durduğu gibi, toplumunda da münkerlerin yayılmasına razı olmaz o her zaman her münkeri değiştirmeye gayret göstermekten de geri durmaz.

Yine şuurlu bir müslüman iyi bilir ki, görülen bir münker karşısında bananecilik dinden değildir. Yine o iyi bilir ki, görülen herhangi bir münkerin def'i için çaba sarf etmeme Allah'u Azze ve Celle'nin gazabını ve azabını celb etmektir.

O, hiçbir zaman Allah resulü (s.a.v)'in tüyler ürpertici şu hadisi şeriflerini aklından çıkarmaz:

"...Ebu Bekr(r.a)'dan rivayet edildiğine göre bir hutbesinde Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle demiştir:

"Ey iman edenler! Siz kendinize düşene bakınız. Hidayet yolunda olduğunuz zaman sapıtan kimse size zarar veremez..." Maide / 105

Ayetini okuyorsunuz (emr'i bil ma'ruf ve nehy'i anil münkeri terk ediyorsunuz) Halbuki biz Resulullah (s.a.v)'den şunu işittik: "şüphesiz insanlar kötü bir şeyi görüpte menetmedikleri zaman Allah'ın onlara umumi bir ceza vermesi çabuklaşır."

İbnu Mace / 10.c 4005.  / Ebu Davud / 5.c 4338.

... Cerir b. Abdillah el-Beceli (r.a)'dan; Resullullah (s.a.v) şöyle buyurdu: " Hiçbir kavim yoktur ki içlerinde günah işlenir, onlar günah işleyenlerden daha güçlü, caydırıcı üstünlüğe sahip olduğu halde engellemez de Allah onların tümünü cezalandırmaz..."  İbnu Mace  / 10.c 4009. N.,Tirmizi.

 

“...Abdullah İbnu Mes’ud(r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

“İsrail oğullarında ilk ahdi bozma şöyle oldu; bir kimse başka bir kimseye günah işlerken rast gelirdi. Ve ona: “Ey vatandaş (ey kardeş veya arkadaş) Allah’tan kork, işlediğin günahı bırak, bu sana helal değildir” derdi. Sonra ertesi gün yine aynı şahsa rast gelir fakat bu gün ona (nasıl olsa bir sefer tebliğ ettim, anlattım düşüncesiyle) tebliğ etmezdi, bir daha anlatmazdı. Çünkü beraber yiyor, beraber içiyor ve beraber oturuyordu. Bunu işleyince Allah’u Azze ve Celle bunların kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve şöyle buyurdu:

“İsrail oğullarından kafir olanlar Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bu, günah işlemeleri ve aşırı gitmelerindendir. Onlar yaptıkları münkerlerden birbirlerini alıkoymazlardı. Yapmakta oldukları şey cidden ne kötü idi...” Maide / 78-81 ,kısmına kadar okudu ve sonra şöyle buyurdu:

“Allah’a yemin ederim ki, Ya mağrufu emreder, münkerden de nehy edersiniz,veya zalimin elinden tutar, onu hakka sevk edersiniz. Onu sadece hakkı uygulamaya zorlarsınız...”

Ebu Davud: 5.c./4336.N.

İbnu Mace:10.c./4006.N.

Tirmizi

Eğer zikredilen bu hadisi şerifler Aklı selim bir müslüman tarafından düşünülürse gayet açık ve nettir ki, bir müslüman bir münkerin işlenmesi halinde rahat edemez, suskun kalamaz, o münkeri engellemenin yollarını arar.

Özellikle zikredilen son hadisi şerif daha dikkate şayan bir incelikle anlaşılmalıdır. Burada anlatılan gayet açıktır ki, İsrail oğulları küfürde birden vuku bulmamışlardır. Yavaş yavaş o hale gelmişlerdir.

Ahdi bozmanın ilk merhalesi görülen münkeri bir defa karşı tarafa anlatma, daha sonrasında ise anlatmama ile başladı.

Daha sonra beraber yiyip içip, gülüp oynamaya, aman ticaretimiz aksamasın diye sıkı fıkı olma safhasına gelindi. Derken, Allah’u Azze ve Celle kalplerini birbirlerine karıştırdı. Ve daha sonra, artık karşı tarafa kalbi olarak buğz etme dahi ortadan kalktı. Nihayet Allah’u Azze ve Celle’de onları lanetledi ve kafir olduklarını beyan etti.

İşte bu nokta çok iyi anlaşılmalı ve çok iyi kavranılmalıdır. Allah resulü (s.a.v)’in şu hadisi şerifleri de bu ayeti kerimeyle birlikte anlaşılmaya çalışılırsa mes’ele daha da netleşecektir:

“... Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’dan: Resulullah (s.a.v) buyurdular ki; Allah’u Teala’nın gönderdiği her nebinin kendi ümmetinden sünnetini alan ve emirlerine uyan mukakkak ki bir takım havarileri ve sahabileri vardır. Sonra onların ardından yapamayacakları şeyleri söyleyen ve emrolunmadıkları işleri yapan bir takım nesiller zuhur eder. İşte kim bunlara karşı eliyle mücahede ederse o, mü’mindir. Onlara karşı kim diliyle mücahede ederse o da mü’mindir. Onlara karşı kim kalbiyle mücahede ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi yoktur.”

Müslim /1.c.50.N.

“...Ebu Said (r.a)’dan ...Resulullah (s.a.v)şöyle buyurdu: Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Eğer diliyle değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu da imanın en zayıf noktasıdır...”

Müslim /1.c.49.N.

Görüldüğü gibi imanın en zayıf noktası insanın bu konuda karşı tarafa sadece kalbi bir buğz beslemesiyle iktifa etmesidir. Diğer hadiste ise insan, kalbi bir buğz etmeyi bile yitirmiş ise artık onda imandan eser kalmamıştır.

Yoksa insanlardan bazılarının anladığı gibi, “ yapılmadığında insanda imanı külliyen nefyeden şeyleri yapmayıp ta, terkinde insanı imandan çıkarmayan, imanın şubelerinden herhangi bir şubeyi yerine getirmek, insanda iman vardır anlamına gelmez.”

Daha açık bir ifade ile izah edecek olursak,  imanın öyle şubeleri vardır ki, insan, onları terk etmesiyle imandan çıkar. Öyle şubeleri de vardır ki terkinde hala iman dairesinde olup, sadece imanı o nisbete göre noksanlaşır. Yani iman ondan soyutlanmaz. Dolayısıyla, insanı imandan çıkarmayacak bir iman şubesinin terki, yerine getirilmesiyle de insanı iman ehli yapmaz.

Hülasa, sözün özü: “Şuurlu bir müslüman amellerinin tümünde sadece Allah’ın rızasını gözetir. Endişesi, attığı her adımın, yaptığı her işin insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığıdır.

İzahını yapmaya çalışacağımız mevzumuzun ikinci noktası ise “Tavizle, yumuşaklılığın ayrı ayrı şeyler olduğu ve bunların birbirinden ayırt edilmesi” noktasıdır.

Konunun bu bölümü, üzerinde  hassasiyetle durulup çok iyi anlaşılması gereken bir noktadır.

Çünkü, bir çoğumuzun henüz anlayıp kavrayamadığı bu nokta sebebi ile birbirimizi karşılıklı itham etmekte ve birbirimizi yerli yersiz suçlamaktayız.

Bilindiği gibi Taviz ve yumuşaklılık birbirinden farklı şeylerdir. İslam, dinden taviz verilmesini istemediği gibi, islamın başkalarına ulaştırılması esnasında da (yani tebliğde de) kabalık ve sertliği istemez ve sevmez. Yani, tebliğci sürekli yumuşak muamele etmekle emrolunmuştur. Çünkü islam yumuşaklık, kolaylık ve hoşgörü dinidir. Binaenaleyh, insanlar fıtratları gereği kabalıktan ve sertlikten nefret ederler. Yumuşaklık ve hoşgörülüğe sempati duyarlar. Bu yüzden Cenabı Hak peygamberine şöyle buyuruyor:

“... Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi...”

Al-i İmran /159

İşte bu, insanları davasına davet eden her ferdin sabit bir düsturudur. Davet edilen azgın, inatçı, kaba, zalim biri de olsa, bu düstur geçerliliğini korur. Allah’u Azze ve Celle, Firavun gibi bir mel’una bile bu vasıfla muamele edilmesini istemiştir:

“Firavun’a gidin. O azmıştır. Ona yumuşak söz söyleyin belki öğüt dinler veya korkar...”             Taha /43-44.

Yumuşaklıkla muamelenin hayrın tamamı olduğu ve yumuşak huylu olanında hayırlarla dolu olduğunu, ondan mahrum olanın ise hayırların tümünden mahrum olacağını şu hadisi şerif bize haber vermektedir:

“...Resulullah (s.a.v) buyurdular ki: “Yumuşaklıktan mahrum olan hayrın tamamından da mahrumdur.”(Müslim)

Taviz meselesine gelince, bilindiği gibi mükellefin kendisine dininde mükellef olduğu şeylerin ulaşmasından sonra çeşitli bahanelerle dininden fire vermesi manasıdır.

Artık bu, ya insanların kendisini kınayacağı korkusundan olur... Ya, “sen yeni bir din mi ihdas ettin?” denilip, kendisiyle alay edileceğinden korktuğu için olur... Yada kendisi o an vermiş olduğu o tavize “islami bir maslahat” kılıfı geçirerek onu meşru göstermesinden dolayı olur.

Artık bunun başka yolları ve isimleri de olabilir. Ama unutulmamalıdır ki –Biraz öncede zikrettiğimiz gibi- islam, kendisinden taviz verilmesini istemez ve asla da sevmez. O, her zaman kendi yolunda mertçe, yiğitçe. Adaletli ve sağa sola yalpa yapılmadan hedefe yürünmesini ister ve emreder.

İnsanlar hoşnut olsunlar diye onların keyiflerine göre de renk değiştirmez. Rengini değiştiren sadece insan olur.

İşte, anlatmaya çalıştığımız bu iki noktanın (yani, tavizle yumuşaklılığın) bir birine karıştırılmaması, bunların birbirinden ayırdedilmeyip her birinin yerli yerinde kullanılmaması bir çok çarpıklığın sebebi olmuştur.

Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi: “tebliğ edenin tebliği esnasında taviz vermeden hakkı söylemesi, doğruyu anlatması sertlik ve kabalık olarak telakki edilmiştir.”

İşte, taviz ve yumuşaklılığı birbirine karıştıranlar tarafından telakki edilen bu anlayış, Kitap ve Sünnet’in hilafına bir anlayıştır. Böyle bir anlayış islamda yoktur.

İnsanların hoşnutluğunu aramak için (yani onları kızdırmamak için) din’den taviz verilmez. Hak ne ise o en güzel şekliyle anlatılır.

Anlatılan mes’eleye karşı tarafın yabancı olması veya senelerdir o mes’eleyi duymaması ve yahut da anlattığınla taban tabana zıt bir inanca sahip olması, seni anlatacağın haktan geri bırakmamalıdır.

Aman efendim, “Adam senelerdir yanlış bir inanç ve amel peşindedir, şimdi ben bunu kendisine anlatırsam kızar, köpürür. Dolayısıyla, ben şimdilik bunu anlatmayayım da ileride bir gün belki bir fırsatını bulup anlatırım inşallah” demesi bir tavizdir. Ve islam böyle de emretmemiştir. İslam görülen bir münkerin anında münker oluşunun haber verilmesini ve onun elle, dille, kalple ortadan kaldırılmasını emretmiştir.

  Allah resulü (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuştur.: “...E bu Said (r.a)’dan; Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Sizden her kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. İşte bu imanın en zayıf noktasıdır.”         Müslim /1.c.49.N.

  Allah resulü (s.a.v)’in gerek bu hadisinde gerekse islamın bidayetinden (başlangıcından) vefatına kadar olan davet üslubunda görülüyor ki, irili ufaklı hiçbir münkerin gözünün yaşına bakmamış, onlara mani olmaya çalışmıştır. Bu konuda yakın ve uzak hiç kimsenin gönlünü kırmaktan da çekinmemiştir. Öyle ki bu kendisiyle bile alakalı olsa, aynen şu hadislerinde buyurduğu gibi:

“Sakın hıristiyanların İsa’yı layık olmadığı bir mevkiye çıkardıkları gibi, sizde beni layık olmadığım mevkilere çıkarmayın. Sizler benim için; “ Allah’ın kulu ve Resulüdür” deyin.”

  Yine bir hadislerinde, kendisine babasının durumunu soran insana açık bir şekilde “Baban ateştedir” buyurması da aynen, hakkın olduğu gibi anlatılmasının bir misal ve numunesidir.

  Bizim bu konuda zannedersem unuttuğumuz veya anlayamadığımız bir nokta var. O da:

“Biz istiyoruz ki, kendilerine dini anlattığımız insanlar, anlattığımız şeyleri anında kabul edip ve birde bize teşekkür etsinler.

  Acaba bizim bu isteğimiz ne derece doğrudur? Ve yine, bizim bu isteğimiz doğrultusunda, kendilerine dinleri anlatılan hangi insanlar anında teslimiyet göstermişlerdir ki?

  Bırakın normal davetçileri, Allah’ın resulleri dahi, insanlara dini tebliğ ederken, onlara bir şeyler aktarırken, onların yanlışlıklarını zikredip. “Bunun şu şekilde olması gerekir” dediğinde ne bizim zannettiğimiz şekilde karşılık görmüşlerdir, ne de bizim istediğimiz doğrultuda cevap almışlardır.

  En güzel davet üslubu ile donatılmış o insanlara dahi (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) hakkı anlattıklarında:

  “Sen yeni bir din mi ihdas ettin?”... dediler. “... Senin şu anlattıklarını biz ne atalarımızdan ne gördük ne de dedelerimizden duyduk. Dolayısı ile senin şu anlattıklarını kabul etmiyoruz, yalanlıyoruz...” dediler. Ve amcasına “Muhammed ilahlarımıza küfrediyor (yani yalanlıyor) onu çağır da kafasına biraz akıl koy...” dediler. Daha korkuncu ise:

  “... Kendisini taşlamadılar mı?”...”Ka’be de namaz kılarken boynuna deve dölü dolamadılar mı?...”Delilikle suçlamadılar mı?....

  Acaba bunlar Muhammed (s.a.v)’in tipini mi beğenmiyorlar da mı bu şekilde hakaret ve işkenceler ediyorlardı? Hiç düşündünüz mü? Yoksa,

Onlara mertçe, yiğitçe, açık açık hakkı, doğruyu anlattığından mı hakaret ve işkencelere maruz kalıyordu. Bu mübarek insan.

Evet ey müslüman! Şunu kafana iyice yerleştir ki, bütün bunlar hakkın söylemesinden, gerçeğin olduğu gibi eğip bükmeden anlatılmasından dolayı yapılmıştır. Yoksa başka hiçbir niyetle değil. Bundan emin olabilirsin.

 

GERÇEK TERORIST KIM MUSLUMANMI ALLAH DUŞMANIMI

Mustafa Dönmez

Günümüzde islam'dan bahseden bir hitabı, her hangi bir gazetede çıkon bir yazıyı veya televizyon programlarından islam'a değinen bir programı gördüğünürde, islam kelimesinin

yanına neredeyse ucuz kelimeler eklenmeden geçilmemektedir, islam radikalizmi, islam fanatizmi, islam terörizmi gibi ifadeler... flslmdo böyle bir konuya temas etmeye iten sebeb; bu durumun hassasiyet kazanmasıdır. 13u yabancı kökenli terimlerin kullanılması nedeniyle artık müslümanlarda sadece terör sıfatı görünür oldu. insan bu gibi münasebetsiz sözcükleri duya duya artık kendisinde bit nevi şüphe uyanarak şu soruyu sormaya başlar; Müslümanlar gerçekten teröristim İdi r?

İşte bu makalemizde, Ön yargılı olmadan insaf ve adalet ölçüsüyle kimin gerçek terörist olduğunu inşa' Allah-u Teala acıklamaya çalışacağız. Konumuza, bir hayli zaman önce Amerlka'nın Oklohama şehrinde meydana gelen patlama olayına değinerek başlarsak her halde yerinde olacaktır. Fark edildiği gibi olay in hemen akabinde, batılı medya şu düşük sözleriyle müslümanları suçlamaya koyulmuştur; "Su terör olayının arkasında müsiümanların parmağı olması muhtemeldir". Dünya kamu nazarında bu olayın müslürnanlara yüklenmesi için terör kelimesiyle nitelendirilmesi yeterliydi zaten. Ki ilk günden gerçek suçluyu yakalayıncaya kadar durum böyle idi. Terör ve teröristlerden söz ediliyordu. Ne yazık ki bu olayın Faili Rmerlkalı bir asker olduğu meydana çıktı birdenbire medyadan bu sözcük kal h verdi. Çünkü bunu yapan Rmerikalıydı. Olaya patlama veya tahribat amal iyesi demeleri yeterllymiş. Dolayısıyla terör olay ı denilmesi makul olmayıp failine de terörist dernek doğru olmazmış. Özellikle de bu asker körFez savaşının kahramanlarından birlslyrnlş.

Veri gelmişken hemen şunu belirtelim ki; Londra hava alanında Ürdünlü bir müslümanı tutukladıkları vahi t, Jhon Majör büyük zaferi ilan etmek için ingiliz parlementosunun ortasında oyağa kalkmıştı. Çünkü patlamayı meydana getiren teröristi tutuklattırmış*). Neticede parlementadan büyük alkış görmüştür. Bu Ürdün'lü Müslüman, nezaret esnasında kendisine çok kötü muamele yapıldığını bizzat anlatmıştır. Lakin onun olmadığı ortaya çıkınca zalimler başlarını eğdiler. Hala o güne kadar ameliyede parmağı olanlar araştırılmakta idi. fVnaazönce de İfade ettiğim gibi, ondan sonra terörizm ve teröristlerden bir kelime daha söz edilmiyor. Bu olayı geride bırakırken diyebiliriz ki, bu gün, büyük derecede ve uluslararası düzeyde insanlar, islam ve müslümanlardan korkutul-maktadır. Nitekim fimerika ve muhtelif Rvrupa Ülkeleri onlara terörist, redikal ve kökten dinci gözüyle bakmaktadırlar.

Rusya'da komi niş t rejim yıkılınca atlanllk paktın genel sekreteri şöyle diyordu; "Dünyada ve dünyadakiler için tek ve en büyük bir tehlike kalmaktadır; o da islam radikalizmidir". Böyle bir söz işiten her insan kendi kendine şunu sorar; "Dürüstlük, tarafsızlık ve chlakölçüleri nerede kaldı? Gerçekten bu günkü müslümanlar dünya için bir tehlike arzediyorlar mı? Halbuki müslümonlara bakılırsa dünyanın her yerinde ezik durumdadırlar, idarecisiyle, halkıyla, iyisi ve kötüsüyle, kuvvetli ve zayıfıylaaşağılanmıştır. Dünyanın her tarafında öldürülmekte olan yine onlardır. Kaldı ki; üzerlerinden bu belayı bile def etmekten acizdirler. Hala bugün müslümanlar Sosna, Çecenistan, Filistin ve benzeri yerlerde gördüğünüz gibi boğazlanmakta ve ülkeleri dünya haritasından silinmekte, Keşmirve daha birçok yerlerde hayatını kaybetmektedirler.

Durum böyleyken, onları öldüren ve boğazlayan veya duyarsız olan zorba ve dikta bu mücrim caniler, müslünnanların dünya için bir tehlike arzettiğlni söylemekten de deri kalmıyorlar. Maalesef nerede ise her zaman ve her yerde artık Islarn radikalizmi ve Islarn terörizmi namelerini duymaktayız. Ne acaib ve garip bir dünyada yaşıyoruz.

Ne zaman bir millet topraklarını hürriyete kavuşturmak için karşı koymak istese ve bunlar da rnüslüman değilse haklarında; "Onlar kahramandır, cesurdur, haklıdırlar, bunun devletler arast resmi bir meşruiyeti vardır" derler. Lakin bu karşı koyanlar, müslümanlardan olup topraklarını hürriyete kavuşturmak, din. ve ırzlarını korumak için clhad ediyorlarsa bunlar hakkında ise; "Teröristler" derler. Veya herhangi bir beldenin zalim ve diktatör idarecisine karşı müslüman olmayan bir halk ayaklandığında, bütün dünya onları sıvazlayıp destekler. "Bunlar hür ve kahramandırlar, o ülkeye demokrasi dönünceye kadar onlar desteklenmeli ve yardımcı olunması gerekir" denilir. Şayet bunlar müslüman bir halk ise, onların adı redikal ve terörist oluyor.

Bu sözlerimi arzederken rnüslümanları her şeyden tenzih etmek istemiyorum, çünkü onlar da birer beşerdir. Sazen fertlerinden, herkesten önce islam'ı n dahi reddettiği ve hoş görmediği hareket veya hatalar zuhur etmektedir, Yalnız bunlar ferdi olmaktan ileri gitmeyip islam Dini bunun sorumluluğunu yüklenemez, flma ne yazık ki batı, fertlerden birinin işlediği her ameliyenin sorumluluğunu islam'a yüklüyor, irlanda'lı Katolik Cumhuriyet Ordusu'nu duymuşsunuzdur. 1909senesinden beri Irtikab ettikleri terörist hareketlerini de duymuş olmalısınız. 1970 yılından geçen seneye kadar 3.000'den fazla insan terörist kurbanı olarak gitmiştir. 6u do irlanda'nın içinde ve dışındaki Katoliklerin pratesan ve ingilizlere karşı kıyam ettikleri terörist harfeketldir. Buna rağmen bir kimsenin, hiç katollk teröründen bahsettiğini duydunuz mu? Mezkur tarthden beri pro t es t anlarında yaptıkları terörist hareketleri nedeniyle proteston teröründen bahsedeni işittin iz m l? israil devletinin kuruluşu l gren ç ve korkunç katliamlarla ve Siyonistlerin kullandıkları psikolojik savaş metodlarıyla doldudur. Hiç yahudl teröründen söz edildiğini

duydunuz mu? (l) Bosna'da müslümanlar Ortodoksluk hesabına boğazlandıkları halde ortodoks teröründen konuşan birisini gördünüz mü? Müslüman fertlerden birisinin bazı işler yapmaya kalkışmaları veya itilmeleri sebebiyle hemen ardından islam (edlkallzml ve İslam terörizmi diye duyarsınız.

flhlak konusunda bizlere ders vermeye kalkan ve islam törörizml İfadesini yayan bazı yazar ve gazetecileri görünce insan taaccüp etmekten kendini alamıyor. 13u gibi sözleri sarf edenler geçmiş tarihe bir göz atıp halu hazırda bulunan gerçekleri görselerdi islam ve müslümanlar hakkındaki ay ip edici tutumlarından utanırlardı. Son geçen yarım aşıra bir göz at iversek biz müslümanlar dünya için neler yaptık? Birinci ve ikinci dünya savaşını biz mi patlattık? Bu savaşları çıkaran batı idi biz değil. Şu an 50. yıl hatırasını andıkları 2. dünya savaşında ölenlerin sayısı ÛO milyon insandı. Bunun uarısı sivil halkdı(2). Harbin neticesi olarak milyonlarca insan soğuktan, açlıktan ve sadece FHIah-u Teala'nın bilip çektikleri zoruklar yüzünden mülteciler doğurmuştur. Her halde atom bombasını Hiroşima ve Nagazakl şehirlerine atan biz değiliz. Rmerikanın kendisi 6 flğustos 1945 senesinde Hiroşima'ya atom bombasını ondan üç gün sonra da bir ikincisini Nagazaki'ye atmıştır, ilki 2 yüz bin insanın canına kıymış t ir, ikincisi ise 100 bin (3)!!! fitam bombasından 50 sene sonra hala radyasyonları sivil halktan insan öldürmeye devam etmekte ve Japon halkının ruhi ve sasyal yaşamı üzerinde kötü etkiler bırakmaktadır. (4)

flraştırmacı uzmanların vermiş oldukları bir rapor üzerinde durmak istiyorum. Verdikleri bilgiye göre, flmerlka hiç bir zaman bu atom bombalarını atmak mecburiyet inde kalmamıştır; çünkü Japonya savaşta mağlup olmuş, zaten teslim olmak üzere idi. Nitekim generallere emreden Turuman'a şöyle dediler; "Bu atam bombasının atılmasında hiç bir zorunluk yok. Japonya zaten mağlup oldu". Gerek savunma bakanı ve gerekse general Isenhaver'de aynısını söylediler. Suna rağmen atom bombası intlkom. ki bir ve terör ruhuyla atıldı (5). Önler inde başını kaldırmak isteyen herkesi böylelikle korkutuyorlar. Bu iğrenç cinayetleri işleyen biz değildik. Burada önemli olan sadece bu cinayetlerin iğrençliği değil, bilakis bunları işleyen şahsiyet ve ruhların İğrençliği söz konusudur.

iki yıl önce LUashlngton Post dergisi bazı eski savaşçı şahsiyetlerle yapılan bir röportaj haberini yayınladı. Şunlar arasında Hiroşima ve Nagazakl şehirlerine atom bombasını bırakan kişiler de vardı. Bir de Japonya teslim olduğundan dolayı atılması tamamlanamayan üçüncü otom bombasını otacak olan pilotta hazır bulunuyordu. Kendisine soruldu; "Japonya teslim olunca atom bombesin ı atmaya zorunlu kalmadığın için o anki duyguların ne idi?" 6u pilot ne cevap verdi dersiniz? Cevabı şu oldu; "€me!lm boşa çıktı. Rtom bombasını atıp da iz ve kalıntılarını görmek isterdim". 13u vahşi ve terörist ruhlu adamın söylediği söze bakınız. Kıyacağı insanlara acımıyor da gerçek l eş meye n hayaline acıyor. Hlroşimayo atom bombasını atan şahısa soruldu; "13u konudaki duyguların nedir, bu bomba sebebiyle Ölen bu kadar masum insan için kendinde bir pişmanlık hissetmiyor musun?" Sizce ne cevap versin? "Yaptığım cinayetlerden dolayı bir gece bile uykusuzluk sıkıntısı çekmedim, ben sadece üzerime düsen görevi yöPt||T1" ^'Y0 cevap vermiştir. Sizce insanlık ruhu bu mudur? Hayır bu, vahşi ve vahşilerden daha şerli bir ruhtur, işte terörist ruhu ve insaniyetsizlik ruhu budur. Buna rağmen görüyorsunuz ki müslümanları ve islam'ı suçlama durumuna gelip mücrimlere bir şey demiyorlar. Gerçekten bu durum zulümdür ve adaletle de hiç bir ilgisi yoktur.

fllmanya'da 13 Şubat 1995 günü Deres'de şehri ne yapılan hava saldırısının töreni yapıldı. 13u da bize batıda var olan terörizmin gerçek yüzünü ve derecesini ortaya koymaktadır. Nitekim mezkur tarlhde 774 ingiliz uçağı bu şehre 2 ile 4 ton yıkıcı ve yakıcı bomba salmış böylece şehir harabeye ve ateş alevine dönmüştür. Bu yetmiyormuş gibi arkadan 311 uçak şehri bombalayarak harabe ve ateş alevini dahada ziyadesini eklemiştir. Neticede bu şehirde ölülerin sayısı 135 bin sivildi (6) işin garip t ar a Fi bu şehirn hiç bir askeri değeri yoktu. Kültürve medeniyeti) olup hiç bir stratejik önemi de yoktu. Müttefik güçlerin zaruri bir geçi t alanı da değildi. Bombalamalarının bir tek sebebi vardı, o da intikam ve terör ruhlu ol modacıydı. Birbiriyle savaşan sair kuvvetlerin hedeflerinden birisi de mutlaka ki terördür. Bu

görüşle meşhur olanlardan b iri İngiliz hava komutanı Crtir Har Is idi. Bu terörist cani şöylediyordu: "Şehir ve sivillerin maneviyatını kırmamız ve kalbi erine terör yerleştirmemiz \^\n on|an bombalamamız gerekir". €vet bunun diğer bir canlı örneğini körfez savaşında masum ırak halkına yapılırken gördük...

Evet İslam'ı yaşayan müslümanlaria, islam ve müslümanları suçlamaya kalkan ve savaşlarda çocuk, kadın, ihtiyar ve diğer insanları hedef alan batılı komutanların arasındaki farka bakınız; islam Hukukuna göre harb esnasında yaşlı, çocuk, kadın ve haıble ilgisi olmayıp ücretle çalışan kimseler öldürmeyi yasaklamıştır, islam tarihi bunun canlı örnekleriyle doludur. (7)

Burada is lam'ı n öne mi i olan fetvalarından birisini ortaya koymak islerim. Hafız İbn Hacer Falhu'l-Barl'de naklettiğine göre; imam Malik ile Cvzai(rh) şöyle demişlerdir. "Mutlak olarak savaşta kadın ve çocukları öldürmek yasaktır, velevki düşman kadınve çocukları kendilerine siper yapsa veya bir kalede (sığınak) korunsa ve yanlarında kadın ve çocuk-ları bulüridursa veya gemiye binip yanlarında çocuk ve kadınları alsa, ne bu gemiyi batırmak ve ne de bu kaley İ topa tutmak çocuk ve kadınlar bulunduğu müddetçe caiz değildir. (8) işte bu konuda bu iki büyük imamın hükmü budur.

Durum böyle iken bundan sonra bize düşen şey Rabbimîze güvenip ve islam! şahsiyetimizi yeniden kazanmaktır, flllah-u Teala düşmanlarının, hak ve insanlığın düşmanları, müslümanları korkutmak, dinleri şahsiyetleri ve medeniyetleri hususunda şüpheye düşürmek istediklerini bilmeliyiz. Dinimize, kimliğimize ve insanlığımıza bağlı kalmamız, dünya ve ahiret saadetimizin yegane vesilesidir. Hamd alemlerin Rabb'i olan Allah-u Teala'yadır.

(Bu risale Belçika'da LeConsslladlı derininin 1995 yılının 4. sayısından tercüme edilmiştir.)

1) ilanHalevf, Souslsrael. laPalestlne, Paris, leSycomore,

1987. p.157.

2) Pierfe Wllquel, La seconde guerre mondlals. Paris,

FayanS. 1986, p. 613,

3) oge. s. 599.

4} Shl n-1 chl RRfll S ol.. fltomk Sornbs and Humon bel ngs,

InProc.'ficallFromHlbahushaof HlroshlmaandNagoKiht",

Jopon National Prteparatoru Comml tes. "987, p. 97-129.

5) Plsrre M!quel. la seconde guerre monölale, p. 599.

6) Plarre Mlauet, La şeconde guerre mondlale. p. 58o.

7) Mahmud Şaklr, et-Tarlh'I-lslami, c. 3, el-Mektubu'l-

İslaml, 1965, s.66.

fl) Ibn Hater, Fethu'l-Bari, c. 6, s.147, Daru'l-Ma'rife.

 

TÜRKIYE’DE SÜNNET VE HADIS KONUSUNDA NESREDILEN TARTISMALI ESERLER

Sayi Eserin Adi Yazari Basim Tarihi

1 Islam Düsüncesinde Sünnet Hayri KIRBASOGLU

2 Islam Düsüncesinde Hadis Metodolojisi Hayri KIRBASOGLU

3 Sünnetin Anayasal Niteligi Mevdudi

4 Hadislerin Dogru Anlasilmasinda Karsilasilan Problemler Saffet Sancakli

5 Hadislerin Kur’an’a Arzi Ahmet Keles

6 Kur’an Sünnet Bütünlügü Necati Kara

7 Hadisleri Yeniden Düsünmek Mehmet Emin Özafsar

8 Sünneti Anlamada Yöntem Yusuf el-Kardavi

9 Kitabu’s-Sünne Musa Carullah Bigiyef

10 Hadis Arastirmalari Selahattin Polat

11 Uydurma Hadislerin Dogusu ve Sosyo-Politik

Olaylarla Ilgisi Sadik Cihan

12 Sünnet ve Hadisin Anlasilmasi ve Yorumlanmasinda

Metodoloji Sorunu Mehmet Görmez

13 Hadis Problemleri Enbiya Yildirim

14 Sahabenin Sünnet Anlayisi Bünyamin Erol

15 Sünneti Anlamak Osman Kara

16 Sünnetin Etrafindaki Süpheler M. Tahir Hekim

17 Kur’ani Çizgide Sünnet Abdullah Ali Mahmud

18 Sünneti Inkar Fitnesi Ismail Mutlu

19 Sünnet Bize Nasil Ulasti Ismail Mutlu

20 Islam Tarihinde Metodoloji Sorunu Fazlurrahman

21 Modern Islam Düsüncesinin Tenkidi I Ebu Bekir Sifil

22 Modern Islam Düsüncesinin Tenkidi II Ebu Bekir Sifil

23 Oryantalist Bir Yaklasima Itirazlar M. Emin Özafsar

24 Hadis Müdâfâsi I Ebu Sehbe

25 Hadis Müdâfâsi II Ebu Sehbe

26 Sünnet Müdâfâsi Ibn Kuteybe

27 Hadise Selefi Bir Yaklasim el-Elbâni

28 Islamda Hadis ve Sünnnetin Yeri Kamil Çakin

29 Hadis Inkarcilari Kamil Çakin

30 Resulu Ekrem Zamaninda Sünnet Hüsamettin Yildirim

31 Sünnetin Neligi Sorusuna Metodik Bir Yaklasim Muhammed Yusuf Guraya

32 Yasam Modeli Olarak Peygamberin Sünnetini Tanima

ve Tanitma Salih Çört

34 Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu Yavuz Ünal

35 Ideolojik Hadisçiligin Tarihi Arka Plani M. Emin Özafsar

36 Sünneti Terk Kuranla Amel Meselesi Mahmut Denizkuslari

37 Islam Hukukunda Sünnetin Yeri Mehmet Çaglayan

38 Delil Olma Yönünden Sünnet Ali Toksari

39 Kurani Dogru Anlamada Hadislerin Rolü Nihat Hatipoglu

40 Fikihçilara ve Hadisçilere Göre Nebevi Sünnet Muhammed Gazali

41 Kuran ve Sünnet Üzerine (Makaleler) Hikmet Zeyveli

42 Sünnet-Kuran Iliskisi Saffet Alsancak

43 Muhammedi Sünnetin Aydinlatilmasi Mahmut Ebu Reyy

44 Islam Hukukunda Sünnet Mustafa es-Sibai

45 Islam Fikhi ve Sünnet Mustafa el-Azami

46 Hücciyyetü’s-Sünne Abdulgani Abdulhalik

47 Akil-Vahiy Dengesi Açisindan Sünnet Mehmet Erdogan

48 Kur’an ve Sünnet üzerine Ali Bulaç

49 Hadisin Dünü – Bugünü ve Gelecegi Sempozyumu Samsun Ilim Yayma ve Egitim

Vakfi

50 Sünnetin Dindeki Yeri (Sempozyum) Isav Vakfi 51 Kur’an ve Sünnet Sempozyomu Irfan Vakfi

ULUDAG ÜNIVERSITESI

ILAHIYAT FAKÜLTESI

TEMEL ISLAM BILIMLERI BÖLÜMÜ

HADIS ANABILIM DALI

TÜRKIYE’DE SÜNNET VE HADIS KONUSUNDA NESREDILEN TARTISMALI ESERLERIN KATALOGU

Hazirlayan

Mustafa Dönmez

BURSA-2001

 

 

HZ . PEYGAMBERİN NESEBİ

 

Babası Abdullah , Annesi Amine Hatundur.

ZEVCELERİ; Hatice ,Aişe ,Hafsa, Zeynep binti Caşh , Ümmü Seleme , Safiyye , Ümmü Habibe,  Meymune , Sevde ve Cüveyriye (r a)

CARİYELERİ; Mariye , oğlu İbrahim in annesi , Reyhane , Zeyneb Binti Caşhın bağışladığı bir cariye , bir savaştan Ona düşen güzel bir cariye.

ÇOCUKLARI;  Kasım , Zeynep , Rukiye, Ümmü Gülsüm , Fatıma , Abdullah ve İbrahim , ( İbrahim hariç hepsi Hz Hatice r a nındır.

 AMCALARI; Hz Hamza ,   Abbas , Ebu Talib , (adı Abdü menaftır) Ebu  Leheb (adı Abdüluzza dır) Zubeyr, Abdulkabe  , Muvakım , Dırar , Kusem , Muğıre , (lakabı :  Haceldir ) Gaydak (adı Musabdır  _ Nevfel olduğuda söylenmiştir) Avvam . { bunlardan yanalız Hamza ve Hz Abbas( r a ) Müslüman olmuştur.}[Amcalarının en yaşlısı Haris ,  en küçüğü Hz Abbas (r a) dır]

HALALARI ; Safiyye, (Zübeyr Bin Avvam’ın annesidir) Atike , Berra , Erva , Ümeyme , Ümmü Hakim el Beyza {bunlardan Safiyye ve Erva Müslüman olmuştur.} 

TEYZELERİ ; Erva, Berre , Ümeyye , Ümmü Hakim , 

ANANNESİ; Abdul Uzza kızı Berre ,  Berrenin annesi Esed kızı Ümmü Habib onun annesi de Avf kızı Berre dir. Böylece soy ağacı uzar gider.

BABANNESİ; Amr kızı Fatma dır . Amr babası Aid , Aidin babası İmran , onun ki de Mahzundur. Böylece soy ağacı gider.

  ***Allah Rasulu (sav) sizden biriniz uykudan uyandığı zaman elini yıkasın  çünkü onun nerede gecelediğini bilmez buyurmuştur.

 ( Tirmizi 24  Ebu Hureyre)  

        GİYİNİŞİ

*Elbisesini , gömleğini , ayakkabısını . yani ne yaparsa sağdan başlamayı severdi.Yeni bir elbise giydiğinde “  Allah’ım bu gömleği Sen bana giydirdin . Onun hayırlı olmasını ve yapıldığı amaçta kullanılmasını senden dilerim .Onun şerrinden ve kötü amaçla yapılmışsa onun şerrinden Sana sığınırım “  derdi.(Ebu Davud 4020 _ Tirmizi 1767)

*Yün giymeyi severdi . Hz Aişe (r a) yün bir hırka ördü . Onu giydi terleyip yünün kokusunu duyunca (hissedince ) çıkardı. Hoş kokuyu severdi. (Ebu Davud 4074)

Elbiseyi bir kimse çalım satarak eteklerini yerde sürürse , Allah kıyamet günü onun yüzüne bakmaz buyurmuştur.( Müslim 2085)

*İbni Mesut[ra]dan _Bir adam  ey Allah’ın Rasulü [sav] doğrusu ben elbisemin ve ayakkabımın güzel olmasını severim,buda kibirmi dir ? diye sordu

Hz Peygamber cevaben _Hayır Allah güzeldir,güzelliği sever.Kibir gururdan dolayı hakkı kabullenmemek ve insanları hor görmektir (Müslim,Ebu Davud,İbni Mace/4173)

   ** *YEMEK MEVZUSU

 Yemek konusunda var olanı reddetmez,bulunmayanı araştırmazdı.Hoş yiyeceklerden ne konulursa yer,tiksindiği bir şey olursa kendisi yemez,başkalarına da haram kılmazdı.

Hiçbir  zaman bir yemeğe kusur bulmamıştır.Dayanarak yemek yemezdi,bağdaş kurarak yemek yediği hiç görülmemiştir (Buhari, ,İbni Mace 3263,Tirmizi1830)

*Namazda oturduğu gibi veya dizini kaldırarak oturur yerdi,yüzü koyun yatarak yemeyi de yasaklamıştır (İbni Mace 3370,Ebu Davud 3775)

*Yemeğin başlangıcında besmele çeker,sonunda hamd ederdi.Yemeği bitirince ‘Elhamdülillah’ derdi.(İbni Hibban 1352)

*Bazende yediren içiren kolaylıkla boğazdan geçiren Allah’a hamd olsun derdi (Ebu Daavud 3851) 

*Misafirse,Allah’ım onlara verdiğin rızkları bereketlendir,

*Onları bağışla ve onlara acı derdi (Müslim 2024)  Veya yemeğinizi iyi kişiler yediler,melekler size dua okudu da derdi.(Ebu D avud 3854)

  *Ey çocuk! Besmele çek,sağ elinle ye ve önünden ye (Müslim 2022)

*Oturarak su içerdi,ayakta içeni men ederdi(Müslim 2034)

*Kendisi içtiğinde  solunda daha büyük birisi bulursa,bardağı sağındakine uzatırdı.(Buhari 74/13

*Enes (ra)dan gelen bir rivayette Rasulullah (sav) üç solukta içer ve böylesi daha kandırıcı,elemden salim kılıcı ve daha kolay

akıcıdır dedi.(Müslim 2028)

*Rasulullah Sizden biriniz su içerken kaba solumasın,fakat soluduğunda kabı ağzından uzaklaştırsın dedi.(İbni M ace 3427)

*Ayrıca Rasulullah (sav) kapları örtünüz,kırbaların ağzını bağlayın.Çünkü sene içinde öyle bir gece vardır ki o gecede veba hastalığı iner .Üzerinde örtü bulunmayan bir kaba veya üzerinde bağı bulunmayan bir kaba uğrarsa,muhakkak bu vebadan oraya iner.  (Cabir bin Abdullah Müslim 2014) 

*Hz.Peygamber (sav)bir çöple bile olsa kapların örtülmesini emretmiştir(Müslim 2012)

*Allah Rasulü(sav)su kabının ağzından içmeyi yasaklamıştır (Buhari 10/79,Ebu Davud 3721)

*Ayrıca kırık kaptan,kırık bardaktan su içilmesini ve içeceğe üflenmesini yasaklamıştır (Ebu Said el-Hudri(ra) Ebu Davud 3722)

       ***UYKU HALİ

Kimi zaman yatakta,kimi zaman post üzerinde,hasır üzerinde,yerde,divanda,siyah kilim üzerinde uyurdu.Abdullah b.Temim (ra) Allah Resulü (sav) mescidde bir ayağını diğerinin üzerine koyarak arkası üstü yattığını gördüm diyor (Müslim 2100)

  Yatağı tabaklanmış deri olup dolgu maddesi lif  idi.Sözün özü hz.Peygamber (sav)yatakta uyudu,üzerini yorganla örttü ve

Hanımlarına da ‘’Ben Aişe dışında sizlerden biriyle bir yorgan altında iken Cebrail bana gelmedi’’ dedi.(Buhari 51/7,8-62/30,)

*Uyumak için yatağa yattığında ‘’Bismikallahümme ehya ve emutu’’Senin adınla Allah’ım dirilirim ölürüm derdi’’ (Buhari 80/7,8,16,Müslim 2711,Tirmizi 34/3)

*Avuçlarını birleştirir içlerine üfler İhlas,Felak,Nas,surelerini okur,sonra bedeninin ön kısımlarından ,başı ve yüzünden başlamamak üzere avuçlarını vücudunun sürebildiği yerlerine sürerdi.Bunu üç kere yapardı.(Buhari 11/107,Ebu Davud 5056)

*Sağ yanına yatar,uyur,sağ elini sağ yanağının altına koyar sonra ‘’Allah’ım kullarını yeniden dirilteceğin günde beni azabından koru ‘’diye dua ederdi.(Ebu Davud 5045)

*Yatağına girdiğinde ‘’Bizi yediren içiren,bizi koruyan bize sığınak olan Allah’a hamd olsun.Nice kimseler vardır ki kendisine yeterli olacak,onu koruyacak,barındıracak kimsesi yoktur’’derdi (Müslim 2715)

*Uykudan uyanınca’’Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun,kıyamette onun huzurunda haşr olacağız’’derdi

(Müslim 2711) Sonrada dişlerini misvakalardı (Müslim 763)

        *** EVLİLİK MEVZUSU

Rasulullah (sav)ümmetini evlenmeye teşvik etmiş ve ‘’Evlenin çünkü ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla

övüneceğim’’ demiştir.(Ebu Davud 2050)

*Rasulullah(sav) ‘’Ben kadınlarla evlenirim,hem uyurum,hem de gece namaza kalkarım,hem oruç tutarım ve hem de tutmam.

Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.demiştir.(Müslim 1401)

*Abdullah b.Mesud(ra) Gençler evlenmeye gücünüz yetenler evlensin,gözü engeller,namusu korur,gücü yetmeyenler oruç tutsun oruç onun şehvetini kırar.(Müslim 1400)

*Evlenirken kadının malı,nesebi,güzelliği ve dindarlığı dolayısı ile nikah edilir.Dindar olanı seçmezsen,fakirliğe düşersin

demiştir (Müslim 1466)

*Cinsi birleşmeden evvel‘’Bismillahi Allahümme Cennibişşeytane ve Cennibişşeytane ma razektane (Sizden biriniz eğer eşiyle

cima edeceğinde ‘’Bismillah Allah’ım bizi şeytandan ve şeytanıda bizi rızıklandırdığın şeyden uzak eyle’’ derse Allah bir çocuk verirse şeytan ona ebedi olarak zarar veremez.

 *Rasulullah  karısı ile oynar ve onu öperdi (Ebu Davud 2386)

* CABİR (ra) Rasulullah (sav)oynaşmadan birleşmeyi yasaklamıştır.Birleşme şekillerinden en güzeli oynaşma ve öpüşmeden sonra ...Birleşme zürriyet yeri olan birtek yerdenolur. (müslim  1435_3002 Ebu davut 2163_4804 İbni Mace 1923 Tirmizi 3395_135) 

*Ebu Said El Hudri den  “Rasulullah (sav) Sizden biri eşiyle birleşir sonra yeniden birleşmek isterse abdesh alsın “  buyurmuştur.

       *** TUVALET ADABI

Hz Peygamber (sav)   gerek toprak üzerine , gerek hasır ve halı üzerine otururdu .Zaman zaman sırt üstü yatıp uzandığı olurdu .Bazen ayak ayak üzerine otururdu.

Tuvalete girerken  “Allah ım görünen _ görünmeyen bütün pisliklerden , Kovulmuş şeytandan sana sığınırım (müslim 375) > Çıkıncada   “ Bağışla Rabbım  “ derdi(Tirmizi 7  _Ebu Davud 30 ) 

*Küçük Abdesh bozmak için yumuşak topraklı yer arardı. Hz Aişe (ra)  “ size kim Hz  Peygamber (sav ) ayakta bevlederdi diye söylerse  onu tastik etmeyin .  O daima oturarak bevlederdi .( Tirmizi 12 _İbn M ace 307)

  ****SELAM MEVZUSU

Abdeshi bozarken biri Ona selam verirse , onun selamını almazdı . (müslim 370)

*Selam konusunda ; Hz Ali insanların Allah a en evlası , selama ilk başlayandır. (Tirmizi 2695)

*Bir topluluk geçtikleri zaman içlerinden birisinin selam vermesi onlara kafi gelir. Oturanlara da içlerinden birisinin selamı cevaplandırması yeterlidir  buyur ulur(Ebu Davud 5210) 

*Enes (ra) Nebi (sav) oynamakta olan çocukların yanından geçti de onlara selam verdi . (müslim 2169)

*Ebu Hureyre (ra) dan ;Biriniz bir meclise vardığı zaman selam versin , oradan kalkmak istediği  zamanda selam versin .( Ebu Davud 5208 )

  ***AKSIRANA DUA

Biriniz hapşırdığı zaman _ELHAMDÜLİLLAH _ desin , arkadaşları ; _YERHAMUKALLAH _ desin . oda ; YEHDİKUMULLAHU VE YASLEHU BALEKUM desin (Ebu Davud 5033_ Buhari  edep bölümü 10/502)

  ***MECLİSTE ZİKR MEVZUSU

Bir meclisten kalkarken ‘’Subhanekallahümme ve bi hamdike eşhedü ellailahe  illa ente  estağfiruke ve etübü ileyh’’ derse Allah onun bu mecliste olan hatalarnı

örter buyurmuştur.(TİRMİZİ 2429)

*Ebu Hüreyre (ra) ‘’Bir mecliste oturup da orada Allah’ı zikretmeden kalkan hiçbir topluluk yoktur ki oradan,eşeğin leşi gibi kalkmış olmasınlar.

En büyük zarar da onlar içindir’’demiştir.(4855)

   ***ÖFKELENDİĞİ ZAMANKİ TAVRI

Rasulullah (sav) öfkelendiği zaman Euzü çekerdi .(Müslim 2610)

*Atiyye ibni urve (ra) Öfke şeytandandır şeytan ateşten yaratılmıştır ,ateş su ile söner,Biriniz öfkelendiği zaman abdest  alsın demiştir.(Ebu Davud 4784)

*Başka bir hadiste öfkelenen kişi ayakta ise oturmasını,oturuyor ise yatmasını emretmiştir.(Ebu Davud 4782)

   *** KOKU MEVZUSU

Allah Rasulu kendisine sunulan güzel kokuyu geri çevirmezdi (MÜSLİM 2253)

*Kıymetli koku bulunan bir kabı vardı,ondan sürünürdü en çok sevdiği koku misk idi,kına çiçeğinden de hoşlanır idi.(Ebu Davud 416)

  ***BIYIK ,SAKALVE TIRNAK MEVZUSU

Bıyıkları kısaltmada tutumu ise şu hadisler açıklamaktadır ‘’Bıyıkları kısaltın,sakalları bırakın,böylece mecusilere muhalefet edin’’buyurmuştur.(Müslim 260)

*Enes (ra) Hz.Peygambere bıyığı kısaltma ve tırnakları kesme konularında bize vakit sınırlaması getirdi.Bu ,işleri kırk gün kırk geceden fazla aksatmama sınırı

koydu.(Müslim 258)

   ***KONUŞMASI,GÜLÜŞÜ,AĞLAMASI

*Konuştuğu zaman,konuşması kalplerin anlayacağı şekilde tane tane idi (MÜSLİM 2493)

*Çoğunlukla gülüşü tebessüm idi,kimi zaman ağlar,ağlarken bağıra bağıra ağlamaz ancak gözleri yaşla dolar boşalırdı.

Kimi zaman ölüye merhametinden,kimi zaman ümmeti için korktuğundan,kimi zaman Allah korkusundan,kimi zaman Kuran dinlerken,korku,muhabbet ve saygı

İle ağlardı.(Müslim 2315)

*Nisa suresi 41.ayeti okunduğunda ağlamıştır.(Müslim 800)

*Güneş tutulduğunda ağlamıştır.Kusuf namazı kılarak da ağlamış ve ‘’Rabbim sen bana ben onların arasında iken ve onlar bağışlanma dilerken onlara azap etmeyeceğini vaat edmemişmiyidin ?diye dua etmiştir (Nisa 3/137 Ebu Davud 1194)

*Kızlarından birinin mezarı üzerine oturduğunda da ağlamıştır.(Buhari 27 / 72)

***TEBRİKDE TUTUMU

*İnsanları evlendirdiği zaman tebrik eder şöyle derdi:’’Allah sana mübarek eylesin,ikinizede mübarek olsun.Allah aranızı hayırla birleştirsin.(Ebu Hüreyre Tirmizi 1031)

***YENİ DOĞAN ÇOÇUĞUN KULAĞINA EZAN OKUNMASI

*Ebu Rafi (ra)Rasulullah (sav)Alinin oğlu Hsan doğduğunda kulağına ezan okutturdu.(Tirmizi 1514,Ebu Davud 1500)

***EŞEK ANIRMASI VE HORAZ SESİ

*Eşek anırmasını duyduğunuz zaman şeytandan Allah’a sığınınız,zira o şeytanı görmüştür,Horoz sesi duyduğumuz zaman ise Allah’ın fazlını isteyiniz

Zira o melek görmüştür..demıştır.(Ebu Hureyre(ra) Müslim 2729)

***BELA UĞRAYAN I GÖRENİN DUASI

*Belaya uğramış birini gören kimse:senin tutulduğun beladan bana afiyet veren Yaratılanlardan bir çoğuna beni faziletli kılan Allah’a hamd olsun derse

ona bu bela isabet etmez(Ebu Hüreyre (ra)Tirmizi 3428)

ZAMANA SÖVMEDE NEHY

*Rasulullah(sav)Sizden biri zamana sövmesin ,sizden biri vay zamanın musibetine demesin demiştir.(Müslim 2246)

***İĞRENDİM DEMENİN YASAKLIĞI

*Hz Peygamber kişinin iğrendim demesini yasaklamış ve midem bulandı demesini tavsiye etmiştir(Müslim 2251)

***KEŞKE DEMEYİN

*Bir şeyi kaçırdıktan sonra ‘keşke şöyle şöyle yapsaydım’ diyen kişinin böyle söylemesini yasaklamış ‘Keşke sözü,şeytanın ameline yol’ açar buyurmuştur

‘’Bunu Allah taktir etti,O dilediğini yapar,’’de diye tavsiye etmiştir.(Müslim 2664 İbni Mace 79)

Veya Allah’ım endişe ve hüzünden,acizlik ve tembellikten,cimrilik ve korkaklıktan,borç yükünden ve insanların galebesinden sana sığınırım (Buhari 80/36,Tirmizi 3480)

 ***EVE GİRERKEN VE EVDEN ÇIKARKEN Kİ TUTUMU

*Evinden çıktığında:Allah’ın adıyla  Allah’a tevekkül ettim ,Allah’ım sapıklığa düşmekten ve düşürülmekten,ayağımın kaymasından veya kaydırılmasından

Zulmetmekten ve zulme uğramaktan,cehalete düşmekten veya cahil görünmekten sana sığınırım.(Tirmizi 3423/Ebu Davud 5094)

*Hz Aişe (ra) Eve onları şaşırtacak şekilde farkına varmadan ansızın girmezdi,aksine ailesi girişinden haberdar olarak girerdi.Onlara selam verir,hal hatır sorardı.(Müslim 1154)

***BAŞKASININ EVİNE İZİNSİZ BAKMAK

*Allah Rasulü(sav)’Kim bir gurubun bulunduğu eve,onların izni olmaksızın bakarsa ,onlara o kişinin gözünü çıkarmaları helal olur .(Müslim 2158)

*Yine şayet bir adam izinsiz olarak senin evinin içine baksa sen ona çakıl atsan,böylece onun gözünü çıkarmış olsan hiçbir günaha girmiş olmazsın (Müslim 2158)

*Yine bir kişi izinleri olmaksızın bir grubun bulunduğu eve o bakan kişinin gözünü çıkarırsa bundan dolayı ne diyet ne kısas vardır(Nesei 6/61)

***İZİNDEN ÖNCE SELAM VERİLMESİ MEVZUSU

Allah Rasulu (sav) izin istemeden önce selam vermeyi emr etmiş,nitekim bir adam kendilerinden izin istedi ve gireyimmi dedi

Rasulullah(sav)başka birine ‘’bu adamı çıkart ve izin istemeyi öğret ‘’dedi.Adam o şahsa’’ selam ver ve izin iste ‘’dedi O şahısta Esselamü Aleyküm  girebilirmiyim ? dedi.Bunun üzerine Rasulullah (sav)izin verdi(Ebu Davud 5177/Müslim 1479)

*Biriniz bir meclise girdiği zaman selam versin ve Allah’ım bana Rahmet kapılarını aç desin.Çıktığı zaman ise Allah’ım senin fazlını diliyorum desin.(Ebu Humeyd (ra) Müslim 713) 

***HASTALIĞA DUA

Osman İbni Ebil-As(ra)rivayet edildiğine göre vücutta bir ağrıdan şikayet edildi.Nebi (sav)elini vücudunun ağrıyan yerine koy ve üç defa’’ Bismillah’’de yedi defa da hissettiğim ve sakındığım ağrının şerrinden Allah’a ve kudretine sığınırım’’de (Müslim 2202)

*Hz.Aişe (ra)Ey İnsanların Rabbi !Rahatsızlığı gider,şifa ver.Şafi sensin şifandan başka şifa yoktur.Hastalık bırakmayan şifa ver derdi

ve sağ eliyle mesh ederdi (Müslim 2191)

***KABİR ZİYARETİNDEKİ TUTUMU

 *Kabirlere gittiğinde ‘’Müslüman ve Müminlerden oluşan ey diyar sakinleri!Size selam olsun,inşeallah bizlerde sizlere ulaşacağız

Allah’tan bize de,size de afiyet dileriz.(Müslim 975) 

***RÜZGAR VE GÖKGÜRÜLTÜSÜNDE TUTUMU

Rüzgar estiği zaman ‘’Allah’ım senden onun hayırlısını isterim,O rüzgarla gönderdiğinin hayırlısını dilerim.Onun şerrinden sana sığınırım Onunla gönderdiğinin şerrinden sana sığınırım diye dua etmiştir.(Hz.Aişe Müslim 899)

*Gökgürlediği zaman konuşmayı bırakır ve Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederim derdi.Ka’b (ra)löyle diyor:Bunu kim üç defa

söylerse gök gürültüsünden emin olur (selamet bulur ) (Muvatta  2/992,Buhari Edebül Müfred 2/186)

***İLİMLE İLGİLİ

*Ubey bin Ka’b (ra):Rasulullah(sav)şöyle buyururdu ; Musa (as) İsrailoğullarına hutbe okumak için ayağa kalkınca kendisine insanların en alimi kimdir ? diye bir soru soruldu ; En alimi benim dedi . Bu yüzden Allah onu kınadı. Çünkü Allah bilir demeliydi.(buhari ve müslim)

***HAYVANLARA İŞKENCENİN  YASAKLANMASI

* İbni Ömer (ra) ; herhangi bir insan serçe veya daha büyüğünü haksız yere öldürürse ; muhakkak Allah ona bu hareketini sorar. Serçenin hakkı nedir Ya Rasulallah ? dediler : Efendimiz ; keser yersin , başını koparıp atmazsın buyurdu. ( Nesei _ve hayvanlara işkenceyi yasaklamıştır.)

*** RIZIK TALEBİNDE ORTA YOLU TUTMAK

*İbn Mesud (ra) SAV den şöyle buyurdu ; Benim emrettiğim ameller dışında cennete yaklaştıran hiçbir amel yoktur ve Benim yasak ettiğim ameller hariç cehenneme yaklaştıran hiçbir amel yoktur. Sizden hiç  biri rızkını gecikmiş saymasın , Çünkü Cebrail (as) benim kalbime hiç kimsenin rızkını tastamam almadan dünyadan çıkmaz, ölmez diye ilham  etti . Ey insanlar Allah tan korkunuz ve rızkınızı talep etmede güzel bir yol tutunuz . Sizden biri rızkını gecikmiş sayarsa onu haram yollardan Allah a karşı masiyet işleyerek taleb etmesin Şüphesizki Allah ın ihsanına Ona karşı masiyet işleyerek ulaşılmaz ( Terhib ve Tergıb)

*Ebu Hureyre (ra) Rasulullah sav den şöyle  dua ettiğini rivayet etmiştir ; Allah ım faydasız ilimden , korkmayan kalpten , doymayan nefisten ve kabul olmayan duadan sana sığınırım ( İBN Mace_ Nesei_ Müslim ve Tirmizide  Zeyd Bin Erkam dan ilim babında rivayet edilmiştir )

 

*******02********

 

                                 ***İNSANIN KARNINI ANCAK TOPRAK DOLDURUR***

*Enes İbni Abbas (ra)ve İbni Zübeyr (ra) dan:Adem oğlunun iki vadi dolusu malı olsa idi bir üçüncüsünü isterdi.Adem oğlunun karnını ancak toprak doldurur.Allah’da tevbe edenlerin tevbesini kabul eder.(Buhari ve Müslim) 

*Ebu Hureyre (ra):Yaşlı kimsenin kalbi iki şeyi sevmede hala gençtir.Yaşama sevgisi ve mal sevgisi.(Buhari,Müslim)

***HELAL  VE HARAMA ÖZEN

Ebu Hureyre (ra) derki:Rasulullah (sav)şöyle buyurdu:İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki,kişi elde ettiği şey helalden mi,haramdan mı ? buna önem vermeyecektir.İşte o zaman onların duası kabul edilmez(Buhari ve Nesei)

*Beşir oğlu Numan (ra)derki :Rasulullah(sav)şöyle buyurdu:Helal apaçıktır,haramda bellidir.İkisi arasında (harammı helalmi olduğu bilinemeyen )birtakım şüpheli şeyler vardır ki,insanların bir çoğu onları bilmezler.Herkim şüpheli şeylerden sakınırsa ırzını ve dinini korumuş olur.Kimde şüpheli şeylere girerse harama dalmış olur.Bu koru etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir,heran sürüsünü yasak bölgeye girdirip otlatabilir.Dikkat ediniz,her padişahın korusu vardır,biliniz ki Allah’ın korusu da haramlarıdır.

Dikkat ediniz cesedin içinde bir et parçası vardır ki o iyi olunca bütün ceset iyi olur.O bozulunca bütün ceset bozulur.Bilesiniz ki o et parçası  kalptir (Buhari ve Müslim )

***DİN NASİHATTIR

Temim İbni Dari(ra): Rasulullah(sav)şöyle buyurdu Din nasihattır,hayırlıktır,ihlastır .Biz kim için ya Rasulallah dedik Oda

-Allah için,kitabı için elçisi için,müslümanların idarecileri  ve halkı için buyurdu.(Müslim ve Nesei)

*** TİCARETTE YEMİN

*Ebu Hureyre (ra) dan ; Yemin ticaret malının sürümünü artırır fakat kazancının bereketini giderir buyurduğunu işittim .(Buhari,Müslim  , Ebu Davut)

*** MAHREMİYET

*Ukbe Bin Amr (ra) dan Rasulullah (sav) yabancı kadınların yanına girmekten sakının buyurdu. Ensardan bir adam kadının kayınbiraderi hakkında

ne dersin diye sorunca ;

kayın biraderi ölümdür buyurdu . .(Buhari,Müslim  )

*İbni  Abbas (ra) dan Rasulullah (sav)  hiçbiriniz bir mahremiyle beraber bulunmadıkça yabancı bir kadınla başbaşa kalmasın buyurmuştur  .(Buhari,Müslim  )

*** KADINLARLA GÜZEL GEÇİNİN

* Ebu Hureyre (ra) dan  Rasulullah (sav)   kadınlarla güzel geçinin çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır . Kaburga kemiğinin en eğri kısmı üst tarafıdır  eğer sen onu doğrultmaya çalışırsan kırarsın kendi haline bırakırsan daima eğri kalır , öyle ise kadınlarla güzel geçinin.(Buhari,Müslim  )

*Ebu Hureyre (ra) dan  Rasulullah (sav)  hiçbir kadının kocası yanında iken izni olmadan nafile oruç tutması ve evine birisinin girmesine müsaade etmesi helal değildir buyurdular.(Buhari,Müslim  )

 ***İPEK & ALTIN

*Hz Ömer (ra) dan ipek elbise giymeyin çünkü onu dünyada giyen ahirette giyemez .(Buhari,Müslim,Nesei  )

*Hz Ali (ra) Rasulullah (sav)  mi gördüm  ; sağ eline ipeği sol eline altını aldı sonrada bu ikisi ümmetimin erkeklerine haramdır buyurdu  ( Ebu Davut ve Nesei )

* İpek ve ibrişim elbise giymeyiniz , altın ve gümüş kaplardan bir şey içmeyin , onlardan yapılmış tabaklardan yemek yemeyiniz , çünkü bunlar dünyada onlar ( kafirler) için , ahirette ise sizin içindir .(Buhari,Müslim  )

*** PERUK , DÖĞME VE BEYAZ SAÇ VE SAKAL 

* Enes Bin Malik (ra) ) Rasulullah (sav)  bir kimsenin başındaki ve sakalındaki beyaz kılları koparmasını hoş karşılamazdı (Müslim)

*İbni Ömer (ra) Rasulullah (sav)  saçlarına başka saç ekleyene ve ekletene ve cildine dövme yaptırana ve yapana lanet etti .(Buhari,Müslim,Nesei, Ebu Davut )

***KARŞI CİNSİNİZE BENZEMEYİN

İbni Abbas (ra) dan Rasulullah (sav)  erkeklerden kadınlara benzeyenlere ve kadınlardan da erkeklere benzeyenlere lanet etti .(Buhari,Müslim,Nesei, Ebu Davut, Tabarani, İbni Mace , Tirmizi )

*** ŞEYTANDAN SIĞINAK

* Selmanı Farisi (ra) Rasulullah (sav)  kim yanında şeytanın bir yiyecek bir istirahat yeri ve bir sığınak bulmamasını isterse evine girdiği zaman Esselamu Aleyküm V erahmetullahi Veberekatuh diye selam versin ve yemeğine başlarken Besmele çeksin (Taberani)

***YEMEK ADABI

* Ebu Hureyre (ra) dan  Rasulullah (sav)  sizden her biriniz sağ eliyle yesin , sağ eliyle içsin , sağ eliyle alsın , sağ eliyle versin ; çünkü şeytan sol eliyle yer , sol eliyle içer , sol eliyle alır , sol eliyle verir buyurmuştur(İbni Mace)

*  Enes Bin Malik (ra) ) Rasulullah (sav)  Allah yemek yeyipte Hamd eden kulun vede su içipte Hamd eden kulundan  Razı ve hoşnut olur ,(Müslim,Nesei, Tirmizi )

*İbni Abbas (ra) şöyle der; Biz Peygamber (sav) yanındaydık helaya gidip geldikten sonra kendisine yemek getirildi Ona abdesh almıycakmısın diye soruldu? Oda namaz kılmadım Abdesh alacağım dedi (Müslim Ebu Davut  ve   tirmizi de hadisin sonu  “bana ancak namaz kılacağım zaman abdest almam emredildi )

 ***HEPİNİZ BİR ÇOBANSINIZ

          İbni Ömer (ra)Hepiniz birer  çobansınız ve sürünüzden sorumlusunuz.Devlet başkanı bir çoban gibidir ve idaresi altındakilerden sorumludur. Erkek ailesi içerisinde bir çobandır evhalkından sorumludur. Kadın kocasının evinde bir çobanıdır ve idaresi altındakilerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malı üzerinde bir çobandır ve  elindekilerden sorumludur. Kısaca hepiniz birer çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. (Buhari ve Müslim kader babı)

***RÜŞVET HARAMDIR

* Abdullah b.Amr(r.a)   Rasulullah (sav) rüşvet verene alana lanet etti. ( İbni Mace/Ebu Davud , Tirmizi )

***MÜSLÜMAN MÜSLÜMANIN KARDEŞİDİR

Ebu Hureyre (ra) dan Müslüman müslümanın kardeşidir .Ona zulmetme , onu yardımsız bırakmaz ve onu küçük görmez _göğsünü göstererek _

Takva buradadır , Takva buradadır , Takva buradadır . İnsana mümin kardeşini küçümsemesi şer olarak yeter .

Her müslümanın diğer müslümana kanı , ırzı ve malı haramdır. (Müslim)

*Enes ve Cabir (ra) )   Rasulullah (sav)Kardesşine zalimde olsa da mazlumda olsa yardım et.Bir adam ‘Ya Rasulullah mazlum iken ona yardım edeyim ,fakat zalime nasıl yardım edeyim diye sordu.   Rasulullah (sav)Ona engel olursun veya zulümden alıkoyarsın işte bu ona yardım etmektir buyurdu.( Buhari ve Müslim)

                                                         SEÇME HADİSLER

 * Enes (ra) Rasulullah (sav) Bir kimse beni çocuğundan anne ve babasından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek mü’min olmaz(Müslim)

*Hz Ömer(ra) Allah şaraba,onu içene,içirene,alıp,satana,yapana,saklayana,taşıyana ve kendisine götürülene lanet etti(Ebu Davud)

*  Cabir (ra)Bir müslüman bir ağaç diker ekin ekerde,ondan bir insan,bir hayvan veya herhangi bir şey yerse bu kendisi için bir sadaka olur.( Müslim)

*Ebu Hüreyre (ra) Rasulullah (sav) asıl güreşçi rakibini yenen değil kızgınlık anında nefsini yenendir.(Buhari,Müslim)

*Size iki şey bırakıyorum ki,onlara tutunduğunuz müddetçe asla dalalete düşmezsiniz.  “Allah’ın kitabı ve peygamberin sünneti  “(muvatta kader 3)

*Cabir bin Abdullah (ra) Sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı Kuran’dır.Tutulup gidilecek yolların en hayırlısı da Muhammed’in (sav)yoludur,sünnetidir

İşlerin en şerlisi sünnete muhalif olarak sonradan ortaya çıkarılanlardır.Her bidatta dalalettir(Müslim Cuma 43,Nesei ihdeyn22,İbni Mace Mukaddime 7

,Ebu Davud Sünen 5)

*Ümmetimden herkes cennete girecek,başkaldıran müstesna.başkaldıran kimdir yaRasulallah diye sordular Allah Rasulu (sav):Bana itaaat eden cennete girer ,bana isyan edende muhakkak baş kaldırmış ve serkeşlik etmiştir.(Buhari İ’tisam 2)

*Kim islamda güzel bir yol,bir çığır açarsa onun ecri ve daha sonra o yolda gidenlerin ecri yapanlatdan eksiltilmemek üzre onn dur kimde islamda kötü bir yol,

bir çığır  açarsa  onun ve o yolda gidenlerin günahı yapanlardan eksiltilmemek üzre onun sırtına yüklenecektir.

(Müslim Zekat babı 69,İbni Mace Mukaddime 203)

*Varise vasiyet yoktur.(İbni Mace Vesaya 6 Tirmizi Vesaya 5)

*Rasulullah (sav)  Deniz suyu ile abdest alabilirmiyim diye soran bir sahabeye  ‘’onun suyu temiz ölüsü de helaldir demiştir

( Ebu Davud Tahare 41TirmiziTahare 52,İbni Mace Tahare 38)

* Rasulullah (sav) Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öyle namaz kılın.(Buhari/Ezan 18 Müsned 5/53)

*Bir defasında iki sahabe sahrada su bulamadılar ve teyemmümle namaz kıldırdılar .Bunlardan biri daha sonra aynı namaz vakti içinde su buldu ve  abdest alıp yeniden namaz kıldıidiğeri de namazını iade etmedi sonra ikiside gelip durumu Allah Rasulu(sav)anlattılatr’’Suyu bulduğum halde namazı iade etmedim  diyene tam sünnete göre hareket ettin suyu bulan abdest  alıp namazı iade ettim diyene sana iki ecir vardır demiştir.(Darimi Tahare 65.Ebu Davud Tahare 126)

*Şüphesiz bana kitap ve onunla birlikte bir benzeri bir misli verildi(Ebu Davud Sünne 5)

*Bana itaat eden şüphesiz Allah’a itaat etmiştir.Bana isyan edende hiç şüphesiz Allah’a isyan etmiştir.(Ebu Hüreyre (ra)Buhari Ahkam 1,İbni Mace Mukaddim 1)

*Üzerine azap hak olanlar  Yahudiler,delalete düşenlerse Hıristiyanlardır.(Tirmizi Tefsir 2/Taberi Tefsir 1/61,64)

*Cibril(as)bana kabenin yanında iki defa imam oldu...... Ya Muhammed(sav) senden önceki enbiyanın vakti budur ve namaz vakti  işte bu iki vakit arasındadır dedi.(Ebu Davud Salat 2)

*Biz peygamber topluluğu geriye miras bırakmayız,bizim bıraktığımız ancak sadakadır.(Buhari İ’tisam 5,/Müslim Cihad 51)

*Katil mirascı olmaz (Tirmizi )

*Meyveleri tam belirli hale gelinceye kadar satmayın (Buhari,Müslim)

 

                 HİTABET YÖNÜNDEN PEYGAMBER EFENDİMİZİN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ

*Yemin olsun ki Allah Rasulün de sizin için güzel bir numune örnek vardır.(Ahzab 21)

* Hiç şüphe yok ki sen en yüce bir ahlak üzerinde bulunuyorsun (Kalem 4)

*Rasulullah (sav)insanların en güzel yüze en tatlı görünüşe sahip olanı idi. Rasulullah (sav) ne çok uzun ne de çok kısa idi,yüzü ne bembeyazdı,nede esmer,saçları kıvırcıkta değildi,düzde dreğildi.Vefatında başında ve sakalında ki beyazların sayısı yirmiyi bulmuyordu.(Buhari el-Menakıb)

*Rasulullah (sav)bazen kulaklarına bazen omuzlarına kadar dökülen saçlarını,sakalını hiçbir zaman dağınık halde bırakmamış,bunu bir başkası içinde hoş görmemeiştir(Buhari el-Menakıb,Müslim El Hayz,Ebu Davud 4163)

*Rasulullah (sav) kendi vücudu hatta teri çok güzel koktuğu halde ayrıca koku sürünmeyi ihmal etmemiştir.( Buhari el-Menakıb,Müslim el-Fezail)

* Rasulullah (sav)dinleyiciyi usandırmaz nefret ettirmezdi.Kur’an bu konuyu şöyle anlatır  <Allah’tan gelen rahmet ve merhamet duygusuyla onlara tatlı söz söyledin ,yumuşak davrandın,şayet kaba ve sert tabiatlı,katı kalpli bir insan olsaydın,onlar etrafında dağılıp giderlerdi >(Ali İmran 159)

*Dinleyiciye göre bir ses ayarına çok dikkat etmiştir.Geceleyin ashabı saffanın yanına geldiği zaman,uyuyanı uyandırmayacak,uyanık olan duyacak bir sesle selam verdiğini biliyoruz.(Müslim el eşribe 32/174/1625) * Rasulullah (sav) Arafat’ta yapmış olduğu konuşma ayrıca Rabi’a bin.Ümeyye bin Halef(ra)tarafından cümle cümle tekrarlanmış.Minada kuşluk vakti boz bir deve üzerinde yaptığı konuşmada ise tekrarlama vazifesi Hz.Ali bin.Ebu Talib’e verilmiştir.(Ebu Davud 1956)

*Medine valisi Bişr bin.Mervan’ın hutbede iki elini birden kaldırarak dua etmesini gören Umare bin.Ruveybe ona ağır sözler söylemiş ve   <  * Rasulullah (sav) şehadet parmağını kaldırmaktan öteye bir hareket yapmazdı demiştir>(Nesei,Müslim 884,Tirmizi ebvabü’s salat)

*Nitekim veda hutbesinde yüzbin kişilik bir topluluğa hitab ederken bile şehadet parmağını yukarı kaldırdıktan sonra insanlara çevirerek

<Şahit ol Allah’ım >dediğini biliyoruz.(Ebu Davud)

*Allah Raulü (sav)öfkesi,üzüntüsü,usanç belirtileri yüzünde hemen belirirdi Hz.Aişe birgün yanında süt kardeşi varken yanına gelen Rasulullah’ın(sav)yüz hatlarından

hoşlanmadığını anlamış <Bu benim süt kardeşimdir>deme mecburiyeti hissetmiştir. Rasulullah (sav) kardeşlerinizin kim olduğuna dikkat edin süt ancak açlık sebebi ile emzirilme neticesi sabit olur>demiştir(Buhari )

*Konuşurken bakışlarıyla cemaati sürekli kontrol altında bulundurmuş  tekbir ferde veya bir noktaya bakmamıştır,Mesela Cuma hutbesinde oturan bir kişiye <filan namazı kıldın mı?>diye sormuş kılmadığını anlayınca  <kalk namazı kıl>demiştir.(Buhari el Cuma )

*Mescidde sohbet ederken-bil hassa sabah namazlarından sonra oturduğu yerde kalır,görülen rüyalar dahil olmak üzreçeşitli konular görüşürdü (Müslim 1781)

*Bir hutbe esnasında mescide giren ve Rasulullah (sav)in sözünü keserek <Ya Rasulallah bir garip geldi dinini bilmiyor ve öğrenmek istiyor>diyen kişinin isteğini yerine getirmek için mimberden inerek ona gerekli bilgileri verdiğini,daha sonra mimbere çıkarak konuşmasını tamamladığını biliyoruz.(Müslim el Cuma 596/597)

*Kuranı Kerim insanlara en tatlı söz olarak takdim edilir,Zümer 23 İnsanlara güzel söz söylemeye davet edilir İsra 53/Bakara 83

 <Sözü dikkatle dinleyen ve en güzellerine uyan kularıma müjde ver>buyurulur. Zümer 18                                                                                                                                                                                  

*Nebi (sav) <Onların içlerine işleyerek,ruhlarına nufuz edecek söz söyle Nisa 63

Ve Firavunu hakka davet edmek üzere vazifelendirilen Musa ve Harun (As)ma   <O na yumuşak söz söyleyin olur ki düşünür,yahut korkar.Taha 44

*Allah Rasulu (sav)23 sene süren tebliğ hayatı gündüz ve gece,yaz,kış,evde,mescidde,çarşıda,savaşta,hastalıkta,sıhhatli gününde,bolluk ve darlık içinde hiç aksatmadan devam etmiştir.Bu tebliğ vazifesi için belli bir mesai saati ayrılmamış,haftalık tatil günleri,yıllık izinler ve dinlenme zamanları tayin edilmemiş

tam gün değil bütün ömür bu gayeye tahsil edilmiş,emeklilik devresi beklenmemiş  ve düşünülmemiştir.Vazifenin yapılması sebebi ile kimseden ücret alınmamış

teşekkür beklenmemiş ve baş kakıcı yapıkmamıştır.En güç şartlarda bile,bütün desteklerin kesildiği bir sırada <<Vallahi amcacığım Güneşi sağ tarafıma,Ayı sol tarafıma koysalar ölürüm bu vazifeyi bırakmam>>demesini bilmiştir.

Rasulullah (sav) göre hatib sadece hakkı söyleyecek,iki yüzlü olamayacak,duyduğu herşeyi değil,doğrulunu kesin olarak bildiğini söyleyecek(Ebu Davud

el-Edeb4873/4992)dinleyiciyi eğlendirmek ve güldürmek için yalan söylemeyecek,kendinde bulunmayan vasıflarla övünüp,gururlanmayacak,terbiyesizce konuşmaktan ve gevezelikten sakınacak   <ineğin geviş getirmesi gibi dilini sağa sola çevirerek belagat göstermeye çıkanlardan>olmayacaktır.(Ebu Davud4801/5005*Tirmizi el-birr 2027,)

Rasulullah (sav) ile konuşan hiç kimse onun yanından ayrıldığı zaman <mübalalığı anlatıyor,anlattıkları gerçeğe uymuyor,bilinen hakikatleri kusurlu anlatıyor>

Şeklinde konuşmamıştır. Rasulullah (sav) Lailaheillallah diyen cennete girer buyurması Ebu Zer tarafından garip karşılanmış  <zina etsede,hırsızlık yapsadamı >

Diye sormuştur,Ebu Zer’in müsbet cevap almasına rağmen sorusunu üçkere tekrarlamıştır. Rasulullah (sav) anlatışındaki kusurdan değil,duyduğu bir hükümle zihninde yer tutmuş olan kamil iman pirensibi arasında bir bağlantı kuramamış olamamasındandır(Müslim İman 154)

  Rasulullah (sav)mizahlarında bile hakka ve gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.Bazen Enes’e(ra) < Ey iki kulaklı >diye seslenmiştir.(Tirmizi 1992)

Binek isteyeni<Seni bir deve yavrusuna bindirelim>der  <deve yavrusunu ne yapayım ben>diyen adama <Her deveyi mutlaka bir dişi deve doğurmuştur>

Cevabını vermiştir(Ebu Davud 4998)

  Bir iş için müracat eden kadına <Sen gözlerinde beyazlık bulunan adamın hanımı değilmisin>der,kadın kocasının gözlerinde<boz > olmadığını idda edince

Peygamber(sav) <gözlerinde beyaz olmayan hiçbir insan yoktur>der(Tirmizi el-Birr 1990)

Ashabı Ona Ya Rasulallah sen arasıra bizimle şaka yapıyorsun deyince _(Ben şakada olsa )sadece haktan olanı söylerim cevabını verir (Tirmizi 1990).

*Sorulan sorulara evet hayır diye geçiştirmemiş,mesela Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor: Ya Rasulallah kıyamet günü Rabbimizi görürmüyüz dediler

-Önünde bir bulut bulunmadığı zaman güneşi görmekte birbirinize angel olurmıydunuz ?Hayırya Rasulallah .Bedir gecesindeki ayı  önünde bir bulut yoksa görmekte zorluk çekiyormusunuz?Hayır ya Rasulallah _O halde bilinki kıyamet gününde Onu böyle göreceksiniz .diye sorunun anlaşılmasını sağlamıştır

(Müslim el-İman 81/302)

  Hz.Ali ve Abdullah b. Mesud(ra) gelen bir hadiste <İnsanlara bildikleri ölçüler içinde söz söyleyiniz,(akıllarının kavrayamayacağı sözü söylemekle )Allah’ın ve Rasulunun inkar edilmesini istermisiniz(Buhari İlm 49)

Bir kavme akıllarının kavrayamadığı bir söz söylersen o sözü onlardan bir kısmı için mutlaka fitne olur.(Müslim Mukaddime 3)

     Cabir b.Süleym  diyor ki:Peygamber (sav) bana nasihat et dedim ._Kimseye sövme dedi.O=ndan sonra ne hür birine,ne köleye,ne bir deveye,ne bir koyuna sövdüm (Ebu Davud 4084)

Rasulullah (sav)de söz ve iş uyumu mevcuttu 23 sene süren risalatinde hiç kimse onun karşısına çıkarak neden bize söylediğini kendinde yapmıyorsun diyememiştir.Bu konuda Kuranı Kerim <Ey İman edenler!Neden yapmayacağınız şeyi söylersiniz.(Saff 2)>ayeti ile umumi olarak bütün müslümanlara hitap etmiş

hitap ederken,kendilerine hitap etmelerini hatırlatıp<İnsanlara iyiyi ve hayırlı olanı emr ederde kendinizi unuturmusuznuz?>(Bakara44) der  <Allah’a davet eden ,

salih amel işleyen ve ben mü’minlerden bir ferdim diyen kişiden daha güzel sözlü olan kimdir?(Fussilet 33)ayetiyle hatipyte aranan vasıflar bir araya getirilmiştir

     23 Senelik risaletinde yersiz zamansız lüzumsuz konuştuğuna dair,bir tek misal yoktur.Kuran Rasulullah (sav) Amr b.Ümmumektumu güzel karşılamadığı (Abese )

Tebük seferinden geri kalarak mazeret  uyduranlarda gerçekten mazereti olanlar birbirinden ayrılıncaya kadar bekletmeyip izin verdiği (Tevbe 43)Bedir esirlerinden fidye aldığı (Enfal 68)gibi konularda tembih eder Abdullah b. Ubeyy b. Selül’ün cenaze namazından sonra kabrinin başında <Birdaha onlardan hiçbirinin cenaze namazını kılma,kabrinin başındada ebidiyyen durma>(Tevbe 84) Fakat Kuranda Rasulullah (sav)söylediği bir sözden dolayı ikaz edildiğine dair bir misal yoktur.Kendisine <Ey Peygamber Rabbından sana indirilmiş olanı tebliğ et.Şayet bunu yapmazsan Onun risaletini tebliğ etmiş olmazsın>(Maide 67) emrini veren Allah cc onu söylediği bir sözden dolayı muaheze etmemiştir.

  Abdullah bin Amr bir hatırasını şöyle anlatır : Ben Rasulullah tan her duyduğumu yazıyordum Kureyş bunu benden men etti . Bunu Rasulullah (sav) arz ettim, Parmağıyla ağzını gösterek  “Yaz , Ruhumu elinde bulunduran Allah a yemin ederimki ; Buradan Hak sözden başkası çıkmaz dedi.(Ebu Davud 3646)

 KONUYU TOPARLARSAK

<Onlara içlerine işleyecek ruhlarına tesir edecek şekilde beliğ söz söyle (Nisa 53)

<Deki : Ben sözünü zinetleme çabasına düşenlerden değilim.(Sad 86)

<Rasulullah (sav)sözlerini tane tane söylerdi.öyleki kelimelerini saymak isteyen bir kimse sayabilirdi.(Aişe ra.Buhari el-Menakıb 23)

< Rabbının yoluna hikmetle güzel sözle davet et ; onlarla en güzel olan mücadele yolunu tut  (Nahl 125)

< Hatırlat çünkü hatırlatmak  mü minlere fayda verir (Zariyat 55)

   ***Rasulullah (sav) iyi amellere teşvik etmiş ve fena amellerden sakındırmıştır

Bir amelin : müslümanın , münafığın , kafirin olarak tanıtmış hiç eksik bir şey bırakmamıştır.

 <<Müslüman ; dilinden ve elinden diğer müslümanların selamette kaldığı insanlardır >> demiştir (müslim _el iman 14/65)

Allah    Azze ve Celle ; hepimizi (as) sünnete uyan müminlerden eylesin . Velhamdulillahi Raabbil Alemin

               

 

HANGİ DİNE İNANIYORUZ

İslam hiçbir zaman Camiden ve minareden ibaret değildir. Allah Rasulu (sav) geldiği zaman Mekkede Cami yoktu , Minare yoktu ,ama Mekke de İslam vardı . Rasulu (sav) min Camisi hiçte bu günkü camiler gibi değildi. Bu günkü camilerin dünün ve hatta bu günün kişilerinden farkı nedir? İslam hiçbir zaman  belirli fıkhi konulardan ibarette değildir . Bu gün Fıkhi kurallar cilt cilt ortadadır . Ama bir türlü canlandırılamayan bir şey vardır ; Oda İslam dır. Bu gün İslam kendilerine Müslüman sıfatı verenlerin hayatına egemen değildir .Bu gün Dünyada genel anlamıyla şirk egemendir. İslam ve şirk hiçbir zaman belirle taşınış biçimleriyle ayrılamazlar .İslam ve şirki ayıran ana çizgi  “İbadet edilen varlık “ noktasındadır.İnsanlara kul olanlar , yani Onun koyduğu emir ve yasaklara uyanlar ise Allah ın dinindendirler. Kaynak olarak Allah ı kabul etmeyip veya bazı noktalarda eden tüm sistemler temelde tekbir dindir.İslam kaynak olarak Allah ı kabul eden dinin adıdır. Bugün önce Müslümanlar olarak bu gerçeği  çok iyi kavramak zorundayız .  “Din nedir ? “ çok iyi bilmemiz gerekir .Aksi halde hiçbir zaman Allah a ibadet ediyoruz diye Firavun , Haman ve belama ibadet etmekten tevhide bağlıyız diyerek  ‘ mü miniz  diyerek kafir olmaktan Kabe nin çevresinde dönüyoruz zannıyla

Firavnın ringinde dönmekten , Namaz kılıyoruz diye yatıp kalkmaktan , Oruç tutuyoruz diye aç susuz kalmaktan , İnanıyoruz  Onu Rehber tanıyoruz zannıyla Ebu Cehilleri Peygamberleştirmekten , Kur ana inanıyoruz ve yolumuz  Kur an yoludur zannıyla bir takım insanların heva ve heveslerinin peşinde gitmekten hiçbir zaman kurtulamayız . Allah (cc) hepimizi ve neslimizi ıslah eylesin. (amin)

   Sabırlı iken sabırsızlanıyor , alçak gönüllü iken kibirleniyor, çalışkan iken tembelleşiyor , cesur iken korkuyor, ümitli iken ümitsizliğe kapılıyor , cömert iken cimrileşiyor, sakin iken öfkeleniyor , samimiyetli iken samimiyetsizleşiyor , ihlaslı iken ihlassızlaşıyor, hidayet yolunda yürürken sapıyoruz .Böyle bir duruma düştüğümüz zaman geciktirmeden gereken önlemler alınmalıdır. Şuurlu bir müslüman ,başkalarının kusurlarını eleştirirken , kendi kusur ve ayıplarını , hatalarını

Araştıran ve eksikliği düzeltmek için çalışan kimsedir . Maalesef insanların çoğu kendi kusurlarını görmezler ve bilmezler. Bunun yanında başkalarının kusurlarını görüp araştırmakta üstüne yoktur. Gerçek müslümanlar, nasihat eden kimseleri severler. Fakat biz insanlar kusurlarımızı , ayıplarımızı söyleyen kimseleri sevmeyiz .Buda imanın zayıf oluşundandır . Kötü huy ve ahlak akrep gibidir . Birisi elbisemizin içinde akrep olduğunu söylerse o akrepten kurtulmak için elimizden geleni yaparız değil mi ? Kötü huy ve Ahlak ın zararı tabi _ tabi bilenler için _  akrebin zararından daha büyüktür. Müslümanlar birbirlerine Allah Rızası için nasihat etmelidirler Nasihat eden kimse de azarlama mahcup etme , rezil rüsvay etmek için değil , düzeltmek niyetiyle nasihat etmelidir. Müslüman düşmanlarının tenkitlerinden ve eleştirilerinden yaralanmalıdır . Çünkü düşman insanın hatalarını aşikara vurur .İnsanın kusurlarını , ayıplarını dışarıya vuran bir düşman yağcılık yapan , kusurlarını gizleyen bir dosttan daha iyidir.

   Allah Teala  “ Ey İman edenler ; eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olan lar vardır . Onlardan sakının (Teğabun 14)Yani ailenizden bütün  kişilerden bizleri Allah a karşı itaatsizliğe sevk etmektedirler 

“ Ey İman edenler ; mallarınızı  ve çocuklarınız sizi  Allah ı anmaktan alı koymasın . Bunu kim yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır . (Münafikun 9)

   Kişinin hayatı ibadetle başlaması ibadetle bitmesi gereklidir . Bunu ancak İnsanın hayatını islamlaştırmasıyla mümkün olur .

Allah u Teala ; Şütphesiz benim namazım , ibadetlerim , hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbı olan Allah içindir .Onun hiçbir ortağı yoktur . Ben böyle emrolundum ve Ben müslüman olanların ilkiyim . (En Am 162_163)

     Evet İslam inanan kimsenin hayatını İslam tanzim etmelidir. Müslüman Kur anı Kerim i okumalı , anlamalı , onunla amel etmeyi bilmelidir. Hayatımızı Kur an yönlendirmelidir .

   Acaba biz Allah ın bu kitabına ne kadar önem veriyoruz ? Ne kadar okuyoruz? Ne kadar hayatımızda tatbik ediyoruz ? İnanın bu Kur an cansız sert bir dğın üzerine indirilseydi , Allah korkusundan saygı ile vaş eğmiş ve paramparça olurdu.

      Ey Müslüman nasıl olurda Allah ın emirlerini öğrendiğin anladığın halde Allah korkusundan kalbin titremesin , yumuşamasın , huşu içinde olmasın . Acaba senin kalbin bu dağdan dahamı sert . Acaba ne zaman uyanacaksın , Ne zaman kendine geleceksin ?  Bizler Allah Teala huzurunda kendimizi şöyle  bir hesaba çekelim  .

Acaba  biz Allah cc  ve Rasulunün (sav) istediği şekilde müslümanmıyız ? Allah cc  ve Rasulunün (sav)  istediği şekildemi yaşıyoruz ?

                            ŞU AYETLERİ İNCELEYELİM

Ahzap 21 __Al i İmran 31___Necm3/4____Nisa 64/80/115/59/65___Ahzab36______ Haşr 7____Nur 63 _____Tevbe  61/65/63/62/128/ Yunus 35____

   İşte burada devreye bilgisizlik gerçeği tanımamak cehaleti giriyor  . İslam tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için Arabistan da İslamiyetin yayılmasından önceki devre Cahiliyye devri denmiştir.Cahiliyye  insanı n Allah ı gereği gibi tanımaması , Ona kulluk etmeden uzaklaşması ,Onun İlahi hükümlerine değil de kişinin kendi heva ve hevesine uyması , insanların koyduğu emir ve yasaklara ,siyasi sistem ve düşüncelere inanmasıdır. İslamın Hakim olmadığı ortamlar cahiliyye çağlarıdır . Tarihe şöyle bir baktığımızda ; Hz Muhammet (sav) den evvel Arabistan ın durumu tam bir cahili düşünce ve yaşam biçimi hakimdi. Fuhuş , Zina ,  Tefecilik , Faiz , Fakir ezme ,Yol kesme , Kan davası ,  Mal mülk çokluğu ile öğünme ve o dönem insanlarının terk ettiği kötülüklerdendi . Tabi bunlar örf , adet , Atalarından devr aldıklarına  miras diyerek sahip çıkıyor , Ekonomik çıkar ,sosyal statü adına bu pislikleri savunuyorlar ve yaşaması içinde var güçleriyle mücadele ediyorlardı. Allah Rasulü (sav) İnsan onuruyla bağdaşmayan bu pis müesseseleri yıkması kolay olmadı .  Allah Rasulü (sav) döneminde Arabistan ın büyük bir bölümü cahili adet ve düşüncelerden temizlediyse de şeytan ve onun dostları boş durmayıp Bu kutlu yıllardan sonra yeniden cahilliği hayata hakim kıldılar.

      Bu gün toplumumuzda tam bir cahiliyye düşüncesi hakim değilmi?   Faiz , Fuhuş , Zina ,  Adam kaçırma ,Rüşvet , Mazlumu ezme , Lüks israf için su gibi paralar

Akıtılmıyormu ? Yani cahiliyye devri geri dönmemiş mi?  Öyleyse biz Müslümanlara çok önemli görevler düşüyor . Önce şöyle bir kendi yaşamımıza , evimize bakmalıyız .Cahili olan ne varsa atmalı  ,Rabbani olanı almalıyız. Cahili anlayış ve değerler yıkıldıkça insanlığın içinde bulunduğu bunalım bitmeyecektir ve biz Müslümanlar bu cahili sitemde bu anlayışı yıkmak için elimizden geleni yapmaz isek hiçbir mazeretin kabul edilmediği HUZURU İLAHİDE ne cevap vereceğiz . Unutmayalım Kafirler tağut uğrunda Onun hükümlerini uygulamak uğruna savaşır . Müminler Allah yolunda onun insan fıtratına uygun olan ve en güzel yaşayış şekli olan İslamı Hayata Hakim kılma uğruna savaşırlar . Allah Hepimizin yardımcısı olsun . Hakkı Hak bilip sarılandan , Batılı batıl bilip sakınandan eylesin(VELHAMDULİLLLAHİ RABBİL ALEMİN)

 

 

 

 

 

ISLÂMDA NAMAZI TERKETMENÎN HÜKMÜ

MUKADDİME

"İman eden kullarıma de ki namaz kılsınlar.' ibrahim: 30

Ma'lum ola ki: "namaz", Allah'u Azze ve Celle'nin, kulları üzerine "mi'raç"da farz kıldığı en azim fi'ili bir ibadettir. Bize farz kılındığı gibi, bizden önceki "ümmetlere" de farz kılınmıştır. Allah'u Azze ve Celle bu ibadet'ten bir cüz olan "secde" ile "melek"leri imtihana tâbi tutarak, itaat edip "secde" edenler "fıtrat" ya'ni "islâm" üzere kalmışlardır, tsyan eden "iblis"de kibirlenip secde etmekten imtina ettiği için "kâfir'Merden olmuştur. İşte bu ibadet: böylelikle, "iman" ile "küfür", "islâm" ile "şirk" ve "din"li ile "din"siz arasında bir "alamet'i farika" olmuştur. Zira namazın edası ile insan "mş'min" terki ile de "kâfir" olmaktadır.

Kendisinden başka ilah olmayan Allah'u Azze ve Celle'nin "vucudiyyeü'ni" "la ilahe illallah" sözü ile itiraf eden kulun, eda etmekle mükellef olduğu ilk ibadet "namaz"dır. Lisanen Allah'dan başka ilah olmadığını söyleyen kişinin kendisine "namaz'ın" farziyyeti ulaştığı halde daha hâlâ Âlemlerin Rabbi olan Allah'u Azze ve Celle'nin önünde rüku ve secde etmemesi, kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadığına delalet eder. kelime'i tevhid'in hakikatim anlamadan kişinin onu teleffuz etmesi hiç bir şey ifade etmez. Nasıl ki "namaz" kelime'i tevhid'den sonra emredilen ilk ibadet'tir, dinin bekasıda onunladır. Çünkü dinde en son terk edilen ibadet odur. Binaen aleyh "namazı terk edenin'de dini yoktur." Zira namaz ibadetinin olmadığı hiç bir "din'i semavi" yoktur. Zira Allah ResûlU'nUn eshabıda "namaz'dan başka hiç bir ibâdet'in terkini küfür görmezlerdi." "namazın" dindeki bu azim mevki'i, tam bir ihtimamı gerektirirken, ilim ehlinin gayretsizliği ile her gelen nesil indinde bu azim ibadet ihtimamsızlık kaydetmiştir. Artık zamanımızda da öyle olmuştur ki, "namazı terk eden müslüman" namazı terk etmenin zemmi hakkında varid olan Hadis'i Şeriflerden bahsetmek, geçmişteki gayretsizlerin bıraktıktan alışkanlığa muhalefet olduğu için, sapıklık olmuştur. Zira geçmişteki gayretsizler bu Ümmet'e namazı terk edenin kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz olduğunu söylememişlerdir. Binaen aleyh kendilerinin müslüman olduğunu zanneden binlerce insanda kitab ve sünnet davetcilerinden bu hakikatları işitince, adeta çıldınrcasına isyan etmektedirler. Bunlarda nereden çıktı biz büyüklerimizden ve âlimlerimizden böyle bir şey işitmedik demektedirler.

 NAMAZI TERKEDENlN MÜŞRtK OLDUĞU BABI

Bu mevzuda delil olan Âyet'i Kerime'lerin zikri

"Hep Allah'a dönüp itaat edin, O'ndan korkun ve namaz'ı kılın'da müşriklerden olmayın." Rum Sûresi: 31

 "Haram olan aylar "Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rebiu'l-evvel" çıktığı zaman, artık o "müşrikledi" nerede bulursanız öldürün: Onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun, "eğer tevbe" ederler, nemaz'ı kılıp zekât'larını verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur ve Rahim'dir." Tevbe Suresi: 5

Subhânehu ve Teâlâ Resulüne ve mü'minlere hitaben, haram olan aylar çıktıktan sonra müşriklerle mukatele ederek onları öldürmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek müşriklerin kıtalden önce yakalanıp geçit yerlerinin kesilip hapsedilmelerini, karılarının ve çocuklarının esir edilip mallarının ganimet olarak alınmasını helâl kılıyor. Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.

 1- Şirkden avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisânen ikrar etmesi.

2- Namaz kılarak tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi.

3- Zeket'ı eda etmesi. Bu üç şartı yerine getirdikleri an mallan ve canlan müslümanlara haram olur, zira müslüman olmuşlardır.

Namazı terkedenin müşrik olduğunu beyan eden Hadis'i Şeriflerin zikri. Ebu Süfyandan, dedi ki: Ben Câbir'den duydum şöyle diyordu: Ben Nebiyyu (S.A.V.)'den işittim şöyle buyuruyordu:

"Şübhesiz ki, kişi ile "şirk ve küfür" arasında ki şey sâdece namaz'dır." Bu Hadis'i Müslim (82) Ebu Davud (4678) Tirmizi (2619) Nesei (465) ve Ibnu Mâce (1078) rivayet etmişlerdir. Bu Hadis'i Abdurrezzak Musannaf da (5009) Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (888) Hibetullah'ıt-Taberi Usulu's-Sünne de (1513) ve Âcurri Şeria da (133) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Enes (R.A.)'dan, (şöyle dedi): Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Kişi ile şirk arasında namazı terketmekten başka bir şey yoktur. Onu terkettiği zaman şirk koşmuştur." Bu Hadis'i Ibnu Mâce (1080) ve Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (897) rivayet etmişlerdir. Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (880) tahric etmiştir.

 Câbir Ibnu Abdillah (R.A.)'dan, "namaz kılmayan kâfir'dir" dedi. Bu Eser'i Ibnu Abdu'1-Ber Temhid'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

Ibnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz  ' terk ederse "kâfir" olmuştur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-SaJat'ta (939) ve Ibnu AbdiPBer * TemhiJ'de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

  Ali Ibnu Ebi Talib (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki namaz'ı kılmazsa o kâfirdir." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitabus-Salat'ta (933) Acurri Şeria'da (135) İbnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10485) ve Iman'da (126) Beyhaki Şuabul'lman'da (41) ve Buhâri Tarihul'Kebir'de sahih olarak rivayet etmişlerdir

RESÛLULLAH (S.A.V.)'ÎN ASHABININ CEMl'SÎNlN DE NAMAZI TERK EDENÎN KÂFİR OLDUĞUNA KÂÎL OLDUKLARI  BABI

 Ebû Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.)'in Ashabı "namaz'dan" başka hiç bir amelin terkini "küfür" olarak görmezlerdi. Bu Eser'i Hâkim Müstedrek'te (1/7) Tirmizi Sünen'de (2624) Ibnu Ebi Şeybe Musannaf'da (10495) ve Iman'da (137) ve Muhammed tbnu Nasr Kitab'us-Salat'da (948) sahih olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde (564) tahric etmiştir.

  Mücahid İbnu Cebr (R.A.)'dan, (O da) Câbir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, Allah Resulüne arkadaşlık yapmış 16 17 birisidir. Kendisine dedim ki: Allah Resulü (S.A.V.)'in zamanında, sizce amellerden, küfür ile iman'ın arasını ayıran ne idi (diye sordum) (O da) "namaz" (diye cevab verdi.) Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr Kitab'us-Salat'da (892) ve Hibetullahit-Taberi Usulü' s-Sünne'de (1538) Hasen olarak rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde tahric ederek Hasen demiştir.

NAMAZI TERKEDENİN DİNİ OLMADIĞI BABI

Bu mevzuda Allah Resûlü'nden varid olan Hadis'i Şeriflerin zikri. :İbnu Umer (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: ... namaz'ı olmayanın din'i yoktur ... Bu Hadis'i Tebarini Mu'cemus' Sağir da (60) hasen bir senedle rivayet etmiştir.

Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V.)'e şöyle dedi: "Ya Resûlellah, Allah katında İslâm'da, (en efdal) olan nedir, söyler misin" Resûlullah (S.A.V.) de "Vaktinde namaz kılmaktır" dedi. "Zira namaz'ı terkedenin dini yoktur ..." Bu Hadis'i Beyhaki Şuabu'1-lman da rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)

Bu mevzuda Allah Resulü 'nün ashabından varid olan eser'lerin zikri. İbnu Mes'ud (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Her kim ki, NAMAZ'ı terkederse onun DİN'i yoktur." Bu Eser'i İbnu Ebi Şeybe Musannaf da (10446) ve İman da (47) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (8942) Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (935) ve Beyhaki Şuabu'1-İman da (42) rivayet etmişlerdir.

Ayriyeten Şeyh Elbani Terğib'in sahih'inde tahric etmiştir. Bu Eser'i Buhâri Tarihu'l-Kebir de (7/95) rivayet etmiştir.

NAMAZI TERK EDENlN tMAN'I OLMADIĞI BABI ...

  Ebû'd-Derda (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı olmayanım iman 'ı da yoktur." Bu Eser'i Hibetu'llahi't-Taberi Usulu's-Sünne'de (1536) Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (945) Ibnu Abdil-Ber Temhid de (4/225) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni de Terğib'in sahihin'de (574) tahric etmiştir.

 NAMAZI TERK EDENİN İSLÂM'DAN NASİBİ OLMADIĞI BABI

Umer İbnu'l-Hattab (R.A.)'dan, şöyle dedi: "Namazı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur." Bu Eser'i imam Malik (1/40) Dâre Kutni Sünen' de (2/52) Abdurrezzak Mûsannef'da (5010) Ibnu Ebi Şeybe Mûsannef'da (10410) ve İman'da (103) ve Âcurri Şaria'da (134) sahih bir sened'le rivayet etmişlerdir.

 Ebû'l-Muleyh (R.A.)'dan, Umer (R.A.)'yu minberin üzerinden şöyle derken işittim dedi: "Namaz kılmayanın İslân'ı da yoktur." Bu Eser'i Muhammed Ibnu Nasr el-Mervezi Kadru's-Salah da (930) sahih bir sened'le rivayet etmiştir.

 NAMAZI TERK EDENİN İSLÂM MİLLET'İNDEN ÇIKTIĞI BABI :

Ubade't-İbnu' es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) bize  şöyle tavsiyede bulundu. Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayın. Namazıda bilerek  terketmeyin. Her kim ki, bilerek kasten "namaz'ı terkederse İslâm millet'inden çıkmıştır". Bu hadis'i Muhammed İbnu Nasr Kitabu's-Salat da (920) Hibetullah'i-Taberi Usulu's-Sünne de (1523) Abdurrahman İbnu Ebi Hatim Sünen'in de ve Taberâni Mu'cem'in de rivayet etmişlerdir.

Yezid İbnu Meryem'den, şöyle dedi: Umer (R.A.) Muaz İbnu Cebel (R.A.)'nun yanından geçerken (Yâ Muaz) bu Ümmeti ayakta tutan nedir diye sordu. (Muaz'da cevaben bu Ümmeti ayakta tutan esas) üçtür işte onlar kurtuluş vesileleridir,

 l- İhlas (Tevhid) o ise İSLÂM'DIR. (Allah'ın insanları üzerinde yarattığı din),

2- Namaz o ise milliyettir,

3- İtaat o ise ismet'tir (yani hatalardan beri durmağa vesiledir.)

 Bu Eser'i Taberi Tefsir'in de

NAMAZI TERKEDENİN ALLAH'IN ZİMMETİNDEN BERİ OLDUĞU BABI :

 Ebu'd-Derda (R.A.)'dan, şöyle dede: Dostum Muhammed (S.A.V.) bana şöyle tavsiyede bulundu. Parça parça kesilsende, yakılsanda, Allah'u Azze ve Celle'ye ortak koşma. Ve farz olan namazı bilerek terketme. Kim ki "farz olan namaz'ı bilerek terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri olmuştur" dedi.

Bu Hadis'i Ahmed (5/238) İbnu Mace (4034) Taberâni Mu'cemu'l-Kebir de (20/233) Hibetullahi't-Taberi Usulu's-Sünne de (1524) ve Muhammed Ibnu Nasr Kitabu's-Salat da (911) hasen bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni Ibnu Mâce'nin sahihinde (3259) tahric

Ubeydu'l-Kelâi'den, şöyle dedi: Mekhul (R.H.) elimden tutarak "Yâ Ebâ Vehb! Farz bir namazı kasten terk eden birisi için ne diyorsun?" dedi. Ben de "Âsi bir mü'mindir" dedim. Elimi daha fazla sıktı ve sonra şöyle dedi: "Yâ Ebâ Vehb! İman'm şa'm nefsinde daha azim olsun. Kim ki bir farz namaz'mı kasten terk ederse Allah'ın zimmet'i ondan beri olmuştur. Kimden de Allah'ın zimmeti beri 'olduysa o kâfir olur." Bu Eser'i Ibnu Ebi Şeybe iman da (129) ve Abdurrezzak Musannaf da (5008) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ayriyeten Şeyh Elbâni iman da yukarıdaki rakamda tahric etmiştir.

 NAMAZI TERK ETMENÎN KİBİR OLDUĞU KİBİR EDENİN DE CENNETE GİREMİYECEĞİ BABI

 Bizim Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyetlerimizle kendilerine öğüt verildiği zaman, "secdeye kapanırlar ve Rab'lerine hamd ile teşbih ederlerde kibirlenmezler." Secde Sûresi: 15 Subhânehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerime'de Âyet'lerine iman eden kişilerin, Kur'ân-ı Kerîm'deki Âyetlerle kendilerine öğüt verildiği zaman, ya'ni,

"Ey Resulüm! İman eden kullarıma de ki namaz kılsınlar." ibrahim Sûresi: 31 Bu ve bunun gibi Âyet'lerle Subhânehu ve Teâlâ kendisine inanan kullarına Kur'ân-ı Kerîm'de "namaz kılmaları için öğüt vermektedir" Allah'ın Âyet'lerine inananlar da bu Âyetler'le kendilerine öğüt verildiği zaman "kibir'lenmeden günde beş vakit Rab'lerinin önünde secdeye vanb ona hamd ve teşbih etmektedirler." Kibirlenerek isyan edip Âyet'lerini yalanlayanlar için de şöyle buyurmaktadır.  Kendilerine Kur'an (ya'ni "namaz kılın" emri okunduğu zaman, secde etmezler (ya'ni "namaz kılmaz'lar"). Daha doğrusu, o  "kâfir olanlar" (bu halleri ile (ya'ni namaz kılmayışları ile) Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler. İnşikak Sûresi: 21/22

 Onlara Rükû edin ya'ni "namaz kılın" denildiği zaman "itaat edip Rükû etmezler ya'ni namaz kılmazlar". (Namaz kılmayarak, Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün vay haline. Murselât Sûresi: 48/49

 Submhanehu ve Teâlâ Melekleri, Âdem'le imtihan etmek istediğinde, Melek'lere hitaben şöyle buyurdu: Biz, Melek'lere: Âdem'e secde edin, demiştik de bütün Melek'ler secde etmişlerdi. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip "kibirlendi de kâfirlerden oldu". Bakara Sûresi: 34

 İblis'in bu isyanını insanların isyanına misal verilmesine şaşılmasın zira Allah Resulü (S.A.V.)'den varid olan Hadis'i Şeriif bize, bu cesareti vermiştir. Müslim İbnu Haccac (R.A.) "namazı terk edene kâfirlik isnadının beyanı babı" altında şöyle bir Hadis'i Ebu Hureyre (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "

Âdem oğlu secde Âyet'ini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ağlayarak uzaklaşır ve şöyle der: Ey helakim! Adem oğlu secde etmekle emrolundu da secde etti ve Cennet onun oldu. Halbuki ben de secde ile emrolunmuştum. Fakat ben, secde etmekten imtina etmiştim, artık ateş de benimdir. Bu Hadis'i Müslim (81) rivayet etmiştir.

 Bana ibâdet etmekten büyüklenib yüz çevirenler, muhakkak ki küçülmüş kimseler olarak Cehennem'e gireceklerdir. Mu'min Sûresi: 60

 Abdullah İbnu Mes'ûd (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) "Kalbinde hardal dânesi kadar imanı bulunan kimsecehenneme girmez."kalbinde hardal danesi kadar kibir bulunan kimsede cennete girmez" buyurdu. muslim--91

 NAMAZI TERK EDENlN KIYAMET GÜNÜNDE FÎRAVN'LA, HÂMAN'LA, KARUN'LA VE UBEYY İBNU HALEP'LE BERABER OLACAĞI BABI '

 Abdullah İbnu Amr. İbn'l-As (R.A.)'dan o da Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek (şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A. V.) namaz'dan konuştu. Dedi ki: "Her kim şu beş vakit namazı muhafaza ederse, namazı, kıyamet gününde ona nur, burhan ve nacat olur. Her kim ki de; beş vakit namazı muhafaza etmezse kıyamet gününde ona ne burhan ne nur ve ne de necat olur. "Kıyamet gününde de Karun'la, Haman'la, Firavn'Ia ve Ubeyy ibnu Halefle beraberdir".

Bu Hadis'i Ahmed (2/169) Darimi (2/301) ve îbnu Hibban (1448) Âcurri Şeriada (135) Muhammed ibnu Nasr el-Mervezi Kitabû's-Salet'da (58) . Taberani Kebirde Beyhaki Şuabû'1-iman da sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

îbnu Kayyım (R.A.) "kitabu's-salat" isimli eserinde bu Hadis'i Şerifi naklettikten sonra şöyle diyor. Namazı terk edenin hasseten bu dört kişi ile beraber olacaklarının zikredilmesinin sebebi şudur ki, bu dört kişi küfür reisleridir. Burada bedi'i bir işaret vardır. Zira namazı terk eden, malının, mülkünün, riyasetinin veya ticaretinin meşkuliyyeti ile terk eder. Her kim ki, malının meşkuliyetiyle namazı terk ederse, "Karun'la" beraberdir. Mülkünün meşkuliyetiyle terk eden de "Firavn'la" beraberdir. Riyasetinin sebebiyle terk eden ise "Haman'la" beraberdir. Ticaretinin meşkuliyetiyle terk eden de "Ubeyy ibnu Halefle" beraberdir. İbnu Kayyım'ın sözü burada bitti.

NAMAZI TERK EDENlN KUR'ÂN-IN ÂYET'LERİNÎ VE AHİRETl YALANLADIĞI BABI

O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni "namaz kılınız" âyet-i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gününü yalanlıyorlar". Halbuki Allah, içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir. Onun için (Ey Resulüm) sen onları "acıklı bir azab'la 28 29 müjdele". Ancak "iman edib de salih ameller işleyenler müstesne" onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat var. Inşikak Sûresi: 20/21/22/23/24/25

Bu Âyet'lerin hülasası şöyledir. Ne oluyor ki onlara, "namazın farz olduğu" Kur'ân'la bildirildiği halde "namazı eda ederek iman etmezler". Aslında "namazı terk ederek kâfir olanlar hesab gününe inanmıyorlar". Her ne kadar lisânen iman ettiklerini bile söylemiş de olsalar. Zira Allah'u Azze ve Celle, onlar için Kur'ân'da şöyle buyuruyor. İnsanlardan bir kısmı vardır ki, biz "Allah'a ve âhiret gününe inandık" derler. Halbuki onlar, "iman edenler değillerdir". Bakara Sûresi: 8 İnşikak Sûresi'ndeki Âyet'te devam ederek diyor ki: "halbuki Allah içlerinde ne sakladıklarını en iyi bilendir". Ya'ni lisânen Allah'a ve Âhiret gününe iman ettiklerini söyleyib de, "namaz kılmayanlar müslüman olduklarını isbat edemezler".

Hem müslümanları da aldatamazlar. Onlar ancakkendi nefislerini aldatırlar. (İnsanlardan bir kısmı vardırki, biz Allah'a ve Âhiret gününe inandık derler. Halbuki onlar, iman edenler değillerdir.) Onlar bu halleri ile güya Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar. Bilmezler ki, onlar ancak kendi kendilerini aldatırlar. Bakara Sûresi: 9

» Onlara "namaz kılın denildiği zaman", itaat edib namaz kılmazlar. (Namaz kılmayarak Kur'ân'ın Âyetlerini) yalanlayanların O gün vay haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân-ın Âyetlerinden sonra neye inanacaklar. Murselât Sûresi: 48/49/50

"Tasdik etmedi, namaz da kılmadı. Ancak (Kur'ân-ın Âyetlerini) yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Kıyamet Sûresi: 31/32

NAMAZI TERK EDENİN ÂHİRET'TE ŞEFAAT EDENİ OLMAYACAĞI BABI

 "(Kitab'ları sağ ellerinden verilenler) Cennettedirler: "mücrim'lerden" sorarlar. — "sizi bu sakar cehennem'ine sokan nedir?" Onlar şöyle derler. — "biz namaz kılanlardan değildik", yoksula yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber dalıyorduk, "hesab güniinüde yalan sayardık". Nihayet bize ölüm gelib çattı. Fakat (o vakit) "şefaat'cıların şefaat'ı onlara fâide vermez". Müddesir Sûresi: 40/41/427 43/44/45/46/47/48

Âyet'i Kerîme'deki zikredilen "mücrim'lerin" yarın Âhirette "şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmalarının sebebi" dört şey'e binaen'dir.

1- Namaz kılanlardan olmadıkları için.

2- Yoksula yedirmedikleri için.

3- Kâfir'lerle oturup kalktıkları için.

4- Hesab gününü yalanladıkları için.

Bu dört sıfat ile muttasıf olan "mücrim'ler" yarın Âhiret'te kendilerine hiç bir "şefaat'cı" bulamıyacaklardır. Zikredilen bu dört sıfatların en tehlikelileri, "namaz'ın terki ile hesab gününü yalanlamaktır" bu iki sıfat'm herbirisi müstakilleri sahibini "İslâm'dan çıkaran" hasletlerdir. Kişi de bu iki sıfattan birisinin olması "İslâm'dan çıkmasına ve âhirette şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olmasına kâfidir" illa bu iki sıfat'ın bir arada olması gerekmez. Eğer illâ bu iki sıfat'ın bir kişide mevcud olduktan sonra ancak  Mevzumuza daha da açıklık getiren başka bir Hadis'i Şerif'de Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor:

Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) (bir gün) hutbe irad eyledi de tam şu Âyet'e geldi. "Her kim Rabbine mücrim olarak varırsa, şübhesiz ki ona cehennem var; orada ne ölür ne de hayat bulur". Kim de ona mu'min olarak, sâlih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlarada en yüksek dereceler var. Taha Sûresi: 74/75

"Cehennem ehli olanlar, (ya'ni ebedi orada kalacak olanlar) oralıdırlar, ne ölürler ne de yaşarlar". Amma ebedi Cehennem ehli olmayanları ise, Cehennem hafif bir ölümle öldürür, sonra (ya'ni azâblarıriın müddeti bitince) "şefaat edecekler gelirler şefaat ederler". Onlardan bir topluluk ahnarak "hayevan veya hayat" denilen bir nehre getirilirler. (Orada yıkanırlar) sonra da sel kenarında biten otlar gibi hayat bulurlar." "İslâm'dan çıkar ve şefaat'cıların şefaat'ından o zaman mahrum olur" diyen çıkarsa bizde deriz ki, bu bir kaç bab önceki "namazı terk edenin âhireti yalanladığı babı"nda biz bu mes'eleyi güzelce açıkladık. Öyle de olsa zaten "namazı terk eden âhiret-i de yalanlamıştır"

Binâen aleyh "şefaat'cıların şefaat'ından mahrum olacaktır" halbuki, Resûlullah (S.A.V.)'in Şefaat'ı "ehli kebâir" içindir. Eğer "namazı terk eden" islâm'dan çıkmayıp büyük günahkârlardan olsa idi "âhirette şefaat'cılann şefaat'ından mahrum olması gerekmezdi."

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, naklederek şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Benim Şefaat'ım, Ümmetimin ehli kebâirinedir." Bu Hadis'i Ebû Dâvud (4739) Tirmizi (2435) Ibnu Mace (4310) ve Ahmet (3/213). sahih birsenedle rivayet etmişlerdir.

"Ey Allah'ın kulu! Yukarıda da okuduğun gibi kim Rabbine "mücrim" olarak kavuşursa, ya'ni namaz kılmaz olarak ölürse" ona Cehennem vardır, orada ne ölecektir, ne de yaşayacaktır. Artık o mücrim'ler" kendileri için Cehennem'de neler hazırlandığını düşünsünler." Subhanehu ve Teâlâ öyle demiyor mu Kur'an da? "Artık "müslüman'lara, mücrim 'lere davrandığımız gibi mi davranacağız" ......... O Kıyamet gününde Rabbul-îzzet'in "sâk'ı" açılacak da, bütün "mücrimler secde'ye çağrılacaklar; Fakat güçleri yetmeyecektir. Gözleri düşkün bir halde, kendilerini bir zillet saracaktır. Halbuki, vaktiyle (dünya'da) başlan selâmette iken, bu "namaza davet olunuyorlardı da kılmıyorlardı". O halde (Ey Resulüm) (namaz kılmayarak) bu Kur'ân-ı yalanlayanları, sen bana bırak. Biz onları, bilemiyecekleri yönden derece derece azaba yaklaştırırız. Ben onlara mühlet veririm; "Yiyin, zevk edin dünyada biraz; çünkü "mücrim'lersiniz" (nasıl olsa âhirette "sakar" Cehennem'ine gireceksiniz). Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün vay haline j Onlara: "namaz kılın, denildiği zaman", itaat etmezler. Allah'ın hükümlerini yalanlayanların o gün  haline. Artık (bu ahmaklar) Kur'ân'dan sonra hangi söze inanacaklar?" Murselat Sûresi: 46/47/48 49 750

"Muhakkak ki "mücrim'ler" şaşkınlık ve çılgın ateşler | içindedirler. O gün, yüzleri üstü ateşte sürünecekler; (ve onlara) — Tadın "sakar" Cehennem'inin dokunuşunu denilecek." Kamer Sûresi: 47/48

NAMAZIN İSLÂM'DAN OLDUĞU BABI

Umer İbnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün Resûlullah (S.A.V.)'in yanında bulunurken birden bire yanımıza elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen ve bizden de kendisini kimsenin tanımadığı bir zat çıkageldi. Nihayet Resûlullah (S.A.V.)'in yanına oturdu. Öyle ki iki dizini onun iki dizine dayadı, iki avucunu da kendi dizleri üzerine koydu ve "Yâ Muhammedi Bana "islâm'dan" haber ver" dedi. Resûlullah (S.A.V.)"İslâm Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun Resulü olduğuna şehad; t etmendir" dedi. Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise şöyle naklolunmuştur. Resûlullah (S. A. V.)"İslâm Allah'a hiç bir şey'i ortak koşmadan ona ibâdet etmendir" (buyurdu:) Ebu Hureyre (R.A.)'ın, rivayetinin getirmiş olduğu açıklık şudur ki, "Allah'dan başka ilah yoktur, Muhammed Onun Resulüdür" demenin hakikati, "Allah'a hiç bir şey'i ortak etmeden ona ibadet etmektir". Zira mücerreden "kelime-i şihadet'in" teleffuzu hiç bir ma'na ifade etmemektir. Bu mevzudaki geniş izahımız daha ileride gelecektir, İnşa' Allah. Cibril Hadis'i devam ederek, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor: Ve "namazı ikâme etmendir" (Ebu Hureyre (R.A.)'ın rivayetinde ise) "farz olan namazı ikâme etmendir" (buyurdu.)

. Ve "zekât 'ı vermen", "ramazan orucuna tutman" yoluna gücün yeterse "Beyti hacc etmendir", buyurdu. O, (soruyu soran tanınmayan kişi) doğru söyledin dedi. Umer (R.A.) dedi. Umer (R.A) dedi ki: Biz ona hayret ettik, hem (bilmiyormuş gibi) soruvuor,

Mihcan (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Bir gün Resûlullah (S.A.V.) ile bir mecliste iken namaz için ezan okunur, Resûlullah (S.A.V.) kalkarak cemaat'a namazı kıldırıp yerine döner. Bakar ki Mihcan (R.A.) daha hâlâ yerinde, Resûlullah (S.A.V.) Mihcan (R.A.)'ya hitaben "senin cemaat'la namaz kılmana ne mani'i oldu ki, yoksa sen müslüman birisi değil inisin?" dedi. Mihcan (R.A.) cevaben "Evet Yâ Resûlallah ben "müslüman birisiyim" ve lâkin ben bu namazı evimde kılmıştım" dedi. Resûlullah (S.A.V.)'de cemaate geldiğinde namazı evde kılmış bile olsan cemaatle namaz kıl buyurdu. Bu Hadis'i Mâlik (1/132) Ahmed (4/34) Nesei (2/112) İbnu Hibban (433) ve Hâkim (1/244) sahih bir rivavet etmişlerdir,

 Umer İbnu'l-Hattâb (R.A.)'den, şöyle dedi: "Namaz'ı terk edenin İslâm'dan nasibi yoktur". Bu eseri Mâlik (1/40) Dâre Kutni (2/52) Abdurrezzak (5010) İbnu Ebi Şeybe Musanef'de (10410) İman'da •t "' (103) ve Ahmed Ahkam'un-Nisâ'da (225) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 NAMAZ'IN ALLAH'A İMAN ETMEKTEN OLDUĞU BABI

Ebu Cemre'den, şöyle dedi: Ben tbnu Abbas (R.A.)'nun önünde onunla insanlar arasında tercümanlık yapıyordum. Derken İbnu Abbas'a bir kadın geldi. Ona "cer" denilen testinin şırasından soruyordu. İbnu Abbas ona şöyle dedi: Abdu'1-Kays heyeti Resûlullah (S.A.V.)'e geldi. Resûlullah (S.A.V.) "Siz kimlerin heyetisiniz? Yahut siz kimlersiniz?" diye sordu. "Biz Rabiadar.iz" dediler. "Cemaat hoş geldi. Yahut heyet hoş geldi, sefa geldi. Utanıcılar ve pişmanlık duyucular olmayarak" buyurdu. Bunun üzerine: "Ya Resûlellah! Biz sana çok uzak mesafeden geliyoruz. Seninle bizim aramızda Mudar kâfirlerinden şu kabile vardır. Biz sana, haram aydan başka bir zamanda gelmeye muktedir olamıyoruz. O halde bize özlü bir şey emret de geride bıraktıklarımıza da öğretelim ve o sebeble de Cennete girelim" dediler. Resûlullah (S.A.V.) onlara dört şey emretti, dört şeyden de nehyetti: Resûlullah (S.A.V.) onlara, "bir olan Allah'a iman etmeyi emretti" (sonra) "bilir misiniz bir olan Allah'a iman etmek ne demektir?" diye sordu. "Allah ve Resulü en iyi bilendir" dediler, ("tek olan Allah'a iman etmer") Allah'dan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ;tmek, "namazı kılmak", zekâtı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini tediye etmenizdir" buyurdu ........ .. 41 Bu Hadis'i Buhâri (53) ve Müslim (17) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu! Yukarıdaki zikretmiş olduğumuz Hadis'i Şerif'de bir çok sağır kulakların duyup istifâde edeceği faideler vardır. Bu faideleri zikretmeden geçmek ilmi emânete ihanet edenlere göz yummak olacağından, herkesin anlayabileceği bir üslubla izah etmeyi münasib gördük. Hadis'i Şerifin muhtevi olduğu faideler şunlardır.

1- İslâm'ı öğrenmek isteyene ilk emredilecek şey'in "tek olan Allah'a iman etmek" olduğu.

2- "Tek olan Allah'a iman etmenin" ne demek olduğunu öğretiyor.

 3- "Tek olan Allah'a iman'ın" sadece dil ile ikrar ve kalb ile tasdik olmayıp, cevarih ile amel etmenin'de bu ta'rife dahil olduğu.

4- Hasseten mevzumuz ile alakalı "namaz'ın Allah'a iman etmekeen olduğu". Böylelikle bizde, "amel iman'dan cüz değildir kaidesiyle yürüyen, "namaz iman'dan" değildir diyen miirciiyye" taifesinin ve zamanımızdaki avanelerinin en sesine bir şamar indirir, bize kitab ve sünnet'e uymayı nasib eden Rabbimize hamdederiz.

 İşte bu adları geçenler, Allah'ın kendilerine ni'met ihsan ettiği peygamberlerden, Âdem soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Kendilerine Rahman olan Allah'ın (gibi) ayetleri okunduğu zaman, ağlayarak secdeye kapanırlardı". Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennemdeki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna; çünkü bunlar, zerre kadar zulme uğratılmayacaklar, Cennete gireceklerdir. Meryem Sûresi: 58/59/60

Ey Allah'ın kulu!

 Görüyorsun ki peygamberler ve salih kimselerden sonra gelen kötü neslin terk etmiş oldukları şey sadece namaz'dır. Eğer "namaz'ı terk edenin iman'ı olsaydı" hemen takib eden Âyette ancak tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenler müstesna" dermiydi? Rabbimiz ve Teâlâ. Şehvetlerine uymaya gelince, artık "namaz'ı terk ettikten" sonra onları kötülükten koruyan kalkanları elden düşmüştür. Zira Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. Ey Resulüm! namaz'ı kıl. Gerçekten "namaz, kötü işten ve münker'den alıkor".

Ankebut Sûresi: 45 Taberi (R.A.) meşhur Tefsirinde şöyle diyor: Allah'u Azze ve Celle'nin vasfetmiş olduğu namaz'ı terk eden kötü nesil" mu'min olsalardı Allah'u Azze ve Celle, iman edenleri onlardan müstesna etmezdi. Ve denilmiştirki. Zikredilen kötü nesil bu ümmet'tendir bunlar Ahir Zaman'da olacaklardır. Ata İbnu Rabah'da diyor ki: "Bu kötü nesil Ümmet'i Muhammed'dendir." Mucâhid (R.A.)'da diyor ki: "Bu kötü nesil Kıyamete yakın, Ümmet'i Muhammed'in salihleri gittikten sonra gelecektir" diyor. Taberi Tefsiri 16/99

Ey Allah'ın kulu!

Subhanehu ve Teâlâ'nın Âyet'i Kerime'de zikretmiş olduğu o kötü nesli tanıyabildiysen dünya ve Ahirette felah'a erdin demektir. işte o kötü nesil namazı inkâr ederek değil sadece şehvetlerine uyarak terkettiklerinden "gayya vadisini" boylayacaklardır. O halde, onlarda ne var ki, "iman etmezler" kendilerine "Kur'ân" ya'ni "namaz 44 kılınız" Âyet'i okunduğu zaman, (Allah'ın emrine teslim olup da) "namaz kılmazlar". Daha doğrusu (namazı terk ederek) "kâfir olanlar hesab gUnünü yalanlıyorlar" .... "ancak iman edib sâlih aneller işleyenler müstesna" .... İnşikak Sûresi 20/21/22 — /— /25

 Ey Allah'ın kulu!

Yukarıdaki Âyet'i Kerime'de de görüyorsun ki. namaz'ı terk edenler iman etmemekle ve küfür'le itham ediliyorlar" sonra da "iman edenler onlardan müstesna kılınıyor" eğer namazı terk eden "kâfir" olmasa idi iman edenleı namazı terk edenlerden müstesna kılınır mıydı. Ey Allah'ın kulu! Zannetme ki bu bizim anlayışımızdır. Zira Allah'u Azze ve Celle'nin kendilerinden razı olduğu sahabe böyle anlatıyor.

Ebu'd-Derdâ (R.A.)'dan, şöyle dedi: "namazı olmayanın iman'ı da yoktur"............ Bu Eser'i abdul-Ber Temhid de (4/225) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Ve Şeyh Elbâni Terğib'de (574) tahric etmiştir. 45

BiR VAKiT NAMAZI TERK EDENlN YAPMAKTA OLDUĞU AMELLERİNİN BATIL OLDUĞU BABI

Gerçekten sana ve senden öncekilere şöyle vahy olundu: Eğer (sen bile) Allah'a ortak koşarsan, muhakkak amelin boşa gider. Ve elbette hüsrana uğrayanlardan olursun. Zumer Sûresi: 65

Kim küfrederse (ya'ni iman'ın mucibi olan amelleri yapmaz kâfir olursa) bütün yaptıkları batıl olmuştur: Ve o, Ahirette hüsrana uğrayanlardandır. Maide Sûresi: 5

 Bu Hadis'i Ahmed Müsned'in de rivayet etmiştir. Heysemi Mecmua'z-Zevaid de bu rivayetin Ravileri Sahih'in ravileridir demiştir.

Yukarıdaki zikredilen Âyet'i Kerimelerde, Allah'a şirk koşanın ve iman'ın mucibiyle amel etmeyip kâfir olanların, yapmakta oldukları amellerinin hepsinin batıl olduğunu ifâde etmektedirler. Ey Allah'ın kulu iyi bilki geçen bablarda "namaz'ı terk edenen müşrik ve kâfir olduğunu" delilleriyle isbat etmiştik, tekrarına lüzum olmasa gerek. Eğer unuttuysan tekrar dönüp okuyabilirsin. Umumi ma'na da Allah'a ve Resulüne isyan edenlerin amellerinin batıl olduğuna delâlet eden daha bir çok Âyet'i Kerime vardır ki bizim da'vâmızı te'yid eder.

 Gerçekten kâfir olub da Allah yolundan yüz çevirenler, hak kendilerine belli olduktan sonra peygambere karşı gelenler; Allah'a hiç bir şeyle zarar veremezler. "Allah onların amellerini boşa çıkarır". Muhammed Sûresi: 32

Ey Allah'ın kulu

"namazı terk ederek kafir oluş" Mevzumuza daha da açıklık getiren bir Âyet'i Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor.  Onlara: "namaz kılın, denildiği zaman, zaman kılmazlar". Yalanlayıcıların o gün vay haline. Murselat Sûresi: 48/49

Allah'ın en azim emirlerinden olan namaz emri kendisine ulaştığı halde Allah'a itaat edip'de namaz kılmayanlar bu isyanları ile yapmakta oldukları sair amellerimde batıl etmektedirler. Zira Allah ve Resulüne yapılan isyan, yapılan sair amelleri de batıl eder. Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.

 "Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat edin de amellerinizi ibtal etmeyin." Muhammed Sûresi: 33

Yukarıdan beri zikredile gelen Âyetlerin hepsinin ma'nası umumidir. Ya'ni Allah'a ve Resulüne yapılan isyan ne olursa olsun yapılan sair amelleri batıl etmektedir. Mes'elemizi hususileştiren bir Hadis'i Şeıif de Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurmaktadır. Ebu'l-Meliyh'den, şöyle dedh Biz Bureyde (R.A.) ile bulutlu bir günde gazada bulunuyorduk. Burey'de (R.A.) bize hitaben ikindini ilk vaktinde kılınız dedi. Çünkü Resûlullah (S.A.V.) "Kim ikindi namazını terk ederse onun bütün amelleri boşa gitmiştir" dedi:

Bu Hadis'i Buhari (553) rivayet etmiştir. Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki sadece bir ikindi namazını terk edenin bütün amelleri batıl oluyor da bütün ömür boyu hergünkü beş vakit namazını terk edenin hali ne olur, düşünebiliyor musun?

 NAMAZI TERK EDENlN ALLAH'DAN KORKMADIĞI BABI

Hep Allah'a dönüb itaat edin. "O'ndan korkun VE namazı kılın da" Müşriklerden olmayın.

Rum Sûresi: 31 Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Subhanehu ve Teâlâ kendisine iman eden kullarına "rablerinden korkarak namaz kılmalarını emrediyor". Ve ondan korkan kullarıda Rablerine itaat ederek secdelere kapanıyorlar. Bu Âyet'i Kerime'yi izah eden bir Hadis'i Şerifte şöyle rivayet olunmaktadır.

 Ukbet' Ibnu Amir (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'i şöyle derken işittiğini haber verdi: Resûlullah (S.A.V.) şöyle dedi: "Dağ tepelerindeki koyun çobanından Allah'u Azze ve Celle hoşlanır. Zira o namaz için ezan okur ve "namaz kılar". Buna binaen Allah'u Azze ve Celle şöyle buyurur. Şu kuluma bakın, ezan okuyup "namaz kılıyor ve benden korkuyor". Ben de o kulumun günahlarını mağfiret büyürdüm ve onu Cennetime koyacağım" der.

 Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1203) ve Nesei (2/20) Ahmed (4/145) İbnu Hıbban (260) ve Taberâni Kebir de (17/833) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Aynyeten Şeyh El-Bâni Silsiletü's-Sahıda'da (41) tahric etmiştir.

 Ey Allah'ın kulu!

 Görüyorsun ki, Allah'u Azze ve Celle "namaz kılan kulu için" kendisinden korktuğunu yaraşmaz. Hem sunuda iyi bil ki tek olan Allah'dan korkmak "la ilahe illallah'ın" iktizasındandır. Bunu izah eden bir Âyet'e Kerime'de Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor. "Ben'den başka hiç bir ilah yoktur. Öyle ise ben'den korkunuz". Nahl Sûresi: 2

 DİN'DE EN SON TERK EDİLEN AMELlN NAMAZ OLDUĞU BABI

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'den, (şöyle dedi:) Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Dininizden ilk terk edeceğiniz şey emanettir. En son da namazı terkedersiniz."

Bu Hadis'i Ebu Nuays Hıylada (6/265 ve Ahbar'da 2/213 İbnu Mes'ud'dan Taberâni kebirde (9754) Haraiti Mekarim de (77) ve Taberâni Evsatta (1/138)

Umer İbnul-Hattab'dan Evet din'den en son terk edilen "NAMAZ" olduktan sonra, artık o kişide dinden hiç bir şey kalmamıştır. Daha önceki bab'larda da Hadis'i Şerif de geçtiği gibi "namaz'ı olmayanın dini'de yoktur".

NAMAZI TERK EDENİN ÖLDÜRÜLECEĞİ BABI

 "O haram olan aylar (Zilhicce, Muharrem, Safer ve Rabiu'l-evvel) çıktığı zaman, artık "o müşrikleri nerede bulursanız öldürün"; onları yakalayıp esir edin, onları hapsedin ve geçit yerlerini tutun. "Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtlarını" verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Gerçekten Allah Gafur'dur Rahim'dir." Tevbe Sûresi: 5

 Subhânehu ve Teâlâ Resulüne ve Mü'minlere hitaben, Haram olan aylar çıktıktan sonra Müşriklerle mukatele etmelerini emrediyor. Allah'u Azze ve Celle katledilecek Müşriklerin kıtalden önce yakalanıp, geçit yerleri kesilip haspedilmelerini (ya'ni karılarını, çocuklarını ve mallarını Müslümanlara ganimet olarak helâl kılıyor.) Akabinde bütün bunlardan kurtulabilmeleri için üç şart zikrediyor.

l- Şirkten avdet ederek tevbe etmek. Ya'ni "kelime'i şehadeti" lisanen ikrar etmesi. 52

2- "Namaz kılarak" tevbe ettiğini amelle tasdik etmesi. Zira namaz kılmadığı müddetçe Kelime'i tevhidi tasdik etmemiştir.

 Bunun içindir ki, Subhânehu ve Teâlâ Kur'ân'da şöyle buyuruyor.  "Tasdik etmedi, "namaz'da kılmadı". Ancak yalanladı, (amel etmekten) yüz çevirdi." Onlara: "Namaz kılın, denildiği zaman, namaz kılmazlar. Yalanlayıcıların o gün vay haline". Murselat Sûresi: 48/49

Ey Allah'ın kulu! Âyet'i Kerime'lerden de anlaşıldığı gibi, Allah'u Azze ve Celle'nin "namaz kıl" emrine itaat etmemek, Allah'ın indirmiş olduğu hükümleri yalanlamaktır.

3- Allah'ın farz kilmiş olduğu "zekat'ı eda etmek'tir". Bu şartlan yerine getiren her kişinin canı, malı ve ırzı Müslümanlara haramdır. Bunların haricindeki günahları için allah Gafur ve Rahim'dir.

 Buhari (R. H.) bu Âyet'i Kerîme'nin izahında şu Hadis'i Şerifi zikrediyor.

. İbnu Umer (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet, "namazı kılana", zekâtı eda edinceye kadar insanlarla muharebe etmek bana emrolundu, Onlar bunları yapınca kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak İslâm'ın hakkı mukabili olmak müstesna, insanların (sair ve gizli işlerinden dolayı olan) hesabları da Allah'a âiddir. Bu Hadis'i Buhari (25) ve Muşum (22) rivayet etmişlerdir.

 Enes îbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: Ben insanlarla Allah'dan başka İlah olmadığına ve Muhammed'in O'nıın kulu V takdirde canları ve mallan bize haram olur. Ancak (İslâm'ın hakkı müstesna) ve Müslümanların, lehte veya aleyhde sahib oldukları bütün hukuka sahib olurlar. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (2641) Tirmizi (2611) ve Ahmed (2/161/269) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Abdurrahman İbnu Ebi Nuaym'dan Ebu Said' el-Hudri'den şöyle duyduğunu haber verdi: Ebu Said'el-Hudri dedi ki: Aliyyu'bnu Ebi Talib (R.A.) Yemen'den Resûlullah (S.A. V.)'e tabaklanmış bir meşin içinde henüz toprağından tasviye edilmemiş altun cevheri göndermişti. Resûlullah bu altun cevherini şu dört kişj arasında paylaştırdı: Uyeynetu'bnu Hısn, Akra'ubnu Habis, Zeydu'1-Hayl, dördüncüsü ya Alkametu'bnu Ulase idi yahud Amiru'bnu Tufeyl idi. Peygamberin sahabelerinden bir kimse: "Biz bu ihsana bunlardan daha layık bulunuyorduk" dedi. Bu söz Resûlullah'a ulaşınca: "Siz bana itimad etmiyor musunuz? Ben yedi kat semanın üstündeki Rabbu'l-İzzet'in Eminiyim. Sabah akşam bana gök yüzünün haberi (ya'ni Vahyi) geliyor" buyurdu. Bunun üzerine, iki gözü çökük, yanağının iki elmacığı çıkık, anlı yüksek, gür sakallı, başı tıraşlı, izarını yukarı çemremiş bir kişi ayağa kalkıb: "Ya Resûlellah! Allah'dan kork" dedi. Resûllah: "Veyl sana! Ben, yeryüzündeki insanların Allah'dan korkmaya en layıkı değil miyim?" buyurdu. Sonra o kimse arkasına dönüb gitti. Halid Ibnu'l-Velid: "Ya Resûlellah! Şunun boynunu vurayım mı?" dedi. Resûlullah (S.A.V.): "Hayır vurma! "Namaz kılan birisi olabilir" dedi. Bunun üzerine Halid: 56 "Ya Resûlellah! Namaz kılanlardan nice kimseler vardır ki, onlar gönüllerinde olmayan şeyi dilleriyle söylerler" dedi. Resûlullah (S.A.V.) "ben insanların kalb'lerini açmaya, karınlarını yarmaya me'mur değilim" buyurdu ........... Bu Hadis'i Müslim (1064) rivayet etmiştir.

Ubeydullah İbnu Adiy'den, Abdullah İbnu Adiyy Resûlullah (S.A.V.)'den, tahdis ederek şöyle haber verdi. Resûlullah (S.A.V.) bir gün eshabının arasında otururken, bir adam çıkageldi. Resûlullah (S.A.V.)'le konuşmasında sesini yükselterek şöyle dedi: O kişi (yani öldürmeyi istediği adam için) "Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet etmiyor mu?" "Evet ediyor Ya Resûlellah, fakat onun şehadeti yoktur." Resûlullah (S.A.V.) tekrar, "Pekiyi o adam namaz kılmıyor mu?" dedi. Adam da "Evet Ya Resûlellah, namaz kılıyor, fakat onun namazı yoktur" dedi. Resûlullah (S.A.V.)'de işte ben, Allah'dan başka ilah  ilah olmadığına şehadet edib, namazı kılanları öldürmekten nehyolundum" dedi. Bu Hadis'i İbnu Hıbban (12) ve Beyhaki (8/196) rivayet etmişlerdir.

 Ey Allah'ın kulu!

Görüyorsun ki, bu bab'ın evvelinde zikretmiş olduğumuz Âyet ve Hadis'ler, — Kelime'i şehadet'i ikrar etmeyeni, — Namazı terk edeni, — Zekât'ı eda etmeyenin, malının, canının ve ırzının müslüman'lara helâl kılındığını haber vererek öldürülmeleri gerektiğini emrediyor. Takib eden Hadis'lerde de, sadece "namazı terk edenin dahi öldürüleceğini" isbat ediyor. Binaen aleyh bir kişinin öldürülmesi için illa üçünü birden terk etmesine lüzum yoktur. Zira sahih rivayetle sabittir ki, Ebu Bekr (R.A.) sadece zekât'ı terk edenlere karşı harb ilan etmiştir. Mevzumuzla alâkalı olmadığı için burada zikretmeye lüzum görmedik.

MÜSLÜMAN OLAN KiŞiYE ÖĞRETİLECEK İLK ŞEYİN NAMAZ OLDUĞU BABI

Taberani Kebir'de ve Bezzar Müsned'inde (338) sahih bir senedle rivayet etmiştir. Heysemi Mecmeûz-Zevaid' de Raviyeleri Ricâlü's-Sahih demiştir (1/293)

AHİRETE İLK HESABI SORULACAK AMELİN NAMAZ OLDUĞU BABI

Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) buyurdu ki: "Kulun, Kıyamet gününde hesabını vereceği ilk ameli "NAMAZIDIR". Eğer namazı salah bulursa (Ya'ni hesabından kurtulursa) sair amelleri de salah bulur. (Ya'ni sair amellerinin hesabıda kolay olur). Eğer namazı ifsâd olmuş ise (Ya'ni namazın hesabından kurtulamazsa) sair amelleri de ifsad olur. (Ya'ni sair amellerinin hesabından kurtulamaz.) Bu Hadis'i İbnu Mes'ud'dan Taberani Kebir de (10435) İbnu Ebi Asım Evail de (35) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir. Ve Şeyh Elbâni

 İSLÂM'DAKİ KARDEŞLİĞİN ANCAK NAMAZI KILMAKLA MÜMKÜN OLDUĞU BABI

Eğer tevbe ederler, "namazı kılarlar ve zekâtı verirlerse, din'de kardeşleriniz olurlar". Biz Âyetleri, anlayacak bir kavme açıklarız. Tevbe Sûresi: 11

 Subhanehu ve Teâlâ bu Âyet'i Kerîme ile İslâm'daki kardeşliğin sadece namazı kılmakla mümkün olduğunu beyan ediyor. Zira namazı terk edenin "iman'dan ve islâm"dan çıkmasıyla bu kardeşliğin te'sisi muhal oluyor. Zira her "namaz"ı kılan "mu'min"dir, her "mü'min'de "kardeş"tir. Ve Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da bunu izah eden bir Âyet'i Kerîme'de şöyle buyuruyor. »  "Mu'min'ler ancak (din'de) kardeştirler." Hucurat Sûresi: 10

Madem ki "mu'minler din kardeşleridirler". Kardeş olandan başkalarını da kendilerine dost edinemezler. Zira Subhanehu ve Teâlâ Kur'ân'da Mu'min'lerden başkalarının dostluğunu kat'iyyetle yasaklıyor.

 "Ey iman edenler! Mu'min'leri bırakıb da kâfirleri dostlar edinmeyin." Nisa Sûresi: 144

"Namazı terk edenin de kâfir olduğunu", elinizdeki bu risalemiz isbat etmiştir."Ey iman edenler! Ne sizden önce kitâb verilenlerden dininizi oyuncak ve eğlence yerine tutanları, ne de diğer kâfirleri dost edinmeyin. Eğer gerçek mu'min'lerseniz Allah'dan korkun." Ve bunu takib eden Âyet'i Kerîme'de yukarıda zikredilen kâfirlerin istihzalarının ezan okunduğunda icabet edecekleri yerde namaza icabet etmemeleri ve namaz kılan mu'min'lerle eylenmeleri olduğunu beyan ederek şöyle buyuruyor. Maîde Suresi 57

(Ezan'la) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman  "namaz'ı" bir eğlence ve oyun yerine koyuyorlar. Bu davranışları, kendilerinin aklı ermez bir topluluk olmalarındandır. Mâide Sûresi: 58

 Ey Allah'ın kulu! Bu âyet'i Kerîme'nin delaletiyle iyi anlamalısın ki, ezan'ı işittiği halde "namaz'a" icabet etmeyen ve Allah'ın emirlerini hiçe alarak istihza edenler bizim dostlarımız değillerdir. Bizim dostlarımız, Allah, O'nun Resulü ve "namaz kılan mu'min'lerdır". Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

 "Sizin dostunuz ancak Allah'la O'nun Resûlü'dür; bir de iman edenlerdir ki, onlar namaz'ı kılarlar" ve namaz kılar oldukları halde zekât verirler. Mâide Sûresi: 55

NAMAZ'I TERK EDENİN MÜSLÜMAN'A, MÜSLÜMAN'IN DA NAMAZ'I TERK EDENE MİRASÇI OLA MACAĞI BABI

Bu Hadis'i Buhâri (6764) Müslim (1614) Ebu Dâvud (2909) Tirmizi 42108)ibnu Mâce (2729) Dârimi (3002) Mâlik (2/519) ve Ahmed (2/200) rivayet etmişlerdir.

 Ey Allah'ın kulu! Bundan önceki bablarda da okuduğun gibi "namaz'ı terk edenin kâfir" olduğunu isbat ettik, ayrıyeten burada zikretmeye lüzum olmasa gerek. Hadis'i Şeriflerin delaletiyle namazı terk edenin kâfir olduğuna kail olan, "ehli hadis'in" imam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'de "Namazı terk edenin Müslüman'a, Müslüman'ın da namaz'ı terk edene mirasçı olamıyacağına kail olmuştur. Kendisinden, de şöyle bir rivayet nakl olunmuştur. Abbas İbnu Muhammed el-Yemâmi Tarsus'da haber vererek şöyle dedi: Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed İbnu Hanbel'e) Resûlullah'dan rivayet olunan, terk ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)

NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI

"Ey mu'minler! Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221

 Ey Allah'ın kulu!

 Risalemizin başlarında "namazı terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «

Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse (âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu! Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?

 Umer Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan nedir söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618) Binaen aleyh "namazı terk eden kadının da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.

 Muhammed İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip "namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed Ahkamu'n-Nisa (206)

 NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI

Peygamber'in zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.

 Hadis'i Şerifin hülasası:

1- Namaz kıldığı müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir. İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.

2- Halifeler "namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı olmamak gerekir.

"namazı terk ederse kâfir olmuştur" dedi. Binâen aleyh dedim ki: Pekiyi "namaz kılmayandan miras alınır mı?" Cevaben de şöyle dedi: Hayır ne "miras alır ve ne de miras'ı alınır". Ahmed İbnu Hanbel Ahkamu'n-Nisa'da (208)

 NAMAZ KILMAYAN ERKEK VE KADININ NİKÂHLARININ SAHlH OLMADIĞI BABI

"Ey mu'minler! Allah'a şirk (ortak) koşan kadınlarla, onlar iman etmedikçe evlenmeyin. İmanı olmayan müşrik bir kadın sizin hoşunuzada gitse de, iman etmiş bir câriye elbette ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de irnan etmedikçe onlara mu'min kadınları nikahlamayın; müşrik bir erkek sizin hoşunuzada gitse mu'min bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi Cehenneme çağırırlar. Allah ise izniyle Cennet'e ve mağfirete da'vet ediyor da Âyet'lerini insanlara beyan buyuruyor. Olur ki, düşünüp ibret alırlar." Bakara Sûresi: 221

Ey Allah'ın kulu!

 Risalemizin başlarında "namazı  terk edenin müşrik olduğunu" isbat etmiştik, burada tekrarına lüzum olmasa gerek. Binaâen aleyh namazı terk eden her erkek ve kadın bu Âyet'i Kerîme'nin muhatabıdır. «

Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöylş buyurdu: "Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı için, soyu için, güzelliği için, "dini için". Sen (bunlardan "dindar olanını) seçmeye çalış, değilse (âhirette) fakirliğe düşersin." Bu Hadis'i Buhâri (3/16) ve Müslim (1466) rivayet etmişlerdir.

Ey Allah'ın kulu!

  Görüyorsun ki, Allah Resulü sadece dini olan kadınları nikahlamamızı emrediyor. Daha önceki bablarda da geçtiği gibi, Allah Resulü şöyle buyurmuyor mu?

Umer Ibnu'l-Hattâb (R.A.)'dan, şöyle dedi: Adamın biri gelerek Resûlullah (S.A.V. )'e şöyle dedi: Yâ Resûlellah, Allah indinde İslâm'da, en efdal olan 65 nedir söyler misin?" Resûlullah (S.A.V.) "Namazı vaktinde kılmaktır" dedi. "Zira namazı terk edenin dini yoktur". Bu Hadis'i Beyhaki Şuab'ul Iman'da hasen bir senedle rivayet etmiştir. El-Kenz (21618)

 Binaen aleyh "namazı terk eden kadının da dini yoktur" böylelikle şer'i bir nikâha müsâid değildir. Ehli Hadis'in İmam'ı olan Ahmed İbnu Hanbel'den de şöyle bir kavil rivayet edilmiştir.

Muhammed İbnu'1-Fadl İbnu Ziyad'dan, (şöyle dedi:) Ahmed İbnu Hanbel'e, kocası içki içip "namaz'ı kılmayan" bir kadın'dan soruldu, Ahmed İbnu Hanbel de cevaben, "Eğer o kadının velisi varsa ikisini ayırır" dedi. Ahmed Ahkamu'n-Nisa (206)

NAMAZ KILDIĞI MÜDDETÇE HALİFEYE İSYAN EDİLEMlYECEĞİ BABI

 Peygamber'in zevcesi Ününü Seleme (R.A.)'dan, o da Resûlullah (S.A.V.)'den, Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Şu muhakkak ki, sizin üzerinize bir takım âmirler ta'yin olunacak da sizler onların işlerinden bazısını güzel göreceksiniz, bir kısmını da çirkin görüb inkâr edeceksiniz. Çirkin işi çirkin gören onun günahından beri olur. İnkâr ve red eden de günaha iştirakten salim olur. Fakat çirkin işe rızâ gösteren ve o işte faillerine tabi olan ise günahdan beri olmaz, cezadan salim kalamaz." Sahâbiler: "Yâ Resûlellah! Böyle münker iş yapan âmirlerle mukatele yapmayalım mı?" diye sorduklarında Resûlullah: "namazı kıldıkları müddetçe hayır" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (1854) rivayet etmiştir.

 Hadis'i Şerifin hülasası:

1- Namaz kıldığı müddetçe halifeye isyan edilemiyeceği. Halife'den maksad devlet idarecisidir. İyi bilinmelidir ki, zamanımızdaki devlet idarecilerinin hiç birisi, Hâlife değildir. Halife bile olmuş olsalardı hepsinin katledilmesi gerekirdi, zira hiç birisi namaz kılmıyor. Onlarla mukatele edecekleri yerde devlet reisi diye itaat edip, karşılarında el pençe duranların kulakları çınlasın.

2- Halifeler "namaz kılar bile olsalar" yaptıktan kötü işleri reddedip razı olmamak gerekir.

 Muaz Ibnu Cebel (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) Tebûk gazvesinde iken ......... Güneş batıya doğru kaydıktan sonra hareket etmeyi niyet ettiğinde öğle ile ikindiyi (öğle vaktinde) beraberce cem ederek kılar sonra hareket ederdi. ................. Güneş battıktan sonra yola çıkmayı niyet ettiği zaman ise, yatsıyı acele ettirerek akşam namazı ile (akşamın vaktinde) cem ederek kılar, sonra hareket ederdi. Bu Hadis'i Ebu Dâvud (1220) Tirmizi (2/438) ve Ahmed (5/241) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Zikredilen Hadis'i Şerif'de seferde iken ikindiyi öğlenin vaktinde öğle namazı ile, yatsıyı da akşamın vaktinde akşam namazı ile kılınabileceğine ruhsat vardır. İyi biline ki, namazın kazasına ruhsat veren gayretkeşler, sarih nas olduğu halde seferde cem etmeye ruhsat vermemektedirler. Vaktinden sonra kılınmasına! cevaz veren mazeretler ise şunlardır.

 Enes Ibnu Mâlik (R.A.)'dan, Resûlullah (S.A.V.)'den, haber vererek şöyle dedi: Yolculuk acele sürüp gittiği zaman Resûlullah (S.A.V.) öğleyi, ikindinin ilk vaktine kadar bırakır, müteakiben her iki namazı cem' ederdi. Akşam namazını da kızıllık kayb 72 olana kadar geciktirir, sonra yatsı namazı ile cem' ederdi. Bu Hadis'i Müslim (704) rivayet etmiştir.

 Enes İbnu Mâlik (R.A.)'dan, şöyle dedi: Nebiyyu (S.A.V.) buyurdu ki: "Her kim ki namazı unutarak veyahut uyuyarak kılmazsa, hatırladığında veyahut uyandığında kılsın, bundan başka o namazın kefareti yoktur. Bu Hadis'i Buhâri (597) ve Müslim (684) rivayet etmişlerdir.

İbnu Abbas (R.A.)'dan, şöyle dedi: Resûlullah (S.A.V.) Medine'de korku ve yağmur olmaksızın öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldı. 73 (Ravilerden Veki'in hadisinde ise) Dedim ki: İbnu abbas'a: "Bunu niçin yaptı?" dedim. "Ümmetine zorluk vermemek için" dedi. (Ebu Muaviye'nin hadisinde ise) İbnu Abbas'a: "Bunu ne maksatla yaptı?" diye soruldu. "Ümmetine güçlük vermemek istedi" dedi. Bu Hadis'i Müslim (705) rivayet etmiştir.

 Bu bab'daki Hadis'i Şeriflerin hülasası:

1- Seferde iken, öğle ile ikindinin, akşam ile yatsının birbirlerinin vaktinde takdimen ve te'hiren kılınabileceğine delâlet eder.

2- Hadar'da da bazı şer'i mazeretlere binaen bu namazların birbirlerinin vaktinde takdimen ve te'hiren kılınabileceğine delalet eder. Tenbih: Hadar'da cem etme iyi bilinmelidir ki, Ümmet'e ağırlık olmaması için bir ruhsattır. Bu zorluğu herkesin kendisi ta'yin eder. Değilse şialar gibi devamlı cem etmeye ruhsat yoktur.

 Bu bab'daki Hadis'i Şeriflerin hülasası:

 1- Seferde, öğle ile ikindi namazını öğle vaktinde akşam ile yatsıyı da akşamın vaktinde kılına bileceğine delalet eder.

2- Seferde, öğle ile ikindiyi ikindinin vaktinde ve akşam ile yatsıyı, yatsının vaktinde kılınabileceğine delalet eder.

3- Unutarak veyahut uyuyarak kılanamayan namazın, takdimen veya te'hiren cem ederek kılınabileceğine delalet eder. Yukarıdaki zikredilen şer'i mazeretlerin haricinde namazları vakitlerinin dışında kılınmaya ruhsat veren başka bir şer'i mazeret yoktur.

 BAZI ŞÜBHELERÎN İZALESİ BABI

Namazı terk edenin hakkındaki varid olan bu hükümlerin ağır geldiği bazı şübheciler, "BEYNAMAZLARIN" gayretli müdafileri olarak, bize bazı sorular tevcih ederek bunca nassın karşısında anlayamadıkları bazı Âyet ve Hadis'lerle, sanki Allah'ın dininde bir birine zıd hüküm isbat edercesine itirazda bulunmaktadırlar. Zira bunca zikredilen Âyet ve Hadis'ler "namaz'ı terk edenin, kâfir, müşrik, imansız ve dinsiz" olduğunu isbat ettikten sonra "hayır namazı terk eden müslümandır" demek ve birde bunu Kur'ân ve Hadis'le isbattan maada ifsad etmeye çalışmak, "Allah'ın dininde tezat olduğunu iddia etmektir". Ey Allah'ın kulu! Şunu iyi bilmelisin ki, "vahy-i ilâhi olan kitab ve sünnet'te" birbirine zıd hükümler yoktur. Böyle bir şeyi düşünmek dalalet, bilmeden söylemek ise cehaletin katmerlisidir. Binaen aleyh Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki: ma'nasmı düşünmeyecekler mi? Eğer o (Kur'ân) Allah'dan başkası tarafından olsa idi, muhakkak ki içinde birbirini tutmayan bir çok sözler ve hükümler bulacaklardı. Nisa Sûresi: 82

Başka bir Âyet'i Kerîme'de ise şöyle buyuruyor: Allah sana "Kur'ân'ı ve sünnet'i" indirdi: Evvelce bilmediklerini sana öğretti." Nisa Sûresi: 113

Binaen aleyh Resûlullah (S.A.V.) buyuruyor ki:   Ebu Hureyre (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Ben hak olandan başka bir şey söylemem." Ashabından bazıları "Pekiyi yâ Resûlellah sen bazen bizimle şaka da yapıyorsun (ya'ni bunlarda mı hak) "Evet ben haktan başka bir şey söylemem" buyurdular. Bu Hadis'i Ahmed (2/340) ve Tirmizi (2058) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.

Madem ki Allah Resulü (S.A.V.)'in her söylediği haktır, hak olan sözlerde de birbirine muhalif kaviller bulunmaz, zira ihtilaflı birbirine uymayan sözler batılın hakkıdır.

 Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki:  "Hak olandan sonra da dalaletten başka ne vardır?" Yunus Sûresi: 32

Ey Allah'ın kulu! Bu külli kaideyi iyi anladı isen sana anlatılan her mes'eleyi rahatlıkla anlayacağın muhakkaktır. Şimdi anlayamadığın her mes'eleyi sorabilirsin.

Soru: Deniliyor ki, sahih Hadis'te sabittir, "la ilahe illallah diyen herkes cennete girecektir" binaen aleyh namazı terk eden kâfir olamaz âsi günahkâr bir müslümandır, buna ne dersiniz? Bize cevab verin Allah da size ecir versin.

 Cevab: Evet Allah Resulü (S. A. V.)'den öyle bir sahih Hadis ya'ni "Allah'tan başka ilah yoktur diyen herkes cennet'e girecektir" diye bîr rivayet varid olmuştur. Yalnız istidlal mevzuu hatalıdır. Zira şimdiye kadar bu risalemizde namazı terk edenin hakkında nakl etmiş olduğumuz bütün rivayetlere muhalif bir istidlaldir. Zira "namazı terk eden müşrik'tir, kâfir'dir, dini ve iman'ı yoktur" diyenle "la ilahe illallah" diyen herkes cennete girecek diyen aynı zattır, ya'ni Allah Resulü (S.A.V.)'dir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi Allah'ın dininde birbirine muhalif hükümlerin bulunması hakkaniyyetine zıddır. Böyle bir şey düşünülemez bile.

 — Fakat diyebilirsiniz ki evet dediğiniz gibi dinde birbirine muhalif hükümler yoktur ama bize anlatanlar böyle anlattığı için biz böyle anlıyoruz. — Biz de deriz ki, burada size anlatılmayan ve anlamakta istemediğiniz mühim bir mes'ele var.

 Evet Allah Resulü (S.A.V.) buyuruyor ki:  Ubadet' Ibni es-Samit (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.)'den, şöyle buyurdu: "Her kim Allah'dan başka ilah ve Muhammed'in Resulü olduğuna şehadet ederse Allah ona cehennem'i haram kılmıştır." Başka bir rivayette ise şöyle varid olmuştur: "Her kim ki, Allah'tan başka ilah yoktur derse cennet'e girer" denilmiştir. Evet La ilahe illallah diyen cennet'e girer fakat şunu iyi bilmek gerekir ki, bu sözün muktezası vardır. Herkesin ma'lumudur ki, gereği yapılmayan her sözün insanlar indinde değeri yoktur, insanlar arasında böyle olunca biz nasıl olurda bizim yanımızda değer taşımayan şeylerin Allah indinde değerli olmasını taleb ederiz. Allah'tan başka ilah yoktur diye ikrarda bulunan kişi, Bunu daha bariz bir şekilde izah edebilmek için o şübheciye şöyle bir soru tevcih etsek ne der acaba.

 — Bir kişi düşünün ki "Allah'tan başka ilah yoktur" sözünü, ikrar ediyor, sadece Kur'ân'ın Ayet'lerinden bir tek Âyet'i inkâr ediyor, acaba bu kişinin hükmü nedir? Tabiîki şübheci efendi "kâfirdir" diyecektir. Pekiyi senin kaiden üzere bu kişi "Allah'tan başka ilah yoktur" diyor, ne dersin sen de "la ilahe illallah" diyen kişiyi tekfir ediyorsun. Böylelikle az önceki kaideden irtidad etmiş olmadın mı? Bu sorunun karşısında ne diyeceğini şaşıran şübheci kendisini toparlayarak, evet ama Kur'ân'ın bir tek âyet'ini de olsa inkâr edenin kâfir olduğuna Kur'ân'dan ve Hadis'ten sarih nass vardır diye itirazda bulunmaya başladı.

— Bizde dedik

ki: Be Allah'ın kulu risalenin başından beri bizim zikrettiğimiz naslar nedir, bunlar sana namazı terk edenin kâfir, müşrik, dinsiz ve imansız olduğunu isbat etmiyor mu? — Evet ama "namazın farziyyetini inkâr etmiyor". — Pekiyi sen bize namazın farziyyetini inkâr eden kâfir olur diye birtek nas bulabilir misin? Eğer böyle bir şey yapabilirsen bizde kavlimizden avdet ederiz. Dikkatlice okuduysan farkına varmışındır ki zikretmiş olduğumuz bütün deliller, namazı terk edenin müşrik, kâfir, namazı olmayanın dinsiz ve imansız

 olduğuna delâlet "Kendilerine Kur'ân (ya'ni "namaz kılın" emri) okunduğu zaman, secde etmezler. (Ya'ni "namaz kılmazlar". Daha doğrusu, o "kâfir olanlar" bu (halleri ile ya'ni namaz kılmayışları ile, Allah'ın azabından korkmayarak âhireti) tekzib ederler." Inşikak Sûresi: 20/21

"Onlara "namaz kılın" denildiği zaman, "itaat edip namaz kılmazlar". (Namaz kılmayarak Allah'ın hükümlerini) yalanlayanların o gün vay haline." Murselât Sûresi: 48/49

 "Bizim Âyet'lerimize öyle kimseler iman ederler ki, Âyet'lerimizle kendilerine öğüt verildiği zaman, secdelere kapanırlar ve rab'lerine hamd ile teşbih ederler de kibirlenmezler". Secde Sûresi: 15

 Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, "namazı terk ettiler", şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennem'deki "gayya" vadisini boylayacaklar. Ancak "tevbe edip iman eden ve salih amel" işleyenler müstesna." Meryem Sûresi: 59

Ey Allah'ın kulu

görüyorsun ki, yukarıda zikredilen taifeler "namazı kılmayarak" bu hareketleriyle Allah'ın Âyet'lerini yalanlamış oluyorlar, senin dediğin gibi namazın farziyyetini inkâr ederek değil. Bu Âyet'lerin karşısında sükût eden, şübheci başka bir itiraz getirmek istercesine biraz düşündükten sonra şöyle dedi. — Pekiyi kabul edelim ki "namazı terk eden müşrik ve kâfirdir" bize deniliyor ki, şirk ve küfür iki kısımdır,

1- islâm'dan çıkaran şirk ve küfür.

2- İslâm'dan çıkarmayan şirk ve küfür.

Acaba namazı terk eden kişi bunların hangisinde vuku' bulmuştur ki, siz hemen namazı terk edene müşrik ve kâfir diyorsunuz.

Cevap: Biz ümid ederiz ki, namazı terk eden islâm'dan çıkarmayan şirk ve küfürde vuku' bulmuştur. Hem biz milyonlarca müslümana müşrik veya kâfir diyemeyiz.

Ey Allah'ın kulu iyi dinle, senin bu müşkilatın geçen mes'elen kadar mühim değil fakat tahrif yönünden çok şerli bir mes'eledir. Evet söylemiş olduğun gibi şirk ve küfür iki kısımdır.

Birincisi islâm'dan çıkaran kısım, ikincisi ise islâm'dan  çıkarmayan kısmıdır. Biz sana önce şirki anlatalım, sonra da küfrü anlatırız.

Şirkin kısımları şunlardır:

 1- Sahibini ebedi cehennemde koyan şirk.

2- Küçük şirk denilen gizli şirk ya'ni riya.

Biz sana önce küçük şirk ya'ni sahibini ebedi cehenneme sokmayan "riya"dan bahsedelim, sonra sen kendin büyük şirkin ne olduğunu anlarsın bi iznillah.

Ahmed Ibnu Hanbel Müsnedin'de Resûlullah (S.A.V.)'den şöyle bir Hadis rivayet etmektedir.  Mahmud Ibnu Lebid (R.A.)'dan, (şöyle dedi:) Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir". Sahabeler dediler ki: "küçük şirk nedir yâ resûlellah?" Allah Resulü (S.A.V.)'de cevaben "küçük şirk riyadır" buyurdu. Bu Hadis'i Ahmed Ibnu Hanbel (5/428) sahih bir senedle rivayet etmiştir.

Ve başka bir Hadis'i Şerif'de de Resûlullah (S.A.V.) Ebu Said el-Hudri (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir gün bizler kendi aramızda "mesihu'd-deccaF'dan konuşurken Allah Resulü (S.A.V.) çıka geldi. (Bize hitaben) şöyle buyurdular: "Benim yanımda sizin için "mesihu'd-deccaP'dan daha korkulu bir şeyi size haber vereyim mi?" Bizde "Evet yâ Resûlellah haber verin" dedik. (O) "gizli şirk"tir buyurdular. Kişi namaz kılmaya kalkar da birisinin kendisine baktığını anlayınca namazını güzelleştirir" dedi. Bu Hadis'i Ibnu Mace (4204) ve Beyhaki hasen bir senedle rivayet etmişlerdir.

 Yukarıdaki zikredilen Hadis'i Şerifler "İslâm'dan çıkarmayan" şirkin ne olduğunu itiraz bırakmayacak bir şekilde izah etmektedir. Ya'ni küçük şirkin "diya" olduğunu anladıktan sonra namazı terk etmenin "büyük şirk" olduğunu anlamışındır artık.

 Küfrün kısımlarına gelince onlar da şöyledir:

 1- Küfrü Billah.

2- Küfrü'n-Ni'me.

 Cabir İbnu Abdullah (R.A.)'dan, şöyle dedi: Bir bayram günü Resûlullah (S.A.V.) ile birlikte namazda hazır bulundum. ................. İnsanlara, Allah'a karşı takva üzere bulunmalarını emir, Allah'u Teâlâ'ya itaata teşvik ederek va'z ve tezkir'de bulundu. Sonra yürüdü. Kadınların bulunduğu tarafa gelince onlara da va'z ve tezkirde bulundu. Onlara. "Sadaka verin. Zira siz kadınların çoğu cehennem kütüğüdür" buyurdu. Kadınların en hayırlılarından ve yanakları kırmızımtırak olan biri ayağa kalkıp: "Yâ Resûlellah! Niçin?" diye sordu. Resûlullah: "Çünkü siz halinizden çokça şikâyet eder, ni'met'e karşı küfür (ya'ni nankörlük) edersiniz" cevabını verdi. Bu Hadis'i Müslim (885) rivayet etmiştir.

 Böylelikle de islâm'dan çıkarmayan küfrün ne olduğunu öğrenmiş oldun. Aslında, şirkin izahından sonra böyle bir izaha lüzum yoktu, ama yine de faidesi olur inşa' Allah. Şübhecilerin getirmiş oldukları başka bir itiraz da şudur.

 Resûlullah (S.A.V.) rivayet olunuyor ki: Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'dan, şöyle dedi:  "Günde beş vakit namazı Allah (müslümanlara) farz kıldı. Kim abdestlerini güzel alarak, rukularına, huşularma riayet ederek, onları vaktinde kılarsa, o kimse Allah'u Teâlâ'dan hatasını af edeceğine ahd ya'ni söz almış olur. Kim böyle yapmazsa Allah'u Teâlâ onu ahd ya'ni söz vermiş olmaz, dilerse o kimseyi bağışlar, dilerse azab eder. Bu Hadis'i Ebu Davud (421) Ahmed ve Nesei (462) rivayet etmişlerdir.

Bu zikredilen rivayette, namazı terk edeni Allah isterse af eder, isterse azab eder diye bir lafız yoktur. Zira namazı vakitleri içerisinde rukuları ve huşuları ile muhafaza etmemek başka, namazı terk etmek başkadır. Zira namazdaki itmi'nanın zayi olmasıyla kişinin İslâm milletinden gayrı bir millette öleceğine dair rivayetler bir hayli kabarıktır.

Hem de bizzat Ubadet' İbnu es-Samit (R.A.)'nun kendisinden namazı terk edenin İslâm milletinden çıktığına dair rivayet vardır ki, geçen bablarda zikrettik, burada zikrine lüzum olmasa gerek.

 İbnu Hazm (R.H.) meşhur "muhalla"nam eserinde şöyle diyor. Bu mevzuda ya'ni namazın terki hususunda bize, Umer İbnu'l-Hattab, Muaz İbnu Cebel, Abdurrahman İbnu Avf Ebu Hureyre ve daha sair sahabelerden (R.A.)'den namazın farz olduğunu bilerek terk edenin "kâfir ve mürted" olduğuna dair bir çok rivayetler ulaşmıştır. Sahabelerin bu icma'ına muhalif hiç bir şey duyulmamıştır.

Mezheb imamlarından, Hadis ehlinin imamı kabul edilen Ahmed İbnu Hanbel'de namazı terk eden için şöyle diyor. "Namazı terk eden kâfirdir, mürted"dir, tevbe etmesi istenir. Eğer tevbe etmezse böylece öldürülür, ne yıkanır ne namazı kılınır ve ne de müslüman kabristanlığına gömülür.

 İbnu Teymiye (R.H.)'de "vasiyyet'ul-kübra"da şöyle naklediyor. Buluğ çağına ermiş birisi farz namazlarından birisini terk eder veya farziyyetinde ittifak edilen erkanlarından birisini terk ederse, tevbe ettirilir eğer tevbe etmezse öldürülür. Âlimlerden bazıları ise şöyle demişlerdir, namazı terk eden kâfir'dir mürted'dir, ne namaz) kılınır ve ne de gömülür. Vasiyyetu'l-Kübra (320) V elhamdülillah! rabbi-1-âlemin

 

TASAVVUFA REDDIYE

 

210. Bize el-Hakem Ibnu'l-Mübârek haber verip (dedi ki) bize Amr b. Yahya haber verip dedi ki; babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'ım kapısının önünde otururduk. Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Musa el-Eş'arî yanımıza geldi ve; "Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mesûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi: "Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığını bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a şükür, hayırdan başka bir şey görmüş değilim. (Abdullah) "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan görecek-1, sin" dedi (ve) şöyle devam etti: "Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşlan var. (idareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La İlahe İllallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe İllallah diyorlar. Yüz defa Sübhanallah deyin diyor, onlar da yüz defa Sübhanallah diyorlar." (Abdullah b. Mes'ûd); "Peki onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek" -onlara bir şey söylemedim." dedi. Dedi ki; "onlara kötülüklerini sayıp (hesab etmelerini) enıretseydin ve, (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence versey-,. din ya!" dedi. Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm nedir?" Dediler ki; "Ebû Abdirrabman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Ellahu Ekber, La ilahe İllallah ve Sübhanallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki; "artık kötülüklerinizi sayıp (hesab edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ümmet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz! Peygamberinizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş; kabları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Mu-*-hammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır.) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız." Onlar; "Vallahi, Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) İstedik" dediler. (O da) şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Resû-lullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişdi ki; Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek. Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi .

(Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük."

 

Bu hadisi muhtasaran Taherâni de rivayet etmiştir (Mecmeu'z-Zevâ'id, 1/181). Hadisin merfû kısmı için bkz. Müslim, Müaâfirîn, 275 (1/663); İbn Mâce, Mukaddime, 12 (1/59); Ah-med b. Hanbel, 1/380 , 404

 

ASRIN MODRERN PUTPERESTLİĞİ

 

Hamd, ancak Allah içindir. O'na hamdeder. Ondan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrrinden amel­lerimizin kötülüğündan O'na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.

 

Alllah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. O tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederm ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulu'dur.

 

. Bundan sonra: "Muhakkak ki, sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed (sav)'in yoludur. İşlerin en kötüsü ise sonradan uydurulandır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid'at, her bid'at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir" (Müslim 867)

 

Din; insanları kendi iradesiyle doğru yola çağıran ilahi, yani Allah (cc) tarafından vaz ve teşri edil mis bir kanundur. Allah'tan başka din vaz etmeye veya dinin bazı hükümlerini değiştirmeye kimsenin yetkisi yoktur.

 

Din; insanın ahlakını düzeltmeyi vicdanını temizlemeyi ferdin toplumu ve toplumun yararlı olmasını sağlamayı ve nihayet insanın dünya ve ahiret saadetine kavuşmasını temin etmeyi hedef tutapo bütün maddi kuvvet ve kanunlardan ayrı manevi ve vicdani bir kanundur. ,.,.-,.u n .

 

Din; insanın herşeyini bilenler ihtiyacını temin kudretinde, olan^fçjpla-yısıyla* dünya ve ahirette insanı saadete götürecek yolu gösteren yalnız bir insanda değil, bütün insanlarda kainatta mutlak bir tasarruf ve idare kuvvetine sahip olan Al­lah (cc) tarafından vaz ve.tesri edilmiş olması lazımdır.

 

Din Allah'ın koyduğu ve Peygam­berleri vasıtasıyla insanlara bildirdiği esas ve kanunlardır. Allahtan başka hiçbir kimse din koymaya yetkili değildir. Bunun için hiç kimse Allah'ın emri olmayan hiç bir hükmü koyamaz ve hiç bir emri veremezler. Allah (cc) Peygamberin kendi fikirlerini din diye tebliğ edemeyeceğini kesinlikle beyan ediyor: O, (Peygamber) arzudan konuşmuyor. O, (Peygamberin ) söylediğ vahyediien bir vahiyden başka birşey değildir" (Necm'3,4)

 

Din; ilahi bir kanundur. Fakat dünyada birçok dinleri n mevcut olduğunu görüyoruz. Bunların hepsinin hak olduğunu kabul etmek imkansızdır. Zira bu dinler arasında birçok ihtilaflar vardır. Bu ihtilafların hepsi hak olmayacağına göre, birinin hak ve doğru, diğerlerinin batıl ve yanlış olması icabeder. O zaman ortaya bir sorun çıkıyor, o halde bunların hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu ve hangisine uymamız gerektiğini nasıl öğreneceğiz, örneğin Hristiyanlığın esası tevhid akidesi olduğu halde, bu akide papazlar tarafından değiştirilerek teslis (üçleme) sekiline sokulmuştur. Onlara göre kainatın yaratıcısı üçtür. Lakin kendileri de bu üçün kimler olduğunda ittifak edememişlerdir. Kimisine göre Allah, Isa, ve Ruhul'kudüs, kimisine göre Allah, İsa veîsanın anası, Kimisi deyaratıcının yalnız İsaolduğunuvebirkısmı da isa'nın Allah'ın oğlu olduğunu iddia ediyorlar.

 

'"> İştegörülüyorki böylebirdin gerçek din olmaktan çok uzaktır. Diğer dinler de buna benzer hurafelerle doldurulup hakiki kimliklerini kaybetmişlerdir. Şu halde bize Allah (cc) tarafından gönderilen ve hiçbir değişiklik ve tahrife uğramıyan bir din aradığımız zaman karşımızda yalnız İslam dinini buluruz. Zira, Allah (cc) tarafından gönderildiği ve Hz. Muhammed (sav) tarafından bize tebliğ edildiği gibi durmak­tadır.

 

İslam dini, her zaman her yerde, her ferdin ve her toplumun bünyesine uygun ve her türlü din ihtiyaçlarına cevab verir. Şu halde Allah (cc) tarafından gönderilmeyen emir ve hükümlerin hiç birine islam dininde yer yoktur. Sonradan uydurulup "Din" diye ortaya atılan işleri bizzat Allah rasulu (sav) reddetmiş: "Her kim ki bu (din) işimizde, ondan olmayan birşey ihdas ederse o kendisince reddedilir" (Müslim) Zira dinimizin eksiktarafı yoktur. "Bugün size dininizi tamamladım" (Maide 3) ayeti celilesi ile Cenâb-ı Hak eksik kalmadığını beyân ediyor. Eğer her uydurulanı din olarak kabul edersek o zaman din namına birşey kalmaz. O takdirde herkes ayrı bir fikir ileri sürer, bunu din diye kabul ettirmeye çalışır ve her fikir ayrı taraftar bulur ve bu surette de sayısız dinler meydana gelmiş olur. Aynı günümüzde, mezheblerini, tarikatların bolca olduğu ve bribirleriyle takışmasınlar diye millete hak diye yutturdukalfı gibi Allah azze ve Celle "Şüphesiz benim doğru olarak yolum budur. Ona uyun ve ayrı yollara tabi olmayın ki sizi onun yolundan ayırıp parçalamasınlar" (En'am 153) ayeti celilesi ile bizleri islam dininde toplamaya ayrı ayrı yollara sapmadan davet ediyor.

 

Din ve ibadet işlerinde hiçbir yenilik kabul edilmez. Çünkü o zaman din değişi r ve asi ma aykırı düşmüş olur. Mesela, Farz olan namazlar beş iken, biz bunlara iyi diye altıncı bir farz ilave edebilir miyiz? Ramazan orucu iyi diye bir aydan, bir buçuk aya çıkarabilir miyiz? Böyle birşey yaptığımız takdirde bunu asıl çığırından çıkarıp başka bir şekle sokmuş olmuyor muyuz? ve bu da dini değiştirmek değil midir? Biz bize nasıl emredilmişse öyle yapmak zorundayız. Allah rasulu (sav): Dinde uydurulmuş işlerden sakının, çünkü uydurulmuş herşey bid'attır. Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir. (Müslim 867) başka bir hadisde: Allah Rasulu (sav)"Kim bu işimizde (dinde) olmayan birşey uydurursa o reddedilmiştir" (Buhari ve Müslim)

 

Peygamber (sav) bid'atleri reddet­tiği gibi onun vefatından sonra arkadaşları da bu yolda titiz de davranarak dinden olmayan işlerle mücadele etmişlerdir.

Mesela sahabe büyüklerinden Abdullah Bin Mes'ud (ra) bir mescitte akşam namazından sonra Cemaatten birinin; şu kadar teşbih, şu kadar hamd, şu kadar tekbir getirirseniz, dediğini ve cemaatın da öyle yaptığını haber almış, bunun üzerine oraya gitmiş, öyle dediklerini işitmiş ve kızarak şöyle demiştir: "Ben ibni Mes'udum. Sizler bu hareketinizle ya haksız yere bir bid'at getirdiniz, yahutMuhammed'in (sav) ashabına ilimce üstün geldiniz" demiştir.

Dinde yegane mercii olan Allah (cc) tarafından nasıl bildirilmişse o şekilde olması gerektir. Şu halde, dine yapılan ilaveler asla din olamaz ve dinin çerçevesini aştığı için insanı helaka götürür. Allah Rasulu (sav) "İfrattan sakınınız. Çünkü evvelkilerin helak olmalarının sebebi, dinde ifratları idi" buyuruyor. (Nesai)

' Konunun bu aşamasında, Müslü­manlığın ve İslam toplumunun sinesinde öyle derin bir yara açan ve bunun tedavisi hiçdekolaygörülmeyen modern putperest­liğe ve tasavvufa biraz değinmek istiyorum. Çünkü bu yara asırlarca açık kalmış giddikçe derinleşmiş, derinleştikçe etrafa yayılmış ve nihayet İslamiyetin vucudunjun hemen her tarafını sarmıştır. Bu yara nedir biliyor musunuz? Tefrika, müslümanlan parçalamak, grublara bölmek ayrı ayrı fikirler etrafında toplamak ve bu suretle İslamiyetin muhteşem binasını ve İslam camiası içindeki milletlerin milli birlik ve beraberliklerini yıkıp ortadan kaldırmaktır. Derin yara işte budur. İslamiyetin ilk çağında bütün müslümanlar, Allah'ın "Müminler ancak kardeştirler"(Hucurat "10) emri etrafında toplanarak, Allah'ın "dini doğrultun ve onda tefrika yapmayın" (Şura 13) emrine sadık kalarak, Allah'ın "Allah'a ve Rasulune itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Aksi halde başarısızlığa uğrarsınız ve kuvvetiniz yok olup gider. Sabredin; şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfal 46) emrine inanarak

 

çalıştıkları ve bunun için üstün başarılar sağlamışlardır.

 

Müslümanların parça parça olduk­ları her bir gurubun İslamiyet yerinden ayrı bir tarikat etrafında toplandığını, her birinin ayrı bir akide ve fikir ortaya attığını ve kendi etraflarında çoğalmakla uğraştığını, Allah rasulu'nun (sav) kurduğu İslam kardeşliği yerine tarikat kardeşliğinin tesir edildiğini ve bu sebeblerden dolayı İslam birliğinin parçalandığını açıkça görüyoruz. Camiye giren yabancı bir adamın müslüman olup olmadığını sormaya bile kimsenin yetkisi yok iken; bu adamlar, sevab kazanmak niyetiyle zikirlerine katılmak isteyen saf ve temiz vicdanlı müslümanı hangi hakla "Bizden misin, değil misin?" diye sorguya çekiyorlar?

 

insanfar put, hayvan, güneş, yıldızlar gibi maddelere taparlarken Allah Rasulu (sav) bütün buakidleri yıkarak bütün insanları tek bir ilah olan Allah-u Teala'ya ibadet etmeye, yalnız, Ona tapmaya davet ve şevketti. Ne yazı k ki tarikatçılar bu esası da bozarak İslam dinine PUTPERESTLİĞİ tekrar soktular. Ama bu putperestlik cansız putlara tapmak değil, insanları putlaştırıp onlara tapmaktır. Bu modern putperestlik, tarikatlerdeki rabı'tadır. Şöyle ki; 'Mürit günlük virdinde (zikrinde) diz çökerek oturur, gözlerini yumar, akıl ve" kalbin i herşeyden tahliye eder, Şeyhini gözü önüne ve hayaline getirerek yalnız ve'yâlnız onu düşünür..O anda bütün ruhu, aklı, şuuru ve kalbiyle şeyhe bağlanır, 6 kadar ki hayalinde ondan başka birşey yok. Kimisi birkaç dakika, kimisi daha fazla, kimisi bir saat, bazıları da saatlerce böyle kalır. Bu insan putperestliğinin ta kendisi değil midir? İslam dininin neresinde böyle birşey var? Sonra bundan maksat nedir? Allah'tan korkmuyorlar da Şeyhlerinden korkuyorlar. Bu Allah'a ortak koşmak değil midir? Allah ile kul arasında vasıta dindir. İnsan Allah'a kavuşmak ve O'nun rahmetini kazanmak

 

20

 

için dine uyarveemirlerinitatbikeder. İnsana dini öğreten Peygamber ise sadece öğret­mendir.

 

Bu bazı şeylerin tek elleri altına aldıkları biri de tevbedir. Onlara göre herkes mutlaka şeyhin yanında tevbe etmek zorunda imiş. Bunun için tarikata girerek adam önce tevbe ettirilir. Sanki onlar Allah'ın vekili imiş gibi. (Haşa bilhassa zikir vedualar tamamıyla bu şeyhlerin emri altındadır. Tarikata giren bir kimse hangi zikri ve duayı kaç defa okumak için şeyhten emir aldıktan sonra yalnız onu emirolunduğu kadar okur. Şeyhin izni olmadan okunan zikirler insana fayda vermezmiş.

 

Bunu bu halka anlatmak İslam Alimlerinin en başta görevidir. Bunların toplanıp deflerle, dümbeleklerle, ilahiler söyleyerek, tepinmeleri, bağırmaları, çağırmaları havaya zıplamaları yorulunca vekillerinin yeter demeleri, bunun üzerine hepsinin durup zikri bitirmelere Tam bir karnaval bu müritler boş yere yorulmaktan, tepinmekten başka .birşeye yaramaz, bu gürültünün dinin biremri ve dolayısıyla sevab olduğunu,sanıyor, zavallılar. Bir de bu zikirlerin kadinlarla yapılanı var, ona hiç girmek istemiyorum. Bir de iyice anlaşılsın diye bunların Seyyidlik tfsanesi uydurma­larıdır, yani Allah Rasulu'nun (sav) neslinden olmak iddiasıdır. ,

 

i Bu konuda Allah-u Teala "Allah yanında makbul olanınız en fazla muttaki olanmızdır" (Hucurat 13) Allah Rasulu (sav) "YaMuhammed kızı Fatma! Ya Abdumutallip kızı Safiyye! Abdulmutallip oğullan! Ben sizin için Allahtan hiçbir şeye malik değilim" (Müslim) Allah Rasulu (sav) Veda Hutbesinde "Allah (cc) sizin üzerinizden cahiliyet fenalıklarını ve baba ve atalarla öğünmeyi izale etmiştir. Bütün insanlar Adem'dendir ve Adem de topraktan yaratılmıştır" (Tirmizi)

 

Fakat Şeyhler bu esası da değiştirerek cahil halkı kandırarak seyyid olduklarını her her vesile ile ortaya sürerler. Mevzumuz iyice uzadı ama, bir de bunlara verilen unvanlar var, onlara değinmeden geçemi-yeceğim. Gavs, Kutup, Kutbul fert, Kutbualem

 

gibi unvanlar. Bu gibi unvanlar Peygamberi­mize bile verilmemiştir, ama bunlar buna layıktır. Allah'ın Uluhiyyet sıfatlarını cahil halk bunlara vermiştir. "Bir gün adamın biri Rasulu Ekrem Efendimiz, en hayırlımız, en hayırlımızın oğlu! tarzında hitab etmiş. Al­lah Rasulu (sav): "Ey insanlar Allah'tan korkunuz, şeytana uymayınız. Ben yalnız Abbullahın oğlu Muhammedim. Allanın kuluyum, Allah (cc) beni elçilikle şereflen­dirdi. Bana bundan fazlasıyla tazim göstermenizi istemez"(Ebu Davud)

 

Sözün özünedönersekislamdininde tasavvuf ve tarikatçılık diye bir müessese yoktur. Bugün tasavvuf ve tarikatçılık bir meslek halini almıştır. Aynı mezhepler, nasıl başlı başına bir din halini almışsa, Tasavvuf da kendi başına bir dindir ve İslamiyetle afakası sadece onun. içinde,gibi gözük-mesidir. Kitab ve Sünnette tasavvufla ilgili bize hiçbirşey gelmemiştir. Şayet-islamdan gelse idi, Mekkeden, Medirieden çıkardı. Hindistan'dan, İran'dan çıkmazdı. Bu konuda ne kadar yazılsa azdır. Buırada Tasavvuf tuzağına yakalanan yani Şirke düşen bütün ^ihsanlara sesleniyorum; Gelin, dininizi, Allah'ın kitabı Kur-an'ı Kerimden ve Allah Rasulu'nün (sav) Sahih hadislerinden öğreniniz. Peygamberimiz (sav) veda Haccında irad ettiği meşhurhutbesindeşöyle söylemiştir. "Sİze öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldıkça asla dalalete sapmıyacaksınız. Bu da Allah'ın kitabıdır" (Buhari). Yine bir hadiste "Size iki şey bırakıyorum, bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe asla doğru yoldan sapıtmazsınız. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin sünnetidir". (Muvatta)

 

"Ey İman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman Allah'a ve Rasulune icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz gerçekte O'na götürülüp toplanacaksınız" (Enfal 24                       

 

            16-KİTABUL-KUSUF (Güneş ve Ay tutulması Kitabı)

1-GÜNEŞ TUTULMASI SIRASINDA NAMAZ KILMAK BABI

1-...Ebu Bekre,Nufey ibnul Haris şöyle demiştir:Biz Rasulullah sav in yanında idk.Derken güneş tutuldu.Peygamber,ridasını ardından sürükliyerek kalktı ve mescide girdi.Bizde girdik.Bize güneş siyahlıktan sıyrılıncaya kadar iki rekat namaz kıldırdı.Sonra:”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Siz bunların böyle tutulduklarını gördüğünüzde,başınıza gelen bu hal açılıncaya kadar namaz kılın ve dua edin”buyurdu.

2...Kays İbn Ebi Hazm şöyle demiştir:Ben İbn Mesud dan işittim,şöyle diyordu:Peygamber sav: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun”buyurdu.

3...İbn Ömer ra,Peygamber sav den şöyle buyurduğunu haber verir dururdu: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun”

4...el-Mugire ra şöyle demiştir:Rasulullah sav zamanında,oğlu İbrahimin öldüğü gün güneş tutuldu.İnsanlar:Güneş,İbrahimin ölümünden dolayı tutuldu dediler.Bunun üzerine Rasulullah sav: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun,ve dua edin”buyurdu.

2-GÜNEŞ TUTULMASI ESNASINDA SADAKA VERMEK BABI

5...Aişe ra şöyle demiştir:Rasulullah zamanında güneş tutuldu.Rasulullah insanlara namaz kıldırdı.Şöyleki :Namaza durdu ve ayakta durmayı uzattı.Sonra ruku yaptı;ruku da uzattı.Sonra rukudan kalktı ve kıyamı yine uzattı isede bu ikinci kıyamı,evvelki kıyamdan az sürdü.Sonra yine rukuya vardı ve rukuu uzattı isede bu ikinci ruku evvelki rukuundan kısa idi.Sonra secde etti ve sucudu uzattı.Sonra ikinci rekatta da yaptığı gibi yaptı.Sonra güneş açılmış olduğu halde namazdan çıktı.Akabinde insanlara hutbe yaptı.Şöyle ki:Allah a hamd ve sena etti,sonra: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen Allah a dua edin,tekbir alın,kalkıp namaza durun ve sadaka verin”buyurdu.Sonra da şunları söyledi:”Ey Muhammed ümmeti,Allah a yemin olsun ki,erkek kulunun veya dişi kulunun zina edişinden dolayı Allah Teala kadar kıskanç olan hiçbir kimse yoktur.Ey Muhammed Ümmeti,Allah a yemin ederim ki,Benim bilmekte olduğumu sizler bilseniz,muhakkak az güler,çok ağlardınız”.

3-GÜNEŞ TUTULMASI SIRASINDA”ES-SALATU CAMIATUN” DİYE NİDA EDİLMESİ BABI

6-...Bize Yahya İbnu Kesir tahdis edip şöyle dedi:Bana Ebu Seleme İbnu Abdirrahman İbni Avf ez-Zuhriyyu,Abdullah ibn Amr ra dan haber verdi:O:Rasullah sav zamanında güneş tutulduğu zaman “İnnes-salate camiatun (namaz toplayıcıdır)”diye nida ettirdi.

4- GÜNEŞ TUTULMASINDA İMAMIN HUTBE YAPMASI BABI

Aişe ile Esma:Peygamber sav hutbe yaptı,dediler

7...Bize Yahya İbn Bukeyr tahdis edip şöyle dedi:Bana el-Leys ibn Sad,Ukayl el-Eyli den; o da İbnu Şihab dan tahdis etti.Yine bana Ahmed ibn Salih tahdis edip şöyle dedi:Bize Anbese tahdis edip şöyle dedi:Bize Yunus,İbn Şihab dan tahdis etti.O şöyle demiştir:Bana Urve,Peygamber in zevcesi Aişe dan tahdis etti;o şöyle demiştir: Rasulullah zamanında güneş tutuldu.Rasulullah sav hemen mescide çıktı.İnsanlar onun arkasında saff oldular.Rasulullah Allahu Ekber diyerek tekbirini aldı,mutakiben uzun bir kıraatle kuran okudu.Sonra Allahu Ekber deyip uzun bir ruku yaptı.Sonra Semiallahulimen hamideh deyip doğruldu.Secdeye gitmedi ve uzun bir kıraat daha yaptı.Bu ikinci kıraatı biri nciden daha kısadır.Sonra Allahu Ekber deyip uzun bir ruku daha yaptı.Bu ikinci ruku birinciden kısadır.Sonra Semiallahulimen hamideh,Rabbena ve lekel hamdu dedi.Sonra secde yaptı.Bu secdeden sonra sonuncu yani ikinci rekat içinde de birinci rekattakiler gibi yapıp söyledi.Böylece Peygamber dört secde içinde dört ruku tam kemale ulaştırdı.Namzdan çıkmadan öncede güneş açıldı.Sonra Rasulullah hutbe yapmak üzere ayağa kalktı ve layı olduğu sıfatlarla Allah a sena etti.Bundan sonrada: :”Şüphesiz güneş ve ay hiçbir kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar.Fakat bu güneş ile ayın tutlması Allahın ayetlerinden iki ayettirler.Siz bunları tutulmuş gördüğünüz vakit hemen kalkıp namaza durun”buyurdu.

BU RİVAYETLER BUHARININ 3.CILDINDEN     

                    NASİHAT

* Ahmak,toprak kap gibidir,ne yama tutar nede tamir kabul eder.

*Ahmak ,her şeyi ezberinde tutar,ama kendini unutur.

*Kişinin nefsine uyduğunu gördüğün zaman bil ki o sevdiklerini kaybetmiştir. Ve cehaleti sebebiyle düşmanlarını kendine güldürmüştür. Ve onu kınayanlar her türlü kınama ve dedikodu sermayesini bulmuşlardır. İnatlı nefsi,arzusundan çevirmek herkesin karı değildir. Belki ancak sağlam fikir sahibi ve kamil insanların işidir.

*Cennete giden yol,nefsin arzu etmediği şeylere katlanmaktan ve Cehenneme giden yolda şehvete ve arzulara uymaktan geçmektedir.

*Her göz sevdiği kimseyi güzel görür.

*Akıl nasihatçı bir vezir, nefis ise rezalet çıkaran bir vekildir.

*Cahil gözüyle bakar,akıllı ise kalbiyle ve fikriyle bakar.

* Senden yüz çevirenin peşine sakın ha... düşme.!

*Nefis fitne vasıtasıdır, dünya da sıkıntı evidir. O halde nefsi bırak selamet bulursun ve dünyadan yüz çevir,ganimet bulursun. Senin nefsin güzel eğlencelerle seni aldatmasın ve dünyan da güzel emanetlerle seni fitneye düşürmesin. Çünkü eğlence müddeti biter ve zamanın emaneti geri verilir de işlediğin haramlar ve kazandığın günahlar sana kalır.

*Alim, cahili bilir. Çünkü daha evvel kendisi de cahil idi. Cahil ise alimi bilemez. Çünkü o hiçbir zaman alim olmamıştır.

*İlim maldan hayırlıdır. Çünkü ilim seni koruduğu halde sen malı koruyorsun. İlim hakim, mal ise mahkumdur. Malın bekçileri ölüp gitti, ilmin bekçilerinin cesetleri yok olduysa da manevi şahsiyetleri gönüllerde yaşamaktadır.

* Alimlerle sohbet eden saygı kazanır. Cahillerle oturup kalkan da hakir olur.

*Kalpteki cehalet su sızıntısı gibidir. Su sızıntısı etrafını yıktığı gibi cehalet de etrafında bulunanları yıkar.

*Ya alim, ya öğrenci, ya dinleyici, yada seveni ol, beşinci olma.! Helak olursun "İnsanların en kötüsü iyiliklerle kötülükleri eşit tutanlardır.

*Eğer rızkların taksimatı akılların miktarına göre yapılsaydı,hayvanlar yaşayamazdı.

*Cahilin nimeti arttıkça çirkinliği de artar.

*Dünya ihtiyaçlarını bitirmek için sabah-akşam çalışıyoruz. Halbuki yaşayanların ihtiyaçları tükenmek bilmez. Kişinin ölmesi ile ihtiyaçları kesilir ve geriye görülmedik bir çok ihtiyaçları kalır.

BUNLAR İNSAN SÖZÜDÜR. İSTER AL İSTER ALMA

 

        Islâm Dünyasinda Hadis Inkârcilari ve Görüsleri

Mustafa dönmez

Sünneti inkar fitnesinin ilk hicri üçüncü asirda ölmesine ragmen aradan yaklasik on asir geçtikten sonra hicri on üçüncü asirda oryantalistlerin gayelerine uygun olarak bu konuyu gündeme getirmeleri üzerine, Islâm dünyasinda yeniden alevlendi. Bu defa ilk olarak Ingilizlerin isgali altinda bulunan Hindistan’da kendini gösterdi. Burada sünnet/hadis inkarciligin öncülügünü oryantalist Sprenger’in arkadasi ve Kadyani’nin öncülerinden Seyyid Ahmed Han (1817-1898) yapti.

Ahmed Han’in Iddialari:

1. Hz. Peygamberin sözlerinin tamami vahiy degildir.

2. Hz. Peygamber hayatindaki birçok olayi Peygamber olarak degil, devlet adami sifatiyla yapmistir.

3. Yaptigi isler ve sözleri Peygamberlik fonksiyonu ile ilgili degildir.

4. Kütübi-Sitte’de birçok uydurma hadis vardir. Hadis kitaplarindaki sözler ravilere ait olup bunlar daha fazla, Müslümanlarin ilk birkaç kusagin tarihi yasanti ve düsüncelerin kaynagini içermektedir.

5. Ilk devir hadis alimleri, hadis kaynaklarina giren uydurma rivayetleri fark edememislerdir.

6. Vahye degil, akla bagli bir hukukun kabul edilmesi, akla uygun olmadigi görülen hadislerin reddedilmesi ve akli esas alarak bir hadis tenkid ölçüsünün gelistirilmesi gerekir.

7. Keramet ve mucizelerden bahseden hadisler inkar edilmelidir.

8. Kur'an’a, tecrübeye ve akla ters olan bütün hadislerin atilmasi gerekir.

9. Kur'an’da diger Peygamberlere nispetle anlatilan mucizeler tevil edilmelidir.

10. Hadislerde Buhari’dekiler dahil, Islâm’i ve Peygamberi lekeleyen yönler bulunmaktadir.

11. Zaman ve sartlar degisince Kur'an’in yeniden yorumlanmasi gerekir.

- Ahmed Han hadis ehliyle mücadele etmek için ehli Kur'an ekolünü kurmustur.

Mevlevi Cerag Ali (1844-1898):

Iddialari:

1. Hz. Peygamberin emir ve ögütleri gelip geçici bir özellige sahiptir.

2. Kütübi-Sitte’de Hz. Peygambere istinad edilen sözler genellikle uydurmadir. Bu hadislerle amel etmek, akla ve vicdana ters hareket etmektir.

3. Hz. Peygamber bir hukuk sistemi birakmamis ve telkinde de bulunmamistir. Medeni yada dinin herhangi bir esasini zamana bagli olarak, müslümanlarin kendilerinin koymasini istemistir. 4. Hz. Peygamber zamaninda uygulanan hukuk, araplarin hukuk kurallarini ihtiva eder. Buna bagli olarak Hz. Peygambere atfedilen hukuki hadisler genelde uydurmadir.

5. Cihat hakkindaki ayetleri ya tevil yada inkar edilmelidir. Hz. Peygamberin cihatlari, hücuma degil savunmaya yöneliktir. Cihat savasmak degil gayret göstermektir.

- Hadislerin neredeyse tamamini veya çogunu uydurma kabul eden Cerag Ali, Seyyid Ahmed Han gibi isine gelen yerde hadisleri nakletmekten çekinmemistir.

- Hindistan’da hadis inkar fitnesini körükleyenler: Nevvab Muhsinül-Mülk (1907), Eltaf Hüseyin Hali (1914), Seyyid Emir Ali (1920) ve Sibli Numani gibilerdir.

Ehli Kur'an Okulu:

Grubun ünlüleri sunlardir: Abdullah Çakralevi (1914), Ahmed Din (1936), Hafiz Muhammed Eslem Ceracpuri (1955) ve Gulam Ahmed Perviz (1985).

Iddialari:

1. Hz. Peygambere Kur'an’dan baska vahiy gelmemistir. Onun görevi sadece Kur'an’i tebligdir.

2. Kur'an yeterlidir. Peygamberin tefsirine ihtiyaç yoktur. Dolayisiyla ona uymak gerekmez.

3. Sünnet ve hadisle amel etmek sirktir.

4. Hadisler Müslümanlarin birligini yok etmektedir. Hadisler din degil, dinin tarihidir. Sahih hadis sadece Kur'an’a uygun olanidir. Hadislerin Hz. Peygambere nispeti süphelidir. Zan ifade eder din ise, zan üzere bina edilmez.

5. Kur’anda geçen Resul’e itaattan maksat idarecilere itaattir.

6.O'nun açiklamalari sadece kendi devri için geçerlidir. Bunlarla sadece o devirde amel edilebilir. Sonraki asirlarda bu uygulama son bulmustur.

- Kur’an ehlinde bir birlik olmasi mümkün olmadigi için namazi iki, üç, dört, bes vakit oldugunu savunanlar vardir. Ayni sekilde zekat mallarinin miktari ve zekat sartlari konusunda farkli görüslere sahiptirler.

- Içlerinden bazilari, sahih hadisleri, bazilari da mütevatir hadislerin disinda kalanlari inkar ederler. Içlerinden marjinal bir grup tamamini inkar eder.

Ehl-i Kur’an Hareketine Karsi Yazilan Eserler:

1. Iftihar Ahmet Belhi: Fitne-i Inkar-i Hadis Ke Manzar ve Pes Manzar (Karaçi, 1954)

2. Muhamnmed Idris Kandehlevi: Hücciyet-i Hadis

2. Muhammed Davud Razi: Islâm

3. Muhtemim Muhammed Tayyib: Ek Kur’an

4. Musa Carullah Bigiyef (1874-1949): Kitabü’s-Sünne (Ankara, 1999)

Pakistan’da Hadis Inkarciligi:

Ahmet Perviz: Eserinin adi Makam-i Hadis (Lahor, 1953)

Iddialari:

1. Hz. Peygamberin görevi sadece Kur’an’i teblig etmektir.

2. Hz. Peygamber Kur’an disinda bir hüküm ortaya koyamaz.

3. Hukuki hadisler Kur’an’in hükmü ile tezat halindedir.

4. Hz. Peygamberin söz ve fiillerini ihtiva eden hadis kitaplari dinden bir parça degildir.

5. Hz. Peygamberin vefatindan sonra bazi kimseler kendi özel istekleriyle bu hadisleri, yazili vesikalardan degil. sifahi olarak toplamislardir.

6. Bes vakit namaz ve kilinis sekli gibi mütevatir hadisler reddedilmelidir. Kur’anda sadece namazi dosdogru kilinmasi emredilmektedir. Bunun sekli ise, devlet idaresine birakilmistir.

7. Kur’anda geçen salat kelimesi, Allah’in emirlerine uymak anlamina gelir. Sadece belirli vakitlerde yapilan bir sekil olmayip bütün hayat için geçerlidir.

8. Sünnet hukuk kaynagi degildir. (Pakistan Yüksek Mahkemesi Yüksek Hakimi Muhammed Safii’nin iddiasi)

- Ahmet Perviz ve Ehl-i Kur’an, Tulu Islâm dergisini çikararak, orada sadece Kur’an’la yetinme fikirlerini islemislerdir.

Pakistan’li Sünnet Karsitlarinin Önde Gelenleri:

Abdullah Çakralvi (1870-1914), Mevlevi Ahmeddüddin Emratseri (1861-1936).

Mücadele: Mevdudi bu harekete karsi çikmis ve bu konuda makale ve kitaplar nesretmistir. Örnegin, ‘Sünnetin Anayasal Niteligi’ (Istanbul 1998). Ancak onun da Sünnet ve hadisle ilgili bazi menfi düsünceleri vardir.

Fazlür Rahman (1919-1988)

Iddialari:

1. Hz. Peygambere atfedilen hadisler azdir. Ancak genelde ibadetlere iliskin hadisler, Hz. Peygambere aittir.

2. Ilk dönemlerde hadislerin büyük bir kismi, Hz. Peygambere ait olmayip bu ilk nesillere aittir.

3. Hadisler aslinda Nebevi Sünnetin yorumlanmasi sonucu olusturulan canli ve dinamik bir yapi arzeden yasayan sünnetin önüne senet zinciri eklenmek suretiyle Hz. Peygamber’e istinat edilmis formülasyondan baska bir sey degildir. Hadis, genellikle çok kisa olan ve Hz. Peygamberin söyledikleri, yaptiklari, tasvip yada reddettikleri veya sahabelerin özellikle yasli olanlari ve daha özel olarak ilk dört halife hakkinda bilgi vermeyi amaçlayan bir haberdir.

4. Hadis, yasayan sünnetin sözlü bir sekilde yansimasidir. Veya hadis, Nebevi ögretimin yorumlanmis ruhunu yasayan sünnet temsil etmektedir.

5. Yasayan sünnet ise, ilk Müslüman cemaatinin Hz. Peygamber modelinin ruhuna uygun olarak ortaya koydugu tatbikattir. Ya söze dayanan takriri, yada yasayan gelenektir ki, bu da Hz. Peygamber’e dayanir.

6. Sahabe ve tabiinin davranislari da sünnet kapsamindadir.

7. Gayb hadisleri, belli bir gün ve yere isaret eden hadisler uydurmadir.

8. Kelami, siyasi grup ve hiziplesmeyle ilgili ortaya çikacak haberler uydurmadir.

9. Gelecekte ortaya çikacak fitneleri bildiren hadisler uydurmadir.

10. Mucizelerden haber veren hadisler de uydurmadir.

11. Mehdi ve mesih’den haber veren, irade hürriyeti ve kaderden bahseden, faizle ribayi ayni gören siyasetle ilgili olan bütün hadisleri ve kiyamet alametlerini haber veren fiten hadisleri uydurmadir.

12. Dinden dönenin öldürülecegi, kelime-i tevhidi getirenin cennete gidecegini bildiren hadisler uydurmadir.

13. Sünnetin Kur'an gibi baglayiciligi yoktur.

- Fazlurrahman, hadislerin olusan süreci diye bir gelisme varligi tezini ortaya atmistir.

Fazzurahman’a Göre Islâm Dünyasinin Çikis Yolu:

“Kur'an ögretisi ve nebevi sünnet, Islâm toplumunun karsilastigi yeni faktörlerin ve etkileri karsilamak için cemaatin yasayan sünneti dogrultusunda yaratici bir biçimde alinip yorumlandigi zaman, cemaatin ilk dönemiyle ilgili tarihinde bizler için güçlü yol gösterici ilkeler mevcuttur”.

Misir’da Sünnet Inkarciligi Hareketi:

Misir’da ilk olarak sünnetsiz Islâm sloganini ortaya atan Mirza Bakir’dir. Ondan etkilenen Tevfik Sidki (1929) adindaki bir tip doktoru ‘Islâm Kur'an’dan ibarettir’ diye bir makaleyi yazdi. Bunu el-Menar dergisinde yayinlatinca Misir’da büyük tartismalara sebep oldu. Makalesinde kendisi gibi düsünenleri ‘Kur'ancilar’ diye isimlendirdi.

Tevfik Sidki’nin Iddialari:

1. Hz. Peygamberin bütün yaptiklari ve söylediklerinin hiçbir bagliligi yoktur veya sadece yasadigi asirdaki insanlari baglar. Diger insanlar ise, Kur'an’dan hüküm çikararak ihtiyaçlarini giderirler.

2. Hz. Peygamberin yerlestirdigi hukuk sistemi, belli bir zamana mahsus hazirlik dönemi seriatidir.

- Hadis inkarcilarindan biride, hicri 1350 yilinda Misir’da sünnetin tarihi ile ilgili bir kitap yayinlayan Ismail Ethem’dir. Buna göre, hadisin temelde varligi kesin degildir.

- Misir müftüsü Muhammed Abduh’ta sadece Müslümanlarin üzerinde ittifak ettikleri hadislerin kabul edilmesi, sünnet ve hadisin büyük bir kisminin reddedilmesinin gerekli oldugunu savunur.

- Misir’da ilk olarak, sünnet etrafinda ortaya konulmaya çalisilan süpheleri derleyip toparlayarak bir kitap halinde nesreden ilk sahis Mahmud Ebu Reyye’dir. Kitabini1958’de Edvaun ale’s-Sünneti’l-Muhammediye ismiyle yayinladi.

Mustafa Siba’i, Ebu Reyye’nin bu eserindeki kaynaklarini söyle siralar:

1. Mutezile imamlarindan yapilmis nakilleri içeren bazi kitaplar.

2. Sii bagnazlarin kendi düsüncelerine yer vermis olduklari kitaplar.

3. Müstesiklerin kendi kitaplari yani sira, Islâm ansiklopedisine yerlestirdikleri görüsler.

4. Bazi edebiyat kitaplarinda yer alan asilsiz hikayeler.

5. Uzun yillar boyunca, yazarin zihninde dolasan kimi gizli düsünce ve gayeler.

Ebu Reyye’nin Iddialari:

1. Hadis külliyatinda sahih diye isimlendirilen hadisler azdir.

2. Hz. Peygamberin agzindan çiktigi sekliyle nakledilip bize ulasan hadislerin sayisi da azliktadir.

3. Sadece kisa hadislerin bazilarinda nadiren aslina bagli olarak kalmis, bir takim lafizlar bulunabilmektedir.

4. Sahih diye tanimladiklari nakledilen hadislerin sihhati, aslinda ravilerin nazarinda olup, söz konusu nakillerin kendilerinde (metinlerinde) degildir.

5. Sünnet, Hz. Peygamber ve sahabe zamaninda yazilmamistir.

6. Ebu Hureyre hadis uyduran birisidir.

7. Hadislerin istenileni alma veya birakma konusunda herhangi bir zorlugu veya günahi yoktur.

8. Mütevatir sünnet, ameli olan sünnetlerdir. Hadislerin tamamini içine alacak derecede sünneti onlara samil kilmak, muhdes bir istilahtir.

9. Sahabiler birbirlerini tenkid ettikleri halde, cerh ve tadil alimleri onlari tenkid ameliyesine tabi tutmamislardir. Halbuki onlar masum degildirler.

10. Buhari ve Müslim’de iki yüzü askin garib ve fert hadisler vardir.

Ebu Reyye’nin Hileleri:

- Bilgi naklederken tek tarafli davranmis lehte ve aleyhte olan bilgilerden sadece fikri istikametinde olanlarini tercih etmistir. Örnegin hadislerin kitabeti ve nehyi ile ilgili rivayetlerde sadece nehyeden hadisleri delil getirmesi gibi.

- Raviler hakkinda bilgi veren ve biyografilerinin gerçek biçimde arastirildigi kitaplar yerine, genellikle halk oturumlarinda, eglenmek için yazilmis hayal mahsulü kitaplara basvurmaktadir. - Sünnet gibi önemli bir konunun aleyhine bu kitaplardaki hikayelerden delil çikarmaktadir.

- Islâm düsmanlarinin yolundan giden batililarin uydurma arastirmalarinin dis görünüslerine kanar.

- Isine geldigi zaman uydurma dedigi hadisleri delil olarak kullanir.

Ebu Reyye’ye yazilan Cevaplar:

El-Muallimi:

Abdurrezzak Hamza:

Muhammed Ebu Sehbe:

Mustafa Siba’i:

Siba’i, Nedevi ve Muhibuddin el-Hatib:

Muhammed Gazzali ve Hadis Inkârciligi:

Iddialari:

1. Kur'an’a ters düstügü iddia edilen hadisler reddedilmeli.

2. Ahad haberler zan ifade ettigi için istidlalde delil degildir.

3.Sarki ve türkü dinlemeyi haram kilan hadisler,

4. Hz. Peygambere sihir yapildigini iddia eden hadisler,.

5. Hz. Musa’nin ruhunu almaya gelen melekle ilgili hadis,.

6. Ölü, ailesinin aglamasi üzerine azap olunur hadisi reddedilmelidirler.

7. Buhari ve Müslim’in bazi hadisleri illetlidir.

8. Hadislerin sadece isnadlarinin degil, metinlerinin de nazari itibare alinarak yeniden yorumlanmasi gerekir.

9. Sarkiyla ilgili bütün hadisler sahih degildir.

10. Hadis, kesin ilmi, ya da tarihi hakikat ile çelisirse reddedilir. Çünkü bu çesit hadisler zan ifade ederler. Kesin bilgi ise, zanni bilgiden önce gelir.

Muhammed Gazzali’ye Karsi Yazilan Eserler:

Cemal Sultan:

Abdurrahman Zuayter:

Selman Avde:

Rabi el-Methali:

Ebu Ishak el-Huveyni:

Ahmed Emin’in Hadis Inkârciligi:

Iddialari:

1. Mütevatir hadisler yedi sayisini geçmez.

2. Hadisler, hafizalarda kalip uzun müddet yaziya geçirilmedigi için güven duyulmaz.

3. Hadisler, Hz. Peygamberin sagliginda bile uydurulmaya baslanmistir.

4. Hz. Peygamberin döneminden sonraki dönemlerde hadislerin artma sebebi uydurma hareketinden kaynaklanmaktadir.

5. Sahis, yer, kabile faziletleri ile ilgili bütün hadisler uydurmadir.

6. Muhaddisler, hadislerin metin tenkidini yapmamislar. Hadislerin vakaya uyup uymadigi üzerinde durmamislardir.

7. Hadisçiler cerh ve tadil kaidelerinde çok ihtilaf etmisler, dolayisiyla hadislere hüküm bina etmede ihtilaf edilmistir.

- Ahmed Emin eserlerinde, Goldziher’in fikirlerini tamamen kabul edip kendi görüsleriymis gibi takdim eder.

Mahmud M. Taha’nin Iddialari:

1. Hz. Peygamberin söz ve tasvipleri sünnet olmayip seriattir. Geçerliligi zamanla sinirlidir.

2. Seriat sadece onun yasadigi döneme hastir.

Türkiye’de Hadis Inkârciligi:

Yasar Nuri Öztürk’ün Hadis Inkârciligi:

Iddialari:

1. Otuz veya elli hadis disinda kalan hadisler uydurmadir.

2. Sahabe ve alimlerde dahil olmak üzere Kur'an’a sahip çikmadiklari için suçludurlar.

3. Hz. Peygamberin vefatindan sonra Kur'an devre disi birakilmistir.

4. Kur'an’dan uzaklasma hicri dördüncü yüzyilda meydana gelmistir.

5. Kur'an’dan baska kaynak kabul etmek sirktir. Çünkü Kur'an disinda hiçbir kaynagin korunma garantisi yoktur.

6. Mirac hadisi çeliskilerle doludur.

7. Yaziyi emreden rivayetler uydurmadir.

8. Hadis diye yazilanlar Resulullah’in sözleri diye ona isnad edilmistir.

9. Hadisler hicri iki yüz yilindan sonra yaziya geçirilmistir.

10. Hadisler baglayici degildir. Hüküm kaynagi da olamaz çünkü çeliskilerle doludur.

11. Iki türlü sahabi vardir; a) Hz. Muhammed’in Sahabisi yani, inanmis olarak Peygamberi gören kimsedir. b) Allah Resulü Hz. Peygamberin Sahabisi yani, ruhani sevgiyle Peygamberimizin gerçek kisiligine dost olanlardir. Ikinci tür sahabi birincisinden daha büyüktür.

12. Size iki emanet birakiyorum hadisinde sünni çevreler, Allah’in kitabi yanina sünnet kelimesini eklemislerdir.

13. Orta namaz sabah namazidir.

14. Adetli olan kadinlar namaz kilip oruç tutabilirler.

15. Kadinin sesinin haramligi konusunda Kur'an ve sünnette delil yoktur.

16. Insanlara sadece Kur'an ve mütevatir hadisler nakledilmelidir.

- Sünnete misna tabirini kullanmaktan çekinmiyor.

- Görüslerinde, genelde Ebu Reyye’yi taklit ediyor.

- Simdiye kadar pek çok hadis aliminin uydurma dedigi hadisleri isine geldigi zaman delil olarak kullaniyor. Ayrica itibar edilmeyen kitaplardan nakiller yapiyor.

- Hadisleri inkâr ettigi halde esbab-i nuzül’le ilgili rivayetleri nakletmekten çekinmiyor.

- Nakilde tahrif, sözlerinde çarpitma görülmektedir.

Hayri Kirbaslioglu ve Sünnet/Hadis Inkârciligi:

Iddialari:

1. Sünnet problemlerin asil kaynagidir.

2. Yapilan sünnet tanimlari; 1. Sadece akademik ihtiyaçlara göre yapilmistir. 2. Sünnetin toplumsal boyutundan çok ferdi boyutuna agirlik verilmistir. 3. Baglayicilik yönünden sünnet siniflandirilmamistir. 4. Kur'an, tanimlarin disinda birakildigi için bu tanimlar yetersizdir.

3. Ona göre Sünnet, “Hz. Peygamberin kendi döneminde Islâm toplumunu, akide, ibadet, teblig, egitim, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi gibi çesitli alanlarda; kisacasi bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere hayatin her alaninda, yönlendirilip yönetmede Kur'an basta olmak üzere esas aldigi ilke ve prensipler bütününün olusturdugu bir zihniyet ya da dünya görüsüdür”.

4. Bize sadece, yasayan sünnet sahih olarak ulasmistir. Diger hadislerin de tamaminin uydurma oldugu söylenemez.

5. Hadislerin aklanmasinda sadece isnad degil, metninin de göz önünde bulunduran saglikli bir metot uygulamak suretiyle aklanir.

6. Senet ve metin açisindan saglam olan hadislerin akaid disinda kullanmak mümkündür.

- Kirbaslioglu görüslerini net olarak maddeler halinde toplamistir. Bunlarin bazilarini söyle zikrediyor:

7. Hadisleri toptan kabule oldugu kadar, toptan redde de karsiyiz.

8. Dinde otoritelerin görüslerine deger vermekle birlikte onlari mutlak dogru kabul etmiyor, onlarin elestirilebilir olduklarina inaniyoruz.

9. Hadisleri elestirmek, yada reddetmek, Hz. Peygamberi elestirmek yada reddetmek degil, bu hadislerin ona nispetini elestirip reddetmek demektir.

10.Sünnetin sadece bireysel boyuta indirgenmesi yanlistir. Onun toplumsal ve evrensel boyutlarinin bireysel boyutu tarafindan gölgelendigini bu sebeple bu iki boyutunu ön plana çikarilmasi gerektigini düsünüyoruz.

11. Sünnetin tamaminin gayri metluv vahiy olduguna dair görüse katilmiyoruz. Bilakis sünnetin büyük bir kisminin Hz. Peygamberin Kur'an’a dayali içtihatlari oldugunu, vahiy tarafindan zimnen tastikinin, onlarin vahyi ürünü oldugu anlamina gelmeyecegini savunuyoruz.

12. Sünneti – ve tabii Kur'an’i – anlarken lafizciligin asilip, lafzin altinda yatan ilkelere inilmesi ve bunlarin günün sartlari içerisinde yeniden yorumlanmasi taraftariyiz.

13. Sonuç itibariyla sünneti reddetmedigimizi, ancak sünneti anlamada basvurulan hadislere elestirel ve seçmeci yaklastigimizi açikça vurguluyoruz.

                                                                                                     Mustafa dönmez

 

  HİCRİ II. ASIRDAN GÜNÜMÜZE KADAR HADİS İNKARCILARI VE GÖRÜŞLERİ

 

  I.  BÖLÜM

 

 

 

            1. Sünnetin Tanımı:

 

Sözlük anlamı olarak Sünen kelimesinden alınıp,                       anlamında kullanılmıştır. Bundan başka kullanılan manalar şunlardır:

 

            a:                   İster iyi isterse kötü olsun bu manada kullanıldığına dair  çeşitli şiirlerden iştişhat edilmiştir. Bu manayı veren hadis, delil olarak getirilmiştir. O hadiste şudur:

 

            b: Karakter yaratılış şekli.                    anlamındadır.

 

            c: Uyulan imam.  

            d: Ümmet veya ümmetlerin  süneni   

 

            e: Uyulan adet (Kur’an ifadesi) bu ister iyi ister kötü olsun.

 

f: Merkebin sırtındaki siyah çizgi

 

g: Medine’de bilinen bir hurma türü

 

i: Sünnetullah. İlahi kanun, nizam, hikmet anlamında kullanılmıştır.

 

Hadis Alimlerinin örfünde itikatta gidilen yolun adı olmuş ve itikadi eserler bu isimle anılmıştır.

 

Böylelikle bu ümmetin ilk gelenlerine Sahabe, Tabiin ve onların yolunda gidip Hakta birleşenlerin adı olmuştur.                     

 

            İstilahi anlamı:

 

             Sünnetin ıtlak olunduğu manalar:

 

            a: Genel anlamda  Hz. Peygamberden sadır olan söz ve fiil olan emir ve yasaklar veya mendup olan şeyler. İster bunlar naslandırılsın isterse naslandırılmasın.

 

            b: Peygamberden başkasının sünneti kasdedilirse bu terim kayıtlandırılır ve mutlak olarak ifadelendirilmez.

 

            c: Bazen sahabenin ameline itlak olunur. Bu ister kitap ve sünnette olsun, isterse de olmasın. Çünkü sahabe indinde sabit olupta bize nakledilmemiş bir sünnet olabilir veya onların icma ettiği bir ictihat olabilir. Buna örnek içki içenin haddi, mushafın toplanması, insanların bir kıraat üzerine okumasını sağlamaları ve divanların tedvini gibi.

 

 

 

Bunun delili ise şu hadis-i şeriftir:

 

ve Hz. Ali’nin şu sözüdür:

 

            d: Bid’at karşılığında itlak edilen sünnet mesela: falan sünnet üzerine ve falan bid’at üzerinedir. (Şayet sünnete muhalif hareket ederse)

 

            e: Farz olmayıp nafile cinsinden olan ibadetler ister müekked olsun isterse de olmasın sünnet edilmiştir.

 

 

 

            Disiplinlere Göre Sünnetin Tanımı:

 

1-     Hadisçilere göre:

 

2-     Usülcülere göre:

 

3-     Fıkıhçılara göre:

 

Burada en geniş tanımın hadisçilerin olduğu ortadır.

 

 

 

Sünnetle Hadis Arasındaki Fark:

 

  Hadis alimlerinin çoğuna göre her ikiside müteradif anlamda kullanılmıştır. Bazıları ise ikisini ayırmıştır. Şöyle ki: Hadis, nakledilen kavli, fiili ve takriri şeylerdir. Sünnet ise: Peygamber döneminde sahabenin son dönemine kadar dini uygulamadaki keyfiyet diye itlak edilmiştir. Abdurrahman b. Mehdinin, Süfyan-ı Sevri’nin ve Malik hakkındaki sözler bu manaya hamledilir. 

 

            Sünnetin Delil Oluşu:

 

 a: Kur’andan deliller ve bununla ilgili ayetleri alimlerin tefsir etmeleri.

 

 b: Sünnetten deliller.

 

 c: İcmadan delil.

 

 d: İmamların sünnetin delil oluşu ile ilgili sözleri.

 

 

 

            Sünnetin Mertebesi ve Görevi:

 

 a: Mertebesi Kur’andan sonra gelir.

 

 b: Kur’anı açıklamada sünnetin geliş yolları şunlardır:

 

1.      Kur’an hükümlerinin tekid ve takrir şekliyle gelmesi.

 

2.      Ayetlerin mücmel olanı açıklama, geneline tahsis etme, mutlakını kayıtlandırma, müşkilini izah etme, muhtasar olanını tafsilat verme, sabit olan bir hükmü neshetme ve Kur’andaki bir prensibin detayına inmesi.

 

3. Kur’anda olmayan bazı hükümler hakkında yeni hükümler getirmesi.

 

 

 

            Bu Konuda Ulemanın İhtilafı:

 

            Bu hükümlerin istiklaliyeti sözkonusu mu yoksa Kur’anın velev tevil yoluyla olsa da, genel naslarına dahil midir? Ekseri alimler birinci görüşü savunmuştur. İkinci görüşü ise Şatibi ve Ebu Zehra savunmaktadır. Doğru olan Cumhurun görüşüdür. Eğer ikinci görüşü tercih edersek, Kur’ana muvafakat ettiğine itaat, ona zait olan hükümlerde peygambere itaat yok denilirse o zaman peygambere olan hususi itaatın anlamı kalmaz. Halbuki Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiştir”.

 

 

 

II. BÖLÜM

 

 

İSLAM’A GÖRE ŞERİAT İLE AKIL ARASINDAKİ İLİŞKİ

 

 

            Aklın Mahiyeti:

           Akıl insanın kendisiyle kaim olan bir sıfatıdır.

            Görevi:

           İlimleri bilmede ve amellerin doğru oluşunda akıl şarttır. Bununla din ve amel kemale erer. Ama aklın istiklaliyeti olmaz. Çünkü o insanda bir garize ve kuvvettir. Aynen göz kuvveti gibi münferit kaldığı zaman tek başına idrak etmesi gereken şeyleri göremez.

 

            Mezheplerin Akıl Konusundaki Görüşleri:

           Felsefe ve Kelamcılar aklı ilmin temeli sayarak vahyi de ona tabi kılarlar. Nasları ancak akıl teyit ederse kabul ederler. Buna muarız olanı reddederler. Tasavvufçular ise, aklı zemmederler. Hallerin ve ulaşılan mertebelerin ancak aklın yok olması ile oluştuğunu söylerler. Sarih aklın tekzip ettiği şeyleri tasdik ederler. Şatahata götüren şeyleri ise, överler.

Her iki mezhebin görüşü merduttur.

            İslam Dininin Akla Verdiği Önem:

           İslam dini aklın varlığını mükellefiyetin esası saymış bunun yok olması ile kişiden mükellefiyetin kalkacağını bildirmiştir. İslam Dini muhafaza edilmesi gereken beş şeyden birisinin akıl olduğunu söylemiştir.

            Görevini tam yapan akıl, heva ve taklitten sıyrılan, munharif görüşlerden etkinlenmeyen akıldır. İslam davetini taşıyan onun emir ve yasaklarına uyan gerçek akıl budur. İlahi hükümlerin hepsi makul olup aklı muhatap almakta, aklı tedebbür, tefekkür ve basirete davet edip, kör taklitten sakındırmaktadır. Kur’an akli delil ve burhan örnekleriyle doludur. Felsefe ve kelamcılar Kur’anın bu delillerini getirmekten acizdir.

            Şeriat ile Akıl Arasında Çelişki Yoktur:

           Kelamcıların “akıl nassa taarruz ettiği zaman, akıl mukaddemdir. Çünkü naklin aslı akıldır” kaidesi batıldır. Çünkü vahyin nasları akla muhalif olarak gelmemiş, peygamberler de akla muhalif şeyler getirmemişler, ancak bazı şeyleri anlamada akıl aciz kalmıştır. Akla muhalif olduğu söylenen şeyler ya uydurma bir hadise, ya da zayıf bir delalete delil olmaya müsait olmayan şeylerdir.  İbni Teymiyenin bu konudaki kaidesi anlamlıdır: “ Sahih nakil sarih akle muarız değildir”.

            Aklın Şeriata İnkıyat Etmesi ve Teslim Olmasının Gerekliliği:

           Doğruya ulaşmanın ancak peygamberler yoluyla olduğu esastır. Buna dair deliller vardır. Peygambere inkıyat ve teslimiyete iki örnek:

1-     Aklın peygamberin haberi karşısındaki tutumu mukallit bir amminin müçtehit karşısındaki tutumu gibidir.

2-     Bir çocuğu mürebbi ve hocasına teslimiyeti gibidir. Ona muarız olamaz.

Vahye teslim olmak istemeyen aklın vahyin yanındaki değeri mukayese bile edilemez.

 

 

            Dinin Kemali Ermesi:  

            Kemale eren  bir dinin nakıs olan akla ihtiyacı olmadığı açıktır. Bilakis aklın ona ihtiyacı olup uyması gerekir. Sonra Hz. Peygamber akıllı bir insan olup, dini tebliğde ki masumiyeti kesin olarak kabul edilmiş bir husustur. İbni Teymiyenin kelamcılarla tartışması içeriğinde bu konuda verdiği temsil meşhurdur ,.

 

            Sahabe ve Selef akıllarıyla şeriata muarız olmadılar:

           Sahabeler vahye teslim olmuşlar, cözemedikleri bir şey olunca bunu akıllarıyla reddetmeyerek, Hz. Peygambere gelip sormuşlardır. Sahabenin sünnete karşı tutumuyla ilgili  bir çok nakiller vardır. Selef de aynı metodu takip etmiş, Akla hak ettiği yeri vermiş ve naslara bağlı kalmışlardır.  

 

Akılla Şeriata Muarız Olanların İnhirafları ve Bununla İlgili Görüşler:

 

1. taife haberlere muarız olan aklı da onlara takdim edip, “bize akıl gerekli, nakle ihtiyacımız yoktur” diyen Mutezile ve yolundan gidenlerdir.

2. taife rey ve kıyaslarıyla naslara muarız olan, “rey ve kıyas bize gereklidir, hadise ihtiyacımız yok” diyen rey ashabıdır.

3. taife hakikat ve zevkleriyle naslara muarız olan, “hakikat bizimdir şeriata ihtiyacımız yoktur” diyen tasavvufçulardır.

4. taife idare ve siyasetle naslara muarız olup, “biz siyaset erbabıyız, şeriata ihtiyacımız yoktur” diyenlerdir.

5. taife nasları tevil ederek muarız olan “biz batın erbabıyız, zahire ihtayacımız yoktur” diyen batınilerdir.

 

Bunların Sapmaları:  

 

1-     Akıllarıyla nasları reddedenlerin durumu, aklıyla secde etmeyi reddeden İblis Şeytana benzer.

2-     Şeriatın bir çok yerine itiraz eden, Hz. Peygamber Nübüvvetine karşı çıkan kimse de, inkarcılara benzer.

3-     Bu tutumları, Peygamberi tekzip etme, onu hatalı görme, sem’iyatın delillerini  iptal ederek Peygamberin haber verdiği ilim yolunu kapatmaya götürür.

4-     Vahyin naslarına akılla muarız olmak, felsefe kaidesine göre Nübüvveti ikrar etmekdir. Çünkü bunlarda vahyi tabidir metbu değildir. Bu ise, Nübüvvete gerçek iman değildir. Çünkü Nübüvvet ve haberler yoluyla idrak edilen şeyler akılla idrak edilemez.

5-     Bunlar Peygamberin getirdikleri hiçbir şeyden istifade etmemişler, çünkü ona müracaatta bulunmamışlardır. Dolayısı ile onların indinde onun varlığı yok gibidir. Daha ötesi, onun getirdiklerini tekzip, itiraz ve tevil yoluyla defetmişlerdir.

6-     Allahın yeryüzündeki hikmetlerinden biri de, peygamberlere muhalefet edenlerin akıllarını fesada uğratmasıdır.

7-     Bütün bunlar, Peygamber ve şer’e tabi olmayıp, hevaya tabi olmaktan kaynaklanmaktadır.

8-     Bu hatalı metodları kendilerini, Allah ve Peygamber hakkında yanlış bilgi vermeye götürmüş ve ilimsiz konuşmaya sevk etmiştir.

9-     Kelamcıların bu tutumu kendilerini, aralarında ihtilaf, tefrika ve çekişmeye götürmüş, en fazla ihtilaf eden kimseler haline getirmiştir.

10-  Tahayyür ve şüphe içerisinde kalmışlardır. Kelamcıların kendi ifadelerinden şüphe ve şaşkınlık içerisinde olduklarına dair kelamcı Şehristani, Razi ve diğerlerinden nakiller gelmiştir. 

 

KLASİK AKILCI EKOLÜNÜN (MUTEZİLE) NEBEVİ SÜNNET HAKKINDAKİ TUTUMU

 

I.  BÖLÜM

  

 

Mutezilenin Akıl Hakkındaki Tutumu Ve Usulu Hamse

 

(Beş Esas İle İlgilidir.)

 

                        Bu bölüm konumuzun dışında kaldığı için burada işlenilmiyecektir.                                                              

II.  BÖLÜM

Mutezilenin Mütevatir Ve Ahad Hadisi Hakkındaki Tutumu

                    1.      Hadisi ve Hadis Ehlini Kötülemeleri:

          Mutezile, hadis öğrenmeyi kötülemiş ayrıca öğrenen insanları da kaçındırmıştır. Hatta buna ihtiyaç olmadığını, aklın ve zihnin yeterli geldiğini savunmuştur. Kadı Abdülcebbar da delil olarak, hadis ehlinin hadisler hakkında ki menfi sözlerini zikreder. Hadisçilerin bir hadis hakkında başka tariklerini çoğaltmayı sevdiklerini, fakat bunun hiçbir faydası olmadığını söyler. Bunun yanında Mutezile, fıkıh ve hadisle meşhur olmadıkları, çünkü ellerindeki olanla yani akılla yetindiklerini ve bunun dinde fıkıh ve hadis talep etmekten daha üstün olduğunu söyler. Hadis rivayetinden kaçınılmasının gerekli olduğunu, çünkü bunda yalan olabileceğini savunur.

                   2.      Mütevatir Hadis:

Nazzam’a göre, her asırdaki ümmetin rey ve istidlal yönünden hatada vuku bulması nasıl caizse, aynen mütevatir  haberde de yalanda vuku bulmak caizdir. Ebu Huzeyl el-‘Allafa göre de, haberlerin delil sayılabilmesi için 20 kişiden daha azı ile sabit olmamasını ve bunlar içerisinde bir veya daha fazla kimsenin cennet ehli olmasını şart koşar.  Dört  kişiden daha azın rivayeti hüküm ifade etmeyeceğini 4 ila 20 arasındaki kişilerin rivayeti ancak ilim ifade edebileceğini iddia ederek buna delil olarak Enfal Suresinin 65. ayetini getirir.

                   3.  Ahad Hadis:

a) Tarifi : Mutezileye göre ahad hadis, doğruluğu veya yalanlığı bilinmeyen hadistir. Dolayısı ile Peygambere izafe edilen bir sünnet olamaz. Ancak akla uygunluk arzederse o zaman sünnet denilebilir. Dolayısıyla haberi ahad’da “Peygamber dedi” denilemez ancak “Peygamberden rivayet olundu” denilir.

b) Ahad Haberler Din İşlerinde Mutlak Olarak Delil Değildir:

Çünkü kasıtlı olarak yalan söylemek hata, unutkanlık ve değiştirmek gibi durumlar olabilir.

c) Haberi Ahadı Reddetmede Bazı Şüpheleri:

          1. Zül-yedeynin kıssasında Hz. Peygamber onun haberini başkaları tasdik edinceye kadar kabul etmemiştir.

          2. Ninenin mirası konusunda Hz. Ebu Bekir el-Muğira’nın haberini Muhammed b. Seleme destekleyinceye kadar kabul etmemiştir.

          3. İsti’zan konusunda Ebu Musa el-Eş’arinin haberini Ebu Said el-Hudri tasdik edinceye kadar Hz. Ömer bunu kabul etmemiştir.

d) Akla Muhalif Olunca Haberi Ahad ile İhticac Edilmez:

Ebu’l-Hüseyin şöyle der. “Aklın gereğine muhalif olan zahir haber kabul edilmez. Çünkü biz mutlak olarak Allahın kişiye sadece gücü nisbetinde yüklediğini akılla biliyoruz. Akla muhalif olan haberi kabul edersek, ya Peygamberin sıdkına inanıp böylelikle iki zıddı

birleştirmiş oluruz veya onu tasdik etmeyerek mucizenin medlül olandan yüz çevirmiş oluruz ki bu da imkansızdır.”  

 

e) İtikadi Konularda İhticac Edilmez:

 

Mutezilenin bir kısmı haberi ahad yoluyla itikadi konuların sabit olamayacağını iddia etmiştir. Çünkü itikad zanna değil, yakine bina edilir. Haberi ahad ise, zan ifade eder. Yakin ise, ancak akli delillerden elde edilir. Cahiz, Ebu’l- Hüseyin ve Abdülcebbar bu konuda aynı görüştedirler.

            f) Ahkamda Ancak Bazı Şartlar Bulunursa Amel Edilir:

           Bu konuda Ebu Ali el- Cubai şöyle der: “Haberi bir adil nakleder de ancak onun yolundan başka bir adilin haberi eklenirse o hadis kabul edilir. Ayrıca Kur’anın zahiri veya başka bir haberin zahiri onu destekler, yahut sahabeler arasında yayılmış yahut ta bazıları bununla amel etmişse o zaman kabul edilir.”

              Şüphelere Cevap:

 

1.      Hadis Ehlinin ve Hadisin Kötülenmesi Meselesi:

 

          Bunun sebebi Mutezilenin hadis ilmini bilmemesi ve ona önem vermemesi yüzündendir. Dolayısı ile eserlerinde hadis ile istidlal çok azdır. Onların çoğu herhangi bir konuda bir veya iki hadis rivayet edildiğini zanneder. Örneğin Ebu’l-Hüseyin el-Basri ru’yet konusunda sadece Cerir b. Abdullah’ın hadisi nakledildiğini zanneder. Halbuki bu konuda 30’a yakın hadis vardır. Sonra hadis ehlini öven Kadı İyad, İbn Ebu’l-İzz, Şafii, er-Ramehurmezi, İbn el-Medini, es-Sevri, Hatib el-Bağdadi gibi alimlerin sözleri gelmiştir .

 

2.      Mütevatir Hadis:  

 

         Bazı alimler haberleri dörde bölmüştür bunlar:

 

 a) Lafzen Mütevatir, b) Manen Mütevatir, c) Müstefiz Haberler, d) Haberi Vahid.

 

         Bazıları da bunu üçe bölmüştür:

 

a)      Mütevatir, b) Meşhur,  c) Ahad.

b)      

        Bazıları da Mütevatir ve Ahad olmak üzere ikiye bölmüştür. Sahabelerin haberleri mütevatir ve ahad diye haberleri ayırması olmamıştır. Bu taksim daha sonra ki alimler tarafından yapılmıştır. Mutezilede mütevatir her ne kadar haberi vahidden üstün görülmüş olsa da, mütevatir hadisi bile akıllarına ters düşünce hemen tevil yoluna giderler veya inkar ederler. Selef ise, mütevatir haberi subutu kat’i ve yakini ilim ifade eder olarak görmüştür.

 

Ebu Huzeyl’in iddia ettiği gibi mütevatirde muayyen ravi sayısı şartı yoktur. Bu konuda doğru olan Abdulhalim İbn Teymiyye (babası)’nin zikrettiği sözdür. “Tevatürde ravi sayısına itibar edilmez. İtibar edilen yalanda birleşmeleri mümkün olmayan nefsin itminane erdiği ilim ifade edebilecek derecede olmasıdır”. Dolayısı ile alimler tevatür konusunda muayyen bir sayıda ittifak etmemişlerdir. Ayrıca Selefi Salihin, dinin akaid ve ahkam gibi bütün alanlarındaki mütevatir hadisleri kabul edip amel etmekten geri kalmamışlardır.  

 

3.      Ahad Hadisin Tarifi:

Bir veya daha fazla kimsenin rivayet ettiği ve mütevatir şartlara haiz olmayan hadistir. Mutezile ise, ahad hadise farklı bir tarif getirmiş bu tarifle hadisi rahatlıkla reddedip veya amel etmemeye müsait bir kavram olarak göstermiştir. Böylelikle dindeki hadislerin büyük bir kısmını saf dışı etmiştir.

 

4.      Dinde Mutlak Olarak İhticac Edilmez İddiası:  Haberi Vahid, dinin aslından bir asıldır. Şayet amel edilmesi bırakılırsa dinin büyük bir kısmının yok olması demektir. Haberi vahidle istidlal edileceğine dair kitap ve sünnette deliller, Selefin bu konuda icması ve uygulaması vardır:

 

 a) Kur’andan deliller ve istidlalleri, b) Sünnetten deliller ve istidlalleri, c) Sahabe ve Selefin icması.

 

            Hicri 100. Yılından sonra Mutezile bu görüşü ortaya atmıştır. Zü’l-yedeyn, ninenin mirası ile ilgili Ebu Bekir ve Hz. Ömerin isti’zan kıssalarına ilim ehli açıklık getirmiştir. Sonra sahabelerin haberi vahidi kabul etmelerine bir çok örnekler vardır. Haberi vahidde yalan, hata, unutma veya değiştirme iddiası ile onun terkedilmesinin doğru olmadığını açıktır. Çünkü ravilerin tamamen hata unutma ve benzeri arızalardan salim olduklarını kimse iddia etmemiştir. Lakin önemli olan bu ne zaman vuku bulursa bilinmesi ve açıklanması gerekir.

 

         5. Akla Muhalif İse, İhticac Edilmez İddiası: Daha önce akılla naklin taarruz etmediğini, böyle bir şey varsa, o hadis veya nassın sahih yoldan gelmediği belirtilmiştir.

 

          6. İtikatta Delil Olmayacağı İddiası: İstidlalde, itikatla amel ayırımını ilk olarak Mutezile’nin yapmıştır. Böyle bir ayırım doğru değildir. Buna cevap şöyledir:

 

          1- Peygambere itaat ve isyanı nehyeden naslar genel ve mutlak olarak gelmiş, dolayısıyla akide ve ahkamı içerir. Bunlardan  sadece ahkamı tahsis etmek, delil olmayan bir tahsistir.

 

          2- Haberi vahidle itikad ve ahkamda ihticac etmek, Hz.Peygamber ve ashabından sabit olmuştur. Kaldı ki Selefte bu şekilde hareket etmiştir.

 

          3- Akaid ve ahkamın ayırımı birbirinin mütelazımının ayrımıdır. Çünkü bazen  akide bir hüküm içerir, bazen de bir hüküm bir akideyi içerir. Dolayısı ile böyle bir ayırım sonradan çıkmıştır.

 

          Ahad hadisler akide de delil olmaz sözü aslında bir itikadi görüştür. Bunun sıhhatine delil nedir? Bu sadece somut bir iddiadır esası da yoktur. Ahad hadisler zan ifade eder sözünden maksat racih olan bir zandır, mercuh olan bir zan değildir. Ayrıca zan ifade ettiği görüşü de ittifak edilmiş bir görüş değildir. Kaldı ki, ilim ifade eder diyenlerde vardır. Bu konuda el-Albani, Ahmet Muhammet Şakir ve  İbn Teymiye’nin  sözleri dikkate şayandır. İbn Teymiye, Ali Cubai’nin hadisleri kabulde koştuğu sayı şartına iki yönden cevap verir.

 

                a) Hadisi kabul etmedeki bu şartı daha önce hiçbir muhaddis iddia etmemiştir.

 

          b) Cubai, rivayeti şahadete kıyaslamıştır. Bu ise batıldır. Her ikisi arasındaki farklar açıktır. Onlar da şöyledir:

 

                1. Peygambere yalan isnadı başkasına yalan isnadı gibi değildir.

 

          2. Hz. Peygamberden haber verirken ravilerde güvenilirliğin şart olması vardır ki bu da  adalet ve zapt sıfatlarını içerir.

 

          3. Allah dinini hıfzını tekeffül etmiştir. Ama diğer şeylerin hıfzını tekeffül etmemiştir ki bazen bunlar, şahadet yoluyla haksız yere elde edilmektedir.

 

          4. Kadının rivayeti erkeğin rivayeti gibidir. Ama şahitlikte öyle değildir. Buna benzer başka farklarda vardır.

            Mutezilenin Haberi Vahidi İnkar Sebebi:  Mutezile haberi vahidi akidevi yaklaşımlarına ve akıllarına ters düştüğü için bütünüyle  reddetme yoluna gitmiştir.  

 

 

ÇAĞDAŞ AKILCI EKOLÜNÜN NEBEVİ SÜNNET HAKKINDAKİ TUTUMU

I. BÖLÜM

Yeni Akılcı Ekolünün Klasik Akıl Ekolünden Etkilenmesi ve Nebevi Sünneti Terketmedeki Rolü

            Bir çok müslüman Mutezile’ye ait fikir ve düşüncelerin tarihin derinliklerine karıştığını zanneder. Halbuki realite bunun aksini gösterir. Bugün insanların alimlerden saydığı bir çok kimse Mutezile’yi övmekte, savunmakta ve onların metodlarını uygulamakta, görüşlerini de ölçü olarak almaktadır. Her karşı çıkanı da kötülemektedirler. Mutezile’nin fikir ve düşüncelerinden etkilenen ve onların görüşlerini savunan özellikle de haberi vahidi onlar gibi reddeden çağdaş, akılcı ekolün temsilcilerinden olan kimse ve yazarlar şunlardır. Ahmet Emin, Zühdü Carullah, Muhammed Abduh, Mahmut Ebu Reyye, Muhammed Gazzali, Mahmut Şevtut, Dr. Muhammed Ammare, Dr. Cemalettin Mahmud ve Muhammed Kasım bunlardandır. Sözlerinin içerikliliğine gelince, şöyle hülasa edebiliriz:

 

1.      Mutezileye çeşitli övgüler yağdırılmakta,

 

2.      Hür bir irade ve rey sahibi, ileri görüşlü oldukları,

 

3.       İslamı savundukları, yüceltip yaydıkları,

 

4.      Hadis ekolünü kötüledikleri ve onların dogmatik oldukları,

 

5.      Metodlarının çok ince ve üstün bir metod olduğu.

 

            Bazı çağdaş yazarların Mutezile’den en fazla etkilendiği husus, metodlarında haberi vahidi reddetmeleridir ki, mezkur yazarlar aynı görüşü paylaşmaktadırlar. Bu çağdaş Mutezilelerin haberi ahad ile ilgili  sözlerinin içeriliği şöyledir:

 

1.      Haberi vahid zan ifade ettiğinden dolayı itikatta delil değildir.

 

2.      Gaybiyat ile ilgili konularda da delil değildir.

 

3.      Haberi vahid akla, Kur’ana, ilme zıt ise, alınmaz.

 

4.      Teşriyatın bazı konularında geçerli değildir.

 

5.      Haberi vahid sahih olan kıyasa muhalif ise, alınmaz.

 

      Reddedilen Hadislerden Örnekler:

 

1.      İsa (a.s.)’ın kıyametten önce inmesi.

 

2.      Deccal ve Cessase hadisi.

 

3.      Musa (a.s.)’ın ölüm meleği ile konuşması

 

4.      Şeytanın İsa ve Meryem (a.s.)’a dokunamaması.

 

5.      Allah Resulü’nün büyülenmesi ile ilgili hadis.

 

6.      Hz.Peygamberin göğsünün yarılması ve kalbinin yıkanması ile ilgili hadis.

 

7.      Hz. Peygamberin Şeytanının Müslüman olması.

 

8.      Miraç hadisi.

 

9.      Sineğin kaba düşmesi hadisi.

 

10.  Kader ile ilgili bir hadis.

 

11.  Cennet ile cehennem arasında geçen konuşma ile ilgili hadis.

 

12.  Diğerleri. (Örneğin Mehdi ile ilgili hadisler)

 

            Reddedilen üç tane hadisi konu alarak, muhaliflerin şüphelerine cevap vermek mümkündür . Bunlar: 1. İsa (a.s.)’ın inişi, 3. Musa (a.s.)’ın ölüm meleği ile konuşması, 3. Sinek hadisi.

 

Bu hadisler hakkında yapılan itirazlar ve cevapları kısaca görelim.

 

 

 

    1. Hadis:  Ahir zamanda İsa (a.s.)’ın inişi.

 

    İtirazlar:

 

1. Hadis mütevatir derecesinde değildir. Ahad olduğundan itikatta delil sayılmaz.

 

2. Hadis tevil edilmelidir. (Muhammed Abduh’un tevili)

 

3. Bu Hristiyanların itikadıdır.

 

4. Bunu tefsire İsrailiyat olarak sokan Vehb b.Münebbih ile Ka’bu’l –Ahbar’dır.

 

5. Buna inanmamak kişinin imanına ve islamına zarar getirmez. Kişiyi de kafir yapmaz.

 

6.      Bu hadiste izdirap, çelişki ve manada nekaret vardır.

 

7.      İsa’nın semaya yükseldiği konusunda (ruh ve cesedi ile) açık nas yoktur.

 

 

 

Cevaplar:

 

1.      İsa (a.s.)’ ın semaya yükselişi ile ilgili Kur’an ve sünnetten deliller vardır.

 

2.      Tefsir alimlerinin bu konudaki görüşleri müspettir.

 

3.      Ahir zamanda inişine Kur’anda deliller ve tefsircilerin açıklamaları

 

4.      İnişine sünnetten deliller ve bu hadislerin mütevatir olduğuna dair alimlerin sözleri vardır

 

5.      Bu konuda 23 sahabiden 60 tane hadis gelmiştir.

 

6.      Bu hadislerin bazıları mücmel, bazıları mufassal, bazılarının da veciz veya mutdarip olması bu hadislerin böyle olduğunu göstermez. Çünkü Kur’an-ı Kerim ayetlerinde de aynı üslup kullanılmıştır. Ayetler bazen mücmel, bazen mufassal ve değişik üsluplarla gelmiştir.

 

7.      Ümmet bunun kabulünde icma etmiştir.

 

8.      Sünnetteki bu açık nasların tevili tahrif ve tebdildir.

 

9.      Dinen zaruretle sabit olan şeylerin inkarı küfür sayılmıştır. Dolayısıyla inişine itikad  etmek vaciptir.

 

10.  Bu konuda rey ve ictihada yer yoktur.

 

 

 

      2. Hadis:  Musa (a.s.)’nın ölüm meleği ile konuşması:

 

      İtirazlar:

 

1.      Bu hadiste İsrailiyat kokusu vardır.

 

2.      Hadisin metninde tutarsızlıklar vardır. Örneğin Musa’nın ölümü istememesi.

 

3.      Hadisin metni illetlidir.

 

4.      Metin ne akide ve nede amelle ilgili bir rivayet değildir. Bunu red ve kabul fikri ihtilaflıdır.

 

5.      Musa’nın meleğin gözünü kör etmesi makul değildir. Çünkü bu beşere gelen arizi bir durumdur. Melekler hakkında mümkün değildir.

 

 

 

      Cevaplar:  

 

1.      Bu hadis alimlerin kabul ve teslim oldukları bir hadistir. Çünkü  sağlam ve emin raviler tarafından nakledilmiş, sıhhatına inanılarak sahih hadis kitaplarına alınmıştır. Hadisi rivayet edenler Buhari, Müslim, Nesai, İmam Ahmet, İbn Hibban, Abdürrezzak ve İbn Kuteybedir.

 

2.      Hadisin sıhhatinde şüphe vardır veya illetlidir diyenler, hadis metninin neresinde illet olduğunu ve hangi hadis aliminin bunu söylediğini ispat etmelidir.

 

3.      Bu rivayette geçen kıssa, aynen İbrahim (a.s.)’ın imtihan olunması gibi, Musa (a.s.) hakkında da bir imtihan söz konusudur.

 

4.      Musa’nın meleğin gözünü kör etmesi onun melek olduğunu bilmediği içindir. Eğer ilk merhalede onun melek olduğunu bilseydi bunu yapmazdı. Kaldı ki bu Musa (a.s.) hakkında garip değildir. Kur’anda onun bir kıptiye vurmak suretiyle öldürdüğü geçmektedir.

 

5.      Kişi evinde bilmediği bir kimse görünce onu defetmek için eliyle bir gözünü kör etmesi caizdir. Dolayısıyla onun için de bu mubah olmuştur.Binaenaleyh bu kasten olmamış, bir savunma neticesinde meydana gelmiştir. Bizim dinimizde de evin kapı deliğinden evde olanı tecessüs edebilmek için bakan kişinin gözüne batırmak dinimizin cevaz verdiği bir şeydir.

 

6.      Meleğin ikinci gelişinde Musa onun melek olduğunu belli bir alamet ile anlayarak teslim olmuştur.

 

7.      Hadis İsrailiyattan değildir. Bilakis Hz. Peygambere kadar ref edilmiştir. Bu hadisi Hemmam b. Münebbih ve başkaları da rivayet etmişlerdir. Şayet İsrailiyattan olsaydı hadis alimleri bunu illa ki beyan ederlerdi.

 

8.      Hadisin itikad ve amel yönünden bir ilgisi olmadığını söyleyenlere şu cevap verilir:

 

a)               Burada gaybe iman etmek, Cenabı Hakkın istediği kişiyi imtihan etmesi söz konusudur.

 

b)               Hz. Peygamberin verdiği tafsilat çerçevesinde bu gibi İsrailiyatın zikredilmesi, ümmetle önceki nesiller arasında bir bağ kurmak ve ibret aldırmak maksadıyladır.

 

c)               Musa (a.s.) bile, insan tabiatının icabı olarak keşfedilmesi istenmiştir. Çünkü Peygamber olması onu beşeriyetinden çıkarmaz.

 

d)               Bu hadisten mukaddes topraklarda ölmenin fazileti  çıkmaktadır. Çünkü hadiste Musa (a.s.), mukaddes toprağa yaklaştırılmasını istemiştir.

 

e)               Hadisten ölüm meleğinin bir insan suretinde temessül edebileceği çıkmaktadır.

 

f)                 Sonra Musa (a.s.)nın o an ölümü istememesi fıtri bir durumdur. Her insanda bu his vardır.

 

 

 

      3. Hadis:  Sinek Hadisi

 

                  İtirazlar:

 

1.      ‘Zararı kesin olan haramdır ve zararı muhtemel olanda mekruhtur’ kaidesine göre bu hadis kaideye zıttır.

 

2.      İnsan sineğin hangi kanadında zehir ve hangisinde de panzehir olduğunu ayırması mümkün değildir.

 

3.      Hadisin ravilerinden Ubeyd b. Huneyn bu rivayette teferrüt etmiştir. Ebu Hatim onun hakkında salih al-hadis demiştir. Başkaları da la ba’se bihi                               demektedir. Dolayısı ile bu hadisi kabul etmemek kişinin dinine bir zarar getirmez.

 

4.      Metnin konusu İslam akidesi ile ilgisi yoktur. Ne ibadet ve ne de şeriatla ilgisi yoktur. Bununla amel etmek te gerekmez.

 

5.      Bu rivayeti kabul etmek dine şüphe getirmektir ve islam düşmanlarına fırsat vermektedir.

 

6.      Bu hadis haberi ahaddan olup, zan ifade eder. Dolayısıyla kabulü gerekmez.

 

7.      Hadisin senedinin sahih olması metnininde sahih olmasını gerektirmez.

 

8.      Dünyevi konuya ait bir şeydir. Peygamber ise dini konularda örnektir.

 

9.      Hadisin Ebu Hureyre’den gelmesi hadise şüphe getirmektedir. Çünkü onun bir çok hadisi reddedilmiştir.

 

10.  Modern ilim bunun aksini iddia ediyor.

 

11.  Hadis uydurmadır.

 

      Cevaplar:

 

1.      Ümmetin alimleri bu hadisin içeriliğini kabul etmiştir.

 

2.      Hz. Peygamberin verdiği bu haber, mucizelerinden bir haberdir.

 

3.      Gelen haberlerin bir kısmını tekzip, tamamını tekzip anlamındadır.

 

4.      “Sineğin hangi kanadında zehir ve hangisinde panzehir olduğunu sinek nereden bilecek ki o yönü üzerine yemeğe düşsün, sineğin iradesi mi vardır”? sorusuna İmam Tahavi, Nahl Suresinin 68 ile 69. ayetiyle arıdan örnek getirerek cevap vermektedir. Dolayısı ile arıya ilham edilen şey sineğede ilham edilmiştir.

 

5.      Buhari, Ebu Hureyre’den rivayetle teferrüt etmiş değildir. Aynı şekilde Ubeyd b. Hüseyin de rivayette yalnız değildir. Hadisi, Nesai, İbn Mace, Beyhaki, Ahmet, İbn Hibban, Begavi, Ebu Said El Hudri’den, Bezzar ve Taberani de Enes b. Malik ve Tabiinden bir grup ta hadisi Ebu Hureyre’den nakletmişlerdir.

 

6.      Ubeyd b.Hüneyin sağlam bir ravidir. İbn Hacer Buhari şerhinin mukaddimesinde bunu tenkit edilen raviler arasında saymamıştır.

 

7.      Hadisi reddetmek için ahad diye bahane etmek kolay bir kaçamaktır.

 

8.      Tıbbi yönünden bunun faydalı olduğuna dair alimlerin sözleri mevcuttur.

 

9.      Nebevi tıbdan bir şey kabul etmeme ölçüsünü yeni tıbbın buluşları doğrularsa ölçüsüne bağlamak peygamberin doğruluğuna ve vahyine imanla bağdaşmaz. Şayet sünnet müstakil bir delil ise, dış desteğe ne ihtiyacı vardır.

 

10.  Bazı tabipler bunu kabul ettikleri sabittir.

 

11.  Hadisin uydurma olduğunu söylemek delilsiz bir iddiadır. Eğer uydurma olsaydı sahabiler bunu uygulamazlardı. Kaldı ki Enes b. Malik ve Ebu Seleme bunu uygulamıştır.

 

12.  Hadisin dünya işlerinden olduğu iddiası doğru değildir. Çünkü dünya işlerinden olan amellerin ve işlerin bir kısmı, ya vacip, ya müstehap, bir kısmı da nehy hükmüne girer.

 

13.  Sinek hadisinin hurmaları aşılama hadisi ile kıyası doğru değildir. Çünkü hurma aşılama hadisi bir tavsiye ve görüş niteliğindedir. Lakin sinek hadisinde önemli bir haber vardır. O da sineğin bir kanadında zehir, diğer kanadında ise, panzehir olmasıdır. Hz. Peygamber bunu o dönemde ancak vahiy yolu ile bilebilirdi. Ondan sonra diğer bir kanadının batırılmasını emrediyor.

 

14.  ‘Hadis kabul edilmiş olunursa, İslam düşmanlara fırsat vermiş oluruz’, sözüde yanlıştır. İslam düşmanları islam hakkında ne zaman konuşmaktan durdu ve vazgeçti de sıra bu sinek hadisine geldi. Kaldı ki onlar kat’i ve mütevatir olan Kur’ana dil uzatıyor. Allahın kitabı düşmanların kötülemesinden ne zaman salim oldu?

 

15.  Daha önce bu hadisi inkar eden Reşit Rıza ve Ebu Reyye modern tıp bunu destekleyince ne diyeceklerdir? Yine inkarları modern tıbbı itham etmek değil midir?

 

II. BÖLÜM

 

 

 

Cağdaş Akılcı Ekolünün oryantalistlerden Etkilenmesi ve Sünnet Etrafındaki Şüpheleri Yoğunlaştırmasında bunun Rolü

 

 

 

 Hak’tan sapmaları sebebiyle Allah Teala Peygamberine ehli kitabın hevalarına uymamaları için sakındırmıştır ve şöyle demiştir: “Ne yahudiler ve nede hristiyanlar sen onların dinine tabi olmadıkça, senden asla hoşnut olmayacaklardır. De ki: Allahın yolu işte asıl yol odur. Eğer sen sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine tabi olursan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı olur” (Bakara, 120).

 

Bu ayeti kerimede Peygambere hitap, İbn Kesir’in de dediği gibi ümmetine hitaptır. O Peygamber ki, hidayet ve kamil bir şeriat ile gelmiş dolayısıyla ehli kitaba ihtiyaç yoktur. Zira onlarda hidayet diye birşey yoktur. Yoldan sapan onlardır. Ondan sonra yazar, ehli kitabın İslam’a olan düşmanlığı ve kurduğu planlar konusunda İbn Teymiye ve Muhammed Ebu Zehv’den nakillerde bulunur ve özetle şu ifadeleri ekler: “Birçok kimse oryantalistlerin ilmi araştırma adı altında ortaya attığı şüphelere aldanmış ve bunlar müslümanlar arasında yayılmıştır. Bu durum o kadar ileri gitmiştir ki, bu görüşleri eğitim metodları adı altında bir çok İslam diyarında ders olarak okutulmakta ve müslümanların çocukları bu terbiye üzerine yetişmektedirler. Hiç şüphesiz ki değerli ilim adamları, oryantalist ve bunların izinden gidenlere sünnet üzerindeki şüphlerine gerekli cevaplar vermiştir. Yeni inkarcıların yaptıkları şey bu şüpheler üzerine bazı yeni şüpheler eklemeleridir. Bu kimseler müslüman olarak bilinseler bile, düşünceleri batılı düşüncedir, kalemleri de oryantalist kalemidir. Bunlar İslamı, oryantalistlerden daha iyi bildikleri için tehlikeleri daha büyüktür”.

 

 

 

     İddialar:

 

1. Sahih hadislerde uydurma ve ihtilat olduğu iddiası: Yazar burada bu iddiaları ortaya koyar, Muhammed Tevfik Sıdki, Seyyid Emir Ali ve Ahmet Emin gibilerin sözlerini nakleder. Bu iddialar özetle şunlardır:

 

a) Hadislerde birçok ihtilaf ve tutarsızlıklar vardır.

 

b) Hadislerin çoğu uydurmadır. Eğer alimler hür fikirli olsalardı, bunların çoğunu cesaretle atıp çok azı ile amel ederlerdi.

 

c) Allah’ın, insanlardan, hakkı batıldan ayıramayan bir şeyi din edinmelerini istemesi mümkün değildir

 

d) Kitap, kıyas ve akılla yetinmeliyiz, sünnetten kitaba zait olan bilgilerle ister amel eder, istersek bunları tartışmaya açarız.

 

e) Hadislerle amel etmek gerekli değildir. Hatta ümmetin Peygamberden tevatür yolu ile gelen hadisle bile amel etmesi gerekmez. Şayet böyle bir gereklilik olsaydı her mükellefe, hadisin sahih, zayıf ve mevzu olanını ayırdetmesi gerekli olurdu.

 

f) Her müçtehid mezhebini ortaya çıkarmak isteyince, diğer müçtehitler nezdindeki birtakım sahih olan sünneti reddetmek zorunda kaldı.

 

g) İmam Ahmed : “Üç şeyin aslı yoktur, bunlar ; tefsir, melahim ve megazi’dir.” demiştir.

 

 

 

Cevaplar :

 

a) Hadislerle amel etmenin gerekli olmadığı görüşü doğru değildir. Çünkü birçok ayeti kerime  sünnete bağlılığı emretmektedir. Bundan kasdedilen sadece bunun ilmi yönü değil, amelde buna dahildir. Aynı şekilde sahih hadisler de sünnete bağlanmayı ve onunla amel etmeyi vurgulamaktadır. Ahkam ve ameli kabulde sünnet, kitap gibidir. Sahabeler, Kuranda,  aslı olmasa bile, hadisi delil kabul etme konusunda icma etmişlerdir. Bu konuda hiçbirisinin muhalefet ettiği bilinmemektedir. Onlardan birisine bir durum arz olununca, hükmünü Kurandan talep ederdi. Hüküm Kuranda yoksa, sünnette ararlardı, aranan hükmün Kuran ve sünnette bulunamaması durumunda şer’i ilkeler çerçevesinde içtihat ederlerdi.

 

b) Her müçtehit mezhebini ortaya çıkarmak için diğerinde sabit olan sünneti reddetmek zorunda kaldı iddiası, müçtehitlerin sünnete olan bağlılığı ve saygı duymaları realitesine terstir. Kaldı ki, sünneti bize ulaştıran ve onu savunanlar kendileridir. Her imam, sözünün hadise muhalif olması durumunda, amelin hadisle olacağını söyler. Bir müçtehit başkasının amel ettiği hadisle amel etmesi ve ona muhalif bir şekilde fetva vermesi o hadisi reddettiği anlamına gelmez. Bunlarda başka sebepler aramak gerekir. Örneğin, hadisin kendisine ulaşmamış olması ve kendisince hadisin sahih olmaması gibi makul sebeplerdir ki o imam bunda mazurdur. Bazan bir alim bir hadisin meşhur olduğunu görür ve o hadisin sahih bir aslı olduğunu zannederek onu alır. Başka biri gelir,  o hadisi araştırır ve zayıf olduğunu ortaya koyar. Bazan da alime bir hadis ulaşır ilim ehlinin bu konuda ona muhalefet ettiğini görünce o hadisin zayıf olduğunu zannederek bırakır. Başka birisi gelip o hadisin sıhhatini ortaya koyar. Dolayısıyla alimlerden bir kısmı bu hadise vakıf olup onunla fetva verir. Diğerleri de buna vakıf olmayınca onunla amel etmez. Böyle bir durum sünneti reddetme anlamına gelmez.

 

c) İmam Ahmed’in sözüne gelince bu naklin sahih olduğu şüphelidir. Aksine onun müsnedinde tefsir ile ilgili birçok hadis vardır. Nasıl olur da bunlara yer verir. Sonra bu konuda hiçbir şeyin sabit olmadığını söyler? Sonra onun bu sözü eyyamü’l-arap ve megazi hakkında varit olan her şeyin yalan olmasını gerektirir ki bunu kimse söylememiştir.

 

d) İmam Ahmed “üç şeyin aslı yoktur” derken, bununla o ilme has eseri kastetmiştir.

 

e) Bu sözden maksat, sahih olmayanlara nispetle sahih olanların azlığıdır.

 

f) Bu sözü, sahih kabul edilse bile, mezkur sahalardaki rivayetlerin sıhhatini nefyetmesi uydurma olduğu anlamına gelmez. Yani sıhhati nefyetmesi , hasen durumunda olmasını nefyetmez. İbni Teymiye; “tefsir konusundaki rivayetlerin çoğu mürsel hükmündedir” der.

 

 

 

     2. Hadislerin Yazıya Geçirilmesi (tespiti) Konusundaki iddialar:

 

a) Hadislerin yazılmasının yasaklığı konusunda gelen rivayetler yazmayı emreden rivayetlerden daha sahihtir hatta nesheder durumdadır. Çünkü müteahhirdir.

 

b) Şayet sünnete bağlılık zaruri olsaydı Allah Teala Kuran’ı koruduğu gibi onu da koruması gerekirdi. Hz. Peygamber de Kuran’ın yazılmasını emrettiği gibi sünnetin de  yazılmasını emrederdi.

 

c) Hadis, Hz. Peygamber zamanından daha sonraki bir dönemde yazıldı. Bu, hadislerle oynanmasına müsait bir zaman dilimiydi. Dolayısıyla ehli kitabın başına gelen tebdil ve ziyadelik hadislere de bulaştı. Bu da hadislerin zamanla yazılmadığı ve sahabelerin de bunu muayyen bir kitapta hasretmemeleri ve tebliğ etmemeleri, ayrıca iyice ezberlememelerinden kaynaklanmaktadır. 23 senelik birikimin yazılmadan korunması mümkün olmadığından dolayı yalan ve Hz. Peygamberin söylemediği şeyler kendisine nispet edildi.

 

d) “Bana Kuran ve onun misli verildi” hadisi sahih olsaydı, sünnetin yazılmasını yasaklamaz, Kuranın tedvin edildiği gibi tedvin edilmesini emrederdi. Vahyin yarısını yazısız bir şekilde bırakmazdı. Çünkü böylelikle risaleti ehline kamil bir şekilde ulaştırmış sayılmazdı.

 

e) Sahabe de hadisi yazmamıştır.Yazanlar ise kendisi için yazıp ezberlemiş, kitap, görevini yerine getirince bu rivayetleri  daha sonra imha etmişlerdir. Hatta büyük sahabiler bile, hadisin yazılmasını istemiyerek, rivayet edilmesini nehyetmişlerdir. Çünkü hadislerin dinde yaygınlık kazanmasını istemediler.

 

f) Tedvinin hicri II. asrın başına bırakılması rivayetlerin çoğalmasına sebep oldu. Neticede hadisler uyduruldu, bunların sayısı binleri aşarak çoğu müslümanlar arasında yayıldı. Temyizi mümkün olmaz bir hale geldi.

 

g) Ömer b. Abdulaziz’in tedvine bir etkisi olmadı. Daha sonra gelenler de bunu önemsemediler.

 

 

 

      Cevaplar :

 

a) “Bana Kuran ve onun misli verildi” hadisi nakil yönüyle sabit olmuş bir hadistir. Dirayet yönüyle de itham edilmiş değildir. Nakil ve rivayet durumu şöyledir; hadisi Ebu Davud ve diğer sünenler tahriç etmişlerdir. Dirayet yönüyle de Kuran-ı Kerim sünneti destekliyor. (Nahl, 44 / Haşir, 7 / Nisa, 80).

 

b) Sünnette bu konuda aynı desteği vermektedir.

 

c) Hz. Peygamber, hadislerin yazılmasını, Kuran’ın yazı ve tedvinini emrettiği gibi emretmemesinin sebepleri konusunda yazar çeşitli alimlerden nakiller yaparak cevap verir.

 

d) Hz. Peygamber bu sözüyle hadislerin yazılmasını kastetmedi. Çünkü sahabeler ilk merhalede, Kuranı ezberlemek suretiyle onun  korunmasına yardımcı olmuşlar ise, aynı şey hadis için de geçerlidir.

 

e) Hadisler sayıca çok ve yaygın olması nedeniyle, ilk planda bütün hadislerin toplanarak bir araya getirilmesi  mümkün değildi.

 

f) Özellikle Hz. Ömer, Kuran’ın zihinlerde iyice kökleşmeden sünnetin kitap haline getirilmesini sakıncalı buluyordu. Zira insanların Kuranı bırakıp hadis kitapları ile meşgul olması gibi bir endişe söz konusuydu. Dolayısıyla sadece şifahi yoldan rivayet kanalıyla aktarılmasını yeterli gördü. Kuran’ın durumu sünnetten farklıdır. Sözgelimi tilavetiyle ibadet edilmesi, nazmının muciz olması, mana bakımından rivayetinin caiz olmaması ve indiği şekliyle muhafaza edilmesi gibi bir takım imtiyazlara sahiptir. Ancak sünnetten maksat lafzın verdiği anlamdı. Dolayısıyla tilavetiyle ibadet, nazmı ile bütün insanlara meydan okuma gibi (tehaddi) maksadı olmadığı için, mana ile rivayeti caiz görülmüştür. Çünkü onun bu şekilde rivayet edilmesi ümmet için bir kolaylıktır. Araplar ümmi bir toplum olduklarından dolayı yazı yazanları çok az idi. Yazı aletleri de çok pahalıydı. Nitekim Kuranı Kerim; deri , hurma yaprağı gibi nesneler üzerine yazılıyordu. Bu yüzden peygamber zamanında sünnetin söz, fiil ve takrirlerini içine alacak şekilde yazılmasında büyük bir zorluk vardı. Cenabı Hak böylelike, kitap ve telifler ortaya çıkıncaya kadar sahabeleri hadisleri ezberlemeye sevketti. Hz. Peygamber, getirdiği dini, hep bu minval üzere tebliğ etti. Allah Teala da buna şahit oldu. Dolayısıyla vahyin yarısının zayi olduğu iddiası doğru değildir.

 

g) Sahabelerin bir kısmı hadisleri yazıp bunları ezberledikten sonra imha etmeleri söz konusu olsaydı, onların bazı sahifeleri elimize ulaşmış olmazdı. Bazı sahabilerin yazdıklarını silmeleri yazının yasak olduğundan değil, Kuran’ın daha tam manası ile ezberlenmediği ve insanların da başka şeyle meşgul olmalarından korkulduğu nedeniyledir. Ya da ezberlemeye dayanmaları ve ezberleme melekelerini geliştirmek içindi. Ya da silinen hadisler ehli kitaptan nakledilen bilgilerden ibaretti. İnsanların bunlarla meşgul olmasından korkuluyordu. Kaldı ki, bu şekilde hareket eden sahabe sayıca azdı. İçlerinden bir gurup hem yazıyor, yazdıklarını da koruyorlardı. Sonra, sahabilerin hadisleri rivayet etmekten alıkondukları söylenemez. Bu yasaklama, muhtemelen hataya düşme korkusundan veya aşırı hadis rivayet etmeye engel olma maksadına yöneliktir. Hangi sahabe olursa olsun, muhakkak surette hadis rivayetinde bulunmuştur. İçlerinde sayıca çok hadis rivayet eden olduğu gibi oldukça sınırlı sayıda hadis rivayet edenler de vardır. Reşit Rıza’nın “sahabeler hadislerin yaygınlık kazanmasını istemediler” sözü doğru değildir. Aksine sahabeler Hz. Peygamberin sünnetinin devamlı olarak yaygınlaşmasını istemişler ve bunun için de çaba harcamışlardır. Kuran ve sünnette bu hususa işaret eden, bunun yanında dolaylı olarak, sünnete karşı koymayı yeren birçok delil mevcuttur. Yazar bu konuda Muhammet Ebu Zehv’in sözlerini nakleder.

 

h) Ömer b. Abdulaziz’in tedvin olayında etkisi olmadığı iddiası doğru değildir. Zira imam Zühri’nin onun bu emrine icabet ettiği kesindir. Nitekim alimler ilk hadis tedvin eden ismin imam Zühri olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Abdilberr imam Zühri den şöyle bir nakilde bulunur : “Ömer b. Abdilaziz sünnetin toplanmasını bize emretti, ben de defterler halinde bunları yazdım. O da idarecisi olan her ülkeye bir defter yolladı”. Bu rivayet, bu konuda şüphe edenlerin şüphesini çürüten güçlü bir delildir.

 

 

 

     3. Hadislerin mana ile rivayeti

 

     Ebu Reyye’nin iddiaları:

 

a) İddia edilen sahih ve hasen hadislerin çok nadir olanı Hz. Peygamberin lafzıyla ve onun muhkem terkibiyle gelmiştir.

 

b) İstılahlarında sahih iddia edilen hadisler, haddi zatında sahih değil ravilerine göre sahihtir.

 

c) Dolayısıyla çok azı hariç hadislerin çoğu  Hz. Peygamberin belagat ışığından yoksun olarak gelmiştir.

 

d) İstılahlarına göre sahih olan, bazı ravilerin anladığı manalardır. Ya da bazı müfret lafızlar veya kısa olan hadisler gerçek üzerine kalmıştır ki bunlar sayıca çok azdır.

 

e) Hz. Peygamber’e nispet edilen hadislerden, kafama uyanı alır mutmain bir şekilde de bıraktığımı bırakırım. Bu hareketim de kesinlikle hiçbir zorluk ve günah yoktur.

 

 

 

 Hadislerin mana ile rivayeti:

 

Yazar bu iddialara cevap vermeden önce mana ile rivayetin hükmü konusunda İbn Salah gibi alimlerin görüşlerini arzeder. Bunlar özetle şöyledir:

 

a) Şayet ravi Nebevi lafızların manalarını maksat ve medlulatını bilmiyorsa onun hadisi işittiği lafızlarla rivayet etmesi şarttır. Mana ile rivayeti caiz değildir.

 

b) Şayet ravi bu konuda bilgi sahibi ise hadis ashabı, usul ve fıkh erbabı bu konuda ihtilaf etmiştir.: Ekserisi buna cevaz vermiş, diğerleri de cevaz vermemiştir.

 

c) Bazı alimler de Nebevi hadisin rivayetine cevaz vermemiş, başkasının sözlerini nakletmeye cevaz vermiştir.

 

d) Doğru olanı, ravi zikredilen şartları taşıyorsa tebliğ ettiği lafızlar da o manayı içeriyorsa hepsinde caizdir. Sahabe ve ilk selefin durumu budur. Ki bu, hem selef hem de halefin bulunduğu uygulama bu şekildedir.

 

e) Sahabeler buna rağmen hata ve tahrif yapmamak için lafızla rivayete çok dikkat ediyorlardı. Cenabı Hak onlara Nebevi lafızları zaptetmeleri için son derece güçlü bir hafıza melekesi bahşetmiştir.

 

g) Mana ile rivayeti caiz görenler, bunu duruma göre uygulanan bir ruhsat olarak cevaz vermişlerdir. Yoksa rivayette asıl olan lafızla rivayettir.

 

h) Mana ile rivayet hadisin tümünde değil, sadece birkaç kelimesinde olur.

 

i) Hz. Peygamberden gelen bütün hadisler kavli değildir, aksine bunların ekserisi “fiili” hadislerdir. Bunların bazısının aslı kavlidir. Sahabe bunları başka bir sözle ifade ederken : “böyle emrolunduk, şöyle nehyolunduk” derlerdi.

 

j) Her hadisin mana ile rivayeti caiz değildir. Örneğin, ibadetle ilgili hadisler, ezan, teşehhüd, tekbir, teslim, dua ve zikirler ile Hz. Peygamberin veciz sözleri...

 

k) Hadis lafızlarının ezberlenmesini garipsememek gerekir. Çünkü sahabiler kendilerinde ezberlemeye yardımcı olacak birtakım imkanlara sahiptiler.

 

l) Hadisler tedvin edilmeden önce, Kuranın ezberlenmesinde hafızasına güvenilen sahabenin, aynı işi kavli hadislere tatbik etmesi durumunda hafızasına neden güvenilmiyor?

 

m) İbn Malik’in dediği gibi, nahiv kaideleri için şiir nasıl delil olarak kullanılabiliyorsa, hadislerle de istişhat edilebilir.

 

 

 

Cevaplar:

 

a) “Hemen hemen bütün hadisler mana ile rivayet edilmiştir” iddiası doğru değildir. Bilakis birçoğu lafızları ile varit olmuş ve raviler de bu lafızlarda ittifak etmişlerdir. Bu sözlerin Nebevi fesahatten çıktığını idrak eden dil bilimciler ve belagat alimleri Nebevi belagat konusunda müstakil kitaplar kaleme almışlardır.

 

b) Ebu Reyye’nin “dilediğim hadisi alır, dilediğimi terkederim” sözünden iki anlam çıkar: 1) Ya hadisler içerisinde herhangi bir hadisin; sıhhat, katiyyet, zan, butlan yönlerinden ne durumda olduğunu bir bakışta anlayacak bir seviyededir. 2) Ya da hadis hakkında kötü zanda bulunmuş, sanki hadisler herkesin arzusuna hizmet eden bir unsur haline gelmiş gözüyle bakar. Dolayısıyla arzusuna uyanı alır, uymayanı da terkeder. Bunu yaparken de hadisin sıhhat ve zaafına bakmaz.

 

Birinci ihtimalin Ebu Reyye hakkında düşünülmesi imkansızdır. Çünkü ilmi durumu malumdur. Şu halde Ebu Reyye hakkında ifade edilecek olan kanaat ikinci maddede yer alan ihtimaldır.

 

          4. Hadisin Kur’an’a arzedilmesi:

 

          Bu uygulamaya şu hadisi istidlal ederler:

 

          Muhammed Gazzali’in İddiaları:

 

a. Hz. Aişe, hadisi Hz.   Peygamberin söylemediğini iddia ediyor.

 

b. Hz. Aişe hadisi Kur’an’a arzederek reddediyor.

 

c. Bu hadis sahih hadis kitaplarında olduğu olsa bile, Kur’an’a muhalif olunca reddedilmesi gerekir.

 

d. Sahih hadisleri muhakeme etmenin yolu, Kur’an’ın naslarına arzetmek mesleği en doğru olanıdır.

 

e. Bu metodlarına delil olarak ta yukarıdaki mezkur hadisi getirirler.

 

f. Müctehidlerin ictihad metodu önce Kuran’a dayanır, sünnet veya hadiste onu destekleyen bir nas bulurlarsa kabul ederler. Yoksa Kur’an ittiba edilmeye daha layiktir.

 

 

 

    Cevaplar:

 

a. Sahih sünnetin Kur’an’a muhalif olmadığı noktasında icma edilmiştir. Çünkü sünnetin görevi Kur’an’ı açıklamaktır.

 

b. Sünnet te vahiydir. Kur’an’a muhalefeti mümkün değildir. Yoksa muaraza yoluyla din fesada uğrar.

 

c. Sünnetin müstakil olarak getirdiği hükümler genel olarak Kur’an’da  Peygambere itaati emreden ayetlere dahildir. Böylelikle Kur’an’a muhalif sayılmaz. Kaldı ki müctehidler bu hadisleri kullanmışlardır.

 

d. Muhaliflerin, sünnet Kur’an’a muarızdır demeleri batıl bir iddiadır. Çünkü hadis, ne zaman sabit olursa Kur’an’a hiçbir şekilde muarız olamaz.

 

     Daha sonra yazar bu cevaplarını teyid maksadıyla Şafii, Acurri ve İbn Kayyim gibi alimlerden nakilde bulunur.

 

    Sünnetin Geliş Yolları:

 

a.    Her yönüyle Kur’an’a muvafık olması, her ikisi de belirli bir hükümde birleşmesi

 

b.    Kur’an’ı tefsir ve açıklar durumda olması

 

c.     Kur’an’nın, gerek icap ve gerekse tahrimde sükut ettiğine icap ve tahrim yönünden hüküm getirir olması.

 

     

             Kaide: Alimler sünnetin Kur’an’a muhalif olması konusunda sadece uydurma hadisleri Kur’an’a arzederler ki, bu hadislerin metnin zaptedilmesi kaidesine girer. Sünnetin Kur’an’a muarız olduğu düşüncesi Mutezile’nin ortaya attığı bir iddiadır.

 

 

 

            Konuya delil getirilen hadis:

 

             İddia edilen hadis, zaten zındıklar tarafından uydurulan ve hadisleri ihmal etmek maksadıyla ortaya atılan bir hadistir. Hadis imamları: “Bu hadisi Kur’an’a arzettik ve hadisin Kur’an’a muhalif olduğunu gördük. Çünkü Kur’an’da şöyle denmektedir: ‘Peygamber size neyi getirdiyse onu alın, neyden sakındırdıysa onu bırakın”.

 

 

             Hz. Aişe’nin Kur’an’a arzettiği hadis:

 

             Hadis şöyledir:                         

 

              Bu hadisi Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Ahmed tahric etmişlerdir. Rivayet eden sahabiler ise, Ömer b. Hattab, Abdullah b. Ömer, Ebu Musa el-Eşari, Muğire b. Şube, İmran b. Huseyn, Suheyb, Hafsa ve diğerleri.

 

              Hz. Aişe’ye itirazlar:

 

a.       Hz. Aişe’nin  bu rivayette Ömer’i hatalı görmesi doğru değildir. Çünkü Ömer’in bu rivayetine bir grup sahabe muvafakat etmiştir. Dolayısıyla bu sahabilerin tamamının yanılması mümkün değildir.

 

b.      Hz. Aişe’nin sahih nas karşısında bir ictihadıdır. Nas ise sahabenin ictihadına  mukaddemdir.

 

c.       Hz. Aişe’nin bu hadisi ayete muarız görmesi zannidir. Sabit hadise muarız olan bu zan merduddur.

 

d.      İlim ehli Hz. Aişe’nin itirazıyla Hz. Ömer’in hadisi arasında bir cem yapmışlardır.    İbn Hacer bunu şu şekilde özetler:

 

 

 

            1) Ehlinin ağlamasıyla o kimse azap olunur, şayet avazla ağlamak  onun sünnetine           uygunsa.         

 

            2) Ölü, ehline böyle yapmasını vasiyette bulunmuşsa.

 

 3) Ehlini bundan nehyetmesini ihmal etmişse.

 

4) Ehlinin ağladığı kadar azap olunur.

 

5) Buradaki tazib anlamı meleklerin o kimse için tevbe etmesi,

 

6) Tazib anlamı, ehlinin avazla ağlaması yüzünden ölünün duyduğu acıdır.

 

Bu son görüşü bir grup alim tercih etmişlerdir. Bunlar, Kadı İyaz,  İbn Teymiye ve diğerleridir. İbn Hacer, bütün bu görüşlerin duruma göre cem edilmesinin mümkün olduğunu söylemiştir. İbn Kuteybe ise, bunun dünya ile ilgili ahkama mütaallık olduğunu ifade eder.                  Her ne kadar ayeti kerimede, “bir kimse başka bir kimsenin günahını çekmez” denilse bile, bu bir şeye sebep olmayanla ilgilidir. Buna sebep olan, onunla azapta ortak olur, ( Ankebut, 13)’ te olduğu gibi. Hz. Peygamberin Heraklius’a yolladığı mektupta: “Eğer yüz çevirirsen bütün Erisiler’in günahını yüklenmiş olursun” demiştir.

 

 

 

Önemli ihtar:

 

Şayet Muhammed Gazzali ve onun gibilerin, sahih sünnetin Kur’an’a muhalif olma bahanesiyle sünneti reddetme kapısı açılsa, bir çok sahih hadislerin atılması gerekir. Çünkü bunlar, hadis alimlerinin koydukları tashih ve tazyif kaidelerine itimat etmeyip mücerret akıllarına dayanırlar.

 

Müctehid alimler, meseleleri takrirde sadece Kur’an’a değil, hem Kur’an’a hem de sünnete dayanıyorlardı. Çünkü onlar, sünnetin Kur’an’a muhalif olmadığına inanıyorlardı. Ayrıca fıkıh alimleri, bu hadisten Gazzali’nin anladığını anlamamışlardır. Bu da, az önceki hadis hakkında zikredilen görüşleri Gazzali’nin bilmediğini gösterir. Kaldı ki, Hz. Ömer fakih sahabelerin büyüklerindendir. Abdullah b. Mesud onun medresesinde yetişmiş, ilmini ve fıkhını Kufe’de yaymıştır.Nitekim Hanefi fıkhının aslı oraya dayanır. Gazzali fıkhi konularda daha çok  Hanefi fıkhına dayandığına göre, böyle bir durumda Gazzali’nın fıkhı nerede kalır?

 

 

 

              Amel-i Sünnet- Yaşayan Sünnet:

 

              Şüpheler:

 

a.       Sünnet Hz. Peygamber ve sahabenin sürekli amelidir. Sadece Kavli Sünnet değildir.

 

b.      Kavli hadisleri sünnetten saymak alimlerin ıstılahındandır. Sahabenin anladığı sünnette daha fazla gerçekleştirilmiştir.

 

c.       Sünnetle hadis arasında fark vardır. Bazı muhaddislerin hadislere sünnet adını vermeleri doğru değildir.

 

d.      Dinde kaynak Kur’an ve mütevatir sünnettir. Yani yaşayan sünnettir. Namaz m    enasik gibi ve cumhurun kabul ettiği bazı kavli hadislerdir. Diğerleri ise, ahad hadislerdir. Rivayet ve dirayeti kat’i olmayıp, ictihad mahallidir.

 

 

 

                 Cevaplar:

 

a.       Daha önce geçtiği üzere, sünnet Hz. Peygamberin kavil, fiil ve tatbikatına şamildir.   Alimler bu görüştedir.

 

b.      Aynı şekilde ahad ve mütevatir hadislere de sünnet denilir.

 

c.       Sünnet sadece, ‘mütevatir ameli veya yaşayan sünnettir’ demek doğru değildir. Bu yeni bir istılahdır. Şayet sünnet, mütevatir ameli olanla sınırlandırılsa, bir çok kavli hadisler, dinin bütün yönleri, ahkam, ahlak ve diğer hususları ihmal edilir. Kavli hadislere sünnet itikadı, muhdes değildir. Bilakis ilk asırda bilinen bir husustur.

 

 

 

                 Sahabenin Adaleti:

 

                 İddialar:

 

a.       Cerh ve tadil alimleri, diğer ravilerde uyguladıkları cerh ve tadil kaidelerini sahabelere uygulamamış ve onların tümünü adil kabul edilmiştir. Halbuki bir çok muhakkik alim, onlar hakkındaki bu adalet sıfatını kabul etmemiştir. Örneğin el-Mukbili gibi.

 

b.      Onlarda birer beşerdir. Başkasına arz olunan hata unutkanlık, yanılma ve hevaya uyma, beşeri tabiatları sebebiyle onlara da arz olunur.

 

            c.  Bunların içerisinde, dinlerinden irtidat eden kimseler olmuş, aralarında bir çok harp    ve   fitne vuku bulmuştur. Havz hadisinin buna işaret ettiği gibi.

 

c.       Sahabeler birbirlerini tenkit edip aşağılıyorlardı. Onlar için caiz olan şey, bizler için niye caiz olmasın?

 

 

 

     Cevaplar:

 

Adaletten maksat onların sahip oldukları mürüvvet, ahlak, bağlı oldukları takva ve doğruluk sebebiyle, sahip oldukları iman nedeniyle bilerek yalan söylememeleridir. Yoksa günahlardan, unutkanlık yanılma ve hatadan beri olduklarından değildir. Çünkü masumiyet ancak peygamberlere hastır. Dolayısıyla ilim ehlinden hiçbirisi, onların masum olduklarını iddia etmemiştir. Masum olamamaları da adaletli olmalarına ters değildir.

 

      Yazar konuyla ilgili İbni Teymiye, el-Muallimi ve İbni Hibban gibi alimlerin sözlerini nakleder

 

            b.  El-Mukbili’nin sözünde delil yoktur. Sözüne de değer verilmez. Kendisi Mutezile    çevresinde yetişmiş, kendini Şi’i fıkhına vermiş ve onun metoduyla etkilenmiş birisidir. Dolayısıyla sahabe hakkındaki hükmü, Mutezile sapıklığı ile Şi’i inhirafı karışmıştır.

 

            c.  Hiç şüphesiz onlarda birer beşerdir. Yanılma unutkanlık hata başkalarına arz olunduğu gibi onlara da arz olunur. Bu durum onların adaletli oluşunu etkilemez. Ancak başkalarından ayrıldıkları noktalar vardır; Hz. Peygamber’e çağdaş idiler, olaylara tanık oldular. Bunları hafızalarına yerleştirip ameli olarak uyguladılar. Ayrıca Hz. Peygamberden işittiklerini beraberce müzakere ettiler. Buna da ihtiyat ve dikkat ederek yaptılar. Şüphe edilen hadisin de rivayetinden kaçındılar. Bununla beraber hadis tenkitçileri, sahabenin her dediğini ve her rivayet ettiğini almamıştır. Şayet onlarda bir hata veya yanılma olduysa bunu tenkit etmişlerdir. Kaldı ki, sahabeler bile, birbirlerinin hata ve yanılmasına susmayıp ikaz etmişlerdir.

 

           d.    Hiç şüphesiz ki, sahabelerden  İslâm’dan irtidat eden veya mürtet olarak ölen kimse sahabe sayılmaz. Çünkü sahabe, Hz. Peygambere iman ederek onu görmüş ve İslâm üzere ölmüş kimsedir. Hiç şüphesiz bazı sahabeler arasında savaş ve fitneler olmuştur. Ama bu adaletli oluşlarını etkilemez. Yazar daha sonra sahabenin adaletiyle ilgili olarak, İbn Salah ve İbn Teymiye’nin sözlerini nakleder. İbni Teymiye şöyle der: “Sahabe hakkında nakledilen menfi sözler iki türlüdür. 1. Onlar hakkında nakledilmiş sözler ya yalan, ya da ekserisi tahrif edilmiş sözlerdir. 2. Doğru olanlarına gelince, bunların çoğu mazur görülebilen türden olup, onları günah olmaktan çıkarır, içtihat türüne sokar ki, içtihatta isabet edilirse iki ecir, hata edilirse bir ecir vardır.  Hulefa-i Raşidin  hakkında nakledilenler de bu baptandır. İşledikleri bazı günahlar varsa, bu onların faziletli ve sabikundan olmasına mani değildir.

 

           e.    Havuz hadisi mütevatirdir. Burada, Hz. Peygamber vefatından sonra irtidat edenleri kastetmiştir. Bunlar da sahabeden sayılmazlar ki, başka bir hadiste kastedilenin bunlar olduğu teyid edilmiştir. Sonra yazar, konuyla ilgili olarak el-Hattabi’nin sözlerini nakleder. Netice olarak yazar havuz hadisinin sahabe ile ilgisi olmadığını vurgular.

 

           f.    Sahabeler, birbirlerini yalanlamadılar. Ve ithamda da bulunmadılar. Enes b. Malik’in hadisinde bu, açıkça ifade edilmiştir. Kaldı ki, aralarında güven de vardı. Şayet aralarında hata, unutkanlık ve yanılma olursa, birbirlerine müracaatta bulunurlardı. Onlar da beşer idi, beşer olmalarından çıkmamışlardır. Yazar daha sonra İbni Şeybe gibi çağdaş müelliflerden konuyla ilgili sözler nakleder.

 

 

 

                     Ebu Hureyre Hakkındaki İddialar:

 

           a.   Ebu Hureyre geç Müslüman olduğundan dolayı bir çok hadislerini Hz. Peygamberden işitmemiştir. Bilakis sahabe ve tabiinden almıştır. Sahabenin mürselleri ise hüccet değildir.

 

           b.     Karın tokluğuna Hz. Peygamberin yanında bulunduğunu bilakis kendisi itiraf etmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamberle sohbetinde ihlaslı olmamıştır. Büyük sahabeler onu cerh etmiş, rivayetlerinden de şikayetçi olmuşlardır. Hatta Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali onu yalancılıkla itham etmişlerdir.

 

            c.     Hz. Ömer onu kamçılamış, şayet hadis rivayetini terk etmezse sürgün edeceğini bildirmiştir. Ancak, Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra yeniden hadis rivayetine başlamıştır.

 

             d.     Çok unutkan birisi olup hafıza zayıflığından dolayı hadislerini kabul ettirmek için veya sahih olduğunu ispat ettirmek için meşhur kıssayı uydurmuştur.

 

            e.  Hz. Muaviye, Hz. Ali hakkında hadis uydurmak için Ebu Hureyre’yi yönlendirmiştir.

 

            f.     İlmi ve fıkhi görüşü olmayan birisidir. Dolayısıyla Hz. Ömer, onu şura ehline dahil etmemiştir.

 

            g.     Sahabenin avam tabakasındandır. Onun fazileti hakkında her hangi bir hadis varit olmamıştır.

 

            h.    Gafil olduğundan dolayı, İslâm dinine hurafeleri ve evhamları sokmak için İslâm düşmanları onu kullanmışlardır.

 

            i.     Hadis uyduran birisidir. Çok hadis rivayet etmesini fırsat bilerek hadislerini tezvir etmişlerdir.

 

j.        Garabet ve hoş görünmeyen hadislerde teferrüt ettiği halde müslümanlar onun hadislerini kabul etmişler, getirdiği sorunlara rağmen onun hadislerini dinlerinin tamamından saymışlardır. Dolayısıyla öyle hurafe, İsrailiyat ve Mesihhiyat’tan olan şeyler nakletmiştir ki, bundan dolayı bir çok itham almıştır.

 

       Daha sonra yazar Ebu Hureyre’nin reddedilen hadislerini örneklendirmiştir. Bunlar, sırasıyla şu hadislerdir: 1. Türbe hadisi, 2. Musarra hadisi, 3. Cünüplü iken oruç yoktur. hadisi, 4. Unutkanlık ve zekasının geriliği ile ilgili hadis.

 

                 

 

                    Cevaplar:

 

           a.    Bir çok hadisi, Hz. Peygamberden işitmediği, onları sahabe ve tabiinden işittiği iddiası delili olmayan bir iddiadır. Bilakis, deliller bunun tersinedir. Ayrıca rivayet edipte Hz. Peygamberden rivayetini tasrih etmediği hadislerin metninde ona yetiştiği dönemde ondan işittiği anlaşılmaktadır. Birçok sahabe, Ebu Hureyre’nin Hz. Peygamber ile birlikte kalmasından dolayı, çok hadis rivayet etmesi konusunda şahitlik etmişlerdir. Ebu Hureyre’nin tabiinden rivayet ettiği herhangi bir hadis bilinmiyor. Sahabenin, tabiinden rivayet ettikleri hadislerin sayısı yirmiyi geçmemektedir. Kaldı ki, bunlar içerisinde sahih olmayanlarda vardır. Diğerleri ise, küçük sahabelerin onlardan rivayet ettikleridir. Ayrıca mürsel hadisle ihticac edilmediği malumdur.

 

           b.     Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin Ebu Hureyre’yi tekzip ettiğini İbn Kuteybe Nazzam’dan nakleder. Sonra Nazzam’ın, dinde istikametli birisi olmadığını bir çok muhalif görüşleri bulunduğunu ve bir çok sahabeyi de itham ettiğini söyler. Ne yazık ki,  Ebu Reyye okuyucuyu şaşırtmak için Nazzam’ın sözünü İbn Kuteybe’nin sözü olarak gösterir.

 

           c.   Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi kamçıladığı ve hadis rivayetini terk etmezse onu sürgün edeceği dolayısıyla da, Hz. Ömer’in  ancak şehit edilmesinden sonra yeniden hadis rivayetine başladığı iddiasına şöyle cevap verilir: Evvela bu rivayet zayıftır. Çünkü Ebu Cafer el-İskafi yoluyla gelmiştir ki, bu zayıf bir ravidir. Hz. Ömer’in yasaklamasına gelince, çok hadis rivayetini yasaklamak istemiştir. Çünkü çok hadis rivayet eden kimsede hata, yanılma ve muğalata olur. İnsanlar da bu rivayetlere göre hareket ederler korkusuyla o sözünü, Ebu Hureyre’ye söylemiştir. Nitekim Hz. Ömer, daha sonra, Ebu Hureyre’nin hadis rivayetine izin vermiştir. Kaldı ki, mezkur rivayet münkerdir.

 

            d.    Muaviye’nin Ebu Hureyre’yi Hz. Ali hakkında hadis uydurmaya yönlendirmesi, Ebu Cafer el-İskafi’nin uydurduğu bir olaydır. Zaten bu adam, hem Mutezili hem de koyu bir Şii’dir. Zikrettiği hikaye için herhangi bir senet zikredilmemekte ve sağlam bir kaynaktan da  gelmemektedir.  Kaldı ki, Hz. Muaviye böyle bir şeye tenezzül edecek kadar onursuz değildir.

 

              e. Ayrıca, Ebu Hureyre’nin Hz. Ali’nin zemmi hakkında rivayet ettiği hadisler nerede? Hadis alimleri, bu hadisler hakkında ne demiş? Acaba, Ebu Hureyre için bunu bir cerh mi saymışlardır? İskafi’nin zikrettiği şey, Şi’i bir desisedir. Bunun arkasında Muaviye ve Ebu Hureyre’yi kötülemek maksadını taşır.

 

               f.  Ebu Hureyre’nin avam kimselerden olduğu, hiçbir tabakada zikredilmediği ve fazileti hakkında da hiçbir rivayetin bulunmadığı iddiası doğru değildir. Çünkü o, hafız sahabelerin büyüklerinden ve fetva ehlinden birisidir. Nitekim Hz. Ömer onu Bahreyn’e vali yapmıştır. Hz. Muaviye’de onu birkaç defa Medine’ye vali olarak tayin etmiştir. Hiçbir tabakada zikredilmemiş olduğu sözü de doğru değildir. Çünkü Ebu Hureyre, Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicretin yedinci yılında hicret edenlerdendir. Fazileti hakkında bir rivayet yok demek te yanlıştır. Hz. Peygamber ile üç yıl beraber kalması ona fazilet ve şeref olarak da yeter. Kaldı ki, Hz. Peygamber, ona ve annesine dua etmiştir. Aynı zamanda Ebu Hureyre, Suffe ehlindendir. İmam Müslim onu, faziletli olan sahabelerden saymıştır.                                                                                                                   Ondan sonra yazar Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği ve tenkit edilen mezkur rivayetleri tek tek cevaplandırır

 

               g. Ebu Hureyre’nin alim ve fakih olmadığı iddiası da yanlıştır. Bilakis o, sahabenin alimlerinden olup, fetvada kaynak olan birisiydi. Nitekim bu konuda İbnu’l-Humam, Zehebi ve İbn Emir el-Hac onun fakih olduğuna dair sözleri mevcuttur.

 

 

 

                   Buhari Müslim Hakkındaki İddialar:

 

               a. Alimler, Buhari ve Müslim’in birçok hadislerini tenkit etmiş ve her rivayetine    itimat edilmeyeceğini, ayrıca zayıf hadislerin de bulunduğunu söylemişlerdir.

 

               b.  İbn Hacer ve Nevevi şerhlerinde birçok sorunlar yatmaktadır.

 

               c.  Bu iki esere bir çok İrailiyyat girmiştir.

 

               d. Buhari ve Müslim’in sıhhatli oluşu isnat yönüyledir. Yoksa dirayet yönüyle değildir. Dolayısıyla hadislerinin metin yönünden tasfiye edilmesine ihtiyaç vardır.

 

                  

 

                     Cevaplar:

 

                a.  Hiç Şüphesiz ki, Buhari ve Müslim Allah’ın kitabından sonra en sahih kitaplardır. Hadislerinin sıhhatinde herhangi bir  itham yoktur. İslâm Ümmeti bu iki kitabı ilim ve amel yönüyle kabul etmiş, bir çok alim de bunu ifade etmiştir.  Yazar, bu ifadelerinden sonra Nevevi, İbn Hacer, İbn Teymiye, Ahmet Şakir ve Dehlevi gibi çeşitli İslâm alimlerinin konuyla ilgili sözlerini nakleder.

 

                          b. Bazı sahih hadislerin müşkil olması onların batıl oluşunu göstermez. Çünkü, insanların idrak ve anlayışı değişiktir. Bilhassa söz konusu konular, gaybla ilgili olursa bu böyledir. Binaenaleyh Nevevi ve İbn Hacer müşkil görülen hadisleri ne zaman zayıf ve sahih olmadığı hükmünü vermiş ki bu, itham konusu olsun?

 

                          c. Buhari ve Müslim üzerine müstahreçler yapılması, hakklarında her hangi bir töhmeti veya cerhi gerektirmez. Çünkü müstahreç yazanların maksadı, müstahreç yaptığı kitaba hizmet maksadıyladır. Dolayısıyla Buhari ve Müslim’e yapılan müstahreçler bu kabildendir. Kaldı ki, müstahreçlerin birçok faydaları vardır. Bunlar, isnadın yükselmesi, hadisin sıhhatinin ziyadeliği, hadisin tarik ve tercih çokluğuyla takviye edilmesi gibi faydaları bulunmaktadır.

 

                          d. Ayrıca İsrailiyyata dair rivayetlerinin tahdis edilmesine izin verilmiştir. Bununla ilgili rivayetler mevcuttur. Kaldı ki rivayet edilmesinin cevazı, illaki itikat edilmesini gerektirmez. Doğruya uygun olan alınır, uymayan ise, terk edilir. İsrailiyyat şer’i ölçülerle tartıldığı zaman bir tehlikesi yoktur. Nitekim hadisçiler bunların zayıf ve sahih olanını ayırmışlardır.

 

                          e. İmam Buhari sadece muhaddis değildir. Aynı zamanda müctehid imamlardandır. Müctehid olduğuna en büyük delil, babların tercemelerinde fıkhi istinbatların bulunmasıdır. Ayrıca bu bablarda birçok ayet ve hadis, sahabe ve tabiin fetvalarını zikretmektedir. Böylelikle o babın fıkhını ve istidlalini ortaya koyar. Dolayısıyla birçok ilim adamı onun kitabını şerh etmiş ve hakkında çeşitli telifler yazmışlardır ki, bunların sayısı 500’ü aşkındır.

 

                             

 

                    Tenkit Edilen İki Hadis:

 

               1.“Yüz senenin başında şu an yer yüzünde bulunan hiçbir kimse hayatta kalmayacaktır” hadisidir. Bunu, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed ve diğerleri tahriç etmişlerdir. Bu hadisten maksat, o asrın biteceği, o mecliste bulunan sahabenin kalmayacağıdır.

 

                    Sonra yazar, konuyla ilgili olarak alimlerin açıklamalarını getirir.

 

                2.“Yedi tane acve hurmasını sabahleyin yiyeni o gün zehir ve sihir tutmaz” hadisidir. Bunu, Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, İmam Ahmed ve Darimi tahriç etmişlerdir. Ekseri alimlere göre, bu Medine hurmasıdır.

 

                     Yazar konuyla ilgili alimlerin sözlerini nakleder ve bu hadisin Nevevi bir mucizesi olduğunu söyler.

 

 

 

                    Hadisçilerin Metodu Hakkındaki İddialar:

 

                a. Hadisçiler, hadisin metnine değil isnadına önem vermişlerdir. Eğer tenkitlerini metne yöneltmiş olsalardı isnat yönüyle sahih olan birçok hadis metin yönüyle zayıf sayılırdı.

 

                b. Hadis ulemasının, rivayetler konusunda fıkhi bilgileri azdır. Kur’an’ın fıkhına az müracaat ederler. Hüküm ve fetvalarını genelde hadislerden çıkarırlar. Örneğin, “namazı üç şey keser, bunlar; kadın, merkep ve siyah köpektir” hadisiyle amel ettikleri halde fıkıhçılar başka hadislere dayanarak bu hadisi reddetmişlerdir.

 

                c. Hadisçiler raviler hakkında farklı cerh ve tadil değerlendirmeleri uyguladıklarından dolayı, hadislere verdikleri hükümlerde ihtilaf ederler. Bu sadece bir zevk işi olup herhangi bir ölçüye dayanmamaktadır. Binaenaleyh bu ilme ait kaidelerin tamamının doğru olması mümkün değildir.

 

        

 

                 Cevaplar:

 

                a. Birinci iddia kesinlikle doğru değildir. Çünkü bu daha önce oryantalistlerin ortaya attığı bir iddiadır. Bilakis hadisçiler hadisi her yönüyle ele almışlardır. Hiçbir şeyi incelemeden geri bırakmamışlar, hadisin hem isnad ve hem de metinini araştırmışlardır. Şu ana kadar yazılan eserler bunun en büyük delilidir. “Eğer hadisçiler metin tenkidine yönelmiş olsalardı birçok hadis terk edilirdi” sözünün delile ihtiyacı vardır. Çünkü bu cüretkâr bir iddiadır.

 

                b. kinci iddia ise, çok eskiye, dayanmaktadır. Rey ashabının nebevi hadis hakkında bilgileri olmayınca rey ve kıyasa kapılarak, hadis ehline ve uygulamalarına dil uzatmaya yeltenmişlerdir. Dil uzatılan, Kütüb-i Sitte ashabı, Süfyan b. Uyeyne, Hammad b. Zeyd, Abdurrahman b. Mehdi, Abdullah b. Mubarek, Yahya b. Main, Said el-Kahtan, İbn Hibban ve DareKutni fakih değiller mi? Muhammed Gazzali, fakihlerin hesabına hadis alimlerine dil uzatıyor. Böyle bir ayırım nereden geliyor? Halbuki hadis, fıkıh ve tefsir alimleri birbirini tamamlayan ve ümmetin taktirini kazanan kimselerdir.

 

                    Bu ifadelerinden sonra yazar konuyla ilgili olarak, İbn Salah ve Tahavi gibi alimlerden nakiller yapar.

 

                c. “Üç şey namazı keser hadisini, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn Mace, Darimi ve İmam Ahmed tahriç etmişlerdir. Sahabelerden bu hadisi nakledenler; Ebu Zerr, Ebu Hureyre, İbn ‘Abbas, Enes b. Malik, Hz. Ayşe, Abdullah b. Mugaffel bu görüşe kail olmuşlardır. Alimlerden ‘Ata, el-Hasan, el-Basri, İmam Ahmed, Zahiriler, İbn Teymiye, İbn Kayyim ve Şevkâni bu görüştedirler. Diğerleri ise, şu hadise dayanırlar, “Hiçbir şey namazı kesmez”. Halbuki bu rivayet zayıf bir hadistir.

 

                         d. Hadisçiler raviler hakkında farklı cerh ve tadil değerlendirmeleri uyguladıklarından dolayı, hadislere verdikleri hükümlerde ihtilaf ederler iddiası, oryantalistlerden gelen bir şüphedir. Hadis ilminin eserlerine müracaat edenler, bu dalın ne kadar dikkate haiz bir ilim olduğunu anlarlar. Aslına bakılırsa bu ilim üç noktayı inceler.

 

                1) Hadisi kabul edilen ravi kimdir?

 

                2) Bu ravi nasıl tevsîk edilir?

 

                3) Cerh ve tadil çelişirse uygulama nasıl olur? Buna götüren amil nedir?

 

      

 

                             Bu soruların cevabı şöyledir:

 

                            1) Raviyi kabul etmede belirli nitelikler vardır. Bunlar da zapt ile adalet nitelikleridir. Bu iki nitelik o ravide birleşirse sika sayılır. Dolayısıyla rivayeti kabul edilir.

 

                            2) Veya ravinin adaleti şöhret yoluyla sabit olur, yahut bir alimin tadil etmesiyle tadil edilir, zaptı da sika ravilere muvafakat ederse adaleti sabit olur.

 

                            3) Ravinin tadil sebebi zikredilmese bile, tadili kabul edilir. Çünkü tadil sebepleri çoktur. Bunların zikredilmesi de zordur. Ama cerh, ancak sebebi açıklanırsa kabul edilir. Zira cerh’in sebepleri azdır, zikredilmesinde de zorluk yoktur.

 

                             Belirli bir ravide şayet, cerh ve tadil çelişirse, cerh, tadil’e takdim edilir. Cumhur’a göre bu böyledir. Çünkü cerh eden kimsede fazla bilgi vardır. Tadil eden ise, ravinin zahirine göre hareket etmiştir. Buna karşılık, cerh eden kimse, ravide gizli bir durumu ortaya koyar. Ancak bu kaide mutlak anlamda değildir. Bazen tadil cerh’e mukaddem olabilir.

 

            

 

                              Hadisin Sahihlik ve Zayıflık Yönüyle İhtilaflar:

 

                              Bunu iki sebebe bağlayabiliriz;

 

                          1) Hadisin sıhhat şartları farklı olabilir. Hadis  hakkında kendi içtihadı doğrultusunda hareket eder.

 

2) Hadisin sıhhati yönünden, şartların gerekliliği konusunda ihtilaf vardır. Örneğin bazıları, mürsel hadisi, başka şartlara haiz olduğundan sahih kabul etmektedir. Bazıları da ittisal şartı olmadığı için onu zayıf sayar. Ravide islâm mükellefiyet adalet ve zapt şartları olduğu zaman rivayet ehlindendir. Hadisçilerin ravi konusundaki tenkit ve cerh-tadil metotları, ihtiyat ve araştırmaya dayanır. Bunu inceleyen birisi, bu şartları taşıyan ravinin yalan söylemesine aklen ihtimal vermez. İşte, rical kitaplarını ve hadisçilerin metodunu okumayan birisi bu hakikati görmez.

                   

HICRET

Hicret dedigimiz zaman manasi <intikal,yani bir kimsenin bir beldeden bir beldeye intikali>Bu umum manasi gerek maddi,gerek manevi,gerek çalisma,gerekse dini yüzünden olsun bir beldeden diger bir beldeye intikaline denir.

Burada tabi iki beldeden kasit küfür diyarindan Islam diyarina intikaldir.Mevzuya geçmeden önce bilmemiz gereken iki husus vardir.

Buda Islam da Darul Küfür ve Darul Islam mefhumunun anlasilmasi, yani hangi diyar Islam diyaridir,hangi diyar küfür diyaridir?

Bu gün en çok tartisilan mevzulardan biride budur.

DARUL KÜFÜR dedigimiz zaman,kafirlerin hükmettigi küfür kanunlarinin icra edildigi,kafirlerin nüfusunun o beldede hakim oldugu diyardir.

Buda iki çesittir,bir kismi Darul Harp:.Ikinci kismi Darul Sulh. Bir harp halinde olup,sulh içinde yasanmasina Darul Sulh diyoyoruz.

DARUL SULH :Müslümanlar ile kafirler arasinda sulumet,baris olan diyardir.Hükümler kafirlerin olup,aralarinda Müslümanlarin da bulundugu beldedir.

DARUL ISLAM:Veya Islam diyari dedigimiz zaman,müslümanlarin hükmettigi veya Islam hükümlerinin icra olundugu ve nüfusun müslümanlara ait oldugu diyardir.Velevki nüfus yönünden kafirler teskil etse bile,O Islam diyaridir.Önemli olan Islam kanunlarinin geçerli olmasi ve icra edilmesidir.

Kuranda Hicreti Emreden,Sünnet de Hicreti Emreden Deliller

Nisa Suresi / 97. Kendilerine yazik edenlerin canlarini aldiklari zaman onlara: "Ne yaptiniz bakalim?" deyince, "Biz yeryüzünde zavalli kimselerdik" diyecekler, melekler de:"Allah'in arzi genis degil miydi? Hicret etseydiniz ya!"cevabini verecekler. Onlarin varacaklari yer cehennemdir.Orasi ne kötü dönülecek yerdir!

/98. Çaresiz kalan, yol bulamayan zavalli erkek, kadin ve çocuklar müstesnadirlar.

/99. Iste Allah'in bunlari affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bagislayandir.

Evet bu ayeti kerimeler bize hicretin faziletini anlatmaktadir.Islam kafir diyarindan veya müsrik diyarindan,Islam diyarina _Abdullah’in oglu Cerir Rasulullah (sav)den :Müsriklerin arasinda ikamet eden her müslümandan ben beriyim diyor,dedilerki ya Rasulallah niye ?

_Çünkü ikisinin atesi birbirine benzemez.Yani birbirinin hükümleri,kanunlari,nizamlari ayni degildir.

(Ebu Davud 2645/Tirmizide de sahih olarak gelmistir.)

*Kim bir müsrikle bir olursa onunla bir mesken kurarsa oturursa,muhakkak ki onun gibidir( Ebu Davud ) Burada bir müsrikle cima üç surette olur

Birincisi bir müsrik kadinla evlenmek sureti ile,ikincisi bir müsriki kendine dost edinip onunla yasamak sureti ile,üçüncüsüde bir müsrik kadinin veya bir müsrik erkegin müslüman olduktan sonra müsrik kadinla veya erkekle esi ile kalmasi sureti ile olur.Iste bunlardan birtanesi vuku bulursa onunla yerlesirse onun gibidir.

Bir müsrik müslüman olduktan sonra müsriklerden ayrilmadik ca , Hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez (Nesei , Zekat 73 / Ibni Mace hudut 2 / Ahmet 5/5)

Rasulullah (sav)den sunu isittim; Tevbe kesilinceye kadar hicret kesilmez ve hicret devama eder , Kiyamete kadar bakidir , Günes battigi yerden doguncaya kadarda tevbe kapisi kapanmaz.( (Ebu Davud 2475 / Darimi/ Ahmet 99/4)

Müsriklerele beraber yerlesmeyiniz mesken edinmeyiniz ve onlarla beraber olmayiniz . Kim onlarla mesken kurarsa ve birlesirse o kimse bizden degildir . (Hakim Müsteddede zikretmistir / Hafiz Zehebide sahih demistir.)

Evet böyle bir giristen sonra Hicretin manasina gelelim ;

Lugatta : Terk etme , bir boslugun dolmasi manasindadir.

Istilahta : Küfür ve sirk diyarindan Islam diyarina intikaldir.

Hicret iki çesittir ;

1_Maddi ve cismani Hicret vardir , buda intikaldir .Kisinin maddeten ve cismen intikal etmesi , buda hicretin her yerini kapsar herhalde

(Ikinci manasi vardir ki aslinda ilk hicretten önce maddi ve cismani hicretten bu ikinci hicret daha önemlidir.Buda hakiki ve manevi hicrettir ki cesette buna tabi olur . Buda söyledir ki ;)

2_Baskasinin yani Allah tan gayri bütün efradin her seyin muhabbetinden ve kullugundan Allah in muhabbet ve kulluguna hicret .Baskasinin korkusundan veya ümidinden veya baskasina tevekkülden Allah a dönme Ona intikal etme buki manevi hicrettir . Bu manada Rasulullah (sav)den bir rivayet vardir.

Muhacir (hicret eden kimse ) Allah in nehyetmis oldugu yasakladigi masiyet saydigi seyleri terketme (Ebu Davud 2481/Buhari / Müslim )

__Bir müsrik Müslüman olduktan sonra müsriklerden ayrilmadikça hicret etmedikçe Allah onun hiçbir amelini kabul etmez.(Nesei zekat_73/Ibn i Mace hudut 2 )

AKLIMIZA SÖYLE BIR SORU GELEBILIR _Hicretin gayesi maksadi amaci nedir ? Niye yapilmaktadir?

Evet Islam izzet ve kuvvet dinidir . Bir müslümanin kafire kafirlere zelil olmasini kabul etmez.Bir müslüman onlarin aralarinda kaldikça ister istemez kendi kalbinde , hislerinde asagilik kompleksi dogar .Ve bu sekilde onlara dayanma durumuna düser. Ve nitelendirilebilir

Bu yüzden Islam dini hicreti farz kilmis gücü yeten bir müslümanin onlar arasinda müsaade etmemistir .Bu gibi sebepler yüzünden , ancak zaruretler müstesna .

HICRETIN KISIMLARI Hicretin birkaç tane kismi vardir ;

a)Darul harpten veya Darul küfürden Islam diyarina hicrettir .Bunun farziyeti ilk hicretten beri “yani müslümanlarin sav zamanindan tutunda Habesistan hicretinden , Mekkeden Medineye hicretten ta kiyamete kadar bu hicret bakidir .(az önceki rivayet buna delildir Ebu Davut 2475) Evet tevbe kapisi kapanincaya kadar Hicret kapanmaz .

b)Ikincisi ise ; Bidat beldesinden çikmak ; Karamilitanlarin , zindiklarin bulundugu beldeden .

Imami Malik (ra) dediki; Selefi Salihine sövüldügü , eza edildigi , küfredildigi bir beldede bir kimsenin ikame etmesi helal degildir . Bunu Ibnul Arabi Ahkamul Kur an tefsirinde 1/484 de nakletmistir . Evet bundan sebep onlarin bidatine aldanabilir onlar gibi yani bidat ehli olur korkusuyladir.

c)Haramin galip oldugu beldeden çikmak ; çünkü helali talep etmek her müslümana farzdir. Düsünün bir beldede galibiyet haramda , yiyecek içecek te kazançta artik bir müslümanin orada haramdan kurtulmasi maddeten mümkün olma durumu varsa ;bu defe ne yapar? Helali kazanmak kastiyla baska bir memlekete hicret eder . Çünkü neden ? Helali aramasi, talep etmesi farzdir . Ama yasadigi beldede kendi ihtiyaçlarini karsilayacak helal seyler varsa ; ondan kazanabiliyorsa ; bu defa bundan muaf tutulur. Ama öyle bir duruma düser ki Artik kendi ihtiyaçlarini haramlik yüzünden gideremez . Galibiyet haramdir. Artik oradn intikal etmesi gerekir .

d)Bir müslümanin nefsine yapilan eziyet yüzünden o yerden çikmasi gerekir . Müslümana eziyet ediliyor dövülüyor , hapse atiliyor , çesitli eziyetler yapiliyorsa müslümanin oradan çikmasi intikal etmesi gerekir. Bunu dinler tarihinde ilk olarak Ibrahim as yapmistir . Çünkü kavminden korkunca (Hani biliyorsunuz putlari kirdi , onlarin taptiklarinin batil oldugunu her seyi anlatti onlardan beri oldugunu söyledi ) dediki ; Ben Rabime hicret ediyorum (Ankebut 26) Ben Rabbime gidicem ve O bana yol göstericektir (Saffat 11)

Biliyorsunuz ki bunu Musa as da yapmistir. Askerlerden bir kiptiyi öldürünce Firavunun sarayindan biri gelip çik burdan bir topluluk seni öldürmek için yola çikti dediginde ; Oradan ayrilip Suayp as min oldugu yere Medyene hicret etmistir .

e)Müslümanin malina veya namusuna eziyet korkusu varsa oradan çikabilir . Çünkü müslümanin mali ve namusunun hicreti , kaninin haramligi gibidir . Müslümanin kani diger müslümana nasil haramsa mali ve namusuda haramdir .

f)Zararli bir beldede , yani o beldede hastalik varsa ve o beldeyi hastalik sardiysa o beldeden temiz olan bir beldeye çikabilir. Peygamber efendimiz sav “ haramilere beldeleri zarar görünce oturmaz hale gelince Merc denilen yere çikmalarina izin vermistir .Taki beldeleri düzelinceye kadar.(Sihhi yönden düzelinceye kadar. )Ancak hadiste bir istisna gelmistir. Taun hastaligi çikan yerden çikmak yasaklanmistir. Çünkü o hastalik baska yere sirayet etmesin diye taun olan beldeden disarida çikmasini ,içeride girmesini yasaklamistir. Tabiki bu istisna kilinmistir.

Muhterem kardeslerim simdi asil konumuza geçelim ; Darul harpte veya Darul küfür de ikame eden kimseler yani müslümanlar üç kisimdir ;

1.Kisim Bunlar kafirlerle ikame ediyor ve onlara ragbet ediyor , dost olarak onlari seçiyor , dinlerinden razi oluyor ve onlari meth ediyorsun . Müslümanlara karsi o kafirlere yardimci oluyorsun , böyle yapan bir sahis kafir olur. Islamin hükmü bu sahis hakkinda budur , yani o adam kafirdir.

2.Kisim Mal , evlat veya memleket sevgisi yüzünden onlarla ikamet ederse ; düsünün ki oturdugu memleketi kafirler istila etmis , orada dogdun , orada büyüdün , malin orada, ailen orada , her seyin orada , o memlekette dinini izhar edemiyorsa ,(izhardan kasit ; Eshedü enla ilahe illallah ve eshedü enne muhammeden abdehü verasuluh demek degil , namaz kilmakta yeterli degil , yani dini açiktan ilan etmektir) dinini yasayamiyorsa , Ben müslümanim , siz kafirsininiz , aramizda düsmanlik vardir ! demesi , bunu izhar etmesi lazim , bu izhari yapamiyorsa , Hicrete de gücü varsa , bunu yapmiyorsa , Hicreti terk etmesi yüzünden Allah ve Rasulüne asi gelmistir . Bu sekilde büyük bir günah islemistir. Ancak bu memlekette yani mal ve evlat sevgisi yüzünden o memlekette kaldigi için tekfir edilmez , ama büyük günah islemis bir sahistir . Yani nefse zulmedenlerdendir. BU mevzuuyla ilgili olarak Rasulullah sav zamaninda bir vakia olmus .

***Abdullah bin Mesut naklediyor ; Müslümanlardan bir topluluk kafirlerle beraber idiler . Müsriklerle beraber idler ve müsriklerin toplulugunu çogaltiyordu , onlarla beraber olunca . müsriklerle kalan bir müslümana ok isabet eder ve böylelikle onlardan bir tanesi ölür.

Veya müsrikler ne yapar yapar onu öldürür . Iste onlar hakkinda Allah Nisa 97 yi indirir

Allah teala tevbe 24. ayeti ile zikrolunan sekiz tane sinif yüzünden olan özrü geçersiz saydi. Bunlar nedir ? Baba , ogul , kardes , akraba ,biriktirilen mal , zayi olmasindan korkulan ticaret , razi olunan mesken bunlar yüzünden kisi hicret edemiyorsa , gücü yettigi halde , Allah cc onun bu özrünü kabul etmiyor .

Onun için hicrete gücü yettigi halde Cenabi Hak onu fasiklardan saymistir . Büyük günah islemistir . Allah a ve Rasulüne asi gelmistir ki ve bulunduklari belde Mekke beldesiydi ,Allah a en sevimli olan belde , en muhabbet duyulan beldeydi .O gün o beldede kalmk özür sayilmiyordu ise artik ondan gayri olan beldelere ne demeli .

3.Kisim Darul harpte ,Darul küfürde 3. grup müslümanlardan ; Kafirler arasinda beis olmayan kimselerdir .Yani küfür beldesinde kalmasinda beis olmayan kimselerdir .Bunlarda iki kisimdir ;

a ) Birinci sinif dinini aralarinda izhar eder , kendi dinini kafirler arasinda izhar eder . Ve onlarin küfrründen , küfür elinden kafirlerden teberrü eder . Evet onlarin batilda oldugunu kendilerinin Hak ta oldugunu onlara tahsih eder. Evet sav müsriklere ilk zaman okudugu

ayetlerden bir tanesi _Ey kafirler toplulugu / kafirun _Siz Benden berisiniz , Bende sizden beriyim . Böyle açikça dinini yasayabiliyorsa

tahsih edebiliyorsa o zaman onlarin o beldeden baska beldeye hicret etmeleri gerekmez. O beldede kalmalarinda herhangi bir beis yoktur .Sayet bir Islam beldesi kurulma durumu olursa o zaman gider yoksa kalmasinda bir beis yoktur.

b)Ikinci sinif ise mustazaaf yüzünden yani zarureti yüzünden de geçtigi gibi Nisaa75 Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz! Bizi, halki zalim olan bu sehirden çikar, bize tarafindan bir sahip gönder, bize katindan bir yardimci yolla!" diyen zavalli erkekler, kadinlar ve çocuklar ugrunda savasmiyorsunuz! Yani kafirlerden tagullüs etmeye gücü yetmiyor , çikmaya kurtulmaya , yol bulmaya durumu yoksa , aciz ise , ihtiyar , yasli , çocuk veya esir durumda olan kimseler istisna edilmistir. Ve bunlar bir ayeti kerimede diyor ki Rablerine söyle dua ederler ; Ey Rabbim bizi ehli zalim olan bu köyden bizi bur dan çikar ve senin yaninda bize bir dost gönder.

Bu kimseler mustazaaf , tabi bu devirde mustazaaf insan çok az veya yok gibidir .

Baska bir mesele daha var . Buda kafir diyarinda veya darul harpte , ister darul hunpta i ister darul sulhta olsun bunlar Darul küfrün kisimlaridir .

Küfür diyarina ticari maksatla gitmeye gelince ; Alimler demislerdir ki dinini izhar edebilip kafirlerle dost olmazsa kendinden emin ve dinini izhar edebilecekse bu sekilde küfür diyarinda ticareti caiz görmüslerdir. Hatta bazi sahabelerden böyle hicret edenler olmus Imami Ahmet in müsnedinde rivayetler vardir . lakin aksine kafire dinini izhar edemeyip onlarla dost olma korkusu varsa , yani onlar gibi olma korkusu varsa bu defa kati suretle islam beldesinden çikmasi caiz degildir . Kafir beldeye yolculugun yasaklanmasi veya Kur anin o beldeye götürülmesi yasak . Alimler böyle hamlediyorlar . Sayet dini yasamama korkusu varsa bu defa kati surette gitmesi caiz degildir ..Böylelikle bu Hadisi serif düsman olan bir memlekete Kur an ile seyahati yasaklamistir. Ve bu rivayet sahsa initbah eder .

Çalisma is maksadiyla hicret veya göç böyle bir diyara gitme ayni hükme baglidir .

Allah Rasulü (sav) biliyorsunuz O’nun hicretinden önce Habesistane hicret oldu.Ve ondan sonra Müslümanlar sahabeler Mekke den Medine ye hicret ettiler.Osman ibni Affanin kafilesi ile 83 kisi hicret ettiler.Ve Mekke’de sadece Rasulullah (sav),Ebu Bekr,Ali (ra) ve

Esma binti Ebu Bekr ,birde rivayetlerde Ibni Hisamin siretinde geldigi gibi Hz.Ebu Bekrin oglu Abdullah oda Mekke de bulunuyordu.

Tabi Mekke müsrikleri Rasulullah (sav)’in ona iman eden bir toplumun artik buradan göç edip baska bir yerde onlara karsi toplanip,birlesip harp açacaklarindan Rasulullah (sav)efendimizin böyle bir ise tesebbüs edeceginden bir devlet kuracagindan korktuklarindan dolayi Rasulullah (sav),çikartmaya ve onu öldürmeye kasdetmislerdi.

Buda Rasulullah (sav),hicretinden bir gece önce daha evvel anlastiklari bir vakitte devamli istisare yaptiklari Darul Nedve denilen yerde toplandilar, Rasulullah (sav)in durumunu konustular.Artik tahammül edilmez hale geldigini ve ona iman eden kimselerin çok oldugunu ve bunlarin ileride onlara bükük bir tehlike arz edecegini bu gibi meseleleri konustular.Bir aralik içeri insan suretinde Iblis (la)

Içeri girdi.Evet bir seyh suretinde içeri girdi.Ibni Hisamin siretinde bu sekilde naklediliyor. Ve kendisine soruldu _Sen neredensin ?

Dedi ki _Ben necitliyim ve ondan sonra bende sizlerle bu konuyu görüsmek istiyorum,bende görüslerimi söylemek istiyorum .Onlarda tamam dediler Sende gel ve içeride aralarinda çesitli kararlar aldilar her aldiklari karara bu iblis hayir diyordu Ancak en sonunda Ebul Idalcem dedikleri Ebu Cehil almis olduklari kabul etti.O karada su idi _Her kabileden bir genç alin ve bu her gencin eline keskin bir kiliç verin ve böylelikle yarin geceleyin Muhammed yatagina girecegi zaman birden bire üzetrine varsinlar ve onu öldürsünler,böylelikle

Kan bütün kabilelere dagilmis olacaktir.Abdil menaf ogullari kabilelere karsi gelemeyecektir,hangisinden kan talep edecektir.Böylelikle

Sayet diyet isterlerse diyeti veririz,Böylelikle Muhammed ten kurtulmus oluruz.Ebu cehilin vermis oldugu karar veya görüs buydu ve bu görüs ikrar edildi ve kabul edildi.Her kabileden Rasulullah (sav),dinine ve ashabina düsman olan bir gencin eline keskin bir kiliç verildi ve o gece Cenabi Hak Cibril (as)gönderdi Dediki Ya Rasulallah sen bu gece burada yatma tabi Rasulullah (sav),orada yatmadi ve yerine hz Aliyi yatirdi ve kendisine yaterken giydigi burdesini ona verdi sen burada yat dedi Rasulullah (sav) de orada bulunuyordu fakat yatili degildi tam o sirada geldiler yanlarinda Ebu Cehilde vardi lakin gençlerde vardi Rasulullah (sav) öldürmeye gelen gençler

Bu kim diyordu Rasulullah (sav) onlar tam girme sirasinda Yasin suresinin 1,11 ayetine kadar okudu ve üzerlerine toprak saçdi ve attigi o toprak her müsrikin basinda yer etti O an tabi Rasulullah (sav) göremediler Cenabi Hak onlara göstermedi.Yasin 8. okurken aralardan geçip gitti ve tabi içeriye girmeden önce baktilar ki hepsinin üzerinde toprak var.Nereye kaybuldu diye sasirdilar göremediler.Ileride ki sahislar dediler ki Muhammedi mi ariyorsunuz o çoktan buradan gitti dediler birde içeriye girip baktilar ki Hz Ali yatakta yatiyor Rasulullah (sav) kendisi bu defa daha sonra Ebu Bekr (ra)evine geldi tabi Ebu Bekr(ra) Rasulullah (sav)den hicretten sonra Müslümanlarin Mekke den Medine ye hicretinden sonra kendisi paygamber (sav)den hicret izni istiyordu Fakat Rasulullah (sav)

Onun her isteyisinde diyordu ki _Umulur ki Allah sana bir Dost gönderir onunla beraber hicret edersin ve bu söz onun kalbine yer etmisti Oda onunla beraber olmak istiyordu bu hicrette.Ve kendisi bu sebeple iki deve satin almisti bu sebeple onlari sakliyordu

Bir tanesi kendine bir tanesi Rasulullah (sav) me Hz Aise ra anlatiyor diyor ki ;sav diger o gün hiç gelmedigi bir saatte geldi ve dedi ki ;

Ebu Bekir Allah bana hicret etme müsaadesi verdi _ve defa Ebu Bekir ra dedi ki ; Dostluklarinimi ariyorsun Ya Rasulallah beraber hicret etmemizi istiyorsun .Evet Hz Aise diyordu ki _O gün bir insanin ferahladiginda aglayacagini hiç düsünemiyordum. Ferahliktan diger bir aglama geldi. Ferahliktan Ebu Bekir’ e aglama geldi. Bu defe Abdullah arkad denilen bir dellal tuttular ve bunu kiraladilar. Oradan Ebu Bekir ( r.a )’ nin evinin arkasindan ayrildilar, gittiler. Daha önce ogluna dediki: Ey Abdullah biz sevr magarasina gidiyoruz.

Birkaç gün orada kalacagiz .Sen bak insanlar ne diyorlar , bize haber getir. Ve bu dellalla beraber sevr magrasina gittiler. Orada sav üç gün kaldilar ve Esma anlatiyor ; Ben onlara yiyecek getirip götürüyordum .Abdullah ise gizlice haber topluyordu ve haber getiyordu .

_Kim Muhammedi bulursa ölü veya diri getirirse ona 100 tane deve ödül olarak verilecektir. Tabi sav orada üç gün kalmisti .Ve ondan sonra rehberlerle beraber oradan Medine ye hicret etmislerdi . Yolda giderken bu ödüle sahip olmak için Sürekabin Malik isimli birisi Mekke ehlinden ati ile beraber yola çikiyor ve onlara ulasiyor, onlari ileride görüyor. Lakin onlara her ulasmak istediginde atinin ayaklari yere batiyordu ve kendisi iniyor ayaklari çikariyordu .tekrar biniyor yeniden gidiyordu ve yeniden ayaklari batiyordu topraga ve bu bir çok kereler tekrarlandi . Ondan sonra onlarin arkasinda bir duman gördü ve onlarla Rasulullah sav’e kendisi arasinda onlarin ulasmasini engelleyen bir kuvvet vardi . Ve arkaddan onlarin pesini birakmiycam dedi , yani kasti artik tamamen degisti .Ve yanlarina varinca Rasulullah (sav)’den bir yazi isted.Hz Ebu Bekr Ona bir yazi verdi ve kendisi Mekke’ye döndü.Mekke’nin fethinde Islamini izhar etti.

Evet Mekke müsriklerinin magraya gelip hani orada magranin agzinda ag yapan örümcekten,yuva yapan yaban güvercininden bahseden rivayetler varya bunlarin hepsi uydurmadir.

Ve Rasulullah (sav) Sevr magrasindan Medineye hicret ettiginde Hz Ebu Bekr (ra)ile hicret hicret etmislerdir.Ilk olarak Kuba’ya geldiler

Rasulullah (sav) uzaktan gelisini bir yahudi gördü.Ve sahibiniz geliyor diyerek haber verdi Ve böylelikle müslümanlar,sahabiler göz yasilariyla

Karsilamis oldular. Rasulullah (sav)’in hicreti böyle böyle olmustur.Hicreti miladi 622 yilinda gerçeklesmistir.Bu hicret baslangicida müslümanlarin ilk takvimi sayildi ki buna HICRI TAKVIM diyoruz.Rabiulevvel ayinin 11/12. günleri hicret vuku buldu.Tabi bu takvimle diger tavim arasinda 6 asirlik bir fark gözetiyor.Bu gün kafirlerin tiger takvimi kullandirmalari sirf bu hicreti unutturma maksadiyladir,müslümanlarin zihninden tamamen bunu silme maksadiyladir.Çünkü hicretin islam tarihinde büyük bir degeri vardir.Hicretin maksadi Islam Devletine gitmesinden dolayidir.Bu gün bir müslümana sorsan hangi hicri aydayiz çogu bilmez,hangi gündeyiz bilmez.Niye ?Çünkü artik bizim takvimimiz olmaktan çikmistir.Fakat bu gün Kasim ayinda oldugumuzu senenin 2001 oldugunu çok iyi biliyoruz.Lakin Hicri kaçinci senedeyiz kim biliyor?

Takviminde diger aylar gibi 12 tane ay ismi vardir bunlar

*Muharrem *Safer* Rabiul Evvel*Rabiul Ahir*,Cemazil Evvel*Cemazil Ahir* Recep*Saban*Ramazan*Sevval*Zilkade*Zilhicce*

Ve bu aylar hilale göre hesap görmektedir.Toplam günleri 355 gündür.Ayin bitimi 29/30 arsi olur.Hicretle alakali oldugundan

takvimden kisaca bahsetmek istedik .BASARI ALLLAH’TANDIR...

 

 

                                                                                                                                  

HICRETLER

-   Bera Ibnu'l-Âzib radiyallahu anh anlatiyor: "Hz. Ebu Bekr radiyallahu anh, evinde babama ugradi. Ondan bir semer satin aldi. (Babam) Azib'e:

"Benimle oglunu gönder, onu evime kadar götürüversin!" dedi. Babam bana:

"Hay onu götürüver!" dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çikti, bedelini alacakti. Babam, Ebu Bekr'e:

"Ey Ebu Bekr! Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la (hicret ettigin) gece ne yaptiniz?" diye sordu.

"Evet o gece yürüdük. Ertesi günü de ögle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi, hiç kimseye rastlamadik. Önümüze uzun bir kaya çikti. Kayanin henüz günesin degmedigi bir gölgesi vardi. Yanina konakladik. Ben kayanin yanina geldim. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in duldasinda uyumasi için eIimle bir yeri düzledim. Sonra oraya bir post yayip:

"Ey Allah'in Resülü! (Siz biraz istirahat buyurup surada) uyuyun, ben etrafinizi gözetlerim!" dedim. Derken yatip uyudu, ben de çikip etrafini gözetlemeye basladim. Kayaya dogru sürüsüyle gelmekte olan bir çobanla karsilastim. O da bizim gibi gölgeye siginmak istiyordu.

"Sen kimlerdensin ey delikanli?" diye sordum. Medine veya Mekke'den bir adama aitti. Ben tekrar:

"Koyununda süt var mi?" dedim.

"Evet!" dedi.

"Sagar misin?" dedim.

Tabii dedi ve sagmak üzere bir koyun yakaladi.

"Memede kil, toz-toprak çer-çöp olabilir, bunlari bir çirp!" dedim. Dedigimi yapti, beraberindeki bir kaba bir miktar süt sagdi. Benim de yanimda Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm için tasidigim bir kap vardi. Içmede, abdestte onu kullanirdi. (Sütü kendi kabima aktararak) Aleyhissalâtu vesselâm'in yanina geldim. Uyuyordu. Uyandirmak istemedim. Uyanincaya kadar yaninda durdum. Süte biraz su kattim, dibi serinledi.

"Ey Allah'in Resülü, buyurun için!" dedim. O içti ben de memnun oldum. Sonra: "Yola koyulma vakti gelmedi mi?" dedi.

"Evet!" dedim. Günesin zevâlinden sonra hareket ettik. Pesimize Sürâka Ibnu Mâlik Ibni Cu'sem düstü. Biz sert bir arazide yürüyorduk.

"Ey Allah'in Resülü, bize yaklasti!" dedim.

"Üzülme! Allah bizimledir!" buyurdu. Aleyhissalâtu vesselâm, Sürâkaya beddua etti. Derhal atinin ön ayagi karnina kadar yere saplandi. Sürâka:

"Anladim ki, siz bana ilendiniz. Ne olur benim için dua edin. Allah için ben de takipçileri sizden geri çevirecegim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm dua ediverdi, adam kurtuldu ve geri döndü. Yol boyu her kime rastladi ise:

"Ben size bedel burada gereken (aramayi) yaptim (kimse yok)!" dedi. Böylece her kime rastladi ise geri çevirdi. Hülasa, bize verdigi sözü tuttu."

Buhâri, Menâkibu'l-Ensâr 45. Lukata 11, Menâkib 25, Esribe 12; Müslim, Zühd 75, (2009).

- Hz. Ebu Bekr radiyallahu anh anlatiyor: "Biz magarada iken müsriklerin ayaklarini görüyordum. Onlar bu sirada baslarimizin üstünde idiler.

"Ey Allah'in Resûlü dedim, onlar ayaklarinin asagisina bir bakacak olsa bizi mutlaka görürler!" dedim. Bunun üzerine:

"Ey Ebu Bekr!" buyurdular, "Üçüncüleri Allah olan iki kisi hakkinda ne zannediyorsun?"

Buhârî, Fezâilu'l-Ashâb 2, Menâkib 45, Tefsîr, Berâet 1; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 1, (2381); Tirmizî, Tefsîr, Tevbe, (3095).

- Abdullah lbnu Sa'dî radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in yanina bir heyet olarak geldik. Ben:

"Ey Allah'in Resülü! Muhakkak ki ben, arkamda, artik hicretin sona erdigini zanneden bir kavim biraktim" dedim. Aleyhissalâtu vesselâm:

"Küffârla kital edildigi müddetçe, hicret sona ermeyecektir" buyurdu."

Neâî, Bey'at 15, (7, 146).

- Ya'la Ibnu Ümeyye anlatiyor: "Fetih günü babam Ümeyye'yi getirip: "Ey Allah'in Resûlü! Babamla hicret sarti üzere bey'at yap!" dedim. Ama O:

"Onunla cihad etme sarti üzerine bey'at yaparim, artik hicret sona ermistir" cevabini verdi."

Nesâî, Bey'at 15, (7,145).

-onlarin iman ettigi gibi iman edin- - Sehl Ibnu Sa'd radiyallahu anh anlatiyor: "(Sahabîler lslâmi takvimin baslangicini tesbit ederken) ne Resulullah aleyhissalâtu vesselâm'in bi'set zamanina, ne de vefat zamanina itibar etmediler. Fakat Medine'ye gelisine itibar ettiler."

Buhari, Menakibu'l-Ensar 48).

 

 

 

Ibadet Tevhidi'nin Alametleri

Hükümranligi yüce ve güçlü olan, gücü yüksek ve galip olan, diledigine izzet veren ve yardim eden, hikmeti geregi bazi kavimleri yücelten ve diger bazi kavimleri alçaltan Allah'a hamdolsun. Kum tanelerinden ve yagmur damlalarindan fazla nimetleri için O'na hamdederim. Inkar eden ve küfredenin inadina sehadet ederim ki, Allah'tan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Insanlarin efendisidir. Mucize ayetler ve surelerle desteklenmistir. Allah O'na, ailesine, hayirli önderler ve seçkin liderler olan sahabilerine salât ve çokça selam eylesin.  Ey Allah'in kullari! Gizli ve açik islerde O'nu gözetin. Sabah ve aksam O'na hakkiyla ibadet edin. Nimetlerine sükredin. Çünkü sükreden için nimetlerini artiracagini bildirmistir. O'nun yüce makamindan korkun ve siddetinden oldukça sakinin. (Ey iman edenler! Allah'dan nasil korkmak gerekiyorsa öyle korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.)  Ey müslümanlar! Allah'i hakkiyla takdir edin. Yüceliginin alametlerine bakin. Imaninizin artmasi ve O'nun önünde boyun egmeniz için ayetleri ve mülkü hakkinda, hükümranligi hakkinda, hayret verici yaratmasi ve yoktan varetmesi hakkinda düsünün. Allah Teâlâ, Kitab-i Mübini'nde söyle buyurur: (Kesin bir sekilde inananlar için yeryüzünde ayetleri vardir.) Ve söyle buyurur: (Muhakkak göklerin ve yerin yaratilisinda, gece ile gündüzün degisip durmasinda elbette akil sahipleri için deliller vardir.) Sasirtici ve hayret verici bir yaratma, heybetli ve büyük bir kainat... Dogu ve bati, savas ve baris, kuru ve yas, aci ve tatli, günesler ve aylar, rüzgarlar ve yagmurlar, gece ve gündüz, çekirdekler ve bitkiler, canlilar ve ölüler, ayetler ve ayetlerin etkisi sonucu olusan ayetler... O yüce ilahi her türlü noksanliklardan tenzih ederim. Düsünenler için isaretlerini açikça ortaya koydu ve bakanlara delillerini gösterdi. Gafiller için ayetlerini açikladi. Inatla karsi çikanlarin mazeretlerini ortadan kaldirdi ve inkarcilarin delillerini çürüttü.En güzel yaratici olan Allah ne kadar da yücedir! Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh söyle der: "Dünya semasi ile ondan önceki sema arasinda besyüz yillik bir mesafe vardir. Her iki sema arasinda besyüz yillik bir mesafe vardir. Yedinci sema ile Kürsî arasinda besyüz yil vardir. Ars, suyun üzerinde; Allah azze ve celle de Ars'in üzerindedir. Ve O, sizlerin ne yaptigini bilir." Bunu, Dârimi "er-Reddu alâ'l Cehmiyye" adli eserinde rivayet eder. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Yedi kat sema Kürsî'nin yaninda yeryüzünde bos bir alana atilmis bir halka gibidir. Ars'in Kürsî'ye üstünlügü ise, o alanin o halkaya üstünlügü gibidir." Bunu, Beyhaki "el-Esmâu ve's Sifât" da rivayet eder. Ibni Cerir tefsirinde kendi senediyle Ibni Abbas radiyallahu anh'in söyle dedigini rivayet eder: "Yedi kat sema ve yedi kat yer Allah'in elinde ancak sizden birinin elindeki bir hardal tanesi gibidir." Ey müslümanlar! Allah celle ve alâ'nin azametinin ve kudretinin delillerinden biri de Buhari ve Müslim'in, Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh'tan rivayet ettikleri su hadistir: "Yahudilerden bir alim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek söyle der: "Kiyamet günü Allah gökleri bir parmagi üzerine, yerleri bir parmagi üzerine, suyu ve topragi bir parmagi üzerine, diger mahlukati da bir parmagi üzerine koyar. Sonra onlari hareket ettirerek "Melik ancak benim" buyurur." Abdullah b. Mes'ud söyle der: Andolsun ki, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'i onun sözünden hoslanarak ve söyledigini tasdik ederek azi disleri görününceye kadar güldügünü gördüm. Sonra Rasulullah su ayeti okudu: (Allah'i hakkiyla takdir edemediler. Halbuki Kiyamet günü Arz toptan O'nun kabzasindadir. Gökler de O'nun sag eli ile dürülmüstür. O, kosmakta olduklari ortaklardan münezzehtir ve çok yücedir.)" Ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah'in Ars'i tasiyan meleklerinden, kulak memesi ile omuzu arasinda yediyüz yillik mesafe olan bir melek hakkinda konusmama izin verildi." Bu hadisi, Ebu Davud rivayet eder. Buhari Sahihi'nde Ebu Hureyre radiyallahu anh'tan, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: " Allah semada bir emre karar verince melekler O'nun kavline boyun egerek kanatlarini vururlar. Tas üzerindeki zincir gibi (ses çikar). Nihayet kalplerinden korku giderilince "Rabbiniz ne buyurdu?" derler. Onlar da "Hak (buyurdu). O, çok yüce ve çok büyüktür" derler." Kudret, hükümranlik, büyüklük ve yücelik sahibi Allah'i tüm noksanliklardan tenzih ederim. O'ndan baska ilah yoktur ve O, ölmeyen diridir. Ey müslümanlar! Bunlar Allah'in açik ayetlerine, karsi konulamaz kudretine ve hayret verici azametine isaret eden bazi delillerdir. Acaba biz, Allah'i sanina yarasir sekilde takdir edebildik mi? Geregi gibi O'nu tazim edebildik mi? Yarattiklari ve kullari olarak bizlerin üzerindeki hakkini yerine getirdik mi? Muaz b. Cebel radiyallahu anh söyle der: "Ben Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in "ufeyr" denilen hayvaninin arkasina binmistim. Bana "Ey Muaz! Allah'in kullari üzerindeki hakki ve kullarin Allah'in üzerindeki hakki nedir bilir misin?" "Allah ve Rasulü daha iyi bilir" dedim. Söyle buyurdu: "Allah'in kullari üzerindeki hakki hiç bir seyi ortak kosmayarak O'na ibadet etmeleridir. Kullarin Allah üzerindeki hakki ise kendisine hiçbir seyi ortak kosmayana azap etmemesidir." Muttefekun aleyh.  Ey müslümanlar! Zulmün en kötüsü ve günahlarin en büyügü Allah'a sirk kosmaktir. Sadece O'nun hakki olan seyleri baskasina sarfetmek ve baskasina yönelmektir. (Kim Allah'a ortak kosarsa, hiç süphesiz Allah ona cenneti haram kilmistir. Onun varacagi yer ise atestir. Zulmedenlerin de hiçbir yardimcilari yoktur.) Ve söyle buyurur: (Pisligin ta kendisi olan putlardan uzak durun ve yalan söylemekten de kaçinin. Kendisine sirk kosmaksizin yalniz Allah'a yönelenler (olun). Kim Allah'a ortak kosarsa sanki o, gökten düsüp parçalanmis da kendisini kuslar kapmis, rüzgar onu uzak bir yere sürüklemis gibidir.) Allah'in kullari! Sirkten ve sirke yolaçan nedenlerden sakinin. Bilin ki tanimak, ondan kurtulmanin yoludur. Huzeyfe ibnu'l Yeman radiyallahu anh söyle der: "Insanlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e hayirdan soruyorlardi. Ben ise bana ulasmasindan korktugum için serden sorardim." Müttefeku'n aleyh. Ey müslümanlar! Ilim yönünden zayif olan ve peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem'in seriatina çok az bakan ve muttali olan bazi müslümanlarin içerisine düstükleri üzüntü verici durumlardan biri de, tevhidin aslina veya kemaline ters düsen durumlara düsmeleridir. Bu durum, Allah'a ibadet ve tâat tevhidiyle alakali bir takim konulara ve hükümlere dikkat çekmeyi ve uyarida bulunmayi gerektiriyor. Kur'an'in parlayan delilleri ve sünnetin kesin hüccetleri susayanin susuzlugunu giderecek ve sikintida olana yardim edecek, sasirani dogru yola iletecek ve Rahman'in dostlarini seytanin dostlarina üstün kilacak sekilde açik bir beyan ile gelmistir. (Onlar sana bir örnek getirdikleri her seferinde muhakkak ki sana hakki ve daha güzel bir açiklama getirmisizdir.) Ey müslümanlar! Tevhidi gerçeklestirmenin bir sarti da, çirkin anlami kastedilmemis olsa bile Allah'a sirk ifade eden sözleri söylemekten kaçinmaktir. Allah'dan baskasi adina yemin etmek küçük sirktir. Allah'dan baskasi adina yemin eden tehlikeli bir günah islemistir. Yemin eden, üzerine yemin ettiginin Allah gibi tazime layik olduguna inanirsa bu büyük sirk olur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah'dan baskasi adina yemin eden süphesiz kafir olmustur ya da sirk kosmustur." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Ve söyle buyurur: "Ne babalariniz, ne anneleriniz ne de (sirk kosulan) ortaklar adina yemin edin. Ancak Allah adina yemin edin. Ve ancak dogru söylediginizde Allah adina yemin edin." Bunu Ebu Davud rivayet eder. Nebi üzerine, veli veya cin üzerine, Kâbe, seref ve hayat üzerine yemin etmek caiz degildir. Ancak Allah adina, O'nun isimleri ve sifatlari üzerine yemin etmek caizdir. Kim Allah'dan baskasi üzerine yemin ederse tevbe etmesi ve bunu bir daha yapmamasi vacip olur. Nesai, Sa'd ibni Ebi Vakkâs radiyallahu anh'tan sunu rivayet eder: "Bazi konulari konusuyorduk. Ben, cahiliyyeden yeni dönmüstüm. Lât ve Uzza adina yemin ettim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabileri bana söyle dedi: "Ne kötü söz söyledin. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e git ve O'na bunu haber ver. Çünkü biz senin kafir oldugunu görüyoruz. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gittim ve durumu haber verdim. Bana söyle dedi: "Üç kez, "Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ serike lehu / Allah'dan baska ilah yoktur, O tektir ve ortagi yoktur" de. Üç kere seytan'dan Allah'a sigin. Sol tarafina üç kez tükür ve bir daha yapma." Ey müslümanlar! Yaratici ile yaratilani esit kilan "Allah ve sen dilersen", "Benim için Allah'dan ve senden baskasi yok", "Allah'a ve sana güvendim" ve benzeri anlamlardaki cümleler gibi çirkin sirk lafizlarini ve nehyedilmis sözleri söylemekten sakinin. Imam Ahmed'in Müsnedi'nde bir adamin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e söyle dedigi rivayet edilir: "Allah ve sen dilersen" Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Beni Allah'a ortak mi kostun? Bilakis "sadece Allah dilerse" de." Allah'in kullari! Allah'a güzel isimleri ve yüce sifatlari ile yönelin. Ihtiyaçlarinizi, zayifliginizi ve Allah celle ve alâ'ya olan ihtiyacinizi dile getirerek Allah'a yönelin. Salih amel ile O'na yönelin. Tevhide sirkin bulasmasini önlemenin en önemli yollarindan biri de Allah'a mesru tevessüllerle yönelmektir. Mülkün ve yildizlarin Rabbi Allah'a sirk kosmaya neden olan bid'at lafizlardan ve tevessüllerden sakinin. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in makami ile, hürmeti, bereketi ve hakki ile tevessül etmek vaya evliyalarin hakki ve benzeri yasaklanmis tevessül sekilleriyle, mesru olmayan dualarla tevessül etmek gibi...  Ey müslümanlar! Bazi degersiz kimselerin ve avamdan bir takim insanlarin yaptigi gibi nazarlik ve muska takmaktan sakinin. Bu gibi kimseler, halkalar ve ipler, deniz kabuklari takinirlar. Tilsimlar ve kemikler takinir, yanlarinda kurt disleri ve hayvan derileri tasirlar. Bunlari boyunlarina, bineklerine ve kapilarina asarlar. Kötülükleri ve felaketleri uzaklastirdigina, sikintilari ve belalari ortadan kaldirdigina, nazar edenlerin nazarini ve haset edenlerin hasedini engelledigine inanirlar. Bütün bunlar kisiyi helaka düsüren ve mahveden sirklerdendir. Çünkü kendisine siginilmasi gereken, isteklerin kendisine yöneltilmesi gereken sadece ve sadece Allah celle ve alâ'dir. (Eger Allah sana bir zarar dokundurursa yine O'ndan baska onu giderecek yoktur. Eger sana bir hayir dokundurursa; iste O, her seye gücü yetendir. Kullarinin üzerinde kâhir olandir O. O, hikmeti sonsuz olandir, herseyden haberdardir.)  Ey müslümanlar! Bu hurafeler ve inanislar hiçbir zaman felaketlerden korumaz. Hastaliklara ve belalara karsi muhafaza etmez. Bu düsünce ve inançlarin atilip terkedilmesi, bunlarla iliskinin tamamen kesilmesi gerekir. Imran b. Husayn radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir adamin pazusunda sari bir halka görür. "Bu nedir?" der. "Zayiflik nedeniyle (taktim)" der. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "O ancak senin zayifligini artirir. Onu at! Çünkü üzerinde o varken ölsen ebedi olarak kurtulusa eremezsin." Bunu Imam Ahmed rivayet eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bir temime (muska vb.) asanin Allah (isini) tamamlamasin." Bu hadisi Imam Ahmed rivayet eder. Yine Imam Ahmed'in rivayet ettigi bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem"e bir grup biat etmek üzere gelir. Dokuzundan ile biat alir ve birini terkeder. "Ya Rasulallah! Dokuzundan biat aldin ve bunu terkettin?" derler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem "Üzerinde temime (muska) var" der. O kisi elini sokar ve temimeyi koparir ve biat eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim temime (muska, nazarlik vb.) takarsa sirk kosmustur." Huzeyfe ibnu'l Yeman radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: Bir adamin elinde okunmus bir ip görür. Onu kopararak söyle der: "Bu üzerindeyken ölseydin senin cenaze namazini kilmazdim. Sonra su ayeti okur: (Onlarin çogu sirk kosmadan Allah'a iman etmezler.)  Ey müslümanlar! Sihir yapanlara, kahinlere ve insanlarin gözlerini boyayan büyücülere, falcilara, bakicilara ve müneccimlere, burçlardan haber verenlere, el ve fincan falina bakanlara ve medyumlara gitmekten sakinin. Onlar, gaybi (bilinmeyeni) bildiklerini, kalplerden geçeni bildiklerini iddia ederler. Onlar sahtekar ve yalancidirlar. Insanlari aldatarak kandirirlar. Bir takim çizgiler çizer, anlasilmaz sözler söylerler. Saçmasapan düsüncelere ve hurafelere sahiptirler. Cinlerden yardim isterler. Bir takim harfler, rakamlar ve isaretler tasiyan yazilar yazarlar. Hatta kendilerine gelenlerden rengini ve vasiflarini bildirdikleri bir takim hayvanlari kesmelerini isterler. Kanlarini vücutlara, duvarlara ve kapi esiklerine sürerler. Bu sekilde cine yönelir ve seytana ibadet ederler. Rahman'a sirk kosarlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah'tan baskasi için kurban kesene Allah lanet etsin!" Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Onlarin hilelerinden biri de kendilerine gelenlere gömülmesi için veya yakilmasi için bazi esyalar vermeleridir.  Allah'in kullari! Böylelerine gitmekten ve onlara soru sormaktan sakinin. es-Sâdik el-Masdûk olan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim bir arrâfa (gaybi bildigini iddia edene) gider ona bir sey sorarsa kirk gece (gün) namazi kabul olunmaz." Bunu, Müslim rivayet eder. Ve söyle buyurur: "Kâhine veya arrâfa giden ve onun söyledigini tasdik eden Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e indirileni inkar etmistir." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Imran b. Husayn radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Ugur yapan ve ugur yaptiran, kehanet yapan ve kehanet yaptiran, sihir yapan ve sihir yaptiran bizden degildir." Bu hadisi Bezzâr rivayet eder. Ey müslümanlar! Tevhidin safligini bulanikliktan koruyun. Sirkin pisliklerine karsi dikkatli olun. Bilin ki; bir agaçla, bir kabirle veya tasla, bir yerle, bir magarayla, bir pinarla veya bir eserle teberrük etmek (ondan bereket ve fayda ummak) caiz degildir. Ebu Vâkid el-Heysemi radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte Mekke'den Huneyn'e dogru yola çikarlar. Kafirlerin kutsal saydiklari ve teberrüken silahlarini astiklari, "Zâtu Envât" denilen bir agaçlari vardir. Büyük yesil bir agacin yanindan geçerlerken "Ey Allah'in Rasulü! Onlarin bir zâtu envâti oldugu gibi bize de bir zâtu envât tayin et" derler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Nefsim elinde olan (Allah)a yemin olsun ki, Israilogullarinin Musa'ya "Onlarin ilahlari gibi bize de bir ilah tayin et" dedikleri gibi dediniz. O söyle dedi: "Siz cahillik yapan bir kavimsiniz." Süphesiz bunlar bir yoldur ve sizler sizden öncekilerin yollarindan birer birer geçeceksiniz." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder.  Ey müslümanlar! Bilin ki; Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in kabri ile, esyalari, elbiseleri ve ibadet ettigi yerlerle de teberrük etmek caiz degildir. Mescidlerin duvarlari, topraklari veya kapilari ile öperek veya el sürerek teberrük etmek caiz degildir. Bu mescid Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi dahi olsa bile... Haceru'l Esved'i öpmek ve Ruknu'l Yemâni ile Haceru'l Esved'e el sürmek ise mesrudur. Ibni Ömer söyle der: "Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in Yemen tarafindaki iki köse (Ruknu'l Yemani ve Haceru'l Esved) disinda Kâbe'nin hiçbir yerine el sürdügünü görmedim." Muttefekun aleyh. Yine de bunula teberrük kasdedilmez. Sadece ibadet ve Rasulullah'a uyma kasdedilir. Ömer radiyallahu anh söyle der: "Allah'a yemin olsun ki ben seni öpüyorum ve senin bir tas oldugunu, zarar ve fayda vermedigini biliyorum. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in seni öptügünü görmeseydim seni öpmezdim." Bunu, Müslim rivayet eder. Genel olarak Allah'in Kitabi'ndan veya Rasulü'nün sünnetinden kendisiyle teberrük etmenin caiz olduguna dair hiçbir delil olmadan bir seyle teberrük etmek caiz degildir. Ey müslümanlar! Insani mahveden ve helak eden sirkin bir çesidi de ölülerden yardim dilemek, onlara dua edip yalvarmak; ihtiyaçlarin giderilmesini, dertlerin ve sikintilarin ortadan kaldirilmasini onlardan istemek; adak ve kurban ile, kabirlerin etrafinda tavaf ederek; esiklerini, duvarlarini ve örtülerini öperek, yanlarinda itikafa girerek onlara yönelmek; onlar için muhafizlar ve hizmetçiler tahsis etmek ve benzeri putlara tapanlarin ve seytanin dostlarinin amellerinden olan davranislardir. Bunlar, amelleri bosa çikaran büyük sirktir. Allah'in Kitabi'na ve insanlarin efendisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine terstir. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Allah'dan baska kendisine Kiyamet'e kadar (dua etse bile) cevap veremeyecek olan ve kendilerine yaptiklari duadan habersiz olan kimselere dua eden kisiden daha sapik kim olabilir? Insanlar (mahserde) bir araya toplatildiklarinda onlar, kendilerine düsman kesilir ve onlarin ibadetlerini inkar ederler.) Ve söyle buyurur: (Iste bunlari yaratan Rabbiniz Allah'dir. Mülk yalniz O'nundur. O'ndan gayri çagirdiklariniz ise, bir hurma çekirdeginin zarina bile malik degildirler. Onlara dua etseniz dualarinizi isitmezler. Isitseler dahi isteginizi yerine getiremezler. Üstelik onlar, Kiyamet günü ortak kosmanizi inkar da edeceklerdir. Her seyden haberdar olan (Allah) gibi kimse sana haber veremez.)  Ey müslümanlar! Peygamberlerin ve salihlerin kabirlerini mescid edinerek üzerlerine kubbeler yapmak, süslemek ve üzerlerine örtü örtmek büyük günahlardan ve sirke götüren vasitalardandir. Sonuçta bu kabirler, Allah'in disinda kendisine ibadet edilen putlar haline gelir. Buhari'de Aise ve Abdullah b. Abbas'tan -radiyallahu anhum- söyle dedikleri rivayet edilir: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e ölüm gelince bir elbisesini yüzüne kapatir. Nefes almasi zorlasinca yüzünü açar. Bu haldeyken söyle der: "Allah, yahudilere ve hristiyanlara lanet etsin. Peygamberlerinin mezarlarini mescid edindiler." Onlarin yaptiklarina karsi uyariyordu. Ve söyle buyurur: Insanlarin en serlileri Kiyamet koptugunda yasayanlar ve kabirleri mescid edinenlerdir." Bunu, Imam Ahmed rivayet eder. Ey müslümanlar! Kabirler üzerine bina yapmak ve boyayip süslemek, üzerlerine yazi yazmak mesru olmayan bir istir. Dinimizce reddedilmis ve yasaklanmistir. Cabir radiyallahu anh söyle der: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kabirlerin kireçlenmesini (boyanmasini), kabirlerin üzerine oturulmasini ve üzerlerine bina yapilmasini yasakladi." Tirmizi ve digerleri sahih bir senetle "Üzerine yazi yazilmasini" ilave eder. Sahih-i Müslim'de Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh'in Ebi'l Heyyâc el-Esedi'ye söyle dedigi rivayet edilir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in beni gönderdigine; hiç bir sûret birakmadan silmeye ve hiç bir yüksek mezar birakmadan düzeltmeye ben de seni göndereyim mi?" Bir peygamberin veya velinin kabrinin yaninda Allah'a ibadet etmek sirke yolaçan etkenlerden biridir. Üzerine mescid yapilmasa bile kabirleri mescid edinmektir. Bu nedenle ne kabirlerin yaninda dua etmek ne de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in kabrinin yaninda dua etmek caiz degildir. Çünkü bu yerler dualarin kabul edildigi yerler degildir. Ebu Ya'lâ ve Muhtâra'da Hafiz ed-Diyâ sunu rivayet ederler: Ali ibnu'l Hüseyn bir adamin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in kabrinin yaninda bulunan bir bosluga gelip içine girdigini ve orada dua ettigini görür. Onu bundan meneder ve söyle der: "Babamdan duydugum, onunda dedemden duydugu, onun da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'den duydugu bir hadisi haber vereyim mi? Söyle buyurur: "Kabrimi bayram yeri edinmeyin. Evlerinizi de kabirlere çevirmeyin. Bana salavât getirin. Çünkü nerede olursaniz olun selaminiz bana ulasir." Allah beni ve sizleri hidayete ermis dogru yolu gösterenlerden ve rasullerin efendisinin sünnetine tâbi olanlardan eylesin. Bu isittiklerinizi söyler, Allah'dan kendim ve sizler için magfiret dilerim... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir. Sehadet ederim ki; Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'in rizasina davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine salât ve çokça selam eylesin. Bundan sonra; Allah'tan hakkiyla korkun ve gizli ve asikar hallerinizde O'nu gözetin. (Ey iman edenler! Allah'tan hakkiyla korkun ve dogrularla beraber olun.)  Ey müslümanlar! Seriatini kullari üzerinde uygulamak da Allah'i tazim etmedir. Allah'in seriatina boyun egmek ve hükmüne teslim olmak; seriata ters düsen sosyalizm, komünizm, laiklik, irkçilik ve benzeri yikici fikirler ve düsüncelere karsi savasmak müslümanlarin, imamlarinin ve yöneticilerinin üzerine vaciptir.  Hükmünde Allah'a sirk kosmak, ibadetinde Allah'a sirk kosmak gibidir. Allah'in ve Rasulü'nün hükmünün en dogru hüküm oldugunu inkar eden, Allah'dan baskasinin hükmünün Allah'in ve Rasulü'nün hükmünden daha güzel olduguna inanan veya onunla ayni olduguna inanan ya da Allah'in ve Rasulü'nün hükmüne ters düsen bir hükmün uygulanabilir olduguna inanan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e indirileni inkar etmistir ve Islam dininden çikmistir. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Hayir, Rabbine andolsun ki, aralarinda çikan anlasmazliklarda seni hakem yapip sonra da verdigin hükümden dolayi içlerinde hiçbir sikinti duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadikça iman etmis olmazlar.) Ve söyle buyurur: (Sana indirilene ve senden önce indirilmis olanlara iman ettiklerini iddia edenleri görmez misin? Kendisini inkar etmekle emrolunduklari halde Tâgut'un hükmüne basvurmak istiyorlar. Seytan da onlari (hidayetten ayirip) uzak bir sapiklikla büsbütün saptirmak ister.) Ey müslümanlar! Günleri ve aylari ugursuz saymak, ugurlu ve ugursuz sayilan seylere göre hareket etmek, Islam seriatinin iptal ettigi cahiliyye adetlerindendir. Bir seyi ugursuz saymak kaderi degistirmez. Safer ayi da zarar veya fayda getirmez. Sahih-i Buhari'de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Advâ (hastaligin kendi kendine bulasmasi), ugursuzluk, hâmme(ölünün kemiklerinin kusa dönüsmesi) ve Safer (ayinin haram aylardan olmasi) yoktur." Allah'dan korkun ey Allah'in kullari! Kalplerinizi Mâlik'inize (Allah'a) baglayin ve hurafelerin her çesidiyle savasin.  Insanlarin en hayirlisina salât ve selam eyleyin.Allah Teâlâ söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin)

 

 

 

Ibadet kelimesi:

Ibadet kelimesini (kullugu) kur' anda, Tevhit, akide, iman (vs) gibi ifadelerin yaninda daha kapsamli kullaniriz. Çünkü, bu kelimenin mefhumu, bütün ifadeleri kapsayan çok sümullü, ve umumidir.

"Ben cinleri ve insanlari sadece bana ibadet etmeleri için yarattim"

; "ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et!"

"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekleri yaradan Rabbimza kulluk (ibadet) edin; iimulurki böylece korunmus olursunuz"

Bu ayetler ibadet kelimesine yüklenen umumiyetin delilidir. Tezahür eden bütün düsünce, kasit, amel ve söz; her sey bunun kapsamindadir. Tevhit, iman, amel (vs) gibi esaslar ibadet kelimesinin cüz'lerindendir, Bu ayetler gösteriyorki, Ibadet emrolundugumuz her seyi teskil eden, kapsayan bir mefhumdur. Bu ayetlerdeki kilit noktayi teskil eden ve mübhem olan bu kelimedir. Yani ibadet kelimesi, anlasilmasi gereken çok temel bir kavramdir. Kulluk ve ibadet es manadadir. Ibadet denildiginde isim (lügat mana) degil, müsemmada durulur. Anlatilirken müsemma anlatilir. Ibadet kelimesi umumi bir kelimedir.has bir meseleyi kast etmedikçe, bizim hususilestirmemiz tahrif olur. Bu kelimenin umumi ve hususi manalarini ancak, siyak ve sibakla, veya sünnetle, veyahutta vuku bulan vakia ile, tesbit edebiliriz.

Ayetler, öncelikle umum olarak ele alinir; hususilestirmek içinde muhassis bir nas gerekir, bu manalari bilmek, bizim için dinleme konusma ve okuma teknigi kazandirir. Tefsirde de malzeme olur. Bazen umumi bir ifadeden hususi bir mana çikar.

"Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardim dileriz"

Bu ayetteki ifade umumi olmasina ragmen mana hususidir, "yardim dileme" ibadetten bir cüz'dür. Bazen de, hususi bir ifadeden umumi bir mana çikar, "onlar Allah 'tan gayrina ibadet ediyorlar" bu ifade her ne kadar hususi olasada mana umumidir. Çünkü bu ayet arap müsriklerine inmistir. Bu ayette geçen ifade de ibadet kelimesi umumi olmasina ragmen kast edilen o' toplumun iki müskilati idi.

Arap toplumu nün müskilati, sefaat ve araci edinmeleri idi. Keza, kur'anda, kilit noktayi teskil eden, Namaz, Hikmet, Vahiy'(v.s.) gibi, kelime ve kavramlarin umumi ve hususi manalari vardir. Yani, bir kelime, bir yerde geçtigi mana üzeri her yerde kullanilmaz.

(ör) Hikmet, vahye dayali, sünnettin müteradifi olan hususi manada bir kelimedir, "Allah' hikmeti diledigine verir; her kime de hikmet veri ise, ona pek çok hayir verir' diyerek manayi umumilestirir. Birinci manada bu kelime hususi oturak ele alinirsa, tahrif gündeme gelir. Bu ayetteki hikmet kelimesi = vahiy' olarak anlasilamaz. Buradaki hikmet kelimesi, ilim mansindadir. Rasulullah (s.a.v.) ibni Abbasa yaptigi duada, 'Allah 'im ona hikmeti ögret" derken, bu manada kullanilmistir. Bir kelime, kur'ani kerimde, hangi manada, nerede, nasil geçtigi incelenmasi gerekir. namaz kelimeside dua anlamiyla karistirilir. Namaz, tekbirden selama kadar olan bir ibadetin ismidir. Bu ismin geçtigi her yerde bu manayi vermek büyük bir hata olur. Çünkü, diger ayette,Allah' ve melekleri peygambere dua ederler, "derken burada kast edilen lügat mana, yani dua dir. Kur'anda her hangi bir kelime, bir yerde geçtigi mana üzeri her yerde kullanilmaz: ancak, siyak ve sibak, veya muhatabi oldugu toplum, veyahut, sünnet ile açiklanir; mana verilir. Kur'anda geçen herhangi bir kelime nin, mecazmi, kinayemi, çok iyi bilinmesi gerekir.

 

IBADET-KULLUK

Birinci hareket noktasi, fitratta ibadet. Kulluk = Tevhit

Tabii hasletler.

Fitrat.

Fitrattaki ibadet tabii hasletlerle bilinir. "Ibadet, zahiri ve batini, ameli ve akli, riza ve hosnutlugu camii bir isimdir." Tevhit, Allah'i isim ve sifatlarinda, fiillerinde ve fiillerimizde birlemedir. Sirkin zittidir. Allah'in isin" ve sifatlarinda mecaz yoktur; Allah' meselul âlâ dir. Allah2 misal verilmez. Fakat kinaye, sarf ettigi sözle baskabir sey kast etmedir.

Bu kelimenin yani ibadetin lügat manasinda durmak mümkün degildir.bu iki kelime ibadet kelimesiyle ayni manada olmasina ragmen ibadet kelimesi her ikisinide kapsar.

Çünkü, Din ve ilah' yine ibadetin cüz'lerindenidir. Bu kelimenin yerine tapma kelimesini kullanmak çerçeveyi daraltmak olur. Herhangi bir nassin Âmm, Mücmel, Hass ve Mutlak ifadeyle gelmesi, kur'an daki ifadenin biçiminden anlasilir.

"Muhammet ve onunla beraber iman edenler"

derken, öncelikle bu ifade, Âmm bir ifadedir.

Çünkü,. Ensar, Muhacir, Bedir ehli, Uhut ehli hepsini, bir ayrim yapmaksizin kastetmektedir. Ancak, sadece "muhacir"dendiginde, bu önceki ifadeye göre daha hass durumunda olur.

Âmm olan ifade den, herhangi bir anlami müstesna (kast edilenin disinda) kilabilmek için, tahsis gerekir. Tahsis, katiyyetle keyfi olamaz mutlaka delil ister. Buna muhass i s de denilir.

Âmm bir ifadeyi delilsiz, insan kendi görüs ve kanaati ile tahsis etmeye kalkar ve bunun adina Tefsir derse, bu katiyyetle tahrif ve saptirtma olur. Keza, mücmel (açiklamasiz) ifadeyi kendi görüs ve kanaatiyle tafsil edemez.

Mutlak bir ifadeyide kendi görüs ve kaati ile, mukayyed yani, kaideye baglayamaz. Saptirtmalar her zaman, insanlarin ayetleri kendi görüs ve kanaatleriyle açiklamalarindan kaynaklanmaktadir. o Okudugumuz herhangi bir nassin âmm olup olmadigini, mücmel olup olamadigini, mutlak olup olmadigini nassin ifade nazmindan ve seklinden anlasilir.

Mesela, namazi terk eden kafirdir derken, "terk eden" nekreli bir ifade oldugundan umum olarak ele alinir. Yani umumiyet, kim tcrkederse sözündedir. Ancak "Ahmet terkederse" denilmiyor. Iste buna "tekfirul âmm" denilir.

Katiyyetle umum meseleleri tekfir etme, muayyen tekfir degildir. Katiyyetle umum meselelerde tekfir, meselelerin hükmünü beyan etme tekfirul muayyen degildir.

Namazi terk etmenin hükmü nedir? Denildiginde, namazi terketmek küfür, terkeden kafir dir denilir. Ancak, "ben namazi terk ediyorum" denilirse, senin kafir oldugun hükmü verilmesi için, Namazi terk etmenin, böyle bir cürmü irtikab etmenin ne demek oldugunu bilmen gerekir, yani, mazeret hüccet ikame edilmesi gerekir. Bu gibi müskilatlarin kaynak noktasi, temelde ifadelerin ve ifade biçimlerinin anlasamamasindan kaynaklanmaktadir.

Umum ifadeleri tahsis eden bazen kinaye olur; bu kinayeyi delalet ettigi manada kinaye mi mutlak mi oldugu ayird edilmelidir. Bunu ayird edememekten bir çok müskilatlar vuku bulmustur.

Ifade biçimlerini kur'an üzerinde düsündükçe sekillenmis hali görülür. IfadeIeride kullanilan gizli sirklerin bazilarini su sekilde verebiliriz: o Allah ve senin hayatina yemin ederimki, o Ey falan kendi hayatima yemin ederim gibi, o Su köpek olmasaydi, eve hirsiz girerdi, o Kisinin, Aallah ve sen istersen demesi, o Allah ve falanca olmasaydi, gibi sözlerin hepsi sirktir.

Binaenaleyh, Allah lafzinin akabinde katiyvetle falan sözü getirmeyin!

"Allah ve falanca dilerse"

sözünün yerine,

"önce Allah' sonra!sen dilersen denilmelidir."

Yine, "önce Allah, sonra senin sayende" denilmelidir. "

"Ben, insanlari ve cinleri, ancak ve sadece bana ibadet etmeleri için yarattim; onlardan bir rizik istemiyorum; beni yedirmelerimde istemiyorum!"

Ayete, umum bir bakisla söyle bir toplu mana verebiliriz:

ben yaratmadim Insanlari ve cinleri basi bos, gayesiz, rastgele; bilakis, onlari bir gayeye binaen yarattim."

Yasadigimiz bu kainat içinde yaradilis gayesi en çok bariz olan bir mahluktur insan. bu ayette, insanoglunun yaradilis gayesi anlatilmaktadir; ve Allah, hiç bir seyi gayesiz yaratmamistir. Her seyin bir sebebi vardir,

"biz hiç bir'seyi maksatsiz yaratmadik'

Insanin da yaradilis gayesi kulluktur. Yani, kullugu yaradana karsi yapmaktir; bu ayet, tevhitteki ibadet mefhumuyla ele alinir.

Diger mahlukatla aramizdaki en belirgin fark, onlar kulluklarini yaradilis gayelerine göre yaparlar; onlarin cüz'i iradeleri olmadigi gibi, ihtiyarlarida yoktur. Fakat insan, irade ve seçme hakkina sahip oldugu gibi, kullukta mükellef tutulanda, insandir. Düsünce, kasit, amel,

Bunlar, kulluk ve ibadet kavrami içindedirler. Insandan baska yaradilan her sey, kulluklarini Allah'a takdim ederler.

Insan ise, kullugunu muhayyer olarak yapar; yani bunu ya' Allah'a ,yada ilah edindiklerine karsi sarf eder.

Tevhitteki kulluk (Allah'tan gayri kime eda edecegin) ta, ihtiyar ve seçme hakki verilmistir. Fitrattaki kullukta ise, seçme ve ihtiyar hakki söz konusu olmadigi gibi, fitrattaki kullukta yapilan hiç bir seyde insana, güven, rahatlik vermemelidir; bunlarin edasi, kurtulus vesilesi degildir; ancak bunlar, kurtulus vesilesine nail olmaya sebep olur.

Bu, tevhit disinda kalan, ibadet mefhumunun ilmihal disi ibadetler olarak ele alinir.

Bunlar içtimai hayatimizda, iyi gördügümüz seylerdir, (misal): Silai-rahim'i koruma duygusu, fitraten vardrr. Sahabeden biri Rasulullah'a gelerek: ya Rasulallah, ben Islama girmezden evvel, silai-rahim yapardim.

Simdi bir sevap varmi? diyor, bunun üzerine Rasul, "sen onlarla (silai- rahimi yaparak) Islama nail olmussun ya." buyuruyor/' Ayetin devaminda, "ben onlardan beni doyurmalarim, beni Riziklandirmalarmi istemiyorum" demesi, Rizik endisesinin, Allah'i birlemeye, ibadete en büyük engel oldugu içindir; bu endise salih amele de engeldir. Salih amel, sirksiz, zulüm karistirilmamis amel demektir. Bu konuda ibni Abbastah gelen bir rivayette: Rizik mukadder dir. Endisesi kadere imani zedeler.

Allah kafirin Rizkini kesmiyorsa, mü'min'inrizkini kesmesi düsünülemez.

 

 

İBADETTE IKI TEMEL ESAS

İzahını yapmaya çalışacağımız konumuzun mevzusu, bir ibadetin kabul edilmesi için gerekli olan şartlar nelerdir? Bu konuda nelere dikkat edilmelidir? neleri yapıp ve nelerden uzak durulmalıdır bunun üzerine olacaktır.

Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bir çok yanlış anlamalar ve

uygulamalar toplumumuzda eksik değildir. Bunun içindir ki bizde günümüz nisbetinde siz değerli kardeşlerimizi bu gün bu konuda bilgilendirmeyi gaye edindik. Ta ki konu ile alakalı görmüş olduğumuz bir münkeri neh-yetme veya konu ile alakalı bir ma'rufu emretmede üzerimize düşeni yerine getirelim.

İsterseniz önce, "İbadet" kavramının gerek lugavi ve gerekse ıstılah! manasını izah edelim.

Lügat oLarak İBADET: Boyun eğmek, Kulluk etmek, İtaat etmek m anasındadır.

İstılahi olarak ise; İBADET: Allah'u Azze ve Celle'yi Rububiyetinde, İsim ve sıfatlarında, uluhiyetinde birlemek için, Allah'a bu kelime altında takdim edilen her şeydir. Daha kısa bir ifadeyle, "Allah'ın sevdiği her şeyle iştigalin adı ibadettir".

Namaz, zekat, oruç, hac ibadet olduğu gibi, korkma, umma, sığınma, tevekkül, dua bütün bunlar da yine ibadet kapsamına girer.

Bilindiği gibi bir şeyin ibadet olabilmesi için onun şer'i bir çizgide olması gerekir. Bu da, kendisinde iki şartmyanyana gelmesiyle müm-kündür.

Birincisi: "....İhlash bir şekilde sadece Allah için-.yapılmalı".

İkincisi: "..... Resulıülah (sav)'in tarifi üzere bize bildirdiği şekilde Allah'a takdim edilmelidir.

Binaenaleyh, hiç kimse Allahtan başkası adına ibadet etme yetkisine sahip olmadığı gibi, Yine aynen de Allah rasulü (sav)'in gösterdiği sökün dışında hiç kimse Allah'a vacip veya müst«hab olarak ibadet etmek hakkına sahib değildir.

İslam'da sahih bir niyetin önemi kadar yine, sahih bir amelin de önemi vardır. İslam'a ait sahih bir amelin halis bir niyet olmadan kabul edilmediği gibi, halis bir niyetle yapılan amellerde, sünnet'e uymadığı müddetçe kabul edilemez. O halde bütün inanıyorum diyenlerin bu önemli iki noktayı kavramaları ve her konuda olduğu gibi bu konuda da "Ki tap ve Sünnet'i" örnek almaları gerekir.

Biz ilk önce, iyi niyetle yapılan harhangi bir amelin sahih sünnet'te yeri yoksa bunun reddolunacağını izah etmeye çalışalım.

Bunun birinci, ve en açık delili Allah resulü (savun şu hadisierdidir:

Aişe (ra)'dan; Resulullalı (sav) söyle buyurdu: "Kini bizim şu işimizin (dinimizin) içinde ondan olmayan bir şeyi ihdas ederse o merthıtdur".

"...Her kim bizim emrimize uymayan bir amel işlerse o amel merdutdur" (Müslim 5 c. 1718 n.)

Zikre dilen b u hadi si şerifte açıkça görüldüğü gibi, yapılan her hangi bir amelle alakalı insanın elinde bir delil yok ise, iyi niyetle de işlemiş olsa, o amel kabul görmeyip reddolunacaktır. Yani, iyi bir niyetle t? ameli islemesi yeterli değildir. Çünkü, İslam dini insanlara niyet olarak sunulan bir din değildir. İslam dini, iyi bir niyetle beraber sahih bir amelin yan yana gelmesini şart koşmuştur.

, Peygamberlerin (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) gönderiliş gayelerine azıcık olsun vukufiyeti olanlar bilirler ki, onlar sadece insanalrm niyetlerini değiştirmek için gönderilmemiştir. Bununla beraber gönderildiği insanların içerisinde bulundukları yolu, yaşam tarzlarını ve amellerini de değiştirmek için gelmişlerdir.

İnsanların sadece iyi niyete sahip olmaları yeterli olmuş olsa idi, Allah'ı ra/ı etmek istemelerine rağmen şirke ve küfre düşen ehli Kitab'a veya kabirlerde yatan salih insanlara saygı ve ta'zimde bulunurlarken: "Bizim kötü bir niyetimiz yoktur" "....Biz bu (kabirde yatanlara) ibadet etmiyoruz. Biz bunlara sadece bizi Allah'a daha fazla yaklaş-tırsınlar diye bunlan vasıta ediniyoruz..."(Zümer 3) diyen mekkeli müşriklere peygamber gönderilrtıezdi. Çünkü mekkeli müşrikler -ayette de belirtildiği gibi- iyi bir niyetle, Allah rızası için bir şeyler yapıyorlardı. Ama ne yazık ki, niyetlerinin halis olması onlara bir faide sağlamadığı gibi, onları müşriklikten de kurtarmadı. Neden?

Çünkü, işlemiş oldukları ameller (kalbi olsun, fiili olsun) Allah'ın onlardan istediği ameller değildi. "....Bana yaklaşabilmeniz için kabirlerde (türbelerde) yatan salih insanları vesile edinin..." diye Allah onlara bir emir yollamamıştı.

Artık şurası iyi anlaşılması gerekir ki, insanların niyetlerinin halis olması, yaptıkları çirkin icraatlarının meşruluğuna delâlet etmez.

Yine aynı şekilde, Ebu İsrail denilen bir kimsenin, güneşin altında beklemek suretiyle, iyi bir niyetle Allah'a itaat ettiğini zannediyordu. Fakat Allah Resulü (sav) bu kimseyi yapmış olduğu bu şeyden menetmiştir. Çünkü, her ne kadar bir amel iyi niyetle de yapılsa, o amel sünnete uygun olmadığı sürece kabul görmeyecektir.(Buhari 14 c.6572.s). Hulasa, zikredilen delillerden anlaşıldığı gibi, Allah indinde kabul görecek bir amelin sadece samimi bir niyetle yapılması yeterli görülmemiş, bunun bir de salih sünnet'e göre olması şart koşulmuştur.

Artık, Kitap ve Sünn,et'ten bu konuda uzak durup bir takım' bidat ve hurafelerle dinini yaşamaya^alısanlarm "Bizim kötü bir niyetimiz yoktur" diyerek, hatta, "Amaller niyetlere göredir" hadisini de tezgahlarına malzeme kullanarak hala sünnete muhalif amellerle uğraşırlarsa, bu kendilerini haklı çıkarmayacağı gibi, yaptıkları amelleri de kabul görmeyecektir.

Kullandıkları hadisi şerifin gerçek manasını da inşaallah konunun bundan sonraki bölümünde anlatmaya çalışacağız. Bakalım, onların anladıkları manada hadisi şerif "Niyetiniz iyi olsun da hangi ameli nasıl isterseniz öylece yapın" mı diyor, yoksa bu hadisin gerçek manası nedir.

Sözün özü; "İyi niyetli olduklarını iddia edip de kendilerine: "Mustakilen iyi niyet insana faizde vermez" diye

anlatmaya çalıştığımız bu tip insanlar hala aynı şeyde İsrar ederlerse, kusura bakmasınlar bu niyetlerine biraz zor kavuşurlar. Tabiri caizse: "Niyeti Erzuruma gitmek olan bir kimse sırtını Erzurum'a dönüp de Bursa'ya doğru ilerlerse, kusura bakmasın o insanın iyi niyeti onu Erzurum'a götürmeyecektir. Niyeti Erzurum'a gitm ek olan bir insanın, yöneleceği yol da Erzurum yolu olmalıdır".

Binaenaleyh, niyetleri Allah nzası olan kimselerin yönelecekleri yol da Resulullah (sav)'in takip ettiği yol olmalı dır. Yani, yapacağı bir amelde Allah'ın n/.asını düşünürken, bir de o amelin şeklinin, şemalinin Resulullah-ın uyguladığı şekle uymasına gayret göstermelidir.

İşte şuurlu bir müslüman bu noktada durmalı ve tefekkür etmelidir. Acaba Allah'ııjlrazı olması için, hangi yolu takip etmeliyim. Yine, acaba Rasulullah'm tarif edip yaşadığı o yolu nasıl bulabilirim, diye bunu kendisine dert edinmelidir.

Evet, mevzunun ikinci bölümünde ise, "Amelleri düzgün olup da niyetleri bozuk olanlardan" bahsedeceğiz.

İşte burada, şeriatın bu konudaki kaidesini ortaya koyan en önemli delillerden birisi olan "....Ameller ancak niyetlere göredir" hadisidir. (Buhari l c. 143 s.)

Bu hadisi şerif ve bunun vürud sebebi akıllıca gözönünde bulundurulursa işlenen amellerin kıymet ve değeri veya başka bir tabirle onların kabul veya reddi, niyetin halis olup olmaması ile alakalıdır. İslam'a ait bir amel bozuk bir niyetle işlendiği zaman asla kabul görmeyecektir.

Namaz, zekat, hacc, oruç, cihad gibi islami amelleri yerine getirmeye çalışan bir insan, bu amelleri halis bir niyetle yapmıyorsa işlediği bu amellerin herhangi bir faidesini göremeyecektir.

Resulullah (sav)'in yanında ve onunla birlikte cihad gibi yüce bir ameli yerine getirmesine rağmen niyeti, Medi-nedeki hurmalıklarını korumak olan kişinin öldürülüp cehenneme yuvarlanması buna bir örnektir.

Ve yine, Resulullah(sav)ve ashabı ile birlikte hicret gibi güzel bir ameli yerine getirmesine rağmen niyeti, Medine'ye kendinden önce giden kadına kavuşmak olan kişinin Allah ve Resulü tarafından kınanması ve hicretinde Allah'a ve Rasulune değil, o kadına olması yine buna bir örnektir.

Bu kişiler görünüşte büyük bir fedakarlıkla savaşıp hicret etmelerine rağmen niyetleri, Allah ve Resulü için değil de Medine'deki hurma!jk ve kadm olduğu için bu amellerinin karşılığını görememişlerdir.

Yani, işlenen ameller zahiren göründüğü şekliyle sünnete uygun da olmuş olsa, niyethalıs olmadığı müddetçe o amel kabul görmeyecektir. (Müslim 6. c. 1907 n.)

O halde, bir çoğumuzun ağızlarından düşürmediği: "....Ameller niyetlere göredir..." hadisi çok iyi anlaşılması gerekir.

Çünkü, yîîkarıda zikrettiğimiz gibi bu ibarenin gölgesine sığınarak bir çok çarpık ameller işleyenler kendilerini haklı zannetmektedirler.

Oysa ki hadisi, vürud sebebi ile .birlikte ele alıp biraz olsun onun üzerinde düşünme zahmetine katlanırsak, durum hiç de zannedildiği gibi çıkmayacaktır.

".. .Bilindiği gibi hicret, Mekke'den Medine'ye, Allah'ın izni ile bir yolculuğun adıdır. O insanlar, (Allah kendilerinden razı olsun) o kadar uzun ve meşakkatli bir yolu Allah rızası için yürüdüler. Yine Allah rızası için yoldaki eziyet ve korkulara göğüs gerdiler. Neticede salih bir niyet ve Allah rasulü ile birlikte yapılan bir yolcu-

luk Allah yolunda bir hicret kabul edilmiştir. Ama içlerinden bir kişi aynı yolu yürümesine rağmen ve yine aynı eziyet ve meşakkate katlanmasına rağmen onun hicreti Allah'a ve Resul üne olmadığı, dolayısıyle bundan bir ecir almayacağı da bildirilmiştir. Neden?

Çünkü, diğer insanlarla aynı eziyet ve meşakkatlere katlanmasına rağmen bu insanın niyeti halis değildi. Bu insan kendisinden önce Medine'ye giden bir kadına kavuşmakiçin o kadar yolu yürüdü. Dolayısıyla o insanın hicreti Allah'a ve Resulüne değil de o kadına olduğu bildirildi..."

Yine aynı? şekilde, şu üç sınıf insanın halleri de bu konu hakkında açık delillerdendir.

".. .Bilindiği gibi Allah rasulü (sav) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:".... Kıyamet gün ünde aleyhinde ilkönce hükm olunacak insanlar şunlardır:

1) Şehid olmuş ki msedir. O, huzura getirilir de Allah ona ulan nimetlerini anlatır. O da mazhar olduğu butun nirnetl eri tanır. Kendisine: -Bunimetlere karşı sen ne amel işledin? diye sorar. O kul: - Senin yolunda cihat ettim, nihayet şehid edildim der. Allah - Sen yalan söyledin! bilakis sen cüretlidir denilmek (ne güzel kılıç sallıyor, desinler) diye muka-tele ettin ve bu da sana denildi buyurur. Sonra emir verilir de bu kimse yüzü üzerinde sürüklenir, nihayet cehenneme atılır.

2) Sonra muhakemesi görülecek bir diğer insan da ilim öğrenmiş, öğrendiğini başkasına öğretmiş ve Kur'an okumuş olan kimsedir. O da getirilir. Allah (cc) ona da kendisine verdiği nimetleri anlatır. Bu kimse de nimetleri tanıyıp itiraf eder. Allah (cc) ona da: - Bunca nimetlere karşı sen ne yaptın? diye sorar. O kul: - İlim öğrendim, onu başkalarına da öğrettim ve aenin rızan için Kur'an okudum der. A!lah-u Azze ve Celle ona da: - Sen yalan söyledin! Bilakis sana Alim desinler desinler diye öğrendin. Ne güzel Kur'an okuyor" desinler diye Kur'an okudun ve bunlar da sana söylendi, (artık ne istiyorsun) Ve Allah (cc) emir verir de o kul yüzünün üstüne sürüklenerek cehenneme atılır.

3) Sonra muhakemesi görülecek kimse Allah'ın kendisine ni'metleri bollaştırdığı ve her çeşit maldan ihsan eylediği kimsedir. Bu da getirilir ve Allah (cc) ona da nimetlerini hatırlatır, o da bu nimetleri hatırlayıp itiraf eder. Allah ona da: - Bu nimetler içinde ne amel işledin? diye sorar. O kul: - Hakkında infak edilmesini istediğin hiç biryol bir akmadım da bütün bu yollarda senin rızan için infak eyledim der. Allah (cc): - Yalan söyledin. Bilakis sen bu infak ve harcamaları, "Bu adam ne cömerttir" desinler diye yaptın ve bu da sana denildi, buyurur. Sonra emir buyururlar da o kimse yüzü Üzerine sürüklenerek cehenneme atılır". (Müslim 6 c.1905)

Buhadis'i şerifte Öngörüldüğü gibi, yapılan ameller görünüşte sünnete uygun amellerdir. Yani, bu insanların savaş ortamında düşmana karşı kılıç sallamaları, ilim öğrenip insanlara ilim öğrenmeleri, kazandijfîn maldan infakedip harcama yapmaları ibadetin birinci şartıdır. Lakin, yapmış oldukları bu sahih şekiller Allah indinde kabul görmemiştir Neden? Çünkü bir ibadetin kabulü İçin gerekli olan İkinci şart o yapılan ibadetlerde mevcut değildir.

Yani yapmış oldukları amellerde ihlas, samimiyet, halis bir niyet mevcut değildir.

İşte bu hadisler bizlere "...Ameller niyetlere göre karşılık görecektir..." kavramını güzel izah etmiş olmalıdır. Yoksa zamanımızda olduğu gibi birçok çarpık ameller işleyip de buibaronin altına sığınmak, islami bir anlayış olmadığı gibi, yapılan ameller de makbul bir amel olmadığı iyi anlaşılmalıdır.

O halde bütün inanıyorum diyenlerin bu önemli noktayı çok İyi kavramaları

her konuda olduğu gibi bu konuda da "Kitap ve Sünnet"! örnek almaları gerekir.

Çünkü, yaşadığımız bu ortamın delilsiz körü körüne hareket eden müslüm ani arın, gerçekten böyle bir şuura şiddetle ihtiyaçları vardır.

Değişik İslam anlayışlarının hakirn olduğu bir çok cemaatler, bu anlayışlarından dolayı yan yana gele-memekte, dolayısıyle bir birlerine düşman kesilmektedirler.

Her ne kadar bütün cemaatler iyi niyet de taşısalar ki, hüsnü zanmmız budur. Onların iyi niyetleri yanyana gelmelerini aslâsağlamıyacaktır. Gelseler dahi bu, Allah-u Azze ve Celle'nin biraraya gelinmesini istediği ve emrettiği bir camaat olmayacaktır.

İlerisini düşünen basiretli müslü-manlar, işi baştan sağlama bağlayan kimseler olmalıdır. Yoksa, Bir çoğumuzun yaptığı gibi "Aman Sayımız çoğalsın da inşaallah ilerde DU ihtilafları oturup çözeriz" diyenler olunma malı dır. Böyle düşünenlere bazı bölgelerdeki yaşanan olaylar ders vermelidir. : İnsanın, yan yana gelerek, el ele vererek oluşturacağı cemaat fertlerinde arayacağı tek şey "TEVHİD" olmalıdır. Bu temeldir ve en önemli aranacak vasıftır. Artık bundan sonraki mes'eleler ise bundan daha aşağı seviyede ve ayrılığa da sebeb olacak bir derecede değildir.

Ama unutmayın ki, bu aklı başında, tevhidi iyi anlayıp kavrayanlar için geçerlidir. Yoksa nice tevhidi anladığını söyleyenler bir iki furuattaki ihtilaftan dolayı arayı açıp selamı dahi kesmektedirler. Allah-u Azze ve Celle'den bizleri bu gibi maraza düşürmemesini niyaz ediyor, böyle tavır sergileyenlere de yine rabbimin anlayış vermesini istiyorum.

Ve en Önemlisi de, bu gibi durumlara düşmeden önce, gerek inandığımızın ve gerekse uyguladığımız delillerini iyi bilmemiz ve bulmamız gerekir.

Rabbimizden onun rızasına muva-fık ibadetler işlememizi niyaz ediyorum.

 

İFFET

 

Muhterem müslümanlar!  Süphesiz Islam dini bütün hayirlari kapsayan ve bütün fazilet olgularini içeren bir sekilde gelmistir. Davranislarin yücesini ve degerlisini emretmis, adisinden ve degersizinden sakindirmistir. Kulu güzellestirip degerli kilan kurallari getirmis, onu kirleten ve degersiz kilan seylerden uzaklastirmistir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Muhakkak ki, Allah azze ve celle cömerttir ve cömert olanlari sever. Islerin yücesini sever ve asagiligindan hoslanmaz." Bunu, Taberani el-Kebir'de rivayet eder ve ricali sikadir.  Islam'in en yüce amaçlarindan ve en büyük hedeflerinden biri de nefislerde iffet, onurluluk ve temizlik duygusunu yerlestirmektir. Topluma, faziletler ve güzellikler yerlestirerek onu; alçak ve çirkin seylerden, büyük günahlardan uzak tutmaktir. Iste bu amaçla Islam, insanin hayvani sehvetlerden ve seytani ahlaktan uzak durmasina gayret eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Nikah (için gerekli mehir ve nafakayi) bulamayanlar da Allah lütfundan kendilerine zenginlik verinceye kadar iffetlerini korusunlar.) (24/en-Nûr/33) Ve söyle buyurur: (Iffetli davranmalari onlar için daha hayirlidir. Allah çok iyi isitendir, çok iyi bilendir.) (24/en-Nûr/60) Buhari ve Müslim'de, Ibni Abbas'in rivayet ettigi ve Ebu Süfyan'in Kayser ile arasinda geçenleri anlattigi rivayette su zikredilir: Ebu Süfyan radiyallahu anh söyle der: "O (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) bizlere; yalnizca Allah'a ibadet etmemizi ve O'na hiçbir seyi sirk kosmamamizi emreder; babalarimizin ibadet ettigi seyleri yasaklar. Bizlere namazi, sadakayi, iffetli olmayi, ahde vefâyi ve emaneti edâ etmeyi emreder." Tirmizi'de hasen bir senetle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den su rivayet edilir: "Bana, cennete ilk girecek üç grup insan gösterildi: Sehid, iffetli olup iffetini koruyan, Allah'a güzelce ibadet edip sahibine karsi görevini yerine getiren köle." Muhakkak bu, insanlarin davranislarini düzenleyerek asagilik ve adilik tuzaklarina sapmasini önleyen Islam iffetidir. Onlarin iradelerini muhafaza eder ve sehevi duygularini hatalara düsmekten ve düzensizlikten korur. Insani deger olgularinin ortaya çiktigi, temizligin ve imani olgunlugun görüldügü bir iffettir. Kisilik ve gerçek izzet ile bütünlesen bir iffettir. Bu sekilde nefisler, övülmeye layik amellere ve yüksek âdâba sarilmak için kuvvet bulur. Yüksek âdâbin gözetilmesi de kisiyi güzel adetler ve sifatlar edinmeye, degersiz ve adi seylerden uzak durmaya yöneltir.  Islam; seref ve onurun muhafazasi, irzin ve namusun korunmasi için iffet ilkesinin üzerinde önemle durur. Bunun sonucu insan, saglam bir iradeye ve cesur bir yürege sahip olur. Küçülerek sehvete boyun egmez. Alçak bir sekilde ona itaat etmez. Bilakis o, fazilet semasinda yükselir ve rezilligin asagiligindan uzakta olur. Sehveti, ser'i ölçüye ve ahlaki anlayisa uygun olarak kendisi için yaratildigi sinirda durur. Islam kardesleri! Islamdaki bu yüce degerler hakkinda konusurken akilli, basiretli ve insafli bir kimse için bu dinin güzellikleri ve ögretilerinin yüceligi açikça ortaya çikar. O; bugün dünya üzerindeki birçok ülkeye bakar ve oralarda iffetin kayboldugunu, her seyi mubah sayan bir anlayisin hakim oldugunu, kisinin seref diye bir sey bilmedigini ve irza hiç deger vermedigini görür. Izzet ve sayginlik nedir bilmeyen, kisilik ve asalet sifatlarini tasimayan düsük ahlaklar ve utanç verici davranislar görür. Sehvetlerin serbest birakildigini, irzlarin mubah görüldügünü, hayânin ve nezaketin kayboldugunu görür. Kisinin mahremini kiskanmasi, fuhustan ve günahtan tiksinti duymasi diye birsey yoktur.  Acaba, bu herseyi mubah gören anlayis onlara ne sagladi? Iffeti bir tarafa birakan, temizlik ve hayâ duygusunu tamamen söküp atan bu ahlak anlayisi beraberinde ne getirdi?. Sonu gelmeyen kötülükler ve miktari bilinmeyen zararlar sagladi. Günahi bir sinirda durmayan, kötü etkileri ve çirkin sonuslari bir yerde son bulmayan bozuklugu; çesitli elemleri, gerçek gamlari, yaygin kederleri ve helak edici olaylari beraberinde getirdi.  Allah'in kullari! Iffetin ve temizligin gerçeklesmesi, hayânin ve onurun fert ve toplum seviyesinde yayginlasmasi için seriat bu yüce gayeleri garanti edecek ve bu seçkin hedefleri çesitli vasitalar ve yollarla gerçeklestirecek sekilde gelmistir. Bunlardan bazilari su sekildedir: Mü'minlerin geneline ve bütün müslümanlara gelen ve edep yerlerinin haramdan, rezillikten ve günah alanlarindan korunmasini emreden Islam'in baglayici kurallari, kesin emir ve talimatlaridir. Edep yerlerini fuhustan korumak nefisleri arindiran faktörlerden biridir. Bu sekilde toplumlar saglikli olur ve namuslar korunur. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Mü'minlere söyle ki; gözlerini (harama bakmaktan) sakinsinlar, edep yerlerini de korusunlar. Böylesi onlar için daha temizdir. Süphe yok ki Allah, yaptiklari islerden çok iyi haberdar olandir. Mü'min kadinlara da söyle ki; gözlerini (haramdan) sakinsinlar ve edep yerlerini korusunlar.) (24/en-Nûr/30-31) Allah azze ve celle, edep yerlerini muhafaza eden erkeklere ve kadinlara övgüde bulunarak bunu kurtulusun isaretlerinden, kazancin ve basarinin alametlerinden sayar. Söyle buyurur: (Mü'minler gerçekten felah bulmuslardir. Onlar ki, namazlarinda husû içindedirler. Onlar bos seylerden yüz çevirirler. Onlar zekati edâ ederler. Onlar edep yerlerini (irzlarini) muhafaza ederler.) (23/el-Mü'minûn/1-5) Buhari'nin Sahihi'nde, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Kim bana iki bacagi arasindaki (edep yeri) ile çene kemikleri arasindaki (dili)ni (korumayi) garanti ederse ben de ona cenneti garanti ederim." Imam Ahmed'in Müsnedi'nde ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu sahih bir senetle rivayet edilir: "Kadin bes vakit namazini kilip (Ramazan) ayi orucunu tutursa, irzini koruyup kocasina itaat ederse ona "Cennetin istedigin kapisindan gir" denilir."  Muhterem müslümanlar! Bu koruma engelini çigneyen ve bu yüce anlayisin surlarini yikan en büyük ve en kötü sey zina suçudur. Bu nedenle zina fuhsun ve büyük günahlarin en büyügüdür. Ibnu'l Kayyim rahimehullah söyle der: "Allah subhânehu Kitabi'nda diger günahlar hariç sirki, zinayi ve livâtayi pislikle ve igrençlikle nitelendirmistir." Ve söyle der: "Günahlar arasinda kalbi ve dini su iki fuhustan, zina ve livâtadan daha çok ifsad eden baska birsey daha yoktur. Bu ikisinin kalbi Allah'dan uzaklastirici özelligi vardir. Kalp bu ikisiyle boyanirsa, kendisine ancak temiz olan seyler yükselen Allah'dan uzak kalir." Allah celle ve alâ zinanin son derece çirkin özelligini ve helak edici sonucunu açiklayarak zinadan sakindirir. Söyle buyurur: (Onlar ki Allah ile birlikte baska bir ilaha ibadet etmezler. Hak ile olmasi disinda, Allah'in öldürülmesini haram kildigi nefsi de öldürmezler. Zina da etmezler. Kim bunlari islerse o günahlari ile karsilasir. Kiyamet gününde onun azabi kat kat verilir, o azapta ebediyyen hor ve hakir bir halde kalir. Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amel isleyenler müstesnâ.) (25/el-Furkân/68-70) Ve söyle buyurur: (Zinaya yaklasmayin; o gerçekten bir hayâsizliktir ve kötü bir yoldur.) (17/el-Isrâ/32) Ey mü'minler! Zina, mü'minlerin sifatlarina aykiridir. Iyilerin ve takva sahiplerinin yollarina ters düser. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Zina eden erkek ancak zina eden veya müsrik olan bir kadini nikah edebilir. Zina eden kadini da ancak zina eden veya müsrik olan bir erkek nikahlayabilir. Böylesi mü'minlere haram kilinmistir.) (24/en-Nûr/3) Buhari ve Müslim'de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Zina eden kimse zina ederken mü'min olarak zina etmez." Ebu Davud ve diger bazi muhaddislerin rivayetlerinde ise su sekildedir: "Kul zina ederken iman ondan çikarak basinin üzerindeki gölge gibi kalir. Zina etmeyi bitirince ona geri döner." Hakim bunun sahih oldugunu söylemis ve Imam Zehebi de buna katilmistir. Allah'in kullari! Zina, bütün kötülük sifatlarini birarada bulundurur ve zararlarin hepsini içerir. Zina ile toplumda ölümcül hastaliklar yayginlasir. Zina yoluyla çesitli türlerde ve sekillerde belalar ve musibetler gerçeklesir. Zina soylarin karismasina ve aile olgusunun yokolmasina neden olur. Bereketi giderir ve riziklarin daralmasina yolaçar. Zinanin kötülügünü anlamak için insanlar arasina soktugu vahset ve düsmanliga bakmak yeter. Zinanin neden oldugu, insanlari mahveden ve küçük-büyük bütün devletleri korkutan çesitli hastaliklar yeter!. Ey müslüman! Nübüvvet-i Muhammediyye'nin çagrisina kulak ver! O, bütün bu zararlardan bahsederek tehlikelerden ve kötülüklerden sakindirir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Ümmetim içerisinde veled-i zinalar yayginlasmadikça onlar hayirdadir. Onlarin arasinda veled-i zinalar yayginlasinca Allah'in onlari azap ile kusatmasi yakin olur." Bu hadisi, Imam Ahmed hasen bir senetle rivayet eder. Hakim'in rivayet ettigi ve isnadinin sahih oldugunu söyledigi bir rivayette Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bir kavimde zina ve faiz yayilirsa kendilerini azaba atmislardir." Büreyde'nin rivayet ettigi bir hadiste ise söyle buyurur: "Anlasmasini bozan bir kavim yok ki, aralarinda öldürme olaylari ortaya çikmasin. Fuhusun yayildigi hiç bir kavim yok ki, Allah onlara ölümü musallat etmesin." Bu hadisi Bezzâr rivayet eder ve ricali sahihin ricalidir. Ibni Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de söyle buyurur: "Fuhusun yayildigi ve ilan edildigi hiçbir kavim yok ki; aralarinda, veba ve kendilerinden öncekiler arasinda görülmeyen hastaliklar yayilmasin." Bu hadisi, Ibni Mâce rivayet eder. Hakim bunun sahih oldugunu söylemis ve Imam Zehebi de buna katilmistir. Ey müslüman! Zinanin gelip geçici bir an ve salt hayvani bir duygu oldugunu, sonucunun pis bir hastalik ve etkilerinin kötü oldugunu hatirla! Lezzeti çabucak gider ve hemen yokolur. Geriye utanç ve âr kalir. Cebbâr olan Allah'in gazabi kalir. Sahih-i Buhari'de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in uzun rüyasinin anlatildigi hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Yürüdük ve tandir gibi bir seye rastladik. Üstü dar ve alti genisti. Içerisinden sesler ve bagrismalar geliyordu. Ona bakinca bir de ne görelim, içerisinde çiplak erkekler ve çiplak kadinlar vardi. Altlarindan bir alev yükseliyordu ve onlara bu alev gelince bagrismalari daha da artiyordu. "Bunlar kim ey Cibril?" dedim. "Bunlar zina eden erkekler ve zina eden kadinlar" dedi."  Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! O'nun emirlerine sarilin ve sinirlarini asmayin ki mutlu olasiniz, basariya ve felaha eresiniz.  Allah beni ve sizleri Kur'an ile bereketlendirsin... Islam kardesleri! Fuhus yollari çogalip çesitlendigi ve günümüzde tüm dünyada oldukça kolay bir hale geldigi için mü'minin özel bir gözetime ve Allah celle ve alâ'dan korkma duygusunu diriltmeye asiri sekilde ihtiyaci vardir. Müslüman, Buhari ve Müslim'de rivayet edilen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in su sözünü hatirlasin. "Yedi grup insani Allah, gölgesinden baska gölgenin bulunmadigi günde Arsi'nin gölgesinde gölgelendirir." Onlarin arasinda sunu da sayar: "Makam ve güzellik sahibi bir kadin kendisini (zinaya) çagirdigi halde (çagrisini reddedip) "Süphesiz ben Allah'tan korkarim" diyen kimse." Ey oldukça yaslandigi ve gençlik vaktini geçirdigi halde hâlâ günah içerisinde yasayan kisi!. Düsün ve olayin büyüklügünü, kötü akibeti ve sonu unutma!. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Üç grup insan var ki, Kiyamet günü Allah onlarla konusmaz, onlari arindirmaz, onlara bakmaz ve onlar için elem verici bir azap vardir: Zina eden ihtiyar, yalanci hükümdar ve kibirli fakir." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Sonra bilin ki, Allah sizlere yüce bir emirde bulunmustur. Bu emir, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e salât ve selam'da bulunma emridir...

 

ILIM VE EGITIM

Muhterem müslümanlar!. Ilim ve egitim Islam'da yüce bir makam ve büyük bir mevki isgal etmektedir. Ilim ve egitimle degerler yükselir ve büyük faydalar elde edilir. (Allah sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler ile yükseltsin.) (58/el-Mücadele/11) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de söyle buyurur: "Kim ilim aramak üzere bir yola koyulursa Allah da buna karsilik, ona cennete giden yolu kolaylastirir." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Ilim ve bilgiye davet herkese yöneliktir ve hayatin tüm alanlarini, fertlerin ve toplumlarin islahini saglayan bütün durumlari kapsar. Hadis-i Serif'te "Ilim talebi her müslüman üzerine farzdir" buyurulmaktadir. Bu hadisi Ibni Mâce rivayet eder. Islam kardesleri! Her millet, egitimle bir takim gayeleri ve menfaatleri hedefler. Egitimin ardinda bazi maksatlar ve gayeler arar. Bu nedenle milletler, egitimden elde etmek istedikleri gayeleri ve terbiye ile ulasmak istedikleri hedefleri ilmi çalismalar ve terbiye metodlari ile gerçeklestirmeye çalisirlar.Bunlarin en belirgini de, yeni nesli terbiye ruhu ve anlayisi içerisinde eritip sekillendirmektir. Egitim uzmanlarindan birine bir milletin gelecegi sorulur. Söyle der: "Bana egitim programlarini verin, size gelecegini söyleyeyim." Bütün çesitleriyle egitim ve her türlü sekliyle terbiye; milletlerin, ilkelerine ve degerlerine inanan nesilleri insa etmekte kullandiklari en büyük araçtir. Bu ikisi, bütün bir toplumun egitim ve terbiye anlayisiyla yürümesinin tek yoludur.  Ey müslümanlar! Islam'in nazarinda ilim, Allah'in izniyle milletleri yücelten; üstün degerler ve faziletler, dürüstlük ve saadet, gelisme ve kurtulus açilarindan yüksek mertebelere çikaran bir araçtir. Islam'da ilmin yüce amaçlari ve seçkin hedefleri vardir. Fertlerin mutlulugunu ve toplumlarin selametini; dünya ve ahirette kurtulusu garanti altina alir.  Muhammed ümmeti bir inanç ümmetidir. Üstün bir inanç ve rabbani bir metod üzerine bina edilmistir. Muhammed ümmetinden, Allah'in seriatini bu hayatta, her alanda ve zamanda hakim kilmasi istenir. Iste bu gerçeklestigi zaman egitim, bu saglam inanca iman eden ve Risalet-i Muhammediyye'nin, nübüvvet nurunun tasidigi dogru inançli nesiller insa etmek için bir araç olur.  Süphesiz Islam egitime tesvik etmekte ve terbiyenin üzerinde önemle durmaktadir. Egitimin, insanlarin kalbinde yaraticilarina karsi dogru anlayislarin yerlesmesini garanti altina alan bir temel kural olarak görülmesini saglar. Bu ayni zamanda bu anlayisin sonucu ortaya çikan davranislarin, insanoglunun saadetini ve kurtulusunu saglayacak yönelislerin kontrol altina alinmasinin da garantisidir. (Kullari içinden ancak alimler, Allah'dan (geregince) korkar.) (35/Fâtir/28) Islam egitime, Allah azze ve celle'nin metoduna tam olarak baglanma çerçevesinde ve seriatin belirledigi kabul ve red ölçülerine uygun olarak, hayatinin bütün yönlerinde dogru ve dürüst olan bir toplumu bina etme araci gözüyle bakar. Bu; hayatin, Allah Teâlâ'nin peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e seslendigi su kavlinde oldugu gibi uygulamali bir sekil almasi içindir: (De ki: Süphesiz benim namazim, kurbanim, hayatim ve ölümüm hepsi Âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortagi yoktur..) (6/el-En'âm/162-163) Islam'da terbiye ve egitim, Allah'in izniyle, düsünce ve inançta yaraticisina boyun egen; kültürde, anlayista ve yasayista kalbi ve bedeniyle dinine tâbi olan; imanin gerçeklerini ve Islam'in kurallarini dogru bir sekilde anlayan nesiller yetistirmek hedefiyle yola çikar. Egitim ve terbiye ile yeni yetisen nesillerin kalplerine, görüsleri ve ilkeleri onunla sekillensin; düsünceleri, dinleri ve dünyalari için faydali her seye yönelisleri onun ölçüsünce olsun diye bu din ile gurur duyma suuru yerlestirilir. Islam'da egitim ve terbiye, yüce degerlerin ve üstün örneklerin yeni yetisen nesillerin akillarinda derin bir etki birakmasi için bir vesiledir. Bu sekilde bütün hayatlarinda, davranis metodu ve çalisma üsluplarinda onlari örnek olarak benimserler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Süphesiz ben, ancak güzel ahlaki tamamlamak üzere gönderildim."  Islam kardesleri! Dinimiz; fertleri ve toplumlari her türlü iyilik ve faydali seylerle donatan; yeryüzünün, Allah azze ve celle'nin iradesine uygun bir sekilde imarini saglayan bilgileri ve ilimleri edinmeye tesvik etmektedir. (O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katindan (bir lütuf olarak) size boyun egdirmistir.) (45/el-Câsiye/13) Her türlü yapici çalismaya saglikli bir sekilde yönelten ve anlayislarin saglamlasmasini saglayan diger ilimler ise dini ve dünyasi için çalisan, ümmetinin ve toplumunun gelismesine katkida bulunan, mü'min bir neslin insasi bu dinin isteklerinden biridir.Bu nesil Allah'in izniyle Islam Ümmetine izzeti ve üstünlügü,yüceligi ve mutlulugu getirecek bir hayat biçimine uygun olarak gelisme ve ilerleme basamaklarinda yükselir. "Kuvvetli mü'min zayif mü'minden daha hayirlidir ve her birinde hayir vardir."  Ey ögretmenler ve egitimciler! Bu hedefler gözlerinizin önünde olsun.Müslümanlarin yeni yetisen nesillerinde bu hedefleri gerçeklestirmek sizlerin tek arzusu ve ugrasisi olsun.Öncelikle Islama, ikinci olarak da ümmete faydali bir nesil yetistirin.En üstün gayretinizi Islam dinine ve Islam peygamberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e samimi bir baglilik ve gerçek bir sevgiyi kalplere yerlestirecek bir egitim için sarfedin. Bu dinin, nebilerin ve rasüllerin efendisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in davetinin dogru gerçeklerini ortaya koymak için çabalayin.Yeni yetisen nesli, Islam ahlakina ve âdâbina sarilmaya; okulda, evde, caddede ve çarsida, hayatin bütün alanlarinda yüce ve üstün degerlere uymaya yönlendirin. Bütün bunlar omuzlariniza yüklenen bir sorumluluk ve ümmetinize karsi bir görevdir. "Hepiniz bir çobansiniz ve hepiniz emri altindakilerden sorumludur." Muhterem müslümanlar! Islam düsmanlari; çikarlarina hizmet edecek, anlayislarini tasiyan, âdetlerini ve davranis biçimlerini devam ettiren, kendilerine bagli nesiller yetistirecek bir egitim politikasi olusturmayi öncelikli görevleri arasina koyuyorlar. (Sizin de kendi inkar ettikleri gibi inkar etmenizi istediler ki onlarla esit olasiniz.) (4/en-Nisâ/89) Müslümanlarin düsmanlari mümkün olan her yolla ve araçla onlara ve dinlerine zarar vermek için planlar yapiyorlar. Kullandiklari araçlardan en büyügü de müslümanlarin ülkelerinde bu dine bagliligi ortadan kaldirmayi, sahih Islami anlayislari ve degerli adetleri kökünden söküp atmayi hedefleyen egitim metotlari ve programlari icad etmektir. Bütün bunlari laik düsünceleri ve dini kurallari hiçe sayma, toplumsal ahlaki küçümseme üzerine bina edilmis bir terbiye anlayisini besleyerek gerçeklestirmeye çalisirlar. Özetle bunlar; dini inançlarin kaybolmasi, dini adâbin öldürülüp farkliligin ortadan kaldirilmasi sonucunu sinesinde gizleyen son derece büyük zararlara ve tehlikelere yol açmaktadir. Allah'dan korkun ey Allah'in kullari!. Ve dininizin metoduna simsiki sarilin. Dininizin hedeflerini ve maksatlarini gerçeklestirmeye gayret edin ki, durumlar düzelsin, nefisler arinsin ve hayat mutlulukla dolsun. Allah beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin... Ey müslümanlar! Çaba sarfedilecek ve vakit tüketilecek en hayirli sey, Allah azze ve celle'nin Kitabi'na yönelmektir. O'nu ögrenmek, ögretmek, düsünmek ve anlamaktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Sizin en hayirliniz, Kur'an'i ögrenen ve O'nu ögretendir." Çocuklarinizi bu Yüce Kitab'i ögrenmeye, ezberlemeye ve O'na deger vermeye yönlendirin. Özellikle, Allah'in ihsani ve keremiyle bagisladigi firsatlari degerlendirin. Bu size, güzel bir son ve mutlu bir sonuç olarak geri dönecektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Süphesiz ki Allah bu Kitap ile bir takim insanlari yüceltir ve baskalarini da alçaltir." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hadislerini; temiz yasantisini ve üstün ahlakini, yüce semailini yeni yetisen nesle ögretmek sürekli gayretiniz olsun. Bu yüce degerler ve üstün olgular olmadan gerçeklesen bir terbiyede hayir yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah kimin hayrini dilerse onu dinde fakih (bilgi ve anlayis sahibi) kilar."

 


ALIMLERIN FAZILETI LME TESVIK ILIM ÂDABI ILIM VEÖGRENME ADABI HADIS RIVAYETI VE NAKLI
- Ebu Ümame radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a biri âbid digeri alim iki kisiden bahsedilmisti.

"Alimin âbide üstünlügü, benim, sizden en basitinize olan üstünlügüm gibidir" buyurdu."

Tirmizi, Ilim 19, (2686).

- Yine Tirmizi'nin bir rivayetinde söyle gelmistir: "...Aleyhissalatu vesselam sonra buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri, melekleri, semâvat ehli, deligindeki karincaya, denizindeki baliklara varincaya kadar arz ehli, halka hayri ögretene magfiret duasinda bulunur."

Hadis Tirmizi'nin ayni babindadir.

- Ibnu Abbas radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Tek bir fakih, seytana bin âbidden daha yamandir."

Tirmizi, Ilim 19, (2083).

- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a Allah indinde en efdal insanin kim oldugu sorulmustu: "Allah indinde en kiymetlileri en muttaki olanlardir!" buyurdular. "Biz bunu sormadik!" demeleri üzerine: "Öyleyse o, Halîlullah'in oglu, Nebiyyullah'in oglu Nebiyyullah'in oglu Yusuf'tur" buyurmustu. Yine itirazla: "Hayir bunu da sormadik" dediler. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "siz bana Arap hanedanlarindan mi soruyorsunuz?" dedi. "Evet (Ey Allah'in Resûlü!) dediler. "Onlarin cahiliye dönemindeki hayirlilari, fikih ögrendikleri takdirde, Islam'da da en hayirlilaridir!" cevabini verdi."

Buhari, Enbiya 8, 14, 19, Menakib 1, 25, Tefsir, Yusaf 1; Müslim, Fezail 168, (2378).

- Hz. Ali radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Dinde fakih (bilgili) olan kimse ne iyi kimsedir! Kendisine muhtaç olununca faydali olur. Kendisine ihtiyaç olmayinca ilmini artirir."

Rezin tahric etmistir.

- Yine Hz. Ali radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim, benden sonra öldürülmüs olan bir sünnetimi ihya ederse beni seviyor demektir. Beni seven de benimle beraberdir."

Rezin tahric etmistir.

- Ebu'd-Derda radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle dedigini isittim: "Kim bir ilim ögrenmek için bir yola sülûk ederse Allah onu cennete giden yollardan birine dahil etmis demektir. Melekler, ilim talibinden memnun olarak kanatlarini (üzerlerine) koyarlar. Semavat ve yerde olanlar ve hatta denizdeki baliklar âlim için istigfar ederler. Âlimin âbid üzerindeki üstünlügü dolunayli gecede kamerin diger yildizlara üstünlügü gibidir. Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, ne dinar ne dirhem miras birakirlar, ama ilim miras birakirlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir nasib elde etmistir."

Ebu Davud, Ilm 1, (3641); Tirmizi, Ilm 19, (2683); Ibnu Mace, Mukaddime 17, (223).

ILME TESVIK

- Humeyd Ibnu Abdirrahman anlatiyor: "Hz. Muaviye radiyallahu anh'i isittim, demisti ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle söyledigini isittim: "Allah kimin için hayir murad ederse onu dinde fakih kilar."

Buhari, Farzu'l-Humus 7, Ilm 13, I'tisam 10; Müslim, Imaret 98, (1038), Zekat 98, 100, (1038); Tirmizi, Ilm 1, (2647).

- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ilim talebi için yola çikan kimse dönünceye kadar Allah yolundadir."

Tirmizi, Ilim 2, (2649); Ibnu Mace, Mukaddime 17, (227).

- Yine Tirmizi'nin Sahbere radiyallahu anh'tan kaydina göre, Aleyhissalatu vesselam: "Kim ilim taleb ederse, bu isi, geçmisteki günahlarina kefaret olur" buyurmustur."

Tirmizi, Ilim 2, (2650).

- Ukbe Ibnu Amir radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Zancilardan önce, ölem ögrenin yani zanlariyla konusanlardan önce."

Rezin tahric etmistir. Buhari'de bunu bir bab basliginda muallak (senetsiz) olarak kaydetmistir. (Feraiz 2).

- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Feraizi ve Kur'an-i ögrenin ve halka da ögretin, zira benim ruhum kabzedilecek (ve ben aranizdan gidecegim)."

Tirmizi, Feraiz 2, (2092). Ibnu Mes'ud radiyallahu anh'tan ayni manada bir rivayet yapilmistir.

Rezin su ziyadede bulunmustur: "Feraizi bilmeyen âlimin misali, bas kismi olmayan bürnus gibidir."

- Ebu Sa'id radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'min, sonu cennet oluncaya kadar hayir isitmekten asla doymayacak."

Tirmizi, Ilim 19, (2687).

- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Hikmetli söz mü'minin yitigidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktir."

Tirmizi, Ilim 19, (2688).

- Ibn-i Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ilim üçtür. Bunlardan fazlasi fazilettir. Muhkem âyet, kâim sünnet, âdil taksim."

Ebu Davud, Feraiz 1, (2285); Ibnu Mace, Mukaddime 8, (54).

- Ebu Vâkid el-Leysi radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm mescidde otururken üç kisi çikti geldi. Ikisi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a yönelerek önünde durdular. Bunlardan biri, bir aralik bularak hemen oraya oturdu. Digeri de onun gerisine oturdu. Üçüncü kimse ise, geri dönüp gitti.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (dersinden) bosalinca buyurdular:

"Size üç kisiden haber vereyim mi? Bunlardan biri Allah'a iltica etti, Allah da onu himayesine aldi. Digeri istihyada bulundu, Allah da onun istihyasini kabul etti. Üçüncüsü ise geri döndü, Allah da ondan yüz çevirdi."

Buhari, Ilim 8, Salat 84; Müslim, Selam 26, (2176); Muvatta, Selam 4, (2, 960, 961); Tirmizi, Isti'zan 29, (2725).

ILIM ÂDABI

- Hz. Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (Kiyamet günü) atesten bir gem ile gemlenir."

Ebu Davud, Ilm 9, (3658); Tirmizi, Ilim 3, (2651).

- Sehl Ibnu sa'd radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Vallahi, senin hidayetinle bir tek kisiye hidayet verilmesi, senin için kiymetli develerden mütesekkil sürülerden daha hayirlidir."

Ebu Davud, Ilm 10, (3661); Buhari, Ashabu'n-Nebi 9; Müslim, Fedailu'l-Ashab 34, (2046).

- Ebu Hârun el-Abdi anlatiyor: "Biz Ebu Sa'id el-Hudri radiyallahu anh'a ugrardik. O bize: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in (bize) vasiyetine merhaba" (derdi ve ilave ederdi): "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm demisti ki: "Insanlar (dinde) size tabidirler. Size (aktar-i âlemden yani) dünyanin her tarafindan bir kisim erkekler gelip Islam dinini ögrenecekler. Onlar geldikleri vakit, onlara hep hayri tavsiye edin."

Tirmizi, Ilim 10, (3661).

- Yezid Ibnu Seleme el-Cûfi radiyallahu anh anlatiyor: "Ey Allah'in Resulü! dedim, ben senden pek çok hadis isittim. Ancak bunlardan, sonradan isittiklerimin, önceden isittiklerimi unutturacagindan korkuyorum. Bana (hepsinin yerini tutacak) câmi bir kelime söyle!"

"Bildiklerinde Allah'a karsi müttaki ol (bu sana yeter)!" buyurdular."

Tirmizi, Ilim 19, (2684).

Rezin su ziyadeyi yapti: "...ve onunla amel et!"

- Rebi'a Ibnu Ebi Abdirrahman der ki: "Yaninda bir miktar ilim olan kimseye, nefsini zayi etmesi münasib düsmez."

Buhari bab basliginda kaydetmistir. (Ilim 21.)

ILIM VEÖGRENME ADABI

- Ikrime rahimehullah anlatiyor: "Ibnu Abbas radiyallahu anhüma dedi ki: "Insanlara haftada birkere hadis anhlat. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakin halki su Kur'an'dan usandirma! Halk kendi meselelerini konusurken, senin onlara gelip, sözlerini keserek, bir seyler anlatip onlari biktirdigini görmeyecegim. Onlar konusurken sus ve dinle. Onlar sana gelip: "Konus!" diye talebte bulununca, istiyorlar demektir, o zaman konusursun. Dua'da seci meselesine dikkat et ve ondan kaçin. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Ashab-i Kiram'in devrinde yasadim, bunu yapmiyorlardi."

Buhari, Da'avat 20.

- Hz. Ali radiyallahu anh demistir ki: "Insanlara anlayacaklari seyleri anlatin. Allah ve resulünün tekzib edilmelerini ister misiniz?"

Buhari, Ilim 49.

- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh diyor ki: "Sen bir cemaate akillarinin almayacagi bir sey söylersen mutlaka bu, bir kismina fitne olur."

Müslim, Mukaddime 5.

HADIS RIVAYETI VE NAKLI

- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Benden bir sey isitip onu (artirip eksiltmeden) isittigi sekilde baskasina ulastiran kimsenin (Kiyamet günü) Allah yüzünü taze kilsin. Zira, kendisine ulastirilan öyleleri var ki, bizzat isitenden daha iyi kavrar."

Tirmizi, Ilm 7, (2658).

- Abdullah Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bir ayet bile olsa benden baskasina götürün. Beni Israil (hikâyelerin)den de rivayet edin, bunda bir mahzur yok. Ancak kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazirlasin."

Buhari, Enbiya 50; Tirmizi, Ilm 13, (2671).

- Mahmud Ibnu'r-Rebi' radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in ben bes yaslarimda iken, evimizin kuyusunun kovasindan agzina aldigi suyu yüzüme püskürttügünü hatirliyorum."

Buhari, Ilim 18, Müslim, Mesâcid 54 (33).

- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan iki kap ilim hifzima aldim. Bunlardan birini aranizda nesrettim. Ama digerini söyleyecek olsam su girtlagimi kesersiniz."

Buhari, Ilm 42.

- Ebu Zerr radiyallahu anh demistir ki: "Eger kilinci suraya koysaniz -eliyle ensesini göstermistir- ben bu esnada, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan isitmis bulundugum bir hadisi, sizin isimi bitirmezden önce söyleyebilecegime kanaatim gelse onu mutlaka söylerim."

Buhari, Ilim 10.

HADISIN YAZILMASI

- Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan isittigim her seyi yaziyordum. Kureys bu isten beni men etti. Dediler ki: "Sen her (isittigin) seyi yaziyorsun, halbuki Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir insandir, memnun ve öfkeli halde de konusur."

Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a anlattim. Parmagi ile agzina isaret ederek:

"Yaz, nefsimi elinde tutan Zâta yemin olsun, ondan haktan baska bir sey çikmaz!" buyurdu."

Ebu Davud, Ilim 3, (3646).

- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Ensardan bir zat Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a (hafizasini) sikayet ederek dedi ki: "Ey Allah'in Resûlü! ben senden hadis isitiyorum, çok hosuma gidiyor, ancak hafizamda tutamiyorum. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ona su cevabi verdi:

"Sag elini yardima çagir!" ve eliyle yazma isareti yapti."

Tirmizi, Ilm 12, (2668).

- Ebu Hüreyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün, halka) hitabetti, -(Ebu Hüreyre, hadisin vürûdu ile ilgili) bir kissa anlatti- (hadiste su ibare de vardi:) "Ebu Sah dedi ki: "Ey Allah'in Resûlü! (bu hutbeyi) bana yaziverin!" Bu taleb üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Evet Ebu Sâh'a yaziverin!" emir buyurdular."

Tirmizi, Ilim 12, (2669); Buhari, Ilm 39, Lukata 7, Diyat 8; Ebu Davud, Ilm 3, (3649).

- Yine Ebu Hüreyre radiyallahu anh diyor ki: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in Ashabi arasinda Ibnu Amr hariç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi suradan ileri geliyordu:) O hadisleri yaziyordu, ben ise yazmiyordum."

Buhari, Ilm 39; Tirmizi, Ilm, (2670).

- Zeyd Ibnu Sabit radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bana emretti, ben de onun için, Süryanice (yahudi) yazisini ögrendim. Söyle demisti: "Allah'a yemin olsun, ben yazi isimde yahudiye emniyet edemiyorum!"

(Zeyd) der ki: "Allah'a yemin olsun bir ayin yarisi geçmeden, o yaziyi ögrendim ve hazâkat kazandim. Resûlullah'in onlara olan mektuplarini yaziyor, onlarin gönderdiklerini de ona okuyordum."

Buhari, Ahkam 40; Ebu Davud, Ilm 2, (3645); Tirmizi, Istizan 22, (2716).

- el-Muttalib Ibnu Abdillah Ibni Hantab radiyallahu anh anlatiyor: "Zeyd Ibnu Sabit Hz. Muaviye radiyallahu anhüma'nin yanina girmisti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazir bulunan bir adama) hadisi yazmasini emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç bir sey yazmamamizi emretmisti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazilani derhal imha etti."

Ebu Davud, Ilm 3, (3647).

- Ebu Sa'idi'l-Hudri radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm söyle emrettiler: "Benden kur'an disinda bir sey yazmayin. Kim, Kur'an'dan baska bir sey yazmis ise, onu imha etsin."

Müslim, zühd 72, (3004).

ILMIN KALDIRILMASI

- Ibnu Amr Ibni'l-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ilmi (verdikten sonra), insanlarin (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayi kabzetmek suretiyle alir. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir alim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksizin (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de baskalarini dalâlete atarlar."

Buhari, Ilim 34, I'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654).

- Ebu'd-Derda radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraberdik. Gözünü semaya dikti. Sonra: "Su anlar, ilmin insanlardan kapip kaçirildigi anlardir. Öyle ki, bu hususta insanlar hiçbir seye muktedir olamazlar!" buyurdular.

Ziyad Ibnu Lebid el-Ensari araya girip: "Bizler Kur'an'i okuyup dururken ilim bizlerden nasil kapip kaçirilir? Vallahi biz onu hem okuyacagiz, hem de çocuklarimiza, kadinlarimiza okutacagiz!" dedi. Resulullah da: "Anasiz kalasin, ey Ziyad, ben seni Medine fakihlerinden sayiyordum. (Bak) iste Tevrat ve Incil, yahudilerin ve nasranilerin elinde, onlarin ne isine yariyor (sanki onunla amel mi ediyorlar)?" buyurdu. Cübeyr der ki: "Ubade Ibnu's-Samit radiyallahu anh'a rastladim. Kardesin Ebu'd-Derda ne söyledi, isittin mi? dedim. Ve ona Ebu'd-Derda'nin söyledigini haber verdim. bana: "Ebu'd-Derda dogru söylemis, dilersen kaldirilacak olan ilk ilmin ne oldugunu sana haber vereyim: Insanlardan kaldirilacak olan ilk ilim husu'dur. Büyük bir câmiye girip husu üzere olan tek sahsi göremiyecegin vakit yakindir!" dedi."

Tirmizi, Ilm 5, (2655).

- Ömer Ibnu Abdilaziz rahimehullah'dan nakledildigine göre, (Medine valisi) Ebu Bekr Ibnu Hazm'a söyle yazmistir: "Bak, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in hadisinden ne varsa yaz. Zira ben, ilmin kaybolmasindan ve ülemanin gitmesinden korkuyorum. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in hadisinden baska bir sey kabul etme. Alimler ilmi yaysinlar, ilim için (herkese açik yerlerde) halkalar teskil etsinler, ta ki bilmeyenler de böylece ögrensin. Zira ilim, gizli kalmazsa helak olmaz."

Buhari, Ilm 34.

ALIM VE TALIB

- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah kimin hakkinda hayir murad ederse, onu dinde âlim kilar."

- Hz. Muaviye radiyallahu anh, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle söyledigini anlatiyor: "Hayir bir aliskanliktir, ser de düsmanliktir; Allah kimin hakkinda hayir murad ederse onu dinde fakih (âlim) kilar."

- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm söyle buyurdular: "Ilim talebi her müslümana farzdir. Ilmi, ona layik olmayan kimseye ögretmek, domuzun boynuna mücevherat, inci, altin takmak gibidir."

- Zir Ibnu Hubeys anlatiyor: "Safvân Ibnu Assâl el-Murâdi'ye geldim. Bana: "Ne maksatla yanima geldin?" dedi.

"Ilmi ortaya çikarayim diye!" dedim. Bunun üzerine bana sunu söyledi:

"Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan isittim. Buyurmuslardi ki:

"Ilim talep etmek üzere yola çikan hiç kimse yoktur ki, melekler, onun bu yaptigindan memnun olarak, ona kanatlarini germemis olsunlar!"

- Ebu Ümâme radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Yok edilmezden önce su (dini) ilmi ögrenmeniz gerekir. Onun yok edilmesi kaldirilmasidir."

Aleyhissalatu vesselâm, sonra orta parmagi ile sehadet parmagini söyle birlestirerek: "Alim ve talebe sevapta ortaktirlar, diger insanIarda (ögretici ve ögrenici olmayanlarda) hayir yoktur!" buyurdular.

- Abdullah Ibnu Amr radiyallahu anhümâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir gün, hücrelerinden birinden çikip mescide girmisti. Mescidde ise iki halka vardi. Birinde halk, Kur'ân okuyor, Allah'a dua ediyordu. Digerindekiler ilim ögrenip ilim ögretmekle mesguldü. Aleyhissalâtu vesselâm: "Her ikisi de hayir üzeredir: Sunlar Kur'ân okuyorlar, Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise ögrenip ögretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim!" buyurdular ve ilim halkasina oturdular."

ILMI TEBLIG

- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Allah benim sözümü isitip belleyen, sonra da onu benden (baskasina) ulastiran kimsenin yüzünü Kiyamet günü agartsin. Zira nice ilim tasiyicilar vardir ki, alim degildir. Nice ilim tasiyicilari ilmi, kendinden daha alim olana tasirlar."

- Yine Hz. Enes anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Insanlardan öyleleri vardir ki, onlar hayrin anahtarlari, serrin de sürgüleridir. Allah'in, ellerine hayirin anahtarlarini koydugu kimselere ne mutlu! Serr'in anahtarlarini Allah'in ellerine koydugu kimselere ne yazik!"

- Sehl Ibnu Sa'd radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"(Size getirdigim) bu hayir, birkisim hazineler mesabesindedir. Bu hazinelerin anahtarlari vardir. Allah'in, hayir için bir anahtar, serre karsi da sürgü kildigi kimseye ne mutlu. Allah'in serre anahtar, hayra sürgü kildigi kimseye de ne yazik!"

HALKA HAYRI ÖGRETMEK

- Muaz Ibnu Enes'in babasi anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir ilim ögretirse ona bu ilimle amel edenlerin sevabi vardir. Bu amel edenin ücretini eksiltmez."

- Ebu Katâde babasindan naklediyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kisinin (öldükten sonra) geride biraktiklarinin en hayirlisi su üç seydir: "Kendisine dua eden salih bir evlad, ecri kendisine ulasan bir sadaka-i cariye, kendinden sonra amel edilen bir ilim."

- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Mü'min kisiye, hayatta iken yaptigi amel ve iyiliklerden, öldükten sonra ulasanlar, ögretip nesrettigi bir ilim, geride biraktigi salih bir evlad, miras biraktigi bir mushaf (kitap), insa ettigi bir mescid, yolcular için yaptirdigi bir bina, akittigi bir su, hayatta ve saglikli iken verdigi bir sadakadir. Ölümünden sonra kisiye iste bunlar ulasir."

- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sadakanin en üstünü, kisinin bir ilim ögrenip sonra da onu müslüman kardesine ögretmesidir."

TEVAZU

6025 - Ebu Ümame radiyallahu anh anlatiyor: "Çok sicak bir günde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Baki'u'l-Garkad cihetine geçti. Arkasinda yürüyen kimseler vardi. Bir ara ayak seslerini isitince bu ona agir geldi ve içine bir kibir düser endisesiyle yere oturdu, halkin kendisini geçmesini bekledi."

- Hz. Cabir radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm yolda yürüyünce Ashab, onun önünde yürürler. Aleyhissalâtu vesselâm'in sirtini meleklere birakirlardi."

ILIM TALEBINE TESVIK

- Ismail Ibnu Müslim anlatiyor: "Hasan Basri merhuma hastaligi sirasinda geçmis olsun ziyaretine ugramistik; gelenler odayi doldurdu, öyle ki ayaklarini topladi ve sunlari anlatti: "Biz, Ebu Hureyre radiyallahu anh'a hastalaninca geçmis olsun ziyaretinde bulunduk, ziyaretçiler odayi doldurmustuk, öyle ki, ayaklarini kendine çekti ve: "Bir keresinde Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'in yanina girmis, odasini doldurmustuk, o da yani üzerine yatiyordu. Bizi görünce ayaklarini kendine çekerek topladi ve söyle buyurdu:

"Haberiniz olsun, benden sonra, ilim talep etmek üzere, (size her taraftan) insanlar gelecekler. Onlara merhaba deyin, selam verin ve ilim ögretin!"

Hasan Basri hazretleri sözlerine devamla dedi ki: "Allah'a yemin olsun! Biz öyle insanlarla karsilastik ki, (kendilerine ilim talep etmek üzere ugradigimiz zaman) bize, ne merhaba dediler, ne selam verdiler ne de ilim ögrettiler. Ancak kendilerine ilim için gittigimiz zaman bir seyler ögrenir idiysek de bize kaba davranirlardi."

ILIMLE AMEL

- Ibnu Ömer radiyallahu anhümâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Cühelâ takimiyla münakasa veya ülemâya karsi böbürlenme veya halkin dikkatini kendine çekme gayesiyle ilim talep eden atestedir."

- Hz. Cabir radiyallahu anh anlatiyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ilmi, alimlere karsi böbürlenmek, cühelâ ile münakasa etmek veya mevki-makam elde etmek için ögrenmeyin. Kim bunu yaparsa ona ates gerekir, ates!"

- Ibnu Abbas radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ümmetimden birkisim insanlar, dini ilimleri ögrenecekler. Kur'ân-i Kerîm'i okuyacaklar ve söyle diyecekler: "Ümerâya gidip, onlarin dünyaliklarindan aliriz, dinimizi de onlarin serrinden uzak tutariz." Halbuki bu mümkün degildir, tipki katad (denen dikenli agaçtan) dikenden baska bir sey elde edilemedigi gibi. Aynen öyle de, ümerânin yakinligindan sadece... elde edilir."

Muhammed Ibnu's-Sabbâh: "Aleyhissalâtu vesselâm sanki hatalari kastetmistir" der."

- Abdullah Ibnu Mes'ud radiyallahu anh demistir ki: "Eger ilim ehli, ilmi koruyup, onu layik olanlara vermis olsalardi, ilim sayesinde devirlerinin insanlarina efendi olacaklardi. Ne var ki onlar ilmi, dünyaliklarindan menfaat saglamak için ehl-i dünya için harcadilar. Dünya ehli de âlimleri asagiladi. Halbuki ben, Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselâm'in söyle söyledigini isittim: "Kimin tasasi sadece ahiret oIursa, dünya tasalarina Allah kifâyet eder. Kim de dünya tasalarina kendini kaptirirsa, dünyanin hangi vadisinde helak olduguna Allah aldirmayacaktir."

- Huzeyfe radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in söyle söyledigini isittim: "Ilmi, ulemâya karsi böbürlenmek için veya cühelâ ile münakasa için veya insanlarin dikkatini kendinize çekmek için ögrenmeyin. Kim böyle yaparsa yeri atestir."

- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim âlimlere karsi böbürlenmek, cahillerle münakasa etmek ve halkin dikkatini üzerine çekmek maksadiyla ilim ögrenirse Allah onu cehenneme sokar."

ILMI GIZLEME

- Hz. Câbir radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Bu ümmetin sonradan gelenleri önce gelenlerine lânet ettigi vakit, kim bir hadisi söylemez, ketmederse, Allah'in indirdigini ketmetmis (gizlemis) olur."

- Hz. Enes radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim bir ilimden sorulur, o da bunu gizlerse, Kiyamet günü atesten bir gem ile gemlenir."

- Ebu Sa'îdi'I-Hudrî anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim insanlarin dini islerinde Allah'in faydali kildigi bir ilmi gizlerse, Allah, Kiyamet günü onu atesten bir gem ile gemler."

 

IMÂN VE ISLÂM'IN FAZILETI
- Ubade Ibnu's-Sâmit el-Ensarî (radiyallahu anh) hazretleri demistir ki: "Hz. Peygamber aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Kim Allah'tan baska ilâh olmadigina Allah'in bir ve seriksiz olduguna ve Muhammed'in onun kulu ve Resûlu (elçisi) olduguna, keza Hz. Isâ'nin da Allah'in kulu ve elçisi olup, Hz. Meryem'e attigi bir kelimesi ve kendinden bir ruh olduguna, keza cennet ve cehennemin hak olduguna sehâdet ederse, her ne amel üzere olursa olsun Allah onu cennetine koyacaktir."

Buhârî, Enbiya 47; Müslim, Imân 46, (28); Tirmizî, Imân 17, (2640).

Müslim'in bir baska rivayetinde söyle buyrulmustur: "Kim Allah'tan baska ilâh olmadigina ve Muhammed'in Allah'in elçisi olduguna sehâdet ederse Allah ona atesi haram kilacaktir."

- Ebu Sa'îd Ibnu Mâlik Ibni Sinân el-Hudrî (radiyallahu anh) hazretleri demistir ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Kalbinde zerre miktari iman bulunan kimse atesten çikacaktir."

Ebu Sa'îd der ki: "Kim (bu ihbarin ifade ettigi hakikatten) süpheye düserse su ayeti okusun: "Allah süphesiz zerre kadar haksizlik yapmaz..." (Nisa, 40).

Tirmizî Sifatu Cehennem 10, (2601).

Tirmizî hadis için "sahihtir" demistir.

- Yine Ebu Sa'îd (radiyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Kim: 'Rab olarak Allah'i, din olarak Islâm'i, Resûl olarak Hz. Muhammed'i seçtim (ve onlardan memnun kaldim)' derse cennet ona vâcip olur".

Ebu Dâvud, Salât 361, (1529).

- Yine Ebu Sa'îd (radiyallahu anh) hazretleri der ki: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Bir kul Islâm'a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptigi bütün hayirlari Allah, lehine yazar, islemis oldugu bütün serleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptiklari da su sekilde muâmele görür: Yaptigi her hayir için en az on misli olmak üzere yediyüz misline kadar sevap yazilir. Isledigi her bir ser için de, -Allah affetmedigi takdirde- bir günah yazilir."

Buharî hadisi tâlik olarak kaydeder (Iman 31), Nesâî, Iman 10, (8, 105).

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri içiyle disiyla Müslüman olursa, yaptigi herbir hayir en az on mislinden, yedi yüz misline kadar sevabiyla yazilir. Isledigi her bir günah da sâdece misliyle yazilir. Bu hâl, Allah'a kavusuncaya kadar böyle devam eder."

Buharî, Iman 31; Müslim, Iman 205, (129).

- Muâz Ibnu Cebel el-Ensârî (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kimin (hayatta söyledigi) en son sözü Lâ ilâhe illallah olursa cennete gider"

Ebu Dâvud, Cenâiz 20, (3116).

- Ebu Zerr (Cündeb Ibnu Cünâde el-Gifârî) (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bana Cebrâil aleyhisselam gelerek "Ümmetinden kim Allah'a herhangi bir seyi ortak kilmadan (sirk kosmadan) ölürse cennete girer" müjdesini verdi" dedi. Ben (hayretle) "zina ve hirsizlik yapsa da mi?" diye sordum. "Hirsizlik da etse, zina da yapsa" cevabini verdi. Ben tekrar: "Yani hirsizlik ve zina yapsa da ha!" dedim. "Evet, dedi, hirsizlik da etse, zina da yapsa!"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti: "Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir".

Buhârî, Tevhid 33; Müslim, Iman 153, (94); Tirmizî, Iman 18, (2646).

- Câbir Ibnu Abdillah el-Ensârî (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Iki sey vardir gerekli kilicidir" Bir zat: -Ey Allah'in Rasûlü! gerekli kilan bu iki seyden maksad nedir? diye sordu: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Kim Allah'a herhangi bir seyi ortak kilmis olarak ölürse bu kimse atese girecektir. Kim de Allah'a hiçbir seyi ortak kilmadan ölürse o da cennete girecektir" cevabini verdi."

Müslim, Iman 151, (93).

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e "Ey Allah'in Resûlu, kiyamet günü senin sefaatinle en ziyâde saadete erecek olan kimdir?" diye sormustum. Bana: "Hadis'e karsi sende olan aski görünce, bu hususta senden önce bana bir baskasinin sualde bulunmayacagini tahmîn etmistim" açiklamasini yaptiktan sonra su cevabi verdi: "Kiyamet günü benim sefaatimle en ziyade saadete erecek olan kimse, samimi olarak ve içinden gelerek 'Lâ ilâhe illallah' diyen kimsedir"

Buhârî, Ilm 34, Rikak 50.

- Süheyb Ibnu Sinân (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdular: "Mü'min kisinin durumu ne kadar sasirticidir! Zira her isi onun için bir hayirdir. Bu durum, sâdece mü'mine hastir, baskasina degil: Ona memnun olacagi birsey gelse sükreder, bu ise hayirdir; bir zarar gelse sabreder bu da hayirdir".

Müslim, Zühd 64, (2999).

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Muhammed'in nefsini kudret eliyle tutan zâta yemîn ederim ki, bu ümmetten her kim -Yahudî olsun, Hristiyan olsun- beni isitir, sonra da bana gönderilenlere inanmadan ölecek olursa mutlaka cehennem ehlinden olacaktir".

Müslim, Iman 240, (153).

- Vehb Ibnu Münebbih'in anlattigina göre kendisine: "Lâilâhe illallah cennetin anahtari degil mi? dendi de: "Evet, öyledir ama dissiz anahtar olur mu? Disleri olan anahtarin varsa kapin açilir, yoksa kapali kalir, açilmaz" cevabini verdi.

Buhârî, Cenâiz 1.

- Abdullah Ibnu Mes'ud el-Hüzelî (radiyallahu anh)'nin anlattigina göre, bir adam kendisine "Sirat-i müstakim (dogru yol) nedir?" diye sordu. Ona su cevabi verdi:"Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm), bizi sirat-i müstakimin bir basinda birakti. Bunun öbür ucu ise cennete ulasmaktir. Bu ana yolun saginda ve solunda baska tali yollar da var. Bunlardan her birinin basinda bir kisim insanlar durmus oradan geçenleri kendilerine çagiriyorlar. Kim bu dis yollardan birine sülûk ederse yol onu atese götürecektir. Kim de sirat-i müstakîme sülûk ederse o da cennet'e ulasacaktir." Ibnu Mes'ud bu açiklamayi yaptiktan sonra su ayeti okudu: "Iste bu benim sirat-i müstakimimdir, buna uyun. Baska yollara sapmayin, sonra onlar sizi Allah'in yolundan ayirirlar...." (En'âm 152)

(Rezîn Ibnu Muâviye'nin ilâvesidir).

IMÂNIN HAKIKATI

- Abdullah Ibnu Ömer Ibni'l-Hattâb (radiyallahu anh)'in anlattigina göre, bir adam kendisine: Gazveye çikmiyor musun?" diye sorar. Abdullah su cevabi verir: "Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i isittim, söyle buyurmustu: "Islâm bes esas üzerine bina edilmistir: Allah'tan baska ilâh olmadigina ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmek, namaz kilmak, oruç tutmak, Kâbe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak".

Buhârî, Iman 1; Müslim, Iman 22 (....); Nesâî, Iman 13, (9, 107-108); Tirmizî, Iman 3, (2612).

- Yahya Ibnu Ya'mur haber veriyor: "Basra'da kader üzerine ilk söz eden kimse Ma'bed el-Cühenî idi. Ben ve Humeyd Ibnu Abdirrahmân el-Himyerî, hac veya umra vesîlesiyle beraberce yola çiktik. Aramizda konusarak, Ashab'tan biriyle karsilasmayi temenni ettik. Maksadimiz, ondan kader hakkinda su heriflerin ettikleri laflar hususunda soru sormakti. Cenâb-i Hakk, bizzat Mescid-i Nebevî'nin içinde Abdullah Ibnu Ömer (radiyallahu anh)'la karsilasmayi nasib etti. Birimiz sag, öbürümüz sol tarafindan olmak üzere ikimiz de Abdullah (radiyallahu anh)'a sokuldu. Arkadasimin sözü bana biraktigini tahmîn ederek, konusmaya basladim: "Ey Ebu Abdirrahmân, bizim taraflarda bazi kimseler zuhur etti. Bunlar Kur'ân-i Kerîm'i okuyorlar. Ve çok ince meseleler bulup çikarmaya çalisiyorlar." Onlarin durumlarini beyan sadedinde sunu da ilâve ettim: "Bunlar, "kader yoktur, hersey hâdistir ve Allah önceden bunlari bilmez" iddiasindalar." Abdullah (radiyallahu anh): "Onlarla tekrar karsilasirsan, haber ver ki ben onlardan berîyim, onlar da benden berîdirler." Abdullah Ibnu Ömer sözünü yeminle de te'kîd ederek söyle tamamladi: "Allah'a kasem olsun, onlardan birinin Uhud dagi kadar altini olsa ve hepsini de hayir yolunda harcasa kadere inanmadikça, Allah onun hayrini kabul etmez."

Sonra Abdullah dedi ki: Babam Ömer Ibnu'l-Hattâb (radiyallahu anh) bana sunu anlatti:

"Ben Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yaninda oturuyordum. Derken elbisesi bembeyaz, saçlari simsiyah bir adam yanimiza çikageldi. Üzerinde, yolculuga delalet eder hiçbir belirti yoktu. Üstelik içimizden kimse onu tanimiyordu da. Gelip Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in önüne oturup dizlerini dizlerine dayadi. Ellerini bacaklarinin üstüne hürmetle koyduktan sonra sormaya basladi: Ey Muhammed! Bana Islâm hakkinda bilgi ver! Haz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Islâm, Allah'tan baska ilâh olmadigina, Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmen, namaz kilman, zekât vermen, Ramazan orucu tutman, gücün yettigi takdirde Beytullah'a haccetmendir." Yabanci: "-Dogru söyledin" diye tasdîk etti. Biz hem sorup hem de söyleneni tasdik etmesine hayret ettik.

Sonra tekrar sordu: "Bana iman hakkinda bilgi ver?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Allah'a, meleklerine, kitablarina, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandir. Kadere yani hayir ve serrin Allah'tan olduguna da inanmandir." Yabanci yine: "Dogru söyledin!" diye tasdik etti. Sonra tekrar sordu: "Bana ihsan hakkinda bilgi ver?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açikladi: "Ihsan Allah'i sanki gözlerinle görüyormussun gibi Allah'a ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de O seni görüyor."

Adam tekrar sordu: "Bana kiyamet(in ne zaman kopacagi) hakkinda bilgi ver?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer: "Kiyamet hakkinda kendisinden sorulan, sorandan daha fazla birsey bilmiyor!" karsiligini verdi.

Yabanci: "Öyleyse kiyametin alâmetinden haber ver!" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su açiklamayi yapti:

"Köle kadinlarin efendilerini dogurmalari, yalin ayak, üstü çiplak, fakir -Müslim'in rivayetinde fakir kelimesi yoktur- davar çobanlarinin yüksek binalar yapmada yaristiklarini görmendir."

Bu söz üzerine yabanci çikti gitti. Ben epeyce bir müddet kaldim. -Bu ifade Müslim'deki rivayete uygundur. Diger kitaplarda "Ben üç gece sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'la karsilastim" seklindedir- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ey Ömer, sual soran bu zatin kim oldugunu biliyor musun? dedi. Ben: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" deyince su açiklamayi yapti: "Bu Cebrail aleyhisselâmdi. Size dininizi ögretmeye geldi."

Müslim, Iman 1, (8); Nesâî, Iman 6, (8, 101); Ebu Dâvud, Sünnet 17, (4695); Tirmizî, Iman 4, (2613).



Ebu Dâvud, bir baska rivayette "Ramazan orucu"ndan sonra "cünüblükten yikanmak" maddesini de ilâve eder.

Yine Ebu Dâvud'un bir baska rivayetinde su ziyâde vardir: "Müzeyne veya Cüheyne kabilesinden bir adam sordu: "Ey Allah'in Resûlü, hangi isi yapiyoruz, olup bitmis (levh-i mahfuza kaydi geçmis) bir isi mi, yoksa (henüz levh-i mahfuza geçmemis) su anda yeni baslanacak olan bir isi mi?" Resûlüllah (aleyhissalâtu vesselâm): "Olup bitan bir isi" dedi.

Adamcagiz -veya cemaatten biri- yine sordu: Öyleyse niye çalisilsin ki? Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su açiklamada bulundu: "Cennet ehli olanlara cennetliklerin ameli müyesser kilinir, ates ehli olanlara da cehennemliklerin ameli müyesser kilinir."

Benzer bir hadisi, Buhârî (rahimehullah) Ebu Hüreyre (radiyallahu anh)'den kaydeder.

Bu hadise Tirmizî hâriç digerlerinde de rastlanir. Mevzubahis rivayette, "sehâdette bulunman" yerine "Allah'a ibadet edip hiçbir seyi ortak kosmaman" ifadesi de yer alir.

Bu hadiste ayrica "Yalin ayak, üstü çiplak kimseler halkin reisleri oldugu zaman" ziyadesi de mevcuttur.

Su ziyade de mevcuttur: (Kiyametin ne zaman kopacagi), Allah'tan baska hiçkimse tarafindan bilinmeyen bes gayiptan (mugayyebât-i hamse) biridir buyurdu ve su ayeti okudu: "Kiyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yagmuru O indirir. Rahimlerde bulunani o bilir. Kimse yarin ne kazanacagini bilmez. Ve hiç kimse nerede ölecegini bilmez..." (Lokman, 34),

Buhârî, Iman 37.



Bir baska rivayette "üstü çiplaklar" tâbirinden sonra "sagir ve dilsizler arzin melikleri (krallari) olduklari zaman" ziyadesi vardir.

Nesâî'nin Sünen'inde su ziyade mevcuttur: "Dedi ki: Hayir, Muhammed'i hakikatle birlikte irsad ve hidayet edici olarak gönderen zât'a yemin olsun, ben o hususta (kiyametin ne zaman kopacagi hususunda) sizden birinden daha bilgili degilim. O gelen de Cibril aleyhisselamdi. Dihyetu'l-Kelbî suretinde inmistir."

- Enes Ibnu Mâlik (radiyallahu anh) anlatiyor: Biz mescidde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte otururken, devesine binmis olarak bir adam girdi ve mescidin avlusuna devesini ihip bagladiktan sonra: "Muhammed hanginizdir?" diye sordu. Biz: "Dayanmakta olan su beyaz kimse" diye gösterdik. -Nesâî'deki Ebu Hüreyre (radiyallahu anh)'in rivayetinde: "Su dayanmakta olan hafif kirmiziya çalan renkteki kimse" diye tasvîr mevcuttur.-

Adam: "Ey Abdulmuttalib'in oglu! diye seslendi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Buyur seni dinliyorum" dedi.

Adam: "Sana birseyler soracagim. Sorularimda asiri gidebilirim, sakin bana darilmayasin" dedi.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Haydi istedigini sor!"

Adam: "Rabbin ve senden öncekilerin Rabbi adina soruyorum: Seni bütün insanlara peygamber olarak Allah mi gönderdi?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Kasem olsun evet!"

Adam: "Allahu Teâla adina soruyorum: Gece ve gündüz bes vakit namaz kilmani sana Allah mi emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Adam: "Allah adina soruyorum, senenin su ayinda oruç tutmani sana Allah mi emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Adam: "Allahu Teâla adina soruyorum: Bu sadakayi zenginlerimizden alip fakirlerimize dagitmani Allah mi sana emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'a kasem olsun evet!"

Bu soru-cevaptan sonra adam sunu söyledi: "Getirdiklerine inandim. Ben geride kalan kabîlemin elçisiyim. Adim: Dimâm Ibnu Sa'lebe'dir. Benu Sa'd Ibni Bekr'in kardesiyim." (Bunu bes kitap rivayet etmistir. Metin Buhârî'den alinmistir).

Müslim'in rivayetinde söyle denir: "Bir adam geldi ve söyle dedi:

"Bize senin gönderdigin elçi geldi ve iddia etti ki sen Allah tarafindan gönderildigine inanmaktasin."

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Dogru söylemis" dedi.

Adam tekrar: "Öyleyse semayi kim yaratti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.

Adam: "Peki bu daglari kim dikti ve içindekileri kim koydu?" dedi.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah!" dedi.

Adam: Peki semayi yaratan, arzi yaratan ve daglari diken Zât adina söyler misin, seni peygamber olarak gönderen Allah midir?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.

Adam: "Elçin iddia ediyor ki biz gece ve gündüz bes vakit namaz kilmaliyiz, bu dogru mudur?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Dogru söylemistir!"

Adam: "Seni gönderen adina dogru söyle. Bunu sana Allah mi emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!" dedi.

Adam sonra zekâti, arkasindan orucu, daha sonra da hacci zikretti ve bu sekilde sordu.

Râvi der ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de her sualde "Dogru söylemis" diye cevap veriyordu. Adam (son olarak) sordu: "Seni gönderen adina dogru söyle. Bunu sana Allah mi emretti?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Evet!"

Adam sonra geri döndü ve ayrilirken sunu söyledi: "Seni hakla gönderen Zât'a kasem olsun, bunlar üzerine hiç bir sey ilâve etmem, bunlari eksiltmem de."

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bu kimse sözünde durursa cennetliktir!" buyurdu.

Buhârî, Ilm 6; Müslim, Iman 10, (12); Tirmizî, Zekât 2, (619); Nesâî, Siyâm 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 23, (486).

- Talha Ibnu Ubeydillah haber veriyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Necid ahâlisinden bir adam geldi. Saçlari karisikti. Kulagimiza sesinin miriltisi geliyordu, ancak ne dedigini anlayamiyorduk. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e iyice yaklasinca gördük ki, Islâm'dan soruyormus.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gece ve gündüzde bes vakit namaz" demisti ki adam tekrar sordu:

"Bu bes disinda bir borcum var mi?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ramazan orucu da var" deyince adam: Bunun disinda oruç var mi? diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayir!" Ancak dilersen nâfile tutarsin" dedi.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona zekâti hatirlatti. Adam: "Zekât disinda borcum var mi?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayir, ama nâfile verirsen o baska!" dedi.

Adam geri döndü ve gider ayak: "Bunlara ilâve yapmayacagim gibi noksan da tutmayacagim" dedi.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) da: "Sözünde durursa kurtulusa ermistir" buyurdu. Veya "Sözünde durursa cennetliktir" buyurdu.

Ebu Dâvud'da "Kasem olsun kurtulusa erer, yeter ki sözünde dursun" seklinde te'kidli olarak gelmistir.

Buhârî, Iman 34; Müslim, Iman 8, (11); Nesâî, Siyâm, 1, (4, 120); Ebu Dâvud, Salât 1, (391); Muvatta, Kasru's-Salât fi's-Sefer 94, (1, 175).

- Abdullah Ibnu Abbas'in rivayetine göre, bir kadin, kendisine küpte yapilan sira (nebîz) hakkinda sordu. Kadina su cevabi verdi: "Abdulkays kabilesinin heyeti Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e geldigi vakit: "Bu gelenler kimdir?" diye sordu. "Rebîalilar" diye kendilerini tanittilar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Merhaba, hos geldiniz. Insaallah bu ziyaretten memnun kalir, pisman olmazsiniz" buyurdu.

Misafirler: "Biz uzak bir yerden geliyoruz. Sizinle bizim aramizda su kâfir Mudarlilar var. Bu sebeple, size ancak haram ayinda ugrayabiliyoruz. Öyle ise, bize kesin, açik bir amel emret, onu geride biraktiklarimiza da ögretelim. Ve bizi cennete götürsün" dediler.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de onlara dört emir ve dört yasakta bulundu: Önce tek olan Allah Teâla'ya imani emretti ve sordu:

"Iman nedir biliyor musunuz?"

"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Açikladi: Allah'tan baska ilâh olmadigina, Muhammed'in Allah'in kulu ve elçisi olduguna sehâdet etmek, namaz kilmak, zekât vermek, Ramazan orucu tutmak, harpte elde edilen ganimetten beste birini ödemenizdir."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara su kaplari (sira yapmada) kullanmalarini yasakladi: Hantem (topraktan mâmul küp), dübbâ (su kabagindan yapilmis testiler), nakîr hurma kökünden ayrilan çanak, müzeffet -veya mukayyer- (içi ziftle -katranla- cilalanmis kap).

Buhârî, Iman 40, Ilm 25, Mevâkîtu's-Salât 2, Zekât 1, Farzu'l-Hums 2, Mevâkib 4, Megâzî 69, Edeb 98, Haberi'l-Vâhid 5, Tevhîd 56, Müslim, Imân 23, 24, 25 (17); Ebu Dâvud, Esribe 7, (3692); Tirmizî, Iman 5, (2614); Nesâî, Iman, 25, (8, 120).

- Hz. Ali (kerremallahu vechehu) diyor ki: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Kisi dört seye inanmadikça mü'min olmus sayilmaz: Allah'tan baska ilâh olmadigina ve benim Allah'in kulu ve elçisi Muhammed olduguma, beni (bütün insanlara) hakla göndermis bulunduguna sehâdet etmek, ölüme inanmak, tekrar dirilmeye inanmak, kadere inanmak"

Tirmizî, Kader 10, (2146).

- es-Serrîd Ibnu's-Süveyd es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey Allah'in Resûlü, dedim, annem bana kendisi adina mü'mine bir cariye âzad etmemi vasiyet etti. Benim yanimda, Sûdanli (nûbi) siyah bir cariye var, onu âzad edeyim mi?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Çagir, onu (göreyim)" dedi. Çagirdim ve geldi. Cariyeye sordu: "Rabbin kim?" Cariye: "Allah!" dedi, tekrar sordu: "Ben kimim?" Cariye: "Allah'in elçisisin!" cevabini verince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu.

Ebu Dâvud, Eymân 19 (3283); Nesâî, Vesâya 8, (6, 251).

- Muâviye Ibnu'l-Hakem es-Sülemî anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip: "Bir cariyem var, çoban olarak çalistiriyor, koyunlarimi otlatiyordum. Yakinlarda bir koyunumu yitirdi. Ne oldu? diye sorunca, kurt kapti dedi. Koyunun kaybolmasina üzüldüm. Insanligim icabi câriyenin suratina bir tokat vurdum. Bu davranisimin kefareti olarak bir köle azad etmeyi adadim. Onu âzad edebilir miyim?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cariyeye: "Allah nerede?" diye sordu O:

"Göktedir" deyince, "Pekâlâ ben kimim? dedi. Cariye: "Sen Allah'in Resûlüsün" cevabini verince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bana yönelerek: "Bunu âzad et, zira mü'minedir" buyurdu.

Müslim, Mesâcid 33, (537); Muvatta, Itk 8, (2, 776); Nesâî, Sehv 20 (3, 18); Ebu Dâvud, Eymân 19 (3282).

- Abbâs Ibnu Abdilmuttalib (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle söyledigini isittim: "Imanin tadini, Rabb olarak Allah'i, din olarak Islâm'i, peygamber olarak Muhammed'i seçip râzi olanlar duyar."

Müslim, Iman 56, (34); Tirmizî, Imân 10, (2625).

- Abdullah Ibnu Muâviye el-Gâzirî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Üç sey vardir. Kim onlari yaparsa imanin tadini alir: Sadece Allah'a kulluk eden, Allah'tan baska ilâh olmadigini bilen, her yil gönül hosluguyla zekâtini veren! Zekâtini da yasli, uyuzlu, hasta, degersiz, küçük hayvanlardan vermez, aksine mallarinin orta hâllilerinden verir. Zira Cenab-i Hakk ne en iyisinden vermenizi emretmistir, ne de en adisinden olana râzi olmustur."

Ebu Dâvud, Zekât 4, (1582).

- Behz Ibnu Hakîm Ibni Mu'âviye Ibni Hayde el-Kuseyrî babasi tarikiyle dedesinden sunu rivayet ediyor: "Dedim ki: Ey Allah'in Resûlü, ben sana gelirken, seni ve dinini benimsemiyecegim diye sunlarin (ellerinin parmaklarini göstererek) adedinden fazla yemin ettim. Megerse, Allah ve Resûlünün ögrettigi disinda hiçbir sey anlamayan bir kimseymisim. Simdi Allah rizasi için senden soruyorum. Allah seninle bizlere ne gönderdi?"

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Islâm"i dedi. "Pekâla, dedim, Islâm'in alâmetleri nedir?" Su cevabi verdi: "Kendimi Allah'a teslim ettim, baska seyleri terkettim" demen, namaz kilman, zekât vermendir. Her Müslüman bir baska Müslümana haramdir. Iki Müslüman birbiriyle kardestir ve birbirlerine yardimcidirlar. Bir kimse Müslüman olduktan sonra müsrikleri terkedip, Müslümanlara karismadikça hiçbir ameli (Allah katinda) makbul degildir."

Nesâî, Zekât 72, (5, 82).

- Süfyan Ibnu Abdillah es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ey Allah'in Resûlü, bana Islâm hakkinda öyle bir bilgi ver ki, bana yetsin ve sizden baska kimseye Islâm'dan sormaya hacet birakmasin" dedim. Su cevabi verdi: "Allah'a inandim de, sonra da dogru ol" buyurdu.

Müslim, Iman 62, (38).

- Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim bizim namazimizi kilar, bizim kiblemize yönelir, bizim kestigimizi yerse iste o, Müslümandir".

Nesâî, Iman 9, (8, 105). Buhârî, Salat 28.

Hadisi Nesâî tahric etmistir. Ancak, Buhârî, Ebu Dâvud ve Tirmizî tarafindan da rivayet edilmis olan uzunca bir hadisin bir parçasidir. Bak:

Tirmizî, Iman 2, (2611); Ebu Dâvud, Cihad 104, (2641).

MECÂZ HAKKINDA

- Ebu Hüreyre anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Iman, yetmis küsur -bir rivayette de altmis küsur- subedir. Haya imandan bir subedir."

Buhârî, Iman 3; Müslim, Iman 57-38, (35-36); Ebu Dâvud, Sünnet 15, (4676); Tirmizî, Iman 6, (2617); Nesâî, Iman 16, (8, 110); Ibnu Mâce, Mukaddime 9, (57).

Bir rivayette su ziyâde vardir: "Bu sûbelerden en üstünü "Lâilâhe illallah" sözüdür, en asagi mertebede olani da yolda bulunan rahatsiz edici bir seyi kenara çikarmaktir."

- Hz. Enes, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle buyurdugunu anlatiyor:

"Üç haslet vardir. Bunlar kimde varsa imanin tadini duyar: Allah ve Resûlünü bu ikisi disinda kalan herseyden ve herkesten daha çok sevmek, bir kulu sirf Allah rizasi için sevmek, Allah, imansizliktan kurtarip Islâm'i nasib ettikten sonra tekrar küfre, inançsizliga düsmekten, atese atilmaktan korktugu gibi korkmak."

Buhârî, Iman 9, 14, Ikrâh 1; Müslim, Iman 67, (43); Tirmizî, Iman 10, (2626); Nesâî, Iman 3, (8, 96); Ibnu Mâce, Fiten 23, (4033).

Nesâî'nin kaydettigi bir diger rivayette "bu ikisi disinda kalan" tabirinden sonra su ziyâde vardir. "Allah için sevmek, Allah için bugzetmek."

- Yine Hz. Enes (radiyallahu anh) bildiriyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurmustur: "Sizden biri, beni, babasindan, evladindan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmis sayilmaz"

Buhârî, Iman 8; Müslim, Iman 70, (44); Nesâî, Iman 19,(8,114, 115).

Nesâî'nin bir rivayetinde "...malindan ve ailesinden daha sevgili..." denmektedir.

- Yine Hz. Enes (radiyallahu anh)'in rivayetine göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurmustur: "Sizden biri, kendi için sevdigini kardesi için de sevmedikçe gerçek imana eremez."

Nesâî'nin rivayetinde "...hayir seylerden" ziyâdesi mevcuttur.

Buhârî, Iman 6; Müslim, Iman 71, (45); Nesâî, Iman 19, (3, 115); Tirmizî, Sifatu'l-Kiyamet 60, (3517); Ibnu Mâce, Mukaddime 9, (66). - Ebu Ümâme (radiyallahu anh),

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle dedigini rivayet ediyor: "Kim Allah için sever, Allah için bugzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanini kemâle erdirmistir".

Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4681).

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) hazretleri Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle dedigini rivayet etmistir:

"Müslüman, diger Müslümanlarin elinden ve dilinden zarar görmedigi kimsedir. Mü'min de, halkin, can ve mallarini kendisine karsi emniyette bildikleri kimsedir."

Tirmizî, Iman 12, (2629); Nesâî, Iman 8, (8, 104, 105).

- Abdullah Ibnu Amr Ibni'l-As (radiyallahu anh) hazretleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle dedigini rivayet etmistir:

"Müslüman, diger Müslümanlarin elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir. Muhâcir de Allah'in yasakladigi seyi terkedendir."

Buhârî, Iman 4; Müslim, Iman 64, (40); Ebu Dâvud, Cihâd 2, (2481); Nesâî, Iman 9, (8, 105). (Metin Buhârî'ye aittir).



Sahiheyn ve Nesâî'de gelen bir baska hadiste söyle denir: "Bir adam sordu: "Ey Allah'in Resûlü, Islâm'da hangi amel daha hayirlidir?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Yemek yedirmen, tanidik tanimadik herkese selam vermen" dedi.

- Ebu Saîdi'l-Hudrî (radiyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in

söyle dedigini rivayet etti:

"Bir kimsenin mescide alâkasini görürseniz, onun mü'min olduguna sehâdet edin, zira Cenâb-i Hakk söyle buyuruyor: "Allah'in mescidlerini ancak Allah'a ve âhiret gününe inananlar imar ederler" (Tevbe 18),

Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, (3092).

- Hz. Enes (radiyallahu anh) anlatiyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dedi ki: "Üç sey vardir ki imanin aslindandir:

1. Lâilâhe illallah diyene saldirmamak: Isledigi herhangi bir günahi sebebiyle bu kimseyi tekfir etme, herhangi bir ameli sebebiyle de Islâm'dan disari atma.

2. Cihad, bu Allah'in beni peygamber olarak gönderdigi günden, bu ümmetin Deccâl'e karsi savasacak en son ferdine kadar cereyan edecektir, onu, ne imamin zâlim olmasi, ne de âdil olmasi ortadan kaldiramayacaktir.

3. "Kadere iman".

Ebu Dâvud, Cihad 35, (2532).

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabindan bir kismi ona sordular: "Bazilarimizin aklindan bir kisim vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacagina kaniyiz." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince: "Iste bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.

Müslim, Iman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).

Diger bir rivayette: "(Seytanin) hilesini vesveseye dönüstüren Allah'a hamdolsun" demistir.

Müslim'in Ibnu Mes'ud (radiyallahu anh)'dan kaydettigi bir rivayet söyledir: "Dediler ki: "Ey Allah'in Resulû, bazilarimiz içinden öyle sesler isitiyor ki, onu (bilerek) söylemektense kömür kesilinceye kadar yanmayi veya gökten yere atilmayi tercîh eder. (Bu vesveseler bize zarar verir mi?)" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Hayir bu (korkunuz) gerçek imanin ifadesidir" cevabini verdi."

KELIME-I SEHÂDET VE ONUN DIL ILE IKRARININ HÜKMÜ

- Ibn-i Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben insanlar Allah'tan baska ilâhin olmadigina, Muhammed'in de Allah'in elçisi olduguna sehâdet edinceye, namaz kilincaya, zekât verinceye kadar onlarla savas etmekle emrolundum. Bunlari yaptilar mi, kanlarini, mallarini bana karsi korumus (emniyet altina almis) olurlar. Islâm'in hakki hâriç. Artik (samimi olup olmadiklarina dair) durumlari Allah'a kalmistir".

Buhârî, Imân 17; Müslim, Iman 36, (22);

Müslim'deki rivayette "Islâm'in hakki hâriç" ibâresi mevcut degildir.

- Ubeydullah Ibnr Adiy Ibnu'l-Hiyâr (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ashabiyla otururken bir adam gelerek gizlice bir seyler fisildadi. Ne gibi bir sir tevdi etmisti bilmiyorduk. Nihayet Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onu açikladi. Megerse o zat, münafiklardan birini öldürmek için izin istiyormus. Adama: "Peki o Allah'tan baska ilâh olmadigina ve Muhammed'in Allah'in elçisi bulunduguna sehâdet etmiyor mu?" diye sordu. Adam: "Hayir o sehâdeti ikrâr etmiyor" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Namaz kiliyor mu?" diye sordu. Adam: "Hayir namaz da kilmiyor" deyince, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm); "Allah'in öldürmekten beni men ettigi kimseler iste böyleleri" buyurdu"

Muvatta, Kasru's-Salât 84, (1, 171).

- Târik el-Esca'î (radiyallahu anh) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in söyle söyledigini haber verdi:

"Kim Lâilâhe illallah der ve Allah'tan baska mâbudlari reddederse, Allah onun malini ve kanini haram kilar. (Samimî olup olmadigi meselesi Allah'a aittir.)

Müslim, Iman, 37, (23).

Yine Müslim'in bir baska rivayeti "Kim Allah'i birlerse" diye baslar ve yukaridaki sekilde devam eder (38. hadis).

BIAT AHKÂMI

- Ubadetu'bnu's-Sâmit (radiyallahu anh) anlatiyor: Biz, bir seferinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le ayni cemaatte beraber oturuyorduk ki: "Allah'a hiçbir sey ortak kosmamak, hirsizlik yapmamak, zina fazîhasini islememek, Allah'in haram ettigi cana mesrû bir sebep olmaksizin kiymamak sartlari üzerine bana biat edin" buyurdu.

Bir diger rivayette "...Çocuklarinizi öldürmemek, halde ve istikbalde iftirada bulunmamak, mesru dairedeki emirlerde -ne bana ne de vazifelilere- isyan etmemek üzere biat edin. Kim verecegi bu sözlere sâdik kalir, ahdine vefa gösterirse karsiligini Allah'tan alacaktir. Kim de bu yasaklardan birini isleyecek olursa artik isi Allah'a kalmistir, dilerse affeder, dilerse azab verir, cezalandirir" buyurdu. Biz de bu sartlarla biat ettik."

Buhârî, Iman 11; Müslim, Hudud 41, (1709); Nesâî, Bey'a 17, (7, 148); Tirmizî, Hudud 12, (1439).

Nesâî, bir baska rivayette "...karsiligini Allah'tan alacaktir" ifadesinden sonra su ziyadeyi kaydeder: "Kim bunlardan birini isler, sonra da dünyada cezalandirilirsa, çektigi bu ceza onun için kefaret ve o günahtan temizlenme olur."

Buhârî, Müslim, Muvatta ve Nesâî'de gelen bir diger rivayette su ifade mevcuttur: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zor durumlarda olsun, kolay durumlarda olsun, hos sartlarda olsun nâhos sartlarda olsun, aleyhimize kayirmalarin yapilip, hakkimizin çignendigi hallerde olsun itaat etmek, idareyi elinde tutanlara karsi iktidar kavgasi yapmamak, nerede olursak olalim hakki söylemek, Allah'in emrini yerine getirmede kinayanlarin kinamalarindan korkmamak üzere biat ettim."

Bir baska rivayette su ifadeye rastlanmaktadir: "...Iktidar sahibine karsi onda, Allah'in kitabinda gelmis bulunan bir delil sebebiyle te'vil götürmeyen açik bir küfür görülmedikçe iktidar kavgasi yapmamak..."

- Avf Ibnu Mâlik el-Esca'î (radiyallahu anh) anlatiyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in huzurunda yedi veya sekiz veyahut dokuz kisiydik. "Allah Resûlü'ne biat etmiyor musunuz?" dedi. Ellerimizi uzatarak: "Hangi sarlara uymak üzere biat edecegiz ey Allah'in Resûlü?" dedik. Su cevabi verdi:

"Allah'a ibadet etmek ve O'na hiçbir seyi ortak kosmamak, bes vakit namazi kilmak (verilen emirlere) kulak verip itaat etmek -ve bu sirada gizli bir kelime fisildayarak devamla- "Halktan hiçbir sey istemeyin" buyurdu. Avf Ibnu Malik Ilâveten der ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i benimle dinleyen o cemaatten öylelerini biliyorum ki, bineginin üzerinde iken kazara kamçisi düsse kimseye "Sunu bana verir misin?" diye talebde bulunmaz (iner kendisi alir)di."

Müslim, Zekât 108, (1043); Ebu Dâvud, Zekât 27, (1642); Nesâî, Salât, 5, (1, 229); Ibnu Mâce, Cihâd 41, (2867).

- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e kulak vermek ve itaat etmek sartiyla biat ederken "Gücünüzün yettigi seylerde" diyordu.

Buhârî, Ahkam 42; Müslim, Imâret 90, (1867); Nesâî, Bey'at 18, (7, 148); Tirmizî, Siyer 37, (1597); Muvatta, Bey'at 1, (2, 982); Ibnu Mâce, Cihâd 43, (2874).

- Ümeyme bintu Rukayka (radiyallahu anh) dedi ki: "Ensâr'dan bir grup kadinla Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip kendisine: "Allah'a hiçbir seyi ortak kosmamak, çalmamak, zina etmemek, çocuklarimizi öldürmemek, halde ve istikbalde iftira atmamak, sana mesrû emirlerinde isyan etmemek sartlari üzerine biat ediyoruz" dedik. Hemen ilâve etti: "Gücünüzün yettigi ve takatinizin kâfi geldigi seylerde". Biz: "Allah ve Resûlü bize karsi bizden daha merhametlidir, haydi biat edelim" dedik.

Süfyan merhum der ki: Kadinlar, biati (erkekler gibi) musâfaha ederek yapmayi kastedmislerdir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Ben kadinlarla müsâfaha etmem, benim yüz kadina toptan söyledigim söz her kadin için ayri ayri söylenmis yerine geçer" buyurdu.

Muvatta, Bey'a 2, (2, 982); Tirmizî, Siyer 37, (1597).

MUHTELIF AHKÂMLAR

- Amr Ibnu Ebî'l-Ahvas (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte Veda hacci'nda bulundum. Orada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) irad ettigi hutbede önce Allah Teâla'ya hamd ü sena, hatirlatma ve tavsiyelerden sonra söyle devam etti: "Hangi gün (bu günden) daha (mukaddes ve) haramdir? Bu soruyu üç kere tekrarladi. Cemaat: "el-Haccu'l-Ekber günü" diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devam etti: "Öyle ise bilin ki, kanlariniz, mallariniz, irzlariniz, birbirinize, bu ayinizda, bu beldenizde su gününüz nasil haramsa öylece haramdir, mukaddestir. Bilin ki herkesin cinayetinden kendisi sorumludur. Hiçbir babanin cinayetinden oglu sorumlu tutulmaz. Haberiniz olsun ki, Müslüman, Müslümanin kardesidir. Bu sebeple, bir Müslümana, bizzat kendisi helal kilmadikça kardesinin hiçbir seyi helâl degildir. Bilin ki cahiliye devrinden kalan bütün faizler mülgadir, terkedilecek ve alinmayacak. Faize verilen paranin sâdece sermaye kismini yâni aslini alacaksiniz, -böylece ne zulüm ve haksizlik etmis ne de zulme ve haksizliga ugramis olacaksiniz- Abbas Ibnu Abdi'l-Muttalib'in faizi hâriç. Zira onun tamami mülgadir, terkedilmistir. Haberiniz olsun ki, cahiliye devrinden kalan bütün kanlar da terkedilmistir. (intikam pesine düsülmeyecek). Ilga ettigim ilk câhiliye kani da el-Hâris Ibnu Abdü'l-Muttalib'in kanidir. Hâris, Benu Leys'ten tuttugu bir süt anneye bebegini emzirtiyordu. Çocugu Hüzeyl adinda birisi (bir kavga sirasinda attigi bir tasla kazâen) öldürmüstü. Sakin ha, kadinlara da iyi muamele yapin. Çünkü onlar yaninizda esir durumundadir. Onlara iyi muamelenin disinda (terketmek dövmek gibi) bir baska sey yapmak hakkina sâhip degilsiniz. Ancak açik bir çirkinlikte bulunulursa o hâriç. Çirkin is yapmalari hâlinde, önce yataklarini ayirin, (yine de devam edecek olurlarsa) yaralamiyacak sekilde dövün. Bundan sonra itaat ederlerse, (onlarin yaptigina ayirma-dövme gibi muamelelere) zulmen devam etmek için bir yol (bir bahâne) aramayin. Bilin ki, sizin kadinlariniz üzerinde bazi haklariniz var. Kadinlarinizin da sizler üzerinde bazi haklari vardir. Kadinlariniz üzerindeki haklariniz istemediginiz kimselere yataginizi çignetmemeleri, evlerinize hoslanmadiklarinizin girmesine izin vermemeleridir. (Onlarin sizdeki haklari ise) yiyecek ve giyeceklerinde iyi davranmanizdir.

Haberiniz olsun, seytan su beldenizde kendisine ebediyen tapilmayacagini idrak etmistir. Fakat, sizin önemsemediginiz seylerde ona itaat devam edecek, bunlar da onu memnun kilacak (menfî neticeler hâsil edecek)tir.

Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).

- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Hacci'nda sunu söylediler: " (Ey ahâli) hangi ayin hürmetce daha ileri oldugunu biliyor musunuz?" Halk: "Su içinde bulundugumuz ay degil mi?" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Peki, hangi bölgenin hürmetçe daha önde oldugunu biliyor musunuz?" diye sordu. Halk: "Su yerler degil mi?" cevabini verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tekrar: "Pekâla hangi günün hürmetçe daha üstün oldugunu biliyor musunuz?" dedi. Halk: "Su içinde bulundugumuz gün degil mi?" diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerine söyle devam etti: "Öyleyse bilin ki Allah Teâla, sizlere, mesrû sebep disinda kanlarinizi, mallarinizi, irzlarinizi haram kilmistir, tipki su beldede, su ayda, su günümüzü haram kildigi gibi." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bundan sonra üç sefer tekrar ederek sordu: "Duydunuz mu, teblig ettim mi?" Halk her defasinda "Evet" cevabini verdi.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini söyle tamamladi: "Sakin ha! Benden sonra tekrar küfre dönüp birbirinizin boyunlarini vurmaya kalkmayin!"

Buhârî, Hudud 9, Riyât 2, Hacc 132, Megâzi 77, Fiten 8, Edeb 43; Müslim, Iman 120 (66); Ebu Dâvud, Sünne 16, (4686). Metin Buhârî'ye aittir.

- Ebu Bekre Nufey'u'bnu'l-Hâris es-Sakafî (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Zaman, döne döne Allah'in arz ve semâvâti yarattigi gündeki düzenini tekrar buldu. Sene on iki aydir. Bunlardan dördü haram aydir. Haram aylar da üç tanesi pes pese gelir: "Zül-kade, Zü'l-hicce ve Muharrem. Bir de Cumâdî ve Sâban aylari arasinda yer alan Mudarlilar'in Receb'i." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sordu:

"-Bu ay hangi aydir?" Biz: "Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Bir müddet sustu. Biz ayin ismini degistirecek zannettik. Ancak sunu söylediler:

"-Bu zi'l-hicce degil mi?"

"-Evet!" karsiligini verdik. Devam etti:

"-Peki burasi neresidir?" Biz:

"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" cevabini verdik. Yine sustu ve biz bölgenin ismini degistirecek vehmine kapildik.

"-Burasi haram bölge degil mi?" dedi.

"-Evet" dedik.

"-Içinde bulundugunuz gün nedir?" diye tekrar sordu, biz yine:

"-Allah ve Resûlü daha iyi bilir" dedik. Tekrar sustu ve biz yine günün ismini degistirecek zannina düsmüstük ki:

"-Kurban günü degil mi?" dedi.

"-Evet" cevabimiz üzerine sözüne devam etti:

"-Bilin ki, kanlariniz, mallariniz ve irzlariniz birbirinize kesinlikle haramdir, tipki bu yerde, bu ayda su gününüzün haram olmasi gibi. Rabbinize kavustugunuz zaman sizi yaptiklarinizdan hesaba çekecek. Sakin benden sonra birbirinizin boyunlarini vuran kâfirler olmayin. Bu söylediklerimi duyanlar, duymayanlara ulastirsinlar. Bazan söz kendisine ulastirilan kimse, ulastirilan sözü, bizzat dinleyenden daha iyi beller." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sonra sunu ekledi: " Teblig ettim mi, teblig ettim mi?" üç defa tekrarladi.

"-Evet" cevabimiz üzerine:

"-Ya Rabbi sâhid ol!" dedi.

Buhârî, Hacc 132, Edâhî 5; Tefsîr, Berâe 8, Bed'i'l-Halk 2, Fiten 8, Ilm 9; Müslim, Kasâme 29, (1679); Ebu Dâvud, Hac 63, (1947).

Müslim'in rivâyetinde su ziyade var: "Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) beyazi galebe çalan alaca iki koyuna yöneldi ve onlari kesti. Sonra da koyunun bir parçasini alip aramizda taksim etti."

Rezîn, rivayetin arasina sunu ilâve eder: "Üç sey vardir, bir mü'minin kalbi onlara karsi ebediyen ihânet etmez; ameli sirf Allah için yapmak, idareyi elinde tutana karsi hayirhah olmak, Müslümanlarin cemaatine katilmak, çünkü onlarin dualari cemaate dahil olanlarin hepsini içine alir." Ibnu'l-Esîr: "Bu ziyâdeyi ana kitaplarda (Kütüb-i Sitte) görmedim" der.

Bu ziyadenin mânasi sudur: Bu üç seyde kalbler huzura kavusur. Kim bunlara yapisir, riayet ederse, kalbi hiyânet, hile ve ser gibi mânevî kirlerden temiz kalir.

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor; Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Her çocuk fitrat üzerine dogar" buyurdu ve sonra da "Su ayeti okuyun" dedi: "Allah'in yaratilista verdigi fitrat..." (Rum; 30). Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözünü söyle tamamladi: "Çocugu anne ve babasi Yahudilestirir veya Hiristiyanlastirir veya Mecusilestirir. Tipki hayvanin dogurunca, azalari tam olarak yavru dogurmasi gibi. Siz kesmezden önce, kulagi kesik olarak dogmus hayvana rastlar misiniz?" Dinleyenler: "Ey Allah'in Resûlu, küçükken ölenler hakkinda ne dersiniz (cennetlik mi, cehennemlik mi?) diye sordular. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) su cevabi verdi: "(Yasasalardi) nasil bir amel isleyeceklerdi Allah daha iyi bilir."

Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebu Dâvud, Sünnet 18, (4714).

Bir baska rivayette: "Dogan hiçbir çocuk yoktur ki, konusmaya baslayincaya kadar su din üzere olmasin" buyurulmustur.

IMÂN VE ISLÂM'A GIREN MÜTEFERRIK HADISLER

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Mü'min, mütemadiyen rüzgarin egici tesirine mâruz bir bitkiye benzer. Mü'min, devamli belalarla basbasadir. Münâfigin misali de çam agacidir. Kesilip kaldirilincaya kadar hiç irgalanmaz."

Buhârî, Mardâ 1; Tirmizî, Emsâl 4, (2870); Müslim, Sifatu'l-Münâfikûn 58, (2809).

- Ibnu Ömer (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurmustu: "Mü'min, yapragini hiç dökmeyen yesil bir agaca benzer." Halk falanca agaç, fismekânca agaç diye tahminde bulundular, (fakat isabet ettiremediler). Ben, "Bu, hurma agacidir" demek istedim, ancak (yasim küçük oldugu için) utandim. Sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Bu hurma agacidir" diyerek açikladi."

Buhârî, Ilm 4, Edeb 79; Müslim, Sifatu'l-Münâfikûn 64, (2811).

- Nevvâs Ibnu Sem'ân (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah, bize iki tarafinda iki ev bulunan bir dogru yolu misal veriyor. -Bir rivayette iki ev degil "Iki sur" denmistir- Bu evlerin açik olan kapilari vardir. Kapilarin üzerine de perdeler çekilmistir. Biri yolun basinda, biri de onun yukarisinda durmus iki dâvetçi (gelip geçenlere) su dâveti okuyorlar: "Allah cennete çagirir, diledigini dogru yola eristirir" (Yunus, 25).

Yolun iki yakasindaki kapilar ise Allah'in hududu (yani yasaklari)dur. Hiç kimse perdeyi açmadan bu yasaklara düsmez. Kisinin yukarisindaki davetçi, Rabbisinin vâiz'idir"

Tirmizî, Emsâl 1 (2863).

Rezîn, bu temsili, Ibnu Mes'ûd tarafindan rivayet edilen bir hadisle açiklar: Dogru yol; "Islâm'dir, kapilar; Allah'in haramlaridir, perdeler; Allah'in hudududur (yasaklar); yolun basindaki dâvetçi; Kur'ân-i Kerîm'dir. Bunun yukarisindaki davetçi; her mü'minin kalbinde yerlestirilmis olan (bazan vicdan, bazan sag duyu diye ifade edilen) hakkâniyet duygusu -ki, buna bazi hadislerde lümme-i melekîye de denmistir- vâizullah'tir."

- Ebu Hüreyre (radiyallahu anh) anlatiyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) söyle buyurdu: "Islâm garib olarak basladi, tekrar basladigi gibi garîb hâle dönecektir. Gariblere ne mutlu!"

Müslim, Imam 232, (145) Tirmizî, Iman 13 (2631).

 

İMAN BİLME TEVHİD BİRLEMEDİR

Iman bilme tevhit ise, birlemedir. Eger tevhit ve iman anlasilaz ise, bilme ile birleme ayird edilemez

Telaffuzunda da oldugu gibi, Allah'i bilme ve birleme farkli sey dir.

Bilmeyi geçerli kilan birlemedir. O zaman diyebiliriz ki, iman kelimesindeki müsemmada, Allah'i birleme bir cüz'dür. .

Iman, cüz, eksilme, artma kabul eder; iman cuz'lerinden birinin noksanligi, ancak o cüz'ün kemalinin noksanligi, nefyi demek olur; aslinin nef yi degil.

Tevhidin cüz'lerinin olmasina ragmen, artma ve eksilme kabul etmez; cüz'lerinin birinin noksanligi tevhidin tamamini iptal eder.

Imanin ziddi küfür, tevhidin ziddi ise, sirk tir.

Içki içen birisi asi dir; fakat "içkide ne imis" dediginde buna sirk denilmez küfür gündeme gelir. Fakat tevhitten bir cüz'giderse, Allah'dan gayrindan istemek gibi; o takdirde sirk mevzu bahis olur ve tevhidin tamami iptal olur.

Imanin cüzleri vardir; bu cüz'lerden birinin noksanligi ancak, imanin kemalinin noksanligi anlamindadir; aslinin nefyi denilemez. Tevhidin cüz'leri ise, ziyadelik ve nokanlik kabul etmez.

Tevhit bir bütün olmasindan ötürü, her hangi bir cüz'ünün noksanligi, aslinin nef yi demektir Iman daki her cüz'ün kalp ile alakasi vardir, misal, yoldaki insanlara zarar veren bir tasi kaldirmamak, kaldirmaya mani olan sey, kalpteki kibirlilik duygusundan kaynaklanir.

Bu mevzuda, imanin bizi baglayan (kalp dil amel) her cüz'ünde, geçerliligi saglayan .tevhittir yani, kulluk.'Bcn insanlari ve cinleri sadece bana opulluk etmeleri için yarattim" Ibni abbas bu ayalin tefsirinde kulluk (ibadet) kelimesini OjU?-}3 birleme oarak tefsir etmistir. Yani "ben cinleri ve insanlari sadece bana kulluklarinda birlemeleri için yarattim "

' Kulluk = tevhit

itikad, Ikrar, Amel.

ileri gelen peygamber kendi kavmine:

"Allah'a kulluk edin; ona hiç bir sey ortak kosmayin'

buyurarak gelmistir. Bu sözün ilk muhatabi mekkeli müsrikler dir.

 

Iman nedir?


Iman söz ve fiildir. Kelime olarak "tasdik" anlamindadir. Kalbin ve dilin söyledigi; kalbin, dilin ve âzâlarin amelidir. Ibadet ile artar, günahla azalir. Iman ehli üstünlükte derece derecedir.

Kisi kabul ettigine kalbi ile inanir ve tasdik eder. Bu kalbin sözüdür. Kabul ettigini diliyle ifade eder. Bu da dilin sözüdür. Kalbiyle, diliyle ve bedeni âzâlariyla emrolunanlari yerine getirir ve yasaklananlardan da sakinir. Bunlar da kalbin, dilin ve âzâlarin amelleridir.

Allah azze ve celle söyle buyurur: (Allah sizin imaninizi bosa çikaracak degildir) (2/el-Bakara/143) Burada kastedilen kiblenin degismesinden önce Beytu'l Makdis'e yönelik kilinan namazlardir. Namazin hepsi iman olarak isimlendirilmistir. Namaz; kalbin, dilin ve âzâlarin amelini bir arada bulundurur.

Iman salih amellerle artar ve günahlarla eksilir. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Müminler ancak, Allah anildigi zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah'in ayetleri okundugunda imanlarini artiran ve yalniz Rablerine güvenen kimselerdir) (8/el-Enfâl/2)

Iman ehli üstünlükte derece derecedir. Ebu Bekr radiyallahu anh ile günümüzde yasayan günahkar bir müminin imani elbette bir degildir. Insanlarin imani kisiden kisiye farkli oldugu gibi kisinin imani da o an yasadigi duruma göre farklilik gösterir. Allah'a ibadet içerisinde bulundugunda imani artar. Günah isledigi anlarda ise imani azalir.

Imanin alti rüknü vardir. Bunlari meshur Cibril hadisinde Allah Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem söyle sayar: "Allah'a, meleklerine, kitaplarina, rasullerine, ve ahiret gününe iman etmen; hayir ve serri ile kadere iman etmendir." (Buhari-Müslim)

Musibetle Imtihan

Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla... Muhakkak ki hamd Allah'adir. O'na hamdeder, O'ndan yardim ve bagislanma dileriz. Nefislerimizin serrinden ve kötü amellerimizden Allah'a siginiriz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptiracak yoktur. Kimi de saptirirsa ona hidayet verecek yoktur. Sehadet ederim ki, Allah'tan baska ilah yoktur; O tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina salât ve çokça selam eylesin. Bundan sonra; Allah'tan tam bir takva ile ve hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! Çünkü takva ile nimetler artar ve belalar uzaklasir.  Ey müslümanlar!  Allah; yaratiklarin kaderlerini ve ömürlerini belirlemis, yapacaklarini ve sonuçlarini yazmis, kazançlarini ve mallarini paylastirmistir. Hangisinin güzel amel isleyecegini imtihan etmek için hayati ve ölümü yaratmistir. Allah'in kazâsina ve kaderine iman etmek, imanin rükunlarindan biridir. Yeryüzünde gerçeklesen her hareket ve sükunet ancak Allah'in dilemesi ve iradesiyledir. Kainatta olan her sey, Allah'in takdiri ve yaratmasiyla vardir.  Dünya sikintilarla ve kederlerle doludur. Zorluklarla ve korkularla birlikte yaratilmistir. Sicak ve soguk gibi engeller ve sikintilarla kisi mutlaka karsilasir. (Andolsun ki, sizi biraz korku, biraz açlik, mallardan, canlardan ve ürünlerden yana eksiltmekle imtihan edecegiz; sabredenleri müjdele.) Musibetler, samimi olanla yalancinin ortaya çiktigi imtihanlardir. (Insanlar, "inandik" dedikleri halde imtihan edilmeden terkedileceklerini mi saniyorlar?)  Nefis ancak sinamayla arinir. Musibetler gerçek adamlari ortaya çikarir. Ibnu'l Cevzi söyle der: Selametinin ve afiyetinin musibetsiz bir sekilde devam etmesini isteyen, mükellefiyeti anlamamis ve teslimiyeti kavrayamamistir. Mümin olsun ya da kafir olsun her nefis mutlaka aciyi tadacaktir. Hayat, mesakkatler ve tehlikeler üzerine kurulmustur. Kimse imtihan edilmekten ve acilardan bütünüyle kurtulmayi ümid etmesin. Kisi ömrünü, nimetlerin degismesi ve musibetlerin karsilanmasi ile geçirir. Adem aleyhisselam'a melekler secde eder. Bir süre sonra cennetten çikarilir.  Imtihan, isteklerin ve dileklerin tersinin gerçeklesmesinden baska bir sey degildir. Herkes mutlaka imtihanin acisini tadar. fakat bazilarinin imtihani az, bazilarinin çok olur. Mümin, kendisine azap edilmesi için degil, arinmasi için imtihan edilir. Mutluluk aninda fitnelerle, sikinti aninda musibetlerle sinanir. (Belki dönerler diye onlari hem iyilikle hem de kötülükle imtihan ettik.) Istenmeyen sey, sevilen bir seyi birlikte getirebilir. Istenen sey de sevilmeyen bir seyi birlikte getirebilir. Sevindirici seyler tarafindan sana zarar gelmeyecegini sanma! Zarar verici seyler tarafindan da sana sevindirici seylerin gelmesinden ümidini kesme! (Bazan hoslanmadiginiz bir sey sizin için hayirli olur. Sevdiginiz bir sey de hakkinizda kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.)  Nefsini, basina gelmeden önce musibetlere karsi alistir ki, gerçeklesince etkisi hafif olsun. Musibet karsisinda kaygilanma! Belâlarin Allah katinda belirli bir süresi vardir. Kizginlikla konusma! Belki dilin söyledigi bir kelime, insani helak eder. Saglam mümin, büyük olaylar karsisinda dahi kararlilik gösterir. Kalbi degismez ve dili sikayetçi olmaz. Sikintilarin, sikayetçi olmadan geçmesi için, mükafatini hatirlatarak ve olayi basite indirgeyerek nefsine musibeti hafiflet. Akilli kimseler, felaketler ile birlikte düsmanlarin alayina da ugramamak için musibetlere karsi tahammül göstermeye devam ederler. Düsman, musibete ugradigini görünce sevinir ve mutlu olur. Sikintilari ve acilari gizlemek, seçkin insanlarin özelliklerindendir.  Belanin atesine sabret. Çünkü çok çabuk yokolur. Isin sonu, birkaç gün sabretmektir. Helak olanlar, ancak dayanikliligi kaybettikleri için helak olmuslardir. Sabredenler ise, sevabin en hayirlisiyla mükafatlandirilirlar. (Elbette sabirli davrananlara yapmakta olduklarinin en güzeliyle mükafatlarini verecegiz.) Ecirleri kat kattir. Onlar, sabretmeleri ile iki kez, hatta hesapsiz ecir kazanirlar. Allah onlarla beraberdir. Zafer ve kurtulus, sabirlariyla baglantilidir.  Ey imtihana tabi tutulan kimse! Rabbin ancak, sana vermek için alikoymustur. Bagislanman için seni imtihan eder. Arinman için seni sinar. Nimetlerle imtihan eder ve musibetlerle nimetlendirir. Vaktini, senin için garanti olan rizkini düsünerek geçirme! Ömrün oldugu müddetçe rizkin gelecektir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Yeryüzünde yürüyüp de rizki Allah'a ait olmayan hiçbir canli yoktur.) Hikmeti geregi yollarindan birini sana kapatsa, sana ondan daha faydali bir yolu rahmeti geregi açar. Imtihan olunmayla, hayirli insanlarin degeri yükselir. Iyilerin ecri artar. Sa'd b. Ebi Vakkâs söyle der: "Ey Allah'in Rasulü! Insanlardan hangilerinin imtihani daha siddetlidir?" dedim. Söyle buyurdu: "Peygamberler, sonra salihler, sonra üstünlük sirasina göre devam eder. Kisi, dini ölçüsünce imtihana tabi tutulur. Dininde saglamlik varsa musibeti artirilir. Dininde zayiflik varsa musibeti hafifletilir. Mümin, yeryüzünde hiçbir günahi olmadan yürüyene kadar musibete ugramaya devam eder." Bu hadisi, Buhari rivayet eder.  Imtihan yolu zor bir geçittir. Adem, o yolda yoruldu. Halil (Ibrahim), atese atildi. Ismail, kurban edilmek üzere yatirildi. Yunus, baligin karnina atildi. Hastalik Eyyub'un belini büktü. Yusuf, düsük bir fiyata satildi. Yalanla kuyuya atildi. Zulümle hapse atildi. Peygamberimiz Muhammed, çesitli eziyetlerle karsi karsiya kaldi. Sen de, imtihan edilme yolunda yürümektesin.  Dünya hiç kimse için, her türlü problemden arinmis olmadi. Kimse ondan elde etmek istedigini elde edemedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah kimin hayrini dilerse ona musibet verir." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. Ilim ehlinden bazilari söyle der: "Allah'in cennet için yarattigi kimsenin basina sürekli sikinti gelir. Gerçekte musibet, dinde olan musibettir. Bunun disindaki musibetler, derecelerin artirilmasina ve günahlarin silinmesine sebep olan bir afiyettir. Allah'a yaklastirmayan her nimet bir beladir. Musibete ugrayan kimse, sevaptan mahrum olan kimsedir." Düyadan elde edemedigin seylere üzülme. Insanlar dünyada, ona verdikleri önem nisbetince azap edilirler. Dünya ile sevinmek, üzerine üzülmek gereken seyin ta kendisidir. Dünyanin; acilari lezzetlerinden, hüzünleri sevinçlerinden dogar. Ebu'd Derdâ söyle der: "Dünyanin, Allah'in yaninda ne kadar degersiz oldugunun bir delili de, Allah'a ancak dünyada isyan edilmesidir. Allah katindakine de ancak, dünyayi terketmekle ulasilir." Eksiklerini tamamlama, hatalarindan dönme ve Alemlerin Rabbi'nin kapisinda durup yalvarma gibi yapamadigin ve sana daha çok fayda saglayacak seylerle ugras!  Basina gelen belanin çabucak yokolacagini anlarsan sikintin kolaylasir. Felaketin sikintisi olmasaydi, rahatlik vakti aranmazdi. Insanlarin elinden beklentini kes ki, onlarin en zengini olasin. Ümitsizlige kapilma, terkedilirsin. Allah'in nimetlerinin çoklugunu hatirla! Takdir edilmis kadere razi olarak üzüntüyü defet. Gece ne kadar uzasa da sabah mutlaka olacaktir. Üzüntünün sonu, kurtulusun baslangicidir. Hayat, bir hal üzere sürüp gitmez. Bilakis, her olaydan sonra baska bir olay vardir. Her zorluk mutlaka kolaylasacaktir. Ümitsizlige kapilma! Zorluklar üst üste gelse de hiçbir zaman bir zorluk iki kolayliga galip gelmeyecektir. Allah'a boyun eg ki, kurtulasin! Allah'a simsiki sarilan bir kimse sabir bardagindan içerse, ona mutlaka bir çikis yolu açilir.  Yakub aleyhisselam bir oglunu kaybedince ve uzun süre haber alamayinca kurtulusundan ümidini kesmedi. diger oglu da alininca, el-Vâhid el-Ehad'tan beklentisini kesmedi. Bilakis "Umarim ki Allah, onlarin hepsini birlikte bana getirir" dedi.  Hamd, sadece Rabbimizedir. Derdimizi de O'na sikayet ederiz. Çikis yollari ve kapilar yüzüne kapaninca, sikintinin kalkmasini ve belanin uzaklastirilmasini ancak Allah'tan dile! gece karanligi koyulasip herseyi bir elbise gibi örttügünde, gecenin o karanliginda yüzünü semaya çevir ve yalvarmak için ellerini aç. Kerim olan Allah'tan, sikintini gidermesini ve isini kolaylastirmasini iste. Dua, samimi bir kalp ve kuvvetli bir istek ile olursa istenilen reddedilmez. ((Onlar mi hayirli) yoksa darda kalana kendine yalvardigi zaman karsilik veren ve (basindaki) sikintiyi gideren mi?)  Herseye gücü yeten Allah'a tevekkül et! Alçakgönüllülükle ve boyun egerek O'na sigin ki, sana çikis kapisi açsin. Fudayl b. Iyad söyle der: "Insanlardan beklentini kessen ve onlardan hiçbir sey istemesen, Mevla'n sana her istedigini verir." Ibrahim, Hacer'i ve oglu Ismail'i, hiçbir yesillik ve su bulunmayan bir vadiye birakti. Sonra Ismail, ehline namazi ve zekati emreden bir peygamber oldu. Isini Allah'a havale eden, Allah'in imtihanini kazanir. Zü'nnûn'un (Yunus aleyhisselam'in) duasini çokça yap: "(Allah'im!) Senden baska ilah yoktur. Seni her türlü noksanliktan tenzih ederim. Muhakkak ki ben nefsine zulmedenlerdenim." Alimler der ki: Bu dua ile dua eden sikinti sahibi bir kimsenin, Allah mutlaka sikintisini giderir. Ibnu'l Kayyim söyle der: Tecrübe edilmistir ki, yedi kere "Rabbim! Basima bu belâ gelip çatti. Sen merhametlilerin en merhametlisisin" derse, Allah onun sikintisini giderir. Korunmani Allah'a birak! Ümidini O'na bagla! Isini Rahim olan Allah'a havale et ve O'ndan kurtulus dile! Insanlardan beklentini kes! Secde ani gibi, gecenin son vakti gibi duanin kabul edildigi vakitleri gözet. Imtihaninin süresini uzun bulup çok dua etmekten sakin rahatsiz olma! Çünkü sen, musibet ile imtihan edilmektesin. Sabir ve dua ile ibadet etmektesin.  Allah'in rahmetinden ümidini kesme! Musibet uzun sürse bile kurtulusun yakindir. Her kapiyi açan Allah'tan iste! O, Kerim'dir. (Eger Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan baska giderecek yoktur.) O, diledigini yapandir. Zekeriya aleyhisselam'in yasi çok ilerler. Sonra, kendisine insanlarin en üstünlerinden ve peygamberlerden biri bagislanir. Hanimi, "Olacak sey degil! Ben bir kocakari, bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doguracagim?" dedigi halde, Ibrahim bir oglan çocugu ile müjdelenir.  Rizkin daralirsa, çokça tevbe ve istigfar et! Çünkü hatalar cezayi gerektirir. Duanin kabul olduguna dair bir eser göremezsen, durumunu gözden geçir. Belki tevben samimi degildi, onu düzelt. Sonra tekrar duaya yönel! Cömert kimseden daha eli açik ve daha iyi biri yoktur. Ihtiyaç sahiplerini arastir. Çünkü sadaka, belayi uzaklastirir ve defeder. Sikinti senden giderilince de çokça hamd-ü sena et! Bil ki, selamete aldanmak belalarin en büyügüdür. Çünkü ceza geciktirilebilir. Akilli kimse, akibetlerin farkina varan ve daima; Allah'in takdirini, yaratmasini ve idare etmesini anlayan kimsedir. Allah'in imtihanina ve hükmüne sabret! O'nun emrine teslim ol! Kovulmus Seytan'dan Allah'a siginirim: (De ki: "Allah'in bizim için yazdigindan baskasi asla bize isabet etmez. O, bizim mevlâmizdir. Onun için müminler yalniz Allah'a güvenip dayanmalidir.) Allah beni ve sizi mübarek eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur. Sehadet ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na, ailesine ve ashabina salât ve çokça selam eylesin. Bundan sonra; ey müslümanlar! Durumlar bir hal üzere kalmaz. Mutlu kimse, devamli takvali davranandir. Zengin olursa, takva onu süsler. Fakir olursa, gönlünü zengin kilar. Musibete ugrarsa, takva onu toparlar. Herhalükarda takvali davran! Ancak onunla; darlikta bolluk, hastalikta afiyet ve fakirlikte zenginlik görürsün.Takdir edileni uzaklastirmak için bir hile yoktur. Takdir edilmeyeni elde etmek için de bir hile yoktur. Haline razi olmak ve tevekkül etmek, takdir edilene destek olur.  Allah, dilemede ve yönetmede tektir. O'nun kulu idaresi, kulun kendini idaresinden daha hayirlidir. Kula, onun kendisine merhametli olmasindan daha çok merhametlidir. Davud b. Süleyman rahimehullah söyle der: Üç sey, müminin takvasina delâlet eder: Elde edemedigi sey için güzelce tevekkül etmesi, elde ettigi seye güzelce razi olmasi ve kaçirdigi seye güzelce sabretmesi. Allah'in dilemesine razi olan, takdir edilen basina geldiginde övgüye ve tesekküre layik olur. Takdir edilenle hosnut olur. Degilse, takdir edilen basina gelince kötülenmeye layik olur. Takdir edilenle hosnut olmaz. Bununla beraber, senin için takdir edilenden kaçis yoktur.  Hikmet sahibi insanlardan birine "Zenginlik nedir?" diye sorulur. Söyle der: "Temenni ettigin seyin az olmasi ve sana yetecek kadarina razi olmandir." Sureyh rahimehullah söyle der: "Kul, bir musibete ugrarsa kendisi için üç nimet vardir: Musibet dininde olmamistir, oldugundan daha büyük olmamistir ve -sabrederse- Allah onu sabirla riziklandirmistir. Sonra, ey Allah'in kullari; Allah'in yarattiklarinin en hayirlisi Muhammed b. Abdullah'a salât ve selamda bulunun. Süphesiz Allah size bunu emretmistir...


HZ. ISA VE MEHDI


- Hz. Ebu Hureyre radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Nefsim elinde olan Zât-i Zülcelâl'e yemin ederim! Meryem oglu Isâ'nin, araniza (bu seriatle hükmedecek) adâletli bir hâkim olarak inecegi, istavrozlari kirip, hinzirlari öldürecegi, cizyeyi (Ehl-i Kitap'tan) kaldiracagi vakit yakindir. O zaman, mal öylesine artar ki, kimse onu kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamindan daha hayirli olur."

Sonra Ebu Hureyre der ki: "Dilerseniz su ayeti okuyun. (Mealen): "Kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölümünden önce onun (Isa'nin) hak peygamber olduguna iman etmesin. Kiyamet gününde ise Isâ onlar aleyhine sâhitlik edecektir" (Nisa 159).

Buhari, Büyû' 102, Mezalim 31, Enbiya 49; Müslim, Iman 242, (155); Ebu Dâvud, Melâhim

14, (4324); Tirmizi, Fiten 54, (2234).

- Hz. Câbir radiyallahu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Ümmetimden bir grup, hak için muzaffer sekilde mücadeleye Kiyamet gününe kadar devam edecektir. O zaman Isa Ibnu Meryem de iner. Bu müslümanlarin reisi: "Gel bize namaz kildir!" der. Fakat Hz. Isa aleyhisselam: "Hayir! der, Allah'in bu ümmete bir ikrami olarak siz birbirinize emirsiniz!"

Müslim, Iman 247.

- Ibnu Mes'ûd radiyallahhu anh anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Dünyanin tek günlük ömrü bile kalmis olsa Allah, o günü uzatip, benden bir kimseyi o günde gönderecek."

Ibnu Mes'ûd: "Resûlullah yahut da söyle buyurmustu der: "...Ehl-i beytimden birini, ki bu zatin ismi benim ismime uyar, babasinin ismi de babamin ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasinin aksine- adalet ve hakkâniyetle doldurur."

Ebu Davud, Mehdi 1, (4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231, 2232).

- Ümmü Seleme radiyallahu anhâ anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Mehdi benim zürriyetimden, kizim Fâtima'nin evladlarindandir."

Ebu Davud, Mehdi 1, (4284).

- Ebu Ishâk anlatiyor: "Hz. Ali radiyallahu anh, oglu Hasan radiyallahu anh'a bakti ve: "Bu oglum, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'in tesmiye buyurdugu üzere Seyyid'dir. Bunun sulbünden peygamberinizin adini tasiyan biri çikacak. Ahlaki yönüyle peygamberinize benzeyecek; yaratilisi yönüyle ona benzemeyecek" dedi ve sonra da yeryüzünü adaletle dolduracagina dair gelen kissayi anlatti."

Ebu Davud, Mehdi 1, (4290






Islam'dan Çikaran Durumlar

Namazi ya da abdesti bozan durumlar oldugu gibi imani bozan, ona ters düsen durumlar da vardir. Bunlar:

. Allah'a ibadette sirk kosmak. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Allah, kendisine sirk kosulmasini asla bagislamaz; ondan baska günahlari diledigi kimse için bagislar) (4/en-Nisa/116), (Kim Allah'a sirk kosarsa süphesiz Allah ona cenneti haram kilar; artik onun yeri atestir ve zalimler için yardimcilar yoktur) (5/el-Maide/72) Allah'tan baskasi adina -bir kabir veya cin vb. için- kurban kesmek buna örnektir.

. Allah ile arasina vasitalar koyan ve onlara dua etmen; onlardan sefaat isteyen ve onlara tevekkül eden kesinlikle kafir olur.

. Peybamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in yolundan daha mükemmel bir yol olduguna inanan veya baskasinin hükmünün O'nun hükmünden daha iyi olduguna inanan kafirdir. Tagutlarin hükmünü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in hükmünden daha üstün görenler bu konumdadir.

. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in din olarak getirdigi bir seyden hoslanmayan kimse onunla amel etse bile kafir olur.

. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in dininden bir seyle ya da sevabiyla veya cezasiyla alay eden kafir olur. Bunun delili, Allah azze ve celle'nin su kavlidir: (De ki: Allah ile, O'nun ayetleriyle ve O'nun peygamberi ile mi alay ediyordunuz? Bosuna özür beyan etmeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz) (9/et-Tevbe/65-66)

. Sihir yapmak. Kisiyi bir seyden ya da bir kimseden uzaklastirmak veya ona meylettirmek için yapilan sihirler de bu kisimdandir. Sihir yapan ya da sihire razi olan kafir olur. Delili Allah Teâlâ'nin su kavlidir: (Halbuki o iki melek "Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakin (sihir yapip da) küfre girme" demedikçe kimseye sihir bilgisini ögretmezlerdi) (2/el-Bakara/102)

. Hizir'in Musa aleyhisselam'in seriati disina çikmasi gibi, bazi insanlarin da Muhammed sallalahu aleyhi ve sellem'in seriati disina çikma yetkisinin olduguna inanan kafirdir.

. Allah'in dininden tamamen yüz çevirmek; hiç ögrenmemek ve amel etmemek. Bunun delili, Allah azze ve celle'nin su kavlidir: (Kendisine Rabbinin ayetleri hatirlatildiktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir! Muhakkak ki biz, günahkarlardan intikam aliriz) (32/es-Secde/22)

Kisiyi Islam'dan çikaran bu davranislari saka ya da ciddi yapan arasinda bir fark yoktur. Sadece ikrah altinda kalan bunun disindadir. Bunlarin hepsi kisinin Islami açisindan olabilecek en tehlikeli durumlardir ve -malesef- yaygin bir sekilde yapilmaktadir. Müslümanin, bu gibi durumlara düsmekten kendini korumasi gerekir

 

İSLAMI ÖĞRENMEDE TAKİP EDİLMESİ GEREKEN ESASLAR

 

Bilindiği gibi, insanlığın varoluş ve bu aleme gönderiliş gaye ve sebebi sadece ve sadece tek olan Allah'u Azze ve Celleye boyun eğilmesi, kulluk edilmesi içindir.

Defalarca sohbetlerimizde zikrettiğimi? gibi, bu kulluğun nasıl ve ne şekilde gerçekleşmesi gerektiğini anlatmak ve uygulamak için de insanlara kendi içlerinden bir resul gönderilmiştir.

O Resuller ki dini hakkıyla anlamış, yaşamış ve etrafındakilere de yine hakkıyla anlatmış ve aktarmışlardır.

Yani gönderilen her resul kavmine, ümmetine bir kılavuz bir önder ve bir örnek kılınmıştır.

Ve nihayet, Allah'ın dini İslam, en son ikmal edilmiş şekliyle Muhammed (sav) kılavuzluğunda bu ümmetin sorumlu olduğu bir din olmuştur.

Binaenaleyh, kurtulmak isteyen, iman etmek isteyen veya ümmet olma kaygısı taşıyan herfert, sorumlu olduğu bu dini öğrenipyaşama mecburiyetindedir. Ta ki, varoluşlarının gayesi olan kulluğu ifa edebilsinler.

İşte buna binaen biz de, bu yazımızda sorumlu olduğumuz bu dini anlamada, kavramada ve onu istenildiği gibi yaşamada ilk önce nelere dikkat etmeliyiz, neleri yapmalıyız ve bu konudaki dikkat edeceğimiz özlü esaslar neler olmalıdır, onlar üzerinde durup, bu esasların düzgün anlaşılması için gayret göstereceğiz.

Bu özlü esasların neler olduğuna ve onların izahlarına girmeden önce, şunu ı'yı' bilmemiz gerekir ki; hangi mevzu ve konu olursa olsun, o mevzu ve konu ile alakalı bazı esas ve kaideler vardır ki bunların yakalanması veya tesbit edilmesiyle o mevzu ve konuda bir çok şey halledilmiş sayılır.

Yine aynı şekilde, ister bir din olsun, ister herhangi bir sistem olsun, o din veya sistemin ayakta durmasını sağlayan kendilerine has bazı özlü esasları mevcuttur ki, işte bunların tesbit edilipyakalanmasıyla da o din veya sistem hakkında bir çok şey halledilmiş sayılır.

Çünkü ister bir din olsun, isterse herhangi bir sistem olsun, o dinin veya o sistemin ayakta durmasını sağlayan amilleri, o sistemin veya o dinin temel esaslarıdırlar.

İşte, bu esas ve kaideler olmadan bir din nasıl ki ayakta duramaz ise, yine aynı şekilde bu esas ve kaideler Öğrenilip kavranmadan da bir din asla sağlıklı bir şekilde yaşanamaz.

Öyleyse biz de bir mükellef olarak dinimizi öğrenmede olsun, onuyaşamada olsun veya onu bir başkalarına aktarmada ve anlatmada olsun, dinimizle alakalı bilmemiz gereken bu özlü esasları tanıyıp bilme mecburiyetindeyiz. Öyle ya, mademki bunun İçin yaratıldık, bunun için varız bu alemde, öyleyse bu kaçınılmaz bir görevdir.

işte öğrenmemiz ve ona göre hareket etmemiz gereken bu özlü esas ve kaidelerden ilki "...delille hareket etme..." kaide ve esasıdır.

"...DELİLLE HAREKET ETME..."

Bahsini edeceğimiz bu esas ve kaide, diyebilirim ki dini öğrenmede en önde gelen bir kaidedir. Çünkü, dinini yaşamak isteyen bir mükellef, iyiyi olsun, kötüyü olsun ancak bir delil sayesinde öğrenebilir. Neyin hak neyin batıl âoluğunu bir delil sayesinde öğrenebilir. Yine aynı şekilde, neyin iman, neyin küfür olduğunu, neyin tevhid, neyin şirk olduğunu bir delil sayesinde öğrenebilir.

Öyle ya, mademki mükellef bir şeylere inanıyor, birşeyler uyguluyor ve bunlara da din

"din İslam'dır" diyor, o halde bunların İslam'dan olduğuna, din'den olduğuna bir delil gösterme mecburiyeti vardır. Aksi halde, insan, inandığına ve uyguladığına bir delil bulamamış, onun doğruluğu veya eğriliği hakkında bir bilgi edinememiş ise, o sadece ve sadece körü körüne hareket eden, zan'na tabi olan birisi olmaktan öteye geçemez.

Oysa ki rabbimiz olan Allah-u azze ve celle, körü körüne hareket etmekten, bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmekten ve zan'na tabî olmaktan bizleri şiddetle men etmiştir.

"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme; zira Kulak, göz ve kalp bunların hepsi de ondan mes'uldür." (İsra36 ay.)

"Hatibinden bîr delil üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslendirilen ve keyfine uyan gibi olur mu?" (M u ham meçi 14)

"...Allah'tan bir yol gösterici olmadan, yalnız kendi keyfine uyandan daha sapık kim olabilir? Muhakkak ki Allah, zalim bir kavmi doğru yola iletmez" (Kasas 50 ay.)

"Halbuki onların bu hususta hiç bir bilgileri (delilleri)yoktur.Onlarsadece zan'na tabi oluyorlar. Zan ise, haktan big bir şey ifade elmez" (Necm 28 ay.)

"Ebu Hüreyre (ra)'dan, Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizleri zan'dan sakındırırım, çünkü zan, sözlerin en yalanıdır..." (Buhari 13. C.6048)

...Aişe (ra)'dan ded ki; Resulullah (sav)şöyle buyurdular: "Kim bizim şu işimizde (yani dinimizde) ondan olmayan bir şey i hdas ederse o kendisinden redde l u nacaktı r".

Başka bir rivayette ise: 'Her kim bizim emrimize uymayan bir işi yaparsa, o iş reddolunur" (Müslim 5 C.1718)

İşte, zikrettiğimiz bu ve bununla eş manalı Ayet ve hadisler, İslam'da delilsiz körü körüne hareket etmenin yasak olduğunu, dolayısıyle, din adına inanılan ve uygulanan her şeyin muhakkak ki bir delili olmasını açıkça beyan etmektedir.

Öyleyse, kim dinini öğrenmeyi hedef edinmiş, onu uygulamayı kendisine gaye edinmiş ise,"...Muhakkak ki zikri geçen delilleri

(yani, ayet ve hadisleri) göz önünde bulundurarak, bu esas ve kaideye tabi olması gerekir..." Yani, körü körüne hareketten... bilinmeyen bir iş ardına düşmekten...ve zan'na tabi olmaktan uzak durulması gerekir, Hulasa; Kısa da olsa, anlatmaya çalıştığımız bu esas, (yani delille hareket etme esası) bir mükellef İçin ele alınması gereken ilk esas ve kaidedir. Bu konudaki bilinmesi gereken ikinci eassa gelince bu da: "....Şer'i delillerin tesbiti..." esasıdır.

"...ŞER'İ DELİLLERİN TESBİTİ..."

İzahını yapacağımız bu ikinci esasta yine aynı şekilde birinci esas gibi, dini anlamda ve kavramda önemli olan bir esastır.

Bu konuda da yine mükellef olan bir fert, şeriata ait olan delilleri.tesbit edemez veya edememiş ise, o fert dengesiz bir inanç ve dengesiz bir uygulama sergilemekten asla kurtulamayacaktır.

Çünkü' bahsini yapmaya çalıştığımız buesas, dinin özünü teşkil eden mihenktaşıdır. Doğ rularve eğriler ancak "...E-dilleyişer!iyye..." dediğimiz bu esas tarafından tesbit edilir.

Öyle ise biz de, bu önemli tesbiti yaparken birinci olarak izahını yaptığımız '...Delille hareket etme..." esasını ele alıp bu konuda da delille hareket etme mecburiyetindeyiz.

Öyle ya, madem ki birinci esasta delille hareket edilmesini anlattık, o halde bu esası da delille isbat etmemiz gerekir.

Bunun en açık ve bariz delili, "Kitaplar ve Resuller" tabiriyle iki ana kaynak olarak zikredil işi di r.

Yani, İslam dini her devirde insanlara iki ana kaynaktan gelmiştir, iki ana kaynaktan Öğretilmiştirve iki ana kaynaktan yaşatıl mistir.

Bunların birincisi Allah'ın kitapları, ikincisi ise resullerinin sünnetidir.

Bilindiği gibi bu, bazen "La ilahe illallah nuh resulullah", bazen "La ilahe illallah isa resulullah" bazen "La ilahe illallah Musa resuluilah' en son ikmal edilmiş şekliyle de "La İlahe İllallah Muhammedun Resulullah" diye gelmiştir.

Ama netice olarak "...Allah ve Resulü..." "...Kitap ve Sünnet..." tabirleriyle devamlı ikili bir kaynak zikredilmiştir. Bunlar, et ve tırnak gibi birbirlerinden ayrılmayan iki unsurdur. Yani, ne sünnetsiz bir kitap anlayışı, ne de Kitapsız bir Sünnet anlayışı mümkün değildir.

O halde, "...Şer'i delillerin tesbiti..." konusunda söylenilmesi gereken tek söz;

"...Kim ki sıhhatli bir din yaşamak istiyor..." "...Kim ki hakkıyla İman etmek istiyor..." ve yine "...Kim ki kurtuluş istiyor ise..." Bu iki esası kendisine rehber edinme mecburiyetindedir. Bu konudaki delillere gelince, onlar da şunlardır:

"...Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi, ve bununla sana bilmediklerini öğretti. Allah'ın senin üzerindeki fazlı çok büyüktür". (Nisda 113 ay.)

"Nitekim size, kendi içinizden Ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve Hikmeti öğreten ve bilmediklerinizi size ta'lim ettiren bir resul gönderdik" (Bakara 151 ay) ' ;-*'-'"

"Sizin evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve bir de Hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, habir'dir." (Ahzab 34 ay).

Zikredilen deliller de de görüldüğü gibi "...İndirilen Kitap ve Hikmet...""...Öğretilen Kitap ve Hikmet...' "...Okutulan Kitap ve Hikmet... ibareleri bize gayet açık bir şekilde şunu anlatıyor; "...sorumlu olduğumuz bu din, indirilen, Okutulan, Öğretilen iki kaynak Kitap ve Hikmet'tir" yine aynı şekilde;

"Allah'a itaat edin, Resulüne itaat edin..."

"Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman"

"Davet olunduğunuzda Allah'a ve resulüne icabet edin..."

"Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayanlarla... (mukatele edin...)"

"Eğer bir konuda niza ederseniz, o mes'elenizi Allah'a ve Resulüne havale edin..."

ayetlerinde olduğu gibi: "... İtaat iki kaynağa zikrediyor..." "...İslami hükümler iki kaynakta zikrediliyor..."Davet İki kaynağa ediliyor..." "Haramlar iki kaynakta bildiriliyor..." "...Niza anında, mes'elenin halli için iki kaynağa salık veriliyor..." Hulasa, Daha burada zikredeme-diğimiz İslami her türlü mes'elenin kaynağı, izahı ve halli, iki kaynakta zikredilmiştir.

Bu konudaki sünnet'ten delillere gelince:

Resulullah (sav) şöyle dedi: "Dikkat edin!' bana kur'an ve bir de beraberinde misli verildi..." (Ebu Davud 5 C.4604 n)

Ebu Hureyre (ra) dan; Resulullah (sav) şöyle dedi: "Size iki şey bırakıyorum, onlara sıkıca sarıldığınız müddetçe delalete düşmezsiniz. Bunlar, Allah'ın kitabı ve benim sünnetim.."

Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Size, sarıldığmırmüddetceaslasapıtamayacağmız İki şey bıraktım. Biri Allah'ın kitabı diğeri de peygamberin sünneti"

Zikredilen bu hadisi şerif dört sahabi'den gelmektedir.

İbnu Abbas:

"Muhammed bin Nasr el-Mervezi sünende 56"

"Hakim Müstedrek 1.93" "Beyhaki. Sun,. 10.114"

•İbnu Hazm Ahkam 6.809. 810 da"

"lbnuAbdil-BerBeyanü'l-İlml&&,30da"

Ebu Hurayre:      ':.l   -•'

"Dare Kutni, Sünenin de 4 C.254"

"Hakim,Müstedrek 1 C. 93"

"Hibetullah Taberi Sünen'de 90"

'Beyhaki sünen 10.114" "İbn Hazm Ahkam 6.810"

"Hatip el-Bağdadi takih'de 1.C.93"

İbnuAdiy4.1387'de"

Ebu Said EI-Hudti:

"Hatip el-Bağdadi. Fakih 1.94'de"

Amr Bin Avf:

"İbnu Abdi'l-Ber Beyanul İlm 2 C. 30'da'

Zikredilen hadisi şeriflerde de görüldüğü gibi, yine aynı şekilde iki kaynaktan bahsedilmektedir. O halde, "Edilleyi şer'iye..." dediğimiz bu iki esas, Hadis şarifte Allah resulü (sav) isimlendirdiği şeklile"... Kitap ve Sünnet..." olarak tesmiye edilip, din adına başka hiç bir ölçünün kabul edilmemesiyle sınırlandırılmıştır.

Binaenaleyh, bu iki kaynağın dışındaki ölçüler beşeri bir ölçü olmaları sebebiyle bir değer taşımadıkları gibi, bu ölçülere göre belirlenen islami bir inanç ve ameller de aynı şekilde bir değer taşımayacaktır.

Son olarakyine, sağlıklı birdinyaşamak İçin öğrenilmesi gereken esas ve kaidelerden biri de"...Kitabısünnetle konuşturma../esasıdır.

'...KİTABI SÜNNETLE KONUŞTURMA..."

İzahmıyapmaya gayret göstereceğimiz bu esasta yine, üzerinde hassasiyetle durulması gereken dinin özlü esaslarından birisidir, -

Bu esasta aynen birinci ve ikinci esas gibi düzgün anlaşılmaz ve gereği gibi hareket edilmezse bir çok çarpıklığın çıkış sebebi olacaktır. Çünkü geçmişte olsun, zamanımızda olsun inananlar arasındaki birçok çarpıklığın ve müşkilatın çıkış sebebi, bu esas ve kaideye istenildiği şekilde riayet edilmemesindendir.

Öyleyse kitabı sünnetle konuşturma esası düzgün anlaşılması gerekir.

Biz bu esasın istenildiği şekliyle anlaşılmasına yardımcı olmak için, birkaç misal vermeden önce, birinci ve ikinci esaslar gereği böyle bir kaidenin İslam'dan olduğunu demlendirmemiz gerekir. Öyle ya, madem ki birinci esasta delille hareket etmeyi öğrendik, o halde bunun delili olması gerekir. Yine aynı şekilde ikinci esasta da öğrendiğimiz gibi, delillendirme ancak Kur'an ve Sünnet'ten olması gerekir. Q halde bu esas ve kaideyi anlatan ayet ve hadisler nerede?

Bu esas ve kaideyi ortaya koyan deliller şunlardır:

"Sana da bu zikri (yani sünneti) İndirdik ki, insanlara kendilerine indirilen (Kıır'an-ı) beyan edesin" (Nahl 44 ay.)

...Ebusaidel-Hudri(ra)dan; şöyle dedi: Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "...Ey insanlar! size iki şey bıraktım. Biri Allah'ın kitabı, diğeri de benim sünnetim". "Kur'an-ı zorlaştırmaym, onu sünnetimle konuşturun...' (Hatip el-Bağdadi, Fakih 1.94)

Zikredilen bu deliller, Kitab-ı Sünnetle konuşturma esasına açıkça beyan eden delillerdir. Bununla beraber, Resulullah (sav)in hayatını da göz önünde bulunduracak olursak, onun yaşantı olarak gerek kavilleri, gerek Tülleri ve gerekse takrirleri manasına gelen sünneti seniyesi, Kufan'ın tairtefsiri, bir İzahı, bir beyanı mahiyetindedir.

Rabbimiz Yüce kitabında namaz kilmamızı "emreder Lakin bunun  nasıl ne şekilde olacağını beyan , etmez,Zekat

vermemizi emreder, bunun hangi malda ne kadar veya zekat verilmesi için nisab miktarı ne kadar olmalıdır,  bunu  İzah  etmez. Yol bulabilenlere hac yapmalarını  emreder,lakin

hac menseklerini zikretmez.Oruç . tutulmasını emreder, fakat bununla alakalı ayrıntılı bilgileri zikretmesi hulasa daha      burada

izahı beyanı, tefsiri muhakkakki sünnete

bırakılmıs ve bu konu da; sadece onun selahiyet

sâhibi olduğu açıkca beyan edilmiştir. _

Sozün özü Âllâhlın Kitabı Kur'an muhakkak ki resulünün sünnetiyle (yani hadislerle) tefsir edilme mecburiyetindedir. Ayrıyeten bilinmesi gereken bir husus da şudur ki, bu konuda ne fasih bir arapça bilme gibi bir İmtiyaz ne de sahabe olma gibi bir imtiyaz, Kur'an'ın tefsir edilmeye ihtiyacı olan yönünü anlamaya yeterli değildir ki, zaten sahabeler anlayamıyorlardı da.

Bu konuda biriki misal verecek olursak:

'...Yiyiniz içiniz, hatta (taki) fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden ayırd edilinceye kadar. .."(Bakara 187).

Ayeti kerimenin zahiren ifade ettiği şekilde, bir siyah iplikle bir beyaz iplik yanına alarak bu vakti tesbit etmeye çalışan sahabenin yanıldığı gibi.

Çünkü buradaki kastedilen mana, sahabe'nin anladığı manada olmayıp Resulullah (sav)'intetsir ettiği manadadır. Kİ, o da"...Siyah iplikle beyaz iplikten kasıt, gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığıdır. ."(Müslim 3 C. 1090)

"İman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar var ya, işle onlar gerçek emniyete nail olanlardır". (En'am 82 ay.)

Yine aynı şekilde sahabe, buradaki zulmün umum manasını gözönünde bulundurarak çok korkmuştu. Oy saki buradaki anlatılan zulümden kasdın şirk olduğu allan resulü (sav) tarafından izah edilmiştir. {Buhari 2 C.1287 s.)

Hulasa, gerek bu misallerde ve gerekse burada zikredemediğimiz daha bir çok misaller da analtıldığı gibi. kitabı anlamada muhakkak ki Peygamberi bir izah ve tefsire ihtiyaç kaçınılmazdır.

Ta ki, Allah'ın din'i olan İstamı istendildiği şekilde yaşamış olalım.

Rabbimizden, anlatmaya çalıştığımız bu üç esas doğrultusunda hareket eden müslümanlar olmamızı niyaz ediyorum...

 

İSLAMIN İNSANLARI DEĞERLENDİRMEDE METODU

 

Bu yazımızda izahını yapmaya gayret göstereceğimiz mevzu, İslâm'ın, fertleri veya toplumlar) değerlendirmede takip etmiş olduğu metodu nedir...? Menheci veya miyarı nedir...? Bu konuda neleredikkat etmiştir.. .Yine bu konuda insanlarda aranmast gereken şeyler nelerdir... Bunların izah ve beyanı üzerinde olacaktır.

Çünkü bu konudaki bir çok çarpıklıklar, dengesiz ölçü ve hareketler, insanların birbirlerine yaklaşmasında olsun uzaklaşmasında olsun bir çok problemler doğurmuştur.

Bu karışıklık içerisinde boğulan fertler veya cemaatler, bu dengesizlikleri yüzünden kimi tenkit, kimi tasvip edeceklerini karıştırdıkları gibi, yineaynı şekilde kimi kabul, kimi reddedeceklerini de karıştırmışlardır.

Halbuki bu konu hassas bir konu olmakla beraber, yine en çok üzerinde gevşeklikgösterilen İslam'ın "el-Vela vel Sera" müessesesindendir. Eğer bu müessese düzgün anlaşılmamış ise veya anlayamamış isek, tesbitlerimiz muhakkak ki dengesiz olacaktır.

 

İşte bundan dolayıdırki, bu konuda bizim ilk önce islam'ın gayesini ve gayesine ulaşmada kullanılmasını İstediği vasıtasını tesbit etmemiz zaruridir. Eğer gaye ite vasıta tesbit edilmemiş ise veya edememiş isek biz, bu ikisinin bir birleri ile yer değiştireceğinden dolayı dengesiz bir Ölçüye sahipolacağız.Dolayısıyle, tenkitlerimiz dengesiz olacağı gibi, tasviplerimiz de dengesiz olacaktır.

Yani, kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayamadığımız gibi. kime yakınlık gösterip kimden de uzak durmamız gerektiğini anlayamayacağız.

Ve, böyle cahilane bir hareketimizle adaletten uzak insafsız bir şekilde dostumuza ve düşmanımıza durmadan zulmedeceğiz. Oysa ki İslâm, umum kaidesi ile bize insaflı ve adaletli olmamızı emreder, velevki dostumuz veya düşmanımızolsun. Çünkü, insafsızlık, adaletsizlik, din'deki aşırılık (yani ğuluv) zemmedilmiştir.

Allah'u Azze ve Celle'nin konu ile alakalı bir ayeti celilesinde şöyle buyrulmaktadır; - "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahidlik eden kimseler olunuz. Bir kavme karşı olan kininiz (düşmanlığınız) sizi adil davranmamaya sevkelmesin. Adaletli olun; Zira bu takvaya dana yakındır. Allah'tan korkun, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Maide 8 ay.)

"... Konuştuğunuzda, akraba bile olsalar, adil davranın, adil olun...' (En'am 152 ay.)

İşte bu gösteriyor ki, insanlar arasında bir ayırım veya bir değerlendirme sözkonusu olduğu zaman onlara, hakettikleri mevki vedeğerin verilmesi ve bu konuda adil davranılması Allah'ın bir emridir. Yoksa bir çoğumuzun yaptığı gibi, eğer bizim cemaatten ise o iyidir ve doğrudur, bizden değil iseokötüdür,batıldırkaidesi kesinlikle adil bir kaide olmadığı gibi. Allah'ın sevmediği bir ölçü ve kaidedir.

Unutmayalım ki, bu şekildeki şahsi ölçü ve kaidelerimiz sadece bizi bağlayan ve hiç bir zaman ilmi bir hüviyet kazanamayan değersiz şeylerdir.

Bizim için bir ferdin, veyahut o fertlerin müntesip olduğu cemaatin veya cemaatlerin haktan ne kadar nasibleri var, ne kadar haktan uzaklar, bunu tesbit etmede bir ölçümüz vardırve bu da "TEVHİDtir.

Ne onların ...biz müslümanız demeleri, ne namazları, ne oruçları ve ne de sair amelleri, onların hakta olduğunu isbat etmeğe yeterlii değildir.

Aynen şu saymış olduğumuz hasletler Mekkeli müşriklerde de mevcuttu. Yani Kur'an-ın müşrik ve kâfir olarak vasıflandırdığı Peygamber (sav)'in de yirmi üç sene içerisinde kendileri ile mücadele ettiği, kanlarının, mallarının, ırzlarının tevhid ehli müslümantara helal kılındığı otopluluk Allah'a inanıyorlardı, Namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı, sadaka veriyorlardı, mescidler imar ediyorlardı, hulasa, şu an ibadetadı altında yapmış olduğumuz ne varsa, aynen bu onlarda da mevcut idi. Bazı ziyadelikve noksanlıkları ile.

Ama buna rağmen Alfarr-u azzeve Celle bu insanları şirk'le tavsif ediyordu. Neden?

Çünkü, Allah-u Azze ve Celle'ye takdim etmiş oldukları ibadetlerinde O'nu birleyemiyor-lardı.

İşin ilginç tarafı; Allah'ı birleyememe sebepleri deçoksamimibirhaldenzuhurediyordu. Yani, Allah'a daha fazla yaklaşabilmek için bazı salih kabul edilen Latt, Menat, Uzza, Hubel gibi şahısları vasıta ve şefaatçiler ediniyorlardı. Bu da kötü bir niyetlen değil idi. Kalkıp da Allah'tan gayrı bizim bir Halikımız var, razıkımız var diye bir düşünceyle de bunu yapmıyorlardı.

Çünkü Allah'u Azze ve Celle kendilerini itham ettiğinde "...Neden benden başka ilahlara itaat ediyorsunuz veya tapıyorsunuz..."diye onlar cevaben şöyle diyorlardı:

"...Hayır! Biz bunlara tapmıyoruz. Biz sadece, bizi daha fazla Allah'a yaklaştırsınlar diye bunları vesile ediniyoruz..." (Zümer 3 ay).

Görüldüğü gibi bu ayeti kerime Mek-kelilerin samimi olduklarını ortaya koymaktadır. Çünkü Allah'a daha fazla yakın olabilme için bunları şefaatçi ve vasıta ediniyorlardı. , -

Ama Allah-u Azze ve Celle, onların bu hareketlerini, "...Kendisinden başkasına tapma.... Kendisinden başkasına ibadet etme..." olarak değerlendirmiştir. Neden?

Çünkü, Allah (cc) onlara böyle bir şeyi din olarak emretmemişti. Yani, "...Bana yakın olabilmeniz için kabir ve türbelerde yatan salih insanları araya vesile olarak koyabilirsiniz...' diye peygamberleri onlara böyle biremirgetirmemişti.

İşte Allah resulü (sav)'in gönderiliş gayesi, yapılan bu çirkin işlerin ortadan kaldırılması içindi.

Keza Kur'an-ın indirilişi, yapılan bu çirkin işlerin ortadan kaldırılıp, Allah'a onun istediği resulünün gösterdiği şekilde ibadet edilmesi içindir.

Eğer anlaşıldı ise görülüyorki, insanların ne samimiyetleri, ne namazları, ne hacc'ları, ne oruçları ve ne de sair amelleri onların hak ehli olduklarına delalet etmemektedir. Bunların hepsini geçerli kılacak olan esas tevhid'dir, buna bakılmalıdır.

Eğer bu ibadetleri ile Allah'ın istediği şekilde bir kul olmamış iseler mekkeliler, bu kaide bütün-msanlık için geçerlidir, yani, onlar Allah'ın varlığını, birliğini kabullenmeleri ile beraber namaz kılmaları, zekat vermeleri, kurban kesmeleri, hac yapmaları, adak adamaları nasıl ki Allah indinde bir değer taşımadı ise, aynen de zamanımızda bu sayılan ibadetleri yerine getirenlerin, kabirlere koşup onlardan medet umdukları müddetçe, şalin insanları Allah'a yaklaşmada vesile kabui ettikleri müddetçe, samimi de olsalar bu ibadetleri kendilerinden kabul edilmeyip yüzlerine çarpılacaktır. Ve aynyeten, Al­lah (cc) onların bu hareketlerini şirk kabul edip kendilerini de nasıl ki müşriklikle vasıflandırdı ise, aynen bu insanların yaptıklarını da şirk, kendilerimde müşrik olarak vasıflandıracaktır.

İşte bizim ölçümüz bu olmalıdır. Birferdi veya bir cemaati ele alıp değerlendirmek istiyor isek, onların amellerini geçerli kılacak tevhidlerine bakılması gerekir, bu şarttır. Değilse biz kendiliğimizden bir ölçü koyup, yakınlığımız veya uzaklığımız nisbetinde bir insanı mahkum edip ebedi bir hüsran ile itham edemeyiz. Yine aynı Şekilde ebedi saadetle de müjdeleyenleyiz. Bu bizim elimizde olan bir şey değildir.

Biz simde mes'elenin bu yönünü bürnez isek (yani, fertlerde veya cemaatlerde ilk aranması gereken tevhid'tir, bunu bilmez isek) bazı kalbi yakınlıklar ile, veya onlarla bazı fikirlerde müşterekliğimizden dolayı karşı tarafı tasvip eîrne gibi bir hataya düşebiliriz.

Malesef zamanımızda hakim olan anlayış da budur. Biz umurnen bu dengesiz ölçüyü kullanmaktayız toplum olarak. Namaz kılanın hemen namazına aldamyoruz. Oruç tutanın orucuna, zekat verenin zekatına hemen değer veriyoruz. Hiç bir zarnan;- "...Acaba bu insanın yapmış olduğu amellerini geçerli kılan tevhidi nasıldır, Yine aynı şekilde bu amellerini iptal edecek bir şirk'i var rnıdır..." diye biraraştı rina, soruşturma yapmıyoruz nedense. Ondan sonra da kalkıp şuursuzca "...Memleketin yüzde doksanı müslümandır..." narasını atarız.

işte bu şekildeki şuursuz, basiretsiz ve dengesiz bir değer ölçüsüne sahip olmamızdan dolayıdır ki, kimin ne olduğunu anlayıp kavramadan herkesi cennet'e doldurduğumuz gibi, bazen de cehenneme doldurmaktayız.

Yine bu konudaki dengesiz konuş­malardan biri de; "Falan şehid... Filan şehid..." gibi kullanılan sözlerdir.

Bu gibi sözlerle de insan, Allah yerine karar verdiğinin f arkında değildi r. Oysa ki bir insanın şehit olduğunun delili Allah indindedir. Zahiren

onun Allah yolunda cihad ettiğini görebiliriz. Fakat onun niyetinin ne olduğunu bilemediğimiz için bu konuda kesin bir karar veremeyiz, Veya inşallah şehid'tir deriz. Bu konuda, medinedeki hurmalıklar için savaşan insanın misali verilebilir.

İşte, bu ve bununla eş manalı daha nice m iişki lallar var ki bunların hepsinin ona sebebi, bizlerin şer'i bir çizgide tesbit yapamamayışı ve insanları değerlendirmede de nefsi ve hissi davranışıdır.

Bakarsın, bir fert veya bir topluluk gırtlağına kadar şirk içerisinde yüzdüğü halde, onlarla aynı dinden olduğunu söyleyenler vardır.

Yine bakarsın ki, İslam'ın f er'i mes'elelerinden bir iki hususta karşı tarafla bir müşterekliliği var diye, onları şirkleri ile beraber tasvip edenler vardır.

Ve en garibi de, yine bakarsın ki "...Bu yapılanlar yani ıştır, insanları değerlendirmede İslam'ın ölçüsü vardır..." diye tebliğ edildiğinde bunu fitne ve bölücülük oalrak telakki edenler vardır.

Hulasa, bu konuda gayenin ne olduğunu, yani ne için yaratıldık ve neye önern vermemiz gerektiğini çok iyi tesbit etmemiz gerekir.

Eğer biz bunu kavrayıp tesbitedebilmiş isek, muhakemeye tabi tuttuğumuz fert olsun, topluluklar olsun, onların haktaki yerini, nasibini, ne kadar hakka yakın, ne kadar ondan uzak olduklarını rahatlıkla anlayabiliriz. Ve onu bir baş kasma tercih mevzu bahis olursa bu tercihte de kaidemiz bizim için ölçü olur.

Yani, insanların hakka olan yakınlıkları nisbetinde, bizini de onlara karşı bir yakınlığımız söz konusu olur.

Misal; Allah'ın varlığını inkâr eden bir ateistle, Allah'ın varlığını kabul edip de hiç bir iş, amel yapmayan birisi yanyana getirilirse, herhalde ikinci şahıs hakka bir santim daha yakındır.

Yine aynı şekilde, Allah'ın varlığını birliğini kabul edip de hiç bir amel işlemeyen bir kimse, Allah'ın varlığını birliğini kabullenip bununla beraber birtakım ibadetleri olanla yanyana geldiğinde, herhalde yine ikinci şahıs birinciden daha hayırlıdır.

Aynen, bu kaideyi oluşturan rum suresinin başlarında olduğu gibi, Kitaplılarla kitapsız olan mecusilerin savaşmalarında kitaplıların kazan­malarının temenni edilmesi gibi.

Görüldüğü gibi, iki tarafta kâfir ve müşrik olmalarına rağmen biri kitaplı diğeri ise kitapsız olduğu için tercih kitaplılar olmuştur. Yani kitaplıların kazanmaları temenni edilmiştir.

Hulasa, eğer bizim için bir tercih mevzubahis olursa, bu tercihte de istikamet sahibi olabiliriz. Fakat başlangıçta adaletli ve insaf iı olma mecburiyetindeyiz.

 


MÂLIK B. ENES

Mâlik b. Enes b. Mâlik b. Ebi Âmir el-Asbahî. , Medine'de dogmustur. Onun dogum tarihi hakkinda, Hicrî 90'dan 98'e kadar degisen farkli rivayetler vardir. Ancak, yayginlikla kabul edileni 93 (711-712) tarihinde dogmus oldugudur (Ömer Riza Kehhale, Mu'cemü'l-Müellifîn, Beyrut (t.y.), VIII, 168; ayrica bk. Suyutî, rezyinü'l-memalik, 7)..

Imam Mâlik'in ailesi aslen Yemenli olup, dedesi Zû Asbah kabilesine mensup olan Mâlik b. Ebu Amir el-Asbahî, Yemen valisinden gördügü zulüm üzerine Medine'ye gelip yerlesmistir. Annesi de, yine Yemenli Ezd kabilesinden, Aliye binti Süreyk el-Ezdî'dir.

Imam Mâlik'in dedesi Medine'ye yerlestikten sonra, Kureyse mensup Benû Teym b. Murra kabilesi ile hisimlik kurarak, bu kabile mensuplariyla dostluk (velâ) akdetmis ve gerektiginde onlardan yardim görmüstür.

Imam Mâlik'in ailesi, Medine'ye yerlestikten sonra ilimle mesgul olmus, özellikle hadisleri toplamaya ve Ashab'in fetvalarini ögrenmeye büyük önem vermislerdi. Dedesi Mâlik b. Ebu Amir, Tâbiînin büyüklerinden olup, Hz. Ömer (r.a), Osman (r.a), Talha (r.a) ve Aise (r.anh)'dan hadis rivayet etmistir.

Imam Mâlik, babasindan sadece bir hadis rivayet etmistir. Bu da, babasinin hadisle fazlaca mesgul olmadigini göstermektedir. Ancak amcasi Süheyl hadis âlimlerinden olup, Ismail b. Cafer'in hocasidir. Ayrica, ez-Zuhrî de ondan ders okumustur. Onun Nadr ismindeki kardesi de hadis tahsil etmisti. Imam Mâlik, hadis derslerine basladigi zaman, bu kardesinin söhretine binaen Ahu'n-Nadr (Nadr'in kardesi) diye çagrilmakta idi. Daha sonra, Imam Mâlik, hadiste onu geçmis ve kardesi ona nisbet edilmeye baslanmistir.

Hulefâ-i Râsidîn devrinde Medine, Ashab'in ileri gelen âlimlerinin bir arada bulundugu ve ilim tahsilinin zirvesine ulastigi bir merkez konumundaydi. Emevîler devrinde ise Medine, çogalan fitnelerden ve idarecilerin zulmünden kaçan bir takim âlimlere siginilacak bir yer görevi görmeye baslamisti. Ayrica, Tabii'nin çogu Medine'de oturmakta, Ashab'in rivayet ve fikhini, etraflarini halkalayan ilme susamis talebelere aktarmakta idiler.

Imam Mâlik, kendini tamamen ilme vermis bir aile muhitinde büyümüs ve çok canli bir ilmî hareketliligin yasandigi Medine'de ilim tahsil etmeye baslamisti. Böyle bir çevrede bulunmasi ona, çagin en ileri seviyesindeki alimlerden ders okuma imkânini vermisti.

Imam Mâlik önce, Kur'an-i Kerîm'i hifz etmis, pesinden de hadisleri ezberlemeye baslamis ve bilhassa annesinin tesvik ve yönlendirmeleri ile Medine'nin büyük ve meshur âlimlerinden Rabia b. Abdurrahman'in ders halkalarina katilmisti (Muhammed Ebu Zehra, Imam Mâlik, Terc. Osman Keskioglu, Ankara 1984, 30).

Daha sonra o, bir seyler ögrenebilecegi bütün âlimlerin yanina gitmeye ve onlardan hadis, sahabelerin fetvalari ve fikih konularinda istifade etmeye baslamisti.

Yüze yakin âlimden yararlanan Imam Mâlik'in yetismesinde, fikrî ve ilmî yapisinin oturmasinda, basta Abdurrahman ibn Hürmüz, Rabîa, Sihab ez-Zührî, Ebu Zinad, Yahya b. Sa'id el-Ensârî ve Hz. Ömer (r.a)'in azadlisi Nâfi'in büyük katkilari olmustur.

Ibn Hürmüz, hadis ve ser'î ilimlerde söz sahibi bir âlim olup, ayrica zamanin bütün fikrî, siyasî gelismelerini takip eden ve onlarin iç gerçeklerine nüfûz eden bir kültür genisligine sahipti. O, Imam Mâlik'e çok sey ögretir ancak, maslahata uygun görmedigi için bunlardan çok azini açiklamasina müsaade ederdi. Ibn Hürmüz, sorumlulugundan korktugu için, Mâlik'ten, hadislerin senedinde kendi adini zikretmemesini istemisti.

Imam Mâlik, Hz. Ömer (r.a) ile Abdullah b. Ömer'in fikhini ve fetvalarini, Nafi'den ögrenmisti. Ebu Davud, Malik'in Nâfi'den, onun da Ibn Ömer'den rivayetini senet yönünden en saglam olani kabul eder.

Imam Mâlik, yetisip olgunlastiktan sonra, fikihta hocasi olan Rabianin bazi görüslerini tenkit etmeye basladi. Bundan sonra o, Rabianin derslerini birakip, Zührî'nin hadis derslerine devam etti. Ancak, onun fikhî görüslerinde, Rabia'nin büyük tesiri vardir.

Bundan sonra o, Zühri'nin dersi disinda evine kapaniyor, o zamana kadar kagitlara kaydettiklerini derleyip toparlamaya çalisiyordu.

Ayrica Imam Mâlik, Cafer-i Sadik'in derslerini hiç bir zaman kaçirmazdi. Onun ilmine, zühd ve takvasina hayranlik duymakta idi. Imam Mâlik onun hakkinda; "Abdesti olmadan hadis rivayet etmez, Hz. Peygamberin adi anilinca yüzü sararirdi" demektedir.

O, Medine'nin ilmini tamamen ögrendigine iyice kanaat getirmeden ders vermeye baslamadi. Medine'de bulunan âlimlerin çogunun kendisini ders verme hususunda yeterli görmesini açiklamalarindan sonra güvenilir ravilerden aldigi hadisleri insanlara ögretmek, fetva soranlarin problemlerini halletmek ve etrafinda toplasan ögrencilere dersler vermek zorunlulugunu hissetmistir. Imam Mâlik bu konuda söyle söylemektedir: "Her aklina esen mescitte oturup ders veremez. Âlimlerden yetmis kisinin beni yeterli görmesine kadar ben, ders ve fetva vermekten kaçindim". Imam Mâlik ayrica, hocalari Zührî ve Rabia'ya, ders verip veremeyecegini sorup olumlu cevap aldiktan sonra bu ise baslamistir.

Imam Mâlik, derslerini Mescid-i Nebî'de vermeye baslamisti. Ancak sonralari idrarini tutamama (prostat) hastaligina yakalaninca mescite gelmez olmus ve derslerine evinde devam etmeye baslamistir. O, Mescid-i Nebî'de ders okuttugu zaman, Hz. Ömer (r.a)'in ders okuturken oturdugu yere oturmaya özen göstermistir. Burasi Resulullah (s.a.s)'in mescitte oturdugu yerdir. Ayrica Medine'de Abdullah b. Mesud'un oturdugu evde ikamet ederek, onlarin hatirasini zihninde canli tutmayi arzulamis ve Ashab'in yasadigi manevî atmosferi hissetmeye çalismistir.

Imam Mâlik'in dersleri, hadis ve fikhî meselelerle verdigi fetvalar seklinde cereyan ederdi. O, vuku bulmus olaylara fetva verir ve degerlendirmelerde bulunurdu. Vuku bulmamis, farazî olaylar için kesinlikle bir görüs beyan etmezdi. Bu da Islâm hukukunun en önemli özelligidir.

Hastaliginin ilk dönemlerinde, mescite namaza gelir, sonra evine dönerdi. Bir zaman sonra namazlara gelemez olmus, daha sonra cuma namazi için de evinden çikamaz hale gelmisti. Bu durumunu soranlara hastaligini, ta ölüm dösegine yatana kadar söylememistir.

Imam Mâlik, ilimde olgunlasip dersler vermeye basladiktan sonra, bilgilerini daha da derinlestirmek ve farkli fikhî görüsleri, incelikleriyle kavrayabilmek için âlimler ile iliskisini yogun bir sekilde sürdürmüstür. Hacca gelen âlimlerle görüsüp, onlarla ilim alisverisinde bulunurdu. O, büyük fakih Ebu Hanife ile de görüsür, onunla münazaralarda bulunurdu. Onlarin bu görüsmeleri gayet nezih bir sekilde cereyan eder ve herbiri digerinin fikihtaki üstünlügünü överdi. Bunun gibi o, Keys, Evza'î, Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan, Hammad vb. çagin seçkin âlimleri ile ilmî sohbetlerde birlikte olur, onlarla bir araya gelme firsati buldugunda bunu hiç bir zaman kaçirmazdi. Imam Mâlikin yasadigi dönem, Medine'nin ilim, inceleme ve arastirmalarin odagi oldugu bir dönemdi. Bunun sebebi, Resulullah (s.a.s)'in mescidinin ve kabrinin burada bulunmasi dolayisiyla Islam cografyasinin her tarafindan, farkli fikhî ekollere mensup âlimlerin, her hac mevsiminde buraya akin akin gelmeleri idi.

Imam Mâlik ayrica, ilmini yenilemek ve asrinin diger fakihlerinin görüslerini ögrenmek için mektuplasma yolunu da kullaniyordu. O, görüsme imkâni olmayan uzak sehirlerdeki âlimlere mektuplar yazar, degisik konulardaki görüslerini sorar ve kendi degerlendirmelerini onlara iletirdi.

Imam Mâlik keskin bir zekâ ve kuvvetli bir hafizaya sahipti. Bu da ona, dinledigi hadisleri kolayca ezberleme ve fikhî konulara rahatça nüfuz edebilme imkanini sagliyordu. Hadisleri saglam ravilerden kusursuz olarak bellemis oldugu halde, bir maslahat görmedikçe hadis rivayet etmezdi. Hadis nakletmenin sorumlulugu onu sikintiya sokar ve naklettigi her hadisi için; "Onlari nakletmektense herbiri için bir kirbaç yemeyi yeglerdim" demekte idi.

Sadece Allah Teâlâ'nin rizasini kazanmak için ilim tahsil etmis, hayati boyunca takva yolunu terketmemistir. Ona göre ilim bir nurdur ve ancak husu ve takva sahibi bir kalpte yerlesebilir. Fetva verirken yavas hareket eder, iyice düsünür, soran kimseyi göndererek meseleyi tetkik ve tesbit ettikten sonra cevap verirdi. O fetva konusunda hiç bir seyin kolay olamayacagi görüsünde olup, helâl ve haram ile ilgili her meselenin zor oldugunu söylerdi. Din konusunda kimseyle tartismaya girmez, insanlar arasinda kin tohumlari ekecegi için bunu çok kötü bir davranis olarak degerlendirirdi.

Imam Mâlik, bedenen heybetli bir yapiya sahipti. Ilim ve büründügü takva elbisesi onun bu heybetine manevî bir yön katiyordu. Onun bakislarindan herkes etkilenir, insanlara büyüklük taslayan idareciler, valiler onun yaninda küçülür ve ona saygi gösterirlerdi.

Imam Mâlik'in babasi ok imalatçisi idi. Ancak, Imam Mâlik'in bu meslegi isra ettigine dair herhangi bir bilgi mevcut degildir. Kardesi hem hadis okur, hem de ticaretle ugrasirdi. Imam Mâlik'in de bir miktar sermayesi kardesi tarafindan çalistirilmakta idi. Buna ragmen onun, ögrencilik yillarinda biraz maddî sikinti çektigi anlasilmaktadir.

Imam Mâlik'in yasadigi dönem fikrî ve siyasî fitnelerin zirvesine ulastigi bir dönemdir. O, hem Emeviler, hem de Abbasiler döneminde yasamistir. Ömer b. Abdülaziz'i takdir eder ve onu ümmetin islerini hakkiyla yerine getirmeye çalisan adil bir halife olarak görürdü. Ancak o, ne tahtlarini korumak isteyen hükümdarlara taraf olmus, ne de ayaklanmalarina mesru zemin olusturmak isteyen isyanci gruplara destek vermistir. Her zaman gerçekleri yaymaya gayret göstermekle birlikte, anarsinin, müslüman kitleleri perisan ederek fitne ve fesadin yayginlasmasina sebeb olacagini düsündügü için o, isyanlari tasvip etmemistir. Bununla birlikte gayrimesru bir sekilde ümmetin basina gelen yöneticileri de onaylamamistir. Bu yüzdendir ki o, bir defasinda takibata ugramis ve Abbasiler'in ikinci halifesi Ebu Cafer el-Mansur'un Medine valisi tarafindan kendisine iskence yapilmistir. Buna sebeb olarak da, zorlama ile yapilan bey'atin geçersizligine fetva vermis olmasi gösterilir (Ebu Zehra, a.g.e., 77). Bu iskenceler sirasinda, o kirbaçlanmis ve kolu çekilmek sûretiyle sakatlanmistir.

Ancak daha sonra Mansur, bu olaydan haberi olmadigini ve bu isi yapan valisini cezalandirdigini söyleyerek ondan özür dilemis, Imam Mâlik de onu bagislamistir (Ibnü'l-Imâd el-Hanbeli, Sezerâtuz-Zeheb, Beyrut t.y., I, 290).

O, halife ve idarecilere, Hac için Medine'ye geldikleri zaman, halkin menfaati ve selâmetini gözetip hak ve adalet üzere yürümelerini ögütler, ayrica yüz yüze görüsme imkâni olmayanlara da mektuplar göndererek onlari islah etmeye çalisirdi. Bununla beraber o, emir ve hükümdarlardan daima uzak durmustur. Fakat, samimiyetine inandigi idarecileri derslerine kabul etmistir. Harun er-Resid bunlardan biridir. Harun er-Resid'in Imam Mâlik'in evindeki dersler esnasinda sultanlarin tavriyla davranmaya kalktiginda Imam Malik ona, ilmin her türlü dünya makamindan üstün oldugunu ve yücelmenin ancak ilme saygiyla mümkün olabilecegini anlattiginda tahtindan inmis ve öteki ögrencilerin arasinda onun derslerini dinlemeye devam etmistir (Ibnu'l-Imad el-Hanbeli, a.g.e., I, 29i).

Imam Malik'in hastaligi agirlasip, vefat edecegini anladiginda o zamana kadar gizledigi hastaligini ve gizleme sebebini dostlarina söyle açikliyordu: "Eger hayatimin son günleri olmasaydi size bildirmeyecektim. Benim hastaligim idrarimi tutamamamdir. Peygamberin mescitine tam abdestli olmaksizin gelmek istemedim. Rabbime sikayet olmasin diye de hastaligimi kimseye söylemedim" (Ebu Zehra, a.g.e., 286). Imam Malik, Hicrii79 yilinda Rabiulevvel ayinin on dördüncü günü vefat etmistir. Safer ayinda öldügüne dair rivayetler de vardir. Cennetu'l-Bakî mezarligina defnedilmistir (Ömer Riza Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifin, Beyrut, t.y, VIII, 168).

O, hem bir hadis âlimi hem de büyük bir fakihti. Onun devrinde ortaya çikan siyasî ve itikadî fitneler halkin akaidini tehdit eder hale gelmisti. Imam Malik böyle bir ortamda, Sünnet çizgisine simsiki sarilarak, insanlari sapitip delâlete düsmekten kurtarmak için var gücüyle çalismistir. Ona göre Islam'i yasamak, Resulullah'in sünnetine ve pesinden gelen Rasid Halifelerin uygulamalarina tabi olmakla mümkündür. Medinelilerin ameli onun için uyulmaya, ahad haberden daha lâyiktir. Çünkü Resulullah (s.a.s), Medine'de yasamis ve Medineliler, yasayisini ona uydurmuslardi. Dolayisi ile Medineliler'in yasayisi Sünnetin amelî sekilde rivayetidir. Bu, onun fikih usulünde de açikça görülür. Kitap ve Sünnet'ten sonra delil olarak Medineliler'in amelini alir (bk. Malikî Mezhebi Mad).

Imam Malik, imanin kalben tasdik, dil ile ikrar ve amel oldugunu söylerdi. Bu söylediklerini Kur'an'a ve hadislere dayandirirdi. Yine hakkinda ayet bulundugu için imanin artabilecegini söyler, eksilmesi hakkinda susardi. Kader, büyük günah, Kur'an-i Kerim'in mahluk olup olmadigi ve ru'yetullah konularinda sahih Ehli sünnet ulemâsi ile ayni görüsleri paylasmaktadir. Yalniz, o, Ebu Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a)'in fazilet siralamasindaki üstünlüklerini kabul ettigi halde, Hz. Ali (r.a) hakkinda, diger âlimlere muhalefet etmis, onu Hulefâ-i Râsidînden saymamistir. Buna sebeb olarak da, hilâfeti isteyenle istemeyenin bir olamayacagini gösterirdi.

Imam Malik'in fikhi, ögrencileri tarafindan hazmedilip daha onun sagliginda Misir basta olmak üzere Kuzey Afrika'da yayilmaya baslamis, oradan da Endülüse ulasmistir.

Imam Malik'in ilimdeki büyüklügü hakkinda onun önünde diz çökmüs ve ilminden feyz almis büyük fakîh Imam Safiî söyle demektedir: "Malik, Allah Teâlâ'nin, Tabiinden sonra kullarina karsi hüccet olarak gönderdigi bir insandir" (Suphi es-Salih, Hadis Ilimleri ve Hadis Istilahlari, Terc. Yasar Kandemir, Ankara 1981, 330).

Hayati boyunca Medine'den baska bir yere gitmeyen Imam Malik, Resulullah (s.a.s)'e olan asiri sevgi ve saygisindan dolayi, Medine'de bir defa olsun at sirtinda dolasmamistir.

Muvatta'i:

O bir çok kitap tedvin etmis olup, bunlar arasinda en önemlisi Muvatta adli eseridir. Imam Malik bu kitaba Hicaz'in en saglam ravilerinin hadislerini almaya özen gösterdi. Ayrica sahabe sözlerine ve Tabiin fetvalarina da yer vermistir.

Hadis külliyati içerisinde ilk tedvin edileni Muvatta'dir. Istisnalari olmakla birlikte, bu zamana kadar çesitli sebeplerden dolayi hadislerin yazilmasi tasvib edilmiyordu. Hadisler, kendilerini bu yola adamis muhaddislerin hafizalarinda muhafaza ediliyordu. Ancak bir zaman sonra, bir takim insanlar, menfaatlerini veya firkalarinin hakliligini ispatlamak vb. sebeblerden dolayi hadis uydurmaya baslayinca, sahih hadislerin yazilarak tesbit edilmesi zarureti ortaya çikti. Bu durumu Sihab ez-Zuhri; "Dogu tarafindan, duymadigimiz hadisler gelmeye baslamasaydi ne bir hadis yazar, ne de yazilmasina izin verirdim" sözüyle açikliga kavusturmaktadir.

Ömer b. Abdülaziz, muhtemelen âlimlerle istisare ederek, hadislerin tedvin edilmesini, valilerine gönderdigi talimatlarla resmen emretmisti. O, âlimlerin ölümleriyle ilmin ve hadislerin kaybolmasindan endise etmekteydi. Ilk olarak böyle bir ise girisip, Halifenin istegini yerine getiren, Imam Malik'in hocasi Sihab ez-Zûhrî olmustur. Fakat, Ömer b. Abdulaziz, arzuladigi tedvin isinin sonuçlarini göremeden vefat etmisti.

Mansur isbasina geçince, o da Ömer b. Abdulaziz gibi, Medine ilminin toplanip tedvin edilerek, yaziyla muhafaza altina alinmasi için çalismalar yapilmasini istedi. Ancak o, selefi Ömer b. Abdulaziz gibi bütün eyaletlerdeki ilimlerin derlenip toparlanmasini düsünmemis, sadece Medine'deki hadislerin ve fikhî görüslerin tedvinini istemisti. Mansur'un böyle bir ise girismesinin sebebi âlimlerin ölümleriyle ilmin zayi olmasi endisesinden kaynaklaniyordu. Onun düsüncesi tamamen idarî maksatlara yönelik olup, ülkenin her tarafindaki mahkemeleri ve yargiyi birlestirerek tevhid-i kaza'yi gerçeklestirmek istiyordu. Imam Malik onun, Medine'nin ilmini tedvin etme istegini yerine getirdiginde ortaya Muvatta adli eseri çikmisti. Ancak Imam Malik, Mansûr'un, ülkenin her tarafindaki insanlarin Muvatta'a uymalarini saglamak istegine kesin bir tavirla karsi çikmisti. Bu da gösteriyor ki, onun Muvatta'i kaleme almasinin yegâne sebebi, Mansur'un bu yoldaki arzusu degildir. O, Medine'deki sahih hadisleri, sahabe sözlerini ve Tabii'nin fetvalarindan tercih ettiklerini toplayarak onlarin unutulup gitmesini önlemek ve sonraki nesillere saglikli bir sekilde intikal etmesini saglamak istemistir. Mansûr'un istegi bu konuda ancak tesvik edici bir rol oynamis olabilir. Zira o, daha sonra gelen Mehdi'nin ve Harun er-Resid'in, Mansur'un istegine benzer taleplerini de ayni sekilde reddetmistir.

Imam Malik onlara söyle diyordu:

"Ashab-i kiram fer'î meselelerde ihtilâf ettiler ve onlar bu ihtilâflariyla birlikte her tarafa dagildilar. Herkes kendine göre isabetlidir. Ulemânin ihtilâfi ümmet için bir çesit rahmettir. Her biri kendince sahih olana uyuyor. Hepsi hidayet üzere olup, sadece Allah Teâlâ'nin rizasini istemektedirler" (Ebu Zehra, a.g.e., 218).

Imam Malik, hadisleri çok titiz bir tenkit süzgecinden geçirdikten sonra rivayet ederdi. Rivayet ettigi hadisleri sürekli arastirir; ravide bir kusur bulur veya hadis saz çikarsa onu hemen terkederdi. Muvatta'i ilk yazdiginda on bine yakin hadisi rivayet etmis olmasina ragmen, her sene onu tetkik ederek bir kisim hadisleri çikarmis, neticede Muvatta oldukça küçülmüstü. Onun bu durumunu bazi ögrencileri söyle dile getirirlerdi; "Herkesin ilmi çogalip artiyor; Malik'in ilmi ise noksanlasip eksiliyor" (a.g.e., 221). Bu, onun ilmi naklederken ne kadar titiz davrandigini göstermektedir.

Görüldügü gibi Muvatta'da bulunan hadisler çok sayida hadis arasindan süzülerek seçilmistir. Bu yüzden hadis tenkidcileri ondaki hadisleri istisnalar hariç sahih kabul etmektedirler.

Muvatta'i, Kütüb-i Sitte'nin altincisi olarak kabul edenlere göre derece itibariyla Sahihayn'dan sonra gelmektedir.

Ancak, bir kisim muhaddisler, ondaki mürsel hadislerin ve Tabiin fetvalari ve fikhî görüslerin çoklugunu ileri sürerek Muvatta'in daha çok bir fikih kitabi oldugunu söylemislerdir (Sûphi es-Salih, a.g.e., 99).

Imam Malik'in, Peygamber (s.a.s), Ashab ve Tabiinden yaptigi rivayetlerin sayisi bin yedi yüz yirmi kadardir. Ibn Hacer, Muvatta'i sahih kabul eder. Ibn Hazm, Muvatta'daki bes yüz hadisin müsned, üç yüz hadisin de mürsel oldugunu ve yetmis civarinida da Malik'in bizzat onlarla amel ermeye terketmis oldugu hadis âlimlerinin zayif olarak degerlendirdigi diger bazi hadislerin bulundugunu söylemektedir (Ebu Zehra, a.g.e., 227).

Âlimler arasinda, Muvatta'daki hadislerin sihhat dereceleri hakkinda muhtelif görüslerin bulunmasina ragmen, Malikîler Muvatta'in tamaminin sahih oldugunu kabul etmektedirler. Zira onlar Muvatta`daki mürsel, mu'dal ve munkati' hadisleri, muttasil senetlere baglamak için gayret göstermisler; senedi, Malik'in rivayetinden muttasil olmayanlari da baska sika ravilerle muttasil olarak tesbit etmislerdir. Onlarin hiç bir yolla muttasil senet bulamadiklari hadisler sadece dört tanedir. Bu durum, Imam Malik'in mürsel, mu'dal ve munkati, olarak naklettigi hadislerin baska tariklerle müsned olarak nakledildiklerini ve dolayisiyla Muvatta'in sahih hadis kitaplarindan biri oldugunu ortaya koymaktadir.

Imam Malik, Muvatta da bes yüz doksan kadar kimseden rivayet etmektedir. Ashabdan rivayet ettikleri, yüz seksen besi erkek, yirmi üçü kadin olmak üzere iki yüz sekiz; Tabiinden olanlar ise, kirk sekiz kisidir.

Muvatta'i rivayet edenler, Imam Malik'in talebeleri olup, Kadi Iyad bunlarin altmis kisi olduklarini tesbit etmistir (a.g.e., 229).

Bu gün elde bulunan Muvatta biri Ebu Hanife'nin talebesi Imam Muhammed'in rivayeti, digeri de Malik'in talebesi, Endülüslü Yahya b. Leysî el-Berberî'nin rivayet ettikleri nüshalara göre basilmistir.

Muvatta, Malikî fikhinin temel kaynagi olup, Imam Malik'in fikihta takip ettigi usul ondaki tertipden açikça anlasilmaktadir. O, Muvatta'da fikhî bir konuyla alâkali hadisi alir, sonra Medineliler'in o konudaki uygulamalarina temas eder, pesinden de Tabiin ve diger fukahanin görüslerini zikreder. Eger bunlarda bir açiklama bulamazsa o zaman sahih olarak bildigi hadislerin ve sair fetvalarin isigi altinda kendi reyiyle ictihad eder, meseleyi çözüme kavustururdu. Imam Malik, ayni zamanda hadis ravilerini arastirip, onlarin adalet, hifz ve zabttaki durumlarini inceleyerek bir tedkik ve tenkit süzgecinden geçiren ilk kimse olma ünvanina da sahibtir (a.g.e., 2i9).

 

Kafirlerin Sifatindan Sakinmak

 

Rahman ve Rahim olan Allah'in adiyla... Muhakkak ki hamd Allah'adir. O'na hamdeder, O'ndan yardim ve bagislanma dileriz. Nefislerimizin serrinden ve kötü amellerimizden Allah'a siginiriz. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptiracak yoktur. Kimi de saptirirsa ona hidayet verecek yoktur. Sehadet ederim ki, Allah'tan baska ilah yoktur; O tektir ve ortagi yoktur. Ve sehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabina salât ve çokça selam eylesin. Bundan sonra; Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! Allah'dan hakkiyla korkmak ne güzel bir ganimettir. Hevâya tâbi olmak ise ne kötü bir kayiptir.  Ey müslümanlar! Allah insanlari kudretiyle yaratmis, diledigini fazliyla hidayete erdirmis ve diledigini de adaleti geregi saptirmistir. Ve bunu Levh-i Mahfuz'da yazmistir. (Sizi yaratan O'dur. Böyle iken kiminiz kafirdir, kiminiz mü'mindir.) Mutluluga erisenlerin yolunu açiklamis ve mutsuzluga ugrayanlarin gittikleri yollari bildirmistir. Müttakileri övmüs ve kafirleri yermistir. Kafirlerin sifatlarindan sakindirmistir. Aziz Kitabi'nda kafirlerin amellerini, inançlarinin bozuklugunu, ahlaklarinin ve davranislarinin kötülügünü açikça ortaya koymustur. Kafir, öldükten sonra yeniden dirilmeyi inkar eder. Kiyamet'in kopacagini kabul etmez. Kaza ve kadere inanmaz. Zorluklara ve musibetlere tahammül edemez. Allah'dan ümidini ve beklentisini keser. Ümitsizlik ve çaresizlik, kafirin özelliklerindendir. (Çünkü kafirler toplulugundan baskasi Allah'in rahmetinden ümidini kesmez.) Konusmasinda yalan vardir. Hatta, tüm kafirler yalan söylerler. Kibir ve gurur, karakteridir. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Kafirler ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadir.) Ayetler, dersler ve ibretler karsisinda yüzçevirir. Hased kalbini doldurmus ve gözlerinden fiskirmaktadir. Müslümanlarin içerisinde bulundugu nimetleri çekemez ve yok olmasini temenni eder. (Ehli kitaptan kafirler de müsrikler de Rabbinizden size bir hayir indirilmesini istemezler.) Hasedinin çirkinligi nedeniyle, kendisiyle beraber cehennemde hasrolman için seni de saptirmaya çalisir. (Onlar kendileri gibi sizin de kafir olup böylece birbirinize esit olmanizi arzu ederler.) Geceleyin müslümanlara tuzak kurar, gündüz onlara oyun oynar. Onlara zarar vermek ve onlardan nimetlerin alinmasi için ugrasir. (Onlar size karsi zafer kazanirlarsa size düsmanlik ederler, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatirlar.) Düsmanlik yüz hatlarinda ve dilinde belirir. Müslümanlara olan öfkesinden parmaklarini isirir. Vicdanlari kötülük ve kalpleri bugz doludur. Müslümanlara tuzak kurarlar. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Onlar bir tuzak kuruyorlar. Ben de (onlara karsi) bir tuzak kurarim.) Güvenilir, güzel ahlakli ve iyi huylu görünür. Menfaatinin pesinden kosar. Allah onlari su kavliyle ifsa eder: (Onlarin kini agizlarindan tasip çikmistir. Gögüslerinde tasidiklari ise daha büyüktür.) Dogrulugun içinde yalani, güvenilirligin içinde hiyaneti gizler. Dilleriyle sizi razi ederler ama kalpleri bunu reddeder. Batili çokça savunur ve gerçekleri gizler. Müslümana karsi entrikasi siddetlidir. Fakat Allah onun oyununu bozar. Kafirlerin oyunu ancak zillet sapikliginda ve kendilerini kusatan asagilik içerisindedir. Süphesiz, kafirlere itaat etmek zillettir. Onlara karsi çikmak ise izzettir. Allah, Rasulü'ne söyle buyurur: (Ey peygamber! Allah'dan hakkiyla kork; kafirlere ve münafiklara itaat etme!) Bilgileri dünya ile sinirlidir. Bununla birlikte Seyhulislam (Ibni Teymiyye) rahimehullah söyle der: "Kafirin bütün amelleri ve islerinde mutlaka faydasinin tam olmasini engelleyen bir eksiklik vardir. Bütün isleri ya bozuktur ya da eksiktir." Kalici olan ahiret bilgisine gelince onlar bu konuda cahildirler. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Onlar dünya hayatinin görünen yüzünü bilirler. Ahiretten ise, onlar tamamen gafildirler.) Ve söyle buyurur: (Fakat onlarin çogu bilmezler.) Mallari ve çocuklari üzerlerine büyük bir sikintidir. Saskinlik ve basibosluk içerisinde yasar. Dünyadaki gayesi zevk ve sefa sürmek, yemek ve içmektir. Yadiklerinde ve içtiklerinde bereket yoktur. Doymak bilmezler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kafir yedi mide ile yer. Müslüman ise bir mide ile yer." Üçte biri yiyecegi, üçte biri içecegi ve üçte biri de nefsi içindir. Mü'minin yiyecegi bereketlidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Iki kisinin yiyecegi üç kisiye, üç kisinin yiyecegi dört kisiye yeter." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. Kafirler hidayet nurundan uzak olduklari için bölük pörçüktürler. Görüsleri farkli farklidir. Düsünceleri çesitlidir. Yaraticilari onlar hakkinda söyle buyurur: (Onlar mutlaka anlasmazlik içerisindedir. Onlara karsi Allah sana yeter. O; isitendir, bilendir.) Aralarindaki çekisme Kitabu'l Mübin'in belirttigi gibi Kiyamet kopuncaya kadar sürecektir: (Onlarin arasina Kiyamet'e kadar sürecek düsmanlik ve kin attik.) Onlar karsi karsiya geldikleri zaman korkaktirlar. Bir müslüman iki kafiri maglup eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Sizden sabreden yüz kisi olursa ikiyüz kisiyi maglup ederler. Sizden bin kisi olursa Allah'in izniyle ikibin kisiyi maglup ederler.) Birbirlerine cimriligi tavsiye ederler. Infak etmede oldukça cimridirler. Misafire ikram etmekten geri dururlar. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriligi tavsiye eden, Allah'in kendilerine lütfundan verdigini gizleyen kimselerdir. Biz, kafirler için alçaltici bir azap hazirladik.)  Kafir, hayiri engeller. Yasak olani yer. Iyilige karsi nankörlük eder. Allah'in nimetlerine sükretmez. Rabbinin nimetlerini inkar eder. (Allah'in nimetini bilirler de sonra onu inkar ederler. Onlarin çogu kafirlerdir.) Cahillik, hevâ ve sapiklik içerisinde yasar. Çikis yolunu bulamaz. Ve çikisa muvaffak olamaz. Dogru yolu bulmasina yarayacak âzâlarindan yararlanamaz. Kalbi sagirdir. Kulaginda agirlik ve gözünde perde vardir. Hakki duymaz ve hidayeti görmez. Seytanlar kendisini alabildigine günah islemeye tesvik eder. Lezzetleri elde etmek için hevâsina uygun olarak hareket eder. Bunun sonucu amelleri bosa gider. Amel isler ve ameli karsiligi mükafat alamaz. Dünyada yorulur ve ahirette azap görür. Rabbimiz celle ve alâ onu sevmez. Allah subhânehu kafirlerin düsmani oldugunu bildirmistir. Hayir veya ser, bir amel isleyen her kula mutlaka Allah amelinin karsiligini verir. Allah bir kula bugzedince Cebrail'e söyle seslenir: "Ey Cibril! Ben falana bugzediyorum, sen de ona bugzet." Cebrail de bugzeder ve sema ehline seslenir: "Muhakkak Allah falan kisiye bugzediyor, siz de ona bugzedin." Ve sema ehli de ona bugzeder. Sonra yeryüzünde de o kisiye bugzedilir." Müttefeku'n aleyh.  Imam Ahmed söyle der: "Kafiri gördügümde Allah'in düsmanini görmemesi için gözümü kapatirim." Cansizlar onun küfrünü dile getirir ve ahir zamanda mübarek topraklar onu disari atar. Agaç, "Ey mü'min, bu kafirdir" der. Tas, "Ey mü'min, bu kafirdir" der. Bunu Imam Ahmed rivayet eder. Deccal çiktigi zaman Medine üç kez sallanir ve kafirler el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem'in sehrinden çikarlar. Allah'dan uzaklasmada nefsin çektigi acilar vardir. Günahlarin acisina ugranilir. Gögüs darligi ve sikintisi vardir. Iman ve sukûnet lezzetinden mahrum olunur. Onu lanet kusatir ve üzerinde gazap dolasir. Onlar Allah'in en kötü kullaridir. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Iste onlar yaratilanlarin en kötüleridir.) Sayilarina gelince onlar yeryüzünde bulunanlarin en çogudur. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Fakat insanlarin çogu iman etmezler.) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Allah söyle buyurur: "Ey Adem! Atese girecekleri çikarip gönder." Adem, "Atese gideceklerin miktari ne kadardir?" der. Allah, "Her bin kisiden dokuzyüz doksan dokuzu" buyurur." Bu hadisi Buhari rivayet eder. Diger bir lafizda "her bir yüzden doksan dokuz" olarak zikredilir. Kafirin ölümüyle kullar ve ülkeler rahat eder. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Mü'min kul dünyanin yorgunlugundan ve eziyetinden kurtularak Allah'in rahmetine (kavusur). Fâcir kul ise; kullar, ülkeler, agaçlar ve hayvanlar kendisinden kurtulur." Bu hadisi Buhari rivayet eder.  Kafir dünyada bin yil yasamak ister. Kendisine ölüm geldigi zaman bundan hoslanmaz. Melekler ruhunu çikarmak için yüzüne ve arkasina vurur. Kabrine konuldugu zaman kaburga kemikleri birbirine geçinceye kadar sikistirilir. Demirden çekiçlerle öyle bir darbe vurulur ve bagirir ki insanlar ve cinler hariç civarindaki her sey bunu duyar. Bir rivayette, "sayet bir daga vurulsaydi toprak olurdu" denilir. Kabrine ates serilir. Azabi süreklidir. Kabrinden hesap için kalktiginda yüzü simsiyah bir sekilde kalkar. Yüzü asiktir ve üzerinde toz-toprak vardir. Bir siyahlik kaplamistir. Korkudan gözleri mavilesmis ve kalbi küt küt atmaktadir. Canlilar arasinda yüzünün üzerinde yürür bir sekilde hasredilir. Enes radiyallahu anh söyle der: "Ey Allah'in Rasulü! Kafir nasil yüzüstü hasredilir?" Söyle buyurdu: "Onu dünyada iki ayagi üzere yürütenin Kiyamet günü yüzü üzere yürütmeye gücü yetmez mi?" Bu hadisi Buhari rivayet eder. Bogazinda zincirler ve bukagilar vardir. Suçlular bir kismi diger bir kismina baglanarak götürülür. Onlar o gün susamistirlar. Sagirlar, dilsizler ve körlerdir. Arkadaslari onlardan uzaklasir. Onlar da arkadaslarindan uzaklasirlar. Yiyecekleri zakkumdur. Içecekleri ise kaynamis sicak sudur. Bazen ondan içer, midesini ve bagirsaklarini parçalar. Bazen basinin üzerine dökülür, derisini eritir. Atesler arasinda tutusur. Çektigi acilardan dolayi cesedi ve azi disi kat kat büyür. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kafirin azi disi Uhud gibidir. Cildinin kalinligi üç günlük mesafedir." Bu hadisi Müslim rivayet eder. Müslim'deki bir baska lafizda ise "Cehennemde kafirin iki omuzu arasinda hizli bir binicinin üç günlük mesafesi vardir." seklindedir. Bu onlara uygun bir cezadir ve Rabbin asla kullara zulmedici degildir. Bütün bunlardan sonra ey müslümanlar, iste bunlar kafirlerin sifatlari ve özellikleridir. Ve karsilasacaklari cezalardir. Çesitli çirkinlikler ve birbirini takip eden kötülükler...  Ey Allah'in kulu! Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in haber verdigi su duruma düsmekten kork! Söyle buyurur: "Karanlik gecenin safhalari gibi olan korkunç fitnelerden önce salih amelleri islemekte acele edin. O fitneler arasinda insan mü'min olarak sabahlar, kafir olarak aksama girer. Veya mü'min olarak aksamlar, kafir olarak sabaha çikar. Dinini az bir dünya mali karsiligi satar." Bu hadisi Imam Ahmed rivayet eder.  Kafirlere benzemekten sakin ve müslümanlarin yoluna koyul. Farz namazlari eda et ve onlari mescidlerde cemaatle kil. Onlari terkeden kötülerin arasina katilir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bizimle onlarin arasindaki ahd namazdir. Kim onu terkederse kafir olmustur." Kovulmus seytandan Allah'a siginirim. (Cehennemlikler ile cennetlikler bir olmaz. Cennetlikler, istediklerine erenlerin ta kendileridir.) Allah beni ve sizleri mübarek eylesin... Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur. Sehadet ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na, ailesine ve ashabina salât eylesin. Bundan sonra ey müslümanlar; dis görünüste benzemek, iç dünyada da benzemeyi gerektirir. Bu ümmetin ilkleri olan sahabelere ve tabiine benzemek akli, dini ve ahlaki artirir. Dis görünüste kafirlere benzemek ahlakta ve çirkin islerde onlara benzemeye neden olur. Bir tür sevgiyi ve muhabbeti, iç dünyada dostluk hissetmeyi dogurur. Bu nedenle davranislarinda ve görüslerinde müsriklere muhalefet et. Onlarla dostluk kurmaktan sakin. Onlari dost edinme ve onlara bugzet, düsmanlik et. Onlardan ve dinlerinden uzaklas. Kendi dininle gurur duy. Onlarin hidayeti ve Islam'a daveti için çalis. Sana dogruyu gösterdigi için Allah azze ve celle'ye çokça övgüde bulun. O'ndan bu yolda devamlilik dile. Allah'a karsi samimi ol ki, durumun iyi olsun. Kalbinden kin ve nefreti söküp at ki insanlar seni sevsin.

 

BİDAT OLAN KANDİL GECELERİ

 

Peygamber salallahu aleyhi ve sellem'den kutlaması hakkında sahih bir nakil sabit olmayan ve genellikle islam aleminde ve özellikle de ülkemizde, kutlanan bazı kandil geceleri hakkında, müslümanları uyandırmayı kendimize görev bilerek bu araştırmayı yaptık. Cenabı Hak'dan bütün müslümanlar için faydalı olmasını dileriz.

Şimdi ise bu kandil gecelerini tertip üzerine arz edip, onları kutlamanın meşru ve gayrı meşru olması konusunda İslam alimlerinin görüşlerini de zikredeceğiz.

1) MEVLİT KANDİLİ: İsminden de anlaşıldığı üzere Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in doğduğu gecedir, Rabi'u'l-Evvel ayının on ikinci gecesine rastlamaktadır. Bu gecenin ne fazileti ve ne de kutlanması hakkında hiç bir rivayet sabit olmamıştır. Dolayısıyla Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem doğum gecesini ne kendisi ne ashabı ve ne de selefi salibin kutlamış değildir. Bunun üzerine İlim ehli bu geceyi o maksatla ihya etmeyi ve de mevlit okumayı dinde ihdas edilmiş bir bid'at saymışlardır. Nitekim okunan mevlidin de bu babtan sayıldığı ilim ehiince malumdur.(l)

2) REGAİP KANDİLİ:

Bu geceyi İhya etrnek maksadıyla Recep ayının ilk Cuma gecesi yani akşamla yatsı arası kılınan on iki rek'atlık namazın ve bu geceninfaziletihakkındadayanılan rivayet şudur:

Enes İbn Malik (radıyallahuanhu) Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellemj'in şöyle dediğini rivayet ederi:

"Recep ayında orucun faziletini zikrettikten sonra, devamla) "O aydabulunan İlk Cuma gecesinden gafil olmayın. Çünkü o, meleklerin regaip diye isimlendirdikleri bir gecedir. Kim recep ayının ilk Perşembe gününü oruç tutar veo günün, akşamla yatsı arası on İki rekat namaz kılarsa, (namazın keyfiyetini açıkladıktan sonra) Ailah-uTeala o kimsenin günahlarını bağışlar" (2)

İbnu'l-Cevzi bu hadis hakkında şunları söyler:

"Bu hadis Allah Rasulu (sallaliahu aleyhi ve sellem) üzerine uydurmadır. Ali İbn AbdiÜah İbn Cahdami bu rivayetiyle ilim ehli tarafından itham olunup yalancı sayılmıştır. Şeyhimiz hafız Abdulvahab'ı şöyle derken işittim: Bu hadisin ravileri meçhuldür. Ravilerle ilgili bütün kitaplarda onları aradım ve bulamadım". (3)

İbnu'l-Cevzi sözüne şöyle devam eder:

"Bu hadisi uyduran kimse bid'atında çok aşırı gitmiştir. Çünkü bu namazı kılan kimse önce gündüz oruç tutacaktır. Belki de o günün gündüzü çok sıcaktır, oruçlu olunca da akşam namazına kadar haliyle yemek yeme imkanı bulamıyacaktır akşam nama­zından sonra, bu namaz için uzun tesbihat sebebiyle kıyamda ve secdede duracak gayet eziyet çekmiş olacaktır. Ben doğrusu ramazan ve teravih namazlarına nazaran insanların bunda, nasıl izdihamlaştıklarını kıskandım. Bilakis bu namaz halk indinde diğerinden daha büyük ve değerlidir. Çünkü bu namazda diğer beş vakit namaza gelmeyenler hazır bulunuyor.(4)

Hafız Ebu'l-Hitab ise şunu söyler: "Regaib namazını uydurmakla ittiham edilen kimse Ali Ibn Abdillah İbn Cahdami'dir. Meçhul olan raviler üzerine uydurmuştur. Ki bunlar, kitabların tümünde mevcut değildir.(5)

Hafız el-irakı şöyle der:

"Rezzin, kitabında bunu irad etmiştir. O uyydurma bir hadistir" (6)

İmam Tartuşi şu sözünü ekler:

"Receb ayındaki regaip namazı ise, Beyti'l-Makdis'de bizim bulunduğumuz yerde ancak h.480 senesinde ihdas (uydurulmuş) edilmiştir. Bundan Önce bu namazı ne gördük ve ne de duyduk". (7)

Görüldüğü gibi bu gecede mevlit okuma işi bu namaza nisbeten yeni sayılıp daha sonra uydurulmuştur.

3) Mİ'RAC KANDİLİ:

Recep ayının yirmi yedinci gecesidir. Sünnet ve Bİd'atler kitabının yazarı (rh) recep ayındaki bid'atler bölümünde şunları söyler:

"Mi'rac kıssasını okuyup recep ayının yirmi yedinci gecesini kutlamak ve bazı insanların bu geceye has bazı zikir ye ibadette bulunmaları bid'attır. Recep, Şa'ban ve Ramazan aylarında okunan -gayrı sabît-dualar bid'at ve uydurmadır, şayet bunlarda bir hayır olmuş olsaydı bizden öncekiler bunda bizleri geçerlerdi. ;İsra, Mi'rac ve mezkur ayın ihyasına dair hiç bir delil kaim olmamıştır". (8)

Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye'de Recep ayının yirmi yedinci gecesi ile ilgili olan namaz hakkında şöyle der:

"Muteber alimlerin belirttiği gibi; İslam alimlerin ittifakıyla bu, (namaz) meşru değildir. Bu ancakcahil ve bid'atçı kimseden sudur eder,"(9) Bu gecedede mevlit okumak adet halini almıştır. Böylelikle bir bid'ata diğer bir bid'at eklenmiş olunmaktadır.

4) BERAAT KANDİLİ:

Beraat Kandili ise Şaban ayının ortasında olan geceye denilmektedir. Bu gecenin faziletiyle ilgili bazı rivayetler gelmiştir. Örnekolarak bir kaçını zikredelim.

Hz. AIİ (radiyallahu anh)'dan Allah Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) şunu demiştir:

"Şaban ayının ortasında olan gece olunca, gecesini ihya eden gündüzünü de oruçlu geçirsin" (10)

Diğer bir rivayet ise şöyledir: Ebu Musa el-Eş'ari (radiyallahu anh)'dan Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

"Şaban'ınortasındabulunan gecede Allah-u Teala mahlûkatına nazar eder. Müşrik ile cimri müstesna olmak üzerebütün mahlukatını affeder. (11)

Yine başka bir rivayette de şöyledir:

Hz.Aİşe(radiyallahuanha)'danNebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir:

"Bu gecede Adem oğlundan her doğacak ve ölecek olan yazılır. Ve yine bu gecede onların amelleri yükselir ve rızıkları iner". (12)

Ancak bu rivayetlerde zikrettiğimiz rivayetlerden hiç birisi sahih değildir. İlk rivayet Hz. Ali'nin rivayetidir.

İmam Busiri şöyle der: ,. ••, "Bu rivayetin senedinde İbnu Ebi Sebure vardır. Asıl ismi, Ebu Bekr İbn Abdillah İbn Muhammed İbn Ebi Seburedir. İmam Ahmed İbn Hanbel ve Yahya İbn Ma'İn; bu adamın hadis uyduran bir kimse olduğunu söylediler."(13)

İkinci rivayete gelince, Ebu Musa el-Eş'ari'nindir. İmam Busiri der ki:

"Ebu Musa'ya ait hadisin senedi zayıftır. Bu da Abdullah bin ebi Lehi'a'nın zayıf oluşundandır. Birde Velid bir Müslim'in tedlis yapması söz konusudur.(14)

Diğer rivayette Hz. Aişe'nindir. Hz. Aişe'nin Ebu Musa'nın rivayetine benzeyen başka bir hadisi daha vardır. İmam Beyhaki, iki rivayeti de Da'vut'ul-Kebir kitabında tahricettikten sonra şöyle der:

"Bu hadisin isnadında ve öncekinde de meçhul olan kimseler vardır. Diğeri birine inzimam edilince biraz kuvvet kazanır." (15)

Bid'at İle İlgili eserinde bu rivayetleri serdeden Ebu Şame akabinde şunu söyler:

'Bu rivayetlerde hususi bir namazın beyanı yoktur. Ancak bu gecenin faziletini belirtmektedir. Geceyi ihya etmek ise bütün senenin gecelerinde olduğu gibi müstehabtır. Mahzur ve münker olan şey. bazı geceleri hususi bir keyfiyette hususi bir namazla tahsis etmek, Cuma, Bayram ve Teravih gibi ve bunu da islamın şiarından olan mezkur ibadetler gibi izhar etmektir. (16)

BERAAT KANDİLİNDE KILINAN NAMAZ

Aileme Ali ibn ibrahim bu namaz hakkında şöyle der:

•Şaban ayının ortasında geceleyin kılmak üzere ihdas edilen (Uydurulan) onar defa ihlas suresi okumak suretiyle cemaatle kılınan Cuma ve Bayramlardan daha fazla önem verilen yüz rek'atlık elfiye namazına gelince, hakkında ancak ya zayıf ya da uydurma haber ve eser gelmiştir. Kut'ul-Kulub ve Ihyau Ulumu'd-Din sahihlerini zikretmesine veya Salebi tefsirin kadir gecesi olduğunusöylemesinealdanma.'(17)

Hafız İrakı Şöyle der:

'Beraat namazı hakkındaki hadis batıldır1 (18).

İbnu'l-Cevzi'de: 'Şüphesiz bu hatife uydurma" demektedir '(19)

Şeyhu'l-İslam ibnu Teymiyye de buna benzer söz söylemiştir.(20)

BU NAMAZIN ÇIKIŞ TARİHİ:

imam Tartuşi şöyle anlatır: "Bana Ebu Muhammed el-Makdİsİ

haber vererek dedi ki: Bu, bizde ilk olarak 448 h. senesinin evvelinde ihdas edilmiştir. Nablus şehrinde İbnu Ebi'l-Hamra adıyla tanınan birisi Beyt'l-Makdise geldi Güzel tilaveti vardı, kalktı ve Mescidi Aksada Şaban ayının ortasında (15'inde) bulunan gecede namaz kıldı arkadan ona birisi uydu ondan sonra bir başkası daha sonra bir diğeri eklendi, neticede namazı bitirinceye kadar kalabalık bir cemaa! oldu. Gelecek sene yine geldi ve arkasında birçok insan bu namazı kıldı. Mesciddebuyayıldı. Böylelikle Mescidi aksa'a ve insanlarının evlerinde bu namaz intişar etti. Daha sonra bir sünnetmiş

^^^^^——MÜHM^^^^^^^^^—— 1

gibi günümüze kadar bu namaz devam edegeldi. (21)

Nitekim aynı şekilde bu gecenin İhyası için camilerde mevlit okunmaktadır. Bunun sebebi ise şeytanın bu cahillere amellerini süslü ve meşru göstermesidir.

Bazı kimseler insanların manevi gıdalarını tıkadığımız İddiasıyla bu makaleyi hoş görmeyebilirler. Ancak bu gibi kardeşlerimize Peygamber (sal lallahu aleyhi vesellem)'in Hz. Aişe(radiyallahu anha)'dan gelen sahih bir hadisi şerif i hatırlatmak isteriz.

"Kim bizim üzerinde bulunmadığımız bir ameli işlerse, o amel merduttur'(22) Binaenaleyh, sahih dellillere dayanmayan herhangi bir amel manevi bir gıda değildir.

Cenabı Hak cümlemize hakkı hak bilip ona tabi olmayı ve batılı da batıl bilip ondan kaçınmayı nasip eylesin ve bizleri kendi rızasına uyguna ameller İşlemeyi nasip ve müyesser kılsın.

1) Hayrettin Karaman Islamtn ışığında günün meseleler: s. 121 '

2) Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 39-40

3)age esers. 40 İbnu't-Cevzi, el-Mevdu'atc.2s. 125-126

4) Ebu Şame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.30. İbtıu'l-Cevzi. el-Meydu'at c.2s. 127

5)EbuŞ3me el-BaisuAla inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s.40

6)Çukayn, Es-Sunenu ve'l-Mubîede'at s. 140

7) Tatusi, EI-Havadisu ve'l-Bida'us. 133

8) Şukayri, Es-Sunenu ve 'l-Mubtede 'at s, 143 9}age. s.143

10)ibn MacE Süneni: 1388. Beyhaki, Fedailu'l-Evkst:24, Şuabu'l-İmanda3542. Ibnu'l-Cevzi, EI-ile!u'l-Mutenahiye, c.2s. 71

11) Buseyri, Misbatıu'z-Zucace fi Zevaidi İbn Mace c.2 s. 10

12)İmamBeyhaki, Ed-Da'vut'l-Kebirteiyaıma)EbuŞame el-Baisu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 35

13)Busiri, agec.2s.10

14)age c.2s.W

15) İmam Beyhaki, Ed-Da 'vut't-Kebir (e! yazma)

16) Ebu Şame el-Baişsu Ala inkari'l-Bida'i ve'l-Havadisi s. 35

17)MuhanmedTahirBinAliel-Hindi, Tezk i rai u'l-Mevduat s.45

18)Şukayri, Es-Sunenu ve'l-Mubtede'at s. 144

19)ibnu't-Cev2İ, el-Mevdu'at c.2 s. 127

20) İktidau's-Sıtatu'l-Mustakim c. 2 s. 632,639

21) Tartuşi, EI-Havadisu ve'l-Bida'u s. 132

22) Buharı, Müslim.

 

KEBAIR
- Ebu Bekre radiyallahu anh anlatiyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük günahlarin en büyügünü haber vereyim mi?" buyurmus ve bunu üç kere tekrar etmislerdi. Biz: "Evet!" deyince:

"Allah'a sirk kosmak, anne ve baba haklarina riayetsizlik, cana kiymak!" buyurdular. Bu sirada dayanmis durumda idi, yere oturup:

"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan sahidlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keske kesse artik!" temennisinde bulunduk."

Buhâri, Sehâdât 10, Edeb 6, Isti'zân 35, Istitâbe 1; Müslim, Imân 143, (87); Tirmizi, Sehâdât 3, (2302).

- Ubeyd Ibnu Umeyr babasi radiyallahu anh'tan anlatiyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir adam kebâirden sormustu, söyle cevap verdiler:

"Onlar dokuzdur!" buyurdular ve saydilar: "Sirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim mali yemek, savastan kaçmak, namuslu kadinlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksizlik, kibleniz olan Beytu'l-Haram (da masiyet islemey)i sagliginiz veya ölümünüzde helal addetmek."

Ebu Dâvud, Vesâya 10, (2875); Nesâi, Tahrim 3, (7, 89).

- Ibnu Mes'ud radiyallahu anh anlatiyor: "Dedim ki: "Ey Allah'in Resûlü! Allah nezdinde en büyük günah hangisidir?"

"Seni yaratmis olan Allah'a es kosmandir!" buyurdular.

"Sonra hangisidir?" dedim.

"Seninle birlikte yiyecek diye, evladini öldürmendir!" buyurdular. Ben yine:

"Sonra hangisidir?" dedim.

"Komsunun helalligi ile zina etmendir!" buyurdular."

Buhâri, Tefsir, Bakara 3, Furkân 3, Edeb 20, Muhâribin 20, Diyât 1, Tevhid 40, 46; Müslim, Iman 141, (3181, 3182), Tefsir, Furkân; Nesâi, Tahrim 4, (7, 89, 90); Ebu Dâvud, Talâk 50, (2310).

- Ibnu Amr Ibni'I-As radiyallahu anhüma anlatiyor: "Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm:

"Kisinin anne ve babasina sövmesi büyük günahlardandir!" buyurmuslardi. Orada bulunanlar:

"Hiç kisi anne ve babasina söver mi?" dediler.

"Evet! Kisi, bir baskasinin babasina söver, o da babasina söver; annesine söver, o da bunun annesine söver!" buyurdular."

Buhâri, Edeb 4; Müslim, Imân 146, (90); Tirmizi, Birr 4, (1903); Ebu Dâvud, Edeb 129, (5141)

 

KUR'ANI ANLAMADA SÜNNETİN YERİ

Allah'ın yüce tevhid dini olan islam, her devirde insanlara iki kaynaktan gelmektedir. Birincisi Allah'ın kitabı, ikincisi ise O'nun elçilerinin sünnetidir.

Bunlar et ve tirnak gibi birbirlerinden ayrılmayan iki unsurdur.

Bunların birini diğerinden ayırdığın zaman ne dinin gerçek manası anlaşılabilir, ne de sıratı mustakim bulunabilir.

Sünnetsiz bir kitap anlayışı, sürücüsü olmayan bir vasıte gibidir. Hedefe ulaşmak isteyen yolcular nasıl ki sürücüsüz o yolda bir ilerleme kaydedemiyorlörsa, aynen Allah'ın kitabını anlamada ve yaşamada sünnete ihtiyaç duyulmazsa, insanlar yaradılışlarının gayesi o!an hedefe ulaşmada asla bir ilerleme kaydedemezler.

Yine aynı şekilde, eğer vasıtaya ehli olanı aromo ve onu bulma gibi bir g irişime ihtiyaç duymadan ve o vasıtaya ehli olmayan bir sürücü oturtulduğunda naşı l ki yolda oraya buraya yalpo yopmalarveya bir uçuruma yuvarlanma gibi bir sonuca varılırsa, ay nen de yine Kur'anı anlamada ve yaşamada ehli olmayan birilerine onu izah ettirme, beyan ettirme gibi girişimler dede, sfratımustakimdenyolpalarnalarve kaymalar kaçınılmaz olacaktır.

İşte bundon dolayıdır ki, biz bu yazımızda flllah'ın kitabını anlamada ve onu pratik olarak uygulamada kendisine başvurulmadan birçok çarpı ki iği n çıkacağı sünneti iyi anlamayo. Onun Kur'anı izah etmede olsun, onu beyan etmede olsun,

veya tersi r etmede olsun ne denli bir tesiri ve değeri olduğunu kavromayo çalışacağız.

Mevzurnuza<|irmedenönce isterseniz sünnet'in böyle bir selahiyete sahip olduğunu onaltan dejilleri nelerdir, onları zikredelim. : <;

!    Birinci   olarak Rabbimiz   nahl suresinde şöyle buyurur:

"Ey Muhammed, sana cici bu zihri indirdik ki, insanlara kendilerine indirileni beyan edesin. Umıılurki tefekkür ederler" (Nahl 44 ay) "

" ••'• 6u ayeti kerimede goyet açık bir şekilde ifade edilen, "Kur'an'ın beyanı, tefsiri, izahı Allah resulü (sav)'e ait oluşudur"

Bu görev ona verilmiş ve onun kur-an-ı tefsir etmeye selahiyeti olduğu bu ayette anlatılmıştı r.

Binaenaleyh, hiç kimse Allah'ın kitabındaki tefsire ihtiyacı olon ayetleri, izaha muhtaç olan hükümleri, peygamberi bir anlayıştan uzak anlama yetkisine sahip değildir. Velevki fasih bir arapça bilme gibi bir imtiyaza sahip de olsa.

Hatta ve hatta, sahabe olma gibi bir imtiyaz dahi, Kur'an-ın beyana ihtiyacı olan hükümlerini anlamaya yeterli değildir.

Bu konuda bir iki misal verecek olursa, biraz önceki izah ettiğimiz iki vasfı kendilerinde bulunduran sahabilerin dahi. Kur'an-ı sünnete tefsir ettirmeden anlayamadıklarını görmüş oluruz.

"Yiyinîz, içiniz ta ki fecrin siyah ipliği beuoz ipliğinden auırdedilineeve kadar" (bakara 187ay)

Ayet-i kerimesi inince, adiy İbnu Hatem deni len sohobi, gerdekten birsiyah iplikle bir beyaz iplik olarak ramazan gecesinde en son yenilecek vakti tayın etmeye kalkışır. Bir karışıklık hissedince adiy İbnu Hatem meseleyi flllah resulü (sav)'e sorar. Resuiullah (sav) de şöyle buyururlar:

- "Bu senin anladığın manada değil; buradaki beyaz iplik ile siyah iplikten maksat, gecenin karanlığı ile gündüzün beyazlığıdır" (Müslim 3 C l 090 - Buharı 4. c. l 780)

İkinci olarak:

"İman edip de, imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya işte onlar emniyette olanlardır" (£n 'am 82 ay.) flyeti kerimesi nazil olunca, sahabe zulmün bütün çeşitlerinigözönünde bulundurarak bundan bayağı korktular. Hatta bazıları:

- ya resulullah hangi birimiz nefsine zulmetmemiştirki dediler, Allah resulü (sav) ise, bürodaki zulmün onların anladığı manada bir zulüm olmadığını dolayısı ile buradaki zulmün 'Şirk" oiduğunu ifade etmiştir. (Buhari 9c 43S5s)

Hulasa, bu ve bunlar gibi daha bir çok mevzuda, sahabeler kur'an-ı Sünnetle anlamıslar ve Sünnet'le yaşamışlardır.

Yine aynı sekilde, zikredeceğimiz şu ayeti kerimede. kur'on-ı n izahı ve beyanını resulün yapacağını açıkça zikretmektedir:

"Her kim, HUDA kendisine beyan olunduktan sonra, peygambere muhalefet eder ve mü'minlerirı yolundan başka bir yola tabi otursa onu döndüğü yola bırakır. Ve onu cehenneme sokarız, orası ne kötü bir yerdir" (Nisa 1 l 5 ay)

Ayeti kerımeyedikkat edilirse, kur'an-ın diğer birismı olon "HUDA"nın peygamber tarafından beyan edileceğine burada işaret ediImekte ve ayrıyeten bu beyana (yani

resulün tefsirine) muhalefet edenlerin kötü bir akibetlerî olacağı bildirilmektedir.

Vine aynı şekilde:

"Ey Muhammedi Cibril sana vahyi getirdiğinde acele edip dilini depretme. Onu toplayıp gönlünde cem'etmek bize aittir. Sen sadece Kur'an okunduğunda onu takip et yeter. Sonra onu senin lisanın ile beyan (tefsir) etmek de bize aittir" (Kıyamet.17.18,19)

Görüldüğü gibi yine bu ayeti kerimede de Allah-u azze ve Celle, Rasulü-ne kur'an-ın vahyedilişi esnasında acele etmemesini ve onu sadece dinlemesini emrediyor, flyeti kerimen in sonda k i "Sonra muhakkak ki onu beyan etmek de bize aittir" ifadesiyle, Kur'anın İzah ve tefsirinin tekrar bir vahyiyle resule verileceğini izah ediyor.

Hulasa bu ve bunun gibi daha bir çok ayeti kerimeler var ki bunlar, sünnetin de vahy olduğunu ve aynyeten onun Kur'anı beyan ve tefsirde tek yetkili merci oluşunu açıkça beyan etmektedir.

Ayrıyeten Allah Resulü (sav)'in şu hadisi şerifleri de bu konudaki açık delillerdendir:

Ebu said el-Hudri (ra)'dan, Resulullah sav şöyle buyurdular:

"Ey insanlar! size iki ağırlık bıraktım. Bunlar, Allah'ın kitabı Kur'an ve benim sünnetim. Kur'anı zorlaştırmayın sünnetimle konuşturun..." (Bağdadi fakih l .c.94)

Buraya kadar zikredilen ayet ve Hadislerin ortaya koyduğu mesaj çok açıktır. yani, sünnetsiz bir kitap anlayışı mümkün değildir. Muhakkak ki kitabı sünnetle konuşturma mecburiyetindeyiz.

Öyleyse biz de mevzunun son bölümü olan "Kur'anı anlamada sünnet'in yeri ve tesiri" ile alakalı bazı özlü esasları arzetmeye çalışalım.

Bastan beri delilleri ile de anlattığımız gibi "Umumen Kuranı beyan etme esası" sünnetin görevidir. Bu umumu cüz'lere ayırarak izah edecek olursak, birinci olarak sünnet: KU'RANIN MÜCMELİNİ BEYAN EDER

Yani, sünnet Kur'an'da mücmel olarak zikrolunan hükümlerin ya amel keyfiyetlerini, ya sebeplerini, ya şartlarını, yada manilerîni açıklar.

Mesela namzların vakitlerini, nasıl ve ne sekilide kılınması gerektiğini. Zekatla alakalı nisabı ve hangi mallardan zekat verilip hangisinden verilmeyeceğini. Orucun hükümlerini, oruçla ilgili Kur'an'da bulunmayan izah edici hususları. Teharet ve onunla ilgili konuları hac ve; menasiklerini, kurbanla alakalı bilgileri, avlanma konusu. Nikah, talak ve bunlarla alakalı ayrıntılı bilgileri, cinayetler, kısas vesaire gibi Kuran'da.;mücmel olarak zikredilen konuların beyanı, izahı tamamen, sünnet'eatttir,

 

İkinci olarak sünnet:

KUR'ANIN UMUMİ OLAN HÜKMÜNÜ TAHSİS EDER .

Sünnetin Kur'an-ın umumunu tahsise gelince burada bilindiği gibi:

"...Kur'an'da umumi olorak bir şey zikredilir, sünnet ise bundan bazısını tahsis ederek istisna kılar,.." Örneğin: Kur'an umum olarak ölü etini haram kılmıştır.

"Allah size ölü etini, kani, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilenleri haram kılmıştır" (Nahl l l 5)

Sünnet ise, umurnen haram kılınan bu hükümden, denizin ölüsünü ve çekirge ölüsünü bundan müstesna kılarak helalliğini tahsîs etmiştir.

Allah resulü (sav) şöyle buyurdular: "Size iki ölü helal kılındı. Bunlar balık ve çekirge" dir. (İbni Mace 93314)

Kur'an yine umumen yukarıda zikredilen ayeti kerimede de görüldüğü gibi kan'ı haram kılmıştır.

Sünnet ise, Kur'an'ın umumen haram kıldığı kan'dan karaciğeri ve dalak'ı müstesna kılarak, Kur'an-ın umumunu tahsis etmiştir.

Resulullah (sav) şöyle buyurdular: "İki kan sizlere helal kılındı. Bunlar Karaciğer ve dalak'tır" (İbnMace 331 4)

yine Kur'anı kerim, nikah altına alınacakların haram olanlarını bildirdiği halde "Bunların dışındakiler size helal kılındı"

Sünnet ise yine, .ayeti kerimedeki kendileri ile evlenilmesi hararn olanların dışında, Allah resulü'nün "Kadın, halası ve teyzesi ile birlikte nikah altına alınamaz"

(Müslim 4 c.- 1 408) hükmüyle, Kur'an-ın bu umum hükmünden bunları istisna kılarak tahsis etrniştîr'"

yine üçüncü olarak sünnet: KUR'ANIN MUTLAK İFADELERİNİ TAKYİD EDER

Sünnet'in Kur'anın mutlak ifadelerini takyidi ne gelince bu da Kur'an'da zikredilen bazı ifadelerin sınırını tesbit manası nadir. Aynen şu ayeti kerimede olduğu gibi:

"Erkek ve kadın hırsızın, İrtikab ettikileri suça karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah aziz'dir Hakim'dir" (Maide 38 ay)

Görüldüğü gibi bu ayeti kerimede Allah-u azze ve Celle hırsızın elinin kesilme­sini ferman buyurmuştur. Dolayısıyle, her çalınan şey için mutlak elin kesilmesi gerek­mektedir bu ayeti celileye göre. (yani, değersiz bir kalemi çalanın da eli kesilir veya bir meyve çalanın da eli kesilir) ayrı yeten,arapçada"YED" parmak ucundan omuza kadar olan kısım olması hasebiyle "elini kesin" ifadesiyle omuzdan kesilmesi gerekmektedir.

Oysa ki sünnet, bu konuda bir sınır tayin ve tesbit ederek birinci olarak demiştir ki :"elin kesilmesi için çalınan malın değeri çeyrek dinar ve fazlası değerinde olmalıdır".

Aişe (ra) şöyle dedi: Resulullah (sav) dinarın dörtde biri ve daha fazla kıymette bir mal çaldığı zaman hırsızın elini keser idi" (Müslim 5 C 1684-Tirmizi 3. C. 1471).

ikinci olarak demiştir ki; "Ne meyvede ne de hurma çiçeğinde el kesme yoktur" (Tirmizi 3. C 1475)

Ve üçüncü olorak y ine bir kayıt getirerek: "el, bilekten kesilecektir" (Buhari 14. c. 6650S) demiş, ayrıyeten bu elin boyuna ası imasını da zikretmiştir.

Hulasa, daha bir çok misaller var ki, sünnet'in "Gerek Kur'an'ın mücmelini beyan etmede olsun" "gerek Kur'an-ın umum hükümlerini \t tahsisetmede olsun.." "Gerekse Kur'an-ı n mutlak " ifadelerini takyîd etmede olsun..".söz sahibi olduğu açıktır.

Sünnet'in Kur'an üzerindeki bu yetkisinin dışında ayrıyeten:

KUR'AN'DAN AYRI HÜKÜM KOYMA SELAHİYETİNE SAHİPTİR ..

Her ne kadar, "Sünnet Kur'andan Ayrı., hüküm koyma selahiyetine sâhiptir"de desek"' bilindiği gibi bü.^Allah'ın hüküm koyması de­mektir.

Yani, Kur'an ve Sunnet vahy olduğu için, iki kaynaktaki konuları hükümler de Allah'ın hükümleridir. Ki zaten Rabbimiz bir ayeti celilesinde şöyle buyuruyor:

"Hüküm yalnız Allah'ındır" (en'am 57. ay)

Sünnet'in Kur'an'dan ayrı hüküm koyma selahiyetinesahib olduğunu Rabbirniz şu ayeti kerimede zikretmektedir:

"Allah ve Resulü bir şeye hükmettikleri zaman mü'min erkek ve mü'min kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur" (ahzab 36 ay)

Ve böylece Allah resulü (sav) (yani sünnet); Öylen namazının dört rekat oluş hükmünü, ikindinin dört rekat oluş hükmünü, akşamın üç, sabahın da iki rekat oluş hükmünü koymuştur.

^

Bununla beraber sünnet, evli olupda zina eden kadın ve erkeğe "RECM" hükmünü Kur'an nikah altına alınmaları yasak alanları açıkladığı halde sünnet, bunların haricinde; "Kadın, halası ve teyzesinle beraber nikahlanamaz" hükmünü de, sünnet bunların haricinde; "ehil eşek etinin haram oluş hükmünü" "yırtıcı hayvanların etinin haram oluş hükmünü" "Kur'an, ölü etinin haram olduğunu beyan ettiği halde, sünnet denizin

koymuştur".

Bu delillerin ifade ettiği manadan da anlaşıldığı gibi yine, sünnet'in "helal ve haram koyma yetkisine sahip olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Yani, sünnet Kur'anın haricinde helal da kor, haram da.

SUNNET HELAL VE HARAM KILMA YETKISINE SAHİPTİR

Sünnetin, Kur'andan ayrı helal ve haram kılma yetkisine sahip olduğunu 'Rabbimiz şu ayeti kerimede zikretmektedir: , "Ve, Allah'ın ve resulü'nün haram kıldığını haram saymayanlara (Mukatele edin)" (Tevbe 29}

"O resul ki, onlara iyiliği emreden ve kötlüktende nehyeder. Onlara iyi ve temiz olan şeyleri helal, kötü ve pis olan şeyleri de haram kılar" (araf 157)

Ve Allah Resulü (sav) 'in bir hadislerinde de buyurduğu gibi:

"Sakın, süslü koltuğuna yaslanmış birine benim hadislerimden birisi okunur da o kişi vaziyetini hiç bozmadan- "sizlerle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Dolayısıyla biz, onda haram olarak bulduğumuz şeyleri haram sayar, helal olarak bulduğumuz şeyleri de helal sayarız..." der vaziyette karşıma çıkmasın.

Dikkat edin! Resulullah'ın haram kıldığı aynen Allah'ı n haram kıldığı gibidir. (ibniMace l C 1 2. No - Ebu Davud 5 C 40604 -Tirmizi 4. c. 2801 n).

Ve böylece Allah resulü (sav) (yani sünnet) biraz önce de zikredildiği gibi Kur'an'dan ayrı helaller ve haramlar koymuştur.

 

La ilahe illallah'in manasi

Allah celle celalehu söyle buyuruyor:

"Onlarin (ilah diye) taptiklari da Rablerine daha yakin olmak için vesile ararlar. O'nun rahmetini umar, azabindan korkarlar." Isra, 57

"Ibrahim, babasina ve kavmine demisti ki: "Beni yaratan hariç sizin taptiginiz seylerden uzagim." Zuhruf, 26-27

"Onlar Allah'i birakip hahamlarini, rahiplerini ve Meryem oglu Mesih'i rab edindiler. Halbuki Allah'tan baska ibadete layik ilah yoktur. Allah, onlarin ortak kostuklari seylerden münezzehtir." Tevbe, 31

"Insanlardan bazisi Allah'tan baska varliklari O'na esler kosarlar. Onlari Allah'i sevdikleri gibi severler. Iman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise herseyden fazladir." Bakara, 165

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyuruyor:

"Kim 'La ilahe illallah' der ve Allah'tan baska tapilanlari reddederse, mali ve kani haram olur. Onun hesabi Allah'a aittir." (Müslim)

*********************************************************

Istifadeler:

1- Kelime-i Sehadet'in (tevhidin) yasanmasi herseyden önce gelir. Insanin salih kimseleri Allah'la kendisi arasinda vasita tayin ederek bunlarin kendisini Allah'a yaklastiracagina inanmasi veya zannetmesi büyük sirktir. Isra suresinin 57. ayetinde, Allah'a yakin olan salih kimselere, peygamberlere ve meleklere tapan müsriklere, bu yapmakta olduklarinin büyük sirk oldugu bildirilmistir.

2- Tevbe suresinin 31. ayetinde, yalniz Allah'a ibadet etmekle emrolunduklari halde ehli kitabin, haham ve rahiplerini Allah'tan baska rabler edindikleri açiklanmistir. Yahudi ve hristiyanlarin (ehli kitap) haham ve rahiplerini rab edinmeleri, bunlara dua ve ibadet etmeleri seklinde degil; Allah'a isyan olan hususlarda onlara itaat etmeleri suretindedir.

Bu ayetin tefsiri ile ilgili olarak Imam Ahmed, Tirmizi ve Ibn Cerir su hadiseyi naklederler:

Cömertligi ile meshur olan Hatem et-Tai'nin oglu Adiyy, Islamin ortaya çikisinda Sam'a kaçmis ve hristiyanligi kabul etmisti. Kiz kardesi ve kabilesi müslümanlarin eline esir düsmüslerdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, her zaman yaptigi gibi onlara da iyi muamelede bulunup serbest birakti. Adiyy'in kiz kardesi Sam'a giderek agabeyinin affedildigini bildirdi. Beraber Medine'ye döndüler.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzuruna girdigi zaman, Adiyy'in boynunda gümüsten bir haç vardi. O esnada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Onlar Allah'i birakip hahamlarini, rahiplerini ve Meryem oglu Mesih'i rabler edindiler" ayetini okuyordu. Bunlari isiten ve o sirada hristiyanliga mensup bulunan Adiyy itiraz etti. Hadiseyi bizzat kendisi söyle anlatiyor:

"Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Onlar rahiplerine tapmiyorlar ki!" dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Evet tapiyorlar! Rahipler helal olani haram, haram olani helal kildiklarinda, onlar buna itaat ediyorlar. Iste bu onlara ibadet etmektir." buyurdu. Adiyy radiyallahu anh bundan sonra müslüman olup Islama hizmet etmistir.

Allah celle celalehu söyle buyuruyor:

"Ey ademoglu! Ben size; 'apaçik düsmaniniz olan seytana degil yalniz bana ibadet edin, dosdogru yol budur.' diye bildirmedim mi?" Yasin, 60-61

"Allah'a hiçbir seyi es kosmayalim, Allah'i birakip birbirimizi rabler edinmeyelim..." Ali imran, 64

"Nefsini ilah edineni gördün mü? Furkan, 43

Ve benzeri pek çok ayette geçen seytana ibadet etmenin, insanlarin birbirlerini rab tanimasinin, kendi nefsini ilah edinmenin, alim ve rahiplere tapmanin manasi, onlarin karsisinda diz çöküp yere kapanmak degildir. Bu sekildeki bir tapinma ne seytana ne de insana yapilmis degildir ki, Kur'an bunu ifade etmis olsun. Buradaki nefsini ilah edinmekten maksat; insanin bizzat kendisine ibadet etmesi olmayip, heva ve hevesine uyarak, nefsi isteklerinin kölesi durumuna gelmesidir.

Kur'an'daki "ibadet" ile "ilah ve rab edinmek" kelimelerinden maksat; Allah'in emirlerine zit oldugu halde din adamlarinin emirlerini kabullenip bunlara uymaktir.

3- Zuhruf suresinin 26. ve 27. ayetlerinde, Ibrahim aleyhisselam: "Beni yaratan hariç, sizin taptiklarinizdan uzagim." sözüyle, Allah'in disinda ibadet edilen bütün seylerden uzak oldugunu belirtiyor.

Ibrahim aleyhisselam'in, yalniz Allah'a baglanacagini ifade etmesi, "La ilahe illallah" kelime-i sehadetinin tefsiridir. Allah-u Teala bu gerçegi ayni surenin bir sonraki ayetinde söyle bildirmistir:

"Ibrahim, ardindan geleceklere bu sözü devamli kalacak bir miras olarak birakti. Artik belki dogru yola dönerler." Zuhruf, 28

4- Bakara suresinin 165. ayetinde yer alan "Onlari Allah'i sevdikleri gibi severler." sözü, müsriklerin Allah'a karsi büyük bir sevgi beslediklerini gösterir. Fakat bu onlarin müslüman olmalari için yeterli degildir. Allah celle celalehu hakkinda söyle buyuruyor:

"Onlar Cehennemden çikacak degillerdir." Bakara, 167

Allah'tan baska varliklari Allah kadar sevenler Cehennemin ebedi azabini hakettiklerine göre, Allah'tan baskasini Allah'tan daha fazla seven, yahut Allah'i hiç sevmeyip yalniz baskasini sevenin hali acaba nasil olur!

5- "Kim 'La ilahe illallah' der ve Allah'tan baska tapilanlari reddederse, mali ve kani haram olur. Onun hesabi Allah'a aittir" hadisi "La ilahe illallah"in manasini en güzel sekilde açiklamaktadir. "La ilahe illallah"i sirf dil ile söylemek kisinin malini ve kanini haram kilmaz. Hatta manasini bilerek yahut tasdik ederek söylese bile kabul edilmez. Ancak ve ancak manasini bilip kalbiyle ve diliyle tasdik ederek Allah'tan baska tapilanlari reddeden kimsenin mali ve kani haram olur. Bu konuda en ufacik bir tereddüt veya süphe dahi onu bu haktan mahrum eder. Görüldügü gibi Allah'tan baska tapilanlari reddetmenin önemi açikça ortadadir ve süphe götüren hiçbir tarafi yoktur.

La ilahe illallah'a davet etmek
Allah celle celalehu söyle buyuruyor:

"De ki: "Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanlari Allah'a davet ederiz. Allah'i (bütün noksan sifatlardan) tenzih ederiz. Ben Allah'a ortak kosanlardan degilim." Yusuf, 108

Ibn Abbas radiyallahu anh'tan söyle rivayet edilmistir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Muaz radiyallahu anh'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona söyle dedi:

"Sen ehli kitaptan bir topluluga gidiyorsun. Yapacagin ilk is onlari 'La ilahe illallah'a davet etmek olsun. Eger bunu kabul ederlerse, onlara Allah'in kendilerine bir gün ve gecede bes vakit namazi farz kildigini bildir. Bunu da kabul ettikleri taktirde onlara, Allah'in kendilerine zenginlerden alinip fakirlere verilmek üzere zekati farz kildigini bildir. Bu hususta da sana itaat ettikleri takdirde (zekat toplarken) mallarinin en iyilerini haksiz yere almaktan sakin ve mazlumun bedduasindan kork. Çünkü onunla Allah arasinda engel yoktur." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, Ibn Mace ve Ahmed).

Sehl b. Sa'd radiyallahu anh söyle rivayet etti:

"Hayber günü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurdu:

"Yarin sancagi, Allah'i ve Rasulünü seven, Allah ve Rasulü tarafindan da sevilen bir kimseye verecegim. Allah onun vesilesiyle bize fethi nasib edecek."

Ashabi kiram, o geceyi sancagin kime verilecegini merak ederek geçirdiler. Sabah olunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Ebu Talib'in oglu Ali nerededir?" diye sordu.

"Gözlerinden rahatsiz." dediler ve gidip Ali radiyallahu anh'yi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in huzuruna çagirdilar.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radiyallahu anh'nin gözleri için dua etti. Gözleri, sanki hiç hasta olmamis gibi, derhal sifa buldu. Sonra sancagi ona verdi ve söyle buyurdu:

"Onlarin yurtlarina telasa meydan vermeden var. Önce, onlari Islama davet et. Onlara Allah'in kendileri üzerindeki haklarini bildir. Yemin ederim ki, senin vasitanla bir kimsenin hidayete ermesi, senin için kirmizi develerden daha hayirlidir."

(Buhari, Müslim, Tirmizi ve Ahmed).

********************************************************************************************************

Istifadeler:

1- Insanlari Allah'in dinine davet etmek, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur.

2- Islam daveti ihlasli bir sekilde sirf Allah rizasi için yapilmalidir. Ne yazik ki, günümüzdeki insanlarin büyük bir kismi, bu vazifeyi bir takim çikarlari için üstlenmis bulunuyorlar.

3- Islama yapilan çagrinin bilerek ve kesin delillere dayanarak yapilmasi gerekir.

4- Tevhid, Allah'i bütün noksan sifatlardan uzak tutmakla mükemmellik kazanir. "Subhanallah" kelimesi Allah'i bu manada yüceltmeyi ifade eder.

5- Allah'a ortak kosan kimse O'na noksanlik isnad etmis olur. Çünkü Allah'a es kosmakla (hasa) O'nda gördügü bir noksani telafiye çalismaktadir.

6- Bir müslümanin sirkten uzak durmasi gerektigi gibi, onlardan biri olabilecegi endisesiyle, sirk kosanlardan da uzak durmasi gerekir.

7- Bir insanin yapmakla yükümlü oldugu ilk vazife Tevhid'i güzel bir sekilde yasamaktir.

8- Bir kisi Islama davet edilirken ona bütün ibadetlerden hatta namazdan da önce, "La ilahe illallah" açiklanir. Kisi ancak bunu kabul ettikten sonra Islamin diger emirleri kendisine önem sirasina göre anlatilir.

9- Allah-u Teala'yi tevhid etmek "La ilahe illallah"i yasamak demektir.

10- Ehli kitaptan olanlar, üzerinde bulunduklari dini ya bilmezler ya da bilip buna uygun amel etmezler. Bunlara önce "La ilahe illallah"in manasi anlatilir ve buna uygun amel etmeleri istenir; ancak bunu kabul ederlerse Islama girmis olur ve diger ibadetlerden sorumlu tutulurlar.

11- Islam tebligi kademeli bir ögretim metodudur.

12- Teblige ilk önce en önemli olandan baslanir. Bundan sonra Islamin diger emirleri önem sirasina göre anlatilir.

13- Hadiste zekat sistemi ve dagitilacagi yere genel manada isaret edilmistir.

14- Tebligcinin, teblig yaptigi kimsenin süpheye düsebilecegi konulari düsünüp bu konularda onu aydinlatmasi gerekir.

15- Müslümanlarin zekatlarini toplayan kimselerin, mallarin en iyilerini seçip almalari yasaklanmistir.

16- Mazlumun bedduasini almaktan sakinmak gerekir.

17- Mazlumun bedduasinin önüne geçilemez. Çünkü onunla Allah arasinda duasinin kabul olunmasina hiçbir engel yoktur.

18- Tevhid'in delillerinden biri de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve gerçek müminlerin bu ugurda katlandiklari cefalar, açlik ve hastaliklardir. Günümüzde muvahhid oldugunu söyleyen kimselerin Allah yolunda hiçbir ezaya ugramamalari Tevhidi gerçek manada yasamakdiklarini gösterir.

19- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, Allah'in Ali radiyallahu anh'nin vesilesiyle fethi nasip edecegini haber vermesi peygamberlige has bilgilerdendir.

20- Ali radiyallahu anh'nin gözünün derhal sifa bulmasi da yine Rasulullah'a has özelliklerdendir.

21- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ali radiyallahu anh hakkinda "Allah ve Rasulü tarafindan sevilir." buyurmasi ve fethin onun vesilesiyle kazanilmasi Ali radiyallahu anh'nin faziletini gösterir.

22- Sahabenin o geceyi Rasulullah'in sancagi kime verecegini merak ederek geçirmeleri, imanda ve ilimde ne kadar yüksek seviyede olduklarini ve Allah yolunda cihatta ve hayirli amellerde nasil birbirleriyle yaristiklarini gösterir.

23- Kadere iman eden bir kimse bilmelidir ki; çaba sarfedenlerin elde edemedigini, bazen gayret göstermeden elde etmek mümkün olabilir.

24- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ali radiyallahu anh'ye söyledigi: "Yurtlarina telasa meydan vermeden var" sözü; aceleye ve heyecana kapilmadan, düsünerek ve tedbirli olarak savasmak gerektigini gösterir.

25- Savasa baslamadan önce insanlari Islama davet etme zorunlulugu vardir.

26- Bir topluluga daha önce teblig yapilmissa ve onlarla daha önce savasilmissa, ikinci bir teblig yapmak sart degildir. Teblig yapilmadan saldirilabilir.

27- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in: "Onlara Allah'in kendileri üzerindeki haklarini bildir." ifadesi, Islama davetin hikmetle, uyarici yolla ve güzel bir dille yapilmasi gerektigini gösterir.

28- Islama giren kisinin Allah'a karsi olan görevlerini bilmesi gerekir.

29- Bir kimsenin hidayete ermesine vesile olmak çok büyük sevaptir.

30- Islam tebligcisinin bildirdigi hakikatler için yemin etmesi caizdir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem da böyle yapmistir.

 

MUZIKLE ALAKALI MESELELER

İslam ehlinin göğsünü hidayete açan, isyan ehlinin kalbini hikmeti anlamaması için karartan Allah'a hamdolsun. Şehadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur. O, tektir ve ortağı yoktur. Herkesin kendisine muhtaç olduğu tek bir ilahtır. Ve şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O ne güzel bir kul ve efendidir. Ne yüce bir soya ve asıla sahiptir. Allah O'na, ailesine ve ashabına yarın insanları yeniden diriltinceye kadar salât ve selam eylesin.

Allah'ın kulları! Allah'dan hakkıyla korkun! Çünkü Allah'dan hakkıyla korkmak en değerli kazançtır. O'na ibadet etmek en yüce ilişkidir. (Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.) (33/el-Ahzâb/70-71)

Ey müslümanlar! İslam ehli bu dinin gölgesinde değerli ve şerefli bir hayat yaşamaktadır. Onun içerisinde imanın tadını, yakinin ve sükunetin huzurunu, itaatin yakınlığını ve ibadetin lezzetini bulur.

Bu dinin öğretileri, sapma eğilimleri ve sapıkların görüşleri karşısında koruyucu bir kale gibi durur. İnsanı sapık arzulardan korur ve şehvetine karşı muhafaza eder. Üzüntülerini ve kederlerini giderir. Allah'ın dinini dost edinen kimse fakir bile olsa ne kadar da zengindir! Ona düşmanlık eden zengin bile olsa ne kadar da fakirdir!

Ey müslümanlar! Dini için gayretli müslümanları üzen durumlardan biri de bazı müslümanların mutluluğu dinlerinden başka bir yerde aramalarıdır. Onlar huzuru İslam'ın dışında ararlar. Şifayı ve afiyeti şehvetlerin ve hevaların çarkında arayarak hastalığın üzerine ilaç yerine zehir koyarlar.

Bu durumlardan biri de; bugün insanlardan bir çoğunun müzik ve çalgı aletleri dinlemesidir. Öyleki bu onların tesellisi ve alışkanlığı haline gelmiştir. Bu yaptıklarını geçersiz nedenler, asılsız şüpheler ve müziği mubah sayan sahte deliller ile açıklarlar. Bu deliller, hiçbir sahih kaynağa dayanmamaktadır. Şehvetlerin peşinden koşma ve müzik dinleme fitnesine kapılmış insanlar bunları yaymaktadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere bunu bildirerek şöyle buyurur: "Bir zaman gelecek ki ümmetimden zina etmeyi, ipekli elbise giymeyi, içki içmeyi ve çalgı aletleri dinlemeyi helal sayan bir grup ortaya çıkacak." Bu hadisi, Buhari Sahihi'nde şartına uygun olarak kesinlik ifade eden bir lafızla muallak olarak rivayet eder. İmam Ahmed ve Ebu Davud da mevsul olarak bir çok yoldan rivayet ederler.

Ey müslümanlar! Bâtılların en bâtılı ve imkansızların en açık ve seçik olanı ilim ve iman ehlinden bir kimsenin; içerisinde her türlü kötülüğü barındıran ve her türlü tehlikeye yol açan bugünkü bilinen müziğin mubah olduğunu söylemesidir. Öyle bir müzik ki; gözleri vasfeder, sevgilinin güzelliğini, özlemin verdiği acıları, heyecan ve ayrılık duygularını anlatır. Kalplere nüfus eden şeytani bir sestir. Kalpteki gizli duyguları kışkırtıp günahın ve helakın şehvetlerine doğru harekete geçirir. Gürültü ve tahriktir, kahkaha ve çığlıktır, danstır ve eğilip bükülmedir. Kibirlerin zikredildiği bir fasıklıktır. Kulakları dolduran ve tırmalayan bir günahtır.

Ey müslümanlar! Akıllı bir kimse değerli nefsini nasıl olur da mü'min nefislerin reddettiği ve bozulmamış mizaçların nefret ettiği bir hâyâsızlığa sokar. Cabir radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ben ağlamayı yasaklamadım. Fakat iki ahmak ve facir sesi yasakladım: Oyun, eğlence ve şeytanın çalgısı anında nağme ile çıkan ses ve musibet anında yüze vurma, yakayı paçayı yırtma ve şeytanın çığlığı ile çıkan ses." Bunu Hâkim rivayet eder. Enes radıyallahu anh da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İki ses vardır ki onlar dünyada ve ahirette lanetlenmiştir: Nimet anında çalgı çalmak ve musibet anında çığlık atmak." Bunu, Bezzâr rivayet eder. 

Ey müslümanlar! Kur'an ayetleri müziğin haramlığını ve çirkinliğini bizlere bildirmiştir. Allah celle ve alâ şöyle buyurur: (İnsanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptırmak ve sonra da onunla alay etmek için boş lafı satın alır. İşte onlar için elem verici bir azap vardır.)(31/Lokman/6) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: "Şarkı söyleyen kadınları satmak ve satın almak helal değildir. Onların ticareti de olmaz. Onların karşılığında alınan ücret haramdır. Muhakkak bu ayet bu konuda inmiştir." Bu hadisi Taberâni Mu'cem'de rivayet eder. Abdullah b. Mes'ud radıyallahu anh şöyle buyurur: "Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)'a yemin olsun ki bu müziktir."

Ey müslümanlar! Müzik şeytanın sesidir. Şeytan onunla insanoğlunu günahlara ve isyana teşvik eder. Bütün müslümanların üzerine düşen ondan sakınmak ve ondan yüzçevirmektir. Allah Tebârake ve Teâlâ şöyle buyurur: ("Onlardan gücünün yettiği kimseleri sesinle yerinden oynat; onlara karşı atlarınla, piyadelerinle gürültü çıkararak baskın düzenle; mallarına, evlatlarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun." Fakat şeytan onlara bir aldatıştan başka ne vaad eder?)(17/el-İsrâ/64) 

Allah'ın kulları! Müziği ve çalgı aletlerini terkedin. Çünkü onlar günahların öncüleridir. Şeytanın tuzağıdır. Zinanın büyüsüdür.  Yezid b. Velid şöyle der: "Ey Ümeyyeoğulları! Müzikten sakının! Çünkü o; hâyâyı azaltır, şehveti artırır ve kişiliği yokeder. Şüphesiz o, içkinin yerini alır ve sarhoşluğun yaptığı işi yapar."

Ömer b. Abdulaziz çocuğunun eğitimcisine şunu yazar: "Edebinden ilk görecekleri şey başlangıcı şeytandan ve sonucu Rahman'ın gazabı olan eğlenceden buğzetmek olsun. Çünkü bana ilim ehlinin güvenilirlerinden ulaştığına göre çalgı meclislerine katılmak, müzik dinlemek ve onun tiryakisi olmak suyun otu yeşertmesi gibi kalpte nifak yeşertir." Ömer ibnu'l Velid'e yazdığı mektupta da şöyle der: "Çalgı aletleri edinmen İslam'da bid'attır. istedim ki sana bir adam göndereyim de kötülük işareti olan uzun saçını kessin." Bunu, Nesai rivayet eder.

Ey müslümanlar! Allah'ın öfkesine ve gazabına neden olacak şeylerden sakının! Şüphesiz müzik ve çalgı aletleri Allah'ın gazabına ve azabına neden olur. Ebu Malik el-Eş'ari radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ümmetimden bir takım insanlar içki içecekler ve onu başka bir isimle isimlendirecekler. Onların başında çalgı aletleri ve şarkıcı kadınlarla çalgı çalınacak. Allah onları yerin dibine geçirecek ve onlardan bazılarını maymunlara ve domuzlara çevirecek." Bu hadisi, İbni Mâce rivayet eder. İmrân b. Husayn'den rivayet edilen bir hadiste ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Bu ümmet içerisinde yere batırılma, hayvana dönüştürülme ve savrulma olacak." Denildi ki: "Bu ne zaman olacak ey Allah'ın Rasulü?" Şöyle buyurdu: "Şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri yayılıp içki içilince."  Bu hadisi, Tirmizi rivayet eder. Dahhâk şöyle der: "Müzik kalbi ifsad eder ve Rabbi kızdırır." 

Allah'ın kulları! Müziğin malzemesi ve aslı, müziğe iten nedenler ve müziğin gayesi, etkisi ve sonucu; bütün bunların hepsi facirlerin ve fasıkların Allah'ı kızdıran ve Allah'ın hoşlanmadığı şeylere övgüler içeren şiirleri etrafında döner dolaşır. Onları elde etmekle övünür ve onlara ulaşmakla gösteriş yaparlar. Hatta bunu da aşarak Allah'ın, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirdiğine karşı çıkan küfri sözlerle müzik yaparlar.

Müzik ve eğlencenin sahiplerini nasıl kötülüğe ve fesada sürüklediğine bir bak! O zaman perde düşer ve gerçek yüzü ortaya çıkar. Basiret sahibi herkes onların yüzünde ve konuşmalarında, hallerinde ve hareketlerinde çirkin izleri ve kötü sonu görür. (Allah'ın fitneye düşürmek istediği kimse için sen, Allah'a karşı birşey yapamazsın.)(5/el-Mâide/41)

Malik b. Enes rahimehullah zamanındaki bazı kimselerin müziğe izin vermesi hakkında sorulunca şöyle der: "Onu bizde ancak fasık olanlar yapar."

Ey müslümanlar! Müzik dinlemek ve kendini müziğe kaptırmak şeytanın en büyük hilelerinden ve tuzaklarından biridir. Onunla cahillerin kalplerini avlar ve Kur'an-ı Kerim dinlemekten alıkoyar. İmam Şafii şöyle der:"Bağdat'ta zındıkların icad ettiği ve cehri zikir olarak isimlendirdikleri bir şeye rastladım. Onunla insanları Kur'an'dan alıkoyuyorlar." Allahu ekber! Bu söz cehri zikir hakkında olunca -ki o, insanı dünyadan soğutan bir şiirdir, onunla bir kimse şarkı söyler ve şarkının ritmine göre bir başkası değnekle sergiye veya kuru bir deriye vurur- içkinin ikiz ve süt kardeşi olan müzik hakkında ne demeli?!.

"Sanat" olarak adlandırıyorlar. Oysa şehvetten ve çirkin sözlerden başka bir şey değildir. Hiç bir kalp onunla huzur ve sükunet bulmaz! Sübhânallah!. Nasıl da akıllar sapıyor ve anlayışlar kör oluyor!. (Gerçek şu ki, gözler kör olmaz fakat göğüsler içindeki kalpler kör olur.) (22/el-Hacc/46)

Allah'ın kulları! İşitme duyusu yüce bir emanet, Allah'ın kullarına bağışladığı ve korunmasını emrettiği büyük bir nimettir. Onlara, kendilerinin bundan sorumlu olduğunu bildirmiştir. Şarkı sözleri ve müzik aletleri dinlemek bu nimete karşı nankörlüktür ve onu Allah'a isyanda kullanmaktır. Ebu Hureyre radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Gözlerin zinası (harama) bakmaktır. Kulakların zinası (haramı) dinlemektir. Dilin zinası (haramı) konuşmaktır. Elin zinası (harama) dokunmaktır. Ayağın zinası (zinaya) adım atmaktır. Kalp meyleder ve temenni eder. Ferc (cinsiyet uzvu) bunu tasdik eder ya da yalanlar." Bu hadisi, Müslim rivayet eder.

Ey müslümanlar! Müziği ve müzik aletlerini yüceltmek, onunla ilgilenenlerin üstünlük gösterisinde bulunmaları insanları sapıklığa ve dalâlete davettir. Allah'ın Kitabı'ndan ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinden alıkoymadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Kim bir sapıklığa davet ederse kendisine uyanların günahlarından hiçbir şey eksilmeden onların günahlarının aynısı ona da yazılır." Bunu İmam Müslim rivayet eder.

Ey müslümanlar! Bir yanda müzikle eğlenirken diğer yanda yaralar ve kanlar içerisinde bitkin düşmüş, kafatasları ve cesetlerden oluşan tepeler arasında kalmış bir ümmete hayret!.. Saygınlığına el uzatılan; toprakları, ırzı ve kutsal değerleri sabah akşam çiğnenen bir ümmet müzikle eğleniyor. Sanki şiddetli savaşlar ve sıcak çatışmalar hiç olmamış... Ve sanki müslümanlardan bir grup can çekişmiyor!.. kalplerin ölmesinden ve basiretlerin körelmesinden Allah'a sığınırız. 

Ey müslümanlar! Nefislerinizi ve kulaklarınızı şeytanın çalgısından ve boş sözlerden arındırın! Onları cennet bahçelerine; Kur'an halkalarına ve insanların efendisinin sünnetini öğreten halkalara koyun ki cennet meyvelerini elde edesiniz. Bu; sapıklıktan doğru yola ve körlükten basirete çıkıştır. Takvâya teşvik ve hevâdan sakındırmadır. Kalbin hayatıdır. İlaç ve şifadır, kurtuluş ve burhandır.

Allah Teâlâ'nın haklarında (Onlar ki yalancı şahitlik yapmazlar. Lağve (boş ve batıl sözlere) rastladıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler.)(25/el-Furkan/72) ve (Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.)(23/el-Mü'minun/3) buyurduğu kimselerden olun.

Allah; beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin.

İhsanı için Allah'a hamdolsun. Başarılı kılması ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na şükürler olsun. Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur, şânı yücedir. Şehadet ederim ki; efendimiz ve peygamberimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O'nun rızasına davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabına ve din kardeşlerine salât ve selam eylesin.

Allah'ın kulları! Allah'dan hakkıyla korkun ve O'nu gözetin. O'na itaat edin ve isyan etmeyin! (Ey iman edenler! Allah'dan hakkıyla korkun ve doğrularla birlikte olun.)(9/et-Tevbe/119)

Ey müslümanlar! Allah, nikahta kadınlara has olmak üzere içerisinde harama övgü ve davet bulunmayan sözlerle birlikte def çalmaya izin vermiştir. Bu, nikahın ilanı ve nikahla zinanın birbirinden ayrılması içindir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: "Helal ile haramın arasındaki fark def çalmak ve nikahı ilan etmektir." Bu hadisi, Tirmizi ve diğer bazı hadisçiler rivayet eder. Sahih-i Buhari'de Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ evlendiği ve zifafa girdiği zamanı şöyle anlatır: "Küçük cariyelerimiz def çalmaya başladılar. Bedir Savaşı'nda ölen babalarımızı anıyorlardı." İbni Hacer, Fethu'l Bâri'de şöyle der: "Kuvvetli hadisler bu konuda kadınlara izin vermektedir. Kadınlara benzemeyi yasaklayan genel deliller nedeniyle erkekler onlara dahil değildir."

Ey müslümanlar! Üzülecek durumlardan biri de insanlardan çoğunun kendilerine caiz kılınanı aşarak haram kılınanlara yönelmesidir. Fasık şiirlerle ve çirkin sözlerle şarkı söyleyen şarkıcı kadınlar ve erkekler, çalgıcı kadınlar ve erkekler kiralarlar. Müzik aletleri ve davullar getirirler. Bütün bu haramlar için büyük miktarda paralar öderler. Müzik çalarken hoporlör kullanarak komşularına ve diğer müslümanlara eziyet verirler. Kadınlar, oyunlarında hâyâsız dansözlere benzerler. Erkekler kadınların arasına karışır. Vakitler ve namazlar zâyi edilir. Müslümanlardan bir çoğunun arasına kör taklitle ve yayılarak nüfuz eden buna benzer birçok büyük fitneler ve kötü sonuçlar meydana gelir.

Ey Allah'ın kulları! Bu gibi toplantılarda bulunmaktan sakının. İmam Evzâi rahimehullah şöyle der: "Davullu, çalgılı düğün yemeğine katılma!"

Allah'ın kulları! Tevbe edin ve dönün. Dininizin âdâbına sarılın. Bozuk hallerinizi ıslah edin. Rabbiniz'in Kitabı'na ve Nebiniz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine sarılın ki felaha erip kurtulasınız.

Ve bilin ki Allah sizlere, kendi nefsiyle başlayıp ikinci olarak melekleri ve üçüncü olarak sizleri zikrettiği bir şey emreder ey mü'minler! Şöyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56)

Allah'ım! Kulun ve Rasulün Muhammed'e salât ve selam eyle! Allah'ım! Hidayete ermiş imamlar olan Raşid Halifeler'den razı ol!..

MÜZIGIN HÜKMÜ

 

Islam ehlinin gögsünü hidayete açan, isyan ehlinin kalbini hikmeti anlamamasi için karartan Allah'a hamdolsun. Sehadet ederim ki Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Herkesin kendisine muhtaç oldugu tek bir ilahtir. Ve sehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O ne güzel bir kul ve efendidir. Ne yüce bir soya ve asila sahiptir. Allah O'na, ailesine ve ashabina yarin insanlari yeniden diriltinceye kadar salât ve selam eylesin. Allah'in kullari! Allah'dan hakkiyla korkun! Çünkü Allah'dan hakkiyla korkmak en degerli kazançtir. O'na ibadet etmek en yüce iliskidir. (Ey iman edenler! Allah'dan korkun ve dogru söz söyleyin ki, Allah islerinizi düzeltsin ve günahlarinizi bagislasin. Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse büyük bir kurtulusa ermis olur.) (33/el-Ahzâb/70-71) Ey müslümanlar! Islam ehli bu dinin gölgesinde degerli ve serefli bir hayat yasamaktadir. Onun içerisinde imanin tadini, yakinin ve sükunetin huzurunu, itaatin yakinligini ve ibadetin lezzetini bulur. Bu dinin ögretileri, sapma egilimleri ve sapiklarin görüsleri karsisinda koruyucu bir kale gibi durur. Insani sapik arzulardan korur ve sehvetine karsi muhafaza eder. Üzüntülerini ve kederlerini giderir. Allah'in dinini dost edinen kimse fakir bile olsa ne kadar da zengindir! Ona düsmanlik eden zengin bile olsa ne kadar da fakirdir! Ey müslümanlar! Dini için gayretli müslümanlari üzen durumlardan biri de bazi müslümanlarin mutlulugu dinlerinden baska bir yerde aramalaridir. Onlar huzuru Islam'in disinda ararlar. Sifayi ve afiyeti sehvetlerin ve hevalarin çarkinda arayarak hastaligin üzerine ilaç yerine zehir koyarlar. Bu durumlardan biri de; bugün insanlardan bir çogunun müzik ve çalgi aletleri dinlemesidir. Öyleki bu onlarin tesellisi ve aliskanligi haline gelmistir. Bu yaptiklarini geçersiz nedenler, asilsiz süpheler ve müzigi mubah sayan sahte deliller ile açiklarlar. Bu deliller, hiçbir sahih kaynaga dayanmamaktadir. Sehvetlerin pesinden kosma ve müzik dinleme fitnesine kapilmis insanlar bunlari yaymaktadir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere bunu bildirerek söyle buyurur: "Bir zaman gelecek ki ümmetimden zina etmeyi, ipekli elbise giymeyi, içki içmeyi ve çalgi aletleri dinlemeyi helal sayan bir grup ortaya çikacak." Bu hadisi, Buhari Sahihi'nde sartina uygun olarak kesinlik ifade eden bir lafizla muallak olarak rivayet eder. Imam Ahmed ve Ebu Davud da mevsul olarak bir çok yoldan rivayet ederler. Ey müslümanlar! Bâtillarin en bâtili ve imkansizlarin en açik ve seçik olani ilim ve iman ehlinden bir kimsenin; içerisinde her türlü kötülügü barindiran ve her türlü tehlikeye yol açan bugünkü bilinen müzigin mubah oldugunu söylemesidir. Öyle bir müzik ki; gözleri vasfeder, sevgilinin güzelligini, özlemin verdigi acilari, heyecan ve ayrilik duygularini anlatir. Kalplere nüfus eden seytani bir sestir. Kalpteki gizli duygulari kiskirtip günahin ve helakin sehvetlerine dogru harekete geçirir. Gürültü ve tahriktir, kahkaha ve çigliktir, danstir ve egilip bükülmedir. Kibirlerin zikredildigi bir fasikliktir. Kulaklari dolduran ve tirmalayan bir günahtir. Ey müslümanlar! Akilli bir kimse degerli nefsini nasil olur da mü'min nefislerin reddettigi ve bozulmamis mizaçlarin nefret ettigi bir hâyâsizliga sokar. Cabir radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Ben aglamayi yasaklamadim. Fakat iki ahmak ve facir sesi yasakladim: Oyun, eglence ve seytanin çalgisi aninda nagme ile çikan ses ve musibet aninda yüze vurma, yakayi paçayi yirtma ve seytanin çigligi ile çikan ses." Bunu Hâkim rivayet eder. Enes radiyallahu anh da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Iki ses vardir ki onlar dünyada ve ahirette lanetlenmistir: Nimet aninda çalgi çalmak ve musibet aninda çiglik atmak." Bunu, Bezzâr rivayet eder.  Ey müslümanlar! Kur'an ayetleri müzigin haramligini ve çirkinligini bizlere bildirmistir. Allah celle ve alâ söyle buyurur: (Insanlardan öylesi var ki, herhangi bir ilmi delile dayanmadan Allah yolundan saptirmak ve sonra da onunla alay etmek için bos lafi satin alir. Iste onlar için elem verici bir azap vardir.)(31/Lokman/6) Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de söyle buyurur: "Sarki söyleyen kadinlari satmak ve satin almak helal degildir. Onlarin ticareti de olmaz. Onlarin karsiliginda alinan ücret haramdir. Muhakkak bu ayet bu konuda inmistir." Bu hadisi Taberâni Mu'cem'de rivayet eder. Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh söyle buyurur: "Kendisinden baska ilah olmayan (Allah)'a yemin olsun ki bu müziktir." Ey müslümanlar! Müzik seytanin sesidir. Seytan onunla insanoglunu günahlara ve isyana tesvik eder. Bütün müslümanlarin üzerine düsen ondan sakinmak ve ondan yüzçevirmektir. Allah Tebârake ve Teâlâ söyle buyurur: ("Onlardan gücünün yettigi kimseleri sesinle yerinden oynat; onlara karsi atlarinla, piyadelerinle gürültü çikararak baskin düzenle; mallarina, evlatlarina ortak ol, onlara vaadlerde bulun." Fakat seytan onlara bir aldatistan baska ne vaad eder?)(17/el-Isrâ/64)  Allah'in kullari! Müzigi ve çalgi aletlerini terkedin. Çünkü onlar günahlarin öncüleridir. Seytanin tuzagidir. Zinanin büyüsüdür. Yezid b. Velid söyle der: "Ey Ümeyyeogullari! Müzikten sakinin! Çünkü o; hâyâyi azaltir, sehveti artirir ve kisiligi yokeder. Süphesiz o, içkinin yerini alir ve sarhoslugun yaptigi isi yapar." Ömer b. Abdulaziz çocugunun egitimcisine sunu yazar: "Edebinden ilk görecekleri sey baslangici seytandan ve sonucu Rahman'in gazabi olan eglenceden bugzetmek olsun. Çünkü bana ilim ehlinin güvenilirlerinden ulastigina göre çalgi meclislerine katilmak, müzik dinlemek ve onun tiryakisi olmak suyun otu yesertmesi gibi kalpte nifak yesertir." Ömer ibnu'l Velid'e yazdigi mektupta da söyle der: "Çalgi aletleri edinmen Islam'da bid'attir. istedim ki sana bir adam göndereyim de kötülük isareti olan uzun saçini kessin." Bunu, Nesai rivayet eder. Ey müslümanlar! Allah'in öfkesine ve gazabina neden olacak seylerden sakinin! Süphesiz müzik ve çalgi aletleri Allah'in gazabina ve azabina neden olur. Ebu Malik el-Es'ari radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Ümmetimden bir takim insanlar içki içecekler ve onu baska bir isimle isimlendirecekler. Onlarin basinda çalgi aletleri ve sarkici kadinlarla çalgi çalinacak. Allah onlari yerin dibine geçirecek ve onlardan bazilarini maymunlara ve domuzlara çevirecek." Bu hadisi, Ibni Mâce rivayet eder. Imrân b. Husayn'den rivayet edilen bir hadiste ise Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bu ümmet içerisinde yere batirilma, hayvana dönüstürülme ve savrulma olacak." Denildi ki: "Bu ne zaman olacak ey Allah'in Rasulü?" Söyle buyurdu: "Sarkici kadinlar ve çalgi aletleri yayilip içki içilince." Bu hadisi, Tirmizi rivayet eder. Dahhâk söyle der: "Müzik kalbi ifsad eder ve Rabbi kizdirir."  Allah'in kullari! Müzigin malzemesi ve asli, müzige iten nedenler ve müzigin gayesi, etkisi ve sonucu; bütün bunlarin hepsi facirlerin ve fasiklarin Allah'i kizdiran ve Allah'in hoslanmadigi seylere övgüler içeren siirleri etrafinda döner dolasir. Onlari elde etmekle övünür ve onlara ulasmakla gösteris yaparlar. Hatta bunu da asarak Allah'in, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'e indirdigine karsi çikan küfri sözlerle müzik yaparlar. Müzik ve eglencenin sahiplerini nasil kötülüge ve fesada sürükledigine bir bak! O zaman perde düser ve gerçek yüzü ortaya çikar. Basiret sahibi herkes onlarin yüzünde ve konusmalarinda, hallerinde ve hareketlerinde çirkin izleri ve kötü sonu görür. (Allah'in fitneye düsürmek istedigi kimse için sen, Allah'a karsi birsey yapamazsin.)(5/el-Mâide/41) Malik b. Enes rahimehullah zamanindaki bazi kimselerin müzige izin vermesi hakkinda sorulunca söyle der: "Onu bizde ancak fasik olanlar yapar." Ey müslümanlar! Müzik dinlemek ve kendini müzige kaptirmak seytanin en büyük hilelerinden ve tuzaklarindan biridir. Onunla cahillerin kalplerini avlar ve Kur'an-i Kerim dinlemekten alikoyar. Imam Safii söyle der:"Bagdat'ta zindiklarin icad ettigi ve cehri zikir olarak isimlendirdikleri bir seye rastladim. Onunla insanlari Kur'an'dan alikoyuyorlar." Allahu ekber! Bu söz cehri zikir hakkinda olunca -ki o, insani dünyadan sogutan bir siirdir, onunla bir kimse sarki söyler ve sarkinin ritmine göre bir baskasi degnekle sergiye veya kuru bir deriye vurur- içkinin ikiz ve süt kardesi olan müzik hakkinda ne demeli?!. "Sanat" olarak adlandiriyorlar. Oysa sehvetten ve çirkin sözlerden baska bir sey degildir. Hiç bir kalp onunla huzur ve sükunet bulmaz! Sübhânallah!. Nasil da akillar sapiyor ve anlayislar kör oluyor!. (Gerçek su ki, gözler kör olmaz fakat gögüsler içindeki kalpler kör olur.) (22/el-Hacc/46) Allah'in kullari! Isitme duyusu yüce bir emanet, Allah'in kullarina bagisladigi ve korunmasini emrettigi büyük bir nimettir. Onlara, kendilerinin bundan sorumlu oldugunu bildirmistir. Sarki sözleri ve müzik aletleri dinlemek bu nimete karsi nankörlüktür ve onu Allah'a isyanda kullanmaktir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Gözlerin zinasi (harama) bakmaktir. Kulaklarin zinasi (harami) dinlemektir. Dilin zinasi (harami) konusmaktir. Elin zinasi (harama) dokunmaktir. Ayagin zinasi (zinaya) adim atmaktir. Kalp meyleder ve temenni eder. Ferc (cinsiyet uzvu) bunu tasdik eder ya da yalanlar." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Ey müslümanlar! Müzigi ve müzik aletlerini yüceltmek, onunla ilgilenenlerin üstünlük gösterisinde bulunmalari insanlari sapikliga ve dalâlete davettir. Allah'in Kitabi'ndan ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetinden alikoymadir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim bir sapikliga davet ederse kendisine uyanlarin günahlarindan hiçbir sey eksilmeden onlarin günahlarinin aynisi ona da yazilir." Bunu Imam Müslim rivayet eder. Ey müslümanlar! Bir yanda müzikle eglenirken diger yanda yaralar ve kanlar içerisinde bitkin düsmüs, kafataslari ve cesetlerden olusan tepeler arasinda kalmis bir ümmete hayret!.. Sayginligina el uzatilan; topraklari, irzi ve kutsal degerleri sabah aksam çignenen bir ümmet müzikle egleniyor. Sanki siddetli savaslar ve sicak çatismalar hiç olmamis... Ve sanki müslümanlardan bir grup can çekismiyor!.. kalplerin ölmesinden ve basiretlerin körelmesinden Allah'a siginiriz.  Ey müslümanlar! Nefislerinizi ve kulaklarinizi seytanin çalgisindan ve bos sözlerden arindirin! Onlari cennet bahçelerine; Kur'an halkalarina ve insanlarin efendisinin sünnetini ögreten halkalara koyun ki cennet meyvelerini elde edesiniz. Bu; sapikliktan dogru yola ve körlükten basirete çikistir. Takvâya tesvik ve hevâdan sakindirmadir. Kalbin hayatidir. Ilaç ve sifadir, kurtulus ve burhandir. Allah Teâlâ'nin haklarinda (Onlar ki yalanci sahitlik yapmazlar. Lagve (bos ve batil sözlere) rastladiklarinda da sereflice yüz çevirip geçerler.)(25/el-Furkan/72) ve (Onlar bos seylerden yüz çevirirler.)(23/el-Mü'minun/3) buyurdugu kimselerden olun. Allah; beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin. Ihsani için Allah'a hamdolsun. Basarili kilmasi ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na sükürler olsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur, sâni yücedir. Sehadet ederim ki; efendimiz ve peygamberimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O'nun rizasina davet edendir. Allah; O'na, ailesine,ashabina ve din kardeslerine salât ve selam eylesin. Allah'in kullari! Allah'dan hakkiyla korkun ve O'nu gözetin. O'na itaat edin ve isyan etmeyin! (Ey iman edenler! Allah'dan hakkiyla korkun ve dogrularla birlikte olun.)(9/et-Tevbe/119) Ey müslümanlar! Allah, nikahta kadinlara has olmak üzere içerisinde harama övgü ve davet bulunmayan sözlerle birlikte def çalmaya izin vermistir. Bu, nikahin ilani ve nikahla zinanin birbirinden ayrilmasi içindir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Helal ile haramin arasindaki fark def çalmak ve nikahi ilan etmektir." Bu hadisi, Tirmizi ve diger bazi hadisçiler rivayet eder. Sahih-i Buhari'de Rubeyyi' binti Muavviz b. Afrâ evlendigi ve zifafa girdigi zamani söyle anlatir: "Küçük cariyelerimiz def çalmaya basladilar. Bedir Savasi'nda ölen babalarimizi aniyorlardi." Ibni Hacer, Fethu'l Bâri'de söyle der: "Kuvvetli hadisler bu konuda kadinlara izin vermektedir. Kadinlara benzemeyi yasaklayan genel deliller nedeniyle erkekler onlara dahil degildir." Ey müslümanlar! Üzülecek durumlardan biri de insanlardan çogunun kendilerine caiz kilinani asarak haram kilinanlara yönelmesidir. Fasik siirlerle ve çirkin sözlerle sarki söyleyen sarkici kadinlar ve erkekler, çalgici kadinlar ve erkekler kiralarlar. Müzik aletleri ve davullar getirirler. Bütün bu haramlar için büyük miktarda paralar öderler. Müzik çalarken hoporlör kullanarak komsularina ve diger müslümanlara eziyet verirler. Kadinlar, oyunlarinda hâyâsiz dansözlere benzerler. Erkekler kadinlarin arasina karisir. Vakitler ve namazlar zâyi edilir. Müslümanlardan bir çogunun arasina kör taklitle ve yayilarak nüfuz eden buna benzer birçok büyük fitneler ve kötü sonuçlar meydana gelir. Ey Allah'in kullari! Bu gibi toplantilarda bulunmaktan sakinin. Imam Evzâi rahimehullah söyle der: "Davullu, çalgili dügün yemegine katilma!" Allah'in kullari! Tevbe edin ve dönün. Dininizin âdâbina sarilin. Bozuk hallerinizi islah edin. Rabbiniz'in Kitabi'na ve Nebiniz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in sünnetine sarilin ki felaha erip kurtulasiniz. Ve bilin ki Allah sizlere, kendi nefsiyle baslayip ikinci olarak melekleri ve üçüncü olarak sizleri zikrettigi bir sey emreder ey mü'minler! Söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56) Allah'im! Kulun ve Rasulün Muhammed'e salât ve selam eyle! Allah'im! Hidayete ermis imamlar olan Rasid Halifeler'den razi ol!..

 

RAF'UL-MELAM
AN-İL-EİMMET-İL-
A'LÂM RİSALESİ
büyük imamlara
yapılan sataşmalara cevap

ŞEYHÜLİSLAM
TAKIYYUDDİN AHMED B.
ABDULHAÜM İBNÎ TEYMİYE EL-
HARRANİ ED DİMEŞKl


Bismillahirrahmanirrahim
Verdiği nimetlerden dolayı Allah'a hamd olsun. Yerde ve gökte ortağı olmayan tek ilah'ın Allah olduğuna ve Muhammed'in onun kulu ve Peygamberi olduğuna şehadet ederim. O'na, aile ve ashabına salât ve selâm olsun.
Kur'an'ın emrettiği gibi müslümanların Allah ve Resulullah'a bağlandıktan sonra müminlere ve özellikle de alimlere bağlanması gerekir. Çünkü alimler peygamberlerin vârisleridir. Allah onları deniz ve karada, karanlıklarda kendileriyle yol bulunan yıldızlar mesabesinde yaratmıştır. Ve bütün müslümanlar bu alimlerin hidayet ve dirayetini ittifakla kabul etmişlerdir.
Muhammed (SAV)'den önceki ümmetlerin •alimleri onların en şerlilerinden olurlardı. Sadece Muhammed (SAV) ümmetinin alimleri en hayırlılarıdır. Onlar Resulullah'ın halifeleridir. Onun sünnetinden kaybolanı tekrar ihya ederler. Onlar kitapla, kitap onlarla ayakta kalmış, kitap onlardan, onlar da ümmetin kabul ettiği kitaptan bahsetmişlerdir.
Bilinmelidir ki, bu imamlardan hiç biri kasten Resulullah'ın sünnetine, büyük, küçük muhalefet etmemiştir.
Bu imamların hepsi Resulullah'dan başkasının sözünün alınıp terkedilebileceği, fakat Resulullah'a muhalefet edilemeyeceği, ona tabi olmanın farz olduğunu, ittifakla kabul etmişlerdir. Fakat bu imamlardan birinin sahih hadise muhalif bir kavli bulunursa, o imamın sahih hadisi terketmesinde mutlaka bir özrü vardır.
Bu husustaki özürler üç sınıftır:
Birincisi: Peygamber (SAV)'in onu söylediğine inanmaması.
ikincisi: O hadisinden bu meselenin kas-tedilmediğine inanması.
Üçüncüsü: O hükmün mensuh olduğuna inanması.
Bu üç sınıf çeşitli sebeplere dayanmaktadır.
BİRİNCİ SEBEP
Hadisin ona ulaşmaması: Hadisin kendisine ulaşmadığı kimse onunla amel etmeye mükellef değildir. Eğer kendisine hadis ulaş-mamışsa, o imam ya ayetin zahir manasına göre veya başka bir hadisle veya kıyas gereğince yahut da istishab ile hüküm vermiştir. Bu hüküm bazan hadise muvafık olur bazan da muhalif, işte bu sebep, seleften hadise muhalif olan hükümlerinde en çok rastlanan sebeptir.
Ümmetten hiç kimse Resulullah'ın hadislerini tamamiyle bilemez. Resulullah bir söz söyler, fetva verir, hükmeder, veya bir şey yapar, orada bulunanlar da bu sünneti alır baş-
kalarına tebliğ eder ve bu sünnet sahabe ve tabiine böylece vasıl olur. Başka bir mecliste yine Resulullah konuşur, fetva verir, hüküm verir veya bir şey yapar ve bunuda öteki mecliste bulunmayanlar alırlar ve imkan derecesinde tebliğ ederler. Böylece bazılarında bulunan ilim diğerlerinde bulunmamış olur.
Sahabe arasındaki alimlerle, onlardafi sonraki ulema, ilimlerinin çokluğu ve sağlamlığı ile birbirlerinden üstündürler,
Fakat bir kişinin Resulullah (SAV)'ın işlerini, sünnetini ve hallerini toplayacağı iddiası asla mümkün olmayan bir iddiadır.
Resulullah (SAV)'ın işlerini, sünnetini ve hallerini herkesten daha iyi bilen Hulefa-i Ra-şidin'i, özellikle Hz. Ebu Bekir'i ele alacak olursak görürüz ki o, Resulullah'dan seferde ve hazarda ayrılmamış bilakis müslümanların işleri için geceleri Resulullah'ın yanında sa-bahlamıştır. Hz. Ömer de aynı şekildedir. Resulullah çok defa «Ben, Ebu Bekir ve Ömer girdik», «Ben, Ebu Bekir ve Ömer çıktık» buyurarak onların kendisine yakınlığını ifade etmiştir.
Bununla beraber Hz. Ebu Bekir'e büyükannenin mirası meselesi sorulunca «Allah'ın kitabında sana birşey yoktur. Resulullah (SAV)'ın sünnetinde de sana dair birşey bilmiyorum. Fakat bilenlere bir sorayım» diye cevap vermiş ve kalkıp bilenlere sormuştur. Muğire b. Şube ve Muhammed b. Mesleme kalkıp «Resulullah'ın ona (büyükanne) altıda bir verdiğine» şahadet etmişlerdir. Bu sünneti imran b. Husayn da tebliğ etmiştir.
Halbuki bu hadisi rivayet eden şu üç kişi Ebu Bekir ve diğer raşid halifelere denk bir ilme sahip değillerdir. Ama bu sünneti rivayet etmişler ve ümmet de onunla amel etmeyi ittifakla kabul etmiştir.
Aynı şekilde Hz. Ömer «İsti'zan» izin isteme ve sünnetini Ebu Musa el-Eş'ari kendisine haber verip ensarın şahadet etmesine kadar bilmiyordu. Hz. Ömer bu sünneti kendisine haber verenlerden daha ziyade ilim sahibidir.
Hz. Ömer kadının ölen kocasının diyetinden miras alacağını da bilmiyordu. Diyetin tamamen baba tarafından akraba olanlara verileceğini biliyordu. Badiye'den birinde Resu-lullah'ın emirliğini yapmakta olan Dahhâk b. Süfyan el-Kullabi; «Resulullah (SAV)'ın Eşyem ed-Dıbyan'ın eşini, diyetine mirasçı kıldığını» haber verince kendi görüşünü terketmiş ve «Bunu duymasaydık bunun aksine hüküm verirdik» buyurmuştur.
Yine Hz. Ömer, Abdurrahman b. Avf kendisine; «Onlara ehli kitap gibi davranın» hadisini haber verinceye kadar cizye meselesinde mecusilerin hükmünü bilmiyordu.
«Serğ» bölgesine geldiğinde Hz. Ömer Şam'da veba salgını olduğunu haber aldı. Ve yanındaki ilk muhacirlere ve sonra ensara daha sonra da Müslimetü-l-Feth'a görüşünü sordu. Her biri görüşünü söyledi. Hiç kimse sünnetten bir rivayette bulunmadı. Abdurrahman b. Avf gelince veba hususunda Resulullah (SAV)'ın sünnetini haber verdi ki Resulullah (SAV) şöyle buyurdu:
 «Bulunduğunuz yerde (veba) çıkarsa ondan kaçmak için oradan (dışarıya) çıkmayın. Bir yerde (veba çıktığını) duyarsanız oraya gitmeyin.»
Hz. Ömer ve Ibni Abbas namazında şüphe eden kimse hakkında müzakerede bulundular. Bu hususta ona bir sünnet ulaşmamıştı. Yine Abdurrahman b. Avf bu hususta Nebi (SAV)'den: «Şüpheyi atar ve kesin olan (rek1-at sayısına göre namazını) tamamlar» buyurduğunu rivayet etmiştir.
Hz. Ömer yine bir yolculukta fırtına ko-punca: Fırtına hususunda kim bir hadis rivayet edecek diye sorar. Ebu Hüreyre dedi ki: Bu haber geldiğinde ben kafilenin arka-sındaydım. Bineğimi sürerek ona yetiştim ve fırtına çıktığında Nebi (SAV)'in emrini rivayet ettim.
Bu hususlar, Hz. Ömer'in bilmediğini ve kendisine ilimde denk olmayanların tebliğ ettiği yerlerdir.
Başka yerler de var ki, o hususta ona bir sünnet ulaşmamıştır ve sünnetin dışında hüküm veya fetva vermiştir.
Menfaatleri muhtelif olduğu için parmakların diyetinde farklı hükmetmesi gibi. Halbuki ilim yönünden Hz. Ömer'den daha aşağı derecede bulunan Ebu Musa ve İbnl Abbas (RA)'ın bu hususta: «Bu ve bu (başparmak ile küçük parmağı göstererek) eşittir.» buyurduğunu biliyorlardı. Bu sünnet emirliğinde Muaviye (R.A.)'ye ulaşınca onunla hükmetmiş müslümanlar da bu konuda ona uymaktan başka bir yol bulamamışlardır.
Bu hadisin Hz. Ömer'e ulaşmaması onun için bir ayıp değildir.
Aynı şekilde Hz. Ömer oğlu Abdullah ve bazı ilim ehli, hacının ihrama girmeden önce ve cemre-i akabeyi taşladıktan sonra, Mekke'ye inmeden güzel koku sürünmesini yasaklıyordu. Bu konuda Hz. Aişe'den rivayet edilen hadis kendilerine ulaşmamıştı. Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: «Ben Resulullah (SAV)'a ihramdan önce ihram için, tavaftan önce (ihramdan) çıkması için güzel koku sürdüm.»
Yine Hz. Ömer Mest giyene, çıkarıncaya kadar bir vakit tayin etmeksizin meshetmesi-ni emrederdi. Seleften bazıları, da bu hükme tabi olmuştu. Mestlerin müddetini belirleyen hadisler, ilimde Hz. Ömer derecesinde olma-yanlarca biliniyordu ama Hz .Ömer'e ulaşmamıştı.
Mestlerin belli müddet içerisinde meshe-dileceğinl beyan eden hadisler Nebi (SAV)'den bir çok yolla sahih olarak rivayet edilmiştir.
Hz. Osman (R.A.) da kocası ölen kadının ölü evinde iddet bekli/eceğini bilmiyordu. Ebu Said el-Hudri'nin kız kardeşi kocası vefat edince Resulullah ona «iddet doluncaya kadar evinde bekle» buyurmuştu. Bu hadisi Hz. Osman öğrenince buna göre hareket etti.
Kendisi için avlanan bir av eti hediye edilince onu yemek istedi de Hz. Ali «Nebi (SAV)'nin kendisine hediye edilsn eti kabul etmediğini» haber verdi. O da vazgeçti.
Hz. Ali de böyleydi. Kendisi bu konuda şöyle buyurmuştur: «Resulullah (SAV)'dan bir hadis duyarsam, ondan Allah'ın dilediği oranda faydalanırdım. Başkası rivayet ederse ondan yemin etmesini isterdim. Eğer yemin ederse kabul ederdim.»
«Hz. Ebu Bekir bana rivayet etti ve rivayetinde sadık idi.» Ve meşhur tövbe namazı hadisini zikretti.
Hz. Ali ve ibni Abbas ve başkaları (R.A.): «Kocası ölen kadın hamile ise en uzun müddet ile iddet bekler» diye fetva verdiler. Re-sulullah'ın Subey'a el-Eslemiyye hakkındaki sünneti onlara ulaşmamıştı. Subey'a el-Esle-miyye'nin kocası Sa'd b. Havele ölünce Nebi (SAV): «Iddetinin çocuğunu doğurması» (do-ğuruncaya kadar) olacağına hükmetmiştir.
Hz. Ali, Zeyd ve İbni Ömer (R.A) mufav-vada hakkında: «Kocası ölünce ona mehir yoktur» diye fetva verdiklerinde ResuluKah (SAV)'ın Berva bt. Vaşik (R.A) hakkındaki sünneti onlara ulaşmamıştı.
Bu ashabtan nakledilenlerin büyük rakamlara ulaştığı geniş bir mevzudur.
Resulullah'dan nakledilenlerin ise sayısı binlere vasıl olduğundan tdmamiyle bilinmesi mümkün değildir.Şu zikrettiklerimiz; bu ümmetin ilim, fıkıh, fetva ve fazilet yönünden en üstün olanlarıdır. Onlardan sonra gelenler şüphesiz onların derecesine ulaşamayacağından bazı sünnetleri bilemeyeceklerini anlatmaya bile gerek yoktur. Bir kimsenin, imamların hepsinin veya belli bir imamın bütün sünneti bildiğine inanması büyük bir hatadır.-
Hiç kimse de kalkıp, hadisler tedvin edilmiş ve toplanmıştır, binaenaleyh gizli bir şey kalmamıştır demesin. Çünkü bu hadis kitapları mezhep sahibi imamlardan sonra toplanmıştır.
Bununla beraber, Resulullah (SAV)'ın hadislerinin belli kitaplarda toplanmış olduğunu iddia da caiz olmaz.
Resulullah (SAV)'ın hadislerinin bu divanlarda tamamen toplandığı farzedilse dahi, alimler kitaplarda bulunan herşeyi bilemez. Bu mümkün değildir. Kaldı ki insan elinde bulunan kitaplarda olanları dahi tamamiyle bilemiyor.
Halbuki bu divanlar toplanmadan önce yaşayanlar, sünneti sonrakilerden daha iyi biliyorlardı. Çünkü onlara sahih olarak baliğ olan bir çok rivayet belki bize meçhul, veya munkati olarak ulaşmıştır. Belki de hiç ulaşmamıştır.
Onların ezberledikleri sünnet divanlarda-kilerin birkaç katı fazla olduğunda meseleyi bilenler şüphe etmezler.
Yine birisi kalkıpta, bütün hadislerin hepsini bilmeyen müctehid olamaz demesin. Çünkü müctehidin Nebi (SAV)'nin bütün söz ve fiillerini bilmesi şart koşulsa, bu ümmetten müctehid çıkması mümkün olmaz. Burada ölçü tafsilatta bazı şeylerin dışında sünnetin çoğunu bilmesidir. işte bu tafsilatta sünnete muhalefet edebilir.
İKİNCİ-SEBEP
Hadisin müctehide ulaşması, fakat sıhhatinin ona göre sabit olmaması. Bu da ya hadis ravisinin veya bir üst ravinin ona göre meçhul, müttehem yahut hıfzının zayıf olduğuna dayanır.
Veyahut da sabit olmaması, hadisin munkati olarak ulaşmasından yahut da hadis lafzının tam tespit edilmemesindendir. Halbuki aynı hadis başkasına sika ravilerie muttasıl bir senetle ulaşmış olabilir. Birinin zayıf gördüğü ravi, başkasına göre sika olabilir. Veya birine hadis muttasıl olarak sika olmayan ra-viler vasıtasıyla, diğerine de sika raviler vasıtasıyla ulaşmıştır. Hadisin lafzını bazı mu-haddisler zabdetmiş olur veya o rivayetin sahih olduğunu gösteren deliller vardır.
Bu da çok vaki olan durumlardandır. Meşhur imamlara kadar tabiler ve sonrakiler de daha çoktur.
Hadisler, yazılmış ve meşhur olmuştu. Fakat bazı alimlere zayıf yollarla ulaşan hadisler, diğerlerine sahih yollarla vasıl olmuyordu. Bu yüzden de kendisine muhalefet eden hadis çıksa da kuvvetli hadis hüccet oluyordu.
Bu yüzden birçok imam fetvasını, kavlini 'hadisin sahih olmasına talik eder ve: «Bu meselede benim görüşüm şudur. Bu hususta şu hadis varid olmuştur. Eğer hadis sahih ise, benim kavlimdir.» derdi.
ÜÇÜNCÜ SEBEP
Müctehidin içtihadıyla hadisin zayıf olduğuna inanması: Başka rivayet ve yollara itibar etmemesi. Bu durumda kim haklı olursa olsun veya «Her müctehid doğruyu bulur» fikrini kabul etmiş de olsa mesele farksızdır. Mutlaka birisi hadise aykırı davranmıştır.
Bunun da sebepleri vardır.
Birincisi: Hadis rivayet eden birini bir müctehid zayıf itikat ederken, başka bir müctehid aynı raviyi sika kabul eder. Havileri bilmek ilmi geniş bir ilimdir. Belki zayıf olduğunu söyleyen, ravide bir cerh sebebi bulduğu için haklı olabilir. Belki de onu kuvvetli gören haklı olur. Ve cerh sebebi kabul edilen noktanın cerhi icab ettirmediğini bilmediği için haklı olabilir. Ona göre cerh, o cerhe engel bir şey bilir. Bu geniş bir konudur.
Ravilerl inceleyen alimlerin de diğer ilimler gibi ittifak ve ihtilaf ettikleri yerler vardır.
İkincisi: Hadisi, ravisinin kendisine rivayet eden bir üst raviden işittiğine inanması.
Evet, bir müctehid ravinin bir önceki raviden duymadığına, diğer bir müctehid de duyduğuna inanabilir. Bunun sebepleri de malumdur.
Üçüncüsü: Hadis ravisinin istikamet ve ızdırap hali vardır. Kitaplarının yanması, dağılması gibi haller ızdırap halidir, istikamet hali olan normal halde rivayet ejttiği hadisler sahih, ızdırap hali olan bozuk halde rivayet ettiği hadisler ise zayıftır. Bazısı hadislerin bu iki halin hangisi anında rivayet edildiğini bilemez. Başkası istikamet halinde rivayet edildiğini bilebilir.
Dördüncüsü: Muhaddis, rivayet ettiği hadisi unutur yahut rivayet ettiğini inkar eder. Bu durumda müctehidin birisi bunun hadisi zayıflattığına, diğeri ise zayıflatmadığına inanabilir. Mesele malumdur.
Beşincisi: Hicazlılardan çoğu Iraklı ve Şamlıların Hicaz'da aslı olmayan rivayetlerini kabul etmezler. Hatta onlardan biri: «Iraklıların rivayet ettikleri hadisleri ehli kitabın hadisleri mertebesine indirin. Onları ne kabul edin ne de yalanlayın» demiştir.
Birine «Süfyan Mansur'dan, o da Alka-me'den, Alkame de Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ederse delil olur mu?», diye soruldu, o şöyle dedi: Hicaz'da bu rivayetin aslı yoksa olmaz.
Bu Hicazlıların sünneti iyi zabtettikleri, Iraklıların zaptedemedikleri, Iraklıların rivayetlerinin bozuk olduğu fikrine dayanmaktadır.Bazı Iraklılar da —ulemanın çoğu kabuf etmemiş olsa da— Şamlıların hadisini delil olarak kabul etmezler.
Halbuki hadisin isnadı sağlam olduğunda o hüccettir, ister Hicazlı, ister Şamlı, ister Iraklı, isterse başkası rivayet etmiş olsun. Mühim olan sünnettir.
Ebu Davud'es-Sicistani muayyen şehirlere has hadisleri gösteren bir kitap tasnif etmiştir. Medine, Mekke, Taif, Şam, Hımış, Küfe, Basra ve diğer şehir ehlinin sadece kendilerinde bulunan, başkalarında bulunmayan rivayetferini açıklamıştır.
DÖRDÜNCÜ SEBEP
Müctehidin adil, hafız bir haberi vahidi kabul hususunda başkasına ters düşen şartlar koyması. Mesela:
Bazıları rivayet edilen hadisin Kur'an ve sünnet ile karşılaştırılmasını şart koşar.
Bazıları rivayeti usule muhalif olursa ra-vinin fakih olmasını şart koşarlar.
Bazıları da hadis yaygın bir mesele hususunda ise tek kişinin değil, onu herkesin bilmesi lazımdır diye şart koşarlar.
BEŞİNCİ SEBEP
Hadisin kendisine ulaşması, sıhhatinin sabit olması, fakat müctehidin bu hadisi unutması. Bu kitapta da sünnette de varîd olur.
Mesela:
Hz. Ömer'den meşhur olan hadis •. Kendisine yolculuk esnasında cünüb olup su bulamayan kimsenin ne yapacağını sordu da : «Su buluncaya kadar namaz kılmaz» diye cevap verdiğinde, Ammar b. Yasir dedi ki: «Ey mü'minlerin emiri hatırlamıyormusun ikimiz seferde idik yıkanmamız gerekti de ben toprakta hayvanların yuvarlanması gibi yuvarlandım sen de namaz kılmadın. Bunun üzerine o durumu Nebi (SAV)'ye anlattım, O da iki eliyle yere vurup ellerini ve yüzünü meshe-derek: «Sana böyle yapman yeterdi.» buyurdu. Ömer dedi ki: «Allah'tan kork Ammar.» Ammar: «İstersen bu hadisi rivayet etmem» dedi de Ömer: «Hayır, o hususta hissettiğini yapmakta seni serbest bırakıyoruz» dedi.
İşte bu sünnet Hz. Ömer'in önceden bildiği halde sonra unuttuğu bir sünnettir. Bunun hilafına fetva verdiğinde, bu hadisi Ammar kendisine hatırlattı ama O hatırıayamadı. Ve Ammar'ı da yalanlamadı, nakletmesine izin verdi.
Bundan daha uygun örnek de şudur: Bir hutbe okudu ve «Bir kimse Nebi (SAV) zevceleri ve kızlarının mehrinden fazla mehir koyarsa onu kabul etmem, geri çeviririm» dedi. Bunun üzerine bir kadın : «Allah'ın bize verdiği şeyi niçin haram kılıyorsun ey müminlerin emiri» dedi ve «Bir kadından ayrılıp diğeriyle evlendiğinizde, kadına kantarla vermiş olsan dahi ondan bir şey almayın» ayetini okudu .Hz. Ömer de kadının görüşünü kabul etti. Bu ayeti Hz. Ömer ezberlemişti ama unutmuştu.
Aynı şekilde Hz. Ali, Hz. Zübeyr'e Cemel vakasının olduğu gün Peygamber (SAV)'in ikisinden aldığı sözü hatırlattı o da hatırlayarak savaştan çekildi.
Bu selefte de halefte de çoktur.
ALTINCI SEBEP
Hadisin delaletini bilmemesi.
Delaletin bilinmemesi, bazan hadiste bulunan «Müzabene, muhabere, münakale, mü-lamese, münabeze ve ğarar» gibi ulemanın tefsirinde ihtilaf ettikleri garip kelimelerden kaynaklanır.
Şu merfu hadis buna bir örnektir: «Iğlak halinde talik da ıtak (köle azadı) da olmaz.» Buradaki «iğlak» kelimesini —ikrah = zorlamak— manasına tefsir etmişlerdir. Buna muhalefet eden bu manayı bilmiyor demektir.
Delaletin bilinmemesi bazen müctehid lü-gatındaki mananın. Nebi (SAV) lügatmdaki manaya uymamasıdır. Aynı lafzı müctehid, Peygamberin kastetdiği mana ile anlamayıp kendi anladığı manaya hamlediyor.
Mesela: Bazı müctehidler «Nebiz» hakkındaki ruhsatı bildiren eserdeki «nebiz» kelimesini sarhoş edici zannetmişlerdir .Çünkü kendi dillerinde nebiz sarhoş edici anlamda kullanılır. Halbuki buradaki «nebiz» içine tat vermek için (üzüm, hurma v.s.) atılan ve kö-
pürmeden içilen şerbettir. Bu manayı açıklar mahiyette sahih hadisler gelmiştir.
Aynı şekilde «Hamr» kelimesi Kitap ve Sünnette geçmektedir. Kendi lügatlarında sadece köpürmüş üzüm suyundan olduğundan bunu sadece üzüm suyuna mahsus kılmışlardır. Halbuki diğer sahih hadislerde sarhoş eden her şeye «Hamr» dendiği varid olmuştur.
Bazen de delaletin bilinmemesi, lafzın müşterek, mücmel veya hakikati ile mecaz arasında ihtimalli olmaması müctehidi kendine göre en yakın manaya hamletmeye götürür. Bu mana asıl kastedilen manaya aykırı olsa da durum böyledir.
Sahabeden bir topluluğun «hayt-ı ebyaz» ve «hayt-ı esved»i ipe hamletmesi gibi.
Bazılarının «yüzünüzü ve ellerinizi mesnedin» ayetini koltuk altlarına kadar meshet-meye hamletmeleri de buna örnektir.
Bazen de delalet gizli olduğundan bilinmez. Zira sözlerin manaya delalet şekilleri çok çeşitlidir, insanlar bu hususta anlayışlarına göre Allah'ın verdiği kabiliyete göre birbirlerinden ayrılırlar.
Müctehid, delaleti umum cihetiyle anlar da, meseleyi mananın o umuma dahil olduğunu kavrayamaz. Bazan kavradığını so'nra unutabilir. Bu çok kapsamlı bir konudur Al-lah'dan başka kimse tamamiyle bilemez.
Bazen de müctehit hata eder ve sözden Resulullah'ın gönderildiği Arap lisanının ihtimali olmayan bazı şeyler anlayabilir.YEDİNCİ SEBEP
Hadisde delalet olmadığına inanması. Bununla bundan evvelki sebebin farkı, birincisinde delalet ciheti bilinmemiştir. ikincide ise delalet ciheti bilinmektedir, ancak mücte-hid sahih olmadığına inanmaktadır. Bu da müctehidin o delaleti —doğru da olsa— reddeden usulleri kabul etmesinden ileri gelmektedir.
Tahsis edilen amm'ın delil olmayacağı kaidesi, mefhumun delil olmaması, bir sebep üzere varid olan umumun sebebe mahsus olacağı, mücerret emrin vucub ifade etmediği veya fevr ifade etmediği, lâmıtarif ile marife olanların umum ifade etmediği, menfi fiillerin zatlarını ve hükümlerinin hepsini nefyetmediği gibi kaidelere inanması.
Fıkıh usulünün yarısı (hilaf meseleleriyle) bu kısma girmektedir. Mücerret kaidelerin ihtilaf mevzuu delaletlerin hepsini içermese de fıkıh usutünün yarısı bu kısma girmektedir. Delalet cinslerinin fertleri de buraya girer. Muayyen bir lafzın mücmel olduğuna (manalarından hangisi kastedildiğine delaleti olmayan müşterek olduğundan) inanması gibi.
SEKİZİNCİ SEBEP
Müctehidin bir delalet karşısında o delaletin kastedildiğini gösteren başka bir delilin bulunmasına inanması.
Amm'ın hâs ile, mutlak'ın mukayyed ile mutlak emrin vücubu nefyeden delil ile, haki-
katın mecaz ile çatışması gibi çok çeşitli çatışmalar bu geniş konuya girmektedir.
Kavillerin delaletlerinin çatışması ve birbirine tercihi deryaya benzer.
DOKUZUNCU SEBEP
Müctehidin, hadisin zayıf olduğu veya mansuh veya tevile elverişli ise teviline delalet eden ayet, başka bir hadis veya icma gibi ittifakla muariz elverişli bir şey ile çatıştığına inanması.
Bu da iki türlüdür:
Birincisi: Çatışan bu muarızın racih olduğuna inanır. Böylece yukarıdaki üç ihtimalden birisi—hangisi olduğu kestirilmeksizin — taayyün etmiş olur.
Bazen de mansuh veya müevvel olduğuna inanarak birini tayin eder. Sonra da nesh hususunda sonrakinin önce geldiğine inanarak hata eder. ihtimali olmayan bir manaya hamlederek yahut da kendisini o manaya götüren bir saikın bulunmasıyla tevilde de yanılabilir.
Genelde bir çatışma olmuşsa bu, karşıdaki delille bu zıt delalet olmayacağı gibi, muarız hadis birinci hadisin isnad ve metin yönünden aynı kuvvette olmayabilir. İşte burada birinci hadis hakkında önceden zikredilen sebepler gelir.
Genelde iddia edilen icmaın muarız görülmesi ise o hususta muhalifin bilinmemesinden ileri gelir.II
Biz bazı meselelerde hüküm verirken muhalif bulunmadığını delil göstererek hüküm veren büyük alimler gördük. Halbuki delillerin zahiri onlarca da verdikleri hükmün hila-fınadır.
Fakat alim daha önce söylenmemiş bir hükmü — ulemanın aksini söylediğini bilerek— ileri süreme/niştir. Hatta bazıları hüküm verirken muallak bırakmış ve: «Eğer meselede icma varsa tabi olmaya o daha layıktır. Yoksa bana göre hüküm şöyle şöyledir» demiştir.
Buna örnek; Birinin «Kölenin şahitliğine cevaz veren bir kimse bilmiyorum» demesidir. Halbuki kölenin şahadetinin kabul edildiği Hz. Ali, Şureyh (RA) ve başkaları tarafından mahfuzdur. Menkuldür.
Yine bir kısım, azad edilen kölenin mirasçı olacağına dair Hz. Ali ve İbni Mesud (R.A.), Nebi (SAVJ'den hasen bir hadis naklettikleri halde, birinin, «Bir kısmı azad edilen kölenin mirasçı olamıyacağında ulema ittifak etmiştir, icma vaki olmuştur» demesi de bu mevzuya başka bir örnek teşkil eder.
Namazda Resulullah'a salat okumanın farz olduğu Ebu Cafer el Bakır tarafından mahfuz olduğu halde «Namazda Resulullah'a salatı farz kılan birini bilmiyorum» demek de bu kabildendir.
Bu da ulemanın çoğunun kendi beldesinde yetiştiği ilim erbabının kavillerini bilmesi, diğer ilim ehlinin kavillerini bilmemesinden ileri gelir.
20
Mutekadim ulemadan çoğunu Medine ve Kufelilerin kavillerinden başkalarını bilmediğini bulduğumuz gibi, müteahhir ulemanın da mezhep sahibi imamların iki veya üçünden başkasının kavillerini bilmediklerini görürüz. Çünkü önce muhalif bir görüşün —önceden bulunmasının yanısıra— hâlâ mevcut olduğunu o müctehid bilememektedir. Bu sebeple ic-maya muhalif gördüğü bu hadise veya delillerin en büyüğü olan icmaya ters düşerim korkusuyla yaklaşmamaktadır.
İşte bu hadislerin bazılarını terkeden birçok ulemanın ileri sürdüğü özürdür. Bazıları gerçekten bu hususta mazurdur. Bazıları da kendilerini mazur zannederler. Bundan önce ve sonraki sebeplerden çoğunda da durum yukarıdaki gibidir.
ONUNCU SEBEP
Başkasının muarız görmediği halde müc-tehidin bir hadisin neshine, zayıflığına veya teviline delalet eden başka bir hadisle çatıştığına inanması.
Yahut da gerçekte böyle bir çatışma olmadığı halde müctehid çatışma var zannedebilir.
Kufelilerden çoğunun Kur'an'ın zahirine muarız olması sebebiyle sahih hadisi kabul etmemesidir. Bu da Kur'an zahirinin ve umum manalı ayetlerin hadise mukaddem olmasına inanmasından kaynaklanır.
Kavlin çeşitli delaletlerinin bulunması sebebiyle zahir olmayanı zahir zannedebilir. Bu yüzden «Şahid ve Yemin» hadisini kabul etmemişlerdir. Bu durum başkalarına göre: Kur'an'm zahirinde şahid ve yeminle hüküm vermeyi engelleyen birşey yoktur. Sünnet, Kur'an'ı tefsir edici mahiyettedir.
Şafii'nin bu kaide üzerine söylediği söz meşhurdur.
Ahmed b. Hanbel'in de Kur'an'm Resu-lullah'm sünnetiyle açıklanmaya ihtiyacı yoktur zannedenlere reddiye olarak yazdığı meşhur risalesi vardır. Burada zikri mümkün olmayacak kadar çok delil serdetmiştir.
Onuncu sebebe dahil olanlardan biri de umum ifade eden ayeti tahsis ve mutlakı mu-kayyed veya ayete ziyadelik getiren hadisleri reddederek nassa mutlak'ın takyidi gibi ziya- . delerin nesh olduğuna inanmaktır. Aynı şekilde amm bir ayetin tahsisinde nesh olduğunu kabul etmeleri.
Bazı Medinelilerin ehli Medine'nin ameline muhaliftir diye kendilerini habere muhalefette ittifak ettikleri ve bu icmalarınm da habere takdim edileceği fikri ile sahih hadise karşı çıkmaları bu nevidendir.
Alışverişde meclis muhayyerliği hadisine karşı çıkmaları da bu asla dayanmaktadır. Ulemanın çoğu Medinelilerin bu meselede ihtilaf ettiğini ve icma etmiş olsalar dahi onlara-muhalefet edenlerin çıkmasıyla muteber delilin hadis olacağını tesbit etmişlerdir.
Külli kaidelerin bir haberle bozulamıyaca-ğı aslına dayanarak iki belde alimleri kıyast celi ile çatıştığı için bazı hadisleri almamalar»
da yine bu nevidendir. Bu ve buna benzer çatışma şekilleri muarız isabet etsin veya etmesin çoktur.
Bu on sebep zahirdir, açıktır.
Hadislerin bir çoğunu ulema terkederken bizim muttali olmadığımız bir çok delilleri olabilir. İlim sahası geniştir. Ve alimlerin her bildiğine muttali de olamayız.
Alim bazen delilini açıklar bazen de açık-Jamaz. Açıkladığı zaman da bize bazen ulaşır, bazen de ulaşmayabilir. Ulaştığı zaman da ihticac noktasını bazen kavrar bazen de kavrayamayız. Hüccet doğru olsun olmasın durum böyledir.
Fakat biz her ne kadar bunu doğru bulmuyorsak da bir kısım ulemanın ittifak ettiği bir sahih hadisi bırakıp, ilmi çok da olsa, delili de olsa sahih hadisi terkedip bir alimin hükmünü kabul -etmemiz caiz olmaz. Çünkü hatanın edille-i Şer'iyyeden çok, ulemanın sözlerinde vuku bulacağı bir gerçektir. Edille-i Şer'iyye ise alimin görüşünün hilafına, bütün Allah'ın kullarına kesin hüccetidir. Ve seri delilin ona muhalif bir' haber yoksa hatalı olması imkansızdır. Alimin görüşü böyle değildir. Eğer böyle yerlerde alimlerin görüşüyle amel edilseydi bu gibi hususlarda elimizde delil kalmazdı.
Alim hadisi terketmekte kendine göre mazur olabilir. Biz de onun terkini terketmekte fnazuruz.
Aliahu Teala buyurdu ki: «Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazancı onlara,sizinki de sizedir. Onların yaptıklarından sorulmazsınız.» Bakara . «Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde onu, Allah ve Resulul-lah'ın hükmüne götürünüz» Nisa : 59.
Hiç kimsenin Peygamber (SAV)'den sahih olarak varid olan hadise insanlardan birinin sözüyle muhalefet etmeye hakkı yoktur.
fbni Abbas (R.A)'a birisi mesele sordu, O da bir hadisle cevap verdi de, adam: «Ebu Bekir ve Ömer şöyle dedi» deyince, İbni Abbas şöyle dedi: «Üzerinize gökten taş yağmasından korkarım. Ben Resulullah (SAV) şöyle buyurdu diyorum. Siz kalkıp Ebu Bekir ve Ömer'den bahsediyorsunuz.»
Hadisi terketmenin bu sebeplerden biriyle olduğu ortaya çıkınca, tahrim, tahlil ve hüküm içeren sahih bir hadisi terkeden alimin haramı helal, helali haram kıldı diye veya Allah'ın indirdiğinin hilafına hükmetti diye ceza göreceğine inanmak da caiz olmaz.
Aynı şekilde hadiste bir fiili işleyenin tehdidi, laneti, azap göreceği ve gazabı celbede-ceği gibi bir manalarla müctehidde bu hadisi terketmişse o alim bu yasağı mubah kılmış vaîdi gerektiren bir fiil işlemiştir. Cezayı ha-ketmiştir demek caiz olmaz.'
Bağdad mutezilesinden Bişr el-Müreysi ve benzerleri hariç bütün ulema bu hususta ittifak etmiştir. Bişr el-Müreysi ve benzerleri müctehidlerin hataları yüzünden ceza göreceğine inanmaktadır. Çünkü bu tehdidin kapsa-24
mına girmek için haram işleyenin haram olduğunu bilmesi veya tahrimiyeti bilmesi mümkün olması şarttır.
Kırsal kesimde şehirden uzakta yetişen veya İslâm'a yeni giren birisi tahrimiyetini bil-miyerek haramlardan birini işlese günahkâr olmaz, had cezası uygulanmaz. Haramı helal kabul ederken şer'i bir delile dayanmasa da durum böyledir. Hal böyleyken haram kılan hadis kendisine ulaşmamış bir kimse, o haramın helal olduğunda şer'i delile dayanıyorsa o kimse mazur olmaya daha layıktır.
Şer'i delile dayanarak içtihat ettiğinden içtihadı sebebiyle onun ecri vardır. Allahü Te-ala buyurdu ki: «Davud ve Süleyman bir kavmin koyunlarının yayıldığı ekin tarlası hakkında hüküm vermişlerdi. Biz de şahit olmuştuk. Biz bu hükmü Süleyman'a öğrettik. Her ikisine de hikmet ve ilim verdik.» Enbiya suresi 76 - 77. Sadece Süleyman (A.S)'ı anlayışla vasıflarken her ikisini de ilim ve hikmetle öğ-mektedir.
Sahihaynde (Buhar? ve Müslim) Amr b. As (R.A)'dan rivayet edildi ki Nebi (SAV) şöyle buyurdu: «Hakim içtihat eder de içtihadı isabetli olursa iki ecri vardır, içtihat eder de yamlırsa bir ecri vardır.» Böylece açığa çıkıyor ki müctehit hatalı hüküm verse de içtihadı sebebiyle yine kendisine ecir vardır. Hatası affolunmuştur. Çünkü bütün hükümlerde doğruyu bulmak ya çok güçtür veya mümkün değildir.Allahü Teala «(Allah) size dinde bir zorluk kılmamıştır.» Hacc: 78. «Allah size kolaylık diler zorluk istemez» buyurmuştur.
Yine Sahihaynde Nebi (SAV)'nin Hendek günü ashabına şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir :«Hiç kimse Benî Kureyza'ya varmadan ikindi namazını kılmasın.» Yolda ikindi namazının vakti geldiğinde sahabeden bazısı: Biz Benî Kureyza'ya varmadan namaz kılmayız demiş, diğerleri ise: Bizden bunu istememiştir demişler ve namazı yolda kılmışlardır. Nebi (SAV) her iki taifeden de kimseyi kmamamış-tır.
Evvelkiler hitabın umum ifadesini ele almışlar ve namazın geçmesini bu umuma dahil kılmışlardır.
Ötekiler ise: Kendilerinde bu umum ifadeden çıkmalarını icap ettiren delilleri vardı. Nebi (SAV)'nin maksadı muhasara ettiği kimselere hemen gitmektir dîye anlamışlardır. Bu mesele fukahanın meşhur anlaşmazlığa düştüğü meseledir: Umum kıyas ile tahsis edilir mi?
Buna rağmen yolda namaz kılanların fiili daha doğru idi.
Aynı şekilde Bilal (RA) da iki ölçek hurmayı bir ölçek hurmaya sattığında Nebi (SAV) ona geri vermesini emretmişti. Ama bu muameleye faiz yemek hükmü terettüp etmemiş, haram olduğunu bilmediğinden Bilal (RA) faiz yiyenler gibi fasık, melun ve şiddet muamelesi görmemiştir.
Adiy b. Hatem ve sahabeden bir gurup «Fecrin beyaz ipi siyah ipten ayırd edilinceye kadar yiyiniz içiniz» (Bakara 187) ayetin-deki beyaz ve siyah ip tabirlerini gerçek ip olarak anlamışlardı. Bu yüzden yastıklarının yanına bir beyaz, bir de siyah ip edinirler ve bu iki ip birbirinden ayırdedilecek aydınlığa kadar yer ve içerlerdi. Bunun üezirne Nebi (SAV) Adiy'e şöyle buyurdu : «Demek ki senin anlayışın kıt. O (nün manası) gündüzün beyazlığıyla gecenin siyahlığıdır.» buyurarak onun ayeti anlayamadığına işaret etmiştir. Fakat oruç, yemek günahların en büyüklerinden olduğu halde bu yüzden ramazanda oruç yiyen birine yapılan kınama Adiy'e yapılmamıştır.
Soğuk bir günde başından yaralı bir kimseye gusl icap ettiğinde gusletmesi vaciptir diye fetva vermişler adam yıkanmış ve bu sebepten ölmüştür. Bu hususta fetva verenler yukarıdakiler gibi değildir. Çünkü Nebi (SAV) onları şöyle azarlamıştır: «Allah canlarını alsın, adamı öldürdüler. Biliniyorlarsa soramazlar mı? Cehaletin şifası sormaktır.» Bu fetvayı verenler ictihadsız hata etmişlerdir, çünkü ilim ehlinden değillerdi.
Aynı şekilde Üsame b. Zeyd'e de; Hure-kat harbinde «Lailaheillallah» diyen birini öldürdüğü için kısas ve diyete hükmetmemiştir. Çünkü Üsame onun öldürülmesinin caiz olduğuna, binaenaleyh islâm'ın sahih olmadığına inanıyordu. Halbuki öldürülmesi haramdı.Selef ve fukahanın cumhuru da böyle amel etmiş ve ehli bağy'in makul bir tevil ile ehli adli öldürmelerinden dolayı diyet veya kısas gerekmeyeceğine kail olmuşlardır.
Sünnete muhalefetinden dolayı ceza gerektiren bu şartı her yerde tekrar tekrar söylemeye gerek yoktur. Çünkü bu artık yerleşmiş, bilinen bir şeydir.
Amel edene va'dedilen mükafata nail olmanın Allah rızası için (ihlaslı olmak) ve rid-det ile amelini iptal etmemesi şartı vardır, işte bu şartı, mükafat va'd eden her hadiste zikretmeye gerek yoktur. Çünkü artık bilinen bir husustur.
Cezayı gerektiren bir durum hasıl olduğunda bazı engeller bu ceza hükmüne engel teşkil eder.
Cezayı engelleyen şeyler çoktur. Tövbe, istiğfar, kötülükleri gideren iyi ameller, bela, musibet, şefaat edenin şefaati ve Allah'ın rahmeti gibi maniler çoktur.
Bu sebeplerin hepsi ortadan kalkarsa (ki bu engeller Allah'a isyan eden azgın inatçılar hakkında geçerlidir), işte o zaman ceza o kimseye lahik olur. Bu şu demektir: Şu işi yapmak şu cezayı gerektirir. Bundan o işin haram ve çirkin olduğu anlaşılır. Bu cezayı gerektiren sebebi yapan her şahsın o cezaya müstehak olması kesin olarak batıldır. Çünkü o ceza şarta ve engellerin ortadan kalkmasına bağlıdır.
Bunun izahı; Bir hadis ile ameli terkeden kimse şu üç şeyden hali değildir:
1) Ulemanın ittifakıyla terketmesi caiz olanı terketmesi şeklinde olur. Hulefa-i Raşi-din'den naklettiğimiz misallerde olduğu gibi hükme muhtaç olan kimseye o hadisin ulaşmaması hali. Böyle hallerde hadisi terkettiği için alime birşeyin terettüp etmiyeceğinde hiç bir müslüman şüphe etmez.
2) Caiz olmayanı terk. Bu durum imamlarda hemen hemen hiç vaki olmamıştır. Fakat bazı alimlerin aşağıdaki durumlara düşeceğinden korkulur.
a) Kendisi ictihad ve görüş sahibi olmakla beraber meselenin hükmünü kavraya-maz ve fetvanın bütün sebeplerini bilemediği için hadisle ameli terk eder.
b) Kendisi delile dayandığı halde meseleyi sonuna kadar tetkik etmeden hükmeder ve istidlalde hata ederek hadisle ameli terk eder.
c) ictihad ve istidlal ile hükmetmiş olsa da muhalif hadisleri tetkik etmeye bir gaye yahut adetin galip gelmesiyle hadisîe ameli terk etmek.
ictihadda varılması gereken son hadde her müctehid varamayabilir. Bu sebepten alimler o meselede muteber içtihadın bulunmamasından korkarlardı. Bunlar günahlardır. Fakat günahın cezası tövbe edilmediği taktirde gerçekleşir. O günahları istiğfar, ihsan, bela, şefaat ve merhamet silebilir.
Heva ve hevesi galip gelip batıl bildiğine yardım edenler bu sınıfa girmezler. Aynı şekilde bir görüşün doğru veya yanlış olduğuna bakmadan hüküm verenler de" giremez.
«Hakimler üç sınıftır, ikisi ateşte, birisi cennettedir. Cennette olan bilen ve bildiğiy/e hükmeden hakimdir. Ateştekiler ise cehaletle bilmeden ve doğruyu bildiği halde aksine hükmedenlerdir.»
Müftüler de böyledir. Ama cezanın muayyen bir şahsa ulaşmasının da açıkladığımız gibi çeşitli engelleri vardır.
Şu yukarıda zikredilenlerden bazıları kabul görmüş büyük imamların bazısında vuku bulsa — ki bu çok uzak ihtimaldir, vaki olmamıştır— bun/ardan biri sebebiyle olmuştur. Vaki olsa dahi bu onların imamlıklarını kesin olarak zedelemez.
Bizler onların masum olduğuna inanmayız. Tam tersine günah sadır olacağına cevaz veririz ama bununla beraber sünnete tabi olmaları ve salih amel işlemeleri sebebiyle onların makamlarının yüksek olacağını umar, ümid ederiz. Çünkü günahda ısrar etmemişler ve sahabeden daha üstün derecede değillerdir. Ulema sahabenin verdiği fetva ve hükümlerde aralarında geçen kanlı hadiselerde-ki tutumları hakkında da hüküm aynıdır.
3) Sonra bizim yukarıdaki sebep/erden dolayı hadisleri terkedenlerin mazur olduğunu ve me'cur olduğunu bilmemiz muhalifi olmayan hadislere tabi olmamıza engel teşkil et-. mediği gibi, bu sahih hadislerle amel etmenin ümmete de farz olduğunu ve tebliğ gerekti-30
ğine inanmak da ulemanın ihtilaf etmediği mevzulardandır.
Bu hadisler ikiye ayrılır,
1 — Senedi ve metni kafi olan (Resulul-lah (SAV)'ın söylediğine ve o şekli kasdetti-ğine kesin olarak inandığımız) hadisler ki, ulema bu kati hadislerle amel etmeye ittifak et-mistir.
2 — Delaleti zahir olup kafi olmayan hadisler. Birinci sınıf hadislerin gereğini bilmek ve amel etmeye inanmak hususunda ule-ma arasında ihtilaf yoktur. Fakat bazı haber-lerde senedi kafi midir değil midir, delaleti kafi midir değil midir gibi ihtilaf etmektedir-ler. Ümmetn kabul ve tasdik ederek gereğiyle amel etmeye ittifak ettikleri haberi vahid de ihtilaf ettikleri gibi. Fukaha ve mütekelliminin çoğu haberi vahid'in ilim ifade ettiğine, müte-kelliminden bir kısmı da ilim ifade etmediğine kail olmuşlardır.
Birbirlerini tasdik eden çeşitli yollarla rivayet edilmiş hadislerde de durum aynıdır. Rivayet yollarını bilen ravilerin hallerine muttali olan, haberde bulunan karine ve alametlere vakıf bir kişiye göre bu haber ilim ifade ederken, bu hususları bilmeyene ilim ifade etmemektedir. Bu yüzden hadis alimlerinin büyükleri bazı haberler hususunda yakîn hasıl olduğu halde, başkalarına göre değil yakîn, sahih olmadığına bile kail olmuşlardır.
Hadisin ilim ifade etmesi bazen haber verenlerin çokluğu, bazen rivayet edenlerin sıfatları, bazen haber veriş şekli, bazen haber verenin anlayışı, bazen de.haber verilen şeyin i/im ifade etmesiyle anlaşılır.
Bazen birkaç kişinin rivayeti yalan ve hatadan uzak olmaları dindarlıkları ve hıfzlarının kuvveti sebebiyle ilim ifade eder de, sayılan, bu birkaç kişinin kat kat fazlası kimselerin rivayeti ilim ifade etmez.
işte bu üzerinde şüphe edilmeyen gerçektir. Fukaha ve muhaddislerin çoğuyla mü-tekellimînin bir kısmı da bu görüştedir.
Mütekellimîn ite fukahanın bir kısmı herhangi bir meselede verdikleri haber kesinlik ifade eden kişiler sayısında bir kalabalık tarafından yapılan her rivayet ilim ifade eder görüşündedir. Bu kesin olarak batıldır. Ama burası onun izah yeri değil.
Haberi bilmek hususunda haber verenlerin dışındaki karinelerin tesirini burada zikretmedik. Çünkü bu karineler haberden tecrid edilirlerse ilim ifade edebilir.
Bu karineler yalnız başına ilim ifade ettiğinde habere tabi kılınmamışlardır. Haber de karineye tabi kılınmamıştır. Tam aksine her biri ayrı ayrı bazen ilim, bazen de zan ifade etmişlerdir. İkisinde birden ilim ifade eden özelliklerin toplanması, yahut birisinde ilim icabettiren diğerinde zannı gerektiren şeyler bulunsa da durum aynıdır.
Haberler hususunda geniş malumatı olanın doğruluğuna hükmettiği haberlere, aynı seviyede olmayan birisi doğruluğuna hükmetmeyebilir.
Bazen hadisin nass mı, zahir mi olduğunda ihtilaf ettiklerinden delaletin kat'iyyeti hususunda anlaşamayabilirler. Zahir olsa mer-cuh ihtimali nefyeden birşey var mı yok mu diye ihtilaf ederler. Bu da çok geniş bir konudur.
Ulemanın bir kısmı bazı hadislerin delaletinin kafi olduğunu, başkaları aksini söylerler. Bu da, ya hadisin başka manaya ihtimali olmadığını bildikleri için, yahut da başka mananın bu manaya hamline engel olduğu için veya başka deliller sebebiyledir.
ikinci kısım olan zahire gelince, bütün muteber alimlerin ittifakıyla gereğince amel etmek farzdır. Ancak ilmî bir hüküm içeriyorsa bu hususta ihtilaf etmişlerdir. Fukahadan bir grup adil olan haberi vahid bir fiil üzerine tehdit ifade ediyorsa bununla amel etmek farz olur ve o fiilin haram olduğu kesinlesin Bunda haber kafi olmadıkça onunla amel edilmez. Metin kafi delalet zahir olunca da böyledir. Bu yüzden de Hz, Aişe (RA)'nin Ebu is-hak Sıbey'inin ailesine: «Zeyd b. Erkam'a tebliğ et ki tevbe etmedikçe Resulullah (SAV) ile yaptığı cihadı iptal etmiş olur» sözünü tah-rime hamlettiler. Hz. Aişe tehdidi (VAİD) bildiği için zikretmiştir. Biz onun haberiyle tahmin üzerine amel ederiz.
Bunların delilleri vaid ameli işlerdendir. Bu yüzden ilim ifade eden haberden başkasıyla sabit olmaz. Aynı şekilde eğer iş hükmünde içtihad edilen bir meseleyse onun fiiline de vaid gerekmez.Bunların sözüne göre vaid hadisleri fiillerin mutlak olarak haram olduğuna delildir. Bu hadislerle delalet kafi olmadıkça vaid sabit olmaz.
Bazı kıraatlerin Osman mushafında bulunmamakla beraber sahih kabul edilmeleri gibi. Çünkü bu kıraatler haberi vahid ile va-rid olmuş ilim ve amel ifade etmektedir. Amel etmek hususunda haberi vahid ile ihticac etti-ler, fakat Kur'an olarak kabul etmediler. Çünkü kıraatler sadece yakîn ifade eden delillerde sabit olan ilmi işlerdendir. Fukahanın ço-, ğu da, bu hadislerin içine aldığı vaid (tehdid) lerin hepsi hususunda hüccet olacağına za-hip olmuşlardır. Selefin çoğunluğu da bunu kabul etmiştir. Çünkü Sahabe-i Kiram ile Tabiiler böyle hadislerle vaidleri isbat eder ve gereği ile amel edileceğini beyan ederler ve hadisin içerdiği tehdidin faile lahik olacağını açıkça belirtirlerdi. Bu durum fetva ve naklettikleri hadislerinde yaygındır. Çünkü tehdit bazen zahir deliller, bazen de kafi delillerle sabit olan şer'i ahkâm cümlesindendir. Vaid-de tam yakîn (kesin bilgi) değil, yakîne veyo amelî hükümlerde olduğu gibi zannı galibe dahil olan itikad aranır.
insanın bir şeyi Allah'ın haram kıldığına inanması ile bir şeyi yapanın cezalanacağına inanması arasında fark yoktur. Allah'ın bir şeyi haram kılmasıyla o şeyi işleyeni ceza ile tehdit etmesi arasında fark yoktur. Zira her ikisi de Allah tarafından bir haber vermedir. Birinci şekilde haber vermek caiz olduğu gibi ikinci şekil de caizdir. Hatta birisi kalkıp da vaid ile amel daha kuvvetlidir dese daha doğru olur. Bu yüzden tergib (teşvik) ve terhib (tehdit) hadislerinin isnadlarmda gösterdikleri kolaylığı, ahkam hadislerinde göstermezlerdi. Çünkü vaide itikad, o işi terketmeye sebep olur.
Eğer o vaid gerçek ise insan kurtulur. Eğer hak değilse ve.fiilin cezası vaidden daha hafif ise insan o fiili terkettiği için cezanın daha fazla olduğuna dair itikadi hatası kişiye zarar yermez. Çünkü cezanın az olduğuna inanmış olsa da hata ederdi. Müsbet veya menfi olarak cezanın ziyadesine hiç inanmamış olsa yine hata etmiş olurdu.
Bu hatayı işlemeyi basit görür ve işlerse zaid olan ukubete —sabit ise— 'müstahak olur, yahut da o cezaya müstehak olmanın sebebi oluşurdu.
Demek ki itikatta hata iki takdirde de eşittir. Tehdide itikat etsin veya etmesin. Azab-dan kurtulmak ise itikat etmeye daha yakın olduğundan, vaide itikad etmek evladır.
işte bu delil ile ulema yasaklayan delili, mubah kılan delile tercih etmiştir. Fukaha da bu ihtiyat yolunu takip etmiştir.
Amelde ihtiyat ise ittifak edilmiş gibi bir durum arzetmektedir.
Vaid, inananı inkardan doğan hatasmda-ki korkusu karşısında bu itikadı kabul etmeme korkusu-varsa itikadı icap ettiren delil ile itikat ettiği takdirde hasıl olacak kurtuluş, zıt-ları olmayan iki sağlam sıhhatli delil olarak kalır.Birisi kalkıp da; vaid üzerine hakkında kafi delil bulunmaması onun yokluğuna delildir diyemez. Mushafda bulunmayan zaid kıraatler hakkında mütavatir haberin olmaması gibi. Çünkü delilin bulunmaması medlul aleyh (delilin gösterdiği şey) in bulunmadığına delalet etmez.
ilmi bir şeyin hakkında kat'i delil bulunmadığı için yokluğuna hükmeden kimse (Mü-tekellimînden bir taifenin metodu budur) açıkça hata etmiş olur.
Fakat bir, şeyin varlığının, varlığını gösteren delil gerektirdiğini ve delilin de olmadığını bilince gerekli şeyin olmadığına hükmederiz. Zira lazımın bulunmaması melzumun da bulunmadjğına delildir.
Biz biliriz ki Allah'ın kitabını ve dinini yaymaya, nakletmeye iten faktörler mevcuttur ve imkan hasıl olmuştur. Öyleyse ümmetin, insanların ihtiyaç duyduğu şeyi hücceti amme olarak nakline ihtiyaç duyduğu şeyi gizlemesi caiz olmaz. Mütevatir, yolla altıncı bir namazın veya başka bir surenin olmadığı mevcudiyeti nakledilmediğinden biz onların yokluğunu kesin olarak anladık.
Vaid bahsi bu bahislerden değildir. Zira her vaidin mütevatir olarak nakledilmesi gerekmez. O fiilin hükmü hakkında da durum aynıdır.
Böylece ortaya çıkar ki vaid içerikli hadislerle gereğince o işi yapanın o vaidle tehdit edildiğine inanarak amel etmesi gerekir
ve vaidin tahakkuku için bazı şartlar ve engeller vardır.
Bu kaide bazı misallerle daha iyi anlaşılır. Mesela:
Nebi (SAV)'nin (sahih hadisde olacak) şöyle buyurduğu sabittir: «Allah faiz yiyene, yedirene, şahidlerine ve katibine lanet etmiştir.»
Birden fazla sahih yolla yine peşin olarak iki ölçeği bir ölçeğe satan kimseye: «Eyvah işte o faizin ta kendisidir» buyurmuştur. Yine başka bir hadisde de: «Buğdayı buğday karşılığında müsavi olmadıkça satmakta faizdir» buyurmuştur. Bu faiz çeşitlerinin ikisinin de Nesie ve Fadl hadisinin manasına dahil olduğunu gösterir.
Kendilerine Nebi (SAV)'nln «Faiz ancak nesiede olur» kavli ulaşanlar peşin olarak Ikl ölçeği bir ölçek karşılığında satmayı helal saymışlardır. Ibni Abbas ve arkadaşları, Ebl Şa'sa, Ata, Tavus, Said b. Cübeyr, ikrime ve Mekke Heri gelenlerinden diğerleri gibi peşin olarak iki ölçeği bir ölçeğe satmayı helal sayanların faiz yediklerine, binaenaleyh lanete müstehak olduklarına inanmak hiçbir müslü-mana helal olmaz. Zira onlar ve onları taklid edenler geçerli bir tevile dayanarak bunu yapmışlardır.
Aynı şekilde Medineli büyük alimlerden bir kısmına göre, kadınlara, dübürlerinden yaklaşmanın caiz olduğu nakledilmiştir. Halbuki Nebi (SAV): «Kadınlara arkasından yaklaşan (cinsi münasebette bulunan) şüphesiz Muhammed'e indirileni inkar etmiştir» buyurmuştur.
İçki hakkında da Nebi (SAV)'den sabit olmuştur ki: «İçki mevzuunda on kişi lanetlenmiştir; Üzümü sıkan, sıktıran içen...». Yine birkaç veçihle sabit olmuştur ki: «Sarhoşluk veren her içki, sarhoş edici her şey şaraptır. Hz. Ömer muhacir ve ensar arasında minberinde hutbe okuyarak: «Aklı örten (sarhoş eden) her şey şaraptır» dedi. Allah hamrın haram olduğuna dair ayetini inzal ettiğinde . Medine'de içtikleri içkiler sebebi nüzulü teşkil etmekteydi. Medine'de de hurma şarabından başka içki yoktu. Üzüm şarabının hiçbir çeşidi Medine'de bulunmazdı.
Kufe'nin ilim ve amelde faziletlilerinden bazıları hamrın (şarap) üzümden başka bir şeyden olmadığına, bu yüzden de üzümden başka şeylerden yapılan içkilerin sarhoş etmeyecek biçimde içilebileceğine inanırlardı ve helal olduğuna inandıkları miktarda içerlerdi.
Bunların içki içenler için vaid (tehdid) in şümulüne girdiğini söylemek caiz olmaz. Çünkü onların yaptıkları te'viller ve diğer maniler sebebiyle özürleri vardır. Aynı şekilde içtikleri, lanetlenen hamr'dan değildir demek caiz olmaz. Çünkü umum ifade eden kavle, sebebi mutlaka dahildir. Medine'de üzüm şarabı yoktu.
Peygamber (SAV) şarap satana lanet ettiği halde, bazı sahabe şarap satmıştır. Bu duruma Hz. Ömer'e ulaşınca Allah filanın canını alsın. Resulullah (SAV)'ın: «Allah yahu-
dilere lanet etmiştir (etsin), yağlar onlara haram kılındığı halde onu sattılar ve parasını yedilere buyurduğunu bilmez mi demişti. Sahabe şarap satmanın haram olduğunu bilmiyordu .Hz. Ömer'i onun bilmemesi engellememiş ve bu günahın cezasını beyan ederek onun ve başkalarının bu işten uzak durmalarını mu-rad etmiştir.
Resulullah (SAV) şarap için üzüm sıkana da sıktırana da lanet etmiştir. Fakihlerden çoğu bir kimse şarap yapılacağını bilse de başkasına üzüm sıkmasının caiz olduğuna hükmetmiştir. Bu hadis şarap için üzüm sıkanın lanetleneceğine dair bir nass olmasının yanı sıra, bu hüküm mazur bir kimseye bir mani yüzünden şamil olmaması mümkündür. Aynı Peygamber birçok sahih hadiste de vasile ve musilenin (saç takan ve taktıran kadın) lanetlendiği sabitken bazı fakihler bunu sadece mekruh saymaktadır. Nebi (SAV): «Gümüş kaptan içen kimse karnına ancak cehennem ateşi yuvarlar» buyurduğu halde bazı fakihler tenzihen mekruh olarak görürler. «İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirlerse öldüren de, ölen de cehennemdedir» hadisiyle müslümanların haksız yere savaşmalarının haram olduğuna hükmedip gereğince amel etmek lazımdır. Bununla beraber Çemel ve Sıffın'de savaşanların cehennem ehli olmadıklarını da biliyoruz. Çünkü onların harbetmek için özür sayılacak te'villeri vardır. Ayrıca hadisin muktezasınca ameli hase-neleri vardır.Nebi (SAV) sahih bir hadiste şöyle buyurdu : «Üç kişi vardır ki Allah kıyamette onlara bakmaz, temize çıkarmaz ve onlara elim bir azab vardır; (elindeki) fazla suyu yolcudan esirgeyen, Allah ona şöyle der: Elinin yapmadığının fazlasını sen nasıl esirgediysen, bugün de ben senden fazlasını esirgiyorum. Bir hnama dünya menfaati için biat eden kimse, eğer imam ona verirse razı olur, ona bir-şey vermezse kızar, ikindiden sonra mal üzerine yalan yere verilenden daha çok verildi diye yemin eden.» Bu hadis suyunun fazlasını esirgeyenler hakkında büyük bir tehdittir. Buna rağmen bir kısmı bunu caiz görmüşlerdir.
Bu hilaf bizim bu işleri hadisleri delil göstererek haram itikat etmemize engel olmaz. Hadisin gelmesi te'vil edenlere tehdidin ulaşmayacağına ve mazur olduklarına inanmamızı da engellemez.
Nebi (SAV) «Hülle yapana da yaptırana da Allah lanet etsin» buyurmuştur. Bu hadis Resulullah (SAV)'dan ve ashabından birkaç yoldan rivaye tedilmîş sahih hadistir. Bununla beraber ulemadan bir kısmı hülleyi mutlak olarak sahih görmektedirler. Bunları akidde şart koşulmadığı takdirde diye sahih görmüşlerdir. Onların bu hususta malum özürleri vardır. Birincilere göre usulün kıyası nikah ile batıl olmaz. Alışverişte mal ve ücretin bilinmemesi akdi bozmadığı gibi.
ikincilere göre usulün kıyası akidlere mukterin şartlardan arınmış akidler. akidlerln hükmünü değiştirmez.
Bu hükmü verene bu hadis ulaşmamıştır. Bu ortadadır. Çünkü eski kitaplar bu hadisi içine almamaktadır. Şayet o hadis kendilerine ulaşsaydı ya aldıklarını beyan ederek veya ona cevap vererek veya te'vil ederek yahut da mensuh olduğuna inandıklarını söyleyerek veyahut da zıddı bir hadisin bulunduğunu anlatarak onu zikrederlerdi.
İşte bu yüzden hülleyi yapan helal olduğuna inanarak dahi yapmış olsa bu vaidin onlara ulaşmayacağını biliyoruz. Şartının bulunmaması veya bir engel bulunmasıyla bazı şahıslara vaid lâhik olmasa dahi bu vaidin sebebinin hülle olduğuna inanmamıza bu durum engel değildir.
Haris b. Kilde'nin nikahında doğan Ziyad b. Ebihi'yi Ebu Süfyan'ın: «O onun nutfesin-dendir» dediği için Muaviye (RA) Ziyad b. Ebihi'yi kütüğüne geçirmesi bu kabildendir. Halbuki Resulullah (SAV) buyurdu ki: «Babası olmadığını bildiği halde bu benim babamdır diye iddiada bulunana cennet haramdır.» «Kendisini babasından başkasına veya efendisinden başkasına nisbet eden kimseye Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun. Allah ondan ne fidye ne de şefaat kabul eder.» Bu hadis sahihtir.
Resulullah çocuğun nikahlı kocaya ait olduğuna hükmetmiştir. Bu hüküm ittifak edilen hükümlerdendir.
Nikahlı babadan başkasına nisbet edilen kimsenin de Resulullah (SAV)'ın kelamına dahil olduğunu biliyoruz. Halbuki sahabeye değil, sahabeden daha aşağı mertebede bulunan bir kimse dahi bu vaide dahildir denilemez. Çünkü çocuğun nikahlı kocaya ait olduğu hükmü onlara ulaşmamış olabilir. Bu nedenle de çocuğun anasını hamile bırakana ait olduğuna inanabilirler. Ziyad'ın anası Sü-meyye'yi Süfyan hamile bırakmıştır.
Bu hüküm insanlardan çoğuna gizli kalabilir. Özellikle de sünnetin intişarından önce sünnetin ulaşmaması mümkündür. Cahiliyye devrinde adetin böyle olduğunu da unutmamak gerekir. Veya bu sünnetle bazı maniler yüzünden amel edilmemesi, hasenatin seyyiatı mahvedeceği gibi vaidi önleyen şeyler olabilir. Bu geniş bir konudur. Kitap ve sünnetle haram kılınıp imamlara ulaşmadığı için helal saydıkları her şey buna dahildir. Veya ulaştığı halde kendilerindeki deliller muhalif olduğundan akıl ve ilimlerini kullanarak ictihad edip tercih ettikleri hususlar da bu konuya dahildir. Tahrimin : te'sim, zem. ukubet ve fısk gibi ahkamı yanısıra şartları ve manileri de vardır. Tahrim sabit şartlarının bulunamamasın-dan dolayı veya bazı maniler sebebiyle bu hükümler bulunmayabilir. Veyahut bu tahrim başkası hakkında sabit o şahıs hakkında müntefi olabilir.
Sözü yine buraya getirdik, çünkü ulema bu meselede ikiye ayrılmışlardır.
Birincisi: Selef ve fukahanın çoğunun görüşüdür. O da Allah'ın hükmü birdir içtihadıyla muhalefet eden hatalıdır, mazurdur ve ecrini alır.
Buna göre tevil ederek haram olan bir şeyi işleyen haram işlemiş olur. Fakat tahri-min eseri terettüp etmez. Allah onu affetmiş-tir. Zira Allah mükellefe gücü yettiğinden başkasını yüklemez.
ikincisi: Tahrim delili kendisine ulaşmadığı için onun hakkında haram olmaz. Başkası hakkında haram olsa da o şahsın aynı haiöketi haram olmaz.
ihtilaf birbirine çok yakındır, ibarede ihtilaf vardır.
ihtilaf mevzularma tesadüf ettiğinde vaid hadislerinde söylenecek söz budur. Çünkü alimler bir fiilin haram olduğunu ifade eden hadislerle ihticac (hilaf veya vifak yeri olsun; hususunda ittifak etmiştir. Hatta delil getirirlerken hilaf mevzularında bunlarla daha çok istidlal ederler. Lâkin vaid hakkında (zikrettiğimiz üzere) kafi olmazsa istidlalde ihtilaf etmişlerdir.
Vaid hadisleri hilaf mahallini değil, vifak mahallini içine alır. Failinin lanetleneceği, gazabı veya cezayı gerektireceğine dair tehdid bulunan hadisler, haram olmasında ittifak olunan fiillere hamlolunur ki helal olduğunu itikat eden müctehidler bu vaide girmesin. İnanan kimse yapandan daha şuurludur. Çünkü yapmayı emreden odur. Böylece lanet tehdidi veya gazab istilzam yoluyla inanan kimseye ilhak olunur mu, olmaz mı dense ona birkaç vecihle cevap veririz.
Birincisi: Tahrim cinsi hilaf mahallinde sabit olur veya olmaz. Eğer hilaf mahallinde kesinlikle sabit olmazsa haram olması lâzım gelir. Haram olduğunda ittifak edilenler bu durumdan hariçtir. Çünkü haram olduğunda ihtilaf edilen herşey helaldir. Bu, ümmetin ic-masına muhaliftir. Batıl olduğu İslâm dininin zaruri kıldığı malumat ile sabittir, malumdur. Şekilde de olsa tahrim cinsi hilaf mahallinde sabit olursa, müctehidlerden bu fiili helal sayanlara ya haramı helal kılan kimseye yapılan zem veya onu işleyenin ve cezasını hak edenin cezası lâhik olur veya olmaz.
Bu ceza lâhik olur veya olmaz dense ittifakla sabit olan vaid hadisi de aynı durumdadır. Hilaf mahallinde sabit olan vaid ise zikrettiğimiz tafsilat üzerinedir.
Vaid failedir. Haramı helal kılanın cezası, inanmaksızın o işi işleyenin cezasından daha büyüktür.
Tahrimin hilaf suretinde sabit olması caiz olunca helal kılan müctehide haramı helal saydığı için ceza verilmediğine ve mazur olduğuna göre o fiilin cezasının faile lâhik olmaması daha evladır.
Müctehidin bu tahrim hükmüne dahil olması gerekmediği gibi vaidln hükmü altına da girmesi gerekmez. Zira vaid zem ve cezadan ibaret bir neviden başka bir şey değildir. Bu cinsin altına girmesi caiz olursa bazı çeşitlerine verilen cevap diğer bazısına da 6evap olur.
Zem (kınama) min çokluğu ile azlığı veya cezanın kuvvetli veya hafif olması arasındaki fark bir şey ifade etmez. Çünkü bu nok-
tada cezanın ve kınamanın az olmasındaki sakınca, çok olmasındaki sakınca gibidir. Müctehide bu ceza ve kınamanın ne azı, ne de çoğu isabet eder. Tam tersine ecir ve sevap alır.
İkincisi: Hükmün ittifak veya ihtilaf edilmiş hükümlerden olması, fiilden ve sıfatlarının dışında kalan işlerdendir. Onlar sadece bilemediklerinden dolayı bazı alimlere arız olan işlerdir.
Bir umumi lafızdan hâs murad edilmişse; Beyanın tehirine cevaz vermeyenlere göre mutlaka tahsis ifade eden hitaba mukarin bir delil getirmek şarttır. Cumhura göre de ihtiyaç anına kadar delil tehir edilebilir.
Resulullah (SAV) zamanında bununla mu-ş hatap olanlar şüphesiz kitabın hükmünü bilmeye muhtaç idiler. Resulullah (SAV)'ın faiz yiyeni, hulleciyi ve başkalarını lanetleyen umumi lafzından murad, haram olduğuna ittifak edilmiş hususlardan biri olsaydı —Bu da ancak Resulullah (SAV)'ın vefatından sonra ve ümmetin bu umum ifade eden fertlerin hepsini beyanından sonra bilinirdi— kelamını ümmetin lanetlenen bütün ferHerin hakkında konuşmasına kadar tehir etmesi demek olacaktı ki bu caiz değildir. "
Üçüncüsü: Bu kelam ümmetin harami öğrenip ondan sakınması için ümmete yapılan hitaptır, icmalarmda ona dayanırlar. Ve ihtilaf ettiklerinde onu delil gösterirler.
Eğer kastedilen şekil sadece icma ettikleri husus olsaydı kastedileni bilmek icmaya bağlı kalır ve icmadan önce onunla ihticac eahih olmaz ve icmaya da müstened olamazdı. Çünkü icmanın müstenedinin icmadan önce bulunması şarttır, icmadan sonra gelmesi imkansızdır. Çünkü sonra gelirse batıl bir suret arzeder. Bu takdirde icma, ehli hadisten murad edileni bilmeden bir hadisle istidlal etmeleri mümkün olmaz. Çünkü istidlal icmaya bağlı, icma da istidlale bağlı olmuştur. Eğer istidlal ettikleri şey hadisse, bu şey ile istidlal kendisine bağlı olurdu ki bunun bulunması imkansızdır. Hilaf mevzularında hüccet olamaz, çünkü murad edilmemiştir. Bu ise hadisin vifak ve hilaf mahallinde hükme delaletini işlemez hale getirmektir.
Bir fiilin kötü olduğunu bildiren naslar-dan hiç birinin bize o fiili haram olduğunu ifade etmesinin gerekmediği demektir ki, bu da batıldır.
Dördüncüsü: Bu durum bu hadislerden ümmetin ittifak ettikleri hariç böyle ihticac etmemeyi gerektirir. Öyleyse sahabe devrin-dekilerin bu hadislerle ihticacı caiz değildir. Hatta Resulullah (SAV)'dan duyan kimsenin dahi ihticacı caiz olmaz. O kimse böyle bir hadis işitince ve alimlerden bir çoğunun da onu bildiğini muarız delil olmadığını görünce, yeryüzünde ona muhalefet eden var mıdır diye araştırmadan o hadisle amel edemez. Aynı şekilde herhangi bir meselede icma ile ihticac edecekse tam bir araştırma yapmadan onunla ihticac caiz olmaz.
46
Öyleyse Resulullah (SAV)'ın hadisi, müc- -tehidlerden birinin muhalefetiyle batıl oluyor. Ve bir kişinin sözü Resulullah (SAV)'ın kelamını iptal ediyor ve muvafakati Resulullah (SAV)'ın kelamını kabul ettiriyor. Eğer o bir kişi hata ederse onun hatası Resulullah (SAV).'ın kelamını iptal ediyor ki bu tamamiyle batıldır.
icma ile bilinmedikçe onunla ihticac edilmez dense, nasların delaleti icmaya bağlı kalırdı ki bu da icmaya muhaliftir. O zaman da nasiarın bir delaleti kalmazdı. Muteber olan icma olurdu ve nassın tesiri ortadan kalkardı.
Muhalif bilinmiyorsa ihticac edilir dense, o zaman da ümmetten birinin kavli nassın delaletini iptal ederdi ki bu da icmanın hilafına-dır. Batıl olduğunu bilmek islâm'ın zaruriyatı diniyyesindendir.
Beşincisi: Hitabın şamil olması için ümmetin hepsinin o şeyin haram olduğuna inanması yahut da ulemanın inanmasıyla yetinil-mesi şart koşulur.
Birincisine göre vaid hadislerinin tahrime delil olması, bütün müslümanların uzak kırlarda yetişenlerin ve yeni İslâm'a girenlerin dahi o şeyin haram olduğuna inandıkları bilinmeden caiz değildir. Bunu değil bir müs-lüman, akıl sahibi hiç kimse söylemez. Çünkü bu şekilde ilim imkansızdır.
Alimlerin itikadıyla iktifa olunur dense, şöyle cevap verilir. Ulemanın ittifakı mücte-hid hata etmişse bu vaide dahil olmasın diye şart koşulmuştur. Bu durum aynı şekilde tah-rim delilini ammeden işitmemiş olanda da mevcuttur. Lanetin bunu kapsamasının mahzuru aynen diğerindeki gibidir. Arada fark yoktur.
O ümmetin büyük ve faziletli şahısların-dandır. Bu ise basit birisidir demek bu durumdan kurtarmaz. Çünkü bu fark hükümde müşterek olmalarım engellemez. Allah hata ettiğinde müctehidi bağışladığı gibi, öğrenme imkanı olmayan cahili de hata ettiğinde bağışlar. Bilakis avamdan birinin haram bir işi işlemesinden hasıl olan mefsedet Allah'ın haram kıldığını, bir imamın ihlal etmesinden doğan mefsedetten daha azdır.
Bu yüzden «Alimin hatasından sakının. Zira o hata ederse onunla alem hata eder» denilmiştir.
Ibni Abbas (RA): «Tabisi çok olan imamların vay haline» demiştir.
Alim zararı hatasından büyük olduğu halde affedilirken, zararı daha az olan cahilin hatasının affedilmesi daha evladır.
Evet ikisi de diğer bir noktada ayrılıyorlar. Müctehid içtihadıyla hükmetmiştir. Zararı, yaydığı ilim ve sünneti ihyası yanında kaybolmuştur.
Allah ikisini de bu cihette ayırmış ve müctehide içtihadı dolayısıyla sevap vermiştir. Alime ilmi dolayısıyla cahilin iştirak ede-miyeceği bir sevap vermiştir. Af noktasında ikisi de müşterektir. Sevapta ise ayrılırlar. Cezanın haketmeyene vukuu ise alim olsun cahil clsun imkansızdır. Bu imkansızlığı iki kıs-
mı da içine alacak şekilde hadisten ihraç etmek şarttır.
Altıncısı: Vaid hadislerinden bazıları hilaf hususunda nastır. «Hülleyi yaptıranın lanetlenmesi» misalinde olduğu gibi. Alimlerden bazıları bu kimsenin günahkâr sayılmayacağı çünkü birinci akidde rükün olmadığını. Ancak hülleye vefanın vücubuna itikadından ötürü lanetlenebilir, demişlerdir.
Birinci nikahın sahih olduğuna —şart batıl olsa da kadın ikinciye helal olur— inanan kimse şahsı günahtan tecrit etmiş demektir.
Muhallil (hülleyi yapan) da hülleden dolayı veya akilde koştukları şarta vefanın vücubuna veya her ikisine inanması dolayısıyla melundur. Birinci olsun, üçüncü olsun gaye hasıl olmuştur. Eğer ikinci durum varsa hülle olsun olmasın laneti gerektirir. O zaman hadiste zikredilen lanet sebebi değildir. Lanet sebebine hiç değinilmemiş olur, bu da batıldır.
Sonra şarta vefanın farz olduğuna inanan kimse cahil ise ona lanet yoktur. Eğer farz olmadığını biliyorsa farz olduğunun itikadı imkansızdır. Ancak Resulullah (SAV)'a inaden yapıyorsa o zaman zaten kafir demektir. O takdirde de hadisin manası kafirlere lanet olarak ortaya çıkar. Küfür ise bu cüz'i hükmü inkarla hususiyet arzetmemektedir. işte bu şöyle diyen kimse gibidir: Resulullah'ın nikahta talak şartı batıldır hükmünü yalanlayana lanet olsun.
Bu kelam lafz ve mana yönünden umum ifade sder. Bu gibi umum lafızlar nadir şekillere hamlolunmaz. O zaman söylenen söz, hata ve anlamamak bölümüne, girer. Tıpkı «Velisinin izni olmadan nikahlanan kadının nikahı batıldır»
 hadisini mükatebeye te'vil etmek gibi.
Nadirliğinin beyanı; Cahil müslüman hadise dahil olmaz. Bu şarta vefanın farz olmadığını bilen müslüman, vefanın farziyatine inanarak şart koşmamaktadır. Aksi takdirde . kafir olması gerekir. Kafir —münafık olmadıkça— müslüman nikahıyla nikahlanamaya-caktır. Bu nikahın bu vecihle ortaya çıkması nadirlerin de enderlerindendir. Bu şekil hiç kimsenin aklına gelmez dense doğrudur.
Başka yerlerde hadisin hülleyi kasteden hullecinin şart koşulmasa da kastedildiğine çok deliller zikrettik.
Hâs vaidlerde —lanet cehennem ise — Dirçok yerde muhalifi olmasına rağmen nas olarak gelmiştir.
İbni Abbas (RA) hadisi gibi. Nebi (SAV) buyurdu ki:
«Allah kabirleri ziyaret eden kadınlara, kabirleri mescid edinen ve mum yakanlara lanet etsin.» Tirmizi hasen hadistir dedi.
Kadınların kabir ziyaretine bazı alimler ruhsat verdi bazıları ise mekruh gördü, haramdır demedi.
Ukbe b. Amir hadisi de ayrı bir örnektir. Rivayet etti ki Nebi (SAV) şöyle buyurdu :
«Allah kadınlara arkasından yaklaşanlara lanet etsin.» Enes (RA) hadisi. Nebi (SAV) buyurdu ki:
«Mal celbeden rızıklanır. Muhtekir ise mel'undur.»
Kıyamette Allah üç kişiyle konuşmayacak hadisi daha önce geçmişti. Onlardan biri de «Elindeki fazla suyu yolcudan esirgeyen kimse» idi.
Şarap satanı Resulullah (SAV) lanetlediği halde bazıları satmıştı.
Resulullah'dan şöyle buyurduğu sahih olmuştur :
«Eteğini kibirinden sürütene Allah kıyamet günü bakmaz.»
Resulullah (SAV) buyurdu ki: «Üç kişi vardır k| kıyamette Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz: Eteğini sarkıtan, minnet eden ve malını yalan yemin ile infak eden.» Hadis böyleyken fakih-lerden bazıları eteği kibirle sürütmek ve sarkıtmak mekruhtur, haram değildir demişlerdir.
«Peruk takana da taktırana da Allah lanet etsin» hadisi en sahih hadislerdendir. Saç taktırma hususundaki hilaf malumdur.
«Gümüş kaptan içen karnına ancak ce^ hennem ateşini yuvarlar» hadisi varken ulemadan bir kısmı onu haram kılmamıştır.
Yedincisi: Umum ifade eden delil bulunur, mezkur karşıt delil de muarız olmaya (Çünkü en son noktası vifak veya hilafa hamlolunması lanete müstehak olmayanların da lanete dahil olacağından) elverişli değilse ona şöyle denilir: Eğer tahsis aslın hilafına olursa teksiri de aslın hilafına olur ve cehalet, ictihad veya taklid sebebiyle mazur olanlar bu umumun dışında kalırlardı. Hüküm mazur olmayanlara şamil olduğu gibi vifak şekillerine de şamildir. Bu tahsis azdır, az olunca da evla olur.
Sekizincisi: Eğer lafzı buna hamledersek lanet sebebini içine almış olur ve istisna edilene herhangi bir mani yüzünden hüküm uygulanmaz. Va'd ve tehdidde bulunan, va'din ve tehdidin bir muarız yüzünden kendilerine uygulanmayanları istisna edemeyeceğinde şüphe yoktur. Bunun için kelam doğru bir metod üzerine cereyan etmiş olur.
Ama, laneti haram olduğuna ittifak edilmiş bir fiile hamletsek ve lanetin sebebini bir icma yüzünden muhalif itikada hamletsek o zaman lanetin sebebi tıadiste zikredilenin dışında birşey olur. O umumun, mutlaka bir tahsisi gerekmekle beraber durum aynıdır.
Her iki takdirde de 'tahsis gerektiğinde birincisine bağlanması daha uygundur. Çünkü kelamın vechine muvafakati olduğu gibi gizlilikten de uzaktır.
Dokuzuncusu: Bunu gerektiren lanetin mazuru içine olmamasıdır.
Daha önce vaid hadislerinden maksadın o fiilin lanete sebep olduğunu beyan etmek için olduğunu söyledik. O zaman takdir: Bu fiil lanet sebebidir olur.
Bu böyle denirse, hükmün her şahıs hakkında gerçekleşmesi lazım gelmez. Fakat hüküm ona isabet etmese de sebep bulunmuş olur. Bunda da bir mahzur yoktur.
Daha önce müctehide zem olmayacağını kararlaştırdık ve haramı helal kılanın günahı, haram işleyenden daha büyüktür dedik. Bununla beraber mazur mazurdur.
Bu işi işleyen ya müctehid veya mukal-lid olunca ikisi de cezanın dışında kalıyorlar. Pekala burada cezalanan kim olacaktır dense ona bir kaç şekilde cevap veririz.
Birincisi: Faili bulunsun veya bulunmasın maksad bu fiilin cezayı gerektirdiğini beyan etmektir.
Her faile cezayı uygulamak bir engel veya şartının bulunmaması yüzünden mümkün olmadığı farzedilse bile bu durum o şeyin haram olmasını etkilemez. Biz onu haram olarak biliriz. Ve haram olduğunu bilen herkes ondan kaçınmalıdır.
ü işi yapanın bir özürünün bulunması Allah'ın ona bir rahmetidir. Büyük günahlardan kaçmak küçük günahlara keffaret olsa da, küçük günahlar haramdır, ihtilaf mevzuu bütün muharrematın durumu budur.
Bir şeyin haram olduğu açığa çıktıktan sonra —onu işleyen müctehid veya mukallid mazur olsa da — onun haram olduğuna inanmamıza bu durum engel olmaz.
ikincisi: Hüküm beyanı, cezanın lahik olmasına mani olan şüphenin izalesi içindir. Çünkü itikad ile hasıl olan özürün bekası kas-tedilemez. Tam tersine mümkün mertebe izale edilmesi matlubdur. Böyle olmasaydı ilmin beyanı gerekmezdi. Ve insanları cehaletin üzerine terketmek onlar için daha hayırlı olurdu. Ve de birbirine benzeyen meselelerin de-lillerini terketmek açıklamaktan daha hayırlı olurdu.
Üçüncüsü : Hükmün ve vaidin açıklanma-sı, o işi terkedenin terkinde sabit kalması içindir. Böyle olmasaydı onunla amel yaygın hale gelirdi.
Dördüncüsü: Bu özür izalesinden aciz kalınmadıkça özür olmaz. Aksi takdirde insan hakkı öğrenip de gereğince amel edemeyince mazur sayılmazdı.
Beşincisi: insanların içinden mubah kılan bir içtihad yapmaksızın veya mubah kılan bir takiid bulunmaksızın o işi yapan çıkabilir. Bu gibi hallerde bu has mani bulunmaksızın vaid sebebi kaim, olur vaidi hak eder ve tevbe, hasenat gibi bir mani bulunmadığı takdirde vaid ona lahik olur.
Sonra bu durum da karışıktır. Bazen insan içtihad veya taklidinin o işi yapmayı mubah kılıcı olduğunu zanneder ve bazen isabet, bazen de hata eder. Fakat hakkı araştırır, nefsi de hakka tabi olmaya engel teşkil etmezse «Cenabı hak insana gücünden fazlasını yüklemez.»
Onuncusu: (Vaid hadislerinin vifak mahallerini içine alır kavline cevapların onuncusu) Eğer bu hadislerin muktezasınca bekası bazı müctehidlerin vaide girmesini gerektiriyorsa, aynı şekilde hadislerin muktezasın-dan çıkarılması, bazı müctehidlerin vaide müs-tehak olmasını gerektirir.
Her iki takdirde de lazım ise hadis mua-rızsız olarak salimen baki kalır ve gereğince amel edilir. Bu şu demektir: imamlardan çoğu ihtilaf mevzuu bir şeyin failinin mel'un olduğunu açıklamışlardır. Mesela: Abdullah b. Ömer (RA)'e hülle için evlenen adam hakkında, kadın ve boşandığı kocası bunun hülle için olduğunu bilmiyorsa hükmü nedir? soruldu. O da : «Bu nikah değil zinadır. Allah hülle yapanı da yaptıranı da lanetlemiştir.» demiştir. Bu ondan bir kaç vecihle mahfuzdur, imam Ahmed b. Hanbel de şöyle demiştir: «Eğer adam hülle murad ettiyse hullecidir ve mel'undur.» Bu durum içki, faiz gibi ihtilaf mevzularında imamlardan çokça nakledilen bir durumdur.
Eğer şer'i lanet ve vaid gibi şeyler sadece vifak mahalline giriyorsa, yukarıda lanet edenler, laneti caiz olmayanları lanetlemiş olurlar. Ve başka bir hadisle sabit lanete kendileri müstehak olur. Çünkü Resulullah (SAV): «Müslümana lanet, onu öldürmek gibidir» buyurmuştur. İbni Mes'ud (RA)'dan rivayet edilen hadise göre ise: «Müslümana söğmek fa-sıklık, savaşmak, öldürmek ise küfürdür» buyurmuştur.
Ebu Derda (RA) Resulullah (SAV)'ı şöyle buyururken işitmiştir: «Ta'n eden ve lanet edenler kıyamet günü ne şefaatçi ne de şa-hid olurlar.»
Ebu Hureyre (RA)'den rivayet edilmiştir ki; Resulullah (SAV) şöyle buyurdu : «Sıddık olan bir kimseye lanetçi olması gerekmez.»
Abdullaiı b. Mes'ud (RA)'dan; dedi ki: Resulullah (SAV) şöyle buyurdu: «Mü'min ne ta'n edici, ne lanetçi, ne kötü söz söyleyici, ne de bezî değildir.»
Bir eserde de şöyle varid olmuştur: «Hak etmeyen bir şeye lanet eden hiç kimse yoktur ki, laneti kendisine dönmesin.»
Lanet hususunda gelen bu tehditler vardır. Hatta denmiştir ki: Haksız yere lanet edenin kendisi mel'undur. Ve bu lanet fasık-lıkdır. Sıddıkıyyetten şefaat ve şahadetten çıkarır.
ihtilaf mevzuu bir şeyin faili nassa girmediğine göre laneti de hak etmemiştir. Ve ona lanet eden bu tehdidi gerekli kılıyor demektir ki, o zaman hilaf mahallinin hadise dahil olduğuna hükmeden müctehidler, bu tehdidi gerekli kılıyorlar demek olur.
Mahzur —hilaf mahallinin ihracı ve ibka-sı takdirlerin de— sabit ise, mahzur olmadığı anlaşılır. Ve hadisle istidlale de hiçbir engel yok demektir.
Mahzur —iki takdirin birine göre— sabit değilse, kesinlikle mahzur gerekmez.
O da; telazum sabit olur ve vücudu takdirinde onların girmesi, ademi takdirinde de girmelerini gerektirdiği bilinirse, ortada iki şeyden biri var demektir. Ya melzum ve lazımın vücudu ki, o da hepsinin girmesidir, yahut da lazım ve melzumun ademi ki o da hepsinin girmemeleri demektir. Çünkü melzum bulununca lazım da bulunur. Melzum kalkınca lazım da kalkar. Soruya bu kcdar cevap
yeter. Ama inancımız her iki takdirde de kararlaştırılana dahil olmamalarıdır. Çünkü va-ide girmek fiilde özürün bulunmamasına bağlıdır.
Şer'i bir özrü bulunana ise vaid hiçbir şekilde ulaşamaz. Müctehid mazurdur, ecirlenir. Vaide girme şartı ortadan kalkar ve tehdid onu etkilemez, ister hadisin zahir üzere bekasına İnansın, isterse mazur sayılacağı hilaf mevzuu olduğuna inansın vaide müstahak değildir. Bu tek yöne gitmekteh başka çare bırakmayan bir cevaptır. O da: Soranın şöyle demesidir:
Ben, müctehid ulemadan bazılarının hilaf mahallerinin vaid hadislerine dahil olduğuna inandığını ve bu inanca binaen hilaf mahalline vaidi uygulayarak o işi yapana lanet ettiğini kabul ediyorum. Fakat o bu itikadında mazur sayılacak ve ecirlenecek bir şekilde hatalıdır. Çünkü haksız yere lanet ettiği kimseye bir vaid dahil olmayacaktır. Çünkü o vaid bana göre ittifakla haram kılınmış şeylere mahmuldür, ittifakla haram olan bir şekilde lanet eden kimse, lanet hakkındaki mezkur vaide maruz kalır.
Eğer ihtilaf mahallerindeki lanet, vaid hadislerine dahil olmuyorsa —helal olması ihtilaflı olup, faili lanetlenen fiiller gibi— vaid hadislerinin manasına dahil olmaz.
Nasıl ki birinci vaidden hilaf mahalli çıkarıldı ise, ikinci vaidden de hilaf mahalli çıkarılmıştır. Ve iki tarafta da vaid hadislerinin hilaf mahalline şamil olmadıklarına (ne fiilin cevazına, ne de failinin lanetine caiz olduğuna inansın veya inanmasın) inanırım.
Ben —her iki takdirde de— faili lanetle-meyi caiz görmüyorum. Faili lanetleyen! de lanetlemeyi caiz görmem. Ne failin, ne de lanet edenin vaid hadisine girdiklerine inanmıyorum. Ve lanet edeni vaide karşı çıkmıştır diye kötüleyenler gibi kötülemem. Tam tersine ihtilaflı meselede lanet eden kimse bana göre ictihadi meselede lanet etmiştir. Bu yüzden içtihadın hata ettiğine inanırım. Mubah görenin hata ettiğine de inanabilirim. Hilaf mahallindeki görüşler üçtür:
1 — Caiz olduğu.
2 — Haram olduğu ve vaidin gerçekleş-leşmesi.
3 — Vaidden hali olarak haram olması.

Faili ve lanet edeni tehdid hususunda va-rid olan hadisin bu iki şekli de kapsamadığına inanmakla birlikte fiilin haram olduğuna ve ihtilaflı fiil failini lanetlemenin haram olduğuna delil olması açısından ben bu üçüncü görüşü ihtiyar ederim.
Bu yüzden sorana denir ki: Bu failin lanetlenmesini ictihad meselelerinden biri olduğuna cevap verirsen ona mahsus zahir ile delil getirilebilir. Çünkü o zaman vaid hadisinden hilaf mahalli murad edildiğine hükmedile-mez. Ve murad edilen muktezada kaim olunca onunla amel etmek gerekir.
Yok eğer ictihad meselelerinden olduğuna cevaz veremezsen, onun lanetlenmesi kesin olarak haram olur.
Bir müctehidi kesinlikle haram olan bir lanetle lanetleyen kimsenin —selefin bazısına lanet edenler gibi te'villeri de olsa— lanet eden hakkındaki hadisin vaidi şümulüne girer. Böylece — laneti ihtilaflı olan fiili işleyene lanet etmenin kesin olarak haram olduğuna hükmedilse bile— devrin-lüzumu sabit olur.
Zikrettiğim o itikadın ise her iki takdirde de vaid naslarıyla istidlale engel olmadığı açıktır.
Ona şöyle de denilir. Bizim bu tutumdan maksadımız vaidin hilaf mahallini kapsaması değildir. Bizim maksadımız vaid hadisiyle hilaf mahallinde istidlalde bulunmayı gerçekleştirmektir. Senin zikrettiğin ise sadece vaide delalet etmediğine değinmektedir.
Burada maksad tahrime delaletini açıklamaktır. Lanetçiyi tehdid eden hadislerin ihtilaf mevzuu laneti içine almadığını öne sürersen, ihtilaf mevzuu olan lanette haram olduğuna dair delil kalmaz. Haram olmayınca da caiz olur.
Şöyle de denilebilir. Haram olduğuna delil olmazsa haram olduğuna itikad da caiz olmaz. Ve hadislerin muktezasv caiz olduğuna delildir. O hadisler de o fiili yapan kimseyi lanetleyen hadislerdir. Bu takdirde lanetin haram olduğuna delil yoktur. Ulema lanetin cevazı hususunda ihtilaf etmilşerdir. Binaenaleyh muarızı bulunmayan lanetin cevazını gerektiren delille amel etmek gerekir. Bu da soruyu iptal eder.
Bu iş soruyu yöneltene başka taraftan da geri döner. Bu deveran tekrar gelmiştir çünkü laneti haram kılan naslarm çoğu va-kji içine almaktadır.
Vaid naslarıyla hilaf mahalline istidlal caiz olmazsa ihtilaf mevzuu lanetlere —daha önce geçtiği gibi— istidlal de caiz olmaz.
Ben bu lanetin haram olduğuna icma ile istidlal ediyorum dese: Ona şöyle cevap verilebilir: İcma; fazilet ehlinden muayyen bir zümrenin laneti haram olduğuna dair akdedilmiştir. Vasfedilene gelince o husustaki hilafı daha önce öğrendin.
Daha önce geçti ki; şartlar bulunmadıkça ve maniler kalkmadıkça vasfedilenin laneti öteki bütün fertleri kapsamayı gerektirmez. Bu durumda hiç öyle değildir.
Ona şöyle de denir: Bu hadislerin hilaf mahalline hamlinin mümkün olmadığını delalet eden bütün deliller -burada da geçerlidir. Sorunun kökünü orada iptal ettiği gibi kendisi de burada iptal eder.
Bu konu delilin başka delile mukaddime kılınması konusu değildir ki: Bu uzadıysa da ancak bir delildir densin.
Çünkü maksad onların her iki takdirde de lazım olduğu mahzur olmadığını zannettikleri mahzuru açıklamamızdır. Böylece bir delil mahsusdan muradın hilaf mahalli olduğuna delalet eder ve o hususta mahzur olmadığını gösterir.
Bir matluba delilin başka bir matlubun deliline mukaddime olması —her iki matlup mütelazım olsalar da— inKar edilmeyen hususlardandır.
Onbirincisi: Ulema vaid hadislerinin gereği olan tahrim ile amel edileceği hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat bazıları özellikle vaid hususundaki ahadlarla amel konusunda karşı çıkmıştır. Tahrimde kayda değer bir hilaf yoktur.
Sahabenin ve tabiilerin alimleri ve onlardan sonraki fakihler sözlerinde ve kitaplarında bu hadislerle ihtilaf mahallerinde ve başka mahallerde ihticac etmiştir.
Hatta eğer hadisde vaid varsa, o tahrimi gerektirmede daha etkili olurdu.
Hükümde onlarla amel edenin kavlinin ağır bastığını ve vaide itikadın cumhurun görüşü olduğu daha önce geçmişti.
Buna göre cemaatin ittifak ettiği şeye muhalif olan soru kabul edilmez.
Onikincisi: Kitapta ve sünnette vaid nas-ları çoktur. Gereğince hükmetmek mutlak ve umum veçhiyle farzdır —herhangi bir şahsı tayin etmeksizin— farzdır. Yani «Bu mel'un-dur» yahut «Gazablanmıştır» yahut «Ateşi haketmiştir diye özellikle de şahıs fazilet ve hasenat sahibi ise böyle fert tayin edilmez.
Peygamberlerin dışındaki bütün insanlar büyük veya küçük günahlar işleyebilir. Ve o şahıs sıddık, şehid veya salih olabilir. Çünkü bu şahısların günahları tövbe, istiğfar, hasenat, musibet, şefaat veya Allah'ın dilemesiyle affedilebilir.«Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler şüphesiz karınlarına ateş yemektedirler ve onlar ateşe gireceklerdir.» Nisa: 10.
«Allah'a ve Resulüne isyan edip hududu aşanları Allah ebedi olan ateşe sokar. Ve onlara alçaltıcı bir azab vardır.» Nisa: 14.
«Ey iman edenler! (Rızanızla ticaretin dışında) mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ve nefislerinizi öldürmeyiniz. Şüphesiz Allah size acıyandır. Kim onları haksız yere veya düşmanlıkla yaparsa biz onu ateşe sokarız. Ve bu Allah için çok kolaydır.» Nisa: 29, 30.
Bunlar ve bunlara benzeyen ayetlerin mu-cebince hükmetsek veya:
«Şarap içene Allah lanet etmiştir (etsin)», «Anne babasına asi olana Allah lanet etsin», «Sınırları değiştirene Allah lanet etsin», «Hırsıza Allah lanet etsin», «Faiz yiyen, yediren, şahidleri ve katibine Allah lanet etsin», «Şehirde bir bid'at çıkaran veya bid'atçıyı koruyana Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların 'aneti olsun.»
«Eteğini böbürlenerek sürten kimseye Allah kıyamette bakmaz.»
«Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan cennete giremez.»
«Hile yapan bizden değildir.»
«Babasından başkasına veya efendisinden başkasına mensub olduğunu iddia edenin cennet aleyhindedir.»
«Yalan yere bir müslümanın malını helal
kılan kimseye Allah ateşi farz kılmış ve cenneti ona haram etmiştir.»
«Sıla-ı rahim yapmayan cennete giremez» gibi hadislerin mucebince hükmedersek, bu fiilleri yapan bazı şahısları tayin ederek: Buna şu vaid isabet etmiştir diyemeyiz. Çünkü tevbe benzeri günahları düşüren şeylerle kendini affettirmiş olabilir.
Yine bu, müslümanları, Muhammed ümmetini, sıddık ve salihleri laneti gerektiriyor dememiz caiz değildir. Çünkü bu salih kul kendisinden bu günah sadır olduğunda ona vaidin ulaşmasını engelleyen maniler mutlaka vardır. Çünkü adam salihdir iyi amel sahibidir.
İctihad veya taklidle bu gibi şeylerin mubah olduğunu zannederek yapanlar mani yüzünden vaidin geçerli olmadığı sıddıklardan olabilirler.
İşte tabi olmaması gereken yolun bu yol olduğunu bil. Bunun dışındaki diğer iki yol kirli, pis ve kötü yoldur.
Kötü yolun birincisi: Vaidin bütün fertlere şamil olduğuna ve bununla naslarm mucebince amel olduğuna hükmetmek.
Bu hüküm günahların insanları dinden çıkardığını söyliyen hariciler ve mutezililerin kavlinden daha çirkindir. Bu görüşün fesadı ortadadır. Deliller malumdur. Burası onları zikretmeye müsait değildir.
ikincisi: Hadislerin mucebince amele hükmetmenin ona muhalefet edeni ta'n sayılacağı zannıyla Resulullah (SAV)'ın hadisle-riyle amel ve hükmetmeyi terketmek.
Bu terkde insanı sapıklığa, alimlerini ve Hz. isa'yı rab ittihaz edinen ehli kitaba dahil olmaya götürür. Çünkü Resulullah (SAV) «Onlar (ehli kitap alimlerine) tapmadılar. Fakat haramı onlara helal kıldılar, onlar da tabi oldu. Helalları haram kıldılar, onlar da tabi oldular» buyurmuştur. Kötü akibete aşağıdaki ayetin manasından anlaşılan te'vili kötüye kullanmak sebep olur. Ve bu yol Allah'a isyan hususunda mahluka itaata götürür.
«Allah'a Peygambere ve ululemre itaat edin. Bir şeyde ihtilafa düşerseniz —eğer Allah'a ve ahirete inanıyorsanız— Onu Allah'a ve Peygambere havale ediniz. O daha hayırlı ve te'vil yönünden daha güzeldir.» Nisa.- 59.
Alimler çok ihtilaf etmektedirler. Tehdid içeren haberin bir muhalifi varsa ve o tehdid ile hükmü veya ameli mutlak olarak terket-mişse bu mahzurdan küfür ve dinden çıkmak lafızlarıyla dahi tavsif edilemeyecek kadar büyük bir günah lazım gelir.
Bundan doğan mahzur öncekinden daha büyük değilse, aşağı da değildir.
Kur'an'ın tümüne İnanmamız ve rabbimiz-den bize indirilenin hepsine tabi olmamız şarttır. Kitabın bazısına inanıp bazısını inkar etmemiz, sünnetin bazılarına kalbimizin meyletmesi bazılarına da adet ve heveslerimiz nedeniyle nefret etmesi doğru yoldan çıkıp ga-zaplanmış ve sapıtmış olanların yoluna girmek demektir.
Allah sevdiği ve razı olduğu kavil ve amellere bizi ve bütün müslümanları hayır ve afiyet içinde muvaffak kılsın.

 

HZ. PEYGAMBERİN NAMAZ KILMA ŞEKLİ

KABE'YE YÖNELMEK
"Hz. Peygamber (S.A.V.), farz veya nafile namazlar için, namaza kalktığı zaman, Kabe'ye yönelir. Kabeye yönelmeyi emr ederdi. Bu sebeple, namazını güzel kılmayan birine şöyle buyurdu: "Namaza kalktığın zaman, abdesti tam al, sonra kıbleye yönelerek tekbir al."Buhari,müslüm

"Hz. Peygamber (S.A.V.), seferde iken nafile namazları ve vitir namazını bineği üzerinde kılar bineği, onu şark ve garb hangi yöne doğru yöneltirse o tarafa doğru kılardı."Buhari,müslüm

Bu konuda Allah Telâlâ şöyle buyuruyor. "Ne tarafa dönerseniz, Allah'ın yüzü oradadır." (el-Bakara,2/115)

"Hz. Peygamber (S.A.V.), bazen devesi üzerinde nafile namaz kılmak isteyince, onu da kıbleye doğru yöneltip öyle tekbir alırdı, daha sonra bineği ne tarafa yönelirse o şekilde kılmaya devam ederdi."ebu davud
"HzPeygamber (S. A. V.) bineği üzerinde başı ile ima ederek rüku' ve secde yapar, secdeyi ruku'dan daha fazla eğilerek yapardı." Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi. (Tirmizi onu sahih kabul eder.)

"Hz. Peygamber (S .A.V.) farz namazları kılmak islediği zaman, devesinden iner namazı öyle kılardı."- Buharî ve Ahmed b. Hanbel.

Şiddetli korku zamanlarında kılınan namaza gelince, Hz. Peygamber (S.A.V.) bu namazı ümmetine yaya giderken ayakta; binekli iseler, kıbleye, yahut kıble dışına yönelerek kılmalarını meşru' kıldı."Buharî ve Müslim.

ve şöyle buyurdu: "Ordular bir birine girdiği zaman, namaz ancak, tekbir almak, ve baş ile işarette bulunmaktan ibarettir."Buharî ve Müslim'in isnadı ile Beyhakî.

Hz. Peygamber (S.A.V.), yîne:"Doğu ile batı arası kıbledir." buyurdu.-- Tirmizi ve Hâkim nakletmiş ve sahih olduğunu söytemişlerdir. Ben de irvaul-Ğalilde (292) tahriç ettim.

Câbir (R.A.) şöyle dedi: "Biz Resulullah ile birlikle bir yolculukta yahut askerî bir birlikte bulunuyorduk. Bu esnada hava bulutlandı. Kıbleyi araştırdık, fakat kıble konusunda farklı görüşlere sahip olduk. Herkes namazını tek başına kıldı, içimizden biri, yerini belirlememiz için, önüne bir çizgi çiziyordu. Sabah olunca, o çizgiye baktik ki, kıbleye ters bir yöne doğru namaz kılmışız. Durumu Hz. Peygambere söyledik. Bize namazın iadesini emretmedi. Ve "Namazınız caizdir" buyurdu. Dârekutnî, Hâkim, Beyhakî, Tirmizi, Ibn Mace, Taberanî. Bu hadis "Irva"da da zikr edilmiştir. (296)

"Resulullah (S.A.V.) "Yüzünün göğe çevrildiğini görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık namazda yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir",(el-Bakara.2/144) âyeti indirilmeden önce, Kabe önünde olduğu halde, yüzünü Kudüs'e doğru çeviriyordu. Âyet inince, Kabe'ye yöneldi. Bir ara Küba'da halk sabah namazını kılarken, onlara bir kimse gelerek şöyle dedi: Bu gece, Resulullan"(S.A.V.)'e bir âyet indi ve Kâ'be'ye doğru yönelmesi emredildi. Siz de hemen Kabe'ye yöneliniz."Bunun üzerine, Şam'a doğru yönelmiş bulunan halk, imamları ile birlikte yönleri kıbleye gelinceye kadar döndüler."*Buhari, Müslim, Ahmed, Serraç, Taberanî (3/108/2), ibn Sa'd, (243) el-irva (290).

NAMAZ'DA KIYAM

Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah Teâlâ'nın "Gönülden boyun eğerek Allah için namaza kalkın." (el-Bakara,2/238) emrine uyarak farz ve nafile namazları ayakla kılardı. Fakat, seferde nafileleri binek üzerinde kılardı.Şiddetli korku zamanlarında (savaşta), yukarıda geçtiği gibi, ayak üzerinde, ya da binekli olarak namaz kılmalarını ümmetine meşru' kıldı. Bu husus Allah Teâlâ'nın "Namazlara ve orta namaza devam edin.', "Gönülden boyun eğerek Allah için namaza kalkın. Eğer korkarsanız, yaya yahut binekte iken kılın. Güvene erişince, bilmediklerinizi size Öğrettiği gibi, Allah'ı anın." (el-Bakara,2/238) ayetleriyle ilgilidir.

"Resulullah (S.A.V.), ölümüne neden olan hastalığında namazları oturarak kıldı."*Tirmizi bu hadis İçin "Sahih" demiştir

Bundan önce de bir defasında namazı böyle kılmıştı. :Hz. Peygamber hastalanmış, cemaat da onun arkasında ayakta namaz kılmıştı. Onlara oturmalarını işaret etti, onlar da oturdular. Namazdan çıkınca şöyle buyurdu: Az önce, siz nerede ise iranlıların ve Rumların yaptığı gibi yapıyordunuz. Onlar, kralları otururken ayakla dururlar. Siz böyle yapmayın. İmam ancak kendisine uyulması için tâyin edilmiştir, îmam rüku' edince siz de rüku' edin; rüku'dan başını kaldırınca siz de kaldırın. İmam oturarak namaz kılınca, siz de birlikte oturarak namaz kılın."'Müslim ve diğer kaynaklar


Hastaların Oturarak Namaz Kılmaları

Imran b. Husayn (R.A.) şöyle demiştir "Bende basur hastalığı vardı. Durumu Resulullah (S.A.V.)'e sordum. Buyurdu ki; namazı ayakta kıl. bunu yapamazsan oturarak kıl. Buna da gücün yetmezse, yan yatarak kıl.Buharî, Ebû Dâvud ve Ahmed b. Hanbel

Yine Imran şöyle demiştir: "Oturarak namaz kılan bir kimsenin hükmünü Hz. Peygamber'e sordum. Buyurdu ki; ayakta namaz kılmak daha faziletlidir. Oturarak namaz kılan kimse, ayakta kılanın yarı sevabını alır. Bir kimse (Bir rivayete göre, yatarak) namaz kılarsa, ayakta namaz kılanın yarı sevabını alır." Bu namazdan hastanın namazı kast edilmiştir. Enes (R.A.) da şöyle demiştir "Resulullah (S.A.V.), hastalıktan dolayı oturarak namaz kılan bir grup insanın bulunduğu yere çıktı ve oturanın namazı ayakta kılanın namazının yarısına denktir." buyurdu.19- Ahmed b. Hanbel, Ibn Mâce. sağlam bır isnatla rivayet ettiler.

"Hz. Peygamber {S.A.V.) bir hastayı ziyareti esnasında onu yastığı üzerinde namaz, kılarken gördü. Yastığı kaldırıp attı. Bu sefer hasta namaz kılmak için bir tahta aldı. Resulullah (S.A.V.) onu da kaldırıp attıktan sonra buyurdu ki: Gücün yeterse namazını toprak üzerinde kıl. Değilse işaretle kıl ve secdeni rükuundan biraz daha fazla eğilerek yap."Taberani,Bezzar

Gemide Namaz Kılmak

"Hz. Peygamber'e, gemide namaz, kılmanın hükmü sorulduğunda şöyle buyurdu: Gemide iken namazı ayakla kıl. Boğulmaktan korkarsan o başka."-Bezzar 68

"Hz. Peygamberin yaşı ilerleyince, üzerine yaslanmak için namazgahında bir dayanak edindi."Hakim. Hakim ve Zehebî "Sahih" demişlerdir

Gece Namazını Ayakta ve Oturarak Kılmak

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazı geceler, ayakta uzun süre namaz kılar, bazı gecelerde de oturarak uzun süre namaz kılardı. Kıraatı ayakta yapınca, rüku'u da ayakta yapar; oturarak kıraat yaptığı zaman ise, rüku'u da oturarak yapardı."Müslim ve Ebû Dâvud

"Yine Hz. Peygamber, bazı zamanlar, oturarak namaz kılar; kıraati oturarak yapar; geride otuz yahut kırk âycı kalınca ayağa kalkar; bunları ayakta okur; sonra rüku' ve secdesini yapardı. Ikinci rekâtta da bunun gibi yapardı." Buhari ve Müslim.

"Hz. Peygamber iyice yaşlandığı zaman, hayatının son dönemlerinde sünnet namazları oturarak kılardı. Bu durum vefatından bir gün Öncesine raslamaktaydı." Müslim ve Ahmed b. Hanbel.

"Hz. Peygamber bazen de bağdaş kurarak namaz kılardi." Nesaî ve Ibn Huzeyme (Sahih (1/107/2); el-Makdısî, Sünen (80/1, Hâkim. Sahih demiş. Zehebî de ona katılmıştır

AYAKKABILARLA NAMAZ KILMAK

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen yalınayak, bazen de ayakkabılarla namaza dururdu."Ebû Dâvud ve İbn Mace, Bu mütevatîr bir hadistir. Tahavî de böyle demiştir.

bunu Ümmeti için de mubah kılarak şöyle buyurdu: "Sizden biri, namaz kılarken ayakkabılarını giysin, yahut da bunları çıkararak ayaklan arasına koysun; baskalarına eziyette bulunmasın.'" Ebû Dâvud 

"Hz. Peygamber, bazen ayakkabı ile namaz kılma konusunda daha tekitli konuşarak şöyle buyururdu: "Yahudilerin yaptıklarının aksini yapın. Zira onlar ne ayakkabı, ne de mestleri ile namaz kılarlar."Ebu Davud

"Hz. Peygamber (S. A.V.) bazen de namazda iken ayaklarından ayakkabılarını çıkarır, sonra namaza o şekilde devam ederdi."Ebu Davud

Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî de şöyle demiştir:
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gün bize namaz kıldırdı. Namazın bir kısmım kılınca ayakkabılarım çıkarıp sol tarafına koydu. Cemaat bunu görünce, onlar da ayakkabılarını çıkardılar. Namazı bitirince, Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; size ne oluyor ki, ayakkabılarınızı çıkardınız? Şöyle cevap verdiler Bİz senin ayakkabılarını çıkarıp attığını görünce, ayakkabılarımızı çıkarıp attık. Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki; Cebrail (A.S.) bana gelerek, ayakkabılarda pislik olduğunu haber verdi. Bunun üzerine ben de onları çıkarıp attım. Sizden biri camiye geldiği zaman ayakkabılarına baksın. Eğer onlarda bir pistik görürse, silsin ve ayakkabılarla namaz kılsın."Ebu Davud

"Hz. Peygamber (S.A.V.), namazda ayakkabılarını çıkarınca, onları sol tarafına koyar"32 ve şöyle buyururdu: "Sizden bîri namaz kılarken ayakkabılarım sağına koymasın. Başkasının sağına gelecek şekilde soluna da koymasın. Eğer solunda biri bulunmazsa, o takdirde soluna koysun. Solunda biri varsa o zaman ayakları arasına koysun."Ebu Davud,Nesei

MİNBER ÜZERiNDE NAMAZ KILMAK

"Bir defasında Resulullah (S.A.V.) minber üzerinde (Bir rivayette üç basamaklı minber üzerinde) namaz kılmıştı. Minber Üzerinde kıyam yaptı; tekbir aldı; cemaat da arkasında tekbir aldılar. Sonra Hz. Peygamber minber üzerindeyken, rüku'a gitti, sonra rüku'dan başını kaldırdı ve geri inerek minberin dibinde secde yaptı, ikinci rekâtta da aynı şekilde yaptı. Namazı bu şekilde bitirdikten sonra cemaata karşı dönerek şöyle buyurdu: "Ey cemaat! Bana uymanız ve nasıl namaz kıldığımı öğrenmeniz için böyle yaptım." Buharı, Mislim. Ibn Sa'd (1/253). Bkz. "el-Irvâ".545

NAMAZDA SÜTRENlN LÜZUMU

"Hz. Peygamber (S.A.V.), namazda sütreye yakın durur, sütte ile kendisi arasında üç arşınlık bir mesafe bulunurdu." Buhari* ve Ahmed b. Hanbel.

"Secde yeri ile sütre arasında ise; bir koyun geçecek kadar bir mesafe bulunurdu."Buhari ve Müslim.

"Hz. Peygamber yine şöyle buyururdu: "Sütresiz namaz kılma, önünden herhangi bir kimsenin geçmesine müsaade etme. Eğer geçmek isterse, onunla mücadele et. Çünkü şeytan onunla beraberdir." Ibn Huzeyme, (Sahih", 1/93/1) sağlamca bjr senet ile.
"Yine Resullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor Sizden biri, sütreye doğru namaz kılarsa, ona yaklaşsın da şeytan onun namazını kesmesin."Ebû Davud ve Bezzar

"Bazen Resulullah (S.A.V.) kendi mescidinde, namaz kılmak için, araştırır ve direk arkasında namaz kılardı."A. Hanbel

"Resulullah (S.A.V.) sütre olabilecek herhangi bir şeyin bulunmadığı bir boşlukta namaz kılarken, kendi önüne bir kargı diker ve ona doğru namaz kılar, cemaat da arkasında kılardı."Buharî, Müslim ve ibn Mâce

"Bazen de bineğini önünde yan şekilde durdurur, ona doğru namaz kılardı."Buharî ve Ahmed.

"Deve ağıllarında namaz kılmak böyle değildir.Buharî ve Ahmed

Çünkü Hz. Peygamber buralarda namaz kılmayı yasaklamıştır. "Bazen de bineğin semerini alır, onu kıbleye gelecek şekilde ve arkasına durarak namaz kılardı."
"Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyururdu: Sizden biri, önüne koyacak semerin arka kaşı kadar bir sütre bulunca ona doğru namazını kılsın. Sütrenin arkasından geçenlere aldırış etmesin." Müslüm

"Bir defasında da Resulullah (S.A.V.) bir ağaca doğru namaz kıldı. "Bazen de Hz. Âise(R.A.)'n üzeri örtülü olarak yattığı divana doğru namaz kılardı."Buhari

"Hz. Peygamber (S.A.V.), sütre ile kendisi arasından hiçbir şeyin geçmesine müsaade etmezdi. Bir defa namaz kılarken, önünden bir koyun geçmek isterken onunla adetâ yarışarak öne geçti ve karnını duvara yapıştırdı. Koyun ise Hz. Peygamber'in arkasından geçmek zorunda kaldı." lbn Huzeyme"Sahih'inde(1/95/l);Taberânî(3/140/3); Hâkim Sahih demiş, Zehebî de ona katılmıştır.

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir defasında farz namaz kılıyorken yumruğunu sıktı. Namazı bitirince cemaat: Yâ Resulullah! Namazda bir şey mi oldu? dediler. Hz. Peygamber de: Hayır, dedi ve söyle devam etti: Şeytan önümden geçmek istedi. Ben de onu yakalayıp boğdum, öyle ki, dilinin soğukluğunu ellerimde hissettim. Allah'a yemin ederim ki,kardeşım Süleyman (A.S.) benden önce davranmasaydı, şeytan mescidin direklerinden birine bağlanır, Medine çocukları da onun etrafında dolanırdı. Kıblesi ile kendi arasına herhangi bir kimsenin girmesine mani olabilıyorsa olsun."Ahmed,Darekutni

"Yine Resulullah (S.A.V,) buyuruyor ki;sifcden biri kendisini insanlardan gizleyen bir şeye karşı namaz kılarken, birisi önünden geçmek istese unu göğsünden itsin. Gücü yettiğince iki defa engel olmaya çalışsın. Şayet ısrar ederse, onunla mücadele etsin. Çünkü o seytandır."Buharî, Müslim, ibn Huzeyme'den başka bir rivayet için Bkz.. (1/94/1)

"Yine Hz. Peygamber buyuruyor ki; namaz kılanın önünden geçen kişi bunun ne kadar günah olduğunu bilseydi, kırk gün beklerdi de onun önünden geçmezdi." Buhari, Müslim, ibn Huzeyme'den başka bir rivayet için Bkz. (1/94/1)

NAMAZI KESEN ŞEYLER

Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyuruyor "önünde semerin arka kaşı gibi bir sütre bulunmayan kimsenin namazını; hayızlı kadın (Yani baliğa olan kadın. Buluğa eren kadın),, eşek, ve siyah köpek geçtiği zaman keser. "Ebû Zer (R A.) diyor ki; "Yâ Resûlellah! Siyahın beyazdan farkı ne?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Siyah köpek şeytandır. "Müslim. Ebu Dâvud ve ibn Huzeyme (1/95/2).

MEZARA DOĞRU NAMAZ KILMAK

Hz. Peygamber (S.A.V.) mezara karşı namaz kılmayı yasaklar ve söyle buyururdu: "Kabirlere doğru namaz kılmayın ve onların üzerine oturmayın."Müslim. Ebu Dâvud ve ibn Huzeyme (1/95/2).

NAMAZA NlYYET ETMEK 

Resulullah (S.A.V.) şöyle buyururdu: "Ameller niyetlere göredir. Herkes için niyet ettiği şeyin karşılığı vardır."Buhari,Müslüm

NAMAZDA TEKBÎR

Resulullah (S.A.V.) namaza "Ellahu Ekber" diyerek başlardı. Daha önce de geçtiği üzere, namazını güzel kılmayan kimseye böylece emredip ona dedi kî; Yerli yerince abdest alıp sonra da "Ellahu Ekber" demeyen hiç kimsenin namazı tamam olmaz. Taberani

Hz. Peygamber bu konuda yine şöyle buyuruyor: "Namazın anahtarı temizlik, başlangıcı iftitah tekbiri, bitimi de selâmdır."Ebu Davud

"Hz. Peygamber (S.A.V.), tekbir alırken, arkasındakilere duyuracak şekilde sesini yükseltirdi." Ahmed b. Hanbel ve Hakim nakletti. Hakim Sahih dedi

"Hz. Peygamber (S.A.V.), hasta olunca, Hz. Ebu Bekir, O'nun tekbir sesini arkadaki cemaata ulaştırıyordu."Müslüm ve Nesei

"Resulullah (S.A.V.) şöyle buyuruyor." İmam Ellahu Ekber deyince, siz de Ellahu Ekber deyin." Sağlam bir isnatla Ahmed ve Beyhakî

Tekbir Alırken Elleri Kaldırmak

Hz. Peygamber, bazen tekbir ile birlikte ellerini kaldırır,"Buhari ve Ebû Davud

bazen tekbirden sonra ellerini kaldırır", bazen de tekbir almadan önce ellerini kaldırırdı."Buhari ve Nesaî.

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ellerini kaldırırken parmaklarını düzgün tutar; aralarını ne ayırır, ne de bitiştirirdi." Ebû aivud ve ibn Huzeyme (1/62/11/; Hâkim. Hakim sahih olduğunu söylemiş. Zehebî de ona uymuştur.

"Tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırırdı." Buharî, " Bazen de kulak yumuşağı hizasına kadar kaldırırdı." Buharî

Namazda Sağ Eli Sol El Üzerine Koymak

"Hz. Peygamber (S.A.V.) namazda sağ elini sol eli üzerine ve şöyle buyururdu: Biz peygamberler topluluğu, iftarda acele etmek, sahuru geciktirmek ve namazda sağ ellerimizi sol ellerimiz üzerine koymakla emr olunduk." Ibn Hıbban ve sağlam bir isnatla "el-Ziya el-Makdisî.

"Hz. Peygamber, sol elini sağ eli üzerine koyarak namaz kılan birine rastladı ve sağ elini alttan çıkarıp sol eli üzerine koydu." Sağlam bir isnatla Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvud (Sahih)

Elleri Göğüs Üzerine Koymak

"Resulullah (S.A.V.), sağ elini sol elinin sırtı üzerine, bileği üzerine ve kolu üzerine kor,"Ebû DaVud-Nesaî ve sağlam bir isnadla îbn Huzeyme (1/54/2). Ibn Hıbban "Sahih" olduğunu söylemiştir. (485,"" " ashabının da böyle yapmalarını emrederd Malık. Buharı ve Ebû Avane.i." " Bazen de sağ eli ile sol elini tutardı." Sağlam bir isnatla Nesaî ve Dârekutnî. "Ve ellerini göğsü üzerine koyardı."Ebu Davud,İbn Huzeyme 1/54/2,Ahmed

"Yine Hz. Peygamber (S.A. V.) namazda elleri böğür üzerine koymayı yasakladı," Buharî, Müslim. Bkz el-Irvâ. 374 v' "Bu elleri böğür üzerine koymak, Hz. Peygamberin yasaklamış bulunduğu elleri beline koymak demektir." Nesaî,Ebu Davud

NAMAZDA SECDE YERÎNE BAKMAK VE HUŞU'

"Hz. Peygamber (S A.V.), namaz kılarken başını eğer ve gözü ile yere bakardı. Kabe'ye girince, çıkana kadar gözünü secde yerinden ayırmamıştı." Beyhaif. Hakim "Sahihtir" dedi . "Buyurdu ki; evde namaz kılan kimseyi meşgul edecek bir şeyin bulunması uygun değildir," Sağlam bir isnatla Ebû Dâvud ve Ahmed

"Hz. Peygamber (S.A. V.), namaz kılarken göğe doğru gözünü dikmeyi yasakladı.Buhari, " B u yasaklamayı şu sözü ile de kuvvetlendirdi:" Namazda göğe doğru bakan bir takım insanlar, bundan vazgeçsin. Aksi takdirde, gözleri onlara geri dönmez. (Bir rivayetle: gözleri kör olur.)Müslüm

Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuşuır;'' Namaz kılar ken sağa sola bakınmaym. Şüphesiz Allah, sağa sola bakınmadığı surece, yüzünü namaz kılan kuluna çevirir."Tirmizi ve Hâkim nakletmis. ve bu hadisin "sahih" olduğunu söylemişlerdir, Bkz. "Sahihu't-Tetgîb", No: (353) " Yine Resulullah namaz kılarken sağa sola bakınmakla ilgili olarak şöyle buyurdu: "Bu, şeytanın namaz kılandan çaldığı şeydir."Buhari

Yine Hz. Peygamber (S. A.V.) şöyle buyurdu: "Kul, namazda sağasola bakınmadığı sürece, Allah ona bakmaya devam eder. Kişi namaz kılarken yüzünü sağa sola çevirince Allah da ondan yüz çevirir." Hadisi Ebû Dâvud ve diğerleri nakletmiş

"Hz. Peygamber (S.A.V.) namaz esnasında şu üç şeyi yapmayı yasakladı: Horozun yem topladığı gibi namaz kılmayı, köpek oturuşu gibi oturmayı, tilkinin bakındığı gibi sağasola bakınmayı."Ahmed ve Ebu Yala

"Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurmuştun Dünyadan veda edecekmişçesine. Allah'ı görür gibi namaz kıl. Sen Allah'ı görmüyorsan da o seni görüyor.""Bkz. el-Muhallis "Ehadîsü-Müntekât"; "Taberani

Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Bir kimse; farz namazın vaktine ulaşır, güzel bir şekilde abdestini alır, rüku' ve huşu'unu güzel yaparsa, büyük günah işlemediği sürece, bu namaz onun geçmiş günahlarına keffaret olur. Bu durum her zaman
için böyledir." Müslim

Hz. Peygamber (S.A.V.), yünden yapılmış bîr elbise ile namaz kılmıştı. Elbisedeki çizgilere dikkatlice bakmıştı. Namazı bitirince, şöyle buyurdu: "Bu elbiseyi Ebû Cehm'e götürünüz ve O'nun Enbicaniyyesini getiriniz. Çünkü o elbise, az önce beni meşgul etti ." "Bir rivayetle: namazda ben onun çizgilerine baktım, nerede ise benim huzurumu kaçıracaktı.)" Buharî. Müslim ve imam Mâlik. Bkz. "el-lrvâ",(376).

Hz. Âişe'nin, sofraya serdiği resimli bir yaygısı vardı. Hz. Peygamber (S.A.V.) bu yaygıya doğru namaz kılmıştı. Namazdan sonra şöyle buyurdu: "Bu yaygıyı benden uzaklaştır." (Çünkü onun üzerindeki resimler, namazda beni meşgul ediyor.)""" Buharî. Müslim 

Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Yemek hazır iken, küçük ve büyük abdest sıkıştırınca, namaz kılmak uygun olmaz"Buhari

NAMAZDA KIRAATE BAŞLAMADAN ÖNCEKİ DUALAR

Hz. Peygamber (S.A.V.), kıraate başlamadan önce, çok çeşitli dualar okurdu: Bu dualarda Allah'a hamd eder, O'nu över şânını yüceltirdi. Namazını güzel kılmayan kimseye de, böyle yapmayı emretmiş ve söyle buyurmuştu; "Tekbir almadan ve Allah'a hamd etmeden, O'na senada bulunmadan ve Kur'an'dan kolay gelen ayetlerden okumadan, bir kimsenin kıldığı namaz tamam olmaz.""el-İrva no:8

Hz. Peygamber (S.A.V.) zaman zaman değişik dualar okurdu. Bu dualar şunlardır: "Allahım! Doğu ile batı arasını bir birinden uzaklaştırdığın gibi, beni de hatalarımdan uzaklaştır. Allahım! Beyaz elbise kirden temizlendiği gibi, beni de hatalarımdan temizle. Allahım! Su, kar ve dolu ile benim hatalarımı yıkayıp temizle." Hz. Peygamber, bu duayı farz namazlarda okurdu." Müslüm

"Müslüman olduğum halde, yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim. Benim namazım, hacca ait ibadetlerim, dirim ve ölüm, kâinatın yaratıcısı, eşi ve ortağı bulunmayan Allah içindir. Bununla emrolundum ve ben ilk müslumanlardanım ." "Allahım! Mülkün yegâne sahibi sensin. Senden başka bir İlah yoktur. Seni teşbih ederek överim. Sen benim rabbimsin, ben ise senin kulunum. Kendime zulmettim. Günahlarımı itiraf ettim. Benim bütün günahlarımı ört Çünkü senden başka bir bağışlayıcı yoktur. Beni en güzel ahlâka ulaştır. Zira, senden başka, ahlâkın en güzeline ulaştıran yoktur. Beni kötü ahlâktan uzak tut Zira senden başka, ahlâkın en kötüsünden insanları uzaklaştıracak yoktur. Emrindeyim, mutluluk vermeni istiyorum. Bütün hayırlar senin elindedir. Kötülükler sana ait değildir. Senin hidayete ulaştırdığın kimse esas hidayettedir. Ben seninim ve sana döneceğim. Senden sana sığınmaktan başka çare yoktur. Mübareksin ve şânın yücedir. Senden mağfiret diler ve sana tevbe ederim." Nesai

Peygamber yukarıdaki duayı hem farz, hem de nafile namazlarda okurdu.
"Allahım! Seni Överek teşbih ederim. Senin ismin mübarektir. Şânın yücedir. Senden başka bir İlah yoktur."Nesai, ' Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor; "Allah katında en sevimli söz, kulun" Sübhanekellahumme..." duasını okumasıdır." Ebû Dâvud ve sığlam bir isnatla "Tahavî"

Gece namazında Hz. Peygamber (S.A.V .), yukarıdaki duaya "üç defa LâilâheilleIlah,üçdefada Ellahu Ekber Kebiren ilâvesini yapardı." Müslim

"Allah en büyüktür. Bütün övgüler Allah içindir. Sabah-akşam Allah'ı noksanlıklardan beri kılarım." Sahabîlerden biri namaza bu dua ile başlayınca Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: "Ben bunlara saştım. Bunlar sebebiyle göğün kapıları açıldı." Müslim

"Allah'a hamd olsun." Bir başkası kıraata bu dua ile başlayınca Hz. Peygamber ona da şöyle buyurdu: "Hangimiz önce Allah ın katına yükseltecek,diyerek, oniki meleğin bu dua için yarış yaptıklarını gördüm."Müslüm

"Allahım! Hamd sana mahsustur. Göklerin, yerin ve aradaki varlıkların nuru sensin. Gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri ayakta tutan sen, sensin. Bütün övgüler sanadır. Sen Haksin; va'adların ve söylediklerin Haktır. Sana kavuşmak haktır. Cennet haktır, cehennem haktır; peygamberler haktır. Mııhammed haktır. Allahım! Kendimi sana teslim ettim. Sana güvendim. Sana inandım. Sana döneceğim. Sana dayanarak hasımlaştım. Seni hakim seçtim. Sen bizim rabbımızsın. Varış sanadır. Benim geçmiş ve gelecek, açık ve kapalı bütün günahlarımı bağışla. Benden daha iyi bildiğin günahlarımı da bağışla. En evvel sen vardın, en son yine sen var olacaksın. Sen benim ilâhımsın. Senden başka İlah yoktur."Buhari,Müslüm

Hz. Peygamber, gece namazlarında aşağıdaki dua çeşitlerini okurdu:

"Cebrail'İn, Mîkail'in ve israfil'in rabbı olan; göklerin ve yerin yaratıcısı olan, görünen ve görünmeyen her şeyi bilen Allahım! ihtilâfa düştükleri zaman, kulların arasında gerçek hükmü veren sensin. Gerçeği bulmada İhtilâfa düşülünce, izninle beni doğruya ulaştır. Çünkü sen dilediğini doğru yola ulaştırırsın."Buharî. Müslim, Ebû Avane,

9- Hz. Peygamber (S.A.V.) on kerre tekbir alır, on kere hamd eder, on kere teşbih eder, on kere Lâilâhe illellah der, on kere istiğfar eder ve on kere şöyle dua ederdi:
"Allahım! Beni mağfiret et; beni doğru yola ilet, bana rızık ver, afiyet ver." Yine on kere:


"Allahım! Hesap gününün darlığından sana sığınırım."Ahmed "- Hz. Peygamber (S.A.V.) yine üç defa:
"Melekût, ceberut, kibriya ve azamet sahibi olan Allah en büyüktür." derdi."Ebu Davud

NAMAZDA KIRAAT

Hz. Peygamber (A.S.) Allah'a sığınır ve şöyle derdi: "Allah'ın huzurundan kovulmuş olan şeytanın dürtmesinden, üflemesinden ve kötü nefesinden Allah'a sığınırım." Resûlullaiı (S.A.V.), bazen de ilaveli olarak: "Şeytanın şerrinden her şeyi en iyi işiten ve bilen Allah'a sığınırım." der, ondan sonra gizli olarak: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.." ibaresini okurdu."Ebu Davud


Ayet Ayet Okumak

Besmele çektikten sonra Hz. Peygamber (S.A.V.), Fatiha'yı da âyet âyet bölerek okurdu.: "Bismillahirrahmanirrahîm" der; sonra biraz durur; sonra "el-Hamdü lillahi rabh il -âlemin" der; sonra bir müddet daha durur, "er-Rahmanirrahim" der; daha sonra yine bir müddet durarak; "Mâliki yevmiddin" der; sûre bitinceye kadar da bu şekilde okurdu. Hz. Peygamber'in bütün okuyuşları böyle idi. Âyet başlarında durur ve o âyeti sonraki âyetlere bitiştirmezdi."Ebu Davud

Hz. Peygamber "Mâliki yevmiddin"i "meliki yevmiddin" tarzında da okurdu."

Fatiha'nın Rükün Oluşu ve Faziletleri

Hz. Peygamber Fatiha sûresinin şanını yücelterek şöyle buyurdu: "Namazda Fatihayı okumayan kimsenin namazı yoktur." Bir rivayete göre, (Fatiha ve ilave ayetleri okumayan..) ibaresi yer almaktadır."Müslim, Başka bir lâfızla gelen rivayette: "Kişinin Fatiha okumadan kıldığı namaz caiz değildir." denilmiştir."Darekutni

Hz. Peygamber bir defasında da şöyle buyurdu: "Bir kimse Fatiha okumadan namaz kılarsa, o namaz noksandır, noksandır, noksandır, tamam değildir.'Müslim

Başka bir rivayette yine şöyle buyuruyor "Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ben namazı kendim ile kulum arasında ikiye ayırdım. Yarısı benim için, yarısı da kulum içindir, istediği şeyler kulumundur."; "Fatiha'yı okuyun: Kul orada elhamdu lillahi rabbıl-âlemin diyor. O zaman Allah'da, kulum beni övdü" der. Kul "er-Rahmanirrahîm" deyince: "Kulum bana sena etti" der. Kul "Mâliki Yevmiddin" der. Yüce Allah da: "Kulum beni yüceltti." der. Kul"İyyâke Nâ'budü ve lyyâke Nestaîn" der. Allah da "Bu benim ile kulum arasındadır; kulum ne isterse onundur." buyurur. Kul Ihdinessırâtâl-Müstakim sitratâllezîne en'amte aleyhim ğayril-mağdûbi aleyhim veleddâllîn." der. Allah Teala da: "Bunlar kulumundur, kulum ne islerse onundur" buyurur, Müslüm

Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyururdu: "Allah Teâlâ; ne Tevratta, ne incil'de Fatiha'nın benzerini indirmemiştir. Fatiha, Seb'ul-Mesanî'dir." (Bir rivayete göre; bana verilen o büyük Kur'an'dır.) Hz. Peygamber (A.S.), namazını güzel kılmayan kimseye,
namazında Fatiha okumasını emretmiş ve Fatiha'yı ezberleyemiyen birine şöyle buyurmuştur; "Subhanallahi vel-hamdü lillahi velâ ilahe illelahu vallâhu ekber velâ havle velâ kuvvete illâ bilillâh" de."Ebu Davud

Yine Hz. Peygamber namazını güzel kılmayan kişiye şöyle buyurdu: "Eğer ezberinde Kur'an varsa onu oku. Yoksa Allah'a hamd et; O'nun şanını yücelt ve tehlil getir." Yani el-hamdü lil-lah, Ellahu Ekber, la ilahe illallah de."Ebu Davud

imam Sesli Okurken Cemaatin Sükut Etmesi

Hz. Peygamber (A.S.), cebrî namazlarda, imamın arkasındaki cemaatin de Fatiha'yı okumasına cevaz vermişti. Bu cevaz, Hz. Peygamber'in sabah namazını kıldırmakla olduğu sırada vuku' bulmuştu. Sabah namazında Hz. Peygamber Kur'an okuyor, fakat okumakla zorluk çekiyordu. Namazı bitirince şöyle buyurdu: "Galiba imamınızın arkasında siz de okuyorsunuz."? Cemaat şöyle cevap verdi: "Evet, yâ Resûlellah! süratlice okuyoruz." Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu; "Böyle yapmayın. Ancak sizden biri Fatiha okuyabilir. Çünkü Fatiha'sız namaz olmaz."Buharî, Cüz 'ül-Kıraa, Ebû Dâvud

Bundan sonra, Hz. Peyamber (S.A.V.), cehri namazlarda cemaatın okumasını yasakladı. Bu durum Hz. Peygamber (S.A.V.) kıraati cehri olan bir namazdan (Bir rivayette de bunun sabah namazı olduğu söyleniyor) çıktıktan sonra meydana gelmişti. Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; "Az önce sizden biri benimle birlikte kıraatta bulundu mu?" Cemaattan biri: "Ben okudum, yâ Resûlellah!" dedi. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Ben diyorum ki; ne oldu ki, bana ortak olunuyor:" Ebû Hureyre şöyle buyuruyor; "Bundan sonra, Peygamber (A.S.)'ın bu sözünü işiten cemaat, aşikâre okuduğu namazlarda, Hz. Peygamber'e iştirak etmekten kaçındılar, İmamın açıktan okumadığı yerlerde de kendi kendilerine gizlice okuyuşta bulundular."Malik

Hz. Peygamber (A.S.), imamın okuduğunu dinlemeleri için, cemaatın susmasını imama uymayı tamamlayan işlerden saymış ve şöyle buyurmuştur: "imam kendisine uyulması için tâyin edilmiş kimsedir. O tekbir alınca siz de tekbir alın. imam okurken siz sükût ediniz." IbnEbî Şeyhe (1^7/1); Ebû Dâvud, Müslim, Ebû Avane,

Nitekim imamı dinlemeği, arkasındakileri kırattan muaf tutmak olarak kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur "Her kim imama uyarsa, imamın okuması onun okuması sayılır."Ibn Ebî Şeybe (1/96/1); Direkutnî; Ibn Mâce; Tahavî ve Ahmed b. Hanbel müsned
Bu, aşikâre okunan namazlar içindir.

Sırrı Namazlarda Kıraatin Vücubu

Sırrî, yani imamın aşikara Kur'an okumadığı gündüz namazlarında, Hz. Peyamber Ashabının imamın arkasında namaz kılarlarken, kıraatta bulunmalarını tasvip etmiştir. Câbir diyor ki; biz öyle ile ikindi namazlarını imamın arkasında kılarken ilk iki rekâtta Fatiha ve zamm-ı sûre, son iki rekâtta ise, yalnız Fatiha Okurduk."Ibn Mâce

Hz. Peygamber, kendisi okurken cemaatın kıraatından doğan karışıklığı hoş karşılamamışlar. Bu durum öğle namazım ashabına kıldırırken meydana gelmiştir. Hz. Peygamber namazdan sonra şöyle buyurdu: "Sebbihisme Rabbikel-A'lâ" süresini hanginiz okudu?" Ashabtan biri "Ben okudum. Fakat, hayırdan başka bir maksadım yoktu." dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine buyurdu ki; "Gerçekten anladım ki, biriniz onu benim ağzımdan aldi."Müslüm

Başka bir hadiste şöyle deniliyor: "Ashap Hz. Peygamber'in arkasında namaz kılarken açıktan okuyorlardı. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; okuduğum Kur'an-ı karıştırdınız."Buhari cüz ünde,Ahmed

Yine Hz. Peygamber buyurdu ki; "Namaz kılan kimse rabbiyle gizlice konuşuyor demektir. Kiminle konuştuğuna dikkat etsin. Biriniz kıraatta bulunurken, diğeri açıktan okuyarak onun okuyuşunu karıştırmasın." Malik, Buhari

Hz. Peygamber başka bir hadis-İ şerifte buyuruyor ki; "Herkim Allah'ın Kitabından bir harf okursa ona bir hasene vardır. Bir hasene on misli ile karşılık görür." Elif lâm mim" tek bir harftir demiyorum, fakat "elif bir harftir, "lam" bîr harftir, "mim" bir harftir diyorum."Tirmizi

Namaz'd a Amin Demek

Hz. Peygamber (S.A.V.) Fatiha'yi okuyunca sesli olarak ve uzatarak "âmîn" derdi. Cemaate de "âmin" demelerini emrederek şöyle buyururdu: "îmam gayril-mağdûbi aleyhim ve laddâllîn) deyince siz de "âmin" deyin. Çünkü imam âmin deyince melekler de âmin derler." Buharı, Cüz'ül-Kıraa; sağlam bir isnatla Ebu Davud.

Bu konuda aynı mânada değişik lâfızla başka bir rivayet daha vardır. Bu lâfızlardan birinde şöyle denilmektedir: "Sizden biri namazda "âmin" der, melekler de gökte âmin derler ikisi aynı âna denk gelirse o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır."'-'' Başka bir rivayette: "Âmin deyiniz ki, Allah kabul etsîn." Buharî, Müslim, buyrulmuştur.

Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyururdu: "Yahudiler sizin selâmınıza ve imanım arkasında "âmin" deyişinize hased ettikleri kadar, hiçbir şeye hased etmezler." Buhari", el-Edebül-Müfred, Ibn Maee, Ibn Huzeyme, Ahmed 

Hz. Peygamber'in Fatiha'dan Sonraki Kıraati

Hz. Peygamber (S.A.V.), Fâtiha'dan sonra başka bir sûre daha okurdu. Bazen bu sûreyi uzatır; bazen de yolculuk, öksürük, hastalık veya çocuk ağlaması gibi arızî sebeplerle kısa tutardı. Nitekim Enes b. Mâlik, şöyle demiştir: Bir gün sabah namazında, Hz. Peygamber kısa okudu. (Diğer bîr hadiste: Hz. Peygamber, sabah namazını kıldırdı ve Kur'an'daki sûrelerden en kısa olan ikisini okudu.) Kendisine: Yâ Resulallah! Niçin kısa okudun? diye sorulunca, şöyle buyurdu: "Bir çocuk ağlaması işittim. Annesinin bizimle birlikte namaz kıldığını tahmin ettim. Bunun üzerine, hemen annesinin ona yetişmesini istedim."

Yine Hz. Peygamber şöyle buyuruyor "Ben uzun okumak niyetiyle namaza baslarım. Bir çocuk ağlaması işitirim. Onun ağlamasından dolayı annesinin üzüleceğini bildiğim için de namazı kısa tutarım." "Bazen de, Hz. Peygamber, sûrenin başından başlar, çoğu zaman onu tamamlardı." Ve şöyle buyururdu: "Her sûreye rüku' ve secdeden nasibini verin. (Yani her rekâtla bir 
sûre okuyun)" Ibn Ebî Şeybe, (1/100/1); Ahmed b. Hanbel, "Başka bir ifadede: Her sûre bir rekâtla okunur."Tahavî

"Bazen Hz. Peygamber (S.A.V.), bir sûreyi iki rekâta böler," Ahmed, bazen de tamamını İkinci rekâtta tekrarlardı."
"Bazen bir rekâtla iki ya da daha fazla sûreyi birleştirirdi,,

"Ensar dan bir zat, Küba Mescidinde cemaate imamlık yapıyordu. Namaz kıldırırken her rekâtta okuyacağı zamm-ı sûreye başlamadan önce "Kul Huvellahu Ehad" sûresini okur, sonra onunla birlikte başka bir sûre daha okurdu, ve bunu her rekatta böyle yapıyordu. Arkadaşları bu konuda kendisi ile konuştular ve dediler ki; sen kıraate bu sûre ile başlıyorsun, sonra bunu yeterli görmeyip başka bir sûre daha okuyorsun. Ya yalnız bu sûreyi (Kul Huveîlahu Ehad) oku, ya da onu bırakıp başka bir sûre oku. Buna karşılık, o imam şöyle cevap verdi: Ben bunu bırakmam. Eğer size imamlık yapmamı istiyorsanız, ben böyle okurum. Eğer hoşlanmıyorsanız imamlığınızı bırakırım." Cemaat o zatı içlerinde en faziletli kişi olarak görüyorlar ve başkasının kendilerine imamlık yapmasını istemiyorlardı. Hz. Peygamber, onlara gelince, durumu kendisine haber verdiler. O da şöyle buyurdu: "Ey filan, arkadaşlarının söylediğini yapmana engel olan şey nedir? Her rekâtta bu sûreyi okumanın lüzumuna seni sevk eden şey nedir?" İmam olan sahabı şöyle cevap verdi: "Ben o sûreyi (Kul huvellahu Ehad) okumayı çok seviyorum" Bunun üzerine Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:" O sûreye olan sevgin seni cennete sokacaktır."Buhari,Tirmizi

Hz. Peygamber'in Bir Rek'atta Birkaç Sureyi Birleştirmesi

"Hz. Peygamber (S.A.V.), Mufassal sûrelerden benzer olanlarını kıraatta birleştirirdi. Bir rekâtla (Rahman ,55/78)151 ve (Necm,53/62) sûrelerini; bir rekâtla (İkterebet.54/55) ve (el-Hâkka,69/52) sûrelerini; bir rekâtta (et-Tûr,52/49) ve (ez-Zâriyât,51/60); bir rekâtta (İzâ Veka'at, 56/96) ve (Nûn,68/52) sûrelerini; bir rekâtta (Se'ele Sâi1ün,70/44) ve (en-Nâzi'at,79/46) sûrelerini; bir rekâtta (Veylün lil-Mutaffifîn,83/36) ve (Abese,80/42) ; bir rekâtta (el-Müddessir,74/56) ve (el-Müzzemmil,73/20); bir rekâtla (Hel Etâ.76/31) ve (La uksimu biyevmiIKıyame,75/40); bir rekâtta (Amme, 78/40) ve (el-Mürselât,77/50); bir rekâtta da (ed-Dühân,44/59) ve (İzes-Şemsü Küvviret,80/29) sûrelerini okurdu.'"Buhari,Müslüm

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen, gece namazlarında (ileride geleceği üzre) bu rekâtta (el-Bakara, en-Nisâ ve Âl-i İ'mrân) gibi uzun yedi sûre (es-Seb'ut-Tıval)'ler arasını berleştirir ve şöyle buyurdu: "En faziletli namaz, kıyamı uzun olan namazdır.'"Müslüm,Tahavi

"Hz. Peygamber namazda (Eleyse zâlike bikadirin âlâ en yuhyiyelmevlâ) âyetini okuyunca (Sübhâneke febelâ=Seni noksan sıfatlardan beri kılarım, evet kadirsin) derdi. (Sebbihisme Rabbikel-A'lâ)'yı okuyunca (Sübhane Rabbiyel-A'lâ) derdi."Sağlam bir isnatla Ebû Davud

Sadece Fatiha ile Yetinmenin Caiz Olması

"Muaz b. Cebel Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte yatsı namazını kılar, sonra da gidip arkadaşlarına namaz kıldırırdı. Yine bir gece, gidip onlara namaz kıldırıyordu. Seleme oğullarından Selîm adındaki bir genç de onun arkasında namaz kılıyordu. Namaz o gence uzun gelince, namazdan ayrılarak mescidin bir köşesinde namazını kılmış, sonra da devesinin yularından tutup oradan uzaklaşmıştı. Muaz namazı bitirince bu durumu kendisine anlattılar. Muaz şöyle dedi." Bu adamın yaptığı münafıklıktır. Onun yaptığı bu işi Hz. Peygambere haber vereceğim." O genç de bunu duyunca: "Ben de onun yaptığını Hz. Peygambere haber vereceğim" dedi. Sabahleyin hepsi Hz. Peygamberin yanına gittier. Muaz o gencin yaptığını Hz. Peygamber'e anlattı. O genç de dedi ki; "Yâ Resûlullah! Senin yanında uzun süre eğleşiyor, sonra dönüp bize uzun uzadıya namaz kıldırıyor." Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Muaz'a: "Sen fitneci misin? ey Muaz!" dedi ve o gence dönerek: "Yeğenim! Sen namaz kılınca nasıl yapıyorsun? diye sordu: Genç söyle cevap verdi:
"Fatiha'yı okuyorum, Allah'tan cennet istiyorum, cehennem'den O'na sığınıyorum. Fakat, sen ve Muaz'ın neyi mırıldandığınızı bilemiyorum." Bunun üzerine: "Ben ve Muaz cennet ile cehennemi mırıldanıyoruz." buyurdu. Delikanlı şöyle dedi: "Ordu toplandığı zaman, düşmanın geldiği haberini alınca, Muaz durumu anlayacak." Râvi diyor ki; düşman geldi ve genç şehit düştü. Bundan sonra Resûlullah (S.A.V.) Muaz'a: "İkimizin hasmı (olan genç) ne yaptı?" diye sordu. Muaz: "Yâ Resûlellah! -Allah doğrudur, ben yalancı çıktım- o genç şehit oldu." dedi.Ibn Huzeyme, Sahih (1634), sağlam bir isnada Beyhakî

Beş Vakit Namaz'da Açık ve Gizli Kur'an Okumak

Hz. Peygamber (S.A.V.) sabah namazı ile akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında sesli olarak kıratla bulunurdu. Öğle ve ikindi namazları ile akşamın üçüncü, yatsının üç ve dördüncü rekâtlarında gizli okurdu." Ashâb Hz. Peygamber'in sırrî namazlardaki okuyuşunu sakalının hareketinden ve bâzı âyetleri zaman zaman cemaat duyacak şekilde sesli okumasından anlarlardı." '' Yine Hz. Peygamber (S.A.V.) cuma ve bayram namazları ile istiskâ ve küsûf namazlarında sesli olarak kıraatta bulunurdu."Buhari,Müslüm,Ebu Davud,

Gece Nafilelerinde Sesli ve Sessiz Okuyuş

"Hz. Peygamber (S.A.V.), gece namazlarında bazen sesli, bazen de sessiz okurdu." Evde iken okuyunca, odada bulunan kimseler onun kıraatinı duyardı."Ebu Davud

"Bazen sesini daha da fazla yükseltir, odanın dışında bulunan kimseler de okuyuşunu duyabilirdi." Nesaî, Tirmzî "Şemail'de; Beyhakî de "ed-Delâil'"de hasen bir sened ile rivayet etti.

Hz. Peygamber (SA.V.) Ebû Bekir ile Ömer'e de böyle yapmalarını emretti. Şöyle ki; bir gece Hz. Peygamber (S.A.V.) evinden dışarı çıktı, Ebû Bekir'in sessiz olarak namaz kıldığını gördü. Ömer'e uğradı; o da yüksek sesle namaz kılıyordu, ikisi Hz. Peygamber'in huzurunda bir araya geldikleri zaman Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Ey Ebû Bekir! Sana uğradım; sessiz olacak namaz kılıyordun? Ebû Bekir dedi ki; münacatta bulunduğuma sesimi duyurdum, yâ Resulallah! Ömer'e de: "Sana uğradım, sesini yükselterek namaz kılıyordun?" buyurdu. Hz. Ömer de söyle cevap verdi: "Yâ Resûluİlah! Dalgınları uyarıyorum ve şeytanı kovuyorum." Bunun üzerine Hz. Peygamber buyurdu ki; "Ebû Bekir! Sen sesini biraz yükseli; Ömer sen de sesini biraz alçalt."Ebu Davud

"Hz. Peygamber (S. A.V.) yine buyuruyor ki; aşikare Kur'an okuyan, aşikâre sadaka veren gibidir. Gizlice Kur'an okuyan, gizlice sadaka veren gibidir."Ebu Davud

HZ. PEYGAMBERİN NAMAZLARDA OKUDUĞU SÛRE VE ÂYETLER

Hz. Peygamber'in namazlarda okuduğu sûre ve âyetler, beş vakit namaz ile diğer namazlarda değişiktir. Şimdi beş vakit namazın ilkinden başlayarak geniş bilgi verelim:

I- Sabah Namazı

Hz.. Peygamber (S.A.V.), sabah namazında uzun mufassal (Tıval-i Mufassal diye adlandırılan) sûrelerden okurdu. Bazen iki rekâtta "el-Vâkı'a" (56/96) ve benzeri sûrelerden okurdu." Ahmed ve İbn Huzeyme (1/69/1). Hâkim "Sahih" demiş, Zehebî de onu benimsemiştir.

Hz. Peygamber (S.A.V.) Veda Baççında "et-Tûr" (52/49) sûresini okumuştu. Bazen birinci rekâtta "Kâf' (50/45) ve benzeri süreleri okurdu." Müslim

Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen de "Izeş-Şemsü Küvviret" (81/15) gibi kısa sûreler (Kisarul-Mufassal)'den okurdu." Bir defasında da her iki rekâtla da "İzâ Zülzilet" (99/8) suresini okumuştu. Hatta râvi, Resulullah (S.A.V.), bilerek mî, yoksa unutarak mı böyle yaptı? bilemiyorum." demiştir." Bir defasında seferde "Felâk" (113/5) ve "Nâs" (l 14/6) sûrelerini okumuştu." Ibn Huzeyme (1/76/1) ve Ebu Davud

Hz. Peygamber (S.A.V.) Ukbe b. Âmir'e söyle demiştir: "Namazında Muavvizeteyn'i (Felâk ve Nâs sûrelerini) oku. (Bu iki sûre ile sığındığı gibi, hiç kimse Allah'a sığınamaz.)"* 

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen de daha fazlasını, altmış âyet ve daha çoğunu okurdu." Râvilerden biri diyor kî; bunu bir rekâtta mı, yoksa iki rekâtta mı, okuduğunu bilemiyorum?"
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen "er-Rum"(30/60) sûresini, bazen de "Yasın" (36/83) sûresini okurdu." Bir defasında Mekke'de sabah namazını kıldırırken "el-Mü'minûn" (23/118) sûresini okumaya başlamıştı. Bu sûrede geçen "Musa" ve "Harun", yahutta "îsa kelimelerinin geçtiği âyetlere gelince öksürüğü tutmuş, o da hemen ruku'a varmıştı."
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen, sabah namazında cemaata "es-Sâffât" (77/182) sûresini okuyarak imamlık yapardı."Ahmed ve Ebû Yâ'lâ "Müsned'"lerinde;

"Cuma günü sabah namazını kıldırırken; birinci rekâtta "es-Sec-de" (32/30) sûresini, ikinci rekâtla- "insan" (76/31) süresini okurdum
"Hz. Peygamber (S.A.V.) birinci rekâtla uzun, ikinci rekâtta kısa okurdu."Buhari ve Müslüm

Sabah Namazının Sünnetinde Kıraat

"Hz. Peygamber, sabah namazının sünnetinin iki rekâtında da çok az kıraatte bulunurdu." Öyle ki, Hz. Âişe şöyle derdi: "Hz. Peygamber acaba Fatiha okudu mu?"1
Bazen Fatiha'dan sonra, birinci rekâtla (Külü Amenna bill-âhi),2/i36) âyeüni, diğer rekâtla (Kul Yâ ehlel-Kilabi tcalcv,3/64) âycüni okurdu." Bazen de bu ayetin yerine (Felemmâ EhasseIsa minhumul-küfr... 23/52) , bazen de birinci rekâtta (Kâfirûn, 109/6); ikinci rekâtta (İhlâs,112/4) suresini okurdu."Müslim

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir adamın birinci rekâtta ilk süreyi (Kâfirûn) okuduğunu duydu ve "Rabbine iman etmiş bir kul" buyurdu. Diğer rekâtla da ikinci sûreyi (İlılâs) okumuştu. Bunun üzerine de Hz. Peygamber: "rabbini tanıyan bir kul." buyurdu," Tahavî, Ibn Hıbban

II- Öğle Namazı

"Hz. Peygamber (A.S.), ilk iki rekâtla Fatiha ile birlikte iki sûre okur, birinci rekâtta kıraati uzatır, ikinci rekâtta uzatmazdı." Buharî ve Müslim.
"Bazen Hz. Peygamber kıraati o kadar uzatırdı ki, öğle namazı için ikamet getirilince, bir kimse Baki' mezarlığına gider, orada ihtiyacını görür, sonra da evine gelir, abdestini alır, sonra da namaza gelirdi ki, Hz. Peygamber hâlâ birinci rekâttadır." "Ashab, böyle yapmakla Hz. Peygamber'in maksadının, cemaatin birinci rekâta yetişmesini sağlamak olduğunu tahmin ediyorlardı."Sağlam bîr isnatla Ebu Dâvud, İbn Huzeyme (1/165/1)

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ilk iki rekâtın herbirinde; Fatiha dahil 30 âyet kadar (Elif lâm Mîm es-Secde,22/30 süresi miktarınca) okurdu." Ahmed b. Hanbel ve Müslim. "Bazen (Tarık, Burûc, Leyl vb.) sûreleri okurdu."Ebu Davud
Bazen de (Inşikak vb.) sûreleri okurdu." "Ashab, Hz. Peygamber'in öğle ve ikindi namazlanndaki kıratını, sakalının hareketinden anlarlardı."Buhari,
Hz. Peygamber'in Son İki Re k'atta Fatiha'dan Sonra Okuduğu Âyetler "Hz. Peygamber son iki rekâtı ilk iki rekâttan yarı yarıya daha az yani 15 ayet kadar eksik okurdu.' "Bazen de son iki rekâtta sadece Fatiha'"yı okurdu."Buhari, "Okuduğu âyetleri bazen cemaatada işittırirdı. Ibn Huzeyme. "es-Sıhih" (1/67)2)

"Cemaat, Hz. Peygamber'in (Sebbihisme Rabbi-kel'A'lâ.87/19) ve (nel-etâke hadisü'l-ğasiye, 88/26) nağmelerini işitirlerdi."Buhari, 
"Bazen (Burûc,85/22), (Târık,86/17) ve benzeri sûreleri okurdu."Müslim ' "Bazen de (Velleyli izâ yağşâ,92/21) gibi sûreler okurdu."
Buhari ve Müslim

III- ikindi Namazı

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk iki rekâtta Fatiha ile birlikte iki süre okur, birinci rekâtta kıraati uzatır, ikinci rekâtta uzatmazdı."Sağlam bir isnada Ebû Dâvud ve Ibn Huzeyme.

"Ashab, böyle yapmakla Hz. Peygamber'in maksadının cemanım birinci rekata yetişmesini sağlamak olduğunu tahmin ediyorlardı."Ahmed b. Hanbel ve Müslim

"Hz. Peygamber (S.A.V.), her iki rekâtta 15 âyet kadar, yani (iğle namazının ilk iki rekâtmda okuduğunun yarısı kadar okurdu. Son iki rekâtı ilk iki rekâttan yarı yarıya daha kısa tutardı."Ahmed b. Hanbel ve Müslim

"Son iki rekâtta sadece Fatiha'yı okurdu." "Zaman zaman cemaata okuduğu âyetleri işittirildi." "Ve ikindi namazında da. Öğle namazında okuduğu sûreleri okurdu.."

IV- Akşam Namazı

"Bazen Hz. Peygamber (S.A.V.) Kısaru'l-Mufassal (kısa sureler) okurdu. Hatla cemaat namazı Hz. Peygamber ile birlikte kılıp selâm verdikten sonra, içlerinden biri namazdan çıkınca, okun düştüğü yeri görürdü."Nesai

"Yolculukta ikinci rekâtla (Tin,95/8) sûresini okurdu."Ahmed, "Bazen Ti vâlü'l-Mufassal (uzun), Evsâtu l-Mufassal (orta uzunlukta) sûreler okur; bazen de (Muhammcd sûresini ,4 7/4 8) okurdu."İbn Huzeyme 1/166/2 "Bazen et-Tûr,52/49)212, sûresini okur, "Bazen (el-Murselât.77/50) sûresini okurdu ki bunu en son kıldığı namazda da okumuştu." "Bazen de iki uzun sûrenin en uzununu " , yani heriki rekâtla (Âraf,7/206) sûresini okurdu."Buhari "Bazen de iki rekâtta (Enfal,8/75) sûresini okurdu."Taberani

Akşam Namazının Sünnetin deki Kıraat
"Akşam namazının farzından sonraki sünnetinde Hz. Peygamber (S.A.V.) (Kâfirûn,109/6) ve (İhlas,112/4) sûrelerini okurdu."Taberani,Ahmed

V- Yatsı Namazı

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk rekâtla orta uzunlukla (Tıva-lu'1-Mufassal) sûrelerden ,Nesei, okur; bâzen de (eş-Şems,91/15) ve benzeri sûrelerden okurdu."Ahmed,Tirmizi "Bazen (înşikâk34/25} sûresini okur ve secde yapardı." "Bir defasında da yolculukta ilk rekâtla (et-Tîn,95/8) sûresini okudu." Buharî, Müslim ve Nesaî.

"Hz. Peygamber (S.A.V,), yatsı namazında uzun okumayı yasakladı. Nitekim Muaz b. Cebel kendi arkadaşlarına yatsı namazını kıldırmış ve kıraati uzatmıştı. Ensar'dan bir zat, namazdan ayrılarak tek başına namazını kaldı. Muaz, bu durumdan haberdâr olunca o kimse için "münafıktır" dedi. Bu söz adama ulaşınca, Hz. Peygamber'in huzuruna gelerek Muaz'ın kendisi için sarfettiği sözü ona haber verdi. Hz, Peygamber Muaz'a şöyle buyurdu: "Sen fitneci mi olmak istiyorsun Muaz! Cemaata imamlık yapmak istediğin zaman, (eş-Şems,91/15), (el-A'lâ,77/19), (ikra',96/29), (el-Leyl,92/21) sûrelerinden birini oku. Çünkü senin arkanda yaşlı,zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de namaz kılmaktadır."

VI- Gece Namazı

"Hz. Peygamber, gece namazlarında bazen kıraati kısa yapar; zaman zaman da uzatırdı. Bir seferinde kıraatı yine çok uzatmıştı. Abdullah b. Mes'ûd bunu şöyle anlatıyor: "Hz. Peygamber ile birlikte bir gece namaz kıldım. Kıyamı o kadar uzattı ki, içimden kötü bir iş yapmak geçti. Ne yapmayı düşündün? dediler. "Oturup Hz. Peygamber'i yalnız bırakmayı düşündüm" cevabını verdi." Buharî, Müslim

"Huzeyfe b. el-Yemân da şöyle diyor: Hz. Peygamber ile birlikle bir gece namaz kıldım. Okumaya bakara sûresi ile başladı, 100. âyette rüku' yapar dedim; geçti, iki rekâtı da Bakara sûresi ile kıldırır, dedim; geçti. Onu bitirince ruku'a varır, dedim; Nisa sûresine başladı. Onu da okudu. Sonra Âl-i Imran'a başladı ve onu da okudu." 

Bu sûreleri fasılalı olarak okuyordu. Teşbih âyetine gelince teşbih getiriyor, islemekten bahs eden bir âyete gelince Allah'tan istiyor, sığınmaktan bahs eden bir âyete gelince Allah'a sığınıyordu. Bundan sonra ruku'a vardı..." "Bir gece hasta olduğu halde (es-Seb'ut-Tıval) uzun yedi sûreyi okudu." "Bazen de her bir rekâtta bunlardan bir sûre okurdu."Ebû Dâvud

"Hz. Peygamber'in bir gecede Kur'an'ın tamamını okuduğu bilinmiyor?' "Aksine, Abdullah b. Amr'in böyle yapmak istemesine razı olmadı. Şöyle buyurdu: "Kur'an'ı ayda bir hatmet". Abdullah dedi ki; "Kendimde güç buluyorum." dedim. Bunun üzerine "Yirmi gecede bir oku." buyurdu. Yine: kendimde güç buluyorum" dedim. Buyurdu ki; "yedi günde bir oku. Bundan daha fazlasını yapma." "Sonra Abdullah'ın beş günde bir okunmasına , sonra üç günde bir okumasına ruhsat verdi." Buharî, Ahmed b. Hanbel.
"Ve Onun bundan daha az bîr süre içinde Kur'an'ı hatmetmesini yasakladı." Dârimî ve Saîd b. Mansûr, Sünen'inde sağlam bit isnatla.
'"Bunun sebebini de şöyle belirtti: "Herkim Kur'an'ı üç günden daha az sure içinde hatmederse ne dediğini anlamaz."Sağlam bir isnatla Ahmed b. Hanbcl.
Bu sözler arasında şu ifadeler de vardı: "Her âbidin bir şirreti var. Her şirretin de bir zaafı vardır ki, ya sünnete, ya bidata götürür. Herkimin zaafı kendisini Sünnete götürürse o hidayeti bulur. Herkimin de zaafı başka şeye götürürse o da helak olur. "Bu sebeple Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı üç günden daha az bir süre içinde hatmetmezdi. Hz. Peygamber şöyle buyurudu: "Herkim bir gecede 200 âyet okuyarak namaz kılarsa, o kişi Allah'a tam bağlı ve ihlâslı kimselerden olarak yazılır."Ahmed ve Ibn Hıbban, es-Sahih.

"Hz. Peygamber (S.A.V.} her gece namaz kılarken (îsrâ, 17/111) ve (Zümer,39/75) surelerini okurdu."238 "Ve şöyle buyurdu: Herkim bir gecede 100 âyet okuyarak namaz kılarsa gafillerden yazılmaz. '" Ahmed b. l lanbel ve Ibn Nasr, sağlam bir isnatla.

"Bazen her rekâtta elli âyet veya daha fazla Kur'an okurdu."Buhari, Ebu Dâvud "Bazen de (Müzzemmil,?3/20) sûresi miktarınca okurdu."Ahmed b. Hanbel,

"Hz. Peygamber (S.A.V.) çok nadir olarak gecenin tamamını namaz kılmakla geçirirdi."Müslim, Ebû Dâvud

"Bir defasında Abdullah b. Hab-bab b. el-Erett-ki o Hz. Peygamber ile birlikle Bedir savaşında bulunmuştu- Hz. Peygamberi! gözetliyerek bütün gece namaz kıldığını tesbit etti. Öyle ki gece namazı ile sabah namazını birleştirmişti. Namaz sonunda selam verince, Habbab ona dedi ki; "Yâ Resulullâh! Anam babam sana feda olsun. Daha önce benzerini görmediğim şekilde bu gece namaz kıldın?" Buna karşılık Resulullah! (S AV.) şöyle cevap verdi: "Evet, o korku namazıdır. Ben yüce Rabbîmden üç şey istedim. Bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ;bizden önceki ümmetlerde olduğu gibi, bizleri de helak etmemesini istedim (Başka bir ifadede kıtlıkla ümmetimi helak etmemesini istedim); bunu bana verdi. Rabbimden düşmanlarımızın bize galip gelmemelerini istedim; bunu da yerine getirdi. Rabbimden aramıza ayrılık sokmamasını istedim; bu isteğimi bana vermedi."Nesaî, Ahmed

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bir gece namaza kalktı ve sabaha kadar şu âyeti tekrarladı: "Eğer onlara azab edersen, kullarındırlar,
ve eğer bağışlarsan şüphesiz sen aziz ve nimet sahibisin." (5/118). Bu âyeti okuyarak rüku' ediyor, onu okuyarak secde ediyor, onunla Allah'a dua ediyordu. Sabah olunca Ebu Zer kendisine şöyle dedi: "Yâ Resulullah! Sabaha kadar bu âyeti okumaya devam ettin. Onunla rüku' ettin, onunla secdeye vardın, onunla Allah'a duada bulundun. Halbuki Allah Teâlâ sana Kur'an'ın tamamını öğretti. Eğer bizden biri böyle yapsaydı, biz ona kızardık. "Hz. Peygamber buna karşılık buyurdu ki; "Ben rabbımdan ümmetim için şefaat istedim; o da bana bunu verdi, inşallah bu şefaat, hiçbir şeyi Allaha ortak koşmayan kimselere ulaşacaktır."Nesaî, Ibn Huzeyme (1/70/1); Ahmed, Ibnu'n-Nasrve Hâkim. Hâkim "Sahih" demiş. Zehebî de ona katılmış: tır.

"Bir adam Hz. Peygamber'e ; "Yâ Resulullah! Benim bir komşum var, gece namaz kılıyor ve bu namazda yalnız Ihlâs sûresini tekrar edip duruyor. Fazladan hiçbir şey okumuyor." dedi. O adam sanki Ihlâs sûresinin okunmasını az buluyordu. Hz. Peygamber buyurdu ki; "Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin 'ederim ki; Ihlâs sûresi Kur'an'ın Üçte birine denktir."AhmedveBuharî,

VII- Vitir Namazı

"Hz. Peygamber (S.A.V.) vitir namazının birinci rekâtında "el-A'lâ" (87/19), ikinci rekâtında (Kâfirim,109/6), üçüncü rekâtında da (Ihlâs,! 12/4) sûrelerini okurdu.' "Bazen de bunlara, (Felâk,) 13/5) ve (Nâs,ll4/6) sûrelerini de ilâve ederdi. Bir defasında, üçüncü rekâta "Nisa, (4/176) suresinden 100 âyet okumuştu."Nesâî, Ahmedb. Hanbel
"Hz. Peygamber (S.A.V), Vitirden sonraki iki rekât namazda (Zilzal,99/8) ve (Kâfirûn, 109/6) sûrelerini okurdu."Ahmed

VIIl- C um'a Namazı

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bâzen Cuma namazının ilk rekâtında (Cuma,62/l 1) sûresini, diğer rekâtta (Munafikûn, 63/11) sûresini , bazen de bunun yerine (el-Ğâşiye, 88/26) sûresini okurdu." Ebû Dâvud "Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen de ilk rekâtla (cl-A'lâ,87/19), ikinci rekâtta (el-câsiye, 88/26) sûresini okurdu." Ebû Dâvud

IX- Bayram Namazları

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen bayram namazının ilk rekâtında (el-A'lâ, 87/19), diğerinde ise (Câsiye, 88/26) sûresini, bazen de (K â f,50/45) ve (lkterebetis-Sâa.54/55) sûrelerini okurdu." Ebû Dâvud

X- Cenaze Namazı

"Sünnet olan, cenaze namazında Fâtiha ile birlikte bir sûre okumaktır,"" "ilk tekbirden sonra, cenaze namazında gizli okumak da sünnettir."Nesei


NAMAZDA KUR'AN'I TANE TANE GÜZEL SESLE OKUMAK:

"Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah'ın emrettiği şekilde, gevelemeksizin ve acele etmeksizin tane tane okurdu. Hatta harf harf ve net okurdu." Ebû Dâvud "öyle ki; bir sûreyi olduğundan daha uzun olacak şekilde tane tane okurdu."Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyururdu: "Kur'an okuyan kimseye şöyle denilecek: Oku, yüksel, dünyada yaptığın gibi tane tane oku. Çünkü senin merteben en son okuduğun âyetin vardığı mertebedir." Ebû Dâvud ve Tirmizî

"Hz. Peygamber (S.A.V.), Kur'an okurken med harflerine' (uzatma harfleri) gelince uzatırdı. (Bismillahi!, (Rahmân)'ı, (Rahîm)'i, (Nazîd)'î ve benzeri kelimeleri uzatırdı." "Daha önce de geçtiği üzere, ayet başlarında dururdu." "Bazen de nağme ile okurdu. Nitekim Mekke feth edildiği gün devesinin üzerinde (Fetih ,4 8/29) sûresini yumuşak bir kıraatl a okuyarak böyle yapmıştır. Hz. Peygamber'in bu nağmeli okuyuşunu Abdullah b. Muğaffel hikâye etmiştir."Buhari

"Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı güzel sesle okumayı emreder ve şöyle buyururdu: "Kur'an'ı seslerinizle süsleyin. Çünkü, güzel ses Kur'an'ın güzelliğini artırır."Ebû Dâvud, Dârimî; Hâkim
"Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "İnsanlar arasında Kur'anı güzel sesle okuyanların en üstünü; okuyuşunu duyduğunuz zaman Allah'tan korktuğunu hissettiğiniz kimsedir."Dârimî
"Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'ı teğannî ile (Nağmeli olarak) okumayı emretmiş ve söyle buyurmuştur: Allah'ın kitabını öğrenin. Onu aranızda müzakere edin, muhafaza edin ve onu nağme ile okuyun. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; Kur'an zihinlerden köstekli devenin kaçıp kurtulmasından daha fazla kaçıp kurtulur."Dârimî "Ve Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 
Kur'an'ı teğannî ile okumayan bizden değildir.'" Ebu Dâvud ve Hâkim.

"Hz. Peygamber (S.A.V.) buyuruyor ki; Allah güzel sesli bir peygambere, Kur'an'ı açıktan terennüm ve nağme ile okumasına karşılık verdiği mükâfatı hiçbir şeye vermemiştir." Buharı, Müslim, Tahavi ve Ibn Menden el-Tevhid (81/1).

"Ebû Musa el-Eşarİ'ye Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu; Dün kıraatini dinlediğim zaman beni bir görseydin. Şüphesiz bana Dâvudoğullarının mizmarlarından bir mizmar verilmiştir.( alimler demişlerdir ki: buradaki mizmardan maksat güzel sestir ) * Ebû Musa şöyle dedi. Yerini bilseydim, sesimi senin için güzelleştirirdim."Abdurrezzak,Buhari,Müslüm

OKURKEN İMAMIN ÖNÜNÜ AÇMAK

Peygamber (S.A.V), okurken takıldığı zaman imamın önünü açmayı sünnet yaptı. Kendisi bir kerre namaz kılmıştı. Namazda okurken takıldı. Namazdan çıktıktan sonra Übey'e; bizimle namaz kıldın mı? diye sordu. O da: "Evet" cevabını verince buyurduki; benim önümü açmaktan niye geri durdun?"Ebu Davud

VESVESEYİ GlDERMEK İÇİN NAMAZDA ALLAH'A SIĞINMAK VE TÜKÜRMEK

Osman b. Ebi'l-As Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Yâ Resûlallah! Şeytan benimle namazım arasına girdi ve okurken kıraatimi karıştırdı. "Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) şöyle buyurdu:
"Bu Hınzıb denilen şeytandır. Onu hissettiğin zaman şerrinden Allah'a sığın ve sol tarafına üç defa tukur. "Osman diyor ki;böyle yaptım; Allah da onu benden uzaklaştırdı."Müslim, Ahmed b. Hanbel

RÜKU'

"Hz. Peygamber (S.A.V.), kıraati bitirince bir müddet sükût eder. sonra iftitah tekbir bahsinde geçtiği üzere, ellerini yüzü hizasında kaldırır; tekbir alır ve rüku'a varırdı."Buhari "Bunları namazını güzel kılmayan o kimseye de emrederek şöyle buyurmuştur:
"Sizden birinin namazı, Allah'ın emrettiği şekilde abdest alıp; sonra tekbir getirmedikçe, Allah'a hamdedip şanını yüceltmedikçe, Allah'ın kendisine öğrettiği Kur'an'dan kolayına gelen bir sûre okuyup sonra tekbir getirerek rüku'a varmadıkça, (Ellerini dizleri üzerine koyup) bütün eklemleri rahatlayıp tatmin oluncaya kadar ruku'da durmadıkça tamam olmaz."Ebu Davud,Nesei

Rüku'un Yapılış Şekli

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da ellerini dizleri üzerine koyar, cemaata da bu şekilde yapmalarını emrederdi. Nitekim az Önce geçtiği üzere namazı güzel kılmayan kimseye de bunu emretmişti. Ellerini dizleri üzerine sımsıkı yerleştirir, sanki dizlerini tutuyor gibi yapardı.'Buhari. Ebû Dâvud.

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ruku'da parmaklarının arasını açık tutardı." Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Rüku'a vardığın zaman, avuçlarını dizlerinin üzerine koy. Sonra parmaklarının arasını açık tut Ve her organ yerini bulup tatmin oluncaya kadar bekle."İbn huzeyme
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da dirseklerini vücudundan ayırırdı. " "Ruku'a vardığı zaman, sırtını dümdüz tutardı." "Öyle ki, üzerine su kabı konacak olsa dökülmezdi." "Namazını güzel kılmayan kimseye şöyle demişti: "Rüku'a vardığın zaman avuçlarını dizlerinin üzerine koy; sırtını düzgün tut ve rüku' için sağlam dur."Ebû Dâvud. Ahmed b. Hanbel, Cüz'ul-Kıraa'da Buhari. sağlam bir isnatla

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da başını ne aşağıya doğru eğer, ne de yukarı kaldırırdı. Fakat, bu ikisi arasında tutardı.' " Müslim, Ebû Avane.

Ruku'da Tâ'dil-i Erkân'ın VÜCUDU (Mutmain Olmak)

"Hz. Peygamber (S.A.V.), ruku'da tam mutmain olurdu. Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de bunu emretmiş. "Hz. Peygamber yine söyle buyurmuştur: "Rükû ve secdeleri tam yapınız. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; siz rüku' ve secdeye vardığınızda ben sizi arkamdan görürüm."Buharî, Müslim
"Bir defasında Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'unu tam yapmayan, secdeyi de tavuk yem toplar gibi yapan bir kimse gördü ve şöyle buyurdu: Eğer bu kimse şu hali üzere Ölürse, Muhammed dininden başka bir din üzere ölür. (Karganın leş gagaladığı gibi kılıyor). Rüku'unu tam yapmayan ve leş gagalar gibi secde yapan kimse; bir veya iki hurma yediği halde ona hiçbir faydası dokunmayan aç kimse gibidir."''Ebû Yâ'lâ

"Ebû Hureyre diyor ki; dostum Hz. Muhammed, benim namazımı horoz gagalar gibi çabuk kılmamı, tilkinin bakındığı gibi namazda, sağa-sola bakınmamı ve maymun oturuşu gibi oturmamı yasakladı."Tayalisî, Ahmed 
"Hz. Peygamber yine şöyle buyuryor: "Hırsızların en kötüsü , namazından çalan kimsedir. Ashab dediler ki; Yâ Resûlellah! Bir , insan namazından nasıl çalar?" Buyurdu ki;: Rüku' ve secdelerini, tam yapmayarak."Ibn Ebî Şcybe (1/89/2
"Hz. Peygamber (S.A.V.) namaz kılarken, göz ucuyla, rüku' ve secdede belini doğrulmayan birini gördü. Namazı bitirdikten sonra şöyle buyurdu: Ey cemaat! Rüku' ve secdesinde belini doğrultmayan kimsenin namazında hayır yoktur.' "Ibn Ebî Şcybe (1/89/2
"Başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurdu: Rukü'da ve secdede, sırtını doğrultmadığı (düz tutmadığı) sürece kişinin namazı sahih değildir."Ebu Avâne. Ebû Davud

Rüku'da Okunacak Dualar

"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'da çeşitli zikir ve dualar okurdu. Bazen birini, bazen diğerini okurdu. Bu dua ve zikirler aşağıdadır:

1- "Üç kere sübhane rabbiyel-Azîm. "Bazen bu zikri üçdefaden fazla tekrarlardı." Ahmed b. Hanbel ve Taberanî, Beyhakî
"Bir defa, gece namazında o kadar tekrar etmişti ki, rüku'da kalış müddeti, nerede ise kıyamdaki kadar olmuştu. O kıyam'da Hz. Peygamber, uzun sûrelerden üç tanesini, yâni Bakara, Nisa ve Al-i imran'ı okumuştu. Gece namazında geçtiği üzere, buna dua ve istiğfar da dahildi."
2- "Uç defa sübhane rabbiyel-Azim ve bihamdıhî."Ebu Davud
3- "Sübbühun kuddûsün rabbul-Melâiketi verruh."Müslim, Ebû Avane.
4-" Sübbahenekellahumme ve bihamdik, Ellahummağfir li. "Hz. Peygamber bu duayı rüku' ve secdesinde Kur'an'daki âyeti tevil ederek çok tekrar ederdi. (Yâni âyetteki emre uyarak)Buharî, Müslim. Kur'an'ı tevil elmeklen maksat, onda emredilen hususları yapmaktır. Yâni Allah Teâla'nın şu sözüne uygun hareket etmektir.
5- "Ellahumme leke rakâ'tü ve bike âmentü ve leke eslem-tü (Ente rabbî) haşaa leke semi ve basari ve muhhî ve azmî (Izâmî)
ve asabî ve mestekallet bihi kademî lillâhi rabbil Âlemîn." Duada geçen "istekallet" lâfzı irtifa' mânasındadır. Müslim. Ebâ Avane, Tahavî
6- "Ellahumme leke rekâ'tü ve bike âmentü veleke eslemtu ve alcyke tevekkeltü, ente rabbî, haşea semi ve basarı ve demi ve lâhmi ve azmî ve asabî lillâhi rabbil-âlemîn." Nesaî
7- "Sübbane zil-Ceberûti vel-melekûti vel-kibriyâi vel-Aza-meti." Hz. Peygamber bu duayı gece namazında okumuştur."Ebu Davud

Ruku'u uzatmak

"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüküu ile rüku'dan doğrulmayı, secdesi ile iki secde arasındaki oturuşu bir birine yakın yapardi."Müslim

Rüku'da Kur'an Okumanın Yasaklanması

"Hz. Peygamber (A.S.), rüku' ve secdede Kur'an okumayı yasaklar ve şöyle buyururdu: Şüphesiz ben, rüku' ve secde halinde iken Kur'an okumaktan menedildim. Rüku'a gelince; orada rabbinizin şânını yüceltin. Secdede ise; dua yapmaya gayret edin ki dualarınız kabul edilsin."Müslim

Rüku'dan Doğrulma Anında Yapılacak Dua

"Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku'dan kalkarken "semiallahu limen hamideh" diyerek belini doğrulturdu. Nitekim, namazını güzel kılmayan kimseye de bu şekilde yapmasını emrederek şöyle buyurmuştu: insanlardan birinin namazı, tekbir almadıkça., sonra rüku' yapmadıkça., sonra da "Semialiahu limen hamideh.." diyerek doğrulmadıkça tamam olmaz." "Sonra ayakta iken "Rabbena velekel-hamd derdi, îmama uyan ve uymayan herkese de bunu emrederdi. Ve şöyle buyurmuştur:

"Namaz kılışımı gördüğünüz gibi namaz, kılınız." Buharı, Ahmed.

3 "Hz. Peygamber (S.A.V.) yine şöyle buyurmuştur: imam kendisine uyulması için belirlenir. O "Semiallahu limen hamidch" deyince, siz, "Ellahumme Rabbena velekel'Hamd" deyiniz, ki Allah da size mukabelede bulunsun. Şüphesiz yüce Allah, Peygamberinin dili ile "Semiallahu limen hamideh buyurmuştur."Müslim, Ebû Avane, Ahmed ve Ebû Dâvud

"Başka bir hadisinde Hz. Peygamber, bu emrin sebebini şu sözü ile açıklamaktadır: Çünkü, kimin (Semiallahu limen hamideh) sözü mcleklerinki ile ayni ana rastlarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır. "Buharı, Müslim. Tirmizî
Hz. Peygamber (S.A.V.), bu doğrulma esnasında' iftitah tekbirinde geçtiği şekilde ellerini kaldırır ve ayakta iken, -az önce geçtiği -rabbena lekel hamd-der, başka bir seferinde --rabbena leke-- derdi. Bazen de bu iki sözün başına "Ellahumme lâfzını eklerdi. Kendisi cemaata da böyle emreymiş ve şöyle buyurmuştur "imam Semiallahu limen hamideh" deyince siz "Ellahumme Rebbenâ lekel-hamd" deyin. Çünkü, kimin bu sözü melcklerin-ki ile ayni ana rastlarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır."Buharı, Müslim. Tirmizî

"Bazen bu söze, --miles semevati vel ardıvemile ma şitemin şeyin badü mel el semavati ve milel ardı ve mil beyne huma ve mil ma şeyin min şeyin badü.." ifadelerini eklerdik.. Müslim. Ebû Avane.

Bazen de şu ilâvede bulunurdu:
6- "Miles-Semavâti ve mil'el-Ardı mil'e mâ şi'ite min şey'in ba'dü ehlessenâi vel-Mecdi ehakku mâkâlel-Abdü, ve kulluna leke abdun, Ellahhumme la mania limâ menate velâ mu'tıye limâ mena te velâ yenfe'u zel-ceddi minke'l-ceddü." Müslim, Ebu Avane, Ebû Dâvud

7- "Lirabbiyel-hamdü lirabbiye'l-hamdü". "Hz. Peygamber, rüku'dan sonra, bu ifadeyi o kadar çok tekrar ederdi ki, nerede ise bu ayakta duruş, Bakara sûresini okuduğu ilk kıyamına yakın olurdu." Ebû Dâvud, Nesâî, sağlam bir senetle.. Bkz. "el-lrvâ, (No: 335).

8- "Rabbena velekel-hamdü. Hamden kesîren, tayyiben mü-bareken fini. (Mübareken aleyh kemâ yuhibbu rabbuna ve yer da)" Bu duayı, Hz. Peygamber, rüku'dan kalkıp da "Semiallahu limen hamiden" dediği zaman arkasında namaz kılan cemaattan birisi okumuştu. Hz. Peygamber, namazı bitirince "az önce dua okuyan kişi kimdi'.'" diye sordu. O zat" Bendim" yâ Resûlcllah!" dedi. Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) buyurdu ki; "otuz kusur melek gördüm, bunun sevabını hangimiz önce yazacağız diye yarış ediyorlardı." Mâlik, Buharî ve Ebû Dâvud,
Rüku'dan Sonraki Kıyamı Uzatmak

"Hz. Peygamber (A.S.) bu ayakta duruşu, az önce geçtiği gibi, rüku' daki duruşuna yakın yapardı. Bazen, o kadar uzun sûre ayakta kalırdı ki, gören birisi, uzun süre ayakta durması sebebiyle" Hz. Peygamber muhakkak unuttu." derdi." Ve Hz. Peygamber, ruku'dan kalktıktan sonra azaların mutmain olmasını emrederdi. Namazını güzel kılmayan kimseye de nitekim şöyle buyurmuştur:
"Sonra başını kaldır. Ve o derece doğrul ki, bütün kemikler yerini bulsun. Diğer bir rivayette: "Rüku'dan kalktığın zaman belini doğrult"
Başını da Öyle kaldır ki, bütün kemikler eklemlerine dönsun." Ona şunu da söyledi: "Böyle yapmadıkça, hiç kimsenin namazı tamam oîmaz."
Buharî. Müslim. Ahmed. Bkz. "el-lrvâ", (No: 307).

Hz. Peygamber (A.S.) yine şöyle buyuruyor: "Allah, rüku' ve secdesinden kalkarken belini tam doğrultmayan kimsenin yüzüne bakmaz."Ahmed ve Taberânî, M.Kebîr, sağlam bir isnatla.

NAMAZDA SECDE

"Hz, Peygamber (S.A.V.) tekbir getirip secdeye varırdı. Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de bu şekilde emrederek şöyle buyurmuştur: "Hiçbir kimsenin namazı..." Semiallahu limen hamideh" diyerek doğrulmadıkça, sonra da "Allahu Ekber" deyip bütün eklemleri mutmain olacak derecede secde etmedikçe tamam olmaz.'"Buharî. Müslim.Ebû Dâvud ve Hâkim. Hâkim "Sahih" demiş, Zehebî de ona katılmıştır.

"Hz, Peygamber (S.A.V.) secdeye varmak istediği zaman tekbir getirir (kollarını böğürlerinden uzaklaştır), sonra mafsalları tatmin oluncaya kadar secdede kalırdı." "Bazen de secdeye varırken ellerini kaldırırdı.'" Nesaî, Dârekutni. Muhallis (el-Fevâid, 1/2/2) iki sağlam i snatla rivayet etmiştir. Bu el kaldırma, on sahahîden nakledilmiştir.
Eller Üzerine Secdeye Kapanmak

"Hz. Peygamber (S.A.V.) dizlerini yere koymadan önce, ellerini yere kordu." "Hz. Peygamber, böyle yapmayı da emrederek şöyle buyururdu: "Sizden biri secde ettiği zaman deve gibi çökmesin; dizlerinden önce ellerini yere koysun."Ibn Huzeyme (1/76/1), Dârekutni. Hâkim,Ebu Davud

"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyuruyor: Şüphesiz eller de yüzün secde ettiği gibi secde ederler. Sizden biri yüzünü secdeye koyduğu zaman ellerini de koysun, yüzünü kaldırınca ellerini de secdeden kaldırsın. "'Ibn Huzeyme, (1/79C), Ahmed b. Hanbel,

"Hz. Peygamber (A.S.), secdede elleri üzerine dayanır ve onları yere yapıştırırdı. Parmaklarını birleştirirdi. Ellerini kıbleye doğru yöneltirdi."Beyhakî, sağlam bir isnadla. Ibn Ebî Seybe (1/82/2)

"Hz. Peygamber (A.S.) ellerini secdede iken omuzlarının hizasında, bazen de kulakları hizasında tutardı." "Burun ve alnını da yere koyardı." Ebû Dâvud, Hâkim. Hâkim,Tirmizî,

_ "Namazını güzel kılmayan kimse için de söyle buyurmuştu: Sen secdeye vardığın zaman, yüzünü ve ellerini yere öyle koy ki, bütün kemiklerin rahat etsin." ibn Huzeyme, hasen bir isnatla, (1/10/1) "Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştu: Alnını değdirdiği gibi, burnunu da yere değdirmeyen kimsenin namazı kabul değildir."Dârekutnî. Taberânî (3/140/l)

"Aynı şekilde Hz. Peygamber (A.S.) dizlerini ve ayak uçlarını da yere değdirir, ve parmak uçlarını kıbleye yöneltirdi." "Topuklarını ise birleştirir,", " ayakların dikerdi , cemaata böyle yapmalarını emrederdi." beyhakî, sağlam bir isnatla. Ibn Ebu Şeybe (1/82/2,Buharı,Tahavî

işte böylece Hz.Pcygamber (S.A.V.) yedi âza üzerine secde yapardı: Onlar da; eller, dizler, ayaklar, alın ve burundur. Alın ile burunu secdede tek uzuv olarak kabul ederdi. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur; Ben yedi âza üzerine secde elmekle emr olundum. Bunlar da; alın, -eli ile burnuna da işaret etti-, iki el,iki diz, iki ayaktır. Ellerimiz ile elbise ve saçlarımızı tutmamakla da emr olunduk.'"Buharî, Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) yine şöyle buyurmuştur: Kul secde ettiği zaman onunla birlikte yedi âza da secde eder. Ki onlar, yüz, iki el ve iki diz ile iki ayaktır.'"Müslim

"Saçları topuz yapılmış olarak namaz kılan bir adam hakkında şöyle buyurdu: Bu adamın durumu, elleri arkadan bağlanmış olarak namaz kılan kimse gibidir."Müslim

"Hz.Peygamber yine şöyle buyuruyor: Bu, yâni saçlarının büküm yeri şeytanın eğeri, yâni oturma yeridir. '"Ebû Dâvud, Tirmizi

"Hz. Peygamber (A.S.) secdede dirseklerini yere yapıştırmaz, aksine onları yerden kaldırır ve böğürlerinden uzak tutardı. Öyle ki, arkasından, koltuk altlarının beyazı görünürdü."Buharî, Müslim "Hatta, bir kuzu geçmek istese kollarının altından geçebilirdi." "Bunu o derece mübalâğalı yapardı ki, ashaptan biri bununla ilgili olarak şöyle demiştir: Hz. Peygamberin secdeye vardığı zaman kollarını böğürlerinden uzaklaştırmak İçin (çektiği sıkıntıdan dolayı) ona acırdık."Ebû Dâvud ve Ibn Mâce

"Cemaata da böyle yapmalarını emr edip şöyle buyurmuştur: Secde ettiğin zaman iki avucunu yere koy,dirseklerini kaldır." Müslim, Ebû Avane. 

"Yine şöyle buyuruyor: "Secdeyi tâdil-i erkân üzere yapınız. Sizden biri dirseklerini köpeğin yaydığı gibi yere yaymasın." Buharî, Müslim, Ebû Dâvud, Ahmed.

"Hz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Yedi âzanı yaydığın gibi, dirseklerini yayma. Avuçlarının üzerine dayan, kollarını iki böğüründen uzak tut. Şüphesiz sen böyle yaparsan, bütün azaların da seninle birlikle secde eder." Ibn Huzeyme (1/80/2) ve Makdisî, el-Muhtâra. Hâkim sahih demiş,, Zehebî de ona katılmıştır.

Secdede Mutmain Olmanın Gerekliliği

"Hz. Peygamber (A.S.) rüku' ve secdeleri tam yapmayı emretmiş ve böyle yapmayan bir kimseyi; bir ya da iki hurma yediği halde kendisine hiç bir faydası dokunmayan aç bir kimseye benzetmiş ve bu kimse hakkında şöyle buyurmuştur Bu kişi insanların en büyük hırsızlarmdandır."

"Yine, daha önce rüku' bahsinde açıklaması geçtiği üzere, Hz. Peygamber (S.A.V.) rüku' ve secdeden kalkarken belini doğrultmayan kimsenin namazının batıl olduğuna hükmetmiş ve önceki bahiste geçtiği üzere, namazını güzel kılmayan kimseye, secdede mutmain olmasını emretmişti."

Secdede Okunacak Dualar

"Bu rükünde Hz. Peygamber (S.A.V.) çeşitli zikir ve dualar okurdu. Bazen birini, bâzer diğerini okurdu. Şöyle ki.---subhane rabbiyel ala--"Bunu üç defa söylerdi."Ahmed, Ebû Dâvud 

"Bazen de hu teşbihi üçden fazla tekrar ederdi."

"Bir defasında Hz. Peygamber (S.A.V.) gece namazında bunu o kadar çok tekrar etmişti ki; secdeleri kıyamına yakın olmuştu. O kıyamda uzun sûrelerden üçünü (Bakara, Nisa ye Al-i I'mran sûrelerini) okumuş ve gece namazı bahsinde geçtiği gibi, aralarında dua ve istiğfar etmişti.

"Subhane rabbiyel-Â'lâ ve bihamdihî" bunu da üç defa söylerdi." Hadis sahihtir. Ebû Dâvud, Dârekutnî, Ahmed
"Sübbûhun kuddusun rabbul-melâiketi verruh."Müslüm
"Sübhanekellahumme rabbenâ ve bihamdike, Ellahum-mağfir lî." Bunu rüku' ve secdesinde, Kur'an'ı tevil ederek çokça yapardı." Buharı, Müslim.
"Ellahumme leke secedtü ve bike âmentü ve leke eslemtü ve ente rabbî. Secede vechî lillezî halakahu ve savverehu fe ahsene suverehû ve şakka sem'ahu ve basarahû. Fetebarekellahu Ahse-nü'l Hâlikîn."Müslim, Ebû Avâne, Tahavî, Dârekutnî


"Ellahumma'ğfir lî zenbî küllehû. Ve dikkahû ve cillehû, Ve Evvelehû ve Âhırahû. Ve Alâniyetehû. Ve Sırrahû." Müslüm

"Secede leke sevadî ve hayalî, ve âmene bîke fuâdî. Ebû'u bi ni'metike aleyye. Hezâ yedeyye. Ve mâ ceneytü âlâ nefsi."Hâkim

"Subhane zil-Ceberût vel-Melekût vel-Kibriyâ vel-Azame-ti." Bu ve bundan sonraki duaları gece namazlarında okurdu.

"Sübhanekcllahumme ve bihamdike. La ilahe illa ilahe illâ ente ,"Müslim

"Ellahumağfirlî mâ esrertü veme a'lentü." -Nesaî. Hâkim sahih dedi
"Ellahumac'al fi kalbi nûren ve fiî lisanı nuren. Vec'al fi sem'î nûren, vec'al fi başatı nûren, vec'al min tahtî nûren, vec'al min fevkî nûren, ve an yemini nûren, ve an yesâri nûren, vec'al emâmî nûren, vec'al halfi nûren, vec'al fi nefsî nûren, ve a'zım il nuren." Müslim

"Ellahumme innî eûzü bi rızake min sahüke, ve eûzü bi muafâtike min ukûbetike ve eûzü bike minke, la uhsî senâen aleyke, ente kem â esneyte âlâ nefsike." Müslim

Secdede Kur'an Okumanın Yasak Olması

"Hz. Peygamber (A.S.) rüku ve secdede Kıır'an okumayı yasaklamış bu rükünlerde daha önce rüku' bahsinde geçtiği gibi, çokça dua yapmaya çalışmayı emretmişti.

"Ve şöyle buyurmuştu: Kulu-n rabbına en çok yakın olduğu an, secdede bulunduğu andır. Bu sebeple secdede çokça dua edinız." Müslim

Secdeyi Uzatmak

"Hz. Peygamber (A.S), uzunluk bakımından, secdelerini rü-ku'a yakın yapardı. Bazen ârizî bir sebeple secdelerî fazla uzatırdı. Nitekim bir sahâbî şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (S.A.V.) gündüz namazlarının birinde Öğle veya ikindi namazlarından birinde, Hasan veya Hüseyin sırtında olduğu halde yanımıza geldi. Öne geçip sağ ayağının yanına çocuğu bıraktıktan sonra, tekbir getirip namaza başladı. Önümüzde secdeye varıp uzun süre secdede kaldı. Cemaatin arasından başımı kaldırıp baktım ki, çocuk Hz. Peygamber secdede iken onun sırtına binmiş. Tekrar secdeme döndüm. Hz. Peygamber (A.S.) namazı tamamlayınca cemaat dedi ki; yâ Resulellah! Sen namazın ortasında secde yaptın ve bu secdeyi çok uzattın. Öyle ki, önemli bir olay oldu, ya da sana vahiy geldiğini zannettik. Hz. Peygamber (A.S.) buyurdu ki; "bunların hiç bîri olmadı. Fakat, oğlum (torunum) beni binek yaptı. Ben de acele edip de onun keyfini bozmayı istemedim.'" Nesâî, 

Diğer bir haberde deniliyor ki; Hz. Peygamber (A.S.) namaz kılarken secdeye vannca, Hasan ile Hüseyin birden sırtına bindi. Cemaat onlara engel olmak isleyince de dokunmamaları için kendilerine işaret etti. Namazını tamamlayınca, ikisini kucağına alarak şöyle buyurdu: "Beni seven bunları da sevsin"".Ibn Huzeyme

Secdelerin Fazileti

"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurmuştur: Ümmetimden hiç kimse yoktur ki, Kıyamet gününde ben onu tanımış olmayayım. Dediler ki; o kadar kalabalık yaratıklar arasında sen onları nasıl tanıyacaksın? Buyurdu ki; "Nişansız simsiyah atlardan meydana gelen bir sürünün içerisine girsen ve orada da alnı ve ayaklan sekili bir at görsen onlar içinde bu atı seçip tanımaz miydin?" Soruyu soran; "Evet yâ Resûlellah! Tanırdım" deyince Hz. Peygamber buyurdu ki; "İşte Kıyamet gününde de benim ümmetim secde ettiklerinden dolayı alınları; abdest aldıklarından dolayı da abdest azaları parlak olacaktır."Ahmed

"Yine Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyuruyor: Allah cehennemliklerden olan kimseler için rahmet murat edince, kendisine ibadet edenleri cehennemden çıkarmaları için meleklerine emredecektir. Onlar da secde izlerinden mü'minleri tanıyarak cehennemden çıkaracaklardır. Allah, secde izi bulunan yeri yakmayı cehennem ateşine yasaklamıştır. Ve böylece cehennemden çıkarılacaklardır. Cehennem, İnsanoğlunun bütün azalarını yakacak, yalnız secde izlerinin bulunduğu yerleri yakmayacaktır."Buharî. Müslim.

Toprak Yahut Hasır Üzerine Secde Etmek

"Hz.Peygamber 'A.S. çoğunlukla toprak üzerine secde ederdi."

"Hz.Peygamber'in ashabı da, şiddetli sıcaklarda kendisi ile birlikte namaz kılarlardı. Onlardan biri sıcaklık sebebiyle alnını toprağa koyamayınca, elbisesini yayar, ve onun üzerine secde ederdi."Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) söyle buyurmuştur: Bütün yeryüzü, benim İçin ve Ümmetim için hem mescid, hem de temizleyici kılındı. Binaenaleyh, ümmetimden biri namaz vaktine yetişirse, onun mescidi ve temizleyicisi yanındadır. Benden öncekiler, bu konuya büyütüyorlar ve yalnız kilise ve havralarında namaz kılıyorlardı." Ahmed
"Hz. Peygamber, bazen çamur ve su üzerine secde ederdi. Böyle bir olay Ramazan'ın 21. gecesi sabahında, yağmur yağıp da mescidin tavanı aktığı zaman vuku' bulmuştu. Zaten mescidin tavanı hurma dallarından yapılmıştı. Bu sebeple Hz. Peygamber su ve çamur üzerine secde etmişti. Ebû Saîd el-Hudrî diyor ki; Resu-lullah (A.S.)'ın burnu ve alnı üzerinde su ve çamur izleri bulunduğunu bizzat gözlerimle gördüm."Buharî. Müslim.

"Hz.Peygamber (A.S.) yalnız secde yerine koyduğu bir örtü üzerine secde yapardı," "Bazen hasır üzerine secde ederdi ki bu hasır çok kullanıldığı için kararmıştı." Müslim,

Secdeden Kalkış

"Hz. Peygamber (S.A.V.) tekbir getirerek secdeden başını kaldırırdı. "Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmiş ve şöyle buyurmuştu: Bir kimsenin namazı... secde etmedikçe ve bu secdede eklemleri rahatlamadıkça, sonra "El-lahu Ekber" deyip başını secdeden kaldırarak düzgün bir şekilde oturmadıkça tamam olmaz."Ahmed, Ebû Dâvud 

"Hz. Peygamber (A.S.) zaman zaman bu tekbir ile birlikte ellerini yukarıya doğru kaldırırdi." Buharî, (Reful-Yedeyn

"Sonra sol ayağını yatırır ve rahat olacak şekilde onun üzerine otururdu.393 Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştu: Secdeye vardığın zaman, secdede kendine hakim ol. Secdeden kalkınca da sol uyluğunun üzerine otur."Buharî, Bcyhakî


"Hz. Peygamber, otururken sağ ayağını diker, parmaklarını da kıbleye doğru yöneltirdi." Nesaî,

İki Secde Arasında İk'a Oturuşu

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen (iki secde arasında) ik'a oturuşu yapardı." (Topuktan ve ayaklarının ucu üzerine dik otururdu.)"Müslim. Ebû Avane

İki Secde Arasında Sükunet Bulmak

"Hz. Peygamber iki secde arasında bütün kemikleri yerine oturacak şekilde sükunet bulurdu. "Ebû Dâvud, Beyhâkî "Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştu: Sizden biri böyle yapmadıkça namazı tamam olmaz. "Ebu Davud

"Hz. Peygamber (A.S.) bu oturuşunu o kadar uzun yapardı ki, secdesine yakın olurdu."Buharî, Müslim. ve dışarıdan gören biri 'unuttu' derdi." 

İki Secde Arasındaki Zikirler

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bu oturuşunda şöyle demişıi:

"Ellahümma'ğfir lî verhamnî vec'burnî verham'nî vehdinî ve âfinîverzuknî." Ebû Dâvud,Bâzende: "Rabiğfîrlî, iğfirlî. "derdi."ibn mace

Bu iki duayı gece namazlarında okurdu.""Sonra Hz. Peygamber (A.S.) tekbir alır ve ikinci secdeye varırdı. "Nitekim namazını güzel kılmayan kimsenin de böyle yapmasını emretmiş ve az önce geçtiği gibi, onun iki secde arasında sükûn bulmasını emrettikten sonra şöyle buyurmuştu: Sonra sen," Ellahu Ekber" der ve bütün mafsalların rahat olacak şekilde secde yaparsın. Bundan sonra namazının tamamında böyle hareketet."Ebu Davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.) bazen bu tekbir ile birlikte ellerini kaldırırdı."
"Hz. Peygamber, bu secdede de ilk secdede yaptıklarının aynısını yapardı. Sonra tekbir getirerek başını kaldırırdı. "Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve az, önce geçtiği üzere, ikinci secdeyi yapmasını emrettikten sonra, ona şöyle demişti: "Sonra namaz kılan kişi, tekbir getirerek başını kaldırır."Ebû Dâvud. Hâkim "Hz. Peygamber (S.A.V.) sonra şöyle devam etti. Sonra sen her bir rekâtta ve secdede böyle yap. Böyle yaptığın zaman ancak namazın tamam olur. Eğer bunun bir kısmını eksik yapacak olursan, kıldığın namaz da noksan olur. "Bazen Hz. 'Peygamber (S.A.V.) ellerini de kaldırırdı."Ebû Avane

İSTİRAHAT OTURUŞU

"Hz. Peygamber (S.Â.V.) sonra, sol ayağının üzerine doğrulur ve bütün kemikler yerini bulacak şekilde otururdu."Buhari

NAMAZDA AYAĞA KALKARKEN ELLERİ ÜZERİNE DAYANMAK

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ikinci rekâta ellerini yere dayayarak kalkardı."Buharı" "Ve hamur yoğurur gibi tutarak ellerinin üzerine dayanarak kalkardı."Beyhakî "Yine Hz. Peygamber (SAV.) ikinci rekâta kalktığı zaman, "elhamdü lillah" ile başlar, sükût etmez-di."Müslim

"Hz, Peygamber (ikinci rekâtta da) birinci rekâtla yaptığı gibi yapardı. Ancak, daha önce geçtiği Üzere, bu rekâtı birincisinden daha kısa tutardı."

HER REKATTA FATlHA OKUMANIN GEREKLİLİĞİ

"Hz. Peygamber (S.A.V.) namazını güzel kılmayan kimseye, her rekâtta Fatiha okumasını emretmiş., İlk rekâtta Fatiha okunmasını emrettikten sonra ona şöyle buyurmuştur "Sonra namazının tamamında böyle yap,"Buharı. Müslim. "Bir rivayetle de "Her rekâtta kıraat vardır buyurmustur."Ahmed


İLK TEŞEHHÜD

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ikinci rekâtı bitirdikleri sonra Teşehhüd için otururdu. Bu namaz sabah namazı gibi, iki rekâtlı namazlardan ise, ayaklarını yere yayarak otururdu." "Nitekim iki secde arasında da böyle oturmuş; dört, yahut uç rekatlı namazların ilk teşehhüdünde de böyle oturmuştu: " Nesaî, (1/173), sağlam bir isnatla.- Buharî. Ebû Dâvud
"Namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmiş ve şöyle buyurmuştur; Namazın ortasında oturduğun zaman, sükûnet bularak otur. Sol uyluğunu yay, sonra Teşehhüdü oku." Ebû Dâvud, Beyhakî, iyi bir isnatla.
"Ebû Hureyre diyor kî; "Dostum Hz. Muhammed, bana köpek oturuşu gibi oturmayı yasakladı." Diğer bir hadis-i şerifte, şeytanın yaptığı gibi yapmaktan menetti."Müslim, Ebû Avane, vs,. Bkz. "Irva"', No:(316}
"Hz. Peygamber (S.A.V.), Tcşehhüd için oturduğu zaman, sağ elini sağ uyluğu (bir rivayette sağ dizi) üzerine, sol elini de sol uyluğu {bir rivayetle sol dizi) üzerine koyardı. "Hz. Peygamber (S.A.V.) sağ dirseğinin ucunu sağ uyluğunun üzerine koyar-dı."Ebû Dâvud ve sağlam bir isnada Nesaî.
"Hz. Peygamber (A.S.), bir adamın, otururken namazda sağ eli üzerine dayanmasını yasaklamış ve şöyle buyurmuştu: Bu tür namaz Yahudilerin namazıdır.' " Diğer bir rivayette: Böyle oturma, şüphesiz bu oturuş, azap olunanların oturuşudur."Ahmed ve iyi hir isnada Ebû Dâvud.
"Başka bir rivayette: Bu kendilerine gadap olunanların şeklidir."Abdurrezzak,, buyurdu.

Teşehhüdde Parmak Kaldırmak

"Hz. Peygamber (S.A.V.), sol elini sol dizi üzerine yayar, sağ elinin bütün parmaklarını kapatarak, Şahadet parmağı ile kıbleye işaret ederdi. Gözü ile de ona bakardı."-Müslim
Hz. Peygamber (S.A.V.) Şehadet parmağı ile kıbleye işaret ettiği zaman başparmağını orta parmağının üzerine koyar, bazen de bu iki parmağı ile halka yapardı."Ebu Davud 
"Hz. Peygamber, parmağını kaldırdığı zaman hareket ettirek dua ederdi." Ahmed, Bezzar "Ve şöyle buyururdu: Bu şehadet parmağı, şeytana karşı demirden daha kuvvetlidir."434
"Hz. Peygamberin ashabı, Teşehhüdde parmakla işaret konusunda bir birlerini ikaz ederlerdi." "Hz. Peygamber (S.A.V.) her iki Teşehhüdde de böyle yapardı."İbn Mace "Bir adamın iki parmağı ile işaret ederek dua ettiğini gören Hz. Peygamber (S. A.) şöyle buyurdu: Tekle, tekle..! ve Şehadet parmağını gösterdi". Nesaî.

İlk Teşehhüd ve Bu Teşehhüdde Dua Yapmanın Önemi

"Hz. Peygamber (S.A.V.) her iki rekâtta bir "et-Tehiyyât" okurdu."Müslim "Oturduğu zaman "et-Tehıyyatü Lillâhi" diyerek duaya başlardı." Beyhakî,
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ilk iki rekâtta bunu unutursa, sehiv secdesi yapardı. Siz her iki rekatta bir oturduğunuz zaman "et-Tehıyyâtu Lillâhi" deyiniz. Sizden biri , hoşuna giden dua hangisi ise onu seçsin ve Allah'a onunla dua etsin."Nesaî. Ahmed. Taberânî
"Bir diğer ifadede de : Her oturuşta "et-Tehıyyâtü" 'okuyunuz.' "Daha önce de geçtiği gibi, namazını güzel kılmayan kimsenin de böyle yapmasını emretmişti. "Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi ashabına Teşehhüdü öğretmiştir."Buharı
"Sünnet olan. Teşehhüdü gizli okumaktır."Ebu Dâvud, Hâkim

Teşehhüd'un Şekilleri

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ashabına. Teşehhüdün çeşitli şekillerini öğretmiştir.
1- İbn Mes'ud'un Teşehhüdü: Kendisi diyor ki; "Hz. Peygamber, bana Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi, elimi avuçları içine alarak Teşühhüdü öğretti:


"Ettehıyyâtü lillâhi, vessalavâtü, vettayyibatü, esselâmu aleyke, eyyühennebiyyü, ve rahmetüllahi ve berekütühu, esselâmu aleynâ ve âlâ ibâdillâhissalihîn. (kişi bunu söyleyince, gökte ve yerde bulunan bütün iyi kullar da buna katılarak) Eşhedü en la ilahe illellah, ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü." (Bu, Hz. Peygamber aramızda iken böyle idi. Resulullah (S.A.V.) vefat ettikten sonra biz, "Esselâmu Alennebiyyi" demeye başladık."Buhari, Müslim

2- Ibn Âbbas'ın Teşehhüdü: Ibn Abbas şöyle demiştir: "Resulullah (S.A.V.), Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi bize Teşehhüdü Öğretir ve şöyle buyururdu:
"Ettehıyyâtül-Mübârekâtü, essalavâtü, ettayyıbatü lillâhi, esselâmu aleyke eyyilhennebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtü, esselâmu aleynâ ve âlâ ibâdillâhissalihîn. Eşhedü en la ilahe illellah ve eşhedü enne muhammeden resûlüllah. (Bir rivayete göre: "Abduhû ve Resûluhû)." - Müslim

3- İbn Ömer'in Teşehhüdü: İbn Ömer Tcşehhüd konusunda Resulullah'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Ettehıyyâtül-Mübârekâtü, essalavâtü, ettayyıbatü lillâhi, esselâmu aleyke eyyilhennebiyyü ve rahmetüllahi --ibn ömer diyor ki; buraya ben (ve berekâtühu) ilave ettim- esselâmu aleynâ ve âlâ ibâdillâhissalihîn. Eşhedü en la ilahe illellah --ibn ömer diyor ki; ben buraya "vahdehu la şerike leh" ilave ettim.--ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resûlüllah"Ebu Davud

4- Ebû Musa el-Es'arinin Teşehhüdü: Ebû Musa el-Eşarî'den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: "Sizden biri oturuş esnasında ilk olarak söze şöyle başlasın: "Ettehıyyâtü, et-Tayyibâtü, essalâvâtü lillâhi,. esselâmu aleyke eyyühennebiyyu, ve rahmetüllahi ve berekatühû, esselâmu aleynâ ve âlâ i'badillâhissalihîn, Eşhedu en la ilahe illellahu (vahdehû la şcrîke leh) ve şehedü enne Muhammeden 'abdühû ve Resûlühû." Bu yedi kelime namazın tahiyyeleridir."Müslüm

5- Ömer b. Hattab'ın Teşehhüdü: Hz. Ömer, Minberde bulunduğu sırada cemaate Teşehhüdü öğretmiş ve şöyle demiştir "Deyiniz ki;"ettehıyyâtu lillâhi, ezzâkiyâtü lillâhi, ettayyibâtü lillâhi, assalâvatü lillâhi, esselâmu aleyke...'"Malik,Beyhaki

NAMAZDA HZ. PEVGAMBER (S.A.V.)'E SALAVAT GETİRMEK

"Hz. Peygamber (S.A.V.) ilk Teşehhüdde kendine ve başkalarına salavât okurdu: Ve bunu ümmeti için de meşru kılmıştı. Nitekim, onlara kendisine selâm verdikten sonra salavât getirmeyi de emretmişti." Ncsaî
Ve onlara çeşitli salavât şekillerini de öğretmişti,
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin , ve âlâ ehli Beytihî, ve âlâ ezvâcîhi ve zurriyetihî, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahime, in-neke hamîdün Mecîd. Ve bârik âlâ Muhammedin ve âlâ âli Beytihi, ve âlâ ezvacihî ve zürriyetihî, kemâ bârekte âlâ âl-İ ibrahim, inneke hamîdün mecîd."Hz. Peygamber bu duayı kendisi için yapardı.Ahmed, Tahavi,

"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, Kemâ salleyte âlâ Ibrahime ve âlâ âl-i Ibrahîme, înneke hamîdün mecîd. Ellahumme barik âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin kemâ bârekte âlâ -Ibrahime ve âlâ âl-i Ibrahîme inneke hamîdün mecîd." Buhari, Müslim, Humeydî (138/1

"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ salleyte âlâ Ibrahîme ve âl-i ibrahime, inneke hamîdün mecîd. Ve bârik âlâ Muhammedin, ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ bârekte âlâ Ibrahime ve âl-i Ibrahime inneke hamîdün mecîd."Ahmed, Nesaî

"Ellahumme salli âlâ Muhammedinin-Nebiyyil-Ümmiyyi, ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahime, ve bârik âlâ Muhammedinin-Nebiyyil-Ümmiyyi ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ bârekte; âlâ (âli) Ibrahîme fil-âlemeyni, inneke hamîdün mecîd." Müslim. Ebû Avâne

"Ellahumme salli âlâ Muhammedin, abdike ve resûlike, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahîme, ve bârik âlâ Muhammedin, abdike ve resûlike, ve âlâ âl-i Muhammedin, kemâ bârekte âlâ Ibrahîme ve alâ âl-i ibrahîm." Buharı, Nesaî. Tahavî, Ahmed
"Ellahumme salli âlâ Muhammedin, ve âlâ ezvacihî ve zürri-yetihî, kemâ salleyte âlâ âl-i Ibrahîme ve bârik âlâ Muhammedin, ve âlâ ezvacihi ve zürriyyetihî, kemâ bârekte âlâ âl-i İbrahime in-neke hamîdün mecid.'"Buharî, Müslim

"Ellahumme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammedin, ve bârik âlâ Muhammedin, ve âlâ âl-i Muhammedin kemâ sal-leyte ve bârekte âlâ ibrahîme ve âl-i ibrahîme inneke hamîdun mecid."Tahavî

ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ REKÂTLARA KALKIŞ

"Bundan sonra Hz. Peygamber, tekbir alarak üçüncü rekâta kalkardı. Yukarıda geçtiği gibi,"sonra her rekatta ve her secdede böyle yap" buyurarak namazını güzel kılmayan kimseye böyle yapmasını emretmişti."
"Hz. Peygamber (S.A.V.), ka'daden kalkarken tekbir getirip sonra kalkardı." Ebû Yala, el-Müsned (284/2

"Hz. Peygamber (A.S.), dördüncü rekâta kalkmak isteyince "Ellahu Ekber" derdi."Buhari.Ebu Dâvud. 
Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle emretmişti.

"Hz. Peygamber (S.A.V.) bu tekbir ile birlikte ellerini kaldırırdı. "Sonra, sağ ayağı üzerine doğrularak otururdu. Öyle ki; bütün kemikler sükûnet bulurdu. Sonra hamur yoğurur gibi yaparak ayağa kalkardı. Yâni kalkarken ellerine dayanırdı."Buharî ve Müslim
Bu iki rekâtın her birinde Fatiha'yı okurdu. Nitekim namazını güzel kılmayan kimseye de böyle yapmasını emretmişti. Bazen, Öğle namazında her iki rekâtta da Fatiha'ya ilâve olarak bir kaç âyet okurdu. Nitekim, bu konu, öğle namazında kıraat bahsinde daha önceden açıklanmıştır.

MUSİBET ANLARINDA HZ. PEYGAMBERİN NAMAZ KILARKEN DUA YAPMASI

"Hz. Peygamber (S.A.V.),bir kişi için, dua ya da beddua yapmak isteyince, namazın son rekâtında rüku'dan kalktıktan sonra kunut yapardı. (Dua okurdu) bunu, "Semiallahu limen hamideh, Allahumme rabbena lekelhamd" deyince yapardı."Buhari
"Ve bu duayı aşikâre yapardı."Buhari
"Bunun için ellerini kaldırırdı. "Ve arkasındaki cemaata "âmin" dedirtirdi,--ebu davud
"Hz. Peygamber (S.A.V.), beş vakit namazın hepsinde kunut yapardı."ebu davud
"Ancak, bir topluluğun lehine, yahut aleyhine duada bulunduğu zaman namazlarda kunut yapardı." Ibn Huzcyme
"Birdefasında şöyle dua yapmıştı; Allahım! Velid b. Velid, Seleme b. Hisam, Ayyaş b. Ebî Rabîa'yı kurtar. Allahım! Mudar kabilesi üzerine musibetini artır. Bu musibetini, Yusuf un kıtlık yılları gibi senelerce devam ettir. Allahım! Lihyan, Rı'l, Zekvan, Allah ve Resulüne isyan eden Usayye kabilelerine lanet et." Buharı, Ahmed., Müslim
"Hz. Peygamber kunut duasını okumayı bitirince "Ellahu Ekber" diyerek secdeye varırdı."Ncsaî. Ahmed, Serrac (109/1)

VİTİR NAMAZINDA KUNUT YAPMAK

"HzPeygamber (S.A.V.), bazen vitir rekâtında kunut yapardı."Dârekutnî
"Ve bunu rüku'dan önce yapardı.'"ibn Ebİ Şcybe (12/41/1X
"Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a vitir namazında kıraati bitirdiği zaman, şöyle bir dua okumasını öğretti:

"Ellahume'hdinî fîmen hedeyte ve âfinî fîmen âfeyte ve tevellenî fimen tevelleyte.ve barik lî fimâ â'teyte ve kînî şerre mâ kadayte, feinneke takdî ve la yukdâ aleyke ve innehu la yezullü men adeyte (velâ yalızu men â'deyte) Tebârekte rabbenâ ve teâley-te ('â menca minke illa ileyke)'"Ibn Huzeyme (1/119/2); Ibn Ebî Şeybe.

SON TEŞEHHUD

"Hz. Peygamber (S.A.V.) dördüncü rekâtı tamamladıktan sonra, son Teşehhüd için otururdu. Ve bize, birinci Teşehhüdde yapılmasını emrettiği şeyleri emrederdi. Kendisi de aynen birinci oturuşta yaptıklarını yapardı. Ancak, bu Teşehhudde, teverrük tarzında otururdu. "Yâni sol kalçasını yere yayardı." "Ayaklarını ise tek bir yandan dışarı çıkarırdı. "Sol ayağını ise, uyluğu ile baldırının altına alırdı." " "Sağ ayağını bazen diker, bazen yayardı." "Sol avucu ile dizini tutar ve dizi üzerine dayanırdı."Müslim,Buhari,ebu davud

"Bu oturuşta, ilk oturuşta olduğu gibi, kendisine salât okunmasını Hz. Peygamber meşru' kıldı. Bu salâvat şekilleri "Hz. Peygamber'e Salâvat Getirmenin Şekilleri" bahsinde belirtilmiştir.

HZ. PEYGAMBER'E SALÂVAT GETİRMENİN VACİP OLUŞU

"H*:. Peygamber. (S.A.V.), bir adamın namazda dua ettiğini, fakat Allah'ın şânını yüceltmediğini ve Hz. Peygamber'e salâvat getirmediğini işitti. Sonra "Çabuk ol" dedi. Daha sonra o zatı çağırarak, kendisi ve başkalarına uyarı olmak üzere şöyle söyledi: "Sizden biri, namaz kıldığı zaman, rabbına hamd ve sena ederek işe başlasın. Sonra da Hz. Peygambere salâvat getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duada bulunsun." Ahmed, Ebu Dâvud, Ibn Huzeyme (1/83/2

"Hz. Peygamber (S.A.V.), Allah'a hamd eden ve onun şanını yücelterek namaz kılan, Peygamber'ine de salâvat getiren bir adamı işitti. Ona şöyle buyurdu: "Dua et ki, kabul olsun. İsteki verilsin." Nesâî, sağlam bir isnatla.

DUADAN ÖNCE DÖRT ŞEYDEN ALLAH'A SIĞINMANIN GEREKLİLİĞİ

(Ellahumme innî eüzü bike) min azâbi cehenneme ve min azâbil-kabr ve min fıtnetil-Mahyâ vel-memât ve min şerri fitnetil-mesîhiddeccal (sonra kendisi için uygun olan duayı yapsın.)"Müslim
"Hz. Peygamber (A.S.) şöyle buyurdu: Sizden biri son Teşehhüdü bitirince, dört şeyden Allah'a sığınsın. "Hz. Peygamber Teşehhüdünde bu duayı yapardı." "Ashabına da Kurandan bir sûre öğretir gibi bunu öğretirdi."Müslim

SELÂMDAN ÖNCE DUA YAPMAK

"Hz. Peygamber namazında çeşitli şekillerde, bazen öyle, bazen böyle dua ederdi." Başka türlü duaları benimserdi. Ve namaz; kılan kişiye bunlar içinde dilediğini seçmesini emrederdi."Müslim
Bu dualar da şunlardır:
"Ellahumme innî eûzü bike min azâbil-kabri ve eûzu bike min fîtnetil-Mesîhid-Deccal, ve eûzü bike min fitnetü-mahyâ vel-memât. Ellahumme innî eûzü bike minel-me'semi vel-mağre-"Buharî, Müslim

"Ellahumme innî eûzü bike min şerri mâ amillü ve min şerri mâlem a'mel ba'du." Nesaî

Ellahumme hâsibnî hisaben yesirâ" Hâkim

"Ellahumme bi ilmikel-ğaybi ve kudretike alel-halkı, ahyinî mâ alimie'l-hayate hayren lî, ve teveffenî, izâ kânetil-vefatü hayran Iî. Ellahumme ve es'elüke haşyeteke fıl-ğaybi veş-şehadeti, ve es'elüke kelimetel-hakkı, vel-adli fil'gadabi ver-Rıda, ve es'elü-kel-kasde fil-fakri vel-ğina, ve es'elüke naîmen lâ yebîdü, ve es'elüke kurrate Aynin (lâ tenfuzü) ve lâ tenkatı'u, ve es'elüker-Rıda ba'del-kadâ, ve es'elüke berdel-ayşi ba'del-mevt, ve es'elüke lezzeten-nazarı ilâ vechike, ve es'elükeş-şevka ilâ likâike fi gayri darrâ-i mazarratin, ve fitnetîn mudılletin. Ellahumme zeyyinnâ bi zîneti'I-îman, vec'alnâ hudâten muhtedîn.'"Nesaî, Hâkim

5- "Hz. Peygamber (S.A.V.) Ebû Bekir es-Sıddîk'a şu duayı öğretti: "Ellahumme innî zalemtü nefsi zulmen kesîra, velâ yağfiruz-zünûbe illâ ente, fağfirlî mağfireten min indike, verhamnî inneke gafurun rahîm." Buharî, Müslim.

6- Hz. Peygamber (S.A.V.) Hz. Âişe'ye de şöyle dua etmesini öğretmiştir:
"Ellahumme innî es'elüke minel-hayri kullihî ('âcilihî ve âcilihî) mâ alim tu minhu ve mâ lem a'lem. Ve eûzü bike mineş-serri kullihî (âcilihî ve âcilihi) mâ a'limtü minhu vemâ lem a'lem. Ellahumme innî es'elükel-cennete ve mâ karrebe ileyhâ min kavlin ev amelin, ve eûzübike minen-nari ve mâ karrebe ileyhâ min kavlin ev amelin. Ellahumme innî es'elüke min-hayri mâ se'eleke abduke ve resûlüke {Muhammedün ve eûzü bike min şerri mes'teâzeke minhu abduke ve resûlüke Muhammedün) ve es'elüke mâ kadayte lî min emrin en tec'ale akıbetehû lî ruşden." Ahmed, Tayalisi

7- "Hz. Peygamber bir kimseye "namazda ne söylersin?" diye sordu. O kimse dedi ki; "Teşehhüd getiririm, sonra Allah'tan Cenneti isterim, Cehennem'den de Allah'a sığınırım. Fakat, vallahi senin ve Muaz ın söylediklerinizi (mırıldandıklarınızı) en güzel bir şekilde yapamıyorum." Bunun üzerine Resulullah (S.A.V.), biz, de Cennet ve Cehennemle ilgili duaları mırıldanıyoruz." buyurdu."Ebû Dâvud, îbn Mâce,

8- "Hz. Peygamber (S.A.V.), bir adamın Tcşchhüdde şöyle söylediğini işitti: "Ellahumme innî es'elüke yâ Ellahu'1-Vahidül-Ehadus-sa-medül-lezî lem yelid ve lem yûled velem yekûn lehû küfuven ehad. En lağfire lî zünûbî inneke entel-ğafûrur-rahîm." Bunun üzerine Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: "Onun günahları örtüldü, onun günahları bağışlandı."Ebû Dâvud, Nesaî

9- "Hz. Peygamber, başka bir kimsenin Teşehhüdde şöyle söylediğini isitmişti; "Ellahumme innî es'elüke bienne leke'I-hamd. La ilahe illâ ente, vahdeke la şerîke leke, el-mennan, yâ bedîassemavati vel'ard, yâ zel-celâli vel-İkram, yâ hayyü ya kayyûm! innî es'elüke' l -cennete ve eûzü bike minennar." Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) ashabına: "Biliyor musunuz? Nasıl dua etti." dedi. Onlar: "Allah ve Resulü daha iyi bilir dediler." Hz. Peygamber buyurdu ki; "Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, o zat Allah'a ism-i âzam ile dua etti. Ism-i Azam, Öyle bir isimdir ki, onunla Allah'a dua edilince Allah onu kabul eder. Onunla bir şey istenince verir." Ebû Dâvud, Nesaî, Ahmed,

10- "Hz. Peygamber (S.A.V,) Teşehhüd ile selâm arasında en son olarak şöyle söylerdi: "Ellahumm'ağfirlî mâ kaddemtü vemâ ahhartü ve mâ esrartü ve mâ a'lantu vemâ Esreftu ve mâ ente a'lemu bihî minnî, Entel-mukaddimu ve entel muahhıru, la ilahe illâ ente."Müslim, Ebu Avane.

SELÂM

"Sonra Hz. Peygamber (A.S.) sağ tarafına "esselâmu aleyküm ve rahmetullah" diyerek selâm verirdi. Öyle ki, bu esnada sağ yanağının beyazlığı görülürdü. Sonra yine "Esselâmu aleyküm ve rahmeıullah" diyerek sol tarafına selâm verirdi. Öyle ki sol yanağının beyazlığı görülürdü."Ebû Dâvud,

"Bazen de ilk selâmına (Ve berekâtühû) sözünü ilâve ederdi."Ebû Dâvud,

"Hz. Peygamber, sağ tarafına "esselâmu aleykum ve rahmetüllah" diyerek selâm verdiği zaman, bazen sol tarafına verdiği selâmı kısa tutar ve sadece "Esselamu aleykum" derdi." 'Bazen de bir tek selâm vererek "esselâmu aleyküm" derdi. Bunu yaparken de başını hafif bir şekilde sağ tarafına çevirirdi." Ibn Huzeyme, Beyhakî

Ashap sağa ve sola selâm verdikleri zaman, elleri ile işaret etmişlerdi. Bunları Hz. Peygamber görerek şöyle buyurdu: "Ne oluyor size kî, ürkmüş atların kuyrukları gibi ellerinizle işaret yapıyorsunuz? Sizden biri selâm verdiği zaman, arkadaşına baksın, eli ile bundan sonra işaret etmesin. (Cemaat Hz. Peygamber ile birlikte namaz kılınca böyle yapmazlardı). Bir başka rivayette ise şöyle buyurmuştur "Sizden birinin elini uyluğu üzerine koyması, sonra da sağ ve sol tarafında hulunan müslüman kardeşine selam vermesi yeterlidir." Müslim, Ebû Avane,

Selâmın Vacib Oluşu

"Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu:... Namazdan çıkış selâm iledir."Hâkim

"Tekbirden Selâma Hz. Peygambcr'in Namaz Kılma Şekli" konusundaki hadis-i şerifleri bir araya getirmeye muvaffak olduk. Allah'tan bunu kendi rızasına uygun kılmasını ve Peyamber'inin Sünnetine yöneltici olmasını halisane olarak niyaz ederim.

(Sübhanellahİ ve bihamdihî, sübhanekellahumme ve bi-hamdike, eşhedü en la ilahe illâ ente, estağfiruke ve etûbü ileyke)

(Ellahurnme salli âlâ Muhammedin ve ala âl-i Muhammed. Ve bârik âlâ Muhammedin ve âlâ âl-i Muhammed. Kemâ salleyte ve barekte ala ibrahime ve âl-i ibrahim, inneke hamîdün mecîd.)


SONUÇ
Hz. Peygamber'in namaz, kılma şekli ile ilgili olarak sunulan bütün bu bilgilerde erkek ve kadınlar eşittir. Sünnette bâzı durumlarda kadınların (Benim nasıl kıldığımı görüyorsanız, siz de o şekilde naınaz kılınız) sözünün mânası kadınları da kapsamaktadır, ibrahim en-Nahaî'nin görüşü de budur. O diyor ki; "Namaz kılarken kadın erkeğin yaptığı gibi hareket eder." Ibn EbîŞeybe (1/75/2) 
"Ümm-i Derdâ'dan rivayet edilmiştir. O namaz kılarken, erkeğin oturuşu gibi otururdu. Oysa O fakîhe bir sahabiyedir. " Buharî, et-Târihu's-Sağîr (t.95), sağlam bir isnatla.
Kadının secdedeki durumunun erkek gibi olmadığını bildiren hadis ise mürseldir, sağlam değildir,"'-Ebu Dâvud. el-Merasîl. Yezîd b. ebi Habib'dcn rivayet etmiştir.

İmam Ahrned'in oğlu Abdullah'a ait "el-Mesâil" adlı kitapta (s.71) imam Ahmed'in Ibn Ömer'den naklettiği; kadınlarına namaz kılarken Tahıyyatta bağdaş kurarak oturmalarını emrettiği ile ilgili rivayet sağlam değildir. Çünkü bu isnatla Abdullah b. Ömer el Ömerî bulunmaktadır, ki bu zat zayıftır.

Bu kitabı yazan Şeyh Nasuriddin El-Bani ye Allah tan rahmed diler,onun gibi daha nicelerini bize göndermesi için Allah cc ye niyaz ederiz.

Duanıza muhtaç kardeşiniz Huseyn

 

 

RECM KONUSU

“Recm ilk önce ayetle sabitti. Tilaveti nesh edildi, hükmü sünnetle sabit kaldı.”

 ...Ebu Hureyre (r.a) şöyle demiştir: Sizler Rasullullah(s.a.v)’in huzurunda bulunduğunuz sırada birden bedevilerden bir adam ayağa kalktı ve; -Ya Resulullah! Benim için Allah’ın kitabı ile hükmet! Dedi. Akabinde ona muhasımı olan kimsede ayağa kalktı ve: -Ya Resulallah! Hasmım doğru söyledi. Sen onun için Allah’ın kitabı ile hükmet, ve söz söylemek üzere bana izin ver! Dedi. Peygamber(s.a.v)’de ona:-Sözünü söyle buyurdu. O da şöyle dedi: -Benim oğlum, bu Arabinin yanında asif, yani ücretle çalışan bir kimse idi. Oğlum bunun karısı ile zina etmiş. İnsanlar bana oğlum üzerine taşlanmak cezası olduğunu haber verdiler. Ben bu adama oğlum adına yüz koyun ve birde cariyeyi fidye vererek. Oğlumu bu cezadan kurtardım. Bundan sonra ben bu meseleyi ilim ehlinden sordum. Onlarda bana onun karısı üzerine taşlama cezası düştüğünü, benim oğluma da ancak yüz değnek vurulma ile bir yıl gurbete sürgün edilmek üzere, ceza olduğunu haber verdiler! Dedi .

Resulullah(s.a.v)’de:-

Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki ben sizin aranızda elbette Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim. Cariye ile koyunları kendi sahibine geri veriniz. Senin oğluna gelince: onun üzerinde yüz değnek cezası ve bir yıl gurbete sürgün edilme cezası vardır, buyurdu. Bundan sonra Eslem kabilesinden bir adam olan Unes’e de: - Sana gelince ya Uneys! Sende bu adamın karısına git tahkikini yap, eğer kadın suçunu itiraf ederse onu recm et buyurdu. Ravi: Uneys o kadına gitti, kadının suçunu itiraf etmesi üzerine, Uneys ona taşlama cezası uyguladı demiştir.

*Buhari : 15.c / 7107s.

*Müslim : 5.c / 1697.N

*Tirmizi : 3.c / 1457.N

İbn Şihab şöyle dedi: Bana Ubeydullah İbn Abdillah İbn Utbe haber verdi ki kendisi Abdullah ibn Abbas’tan şöyle derken işitmiştir: Ömer İbnu’l Hattab Rasulullahın minberi üzerine çıkmış halde iken şöyle dedi: Hiç şüphe yokki Allah, Muhammed’i hak peygamber olarak gönderdi. Ona indirilen bu kitabın içinde “recm ayeti de vardı” Biz bu ayeti okuduk ezberledik, ve onu anlayıp belledik, ve Rasulullah(s.a.v) recm etti, bizde ondan sonra recm ettik.Böyle olduğu halde insanlara zaman uzayıpta onlardan birinin:

Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz demesi ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı, terk suretiyle dalalete düşmelerinden korkarım. Hiç şüphesiz ki Allah’ın kitabında evli erkek ve kadınlardan olupta zina eden ve zinasında beyyine bulunan yahut da gebelik ve itiraf bulunmasıyla zinası sabit görünen kimse üzerine recm bir haktır.

 

*E. Davud : 5.c / 4418.N    *Buhari : 14.c / 6684.s

*Tirmizi : 3.c / 1455.N        *Müslim : 5.c / 1691.N

...Ömer b. El-Hattab(r.a)’dan rivayet edilmiştir dedi ki: Resulullah(s.a.v) recm etti; Ebu Bekr recm etti; bende recm ettim. Allah’ın kitabına ilave etmiş olmaktan çekinmemiş olsam onu muhakkak mushafa yazardım. Çünkü ileride bazı kavimlerin gelip onu Allah’ın kitabında bulamayınca inkar edeceklerinden cidden korkuyorum.     *Tirmizi : 3.c / 1456.N

Ömer İbnu’l Hattab, insanlara hutbe okumuş da Abdurrahman onun için şöyle dediğini işitmiş: Uyanık olunuz; bazı kimseler: Recm de ne oluyormuş? Allah’ın kitabında değnek cezası var diyorlar. Muhakkak ki Allah Resulü(s.a.v) Recmi uygulamışve ondan sonra bizde uygulamışızdır. Şayet bazı kimseler: Ömer Allah’ın kitabından olmayan bir şeyi Allah’ın kitabında ziyade etti dememiş olsalardı, o ayeti nazil olduğu gibi Kur’ana koyardım.

*Ahmet İbn Hambel

*İbn Kesir: 11.c / 5687.s.

*Nesei

...Hafız Ebu Ya’la el-Mavsili derki: Bize Ubeydullah ibn Ömer el-Kovariri....Kesir İbn Salt’dan rivayet etti ki o şöyle anlatmış: Biz Mervan’ın yanındaydık, içimizde Zeyd de vardı. Zeyd: biz zina eden ihtiyar erkeği ve ihtiyar kadını mutlaka recm edin, diye okurduk, dedi. Mervan: onu mushafa yazmadın mı? Diye sordu da, o şöyle dedi: Biz bunu zikretmiştik. Ömer İbnu’l Hattab da içimizdeydi. Size bu hususta yeterli bilgi vereyim mi? Dedi, Biz: Nasıl? Diye sorduk da, şöyle dedi: Bir adam Peygamber(s.a.v)’e;

Ey Allah’ın elçisi, bana recm ayetini yazdır, dedi. Allah Resulü(s.a.v): Şimdi yazdıramam, veya benzeri bir söz söyledi.

*İbn Kesir : 11.c / 5687.s

*Ebu Ya’la

*Nesei

*................RECM’İN TEVRAT’TA DA OLDUĞU...................*

Abdullah İbn Ömer şöyle haber verdi: Resulullah’a zina etmiş bir Yahudi erkeği ile bir Yahudi kadını getirildi. Bunun üzerine Resulullah(s.a.v) Yahudilerin yanına kadar gidip: -Sizler zina edenlerin üzerine Tevrat’ta ne cezası buluyorsunuz? Diye sordu. Onlar:-Biz zina eden  erkek ile kadının yüzlerini karartır, onları bir hayvan üzerine yükler, yüzleri biri birinin aksine gelecek suretde oturtup ve böylece onları dolaştırıp teşhir ederiz dediler. Resulullah(s.a.v) :- Eğer doğru söyleyenler iseniz Tevrat’ı getirin buyurdu. Onlar Tevrat’ı getirdiler ve onu okumaya başladılar. Nihayet “recm” ayeti üzerine koydu da iki eli arasını ve arkasını okudu. O sırada Resulullah(s.a.v) ile beraber bulunan Abdullah ibn Selam Peyganber’e : ona emret de elini kaldırsın dedi. Genç elini kaldırdı. Birde baktılar ki “recm” ayeti elinin altındadır. Resulullah zina eden erkek ve dişi yahudilerin “recm” edilmelerini emretti. Onlar da “recm” olundular.

*Buhari :14.c. / 6670 s.

*Müslim : 5.c. / 1699.n.

 

 ZİNA İLE İLGİLİ AYETLER

Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin.Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye kadar, yahut Allah onlara bir yol gösterinceye kadar evlerde hapsedin

 *Nisa /2

 

   Bu ayeti kerime zina eden kadının ölünceye kadar hapsedilmesini istiyor. (Yani, mühebbet hapis.

 

     Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun. Allah,a ve ahiret gününe inananlar iseniz Allah’ın dinini uygulamada sizi, onlara karşı acıma duygusu tutmasın. Müminler bir gurupda onlara yapılan azaba şahit olsun.

      *Nur : 2.ay.

       Ubedetubnu Samid(r.a) şöyle dedi. Rasulullah(s.a.v) şöyle buyurdu :

Benden alınız benden alınız.Muhakkak ki Allah zina yapan kadınlar için bir yol tayin etmiştir. Evlenmemiş olan evlenmiş olanla zina ederse bunların her birine yüz değnek ve bir sene sürgün cezası vardır. Evli veya dul olan. Evli veya dul olanla zina ederse bunların her birine de yüz değnek ve recm cezası vardır.

*Müslim : 5.c / 1690.N

*Ahmed : Müsned

Ebu Hureyre(r.a)’dan, şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) mescidde ekin müslümanlardan bir kimse yanına geldi ve ona bir nida edip:-Ya Rasulullah! Ben zina yaptım dedi. Peygamber ondan yüz çevirdi. Bu sefer o zat peygamberin yüzünü döndürdüğü tarafa geçip yine:

-Ya Resulullah! Ben zina ettim dedi. Peygamber(s.a.v) ondan yüz çevirdi. Nihayet o zat bu itirafı dört kere tekrarladı. Bu şekilde kendi aleyhine dört kere şehadet edince Resulullah onu çağırıp:

-Sende delilik var mı? Diye sordu o zat:

-Hayır dedi. Resulullah: sen evli misin? Diye sordu. O zat:

-Evet dedi. Bunun üzerine Resulullah oradakilere: -Bunu götürünüz ve recm ediniz emrini verdi.

*Müslim : 5.c / 287.s. 16

... Cabir ibn Abdillah(r.a) şöyle diyordu: Resulullah(s.a.v) Eslem kabilesinden bir adamı, Yahudilerden bir adamı ve onun zina ettiği kadını recm etti.

*Müslim : 5.c. / 1701.N

“.....................RECMİ RİVAYET EDEN SAHABELER....................”

1- Ebu Hureyre (r.a)                                                  “Buharı     : 14.c / 6684.s”

2- Ömer İbnu’l Hattab (r.a)         “Buhari     : 15.c / 7107.s”

3- Abdullah ibn Ömer (r.a)         “Buhari     : 14.c / 6670.s”

4- Ubadetu-bnu Samid (r.a)        “Müslim    : 5.c / 1690.n”

5- Bera İbn Azib (r.a)     “E. Davud : 5.c / 4447.n ”

6- Semure (r.a                                                           “Tirmizi    : 3.c / 1463.n”

7-Nu’man B. Beşir(r.a)   “E. Davud : 5.c / 4459.n”

8-İmran bin Hüsayn(r.a)                                            “E. D.        : 5.c / 4440.n”

9-Abdullah ibn Mes’ud(r.a)                                       “E.D.        : 5.c / 4352.n”

10-Aişe(r.a)                                                              “E.D.        : 5.c / 4353.n”

11-İbn Abbas(r.a)                                                      “E.D.        : 5.c / 4399.n”

12-Vail(r.a)                                                              “E.D.        : 5.c / 4379.n”

13-Ebu Zeyban(r.a)                                                   “E.D.        : 5.c / 4402.n”

14-Semmak(r.a)                                                        “E.D.        : 5.c / 4423.n”

15-Ebu Said(r.a)                                                       “E.D.        : 5.c / 4431.n”

16-Bureyde(r.a)                                                        “E.D.        : 5.c / 4431.n”

17-Halin bin Leclac                                                   “E.D.        : 5.c / 4435.n”

18-Cabir(r.a)                                                             “E.D.        : 5.c / 4438.n”

19-Abdullah bin Bureyde(r.a)                                    “E.D.        : 5.c / 4442.n”

20-İbn Ebu Bekre(r.a)                                               “E.D.        : 5.c / 4443.n”

 

“...İNSANLARA İLHAM GELİR Mİ?...”

... : Ebu Hureyre(r.a)’dan:

Resulullah(s.a.v) şöyle buyurdu: Muhakkak sizden önce gelip geçen ümmetler içinde kendilerine haber ilham olunan kimseler bulunuyordu. Eğer ümmetim içinde de bunlardan bir kimse olacak olsaydı. O da Ömer olurdu.

“Buhari : 7.c / 3445.s”

... : Enes ibnu Malik(r.a)’dan :

Resulullah(s.a.v) şöyle buyurdu: Artık nübüvvet ve risalet haberleri kesiliyor benden sonra nebi ve resül yoktur. Lakin size mübişşirat (yani salih rüya) kalıyor. O güzel vasıta ile haber alırsınız.

“Ebu Ya’le”

... : Ebu Hureyre(r.a)’dan :

Resulullah(s.a.v)’den işittim: Mübeşşirattan başka nübüvvetten ilham alacak bir şey kalmadı. Buyurdu. Sahabeler: mübeşşirat nedir? Diye sordular. Resulullah(s.a.v): salih rüyadır buyurdu.

“Buhari : 15.c / 6863.s”

... : Abdullah bin Utbe bin Mes’ud’dan :

Ömer ibnu’l Hattab(r.a)’yu işittim diyordu ki: Resulullah(s.a.v) devrinde bazı kimseler vahy ile (gizli işlerini ortaya çıkarmak suretiyle) yakalanırlardı. Zamanımızda artık vahykesilmiştir. Şimdi ise biz sadece yaptıklarımızdan bize zahir olanlar sebebiyle sizleri yakalarız. Bize kimin hayır hali zahir oluyorsa biz onu emin kılar kendimize de yaklaştırırız. Onun gizli işlerinden bir şey araştırmak bize düşmez.

“Buhari”

“İbn Hazm Muhalla : VI.c / 394.”

“El-Hatib Kifaye : 78.s / 306.n”

“Buhari’nin Efalil-İbad : 416.n”

... : Amr bin Dinar’dan :

Adamın biri ömer(r.a)’ya Cenabı Allah’ın sana ilham ettiği şekilde hükmet dedi. Ömer(r.a)’da :Sus ilham ancak peygambere mahsustur dedi.

“El- Kenz : V.c / 241.s”

... : İbn Ebu Hatim’in Ebu Said El-Esec kanalıyla.......Ebu İshak’tan rivayetine göre bir adam ibn Ömer’e :Doğrusu muhtar kendisine vahyedildiğini iddia ediyor ne dersin? Diye sormuş. İbn Ömer: Doğru söylemiş, deyip.

..... Doğrusu şeytanlar kendi dostlarına vahyeder. Ayetini okumuş......

“En’am : 121. ayet”

“İbn Kesir : 6.c / 2814.s”

Yine Ebu Hatim’in babası kanalıyla.....Ebu Cemil’den rivayete göre o şöyle demiş :Ben İbn Abbas’ın yanında oturuyordum. Muhtar ibn ebu Ubeyd’de haccediyordu. Bir adam gelip, Ey ibn Abbas! Ebu ishak bir gece kendisine vahyedildiğini iddia ediyor ne dersin? Diye sordu. İbn Abbas :Doğru söylemiş diye cevap verdi. Ben bundan hoşlanmadım ve : İbn Abbas doğru söylemiş diyor dedim. İbn Abbas: bunlar iki vahiydir. Allah’ın vahyi ve şeytanın dostlarınadır. Dedi ve sonra: Doğrusu şeytanlar dostlarına vahyederler... Ayetini okudu. En’am / 121.

“İbn Kesir : 6.c / 2814.s”

“Ebu Hatim”

 

 İbn ebu Hatim İkrime’den rivayet eder ki o şöyle demiştir:....... bir adam gelerek vahy konusunda ne dersin? Diye sordu. Ben vahy ikidir Allah’u Azze ve Celle: biz sana bu Kur’anı vahyetmekle (Yusuf / 3.ayt.) ayetiyle (resullere indirdiği vahyden söz etmiş) ve ... insan ve cin şeytanlardan kimi kimini aldatmak için birbirlerine cazip sözler vahyederler....(En’am / 112.ay.) ayetiyle şeytanların birbirlerine vahy edişinden söz etmiştir. Dedim. Üzerime yürüyüp beni yakalamak istediler. Ben: size ne oluyor? Ben sizin müftiniz ve misafirinizim dedim de beni bıraktılar.....

“Ebu Hatim”

“İbn Kesir : 6.c / 2799.s”

“Göklerin ve yerin gaybı yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na dayan. Çünkü Rabbin sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”

“Hud : 123. ayet”

 

“.... İSLAMDA MUT’A NIN HÜKMÜ......”

“Muta” : Muvakkat bir zaman için kadın kiralama işi.

“ALLAH RESULÜNÜN MUT’A KONUSUNDAKİ RUHSATI”

Cabir ibn Abdillah ile Selemetu’bnul Ekva(r.a): ikisi şöyle demişlerdir: Bizlerbir ordu içinde bulunduk. Resulullah(s.a.v)’in elçisi bize geldi de: size mut’a suretiyle nikaha ve evlenmeye izin verildi. Muvakkat bir zaman için evlenebilirsiniz dedi.

İbn Ebi Zib’de şöyle dedi: Bana Seleme İbnu’l Ekva’nın oğlu İyas babasından; O da Resulullah(s.a.v)’den olmak üzere şöyle tahdis etti: Her hangi bir erkekle bir kadın sözleşip, müddet tayin etmeyerek evlenmekte mutabık kalsalar, bunların birlikte yaşamaları müddeti üç gecedir. Üç geceden sonra bu çiftler bu müddeti arttırmak isteseler arttırırlar, yahut ayrılmak isterlerse birbirlerini terk edip ayrılırlar.

“Buhari : 11.c / 5209.s”   “Müslim : 4.c / 1405.n”

..... Sebre el-Cüheni şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) bize mut’a nikahına izin vermişti. Ben ve yanımda başka bir erkek olduğu halde beraberce Benu Amir’den bir kadına gittik. Kadın güzel endamlı, uzun boylu, genç ve kuvvetli haliyle sanki uzun gerdanlı, genç bir deve gibiydi. Nefislerimizi kadına arz ettik. Kadın: -Ne verirsiniz diye sordu. Ben: ridamı veririm dedim. Arkadaşımda: ridamı veririm dedi. Arkadaşımın ridası benim ridamdan daha yeni bir halde bulunuyordu. Fakat ben arkadaşım olan zattan daha genç idim. Kadın arkadaşımın ridasına bakınca, rida onun hoşuna gitti. Bana baktığı zamanda ben kadının hoşuna gittim. Bu bakışlardan sonra kadın bana hitaben: - Sen ve senin ridan bana yetişir dedi. Artık ben üç gün o kadınla beraber kaldım. Sonra Resulullah(s.a.v): Her kimin yanında mut’a nikahı ile alıpta cinsi münasebet suretiyle faydalanmakta bulunduğu kadınlardan bir kadın varsa, artık o kadının yolunu tahliye etsin buyurdu.

“Müslim : 4.c / 1406.n”

... Ebu Emre oğlu da: Hiç şüphe yoktur ki mut’a , islamın evvelinde ona muztar kalan kimseler için, ölmüş hayvan, kan ve domuz etinde olduğu gibi bir ruhsat olmak üzere meşru kılınmıştır. Sonra Allahu Teala dinini muhkemleştirdi ve mut’adan nehy buyurdu, dedi.

“Müslim : 4.c / 299.s”

 

..... Kays dedi ki: Ben Abdullah (ibn Mes’ud)’dan işettim şöyle diyordu: biz Resulullah(s.a.v) ile beraber gazveye giderdik. Bizim yanımızda kadınlar bulunmazdı. Bunun üzerine: Erkeklik yumurtalarımızı çıkartıp hadım olalım mı? diye sorduk. Resulullah(s.a.v) bizi hadım olmaktan nehy etti. Sonra bize muhayyen bir müddete kadar elbise mukabbilinde eş almamıza ruhsat verdi....

“Müslim : 4.c / 1404.”

... İyas ibn Seleme’nin babası Seleme şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) evtas yılında üç defa mut’a nikahı hususunda ruhsat verdi. Sonra bundan nehy etti.

“Müslim : 4.c / 294.s – 18.n”

“....... MUT’ANIN NESHİ VE KIYAMETE KADAR HARAMLILIĞI......”

... İbnu Uyeyne. Ez-Zuhri’den şöyle derken işitmiştir: Bana el-Hasan İbnu Muhammed İbnu ali ile kardeşi Abdullah ibn Muhammed, babaları Muhammed ibnu’l Hanefiyye’den haber verdiler ki, Ali ibnu Ebi Talip(r.a), ibn Abbas’a: Peygamber(s.a.v), hayber gazvesi zamanında mut’a nikahını ve evcil eşeklerin etinin yenmesini yasak etti demiştir.

“Buhari : 11.c / 5208.s”

“Müslim : 4.c / 1407.n”

“Tirmizi : 2.c / 1129.n”

“İ. Mace : 5.c / 1961.n”

“Nesei : 6.c / 3350.n”

.... Sebre el- Cüheni şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) bize mut’a nikahına izin vermişti... Sonra Resulullah(s.a.v) : Her kimin yanında mut’a nikahı ile  alıp da cinsi münasebet suretiyle faydalanmakta bulunduğu kadınlardan bir kadın varsa, artık o kadının yolunu tahliye etsin buyurdu.

 “Müslim : 4.c / 1406.n”

... İyas ibnu Seleme’nin babası şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) Evtas yılında üç defa mut’a hususunda ruhsat verdi, sonra bundan nehy etti.

“Müslim : 4.c / 294.s”

... İbn Ömer(r.a)’dan: Babam halife olunca halka bir hutbe vererek şöyle dedi: Resulullah(s.a.v)’in şüphesiz mut’a nikahı için bize üç gün izin verdi. Sonra bunu haram kıldı. Resulullah(s.a.v)’in mut’a nikahını haram kıldıktan sonra helal kıldığına şahitlik edecek dört şahidi bana getirmedikçe, evli iken mut’a suretiyle bir kadınla birleştiğini bileceğim herhangi birini Allah’a yemin ederim ki recm ederim.

“İbn Mace : 5.c / 1963.”

... Sebre (bin ma bet) Resullullah (s..a.v) Kabe’nin kapısı ile rüknü arsında ayakta şöyle buyuruyordu: Ey insanlar! ben gerçekten mut’ a suretiyle evlenmek için  sizlere izin vermiştim. Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz Allah Teala bunu kıyamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında mut’a suretiyle evlendiği kadınlardan varsa derhal ona yol versin, ve onlara verdiğiniz şeylerden de hiçbir şey almayınız.

“İbnu  Mace : 5.c / 1962.n”

... Ebu Hureyre(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) Mut’ayı, Talak, iddet ve miras haram kılmıştır buyurdu.

“D. Kutni : 3.c / 259.n”

... Er-Rabi ibn Sebre tahdis etti. O da babası Sebre el-Cüheni’den tahdis etti ki kendisi Resulullah(s.a.v) ile beraberken Resulullah(s.a.v) şöyle buyurmuştur: Ey insanlar! Ben kadınlarla mut’a suretiyle faydalanmanıza izin vermiştim. Şimdi iyi biliniz ki Allahu Azze ve Celle mut’a suretiyle kadınlardan faydalanmanızı kıyamet gününe kadar haram kılmıştır. Artık her kimin yanında böyle bir kadın varsa yolunu tahliye etsin. Ve bu kadınlara vermiş olduğunuz şeylerden de hiçbir şeyi geriye almayınız.

“Müslim : 4.c / 296.s”

    “İ. Mace : 5.c / 1962.n”

... Resulullah(s.a.v) şöyle buyurdu: Kadınlarla mut’a yapmak haramdır. Ben Allah’a düşmanlıkta, Allah’ın haramlarını helal addedenden ve katilinden başkasını öldürenden daha ileri birini tanımıyorum.

“Kenzul Umman : 16. / 328.”

... Abdullah ibn Ömer(r.a)’dan: Kendisine biri mut’a hakkında soru sorar. Abdullah(r.a)’da haramdır der. Soruyu soran: Ama falan insan bunu caiz görüyor, der. Abdullah(r.a) : - Allah’a yemin olsun ki herkes bilir ki Resulullah(s.a.v) hayber gazvesi sırasında mut’ayı haram etti. Artık zaniler değiliz der.

“Tahavi : 3.c / 25.”

... İbn Ömer(r.a) : bir erkeğe sadece islam nikahı ile evlendiği karısı helaldir. Bu nikahta mehir vardır. Erkeğin kadına, kadının erkeğe miras hakkı vardır. Kadını muayyen bir müddetle (yani mut’ayla) alamaz. Aldı mı artık o hanımıdır. İkisinden birisi ölürse diğeri ona varis olur buyurmuştur.

“Beyhaki : 3.c / 207.n”

... Ömer ibnu Abdulaziz şöyle dedi: Bize er-Rabi ibn Sebre el-Cüheni, babasından tahdis etti ki, Resulullah(s.a.v) mut’a nikahından nehiy buyurmuştur. Ömer ibn Abdulaziz ilave ederek şöyle dedi: Haberiniz olsun ki mut’a nikahı şu günümüzden itibaren kıyamet gününe kadar haramdır. Her kim bir atiyye vermiş ise onu geriye almasın.

“Müslim : 4.c / 300.s”

“.... İBNU ABBAS’IN BU KONUDAKİ HATASI VE TÖVBESİ ....”

Ebu Cemre şöyle demiştir: Ben ibn Abbas’tan işittim ona kadına mut’a yapmak soruldu da, o bana ruhsat verdi. Bunun üzerine ibn Abbas’ın bir kölesi, ibn Abbas’a: Bu ruhsat, ancak kadın ihtiyacının şiddeti ve kadınların azlığı yahut buna benzer bir ibare zamanlarına ait değil miydi? Dedi. İbn Abbas’ta :- Evet öyledir diye onu tasdik etti.

“Buhari : 11.c / 5208.s”

Ali İbn Ebi Talib, İbn Abbas’tan kadınlarla mut’a nikahı yapmak konusunda kolaylık gösterdiğini işitti. Bunun üzerine: Yavaş ol ey Abbas oğlu! Çünkü Resulullah(s.a.v) Hayber günü mut’a suretiyle nikahtan ve ehli eşek etlerinden nehyetti dedi.

“Müslim : 4.c / 301.s”

İbn Şihab dedi ki: Bana Urvetu’bnu Zubeyr şöyle haber verdi: Abdullah ibn Zubeyr Mekke’de ayağa kalktı ve ( Mut’a nikahını tezviz ettiğinden dolayı ibn Abbas’tan tar’iz ederek) bir takım insanlar var ki Allah onların gözlerini kör ettiği gibi, kalplerini de körleştirmiştir. Bunlar mut’a nikahınafetva vermektedirler dedi ve bununla bir kimseyi ta’riz ediyordu. O ta’riz edilen zat (ibn Abbas) o zaman halife bulunan ibn Zubeyre karşı nida edip: -Muhakkak ki sen kuru ve katı bir kimsesin. Hayatım elinde olana yemin ediyorum ki muttakilerin imamı olan Resulullah(s.a.v) zamanında mut’a yapılıyor idi dedi. O’na cevaben ibn Zubeyr de: Öyle ise sen kendi nefsinle tercüme et. Allah’a yemin ediyorum ki eğer sen mut’a nikahı yaparsan, ben seni muhakkak ki recm yapılan taşlarınla taşlar recm ederim. Dedi.

İbn Şihab dedi ki: Bana Allah’ın kılıcı olan Muhacir Halid ibn Velid’in oğlu halid haber verdi ki, kendisi bir zatın yanında oturuyordu. O zatın yanına başka birisi gelip ondan mut’a nikahı konusunda fetva istemiştir. Beriki zatta gelen kimseye mut’a nikahı yapmasını emretmiş. Orada bulunan Ebu Amre el-Ensarinin oğlu da hemen bu fetvaya karşı o zata: Yavaş ol, acele etme! Deyince bu sefer o kimse: - O nedir? Allah’a yemin ediyorum kimut’a nikahı bütün muttakilerin imamı olan Resulullah(s.a.v) zamanında yapılmıştır dedi. Ebu Amre oğluda : Hiç şüphe yok ki mut’a islamın evvelinde ona muztar kalan kimseler için, ölmüş hayvan, kan ve domuz etinde olduğu gibi bir ruhsat olmak üzere meşru kılınmıştı. Sonra Allah’u Teala dinini muhkemleştirdi ve mut’adan nehiy buyurdu dedi.

“Müslim :4.c / 27.n”

... Abdullah ibn Ömer(r.a)’ya biri gelerek ibn Abbas’ın mut’a konusunda cevaz verdiğini söyler, İbn Ömer ise :

-          Subhanallah! İbn Abbas’ın böyle bir fetva vereceğini zannetmiyorum der. Ancak oradakiler haberi te’yid edince ibn Ömer: Resulullah(s.a.v) hayatta iken ibn Abbas küçük çocuk idi. Der ve ilave eder. Resulullah mut’ayı bize yasakladı artık zaniler değiliz.                                                                      “Haysemi M. Zevaid : 4.c / 265.”

“....... NAMAZDA ELLERİ KALDIRMA......”

... Malik bin El-Huveyris(r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) iftidah tekbirini aldığı zaman kulaklarının yakınına kadar ellerini kaldırırdı. Ruku’ya gittiği zaman aynı şeyi yapardı. Ve ruku’dan başını kaldırdığı zaman da aynı şeyi yapardı...“Buhari : 2.c / 753.s”“İbn Mace : 3.c / 859.n”

... Muhammed bin Amr bin Ata(r.a)’dan şöyle demiştir: Ben Ebu Humeyd es-Saidi(r.a)’dan işittim. Kendisi Resulullah(s.a.v)’in ashabından on zatın arasındaydı. On sahabeden birisi Ebu Katade bir Rib’i idi. Ebu Humeyd, orada bulunan on sahabeye: Ben Resulullah(s.a.v)’in namazını hepinizden daha iyi bilirim. Resulullah(s.a.v) Namaza durduğu zaman dimdik doğrulurdu, ve ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdıktan sonra “Allahu Ekber” derdi. Ruku’ya varmak istediği zamanda ellerini omuzları hizasına kadar kaldırdı, sonra tam doğrulurdu. İki rekatten (üçüncüye) kalktığı zaman tekbir alırdı ve iftitah tekbirinde yaptığı gibi ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. “Tirmizi : 1.c / 303n”“İbn Mace : 3. c / 862n”

Ali bin Ebu Talib(r.a)’dan, şöyle demiştir: Peygamber(s.a.v) farz namaza kalktığı zaman tekbir getirirdi ve ellerini omuzları hizasında oluncaya kadar kaldırırdı. Ruku’ya gitmek istediği zaman bunun aynısını yapardı. Ruku’dan başını kaldırdığı zaman da bunun aynısını yapardı ve ikinci rekattan üçüncüye kalktığı zaman bunun aynısını yapardı. “İbn Mace : 3.c / 864.n”

... Vail bin Hicr(r.a)’den şöyle demiştir: Ben kendi kendime dedim ki: Resulullah(s.a.v)’e muhakkak ve iyiice bakayım, nasıl namaz kılıyor. Bunun üzerine baktım. S.A.V kalktı kıbleye doğru durdu. Sonra ellerini kulaklarının hizasına kadar kaldırdı. Sonra ruku’ya gittiği zaman ellerini bu şekildi kaldırdı. Başını ruku’dan kaldırınca ellerini yine kaldırdı. “İbn Mace : 3.c / 867.n”

... Salim babası Abdullah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v)’i namaza başladığı zaman, ruku’ya gitmeden evvel ve birde ruku’dan doğrulduğu zaman ellerini omuzları hizasına vardırıncaya kadar kaldırdığını gördüm. İki secde arasında kaldırmazdı. “Buhari : 2.c / 752.s” “Ebu Davud : 1.c / 721.n”“Müslim : 2.c / 390s”“Tirmizi : 1.c / 255.”“Nesei : “ “İbn Mace : 3.c / 858.“Muvatta : 1.c 94.s”

... Enes bin Malik(r.a)’dan şöyle demiştir: Resulullah(s.a.v) namaza girdiği zaman ve ruku’ya gittiği zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Mace : 3.c / 866.n”

... Ebu-z Zubeyr(r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Cabir bin Abdillah(r.a) namaza başlarken ellerini kaldırdı, ve ruku’ya gittiği zaman ile ruku’dan başını kaldırdığı zaman bunun aynısını yapardı.. ve, Ben Resulullah(s.a.v)’i gördüm böyle yaptı derdi.“İbnu Mace : 3.c / 868.n”

... Mali bin Huveyris(r.a)’dan, Resulullah(s.a.v)’i namazında ruku ettiği zaman. Ruku’dan başını kaldırdığı zaman, secde ettiği zaman ve secdeden başını kaldırdığı zaman ellerini kulakları hizasına kadar kaldırırken gördüğünü haber verdi.“A. İ. Hanbel : 3.c / 436.”“Nesei : 1.c / 1143.n”

... Abdul Cebbar bin Vail b. Hucur(r.a)den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben küçük bir çocuktum, babamın namazını hatırlayamıyorum Vail bin Alkame, babam Vail bin Hucr’dan bana nakletti. Dedi ki:

Resulullah(s.a.v) ile namaz kıldım. Tekbir aldığı zaman ellerini kaldırırdı. Sonra örtündü. Sonra sol bileğini sağ eliyle tuttu. Her iki elini de elbisesinin altına soktu. Ruku yapmak istediği zaman ellerini elbisesinden çıkardı.ve onları kaldırdı. Ruku’dan başını kaldırmak istediği zaman ellerini yine kaldırdı. Sonra yüzünü iki avucu arasına koyarak secde etti. Secdeden başını kaldırdığı zaman yine ellerini kaldırdı. Namazdan çıkana kadar hep böyle yaptı. Muhammed bin Cihade diyor ki : Bunu Hasen bin Ebu el-Hasene anlattım. O da şöyle dedi. O , Resulullah(s.a.v)’min namazıdır. Onu yapanlar sünneti yaptı, yapmayanlar sünneti yapmadı. Dedi.“Ebu Davud : 1.c / 723.n”“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 91.”

...  Katade’den şöyle dedi: Enes ibnu Malik’e Resulullah(s.a.v)’in namazı nasıldı bize göster dedim. Kalktı ve namaz kıldı. Ellerini her tekbirde kaldırıyordu.“Taberani. Evsat’ta”“Zevaid’de Sahih”

... Cabir ibn Abdillah(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) namazında ki her tekbirde ellerini kaldırırdı. “A. İ. Hanbel :”“Zevaid’de Hasen : 2.c / 101”

... Abdullah ibnu Ömer(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) ruku’ya ve secdeye gittiğinde ellerini kaldırırdı.“Buhari  Cüz’ünde”“Hasen Olarak : 25”

... Enes ibnu Malik(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) ruku’da ve secde de ellerini kaldırırdı.“İbn Hazm Muhalla : 4.c / 92.” Sahihdir “İbn Ebu Şeybe : 1.c / 230.”“Şeyh Albani İrvaul Ğalilde Senedi Sahih diyor : 2.c / 68.”

... Ala ibnu Abdurrahman, Salim ibnu Abdullah babası Abdullah ibnu Ömer’in, başını secdeden kaldırdığı zaman ve ayağa kalkmak istediği zaman ellerini kaldırdığını haber verdiğini işitti. “Buhari  Cüz’ünde : 12Sahih Bir Sened’le”

... Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) başını birinci secdeden kaldırdığında ellerini kaldırrdı.“İbnu Ebi Şeybe : 1.c / 271Sahih Bir Sened’le”

... Nafi’i (r.a)’dan: Abdullah ibnu Ömer (r.a) namaza girdiği zaman, Ruku’ya gittiği zaman, Semiallahu Limen Hamideh deyip ruku’dan doğrulduğu zaman, secdeye gittiği zaman ve birinci teşehhühden kalktığı zaman ellerini kaldırırdı.“İbn Hazm Muhalla’da : 4.c / 93. Sahih Bir Sened’le”

... Süleyman bin Yesar(r.a)’dan: Resulullah(s.a.v) tekbir alırken ellerini kaldırdığını rivayet etti.“Ebu Davud : 1.c / 738.n”“Muvatta : 1.c / 95.s”

“ELLER YALNIZ BİRİNCİ TEKBİRDE KALDIRILIR HADİSİNİN MÜDREÇ OLUŞU”

... Abdullah ibnu Mesud(r.a)’dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Size Peygamber(s.a.v)’in namazını kıldırayım mı? Müteakiben namaz kıldı ve yalnız başlangıçta ellerini kaldırdı.“Ebu Davud : 1.c / 748.n”“Tirmizi : 1.c / 257.n”“Ebu Davud   Bu Hadis Zayıftır”“A. İ. Hanbel          : Bu Hadis Zayıftır”“Yahya İbn Adem  : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Mübarek          : Bu hadis Zayıftır”“Ebu Hatim : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Hibban           : Bu Hadis Zayıftır”“İbn Abdil Ber      : Bu Hadis Zayıftır”“El Bezzar :Bu Hadis Zayıftır”

Bera bin Azib(r.a)’dan. Resulullah(s.a.v) namaza başladığında ellerini kaldırdığını gördüm. Sonra namazdan çıkana kadar ellerini bir daha kaldırmadı.“Ebu Davud : 1.c / 752.n”“D. Kutni : ““Tahavi :         

“EBU DAVUD”: Bu hadis sahih değildir. Çünkü bazı raviler “sonra bir daha kaldırmazdı” cümlesini zikretmemişlerdir. Diyor.

“EL MENHEL YAZARI” : Şöyle diyor : Bera’nın hadisi el kaldırmamaya delalet etmez. Çünkü Buhari, A. İbnu Hanbel, İmam Şafi, İbnu Uyeyne, İbnu Zubeyr, Darimi ve başka imamlar bu hadisi zayıf görmüşlerdir.

Ayrıca hadis lafızları (sonra bir daha kaldırmazdı) cümlesinin hadisden olmayıp ravi Yezid bin Ziyad’ın sözü olduğunda ve haberin “MÜDREÇ” olduğunda ittifak etmişlerdir. Nitekim Şube. Sevri, Halid el-Tahhan, Zübeyr ve başka hafızların rivayetinde bu cümle yoktur.“Ebu Davud : 1.c / 750.n”

“EL-HÜMEYDİ” : Bu ilaveyi (yani bir daha kaldırmazdı sözünü) Yezid yapmıştır. Yezid ilave yapar demiştir.

“EL-BEZZAR” : Bu ziyade (yani bir daha kaldırmazdı sözü) sahih değildir. Dari Kutni, bu ilave olmaksızın hadizi Yezid bin Ebi Ziyad yoluyla El-Bera’dan rivayet etmiştir.doğrusu da budur demiştir. Dari Kutni’nin Ali bin Asım yoluyla Muhammed bin Ebi leyla’dan onunda Yezid bin Ebi Ziyad’dan olan rivayetinde bu ilave mevcuttur.

Ali demiştir ki: Ben Kufe’ye vardığım zaman Yezid’in hayatta olduğu söylendi. Bunun üzerine, ona gittim. Kendisi bana bu hadisi rivayet etti. Rivayetinde bu ilave yoktur. Bunun üzerine ben ona İbn Ebi Leyla’nın bana haber verdiğine göre sen: Sonra bir daha kaldırmazdı demişsin, dedim. Yezid bana: ben bunu hatırlayamayacağım, dedi. Ben tekrar onu ziyaret ettim. Yine: ben bunu hatırlayamıyorum dedi.

İbnu Ömer (r.a)’dan, Resulullah(s.a.v) namaza başlarken ellerini kaldırırdı, sonra bir daha kaldırmazdı.“Beyhaki El-Hilafiyat’ta”“EL-HAKİM” : Bu hadis batıl ve Mevzudur.

“İBNİ KAYYIM EL-CEVZİ” : Şöyle diyor: Hadisin sonundaki “Bir daha kaldırmazdı” sözü sahih değildir.“Zad’ül Mead : 1.c / 151.s”

“ABDULLAH İBNU MUBAREK” : Ez-Zuhri’nin Salim’den babasından rivayet ettiği hadisi zikrederek şöyle dedi:Ellerini kaldıran kişinin hadisi sabittir. Ve İbnu Mes’ud’un Resulullah(s.a.v) yalnız birinci defasında (yani namazın başında) ellerin kaldırırdı hadisi sabit değildir.“Tirmizi : 1.c / 256.n”

“SECDEYE GİDERKEN ELLER ÖNCE YERE KONULUR”

... Ebu Hureyre(r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah(s.a.v) buyurdu ki: sizden biriniz secde ettiği vakit devenin çöktüğü gibi çökmesin önce ellerini sonra dizlerini koysun.“Nesei : 2.c / 1091.”“Buhari Tarih : 1.c / 139”“Tahavi : 1.c / 245.”   “Ebu Davud : 2.c / 840.”“A. İ. Hanbel : 2.c / 381.”        “D. Kutni : 1.c / 345.”“Ebu İshak el-Harbi : “            “Beyhaki : 2.c / 99.”“Darimi : 3.c / 1327.”

... İbnu Ömer (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secde ettiği vakit ellerini dizlerinden önce yere koyardı.“Buhari : 2.c / 796.s”“D. Kutni : 1.c / 344.”“Tahavi : 1.c / 254. 56”“İ. Huzeyme : 627.”“Hakim”

... Mervezi el-Mesail’inde imam Evzai’den naklettiği sağlam bir haberde şöyle demiştir: Ellerini dizlerinden önce yere koyan insanlar gördüm.“Mervezi El-Mesail : 1 / 147 / 1.”

“KONUYLA İLGİLİ ZAYIF HADİSLER

Vail ibnu Hucr (r.a)’dan şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) secdeye gittiği vakit, dizlerini ellerinden önce koyardı. (secdeden kıyama) kalktığı zamanda ellerini dizlerinden önce kaldırırdı.“Ebu Davud : 2.c / 839.n”“İbnu Mace : 3.c / 882.n”“Tirmizi : 1.c / 267.n”

“EBU İSA” (TİRMİZİ) : Bu hadis “hasen gariptir” dedi. Ve “Şerik” ten başka bu hadisi rivayet eden tanımıyoruz. Hammam bu hadisi Asım’dan mürsel olarak rivayet etmiş, senedinde Vail b. Hucr’u zikretmemiştir.“Tirmizi : 1.c / 267.n”

“DARİ KUTNİ” : de Sünenin’de : Şerik rivayetinde teferrüt ettiği zaman (yani tek kaldığı zaman) onun rivayeti zayıf demiştir.“D. Kutni : Sünen’de”

“ABDUL HAK” : ise El-İhkam eserinde ellerin dizlerden önce yere konulacağı hadisinin sahih olduğunu söylemişve bunun Vail ibn Hucr hadisinden daha sağlıklı olduğunu da Kitabu’t Teheccüd’de kaydetmiştir.“Abdul Hak El-İhkam : 54 / 1.”“Kitabu’t Teheccüd : 56 / 1.”“ŞEYH EL-BANİ” : Hatta bu hadis isnad yönünden de sağlam değildir.“El-Bani : Ed-Daife : 929”“El-İrva : 357”

“KUR’ANIN MÜBEYYEN VE MUSAFFAL OLUŞU”

geçmişte olsun, zamanımızda olsun, izahını yapmaya çalışacağımız konu ile alakalı bir çok münazaralar ve münakaşalar eksik olmamıştır. Kimilerinin yanlış ve batıl iddiaları söz konusu olmuşken, kimilerinin de doğru ve haklı iddiaları söz konusu olmuştur. Ama neticede birbirini sapıklıkla adlandıran iki taife eksik olmamıştır.

Taraflardan birine göre: Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyendir.

Diğerine göre ise: Kur’an bi gayrihi mufassal ve mübeyyendir.

Yani, biraz daha bu ibareleri açıklayacak olursak bir tarafa göre Kur’an bizzat kendi kendini beyan ve tefsir etmektedir.diğer tarafa göre ise Kur’anın beyan ve tefsiri kendisinden gayrı bir şeyledir.

Kur’an, bizatihi mübeyyen ve mufassaldır diyenler:

Ha mim. Kitap, Rahman ve Rahim olan Allah’tan indirilmişve anlayan bir toplum için ayetleri tafsil edilmiş arapça bir kitaptır.“Fussilet : 1, 2, 3. Ay.”

Elif. Lam. Ra. Bu öyle bir kitaptır ki, hikmet sahibi herşeyden haberi olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış ve sonrada açıklanmıştır.“Hud : 1. Ay.”

... Gerçekten biz, anlayan bir topluluk için ayetleri geniş geniş tafsil ettik açıkladık.“En’am : 98. Ay.”

Allah, size kitabı açıklanmış olarak indirmişken ben ondan başka hakem mi arayayım...“En’am : 114. Ay.”

Ayeti kerimelerini öne sürerek, iddialarını bu delillerle savunurlar.

Yani Allah’ın kitabı açıktır beyan ve tefsirde içindedir, diyerek kitabın dışındaki şeyleri saf dışı ederler. Daha açık bir ifadeyle bunlar... Hadis veya Sünnet... dediğimiz teşrinin ikinci kısmını inkar ederler.

Tabi ki bu iddia sahiplerinin, ayetlere bektaşi mantığı ile yaklaşarak yaptıkları bu batıl istidlaller kendilerine şu saçma sapan ve küfür olan sözleri söylemeyi haktan göstermiştir. Derler ki:

“... Kur’anın başka payandalara ihtiyacı yoktur...”

“... Kur’anın koltuk değneğine ihtiyacı yoktur...”

“... Kur’anı anlamada peygambere ihtiyaç yoktur...”

Çünkü eğer Kur’anın dışında herhangi bir şeyi din olarak kabul edersek Allah’tan başka kanun ve hüküm koyucular kabul etmiş oluruz.

Alternatif taraf olarak, bunların bu şirk ve küfür olan sözlerine cevap vermeden önce, şuranın çok iyi anlaşılması istiyoruz:

Elbette ki bizde, Kur’anın mübeyyen oluşunu veya mufassal oluşunu kabul eden insanlarız. Bizim bunda zerre kadar şüphemiz yoktur. Baştaki zikretmiş olduğumuz ayeti kerimeler, aklı olan herkesin anlayabileceği açıklıktadır ki ... Kur’an mübeyyen ve mufassaldır...

Lakin, sorulması gereken veya anlaşılması gereken husus... Kur’an bizatihi mi mufassal ve mübeyyendir... yoksa... Bi gayrihi mi mufassal ve mübeyyendir... Eğer denilirse ki ... Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyendir...  –Ki zaten iddiaları budur- o halde şu soruları kendilerine tevcih etme mecburiyetindeyiz.

A: Kur’an: De ki iman eden kullarıma namaz kılsınlar. Buyurmaktadır.“İbrahim : 31. Ay.”

Eğer iddia ettiğiniz gibi, Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyen ise. Namaz hangi vakitlerde ikame edilecek? Ve namazın keyfiyetiyle alakalı tafsilat nerede? Buna bir ayet gösterilmedir. Ayrıyeten ayette ifade edilen salat kelimesinin şu an ki belli hal ve hareketlerle ikame edilmeye çalışılan “namaz” manasına geldiğini nereden çıkardınız ki? Kim söyledi “salat” kelimesi namaz manasınadır...?

Yine eğer şunu söylerlerse: Kur’an bize ruku edin, kıyama durun, secde edin diyor. Binaenaleyh, bizde bu emirlerden bu günkü kıldığımız manası çıkarıyoruz. Üstelik yaşanan sünnet dediğimiz olayda bunun böyle olduğunu bize getirmiştir. Tekrar kendilerine denir ki:

... Doğrudur, Kur’an ruku edilmesini, secde edilmesini ve kıyama durulmasını söylüyor. Lakin bunların keyfiyetleri ile alakalı bir malumat vermiyor. Ruku, kıyam, secde denilen bu hareketler ayrı ayrı zamanlarda mı yapılır, önce hangisinden başlanır, bu yönlü malumat zikredilmiyor. Oysa ki siz, Kur’anın bizatihi mufassal ve mübeyyen olduğunu ileri sürmüştünüz. Peki nerede bu önemli mevzunun tafsilatı...? Nerede beyanı...?

B : yine aynı şekilde Kur’an: Zekatın verilmesini emreder. Lakin bu hükümle alakalı tafsilatı zikretmez. Peki, Kur’an bizatihi mufassal ve mübeyyendir diyenlere soruyoruz:

Hangi mallarda zekat verilir...? veya, bu mal ne miktarda olmalıdır ki zekat ona düşsün...? Veyahut da ne kadar malda, ne kadar zekat verilir...? Nerede bu konunun beyanı ve tafsilatı...?

C: Yine Kur’an-ı Kerim:

Ey iman edenler! Cuma günü namaz için nida edildiği zaman Allah’ın zikrine koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Buyurmaktadır.

“Cuma : 9.Ayet”

Peki ey Kur’an’ın bizatihi mufassal ve mübeyyen olduğunu söyleyipte, Allah resulünün pak sünnetini (hadisleri) inkar edenler!

Söyleyin bakalım buradaki nidadan kasıt ve keyfiyeti nedir...? Ayriyeten bu güne has olan namaz kaç rekat ve ne zaman kılınmalıdır...?

D : Yine aynı şekilde Kur’an: Hac yapılmasını, oruç tutulmasını emretmektedir. Bunların keyfiyetleri ile alakalı tafsilat nerede...?

E : Yine Kur’an-ı Kerim: Hırsızın elinin kesilmesinden bahseder. Maide:38

Acaba biz değersiz bir kalemi çalanında mı elini keseceğiz...? Veya eli neresinden keseceğiz...? Yine, eli kestikten sonra ne yapacağız...? Çünkü eli kestikten sonra her hangi bir müdahale gösterilmeden terk edilen insan kan kaybından ölebilir. Acaba bu önemli teferruatlardan bahseden deliller Kur’an’da nerede...?

F : Yine Kur’an-ı Kerim: Zina yapanlara ibret ve ceza olarak, yüz değnek vurulmasını emreder. Hem de, bu ceza tatbik ederken, insanlara hiç acımadan vurulmasını emreder.

Peki, Ey Kur’anı anlamada peygambere gerek yok diyenler! Acaba biz bu emri infaz ederken yüz değneği bu suçu işleyenin kafasına vurarak onu öldürmemiz mi gerekir. Yoksa başka bir tarafına vurarak sadece canınımı acıtmamız gerekir...? Veyahutta, evli veya bekarsa aynı cezayımı tatbik etmemiz gerekir...? Bunların beyanı ve tafsilatı nerede...?

Hulasa, daha Kur’an’da zikredilen bir çok ayeti kerime var ki, muhakkak beyana ve tafsile ihtiyacı vardır.

Yine batıl iddialarından biride:

Yaşanan sünnet dedikleri  şeydir. Yani Kur’an’da emredilen amellerin şekil ve şemali insanların uygulayageldikleri şu anki şekillerdir. Dolayısıyla hadis denilen şeylere ihtiyaç yoktur.

Bizde onların bu çürük ve batıl iddialarına karşı diyoruz ki:

Ey sünneti inkar ederek heva ve arzusuna uyanlar! Siz Kur’an’ın emirlerine uyarak bu kadar ihtimam gösterdiğinizi iddia ederken, şu ayeti kerimeleri neden görmemezlikten  geliyorsunuz...!

Onlara, gelin Allah’ın indirdiği kitaba ve peygambere uyun dendiğinde. Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler. (Yinemi onlara uyacaksınız)

“Maide : 104. Ayet)

İşte böyle, senden önce de hangi memlekete tebliğci gönderdiysek mutlaka oranın şımarık varlıkları: Biz atalarımızı bir din üzere bulduk, dolayısıyla bizde onların izinden gitmekteyiz... dediler.

(Zuhruf : 23. Ayet)

 

Bu risale iki kişi arasında cereyan eden bir münazarayı beyan etmektedirBu

risale iki kişi arasında cereyan eden bir münazarayı beyan etmektedir.

Şahıslardan birisi: "Allah ile bizim aramızda mutlaka bir vasıta (vesile) olması

lazımdır. Çünkü biz vasıtasız olarak Allah'a vasıl olmağa muktedir değiliz"

diyor. Diğer şahıs ise buna cevab vererek diyor ki: Alemlerin Rabbi olan Allah'a

hamd olsun.

•RESULLER    TEBLİĞDE    VASITADIRLAR'

Eğer vasıta (aracı) ile, Allah'ın emir (ve nehiy)lerini bize tebliğ eden

kimseler (resuller ve ilim ehli) kasd ediliyorsa, bu söz hak ve doğrudur.

Muhakkak ki insan oğlu, Allah'ın neleri sevip neleri sevmediğini, nelerden razı

olup nelerden razı olmadığını, neleri emredip neleri yasakladığını, dostlarına

ahirette ne gibi ni'metler, düşmanlarına da hangi cezayı hazırladığını bilemez.

Ve gene, insan oğlu Allah'a lâyık olan güzel isimlerini ve yüce sıfatlarını

aklıyla bulup ve anlayamaz, zira akıl bunu idrakten (kavramaktan) âcizdir.

İşte bütün bunlar ve benzeri olan mes'eleler, ancak Allah'u Azze ve Celle'nin

kullarına gönderdiği peygamberleri vasıtası ile bilinir. Binaenaleyh Allah'u

Azze ve Celle'ye vasıl olma (1), gönderdiği resullerine i'man edip tabi olmakla

mümkündür. Hidayete erdirip Allah'ın, derecelerini yükselterek dünya ve ahirette

ikram ettiği kullan bunlardır.

Peygamberlerin emir ve nehiylerine muhalefet edenler ise, melundurlar (Allah'ın

rahmetinden koyulmuşlardır) resullerin kendilerine gösterdikleri doğru yoldan

ayrılıp Rablerinden uzaklaşanlarda onlardır.

Allah'u Teala buyuruyor ki:

Ey Âdem oğullan! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan resuller gelince

herkim ki (onları yalanlamaktan) sakınıp gidişatını düzeltirse, onlar için korku

yoktur, onlar mahzun da olmazlar.

Âyetlerimizi yalanlayıp (onlara uymayı) kibirlerine yediremiyenler ise cehennem

ehlidirler, orada ebedi kalacaklardır.

A'raf 35/36

Artık ne zaman benden size hidayet (kitab ve Peygamber) gelir de kim benim

yolladığıma_ tabi olursa o ne sapıtır ve ne de bedbaht olur. Kim de benim

zikrimden {kitabıma"Ve resûluma uymaktan) yüz çevirirse onun İçin de maişet

sıkıntısı vardır. Ve biz onu kıyamet gününde a'mâ (kör) olarak hasrederiz. O,

Rabbim neden beni a'mâ olarak hasrettin? Halbuki ben (dünyadayken) görüyordum,

der. Allah'u Azze ve Celle de şöyle buyurur: (Evet) öyle idi sana âyetlerimiz

geldi de sen onları unuttun (gereğince amel etmekten yüz çevirdin) işte bu gün?

sen de öylece unutuluyorsun.

Tâha sûresi 123/126

i

İbnu Abbas: Kur'ân-ı Kerim'i okuyan ve içindekilerle amel eden kimseyi Subhânehu

ve Teâlâ sapıttırmamayı, ahirette bedbaht etmemeyi kefaleti altına aldı,

buyurmuştur. Cehennem ehli hakkında Cenab'a Hak buyuruyor ki:

Her bir topluluğun cehenneme atılmasında (cehennemin) muhafızları onlara: Size

bir korkutucu gelmemişmiydi? diye sorarlar. Onlar evet, doğrusu bize bir uyarıcı

geldi, fakat biz (onu) yalanladık ve Allah hiç bir şey İndirmemiştir, siz büyük

bir sapıklık içindesiniz demiştik derler.

Mülk sûresi 8/9

Kâfirler bölük bölük Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır;

bekçileri onlara: Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu güne

kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedîmi? derler.

Onlarda "Evet geldi, lâkin azâb sözü kâfirler üzerine gerçekleşmişti" derler.

Zumer sûresi 71

Biz peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. Kim inanır ve

nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, üzülmeyeceklerdirde.

Âyetlerimizi yalanlayanlara ise isyanlarından dolayı azâb dokunacaktır.

Enam sûresi 48/49

Şübhe.yok ki biz Mûh'a, ondan sonraki peygamberlere; İbrahim'e, İsmail'e,

İshak'a, Yakub'a ve torunlarına. İsa'ya- Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a

vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Peygamberlerden

bir kısmını bundan evvel sana haber

vermiştik, bir kısmından ise haber vermemiştik, Allah Musa ile konuşmuştur.

Resullerden sonra insanların Allah'a karşı mazeretleri olmasın diye

peygamberleri birer müjdeci ve korkutucu olarak yolladık.

nisa sûresi 163/165

Bu âyetlerin benzeri Kur'ân-ı Kerîm'de pek çoktur.                              

         /

Bu husus, müslüman, yahudi ve hristiyanlar gibi bütün ehli edyanın ittifak

ettikleri bir meseledir. Ya'ni bütün semavi din ehli Allah ile kullan arasında

Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ edici olan peygamberlerden ibaret olan

vasıtayı (abacıyı) (2) kabul ve isbât ederler.

Subhanehu ve Tea'la buyuruyor ki:                                              

 

 

       

 

 

 

          Allah u Azze ve Celle melekler ve insanlardan resuller seçer.         

     Hac sûresi  75                                                             

                                                               

 

 

Bütün ehli edyan'ın ittifakı ile bu vasıtaları (resulleri) ("3 kim inkar ederse

kâfir olur.

Cenâb-ı Hak'ın Mekke'de inzal buyurduğu: En'am, A'raf ve başında Elif lam râ, ha

mim. Tâ sin gibi harfler bulunan ve benzeri süreler dinin Allah'a, resule ve

ahiret gününe iman gibi temel esaslarını beyân ve ihtiva ederler. Subhanehu ve

Teâlâ bu sûrelerde resulleri yalanlayan kâfirlerin hallerini ve onları nasıl

helak ettiğini, peygamberlere ve onlara iman edenlere, nasıl yardım ettiğini

beyân buyurmuştur.

Bu mevzuda Cenâb-ı Hak şöyle haber veriyor:

Andolsun ki; peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında geçmiş (de

verilmiş) bir sözümüz vardır. Muhakkak onlar, behemehal muzafferdirler. Muhakkak

bizim ordumuz, her halükârda gâlib olacakdır.

Saffat sûresi 171/173

Şübhesiz ki biz, peygamberlerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de

şâhidlerinde bulunacağı bir günde (kıyamet gününde) yardım edeceğiz.

Mu'min sûresi 51

Subhânehu ve Teâlâ'nın da buyurduğu gibi bu vasıtalara (peygamberlere) itaat

edilir, kendilerine uyulur ve ittiba edilir.

Biz peygamberleri iznimiz ile sadece itaat edilsin diye yolladık.

Nisa sûresi 64

Kim Peygambere itaat ederse Allah'a itaat etmiştir.

nisa sûresi 80

(Ey Resulüm!) deki, eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz Allah'da sizi

sevsin. ( )

Al İmran sûresi 31

(Peygambere) îman edenler, onu ta'zim edenler, ona yardım edenler ve O'nunla

beraber, indirilen nura Kur'ân'a tâbi olanlar, işte felaha erenlerin ta

kendileridir.

A'raf sûresi 157

And olsun ki; sizden, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çok anan

kimseler için Allah'ın Resulünde güzel örnekler vardır.

Ahzab sûresi 21

resuller  menfaat celb  edemezler

Eğer vasıta (vesile) ile menfaatleri celb, zararları def etmek için mutlaka bir

vasıtanın lâzım olduğu kasd ediliyorsa, meselâ kulların rızıklandırılmasında,

kendilerine yardım ve hidâyet edilmelerinde bir vasıtanın bulunması ve kulların

bu menfaatlerini o vasıtadan istemeleri ve ondan bunları ümit etmeleri gibi bir

vasıtanın lüzumu murad ediliyorsa bu çeşit vasıta edinme en büyük şirklerdendir

ki Allah'a Teâlâ Mekke'lileri bundan dolayı kâfir ve müşrik saymıştır.

Şöyle ki; onlar Allah'dan başka kendilerine dost ve şefaatçılar ediniyorlar, o

dost ve

şefaatçılann vasıtasıyla menfaatleri celb, zararlan defetmek istiyorlardı.

Halbuki sadece Allah'ın izin vereceği kimsenin yine izin verdiği kimseye şefaat

etmesi haktır.

Bu mevzuda Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

O Allah ki, gökleri, yeri ve bunların arasında olanları altı günde yarattı,

sonra da ARŞA İSTİVA etti. Sizin O'ndan başka hiç bir VELİNİZ (dostunuz) ve

ŞEFAAT edeniniz yoktur. Artık düşünmüyor musunuz?

Secde sûresi 4

Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları O'nunla (Kur'ân'la) uyar.

(Zira) onlann Rablerinden başka ne veli'leri (dostları) ve ne de bir

şefaatçıları vardır.

En'am sûresi 51

(Ey Resulüm! Sen) onlara (Kur'ân'la) hatırlat (nasihat et) ki, bir kimse

kazandığı (günah) yüzünden helake düşmeye görsün, artık (onun için) Allah'tan

başka ne bir veli ne de bir şefaatçi vardır.

En'am sûresi 70

(Ey Resulüm! Müşriklere) deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi)

zannettiklerinizi çağırın (yalvarın) onlar sizden her hangi bir zaran

gideremiyecekleri gibi, (hayrı şerre, şerri hayra) değiştirme gücüne sahib

değildir. Onların (vasıta ve şefaatçi edinerek) yalvardıklan da (Allah ile kendi

aralarında vasıta ve şefaatçi edindikleri, medet dileyerek yardım istedikleri

melekler, peygamberler ve salih kimselerde) Rablerine daha yakın olmak için

vesile (4) arayıp duruyorlar. (Gece namazı kılarak nafile oruç tutarak Allah'a

daha çok yaklaşmağa çalışıyorlar.) O'nun rahmetini umuyorlar, O'nun azabından

korkuyorlar, çünkü Rabbinin azabı korkulmağa değer.

îsra sûresi 56/57

(ey Resulüm! Müşriklere) deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi

edinerek fayda vereceğini) zannettiklerinize (istediğiniz kadar onlardan medet

isteyin) yalvarın, onların ne göklerde, ne de yerde sahib oldukları zerre kadar

bîr şey yoktur. Onların (vasıta ve şefaatçıların) bu ikisinde (yerde ve gökte)

ortaklıkları olmadığı gibi O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de

yoktur. O'nun (Allah'ın) katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının

şefaati fayda vermez.

Sebe sûresi 22/23

Seleften bir taife diyor ki:

Bir kısım kavimler Hz. İsa, Uzeyr ve meleklere yalvarıyorlardı. Allah'u Teâlâ

meleklerin ve nebilerin (kaldı ki evliyaların) her hangi bir zararı defetmeğe ve

(hayrı şer, şerri hayra) tebdil etmeğe muktedir olmadıklarını, bilakis

meleklerin ve nebilerin Allah'a daha yakın olmağa çalıştıkları, onlann da

Allah'ın rahmetini umduklarını ve azabından korktuklarını beyan buyurmuştur.

Beşerden hiç bir kimseye yakışmaz ki, Allah kendisine, Kitab'ı, hükmü ve

peygamberliği versin de sonra o insanlara "Allah'ı bırakıp da bana kul olun

(beni (t) vasıta ve şefaatçi edinin) desin, fakat öğrenmekte ve okuyup yazmakta

olduğunuz kitab sayesinde (O'nun emir ve nehiylerine uyarak) Rabbaniler olun

(der). Sizin melekleri ve peygamberleri (kaldı ki evliyaları ve salihleri)

rabler edinmenizi de hiç emretmez. O, ya size, siz müslümanlar olduktan sonra

hiç kâfirliği emreder mi?

Al İmran sûresi 79/80

Böylece Subhanehu ve Teâlâ melekleri ve peygamberleri (kaldı ki salihleri) rab

edinmenin küfür ve şirk olduğunu beyan etmektedir.

Binâenaleyh, her kim melekleri ve peygamberleri Allah ile kendi arasında vasıta

edinir; onlara yalvanr ve tevekkül eder, onlardan menfaat celbini ve zararların

defini isterse; meselâ onlardan günahların afvını, kalblerin hidayeyete ermesini

(T-), sıkıntıların giderilmesini, yoksulluğun önlenmesini taleb eylerse, o kimse

müslümanların icmaı ile kâfir olur.

Allah'u Zü'1-CelâI şöyle buyurmaktadır:

(Yahudiler, Hristiyanlar ve Arablar) Rahman evlad edindi dediler, O bu gibi

sıfatlardan (evlad edinmekten) münezzehtir, hayır (evlad dedikleri melekler,

Uzeyr ve İsa A.S.) onlar ikrama nail olmuş kullardır. O'nun (Rablerinin)

sözünden dışarı çıkmazlar. O'nlar (melekler.

Uzeyr ve İsa A.S.) Allah'ın emriyle hareket ederler. Önlerindekini de

(geleceklerini) arkalarındakini de (geçmişlerini) O bilir. O'nlar Allah'ın razı

olduğundan başkasına da şefaat edemezler. O'nun korkusundan titreyenlerdir.

O'nlardan (melekler, Uzeyr ve İsa A.S. kaldı ki evliyalar ve salihler) kim ben

Allah'dan gayn ilah'ım  (gaybı bilirim, medet dileyene yardım ederim, kalblerine

tasarrufum vardır) derse onu Cehennem'le cezalandırırız. İşte biz zalimleri

böyle cezalandıracağız.

Enbiya sûresi 26/29

Ne Mesih (İsa A.S.), ne de (Allah'a) en yakın olan melekler (kaldı ki evliyalar

ve salihler) Allah'a kul olmaktan (sadece O'na yalvarmaktan, O'na güvenmekten ve

O'ndan medet istemekten) geri durmazlar. Kim O'na kulluktan geri durur ve

kibirlenirse (unutmasın ki Allah) onların hepsini (hesaba çekmek için) huzurunda

toplayacaktır.

Nisa sûresi 172

(Yahudiler, Hristiyanlar ve Arablar) Rahman evlad edindi dediler. Andolsun ki

siz pek çok çirkin bir şey söylediniz. Neredeyse bundan (söyledikleri bu sözden)

dolayı, gökler paramparça olacaktı, yer çatlayacak ve dağlar yıkılıp

göçüverecekti. Rahman çocuk edindi iddialanndan ötürü olacaktı bunlar. Rahman'a

çocuk edinmek yaraşmaz. Buna ihtiyacı yoktur. Göklerde ve yerde olan herşey

(canlı ve cansız) yanlızca Rahman'a kul olarak gelecektir. Andolsun Allah onlan

sayıp dökmüştür. Her biri kıyamet günü O'na tek başına gelecektir.

Meryem süresi 88/95

Kendilerine zarar ve fayda veremeyecek Allah'dan gayrına (evliyalardan şefaat

istiyorlar, medet dileyerek) ibâdet ediyorlar ve sonra da bunlar (Lat, Uzza,

Menat) bizim Allah katındaki sefaatçılarımız diyorlar. (Ey Resulüm!) Sende de

ki; Allah'a göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi bildiriyorsunuz? Allah,

onların ortak koştuklarından yüce ve münezzehdir.

Yunus süresi 18

Göklerde nice melekler vardır ki, onlann şefaatları bile hiç bir şeye yaramaz.

Meğer (o şefaat) Allah'ın dileyeceği ve razı olacağı kimseler için izin

vermesinden sonra ola.

Necm süresi 26

O'nun (Allah'ın) izni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ki.

Bakara sûresi 255

Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu (zaran) kendisinden başka hiç bir

defedîci yoktur. Eğer sana bir hayır da dilerse O'nun fadlını geri çevirebilecek

hiç bir kuvvet yoktur.

Yûnus sûresi 107

Allah, insanlar için rahmetinden her ne açacak olsa, artık onu kısıp-tutacak

yoktur, her neyi kısar-tutarsa, artık onu da ondan sonra salıverecek yoktur.

Fatır süresi 2

(Ey Resulüm! Müşriklere) de ki; (bana) haber verin. Allah bana her hangi bîr

zarar dilerse, sizin Allah'ı bırakıp da taptığınız (belaları defettiğine, hayrı

celbettiğine ve günahlarınızı şefaatlarıyla Allah katında bağışlattıracağına

inandığınız evliyalarınız Lafınız, Uzza'nız) O'nun bu zararım defedebilecekler

mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini tutabilirler

mi? De ki "bana Allah yeter" güvenip dayanacaklar da (tevekkül edecekler) ancak

O'na (Allah'a) güvenip dayanırlar (tevekkül ederler).

Zumer süresi 38

Bu âyet-i kerimelerin benzerleri Kur'ân'da pek çok vardır. ÂLİMLER    

PEYGAMBERLERİN     VARİSLERİDİRLER

Peygamberlerden sonra İlim adamlarına gelince, bunları, peygamberler ile ümmet

arasında, peygamberlerin getirdiği emirleri ve nehîyleri ümmet'e tebliğ eden ve

öğreten, onları terbiye eden ümmet tarafından iktida edilen birer vasıta olarak

kabul edip isbat eden kimseler bu inançlarında isabet etmişlerdir.

Bu, din ve ilim adamları, bir mes'ele üzerinde aynı görüşe sahib oldukları

zaman, bu İcma kafi bir hüccet olur. Çünkü onlar (ilim ehli) dalâlet üzere

ittifak etmezler. Eğer din ve

ilim adamları bir mes'elede ihtilaf ederlerse, o mes'eleyi Allah'ın Kitab'ına ve

Resulünün Sünnetine havale ederler. Çünkü, din ve ilim adamlarının hiç biri,

fert olarak, mutlak surette ma'sum değildirler. Zira herkesin sözü kabule şa'yan

olduğu gibi red'de olur, fakat Allah Resulünün sözü ise sadece Kabule şa'yandır

red olunmaz. İlim ehli hakkında Allah Resulü S.A.V. şöyle buyuruyor.

Âlimler peygamberlerin vârisleridir. Muhakkak ki peygamberler altın ve gümüş

bırakmazlar, onlar yalnız ilmi miras bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse büyük

bir nasib elde etmiş demektir.

Bu Hadis'i Ebu Davud 3641

ve İbnu Mâce (220) sahih bir senedle rivayet  etmişlerdir.

Her kim, hükümdarlara yakın olan kimselerin, hükümdar ile halkı arasında vasıta

oluşu gibi, ilim ehli, velileri ve salihleri Allah ile kullan arasında vasıta

olarak kabul ve i'tikad ederse.... şöyle ki; kulların ihtiyaçlanm Allah'a onlar

sunuyor ve Allah ancak kullanna onlar vasıtasıyla hidâyet ediyor ve rızık

veriyor, halk onlardan, onlar da Allah'dan istiyorlar. Tıpkı, hükümdar

nezdindeki vasıtalar hükümdara halktan daha yakın oldukları için, halkın

ihtiyaçlarını hükümdarlardan kendileri istiyorlar. Halk da taleblerini bizzat

padişahdan istememek için edeben vasıtalardan istiyor. Yahut da, vasıtalar

hükümdarlara ihtiyaç sahibinden daha yakın ve sevgili olduğu için, vasıtalardan

istek ve talebde bulunmayı daha faydalı buluyor.

                                Her kim bu şekil üzere, Allah'la kullan arasında

vasıtaların varlığını (lüzumunu) kabul ve

                               İ'tikad ederse, o kimse kâfir ve müşrik olur.

Şer'an tevbesini İstemek vacib olur. Tevbe^ ederse.

                               Kurtulur, değilse öldürülür.                     

                                                                                

                                                   

                                Çünkü bu teşbihciler, Hahk'ı (yaratıcıyı)

mahlûka ya'ni Allah'ı msarrrara benzefess ve

                               böylelikle Allah'a şirk koşmuş oluyorlar.

                               Kur'ân-ı Kerîm'de bunlan reddeden âyet'ler bu

risaleye sığmayacak kadar çoktur.

 

MERDUD     VASITALARIN    ÇEŞİTLERİ

Hükümdar ile tebalan arasındaki vasıtaların varlığı şu üç şekilden birine

dayanır.

Birinci şekil: Hükümdarın bilmediği halkın bir kısım ihtiyaçlanm vasıtaların

hükümdarlara haber vermesi şeklinde olur. Her kim, melekler, peygamberler ve

sair (evliyalar, salihler ve şeyhler gibi)leri haber verinceye kadar Allah

kullarının hallerini bilmez derse, o kimse kâfir olur, çünkü bütün noksanlıktan

münezzeh olan Allah, en gizli sırlan da bilendir. Yerde ve gökte olan hiç bir

şey O'na gizli değildir. O her şeyi işitir ve görür. O, ayn ayrı diller ile

çeşitli ihtiyaçlarını dile getiren, bunları vermesi için Allah'a yalvarıp

yakaran kullarının bütün seslerini işitir ve bilir. Birini dinlemek, O'nu aynı

zamanda başkalannı dinlemekten alıkoymaz. İsteklerin çokluğu ve çeşitliliği O'nu

yanıltmaz.

İkinci şekil: Hükümdar âciz olduğundan, yardımcı olmaksızın teb'asını idareden

ve düşmanlarını defetmeğe muktedir değildir. Bu acz ve zelilliğinden dolayı,

hükümdar için mutlaka bir takım yardımcıların olması lazım gelir. Halbuki Allah

bundan münezzehdir.vO'nun ne bir yardımcıya ne de bir dayanağa ihtiyacı

yoktur,velhasıl buda küfürdür.

Binaenaleyh Subhanehu ve Teâlâ buyuruyor ki:

(Ey Resulüm! Müşriklere) deKi; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi

edinerek fayda vereceğini) zannettiklerinize (istediğiniz kadar onlardan medet

isteyin) yalvarın, onların ne göklerde, ne de yerde sâhib oldukları zerre kadar

bir şey yoktur. Onların (vasıta ve şefaatçılann) bu ikisinde (yerde ve gökte)

ortaklıkları olmadığı gibi O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de

yoktur.

Sebe sûresi 22

Ve deki; çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı olmayan, aczinden ötürü bir veliye de

ihtiyacı olmayan Allah'a hamd ederim ve onun için gereği gibi O'nu ulula.

İsrâ sûresi 111

Bütün kâinatın ve kâinattaki külli sebeblerin yaratıcısı, Mâlik'i ve Rabbi

O'dur. O, kâinattaki hiç bîr varlığa muhtaç değildir. Fakat bütün mahlukat ancak

O'na muhtaçtır. Yardımcı ve dayanaklanna muhtaç olan hükümdarlar böyle değildir.

Hakikatte hükümdann yardımcı ve vasıtaları, mülk ve hükümranlıkta ortaklarıdır.

Halbuki Allah'ın mahlûku üzerindeki hükümranlığında hiç bir şeriki ve ortağı

yoktur. Allah şeriki olmayan yegâne hakiki Mabud'tur, mülk yalnız O'nundur.

Hamdü sena yalnız O'nadır ve O herşeye kadirdir.

Üçüncü şekil: Hükümdar, hariçten bir başkası tahrik ve teşvik etmedikçe,

teb'asına bir yardımda ve ihsanda bulunmayı arzulamaz ve düşünmez. Me zaman ki,

şerrinden sakındığı ve desteğine muhtaç olduğu bir kimse hükümdara nasihat ve

ikazda bulunur, yol gösterirse; ancak o zaman halkın ihtiyaçlarına çâre bulmak

üzere hükümdarın irâdesi faaliyete geçer. Ama bu hareKet nasihat veren kişinin

öğüdünden hükümdann kalbinde hasıl olan bir merhamet de olabilir veya ona öğüt

verenin ikazından meydana gelen bir korku da olabilir. Belki de sadece

ikaz edenin hatırıda olabilir.

Allah ise her şeyin sahibi ve Rabbidir. O, kullarına annenin çocuğuna duyduğu

şefkatten çok daha şefkatli ve çok daha merhametlidir.

Her şey O'nun dilemesi ile olur, ancak O'nun istediği şey tahakkuk eder,

istemediği hiç bir şey de olmaz. Allah kullarının bir kısmının başkalarına

faydalı olmasını irade ettiği zaman, falan, filana yardımda bulunur, ona dua

eder ve şefkat gösterir ve daha bir çok iyiliklerde bulunur. Bütün bunların

yaratıcısı O'dur. O, yardım edenin, dua yapanın ve şefkat gösterenin kalbinde,

yardım, dua ve şefkat etme iradesini yaratan Allah'tır. Kâinatta hiç bir

kimsenin, Allah'ı iradesinden başka bîr şey yapmaya zorlaması veya Allah'ın

(haşa) bilmediği bir şeyi O'na öğretmesi mümkün olamaz. Kâinatta Allah'ın ümit

beklediği veya (haşa) korktuğu hiçbir varlık mevcüd değildir. Bundan dolayıdır

ki Hazret'i Peygamber S.A.V.;

Sizden hiç biriniz 'Allah'ım beni istersen affet, istersen bana rahmet eyle"

demesin. Fakat istediğini azmetsin, zira Allah'ı zorlayıcı hiç bir kudret mevcüd

değildir, buyuruyor.

Bu Hadis'İ Buharı (7/153) ve Müslim  rivayet etmiştir.

Binaen Subhanehu ve Teâlâ böyle buyurmuyor mu?

O'nun (Allah'ın) izni olmadan nezdinde kim şefaat edebilir ki.

Bakara sûresi 255

 

O'nlar (melekler ve peygamberler kaldı ki sapihler) Allah'ın razı olduğundan

başkasına şefaat edemezler.

Enbiya sûresi 28

(Ey Resulüm! Müşriklere) deki; (Allah ile kendi aranızda vasıta ve şefaatçi

edinerek fayda vereceğini) zannettiklerinize (istediğiniz kadar) yalvarın

yakarın, onların ne göklerde, ne de yerde sahib oldukları zerre kadar bir şey

yoktur. Onların (vasıta ve şefaatçılann) bu ikisinde (yerde ve gökte)

ortaklıkları olmadığı gibi O'nun (Allah'ın) bunlardan hiç bir destekçisi de

yoktur. O'nun (Allah'ın) katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının

şefaati fayda vermez

Sebe sûresi 22/23

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allah'tan başka kendisine dua edilen ve istimdad

istenilen kimselerin ne mülkü vardır ve ne de Allah'ın mülkünde ortaklıkları

vardır. De de hiç birisi Allah'ın yardımcısı durumundadır. Şefâatlan Allah'ın

izin verdiklerinden başkasına da fayda vermez

Hükümdarlar ise böyle değildir. Hükümdarın nezdinde şefaat eden kimsenin bazen

müstakil mülkü vardır ve bazen de mülkte hükümdarın ortağıdırlar..Bazen mülkün

idaresinde hükümdarın yardımcısı, bazen de hükümdarın istinâd ettiği kuvvet

durumundadır.

Bu şefâatçılar, hükümdarın huzurunda, ne hükümdardan ve ne de bir başkasından

izin almadan şefaatçilik yaparlar. Hükümdar bu şefâatçılara bazen ihtiyacı

olduğu için şefâatlannı kabul eder, bazen korktuğu için bazen de, hükümdara daha

evvelce yapmış oldukları bir iyiliğin ve ihsanının karşılığı, mükâfat ve borç

olarak kabul eder. Hatta hükümdar karısının ve çocuğunun şefaatini bile kabul

eder. Çünkü, hükümdar karısına ve çocuğuna muhtaçtır. O kadar ki, karısı ve

çocuğu kendisinden yüz çevirse bundan zarar görür. Hükümdar kölesinin dahi

şefaatini kabul eder. Çünkü, eğer kabul etmezse kendisine sadık kalmayacağından

ve zararına çalışacağından korkar.

Kulların bir kısmının diğer bir kısım nezdindeki şefâatlannm hemen hemen hepsi

bu cinstendir. Kullardan biri diğerinin şefaatini, mutlaka ya bir şeye tamah

gösterdiğinde, ya da bir şeyden korktuğundan kabul eder. Halbuki, Allah'u Teâlâ

ne bir kimseden menfaat bekler, ne tamah sahibidir, ne kimseye muhtaçtır ve ne

de bir kimseden korkar. O mutlak zengin ve mutlak güç sahibidir.

İyi bilin ki, göklerde ve yerde kim (ne) varsa hepsi Allah'ındır. Allah'tan

başka ortaklan (ilahlara) ya'ni meleklere, peygamberlere ve salihlere) dua

ederek ibadet edenler; sadece zanna uyanlardır. Onlar ancak tahminde

bulunuyorlar.

                                                                                

                                                   Yûnus 66

Müşrikler şefaat saydıkları şeyler cinsinden şefaatçılar ediniyorlar. Bu hususta

Kur'ân-ı Kerîm şöyle buyuruyor:

Kendilerine zarar ve fayda veremeyecek Allah'dan gayrına (evliyaları şefâatçılar

edinerek

medet diliyorlar) ibadet ediyorlar ve sonrada bunlar {Lat Uzza ve Menat) bizim

Allah katındaki şefâatçılarımız diyorlar. (Ey Resûlüm! sende) de ki Allah'a

göklerde ve yerde bilmediği şeylerimi bildiriyorsunuz? Allah onların ortak

koştuklarından yüce ve münezzehdir.

Yûnus 18

O vakit, Allah'ı bırakıb da O'na (Allah'a) yakınlık peyda etmek için edindikleri

ilahlar (Lat

Uzza ve Menat) kendilerine yardım etmeli değil miydi? Bilakis (ilahları)

onlardan uzaklaştılar.

Bu, onların yalanı ve uydurup durdukları şeylerdir.

                                                                                

                                                                                 

                                                                                

                            Ahkaf 28

Allah'a Azze ve Celle de müşriklerin şöyle dediklerini haber verdi.

İyi biliniz kî sirksiz (bir İbâdetin yapıldığı) din Allah'ın (istediği) dinidir.

Allah'dan gayrı kendilerine "EVLİYA" (dost)lar edinenler (e neden bunlara Lat,

Uzza ve Menat'ı evliya ve şefaatçılar edinerek ibadet ediyorsunuz diye

sorulduğunda) biz onlara ibâdet etmiyoruz sadece bizi daha çok Allah'a

yaklaştırsınlar diye onları dost (vasıta)lar ediniyoruz derler.

Zumer 3

(Tek Rabbiniz olan Allah) sizin, melekleri ve peygamberleri (kaldı ki evliya ve

salihleri) rabler edinmenizi emretmez. O (Rabbiniz olan Allah) size müslüman

olduktan sonra hiç kâfirliği emreder mi?

Al-i İmran 80

BATIL   VE   SAHİH   OLAN   ŞEFAAT

Deki: Allah'tan başka (sizden kötülüğü giderip iyiliği celb edeceklerini)

zannettiğiniz (melekleri, peygamberleri, veli ve salihleri) çağırın; sizin bir

sıkıntınızı gidermeğe ve ya onu değiştirmeğe onlann güçleri yetmez. Onların

(müşriklerin kendilerine yardım etmek için) yalvardıkları da (melekler,

peygamberler ve salihlerde) hangisi Rablerine daha yakın olacak diye (bizzat)

vesile arayıp duruyorlar. O'nun rahmetini umar, azabından korkarlar. Zira

Rablerinin azabı (hakikaten) kormağa değer.

İsra 56/57

Bu son âyette Subhanehu ve Teâlâ; Allah dan gayrı dua ve istimdat edilen

varlıkların (meleklerin, peygamberlerin ve salihlerin) hiç bir zararı

kaldıramayacaklarını ve tebdil edemiyeceklerini onların da Allah'dan yardım

beklediklerini, azabından korktuklarını ve onlarında, kendilerini vesile

edinerek dua ve istimdat edenler gibi Allah'a yaklaşmaya çalıştıklarını haber

vermektedir. Böylece Cenab-ı Hak müşriklerin, melekler ve peygamberler hakkında

ileri sürdükleri dua ve İstimdat etme ve onları şefaatçi edinme telakkisini redd

etmekte ve yasaklamaktadır. Ancak izin verilen şefaat müstesnadır.

Şefaat ise bir çeşit duadır. Şübhe yoktur ki insanların birbirleri İçin olan

duaları faydalıdır. İnsanların birbirlerine dua etmeleri Allah'ın emridir.

Fakat, şefaat ve dua eden kimse, ancak Allah'ın kendisine bu hususta izin

verdiği kimseler için dua ve şefaatta bulunabilir. Müşriklere şefaat etmek,

onlann Allah'dan affını istemek gibi, yasaklanmış olan şefaat ve duayı yapmaz.

Subhanehu ve Teâlâ bu mevzuda şöyle buyuruyor:

Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, (Ebü Tâlib gibi

Peygamberin amcası da olsa) artık müşrikler için mağfiret dilemek Peygamber ve

mu'minlere yaraşmaz. İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi ise, sadece ona

verdiği bir sözden ötürü idi. (Babasının) Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca

ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim çok içli ve yumuşak huylu idi.

Tevbe 113/114

Cenab-ı Hak münafıklar hakkında da şunlan buyuruyor:

(Ey Resulüm!) O'nlar (münafıklar) İçin, bağışlanma dilesen de dilemesen de

bîrdir. Allah onlan bağışlamayacaktır.

Münâfikün 6

Subhanehu ve Teâlâ'nın Peygamber S.A.V. i müşrik ve münafıkların affını

dilemekten menettiğini ve onlan affetmiyeceğini haber verdiği Kur'ân ve sahih

hadis'lerde varid olmuştur. Şu âyet-i kerime'lerde olduğu gibi;

Muhakkak ki Allah'u Azze ve Celle kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; (ama)

şirkten

gayrisini istediği kimse için bağışlar.

nisa 48

Onlar (münafıklar) dan Ölen kimsenin namazını sakın kılma, (dem veya ziyaret

için) mezan başında durma. Çünkü onlar Allah ve Resulünü inkâr ettiler, onlar

fâsık kimseler olarak öldüler.

Tevbe 84

Rabbinize gönülden ve gizlice yalvann. Doğrusu Allah (duada) haddi aşanları

sevmez.

el-A'raf 55

Yukarıdaki son âyet duada haddi tecavüz etmeyin demektir. Cenâb-ı Hak'ın

yapmayacağı şeyi istemek, duada haddi teavüz etmek demektir.

Meselâ: Peygamberlerin derece ve makamlarını istemek ve müşriklerin affını

talabetmek ve benzeri dualar. Ve ya, içerisinde küfre, isyan ve fişka yardım

etmesini istemek gibi veyahut içinde Allah'a karşı bir günah bulunan dua gibi.

Cenâb-ı Hakk'ın şefaat etmeye izin verdiği şefaatçinin duadaki şefaati,

içerisinde günah bulunmayan bir duadır. Eğer onlardan biri kendisine layık

olmayan bir dua ederse, onda ısrar etmezler. Çünkü onlar caiz olmayan fiil

üzerinde ısrar etmekten masumdurlar, nuh A.S. in duası ve AHah'u Azze ve

Celle'nin cevâbı gibi.

nuh A.S. Rabbine (yalvararak) seslendi. Ey Rabbim! Şübhesiz oğlumda benim

ailemdendir. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en İyi hükmedenisin.

.    Hud 45

(Allah da şöyle) buyurdu: Ey Nuh! O kat'iyyen senin ailenden değildir. Çünkü o

(nün işlediği) amel salih olmayan (kötü) bir iştir. O halde bilmediğin bir şeyi

benden isteme. Seni cahillerden olmaktan ikaz ederim.

Hud 46

(nuh) Ey Rabbim! dedi. Ben bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım.

Eğer beni yargılamaz ve esirgemezsen hüsrana düşenlerden olurum.

                                                                                 

                                                                                

                                                                                

                          Hud 47

ESBABIN    MİKDARI

Allah'u Teâlâ'ya dua eden ve şefaat dileyen herkesin bu dua ve şefaati, ancak

Allah'u Azze ve Celle'nin kazası, kaderi ve dilemesi ile olur. Duaya icabet

eden, şefaati kabul buyuran O'dur. Sebebi ve neticeyi yaratan O'dur. Dua da,

Allah'ın takdir buyurduğu sebeblerden biridir. Gerçek böyle olunca sebeblere

yönelmek, sadece onlara güvenmek TEVHİD inancına göre şirk sayılır. Sebebleri

yok etmek, sebebi sebeb yapmaktır ki, bu akıl eksikliğidir. Çünkü,

sebeblerden"tamamen uzaklaşmak ŞERİATTA çirkin görülen bir şeydir.

Kulun üzerine vâcib olan; tevekkülünü, İstemesini, dua ve rağbetini yalnız

Allah'a yöneltmesidir. Allah'u Teâlâ, ona sebeblerden, halkın duasından ve

şefâatından dilediğini takdir ve nasib buyurur.

Derece ve makamı yüksek olanın kendisinden aşağı olan için, derece ve makamı

aşağı olanı  kendisinden yüksek olan için dua eylemesi caiz ve meşrudur.

Peygamberlerden dua ve-şefaat taleb edilmesi gibi... Hasıl ashabi kiram Allah

Resulü S.A.V. den yağmur için dua ve şefaat-istemişlerdir. Allah Resulü S.A.V.

den sonra Hz. Ömer R.A. ve müslümanlar Peygamberlerin amcası Abbas R.A. la da

aynen böyle istiska (yağmur) talebinde bulunmuşlardı.

İnsanlar kıyamet günü Allah Resulü S.A.V. ve diğer peygamberden şefaat taleb

edeceklerdir. Muhammed A.S.V. şefaatçılann efendisidir. O'nun kendisine mahsus

şefaati vardır. Bununla beraber; Sahih-i Müslim de Hz. Peygamberin:

"Ezan okuyan müezzini duyduğunuz zaman siz de onun söylediklerinin aynısın

tekrarlayın, sonra bana salat getirin, kim bana bir selat getirirse Allah ona on

misli ile mukabele eder. Sonra Allah'tan benim için VESİLE'yi İsteyin. "VESİLE1

Cennette bir derecedir ki, Allah'ın kullarından bir tek kula nasib olacaktır.

Ümid ediyorum ki ben o kul olayım. Kim Allah'tan benim için "VESİLE'yi1 isterse

kıyamette şefaatim ona helal olur' buyurduğu sabittir.

Hz. Ömer R.A. Ömre yapmak İstediğinde Allah Resulü S.A.V. e veda ederken ona

(Ömer'e) ey kardeşim beni de duandan unutma buyurmuştur.

Ebû Davud (   )

Böylece Hz. Muhammed S.A.V. ümmetinden kendisine dua etmesini istemiştir. Fakat

bu istek, ümmetin talebleri cinsinden değildir. Bu, ümmetin amel ettiklerinde ve

sevab

kazandıkları diğer emirlerde olduğu gibi. Peygamberin ümmetine vermiş olduğu

emirdir. Allah Resulü S.A.V. de, emirleri ile amel eden ümmetinin kazandığı ecir

kadar sevab ve mükafat ihsan buyurulur. Bu hususta bir hadis-î şerifde;

'Bir kimse hidayete çağırsa, da'vetîne uyan kimselerin ecri kadar kendisi de

mükafata nail olur. Onlann ecirlerinden de bir zerre eksilmez. Veya sapıklığa

da'vet etse, da'vetine uyanların kazandığı günah kadar kendisi de günah kazanır.

Onlann günahlarından da bir şey eksilmez.

Allah Resulü S.A.V. ümmetini hidayete da'vet etmektedir. Binaenaleyh da'vetine

uyanların kazandığı sevab kadarda Peygamberimiz mükafat ve ecre nail olur. İşte

böyle de ümmet'i Allah Resulüme salavat getirdiği zaman da böyledir. Peygambere

bir salavat getirene Allah on misli ile mukabele eder. Hz. Peygamberde o

salavatı getirenlerin ecri kadar mükafat ihsan edilir ki, bu Allah'ın ona bir

ni'metidir.

Sahih bir hadis-i şerifde 'Müslüman birisinin yanında olmayan bir müslüman

kardeşi için yaptığı dua da müstecabtır. Cenâb-ı Hakk ona yanıbaşında bir melek

ta'yin eder, müslüman kardeşi için her dua edişinde o me'mur melek "âmin bir o

kadar da senin için der" buyurmuştur.

Müslim 2733

Diğer bir rivayette 'en çok kabul olunan dua yanında olmadığı halde bir başkası

için yapılan duadır' denilmiştir.

Ebû Dâvud 1535

Her ne kadar dua eden, dua edilen değilse de, başkası için yapılan dua, hem

hakkında dua edilen kimseye, hem de duayı yapan kişiye menfaat temin eder.

Mü'minin, diğer mü'min kardeşi için hayırlı duası, hem ona ve hem de kendisine

fayda verir. Bir kimse diğer bir kimseye "bana dua et' dese ve bununla ikisinin

de menfaatlanmasını kasteylese, takva ve iyilik üzerine birbirleriyle

yardımlaşmış olurlar. Duayı isteyen diğerini uyarmış ve ikisine de fayda verecek

bir hayra önayak olmuştur. Dua etmesi istenen kişi de, ikisine de menfaat

sağlayacak fiili yapmıştır. Bir kimse başkasına iyilik ve takva ile emrettiği

zaman, emre uyan fiiline mukabil sevab alır, emreden de, yukarıda izah edildiği

gibi hayra çağırdığı için emrine uyanın ecri kadar mükâfat kazanır.

Bilhassa, kulun emrolunduğu dualarda, Cenâb-ı Hakk şöyle buyuruyor:

(Ey Resulüm!) Kendi günahına ve mü'min erkeklerle mü'min kadınlara mağfiret

dile.

Muhammed 19

Zikri geçen âyette Sübhânehu ve Teâlâ Resulü S.A.V. e mü'minler için istiğfar

etmesini emrediyor ve sonra şöyle buyuruyor:

Eğer onlar, nefislerine zulmettikleri (günah işledikleri) zaman sana gelseler de

günahları için Allah'dan mağfiret diieseler. Peygamber de kendileri için afv

isteseydi, elbette Allah'ı tevbeleri ziyâde Kabul edici ve çok esirgeyici

bulacaklardı. ., '

                                                                   nisan 64

Yukarıdaki âyette Sübhânehu ve Teâlâ'mü'min erkekljve kadınların günahlarına

mağfiret dilemelerini ve Hz. Peygamberin onlar için istiğfar iyiemagğı^

zikrediyor. Zira, Allah Resulü S.A.V. İn ümmet'i için istiğfan Allah'ın

emirlerindendir. Cenâb-ı Hakk Resûlü'ne mü'min erkek ve kadınların günahlarının

bağışlanması için af dilemesini bizzat İstiğfar eylemesini emretmiştir.

Allah hiç bir mahlûka diğer bir mahluktan birşey istemesini emretme mistir.

Allah'ın böyle bir emri yok. fakat mü'minlere birbirleri için dua etmeyi vacib

veya müstehab olarak emretmiştir. O emri yerine getirmek Allah'a ibâdet ve

taâttır. Allah'a yakınlık sebebi ve failine salah ve basenedir. Başkasına dua

etmek ve hayır istemek, Allah'ın o kimseye en büyük ihsanı ve in'amıdır.

Belki de o isteyiş, Allah'ın kullarını hakiki iman'a götürecek olan,

ni'metlerinin en büyüğüdür.

İman; kavl ve ameldir. Taat ve hasenatla ziyadeleşîr. Kul hayırlı amelini

çoğalttıkça imanda /

ziyadeleşir.                                                                     

                                                                                

                 /

İşte bu. Fatiha süresindeki "kendilerine ni'met ihsan ettiklerinin yoluna" ve

nisa» ' süresindeki "Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse işte onlar Allah'ın

kendilerine ni'met  ihsan ettikleriyle beraberdirler.'

nisa 96

Din ni'meti olmaksızın yalnız dünya ni'meti hakiki bir ni'met midir, yoksa deği!

midir? Bu konuda asrımızın âlimlerinden ve diğerlerinden iki meşhur görüş

vardır. Hakikat şudur ki, yalnız dünya ni'meti her ne kadar bir yönden tam bir

ni'met değilse de, diğer yönden gene bir ni'mettir.

İstenmesi gereken dini ni'metlere gelince, onlar, vacib ve müstehab gibi

Allah'ın emirleridir. Bunlar bütün müslümanların ittifakı ile taleb edilmesi

lazım gelen hayırlardır. Ehl-i sünnet'e göre, hakiki ni'metler, bu dînî

ni'metlerdir. Çünkü, Ehl-i sünnete göre, Allah kullarına hayırlı işleri

yapmaları ile ni'metlendirmiş ve ihsan etmiştir. Kaderiyyeye göre ise, Cenâb-ı

Hakk yalnız kullara onunla iyilik veya kötülük yapmaya müsaid olan kudreti

bahşetmekle ni'met vermiş ve ihsan eylemiştir.

Buradaki maksadı Sübhesiz Allah u Azze ve Celle hiçbir mahluka diğer bir

mahluktan istemesini emretmemiştir. Ancak o mahluk için bir maslahat olursa o

müstesna olur. Bu maslahat da ya vacib ya da müstehab olur. (Yukarıdaki

zikredilen dua isteme veya iyiliği emretme gibi) Allah'u Azze ve Celle, kuldan

bundan başkasını dilemez.

Gene burada kasdımız şudur ki: Kim hükümdar ile teb'ası arasında bulunan

vasıtalar gibi. Allah ile kullan arasında vasi talar «tanır ve kabul ederse, o

kimse müşrik olur. Bu (şekildeki bir inanç) Allah'tan gayr-ı ilahlara ibâdet

eden müşriklerin dinidir.

Nitekim müşrikler "Bu heykeller peygamberlerin ve salih kimselerin

temsilleridir. Bunlar

bizim ile Allah arasında vasıta ve vesilelerdir. Bunların vasıtasıyla bizler

Allah'a yaklaşıyoruz"

diyorlardı. Sübhânehu ve Teâlâ'nın hristiyanlarda tenkid etmiş olduğu şirk'de bu

idi.

Binâenaleyh şöyle buyurdu.                                                      

                                 

(Yahudiler) hahamlarını (hristiyanlar) ruhbanlarını ve Meryem'in oğlu Mesih'i

Allah'dan gayrı rabler edindiler. Halbuki onlar da, ancak bir tek İlah'a ibâdet

etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka hiç bir İlah yoktur ve müşriklerin ortak

koştukları şeylerden de tamamen münezzzeh'tir.

Tevbe 31

{Ey Resulüm!) Kullanm sana benden sorduklarında, muhakkak ki ben çok yakınımdır;

bana dua edince, dua edenin duasını kabul ederim. O halde onlar da benim

da'vetime koşsunlar ve bana da hakkiyle iman etsinler ki, doğru yola ulaşmış

olsunlar.

Bakara 184

Ya'ni; emir ve yasaklarla onlara çağnda bulunduğum zaman davetime icabet

etsinler ve bana' iman etsinler. Ben de onların isteklerine, yakarışlarına,

dualarına ve çağrılarına icabet ederim demektir.

O halde (işlerinden) boşaldığın zaman uğraş (ibâdetle meşgul ol) kalk yorul. Ve

yalnız Rabbine rağbet et (sarıl).

İnşirah 7-8

Denizde boğulma korkusunun şiddeti, size geldiği zaman, Allah'dan başka

yalvardıklarınız (vasıtalar edindikleriniz hatırınızdan) kaybolur; yalnız O'na

(Allah'a) yalvarırsınız. Fakat (Allah) sizi kurtanp karaya çıkarınca da (Allah'ı

birlemekten) yüz çevirirsiniz. İnsan pek nankördür.

İsra 67

Yoksa, sıkıntıya düşen kimse, dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip fenalığı

gideren, sizi yer yüzünün sakinleri kılan, Allah ile bir başka ilah mı var? Siz

ne kıt düşünüyorsunuz.

nemi 62

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'ndan ister. O her gün bir hal üzeredir.

Rahman 29

Sübhânehu ve Teâiâ Kitab'ında tevhidin bütün esaslarını pek açık bir şekilde

beyan buyurmuş ve şirkin bütün kollarını budayıp atmıştır. Tâ ki, hiç bir kimse

Allah'tan başka hiç bir şeyden korkmasın, O'ndan başkasından ümit beklemesin ve

Ondan gayrı hiçbir kimseye tevekkül etmesin.

İnsanlardan korkmayın; benden korkun. Benim âyetlerimi bir kaç kuruş menfaat

karşılığında değişmeyin. (Satmayın.)

Maide 44

İşte o şeytan, ancak kendi dostlannı korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın.

Benden korkun.

Al-İmran 175

Kendilerine: "Ellerinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin" denenleri

görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı, insanlardan,

Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar.

nisa 77

Allah'ın mescidlerini sâdece, Allah'a ve âhiret gününe inanan, namaz kılan,

zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onanr.

Tevbe 18

«

Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler,

işte onlar kârda olanlardır.

Mur 52

Bu âyette aynyeten itaatin yalnız Allah'a ve Resulüne yapılması lâzım geldiğini

anlatır. Haşyete gelince, o da, yalnız Allah'a karşı duyulur: Subhânehu ve Teâlâ

buyuruyor.

Eğer onlar, Allah ve Resulünün kendilerine vermiş oldukları şeylere razı olsalar

ve "Allah bize yeter, O ve yakında lütfü kereminden verir ve Resulü de, (verir).

Tevbe 59

Buna benzeyen bir başka âyette de şöyle buyuruyor.

İnsanlar onlara: "Düşmanlarınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar,

onlardan korkun" dediler. Bu onların imanını artırdı da: "Allah bize yeter, O ne

güzel Vekil'dir!" dediler.

Al-İmran 173

*

Allah Resulü S.A.V. de ümmetine bu TEVH1D anlayışını ilka ediyor ve Allah'ın

kullarını O'nu şirk koşmaktan kurtarmaya çalışıyordu. Hz. Muhammed'in bu

hassasiyeti "LA İLAHE İLLALLAH" (Allah'tan başka ilah yoktur) lafzının

muktezasını gerçekleştirmek içindi. Çünkü, "İLAH"; KALELERİN KEMÂL'İ MUHABBETLE,

TA'ZİM'LE, SON DERECE İHTİRAM VE İKRAM İLE, SONSUZ BİR KORKU VE NİHAYETSİZ BİR

ÜMİTLE BAĞLANDIĞI, VE KULLUK ETTİĞİ ŞEY DEMEKTİR". Hatta o kadar ki; bir kısım

kimseler, kendisine Allah ve sen istersen dedikleri vakit: Hayır böyle demeyin

"Allah isterse ve sonrada sen istersen deyin buyurmuştur. Bir zaman birisi Allah

Resulü S.A.V.'e, Allah ve sen istersen der, Allah Resulü S.A.V. de beni Allah'a

eş mi tutuyorsun? bir daha tek olan Allah isterse de buyurmuştur.

Başka bir hadis'i şerif'de "Kim yemin etmek istiyorsa Allah adına yemin etsin,

değilse sussun" buyurdu. Bir başka hadis-i şerifde kim Allah'tan başkası adına

yemin ederse Allah'a şirk koşmuştur" buyurdu. İbnu Abbas'a; "İstediğin zaman

Allah'tan iste... Yardım istediğinde Allah'tan yardım iste. Kalem'in mürekkebi

kurumuştur, sen karşılaştığın şey ilesin. Bütün mahlûkat sana fayda vermek için

toplansalar, Allah'ın senin için yazdığından başka bir şey olmaz. Oene bütün

mahlûkat sana zarar vermek için toplansalar Allah'ın sana yazdığından başka

zarar veremezler" buyurmuşlardır.

Oene Allah Resulü S.A.V. "Hristiyanlar'ın Meryem oğlu İsa'yı uçurdukları

(sevgide aşırı gidip Rab edindikleri) gibi siz de beni uçurmayın. Ben ancak bir

kulum. Binaenaleyh bana Allah'ın kulu ve "Resulü deyin' buyuruyor. Ve Cenâb-ı

Hakka "Allah'ım beni kabrimi İbâdet edilen bir put haline getirme" diye dua

ediyor ve arkasından ümmetine, "Kabrimi (ziyaretlerinizle) bayram yeri haline

getirmeyin, sadece bana salavat getirin. Siz nerede olursanız olunuz satavatınız

bana tebliğ olunur, buyurarak ikazda bulunmuştur. Resûlullah S.A.V. hastalığı

sırasında "Peygamberlerin kabirlerini mescidler haline getiren yahudi ve

hristiyanlara Allah la'net etsin" buyuruyor. Ümmetini, yahudi ve hristiyanların

yaptığı bu işten sakındırıyordu. Aişe R.A. "Eğer bu hadis olmasaydı

Rasûlullah'ın kabrini genişletirdim. Fakat o, kabrinin mescid yapılmasını

yasakladı" diyor.

Bu geniş bir mevzudur. Her ne kadar mü'min kişi. Allah'u Azze ve Celle'nin her

şeyin Rabbİ ve Mâlik'i olduğunu biliyor ve Allah'ın yarattığı sebebleri inkâr

etmiyor, yağmuru bitkilerin yetişmesine sebeb yaptığını Bakara'da buyurduğu

gibi,

Allah'ın aökten indirip veri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı

orada

yaymasında (ibret alınacak misaller vardır).

Bakara 164

Ve güneşle ay'ı onlar ile meydana getirdiği şeylere şefaat ile duayı takdir

edeceği şeylere sebeb kıldığını. Meselâ; müslümanlann cenaze namazı: kılmalarını

Cenâb-ı Hakkın o cenazeye rahmet eylemesine bir sebeb teşkil ettiğini, ayrıca

cenaze namazı kılanların da sevablandığını biliyor ve inkâr etmiyorsa da...

Sebeblerde üç hususun varlığını iyice bilmek lazımdır:

Birincisi: Muayyen bir sebeb, istenileni yalnızca karşılamaz, belki daha başka

sebeblerinde bulunması gerekir. Bununla beraber, o matlûbun husule gelmesine

bazı engeller vardır. Eğer Allah, sebebleri tamamlamaz ve engelleri defetmez ise

maksûd hasıl olmaz. Allah'ın dilediği şey mutlaka meydana gelir, insanlar

istemese de.,. İnsanların istediği ancak Allah'ın irade buyurmasıyla husule

gelir.

İkincisi: Bir şeyin diğer bir şeye sebeb olduğuna i'tikad etmek, ancak onu iyice

bilmekle olur. Bilmeden ve şeriata muhalif olarak bir şeyi diğerine sebeb

tanıyan kişi batıla i'tikad etmiş olur.

Meselâ; nezrin (adak'ın) belaları defetmeye, ni'metleri husule getirmeye sebeb

olduğunu zanneden kimse gibi... Çünkü sahjh bir hadis'de şöyle varid olmuştur.

İbnu Umer R.A.'dan, (şöyle dedi:) Allah Resulü 5.A.V. nezıMen (adak adamaktan)

nehyetti ve: Muhakkak ki adak adamak hiç bir hayrı getirmez. Ancak (adak

sebebiyle) cimriden (ma!) çıkartılır, buyurdu.

Müslim 1639

Üçüncüsü: Dini amellerden herhangi birisi ancak meşru olan birşeye sebeb teşkil

eder. Çünkü, ibadetler tevkif üzere mebnidirler, sabittir değiştirilemez.

Binaenaleyh (ibâdet adına dondurulmuştur) insanın Allah'tan başkasına dua ve

istimdat ederek Allah'a şirk Koşması caiz olmaz. İnsan her ne kadar bazı

arzularının husulüne sebeb zanneylese de...

Bundan dolayıdır ki, şeriata muhalif bid'atlarla Allah'a ibâdet edilemez. Her ne

kadar bu ibadet doğru zannedilse de... Çünkü, insan Allah'a şirk koştuğu zaman

şeytanlar o kişiye bazı işlerinde yardım ederler.

nitekim, küfür, fısk ve isyan ile de insanın bazı arzulan hasıl olabilmektedir.

Fakat bunlar helal olmaz. Zira bununla meydana gelen fesad ondan elde edilen

maslahattan çok daha büyüktür.

Allah Resulü S.A.V, de; Maslahatları tahsil ve ikmal etmek, fesadları kaldırmak

ve azaltmak için gönderilmiştir.

Allah'ın emrettiklerinin maslahata uygun ve faydalı olduğu kabul ve tercih

edilir. Bu cümleleri şu sahifelere sığmayacak kadar genişletmek mümkündür.

Herşeyin doğrusunu Allah' daha iyi bilir.

NAMUR 9/1/1991 Ebu Said Yarpuzlu

 






RIYANIN TEDAVISI

Her hastaligin bir ilaci vardir. Bilen bilir, bilmeyen de bilmez. Riyanin büyüklügüne ve müslümanin ibadeti için olusturdugu tehlikeye ragmen, onun ve ihlasa ters düsen benzeri hastaliklarin da çesitli tedavi yollari ve ilaci vardir.

Bunlardan bazilari su sekildedir:

1- Mükellef kimse sunu yakînen bilmelidir ki, o bir kuldur. Kul, efendisine hizmeti karsiligi hiçbir karsilik ve ücret haketmez. Çünkü o, kullugu geregi ona hizmet etmektedir. Efendisinden kendisine ulasan ecir ve mükafat, efendisinin iyiliginden ve ihsanindandir. Yaptiginin karsiligi degildir.

2- Allah'in kendisine verdigi nimetleri, fazlini ve tevfikini gözlemlemesidir. Bütün bunlar Allah'tandir, kendisinden degil!.. Ibadet etmesini vacip kilan, Allah'in dilemesidir, onun dilemesi degil!.. Bütün hayirlar, sadece Allah'in ihsani ve bagisidir.

3- Ayiplarini, hatalarini ve kusurlarini, nefsine ve seytana pay çikan durumlari gözden geçirmesidir. Amellerin her birinde az da olsa seytanin hissesi vardir, nefsin bir payi vardir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e, kisinin namazda baska seylerle ilgilenmesi sorulur. Söyle buyurur: "O; seytanin, kulun namazindan çaldigi bir asirmadir." Göz ucuyla ilgilenme böyle olunca, kalbinin Allah'tan baskasina yönelmesi nasil olur?!.

4- Nefse; Allah Teâlâ'nin emrettigi, kalbin islahini ve ihlasi, riyakarin basaridan yoksun birakilacagini hatirlatmaktir.

5- Içinde riyayi gizlerken; Allah Teâlâ'nin, kalbinde olani bilip nefret etmesinden korkmaktir.

6- Görülmeyen ibadetleri çokça yapmak ve bunlari gizlemektir. Gece namazi, gizlice verilen sadaka, yalnizken Allah korkusuyla aglamak gibi...

7- Allah Teâlâ'yi hakkiyla yüceltmek... Bu da, isimleri ve yüce sifatlari ile tevhidi ve Allah'a kullugu tam anlamiyla gerçeklestirmekle olur.

8- Ölümü ve sekeratini, kabri ve azabini, çocuklari ihtiyarlatan halleriyle ahiret gününü hatirlamaktir.

9- Riyayi; riyanin girebilecegi yerleri ve gizli yönlerini bilmektir. Bu sekilde ondan tamamen sakinir.

10- Riyanin dünyadaki ve ahiretteki cezasina bakmaktir.

Ve kul bilmelidir ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in Ibni Abbas'a vasiyetinde buyurdugu gibi; insanlar ona bir seyle fayda vermek için toplansalar ancak Allah'in yazdigi bir seyle fayda verebilirler.

Bu nedenle, seleften biri söyle der: "Riyanin yollarini bilen rahat eder. Insanlarin senin yaninda hayvanlar ve çocuklar gibi olmasina çalis! Ibadetinde, varliklariyla yokluklari arasinda, bilmeleri ile bilmemeleri arasinda fark olmasin. Yalniz Allah'in bilmesiyle yetin!" Ömer'ul Faruk'tan Allah razi olsun. Söyle der: "Nefsine karsi bile olsa niyeti hakta halis olanin kendisiyle insanlar arasinda olana Allah yeter. Kendisinde olmayan ile süsleneni de Allah kötü kilar." Ibnu'l Kayyim, müminlerin emiri Ömer'in "Kendisinde olmayan ile süsleneni de Allah kötü kilar" sözü üzerine söyle der: Kendisinde olmayan ile süslenen, ihlasli davrananin tam tersi olunca Allah da ona amacinin tam tersiyle muamele eder. Çünkü o, insanlara bir sey gösterir ve içinde onun aksini gizler. Amaçlananin tam tersiyle karsilik vermek, ser'an ve kader olarak sabittir. Ihlasli kimseye, ihlasinin karsiligi olarak bu dünyada mutluluk, insanlarin kalbinde yereden sevgi ve saygi verildigi gibi; iki yüzlü kimseye de, Allah'in onu insanlarin yaninda kötü kilmasiyla cezasi henüz bu dünyadayken verilir. Çünkü o; Allah katinda, kalbini kirletmistir. Bütün bunlar, Rabbinin güzel isimleri ve yüce sifatlari geregidir.

Riyanin ahiretteki cezasina gelince o da, rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in buyurdugu gibidir: "Kim duyurursa, Allah da onu (Kiyamet günü) duyurur. Kim gösteris yaparsa Allah da onu (Kiyamet günü insanlarin önünde) teshir eder." Ayrica riyakar kimse, cehennem atesine atilacaklarin ilklerindendir.

11- Ihlasli olmak için Allah'tan yardim dilemek ve riyadan O'na siginmaktir.

Müslümanin çokça dua etmesi, kendisini riyadan ve riyaya yolaçan etkenlerden korumasi için Allah'a yalvarmasi gerekir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste söyle buyurur: "Sizin aranizda sirk, karincanin hareketinden daha gizlidir. Sana bir sey söyleyeyim ki onu yaptiginda sirkin küçügü ve büyügü senden uzaklasir: "Allah'im! Bilerek sirk kosmaktan sana siginirim. Bilmedigimden de bagislanma dilerim" de!"

********************************************************************************

Riyanin çesitleri çoktur. Riyaya karsi mücadelede ve riyanin tedavisinde Allah'tan yardim dileriz. Müslüman kardesim! Bu arada aklina gelebilecek fakat riyadan sayilmayan bazi durumlar da vardir. Bu durumlardan bazisi su sekildedir:

1-) Kul kendisi istemeden, isledigi hayirli bir amel dolayisiyla insanlarin onu övmesi. Ebu Zerr radiyallahu anh'tan su rivayet edilir. Der ki: Ey Allah'in Rasulü! Kisinin hayirli bir amel islemesine ve insanlarin kendisine bu nedenle övgüde bulunmasina ne dersin? Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Bu müminin ilk sevincidir." Bu sekilde, ihlasli kimse söhretten kaçar ve ondan hoslanmaz. Fakat Allah onun için yeryüzünde insanlar arasinda bir kabul kilar ve kul, Allah'in ihsaniyla sevinir. Riyakar ise, insanlar arasinda kabul görebilmek için zor ve zelil olan yollari seçer.

2-) Abidleri görünce, ihlas sahipleri ve salihlerle oturunca ortaya çikan kulun hayir isleme gayreti, onun nefsinde bir istek ve arzu dogurur; azmini kuvvetlendirir.

3-) Günahlarin gizlenmesi... Müslümanin günahlarini gizlemesi ve ilan etmemesi gerekir. Tevbe edenin Allah tevbesini kabul eder. Günahlarin açiklanmasi ve onlardan bahsetmek, fuhsun yayilmasi sayilir. Allah Teâlâ'nin kurallarini küçümsemeye yolaçar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Yaptigini açikça söyleyenler disinda ümmetimden herkes bagislanir. Yaptigini açikça söylemenin bir çesidi de, kisinin gece bir is yapmasi, sonra sabah olunca Allah onu gizlemesine ragmen "Ey Falan! Dün gece söyle söyle yaptim" demesidir. Rabbi, yaptigini gece gizlemis; o ise Allah'in gizledigini sabahleyin açiga çikarmistir."

4-) Elbise, ayakkabi ve benzerinin güzel olmasi... Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Kalbinde zerre miktari kibir bulunan cennete giremez." Bir adam "Kisi, elbisesinin güzel ve ayakkabisinin güzel olmasini ister" der. Söyle buyurur: "Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir, hakka karsi büyüklenmek ve insanlari küçük görmektir."

5-) Islam'in siarini açikça göstermek... Islam; hac, umre, cuma ve cemaat gibi gizlenmesi mümkün olmayan ibadetler içerir. Kul, bunlari asikar yaptigi için riyakar olmaz. Farzlarin haklarindan biri de onlari ilan etmek ve göstermektir. Çünkü onlar, Islam'in simgeleri ve dinin siarlaridir. Çünkü onlari terkeden kötülenmeyi ve nefreti hakeder. Dolayisiyla, açikça yaparak ithami ortadan kaldirmak gerekir.

Müslüman kardesim! Ihlasli davrandiktan ve riyadan sakindiktan sonra, seytanin sasilacak bir kapidan tekrar gelmesine karsi dikkatli ol! O kapi, kendinle övünmen, kendini begenmen, ibadeti gizlemeni begenerek bununla Allah azze ve celle'ye minnet etmendir. Bilakis, sana ihlasi kolaylastirdigi için Allah'a hamdet ve O'na sükret! O'nun önünde nefsini alçalt ve ibadet için boyun eg! Allah, ibadetlerimizi dogru kilsin. Sözümüzde ve davranisimizda bizlere, ihlasli davranmayi nasip etsin ve ibadetlerimizi bereketli kilsin. Bizleri, anne-babalarimizi ve tüm müslümanlari bagislasin. Ayrica, Allah azze ve celle'den hepimizin mutlu yasamasini ve tevhid üzere sehit olarak ölmesini dilerim. Davamizin sonu, Alemlerin Rabbi Allah'a hamdetmektir.

 

SAKAL DÎNEN GEREKLIDIR...
Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm RaSLilullah ^allsllahu aleyhi ve setlem'in, Ehlinin, Sahabesinin ve de kiyamete kadar onlari dost edinen herkesin üzerine olsun.
Allahu Teala söyle buyurdu: "Peygamber size ne verdiyse onu alin, size neyi yasakladiysa ondan da sakinin. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'in azabi çetindir." IHasr, 7J Ve yine söyle buyurdu: "Kim Allah'a ve Peygamberine karsi isyan eder ve sinirlarini asarsa Allah onu, devamli kalacagi bir atese sokar ve onun için alçaltici bir azap vardir." (Nit>a, 14). Peygamber iaMa/to/iu aleyhi ve scl-fem'de söyle buyurdu: "Seytan artik bu topraklar üzerinde kendisine tapilmasmdan ümidini kesmistir. Fakat bunun disinda sizin önemsemediginiz bazi seylerde ona itaatiniz onu memnun eder. Bundan kaçinin. Muhakkak ki ben size iki sey biraktim ki bunlara sarildiginiz sürece sapikliga düsmezsiniz. Bunlar Allah'in Kitabi ve Peygamberinin Sünnetidir." (Hakim rivayet etmistir. Sahihtir.)
Bu ayet ve hadisler bize sunu ifade ediyor. Müslüman gerek akaid gerek feraiz gerekse dua ve zikirde ve bütün islerinde Allah'in Kitabi ve Peygamber'in Sünne-ti'ne sarilmadikça gerçek bir müslüman olamaz. Bunun zahiren ve batinen, tam bir teslimiyet, gönül hosnutlugu ve ihlas üzere olmasi gerekir. Söyle ki; Peygamber satlai-lahu aleyhi ve $e/tem'in sözlerini yeryüzündeki tüm insanlarin sözlerine tercih eder. Büyük küçük ayrimi yapmadan Islam'in tüm emirlerine sarilmaya çalisir. Zira Islam parçalanamaz bir bütündür. Hak bölünme kabul elmez. islam'da orta bir çözüm yoktur. Bazilarinca küçük görünen bir bir takim emirler seriatin nazarinda büyüktür. "Bunun önemsiz oldugunu saniyorsunuz. Halbuki, Allah katinda çok büyük (bir suç)'tur." (Nur, 15)
Bilindigi gibi, bugün bir çok müslüman sakal tirasi hastaligina müptela durumdadirlar. Kültür isgalinin etkisi ile müslümanlar basta sakal tirasi olmak üzere bir çok gayri islami adet ve davranislari benimsemis bulunuyorlar. Islam ümmetinin aydinlik tarihinde böyle bir sey görülmemistir. Müslümanlarin hidayet önderi imamlarindan sakalini kesen tek bîr fert dahi yoktur. Bu sapik adet bize, ülkemi-

zi Isgal eden kafirlerden veya aramizdan kafirlerin ülkelerine gidip, salih geçmislerinin yolundan yüz çevirip kendilerini tamamen onlara benzeterek, kendilerine müminlerin yolundan baska yollar seçen kimseler vasitasiyla girmistir. Allahu Teâlâ'nin müslüman kardeslerimizi faydalandirmasi ümidiyle burada sakalin Islam'daki yerini açiklamaya çalisacagiz.
Sözlükle ve seriatte sakalin ölçüsü:
Sakal: Yanaklar ve çene arasinda çikan killarin ismidir.
Biyik disinda, çene, Iki çene kemigi alti, iki yanak ve boynun iki yaninda biten tüm yüz killari sakaldir.
Sakal birakmanin hükmü: Sakal birakmak akil balig bütün müslüman erkeklere farzdir. Bunu, birakilmasini emrederek, kesilmesini veya bir kabzadan fazlasinin kisaltilmasini yasaklayarak Peygamber saitatlahu aleyhi ve sc/fcm farz oldugunu bildirmistir.
Sakal birakilmasi hakkinda hadisler:
Peygamber sallallahu aleyhi ve seHem söyle buyurdu: "Biyiklari kisaltin, sakallari birakin." (Müslim). Yine söyle buyurdu. "Biyiklarinizi iyice kisaltip, sakallarinizi birakin" (Buban ve Müslim)
* Peygamber sallailahu aleyhi ve setlem söyle buyurdu: "Mecusilere muhalefet edin, sakallarinizi uzatin, biyiklarinizi kesin" (Müslim)
* Yine söyle buyurdu: Müsriklere muhhalefet edin sakallarinizi çogaltin, biyiklarinizi azaltin (Buhari ve Müslim)
* RaSulullah (alcyhis^elatu vesselam) buyurdu ki: "On sey fitrattandir: Biyigin kesilmesi, sakalin uzatilmasi, misvak, istinsak (Burna su çekmek), mazrnaza (agza su çekmek), tirnaklari kesmek, parmak mafsallarini yikamak, koltuk altini temizlemek, etek tirasi olmak, intikha-su'l-mâ (yani istinca yapmak)." (Müslim).
Ibn Ömer radiyaHâhu anhüms anlatiyor; Rasulullah sallailahu aleyhi ve sellem buyurdular ki: "Biyiklari kisaltin, sakallari oldugu gibi birakin." (Müslim). Hadis metinlerinde geçen "Evfû", "Veffirû" E'fu" ve "Ercû" gibi tüm kelimeler ayni anlami ifade ederler. Yani sakalin kendi hali üzerine birakilmasi anlamina gelir.
* i'fa demek sakalin hiç kesilmeden uzamasi ve çogalmasi için kendi haline birakilmasi demektir. "Evfu, E'fu anlamindadir. Yani sakalin kisaltilmaksizin, kendi hali üzere oldugu gibi birakilmasi anlamindadir.
* KIsra'nin Peygambersaflatfa/iu aleyhi ve sellem'e gönderdigi iki elçinin ikisi de sakallarini kesmis, biyiklari-
ni ise uzatmislardi. Rasulullah sailallahu .ilcyhi ve sellem huzuruna gelen bu adamlarin yüzlerine bakmak istemedi ve onlara "yaziklar olsun, size bunu kim emretti?" diye çikisti. Onlar da "Bize bunu Rabbimiz (yani Kisra) emretti" dediler. Bunun üzerine Rasulullah satlallahu aleyhi ve sctlem söyle buyurdu: "Fakat Rabbim bana sakalimi uzatmami ve biyigimi kisaltmami emretti. " (Hascn bir hadistir. Ibn Cerir et-Taberi rivayet etmistir). Allahu Ekber! Vah! O sakalini kesen müsliiman, isin büyüklügüne baksin ki; acaba Rasulullah sallaltahu aleyhi ve setlem onun yüzüne bakmaktan eza duyarsa ne hissedecek? Halta yüzünü söyle diyerek ondan çevirirse ne cevap verecek?
"Yaziklar olsun! Sana bunu kim emretti?!" Peygamber saltallahu aleyhi ve setlcm ashabina emrettigi her seyi öncelikle kendisi yerine getirirdi. Rasulullah sd/la/-lahu aleyhi ve sellem uzun ve gür sakalli idi.
Saka! Tirasinin Haram Olduguna Dair Deliller:
Bir: Allah'in yarattigini degistirme: Allahu Teâlâ söyle buyurdu: "Allah'in yaratisinda degisme yoktur." (Rum, 30) Yani Allah'in yaratisinda ye sizi yarattigi sekilde degisiklik yoktur. Allahu Teâlâ Iblis'in söyle dedigini naklediyor: "Süphesiz onlara emredecegim de Allah'in yarattigini degistirecekler (Nisa, 199).
Bu nas açikça, serî bir izin olmaksizin, Allah'in yarattigini degistirmenin, seytanin emrine itaat oldugunu göstermektedir. Sakal tirasinin Seylan'in sevdigi ve emrettigi bir yaratilisi bozma eylemi oldugunda hiç kusku yoktur.
Peygamber saltallahu aleyhi ve se//em söyle buyurdu: "Kendilerini güzellestirmek için dövme yapan ve yaptiran, yüzden kil alan (kaslarini incelttiren], dislerinin seyreklestirmek için dislerinin arasini yontturan kadinlara Allah lanet etmistir. Allah'in yaratmis oldugu sekli bozanlara da lanet etmistir." (Buhari ve Mukîmi.
Rasulullah salisilatin aleyhi ve sellem bütün bu davranislari Allah'in yaratmis oldugu sekli bozmak olarak kabul etmistir. Sakal tirasinin da güzellik için islenilen bir yaratilisi bozma eylemi oldugunda süphe yoktur. Ve bu davranis da, yaratilisi bozmaya yönelik diger davranislar ile, laneti gerektiren illette müsterektir. Sakal tirasi Allah'in yarattigina itiraz demektir. Zira Allahu Teâlâ insani en mükemmel surette yaratmistir. Allah azze ve celle söyle buyurdu: "Sizi sekillendirdi ve sekillerinizi de güzel yapti." (Tcgabun, 3) Ve söyle buyurdu: "Biz, hakikaten insanoglunu san ve seref sahibi kildik." (isra, 70) Ve yine söyle buyurdu: "Biz insani en güzel biçimde yarattik." (Tin, 4) Ve Allahu Teâlâ'nm diger bir buyrugu:

"Bu, her seyi sapasaglam yapan Allah'in sanatidir." (Nemi, 88), Süphesiz sakalin kesilip atilmasi bu büyük nimeti inkar anlamina gelir.
Iki: Peygamber sa/lallahu 3/eyhi vesellsm'in emrine muhalefet: Yukarida Örnek verdigimiz hadislerde Rasulullah sallallatni,-thyhi ve:scllcm açikça sakalin uzatilmasini emretmis ve kesilmesini yasaklamistir. Emir ise, emredilen seyin yapilmasini gerektirir. Emre uyan sevap, uymayan ceza görür. Usulü fikihta emir, karine ile lafzin zahiri anlaminin kast edilmediginin anlasilmasi hali hariç, vücub ifade eder. Burada ise lürn karineler vü-cubu tekid etmektedir. Bütün bunlardan sakal tirasinin Peygambers.a/Ja//a/)u aleyhi vesellem'm açik ve kesin emrine aykiri oldugu anlasilmaktadir.
Allahu Teâlâ söyle buyurdu: "Her kim Allah ve Rasûlüne karsi gelirse, apaçik bir sapikliga düsmüs olur." (Ahzab, 36). "Artik kim Allah'a ve Rasûlüne karsi gelirse, bilsin ki ona, (kendi gibilerle birlikte) içinde ebedî kalacaklari cehennem atesi vardir." (Cinn, 23).
Üç: Kafirlere benzemek: Peygamber i&llallahu aleyhi ve sellem birçok sahih hadisinde "Mecusilere muhalefet edin..." "Müsriklere muhalefet edin..." ve "Ehli kitaba muhalefet edin..." buyurmustur. Peygamber sal-lallahti aleyhi ve scllcm sakal tirasinin müsriklerin adeti oldugunu ve müslümanlarin onlara muhalefet etmelerini ve benzememeleri gerektigini bildirmistir. Rasulullah sallulluhu aleyhi ve sellem söyle buyurdu. "Kim bir kavme benzemeye çalisirsa o, onlardandir." (Sahih, F.bti Davud). Sakal tirasi bugün çogu kafir miletlerin siari olmustur. Bu çirkin adet bize onlardan geçmistir. Efendimiz söyle buyurdu: "Baskasinin sünneti ile amel eden bizden degildir" (Sahibui Camii: 5439).
Dört: Kadinlara benzemek: Açik bir gerçektir ki Allah'in erkekleri kadinlardan ayirdigi en önemli seylerden biri sakaldir. Bunun tiras edilmesi de erkeklerle kadinlar arasinda ileri derecede benzerlik meydana getirir. Erkeklerden kadinlara benzemeye çalisanlar ise, Peygamber saltallahu aleyhi ve sel/em'i n diliyle lanetlenmislerdir. "Ereklerden kadinlara benzemeye çalisanlar lanetlenmislerdir". (Buhan). Eger sakal tirasi kadinlara benzemek degilse, kadinlara benzemek ya ne ile olur?! Sakalin erkekler için birçok faydalari vardir. Bunlardan bazilari sunlardir: Süstür, vakardir, heybettir ve kadin ile erkek arasindaki farktir.
Bes: Fitrata aykirilik: Aliahu Teâlâ söyle buyurdu "(Rasûlum!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanlari hangi fitrat üzere yaratmis ise ona çevir. Al-
lah'in yaralisinda degisme yoktur. Iste dosdogru din budur; fakat insanlarin çogu bilmezler," (Kum, 301
Fitrat: Yani sünnet. Yani Allah'in insanlari yarattigi saf, temiz hal. insanlar buna egilim duyarlnr, buna aykiri seylerden kaçinma egilimi üzerine yaratilmislardir. Insan fitrattan gelen bu hasletleri terk ettigi takdirde, insanligindan bir sey kalmaz. Sakal Peygamberlerin seçtikleri ve seriatlerin üzerinde müttefik olduklari eski bir sünnet ve fitrattan gelen bir haslettir. Peygamber sal-tallahu aleyhi ve sellem Hulefai Rasidin, Sahabe ve Tabi-in'in tamami uzun sakalli idiler,
Sakal lirasi; israf, vakit kaybi ve günahi açiga vurmaktir: Sakal tirasi için jilet, tiras sabunu ve saire seylere masraf yapilmaktadir ki bu da Allah'in bize emanet olarak verdigi malt uygun olmayan islerde harcamaktir. Yarin Allah, kiyamet gününde bunun hesabini soracaktir. Bu is için harcanan paranin fazla bir sey olmadigi söylenemez. Zira Allahu Teâlâ söyle buyurmustur: "Kim de zerre miktari ser islemisse onu görür." (Zilzâl, 9) Aynt sekilde müslümamn vakti de çok kiymetlidir. Böylesi haram isler ile zayi edilmemesi gerekir. Sakal tirasi açikça günah islemek ve bunu herkese göstermektir. Günahini izhar edenlerin günahlari affo-lunmayacaktir. Peygamber sal/atlahu aleyhi ve se/leni söyle buyurdu: "Bütün ümmetim affolunur, ancak günahlarini açiktan isleyenler hariç."
Imamlarin sakal tirasi konusundaki sözleri:
Bütün fakihler sakal tirasinin haram oldugunu belirtmislerdir, ibn Hazm "Meratibu'l Icmaa" da söyle diyor: "Sakal tirasinin caiz olmayan çirkin bir davranis oldugu konusunda ittifak etmislerdir. Yüz, Allah'in yaraticilik kudretinin ileri derecede ifadesini buldugu bir organdir. Dolayisiyla bu organa saygi duyulmasi ve korunmasi gerekir; çirkinlestirmesi veya ihanete ugratilmasi degil! Abdullah b. Yezid el-Ensarî radiyaliahu an-liuden "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellcm yagma ve Ibret amaciyla organlarin kesilmesini yasakladi." (Buhari).
* Ibn Teymiyye "Ihtiyaratu'l-ilmiyye" de söyle der: "Sahih hadislerde belirtildigi üzere sakal tirasi haramdir. Kimse mubah görmemistir."
* Hanefilerden Ibn Abidin "Reddû'l-Muhtar" da söyle der: Erkegin sakalini kesmesi haramdir.
* Imami Safi de "el-Ümm" de sakali tirasin haram oldugunu belirtmistir.
* Malikilerden de el-Adevi, imam Malik'den, sakal tirasinin mecusilerin islerinden oldugunu naklet-mistir. Ibn Abdilber de "Temhid" de sakal tirasinin ha-
ram oldugunu ve bunu ancak kadinlara benzeyen kadinsi erkeklerin yaptigini belirtmistir.
Çagimizda, önder imamlarin yolundan giden birçok büyük alim de sakali kesmenin haram oldugu görüsünde birlesmislerdir.
Sakal kisaltilabilIr mî?
Alimler bu konuda ihtilaf etmislerdir. Elbette bu ihtilafin ayrintilarinin yeri bu kisa risale degildir. Fakat sözlü ve fiili hadisler isiginda en tercihe sayan görüs, sakali kisaltmanin caiz olmadigidir. Rasulullah saHalIabu aleyhi ve sellem \n semailinden biri de "sakali çok idi" Müslim). "Rasulullah sallallahu aleyhi ve setlem uzun sakalli idi." (Sahih, Ahmed). Enes b. Malik radiyallahu anh O'nu anlatirken "Sakali suradan suraya kadar doldurmustu" dedi ve ellerini boynunun iki yarisinda dolastirdi. (Tarihu ibn Asjkir) Sahabe radiyallahu anhüm Peygamber sallallahu aleyhi ve iol-fcm'rn ögle ve ikindi namazlarinda Kur'an okudugunu, "sakalinin kipirdamasindan" anliyorlardi. (Buharil
RasÛluîlahsaHa/fo/iu aleyhi ve sci/em'i sevdiklerini söyleyip de onun görüntüsünü ve ona benzemeyi sevmeyenlere ne demeli; Allahu Teâlâ söyle buyurdu: "(Rasûlum!) De ki: Eger Allah'i seviyorsaniz bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin," (Âl-i imrânl Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sakalini eninden ve boyundan kisalttigina dair hadis ise, hüccet olmayacak kadar çok zayiftir. Bazilari; Ömer ve oglu Abdullah radiyjltahu an-hüma'\n sözlerine binaen sakalin bir tutamdan fazlasinin kesilecegini söylemektedirler. Fakat bu hüküm dogru degildir. Zira sakalin oldugu gibi birakilmasina dair sahih hadisler bu sözleri çürütmektedir. Sahih sünnetin oldugu yerde sahabe sözü ile amel edilmez. Çünkü kimsenin sünnete aykiri hüküm vermeye yetkisi yoktur. Sahabelerin radiyallahu anhüma görüsleri degil, rivayetleri hüccettir. Ayrica Ömer ve oglu radiyallahii an-hümn bu sözü, yilin tüm günleri için degil, bayram günleri için demislerdir. Bu hususta en saglam söz, sahih hadislerin zahiri ile amel, yani sakalin kisaltilmadan kendi haline saliverilmesidir. Allah daha iyi bilir. Fakat sunu iyi bilmeliyiz ki, sakalin bir tutamdan fazlasinin kisaltilmasi meselesi ictihadi bir konudur ve bu konuda nasihatten öte sakalini bu ölçüde kisaltti diye kimseye baski uygulanamaz. Bir tutamdan az olacak sekilde kisaltmaya ise, hiçbir delil yoktur. Sakallarini bir tutamdan az olacak sekilde kisaltanlarin bu hatalarindan dolayi hemen Allah'a tevbe etmeleri gerekir. Allah kendisine yönelip tevbe edenlerin tevbelerini kabul eder.
Sonuç olarak sunu söyleyebiliriz: Tamami Idrak edilemeyenin tamami terk edilemez. Ve az sey hiç yok olandan daha hayirlidir. Sakalini kisaltan, bu davranisinda hatali olmakla beraber, sakalini tamamen tiras edenden daha hayirlidir. Bu konuda halk arasinda söyle bir misal vardir: "Insanlarin ayiplarinda, gücünün yettigini bile yerine getirmekten kaçinan kimse kadar ayip görmem" Tamamen birakmayip gücü yettigi halde sakalini kisaltan gibi... Oysa bu elde olan bir seydir. Bizden bir sey gerektirmedigi gibi bize mal ve zaman tasarruf saglar.
"Ey kavmimiz! Allah'in davetçIsine icabet edin." (el-Ahkaf, 31)
Allah ve Rasulunü seven akilli müslüman kardesim! Su sözün sahibi peygamber saliallahti aleyhi ve $cl-tem'ine muhalefet etmekten kaçin. "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden degildir." föi/hari ve Müslim). Sakalini kestigin zaman kafirlere benzemis olursun ki bu durumda Rasulullahs,ii/a(/ahu aleyhi ve sellem m su sözüne muhatap kalirsin: "Kim bir kavme benzemeye çalisirsa o onlardandir." Ebu Davud-Sahih "Ey Allah'in kulu, sana su hadisi de hatirlatmak istiyoruz: Es'as b. Süleym söyle dedi: Halamdan duydum. Amcasinin söyle dedigini anlatti: "Medine'de yürürken arkamdan bir insan "Izarini yukari kaldir, böylesi daha takvaya yakindir." dedi. Birde ne göreyim; O Rasulullah saitallahu aleyhi ve sellem... 'Ya Rasulullah, bu uzun bir hirka' dedim Rasulullah sallalla-hu jleyhi ve sellem 'Ben senin için iyi bir örnek degil miyim?' buyurdu. Izarina baktim Dizi ile ayaklari arasinda bacaklarinin yarisinda Idi." (Sahih, Semailu Timiizl).
Ey sakallarini tiras eden müslüman! Sen bu konuda Rasulullah faltallahu aleyhi ve sellem'z mazeretler siralarken, O sana söyle dedigi zaman ne yapacaksin? 'Ben senin için iyi bir örnek degil miyim?. Daima ahireti düsünüp, fitneler diyari, geçici dünya hayatina aldanmamak gerekir. Çünkü dünya hayati gerçekten çok kisadir.
Ahiret hayati ise ebedidir.
Sözlerimizi bitirirken; Peygamberimiz Muham-med'e, ailesine ve ashabina salat ve selam ederiz. o

 

RASÜLULLAH <S.A.V.)'IN KONUŞMALARI

Rasûlullsh  (s.a.v.) 'in Medine'deki İlk Hitabesi:

Ebû Seleme b. Abdurrahman b. Avf (r.a.) anlatıyor: Rasûlul-lah (s.a.v.) Medine'deki ilk konuşmasını yaparken ayağa kalktı, Allah'a hamdetti ve onu şanına lâyık sözlerle Övdükten sonra şöyle buyurdu:

-Ey insanlar! Kendinize ahiret için bir şeyler hazırlayın. Kesin olarak biliyorsunuz ki, Allah sizden birinin ruhunu alır, koyunlarını çobansız bırakır. Daha sonra da ona, hiçbir tercümana ve aracıya muhtaç olmadan :

-— Sana benim elçim gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi? Sana servet vermedi mi? Hem de bol bol vermedi mi? Ahiret için kendine ne hazırladın?» der. Bunun üzerine o sağına soluna bakar, hiçbir şey göremez. Sonra önüne bakar, orada da cehennemden başka birşey göremez. Kim kendisini, yarım hurma ile de olsa cehennemden kurtarmaya muktedirse kurtarsın. Onu da bulamazsa tatlı dilli olsun; çünkü bunlarla yapılan iyiliklere on mislinden yediyüz misline kadar mükâfat verilir.

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi sizin ve Rasûlü'nüu üzerine olsun.»1

Bir başka zaman da Rasûlullah şu konuşmayı yapmıştır:

«Hamd Allah'a mahsustur. Ona hamdeder ve ondan yardım dilerim, Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kime hidayet ederse onu kimse saptıramaz. Kimi doğru yoldan saptınrsa onu da kimse doğru yola sevk edemez. Ben, her bakımdan tek, ortağı olmayan Allah'dan başka Tanrı olmadığına şehadet ederim.»

Sözlerin en güzeli Allah'ın kitabıdır EKur'ân'dır). Allah'ın, kalplerini süsleyerek ve küfürden kurtararak islâm'a soktuğu kimseler felaha ermişlerdir. Allah Kur'ân-ı Kerim'i insanların sözlerine tercih etmiştir. O sözlerin en güzeli ve en üstünüdür (beliğidir). Allah'ın sevdiği kimseleri seviniz. Allah'ı bütün kalbinizle seviniz.

l   Beyhaki.

 

Allah'ın kelâmından (Kur'ân'dan) ve Allah'ı zikretmekten usanmayınız. Allah'ı unutarak kalplerinizi karartmayın. Allah kullan arasından bazılarını seçer ve yükseltir. Hayırlı amelleri, salih kulları, güzel sözleri, bütün helâl ve haramı bildirmiştir.

Allah'a kulluk ediniz. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Allah'a asî olmaktan son derece sakınınız. Konuştuğunuz güzel şeyleri yaparak Allah'a karşı yalancı çıkmayın. Aranızda adaleti ve merhameti gerçekleştirmek sureti ile birbirinizi seviniz. Allah Teâia'nın emirlerini yerine getirmeyenler onun gazabına uğrarlar.

Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.»2

Rasûlullah'ın Cuma Hutbesi:

Said b. Abdurrahman el Cemhî'den : Bana, Rasûlullah'ın (s.a.v.) Medine'de Benî Salim b. Avf yurdundaki ilk cuma hutbesinde şunları söylediği nakledildi:

Hamd Allah'a mahsustur. Ona hamdeder ondan yardım dilerim, ondan günahlarımın affını ve beni doğru yoldan ayırmamasını talep ederim. Ona iman ederim, onu inkâr etmem. Onu inkâr edene düşman olurum. Her bakımdan tek ortağı olmayan Aİlah'dan başka Tanrı olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve Rasülü olduğuna şehadet ederim. Allah Rasülü'nü, elçilerinin arkasının kesildiği, ilmin azaldığı, insanların dalâlete düştüğü, aradan uzun zaman geçtiği, kıyametin ve ecelin yaklaştığı bir zamanda hidâyetle nurla ve öğütle göndermiştir.

Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse doğru yola girmiş olur, Kim de Allah'a ve Rasûlüne asî olursa azmış, kusur işlemiş ve doğru yoldan tamamen sapmış olur. Size, Allah'a İsyandan kaçınmanızı tavsiye ederim. Müslümanın müsiümana yapacağı en hayırlı tavsiye, birbirlerini ahiret için hazırlanmaya teşvik etmeleri ve birbirlerine. Allah'a asî olmaktan sakınmayı emretmeleridir.

Allah'ın haram kıldığı şeylere yaklaşmayın. Bu söylediklerimden daha güzel bir nasihat ve öğüt yoktur. Rablerinden korkarak ve sakınarak bunlan yerine getirenlerin takvası ahiretteki arzularına ulaşmakta en iyi yardımcıdır.

Kim Allah'la kendi arasında olan hususlarda gizli ve açık dürüst hareket ederse ve bunu sadece Allah rızasını gözeterek yaparsa, bu onun için dünyada bir şeref ve ölümden sonra en çok muhtaç olacağı bir azıktır.

Böyle yapmayanlar, ahirette amellerini görmek bile istemeyeceklerdir. Allah sizi kendisine asî olmaktan sakındırır. Allah kulla-

2    Bidaye 3/214;  Jbn-i Asâklr.

Rasûlullah (s.a.v.) in Konuşmaları I7fî3

rina karşı çok merhametlidir. Sözünde sadık olan, vaadini yerine getiren Allah hiçbir sözünden ve vaadinden dönmez. Şöyle buyurmaktadır :

«Benim nezdimde hükümler değiştirilmez. Ben kullanma zul-medici değilim.-*

Gizli, aşikâr, dünya ve ahirete ait işlerde Allah'a muhalefetten sakınınız. Kim Allah'a muhalefetten sakınırsa Allah onun hatalarını affeder ve ona büyük mükâfatlar verir. Allah'a isyandan sakınan büyük bir kazanç sağlamış olur.

Takva kişiyi- Allah'ın gazabından, cezasından ve hoşnutsuzluğundan korur. Takva yüzleri ağartır, Allah'ı razı eder ve kişinin derecesini - yükseltir. Fırsatı kaçırmayın ve Allah'a karşı vazifelerinizi ihrnal etmeyiniz. Allah size kitabını (Kur'ân'mı) öğretti, İnananları ve inkâr edenleri tesbit için doğru yolu gösterdi. Alleh'ın size ihsanda bulunduğu gibi siz de iyilik yapın. Düşmanlarına düşman olun. Allah yolunda hakkı ile cihad edin. Allah, insaniar arasından sizi seçti ve size rnüslüman İsmini verdi. Artık bundan sonra mahvoîan haksız yere mahvolmamış, bahtiyar olan da sebepsiz yere bahtiyar olmamış olur. Allah'ın yardımı olmadan hiçbir şey yapılamaz. Öyleyse Allah'ı çok zikrediniz, gelecek için çalışınız. Allah'la arasındaki münasebetlerde dikkatli olan kimseleri, Allah diğer insanlarla olan münasebetlerinde korur. Bu, Allah'ın insanlar hakkında dilediği hükmü verebilmesi. ve insanların ise Allah'ın hükmüne bir müdahalede bulunamamalan sebebiyledir. Allah insanlar üzerinde dilediği gibi hükümrandır. İnsanlar Allah'ın işine karışamazlar. Allah büyüktür ve yüce olan Allah'ın yardımı olmadan hiç bir kuvvet işe yaramaz.4

RasûluJlah'ın Savaşlardaki Hitabeleri:

Hasûlullah'ın ashabından olan Harrâr Cr.a.) anlatıyor: Rasüiul-lah'la (s.a.v.) savaşta beraberdik. Düşmanlarımızla karşılaşınca Hz. Peygamber ayağa kalkarak Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şöyle dedi:

«Ey insanlar! San, kırmızı, yeşil mallar arasındasmız. Ağırlıklarında daha neler, neler var! Düşmanlarınızla karşılaşır karşılaşmaz hemen ileri atılın. Çünkü Allah yolunda savaşan herkes için iki tane huri yardıma koşar. İlk kan damlası yere düşen şehidin Allah bütün günahlarını affeder ve o kimsenin yüzündeki tozlan silen huriler:

3    Kaf, 29.

4    Ibn-ü  Cerir  2/115;   Bidaye  3/213;   Tefsîr-ü Kurtubî  18/98.

«— Sana kavuşmamız yaklaştı,- derler. Şehid düşen kimse de :

-— Benim de size kavuşmam yaklaştı,- diye mukabele eder.-4* Câbir (r.a.) anlatıyor:   Tebük   savaşma    giderken   Rasülullah

(s.a.v.)   Hıcr'da konakladığı zaman kalkarak müslümanlara şöyle

bir konuşma yaptı:

-— Ey insanlar! Peygamberinizden mucizeler istemeyin. Salih (a.s.)'ın kavmi peygamberlerinden kendilerine bir deve göndermesini istemişlerdi, o da göndermişti. O deve işte şu yoldan gelir, geldiği gün onlann bütün suyunu içerdi. Onlar da deveden ertesi gün, bir gün önce içmiş olduğu su kadar süt sağarlardı. Sonra da deve şu yoldan çıkıp giderdi. Onlar deveyi kestiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara üç gün mühlet verdi. Allah sözünde asla yalan çıkmaz. Sonra yerle gök arasında korkunç bir ses hasıl oldu. Harem-i Şerifdeki zat ırüstesna hepsi helak oldular. O adamı Harem-i Şerif Allah'ın azabından korudu.»

«— Ya Rasûlâllah! O kimdir?» diye sorulduğunda Hz. Peygamber :

«— Ebü Rigâl» diye cevap verdi.'

Hasan b. Ali (r.a.) anlatıyor: Tebûk savaşının olduğu gün Hz. Peygamber minbere çıktı, Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

.— Ey insanlar! Ben size Allah'ın emrettiklerinden başkasını emretmiyorum. Ben sizi sadece Allah'ın nehyettiklerinden sakındırıyorum. Öyleyse Allah'dan güzel talepte bulunun. Ebû Kâsım'ı kuvvet ve iradesi ile yaşatan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri nz-kına kavuştuğu gibi eceline de kavuşur. Eğer dara düşerseniz Aziz ve Celîl olan Allah'a itaat ederek rızkınızı isteyiniz.-"

Abdullah b. Amr (r.a.) anlatıyor:

Mekke Rasülullah (s.a.v.) tarafından fethedilince Hz. Peygamber:

- Bekr oğullarından Huzaa'hlar hariç, kimseye dokunmayın!" buyurdu. İkindi namazına kadar onlarla savaşın devam etmesine izin verdi. Sonra da:

.— Silâhlan bırakın!» dedi. Ertesi gün Huzâa kabilesinden bir adam Müzdelife'de Benî Bekre kabilesinden bir adamla karşılaşarak onu Öldürdü. Bu haber Rasûlullah'a ulaşınca kalkarak bir hitabede bulundu. Konuşurken sırtını Kâ'be duvarına dayamıştı.

4' Taberâni;  Bezzar;  Mecme'uz-Zevald S/575.

S   Mecme'uı-Zevald 7/38; Taberâni; Evsat; Bezzar; Müsned-ü Ahmet b. Han-bel.

-Allah'ın en büyük düşmanı Harem-i Şerirde adam öldüren, kendine dokunmayanı öldüren ve cahüiyye devrinden kalma bir kan davası yüzünden adam öldüren kimsedir,» buyurdu. Bunun üzerine bir adam kalkarak:

«— Falan benim oğlumdur,» deyince Rasûlullah  (s.a.v.) :

-— islâm'da boş iddialar dinlenmez. Cahiliye devri geçmiştir. Çocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir. Zina eden recmedüir.-buyurdu.

Sonra şöyle devam etti: «Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar nafile namaz kılınmaz. Bir kadın hala veya teyzesi ile aynı anda bir adamın nikâhı altında bulunamaz.»1

İbn-ü Ömer (r.a.) anlatıyor:

Mekke'nin fethedildiği gün, Rasûlullah (s.a.v.) Kâ'be'nin merdivenleri üzerinde ayağa kalkarak Allah'a hamdü sena ettikten sonra şöyle dedi:

«Vaadinde sadık kalan, kullarına yardım eden ve Hendek savaşında bize saldıran düşmanları tek başına hezimete uğratan Allah'a hamd olsun.

Dikkat edin!

Kırbaç ve sopa ile öldürülenler gibi hataen öldürülenlerin diyeti yüz devedir. Develerin kırk tanesinin gebe olması lâzımdır.

Dikkat edin!

Bütün cahiliye devri âdetleri ve cahiliye devrinden kalma kan davaları şu iki ayağımın altındadır. Sadece Kâ'be'nin bakımı ve hacılara su dağıtma âdetini olduğu gibi bırakıyorum, önceden bu işlere bakanlar yine işlerine devam etsinler.»*

tbn-ü Ömer (r.a.) 'dan:

Mekke'nin fethedildiği gün, Rasûlullah (s.a.v.) kulağı kesik devesi üzerinde, elinde asası8 ile rükünlerde istilâm ederek10 Kâ'be'yi tavaf etti. Kâ'be'de devesini çöktürerek yer bulamadığı İçin müslü-manlann elleri üzerinde indi. Deve de Batn-ı Mesire götürülerek orada çöktürüldü. Sonra da devesi üzerinde halka hitap ederek, Allah'a hamdetti. Onu lâyıkı veçhile övdü ve şöyle buyurdu:

«Ey insanlar! Allah Teâlâ cahüiyye devrinden kalma bütün kötü âdetlerinizi ve babalarınızla övünmenizi kaldırmıştır.

7   Taberânİ; Mecme'uz-Zevaid 6/178.

8   Ibn Mace, Eh, 478.

9   Ucu kıvrık, hükümdarların özel asasına benzer bir değnek.

10   istilâm:  Tavaf sırasında, Hacer-1 Esved'In hizasına gelindiğinde bu mübarek tasın selamlanması.

 

İnsanlar iki kısımdır:

Birincisi, Allah katında iyi, mütteki ve şerefli, ikincisi de asî zalim ve değersiz olanlardır. Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurmuştur:

-Ey insanlar! Biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık. Tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık. Sizin Allah katında en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır. Muhakkak ki Allah Teâlâ her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.»"

Daha sonra şöyle buyurdu: -«Sözümü burada bitirir, Allah'dan sizin için ve kendim için af dilerim.»12

RasûluIIah'ın (s.a.v.) Ramazan Ayı Hakkındaki Konuşmaları: Selmân   (r.a.)   anlatıyor:

Şaban ayının son gününde Rasûlullah (s.a.v.) bize şöyle bir konuşma yaptı:

-Ey insanlar! Büyük, mübarek bir aya giriyorsunuz. O ayda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. Allah o ayda oruç tutmayı farz kılmıştır. Geceleri ibadet etmeyi de müstehap kılmıştır. Kim bu ayda bir hayır işlerse, diğer aylarda bir farz işlemiş gibidir. Kim bu ayda bir farz işlerse, diğer aylarda yetmiş farz işlemiş gibidir. Bu ay sabır ayıdır, sabrın mükâfatı ise cennettir. Bu ay, yardımlaşma ayıdır. Mü'minlerin rızıklarmm arttırıldığı bir aydır. Kim bu ayda bir oruçluyu iftara davet ederse günahları affedilir, cehennem ateşinden kurtulur. İftara davet eden oruç tutanın mükâfatı kadar mükâfat alır. Oruç tutanın mükâfatından da hiç birşey eksilmez.»

-— Ya Rasülâllah! Hepimiz oruçluyu utar ettirecek birşey bulamıyoruz," dediler.

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

-— Allah Teâiâ bu sevabı, oruçluya bir hurma ile iftar ettirene de, bir yudum su ile iftsr ettirene de, su katılmış süt ile iftar ettirene de verir. Bu ay evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluşa vesile olan bir aydır. Kim bu ayda elinin al-tmdakiîerinin işlerini hafifletirse Allah o kimseyi affeder ve onu cehennemden kurtarır.

Öyıe ise bu ayda dört şeyi çok yapın:

Bunlardan ikisi ile rabbinizi razı edersiniz, ikisinden de zaten siz müstağni olamazsınız.

11    Hucürât,   13.

12    tim Ebî Hatim; Tefsir-ü İbn-ü Kesîr 4/218.

Rabbinizi razı edeceğiniz iki şey, Allah'dan başka Tanrı olmadığına şehadet etmeniz (Kelime-i şehadet) ve Allah'dan af dile-menizdir.

Sizin müstağni olamıyacağmız iki şey ise, Allah'dan cenneti istemeniz ve cehennem azabından ona sığınmanızdır.

Kim oruçlu birine su verirse Allah da ona benim havzınıdan su verir ve o kimse cennete girinceye kadar bir daha susamaz.»"

Enes (r.a.) anlatıyor:

Ramazan ayı yaklaşınca, Hz. Peygamber bir akşam namazı bize kısa bir konuşma yaparak şöyle dedi:

«— Ramazan geliyor. Onu karşılayınız. Bilmiş olun ki, Ramazanın ilk gecesinde affedilmeyecek tek bîr müslüman kalmayacak.-14

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor:

Ramazan ayının ilk gecesi Rasûlullah Ç.s.a.v.) ayağa kalktı ve Allah Teâlâ'y1 överek şöyle buyurdu:

•Ey insanlar! Allah Teâlâ sizi cinlerden olan düşmanlarınızdan korumuştur. Dualarınızı kabul edeceğini vaadetmiş ve Kur'ân-ı Ke-rîm'de şöyle buyurmuştur: -...Bana dua ediniz, kabul edeyim.»141

Allah Teâlâ mel'un şeytanların her birini yedi melekle tutmuştur. Ramazan sona erinceye kadar şeytanlar bırakılmazlar. Ramazanın ilk gecesinden itibaren son gecesine kadar tevbe kapıları açıkj tır. Bu ayda dualar kabul edilir.»

Hz. Peygamber Ramazan ayının son on gününün ilk gecesinden itibaren hanımlarından ayrılır, itikâfa girerek geceleri ibadetle geçirirdi."

Cuma Namazının Önemi Hakkında Rasülullah'm Hitabesi:'

Câbir  (r.a.)'dan:

Rasüluîlah (s.a.v.) bize şöyle bir hitabede bulundu:

-— Ey insanlar! ölüm gelmeden önce Allah'a yöneliniz. Fırsat elden gitmeden salih amel yapmaya çalışınız. Çok zikretmek, gizli ve açık olarak çok sadaka vermek sureti ile Rabbinize yaklaşınız ki nzıklanasınız, yardım göresiniz ve eksiklerinizin yerine yenileri verile.

Bilmiş olunuz ki, Allah Teâlâ bu senenin bu ayında, bu yerde ve bugünde kıyamete kadar devam etmek üzere cuma namazını sizlere farz kıldı.

13    İbn  Huzeyme, Salih;  Tergîb  2/218;  Beyhaki;  tbnü neccar;  Kenz'ul-ümmal 4/323.

14    tbnünneccar;   Kenz'ul-Ummal   4/325. 14' Gifir,  60.

15    İsfahan!, Tergîb; Kenz'uI-Ummal 4/323.

 

Kim benim hayatımda yahutta benden sonra -adil veya zalim imamları varken- hakir görerek ve önemsemiyerek cumayı terke-derse, Allah o kimsenin iki yakasını bir araya getirmez, iğleri rast gitmez.

Tevbe edinceye kadar Allah o kimsenin orucunu, baççım, zekâtını ve namazım hiçbir bayırını kabul etmez. Kim de tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder.

Katiyyen kadın erkeğe imam olmasın. Bedevi muhacire imam olmasın.

Sultan tarafından kılıç ve kırbaç tehdidi yoksa hiçbir fasık da muttaki bir mü'mine imam olamaz.18

Câbir b. Abdullah (r.a.) anlatıyor:

Cuma günü Rasûlullah (s.a.v.) kalktı ve hutbede şöyle buyurdu :

-öyle bir zaman gelecek ki, Medine'ye bir mil mesafede bulunup da cuma namazına gelmeyenler olacak.» ikinci defa şöyle dedi:

-öyle bir zaman gelecek ki, Medine'ye iki mil uzaklıkta bulunup da cuma namazına gelmeyenler olacak.- Üçüncüsünde de şöyle buyurdu :

-Yine öyle bir zaman gelecek ki, Medine'ye üç mil mesafede bulunup da cuma namazına gelmeyenler olacak. Allah o kimselerin kalplerini mühür lemis tir.»"

Rasûlullah'ın (s.a.v.) Hac Mevsimindeki Konuşmaları:

İbn-i Abbas (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) Veda Haccında müslümanlara şöyle hitap etti:

«Şeytan artık sizin topraklarınızda kendisine uyulmasında»" ümidini kesmiştir. Fakat o önemsemediğiniz amellerinizde kendisine uymanıza razı olur. Dikkat edin! Ben size öyle şeyler bırakıyorum ki onlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar da Allah'ın kitabı ve onun peygamberinin sünnetidir. Müslümanlar birbirinin kardeşidir, müslümanlar kardeştir. Bir kimsenin kirdesinin malını gönül rızası olmadan alması haramdır. Zulmetmeyin, benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyin.»18

«Ey insanlar! Ben size sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla doğru yoldan ayrılmayacağınız birşey bırakıyorum. O da Allah'ın Kitabı-16    İbn Mâce, sh. 172. 17   Münzirî; Terglb 2/31; Taberânl, Evsat.

dır. (Kur'ân-ı Kertm'dir). Ahirette vazifemi yapıp yapmadığım size sorulacak. Ne diyeceksiniz?»!9

İbn-i Abbas (r.a.) 'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) Mescid-i Hayfda bize hitap ederek Allah'a hamdetti, gereği veçhile onu andıktan sonra şöyle buyurdu:

«Kimin hedefi ahiret İse Allah onun işlerini rast getirir, kısa zamanda onu zenginleştirir. Dünya emrine amade olur. Kimin de hedefi dünya olursa Allah onun işlerini bozar. Kısa zamanda fa-kirleştirir, dünyada ona sadece mukadder olan verilir.-**

İbn-i Ömer (r.a.)'dan:

Mina'daki Mescid-i HayFda Rasûlullah (s.a.v.) bize hitap ederek çöyle buyurdu:

-Benim sözlerimi dinleyip de başka müslüman kardeşlerine nakleden kimselerin Allah yüzünü ağartsın. Şu üç şeye bağlı kalan kimsenin kalbi kendisine ihanet etmez.

Sırf Allah için amel etmek, idarecilere yol göstermek, cemaattan, ayrılmamak. Böylelerinin dualan, kendilerini korur,-*1

Câbir (r.a.)'dan gelen uzun rivayette şu ilâve vardır:

Rasûlullah (s,a.v.) Arafat'a kadar geldi. Orada kendisi için hurma dallan ile yapılmış gölgeliği görünce orada konakladı. Güneş zevalden dönünce Kasva'yı22 getirmelerini emretti. Yola çıktı. Batn-ı Vadiye gelince halka hitab ederek şöyle buyurdu:

-Bu beldede bu ayda bu günün kutsallığı gibi kanlarınız, mallarınız da kutsaldır. Şunu iyi bilin ki, cahiliye âdetlerinden herşey ayaklanmın altındadır, kaldırılmıştır. Cahiliye devrindeki kan davaları da kaldırılmıştır. Kan davalarımızdan kaldırdığım ilk kan davası Rebia Hâris'in oğlunun kan davasıdır. O, Sa'd oğullarına emzirilmeye verilmişti. Htizeyl tarafından öldürüldü.

Cahiliye devrinden kalma faizler de kaldırılmıştır. Faizlerinizden kaldırdığım ilk faiz de Abbas b. Abdül Muttalib'in faizidir. Hepsi toptan kaldırılmıştır.

Kadınlarınıza karşı muamelelerinizde Allah'dan korkunuz. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onlarla Allah'ın emri ile evlendiniz.

Hoşlanmadığınız hiç kimseyi eve almamaları sizin onlar üzerinde hakkınızdır. Eğer istemediğiniz bir kimseyi eve alırlarsa in-

19   Buharl;  Müslim.

20    Taberânl;  Ebü Bekir El Baffaf,    Mu'cem;     îbnünneccar;    Keoz'ul-Umınal 8/202.

21   tbnUnneccar; Kenz'ul-Umnjal 8/228.

22   Kasva :   Kulağı kesik demektir. Hz. Peygamberin devesinin adı olduğu da söylenir.

 

Gitmeden dövünüz. Gerektiği şekilde giydirmeniz ve yeme-içmeleri-ni temin etmeniz de onların sizin üzerinizdeki hakkıdır.

Size, sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapmayacağınız birşey bıraktım. Allah'ın kitabı (Kur'ân-ı Kerîm) ahirette vazifemi yapıp yapmadığım size sorulacak, ne söyleyeceksiniz?" Bunun üzerine, oradakiler:

-— Dini tebliğ ettiğine, vazifeni ifa ettiğine ve bize bildirdiğine şehadet sderiz!» dediler. Hz. Peygamber de şehadet parmağını havaya kaldırıp halka işaret ederek :

«— Şahit ol Yarab! Şahit ol Yarab! Şahit ol Yarab!» buyurdu."

İbn-i Abbas (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) kurban bayramı günü müslümanlara:

«— Ey müslümanlar! Hangi gündeyiz?» diye sordu,

«— Mukaddes bir gündeyiz» dediler.

«— Hangi beldedeyiz?» diye sordu.

-— Mukaddes bir beldedeyiz,» dediler.

-— Hangi aydayız?»

«Mukaddes bir aydayız,» dediler.

Bunun üzerine:

«— Kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da bu beldede, bu ayda, bu günün kutsallığı gibi kutsaldır,» buyurdu. Sonra bu sözlerini birkaç defa tekrar ederek başını semâya kaldırdı r

«— Tebliğ ettim mi Allahım! Tebliğ ettim mi Allahım!» dedi.

Kuvvet ve iradesi ile yaşadığım Allah'a yemin ederim ki şu sözler onun ümmetine vasiyyeti idi:

«Burada olanlar olmayanlara bildirsin. Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyiniz.»14

Cerir (r.a.)'dan:

Rasûlullah  (s.a.vj  bana:

"— Cerir! Cemaatı sustur!» dedi. Bazı şeyler söyledikten sonra şöyle devam etti:

-— Bu hale geldikten sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre döndüğünüzü görmeyeyim.»2* Ümmü Husayn (r.a.)'dan:

Veda Haccında Rasûlullah'la (s.a.v.) beraberdim. Üsame ile Bi-lâl'i Akabe'de şeytan taşlaymcaya kadar, birini Rasûlullah'ın (s.a.v.)

23    Müslim;   Bidaye 5/148, Ebû Dâvud;  Ibn Mâce;  Kenz'ul-Ummal 2/23.

24    Buharı; Bidaye 5/194; Müsned-l Ahmet b. Hanbel; Ibn Ebi Şeybe; Ibn Mâce;   Taberâni;   Bagavl;   Kenz'uI-Ummal 3/25.

25   Müsned-i Ahmed b. Hanbet; Bidaye 5/197.

devesinin yularını tutarken, birini de güneşten korumak için elbisesi ile ona gölge yaparken gördüm.

Rasûlulîah (s.a.v.) çok şey söyledi. Sonra onun şöyle buyurduğunu duydum :

-Başınıza sizi Allah'ın Kitabı ile idare eden burnu, kulağı kesik siyah bir köle de geçse onu dinleyin, ona itaat edin!»'"

Ebû Ümame  (r.a.)'dan:

Veda Haccı hutbesinde Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duydum:

«Allah her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirasçılara vasiyette bulunulmaz. Çocuk, kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina yapan recm edilir, gerisi Allah'a bırakılır.

Kim babası olmayan bir kimseye babamdır derse, kim de velisi olmayanı veli kabul ederse kıyamet gününe kadar Allah'ın laneti onun üzerine olsun. Kadın kocasının izni olmadan kimseye evinden birşey vermesin.» Bu söz üzerine:

«— Ya Rasülâllah! Yiyecekte mi vermesin?» dendi.

Rasûhıîîah (s.a.v.) :

«— Yiyecek bizim kıymetli mallarımızdan değil mi?» buyurarak :

«— Ariyeten (iğreti) alınan mal geri verilmeli. Faydalanılmak için alınan mal iade edilmeli. Borç ödenmeli, kefil de borçludur.»51

Ebû Ümame (r.a.) naklediyor :

O gün Rasûlullah (s.a.v.) Ced'â adındaki devesinin üzerinde halkın işitebilmesi için üzengilere basarak doğrulmuş vaziyette, yüksek sesle şöyle buyurdu:

«— Beni duyuyor musunuz?-

Bunun üzerine halkın arasından bir adam:

«— Ya Rasülâllah! Bize ne emredeceksiniz?»  dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) da :

•— Rabbinize kulluk edin! Beş vakit namazınızı kılın! Bir ay orucunuzu tutun! idarecilerinize itaat edin ki, Rabbinizin cennetine giresiniz.»2'

Abdurrahman b. Muaz Et-Teymî (r.a.)'dan:

Mina'da İken Rasûlullah {s.a.v.) bize bir konuşma yaptı. Can kulağı ile dinlediğimiz İçin tâ yerimizden ne söylediğini işitiyorduk. Cemrelerde taş atma usulüne kadar haccın menâsikini anlattı. Şe-hadet parmağı ile başparmağı arasına küçük bir taş aldı:

26          Müslim;  Bidaye 5/196;  Nesâi;  Kenz'ul-Ummal 3/62;  tbn Sa'd 2/184

27          Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Ebû Dâvud;  Tirmizî;  Nesaî.

28          Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;  Tirmizî;  Bidaye 5/198.

 

 

•— Taşı böyle atın!» buyurdu. Sonra muhacirlere Mescid-i Hayfın önünde konaklamalarını; Ensar'a da mescidin arkasında konaklamalarını emretti. Daha sonra da diğer müslümanlar konak-ladılar.33

Rafi b. Amr El Müzeni (r.a.)'dan:

Rasülullah'ı (s.a.v.) Mina'da, kuşluk vakti bir katırın üzerinde hitap ederken gördüm. Ali (r.aJ'da sözlerini uzaktakilerin işitmesi için tekrar ediyordu. Müslümanların kimi ayakta kimi de oturuyordu.'0

Ebû Hurre Er Rekaşî amcasından (r.a.) naklediyor:

Kurban bayramında Rasûlullah'm (s.a.v.) devesinin yularından tuttum, halkın arasından peygamberimize yol açıyordum. O şöyle buyurdu:

«— Ey insanlar! Biliyor musunuz hangi aydasınız? Biliyor musunuz hangi gündesiniz? Biliyor musunuz hangi beldedesiniz?- Oradakiler ;

«— Mukaddes bir günde, mukaddes bir ayda ve mukaddes bir beldedeyiz,» dediler. Rasûlullah fs.a.v.) §öyle devam etti:

«— Bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin kutsal olduğu gibi kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da kıyamete kadar kutsaldır. Sölyediklerimi iyi dinleyin ki rahat edesiniz? Sakın zulmetmeyiniz! Sakın zulmetmeyiniz! Sakın zulmetmeyiniz! Müslüman bir kimsenin malı gönlü razı olmadan diğer müslümana helâl değildir.

Dikkat edin! Cahiliye devrinden kalma bütün kan davaları, haksız yere alınan mallar ve kötü âdetlerin hepsi kıyamete kadar şu ayaklarımın altındadır. İlk kaldırdığım kan davası Beni Leys kabilesinden bir süt annede bulunmakta iken Hüzeyl tarafından öldürülen Haris b. Abdülmuttalib'in oğlu Rebia'nm kan davasıdır. Cahiliye devrinden kalma faizlerin tümü kaldırılmıştır. Aziz ve celîl olan Allah ilk olarak Abbas b. Abdülmuttalib'in faizinin kaldırılmasını emretti. Ancak verdiğiniz parayı alabilirsiniz. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.

Dikkat edin! Aylar, Allah'ın yeri ve gökteki yarattığı zamanki gibi -ilk günkü gibi- normal halini almıştır.-31

29   Ebû Dâvud; Ibnü Sa'd 2/185; Mtisned-ü Alımed b. Hanbel;  Nesaî.

30   Ebû Dâvud; Bldaye 5/198.

31   Araplar, haram aylarla diğer aylardan herhangi birini değiştirirler, böylece haram aylar her sene başka bagka zamanlara rastlardı. Bu değişiklik devam ederken, öyle sene olurdu ki, aylar gerçek yerlerini almış olurlardı. işte o sene de aylar normal yerlerini aldığından Rasûlullah böyle buyurmuştur.

Sonra şu âyet-i kerîme'yi okudu :

«Kitabında da bildirdiği gibi, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylandır.32 İşte bu dosdoğru bir dindir. Bu aylarda haksızlık yaparak cezaya maruz kalmayın. Bütün müşrikler topyekûn sizinle nasıl harp ediyorlarsa siz de topyekûn onlarla harp edin. Biliniz ki Allah müttekilerle beraberdir.-33

Dikkat edin!

Benden sonra birbirinizin boynunu vurarak küfre dönmeyiniz.

Dikkat edin!

Şeytan, namaz kılanların kendisine uymalarından ümidini kesmiştir. Fakat aranızda fesat çıkarmakla da yetinir. Kadın haklan hususunda Allah'a muhalefetten sakınınız. Onlar sizin emrinizde yardımcılanmzdır. Kendi başlarına birşey yapamazlar. Onların sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki haklarınız: Sizden başka hiç kimseyi yatağınıza bastırmamaları ve hoşlanmadığınız hiç kimsenin evinize girmesine izin vermemeleridir, îsyan etmelerinden korkarsanız onlara nasihat edin. Yataklarına varmayın, yaralamadan ve incitmeden dövün.

Kadınlarınızın rızıklannı temin etmeniz ve maddi durumunuza göre onları giydirmek size düşer. Onları Allah'ın emriyle aldınız, aziz ve celîl olan Allah'ın adı ile nikahlandınız.

Dikkat edin!

Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin.» Ellerini uzatarak:

«— Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi?- buyurdu. Sonra da:

•— Burada bulunan bulunmayana bildirsin. Çünkü sizden burada bulunmayanların bazıları burada bulunup dinleyenlerden daha çok faydalanırlar,» dedi.

Humeyd der ki: Hasan Basri buraya geldiği zaman şöyle dedi:

Nitekim, ashab bunları başkalanna da tebliğ ederek onların mes'ut olmalarını sağlamışlardır.»

Aynı mânada İbn-ü Ömer'den Cr.a.) gelen bir hadîsin evvelinde şöyle bir ilâve vardır:

-Nasr sûresi Veda Haccında, Mina'da eyyam-ı teşrik'in ortalarında nazil olmuştur.»

32          Zilkide, Zilhicce, Muharrem, Recep.

33          Tevbe,  36.

34          Müsned-ü Ahmed b. Hanbel.

 

Rasûlullah (s.a.v.) bu haccm veda haccı olduğunu bildirdi ve Kusva adındaki devesinin getirilmesini emretti. Hemen deve hazırlandı. Sonra Hz. Peygamber ona binerek Akabe'ye kadar gitti. Orada müslümanlar etrafına toplandı. Rasüîullah (s.a.v.) Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu:

«Ey insanlar! Cahüiye devrinden kalan kan davaları kaldırılmıştır...» Yukarda zikredilen hadîse ilâve olarak da şunlar vardır:

•Ey insanlar! Şeytan, artık kıyamete kadar kendisine, sizin memleketinizde ibadet edilmesinden ümidini kesmiştir. Fakat o sizin önemsemediğiniz küçük günahlara da razı olur. Dinimizin icaplarına uymakta titizlik gösterin. Küçük de olsa günah işleyerek şeytanı sevindirmeyin.-

Bu hadîse şu ilâve de vardır:

-Ey insanlar! Ben size sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıt-mıyacağınız birşey bıraktım. O da Allah'ın kitabıdır. (Kur'ân-ı Ke-rim'dir). Onunla amel ediniz.-

Bu rivayetin sonunda da şu ilâve vardır:

•Bu   sözlerimi,   burada  bulunanız  bulunmayanınıza  ulaştırsın. . Benden sora peygamber gelmeyecektir. Sizden sonra da ümmet gelmeyecektir.»

Sonra ellerini kaldırarak şöyle buyurdu:

«Allahım şahit ol!-"

Câbir b. Abdullah  (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v.) Kurban bayramında bize veda hutbesini irad ederek şöyle buyurdu:

•Ey insanlar! Rabbiniz tektir. Babanız da birdir. Arap olanın arap olmayana asla bir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da arap olana bir üstünlüğü yoktur. No kırmızının siyaha, ne de siyah renkli olanların kırmızı renkli olanlara bir üstünlüğü vardır. Üstünlük sadece takva tîedir. Allah katında en şerefliniz takvaca en üstün olanınızdır.

Tebliğ ettim mi?»

Orada bulunanlar:

-— Evet ya Rasülâllah!»   dediler.  Sonra Rasûlullah   (s.a.v.) :

*— Öyleyse bunları, burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin,» buyurdu.58

Abdullah b. Mes'ûd'dan Cr.a.) :

Rasûlullah (s.a.v.) Arafat'da kulağı kesik olan devesi üzerinde ayağa kalkarak şöyle buyurdu:

35   Bezzârj   BhJâye 5/202;   Maverdt;   Ibn Merdeveyh;  Kenz'nl-Ummal 3/26.

36   Beyhabt; Tergib 4/392.

«— Bu günün hangi gün olduğunu, bu ayın hangi ay olduğunu, bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor musunuz?-

«— Burası mukaddes bir beldedir. Bu ay mukaddes bir aydır. Bu gün de mukaddes bir gündür, - dediler.

Rasûlullah (s.a.v,) şöyle devam etti:

«— Bu beldede, bu ayda, bu günün kutsallığı gibi mallarınız ve kanlarınız da kutsaldır (dokunulmazlığı vardır).

Ben havzın başına önce gidip, sizi bekleyeceğim. Diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla övüneceğim. Yüzümü kara çıkarmayın.

, Ben bir kısım insanı kurtaracağım, bir kısmını da kurtaramı-yacağım, O zaman;

•— Ya Rabbi! Ashabım!» diyeceğim. Cenabı Allah de:

«— Senden sonra onların neler yaptıklarını, sen bilmiyorsun!» buyuracak."

Rasûlullah'm (s.a.v.) Deccal, Müseyleme. Ye'cüc, Me'cüc ve Ay Tutulması Hakkındaki Konuşmaları:

.   Abdullah b. Ömer  (r.a.)   anlatıyor:

Veda Haccına dair konuşuyorduk. Fakat o haccın Rasûlullah (s.a.v.) tarafından yapılan son hac olduğunu bilmiyorduk. O hacda Hz. Peygamber deccal hakkında uzun uzun konuştuktan sonra sözünü şöyle bitirdi:

«— Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki, o ümmetini deccalden sakındırmış olmasın. Nuh (a.s.J ve ondan sonra gelen peygamberlerin hepsi ümmetlerinin deccale karşı uyanık olmalarını tenbih etmişlerdir. Onun alâmetleri sizce malûmdur. Dikkat edin, sizi şaşırtmasın. Rabbiniz şaşı değildir.»33

Sefine (r.aJ'dan ;

Rasûlullah (s.a.v.) bize hitap ederek şöyle buyurdu:

«Benden önce, ümmetimi deccalden sakındırmayan hiçbir peygamber gelmemiştir. Onun sol gözü şaşıdır. Sağ gözünde de et parçası vardır. Alnında kâfir diye yazılıdır. Yanında iki vadi vardır; biri cennet vadisi, diğeri ise cehennem vadisidir. Hakikatte onun cenneti cehennem cehennemi de cennettir. Yanında peygamberlere benzeyen iki de melek vardır. Biri sağında biri sofundadır. Bunların ikisi de insanları imtihan içindir. Deccal:

«— Ben sizin öldürüp dirilten rabbiniz değil miyim.?- der. Meleklerden biri:

37   Ibn Mâce, sh.  565;  Müsned-ü Ahmed  b. Hanbel;  Keriz'u l-Umma l 3/25-

38   Mîlsned-ü Ahmed  b.  Hanbel;  Mecme'uz-Zevaid  7/338.

 

-— Yalan söylüyorsun» der. Fakat insanlardan hiç kimse işitmez. Sadece diğer melek İşitir ve ona:

«— Doğru söyledin» diye cevap verir. Onun sesini halk işitir ve onun deccalı tasdik ettiğini zannederler, işte bu da bir imtihandır.

Sonra deccal Medine üzerine yürür, fakat oraya girmesine izin verilmez. Bunun üzerine :

-— Burası ahir zaman peygamberinin memleketidir,» diyerek ta Şam'a kadar yürür. Daha sonra aziz ve celîl olan Allah Teâlâ onu Efîk patikasında helak eder.-"

Cünâde b. Ebü Ümeyye El Ezdî'den:

Ben ve ensardan bazıları Rasûlullah'm (s.a.v.) ashabından bir adama gittik,

«— Rasûlullah'm (s.a.v.) deccal hakkında söylediklerinden duyduklarını bize anlat,» dedik. O Rasûlullah'm (s.a.v.) bu konuda kendilerine şunları söylediğini nakletti:

-— Sizi deccalden sakındırırım! Sizi deccalden sakındırırım! Sizi deccalden sakındırırım! Çünkü ümmetini ona karşı uyandırmayan hiçbir peygamber gelmemiştir. Ey Ümmet! O, mutlaka sizin içinizden çıkacak. O, kıvırcık saçlı, sol gözü şaşı ve esmerdir. Beraberinde cennet cehennem, dağlar kadar ekmek ve nehirler kadar sular vardır. Yağmur yağdırır, fakat ağaç bitiremez. Bazı kimseleri öldürür, bazılarını öldüremez. Yeryüzünde kırk sabah bekler, her yere girer, fakat dört mescide giremez. Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram, Mescid-i Medine ve Mescİd-i Tür.

Şüpheye düşmeyin. Çünkü aziz ve celil olan Rabbiniz şaşı değildir.41

Ebû Ümame el Bâhili (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) bir gün bize bir konuşma yaptı. Konuşmasının ekseriyeti deccalle ilgili idi. Söyledikleri arasında şunlar da vardl:

-Allah Teâlâ ümmetini deccalden sakındırmayan hiçbir peygamber göndermemiştir. Ben nebilerin sonuncusu, siz de ümmetlerin sonuncususunuz. Hiç şüphesiz o sizin içinizden çıkacak. Eğer ben aranızda iken o çıkarsa, ona karşı her müslümamn dinini ben müdafaa edeceğim. Eğer benden sonra çıkarsa herkes dinini kendisi müdafaa etsin, Allah bütün müslüm anların yardımcısıdır.

O İrak'la Şam arasındaki bir yoldan zuhur edecek, kısa zamanda her tarafı fesada verecek. Ey Allah'ın kullan! Dininizde sebat gösterin. O önce şöyle söyler:

39          Efik: Havran ve Gavr arasında bir köydür.

40          Müsned-ü Ahmed b. Hanbel; Taberâni; Mecme'uz-Zevald 7/340.

41          Müsned-U Ahmed b. Hanbel; Mecme'uz-Zevaid 7/343.

RasûluUah (s.a.v.) m Konuşmaları 1777

._ Ben peygamberim, benden sonra peygamber gelmeyecek.» ikinci olarak da şu İddiada bulunur:

«_ Ben sizin rabbinizim.» Halbuki siz ölünceye kadar Rabbi-nizi göremiyeceksiniz.

Onun altında -Kâfir» diye yazılıdır. O yazıyı her mü'min okur. Sizden kim onunla karşılaşırsa yüzüne tükürsün ve Kehf süresinin hastarafmı okusun. O, insanlardan bir kısmına musallat olur, onları öldürür, sonra diriltir. Onun bu öldürüp diriltmesi belli kişileri kaosar, diğerlerine dokunamaz. Beraberinde cennet ve cehennemin bulunması onun hilesidir. Onun cenneti, cehennem, cehennemi ise gerçekte cennettir Kim onun cehennemine uğrarsa gözlerini kapasın ve Allah'dan yardım istesin. Ateşin Hz. İbrahim'i yakmadığı ve bir emniyet yeri olduğu gibi ona da deccalin ateşi zarar vermez ve emin bir yer olur.

Bir yere uğrayıp orada onu tasdik etmeleri, ona inanmaları ve ora halkı için dua edip aynı gün yağmur yağdırması yine onun imtihan şekillerindendir. O dua edip yağmur yağdırınca her yerde bolluk olur. Hayvanları evvelkinden daha semiz, daha yağlı ve daha sütlü olurlar.

Yine deccal bir yere uğrar orada da onu yalanlarlar, ona inanmazlar. O da onlara beddua eder. Böylece onların rahatı ve huzuru kalmaz.

Deccal kırk gün hükümran olur. Fakat onun bir günü bir sene kadar, diğer günü bir ay kadar, bir diğer günü hafta kadar, öbür günü normal bir gün kadar, daha öbür günü ise çok kısa bir zaman kadar olur. O kadar ki şehrin bir ucundan çıkan bir kimse daha öbür ucuna varmadan akşam olur.»

*— O kısa günlerde nasıl namaz kılarız, ya Basülâliah?- diye sordular. Şöyle buyurdu:

*— Uzun günlerdekine benzer şekilde namaz vakitlerini ayarlarsınız.»*2

Câbir  (r.a.)  anlatıyor:

Bir gün RasûluUah (s.a.v,) minberde:

"— Ey insanlar! Ben sizi gökten gelen bir haber için toplama-dım,. buyurdu, sonra da Cessase43 hadisini zikrederek şunu söyledi :

*— O âmâdır. Medine hariç kırk günde bütün yeryüzünü dolaşır.» Daha sonra şöyle buyurdu:

42   Müstedrek, 4/536.

Cessâse, deccâle haber toplayan insanın dışında bir varlık.

 

•— Medine-İ Münevvere'ye giremeyecek, onun hiçbir kapısı yoktur i*, melekler kılıçlarını çekip deccale engel olmasınlar. Mekke'ye de giremez.-*4

Basra eşrafından Sa'lebe b. Abbâd el Abdi'den : Bir gün Semüre b. Cündeb'in (r.a.) hutbesini dinledim. O, hutbesinde Rasûlullah'dan  (s.a.v.)   bir hadiseyi nakletti. Güneşin açılması, kûsuf namazının ikinci rek'atm tahiyyetine rastlamıştı, dedi. Züfaeyr de:

•— Zannedersem,» dedi.

Semüre daha sonra şöyle devam etti:

•— Selâm verdi. Aziz ve celîl olan Allah'a hamd-ü senadan sonra kendisinin Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet etti. Sonra da şöyle buyurdu:

«— Ey insanlar! Allah aşkına aziz ve celîl olan Rabbimin emirlerini tebliğde bildiğiniz kusurlarım varsa bana söyleyin.» Bunun" üzerine bazıları ayağa kalkarak:

«— Şehadet ederiz ki, sen Rabbinin emirlerini tebliğ ettin, ümmetine samimiyetle anlattın ve üzerine düşeni yerine getirdin,-dediler.

Rasûlullah  (s.a.v.)   daha sonra şöyle buyurdu:

•— Bu güneşin ayın tutulmasını, yıldızların yerlerinden kaymalarını büyük adamların ölümlerine bağlayanlar yalan söylüyorlar. Onlar Allah'ın varlığının alâmetlerinden bir alâmettir. Onlarla kullarını imtihan eder, kimlerin tevbe ettiklerine bakar. Ben namazda sizlerin dünya ve ahirette nelerle karşılaşacağınızı gördüm. Yine yemin ederim ki, otuz tane yalancı çıkmadan kıyamet kopmayacak-tır. Onların sonuncusu sol gözü kör olan deccaldir. Onun gözü aynı Ebû Tıhyâ'nmki gibidir.41

O ne zaman çıkacak? (yahut da ne zaman çıkmayacak) buyurdu :

O Allah olduğunu iddia eder. Kim ona iman eder, onu tasdik eder ve ona uyarsa geçmiş hiçbir iyi ameli ona fayda vermez. Kim ona inanmaz, onu yalanlarsa geçmiş kötü amellerinden dolayı cezalandırılmaz. O yakında yeryüzüne çıkacak (veya sadece çıkacak, buyurdu), fakat sadece Beytül Makdis'e giremeyecek, Mü'minleri Beytül Makdis'de muhasara edecek, mü'minler çok sıkıntı çekecekler. Sonra da Allah Teâlâ onu helak edecek. O kadar ki, duvar dipleri veya ağaç dipleri bağıracak, yahut ey mü'min veya ey müslim

44    Ebû Ya'Ii; Mecmc'uz-Zevald 7/346.

45   Ebû Tıhye; Ensarın oturduğu mahalle ile Hz. Âlşe'nin evi arasında bulunan bir yerde ikamet etmekte olan ensardan yaslı bir zattır.

«ahudi işte burada, veyahut da bu kâfirdir, gel onu öldür, diye ça-

ğırır.

Yalnız :     «Peygamberiniz size bundan bahsetmiş miydi?»  diye

birbirinize soracağınız büyük hadiseler zuhur etmedikçe, dağlar yerlerinden oynamadıkça bu hadiseler olmaz, işte ondan sonra da kıyamet kopacak.

Sonra Semüre'nin kelimesi kelimesine, olduğu gibi bu hadîs-i şerifi anlattığını dinledim."

fmam-ı Ahmed ve Bezzar'm naklettikleri hadîste ise şu ilâve vardır :

«Kim Allah'ın emirlerine sımsıkı sarılır ve Rabbim Allah'tır, diridir ve asla ölmez, derse ona azap yoktur. Kim de deccale sen benim Rabbimsin derse, helak olmuştur.*

Ebû Bekir (r.aJ'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) daha hiç birşey söylememişken haik Müsey-leme hakkında dedikoduyu çoğaltmıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kalkarak şöyle bir konuşma yaptı :

-Sizin, hakkında konuştuğunuz bir adam kıyamet kopmadan Önce çıkacak olan otuz yalancıdan biridir. Deccalin korkusunun ulaşmadığı hiçbir ülke kalmayacaktır.-47

Müstedrek'de şu ilâve vardır :

•Deccal korkusu sadece Medine'ye gelmeyecek. Çünkü her vadide bulunan iki melek o gün deccale karşı Medine'yi müdafaa edecekler.-"

Halit b. Abdullah b. Harmele, teyzesinden naklediyor : Akrep soktuğu için başı sanlı olarak RasûSuIİah (s.a.v.) şu konuşmayı yaptı :

-Siz düşman yok diyorsunuz. Halbuki Ye'cüc ve Me'cüc gelinceye kadar siz savaşa devam edeceksiniz. Ye'cüc ve Me'cüc enli yüzlü, küçük gözlü kırmızı göz bebeklidirler. Yeryüzünün her tarafından çıkarlar, yüzleri sanki üst üste geçirilmiş kalkan gibidir.*0

Ka'ka'nın kansı Bakîre'den :

Ben kadınlar sofasında otururken Rasûlulîah'ın (s.a.v.) sol eli "e işaret ederek şöyle buyurduğunu duydum :

•Ey insanlar! Güneşin şu taraftan doğduğunu duyduğunuz za-kıyamet mutlaka gelip çatmıştır. -"

 

*6          Müsned-i Ahmed b.  Hanbel;  Mecme'uz-Zevaid 7/341.

j' Müsned-ü Ahmed b.  HaDbel;  Taberani;  Mecme'uz-Zevaid 7/332

48          Miistedrek, 4/541.

49          Müsned-1 Ahmed b. Hanbel; Tabcrâni;  Mecme'uz-Zevaid 8/6.

0 Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;  Taberânl;  Mecme'uz-Zevaid 8/9.

Gıybetin Kötülüğü Hakkında Rasûlultah'm   (s.a.v.)  Bir

Konuşması:

Berâ (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.v.), bize bir hutbe irad etti. O kadar yüksek sesle konuştu ki, evlerinde bulunan (yahut yatak odalarında bulunan) genç kızlar bile bu konuşmayı dinlediler:

•Ey dili ile ikrar edip de kalbine iman girmeyenler! Müslümanların gıybetini yapmayınız. Onların ayıplarını araştırmayınız. Kim müslüman kardeşinin ayıbını araştınrsa Allah da onun ayıbını araştırır. Allah kimin ayıbını araştınrsa Allah onun evinin içinde rezil eder.»sı

îbn-i Abbas  (r.a.)'dan gelen başka bir rivayette şunlar vardır:

•Mü'minlere eziyet etmeyin, onların ayıplarını araştırmayın. Çünkü kim müslüman kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun gizli olan şeylerini meydana çıkarır.»"

İyiliği Emredip Kötülüğe Engel Olmak Hususunda Rasûlullah'ın  îs.a.v.) Konuşması:

Hz. Âişe Ir.a.) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi. Yüzünden kendisine bir şeyler olduğunu anladım. Hemen abdest aldı, hiç kimse ile konuşmadı. Ben de odaya çekilerek ne söyleyeceğini dinlemeye başladım. Minbere çıktı, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu :

«Ey insanlar! Allah size şöyle buyuruyor:

Dua edip de kabul etmediğim, isteyip de vermediğim ve yardım dileyip size yardım ölmediğim zaman gelmeden önce iyiliği emredin ve kötülüğü nehyedin.»

Başka birşey söylemeden indi."

Rasüluüah'ın   (s.a.v.)  Kötü Huylardan Sakındıran Bir Konuşması:

Abdullah b. Ömer (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v.) bize bir konuşma yaparak şöyle buyurdu:

«Sakın zulmetmeyin. Çünkü zulüm kıyamet günü sizi karanlıkta bırakır.

Kötülükten ve kötülüğe alışmaktan da sakının. Size cimrilikten sakınmanızı tavsiye ederim. Çünkü sizden önce helak olanlar hep cimrilik yüzünden helak oldular. Cimrilik onlara dostlarla alâkayı

51          Ebü Ta'lâ; Mecme'uz-Zevaid 3/93.

52          Taberâni;   Mecme'uz-Zevaid  8/94;   Beyhakl;   Kenz'ul-llmmal 8/200.

53          tbn Mace;  Ibn Hıbbân;  Tergrib 4/12; Mecme'uz-Zevaid 7/266.

kesmeyi emretti, onlarda kestiler. İçlerindeki o duygu onlara cimri olmayı emretti, onlar da cimrileştiler, kötülüğü emretü. onlar da kötü oldular.»

Bunun üzerine bir adam kalkarak :

-— Ya Rasûlâllah! İslâm'da en efdal olan nedir?» diye &ordu. Hz. Peygamber de:

«— Eliyle ve diliyle kimseyi incitmemek,- buyurdu. Adam tekrar (veya başka biri) :

«— Ya Rasûlâliah! Hangi hicret (terk) daha üstündür?» diye sordu.

Hz. Peygamber de şöyle buyurdu :

-— Rabbinin hoşlanmadığı şeyden hicret etmen (Rabbinin hoşlanmadığı şeyi terketmen).

Hicret iki kısımdır •. Taşrada olanların hicreti, merkezde olanların hicreti. Taşradakilerin hicreti, davet edildiği zaman icabet etmek ve enırolunduğu zaman emre itaat etmektir. Merkezde bulunanın hicreti (terkedeceği şeyler) mükâfaat bakımından taşrada bulunanınkinden daha üstün ve yerine getirilmesi daha ağırdır.»"

Rasûlullalı'ın  (s.a.v.)  Günah-ı Kebâirden Sakındırmasına Dair Konuşmaları:

Eymen b. Hureym  (r.a.)  anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) kalktı ve şöyle konuştu:

-Ey insanlar! Yalan yere şahitlik etmek Allah'a şirk koşmakla aynıdır.» Bu sözü üç defa tekrar ettikten sonra şu âyet-i kerîme'yi okudu:

»Herkim Allah'ın mukaddes emirlerine hürmet ederse, onun bu hareketi Allah nezdinde kendisi için hayırlı olur. Haram olduğu size bildirilenlerin dışında kestiğiniz hayvanlar size helâl kılınmıştır. O halde murdar putlara hürmet göstermekten çekinin ve yalan sözden sakının.""/50

Enes b. Malik (r.a.)'dan;

Rasûlullah (s.a.v.) bize yaptığı bir konuşmada faizi aniattı ve onun tehlikelerini belirterek şöyle buyurdu:

-Bir kimsenin faizden bir dirhem kazannaası, Allah katında otuz-altı zina günahı işlemesinden daha büyüktür. Faizin de en beteri müslüman kardeşinin namusuna göz dikmektir.-"

54          Müstedrek; Ebû Dâvud;  Tergîb 4/158 ve 3/467.

55          Hac,  31

56          Mıisned-ü Ahmed b. Han b el;  Tirmizi;  Kenz'ul-Ummal 4/7.

57          Ibn Ebiddünya;  Tergîb 4/282.

Ebû Musa el Eş'arî (r.a.) 'dan •

Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) bize şu konuşmayı yaptı: «Ey insanlar! Allah'a şirk koşmaktan sakının. Çünkü o yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha gizlidir. (Hiç umulmadık konularda Allah'a şirk koşmak ihtimali mevcuttur). Kim :

-— Şirk, yürüyen karıncanın ayak seslerinden daha gizli olduğuna göre ondan nasıl sakınırız, ya RasûlulJah?» derse şöyle dua etsin:

Allahım, bilerek şirk koşmaktan sana sığınırız. Bilmeyerek yaptıklarımızdan da senden af dileriz.»"

Rasûlullah'm  ls.a.v.J  Şükür Hakkındaki Konuşmaları ı

Nu'mân b. Beşîr (r.a.) anlatıyor:

RasûJullah (s.a.v.) bu kütüğün üzerinde (veya bu minberde şöyle buyurdu:

«Aza şükretmeyen, çoğa da şükretmez. İnsanlara teşekkür etmeyenler aziz ve celil olan Allah'a da şükür etmezler. Allah'ın verdiği nimetleri anıp hakkını vermek şükür, bunu terketmek ise küfürdür. Birlik rahmet, ayrılık felâkettir.»

Bu arada Ebû Ümame el Bâhilî t

-— Birliğe, beraberliğe koşun!» dedi... ve şu âyeti okudu :

«Allah'a ve Rasülüne itaat edin, de. Eğer yüz çevirirlerse Peygamberin vazifesi, rîsaleti tebliğ, sîzin vazifeniz de ona itaattir. Eğer Allah'ın Rasülüne itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz. Rasülul-lah'a düşen sadece apaçık tebliğdir.-"/60

Ebû Zer (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah'm (s.a.v.) bir konuşmasında şu âyeti okuduğunu duydum :

-Mabetlerden, heykellerden, büyük havuzlara benzer çanaklardan veya taşınması güç kazanlardan Süleyman'a (a.s.) dilediğini yaparlardı. Ey Dâvud oğulları! Şükredin! Kullarımdan şükreden-ler pek azdır.»61

Daha sonra şöyle buyurdu :

«Kimde şu üç güzellik bulunursa Davud'a (a.s.) verilenler ona da verilmiş olur : Gizli ve aşikâr her yerde Allah korkusu; sakin ve

58          ibn  Ebu Şeyhe;  Kenz'ul-ümmal 2/169.

59          Nur, 54.

60          Abdullah  b.  Ahmed;  Bezzar;   Taberânİ;  Mecme'uz-Zevaid  5/218.

61          Sebe',  13.

öfkeli hallerde âdil hüküm vermek, zenginlikte ve fakirlikte tutumlu olmak.« "

Basûlullah'm  (s.a.v.) Hayatın Değerlendirilmesi île İlgili

Konuşması ı

Hz, Ali (r.a.)'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Kavnyarak dinleyenin veya konuşan âlîmin hayatından daha değerli bir hayat yoktur. Ey İnsanlar! Sizler sulh, sükûnet devrin-desiniz. Zaman süratle ilerliyor. Görüyorsunuz gece ve gündüz her yeniyi eskitiyor, her uzağı yakmlaştınyor, her va'di gerçekleştiriyor, öyleyse gelecekteki mücadeleler için hazırlanın.» Bunun üzerine Mikdâd (r.a.) :

«— Ey Allah'ın Peygamberi Sulh nedir?» diye sordu. Hz. Peygamber de şöyle cevap verdi:

-— Yakında miadı dolacak olan bir hazırlanma devresidir. Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman Kur'ân-ı Kerîm'e sanlınız. Çünkü o, şefaat eden ve şefaati kabul edilendir. Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır. Kim Kup'ân'ı rehber edinirse Kur'ân onu cennete götürür. Kim de Kur'ân'ı arkasına atarsa Kur'ân da onu cehenneme sevk eder. O en hayırlı yolu gösterir. Emirleri açık ve kesindir, boş sözler değildir. Onun zahiri ve batını vardır. Zahiri açık hükümler, batını ise ilimle anlaşılır. Mânaları çok derindir. Güzellikleri sayılmaz, âlimler ona doymazlar. O, hakikate ulaşmak için Allah'ın sağlam ipidir. Dosdoğru yoldur. Cinlerin duydukları zaman hayretten: -Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kur'ân dinledik ve hemen inandık. Ve artık Rab-bimize hiçbir şeyi ortak koşmıyacağız,-*3 dedikleri hakikattir.

Her şeyi Kur'an'la isbat edenler doğru söylemiş olurlar. Onunla amel edenler mükâfatlandırılırlar. Kur'an'la hüküm edenler adalet yapmış olurlar. Kim onunla amel ederse dosdoğru yola iletilir. Onda hidayet kandilleri vardır, hikmet nurları vardır. O insanı gerçeğe sevk eder.-*4

Rasûluîlah'ın (s.a,v.î Dünyaya Bağlanmama Hususundaki Konuşmaları ı

Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah'ı (s.a.v.) ayağa kalkmış ashabına hitap ederken gördüm. Şöyle buyuruyordu:

62          Ibnünneccar; Kenz'ul-Umma! 8/226.

63          Cin, 1-2.

64          Askeri;  Kenz'ul-Ummal 1/218.

 

«Ey insanlar! Sanki ölüm bizden başkalarına gelecek. Sanki bu din başkalarına gelmiş gibi kayıtsızsınız. Ölenler kısa zaman sonra tekrar bize döneceklermiş gibi, miraslarını yiyoruz, onlardan sonra ebedî kalacakmışız gibi davranıyoruz. Bütün Öğütleri unutmuşuz, bütün belâ ve musibetlerden eminmiş gibiyiz. Kendi ayıplarını düşünmekten başkalarının ayıplarını araştırmaya vakit bulamayan kimselere ne mutlu! Ne mutlu helâlinden kazananlara! Kalbini düzeltenlere, dışını güzelleştirenlere ve doğru yolda yürüyenlere! Ne mutlu, zillete düşmeden Allah rızası için tevazu gösterenlere! Ne mutlu helâl kazancından hayra harcayanlara! Ne mutlu sofi ve âlimlerle düşüp kalkanlara, düşkün ve yoksullara merhamet edenlere!

Ne mutlu malının fazlasını Allah için verenlere, az konuşanlara, hareketlerini sünnete uydurup bid'at işlemeyenlere!"

Sonra aşağı indi."

Başka rivayetlerde de şu ilâveler vardır:

«Rasûlullah (s.a.v.) kulaksız devesi üzerinde bize şöyle hitap etti:

«Ey insanlar!.. Ölenlerimizin evleri mezarlarıdır, onların miraslarını yiyoruz... Ne mutlu sünnete uyup bid'at işlemiyenlere!.. Fa-kîhlerle düşüp kalkanlara, şüpheci ve bid'atçılardan sakınanlara, dış görünüşünü düzeltenlere ve serlerden insanları emin küanla-ra!..»w

Hz. Aişe (r.aj'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) minberde etrafındaki insanlara şöyle hitap etti:

"Ey insanlar! Allah'dan hakkı ile utanın.»

Bu sözler üzerine bir adam:

«— Ya Rasûlâllah! Allah'dan da mı nasıl?» deyince Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«Sizden hiç kimse ölümü unutarak bir gece bile uyumasın. Karnını, kafasını ve bütün azalarını haramlardan korusun. Ölümü ve ötesini düşünsün. Dünya süsüne aldanmasın.»67

Rasûlullah'm  (s.a.v.l  Haşr Hakkındaki Hutbesi •.

İbn Abbâs (r.a.)'dan: Rasûlullah'm (s.a.v.) minberde şöyle hitap ettiğini işittim :

-— Sizler Allah'ın huzuruna yalın ayak çıplak ve sünnetsiz olarak geleceksiniz.»

65          Hılye,   3/202.

66          tbn Asâkir;   Kenz'ul-Ummal  8/204 ve  10/229;  Bezz&r.

67          Taberâni; Evsat; Tirmlzt; T«rgib 5/200.

 

Bir diğer rivayet de şöyledir:

Rasûlullah (s.a.v.) bize şu nasihati verdi:

«— Ey insanlar! Siz Allah'ın huzurunda yalın ayak ve çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Tıpkı ilk defa nasıl yaratmış-sak, onları tekrar dirilteceğiz. Bu bizim verilmiş bir sözûmüzdür. Biz, söylediklerimizi yaparız.»68

Yaratıklardan ilk giydirilen İbrahim (a.s.)'dır. Ümmetimden bir ktsım kimseler getirilecek, defterleri sol taraflarından verilmiş olan bu kimseleri görünce "ben :

*— Ya Rabbi, bunlar benim ümmetim,» diyeceğim.

Cenab-ı Allah da:

«— Onların senden sonra neler yaptığım bilmiyorsun,» buyuracak. Bunun üzerine ben sâlih bir kul olan Hz. İsa'nın (a.s.) dediği gibi:

«...Onların arasında bulunduğum müddetçe hallerine şahit idim. Benîm ruhumu aldıktan sonra, onların murakıbı sendin. Sen her şeye hakkıyla şahitsin. Onlara azap edersen, onlar senin kullarındır. Onları bağışlarsan, aziz sensin, hakim sensin,»59 diyeceğim. Bunun üzerine bana:

«— Senin onların arasmdan ayrılışından itibaren onlar izleri üzerine gerisin geriye döndüler,» buyuracak.70

Rasûlullah''n (s.a.v.) Kader Hakkındaki Hutbesi:

Hz. Ali (r.aJ'dan:

Rasûlullah (s.a.v.) minbere çıktı, Allah'a hamd-ü senadan sonra şöyle buyurdu:

-— Öyle kitaplar vardır ki Allah onlara cennet ehlinin isimlerini ve neseblerini yazı ııştır. Bu kitaplar, her şeyi teker teker kaydetmiş ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmamıştır. Kıyamete kadar onlara ne birşey iîâve edilir re de onlardan birşey eksiltilir.

Yine öyle kitaplar vardır ki, Allah onlara da cehennemlikleri isim ve nesebleri ile yazmıştır. Onlann hepsi bu kitaplarda toplanır. Kıyamete kadar onlara ne birşey ilâve edilir, ne de onlardan birşey eksiltilir. Cennetlikler, hangi ameli işlemiş olurlarsa olsunlar, cennet ehline yakışan amel üzere iken ölürler.

Cehennemlikler de hangi ar;i-;li işlemiş olurlarsa olsunlar, cehennem ehlinin yaptığı amel üzere ölürler.

68          Enbiya, 104.

69          Mâide, 121-122.

70          Buhari;  MüsUm;  Tergîb 5/345.

 

Bahtiyar kimseler bahtsızların yolunda giderken «Bunlar ne ka-dar da bahtiyar kimselere benziyorlar, belki de onlardandır.* denecek. Onlar bu hallerinden kurtulup saadete erecekler.

Bahtsız kimseler de bahtiyarların yolundan giderken -Bunlar ne kadar da bahısız kimselere benziyor, belki de onlardandır,» denecek. Onlar da bahtiyarların yolunda uzaklaşıp bedbaht olacaklar.

Allah, Levh-i Mahfuz'da kimi mes'ud olarak yazmışsa, ölmeden önce dünyada yarım günlük zamanı bile kalmış olsa, o kimseyi ahirette bahtiyar edecek ameli işletmedikçe dünyadan ayırmaz. Kimi de levh-i mahfuz'da bahtsız olarak yazmışsa, ölmeden önce dünyada yanm günlük zamanı bile kalmış olsa, o kimseyi bedbaht edecek ameli işletmedikçe Allah onu dünyadan ayırmaz.

Ameller sonuçlarına göre değerlendirilirler.-11

Kendisiyle Akrabalığın Faydası Hakkında Rasûlullah'm  (s.a.v.) Hutbesi;

Ebû Said  (r.a.)  anlatıyor:

Rasûlullah'ın  (s.a.v.)  minberde şöyle buyurduğunu işittim:

«Bazılarına da ne oluyor? Rasûlullah ile akraba olmak kıyamette fayda vermez diyorlar. Allah'a yemin ederim ki, benimle akraba olmak, hem dünyada, hem ahirette fayda verir. Ey insanlar! Kıyamet günü ben sizden önce Havz'ın başına varacağım, insanlar bana:

«— Ya Rasûlâllah! Falan oğlu falanım,* diyerek. Ben de r

-— Kim olduğunuzu biliyorum. Fakat sizler, benden sonra bir takım şeyler uydurdunuz. Dinden çıkarak gerisin geriye döndünüz,» diyeceğim.7*

Rasûlullah'm  (s.a,v.) Zekât Memurları ve İdarecilerle İlgili Hutbesi:

Ebû Said (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah (s.a.v.J bize hutbe irâd ederek şöyle buyurdu:

-— Rabbimin beni davet edeceği, benim de icabet edeceğim zaman yaklaştı. Benden sonra gelen bazı idareciler sizin bildiklerinize ve örflerinize göre amel edecekler. Onlara itaat etmek gerekir. Bu durum bir müddet devam edecek. Sonra bir kasım idareciler gelecek sizin bilmediğiniz ve örfünüze uymayan şeylerle amel edecekler. Kim onlara yol gösterir ve nasihat ederse, hem kendisinin, hem de başkalarının helakine sebep olur. Onlarla birlikte bulunsanız

71    Taberânİ;  Evsat;  Kenz'ııl-Ummal  1/87;  Mecme'uz-Zevaid 7/213.

72    İbnünneccar;   Kenz'ul-Ummal 1/98;  Miisned-U Ahmed b. Han b el;   Tefsir-ü ibnti Kesir 3/256.

 

bile, onların yaptıklarını yapmayın, iyilerin iyi olduğuna, kötülerin kötü olduğuna şahit olun.-"

Ebû Humeyd es Sâidî  (r.a.)'dan:

Rasûlullah ts.a.v.) birini zekât memuru tâyin etti. Zekât memuru işini bitirip Hz. Peygamber'e gelerek:

«— Ya Rasûlâllah! Bu size    (Beytülmale)    bu da bana hediye

edildi,, dedi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber ona:

.—- Ana ve babanın evinde oturup bekleseydin sana hediye verilir miydi, yoksa verilmez miydi?» dedi. Akşamleyin namazdan sonra Allah Teâlâ'nın varlığına, birliğine şehadet getirdi ve onu lâyıkı veçhile övdükten sonra şöyle bir konuşma yaptı r

,— Tâyin ettiğimiz memurlara ne oluyor da bize gelerek: Bu sizin (Beytülmâlin), bu da bana hediye edildi, diyorlar. Ana babalarının evlerinde oturup bekleselerdi onlara hediye verilir miydi, yoksa verilmez miydi?»

Muhammed'i kuvvet ve kudreti ile yaşatan Allah'a yemin ederim ki, sizden biriniz, devlet malından aldığınız şeyi kıyamet günü, boynunda taşıyarak getireceksiniz. Eğer haksız olarak kazandığı bir deve ise, getirirken deve kükreyecek, inek ise, inek böğürecek, koyun ise meleyecek.

Tebliğ ettim mi?»

Ebû Humeyd derki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.) koltuk altlarını görebileceğimiz kadar ellerini kaldırdı. Bu hutbeyi Rasûluîlah'dan (s.a.v.) benimle beraber Zeyd b. Sabit'de (r.a.) dinledi. İsterseniz ona da sorun.'*

Rasûluîlah'ın  (s.a.v.)  Ensar Hakkındaki Hutbesi:

Ebû Katâde (r.a.) anlatıyor:

Rasûluîlah'ın (s.a.v.) minberde Ensar hakkında şöyle buyurduğunu işittim :

-— Müslümanlar ümmetim, ensar ise dostlanmdır. Eğer bütün müslümanlar bir tarafa, ensar da başka bir tarafa gitseydi elbette ben ensann gittiği tarafa giderdim. Eğer hicret olmasaydı, ben de ensardan biri olmak isterdim. Kim ensarın başına geçerse iyilik yapanlarına iyilik etsin, kusurlu olanlarını da affetsin. Kim onlara

73    Taberâni, Evsat; Mecme'uz-Zevaid 5/237.

74    Buhar! 2/982;  Müslim;   Ebû  Dâvud;   Müsned-ü  Ahmed b.  Hanbel,  Cami'us sagîr.

 

yardım ederse,  -eliyle kendisini işaret ederek- bu şahsa da, yardım etmiş olur.»75

Malik El Ensarî'nin torunu Abdullah b. Ka'b76 tr.a.) ashabın ba- '

zılarından naklediyor:

Rasülullah (s.a.v.) bir gün başı sarılı vaziyette gelerek şöyle bir hitabede bulundu:

. «Ey muhacirler! Sizler gün geçtikçe çoğalıyorsunuz fakat ensar artmıyor. Ensar benim kendilerine sığındığım dostlarımdır. iyilerine iyilik yapın, kusurlarım görmemezlikten gelin.»77

RasûluHah'ın  (s.a.v.)  Muhtelif Hutbeleri:

Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dan:

Minberin kütüğü üzerinde RasûluHah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu İşittim:

«Yarım, hurma İle de olsa kendinizi cehennemden koruyun. Çünkü p yarım hurma açlıktan iki büklüm olanı doğrultur, insanı ölüm tehlikesinden kurtarır. Açları doyurmuşcasma makbule geçer.»'3

Âmir b. Rebîa, babasından naklediyor :

Rasûluüah'ı  (s.a.v.)  konuşurken dinledim, şöyle buyuruyordu:

«Kul ister az, isterse çok salâvat getirsin, salâvat getirdiği müddetçe melekler de onun için af dilerler.™

Abdullah b. Amr (r.a. anlatıyor:

Rasülullah   (s.a.v.}  aramızdan kalkarak şu konuşmayı yaptı:

«Cehennemden kurtulup cennete girmek isteyen kimseye, Allah'a ve ahiret gününe imanını kaybetmeden ölümü nasip olsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapsın.»80

Enes (r.a.)'dan:

Rasülullah (s.a.v.) benzerini hiç duymadığım bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu •

«...Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.-Bunun üzerine ashab için için ağladılar.

Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir :

Rasülullah (s.a.v.) ashabın yaptıklarım duyunca şöyle buyurdu :

75          Müsned-ü Ahıned b. Hanbel;  Mecme'uz-Zevaid  10/35.

76          Tevbcsi kabul edilen üç zevattan biridir.

77          Mecme'uz-Zevaid 10/36.

78          Ebû Ya'tâ; Bezzâr; Tergib 2/134.

79          Müsned-ü  Ahmed  b.  Hanbel;   Ibn Ebl Şeyhe;  tbn Mâce;  Tergib 3/160.

80          Ibn  Cerir;  Kenz'ul-Ummal  1/76.

«Cennet ve cehennem bana gösterildi. Bugünkü kadar sevinçli ve neşeli bir gün daha geçirmedim. Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.» Rasûlullah'm Cs.a.v.) ashabı bugünkü kadar sıkıntılı bir gün geçirmemişlerdi. Başlarım elleri arasına alarak için için ağladılar.31

Ebû Said'den:

Rasûlullah (s.a.v.) konuşurken şu âyet-i kerîme'yi okudu -.

«Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelen cehenneme gireri orada ne Ölür kurtulur, ne de rahat yaşayabilir,-*2 ve şöyle buyurdu -.

«Cehennem ehli, orada ölmezler ki dirilsinler. Cehennemde ebedî olarak kalmayacaklara gelince ateş onlan yakar sonra da şefaatçiler şefaat ederek onlan kurtarır. Bunun üzerine topluca hayat denilen nehrin başına götürülürler. Selin getirdiği milden otlann çıktığı gibi onlar da taptaze bir vücuda sahip olurlar.83

Ebû Hüreyre Cr.a.)'dan:

Rasûlullah Cs.a.v.) ayağa kalkarak şu konuşmayı yapü:

«Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında hüsnü zanda bulunun. Zira Allah, kulunun zannettiği gibidir.*84

Ebû Züheyr Es-Sekafî (r.a.)'dan:

Rasûlullah'm Cs.a.v.) bir hutbesinde şöyle buyurduğunu işittim:

-Ey insanlar: Nerede ise sizler cennetliklerle cehennemlikleri (veya iyilerle kötüleri) ayırd edebileceksiniz.- Bunun üzerine bir adam:

«— Neyle? Ya Rasûlâllah!» diye sordu.

Hz. Peygamber de:

«— Başkalarının onlar hakkında söyledikleri iyi, kötü sözlerle. Çünkü siz birbirinizi tanırsınız.»33

Abdullah b. Sa'lebe babasından Cr.a.) naklediyor:

Rasûlullah (s.a.v.) ayağa kalkarak bir konuşma yaptı ve sada-ka-i fıtırın büyük, küçük, hür ve köle herkes tarafından bir sa' hurma veya bir sa' arpa olarak verilmesini emretti.66

Rasûîullah'ın (s.a.v.1 Hikmet Dolu Hutbeleri:

Ukbe b. Âmir El-Cühenî anlatıyor:

Tebük seferine çıkmıştık. Geceleyin bir yerde konakladık. Ra-

81          Buhari;  Müslim;   Tergîb  5/26.

82          Tâha,  74.

63          ibn Ebî Hatim;  Tefsir-ü tbn-i Kesir 3/159.

84          ibn  Ebiddünya;   İbnünneccar;   Kenz'ul-Ummal  2/143.

85          Müstedrek,   4/436.

86          Hılye; Kenz'ul-Ununal 4/338.

 

yardım ederse,  -eliyle kendisini işaret ederek- bu şahsa da, yardım etmiş olur.»75

Malik El Ensarî'nin torunu Abdullah b. Ka'b76 tr.a.) ashabın ba- '

zılarından naklediyor:

Rasülullah (s.a.v.) bir gün başı sarılı vaziyette gelerek şöyle bir hitabede bulundu:

. «Ey muhacirler! Sizler gün geçtikçe çoğalıyorsunuz fakat ensar artmıyor. Ensar benim kendilerine sığındığım dostlarımdır. iyilerine iyilik yapın, kusurlarım görmemezlikten gelin.»77

RasûluHah'ın  (s.a.v.)  Muhtelif Hutbeleri:

Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dan:

Minberin kütüğü üzerinde RasûluHah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu İşittim:

«Yarım, hurma İle de olsa kendinizi cehennemden koruyun. Çünkü p yarım hurma açlıktan iki büklüm olanı doğrultur, insanı ölüm tehlikesinden kurtarır. Açları doyurmuşcasma makbule geçer.»'3

Âmir b. Rebîa, babasından naklediyor :

Rasûluüah'ı  (s.a.v.)  konuşurken dinledim, şöyle buyuruyordu:

«Kul ister az, isterse çok salâvat getirsin, salâvat getirdiği müddetçe melekler de onun için af dilerler.™

Abdullah b. Amr (r.a. anlatıyor:

Rasülullah   (s.a.v.}  aramızdan kalkarak şu konuşmayı yaptı:

«Cehennemden kurtulup cennete girmek isteyen kimseye, Allah'a ve ahiret gününe imanını kaybetmeden ölümü nasip olsun. Kendisine yapılmasını istediği şeyleri başkalarına yapsın.»80

Enes (r.a.)'dan:

Rasülullah (s.a.v.) benzerini hiç duymadığım bir hutbe okuyarak şöyle buyurdu •

«...Eğer benim bildiğimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.-Bunun üzerine ashab için için ağladılar.

Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir :

Rasülullah (s.a.v.) ashabın yaptıklarım duyunca şöyle buyurdu :

75          Müsned-ü Ahıned b. Hanbel;  Mecme'uz-Zevaid  10/35.

76          Tevbcsi kabul edilen üç zevattan biridir.

77          Mecme'uz-Zevaid 10/36.

78          Ebû Ya'tâ; Bezzâr; Tergib 2/134.

79          Müsned-ü  Ahmed  b.  Hanbel;   Ibn Ebl Şeyhe;  tbn Mâce;  Tergib 3/160.

80          Ibn  Cerir;  Kenz'ul-Ummal  1/76.

«Cennet ve cehennem bana gösterildi. Bugünkü kadar sevinçli ve neşeli bir gün daha geçirmedim. Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz az güler, çok ağlardınız.» Rasûlullah'm Cs.a.v.) ashabı bugünkü kadar sıkıntılı bir gün geçirmemişlerdi. Başlarım elleri arasına alarak için için ağladılar.31

Ebû Said'den:

Rasûlullah (s.a.v.) konuşurken şu âyet-i kerîme'yi okudu -.

«Rabbinin huzuruna suçlu olarak gelen cehenneme gireri orada ne Ölür kurtulur, ne de rahat yaşayabilir,-*2 ve şöyle buyurdu -.

«Cehennem ehli, orada ölmezler ki dirilsinler. Cehennemde ebedî olarak kalmayacaklara gelince ateş onlan yakar sonra da şefaatçiler şefaat ederek onlan kurtarır. Bunun üzerine topluca hayat denilen nehrin başına götürülürler. Selin getirdiği milden otlann çıktığı gibi onlar da taptaze bir vücuda sahip olurlar.83

Ebû Hüreyre Cr.a.)'dan:

Rasûlullah Cs.a.v.) ayağa kalkarak şu konuşmayı yapü:

«Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında hüsnü zanda bulunun. Zira Allah, kulunun zannettiği gibidir.*84

Ebû Züheyr Es-Sekafî (r.a.)'dan:

Rasûlullah'ın (s.a.v.) bir hutbesinde şöyle buyurduğunu işittim:

-Ey insanlar: Nerede ise sizler cennetliklerle cehennemlikleri (veya iyilerle kötüleri) ayırd edebileceksiniz.- Bunun üzerine bir adam:

«— Neyle? Ya Rasûlâllah!» diye sordu.

Hz. Peygamber de:

«— Başkalarının onlar hakkında söyledikleri iyi, kötü sözlerle. Çünkü siz birbirinizi tanırsınız.»33

Abdullah b. Sa'lebe babasından Cr.a.) naklediyor:

Rasûlullah (s.a.v.) ayağa kalkarak bir konuşma yaptı ve sada-ka-i fıtırın büyük, küçük, hür ve köle herkes tarafından bir sa' hurma veya bir sa' arpa olarak verilmesini emretti.66

Rasûîullah'ın (s.a.v.1 Hikmet Dolu Hutbeleri:

Ukbe b. Âmir El-Cühenî anlatıyor:

Tebük seferine çıkmıştık. Geceleyin bir yerde konakladık. Ra-

81          Buhari;  Müslim;   Tergîb  5/26.

82          Tâha,  74.

63          ibn Ebî Hatim;  Tefsir-ü tbn-i Kesir 3/159.

84          tbn  Ebiddünya;   İbnünneccar;   Kenz'ul-Ummal  2/143.

85          Müstedrek,   4/436.

86          Hılye; Kenz'ul-Ummal 4/338.

 

sûlullah (s.a.v.) uyudu. Güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar uyanamadı. Uyanınca:

«— Ya Bilâl! Sana bizi şafak sökünce kaldır demedim mi?* buyurdu. Hz. Bilâl de :

ı— Ya Rasûlâllah! Ben de senin gibi uyuya kalmışım.» diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.v.) vakit kaybetmeden namazım kıldı. Daha sonra, Allah'a hamd-ü sena ederek şu konuşmayı yaptı:

-Sözlerin en doğrusu Allah'ın kitabıdır. En sağlam bağ takvadır. Dinlerin en hayırlısı Hz. İbrahim'in dini (îslâm), yolların en hayırlısı da Hz. Muhammed'in (s.a.v.) yoludur.

Sözlerin en şereflisi Allah'ı zikir, kıssaların en güzeli Kur'ân'-dır. Amellerin en hayırlısı farzların muntazam olarak yerine getirilmesidir. Amellerin en kötüsü de bid'atlardır. Yolların en güzeli Peygamberin yolu, ölümlerin en şereflisi şehit olarak ölmektir. En kötü sapıklık, doğru yolda iken sapmadır, ilmîn en hayırlısı faydalı olan, yolların en hayırlısı takip edilen yoldur. En kötü körlük kalp körlüğüdür. Veren el alan elden daha üstündür. Az ve faydalı olan çok olup da zararlı olandan daha hayırlıdır. En kötü mazeret ölüm anında ileri sürülen mazeret, pişmanlıkların en kötüsü de kıyamet gününde duyulan pişmanlıktır.

insanlardan bir kısma namazlarını vaktinde değil geciktirerek kılarlar. Bir kısım insanlar da Allah'ı zikrederler. Hataların en büyüğü yalan söylemektir. Zenginliklerin en hayırlısı gönül zenginliğidir. Azıkların en hayırlısı ise takvadır.

Hikmetin başı Allah korkusudur. Kalplerde yerleşen şeylerin en hayırlısı iman-ı yakîndir, Şüphe küfürdür. Ölünün arkasından bağırıp, çağırarak ağlamak cahiliye devri âdetidir. Aldatmak cehenneme gitmek için bir sebeptir.

Zekâtım vermeden mal biriktiren cehennemde ütülenmeyi göze almış demektir. Zararlı olan şiir, bir nevi şeytan zurnasıdır. îçki günahın başıdır. Kadın, şeytanın bağıdır. Gençlik bir nevi deliliktir. En kötü kazanç faizdir. Yenecek şeylerin en kötüsü de yetim malıdır. Mes'ud, başkasına Örnek gösterilendir.

Bedbaht, anasının karnında bedbaht olandır.

Her biriniz mutlaka dört arşınlık yere (Kabire) gireceksiniz, îş-ler neticelerine göre değerlendirilirler, ameller neticelerinden ayrı düşünülemezler. Ağızdan ağıza dolaşan sözlerin en kötüsü yalandır. Gelmekte olan her şey yakındır. Mü'minin söğmesi fâsıklıktır. Mü'minlerin birbirleriyle savaşmaları küfürdür. Mü'minin gıybetini yapmak Allah'a asi olmaktır.

Mü'minin kanı gibi malı da kutsaldır (dokunulmazlığı vardır).

Kim fena bir şey üzerine yemin ederse Allah onu yeminini yerine getirtmez, yalan çıkarır.

Affedeni Allah da affeder. Bağışlayanı Allah da bağışlar. Kim öfkesini yenerse Allah onu mükâfatlandırır. Kim belâya sabrederse Allah ona karşılığım verir. Kim gösterişe kapılırsa Allah onu rüs-vay eder. Kim sabrederse Allah ona kat kat verir. Kim Allah'a asî olursa Allah ona azap eder.

Allahım, beni ve ümmetimi affet! Allahım, beni ve ümmetimi affet! Allahım, beni ve ümmetimi affet!

Kendim için ve sizler için Allah'dan af dilerim.»87

lyad b. Hımar El-Mücâşü (r.a.) anlatıyor:

Rasûlullah fs.a.v.) bir gün bir hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle buyurdu:

«Kullanma verdiğim her şey helâldir. Kullarımın hepsini ben temiz olarak yarattım. Şeytan geldi onlan dinlerinden ayırdı, benim kendilerine helâl kıldığım şeyleri onlara haram kıldı. Ben kendisine herhangi bir yetki vermediğim halde onlara, bana ortak koşmalarım emretti.»

Aziz ve ceiîl olan Allah sonra da yeryüzündekilere bakarak ehl-i kitabm dışında arap ve acem herkese gazap etti. Bunun üzerine şöyle buyurdu r

«Ben seni, seni ve senin vasıtanla başkalannı imtihan için gönderdim. Ben sana uyurken ve uyanıkken daima hafızanda bulunan bir kitap indirdim.»

Daha sonra aziz ve celîl olan Allah Kureyş'i yok etmemi emretti. Ben:

-Yarabbi, ben onlarla başa çıkamam,- deyince:

-öyleyse, onlann seni yurdundan çıkardıkları gibi sen de onları yurtlarından çıkar. Onlarla savaş, sana yardım ederiz.

Üzerlerine ordu gönder, beş mislini de biz göndeririz. Sana isyan edenlere karşı sana itaat edenlerle beraber savaş,- buyuıdu ve şöyle devam etti:

«Cennet ehli üç gruptur:

Güçlü, başarılı, adil ve fakirleri gözetenler.

Merhametli, yakınlarına ve diğer müslümanlara karşı şefkatli olanlar, iffetli, fakir, çoluk çocuk sahibine tasaddukta bulunan kimseler.

Cehennem ehli de beş gruptur:

87   Beyhaki, Delâil; Tarih-u tbn-i Asâkir; Ebû Nasr Es-Sece7İ; Kîtabül Ibane; Ibn Ebî geybe; Hüye; Koda!, Şihab; Askert; Deylemî Stiyutî Caml'us-Sagîr; Mcnâvl, Feyzüİ Kadîr 2/179; Müstedrek Zad el-Maad 3/7

 

Kendilerini ilgilendirmeyen şeylerden sakınamayacak kadar aklı olmayanlar.

Aranızdaki, çoluk çocuk ve mal istemeyen taklitçiler.

Her şeye tama eden, en ufak bir şeye bile göz diken hainler.

Sabah, akşam malına ve ailesine hile düşünenler.

Cimrileri ve yalancıları da zikrederek kötü ahlâklılar."83

Ebû Said EI-Hudrî Cr.a.) anlatıyor:

Rasülullah (s.a.v.) ikindi namazını kıldı. Sonra da kalkarak bir konuşma yaptı. Kıyamete kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Hz. Peygamber'in anlattıklarını ezberleyebilenler ezberledi, ezberle-yemeyenler de unuttular. Rasûlullah'm (s.a.v.) söyledikleri arasında şunlar da vardı:

«Dünya parlak, tatlı ve çekicidir. Allah sizi oraya hükümran kılmıştır, ne yaptığınız gözünden kaçmamaktadır, öyleyse dünyanın cazibelerinden ve kadınların fitnelerinden korununuz. Çünkü İsrail oğullan arasında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.

Şunu iyice bilin ki, adem oğulları çeşitli mertebelerde yaratılmışlardır :

Onlardan bir kısmı mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve mü'min olarak ölür. Bir kısmı kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yaşar ve yine kâfir olarak ölür. Bir kısım da, mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Yine bir kısmı ise kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yasar ve mü'min olarak ölür.

Öfke, Âdem oğlunun karnında yanan bir kor gibidir. Görmüyor musunuz, gözlerin kızarmasını, boyun damarlarının nasıl şiştiğini! Herhangi biriniz kızdığı zaman hemen yerine otursun. İnsanların en hayırlısı geç öfkelenen ve çabucak yumuşayandır. İnsanların en kötüsü ise çabucak öfkelenip geç yumuşayandır. Geç öfkelenen ve öfkesi geç inen adamla çabuk öfklenen ve öfkesi çabuk geçen adamuı durumu aynıdır.

Tüccarların en hayırlısı, vereceğini güzellikle veren ve alacağını da iyilikle isteyen kimselerdir. Tüccarların en kötüsü ise, veıeceğini kötülükle veren ve alacağını da kötülükle alan kimsedir.

Borçlarını güzellikle veren ve alacaklarını da kötülükle isteyen adamla, borçlarım kötülükle veren ve alacaklarını da güzellikle alan •adamın durumları aynıdır.

Kıyamet gününde zulmeden herkesin yaptığı zulmün derecesine göre bir bayrağı olacaktır. Dikkat edin! Zulmün en büyüğü idareci durumunda olan kimselerin yaptığı zulümdür.

88   Musned-U Ahmed b. Hanbel; Müslim; Nesal; Tefsir-ü tbn-i Kesir 2/35.

insanlardan korku, hiç kimsenin bildiği gerçeği söylemesine engel olmasın. Şunu bilin ki, cihadlann en faziletlisi zalim bir başkanın karşısında gerçekleri söylemektir.

Dünyanın ömründen kalan zaman, geçen zamana nisbetle sizlerin ömürlerinden geçen zamanın kalan zamana nisbeti gibidir.-*

Ashab devrinde yaşayan ve Şam ahalisinden olan Saib b. Mih-can anlatıyor:

Hz. Ömer Şam'a girdiği zaman Allah'a hamd-ü sena etti ve va'-zü nasihatta bulundu, îyilik yapmalarım emretti, kötülükten sakındırdı ve sonra da şöyle dedi:

Basûlullah (s.a.v.) benim bugün aranızdan kalkıp konuştuğum gibi. bir konuşma yaptı. Konuşmasında Allah'ın emirlerine muhalefetten sakınmayı akrabaları ziyaret etmeyi ve dargınların aralarını bulmayı emrederek şöyie buyurdu :

•Cemaat olmanı? gerekir! (Başka bir rivayette dinlemeniz ve' itaat etmeniz gerekir!) Zira Allah'ın yardımı cemaatedir. Şeytan tek kişi ile beraberdir, iki kişiden uzaktır. Hiç kimse mahremi olan bir kadınla başbaşa kalmasın. Şeytan onları baştan çıkarabilir. Kimi yaptığı iyilik sevindirir, yaptığı kötülük de üzerse bu hareket onun mü'min ve müslüman olduğunun işaretidir. Yaptığı kötülüğe üzülmemek, yaptığı iyiliğe de sevinmemek münafıklığın alâmetidir. Münafık, hayırlı bir iş yaparsa bu yaptığı işten dolayı Allaîı'dan hiçbir sevap beklemez. Kötü bir İş yaparsa da bundan dolayı Allah'ın vereceği hiçbir cezadan korkmaz.

Dünya nimetlerini meşru yollardan talep ediniz. Allah sizin n»-kuuzı vermeyi üzerine almıştır. Herkesin başladığı iş mutlaka biter. İşlerinizde Allah'dan yardım isteyiniz. Allah dilediğini değiştirir, dilediğini de olduğu gibi bırakır. Levhi mahfuz onun elindedir. (Takdir O'nundur.)

Salât, selâm ve Allah'ın rahmeti Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ve onun âli üzerine olsun. Esselâmü Aleyküml-*0

Rasûlullah'ın  (s.a.v.î   Son Konuşmaları t

,   Muaviye b. Ebî Süfyan (r.a.)'dan: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-Üzerime, çeşitli kuyulardan getirilmiş yedi kırba su dökün de halkın huzuruna çıkıp emirlerimi onlara bildireyim.»

89   Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;   Tİrmizt;   Müstedrek, Beyhakİ;   Suyuti, Cami,

Menarlnln  Şerhi, 2/181. 90   ibn Merdeveyh; Beyhaki; îbn-ü Asaklr; Kenz'ul-Ummal 8/207.

 

 

 

Kendilerini ilgilendirmeyen şeylerden sakınamayacak kadar aklı olmayanlar.

Aranızdaki, çoluk çocuk ve mal istemeyen taklitçiler.

Her şeye tama eden, en ufak bir şeye bile göz diken hainler.

Sabah, akşam malına ve ailesine hile düşünenler.

Cimrileri ve yalancıları da zikrederek kötü ahlâklılar."83

Ebû Said EI-Hudrî Cr.a.) anlatıyor:

Rasülullah (s.a.v.) ikindi namazını kıldı. Sonra da kalkarak bir konuşma yaptı. Kıyamete kadar olacak her şeyi bize haber verdi. Hz. Peygamber'in anlattıklarını ezberleyebilenler ezberledi, ezberle-yemeyenler de unuttular. Rasûlullah'm (s.a.v.) söyledikleri arasında şunlar da vardı:

«Dünya parlak, tatlı ve çekicidir. Allah sizi oraya hükümran kılmıştır, ne yaptığınız gözünden kaçmamaktadır, öyleyse dünyanın cazibelerinden ve kadınların fitnelerinden korununuz. Çünkü İsrail oğullan arasında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır.

Şunu iyice bilin ki, adem oğulları çeşitli mertebelerde yaratılmışlardır :

Onlardan bir kısmı mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve mü'min olarak ölür. Bir kısmı kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yaşar ve yine kâfir olarak ölür. Bir kısım da, mü'min ana-babadan doğar, mü'min olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Yine bir kısmı ise kâfir ana-babadan doğar, kâfir olarak yasar ve mü'min olarak ölür.

Öfke, Âdem oğlunun karnında yanan bir kor gibidir. Görmüyor musunuz, gözlerin kızarmasını, boyun damarlarının nasıl şiştiğini! Herhangi biriniz kızdığı zaman hemen yerine otursun. İnsanların en hayırlısı geç öfkelenen ve çabucak yumuşayandır. İnsanların en kötüsü ise çabucak öfkelenip geç yumuşayandır. Geç öfkelenen ve öfkesi geç inen adamla çabuk öfklenen ve öfkesi çabuk geçen adamuı durumu aynıdır.

Tüccarların en hayırlısı, vereceğini güzellikle veren ve alacağını da iyilikle isteyen kimselerdir. Tüccarların en kötüsü ise, veıeceğini kötülükle veren ve alacağını da kötülükle alan kimsedir.

Borçlarını güzellikle veren ve alacaklarını da kötülükle isteyen adamla, borçlarım kötülükle veren ve alacaklarını da güzellikle alan •adamın durumları aynıdır.

Kıyamet gününde zulmeden herkesin yaptığı zulmün derecesine göre bir bayrağı olacaktır. Dikkat edin! Zulmün en büyüğü idareci durumunda olan kimselerin yaptığı zulümdür.

88   Musned-U Ahmed b. Hanbel; Müslim; Nesal; Tefsir-ü tbn-i Kesir 2/35.

insanlardan korku, hiç kimsenin bildiği gerçeği söylemesine engel olmasın. Şunu bilin ki, cihadlann en faziletlisi zalim bir başkanın karşısında gerçekleri söylemektir.

Dünyanın ömründen kalan zaman, geçen zamana nisbetle sizlerin ömürlerinden geçen zamanın kalan zamana nisbeti gibidir.-*

Ashab devrinde yaşayan ve Şam ahalisinden olan Saib b. Mih-can anlatıyor:

Hz. Ömer Şam'a girdiği zaman Allah'a hamd-ü sena etti ve va'-zü nasihatta bulundu, îyilik yapmalarım emretti, kötülükten sakındırdı ve sonra da şöyle dedi:

Basûlullah (s.a.v.) benim bugün aranızdan kalkıp konuştuğum gibi. bir konuşma yaptı. Konuşmasında Allah'ın emirlerine muhalefetten sakınmayı akrabaları ziyaret etmeyi ve dargınların aralarını bulmayı emrederek şöyie buyurdu :

•Cemaat olmanı? gerekir! (Başka bir rivayette dinlemeniz ve' itaat etmeniz gerekir!) Zira Allah'ın yardımı cemaatedir. Şeytan tek kişi ile beraberdir, iki kişiden uzaktır. Hiç kimse mahremi olan bir kadınla başbaşa kalmasın. Şeytan onları baştan çıkarabilir. Kimi yaptığı iyilik sevindirir, yaptığı kötülük de üzerse bu hareket onun mü'min ve müslüman olduğunun işaretidir. Yaptığı kötülüğe üzülmemek, yaptığı iyiliğe de sevinmemek münafıklığın alâmetidir. Münafık, hayırlı bir iş yaparsa bu yaptığı işten dolayı Allaîı'dan hiçbir sevap beklemez. Kötü bir İş yaparsa da bundan dolayı Allah'ın vereceği hiçbir cezadan korkmaz.

Dünya nimetlerini meşru yollardan talep ediniz. Allah sizin n»-kuuzı vermeyi üzerine almıştır. Herkesin başladığı iş mutlaka biter. İşlerinizde Allah'dan yardım isteyiniz. Allah dilediğini değiştirir, dilediğini de olduğu gibi bırakır. Levhi mahfuz onun elindedir. (Takdir O'nundur.)

Salât, selâm ve Allah'ın rahmeti Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) ve onun âli üzerine olsun. Esselâmü Aleyküml-*0

Rasûlullah'ın  (s.a.v.î   Son Konuşmaları t

,   Muaviye b. Ebî Süfyan (r.a.)'dan: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-Üzerime, çeşitli kuyulardan getirilmiş yedi kırba su dökün de halkın huzuruna çıkıp emirlerimi onlara bildireyim.»

89   Müsned-ü Ahmed b. Hanbel;   Tİrmizt;   Müstedrek, Beyhakİ;   Suyuti, Cami,

Menarlnln  Şerhi, 2/181. 90   ibn Merdeveyh; Beyhaki; îbn-ü Asaklr; Kenz'ul-Ummal 8/207.

Bunun üzerine başı sanlı olarak minbere çıktı. Allah'a hamrf-Û ssndan sonra şöyle buyurdu:

«Allah'ın kullarından biri dünyada kalmakla Allah'a kavuşmak arasında muhayyer bırakıldı. O da Allah'a kavuşmayı tercih etti.»

Bu sözün mânâsım Hz. Ebû Bekir (r.a.)'dan başkası anlayamadı. Bu hutbenin mânasını anlayan Hz. Ebû Bekir ağladı ve şöyle dedi:

«Analarımız, babalarımız ve çocuklarımız sana feda olsun!»

Rasülullah fs.a.v.) dar

-— Sakin ol! Bana göre en iyi arkadaş ve cömert kişi insanların en üstünü İbn Ebî Kuhâfe (Ebû Bekir) 'dir. Mescidin sokağa açılan kapılarına" bakın, Ebû Bekir'in evine açılan kapıdan başka hepsini kapatınız. Çünkü ben, Ebû Bekir'in kapısının üzerinde bir nur gördüm,» buyurdu.91

Başka bir rivayette de Hz. Peygamberin Uhud şehitlerini andığı ve onlara dua ettiği ilâve edilmektedir."

Eyyüb b. Beşür (r.a.)'dan gelen bir rivayette de şu farklar vardır:

Rasülullah Cs.a.v.) Allah'a hamd-ü senadan sonra Uhut'da şehid olanları andı ve onlar için Allah'dan af diledi, onlara dua etti. Sonra da şöyle buyurdu;

«— Ey muhacirler! Sizler çoğalıyorsunuz, ensar ise olduğu gibi duruyor. Onlar benim kendilerine sığındığım dostlanmdır. Onların iyilerini mükâfatlandırın, kusurlarını görmemezlikten gelin.»8*

Ebû Said (r.a.) anlatıyor;

Rasülullah (s.a,v.) halka hitap ederek şöyle buyurdu:

«Allah bir kulu dünyada kalmakla kendisine kavuşmak arasında muhayyer bıraktı. O da Allah'a kavuşmayı tercih etti.» Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) ağlamasına biz hayret ettik. Halbuki o muhayyer bırakılan kul Hz. Peygamber'in kendisi İmiş. Efaü Bekir (r.a.) bunu bizden daha iyi anlamış.

Hz. Ebû Bekir'in  (r.a.)   ağlaması üzerine Hz. Peygamber:

«Arkadaşlık hususunda olsun, mal hususunda olsun insanlann en lûtufkârı Ebû Bekir'dir. Eğer Rabbimden başka bir dost edin-seydim, elbette Ebû Bekir'i dost edinirdim. Fakat dostluğumuz îslâm dostluğu ve samimiyetidir..."*1

tbn-i Abbas (r.a.) anlatıyor:

Rasülullah (s.a.v.) son hastalığında .başında siyah bir sargı ve

91          Taberâni;   Mecme'uz-Zevald  9/42.

92          Taberâni;  Evsat;  EI-Kebir,

93          Beyhakl;  i b nü Kesir, £1 Bidaye 5/299.

94          Miisned-ü Ahmed b. Hanbel; Buharî; Müslim; Bidaye 5/299.

omuzlarında bir velense ile evinden çıkıp minbere oturarak hutbesini irad etti. Orada ensarla ilgili vasiyetini yaptı. Bu. Rasûlullah'ın (s.a.v.) Ölmeden önce son hutbesi oldu.8*

Abdurrahman b. Kâ'b b. Malik"6 babasından (r.a.) naklediyor: Basûlullah   (s.a.v.)  bir konuşmasında Allah'a hamd-ü senadan sonra Uhud harbinde şehid düşenler için mağfiret diledi. Daha sonra da:

«Siz, ey muhacirler!..» diyerek ensarla ilgili vasiyetini yaptı...»**

Ebû Hüreyre ve İbn-i Abbas'dan:

Son hutbesinde Rasûlullah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittik:

-Kim beş vakit namazı cemaatle kılarsa o kimse, sırat köprüsünden parlayan şimşek gibi ilk geçen olur. Allah o kimseyi ashabtan sonra hasredeceği ilk zümre arasına koyar. Ayrıca, her gün ve gece o kimse için Allah yolunda öldürülen bin şehid ecri kadar ecir yazdır.»9*

Rasûlullah'ın (s.a.v.( Sabahtan Akşama Kadar Süren Konuşması ı

Ebû Zeyd El Ensarî (r.a.) 'dan .-

Rasûlullah (s.a.v.) bize sabah namazını kıldırdı, sonra da öğleye kadar konuşma yaptı. Minberden indi, öğle namazını kıldırdı. Sonra tekrar ikindiye kadar konuşma yaptı, ikindi namazım da kıldırarak yine minbere çıktı ve akşama kadar bize konuşma yaptı. Olacak olan her şeyi bize anlattı. Bu konuşmalarda bizim en çok şey öğrenenimiz hafızası en kuvvetli olanlarımız oldu.98

Rasûlullah'ın (s.a.v.) Konuşma Anındaki Hali t

Câbir b. Abdullah (r.a.)'dan ;

Rasûlullah (s.a.v.) halka hitap ederken gözleri kızarır, sesini yükseltir ve sanki orduya sabah veya akşam karşılaşabileceği bir tehlikeyi haber veriyormuş gibi ciddîleşirdi. Sonra da orta parmağı üe şehadet parmağını birleştirerek şöyle buyururdu r

«Ben, kıyamet bu kadar yakınken gönderildim.» Daha sonra da Şöyle derdi:

95          Bııharl;  Bidaye 5/230;  Ibn Sa'd 2/251.

96          Bu zat tevbesi kabul edilen Uç kişiden biridir.

97          Taberânl; Beyhaki; Mecme'uz-Zevaid 10/37; Müstedrek 4/78.

98          Taberâni;  Evsat; Meeme'uz-Zevaid 2/39.

99          Müstedrek, 4/484.

 

«Yolların en güzeli Muhammed'in yolu, işlerin en kötüsü bidatlerdir, her bid'at de sapıklıktır. Kim arkasında mal bırakarak ölürse bıraktığı ailesinindir. Kim de arkasında borç ve çoluk-çocuk bırakarak ölürse onların idaresi ve sorumluluğu bana aittir.-"

Müslim'de şu ilâve vardır:

-Sözlerin en hayırlısı Allah'ın Kitabıdır. Ben her mü'mini kendisinden daha çok düşünürüm.-

 

SİGARANIN ZARARLARI

HamD, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur, salatü Selam. Rasulullah'ın. Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun.

Müslüman toplumlar maalesef bir çok hastalıklara maruz kalmış, sal ıih islam akidesinden uzaklaşmayla baş gösteren gevşeklik kendini haramların mubahlar gibi yayılmasında da etkisini göstermiştir. Bunlardan biri, belki de en önemlilerinden biri de genel olarak toplumu, özellikle de gençliği tehdit eden uyuşturucu ve sigara bağımlılığıdır. Uluslararası Yahudi Siyonizm ağı sinsi emelleri uğruna; inançtan yoksun bir toplum oluşturabilmek için, eline geçirdiği medya,,.eğitim.;ve siyaset kim ırnlarını ki ıllanarak müslüman gençliğin yıkımı için büyük yatırımlar yapmakladırlar, "Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah da bozguncuları'sevmez" (Maide 64) Böylece muslümanların izzet ve üstünlük namına bir şeye sahip olmamalarını tasarlamaktadırlar. Ancak onlar hain emellerini sınsiee yayarlarken Allah'ın da bir tuzağı olduğunu hesaba katmıyorlar elbette.

"...Onlar tuzak kurarlarken, Allah da onlara tuzak kuruyordu. Çünkü Allah, luzak kuranların en hayırlısıdır" (Enfal 30)

İste bu yazımızda arlık çığırından çıkan ve bir mubah (!) hafine gelen sigaranın; dini ve de sıhhi açıdan mahzur­larına değineceğiz inşallah. Ümmetimiz, kardeşlerimizin hu nasihal babında kabul edip önemsenmeyen ölçüde bir problem

haline gelen bu illete karşı gerekeni yapmalarıdır, şüphesiz tevfık Allah'tandır. Kısaea, sigara;

Yaklaşık m. 1492 yılında bazı denizcilerin Amerika'yı keşfetmelerıyle bulunan tütünün. İslam topraklarındaki ilk varlığı da hicri onuncu asrın sonlarına muvafıktır. Nilckirn bunun ilk ithalcileri de l iristiyanlar olmuştur.

Sigara başlıca; zehirli kurşun oksid (Pb03), kanser yapan maddeler, nikotin ve katran gibi haşereleri yok etmede kullanılan bazı maddeler, alkol vs içermekledir.

Bedene; kanser, ağız. dudak, dil ve bademcik hastalıkları, sindirim, solunum ve sinir sistemi, idrar yolları ve tenasül sistemi Çizerine olumsuz etkiler gibi birçok zararı olup değişik hastalıklara sebebiyet vermekle beraber ekonomik zararlara da haizdir. Bazı zamanlar yangınlara yol açar, çevre kirliliği ve ümmetin zararına mal oiacak pek çok musibete yol açmaktadır. İSLAM AÇISINDAN SİGARANIN TAHRİMİ

Kitap ve Sünnet'ten Deliller

Sigara Rasulullah (sav) zamanında yoktu. Ancak, kıyamete kadar her zaman

ve mekana hitap etmesi özelliği itibariyle İslamda birçok ayrıntıyı kapsayan genel

kurallar vardır. Bu kurallar çerçevesinde dış

müdahalelere   karşı   adeta   bir  kale konumunda olan me'sur ilim sahibi

ulemamız ise zamanla gündeme gelen ve gelişen olayları inceleyerek müslümanlan

aydınlarmakta, böylece ümmetin felakete sürüklenmesine Allah'ın izniyle engel olmaktadırlar. Bu genel kurallar kapsamımla bulunan sigara için de geçerli olan budur ki, az sonra bir kısım delillerini zikrederek ulemanın "sigaranın tahrimi" hususundaki kıymetli tespitlerim: yer vereceğiz inşaallah. Tevfik Allah'tandır.

"...(İşte O Peygamber onlara) temiz (ve güzel) şeyleri helal.pis (ve zararlı) şeyleri haram kılar" (A'raf, 157)

Akl-ı selim sahibi hiçbir insan, sigaranın "temiz ve güzel" şeyler kapsamına girmediğinde şek, Şüphe etmez. Şu halde sigaranın ayetteki ifadesiyle, "habis/pis" şeyler sınıfından olduğu gayet acıktır. Habis'in; tad ve kokusunun tiksinti verdiği şey anlamına geldiği bilinmektedir Bu da sigaranın vasıflarındandır. Gerek ulema gerek Tıp ehli, sigaranın "habis/pis" şeyler kapsamına girdiği konusunda görüş birliği hasıldır.

"(Malını) gereksiz yere saçıp savurma. Zira, böylesine saçıp savuranlar, şeytanların dostlarmdandır, şeytan Rabbine karşı çok nankördür" isra, 26-27) "... fakat israf etmeyin: Çünkü Allah. israf edenleri sevmez" (en'am 141), "Allah'ın geçiminize dayanak kıldığı mallarınızı aklı ermezlere vermeyin..." (Nisa 5)

Ayette zikri geçen aklı ermezlerden (süfeha), malında gereği gibi tasarrufda bulunamayanlar anlaşılır. Resulullah (sav) "boş yere: söz söylemek, (gereksiz) çok soru sormak ve malı zayi etmeksiz mekruh kılındı" buyurmuştur. (lîuhari. Müslim) Bir şeyin mekruh olması helalden ziyade, harama yakın olmasıdır.

Sigaranın malın zayi olduğunda da şüphe olmadığı gibi "...gıda vermeyen, açlığı da gidermeyen.." (Caşıye 7) ayetindeki tabire de oldukça mutabıktır.

"...Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın..." (Bakara. 195).

Sigara kişiyi kanser gibi öldürücü hastalıklara düşürmekledir.

"...Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah sizi çok esirgeyicidir" (Nisa 29)

Sigara bağımlısı bir şahıs kendisini yok edecek nedenlere sarılmakta ve nefsini birçok hastalığa hedef kılmaktadır. Alimler zhır, toprak, cam, taş ve benzen maddelerin yenilmesinin haranı olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü bunlar sağlığa zarar vermektedir.

Resulullah (sav), "Her kim zehir için kendini öldürürse, cehennem ateşinde ebediyen o zehiri içecektir" buyurmuşıur. (buhari, Muslim). Sigara içmek, şahsın tedriciyen intihar etmesi demektir. Öldükten sonra ölüm sebebinin sigara olduğu anlaşılan bir kimse intihar etmiş sayılır (Allah korusun), ister doğrudan ister dolaylı yollardan hızlı veya yavaş kişinin ölümüne sebep olması haramdır. Netice birdir, sigara bağımlısı birinin, kendini ölüme sürüklediğinde şüphe yoktur.

Sigaranın, kişiyi ölüme götürmediğini farzetsek bile en azından kişiyi güç ve kuvvetten düşürecek çeşitli yıpratıcı hastalıklara mübtela kılar.

"Resulullah (sav), tüm uyuşturucu ve gevşetici şeylerden nehyetti" (Sahihtir. ebu Davud - Ahmed), Hadiste geçen "müfettır/gevşetici" vucuta gevşeme, uzuvlarda uyuşma oluşturan şey anlamındadır. Tiryakilerin böylesine etkilenmemesi, asıl itibariyle haramiığınu halel getirmez.

Ayrıca sigarayı içkiye kıyas eden alimler olmuş "çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır" diyerek sigaranın tahrimine bu delili ele istişhad etmişlerdir. İçkiye yeni başlayan birinin sarhoş olması için bir kaç elamla yelerken alkolik birinin bazen bir kadeh elolusu içkiden etkilenmediği vakidir. Sigara da aynı şekilde özellikle yeni başlayanlar veya bir dönemden sonra tekrar başlayanlar, yemekten sonra içenler için sinirleri gevşetici. uyuşturucu bir özelliğe sahiptir.

"Dinde; zarar vermek de. zarara zararla mukabele etmek de yoktur" (Müslim). Sigara tümüyle içine de, çevresindekilere de zarar vermektedir.

"...her İkisinde de (İçki ve kumar) günahı faydasından büyüktür" (bakara,219)

Sigaranın bazı faydalı yanları oldugunu farzetsek. tahmini faydalar üç bl'l-fiil gerçekleşen zararlarını mukayese edip hangisinin daha ağır bastıgına(?!) bakmamız gerekir... Ancak hakka karsı gözlerini kapayan, hakkı aramayan ve nefsinin esiri olan. sigaranın tahriminde şüphe eder. Ama önemli olan kişinin ne­ye inandığı değil, gerçeğin ne olduğudur. Resulüllah (sav), "kim sarımsak veya soğan yerse bize ve mescidimize uzaK durup evinde otursun" buyurmuştur (Müslim). Sigara tiksindirme ve rahatsız etmede soğan ve sarmısaktan daha kötü veya en azından onlardan geri kalır bir yanı yoktur diyebiliriz. Ayrıca Cuma namazlarında güzel koku surmenin sünnet olduğu ve sigaranın da bu sünnete aykırı olduğu ortadadır. .;

"İyi arkadaşla kötü arkadaşın misali misk taşıyan biriyle kor üfleyen birine benzer" (Buharı, Müslim). Yani kötü arkadaş ateşi ve dumanı (?!) üfler.

"Müslüman, müslümanların elin­den ve dilinden selamette olduğu kimsedir" (buhari). Müslümanlar acaba sigara için birinin zararından selamette mi olurlar?

"Allah 'a ve ahiret gününe inanan biri komşusuna eziyet etmesin" (Buhari), Sigara bağımlısı, sigarasıyla hem esine, evlatlarına, komşusuna, hem de meleklere ve de mescidde namaz kılan diğer müslümanlara eziyet vermektedir.

"Günahları açıkça işleyenler hariç bütün ümmetim aff olunacaktır" (Buhari. Müslim). Buna göre sigara, bağışlanma­yacak olan açık isyanlardan olur.

"Bir kavme benzeyen onlardandır" (Sahihtir, ebu Davud). Sigara sömür­gecilerin aramızda bıraktıklanndandır. Hu anlamda sigara içmek ruhi bir çöküntünün ifadesi ulup kafirlere benzemenin bir tezahürüdür.

Bu illeti islam topraklarına getirip özellikle gençler arasında yaygınlaştıranlar sömürgecilerden başkası olmamıştır. Aynı zamanda sigara ağız ve burunlarından duman çıkaran cehennem ehlinin duru­munu da andırmakladır.

"Kıyamet günü kişi. dört şeyden: Ömrünü nerelerde geçirdiğinden, vücudunu ne uğruna çürüttüğünden, malını neyle kazanıp nereye harcadı­ğından ve ilmiyle amel edip etmedlgin-den sorulmadıkça yerinden kımıldamaz" (Sahihtir, Tirmizi). Ömrünü sigara içmekle geçiren; haram olduğunu bildiği halde içmekte ısrar" eden: malını yararsız yere zayi edip vücuduna zarar veren; malını sigara ticaretinden kazanan; şeytanın pencerelerinden bir pencere olan sigara sayesinde vücudunu dilediği gibi oyna­masını ve gezmesi üzere şeytana açan bir sigara bağımlısı acaba kıyamet günü ne cevap verebiliriz.

Sigara, kişiyi Allah'a zikir ve ibadet etmekten özellikle de oruç ibadetinden alıkoyan bir zarardır, oruç. sigara müptelası olanlar mescidde itlkafa girmekten, uzun uzadıya Kur'an okumaktan, zikir (Kur'an) meclislerine oturmaktan ve namaza erkenden hazır olmaktan hoşlanmazlar. Bunların geneli cemaat namazlarına gelmez, geldiğinde de sigarayı (ancak) caminin kapısında kuvvetli bir nefes çektikten sonra atıp içeri girerler. Halbuki sünnet gereği bir topluluğa gidildiğinde güzel koku sürünmek gerekir

Şeriatın temel kuralları sigarayı haram kılmaktadır. Binlerce hükmü kapsayan lamel kurallara bazı verelim; Zarar vermek de, zarara zararla mukabele etmek de yoktur.

Yararlı şeylerde asıl olan ibaha (mubahtık), zararlı şeylerde asıl olan da (haramlık) tahrimdır.

Zararları bertaraf etmek, fayda ve kar kazanmaksın daha önce gelir.

Bir konuda haramla helal müsavi olsa haram galip gelir.

Seddü'z-zera'ı (harama götüren araçları ortadan kaldırmak) kaidesi.

Yukarıda zikredilen hiç bir delilin olmadığını farzetsek bu sefer sigaranın en azından, sakınmakla emrolunduğumuz şüpheli şeyler kapsamına girdiğini söyleyebiliriz. Buharı ve Müslim'in tahriç ettiği hadis-i şeriflerinde Resulü ilah (sav) "Helal da. haram da açıktır, bu ikisinin arasında insanların çoğunun bilmediği şüpheli, karışık şeyler vardır. Her kim bu

şüpheli şeylerden sakınırsa muhakkak dinini ve ırzını korumuş ulur. Ve her kim bu şüpheli alana düşerse harama girmiş olur..."buyurmaktadır.

Bilmeliyiz ki helal, temiz ve yararlı olan şeylerdir, haram da pis, habis ve de zararlı olan şeylerdir. * .

Bütün bu delilleri nazarı itibara almayan nefsi hakkında Allah'tan korkmalı ve er geç tövbe etmelidir, şüphesiz Allah tövbeleri kabul eden ve rahmeti çok olandır.

Bilinmesi gereken bir başka husus da şudur: Sigara ilk çıktığı zamanlar ilim ehlinden bir kısmı bunun mahiyetinden habersizdi ve uyuşturucu mu, gevşetk'i (rehavet verici) mi olduğunu, sağlığa zarar verip vermediğini kesin bilgilerle bilmiyorlardı. Bu nedenle alimler arasında bunun haram ve tahrimen mekruh olduğu şeklinde görüş aynlıkları belirmişti. Razı­ları, etkilenenlere haram, diğer etkilen­meyenlere mubah olduğunu söylemiş­lerdi. Şurası şüphe götürmeyen bir husustur ki. sigaranın mekruh olduğunu

söyleyen bazı alimler bugün ortaya çıktığı şekliyle sigaranın gerçeğini bilselerdi, haramlıgı konusunda asla tereddüt etmezlerdi. Zira onlar dinin genel prensip­lerini ve şer'i kuralları gayet iyi biliyorlardı.

Bütün bunlardan sonra yine de sigaranın haramlığına kanaat getirmeyenlere bir de şunları sormak lazım: Sigara haram olmadığına göre neden onu mescidlerde, mübarek mekanlarda içmez de her türlü dolabın dönmesine uygun yerlerde içerler?!.. Nor­mal bir şeyse neden her yerde rahatlıkla (su içer gibi) içemezler?!... Veya çocuklar içince kızar büyükler içince susarlar. Güzel bir şeyse çocukalnn suçu ne ki, onları mahrum ederler?!... Ve acaba neden Allah'ın temiz nimetlerinde olduğu gibi sigaraya da besmeleyle başlayıp hamd ve şükürle bitirmezler?!... cenabı Hakkın bir nimeti müyesser kıldığında O'na şükürde bulundukları gibi ellerine bir sigara geçtiğinde de şûkrediyorlar mı?!...  İnsan Allah'tan korkmalıdır. Çoğu kez bazılarının ününde sigara içmekten çekinir, ona bakarlarken sigara içmekten kaygı duyar da Allah'tan sakınmaz, haya etmez?!... "...Eğer (gerçek) mû'minler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah'tır" tevbe 13)

Son olarak bir de şunu sorabiliriz: Acaba sigara kişinin iylikler ve kötülükler kefesinden hangisine konulacaktır?...

Müslüman hesap günü gelmeden evvel kendini hesaba çekmeli, Allah'tan bunu terketmesi için yardım dilemelidir. Kim Allah için bir şeyi terkederse Allah ona yardımını bağışlar ona daha hayırlısını nasip eder. Sabretmelidir, şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. Kim sabretmeye gayret ederse Allah da onu sabırlı kılar.

Bu konuda özellikle üzerinde durulması gereken bir diğer husus da sigara satmak suretiyle başkalarının haram işlemesine yardımcı olmaktır. Bu durumda kişinin kendisi sigara kullanmasa bile başkalarının bu haramı işlemcisine yardım etmekte nafakasını haramdan remin etmektedir. Bu konudaki ölçü ise gayet açıktır. İnsan bir iyliğe vesile olduğunda nasıl sevap alıyorsa, kötülüğe vesile olduğunda da aynı günaha ortak olur. Sebep olduğu herkesin günahından nasibini alır! Gerekçesi ne olursa olsun bu kötü davranışı terketmeli, ınüslüman Allah'tan korkmalı ve hatasından dönme­lidir. Şüphesiz. Allah günahları bağış­layandır.

Sigara müptelaları şu duayı çokça okumaya gayret etmelidir. 'Allahım, bizi

sigara belasından, cehennem azabında, eziyet ve helaktan kurlar. Cismimizi ve sıhhatimizi korumayı nasip eyle. Kalplerimizi ve ağızlarımızı temiz ve nezih kıl. Akıllarımıza ve anlayışımıza istikamet bağışla. Bizi en doğru olan ahlak ve adetlere hidayet eyle. İmanı, güzel sözü, güzel kokuyu ve güzel ameli bize sevdir. Şüphesiz sen işiten ve icabet edensin (Amini. Allah her şeyin en doğrusunu bilendir, ve tevtik O'ndandır.

Saliallahu Teala ala Muhammedin ve ala A'lihi ve Sahbihi ecmain. VE'L-HAMDU Lİ'LLAHİ RABBİ'L-ALEMIN

 

                                   Vahiy ve Bağlayıcılık Yönünden Sünnetin Değeri

 Hazırlayan

                      Mustafa Dönmez

 

                                                          Giriş

                   Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler  ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar. Dolayısıyla bu gibilere hem cevap, hem de meseleyi araştırmak maksadıyla  bu konuyu hazırlamış bulunuyoruz.  Önce sünnetin vahyi yönünün olup olmadığını görelim.

                Vahiy Yönünden Sünnet:

                   Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur. Bunları sırasıyla görelim.

                         1. Kur’an-ı Kerimdeki deliller:

a)   Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız”[1][1] buyurmaktadır.

                   Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.

b)   “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”.[2][2]

                      İkinci ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.

c)   “Ey Peygamber (s.a.v.) acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”[3][3]   

                    Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Hz. Peygamber’e ilka ettirdikten sonra,  yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu  vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.

d)   “Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”[4][4].

                   Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği  şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.

                  e) “ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz”[5][5] demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.  

                   2) Sünnetten deliller:

                   a) Resulullah (s.a.v.): “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun  elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz”[6][6] sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.

                   b) Hz. Peygamberin, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi[7][7]demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.

                   c) Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Resulullah’a (s.a.v.) inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”[8][8]. 

                   Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Resulullah’a (s.a.v.), aynen  Kur’an-ı  indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi”[9][9] gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Hz. Peygamberin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin  vahiyden olduğu  ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir: 

                  1. Peygamber olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)

                  2. İnsan olarak Hz.Muhammed (s.a.v.)

                  Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”[10][10]. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.

                   a)   Vahyin içine giren sahalar:

1)   Helal ve Haramlar

2)   İbadetler

3)   Ukubat (hadler)

4)   Muamelat (akidler)

5)   Ahlaki konular

6)   Akideye ve gaybiyata ait konular

7)   Hz. Peygamberin (s.a.v.) hususi halleri

                   Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı  Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.

                   b) Vahyin dışında kalan sahalar:

1)   Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar)

2)   İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular)

3)   Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları)

4)   Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)

                   Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında  “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz”[11][11]demesiyle Hz. Peygamber, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Peygamber (s.a.v.)’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Peygamber (s.a.v.)’in; “Harp  hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Hz. Peygamberin ordunun mevkii değiştirmeleri ”[12][12] gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.

                   Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların  tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya  getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.

                Bağlayıcılık Yönünden  Sünnet :

                   Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.

                   1) İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu konularda gelen ayeti kerimelere muvafık olarak sudur etmiştir.

                   2) Mutlakını mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette  geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın;  günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf yoktur.

                   3) Kur’an-ın susup ne vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.[13][13]

                   Bu üçüncü türde gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil  yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar kılar?

                 Birinci görüş, cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür[14][14]. İmam şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.

                   Sünnetin teşri’deki yetkisinin delilleri:

1)   Kur’an Kerimdeki  deliller:

                  a)“ Fakat hayır; Rabbine yeminler olsun ki, onlar, aralarında çekiştikleri şeyler hakkında seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar”[15][15].

b) “ Peygamber size neyi getirdiyse alınız, neyden de kaçındırdıysa ondan sakınınız ”[16][16].

c) “ Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin isabet etmesinden, veya acıklı bir azaba düçar olmalarından sakınsınlar”[17][17]                                  

d)  İşte bunlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı olarak buldukları ümmi Nebi’ye, Resul’e tabi olanlardır. O Resul (Peygamber), onlara iyiliği emreder, kötülükten de nehyeder; onlara, iyi ve temiz olan şeyleri de helal kılar ” [18][18].                                     

e) “ Kendilerine kitap verilenlerden Allaa’a  ve Ahiret gününe iman etmeyenlerle,  Allah’ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram  saymayanlarla ve hak dini, din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle  cizye verinceye kadar savaşın ”[19][19].                                           

f) “ Allah ve Resulu, bir şeye hükmettikleri zaman, mümin erkek ve mümin kadının kendi işlerinde artık başka bir şeyi seçmeye hakları yoktur... ”[20][20]                                            

                   g) Peygamber (s.a.v.)’in emrettiği ve yasakladığı konularda ona uyma ve itaatın vucubiyyetine delalet eden Kur’andaki naslar, onu beyan ve teyid eden sünnet ile müstakil hüküm getiren sünnet arasında bir ayırım yapmamıştır. Bilakis bazı ayetler bu istiklaliyeti sünnet’e teslim etmektedir.

                   Örneğin; “ Ey İman edenler, Allah’a itaat edin. Peygambere’de itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre de...”[21][21].  

                   Bu ayetin tefsirinde et-Tayyibi şöyle der: “Peygamber’e (s.a.v.) itaatin istiklaliyetine işaret etmek için, bu ayeti kerimede; “ Peygamber’e de itaat edin”            diyerek fiil işareten tekrarlanmış, fakat, “sizden olan ülü’l-emre de”  bu işareti tekrarlamamıştır”[22][22]. Özellikle (e) maddesindeki ayeti kerime bu konuda çok açıktır. Bunlardan başka ayeti kerimeler de bu meyanda delil sayılabilir.

                   2) Sünnetten deliller :

a)   Genel Hadisler:

                    İster teyid eden, ister beyan eden ve isterse müstakil olarak gelsin, sünnetin bağlayıcılığını ispatlayan hadislerin geneli buna delil olmaktadır. Örneğin, “Size sünnetimi tavsiye ediyorum”[23][23] hadisi. Bunların  çokluğu   bu geneli kesinleştirmektedir.

b)   Hususi Hadisler:

                   Örneğin; “ Bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi, karnı tok ve yastığına dayanmış bir adamın; ‘ Size gerekli olan Kur’andır, onda neyi helal bulduysanız, onu helal ediniz, neyi de haram bulduysanız, onu haram ediniz’ demesi yakındır. Allah Rasulu’nun haram ettiği şeyler, Allah’ın haram etmesi gibidir”[24][24].

 3) Akli delil:

                   Madem ki Hz. Peygamber vahyi tebliğde hatadan masumdur, öyleyse sünnetin istiklalen hüküm getirmesi, aklen mani değildir. Ayrıca Cenab-ı hakk’ın Peygamber’e hükümlerini tebliğ etme hususunda hangi yolla olursa olsun, emretmesi mümkündür ki, bu aklen caizdir. Kaldı ki alimlerin ittifakıyla hükümleri tebliğ etme olayı, hem Kur’an, hemde sünnetle fiilen vuku bulmuştur.

                 Sünnetin Müstekillen Getirdiği Hükümlere Örnekler:

1.      Ninenin mirası ve altıda bir olduğu. (Bu konuda alimlerin icma-ı söz konusudur, delil ise, sünnetin getirdiği müstekil hüküm)

2.      Zina eden evli erkek veye kadının recmedilmesi.

3.      Zina eden bekarın bir yıllığına nefyedilmesi.

4.      Evlilikte bir kadını, hala ve teyzesiyle birleştirmenin yasaklığı.

5.      Şuf’a ile ilgili hükümler.

6.      Evcil eşek etinin haramlığı.

7.      Mut’a nikahın haramlığı.

8.      Musakatla ilgili hükümler.

9.      Şahid ve yeminle ilgili hüküm.

10.  Ramazanda orucunu kasden bozana keffaret.[25][25]

Buna benzer bir çok örnekler vermek mümkündür.

Sonuç

                   Bu kısa araştırmamızın neticesinde sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynak olduğu ve sünnetin büyük bir kısmının vahye dayandığı, belirtilen kısımların ise, vahye girmediği anlaşılmıştır. Ayrıca vahye dayanan sünnetin teşri’attaki yetkisi ve bağlayıcılık yönüyle de müstekil olarak bazı hükümler vaaz edebileceği, örnekleriyle ortaya konulmuştur. Ancak bu konularda daha kapsamlı bilimsel ve ciddi çalışmalar yapılmasının gerekliliği bir gerçektir.

Kaynaklar

1.                       Kur’an-ı Kerim

2.                       Kara Necati,  Kur’an Sünnet Bütünlüğü

3.                       Erdoğan Mehmet, Akıl ve vahyi açıcından sünnet

4.                       Sor yayıncılık, Kur’an ve sünnet

5.                       Kırbaşoğlu Hayri, İslam düşüncesinde sünnet

6.                       el-Hakim en-Nisaburi, el-Müstedrek

7.                       Malik b. Enes, el-Muvatta Hüccüyyetis’Sünne

8.                       Abdulhalık Abdulgani,

9.                       Sibai Mustafa, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami

10.                   eş-Şafii, er-Risale

11.                   eş-Şatibi, el-Muvafakat

12.                   Ebu Davud, es-Süne


 

SUNNET VAHYDIR

 

Allah'ın dini İsiam, her devirde insanlara iki ana kaynaktan gelmektedir. Bunların birincisi Allah'ın kitabı Kur'an, ikincisi ise Resullerinin sünnetidir.

Kitap ve sünnet olarak, iki kaynak adı altında zikredilen İslam'ın tümü vahiy cümlesindendir.

Kur'an, Allah'tan inen vahy olduğu gibi. sünnet de aynen Allah'tan inen bir vahy'dir.

Bunu reddedenlere sormak gerekir "...Sünnet nasıl vahy olarak kabul edilmesin

 

Bakınız AIIah'u Azze ve Celle ne buyuruyor:

"O kendi hevasından konuşmaz. Onun

konuşması kendisine İlka edilen bir vahy'den

ibarettir". (Necm 3.4)

Bu ayeti.kerime açıkça ifade ediyorkî; "Rasulullah (sav)'ın şeriatla alakalı bütün konuşmaları vahydir.O,kendi heva ve arzusundan şeriata birşey!er sokma yetkisine sahip değildir.."

Ve yine bir ayeti kelimesinde Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

"Eğer Muhammed kendinden bazı sözler uydurup da bizim söylediğimizi iddia etseydi, elbette ki onun gücünü kuvvetini alır ve şah damarını keserdik. İçinizden biç biri de buna engel olamazdı" (Hakka44,47)

Yine bir ayeti celilede:

"...Muhakkak ki ben, ancak bana vahyolunana tabi oluyorum. Ve ben apacık bir uyarıcıyım" (Ahkaf 9 ay} ifadesiyle Allah resulü (sav)'in tabi olup uyguladığı her şeyin (Tabi ki din'le alakalı olan her şeyin) vahiy olduğu bildirilmektedir.

Zikredilen Ayeti kerimeler gayet açık bir şekilde şunu ifade etmektedir ki;

"...Resul, dinle alakalı konuşmalarında vahye tabi olduğu gibi, yine aynı şekilde dinle alakalı uygulamalarında da vahye tabi olmaktadır..."

Nasıl böyle olmasın ki, bu dinin şâri'si Allah-uAzze ve Celle olduğu halde, nasıl olur da şeriata ait her hangi bir hükmü O'ndan başkası koyabilirki...?

"Hüküm yalnız Allah'ındır... "(En am27) peki öyleyse..; Nasıl olur da resul,öğlen namazının rekat oluşunu kendiliğinden farz kılabilir ki. ve yine, yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimedeki Şiddetli uyarı ve tehditten sonra, ümmi nebi'nin kendiliğinden helal ve haram hükmü koyması nasıl mümkün olabilir ki...?

:•"' Allah Resulü (sav)'in bize olan bütün emirleri, nehiyleri, geçmiş ümmetlerden, gelecekten verdiği her haber vahy'den ibarettir.

Çünkü Allah Resulü (sav) "vahy" olmadan ne geçmişte ne degelecekte olanları ve olacakları asla bilemez.

Allah-uAzze ve Celle, bu konuda resulüne şöyle dedirtiyor: "Ey muhammed onlara de ki: Allah'ın hazineleri yapımdadır demiyorum. G ay h ı da bilmiyorum. Size, ben meleğim de demiyorum. Ben sadece, bana vahy oluna n a tabi oluyorum..."(En'am 50)

Yine bir ayet'i celilede: "Rabbinizdensize indirilene uygun. .."(A'raf 3 ay). Onunla hareket edin, onunla hükmedin. Çünkü "...Herkim ki Allah'ın indirdiği ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendileridirler". (Maide44)

Ve yine bir ayet-i celilede: "....Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet, sana gelen hakkı bırakıp da onların heveslerine uyma.."(Maide 49 ay- Nisa 105 ay).

Bu ayeti kerimelerin ortaya koyduğu mana göz önünde bulundurulursa, artık mömkünmüdür ki Resul, ...'Allah'ın indirdiğinden gayri şeylere tabi olsun.." Yine mümkünmüdür ki "...insanlar arasında Allah'ın indirdiğinin gayrisi ile hükmetsin..."

Daha açık bir ifade ile; "...Hiç müm­künmüdür ki resul insanlara öğleni dört kılın, akşamı üç kılın, sabahı da iki kılın diye..." bir hüküm koysun.

Bunların hiç birisi de mümkün değildir... Ta ki Allah-u Azze ve Celle'ninvahyindirerekkendi izni ile koydurması müstesna.

Allah-u Azze ve Celle neyi indirmiştir...? Bu konudaki bilinmesi gereken şeye gelince bu da; Allah-u Subbanehu ve Teala'nın ayetlerinde buyurduğu gibi"...KİTAP VE HİKMET...'dır.

Rabbimizşöyle buyurmaktadır:

".... Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi. Ve bununla sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allah'ın senin üzerindeki fazlu çok büyüktür." (Nisa113)

"...Allah'ın ayetlerini eğlence edinmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size öğüt vermek için indirdiği kitabı ve hikmeti hatırlayın. Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah herşeyi hakkıyla bilendir"."(Bakara 231)

Zikredilen ayeti kerimelerde açıkça ifade ediliyorki;

"...Allah-u Azze ve Celle, insanların öğüt almaları icirıonlaratabiolacakları iki şey indirmştir. Bunlardan birinin adı kitap diğeri ise hikmettir..."

Biz ilk önce, anlaşılmasında zorluk çekilen 'HİKMET'ibaresini ele alır bunun üzerinde biraz durmaya çalışır isek hikmet'in ne gibi bir manayı ihtiva ettiğini anlamış ve kavramış oluruz.

Zikredilen bu ibarenin ayetlerde anlatılan sıfatları şöyledir.

"Nitekim size, kendi içinizden ayetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size kitap ve hikmeti öğreterek bilmediklerinizi talim ettiren bir peygamber gönderdik" (Ali imran 164, Bakara 151, Cuma 2, Bakara 129)

Bu ayeti kerimede kitapla beraber indirilen hikmetin öğretilen talim ettirilen bir vastı olduğu gayet açıktır. Yanı Kur'an, nasıl insanlara öğretilip ta'lim ettirilmiş ise, Hikmet de aynen insanlara öğretilip talim ettirilmiştir.

"Sizin evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve bir de hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah latiftir, habir'dir". (Ahzab 34)

Bu ayet'i kerimede de görüldüğü gibi. indirilen öğretilen ve ta'lim ettiıilen lıikmet'in vasıflarından birisi de okunmağıdır,

Ayrıyeten, Allah Resulü (sav)'in şu hadisi şerifleri degözönündebuiundıırulursa;"Hikmet'in. tabi olunması için Allah'tan resulüne vahyedilen şeriatın bir bölümü olduğu gayet açık bir şekilde anlaşılmışolacakiır.,"

Resuîullah (sav) buyurdular ki: "Dikkat edin! Bana Kur'an ve bir de misli verildi..." (EbuDavııd 5.4604}

...R e sulu ilah (sav) şöyle dedi' "Size, kendisine sarıldığınız takdirde dalalete düşmeyeceğiniz iki şey bıraktım. Allah'ın kitabı ve benîm sünnetim" (Hakim müstedrekl.c.93, Beyhaki Sünen 10.C.114)

Ayet ve hadislerin açık ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, insanların tabi olmaları için indirilen bu şeriat, resulün Allah'tan alarak insanlara öğrettiği, okuttuğu ve sarılmalarını emrettiği kitap ve sünnet'ten ibarettir. Ayrıca zikredeceğimiz şu ayeti kerime de dikkatli bir şekilde ele alınırsa, Kur'an-ı n tefsiri, beyanı mahiyetinde olan sünnetin vahy olduğunu anlayabiliriz.

"(Ey muhammed) Cibril vahyi sana getirdiğinde dilini acele edip hareket ettirme. Onu gönlünde toplayı cem etmek bize aittir. Sen sadece onun okunuşunu takip et yeter, Sonra, muhakkak ki onu beyan etmek de bize aittir".(Kıyamet16,17.18,19)

Bu ayeti kerimede çok açık bir şekilde sünnetin vahy olduğu anlatılmaktadır,

Şöyle ki; Peygamberimiz (sav) Kur'anın vahyedüışi esnasında acele ediyor, indirilenin okunup ezberleneceği gibi, onun bir de izahı, tefsiri nasıl ne şekil olacak diye heyecanlanıyordu. Allah-u Azze ve Celle ise: "..Sen acele edip heyecanlanma. Kur'an-ı senin gönlünde toplamak bize aittir. Sen sadecetakipetyeter. Ondan sonra da indirilen ayetleri tefsir etmekyinebizeaittir.

Ayet-i Kerimedeki zikredilen beyaneh ibaresindeki "hu" zamiri önceden indirilendir. Binanaleyh, Kur'an-ı kerimdeki indirilen namazemri olsun,zekat emriolsun. Hac, orucv.s. emirleri olsun, b u n lan n hepsi de". ..Vahy-i gayri metluv... "dediğimiz sünnet'ie beyan ve tefsir edilmiştir.

Bu koudakısünnet'tendelilleregelince, bu bir hayli kabarıktır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

...Esma(ra)söyledemiştir. Peygamber f sav) buyurdu ki; "Sizlerkabirlerinizde mesihdeccal'ın imtihanına benzer bir imtihan geçireceksiniz..." (Buhari1C.243s.)

. .Aişe (ra)dan; söyle demiştir; "Ben resulullah'ın kadınlarından hiç birine karşı Hadice'ye karşı kıskandığım derecede kıskanmadım. Çünkü resulullah onu çok anardı ve ona övgüleri çok olurdu. Halbuki Rasulullah'a Hadice için cennetle inciden borularla yapılmış bir ev ile müjdelemeside vahyolumuştu" .(Buhari 11 C 5307)

...ibn Abbas şöyle dedi."Allah u  teala namazların hazarda dört, seferde iki harp  halinde de bir rekat kılınmasını peygamberinizin diliyle farz kılmıştır.. ."(Müslim 2.c. 687)

"...Ata İbnu ebi Rebah şöyle dedi: Bana safvan İbnu ebi Ya'la İbnu Umeyye şöyle haber verdi:- Ya'la, keski ben Resulullah'ı, üzerine vahy indirildiği sırada göreydim, der dururdu.

Nihayet peygamber (sav] Cirane'de bulunduğu zaman, üzerinde bir kumaş kendisini gölgelendirmiş ve yanında da sahabilerinden bir takım insanlar bulunduğu sırada, güzel koku sürünmüş bir kimse yanına çıkageldi ve:- Ya resulullah! güzel koku suründükten sonrabircübbe içinde Umre için İhrama giren kimse hakkında ne dersiniz?diye sordu. Peygamber, birmüddet baktı. Akabinde kendisine vahy geldi. Bunun üzerine Umer, Ya'la'ya "gel" diye işaret etti. Ya'la geldi ve başını, peygamberi örtmekte olan örtünün içine soktu, Peygamber'1 yüzü kızarmış, uyuyan kimsenin gidip gelen nefesi gibi horulduyor vaziyette gördü.

Peygamber'in hali bir müddet böyle devam etti. Sonra peygamberden bu hal sıyrıldı. Bunun üzerine Peygamber (sav):-Biraz önce umreden bana sual soran kimse nerede? diye sordu. Hemen o suali soran kimse arandı ve bulunup peygamberin yanına getirildi. Peygamber:-Sendeki kokuya gelince, onu üç kere yıka, üzerindeki cübbeye gelince, onu da çıkar, sonra baççında yapmakta olduğun fiileri Umrede de yap" büyüdü. (Buhari 11 C 5079),

...İbnu Ömer (ra)şöylededi: Resulullah (sav) zamanında, Resulullah'ın sahabilerinden birtakım insanlarrüyagörürlerdide, bu rüyalarını Resulullah (sav)'eanlatırlardı. Resulullah dao rüyalar hakkında Allah'ın dilediği tabirleri söylerdi..." (Buhari 15 c 6899)

...ZeydİbntipS^ra) şöyle dedi: Resulullah (sav) Hııdeybtyedff;4jeceleyin yağmış olan yağmurdan Sp,ıjt3 bizlere sabah namazını kıldırdı. Namazdan çıkınca'yüzünü cemaate göndürdü ve: -Bilir misiniz, Rabbiniz ne buyurdu? diye sordu. Dediler ki Allah ve Resulü en iyi bilendir. Resulullah dedi ki; -A!lah-u AzzeveCelle buyurdu ki: Kullarımdan kimi banaınü'min, kimide kafirolaraksabahetti. Her kim Allah'ın fadl ve rahmet iyle üzerimize yağmur f ydğ'clı dediyse işte o bana iman etmiş, yıldıza iman etmemiştir. Her kim de üzerimize yıldız sebebiyle yağmuryağdı dediyse işte o, bana iman etmemiş, yıld ıza iman etmiştir, buy urdu. (Müslim 1 C 71)

...Abdullah b. Amr(ra)'den rivayete göre, o şöyle demiştir. "Ezberleme isteği ile resulullan (sav)'den işittiğim herşeyi yazardım. Kureyş beni bundan menederek şöyle dediler: "...Sen resulullah'tan işittiğin her şeyi yazıyorsun. Oysa Allah resulü (sav) de bir beşerdir, öfkeli haldeyken de konuşur". Bunun üzerine ben deyazmayı bıraktım. Sonradurumuresulullah'aarzettiğimde, resulullah (sav) "...Yaz, nefsim elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, benden hakkın dışında bir şey çıkmaz..." Buyurdu"(A. ibni Hanbel 2.12.192-İbnKesir13.C. 7529 S)

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Bana vahy olunmayan mes'eleierde ben de sizin gibiyim". (Taberani Kebir, Hişkat 1 C. 51 69)

 

 

 

SAHITLIK

Islam kardesleri! Islam'in en belirgin hedeflerinden biri de adaletin gerçeklesmesi ve yerlesmesi, her türlü çesidiyle ve sekliyle zulmün önlenmesidir. Esitlik ve adalet, Risalet-i Muhammediyye'nin; hatta bütün peygemberlerin risaletinin amacidir. (Andolsun ki biz, peygemberlerimizi apaçik delillerle gönderdik. Onlarla birlikte insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye Kitab' i ve mizani (ölçüyü ve adaleti) indirdik.) Hayatin tüm alanlarini düzenleyen, yaraticinin ve yaratilmislarin haklarini içerisinde bulunduran, her tür davranisi, sözü ve fiili kapsayan bir adalet... Her alanda ve her insan için adalet... (Muhakkak ki Allah; adaleti, ihsani ve akrabalara yardimi emreder.) Süphesiz Islam dini, hukuk ilkelerini tayin ederek islahin kurallarini belirler ve hayir yollarini tesis eder. Bu hayirli prensiplere ve islah yollarina ulastirici ve bunlarin selametini garanti altina alan vasitalari da beraberinde getiren bir dindir.  Adaleti gerçeklestirmenin en belirgin faktörlerinden ve esitligin en önemli dayanaklarindan biri de sahitlik yapmak, sahitligin önemini ve rolünü bilmek, sahitligin geregini yerine getirmek ve hakkini gözetmektir. Sahitlik, hak ile batilin ayrilmasi için bir ölçüdür. Dogru iddialari yalanlarindan ayirir. Bazilari söyle der: "Sahitlik, hukuk için ruh gibidir. Allah, nefisleri ruhlarla ve haklari da dogru sahitlik ile yasatmistir." Sahitlik; toplumsal hayatin ve toplum içerisinde gerçeklesen olaylarin, ailevi iliskilerin düzeni için zaruridir. Süreyh rahimehullah söyle der: "Hüküm vermek bir hastaliktir. Sahitler ise sifadir. Öyleyse, sifayi hastaligin üzerine bosalt!" Islam kardesleri!  Sahitlik görevini hakkiyla yerine getirmek, yapilmasi gereken bir yükümlülük ve zorunlu bir ödevdir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Sahitligi Allah için dosdogru yapin) Sahitlik görevini yerine getirenler, hayir ve ihsan ehlindendir. Fazilet ve iman sahibi kimseler grubundandir. Allah Teâlâ, kendilerine ikram edilmis kullarin sifatlarini anlatirken söyle buyurur: (Onlar ki, sehadetlerini dosdogru yerine getirirler.) Imanin gereklerinden biri de kendi nefsi veya en yakin akrabasi aleyhine de olsa dogru sahitlik yapmaktir. (Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan; kendiniz, ana-babaniz ve akrabaniz aleyhinde de olsa Allah için sahitlik eden kimseler olun.)  Allah'in kullari! Sahitlik görevini yerine getirmek; anlasmalara ve olaylara sahit olmak ve bunlari mahkemede hakimler önünde dile getirmektir. Alimler söyle der: "Bir anlasmaya ve kullarin haklariyla ilgili bir olaya sahit olmaya çagrilan ve kendisinden baska bu görevi yerine getirecek kimse bulunmayan kisinin çagrildigi seye sahit olmasi vacip olur. Degilse, menduptur. Sahit olmaya tesvik edilmistir. Sahitlik, herkes için farzi kifayedir. Bütün bunlar, sahit olma ile ilgili kurallardir. Sahit olunan bir sey hakkinda sahitlik yapmaya gelince bu konuda da alimler söyle der: Sahitlik yapmak farzi kifayedir. Yeterli miktarda kimse sahitlik yapinca digerlerinin üzerinden sorumluluk düser. Herkes sahitlik yapmaktan kaçinirsa hepsi birlikte günaha girerler. Bu sahitlerin disinda hüküm vermeyi saglayacak baska sahitler bulunmaz ve kisinin hakkinin zayi olmasindan korkulursa sahitler için sahitlik yapmak farzi ayn olur. (Çagirildiklari vakit sahitler gelmemezlik etmesin.) Bu, insanlar arasindaki hukukta böyledir. Ser'i hadlerde ise efdal olan gizlemektir.  Sahitlik yapmanin hükmü bu sekilde olunca, bunun aksi bir davranis olan sahitligi gizleme de seriatça kötülenmis çirkin bir istir. (Sahitligi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, muhakkak onun kalbi günahkardir.) Bazi alimler söyle der: Allah, (muhakkak onun kalbi günahkardir) kavliyle sahitligi gizleyeni tehdit ettigi gibi hiçbir seyi tehdit etmemistir. sahitligi gizlemek açik bir günah ve büyük bir suçtur. Allah Teâlâ vasiyete sahitlik edenlerden bahsederken söyle buyurur: (Allah'in sahitligini gizlemeyecegiz. Aksi takdirde muhakkak günahkarlardan oluruz.) Ibni Abbas söyle der: "Yalanci sahitlik en büyük günahlardan biridir. Sahitligi gizlemek de böyledir." Muhterem müslümanlar!  Bu yüce hakikatler anlasildiktan sonra bilmek gerekir ki, sahitligi had cezalarinin isbati için esas ve haklarin ortaya çikmasi için bir yol kilan Islam seriati; sahitligi, hedeflerini gerçeklestirecek sekilde kusatir ve amacina ulastiracak kurallara uygun olarak belirler. Hedeflerine ve amaçlarina ters düsecek bir konuma sapmasini önleyici esaslar ve prensipler çerçevesinde yapilmasini ve yerine getirilmesini saglar. Buna binaen seriatta asil olan, sahitligin bilgi ve açiklama üzerine bina edilmis olmasidir. Kaynagi güvenilir ve emin olmalidir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ancak bilerek hakka sahitlik edenler bunun disindadir.) Ve Yusuf aleyhisselam'in kardeslerini anlatirken söyle söylediklerini bildirir: (Biz bildigimizden baskasina sahitlik etmedik.) Alimler söyle der:"Asil olan sahitligin, görme ve müsahede ile olmasidir. Sahitligin dayanagi, bilme yollarinin en kuvvetlisi olmasidir. Sahidin mutlaka görmesi gereken öldürme, hirsizlik, gasp, süt anneligi, zina ve benzeri durumlarda gözüyle görmeden sahitlik yapmasi sahih degildir. Sahidin duymasi gereken anlasmalar, nikah, satis, kiralama, bosama ve benzeri durumlarda da duymadan ve söyleyeni teshis etmeden sahitlik yapmasi sahih olmaz. Islam kardesleri! Yukarida zikrettiklerimizden yola çikarak sunu söyleyebiliriz: Insanin bilmedigi bir seye sahitlik etmesi veya bildiginin tersine sahitlik etmesi büyük bir suçtur. Evet, nasil böyle olmasin ki?! Bu, yalanci sahitligin ta kendisidir. Alimler, yalanci sahitlik hakkinda söyle demislerdir: Nedenleri ve onu yapmaya sevkeden etkenler ne olursa olsun, dogrulukla alakasiz bir sekilde yalan yere sahitlik yapmaktir." Hafiz Ibni Hacer söyle der: ""Zûr", bir seyi oldugunun tersi bir sekilde nitelemektir. Söze nisbet edilirse, yalani ve batili içine alir. sahitlige nisbet edilirse, yalanci sahitlik için özel bir isim olarak kullanilir." Bazilari söyle der: ""Zûr", dogru sanilmasi için görünüsü düzeltilen ve güzellestirilen seydir." Allah'in kullari!  Yalanci sahitlik, en büyük günahlardan ve en büyük suçlardan biridir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Yalan söylemekten kaçinin.) Tirmizi ve diger alimler, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in insanlara hitap etmek üzere ayaga kalkarak söyle dedigini rivayet eder: "Ey insanlar! Yalanci sahitlik yapmak Allah'a sirk kosmakla denk sayilmistir." Sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem su ayeti okur: (O halde pisligin ta kendisi olan putlardan ve yalan söylemekten de kaçinin.) Bu, güzel bir senetle mevkuf olarak Ibni Mes'ud'dan da rivayet edilir.  Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: " Bunu, üç kere tekrar eder. "Evet, ey Allah'in Rasulü" derler. "Allah'a sirk kosmak ve anne-babaya kötülük etmek" buyurur. Sonra yaslandigi yerden dogrularak oturur ve "Dikkat edin! Yalan yere sahitlik yapmak" buyurur. Râvi söyle der: "Bunu o kadar tekrar eder ki, "Keske sussa!" dedik." Yalanci sahitligin zarari gayet açiktir ve sonuçlari kötüdür. Yalanci sahitlik, sahitligi olmasi gerekenden baska bir yöne çevirir ve batila dayanak haline getirir. Gerçegi tersyüz eder. Adalet yerine zulme yardimci olur. Nasil olmasin?!. Yalanci sahitlik, insaf ölçülerinin silinmesidir. Hükümlerin ifsadina, dogruluk ve güvenilirligin yikilmasina yolaçar. Allah'dan hakkiyla korkun ey Allah'in kullari! Takva sahiplerinin yollarini arayin. Allah'in, haklarinda (Onlar ki; yalanci sahitlik yapmazlar, bos ve batil seylere rastladiklarinda da sereflice yüz çevirip geçerler) buyurdugu mü'minlerin yoluna koyulun. Allah, beni ve sizleri Kur'an ile mübarek eylesin... Muhterem mü'minler!  Muhakkak ki Islam seriati; toplumda kardesligin tesisini, sevgi tohumlarinin ekilmesini, ayrilik ve çekisme nedenlerinin giderilmesini siddetle arzular. Bu nedenle müslümanlara; haklarin ve anlasmalardan dogan sonuçlarin korunmasi için, inkar etmeyi önlemek ve anlasmazliga son vermek için isbat etme kuralini koymustur. Isbat etmenin en güçlü yollarindan biri de sahit tutmaktir. Söyle denir: "Sahitler, yazili belgeden daha hayirlidir." Allah Teâlâ, alisveris ve benzeri konular için söyle buyurur: (Alisveris yaptiginiz vakit de sahit tutun.) Feshetme ve benzeri konular hakkinda da söyle buyurur: (Aranizdan adalet sahibi iki kisiyi sahit tutun.) Mallarin ve emanetlerin teslimi hakkinda ise söyle buyurur: (Mallarini kendilerine geri verdiginiz zaman onlara karsi sahit bulundurun. Hesap sorucu olarak Allah yeter!)  Allah sizleri korusun ve gözetsin! Allah'in emirlerine uyun ve yoluna tâbi olun ki kurtulusa ve mutluluga eresiniz. Rabbinizin rizasini elde edesiniz.  Sonra bilin ki, seçilmis peygamber Muhammed b. Abdullah'a salât ve selamda bulunmak en temiz tâatlardan ve en faziletli ibadetlerden biridir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin)

 

 

 

Seytanin Hilelerinden Sakinin!.

Güç ve kuvvet sahibi Allah'a hamdolsun. Yaratma ve emretme O'na aittir. O her nefsin üzerinde gözeticidir. Dilegi mutlaka gerçeklesir. Hikmeti latiftir. Kesin delil ancak Allah'indir. Allah dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi. Rabbime hamdeder ve sükrederim. O'na tevbe eder ve O'ndan bagislanma dilerim. Sehadet ederim ki Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Buna, gerçek ve süphesiz bir sehadetle sehadet ederim. Ve sehadet ederim ki, nebimiz ve efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. O, güvenilir ve sözüne sadiktir. Allah'im! Kulun ve Rasulün Muhammed'e, ailesine ve ashabina Kiyamet'e kadar devam edecek salât ve selamda bulun ve onlari mübarek eyle!.. Bundan sonra... Gizli ve asikar hallerinizde Allah'dan hakkiyla korkun ey müslümanlar... Ahiret gününe kavusmayi dileyin ve bozguncularin yollarina uymayin. Bilin ki ey Allah'in kullari, her seyin bir baslangici ve her baslangicin bir sonu vardir. Her yarisin bir hedefi vardir. Muhakkak ki siz, imtihan ve musibet dünyasindasiniz. Kiyamet'te ise cennet ve cehennem vardir. Allah, cennete giden bir yol belirlemistir. O yol da Islam'dir. (Kim, Islam'dan baska bir din ararsa bilsin ki kendisinden bu asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktir.) (3/Âl-i Imran/85) Islam'da da helak edici durumlardan kurtaran kötülükleri ve büyük günahlari defeden salih ameller belirlemistir. Nimetler yurdu cennet için salih amel isleyen cennet ehlini yaratmistir. Ve cennete davet eden davetçiler yaratmistir. Bu davetçiler, peygamberlerdir. Allah'in salât ve selami onlarin üzerine olsun. Ve peygamberlere tâbi olan; Allah'in kendilerine nimet verdigi, en üstün derecelere çikardigi ve hayirlarda öne geçirdigi insanlardir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Kim Allah'a ve Rasulü'ne itaat ederse iste onlar , Allah'in kendilerine lütuflarda bulundugu peygamberler, siddîklar, sehidler ve salih kisilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadastir! Bu lütuf Allah'dandir ve bilen olarak Allah yeter.) (4/en-Nisa/69-70) Onlarin yasantilari iyi olmus ve kalpleri temiz olmustur. Amelleri salih olmustur. Onlarin yaptiklarini yapan mutlu olur ve ebedilik cennetini kazanir.  Yine Allah cehennem için cehennem ehlini yaratmistir. Onlar, cehennem ehlinin amelini islerler. Allah, aci verici azapta ebedi olarak kalmaya götüren yollari açiklamistir. Allah Tebârake ve Teâlâ; kötülüklerden ve Allah'in gazabina neden olan, asagiliga ve cehenneme sürükleyen haramlardan sakindirmistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Kim Allah ve Rasulü'ne karsi gelirse bilsin ki ona, içinde ebedi kalacaklari cehennem atesi vardir.) (72/el-Cinn/23) Allah'in, içerisinde ebedi ve çesitli azaplar yarattigi o hayatin da bu dünyada davetçileri vardir. Allah Teâlâ, cehennem ehli hakkinda söyle buyurur: (Onlari, atese çagiran öncüler kildik. Kiyamet günü onlar yardim görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarina lanet taktik. Onlar, Kiyamet gününde de kötülenmisler arasindadir.) (28/el-Kasas/41-42) Cehenneme davet edenler, günahlari güzel gösterirler. Yapani helak eden günahlari islemeye çagirirlar. Cehenneme çagiran davetçilerin en azilisi, Allah Teâlâ'ya en çok düsman olan nefislerin en kötüsü ve en pis olani Iblis'tir. Allah ona lanet etsin. Bizleri ve tüm müslümanlari ondan ve onun zürriyetinden korusun. Allah; itaat edenle isyan eden bilinsin, ceza ve sevap verilecekler ortaya çiksin diye onunla imtihan etmistir. Söyle buyurur: (Andolsun ki Iblis, onlar hakkindaki tahminini dogruya çikardi. Inanan bir zümrenin disinda hepsi ona uydular. Halbuki seytanin onlar üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak ahirete inanani süphe içinde kalandan ayirdedip bilelim diye (ona bu firsati verdik). Rabbin gerçekten herseyi koruyandir.) (34/es-Sebe'/20-21) Ve söyle buyurur: (Ey Ademogullari! Size "Seytana ibadet etmeyin, çünkü o sizin apaçik bir düsmaninizdir. Ve bana kulluk edin, dogru yol budur" demedim mi?) (36/Yâsin/60-61)  Her türlü kötülüge ve günaha çagiran bu azili mahluka Allah, asamayacagi belirli bir güç vermistir. Mü'mine de onun kötülügünü defedecek bir silah, onu maglup edecek bir destek vermistir. Allah; Iblis'e vesvese verme, kalbe çirkin düsünceler atma ve batil fikirleri akla getirme gücü vermistir. Önce günahi arzuya, sonra istege, sonra da eyleme dönüsmesi için bunlari tekrar eder. Çünkü her eylemin baslangici, o eylemin kalpten geçmesidir.  Yine Allah; Iblis'e, günahlari güzel gösterme gücü vermistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Seytan onlara yaptiklarini güzel gösterdi.) (6/el-En'am/43) Fakat Allah, Iblis'e bir seyi sevdirme gücü vermemistir. Bir seyi sevdirmeye yalnizca Allah azze ve celle'nin gücü yeter. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Bilin ki içinizde Allah'in elçisi vardir. Sayet o, birçok islerde size uysaydi sikintiya düserdiniz. Fakat Allah size imani sevdirmis ve onu kalplerinizde süslemistir. Küfrü, fiski ve isyani da size çirkin göstermistir. Iste dogru yolda olanlar bunlardir.) (49/el-Hucurât/7) Ayrica Allah; bu azili yaratiga, kafirleri günahlara tesvik etme ve kiskirtma gücü vermistir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Görmedin mi; biz kafirlerin üzerine kendilerini iyice (isyankarliga) sevkeden seytanlari gönderdik. Öyle ise onlar hakkinda acele etme! Biz onlar için teker teker sayiyoruz.) (19/Meryem/83-84)  Allah, Iblis'e öfkeye sevketme ve bir tür dürtü gücü de vermistir. Yine Allah bu açik düsmana kalbe vesvese verme, tahrik etme gücü vermistir. Üfürüp sisirme gücü vermistir. Allah'in haber verdigi, seytanin bütün bu hileleri zayif hilelerdir. Seytanin ameli, iman ve Allah'a sarilma ile yokolur ve erir gider. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Süphe yok ki seytanin hilesi zayiftir.) (4/en-Nisa/76) Ve Allah, bu düsman hakkinda söyle buyurur: (Gerçek su ki; iman edip de yalniz Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (seytanin) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti ancak onu dost edinenlere ve onu Allah'a ortak kosanlaradir.) (16/en-Nahl/99-100) Allah'a tevekkül eden mü'minler karsisinda hiçbir gücü ve kudreti yoktur. Bu açik düsmanin varligina inanir, etkisini biliriz. Kötülügünün sonuçlarini da açikça görürüz. Allah bizleri ve tüm müslümanlari ondan korusun. Bu düsman, her hayirli yolun basina ondan geri çevirmek için oturmustur. Hayir yolunun tersine davet eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Iblis dedi ki: "Öyle ise beni azdirmana karsilik and içerim ki ben de onlari saptirmak için senin dogru yolunun üstüne oturacagim. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarindan, saglarindan, sollarindan sokulacagim. Ve sen, onlarin çoklarini sükredenlerden bulamayacaksin.") (7/el-A'raf/16-17)  Ancak Allah Teâlâ'ya sarilarak Iblis'in kötülügünü defedebilir ve hilelerini bosa çikarabiliriz. Saptirmasindan ve fesadindan kurtulabiliriz. Allah azze ve celle söyle buyurur: (Her kim Allah'a baglanirsa kesinlikle dogru yola iletilmistir.) (3/Âl-i Imran/101) Seytandan kurtulus; Kur'an ve Sünnet ile amel etmekle, insanlari buna çagirmakla olur. Ey müslümanlar!. Allah Teâlâ bizlere, bu düsmanin insani helaka sürükledigini, sonra da onu terkedip onunla alay ettigini bildirir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Allah'a andolsun ki, senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermisizdir. Fakat seytan onlara amellerini güzel gösterdi de iman etmediler. Iste o, bugün onlarin velisidir. Onlar için elem verici bir azap vardir.) (16/en-Nahl/63) Nuh'un kavmine, Âd ve Semud kavimlerine, Ibrahim'in kavmine ve Ashab-i Medyen'e sirki, küfrü ve günahlari güzel göstermistir. LÛt'un kavmine fuhsu, isyankar nesillere günah ve isyan çesitlerini güzel göstermistir. Baslarina Allah'in azabi gelince de pismanliklari hiçbir fayda saglamamis ve seytan onlara hiçbir fayda saglamamistir. ((Münafiklarin durumu) tipki seytanin durumu gibidir. Çünkü seytan insana "Inkar et!" der. Insan inkar edince de "Ben senden uzagim. Çünkü ben, Alemlerin Rabbi olan Allah'dan korkarim" der. Nihayet ikisinin de sonu, içinde ebedi kalacaklari ates olacaktir. Iste bu zalimlerin cezasidir.) (59/el-Hasr/16-17) Ahirette ise bu seytan, yüksek bir atesten tepenin üzerine çikarak kendisine uyanlara seslenir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Hesaplari görülüp is bitirilince seytan diyecek ki: "Süphesiz Allah size gerçek olani vadetti. Ben de size vadettim ama yalanci çiktim. Zaten benim size karsi bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çagirdim ve siz de benim davetime hemen kostunuz. O halde beni yermeyin, kendinizi yerin. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz. Kuskusuz daha önce ben, beni ortak kosmanizi reddettim. Süphesiz zalimler için elem verici bir azap vardir.) (14/Ibrahim/22) Geriye ancak inleme ve hiçkirma, pismanlik, aglama ve feryat etme kalir. Allah onlara söyle der: (Alçaldikça alçalin orada! Bana karsi konusmayin artik) (23/el-Mü'minûn/108) Müslümanin, kendisiyle bu açik düsmanin hilesini bosa çikarabilecegi seylerden biri de Allah'a siginmaktir. Allah'a siginmanin anlami O'nun himayesine girme, O'na tutunma ve O'nun korumasina basvurmadir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Eger seytandan gelen kötü bir düsünce seni dürtecek olursa hemen Allah'a sigin. Çünkü O; isitendir, bilendir.) (41/Fussilet/36) (Ve de ki: "Rabbim! Seytanlarin kiskirtmalarindan sana siginirim. Onlarin yanimda bulunmalarindan da sana siginirim Rabbim!") (23/el-Mü'minûn/97-98) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yaninda iki adam birbiriyle atisir. Onlardan birinin yüzü öfkeden kipkirmizi kesilir ve boyun damarlari siser. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Ben bir söz biliyorum. Sayet onu söylerse hissettigi sey (öfke) gider: "Eûzu billahi minesseytânirracim / Kovulmus seytanin serrinden Allah'a siginirim."  Seytanin hilesini ve kötülügünü defeden seylerden biri de cemaatle namaza devam etmektir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Süphesiz namaz hayasizliktan ve kötülükten alikoyar.) (29/el-Ankebût/45) Ve Iblis hakkinda söyle buyurur: (Seytanin adimlarina uymayin, çünkü seytan süphesiz ki hayasizligi ve kötülügü emreder.) (24/en-Nûr/21) Bir hadis-i serifte Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Kim sabah namazini cemaatle kilarsa o kimse aksam oluncaya kadar Allah'in zimmetindedir." Yine, seytanin serrini defeden seylerden biri de Ayetu'l Kürsi'yi; Ihlas, Felak ve Nâs surelerini her namazin arkasinda okumaktir. Müslüman mescide girince "Bismillah, vessalâtu vesselamu alâ rasulillah / Allah'in adiyla, salât ve selam Rasulullah'in üzerine olsun" der. Kur'an-i Kerim'i çokça okumak da seytanin serrini uzaklastiran etkenlerdendir. Kur'an'in, seytani uzaklastirmada özel bir ayricaligi vardir. Kul ne kadar çok Kur'an okursa, kovulmus seytandan nefsini o kadar korur.  Allah'in, kendisiyle seytanin serrini defettigi seylerden biri de zekat ve sadaka vermek, hayir yollarinda harcama yapmaktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Sadaka, suyun atesi söndürmesi gibi günahi söndürür." Müslüman günahtan korunursa büyük bir kötülükten kurtulmus olur. Iyilik yapmak, kötülüge düsmeye mani olur. Seytanin hilesini uzaklastiran seylerden biri de Allah'i tesbih ederek, hamdederek, tekbir ve kelime-i tevhid getirerek, istigfar ederek Allah'i zikretmektir. Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Ebu Hureyre radiyallahu anh'tan rivayet edilen bir hadiste Nebi sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Mü'min, günün basinda yüz kere "Lâ ilahe illallahu vahdehu lâ serike lehu, lehu'l mülku ve lehu'l hamdu vehuve alâ kulli sey'in kadîr /Allah'dan baska ilah yoktur. O, tektir ve ortagi yoktur. Mülk O'nundur ve hamd O'nadir. Ve O, her seye gücü yetendir" derse bu ona o gününde seytana karsi bir korunma olur. On köle azad etmis gibidir. Allah ona yüz sevap yazar." Allah'in, kendisiyle seytanin serrini uzaklastirdigi seylerden biri de Allah yolunda cihad etmektir. Hayir ve ilim meclislerinde bulunmak; oyun ve eglence meclislerinden, batil ve gaflet meclislerinden uzak durmak da Allah'in kendisiyle seytanin serrini uzaklastirdigi seylerden biridir. Çünkü, eglence ve batil meclislerinde seytan hazir bulunur. Aralarina düsmanlik, buguz ve mutsuzluk sokar. Kötülük, içki içme ve büyük günah isleme noktasina kadar ulasabilir. Basinda ve sonunda bu seytanin kötülügünden kutaracak seylerden biri de tevhid ve Allah'a tevekküldür. Sadece O'na dayanmak ve bütün ibadetleri yalnizca Allah için yapmaktir. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Süphesiz kullarim üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azginlardan sana uyanlar müstesnâ.) (15/el-Hicr/42) Allah'dan hakkiyla korkun ey müslümanlar!.. Seytanin hilelerinden ve gaflete düsürmesinden, seytanin adimlarindan ve tuzaklarindan sakinin. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ey iman edenler! Hep birden barisa girin, sakin seytanin pesinden gitmeyin. Çünkü o, apaçik düsmaninizdir. Size apaçik deliller geldikten sonra eger baristan saparsaniz sunu iyi bilin ki Allah Aziz'dir, Hakîm'dir.) (2/el-Bakara/208-209) Allah beni ve sizleri Yüce Kur'an ile mübarek eylesin... Kendisine itaat eden ve kendisinden hakkiyla korkanlari izzetlendiren, emrine karsi çikip kendisine isyan edenleri ise zillete düsüren Allah'a hamdolsun. Allah'dan baska ilah olmadigina sehadet ederim. O, tektir ve ortagi yoktur. O'nun disinda bir ilah yoktur. Ve sehadet ederim ki, nebimiz ve efendimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah'im! Kulun ve Rasulün Muhammed'e, ailesine, ashabina ve O'nun yolundan gidenlere salât ve selam eyle; onlari mübarek kil!. Bundan sonra... Allah'dan hakkiyla korkun ey müslümanlar!. Ve bilin ki; Iblis, ademoglunu her türlü kötülüge çagirir. Hiç birini küçümsemeden her hayir yolunun önüne geçer. Ademoglunu ilk çagirdigi sey küfürdür. O, bu daveti kabul ederse iplerini seytana teslim etmis olur. Seytan da onu, dünya ve ahirette her türlü kötülüge ve helaka sürükler. Onun küfre davetini kabul etmezse bid'ata çagirir. Çünkü çogunlukla bid'at sahibi bid'atindan dönmez. Çünkü o bid'ati din olarak görür ve seytan bununla sevinir. Buna da gücü yetmezse onu büyük günahlari islemeye çagirir. Büyük günahlara da çagiramazsa, küçük günahlarda israr etmeye davet eder. Buna da gücü yetmezse; onu, müstehaplari terkederek mubahlarla ugrasmaya, kendisini ilgilendirmeyen seylerle mesgul olmaya çagirir.  Süphesiz seytan, nefsi gözetler ve onun isteklerine bakar. Ona, meylettigi yönden ve sevdigi açidan yaklasir. Nefsin ragbet ettigi ve istedigi yönden ona kötülük kapilari açar. Allah'in rahmet ettigi hariç nefis de kötülügü emreder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Ey insanlar! Allah'in vadi gerçektir; sakin dünya hayati sizi aldatmasin ve o aldatici seytan da Allah hakkinda sizi kandirmasin. Çünkü seytan sizin düsmaninizdir, siz de onu düsman sayin. O kendi taraftarlarini ancak ates ehlinden olmaya çagirir.) (35/Fâtir/5-6) Muhakkak ki seytan, kulun küçük gördügü masiyetlere ve önemsemedigi günahlara razi olur. Seytanin size müdahalesinden sakinin ey Allah'in kullari!. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Süphesiz seytan Arap yarimadasinda kendisine ibadet edilmesinden ümidini kesmistir. Fakat aranizi bozmaya çalisir."  Allah'in kullari! Süphesiz Allah kendi ismini zikrederek basladigi bir isi size emreder. Söyle buyurur: (Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de O'na salât ve çokça selam eyleyin.)(33/el-Ahzâb/56)

 

 

                              TAGUTLARIN REDDI

 

Şüphesiz  insanlığın yaradılış gayesi, hiç bir ortak tanıma­dan Allah'a onun istediği ve resulünün gösterdiği şekilde ibadet etmektir. Yani kulluk­tur.

Bu kulluğun en güzel şekliyle gerçekleşmesi için, mutlaka Allah'ın indirdiği nizama göre hareket şarttır. Yani, Kitaba ve Sünnet'e göre inanç ve amel zaruridir. Buna da, bilindiği gibi bütün resullerin getirdiği şeriatta "Tevhid" adı verilmiştir. Yani insanlık sadece ve sadece tevhid için, Allah'ı birlemek için yaratılmışlardır.

Şüphesiz, "Her şeyin zıddı ile kaim olduğu" şu alemde, insanlığın yaradılış gayesi olan " Tevhid" de zıddı ile kaimdir. Ve bunun adı da, şirk'tir, küfur'dür. Bunlardan birinin gerçekleşmesini Allah'u Azze ve Celle istiyor ve emrediyor, diğerini ise şeytan alehilla'ne istiyor ve emrediyor.

Tıpkı karanlık ve aydınlık misali, insan hayatına biri dogmadan diğeri ortadan kaybolmaz asla. Nasıl ki, aydınlığın gelmesiyle karanlık ortadan kayboluyorsa, ay 6 nen, Tevhid'in insan hayatına doğmasıyla da şirk ve küfür ortadan kayboluyor. Ve yine aynen, nasıl ki, karanlığın gelmesiyle aydınlık ortadan kaybolu­yorsa, küfür ve şirk'in de insan hayatında vuku bulmasıyla tevhid ortadan kayboluyordu.

İşte Allah'u Azze ve Celle, insanların kapkaranlık, hatta zifiri karanlık bir hayat içerisinde bulundukları sırada kendilerini o karanlıktan aydınlığa çıkaracak bir elçi ile yine o büyük rahmetini, merhametini ve şevkatini insanlara bir kez daha hatırlatmıştır.

"Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları da tağuttur. O da onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. Onlar Ateş halkıdır, orada ebedikalacaklardır" (Bakara 267 ay O

Görüldüğü gibi Allah'u Azze ve Celle bu ayeti kerimesinde kendisinin inananların dostu olduğunu, küfre­denlerin dostlarının ise, Tagutlar olduğunu bildirmiştir. Binaenaley küfredenlerin ve şirk koşanların karşısına çıkan tüm davetçiler, onların hakiki bir imana sahip olmaları için ilk önce tağutları reddetmelerini istemişlerdir. Çünkü Allah'a imanın gerçekleşmesi , için, tagutları inkâr şarttır. Kendisinin de bir ayeti celilesinde buyurduğu gibi:

"...Kim tağutu inkâr edip Allah'a iman ederse, muhakkak ki o, kopmayan sağlam bir kulpa yapış­mıştır..." (Bakara 2S6 ay.)

Bu ayeti kerimede de zikredildiği gibi, Allah'a iman'dan önce mutlaka tağutların reddi ve inkarı gerekmektedir. Çünkü, tağutu  tanıyamayan, onu bilmeyen ve onu reddedemeyen herkes küfür ile imanı birlikte yürütme gafletine dalacaktır. Aynı cahiliyye toplumlarında olduğu gibi.

O halde biz, neyi kabul ve neyi reddedeceğimizi şuurlu ve basiretli bir şekilde öğrenmek mecburiye­tindeyiz. Öyle ya, madem ki Allah'a iman için tağutları red ve inkâr şarttır, o halde biz tağutun ne olduğunu, tağut denilince ne denilmek isten­diğini, ve onun inkâr ve reddi nasıl gerçekleşecektir, onu Öğrenmeye çalışalım.

TAĞUT:

"Tuğyan kelimesinden türemiştir ki Tuğyan; Azmak, taşkınlık etmek manasınadır".

Ragıp El Esfahani: Müfredatında "Ta-ğa" maddesinde "Tuğyan; Allah'u Azze ve Celle'ye isyan etmek manası­nadır" diyor.

İmam Muhammed îbn Cerir: "Tağut; Allah'ın indirdiği hükümlere mukabil olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad eden her varlıktır. (Cemiu-1 Beyan fi-Tefsirul-Kur'an - Mısır 1334: Cilt 3. say. 13).

İmam Şevkani: " Cîbt; Puftur. Tağut; ise putların eli arasında yalan açıklamalarla insanları saptıran kimse demektir". (Şevkani, Tefsir 1. 1964')

îbn Kesir: " Tagut; Kitap ve Sünnet'ten yüz çevirerek bunların dışındaki batılları kabul eden herkestir" (İbn Kesir 4 C. 1748 Nisa. 60. Tef).

îbn Kayyım El-Cevzi: "Tağut; ibadet, ittiba veya itaat konusunda haddini aşan mahluk demektir.

Her cahiliyye toplumunun bir tağutu vardır. Her toplumun tağutu

Allah ve resulü dışında muhakeme olundukları veya Allah'tan başka tapındıkları, Allah'ın emir ve hükümleri karşısında basiretsizce tabi oldukları veya itaatta bulundukları şeylerdir" (İlyamul Muvakkin l.C. 50.52 say.)

Gerçek kitap ve sünnetin, gerekse ona tabi olan ilim ehlinin tağut hakkındaki sözlerinden özet olarak şöyle anlıyoruz:

TAĞUT: İnsanı Allah'a ibadetten alıkoyan, Allah'a giden yolu kapatan, dini Allah'a has kılmayı, Allah ve Resulüne tabi olmayı önleyendir. Bu, cin ve insanlardan olabileceği gibi, ;. taştan, ağaçtan, maddeden heva ve hevesten de olabilir. Ve yine:

İnsanlar   arasındaki   hukuki ilişkileri,    davranış   biçimlerini, ekonomik meseleleri kısaca her türlü beşeri münasebetleri düzenleyen ve müeyyideye   bağlayan   Kur'an   ve Sünnetten   kaynaklanmayan   ister yabancı olsun, ister yerli olsun her türlü beseri kanun, ilke, değer yargısı ve davranış kalıpları bu kelimenin anlamı   içine   girer.   Bu   kanunları koyanlar da bunu bilinçli bir şekilde kabul edip tasdik edenler de ayenen tağutturlar.

Buraya kadar Tağut'un gerek lugavi manasını ve gerekse ıstılahı manasını kavrayabildiysek ki, -inşallah kavramışsızdır- şimdi tağutu reddetme-nin ne şekilde olacağını, insanın onu hayatından nasıl uzaklaştıracağını ve Allah'a imanın nasıl gerçekleştireceğini anlatmaya başlayabiliriz.

Kur'an, Allah'a iman etmeyi emretmiş ardından, O'na iman etmek isteyenlere ilk Önce tağutları reddetmelerini ve hayatlarından onları uzaklaştırmalarını istemiştir.

Onun içindir ki, her gönderilen peygamber kendi zamanında kavmini zamanın tağutlarından haberdar etmiş ve onları reddetmelerini istemiştir.

"Biz her ümmete, yalnız Allah'a ibadet etmeleri ve tağuttan kaçınmaları için bir peygamber gönderdik.." (nahl 36 ay.)

Eğer o tagut bir insan ise, bir fikir ise, veya bir ekol ise bu kavmin anlayabileceği en güzel şekliyle izah olunmuştur. Bu da Allah'u Azze ve Celle'nin insanlara karşı merhametini gösterra ektedir.

Son peygamber Muhammed (sav) ise, kendisinin şahsında bütün insanlığa nazil olan Kur'an-ı kerimde aynen önceki peygamberlerin yaptığı gibi ümmetini adı geçen tağutlardan şiddetle sakındırmıştır,

Tagutların reddedilmesi ve onlardan uzak durulmasını Allah (cc) kitabının sekiz yerinde zikretmiştir. Gönül ister ki Kur'an'da bu sekiz yerde zikrdlunan tağutu her fert okusun, öğrensin ve sonra da başta oğluna, kızına, ailesine ve diğer insanlara anlatarak bu konuda onları uyarsın. Çünkü bu en azından bir müslümaniçin iman borcudur. Tağutu tanımayan ve onu gerektiği gibi bilmeyen herkes, imanla küfrü içice yaşamaya başlayacaktır. Öyle ya, Tagut ile imanın aynı kefeye koyacak, neticede kontak atacak ve böyle karışık bir imzanın sahibi hem imanı hem de tağutu kabul etme yoluna girecektir.

Adem'in oğlu kabil ile başlayan, şeytan, nefis, neva ve arzularla desteklenen Tagut, hayatın içerisin­dedir. Özellikle İslâmlaşma mı ş hayatla iç içedir. Sinsi ve kaypak sıfatıyla teneffüs edilen hava gibi girmediği yer kalmamıştır.

Kalemin ucuna siner, kapitalis­tin kasasına oturur, şehvetpereslere zemin hazırlar, hükümde söz sahibi olmak ister, fitne olur, zulüm olur, fışkı fücur olur, sahte rablık taslar, insanları kendisine ibadet ettirir... Sayılmayacak kadar mahareti ve düzenbazlığı olan tagutun üç ayağı vardır. Bu ayaklar tağutu yemler, besler ve dimdik ayakta tutar. Bu üç ayak: İNKAR, İFTİRA ve YALANDIR.

Evet, tağut insanı kandırmak için bu üç sermayesini kullanır. Dikkat edilirse vahiy sistemini reddedenlerin sığındığı şemsiyede de bu üç unsur mevcuttur.

1) İnkar ederler               2) Vahye İftira Atarlar

3) Hakkı Tekzib ederler

O hâlete, Allah'a inran etmek İsteyen, inkar, iftira ve yalanları hayatını sürdüren tagutu reddetmezse nasıl iman edebilir ki. Elbette ki iman edemeyecektir. Ya iman, ya tagut, ya iman yada küfür. İkisini birden kabul etmek insanı vahy sisteminin dışına atar. İnanan hayatının her sahasından tağutu dışarı atmadığı müddetçe, imanını muhafaza edemez. Çünkü tagut ne derece insan hayatına girmişse, o derece iman oradan uzaklaşmıştır. Allah'u Azze ve Celle ise, imanı tutup tağutu kovalamalarını insanlardan istemektedir. Ve yine, her türlü mücadelenin iman yolunda yapılmasını istemiş, tagutların yolunda -isterse samimiyetle Allah adına yapılsın- yapılan her türlü işlemlerin, amellerin kendi katında bir değeri olmayacağını bildirmiştir.

 

  “TESETTÜR”                          26 / 11 / 1999

Bilinip veya bilinmemesiyle, mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak bazı hakikatler vardır. Yani kainatta mevcut olan eşyanın cüzden küle, küçükten büyüğe ne var ise hepsinin var oluşunda, yaratılışında mutlak bir gayesi vardır. Allah Subhanehu ve Teala onu bu hedef ve gaye için yaratmıştır. Çünkü ayeti kerimede buyurduğu gibi :

“Göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Ateşe girecek olanların vay haline!...” (Sad Suresi (38)/ 27)

Allah(c.c) yaratıkları boşuna yaratmadığını haber veriyor. Bilakis onları zatına ibadet etsinler ve O’nu birlesinler için yaratmıştır. Sonra onları mahşer gününde toplayacak, itaat edenleri mükafatlandırırken kafirleri azaba uğratacaktır.

Ama ne var ki bizim için yani, insanoğlu için illa o eşyanın ne için hangi maksatla yaratıldığını bilmemiz mümkün değildir. Bize hangisi hakkında malumat verilmiş ise ancak onun ne için yaratıldığını biliriz. Bazıları da tabiaten vakıa olarak bilinir. Yani bir ineğin , arının, binek hayvanlarının varlığı içtimai sosyal hayatımızda ne için kullanıldığı bilindiği için onun bizim aramızdaki varlığı yaratılış itibarıyla ona ait olan hizmeti eda etmek içindir. Başka hiçbir şey değildir. Ama bazıları bildirilmiştir. -Bu bunun için yaratılmıştır, bu bunun için yaratılmıştır diye. Buda aynen:

       “Ben cinleri ve insanları, ancak  bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat(51)/ 56)

  Onlara muhtaç olduğumdan değil sadece onlara Bana ibadet etmelerini emretmek için yaratmışımdır. Diyor. İbn Abbas (r.a)’dan gelen rivayette “Bana kulluk etsinler diye yarattım “ kısmını şöyle açıklıyor: İsteyerek veya istemeyerek Bana ibadeti kabul ve ikrar etsinler diye yarattım.                                                                                                                                                

Bunu Kur’an bildiriyor. Biz diyor insanı sadece bize ibadet etmesi için yarattık, diyor. Onun için bilinip veya bilinmemesiyle mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik olmayacak öyle hakikatler, gerçekler vardır ki insanoğlunun bu gerçekleri bilmemezlikten gelmesi o gerçeğin mahiyeti hakkında hiçbir değişiklik yapmaz. Bu ancak şunu gösterir, buna rağmen insan bilmemezlik gibi bir hal arzı endam ederse bu insanoğlunun aptallığını, akılsızlığını, eblelliğini gösterir.

Aynen; kişinin güpegündüz güneşe karşı gözlerini kapayıp güneşin yokluğunu iddia etmesi gibidir. Bu adam sadece gözlerini kapamıştır. Güneş onun için yoktur. Değilse güneş hakikaten yok değildir. Aynen de böyle insanoğlunun bağnazlığını ifade eden bu olay bir şeyi değiştirmiyor. Binaenaleyh, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın dediği gibi:

“Sizi biz yarattık, o halde tasdik etmeniz gerekmez mi?”  (Vakıa(56)/ 57)

İnsanoğlu ister kabul etsin ister etmesin insanı Allah, Subhanehu ve Teala yaratmıştır. İnsanoğlunun bunu inkar etmesi ve-Benim bir yaratıcım yok- demesi, gerçekten, hakikatten hiçbir şey değiştirmiyor.

Çünkü insan yokken var olan bir mahluktur. Binaenaleyh yaratılmıştır. Yaratılmış ise bir yaratan vardır. İster bunu kabul etsin ister etmesin. Hiç önemli değildir. Hakikat şudur ki insanoğlu sair mevcudat gibi her şey gibi yaratılmış bir varlıktır. Yaratılmışlık yönüyle sairlerinden bir farkı yoktur. Onlar gibidir. İnsanoğlunun varoluşu onu varidenin mevcut oluşunu gösterir.

  Aynen evinizdeki bir komodini, sehpayı düşünün. Burada aklı ve kalbide devrede olarak düşünen bir insan için bu komodini yoktan var oldu ve yahut bu bir zamanlar ağaçken kendi kendine kesildi, biçildi ölçülü bir hale getirildi, birleştirildi, cem edildi ve yerden maden olarak çıkarılan bir şey kendi kendine ince ince eridi bunlar birleşti çivi oldu. Geldi buraya bu parçaları birbirine birleştirdi demesi ne kadar ahmaklığına delalet ederse, insanın kendisi içinde hiç yoktan öyle bir yaratıcı olmadan var olduğunu iddia etmesi bundan daha aptallığını ifade eder.

Bunu itiraf etse de etmese de onu Allah yaratmıştır.  Yeryüzündeki mahlukatın en şereflisi insanoğludur. Şu da bir gerçektir ki bir zerrenin dahi varoluşu gayesiz ve maksatsız değilse insanoğlunun hiç değildir. O onlardan daha çok bir gaye için yaratılmıştır. Fakat inkar, insanoğlunun ifade ettiği sözler kendisini sairlerinden de aşağıya “esfeli - safilin” dediğimiz bir seviyeye düşürmektedir. Bunun içindir ki Allah Subhanehu Teala şöyle buyurur:

“Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç, onu, aşağıların en aşağısına ittik.”  (Tin Suresi(95)/ 4 - 6)

Güzel bir şekilde yaratılan; güzel hasletlerle teçhiz edilerek yaratılan, var edilen insanın sonrada aşağıların aşağısına -Esfeli - safilin- dediğimiz yere atılması mutlak belli bir tedenni (yani aşağıya doğru iniş) yukarı çıkmanın zıddına bir iniş eylemine tabi tutulduğunu gösterir.

Demek ki insanoğlu yaratılış itibarıyla hem terakkiye(yükselme) hem de tedenniye (alçalmaya) müsait bir kabiliyet üzere yaratılmıştır. İnsanın hayatı yükselme ve alçalma ile seyrini devam ettirir. Ve daha sonrada bu inişin çıkışın misalini veriyor. Öyle telakki eder ki Alâyı illiyyene çıkar meleklerin dahi gıpta edeceği kıskanacağı bir dereceye hasıl olur. Aksi olursa, inerse -esfeli - safilin- aşağıların aşağına inmesi onu hayvan, hatta hayvanlardan daha aşağıya yapar, diyor ayeti kerimesinde Allah Subhanehu Teala. Bunun için Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Biz, cehennem için pek çok cin ve insan yarattık. Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler. Bunlar tıpkı hayvan gibidirler; hatta daha sapık.. İşte gaflet içinde olanlar bunlardır.”   (Araf Suresi (7)/ 179)

  Evet kardeşlerim, Allah (c.c), onlara bu organları bahşettiği halde bu organlarından hiçbir şekilde yararlanmazlar. Bunu Allah (c.c) hayvanlardan daha aşağı olarak nitelendiriyor. Zira hayvan, çobanın sözünü anlamasa bile, çobanın sürdüğü yere gider. Zira hayvanlar - kafirin hilafına - ya tabiatları veya Allah’ın onların emrine vermiş olmasıyla ne için yaratıldıklarını bilirler. Kafir ise; Allah’a ibadet ve tevhid için yaratılmış olduğu halde, küfre düşüp Allah’a şirk koşmuştur. Bu sebeble kim Allah’a itaat ederse; ahirette benzeri meleklerden daha şerefli olur. Küfredenlerden de hayvanlar daha iyidir. Bu sebeble Allah (c.c) “Onlar hayvanlar gibidirler,hatta daha sapıktırlar...” buyurmuştur.

Ve yine bir ayeti kerimede:

          “Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinleyip akıl ettiklerini mi sanıyorsun? Oysa onlar hayvan gibidirler; hatta yol itibariyle onlardan daha sapıktırlar.”

 (Furkan Suresi (25)/ 44)

Durumları otlamaya giden hayvanlardan daha kötüdür. Zira onlar niçin yaratıldıklarını bilirler. Bunlar ise tek ve ortağı olmayan Allah’a ibadet için yaratıldıkları halde bir başkasına tapınmakta ve aleyhlerine hüccet koşulmuşken Allah’a ortak koşmaktadırlar.

Evet, Allah Subhanehu Teala bu şekilde yükselmeye ve alçalmaya  muhatap olanların yarısı da kadınlardır diyor. Binaenaleyh, dünya hayatının iki unsuru olan erkek ve kadın birbirlerine ihtiyaç duyacak hasletlerle techiz edilerek, birbirlerine meyletmeleri fıtratlarının, tabiatlarının gereği olmuştur.

Yani eşrefi mahlukat, yaratılmışların en şereflisi insan, yani yükselme ve alçalmaya müsait bu insanın yarısı da kadınlardır.

Yeryüzünün iki unsuru vardır. Kadın ve erkek. İşte yeryüzünün iki unsuru olan bu varlıklar birbirlerine ihtiyaç duyacak, birbirlerini arzulayacak hasletlerle yani duygu ve hislerle yaratılmıştır. Binaenaleyh, bu hasletin akabinde birbirlerine meyletmeleri tabiatlarının, yaratılışlarının bir gereği olmuştur. Bir ayeti kerimede;

“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O’nun delillerindendir.”   (Rum Suresi (30)/ 21)

  Allah (c.c) Hz. Havva’yı Adem’in sol ve kısa olan kaburga kemiğinden yaratmıştır. Şayet Allah (c.c) Ademoğullarının hepsini erkekler, cinden veya hayvandan olmak üzere kadınları da başka bir cinsten yaratmış olsaydı, gerek onlar arasında ve gerekse eşler arasında birbirine ısınma meydana gelmezdi.

Buda gösteriyor ki kadın ve erkek aynı cinstendir. Yani bir bütünün yarım iki parçası telakki ediliyor. Ve bu meyanda neden bunu yaptık diyor. -Birbirinize ülfet duyasınız, birbirinizi sükunete kavuşturasınız diye, diyor. Ve sonra aranızda “meveddeden ve rahmeten” bir sevgi ve rahmet kıldık, diyor.

“Mevedde” kelimesini ele aldığımızda ilk mana sevgi manasındadır. Sevgi kelimesi, toplumun ona yüklediği mana sadece iki tarafın kadın ve erkeğin birbirine çekicilik arzeden fiziki yönleridir. Bunun neticesi ancak bir sevgi hasıl olur. Ama “mevedde” dediğimiz şey yani muhabbet ve sevgi dediğimiz bu şey “mevedde” kişileri birbirine karşılıksız bağlayan esaslardır.

Yani nasıl ki gençliğinde birbirine ihtiyaç sahibi iseler,ihtiyarlayıp gençliğinde değer verdikleri bazı şeyleri kaybetmişte olsalar gençliklerinden daha çok birbirlerine ihtiyaç duyan ve aralarındaki bağı kasteden sevgiyi bahsediyor. Ve bu rahmet ancak telakki ediliyor.

Ve kadın ve erkeği birbirine bağlayan “mevedde” yi başka bir şeyde görmemiz mümkün değildir. İşte bunda insanoğlunun ibret alması için, Allah’ın büyüklüğünü, azametini anlayabilmesi için, ibret almaları gereken çok büyük ayetler yani delillerdir, diyor.

Yukarıda zikrettiğimiz ayette öncelikle şunu vurguluyor;

        “İnsanoğlu kabul etsede etmesede, tasdik etsede etmesede, inansada inanmasada onu biz yarattık, diyor.  (Vakıa (56)/ 57)

Sonra dönüyor bu yaratılışı bir izah ile anlatmaya, tafsile tabi tutuyor. Önce siz aslında birsiniz onu bir olan insanı iki yarım parça halinde yarattığını belirtiyor. Hemde sizin cinsinizden halk ettim, diyor. Ve sizin ibret almanız için aynı cinsten var olan iki yarım parça. Ve hemde bu iki unsur, birbirini tamamlayan iki yarım ve birbirine meyledecek ihtiyaç hissedecek hasletlerle, duygularla fıtratlarının gereği yaratılmışlar.

Bunu birbirine bağlamada kasıt şu; Eğer insanoğlunun bekasını, devamlılığını sağlayan bu ilişki bizi kul edinen Allah (c.c.)’nin sair emir ve nehiylerine tabi olmaklık gibi kendi irademize, kendi isteğimize bırakılan bir şey olsaydı o zaman şunu beklemek mümkün olmazdı.

Yani şöyle; Ananın çocuğuna karşı muamelesi ananın tabiatında fıtratında onunla beraber yaratılan bir duygudur. Ananın çocuğuna bakması çocuğu ile ilgilenmesi, onu kötülükten koruyabilmesi için fedakarlığın en üstün seviyesini dahi sergileyebilmesi onun yolunda birçok meşakkate katlanması işte bu şefkatin ve merhametin bir payıdır. Bunu karşılıksız yapıyor. Yani sen bunu yaparsan iyi bir kulsun, sana şöyle şöyle mükafatlar var, demiyor.

Ama çocuğun ana - babaya karşı yaptığı her şey bir “itaat” aksi Allah’a bir “isyanı” telakki ediyor. Bunu kayda almış. Onlara:

“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya her ikisi de senin yanında yaşlanırsa, onlara -öf bile - deme, onları azarlama ikisine de güzel söz söyle.”

      (İsra Suresi (17)/ 23 , Ankebut Suresi (29)/ 8), (Taberani 5.c.272. / Müslim / 2551- 85.)

Buna rağmen açın Kur’anı ve Sünneti çocuklarınıza şöyle şöyle iyi davranın, gece bakın, şunu edin, onlara tahammül edin gibi bir tek delil bulamazsınız. Ama aksi düşünüldüğünde onlara- öf bile- demeyin ,diyor.

Yani ananın babanın çocuğa yaptığı karşılıksız olan bir iş, fakat çocuğun ana  babasına yaptığı bir itaat ve isyan meselesidir.

Aynen insanlığın devamı bekası için kadın ve erkek ilişkisi de birbirlerine ihtiyaç duyması fıtratlarının bir gereği. Yani ikili ilişkiye geçtiği taktirde şöyle şöyle sevaplar var diye bir şey yok, teşvikte yok. Tabiatının yaradılışının bir gereği kılınmıştır. Buda “mevedde” dediğimiz ve rahmet dediğimiz esaslara bağlı kalarak gidilmiştir.

İşte böyle birbirine muhtaç olarak yaratılan bu iki yarım varlık birbirinin yarısını tamamlayan tek bir bütündür.

Birbirlerinden ayrı kaldıkları zaman müddetince yarım şahsiyet oldukları gibi uhrevi yani ahiret hayatını kazanmada da vesile olması hasebiyle dinleri de yarım olarak tabir edilir. Bu hakikate parmak basan bir esasta Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

“Kul evlendiği zaman dinin yarısını tamamlamış olur. Diğer yarısında da Allah’tan korksun.”

(Tergib veTerhib 4.c / 203sy, - Beyhaki ,- Taberani / Evsat’ta ,- Hakim)

  Yukarıdaki sözün manası bu oluyor. Yani ayrı kaldıkları müddetçe bu iki yarım şahsiyet yarım telakki ediliyor. Ancak bir olduklarında yani evlendiklerinde bir bütün oluyorlar. Bu dünyevi hayatlarında olduğu gibi uhrevi hayatlarını kazanmakta da bir yarımlılık sayılıyorlar.

Hadiste de, kul evlendiğinde dininin yarısını tamamlar, yani evlenmeyen bir kadın ve erkek dünyada yarım şahsiyet telakki edildiği gibi ahirete dönükte yarım dinli ifade edilir. Evlendiklerinde ancak dinlerinin yarısını tamamlayabiliyorlar. Ve geri kalanda da Allah’tan korksunlar diyor.

Kadına, Allah (c.c) şer’i bir daire çizmiştir. Burada erkeğin kendine de  böyle Allah’ın çizdiği bir şeri daire yok mudur ? sorusunu gündeme getirmez. Ama neden öncelikle kadın ele alınıyordu erkek için böyle bir mesele müşkülat mevzubahis edilmiyor. Neden? Buna biraz sonra değineceğiz. İnşallah.

Allah’ın kadına çizmiş olduğu Kur’an ve Sünnetteki belirtilen şer'i dairenin dışına çıkan kadın kadının muhakkak toplumun ifsadında büyük bir payı vardır. Yani bu dairenin dışına çıktımı kadın, hem kendini ifsat etmede hem de bulunduğu toplumu ifsat etmede büyük bir payı vardır. Bunların şimdi hep aksini düşünmeyeceksiniz. Yani toplumu ifsadında,toplumu bozmada kadının bu kadar büyük payı varda sanki erkek iyice mi masum, yani aksi manasını çıkarmıyor.

Kadının fitnesi, ifsadı insanlığın düşmüş olduğu şirkten en büyük çirkin fitnedir. Kadının toplumu ifsadındaki payı insanoğlunun şirkten sonra düşmüş olduğu en büyük pisliktir. Çünkü kadının salahında (yani kendine çizilen şer'i dairenin içinde kalması kadının salahında) hayra, fesadında da şerre esas olma istihdadı vardır.

Yani kadın şerre asıl olduysa korkunç bir fitne vardır. Eğer kadın hayra asıl olduysa muhteşem bir hayır vardır. İkisine de çekirdek olacak istihdadadır kadın.

Çünkü, içtimai yönden yani sosyal hayatımızda insanlığın salahı, insanlığın düzgünlüğü kadının salahına bağlıdır. Yine içtimai hayatımızın bozulması kadının bozulmasına bağlıdır. Binaenaleyh toplumda ilk ifsat edilmeye çalışılan nüve kadındır. Bunu anladınız değil mi.

Kadının salahında yani iyi olmasında toplumun iyi olmasına, kadının bozulmasında toplumun bozulmasına bir esas alma nüvesi vardır. Onun için kadının salahı toplumun salahı kadının ifsadı toplumun ifsadı telakki ediliyor. Yani içtimai hayatımızın salahı kadının salahına kılınmış erkeğin değil. Burada zıt düşünmeler devam ediyor. Ama daha farklı bir mana kazanarak, neden erkeğin salahına bağlanmıyor da  kadının salahına bağlanıyor. Allah’ın Resulu (sav) bir hadisi şeriflerinde:

“Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanınızdır” diyor.

  (Tirmizi / 2743 / 1171- Hakim, Müstednek 1/ 53,- İbn Mace / 1609)

  Bu ne yapıyor, şu ifadeden daha da özelleştirilmiş şekle indiriyor.

  Yani neden erkeğin iyi olması, kadına iyi davranmasına bağlı kalıyor. Az öncekini siz aksi düşünürseniz, kadınlar erkeklere de bunu böyle düşünmesi gerekir. Neden benim iyi olmam onlara iyi davranmama bağlı olsun ki der. Ama böyle denmiş. “Sizin iyi olmanız, kadınlara iyi davranmanıza bağlı.”

Onun için toplumun salahı kadınların salahına, toplumun ifsadı kadının ifsadına bağlıdır. Şimdi bu buna endeksli, orantılı olunca toplumda ilk ifsat edilen kim oluyor! Kadın oluyor. Buna vakıa olarak da baktığımızda toplumlara, her şey ifsat yönüyle kadının üzerinde işlenmeye çalışılıyor. Erkek değil. Çünkü o ifsat edildi mi otamatikman erkekte ifsat olur. Eğer kadını ifsat başarılırsa toplumun diğer yarısını oluşturan erkekleri de rahatlıkla ifsat edebilirsin. Çünkü erkeği ifsat etmede kadından daha tesirli bir vasıta yoktur. Zira Allah’ın Resulu (sav) şöyle buyuruyor:

“Benden sonra erkekler için kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım” diyor.

                                       (Tirmizi / 2929, - İbn Mace / 3998, - Buhari)

Evet benim vefatımdan sonra siz erkeklere en büyük imtihan, kadınlardır diyor. Bunu mücerret bir şekilde olsanız bazılarının yaptığı gibi Allah göstermesin kadını aşağılayıcı  itham edici bir söz cümlesi olarak ele alınıyor. Demek ki fitnenin kaynağında kadından büyük bir fitne yokmuş gibi bir şekilde anlaşılıyor. Bu toplumun hemen anladığı gibi değil öyle. Yani benden sonra yani benimle şirk halledildi bir yere kadar, ama sizin devamlı uyanık kalmanız gereken bir cihet var, o da kadın.

Buradaki fitne öncelikle zihinlerdeki yanlış anlaşılmasını defetmek için söylüyorum, buradaki fitne kelimesi imtihan manasında.  “Benden sonra size en büyük fitne kadınlardır. Yani onların ifsat olması.”

Bu mefhumu, muhalifi doğurur. Şimdi bundan ne anlaşılmalı. Sizin hayrınız, sizin salahınız kadınlarınızdır, dikkat edin! Bize söylenen söz arkadaşlar illa da söylendiği şekliyle ele alınmaz. “Kadınlar sizin için büyük bir fitne ama sizin içinde çok büyük bir hayır manası taşır.”

Bu söz yani fitne kelimesi kullanıldığı yere göre mana taşır. Neden? Erkekler büyük fitne değil de kadınlar büyük fitne, erkekler büyük fitne olmadığı için. Neden büyük fitne olmaz? -Hayırda büyük olmadığı için. Şu denk getirilir.

Mesela; benim elimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa birde kalbimin üzerinde yarım santimlik bir yarık olsa hangisi tehlikelidir. İkisi de aynı kelimeyle ifade ediliyor. Ama diğerine göre elin üzerindeki yarım santimlik  yarığın ne önemi var.

Bunu şimdi fitne isimleriyle ayırt edin. Erkeğin fitnesi el üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadının fitnesi kalp üzerindeki yarım santimlik yara gibidir. Kadındaki küçük bir şey çok büyüklere sebep olduğunu düşündüğündendir. Değilse Allah göstermesin Allah’ın Resulu (sav) - “Benden sonra size kadından daha büyük fitne bırakmadım”- sözü onu küçümseyici, aşağılayıcı mahiyette ele alıcı bir söz değildir. Bilakis kadrini anlaması içindir.

Toplumun salahı kadının salahına orantılı ise ifsadı da aynı olur. Binaenaleyh Allah’ın Resulu(sav)’in bir sözünde bunu ifade eden bir hadisi şerifte şöyle buyuruyor:

“... İnsan vücudunda bir et parçası vardır. O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir” diyor.

Buhari / 4.c 1900 , Müslim / 1599 - 2564 , Dârimi / 2535 , İbn Mace / 3984 , Nesai / 443

Yani nasıl kalbin salahı cesedin salahına, kalbin ifsadı cesedin ifsadına bağlantılı tutuluyorsa kadında böylece toplumun salahına ve toplumun ifsadına bağlantılı tutulmuş.

Kadının gündeme gelmesi değerli olduğundandır. Erkeğin fitnesinin gündeme gelmemesi erkeğin fitnesinin hiçbir değeri olmadığındandır. Erkek bu mevzuda fitneye düşürülendir. Onun için zararda hiç önemli değildir. Hadisi şerif bunu anlatır. Geliyor şimdi neden bunu böyle diyor? Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe, bir çekicilik vardır. Bunu daha başka yönüyle de ele alabilirsiniz aynı hal kadının şefkatiyle gündeme gelse. Bu şefkat kadında da var, erkekte de var. Ama kadınınkiyle erkeğin ki hiçbir zaman ölçülemez. Yani denk olamaz. Ve kadınla erkeği fiziki yönden eşit tutsa bile şefkat yönüyle eşit yapamazsın. Ve erkekte illa kadın gibi şefkatli olacak denemez, bunu yapamazsın.

Küçük bir çocuğu ele alın. Kadına ve erkeğe - alın buna bakın - deyin. İkinizde eşitsiniz deyin. Erkek buna iki gece iki gündüz dayanamaz. Ama kadın bunu hiç yüksünmeden yapar. Neden? Bu onun fıtratına müsaittir. Erkeğin fıtratına müsait değildir. Aynen erkeklerde de bir cazibelik mevzubahistir. Ama kadınınki gibi değildir. Neden bu böyle ele alınıyor. Zira kadının yaratılış icabı sahip olduğu cazibe çekicilik erkeği kendisine meylettiren, meylettirmeye vesile olan Allah’ın emirleri dahilinde olunmazsa (demin başta söylediğim gibi) şer'i bir töre içinde kendisine çizilen ölçüler içinde kalmazsa bu korkunç bir ifsat olur. İşte bu cazibede şer'i bir cazibe dahilinde nizama alınmazsa çok büyük fitne olur.

Burada ilk koyacağımız nokta şu. Kadının cazibeliğini çerçeveye alan ne? Tesettür’dür. Yani bizim tesettürü tatbikimiz, Allah(c.c) kapanmayı emretmiştir. KAPAN tipinde birilerine tebliğ değildir. Bu tesettürün ilk önce şer'i ölçünün çerçeveye aldığı kadının çekiciliğidir.

 Şimdi bu çekicilik cazibe bir hadle mi ele alınmış? Mesela, erkekte denildiği gibi erkeğin tesettürü:

“Göbekle diz kapağı arasıdır.”  (Taberani Mucemus Sağır / 709)

Bu bunun haddidir. Onun dışında bir çekiciliğe şer'i ölçüyle kayıt getirmiyor. Kadın gündeme geldiğinde Allah’ın Resulu (sav)’in dediği gibi,

“Kadın avrettir. Ve süslenerek sokağa çıktığı zaman şeytan onu ayartır .”

                                                                                         (Tirmizi / 1182)

Avret dediğimizde yani kadın çekici ve cazibelidir, dediğimizde bütün kadın ele alınıyor. Erkekler gibi sadece “göbekle diz kapağı arası”gibi değil. İşte bu şer'i ölçü dahiline alınmalıdır. Eğer kadının tesettürünü, kapanmalısın böyle emretmiştir. Tipinde ele alabiliriz ama. Bu sahih olan bir amel olsa da ihlası gündeme almaz.

Bir amelin kabulü için iki şart vardır. Halis olacak, sahih olacak. Sahihliği nedir? Şer'i ölçülere alınmasıdır. Ama halis olması bunun Allah rızası için yapılmış olmasıdır. Başka bir düşünceyi gündeme getirerek yapmak mümkün değil. Aksi olur. Bazen bunu yaşadığımız ortam farklı gösterir.

Türkiye ortamında genç bir kız kapanıyorsa bu neyin alametidir? İmanlı olduğunun değil mi? Bu onun dinine bağlılığını gösterir. Ama Suudi Arabistan’da bir genç kızın kapanması illa imanlı olduğunu göstermez. Neden? Toplumda öyle kapanması gerekiyor da ondan. Aynı bizim İç Anadolu’da olduğu gibi. Köylü kadınları geniş şalvar giyer, başını örter ama hiç alnı secdeye varmamıştır. Bu bir adet olarak yapıla gelmiştir. Bu büyük şehirlerde olsun bir genç kız kapandı mı bu onun imanına delalet ediyor. Ama Suud gibi bir ortamda buna delalet etmez.

Bu neyi gösteriyor şimdi ortamın verdiği imkan bu toplumda kadının kapanması  onun şuurlu olduğunu gösteriyor. Hele okuyan bir talebe kızı düşünün bu ortamda kapanması onun imanlı olduğunun alametidir. İşte bu kapanmada ihlas var. Ama ortam Suud gibi bir ortama kaysa önemli olan orada kapanma değil, kapalı olduğu halde fuhuş bile işleyen çıkabilir. Ama bu toplumdaki alameti farklıdır.

Bizim işte bu gibi bir toplumdaki kapanmayı muhafaza eden his ve duyguları taşımamız gerekir. Aksi olursa onun erimesi çok basit olur. Ve hem de iman alameti olmaktan çıkar. Yaptığımız iş şekil değil bir iman alameti olmalıdır. Bunu iyi anlamak gerekiyor. Yaptığımız iş şekilcilik değil ana-baba emrettiğinden değil, Allah Subhanehu Teala emrettiğinden yapılmalıdır. Eğer böyle olursa iman alameti olur. Yoksa ana - babanın emriyle kapanma iman alameti değildir.

Bununla neyi söylemek istiyoruz? Zorla yaşatılan bir iman eyleminin faydası yoktur. Zorla yaptırılan bir küfründe zararı yoktur. Birisi gelip senin alnına tabancayı dayasa zorla dine ters bir şeyi söyleyeceksin dese bu o insana zarar vermiyor. İkrah var. Aynen zorla yaşatılan imanında sahibine bir faydası yoktur. Yaşadığımız şey şekil değil imanımızın bir alameti olması gerekir. Değilse şekilcilikten ileri gitmez. Onun için buradaki kasıt kadının yaratılışında olan çekicilik cazibelik eğer şer'i ölçüler dahilinde bir daire içerisine alınmazsa şekilcilikten öte gitmez. Amelin ihlas yönünü genişlettiği müddetçe ele alabiliriz. Aksinde vuku bulan ifsada Güya rağbeti artıran esas kabul edilmesine rağmen, ama gerçekte hiçbir payı yoktur.

Bu sözümüzle neyi kastediyoruz şimdi? Açıklık ifade edilirken cazibe ifade edilir. Ama açıklık cazibeyi kaybettiren unsur olur. Bunu anladınız mı? Bakın şimdi. Menfide biz bunu kullandığımızda ifsat yönünden cazibelik diyoruz. ifsat için illa geçerli sebeplerin olması gerekmiyor. Hayır için geçerli sebebiler gündemdedir. Müspete döndü mü açıklık cazibe, çekicilik değil, kapanmak cazibe oluyor.

Bunu şöyle ifade edebiliriz. Dağda yaşayan bir çoban düşünün. Kadından yani insanlardan uzak kalan birisinin şehre indiği zaman normal ayak topuklarından bir karış yukarıda giyinen bir kadın gördüğü zaman bu hareket o erkeği çok çabuk ifsat eder. Bunun kapanmanın yürürlükte olduğu yerdeki yaşayan bir insan için bu geçerli. Ama şehirde yaşayanların açık saçık giyinmeleri çekmiyor. Artık hayvanlaşmış bir ortamda hiç kimse birbirine ilgi duymaz olmuş.

Onun için insanlığın devamının bekasında kapanmak cazibedir aslında. Ama gerçek manayı anlıyoruz. Aksi açıklık ifsatta cazibeliktir, hayırda değil. Onun için çerçeve dahiline alınma insanın “mevedde” dediğimiz rahmetin devamıdır. Şöyle ki, Subhanehu  Teala’nın koymuş olduğu bu “mevedde” ve “rahmet” devamlı şer'i kaidelere uyan hanımlara karşı geçerlidir. Ve yahut kocasına karşı geçerlidir. Aksi olduğu halde fuhşun zirveye gittiği bir ortamda neslin kuruduğu, kesildiği açıkça görülmektedir. Bunu Avrupa ve sair yerlerde görmek mümkün. Bu neslin bekasının devamı için olur. Evet kadının fıtratında bulunan bu cazibe eğer şer'i bir daire içine alınmazsa şeytanın erkekleri ifsat etmede kullanacağı en tehlikeli bir vesile olacaktır, ifsatla. Bu tehlikeyi beyan eden bir hadisi şerifte Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, Şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.”  

                                                                                                 (Müslim / 1403)

  Ve yine bir hadisi şerifte:

“Kadın bütün olarak cazibedir. Binaenaleyh dışarı çıktığı zaman şeytan onu tezim eder” diyor.            (Taberani /  Mucemus Zevaid, K. Salat 2 / 35)

  O çekicilik neymiş, Şeytanın tanzim etmesidir. Evet, kadın dışarı çıktığı zaman şeytan suretinde gelir. Şeytan dışarı çıktığı zaman kadın suretinde gelir. Ve hareketi bu minval üzere olur. Yani artık ifsat edilmek için kullanılır.

Binaenaleyh, Allah’ın Resulu (sav)’in bu tip meselelere arzında dikkat çekici tarafı ifadelerin çarpıcılığıdır. Yani bu mevzuda salah mevkiinde  oturan herhalde ilk insan kim olur. Yani kadının cazibesine kapılmayacak öyle bir ifsada düşmeyecek tek kişi kim olabilir. Allah’ın Resulu (sav) efendimiz değil mi? Misali verirken de bakın kendinden veriyor.

“Cabir (r.a) naklediyor: Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bir kadın görmüş: Müteakiben zevcesi Zeyneb’e gelmiş. Zeynep kendine ait bir deri örüyormuş. Allah’ın Resulu (sav) hacetini bitirmiş. Sonra Ashabının yanına çıkarak:

“Şüphesiz ki kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Biriniz bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir”  buyurmuştur.   (Müslim / 1403)

Bakın bu misali kendisinden veriyor. Bir resul, vahiy gelen bir resul, olması sebebiylede olsa böyle bir cazibenin dairesine girebilir. Binaenaleyh şeri ölçüde bir hareket etme mecburiyetinde. Yani kadında olsa şeri çerçeve çiziliyor, erkekte olsa. Kadın için ama başkasını korumak için gündeme geliyor. Erkeğin korunması için bu gündeme geliyor.

Yani kadın hem kendisini koruyor hem de başkasını koruyan oluyor. Erkek sadece kendisini koruyan durumda. Hangisinin işi çok. Kadının vazifesi daha çoktur.

Onun için kadını fitnede odak noktası yaptığı gibi hayırda da odak noktası yapıyor şeriat. Bu bir küçümseme değil. Yani bir şeyin şerre vesile olmasında büyüklüğü varsa hayırda da büyüktür. Bunu daha iyi anlamak için bir misal verelim. Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

“Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...”

                                                                                                 (Maide (5) / 32)

Yani insanın bu hareketi hem hayra hem de şerre vesile olmaktadır. Hem de büyük bir şekliyle. Kadın bu durumdadır şimdi. Ama erkek aynı duruma alınmamıştır.

Yine bakıyorsun hadisi şeriflere Allah’ın Resulu (sav) efendimiz şöyle buyuruyor: “Cennet anaların ayakları altındadır.* Şimdi kadın kelimesini kullanırken burada “ana” kelimesi olarak ele alınıyor. “cennet kadınların ayakları altında” demiyor. “Anaların ayakları altında diyor.” Bu iki ifade çok farklıdır. Yani ona mana kazandırma yönüyle farklıdır. “Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olandır” diyor. Hitap erkeklere yine;

“Üç şey dünya saadetindendir. Geniş bir ev ,iyi huylu bir binek, Saliha bir kadın ki size hayırda yardım eder” diyor. Bunu erkeğe diyor. Salih bir erkek demiyor. Saliha bir kadın diyor. Ama erkeğin salih olması gerekmiyor mu? O başka bir meseledir. Ama erkeğin salih olması kadının salih olması gibi değildir. Hatta kullanılan şöyle bir ifade vardır. “ haya güzeldir. Herkeste güzel. Erkeğin hayırlısı iyidir ama haya kadında daha güzeldir” diyor.

Yani hayanın kadına kazandırdığı değer çok farklıdır. Erkeğe de bir şeyler kazandırıyor. Ama kadına kazandırdığı daha çoktur.

Sahabenin biri gidiyor ve Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir? Diye soruyor. Allah’ın Resulu (sav):

“Anandır dedi. Adam: - Sonra kim? - Anan. -Daha sonra kim? Yine anan. Daha sonra kim Ya Resulullah ? deyince. - Babandır, buyurdu.”

(Tergib ve Terhib 5.c 126 say - Buhari    Müslim )

 Bütün bu mevkiler kadına tayin ediliyor. Bu meseleler kadına tayin edilen mevkiyi müspet ve menfi olarak ele alıyor. Bunu anladınız değil mi?

Önce bir insan olarak ele alınıyor kadın. Ve sonra tutuyor kadını dişi bir varlık olarak  alıyor. Ondan sonra tutuyor ifsat edici yönüyle ele alıyor. Ama anayı ifsat etme yönüyle katiyen ele alamıyorsun. Ama kadını ifsadda kullanmak mümkündür.

ifsat ve fitne kelimeleri kullanılırken bakın şimdi:

“Bilin ki mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir.”

                                                                       (Enfal (8)/ 28, Tegâbün (64)/ 15)

“Ey iman edenler! Eşleriniz ve çocuklarınız sizin için bir fitnedir.” (Tegâbün (64)/ 14)

Aynı zamanda ziynettir de diyor. Bakın eşleriniz diyor. Çocuklarımız diyor kız erkek ayırt etmeden. Allah çocuklardan ve eşlerden haber vererek buyuruyor ki: “kimi eşler vardır ki, kocalarının, kimi çocuklarda babalarının düşmanıdırlar”. Düşmanlık onları salih amellerden alıkoyma anlamındadır. Bunları fitne olarak ele alıyor.

Kadını en önce varlık olarak ele alıyor. “Dişi” bir varlık olarak sonra bir “eş” olarak, ondan sonra, “ana” olarak ele alıyor. Sonra da umum manada bırakır. Şimdi:

“Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” (Buhari 11.c 5188)- derken kadın en büyük fitne diyor. Ne “eş” ifadesini kullanıyor nede “ana” ifadesini kullanıyor. Nedeni de ananın yanında ifsat kelimesini kullanmak mümkün değil. Ama;

“Cennet anaların ayakları altındır.”

(Tergib ve Terhib 5.c 114.sy, İbn Mace   - Nesai -     - Hakim)

Derken ifşa eden bir şeyde kullanmaz onu. Ama kadını der. Çünkü umum bir ifadedir. Hususiliğe zarar verecek bir tarafı yoktur. Aynen de “fitne” olarak kimi bıraktım diyor. Kadını değil mi? Bundan şimdi kim gocunacak kadın. Bundan kim gocunmayacak. - Ana - Saliha bir eş -gocunmayacak. Ama kadın olarak herkesin gocunması gerekiyor. Evet bağlandığı yeri anladınız değil mi?

Ondan sonra dönüyor kadına bu kadına bu kadar değeri verirken onun görünümüne yüklediği bazı emir ve nehiylere uyma manzumesi silsilesi vardır. Nasıl? Bir kapanma ile.

Kapanmanın şimdi fiziki ve maddi yönü ele alınırsa kadına bir külfet getirir mi? Getirir. Yazın sıcağında erkeğin başını açarak gezmesi, elini kolunu sallayarak icabında kısa bir şeyler giyerek dolanacak.  Erkeğin bu rahatlığının yanında kadının, kapanması gerektiği gibi kapanması, şeffaf elbise giyinememesi, kolunu açmaması, yüzünü dışarıda açmaması, erkeğin kıyafetinin giyinme emrinin yanında, göbekle diz kapağı arasını kapamakla, kadının “avret” olarak bütün vücudunu kapaması aynı seviyede meşakkati getirmez. Bu bir külfettir bir yerde. Bu külfete kadın ona verilen değerlerin hatırı için katlanır. Tabii öyle bir değer basit gelmez. Yani bu değeri basit bir gayretle kazanmak mümkün değildir.

Hem erkek gibi giyineceksin o yazın sıcağında rahat etmek için, ondan sonrada erkekten o değer bakımından üstün olacaksın. Bu mümkün değil. Şimdi maddi yönden üstünlüğü, kadın için hiçbir önemi olmayan bir olaydır. Neden? İhlasta, onun umumi yönüyle ona kazandırdığı değer ölçülür.

Bak şimdi ki müşkülat neye getirilir. Tam aksinde erkeğin evinde söz sahibi olması kadınlar üzerinde hakim bir durumda olması:

“Erkekler, kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.”

(Nisa Suresi (4) 34, E. Davud/ 2142, İbn Mace/ 1850)

“...Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır.”    (Bakara Suresi (2) 228) ve hadisi şerifte şöyle geliyor:

Kays bin Said (r.a)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir. “Hira’ya geldiğimde (Küfe’de bir yerin adıdır.) ora halkının önderlerine secde ettiklerini gördüm. Bende kendi kendime; Resullullah (sav) secde olunmaya daha layıktır, dedim. Allah’ın Resulu (sav)’e geldim. Ey Allah’ın Resulu ben Hira’ya vardım, onların önderlerine secde ettiklerini gördüm. Ey Allah’ın Resulu bizim sana secde etmemize sen daha layıksın, dedim. Resullullah (sav): “Sakın bana ve kabrime secde etmeyin, eğer bir kimseye diğer bir kimsenin secde etmesini emretseydim, Allah’ın kadınlar üzerinde erkek için yarattığı haktan dolayı kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim” buyurdu.

                                                                 (E. Davud/ 2140)

Ona maddi yönden verilen üstünlük. (Teşbihte hata olmaz.) Hadi seninde hatırın olsun. Kadına verilen manevi bir değerin yanında - sende ona hükmeden birisi ol. Sanki bu erkeği avutmak için verilmiştir. Bunu anladınız değil mi? Bu ibareleri kullanırken de dikkat etmek gerekir.

Yani erkeğe verilen evinde hakim olması, evinde buyruk olması, evinde en son söz sahibi olması inanın avutmak için bir pay sayılır arkadaşlar.

Kadına verilenle ölçülecek olursa kadının küçücük bir eziyetine, külfetine, kapanmasına  karşılık verilen  dereceye bak. Erkeğin bu serbestliğine bak. Sen böyle serbest giyineceksin ondan sonrada seviye sahibi olacaksın. İşte alınmasın diye, seninde hatırın olsun, seninde seviyen olsun, seninde gönlün olsun der gibi. Kendi evinin reisi ol. İşte denmiş.

Şimdi birisi gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın gelip de neden onlara evin reisliği verilmiş diye münakaşa etmeye kalkarsa. Veya, kadın geliyor şimdi erkeğe; -herif neden senin bu evde söz söylemeye hakkın var diye. Bu münakaşaya başladığında kadın, sahip olduğu değerleri mükafatları vermeye başlamıştır. Gider ona şimdi: ben buna razı değilim, bana verilene sana verilen bana verilsin. Bu sefer kadının burada hak iddia etmeye çalışması erkek gibi, eşit olmaya çalışması o mevkide değerini kaybetme ortamıdır. Bunu şimdi gerçek olarak ele aldığımız gibi vakıa olarak da bakabiliriz.

Türkiye’de Cumhuriyetten bu yana kadın eşitlik iddiasında , erkeğin sahip olduğu hep “maddi” değere sahip olmaya çalışmıştır. Bakın manevi değere değil. Aynen bende sahip olmak istiyorum diyor. Hak olarak ne almış arkadaşlar? Bu iddia edenlere bakın ne almış. Hiçbir şey. Reddetmiş, Allah Subhanehu Teala’nın verdiği değeri mükafatı. Önce bir ticaret metaı olmuş . Birisi çiklet satacak, müstehcen bir kadın resmiyle satıyor. Birisi araba tekeri satacak reklamlarda çıplak bir kadın tekeri tutuyor vs. Bir reklam, para kazanma aracı olmuş. Verilen bir değer yok.

Ve kadın sadece ve sadece fuhuşta bir malzeme olarak kullanılmıştır. İleri gitmemiştir.  Bilakis değeri verilmemiştir. Yine 2. 3. 4. Evliliği reddetmiş hürriyet kazanmak için yüzlerce gayri meşru münasebetin malzemesi edilmiş kadın.

Eğer kadın, Allah Subhanehu Teala’nın kendisine vermiş olduğu hakları rıza göstermezse onu terk etmeye kalkarsa, bununla yetinmezse, bunun dışında hak iddia etmeye kalkışması, sahip olduğu hakların kaybının başlangıcıdır. Bu misalle bu denli hepsini ölçebiliriz.

Erkeğin fiziki yönüyle üstünlüğü fazileti değil, kadının fiziki yönden zayıflığı acizlik değildir. Aciz, güçsüz olan değildir, arkadaşlar. Aciz, başka yönüyle mukavemet edemeyendir. Erkeğin bir çocuğun bakımında, sabrını ve şefkatini ölçme mukayese bile kabul etmez. Erkek bu yönüyle kadının karşısında acizdir. Kadının sabrının yanında acizdir. Kadının metanetinin yanında, fedakarlığının yanında acizdir. Erkekte kadında gördüklerini göremiyorsun. Her ne kadar şeri ıstılah ifadeleri adil kullanılsa bile, kullanılırken, kaybedilen yönüyle hislerde aynı tesiri yapmaz.

Bunu anlamanız için şöyle bir misal verebilirim. Şeri hukuk adil ifadeler kullanır. Zina yapan erkek ve kadına tek isim verir. İkisi de zanidir. Bu adildir. Her ne kadar verilen isim adilse bile her hangi bir kötülüğün eyleme dönüşmesinin akabinde bıraktığı lekeler farklıdır,, arkadaşlar vicdanda. Şöyle düşünün; müslüman bir aileyi, bir babayı düşünün. Kızının yabancı bir erkekle çıktığını düşünün, oğlu yabancı bir kızla çıkmış, müslümanda olsa çocuklar şeriat ikisine de aynı adı vermesine rağmen gönüllerdeki bıraktığı tesir aynı mı? Ama seri hukukta aynı adı veriyor. İkisine de zani diyor. Müslüman bile olsa. Yani kızının ve oğlunun yabancı birileriyle cinsel ilişki kursa, kızın bıraktığı tesir ile erkeğin bıraktığı tesir aynı değildir.

Erkeğe de bu isim verilir ama sanki değerinden birşey kaybetmeden verilir. Ama kadına verilen bu isim bir daha kazanamayacağı bir şekilde kaybettiği bir değerin adı olur ve lekesi olur.

Bu vakıalar tesettürü ele alırken düşünülmelidir. Şekli değildir tesettür. O tesettürün ruhuna ihlasına sahip olacak esaslarla ele almak gerekir. Ondan sonra tesettür önem taşır arkadaşlar.

Şekli olan tesettürde bakın böyle çok kapalı kadın görürsünüz. Pencere açarken, çamaşır asarken kolu yarıya kadar açıktır. İcabında bir kapıdan geçen yabancı bir erkeğin misafirde olsa aniden önüne çıkacağını düşünmelidir. Tedbiri gerektirir. Ve bunun üzerinde hassasiyeti geliştirir.

Dışarıda tam kapanan bir kadın, evinde aynı ihtimamı gösteremiyorsa her hangi bir doğal müşkülatı karşısında bu kadının şekli kapanması vardır, görünümde. Ama ihlas yönünden ihtimamı yoktur. Aynen Türkiye’de kapanan bir genç kıza bu kapanmasının iman alameti olduğu, Suud’da kapanan bir genç kıza olmaması gibi. Namazda böyledir. Sair ibadetlerde böyledir. Herkesin mecburen namaz kıldığı bir ortamda namaz iman alameti olmaz, her zaman. Göründüğü yerde kılar görünmediği yerde kılmaz. Tesettüre yaklaştığımızda bu esaslarla ele almamız gerekiyor. Ve gündeme bunun neticesinde -ihlas-samimiyet- meselenin ruhu gündeme gelir.

O meseleler sana ister ispat etme, ister nefyetme yönüyle olsun gündeme geldiğinde müşkülatla karşılaşmasın. Kendini ikna etmek için hiçbir tereddütte vuku bulmaz. Ve bu sefer hassasiyet gündeme gelir. Bu sende olur bir başkasında olur.

Bunu şöyle izah edebilirim. Devamlı bizimkilerin konuştuğu bir Sütçü İmam vardır. Maraş’ta bu adam. Dindar müslüman birisi. Yoldan geçen müslüman bir kadının yüzündeki peçesini, Maraş’ı zorla işgal eden Fransız askeri açmak ister. Sütçü İmam bu askeri çeker vurur. Şimdi hassasiyete bak. O kadın o adamın akrabası değil hanımı değil, kızı değil ama hassasiyet ister kendi hanımı olsun, kızı olsun ister başka bir müslüman hanımı, kızı olsun dert mi. Topluca namusu iffeti, kendi namusu iffeti kabul etmesi gerekir. Bu birincisi. İkincisi sadece o kadının yüzü açılıyor. Şu ortamda birde bizim bir çoğumuzun yüz açmayı kapamayı hiçbir şeyden kabul etmeyişinden düşünün. Birde o ortamda bir harbi patlatacak bir harekete sebep olduğunu düşünün hassasiyet ne yapıyor.

Gittikçe kaybolan bu hassasiyeti kazanmak isterseniz tesettürü bir şekil değil. Rabbimiz böyle emrettiği için, böyle yapıyoruz diye ele almalıyız. Ve o  emre ihtimam göstermeliyiz. Cüzünde olduğu gibi külünde de hassasiyet. Hassasiyet oldukça ihtimam önemli olur. Bakın şimdi, kadının sesini haram kılmıyor. Ama konuşman hassasiyete dönüştüğü noktada “işveli” olmayacak kaidesini koyuyor. Neden? Çünkü hassasiyet gittikçe ziyadeleşmiyor. Ama aksi olduğu zaman bizim şu ortamda çok basit kabul ettiğimiz şeyler  var. (Ahzab suresi 32. ayeti okuyun ve düşünün).

“Ey Peygamber kadınları! Siz, sâir kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer Allah’tan sakınıyorsanız, edalı konuşmayın; aksi halde kalbinde bozukluk olan kimse, kötü ümitlere kapılır. Daimâ uygun söz söyleyin.”

İslamın hassasiyeti vardır. İslamı yaşamada hassas olan bir toplumda bir kadının birisine bakarken bile takındığı tavır, ölçü öyle hale gelmiş ki normal iki erkeğin iki kadının tokalaştığı gibi kadın ve erkek tokalaşıyor hatta bir yerde hoş geldin deyip yanak yanağa öpüşmesi bile çok basit oluyor. Basitleşiyor bu. Yine bakıyorsun müslümanım diyen ailelerin kadının kadınla oturduğu erkeğin erkekle oturduğu gibi karışık oturuyor ve bu kadar laşgalamış ve basitleşmiştir ki hassasiyet ve ihlas kalmamıştır. İşte burada tesettür şekilden öteye geçememiştir.

Ahzab suresinde bir ayet var. Bizim için çok önemli. Bakın Allah Subhanehu Teala ne buyuruyor:

“Peygamberin eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz için, hem de onların kalpleri için daha temizdir.”

                                                     (Ahzab suresi (33)/ 53, - Buhari/ 10.c.- 4672.sy)

Önce demek istediğim ayet bu şimdi. Onlar derken kimi kastediyor? Peygamberin hanımları derken, kadınlardan bir şey isterken perde arkasından isteyin demiyor. Peygamberin hanımlarından diyor. Kim olur? Müminlerin anneleri. Yine bu sureye baktığımızda müminlerin anneleriyle alakalı bakın Rabbimizin bir emri var:

“Ey Peygamber! Biz, mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın ve halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık. Birde kendini peygambere hibe eden ve Peygamberinde kendisini nikah suretiyle almak istediği mümin kadını sana helal kıldık. Bu hüküm diğer müminlere değil ancak sana mahsustur.”

(Ahzab suresi (33)/ 50)

Bakın, Peygamberden  sonra nikahı başkalarına haram kadınlar. Misal verdiklerine bakın. Bize nikahı haram olup, annemiz mevkiinde ama tesettürde yabancı kabul edilenler. Sana öz annenden misal veremez değil mi? Böyle bir şey mevzubahis değil bakın.

Nikahı haram, anne mertebesinde ama tesettürde sana bir yabancı, Peygamber hanımları bunlar. Sahabeye  bakıyorsun. Allah’ın Kur’anda çokça methettiği insanlar. Dikkat edin misaldeki hassasiyeti vurgulamak istiyorum.

Yani, onlardan bir şey, istediğinizde perde arkasından isteyin, onlar ve sizin kalpleriniz için en hayırlı bu olur, demek. Bu mücerret lafızlar arkadaşlar. Çok ama çok istifade edilmesi gereken yerdir. İfadenin muhteviyatını anlayın.

Peygamberin hanımları, müminlerin anneleri, çocukları da kabul edilen insanlarla karşı karşıya kalsalar, kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Bu düşünülemez bile.

Peygamberin arkadaşları, Allah’ın Kur’an da methettiği, imanda kıyamete kadar bütün insanlığın üstadı olan bu insanların anneleri hakkında kalplerinden bir kötülük geçmesi mümkün mü? Buda değil.

Bütün bunun yanında “sizin ve onların” kalpleri için en hayırlı olandır demekte murat ne olur? Hassasiyeti anladınız değil mi arkadaşlar.

Bakın karşı karşıya kaldığınız annenizde olsa kadına dönük, çocuklarınızda olsa nikahınız haram biride olsa tesettürde yabancı kabul edilip en yakın olana bile takınacağınız tavır işte bu.

Sana nikahı haram olmayan annen mertebesinde olmayanlara takınacağın tavır herhalde daha farklı olmalı. Bu burada meselenin hassasiyetini yani şeytana, fitneye ifsada açık yani küçücük bir delik dahi bırakmamak için bu misali veriyor.

Neden misaller itaatlerde isyanlarda devamlı zirveden verilir. Mesela:

“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana- babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”

(Nisa suresi (4)/ 135)

 Bir insanın babası aleyhine şahitliği zor iştir. Lehinde çok kolay. Yabancı birinin aleyhinde de kolaydır, lehinde zordur. Onun için en yakını misal veriyor.

Nikahı haram, anan hükmünde, oğlu mesabesinde, ama tesettürde en uzak sayılan insan oluyor. Eğer Peygamberin hanımlarına, sahabelerine bu emredilmişse biz ne demek oluruz. Bu çok açıktır___ Bilene ___

 Birisi dese şimdi.__canım oradaki perde arkasından isteme Peygamberin hanımlarına hastır. Haslık menfide mi olur, müsbetlikte mi olur? Müsbetlikte olur. Benim annemin dışarıya çıkarken kapanmasıyla benim yanımda kapanması aynı mı?

Yani kapanmayı Peygamberin hanımlarına has kılamazsın. Aksi has olur. Çocuklarının yanında kapanma hasmı olur. Annelerinin yanında onların kapanması hasmı olur. Değildir. Tam aksine buradaki hususiyet müminlerin hanımlarına sairlerine kabul edilir. Yani onların daha çok kapanmaları gerekir.

Önce bu ayetleri bu yönlü ele almalıyız. Hemen metni yönüyle değil. Metin amelimizin salih olduğunu gösterir. Yani, Kur’an ve Sünnete dayandığını. Yani okuduğumuz metin ya Kur’an olmalı yada Sünnet veya her ikisi. Farkına vardıysanız burada hem Kur’an hem Sünnet ama sahabenin yaşantısıyla veriyor. Mesela Allah Subhanehu Teala Kur’an da:

“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler...”        (Bakara suresi (2)/ 137)

Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, derken neyi kastediyor? Neden? Resule senin iman ettiğin gibi demiyor da, “sizin iman ettiğiniz gibi” diyor.

Çünkü sahabenin iman ettiği Resulun onlara canlı olarak yaşattığıdır. Binaenaleyh müminlerin anneleri bu mevzuda tek örnek verilecek insandır.

Onların iman ettiği gibi derken, onların örtündüğü gibi, örtünürseniz gerçek iman etmiş olursunuz. Tesettürde bu ayeti böyle alırız. Onların oruç tuttuğu gibi onların namaz kıldığı gibi, onların Peygambere iman ettiği gibi evet “iman” umum bir kelimedir arkadaşlar. İman etmen için hepsini yapman gerekiyor. Çıkman için illa hepsini inkar etmen gerekmiyor birini inkar etsen kafi.

Yani bu iman meselesi tesettürde düz olarak ele alınırsa “Onların iman ettiği gibi iman ederseniz siz ancak hidayette olursunuz”, yani onlardan kasıt Sahabelerdir. Yani onlar gibi kapanırsanız. Bu çok açıktır.

Kur’andan delil alıyoruz, Sünnetten delil alıyoruz. Kur’an ve Sünnet üzereyiz demek öyle yaşıyorum demek doğru yolda olduğumuzun alameti midir? Hayır.

Çünkü KUR’AN ve SÜNNET doğrunun kendisidir. Onun üzerinde olduğumuzun bizde bir alameti olması gerekir. Herkes “KİTAB  ve SÜNNET” diyor. Aksini diyen var mı? Yok. Aslı “KİTAB  ve  SÜNNETİN” üzerinde olduğumuzun alameti şimdi ne oluyor anladınız mı? Sahabenin iman ettiği gibi iman etmek, onların bu ayeti anlayıp, yaşadıkları gibi yaşamak, onların hacc ettikleri gibi hacc etmek, onların oruç tuttukları gibi oruç tutmak, onların namaz kıldıkları gibi namaz kılmak vb. ancak o zaman hidayet üzere olursunuz.

Bu konuda ikinci aldığımız ayet yine Ahzab suresinde ; Allah Subhanehu Teala şöyle buyuruyor:

 “Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle ki...” diyor.

                                                                                                   (Ahzab suresi (33)/ 59)

Burada ki hicab emri birine farklı birine farklımı yoksa üçüne bir mi? Üçüne bir değil mi? Hanımlarına, kızlarına, müminlerin hanımlarına üçüne de emir aynı. Peygamberin hanımlarına has diyecek bir şey yok, burada . müminlerin hanımları daha farklı örtünebilirler veya daha az örtünebilirler böyle bir ifade yok burada. Bu hususiyeti ayıran tek bir şey var. Bakın Nur suresinde Rabbimiz:

 “Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziynetlerini açığa vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur. Fakat sakınıp örtünmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” diyor.(Nur suresi (24)/ 60)

Buradaki hususiyet nasıl? Erkeğe ihtiyaç duymayan bir kadının dış örtüsünü çıkarmasında bir beis yok diyor. Ama taşırlarsa bu onlar için daha hayırlıdır. Bu bile hayırlı olarak ifade ediliyor.

Yani bakın çok dikkat edin. Mükellefiyet bitmiş bu konuda, sorumluluk kalkmış indirebilir, açabilir. Bir çekicilik kalmamış artık, bırakabilir. Bu mümkündür. Ama diyor, örtünürse bu onun için daha hayırlıdır. Sübhanallah, Rabbim biz nankör kulların sana ne kadar hamd etsek azdır. Sen ki bizi en ufak bir açık kapı dahi bırakmadan uyarıp doğru yolu gösteriyorsun. Yarabbi bizleri, ehlimizi dininde sabit kıl, kalblerimizi dininde sabit kıl __AMİN__

Şimdi başa aldığımız zaman, bir kızın ne zaman örtünmesi farzdır? Kur’an bunu şöyle açıklıyor;

“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler.”              (Nur suresi (24)/ 59)

Burada yaş belirtilmiyor. Buluğa erdiğinde diyor. Ama bir hadisi şerifte konuya biraz ışık tutması açısından diyorum. Peygamber (sav) şöyle buyuruyor:

“ Çocuk on beş yaşına geldiğinde, artık şeri cezalar onda tatbik edilir.”

Beyhaki “Hılafiyyat” ta Enes (r.a)’ dan rivayet ediyor.

Buluğ çağına erdiği andan itibaren örtünmesi farzdır. Şöyle diyebilir miyiz? Tamam benim kızım açık gezsin buluğa erdiği an kapatırım, diyebilir miyiz? O yaşta farz ise bunu diyebilir miyiz? Bu şekilde lakayıt davranma yetiştirmenin en kötü noktasıdır. Bu çocuğu münafık olarak yetiştirmedir. Daha önce alıştırılmalıdır. Bu daha hayırlıdır.

On iki - on üç yaşına gelmiş bir kızın o yaştan sonra kapanması kolay mı? Bu mümkün değil. Kapansa bile çocuk anasından babasından korktuğu için kapanacak. Çocuğu münafık yapan anası babası olur bakın.

Ama küçükken çocuk buna alışmış kendinden bir parça olarak bunu kabullenmişse bu ona hiç yük olmaz. Bu yüklüğün tesirini azaltmak için geleneksel tipini demekte istemiyorum. Hiçbir zaman geleneksel örtünmeye fırsat vermemek gerekiyor.

Yine bunda unutmamak gerekir ki, kız çocuğunu bir kız gibi erkek çocuğunu da bir erkek gibi yetiştirmek gerekiyor. Bu küçükten olur. Küçük bir kız çocuğunu düşünün erkek çocuklarla büyüyor. Bir bakarsınız onlar gibi yumruk atmalar, onlarla top oynamalar, sert tabiat. Aksi bir erkek çocuğunu da kızlarla büyütürseniz yani onlarla oynatırsanız gider evcilik oynar, ip atlar, bebekle oynar. Terbiyeyi ufak yaşta vermeliyiz. İnsan yetiştiği yere göre huy alır. Bu insanın tabiatında var. Bu konuda Allah’ın Resulünun şu sözünü çokça duymuşsunuzdur.

“Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden ya canından olur.”  (Nesei / 4289- Tirmizi / 2357)

 Yine,

 “Her Peygamber muhakkak koyun çobanlığı yapmıştır. Koyun çobanı mülayim, deve çobanı aksi olur.”     (Buhari)

 Evet insan yaşadığı yetiştiği yere göre özellik alır. Bir hadis daha zikredelim ve konumuza böldüğümüz yerden devam edelim. İnşallah,

“Allah (c.c), Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları, yeryüzünün renkleri ve tabiatları kadar değişik şekillerde geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların karışımı, kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi geldi.”       (Tirmizi / 3130 - Ebu Davud / 4693)

 Bakın koyun çobanlığı insanı mülayim yapıyorsa, deve çobanlığı insanı küfürbaz aksi yapıyorsa, köyde yaşamak insanı kabalaştırıyorsa, çocuğun yetiştiği ortama çok dikkat etmeliyiz. Misali yakaladınız mı? Hayvanların güdülmesi bile insanı menfi ve müspet yönde etkiliyorsa gerisini siz hesaplayın.

O zaman ne yaparız? Kızı tabiatından, fıtratından uzaklaştıran, erkeği fıtratından uzaklaştıran bir terbiye usulünü evden kaldırmak gerekiyor. Bunu küçükken hissettirmemiz gerekiyor. Erkeğe, hiç erkek çocuk kadınların yanına girer mi? Kapıyı vurur izin alırsın, dersin. O terbiyeyi Kur’an da bile verirken;

 “Ey İman edenler! Ellerinizin altında bulunan köle, cariye veya hizmetçilerinizle, içinizden ergenlik çağına erişmemiş olanlar odanıza girmek için sizden üç defa izin istesinler.”   (Nur suresi (24)/ 58)

 Anaların babaların odalarına girerken bile izin isteyerek girmeyi emrediyor. Bu terbiyeyi verdiğimiz zaman, erkek erkekliğini hisseder. Kıza verdiğin zaman kızlığını anlar. Bu tabiatının verilişidir. Ondan sonra örtünmek, kadın erkek ilişkisinde ölçü ona artık ağırlık vermez. Aksi olursa öyle bir yaralar açılır ki ömür boyu bu yaralar telafi edilemez.

Anadolu’ya baktığımızda bir kayınbirader yengenin yanına çok rahatlıkla girer çıkar ama bu büyük bir beladır bunun farkında bile olmaz. Kimsede bunu halletme yoluna gitmez. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz ne diyor?

  “Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının. Bunun üzerine Ensar’dan bir adam. -Ya Resulullah, ya koca tarafından olursa (kardeşi tarafından). Buyurdu ki - Koca tarafından akraba olursa o ölümdür.”

(Tirmizi / 1180, - Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/ 159)

 Ayrıca Tirmizi de şu ziyadelik vardır.

  “...bir erkek bir kadınla baş başa kalmasın! Aksi takdirde üçüncüleri mutlaka şeytandır.”

Görüyorsunuz İslamda ki hassasiyeti. Birde bizim yaşadığımız topluma bakın, bizi islam esaslarından tamamen nasıl uzaklaştırmış. Yani, hah şimdi düzeldik dediğimiz bir yerde dahi bir çok müşkülatlar çıkıyor. Neden? Temelde birçok şey zamanında halledilmemiş. Büyürken çocuğa dikkat edilmemiş.

Demek ki biz bu davayı yüklenmeliyiz ki bizden sonraki gelenler daha rahat islamı yaşayacakları ortamı bulabilsinler. Aksi olursa bu pislikten kurtulmak mümkün değil. Buda yani kurtulamamamız meselenin hep şekliyle  meşgul olduğumuzdan kaynaklanıyor.

Bir hadis daha zikretmek istiyorum. Bakın Allah’ın Resulu (sav) bizim için ne diyor?

 “Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin. Nitekim şeytan herhangi birinizin damarlarında kanın dolaşımı gibi dolaşmaktadır. Biz - Sende mi? Dedik. Buyurdu ki: benimde. Fakat şeytana karşı Allah bana yardım etti ve o, benim şeytanım boyun eğd.” (Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, - Darimi 2785, - Ebu Davud / 4719)

Evet, misaldeki dersi alabildik değil mi? Allah’ın Resulu misali kendinden veriyor. Daha fazla üzerinde durmayacağım- bu anlattığımız esaslarla bu hadisi bir düşünün neden söylüyor.

Buluğa ermiş bir çocuğa elini yüzünü kapatacaksın, bir araya geldiğinde aileler haremlik selamlık uygulanacak demek, bu şekil, bizi kurtarmıyor arkadaşlar.

İnanın şu ortamda kapandığı halde, peçe taktığı halde kocası da müslümanım dediği halde daha hala kayınbirader, enişte veya aileden kabul edilen güya insanlarla bir oturup kalkan insanlar vardır. Bu aşılamamıştır. Neden? Halen şekilcilikten kurtulup eğitimi veremediğimizden bu müşkülatlar doğuyor. Bakın Allah’ın Resulu (sav) efendimiz bize ne nasihat ediyor:

 “Kişi, dostunun üzeredir. Bu yüzden her biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin.”

(Tirmizi / 2484, - Ebu Davud - Edeb / 16)           

 İnsan iyiye de kötüye de meyillidir. Bu yüzden Allah’ın Resulu (sav) uyarıyor. Dikkat edin diyor. Uyarıyorsa bu bizim başımıza gelecek demektir.

 Şimdi meselenin nass yönünü, ihlas yönünü ele aldığımızda nasslardaki sebatı şöyle tespit etmeliyiz. Ahzab suresindeki:

“Ey peygamber! Müminlerin annelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle. Cilbablarından bir kısmıyla örtünsünler bu onların tanınıp eziyet edilmemeleri için en hayırlı olandır. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.”   (Ahzab Suresi (33)/ 59)

İfade bu. Cilbablarıyla demiyor, bir kısmıyla örtünsünler diyor. Ama bir çok meale baksanız bu ifadeyi bulamazsınız. Bunu iyice anlamak için. Müminlerin annesi Aişe (r.a) ‘ın ifk hadisesine bir bakalım.

“Aişe (r.a) dedi ki: Resulullah yapmak istediği bir gazvede aramızda kura çekti ve bu kurada benim adım çıktı. Ben Rasulullah’ın beraberinde sefere çıktım. Bu sefer Hicab ayeti indikten sonra idi. Ben hevdecimin içinde taşınır ve onun içinde olarak yere indirilirdim. Bütün yolculuğu bu şekilde yürüdük. Nihayet Resulullah bu gazvesinden ayrılıp da döndüğü ve Medine’ye yaklaştığımızda bir yerde konakladı. Geceleyin hareket edilmesini bildirdi. Hareket emrini verdiği zaman ben kalkıp hacetimi yerine getirmek için yalnız başıma ordunun konakladığı bölgeyi seçtim. Hacetimi yerine getirdiğim zaman dönüp yerime geldim. Baktım ki Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığı aradım. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Benim yol nakliyatımı yapmakta olan kimseler gelip benim hevdecimi yüklemişler ve binmekte olduğum deve üzerinde götürmüşler. Onlar beni hevdecin içinde sanıyorlarmış. O zaman kadınlar hafif hafif  idiler, şişmanlamazlardı, et ve yağ onları ağırlaştırmazdı. Çünkü az yemek yerlerdi. Bu sebeple bana hizmet edenler hevdeci ağırlık derecesine bakmadan yüklemişler. Ordu gittikten sonra ben gerdanlığımı buldum. Akabinde ben ordu birliklerinin konakladığı yere geldim. Fakat oralarda kimse kalmamış. Ve onlar beni hevdecde bulamazlarda beni aramak üzere yanıma gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünce ile yerimde otururken uyumuşum.

Safvan İbnul Muattal es-Sulemi sonra ez-Zekvani arkadan gelmekte, kalmış olan eşyalarını toplamak ve diğer konak yerine götürerek sahiplerine vermekle görevli idi. Bu zat askerin arkasından sabaha kadar yürümüş. Benim bulunduğum yere gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce benim yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Bu zat beni Hicab’tan önce görür idi. Ben onun beni tanıdığı sırada onun:

“ İnna lillahi ve inna ileyhi raciun”   (Bakara (2)/ 156) istirca sözlerini söylemesiyle uyandım.

Uyanınca hemen feraceme bürünüp yüzümü örttüm. Allah’a yemin ederim ki, o bana bir tek kelime söylemedi, bende ondan “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” istirca sözünden başka bir kelime işitmedim. Devesini ıhtırıp çöktürdü. Benim binmem için devenin ön ayağına bastı, bende deveye bindim. Safvan, bindiğim deveyi önünden çekerek yürüdü. Nihayet kafile konak yerine indikten sonra, öğle sıcağında orduya yetiştik...”

                                     (Buhari - 10. c / 4598 - Ebu Davud / 4735 - Müslim / 2770)

Aişe annemiz ne diyor, istirca sözüyle uyandım, onu karşımda görünce hemen yüzümü kapadım diyor. Ve o beni Hicab’tan öncede tanırdı diyor.

Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durun. Hicab’tan önce derken, hicab emri ne burada? Üzerini örtünmüyor bakın, sadece yüzünü örtüyor. Hicab katiyen kadının üzerini örtmesi değildir. Üzerinde olan cilbabın bir parçasıyla yüzünü örtmesidir. Aişe annemizin yaptığı gibi

Yani hicab dediğimizde eli ve yüzü örtme emridir. Değilse vücudu bedeni örtme değil. Ondan önce kadınlar açık saçık mı geziyorlardı. Hatta Mekke’de bile müslüman kadınlar örtünüyordu.

Misal mi, Allah’ın Resulu (sav), Arafat’ta hacılara tebliğ ederken yoruluyor ve bir ağacın altına oturuyor dinlenmek için. O sırada kızı Rukiye (r.a) geliyor. Elinde su kabı ile. Allah’ın Resulu (sav)’in eline su döküyor, elini yıkıyor su içiyor. O sırada Rukiye’nin gerdanı açılmış. Allah’ın Resulu (sav) - Kızım gerdanını kapat diyor.  

                                                     (Ahmed b. Hanbel)

Yani bakın daha Mekke’de iken bile tesettürün bu kısmına dikkat edilen taraf var. Değilse hicab gelmeden evvel müslüman kadınları açık saçık gezemiyorlardı. Oradaki hicab emri yüzünün kapanmasıdır. Üstünü örtme değil. Aişe validemiz üstünü örtmüyor. Örtülüydü. Sadece uyku haliyle yüzü açıktı. O beni Hicab’tan öncede tanırdı, diyor. Ve yüzünü kapatıyor.

Şimdi ayetle tanınıp eziyet edilmemeleri sözüyle o beni Hicab’tan öncede tanırdı deyip yüzünü kapamayı alakalandırdınız değil mi?

Hicab yüzü örtmedir. Tanınmama onu kapamadır. Açık tutarsan kapanır. Şimdi bu ayetin tefsirini biz ne ile yaptık., sahabenin yaşantısıyla. Bakın bir hadiste Aişe annemiz:

 “Biz ihramlı olarak Resulullah (sav)’le beraber bulunurduk. Kafileler bizim yanımızdan geçerlerdi. Tam hizamıza geldikleri vakit biz kadınlardan herhangi birimiz başından örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince yine açardık. “

                                              (Ebu Davud / 1833 - İbn Mace / 2935)

  Yine bir hadisi şerifte,

“Abdül Habır bin Kays Şemmas (r.a)’dan - Ümmü Halad denen bir kadın yüzü peçeli olarak Allah’ın Resulu (sav)’e geldi. Oğlunu soruyordu. Halbuki oğlu harpte öldürülmüştü. (SAV)’in ashabından birisi ona; yüzün peçeli olduğu halde mi geldin, oğlunu soruyorsun? Dedi. Kadın,”Oğlumun ölmesiyle musibete uğradımsa da, hayam hususunda da mı musibete uğradım.” Cevabını verdi...” (Ebu Davud / 2488)

 Bunlar şimdi neyi gösteriyor? Sahabenin yaşantısını. “Onlar gibi iman ederseniz” ayetini anladınız değil mi? Ayriyeten kadının ihramı ne? Allah’ın Resulu (sav):

 “İhramlı kadın yüzüne peçe vurmasın ve ellerine eldiven giymesin” buyurdu.

                                                                   (Buhari - 4.c / 1729 - Ebu Davud / 1826)

 Bu neyi gösteriyor? Demek ki hacdan evvel “el ve yüz” kapanıyormuş. Şimdi bu kat’i ifadeyi yakaladınız değil mi?

Ondan sonra bu mevzuda şüphe getiren nassların izahını farklı bir boyutta ele alamazsınız şimdi gelen şüphelerden bir tanesi şu:

 “Mümin erkeklere söyle de, gözlerini haramdan sakınsınlar...”

 “Mümin kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...”

                                                                                           (Nur suresi (24)/ 30- 31)

 Bazıları şimdi bu ayeti ele alarak diyor ki; şimdi gözlerini yere diksinlerden maksat ne? Demek ki diyor. - gözlerini yere dikmeleri yüzü açıkta ondan diyor. Şimdi bu bir gerçek. Peki yüzleri yere dikmek ille de yüz açıklığından mı? Hayır katiyetle. Neden? O ortamda sadece müslümanlar mı yaşıyor? Yahudi ve Hıristiyan kadınlarda vardı.

Gelelim bu topluma bu toplumda bu mümkün mü, herkesin aynı şekilde kapanması. Mümkün değil. Burada gözleri korumak başka bir maksat için. O ortamda bir kadın hiç kapanmasa da gelse birileri de görse - Ha bakın müslüman kadınlar hiç kapanmıyormuş - manasını çıkarabilir mi. Bunun manası çıkmaz. Orada görünen bir tane insan o kadar. Ne zaman bakmak caiz olur şeriatta ancak evlenme kastı olursa bunu nereden çıkarıyoruz tabii ki yine Kitap ve Sünnetten.

“Bir gün Allah’ın Resulu’nün huzuruna bir kadın geldi de nefsini Resullullah’a arz etti. - Ya Resurullah! Bana ihtiyacın var mı, yani beni nikahlar mısın dedi. Peygamber (sav) gözlerini kadına dikip tepeden tırnağa süzdü ve indirdi sukut etti...”

(Buhari 11.c / 5210)

 Kadına baştan aşağı bakıyor, ihtiyaç duymadım, diyor. Nasıl bakıyor. Bir erkek bir kızı istediğinde onun yüzüne bakabilir.

“Ebu Hureyre (r.a) dedi ki, ben Allah’ın Resulu’nün yanında idim. O sırada bir kimse geldi ve Ensardan bir kadınla evlenmek istediğini Peygambere haber verdi. Allah’ın Resulu ona: - O kadına baktın mı? diye sordu. O zat, hayır bakmadım dedi. Allah’ın Resulu; öyleyse git ve o kadına bakıp gör. Çünkü Ensarın gözlerinde  bir küçüklük vardır.”            (Müslim / 1424 - İbni Mace / 1964)

  Onun yüzüne bakabilirsin diyor, ama evlenme kastıyla. Yine bir hadisi şerifte:

“Cerir bin Abdullah (r.a)’dan dedi ki:”Allah’ın Resulu(sav)’e ani olarak bir yabancı kadına bakmanın hükmünü sordum ve derhal gözümü çekmemi emretti”. 

(Tirmizi / 2925)

 Gelen bir müşkülatı böyle defetmen mümkün. Çünkü önce asıl öğrenilmeli. Ayete bakıyorsun, Sünnete bakıyorsun ve “Onların iman ettiği gibi”, yani sahabelerin anladığı gibi yaşıyorsun. Olay bu kadar basit. Gerisi hiç önemli değil.

 Konu şimdilik burada bitti. Velhamdülillahi Rabbilalemin.

“Ey İman edenler sizi, size hayat verecek şeye davet ettiklerinde, Allah’a ve Resülu’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz, mutlaka O’na varıp toplanacaksınız.”        (Enfal Suresi(8)/ 24)

 

******************************** 16 / 11 / 1999******************************

SALI    

ESSELAMÜNALEYKÜM

 

 

 

 

Konuda geçen ayetler :   *TESETTÜR *

Sad/ 27 - Zariyat/ 56 - Vakıa/ 57 - Tin/ 4-6 - Araf/ 179 - Furkan/ 44 - Rum/ 21 - İsra/ 23

Ankebut/ 8 - Maide/ 32 - Enfal/ 8 - Tegâbün/ 5 - Nisa/ 34 -  Bakara/ 228 - Ahzab/ 53 , 50

Nisa/ 135 - Bakara/ 137 - Ahzab/ 59 - Nur/ 60 , 59 -  Bakara/ 156 - Nur/ 30 , 31

 

KONUDA GEÇEN AYETLERİN İÇERİĞİ:

“... Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonrada iman edenler ve salih amel işleyenler hariç onu, aşağılayanların ve aşağısına ittik...”          (Tin (95) / 4-6)

“... Onların kalpleri vardır; fakat onlarla anlamazlar; onların gözleri vardır; fakat onlarla görmezler; onların kulakları da vardır; fakat onlarla işitmezler...”    (A’raf  (7) / 179)

“... Oysa onlar hayvan gibidirler...”      (Furkan (25) / 44)

“Size, kendi nefsinizden, kendisiyle huzura kavuşabileceğiniz eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da onun delillerindendir...” (Rûm (30) / 21)

“Rabbın yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmanızı emretti...”

(İsra (17) / 23)

“Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir..”

(Ankebut (29) / 8)

“... Kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş olacağı, kimde bir kimseye hayat hakkı tanırsa, onun insanlara topluca hayat vermiş olacağı...” (Maide (5) / 32)

“Biliniz ki, sizin malınızda, çocuklarınız da bir “fitne”dir.”       (Enfal (8) / 28)

“Mallarınız ve evlatlarınız da sizin için birer denemedir...”      (Tegabün (64) / 14)

“... Erkekler kadınların yöneticisi ve koyucularıdır...”               (Nisa (4) / 34)

“... Erkeklerin kadınlarından bir üstün derecesi vardır...”         (Bakara (2) / 228)

 

“Ey Peygamberi! Mehirlerini verdiğin eşlerini,  Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden... sahip bulunduğun cariyelerini, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber hicret eden kızlarını sana helal kıldık...”                (Ahzab Suresi (33) / 50)

“Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana -babanız ve yakın akrabanız aleyhinize de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olun...”          (Nisa (4) / 135)

“Eğer sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse, şüphesiz hidayete ererler. Yok eğer yüz çevirirlerse, onlar , muhakkak, düşmanlık içindedirler...”           (Bakara Suresi (2) / 137)

“ Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü’min kadınlarına  söyle ki...”

(Ahzab Suresi (33) / 59)

“Evlenme ümidi kalmamış yaşlı kadınların ziyaretlerini aşağıya vurmaksızın üslerini çıkarmalarında üzerlerine herhangi bir günah yoktur...”

 (Nur Suresi (24) / 60)

“Çocuklarınız ergenlik çağına girdiklerinde, kendilerinden öncekiler izin istedikleri gibi onlarda izin istesinler. Nur Suresi (24) / 59

... Biz Allah’a aidiz ve elbette Ona döneceğiz... Bakara Suresi (2) / 56

“Mü’min erkeklere söyle de haramdan sakınsınlar...” “Mü’min kadınlara da söyle, onlarda gözlerini haramdan sakınsınlar...” Nur Suresi (24) 30-31

 

 

Konuda Geçen Hadisi Şerifler :

Tergib ve Terhib___ 4.c/ 203.sy - 5.c/ 126.sy - 5.c/ 114.sy

Tirmizi_Hadis No:__2743 - 1171 - 2929 - 1182 - 3130 - 1180 - 1181 - 2484 - 2925 - 2357

Buhari_Cilt, Sayfa No: 4.c/ 1900 - 11.c/ 5188 - 10.c/ 4598 - 4.c/ 1729 - 11.c/ 5210,

                                     10.c/ 4672

Müslim___________1599 , 2564 , 1403 , 2172 , 2174 , 2770 , 1424 ,2551.

Darimi____________ 2535 , 2645 , 2785

İbn Mace__________ 3984 , 3998 , 2935 , 1964 ,1609 , 1850

Nesei_____________4431 , 4289

Taberani, Mucemus Sağır__ 709 ,5.c. / 272.

Ebu Davud________4963 , 4719 , 4735 , 1833 , 2488 , 1826 , 2140 , 2142

 

KONUDA GEÇEN HADİSLERİN İÇERİĞİ

“... Evlenin dininizin yarısını tamamlayın...”  Tergib 4c- 203sy - Beyhaki - Taberani - Evsat’ta- Hakim.

“... Sizin en hayırlınız ehline en hayırlı olanı...” Tirmizi 2743 / 1171 - Hakim, Müstednek 1/53 - İbn Mace / 1609

  ... O iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O buzuldu mu bütün ceset bozulur. İşte o et parçası kalptir.”  Buhari / 4.c 1900, Müslim / 1599 - 2564, Darimi / 2535, İbn Mace / 3984, Nesai / 443

  “Erkeğin tesettürü göbekle diz kapağı arasıdır.”  Taberani (Mucemus Sağır) / 709

  “Kadın avrettir.” Tirmizi / 1182

  “Biriniz  bir kadın gördü mü hemen ailesine gelsin. Çünkü bu onun nefsinde olan şeyi giderir.” Müslim / 1403

  “Kadın bütün olarak cazibedir.” Taberani, Mucemuz Zevaid, K. Salat 2 / 34

“Erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucularıdır.” Nisa suresi(4) / 34 - E. Davud 2142, - İbn Mace / 1850

  “Ey Allah’ın Resulu iyilik yapmama en fazla layık olan kimdir?” Tergib ve Terhib 5.c 126 say, - Buhari, - Müslim

  “Cennet anaların ayakları altındadır.” Tergib ve Terhib 5.c, 114. say, - İbn Mace - Nesai - Hakim

  “ Size benden sonra en büyük fitne kadınları bıraktım.” Buhari / 11. c/ 5188

  “Kırda yaşayan kabalaşır, av peşinde koşan gafil olur, devlet, adamına yaklaşan ya dininden  ya canından olur.” Nesai / 4289 - Tirmizi / 2357

“Allah (c.c) Adem’i yeryüzünün hepsinden avuçladığı bir avuç topraktan yarattı.” Tirmizi / 3130, - Ebu Davud / 4693

  “Tek başlarına iken, kadınları ziyaret etmekten sakının...” Tirmizi / 1180, Darimi / 2645, - Müslim / 2172, - Buhari / Nikah, 111 (6/159)

  “Kocaları yanında olmayan kadınları ziyaret etmeyin.” Tirmizi / 1181, - Müslim / 2174, Darimi 2785, Ebu Davud / 4719

  “Kişi dostunun üzeredir.” Tirmizi / 2484, Ebu Davud , Edeb /16

  İfk Hadisesi. Buhari 10.c / 4598, Ebu Davud / 4735, - Müslim / 2770

  “... Kızım gerdanını kapat diyor.” Ahmed b. Hanbel

  “... herhangi birimiz başında örtüsünü yüzüne indirir, kafile geçince  yine açardık.” Ebu Davud / 1833, - İbn Mace / 2935

  “Musibete uğramakla hayanın da musibete uğramayacağı.”  Ebu Davud / 2488

 

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

                                                                                                                                Sayfa

- Hiçbir şeyin başıboş yaratılmadığı.................................................................................. 1

-Yaratıcının Allah(c.c) olduğu.......................................................................................... 1

-Esfeli-safilin.................................................................................................................. 2

-Kadının Adem’in eğe kemiğinden yaratılışı..................................................................... 3

-Şirk, koşmayın sonra Ana-babaya “üf bile” deme............................................................. 4

-Evlenin dinin yarısını tamamlayın................................................................................... 4

- Sizin en hayırlınız......................................................................................................... 5

- Kadınların fitne olmasının şerhi..................................................................................... 5

- Kalbin vücuttaki yeri..................................................................................................... 6

- Kadının her tarafının avret olması.................................................................................. 7

- Erkeğin, göbek ve dizkapağı avrettir............................................................................... 7

- Kadın fitnesi................................................................................................................. 8

- Kadın bütün olarak cazibedir......................................................................................... 9

- Bir kimseyi öldüren, topluca insanlığı öldürtmüş olacağı............................................... 10

- Cennet anaların ayakları altındadır............................................................................... 10

- Eş ve çocukların fitne olduğu....................................................................................... 11

- Erkekler kadınlara yöneticidir...................................................................................... 12

- Kadının değeri............................................................................................................ 13

- Kadının fazileti........................................................................................................... 14

- İbadette ihlas.............................................................................................................. 14

- İstediğinizde perde arkasından isteyin.......................................................................... 15

-Onların iman ettiği gibi................................................................................................ 16

- Hicab......................................................................................................................... 17

- Örtünmenin zamanı..................................................................................................... 18

- Haremlik ve Selamlık.................................................................................................. 19

- Hicab emrinin tefsiri................................................................................................... 20

................................................................................................................... Dua buyurun.

 

 

TEVHİD'İN ÇEŞİTLERİ

Alemlerin Rabbi Allah'a hamdeder, O'nun Resulüne, Aline, Ashabına ve O'nu dost edinenlere de selat ve selam ederiz.

İlimlerin en hayırlısı ve en şereflisi Tevhid ilmidir. Cihadın en faziletlisi de, Hak ehlinin Tevhid'i bulandıran şüpheler ve bid'atlardan temizlemek için verdiği mücadeledir. Bu gafletin hüküm sürdüğü dönemlerde ümmetin önünde bulunup onun önderliğini yapan birçok alim ve düşünür, saf ve temiz olan gerçek îslami yoldan uzak, dünya ziynetinin ve batıl itikadların sancaktarlığını yaptıkları için Ümmeti çöküş noktalarına götürmüşlerdir. Bu dönemlerde özellikle Ehl-i Sünnet vel-Cemaatin yapması gereken, Emr-i bi'l-Ma'ruf ve Nehy-i Ani'l-Münker kılıcını çekip akideyi savunmaktır. Her muvahhid bilir ki, Kitap ve Sünnetten hareketle, bu ümmetin geçmişteki izzet ve zafere yeniden kavuşmasının yegane yolu, akideyi dışardan, ona karışan batıl inançlardan temizlemektir. Bu nedenle dışarıdan akideye karışan batılları açıklamamız gerekmektedir.

Ey Müslüman kardeşim! Bu noktadan hareketle, bu risaleyi yüce dinimizi gerçek bir bilgi ile bilmek ve Allah'a ibadet eden kulları içerisinde dini Allah için ihlaslı kılanlar ve O'na itaat edenlerden olmak kasdiyla yazdık. Allah Teala'nın: "Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım" (Zariyat: 56) buyurduğu gibi. Yani sadece Allah'a ibadet edip ibadete sadece O'nu layık görmek. işte bu Nuh aleyhisselam'dan Nebimiz Muhammed'e Sallallahü Aleyhi Vesellem kadar gelen Tevhid akidesidir. Tevhid, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın akidesinin en önemli kısmı olduğundan, o'nun eksiksiz olarak tanımlanması gerekir. Tevhidin bölümleri bu yolla iyice anlaşılmış ve lafız, anlama uygun olmuş olur. Bu da iki şeyi içine almadan tahakkuk etmez.

 1. Tevhid'in teorik kavramlarını, delilleriyle beraber Allah'ın kitabından ve Rasulü'nün Sallallahü Aleyhi Vesellem sünnetinden ve sahih akıldan hareketle kavramaya çalışmak.

2. Bunun Allah'ın kullarının amellerinde, belirgin bir şekilde ortaya çıkması için hayata uygulanması.

 Tevhid, teorik kavramları bakımından üçe ayrılır:

·  Tevhid-i Rububiyet.

·  Tevhid-i Uluhiyet.

·  Tevhid-i Esma ve Sıfat.

 

Tevhid-i Rububiyet:

Rububiyet, Allah'ın "Rab" ismine nisbetten gelmektedir. Rububiyetin birkaç anlamı vardır. "Terbiye edici, yardımcı, malik, ıslah edici, efendi, vali." Şeriatte ise, Allah'ın insanları yarattığına, onlara rızık verdiğine, onları diriltip öldürdüğüne, Allah'ın kaza ve kaderine ve zatında vahdaniyetine iman etmektir.

Tevhid-i Rububiyetin delili: Allah, kitabında Tevhid-i Rububiyetin delillerini zikretmiştir:

"Hamd alemlerin Rabbinedir" "Yaratma ve emir O'nun değil midir?" "Yeryüzünde olan her şeyi sizin için yarattı."

"Şüphesiz ki Allah rızkı verendir. Kuvvet ve metin sahibidir."

îkram sahibi olan Rabbi inkar eden o cahillere diyoruz ki: Akıl sahibi olan hiçbir insan, bir tesir edici olmadan bir şeyin ve bir fiilin olacağını kabul etmez. Bir yaratıcı olmadan yaratılanların varolacağını da kabul edemez. Mesela şu tartışılmaz bir gerçektir: Sen bir iğneyi gördüğünde, hemen onu imal eden birisinin olduğunu anlarsın. Peki nasıl oluyor da bu muazzam ve akıllara durgunluk veren kainat, bir var edici olmadan var edilebilir, bir düzen vericisi olmadan bu düzene girmiş olabilir? Bunu birazcık aklı ve zerre kadar anlayışı olan bir insan söyleyemez. Özet olarak, Allah'ın Rububiyetinin delilleri sayılmakla bitmez. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır. "Onlar hiçbir şey olmadan mı yaratıldılar, yoksa onlar mı yaratıcıdırlar?" (Tur: 35) Daha önceki müşrikler bu tevhidi kabul etmişlerdi. Hatta Yahudiler, Nasraniler ve benzeri diğer kavimler de aynı tevhidi ikrar ediyorlardı. Bu tevhidi önceki Dehriler ile çağımızda Ateistlerden başka hiç kimse inkar etmemiştir. Allah Teala kitabında diyor ki: "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı diye sorduğunda, Allah, derler." (Lokman: 25)

Müşrikler, Allah'ın Rablığını kabul ediyorlardı. Ancak ibadette, sevgide, itaatte tapındıkları ilahlarım Allah'a ortak koşuyorlardı. Sadece yaratmada, varetmede, yarar veya zarar vermede değil. Muvahhid kardeşim! Şunu bilmeliyiz ki, bu tür bir Tevhid, insanı ne îslam'a dahil eder ve ne de onun kanını, malını ma'sum kılıp, onu cehennem azabından kurtarabilir.

 Tevhid-i Uluhiyet:

Uluhiyet "ilah" kelimesinden türemiştir Kendisine itaat edilen Ma'bud anlamındadır "İlah" kavramı ancak gerçek Ma'bud olan Allah hakkında kullanılır. "Allah, ondan başka ilah yoktur. O, Hayy ve Kayyum olandır."

Şeriatta Uluhiyet; namaz, oruç, zekat, hac ve kurbanda, adakta, korkuda, ümit ve sevgide ibadet ve itaatte sadece Allah'ı birlemektir. Bu ibadetleri yalnız O'nun için yapmaktır. Bunu yapan mü'minler, sadece Allah'a itaat etmek ve O'nun rızasını kazanmak için yaparlar.

îki şey olmadan Tevhid-i Uluhiyet gerçekleşmez:

1- Tüm ibadetleri kullardan herhangi birisine değil, yalnızca Allah'a ait kılmalı ve yaratılmışlardan hiçbirisine Allah'ın hakkı olan bil şeyi ve sıfatlarından olan bir sıfatı tahsis etmemeli. Mümin ancak Allah'a ibadet eder. Allah'dan başkası için ne namaz kılar, ne de Allah'dan başkasına secde eder. Allah'dan başkasıyla yemin etmez. Allah'dan başkası için adakta bulunmaz ve Allah'dan başkasına tevekkül etmez.

2- Ibadetin, Allah'ın emirlerine itaate sevketmesi;   yasaklarından   alıkoyması   ve Nebi'sinin Sallallahü Aleyhi Vesellem Sünnetine uygun olması gerekir. Tevhid-i Uluhiyetin gerekli kıldığı en önemli şey, insanın tam anlamıyla kitap ye sünnete teslim olmasıdır, îşte Kelime-i Tevhid'in anlamı budur.

Allah'a ibadet, itaat ve emirlerine boyun eğmekle olur: Bu da La ilahe illallah kelimesinin gerçekleştirilmesidir. Allah Rasulüne uymak, onun emir ve yasaklarına itaat etmek, Muhammed'in Sallallahü Aleyhi Vesellem Allah'ın Rasulü olduğunu gerçekten kabul etmiş olmaktır. Bu iki şey, Müslümanın ancak kendisiyle kurtuluşa ereceği esastır. Müslümana vacib olan, hükümde Allah ve Rasülü'nden başkasına başvurmamak ve başkasının hükmüne razı olmamaktır.

"Emrolunduğun gibi, dosdoğru ol!" (Hud:112) Allah, Rasulüne istikamet üzere olmasını emretmiştir. Bu da Kitap ve Sünnet doğrultusunda amel etmektir. Kur'an ve Sünnetin dışındaki yollar ancak sapıklığa götüren yollardır. Sonunda da cehennem ateşi vardır.

 

TEVHİD-İ ULUHÎYETİ OLGUNLAŞTIRAN ŞARTLAR

îhlas: îhlas, kulun tüm sözlerinde zahir ve batın amellerinde tek dileğinin Allah'ın rızası olup, başkasına önem vermemesi, mevki ve makam hırsı olmadan ve insanlardan hiç birisinin övgüsünü göze almadan kulluk etmesidir. Şirk, ihlasa aykırıdır. Kalpte riyanın olması için, ihlassız olması yeter. Riya, amelde Allah'dan başkasının beğenisini kazanma isteğidir ki, bu da küçük şirkdir.

Tevekkül: Tevekkül kelimesi, vekalet kelimesinden gelmektedir. Yani her şeyde vekile itimat edip güvenme anlamına gelir. Allah'a tevekkülün gerçek anlamda tahakkuk edebilmesi için, önce Allah'tan başkasının inkar edilmesi ve Allah'ın emrettiği vesilelere yapışılması gerekir. Bunun için, denilebilir ki tevekkül, sebeplerle amel etmek ve aynı zamanda  da   sebeplerini inkar  etmektir. (Sebepleri inkardan gaye, kalbin yakından veya uzaktan kesin olarak sebeplere güvenmemesidir. Ancak bununla beraber insanın sebepleri iptal edip aradan çıkarması da gerekmez.)

Muhabbet: Allah sevgisi Tevhid-i Uluhiyetin gerektirdiği en önemli hususlardan olup onun en yüce makamıdır. Ne mutlu bunu elde edene!

Havf ve reca: Korku ve Ümit, tevhidin en büyük temel kuralı sayılır. Müslümana farz olan, yalnız Allah'tan korkması, O'ndan başkasından korkmamasıdır. Korkunun yeri kalptir, ancak izleri insanın davranışlarında belli olur.

Mü'min korku içerisinde olduğu sürece hayırdadır. Korkusu gidince sapıtır ve şaşkınlığa düşer. Allah'tan başkasından korkmak, rezilliklerin en alçağıdır. Korku bazı durumlar sonucu meydana gelir. Şöyle ki; Allah için olan İhlasın başka bir şeyle karışması, dinde fitneye düşmek ve amellerin kabul edilmemesinden dolayı korkmak, dünyada bela ve musibetlerden, fakirlik, hastalık ve Allah'ın nimetlerinin elden çıkmasından korkmak gibi.

Sabır: Sabır, tevhidin temel kurallardan sayılır. Kullar sürekli olarak belalarla karşı karşıya kalırlar. Bu bakımdan sabrın türleri vardır: İtaatte sabır, günah ve masiyet işlememede sabır, Allah'ın kaderine sabır, öfke anında sabır.

Müslümana sabretme konusunda gerekli olan şey sabrından ötürü kendisine hayırlı bir karşılık ve afiyetin olacağını düşünerek, kendisi için bir çıkış yolunun olduğuna inanarak, başına gelen belaları hafif görmesi gerekir. Zira bazı belalar diğer bazılarından daha ağırdır.

Şükür ve Hamd: îman ikiye ayrılır. Yarısı şükür, yarısı da sabırdır. Şüphesiz kul için gerekli olan şey, her durumda Rabbine hamdetmesidir. Şükre gelince bu, Allah'ın verdiği nimetlerin izinin, kulun dilinde ortaya çıkmasıdır.

Gayret ve Allah için gazaplanma: Yani kulun Rabbi için gayrete gelmesi, Rabbini, Rabliğinden dolayı kıskanmaması demektir. Allah Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem:

"Allah kıskanır. Mü'min de kıskanır. Allah'ın kıskanması, istememesi, kulun; Allah'ın kendisine haram kıldığı şeyleri yapmasıdır" buyurur. (Müttefekun aleyh) Kulun Rabbi için kıskançlığına; kulun amellerinden ve sözlerinden hiç birisini Allah'dan başkası için yapıp söylememesi, Allah'a itaatin dışında kalan zamanlarına üzülmesi, -zira zaman müslüman için çok değerli bir varlıktır -ve Allah'ın haram kıldıkları işlenince, O'nun hakları ihmal edilince gazaba gelmesi, misal olarak verilebilir.

DUA: Bu sadece duayı tamamıyla Allah'a mahsus kılmak demektir. Dua kulun, dünya ve ahiret işlerinde Rabbinden kendisine yardımcı olmasını dilemesidir. Duanın çok önemli ve büyük anlamları vardır: Allah'a muhtaç olduğunu açığa vurmak, güç kuvvet ve olayları değiştirmekten kendi nefsini soyutlayıp bunu Allah'a vermektir. Dua kulluğun ve insan olarak zayıflığımızın alametidir. Duada Allah'a övgü ve O'nu kerem sahibi ve cömert görme vardır.

istiğase:îstiğase; yardım, kurtuluş ve belaların giderilmesini dilemektir. Bunun için istiğasenin Allah'dan başkası için olmaması gerekir.

îstiğase iki kısımdır:

Meşru olan istiğase: Bu, kulların güçlerinin yettiği bir şeyde onlardan yardım istemeye denir. Bunun meşruluğunda şüphe yoktur. Suda boğulmak üzere olan kimsenin yardım istemesi gibi.

Haram olan istiğase: Bu, kulun gücünün üstünde olan bir şeyi, ondan dilemektir. Bu, Allah'ın hiç kimsenin ortak olamayacağı haklarındandır. Aynı şekilde ölülerden yardım dilemek (hem konu olarak, hem de içerik olarak) bu ölüler kim olurlarsa olsunlar, haramdır.

ŞEFAAT: Şefaat, kendisine şefaat edilecek olan kişinin şefaat edecek olan kimsenin duası ile ihtiyacını Allah'a arzetmesidir. Şefaat iki kısımdır:

Şer'i ve Sahih olan şefaat: Bu, Allah'ın izniyle gerçekleşen şefaattir. O'nun izni olmadan gerçekleşmez.

Şirk olan şefaat: Kim olursa olsun, ölülerden şefaat dilemek gibi. Çünkü ölülerden şefaat bekleyenler, ölülerin bir şeye güçlerinin yeteceğine inanan kimselerdir. Genelde de onlardan şefaat dileyen, adak ve kurban kesmek gibi amellerle onlara yakınlaşmayı isterler.

TEVESSÜL: Tevessül, Allah'tan şefaat istemektir. Bu herhangi bir şey hakkında olabilir. Kul, bu şeyle Allah'a yakın olmayı dileyerek O'ndan ihtiyacını gidermesini ister.

Meşru olan tevessül, sahih delillerle sabit olan tevessüldür. Aynı şekilde, dua eden kimsenin, sahih bir amelde tevessülde bulunduğu gibi, hayatta olan salih bir insanın duası ile de tevessülde bulunması caizdir. Bu tür tevessül, kitap ve sünnet ile sabittir. Şeriatta şahıslara makam, dergah ve haklar için tevessül diye birşey yoktur.

HILF: (Yemin): Yemin, kendisi için and içilenin yüceltilmesidir. Ta'zim -yücelik- ise bir tür ibadettir, ibadet de ancak Allah içindir. Allah'tan başkasıyla halif (ahid vermek) de bulunmak şirktir. Allah Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem: "Kim Allah'tan gayrısıyla yeminde bulunursa, şirk koşmuştur" buyurmuşlardır. (Sahih: Ebu Davud)

BESMELE: Bu her söze ve işe Allah'ın adı ile başlamak demektir. Allah'dan başkasının adıyla başlamak caiz olmadığı gibi, O'nun adıyla beraber başkalarının adını anmak da caiz değildir. Allah adına ve halk adına demek gibi.

NEZİR (Adak): Nezir, müslümanın aslında kendisine vacib olmayan bir ameli, Allah rızası için yapmayı kendisine vacib kılmasıdır. Nezrin Allah'dan başkası için yapılması caiz değildir. Çünkü nezir ibadettir, Allah'dan başkasına ibadet edilmez.

Bil ki ey Müslüman kardeşim, Tevhid-i Uluhiyet, Rasullerin kavimlerine getirdikleri ve hakkında kitapların indirilip, göklerin, yerin, cennet ve cehennemin yaratıldığı tevhiddir. Tevhid-i Uluhiyet, tevhidin en yüce mertebesidir. Bu, her Rasulün kavmini çağırdığı, uğrunda cihadın meşru kılınıp, muvahhidlerle müşrikler arasında savaşların verildiği tevhiddir. Kim bunu tahakkuk ettirmezse müşriktir.

Tevhid-i Uluhiyette sözün özü şudur: Müslümanın Allah'a ibadet ve sevgiyi, Allah'dan gayrısına ibadet ve sevgiden daha üstün tutup bununla izzet bulması; O'ndan korkmayı başkasından korkmaya, O'na itaati başkasına itaata tercih edip hiçbir zaman yönelişinde, sevgisinde, korkusunda, ümit ve sözünde yemin ve nezrinde Allah'a herhangi bir şeyi denk tutmamasıdır.

 

Tevhidul-Esma ve's-Sıfat (Allah'ı isim ve sıfatlarında Tevhid):

Tevhidin bu türü, Allah'ın kitabı ve Rasulü'nün sünnetinde Allah Azze ve Celle hakkında varid olan güzel isimlerin hepsini kesin bir inançla kabul ve ikrar etmektir. Sahabeden ve tabiundan olan selefin hepsinin o günden bugüne itikadları şudur:

Allah'ın kendisi için sabit olarak zikrettiğim olduğu gibi kabul etmek, Rasulü'nün de Sallallahü Aleyhi Vesellem ispat ettiğini iptal etmeden, bozmadan ve keyfiyetini belirtmeden kabul etmek.

"Benzeri gibi yoktur. O çok işitici ve görücüdür." (Şura: 11.)

Bu itikadın birinci bölümü, "Benzeri gibi yoktur" ayeti, Allah'ın sıfatlarının mislinden sözetmek isteyen ve O'na bir keyfiyyet biçmek isteyenlere bir reddiyedir, ikinci bölümü olan: "O çok işitici ve görücüdür" sözü ise, Allah'ın sıfatlarını iptal ve tahrif edenlere bir cevaptır. Selef-i Salihîn (Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun) şeriatın naslarıyla sabit olanı ayrıntılı olarak kabul ediyor ve reddettiğini genel olarak ayrıntılara girmeden reddediyorlardı. Buna bir örnek vermek gerekirse, onlar, Allah hakkında duymayı ve görmeyi isbat ederlerken, benzetmeyi de, O'nun mukaddes kemaline aykırı olduğu için toptan reddettiler. Öyleyse Selefin mezhebi iki batıl arasındaki hak mezheptir. Bu iki batıl, temsil (benzetme) batılı ve iptal (inkar) batılıdır. Benzetme yapan, puta, sıfatları iptal eden de ademe (hiçliğe) ibadet etmekte, muvahhid ise, göklerin ve yerin ilahı olan Allah'a ibadet etmektedir.

 

Tevhid-i Esma ve Sıfat aşağıdaki esaslar üzerine bina edilir:

a- Allah Azze ve Celle'nin isim ve sıfatları naslarla belirtilmiştir.

b- Allah'ın isim ve sıfatlarında teşbihten korunmalı ve bu isim ve sıfatlara olduğu gibi inanıp mahluklardan birisine benzetmeyi kesin olarak inkar etmeliyiz.

c- Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini araştırmaktan kesin olarak uzak durmalıyız.

"Önlerinde ve gerilerinde olanı bilir. Ve onlar bunu bilgileriyle kuşatamazlar." (Taha: 11)

Allah'ın sıfatlarının ve isimlerinin anlamı, sözlük (lügat) anlamıyla hepimizce bilinen bir gerçektir. Ancak gerçeği Allah Azze ve Celle kendi katındaki bir ilim olarak saklı tutmuştur. Allah bize isim ve sıfatlarını bildirmiş, fakat bunun keyfiyetinden haber vermemiştir, îmam Malik (Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun): "Rahman arşa istiva etti" sözü hakkında; ne güzel söylemiş: "îstiva ma'lum, keyfiyeti mechuldür, iman etmek vaciptir. Bunun hakkında soru sormak bid'attır." Sahabe ve tabiunun mezheplerinin özü, Kitap ve Sünnette varid olan   isim   ve   sıfatları,   Cehmiyye   ve Mu'tezile'nin yaptığı gibi "el" nimet, istiva "istila" anlamındadır gibi, batıl te'villerle yorumlayarak Kur'an ve Sünnetin sınırını aşmamalıdır. Aynı şekilde bu ve benzeri dalalet ehli olan felsefecilerin te'villerinden uzak dururlar. Biz Sahabe ve tabiînin itikad ettikleri gibi itikad ediyoruz. Zira onlar, nübüvvet çağına bizden daha yakın olmaları nedeniyle, diğerlerinden daha çok bilgili ve anlayışlıdırlar. Onların itikadı, Allah'ın kendisini, Rasulü'nün de Sallallahü Aleyhi Vesellem O'nu vasfettiği ve Kur'an ve Sünnette geldiği gibi "temsil" ve keyfiyetine dalmadan, sabit olanı iptal etmeden inanırlar. Bu, Allah Rasulü Sallallahü Aleyhi Vesellem, sahabesi, tabiîni ve onlara uyan itibar sahibi imamlar Ebu Hanife, Şafii, Malik, Ahmed, Buharı, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, Sevri, îbn Uyeyne ve daha birçokları gibi, dinimizi bize ulaştıran muhaddislerin itikadıdır. Eğer -Allah'ın izniyle- onlar olmasaydı aziz şeriat, batıl ehli yıkıcıların elinde oyuncak haline gelirdi. "Davamızın sonu Allah'a hamdetmektir."

 

 

UHUD ZAFERDİR HEZİMET DEĞİL

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla 

Muhakkak ki hamd Allah'adır. O'na hamdeder, O'ndan yardım ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah'a sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa ona hidayet verecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur; O tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah O'na, ailesine ve ashabına salât ve çokça selam eylesin.

Bundan sonra... Allah'dan hakkıyla korkun ey Allah'ın kulları! Şüphesiz Allah'dan hakkıyla korkmak nimetleri artırır ve azabı ortadan kaldırır. 

Ey müslümanlar!

Allah peygamberimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'i peygamberlerin gelmesinin kesintiye uğradığı bir dönemde; dünya, cahilliğin ve sapıklığın karanlığıyla doluyken peygamber olarak gönderdi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem beraberinde Sahabe-i Kiram'ı olduğu halde bu dini ufuklara yaymaya başladı. Kafirler ve inatçılar ise davetine karşı çıktı. O'na karşı kılıçlarını çektiler. Bedir'de karşı karşıya geldiler ve Allah'ın emriyle zafer gerçekleşti. İslam sancağı yükseldi. Müşrikler feryat ederek Mekke'ye döndüler. Hepsi ölüsüne ağlıyor, başına gelen musibetten şikayet ediyordu. Bu musibet onlara çok ağır geldi. Bunun üzerine Kureyş, müslümanlarla yeniden karşılaşmak için hazırlanmaya karar verdi. Tam bir yıl hazırlık ile geçti. Kuvvetleri toplandı ve orduları, hicri üçüncü senenin Şevval ayında Bedir Savaşı'nın intikamını almak için Medine'ye yöneldi. Uhud Dağı yakınlarında, vadinin kıyısında konakladılar.

Müslümanlardan bazıları Bedir Savaşı'nı kaçırdıkları için üzgündü. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e onlarla karşılaşmak için çıkmayı önerdiler. Müslümanlar, onlarla savaşmaya karar verdi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, Cuma günü insanlara namaz kıldırdıktan sonra evine girdi, savaşa hazırlanmış ve zırhını giymiş olarak dışarı çıktı. Ve şöyle buyurdu: "Zırhını giyen bir peygambere, Allah onunla düşmanları arasında hükmünü verinceye kadar onu çıkarması yakışmaz."  Sonra bin kişi ile yola çıktılar. Medine ile Uhud arasına gelince münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy ordunun üçte biri ile müslümanları yarı yolda bıraktı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları bırakarak yoluna devam etti. Uhud'da, vadinin dağ tarafındaki kenarına konakladılar. Karargahını ve ordunun sırtını dağa doğru verdi. Müşriklerin ordusu, müslümanlar ile Medine arasında kalmıştı. Elli kişiden oluşan bir okçu grubunu okçular tepesine yerleştirdi ve başlarına Abdullah b. Cubeyr'i emir tayin etti. Onlara, yerlerinde kalmalarını ve kuşlar onları kapıyor görseler bile yerlerinden ayrılmamalarını emretti. Şöyle buyurdu: "Bizim öldürüldüğümüzü görseniz bile bize yardım etmeyin. Bizim ganimet topladığımızı görseniz bile bize katılmayın."

Cumartesi günü sabah olunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem savaş için hazırlandı ve üst üste iki zırh giyerek ortaya çıktı. Gençlere baktı ve küçük gördüklerini savaştan geri çevirdi, diğerlerine izin verdi. İzin verdikleri arasında Semura b. Cundüb ve Râfi' b. Hadîc de vardı ve onlar onbeş yaşında idiler.

Kureyş de savaş için hazırlandı. Müşrikler, ikiyüzü atlı olmak üzere üçbin kişi idiler. Onlara Ebu Süfyan komuta ediyordu. Allah'ın nurunu söndürmek ve kulları saptırmak istiyorlardı. Müslümanlar yediyüz kişi idiler. Zafer ve şehadet arzuluyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem sahabilerini savaşa teşvik etti. Sabretmeye ve mücedeleye yöneltti. Nihayet iki ordu karşı karşıya geldi ve saflar birbirine yaklaştı. Kılıçlar çekilmiş, mızraklar doğrultulmuş ve oklar çıkarılmıştı. Bir yanda Rahman'ın taraftarları, diğer yanda şeytanın taraftarları...

Sonra Nebi sallallahu aleyhi ve sellem savaşa izin verdi ve taraflar birbirine daha çok yaklaştı. Atlılar birbirine girdi ve çetin bir savaş başladı. Zafer müslümanlarındı ve Allah mü'minler üzerine yardımını indirmişti. Müşrikler ortada kaldı ve sancakları düştü. Geri dönüp kaçmaya başladılar. Okçular, müşriklerin hezimetini görünce onların bir daha dönemeyeceğini sandı. Onlardan bazıları ganimet toplamak için aşağı indi ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in korumalarını emrettiği yerlerini terkettiler. Emirleri onlara yerlerinde kalmaları gerektiğini hatırlattı ama buna rağmen indiler ve geçidi boşalttılar. O gün daha henüz şirk içerisinde olan Halid b. Velid okçular tepesinin arkasına dolaştı ve tepede bulunan okçulardan geriye kalan on kişiyi öldürdü. Müslümanların ordusu arkadan müşrik ordusu ve önden yayaları arasında kalmıştı. Müslümanları kuşattılar. Müslümanlardan bir grup bozuldu ve bir kısmı da dağıldı. Aralarında öldürülenler oldu. Allah onlardan razı olsun ve onları da razı etsin.

Müşrikler sancaklarını yeniden kaldırdılar. Müslümanların safları karıştı. Allah'ın olmasını dilediği oldu. Şehadete erişen şehadete erişti. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in etrafından dağıldıklarında O, sabit kaldı ve onları arkalarından çağırdı. Bazıları geri döndüler. Müşrikler Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e ulaştılar. O'nu öldürmek istiyorlardı. Yüzünü yardılar ve taşla azı dişini kırdılar. Miğferinin halkalarından ikisi yüzüne değdi. Başındaki miğferi taş atarak kırdılar. Fasık Ebu Âmir'in, müslümanları tuzağa düşürmek için kazdığı çukurlardan birine düştü. Ali b. Ebi Talib elinden tuttu ve Talha b. Ubeydullah kucaklayıp çıkardı. Mus'ab b. Umeyr gözleri önünde öldürüldü. Müşrikler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e yetiştiler. Müslümanlardan yaklaşık on kişilik bir grup, öldürülünceye kadar O'nun etrafını sardı. Talha b. Ubeydullah müşrikleri O'nun etrafından uzaklaştırıncaya kadar onlarla dövüştü. Ebu Dücane sırtı ile önüne kalkan oldu ve oklar sırtına saplandığı halde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'i korumak için hareket etmiyordu. Şeytan en yüksek sesiyle "Muhammed öldü!" diye bağırdı. Bu müslümanların  bir çoğunun kalbinde olumsuz etki yaptı. Çoğu geri döndü. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müslümanlara doğru yöneldi ve O'nu gördüler. Etrafında toplandılar ve O'nunla birlikte daha önce konakladıkları yere çekildiler. Sırtlarını dağa dayadılar. Ali b. Ebi Talib, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzündeki kanı yıkadı ve başına su serpti. Kızı Fatıma, suyun kan akışını artırdığını görünce bir hasır parçası aldı ve yakarak yaraya bastı; kan durdu. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem, elinden gelen gayreti göstermişti. Orada bulunan bir kayaya çıkmak istedi de vaziyeti nedeniyle çıkamadı. Talha altına oturdu da çıktı. İnsanlar ölüleri için endişe ettiler. Sonra rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem indi ve şehitleri gördü. En kötü şekilde işkence edilmişlerdi. Amcası Hamza'yı aradı. Vadide; karnı yarılmış, burnu ve kulakları kesilmiş bir halde buldu.

Müşrikler de konakladıkları yere çekildiler. Sakat kalanlar ve can çekişenler vardı. Bütün bunların hepsi Cumartesi günü oldu. Savaş sona ermişti. Savaşın sonucunda müslümanlardan yetmiş şehid ve kafirlerden yirmiiki ölü vardı. Bizim ölülerimiz cennette, onların ölüleri ise cehennemdedir.

Bundan sonra ey müslümanlar!.. Uhud, hezimet değil bir zaferdir. İbretler ve derslerle dolu bir savaştır. Olayları, nesillerin birbirine aktardığı bembeyaz sayfalardır. Allah bu savaşta Kitab-ı Mübini'nden altmış ayet indirdi. Bu savaş Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in nefsinde derin bir iz bıraktı. Vefatı öncesine kadar hatırlardı.

Şüphesiz bu din bizlere sahabilerin şiddetli mücedeleleri sonucunda ulaştı. Geçmişler, musibetlerin ve sıkıntıların acılarını tattılar. Enes b. Nadr bu savaşta seksen küsür yara aldı. Sonra düşmanlar ölüsüne işkence ettiler. Öyle ki, kızkardeşinden başkası tanıyamadı. O da, parmak uçlarından tanıdı. Sa'd b. Rabi' yetmiş yerinden yaralandı. Ya biz dinimiz için ne yaptık?!.

Sahabe-i Kiram'ın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile sohbeti ve hayırlarda öncülüğü vardır. Âzâları kesildi ve cesetleri parçalandı. Kadınları dul kaldı. Bu dinin bizlere tam ve mükemmel bir şekilde ulaşması için uğruna canlarını feda ettiler. Onların haklarını takdir et ve bu gayretleri dolayısıyla onlara teşekkür et! Onlardan razı ol! Çünkü, Rableri onları sevmiş, onlardan razı olmuş ve onları razı etmiştir.

Günahlarla devirler döner. Bu savaşta ruhlar bir hata yüzünden teslim edildi. Adem cennetten bir günah yüzünden çıktı. Kadının biri bir kedi yüzünden cehenneme girdi.

İbadete ve kulluğa sımsıkı sarıl ki, zor anlarında elinden tutulsun ve sıkıntıların giderilsin. Amellerini, düşmanını kuvvetlendiren, sana karşı bir asker haline getirme!

Bu savaşta Semura ve Râfi' onbeş yaşında olmalarına rağmen savaştılar. Genç sahabilerin kanları üzerinde yükseldi bu din... Onlar boş vakitlerde eğlenip şehvetlerle vakit geçirmediler. Babaları onların ıslahı için çabaladı ve onların ıslahının meyvelerini aldılar. Ya gençlerimiz dinleri için ne verdi? Gayeleri ve arzuları ne? Çabaları ne için? İlgileri neye?..

Kötü arkadaştan sakın! Çünkü onlar, kendilerine en çok ihtiyaç duyduğun bir anda seni terkederler. Onlar, nimetlerde sana arkadaştırlar fakat sıkıntılarda sana düşmandırlar. Münafıklar, sahabileri en zor durumda yüzüstü bıraktılar. Salih arkadaşlara sarıl! Onlar, varlığında ve yokluğunda seni savunurlar. Senin faydan için çalışır, seni korurlar. Hakkın bir seyri ve batılın bir hamlesi vardır. Sonuç ise takvânındır.

Toplumun ıslahından ve hidayete ermesinden ümidini kesme! Nebi sallallahu aleyhi ve sellem eziyetlere ve yaralara sabretti de sonunda insanlar bölük bölük Allah'ın dinine girdi. Tüm olayların sonucu Allah'ın elindedir.Davet yolunda yürü ve duaya devam et! İnsanların hidayeti İnsanları yaratan Allah'ın elindedir. Ebu Süfyan Uhud'da müşriklere komutanlık ediyordu. Sloganı, "En büyük Hübel" idi. Mekke'nin Fethi'nde ise "Lâ ilahe illallah" diyordu. Vahşi, Hamza'yı öldürdü ve daha sonra müslüman olarak peygamberlik iddiasında bulunan Müseylemetu'l Kezzâb'ı öldürdü. Nefsinin dönmesinden sakın! Kalpler, Rahman'ın parmaklarından iki parmağın arasındadır; onları dilediği gibi çevirir. Allah'dan daima kalıcı sebat dileriz.

Kul isyana garkolmuş olsa ve günahları bulutlara ulaşsa bile tevbe onları siler. Halid b. Velid, kafirlerin atlılarına komutanlık yaptı. Onun eliyle sahabenin en faziletlileri öldürüldü. Allah, göğsünü imana açınca Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek İslam üzere beyat etti ve "Ey Allah'ın Rasulü! Ben hatamın bağışlanmasını şart koşuyorum" dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu: "Ey Halid! Bilmiyor musun ki, İslam kendinden öncekileri yok eder ve tevbe kendinden öncekileri siler."

Nefsini günah bataklığından kurtar ve tevbe ederek Rabbine yönel! İyilikler kötülükleri giderir. Bu dine sarılmaktan geri durma! Çünkü onun etrafında kanlar aktı. Kişi, akrabaları ve yakınları ile imtihan edilebilir. Onlardan gördüklerine karşı sabret. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in akrabaları, mallarını ve yurtlarını terkederek Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ile savaşmak için Medine'ye kadar geldiler. Kafirlerin çoğunun yapmadığı şekilde ölülere işkence yaptılar. Oysa onlar O'nun amca çocuklarıydı. Mekke'nin Fethi'nde onları affetti ve bağışladı. Onlara "Sizler serbestsiniz" dedi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'i yumuşak huyluluk ve bağışlamada kendine örnek al! Akrabalarını ziyaret et ve sana karşı yaptıkları kötülükleri görmezden gel. Ayrılık ve çatışmada güçler zayıflar. Ülfette ve birlikte ise, kalpler arınır. Bölünmeden ve ayrılıktan sakın; çünkü bunlar hezimettir. (Birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin!) (8/el-Enfâl/46)

Günahın sevinç yönünden gelmeyeceğini sanma! Sevincin tadı üzüntünün acısına karışabilir. Sahabiler ganimet ile sevindiler ve okçular ganimet toplamak için aşağı indi. Bu nedenle onlar, bozguna uğradılar. Dünya bir hal üzere devam etmez. Zorluğa sabret ve nimetleri için Allah'a şükret.

Peygamberler yaratılmış kullardır. Diğer insanların başına gelenler onların da başına gelebilir. Kulluk makamının üzerine çıkarılmazlar ve değerlerinden aşağıya da düşürülmezler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem iki zırh ve savaş elbisesini giydi. Sahabileri O'nunla beraber mücadele etti. Cebrâil ve Mikâil O'nu korumak için şiddetle savaştılar. Buna rağmen yüzü yarıldı, azı dişi kırıldı. Başında ve sonunda emir Allah'ındır. Yalnızca O -subhânehu-, fayda ve zarar verendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendi nefsi için bir şeye sahip olsaydı kanı akmazdı. Bu nedenle ibadetini yalnızca Cebbâr olan Allah'a yönelt. Kahhâr olan Allah'ın önünde boyun eğ ki, Allah'ın izniyle senin için sevindirici şeyler gerçekleşsin.

Uhud Dağı'nın toprağıyla teberrük edilmez ve taşları toplanmaz. Orada yetmiş sahabi öldürüldü ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yaralandı. Uhud Dağı bir fayda verseydi bu musibetler olmazdı. İşini Allah'a havale et ve sıkıntıların giderilmesi için O'na sığın.

Faziletli davranış biçimlerinden biri de dine hizmet edeni takdir etmektir. Güzel sıfatlardan biri de sahabilere vefa göstermektir. Uhud şehitlerinin kanları Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in nefsinde vefat ettiği yıla kadar etkisini gösterdi. Sekiz yıl sonra Uhud'da ölenler için onlara veda eder gibi cenaze namazı kıldı.

Bu dinin seçkin insanlarını yücelt. Onların sahabelik haklarına saygı duy ve onların sırlarını koru! Ebu Süfyan şöyle der: "Muhammed'in ashabının Muhammed'i sevdiği gibi insanlardan hiç kimsenin birini sevdiğini görmedim."

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım: (Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Allah onları muratlarına erdirecek, gönüllerini şâdedecek ve onları, kendilerine tanıttığı cennete sokacaktır.) (47/Muhammed/4-6)

Allah beni ve sizleri mübarek eylesin...

İhsanı için Allah'a hamdolsun. Başarılı kılması ve nimetlendirmesi nedeniyle O'na şükürler olsun. Allah'dan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Şânı yücedir. Şehadet ederim ki; efendimiz, nebimiz Muhammed O'nun kulu ve rasulüdür. Allah; O'na, ailesine ve ashabına salât eylesin.

Bundan sonra ey müslümanlar!.. Cennet ancak zorluk ve yorgunluk köprüsünden geçerek elde edilir. Yol uzun ve meşakkatlidir. Zorluklar ve engellerle, zafer ve hezimetle imtihanla doludur. Zillet ve boyun eğme izzet ve zaferi beraberinde getirir. Allah -subhânehu- bir kuluna izzet vermek isterse onu önce bozguna uğratır. Sonra yükselişi, bozguna uğraması ve boyun eğmesi ölçüsünce olur. Allah mü'min kullarına cennette, amelleri ile ulaşamayacakları makamlar hazırlamıştır. Onlara ancak musibetler ve imtihanlar ile ulaşırlar. Allah; belalar ve musibetler gibi onlara ulaşacakları sebepler hazırlar. Belalar ve musibetlerle gizliler ve saklılar ortaya çıkar.

Başına gelecek olana rıza göster ve Allah'ın kaderine teslim ol. Seleften bazıları şöyle der: "Musibetler olmasaydı ahirete iflas etmişler olarak giderdik."

Dünyada günler bir hal üzere kalmaz. Zafer ve hezimet, izzet ve zillet, hastalık ve sağlık, fakirlik ve zenginlik olarak döner. Fırsatları değerlendir. Nimetlerin, ahiret için biriktirdiklerindir. Dünyayı tercih eden ise dünyasına ve ahiretine zarar verir.

 

 





ULUV RISALESI

TE'LIF

MÜHAMMED EBU SAID EL'YARBUZI

MUHAKKAK KI BÜTÜN HAMD'LER ALLAH'ADIR, BI -NAEN ALEYH O'NA HAMD EDER, O'NDAH YARDIM ISTER VE MAO -PIRET TALEB EDERIZ. NEFISLERIMIZIN YE KÖTÜ AMELLERIMI -ZIN SERRINDEN DE ONA SIGINIRIZ.

ALLAH KIME HIDÂYET EDERSE ONU HIÇ BIR KIMSE SAPITTIRAMAZ. KIMI DE SAPITTIRIRSA ONA DA KIMSE HIDÂ -YET VEREMEZ. SEHÂDET EDERIM KÎ ALLAH'DAN BASKA ILÂH YOKTUR YE SERIKSIZ OLARAK BIRDIR. VE YINE DE SEHÂDET EDE -RIM KI MUHAKMBD O'NÜN KULU YE RESULÜDÜR.

EY IMÂN EDENLER ALLAH'DAN NASIL KORKULMASI GEREKIYORSA ÖYLECE KORKUN VE MÜSLÜMANLAH OLARAK ÖLME -YE ÇALISIN.

EY INSANLAR SIZI BIR TEK NEPISDEN YARATAN, ONDAN DA ESINI VÜCUDA GETIREN, IKISINDEN BIR ÇOK ERKEKLERLE KADINLAR ÜRETEN RABBINIZ DEN KORKUN VE GÜNAH YAPMAKTAN SAKININ; VE YINE KENDISINE HÜRMET GÖSTEREREK BIRBIRINIZDEN, DILEKLERDE BULUNDUGUNUZ ALLAH'DAN KORKUN VE AKRABALIK BAGLARINI KESMEKTEN SAKININ. SÜBHESIZ KÎ ALLAH, ÜZERINIZE GÖZCÜ BULUNUYOR.

EY IMAN EDENLER ALLAH'DAN KORKUNUZ VE DOÎRU SÖZ SÖYLEYIN. KÎ ALLAH SIZE, ISLERINIZI DÜZELTIB MU -YAPPAKIYET VERSIN VB GÜNAHLARINIZI BAGISLASIN. KIM. ALLAH'A.VE RESULUNA ÎTAAT EDERSE, O, GERÇEKTEN BÜYÜK BIR KARA KAVUSMUSTUR.

VE SONRA

Muhterem okuyucu

Silinmesi gerekir ki: Biz müslümanlar, Alemlerin Rabbi olan Subhânehu ve Teâlâyi, "KÎTAB ve SUNNET'TE" isbat olunan, Allahu Azze ve Celle'nin kendi -sini ve Resulünün O'nu vasfetmiîj oldugu kemal sifatla -riyl-i tunir ve b'itlin nekâiaden tenzih ederiz.

Çünkü Subhûnehu ve Teâlânin kendi Zâti IçIn "KITAB'INDA ve Resulünün SÜNNET'INDE" O'nu vasfetmis oldugu, sifatlar sanina layik bir sekilde noksanliktan ve mahlûkun evsafina tesbihden münezzeh ve müberra -

Binaen aleyh bizlerce, "KUR'AN DA ve SÜNNET'-TE" Isbât olunan "ILAHI SIFATLARA" "TAHRIPSIZ, TA' -TILSIZ, TERTIPSIZ, ve TESBIHSÎZ büyük sanina lâyik bir sekilde isbât edip iman etmeliyiz.

TAHRIF:Nassi manaenve lafzen tagyir etmektir.Misal:cehmiyyenin ve takipçilerinin mahlukun sifatina tesbih etmeleri gibi.

"RAHMAN ARSA ISTIVA ETTI^ Ta'ha 5

Âyet'inde ki »ISTtVAjVsifatini "RAMANIN HÜKMÜ ARSI ISTILÂ ETTI" diyerek ^ahrif etmeleri gibi.

TA'TIL: Subhânehu ve Teâla'nin "KITAB re SUN ' NET'TE" iabât olunan sifatlarinin bazilarini iabât edip iman etmek ve bazilarimda nefyedip inkar etmektir. Misal:"ESARI ve MATÜRIDI'LERIN" Subhânehu ve Teâlâ'nin "SEM* ve BASAR" sifatlarini iabât edip kabul ederek, "U-LUV ve ISTIVA" sifatlarini nefyadip inkar etmeleri gibi.

TEKYIF: Nasildir diye, zikredilen sifatin keyfiyyeti hakkinda soru tevcih ederek izahini istemektir. Misal:

ümmü Seleme R.A. dan, (RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI) Âyet'i Kerimesi hakkinda söyle dedigi rivayet olundu. "ISTIVA MA'LUM" (onun hakkinda) "NASILDIR DEMEK MA'KUL DEGILDIR" " OLDUGU GIBI KABUL ETMEK IMANDIR" "INKAR ETMEK ISE KUFÜRDÜR" .

Bu eser'i Ismail ibnu Abdurrahman Sabuni Akidetu'a -selef rivayet etiiistir.

Ca'fer ibnu süleyman dan, söyle dedi;

Malik ibnu Enes R H. a "RAHMAN OLAN ALLAH ARSA ISTlVA ETTI" Ayet'i Kerime'sinde ki "ISTIVA" kelimesin den, "ISTIVA" nasildir diye ? soruldu. Malik ibnu E -nes R.H. çöyle cevab verdi. "ISTIVA" ma'lumdur. Nasil demek ise, ma'kul delildir. "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN

ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTIGINE INANMAK ISE VACIBTIR.

Seni . ise "DALALET'TE" olan birisi olarak göruyorum der, ve o kisinin meclisten çikarilmasini emreder.

Eu Eseri Ismail ibnu Abrur -rahman (18) 'Ebu Said ed -Da rimi er -Reddu Ale'l -Ceh miyye'de (280) ve Beyhaki Es ma'da (430) rivayet etmisler dir.

Yukarida ki eser'lerde fgörüldügü ve daha ileride de zikrolunucagi gibi, islâm âlimleri kendilerinden önce ki "SELEFLERININ" sükUt ettikleri mevzu -larda sükût edip, aoru sorulmasini kerih görmüslerdir. zira Allah Resulü S.A.V. den bu mevzuda\ne,"NASIL di ye bir soru ve nede böyle bir soruyu izah eden bir ce vab varid olmamistir.

TESBIH:Subhanehu ve Tealanin zatina has sifatlarindan birisini,mahlukun sifatlarina benzetmektir.Misal:Müsebbihe baska bir ismi ile Mücessime,taifesinin Subhanehu ve Tealanin sanina layik ve has olan ‘’YED’’ sifatini bizim elimiz gibidir diyerek mahlukun sifatina tesbih etmeleri, gibi.

Halbu ki Subhânehu ve Teala'.nin kendisini ve Resulünün O'nü vasfetmis oldugu sifatlarda "TEMBIH" yoktur.

Muhammed ibnu Ismail et -Tirmizi, Nuaym ib-nü Hammad'i söyle derken isittigini rivayet etti.

Nuaym ibnu Hammad dedi ki:

"KiM KI ALLAH'I MAHLUKATINA TESBlH EDERSE O KAFIR OLMUSTUR". "ALLAH'IN KENDI NEFSINI VASFETTIGI SIFATLARINDAN BIRINI INKAR E-DERSE , YINE KAFIR OLMUSTUR" . "ZIRA SUBHÂNEHU VE TEÂ-LA'NIN KENDI NEFSINI VE RESULÜNÜN RABBISINI VASFETTIGI SIFATLARIN HIÇ BIRISINDE TESBIH YOKTUR" .

Bu Eser'i Zehebi Uluv da (217) zikretmistir.

Muhterem okuyucu , yukarida zikretmis ol ~ dugumuz kaide., "EHLI SÜNNET" cemaatinin "ISIM VE SI -FATLAR " hakkinda ki iman esaslarini beyan eder.

EHLI SUNNET'E muhalefet eden, "KELAM1CILARIN" "KITAB ve SÜNNET'TEN" ayrilislari ise söyle olmustur.

Yunan felsefesine aid mantik kitablarinin arab-caya terceme edildigi devirlere rastlayan hicri ikinci asrin baslarina kadar, müslumanlar ISIM ve SIFATLAR hakkin kendilerine sahabe den,ne rivayet olunmus ise öylece kabul edip iman ederlerdi. Eger onlar bu mes'elele-rin üzerinde nassa dayali olarak konusmuslar ise ümmette konusurdu. Degilse, sükût ederlerdi.

Hicri ikinci asrin baslarinda, Beni Umeyye devletinin sonlarina dogru, arabcaya terceme edilen yunan felsefesine aid mantik kitablarinin te'sirinde kalan, Hisam ibnu Abdul -Melik'in hilafeti samaninda i'tikadina se -beb katledilen Ca'd ibnu Dirhem'in talebesi hicri yüz yirmi sekiz senesinde, katledilen, Cehm ibnu Safvan et -Tirmizi'ye müntesib Ilâhi sifatlari inkar eden CEHMÎYYE denilen sapik bir taife zuhur etmisti. Bu taife "KITAB've SÜNNET'TE" isbat olunan bütün ilahi sifatlari zahiri ile kabul edip inanmak Subhânehu ve Tealayi mah -luka tesbih olacagi iddiasi ile tahrif edip inkar et -mislerdir.

Bunlarin ziddina olarak da "MÜSEBBIHE" diye bü tün Ilâhi sifatlari kabul ederek iman eden, yalniz bu Ilahi sifatlari mahlukun sifatlarina benzeten bir taife daha sikmisti.

Ahmed ibnu Hanbel ve emsali gibi "HADIS EHLININ" imamlari olan zevat'i kiram bu sapiklarin ensesine zül-fikar misali inerek "günlerce eserleriyle bunlari sustur-) muslardir.^Tabi'i ki bu ilim ehlinin bazilari, bu bozuk i'tikada sâhib çikan idariciler tarafindan katledilmis lerdir. Fakat bu taifenin câhil halk Üzerinde ki te'siri-de yok edilmisti.

Hicri dördüncü asrin baslarinda ise "HALEFIYYUN tesmiyye edilen "KELAMCILAR i'tikad da "ES'ARI ve MATÜ-RIDI" adi altinda iki mezheb kurarak "CEHMIYYE'NIN" inkar ettigi sifatlarin bazilarini kabul ve bazilarinida redd ederek, o sapik fikrin tekrar canlanmasina Ve zamanimiza kadar ayakta kalmasina sebeb olmuslardir.

Risalemizin mevzu'u olan, "ULUV ve ISTIVA" mes'eleleride, bu iki mezhebin zamanimiza kadar ge -tirdikleri, "CEHMIYYE" denilen sapik firkanin inkar et mis oldugu iki »SIFAT»I ILAHI-DIR".

Zamanimizda "KITAB ve SÜNNET'E" avdet hareke tini ihya etmege çalisan bizlerde, bu risalemizde, inkar edilen bu iki "SIFAT'1 ILAHI'YI" "KITAB ve SÜN NET'LE" isbat ederek hak yolda bir seyler yapmaga ça listik.

Risalemiz üzerinde, tashih ve tenkitleri muhte rem okuyuculardan hasseten rica ediyoruz.

Duaniza muhtaç kardesiniz.

Muhammed Ebu Said el - Yarbuzi

I9/5a'ban/1405

ZÂTI ILAHININ SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN ÂYET»I KERIMELER

I) Allah, O'dur ki, gökleri, yeri ve ara -aindakileri alti giinde yaratti» Sonra "ARSA ISTlVA ETTI" . Sizin, ondan baska hiç bir yardimciniz yok, hiç bir sefaatçiniz da yoktur. Artik nasihat almi -yormusunuz.

"ALLAH SEMADA» BÜTÜN DÜNYA ISLERINI IDARE EDER". Sonra ameller, bir gUnde O'na yükselir ki, (o gUnün) mikdari, sizin saydiklarinizdan (ya'ni dünya yiliyla) bin yildir.

Secde 4/5

2) »RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI» bu -tün gökte olanlar, bütün arzdakiler, bütün bu ikisi -nin arasindakiler ve bütün yerin dibindekiler hep 0'-nundur. "SEN SESINI YÜKSELTSENDE VEYA SEZSIZDE SOY -LESEN, HATTA KALBINDEN GEÇENLERIDE^BILIR".

Ta'Ha 5/6/7

3) "SEMÂDA OLAN^ALLAH^IN" , BIZI yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz ? O vakit bir de bakaramiz ki , arz çalkalanip duruyor.

MUlk 16



4) Yoksa "SEMADA OLAN(ALLAH')lN" Uze -rinize tas yagdiran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz ? O zaman anlarsiniz, korkutmam nasil olur -mus.

MUlk 17

5) Göklerde ve yerde olan canlilarla Me lekler, kibirlenmeden hep Allah'a secde ederler. "ÜSTLERINDE KI RABLERINDEN KORKARLAR" ve emrolun duklari her seyi yaparlar.

Nahl 49/50

6) firavn veziri olan Hâman'a söyle dedi Ey Hâman Bana yüksek bir kule yap, belki bazi yollara muttali »olurum. Göklerin yollarina muttali o lurum da, "MUSA'NIN ILAHINI" görürüm. ÇUnkU ben mu sa'nin (söylediginin ya'ni, davet ettigi "SEMÂDA KI ILAH" iddiasinin] yalan oldugunu zannediyorum.

Mu'min 36/37

7) Her kim izzet isterse bilsinki bütün izzet Allah'indir. Güzel kelimeler ancak "O'NA YÜKSELIR" salih amelide güzel kelimeleride yükseltir .

Fatir 10

8) O vakit Allah'u Azze re Celle söyle buyurdu: Ey Isa Sübhe yok ki seni ecelin bitince öldUrecegim ve "SENi BANA YÜKSELTECEGIM".

Al Imran 55

9) Dogrusu "ALLAH, ONU (ya'ni Isa as’i) KENDiSiNE YÜKSELTMISTIR" .Allah Aziz ve Hakim'dir

Nisa 158

AIlahu Azze ve Celle'nin Kitab'in dan zikretmis oldugumuz bu Ayet'i Kerimeler, Sub hanehu ye Teala'nin kendi Zati için iabat etmis ol dügü "ULUV ve ISTIVA" aifatlarini beyan eder. biz de Bu Ayet'i Kerimelerin izahi olarak, "ULUV ve IS TIVA" sifatlarini isbat eden Hadis'i Seriflere geç meden, bu babi Subhanehu ve Teala'nin su kavli ile bi tiriyoruz.

Allah'tan daha dogru sözlü kim olabilir.

Nisa 87

ZÂTI ILÂHlNlN SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN HADlS'l SERIF'LER

I) Muâviye't -ubnu'l -Hakem es -SUlemiyy n R.A. dan, söyle dedi: Benim, Uhud ve Cevvaniyye ta -raflarinda koyunlarimi güden bir cariyem vardi.Bir gün yanina çikib vardim.Birde ne göreyim, gUttügü koyunlardan birisini kurt kapmis. Ben de Adem ogullarindan biriyim, onlarin öfkelendigi gibi bende öfke-

lenib esef ettim. Lakin ben o cariyeye bir samar vurdum. Akabinde Reaûlullah^S.A.V.e gelip (cariyeye yaptigimi haber verdim), (cariyeye vurdugum) Bu samari aleyhime çok büyüttü. Bende, Ya Resûlellah: (yaptigim bu zulme karsilik) cariyeyi azad edeyim mi ? dedim. Onu bana getir buyurdu. Bende cariyemi Reaûlullah S.A.V.e getirdim. Resûlullah S.A.V. cariyeye hitaben "ALLAH NEREDEDIR" ? diye sordu. Câriye: "SEMADADIR" dedi. Tekrar, "BEN KIMIM" ? buyurdu. Câriye:"SEN ALLAH'IN RESULÜSÜN", dedi. Bunun üzerine Resûlullah S.A.V. bana: Onu azad et, çünkU o bir "MU'MINE"dir buyurdu.

Bu Hadia'i Müslim (537) Ebu Davud (930) Buhâri CUz'Un de (64) Neaei (3/15) Ahmed (5/447) Beyhaki (7/ 387) Ibnu Huzeyme Tevhid'de (121) Ebu Said ed -Darimi fi'r -Reddi ale'l -Cehmiyyeti'de (271) Ibnu Ebi Seybe Iman'da (84) Ibnu Ebi Asim SUnen'de (489) Beyhaki Es-ma'da (422) ve Ebu Hanife Müsne-din'de (3) rivayet etmislerdir.

Bu Hadis'1 Serif'den istifade edilen, Uç mühim mes'ele vardir:

1) "ALLAH NEREDEDIR" ? sorusunun cevazini beyân eder.

2) Sorulan aorunun musbet cevâbi olan "SEMADADIR" denilmesinin vucûbiyyetini beyân eder.

3) Sorulan sorularin cevablarinin mUsbet olusuna binâen, cariyeye "MU'MINE" isminin itlakini beyân eder.

Muhterem okuyucu görUyorsun ki Resûlullah S.A.V. den rivayet edilen bu Hadis'1 Serif, istedigin kisiye bu mevzuda ki itikadini bilmek için "ALLAH NEREDEDIR" aorusunun aorulabilecegine delalet ettigi gibi, cevâb olarakda muhakkak "SEMÂDADIR" denilmesi gerektigini beyân ediyor.

"ALLAH NEREDEDIR" ? sorusuna müsbet olan "SEMADADIR" cevâbini verene "MUMIN" isminin itlak edildigi gibi, mUsbet olarak cevâb vermeyenede ya'ni "SEMADADIR" cevâbindan gayri cevâb verenede ayni "MUMIN" isminin itlak edilemiyecegide asikardir.

2) Enes ibnu Malik R.A. dan, söyle dedi: Zeyneb bintu Cahs R.A. Reaûlullah S.A.V. in sâir zevcelerinin yanlarinda söyle iftihar ederdi. Derdi ki Sizi Reaûlullah S.A.V. ile aileleriniz evlendirdi. Beni ise, "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDEN ALLAH EVLENDIRDI'

Bu Hadis'i Buhâri (7420) Tirmizi (3213) Ahmed (3/2 Ibnu Sa'd (fl/I03) ve Neae (2/76) rivayet etmislerdi

3)Ebu Hureyre R.A. dan, (söyle dedi:) Nebiyyu Muhterem S.A.V. söyle dedi: Allah'u Azze ve Celle mahlukâti yarattiktan sonra, "YANINDA ARSINI ÜSTÜNDE" söyle yazdi. RAHMETIM GADABIMI geçti.

Bu Hadis'i Buhâri (7422) Ahmed (2/25H) rivayet etmislerdir.

4) Abdullah ibnu Amr R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. buyurdu ki: Merhametli olanlara , "RAHMAN" olan Allah'u Azze ve Celle'de merhamet eder. Dünya ehline merhamet edin ki» "SEMADA KI RAHMAN OLAN ALLAH'DA" size merhamet etsin.

Bu Hadis'1 Ebu Dâvud (4941) Tirmizi (1924) Ahmed (2/160) Humeydi (591) Hâkim (4/159) re Hatib (2/260) sahih bir senedle rivayet etmislerdir.

TENBIH:

Kitab ve Sünnet itikadindan uzak olan bazi muharrifler yukarida ki Hadis'i serif'de zikrolunan "SEMADA KI RAHMAN" lafzini, semada ki Melekler diye ma'na verib terceme ediyorlar. Bu hareketleriyle KITAB ve SÜNNET'e muhalefet edenler, Sahabe ve Selefi Salihinin yolundan ayrilarak CEHMIYYE denilen itikad'da bozuk bir mezhebin yolunu tutmaktadirlar. Zira onlardan baska, bu Ümmetin evvelinde bu sözü (yani Allah her yerdedir) söyleyen gelmemistir. Bütün Ummet Allah'u Azze ve Celle'nin semada oldugunda nasla ittifak etmislerdir. Binaen aleyh bu itikada sahib olanlar, bu ve emsali Ayetleri ve Hadis'lere devamli yanlis ma'na vererek , Allah'in ve Resulünün kelamini tahrif etme yolunu tutmuslardir.

Halbu ki, yukarida ki Hadis'i Serif'de geçen "RAHMAN" ismi, Subhanehu ve Teala'nin doksan dokuz isminden birisidir. Zira "SEMADA KI MERHAMET EDECEK OLAN RAHMAN ODUR". Bu mevzumuzun daha da açiklik getiren baska bir Hadis"i Serif'de söyle buyurulmaktadir

Cerir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. söyle buyurdu: Insanlara merhamet etmeyene Allah'da merhamet etmez.

Bu Hadis'i Tirmizi (1922) sahih bir senedle rivayet etmistir.

Bu Hadis'i Serif'den istifade edilen sudur ki. Mevzumuz olan "DÜNYA EHLINE MERHAMET EDIN Ki. SEMADA KI OLANDA SIZE MERHAMET ETSIN" rivayetine getir -digi açikliktir.

Hem Kur'an -i Kerim'de buna bir çok Ayet'i Kerime'siyle açiklik getirmektedir. Bunlardan bir tanesi sudur.

"RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI".Ta'ha-5

Ayet'i Kerime'de görüldügü gibi, dünya ehline merhamet edecek kisilere, merhamet edecek olan , "RAHMAN YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINE IS -TIVA ETMISTIR" demek ki semada ki olan "RAHMAN" Allah dir. Allah'dan baska, semada "RAHMAN" arayan kisi

baska bir Hadis "i Serif 'de söyle buyurulmnktadir.

Cerir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resûlullah S.A.V. söyle buyurdu» Insanlara merhamet etmeyene Allah'da merhamet etmez.

Bu Hadis'i Tirmizi (1922) sahih bir se -nedle rivayet etmistir.

Bu Hadis'i Serif'den istifade edilen sudur ki. Mevzumuz olan "DÜNYA EHLINE MERHAMET EDIN KI. SEMADA KI OLANDA SIZE MERHAMET ETSIN» rivayetine getir digi açikliktir.

Hem Kur'an-i Kerim'de buna bir çok Ayet1: Kerime'siyle açiklik getirmektedir. Bunlardan bir tanesi sudur.

"RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI".

Ta'ha-5

Ayet'i Kerime »de görüldügü gibi, dünya ehline merhamet edecek kisilere, merhamet edecek olan , "RAHMAN YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINE IS -TIVA ETMISTIR" demek ki semada ki olan "RAHMAN" Allah dir. Allah'dan baska, semada "RAHMAN" arayan kisi

Rabbu’l_-izzet’ten_baska RAHMAN edindigi için, Allah'i serik ittihaz etmistir".

5) Sa'd ibnu Ebi Vakkaa R.A. dan, söyle dedi! Resulullah S.A.V. Sa'd ibnu Muâz R.A. nün, Beni Kureyza hakkinda vermis oldugu hükme binaen söyle dedi»

"YEDi KAT SEMANIN ÜSTÜNDEN MELIK'lN VERDIGÎ HÜKÜM ILE HÜKÜM VERDIN"

Bu Hadis'i Nesei ( ) Beyhaki Esma'da (420) sahih bir' senedle rivayet etmislerdir.Zehebi'de el -Uluv'da (15) zikretmistir.

6) Ebu Said el -Hudri R.A. dan, söyle dedi: , Resûlullah S.A.V. buyurdular ki: .................... '

. Banâ'I'timâd etmiyormusunuz ? ben, "SEMADA OLÂN ALLAH'IN EMINIYIM" sabah ve aksam bana gökyüzünün haberi ' geliyor.

Bu Hadis'i Buhari (4351) ve Müslim (1064) rivayet etmislerdir.

7) Ibnu Abbas R.A. dan, (söyle dedi:) Resulullah S.A.V. Mi'raç da semâya götürüldügünde, güzel bir koku hisseder. Ve dedim ki diyor. Ya Cibril bu güzel koku nedir ? dedim . Dedi ki: Bu güzel koku, fir'avn'nun kizinin hizmetçisinin ve evladlarinin kokusudur. Hizmetçi bir gün fir'an'nün kizinin saçlarini tararken, taragi elinden düsürür ve binaen

aleyh"BISMlLLAH" der. Kiz bunu isitince (ne o senin babam degilmi? dar.Hizmetcide cevaben derki:Benimdede babanin'da "RAB'BI ALLAH'DIR". Kiz- da, bunu muhakkak babama haber verecegim der. Hizmetcide git haber verebilirsin diye ceyab verir, Kiz meseleyi fir'avn'na haber verdikten sonra,firavn kadini huzuruna çagirarak der ki. Senin Rabbin kimdir ? yoksa benden baska senin Rabbin'mi var diye çikisir. Hizmetçi de benim "RABBIM'DE senin RABBiN DE SEMADA KI ALLAH'DIR" der. Bunu isiten fir'avn hemen adamlarina bakircidan bir kazan getirmeleri! emreder, derhal kazan kaynatilip aonra da kadini çocugu getirtip ikisinide içine attirir.

Bu Hadia'i Ebu Said ed -Darimi fir-Reddi Ale'l -Cehmiyyeti'de (273) hasen bir senedle rivayet etmistir.

8) Ebu Zer R. A. dan, söyle dedi: Bir gün tam günesin batacagi esnada Resulullah S. ile beraber mescid'de bulunuyordum. Bana hitaben bili yormusun günes nereden batiyor, Ya Eba Zer dedi: de Allah ve Resulü en iyi bilendir Ya Resûlellah dedim: Devam ederek, "MUHAKKAK KI O ARSIN ALTINDA RABBlSlNlN ÖNÜNDE SECDE ETMEGE GIDIYOR" dedi.

Bu Hadis'i Buhâri (48O2 Ahmed (5/152) ve Ibnu Mendeh (1012) rivayet etmis -lerdir.

9) Câbir ibnu Abdullah R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. Veda haccin'da Arefe gUnü vermis oldugu hutbede söyle buyurdu: Ben vazifem olan tebligi yaptimmi ?(ne diyorsunuz.) (Sahabelerde) evet Ya Resulellah hakkx ile yaptin diye oevab yerdiler. Resülullah S.A.V. de sehâdet parmagini "SEMAYA DOGRU KALDIRIP INSANLARA KARSI INDIREREK ALLAH'IM SAHID OL DiYE ÜÇ KERE TEKRAR ETTi» .

Bu Hadis'i Buhâri (1739) Muslim (1218) Ebu Davud (1905) ve Ahmed (1/447) rivayet etmislerdir.

Bu babda zikredilecek daha bir çok Hadis'i Serif olmasina ragmen, Risalemizin hacmini büyütmemek için, bu kadariyla iktifa ederek babimiza su Ayet"i Kerime ile son veriyoruz.

0,bizim Resulümüz kendilisinden hiç bir sey söylemez. O ne söyler ise, kendisine vahyedilen vahiyden baska bir sey degildir.

en -Necm ¾

ZÂTI ILÂHlNlN SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN SAHABE KAVILLERI

Ebu Bekr R.A. dan, vârid olan rivayet:

I) Abdullah^ibnu Umer R.A. dan, söyle dedi Resulullah S.A.V. vefat ettiginde, (münafiklardan bazilari müslümanlarin aralarini karistirmak için nasil olur böyle bir Resul ölürmü diye laflar konusmaya baslamislardi) Binâen aleyh Ebu Bekr R.A. Müslümanlara hitaben bir hutbe irad ederek söyle dedi:

"EY lNSANLAR EGER.IBÂDET ETTiGiNiZ ILAH MUHAMMED IDIYSE O ÖLDÜ. EGER IBADET ETTIGINIZ ILAH SEMÂDA KI ALLAH ÎDIYSE O ÖLMEMISTIR"

ve sonra su Ayet'i Kerimeyi sonuna kadar okudu. (Muhammed A.S.V. ancak bir Resuldür. O: dan önce bir çok Resuller gelip geçmistir. Simdi o ölür veya öldürülürse siz dininizi terkmi ? edeceksiniz. ...................................Ali imran 144.

Bu Eseri Ebu Said ed -Darimi er -Reddu ale'l -cehmiye nam kitab'in da (274) hasen bir senedle rivayet etmistir.

Bu eserden istifade edilen meseleler sunlardir.

a) Ebu Bekr R.A. nün, hitâb attigi insanlarin cemi'sinin ashabi kiram oldugu.

b) Hitâb ettigi kisilerin sahâbe olmalari dolayisiyla sâhib olduklari ilimle, Ebu Bekr R.A.nün, eger ibâdet ettiginiz ilah "SEMÂDA Ki ALLAH" ise, sözüne sukût ederek kabul edisleri söylenen sözün hak olduguna delâlet etmesi.

c) Hayatta iken Cennet'le müjdelenen, Resûlullah'in arkadasi olarak Kur'anda zikredilen, Resulü ekremin Halifesi olan Ebu Bekr siddik R.A. nün, "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NlN SEMADA" olduguna itikad ettigini beyan eder.

Eger Ebu Bekr Siddik R.A. Kitab ve Sünnet'e muhalif olarak bir konusma yapmis olsaydi bu kadar sahabenin böyle bir hataya sükût edeceklerini ne akil kabul eder ve nede nakil.

Ibnu Mes'ud R.A. dan, vârid olan rivayeti

2)Abdullah ibnu Mes'ud R.A. dan, söyle dedi Dünya semâsi ile ondan sonra ki gelen semânin arasi besyüz senedir. Her iki semânin arasi böylece besyüz senedir. Kürsi ile suyun arasida besyüz senedir Ars ise suyun Üstündedir. "ARSIN ÜSTÜNDE'DE ALLAH'U TEBAREKE VE TEALA VARDIR SiZiN MESKUL OLDUGUNUZ AMELLERl ORADAN BiLiR".

Bu Eseri Ebu Said ed -Dârimi Reddu alel -Cehmiyye nam kitabin da (275) Ibnu Huzeyme Tevhid de (105/106) ve Beyhaki Esma (401) sahih bir senedle rivayet etmislerdir.

Abdullah ibnu Abbas R.A. dan, vârid olan rivayet:

3) Aise R.A. nin kapicisi Zekvan dan,

(söyle dedi:) Abdullah ibnu Abbas R.A. Âise R.A. vefat edeceginde yanina geldi. Aise'ye hitaben söyle dedi» Sen Resûlullah S.A.V. in kadinlarindan kendisine en sevgili olani idin. Allah Resulü S.A.V. ise temiz olandan baska bir seyi de sevmez. " HEM SUBHA NEHU VE TEALA YEDi KAT SEMÂNIN ÜSTÜNDEN SENiN BE -RAATINI iNDlRDl» Ve Allah'u Azze ve Celle'nin zikredildigi hiç bir mescid yok ki senin beraatini bildiren Ayet gece ve gündüz orada okunmasin.

Bu Eseri Ebu Said ed -Dari-mi er -Reddu Alel -Cehmiyyeti'de (275) sahih bir senedle rivayet etmistir.

Abdullah ibnu Umer R. A. dan, vârid olan rivayet:

4) Zeyd ibnu Eslem R.A. dan, söyle dedi: Abdullah ibnu Umer bir çobanin yanina ugradi ve ço -bana kesilmeye elverisli bir seyi olup olmadigini sordu. Çobanda sahibi burada yoktur dedi. Ibnu Umer R. A. da, ne olacak sahibin» birini kurt kapti dersin dedi. Bu söz Üzerine çoban "BASINI SEMÂYA KALDIRIP SÖYLE DEDI PEKIYI ALLAH NEREDE YA" ? bu cevabi isiten ibnu Umer R.A. da, Vallahi Allah'in nerede oldugunu sormaya ben daha layikim dedi. Ve sonra çobani ve koyunlari sahibinden satin alip, çobani azad ederek ko yunlari da ona verdi.

Bu Eseri Zehebi Uluv'da (95) ceyyid bir senedle zikretmistir.

Abdullah ibnu Selâm R.A. dan, vârid olan rivayet:

5) Abdullah ibnu Selam R.A. dan, söyle dedi; Allah'u Azze ve Celle yer yüzünü yaratmaya baslayip, pazar ve pazartesi günü yedi kat yeri yaratti, sali ve çarsamba günüde onun maisetini takdir etti.Sonra da "SEMAYA ISTIVA ETTi" ve iki günde de semalari yaratti.

Bu Eseri ibnu Mendeh Tevhid'de (K.27/2) sahih bir senedle rivayet etmistir. Zehebi de Uluv'da (96) zikretmistir.

Yukarida ki zikredilen rivayetler, insanligin en hayirli tabakasi, olan, Allah Resulü sav. in arkndaslarinin, "UI.UV ve ISTIVA" sifatlari hakkinda ki itikartlarini beyan eder.

iti'kadi ve ameli bütün mes'elelerini "MEDRESE I NEBEVIYYEDE" ta'lim eden bu cemaatin hepsinin bir

den, KITAB ve SÜNNETE" muhalif bir mes'elenin Üzerinde ittifak etmeleri naklen ve aklen mümkUn degildir.

Aynen öylede Sahabelerin ittifak ettikleri bir meseleye muhalefet etmek,dalâletin en âlâ mertebesi ve "FIRKAYI DALLE'DEN' olmanin alametidir.

Binâenaleyh Resulullah R.A.V. in bir Hadis 'i seriflerini zikrederek babimiza, nihayet veririz.

Abdullah ibnu Amr R.A. dan, söyle dedi: Resulullah S.A.V. buyurdu ki: Israil ogullari yetmis iki Millete (firkaya) ayrilmislardir. Benim Ümmetim de yetmis üç Millete (firkaya) ayrilacaktir. "BIR GURUB MÜSTESNA) hepsi Cehennemliktir. Sahabeler "O BIR GURUB" hangisidir Ya Resulellah dediler: Resûlullah S.A.V de cevaben, "BENIM VE ASHABIMIN ÜZERINDE BULUNDUGU YOL ÜZERE BULUNANDIR" dedi.

Bu Hadis'i Tirmizi (2643) sahih bir senedle rivayet etmistir. Seyh Albani'de Tergib'de 49) tahric etmistir.

Yukaridan beri zikretmis oldugumuz deliller Allah Resulünün ve ashabinin yolunu beyan etmektedir. "ULUV ve ISTIVA" sifatlarini nefyedenler hangi millet'in yolu üzeredirler acaba ?

ZÂTI ILÂHININ SEMÂDA OLDUGUNA DELÂLET EDEN DÖRT MEZHEB IMAMLARîlfm KAVILLERI

Bu mevzuda Ahmed ibnu Hanbel R.H. dan, naklolunan kavil:

I) Ebu Bekr el -Hallâl'in seyhi, Yusuf ibnu Musa'1 -Kattan söyle dedi»

Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed ibnu Hanbel'' denildi ki (Ne diyorsun ?) Allah'u Azze ve Celle, yarattiklarindan ayri olarak "KUDRETI VE ILMI" ile her yerde oldugu halde "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ UZERINDEMIDIR"

Ahmed ibnu Hanbel'de cevaben söyle dedi: Evet "ALLAH'U AZZE VE CELLE ARSININ ÜZERINDEDIR" hiç bir seyde "ILMINDEN GIZLI DEGILDIR" .

Bu Eseri Hallal es -Sünen'de (198) rivayet etmistir.

2) Ebu Talib Ahmed ibnu Humeyd söyle dedi: Ahmed ibnu Hanbel'e "ALLAH BIZIMLEDIR" deyip su Ayet'i (Herhangi bir üç sirdasin, bir fisiltisi oluyor mu, mutlak "ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR") okuyan bir adamdan sordum. Dedi ki muhakkak o "CEHMI" olmustur. Ayetin evvelini birakarak sonunu aliyorlar dedi. Ben de Ayet'i evveliyle beraber okudum. ( "BILMIYORMUSUN ? ALLAH HEM GÖKLERDEKÎNI HEM YERDEKINI HEP BlLIR. HERHANGI BIR UÇ SIRDASIN, BIR FISILTISI OLUYORMU,MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR.BES KISININ OLUYOR MU, MUTLAK ALLAH ALTINCILARIDIR BUNLARDAN DAHA AZ, DAHA ÇOK OLUYOR MU, MUHAKKAK ALLAH, HER NEREDE OLSALAR, ONLARLA BERABERDIR SONRA BUTUN YAPTIKLARINI, KIYAMET GÜNÜ, KENDILERINE HABER VERIR. HABERINIZ OLSUN KI, ALLAH, HER SEYI BILIR" (Ayet'in nihayetinde Ahmed ibnu Hanbel söyle dedi:) Ilmi onlarla beraberdir. Ve sonra (KAF) Suresinden su Ayet'i okudu. "NEFSININ ONA NE VESVESELER VERDIGINI DE BILIRIZ. BIZ ONA SAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ" (KAF Suresi 16) Ve sonra "ILMI ONLARLA BERABERDIR" dedi:

Bu Eseri Hallal es -Sünen'de (199) rivayet etmistir.

3) Mervezi R.H. söyle haber verdi: Ebu Abdullah'a (ya'ni Ahmed ibnu Hanbel'e) dedim ki Bir insan ki, ben Allah'in Kur'an da dedigi gibi diyorum. Allah da diyor ki. "HER HANGI BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FISILTISI OLUYOR MU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR" . (Mücadele 7 ) Bunu derim bundan baska birsey demem diyor, (ne dersiniz bu adama ?) Dedi ki: "CEHMIYYELERIN" sözüdür. Bilakis "ALLAH'IN ILMI ONLARLA BERABERDIR" .

Bu Eseri Ibnu Buta Inabe'de rivayet edip Zehebi'de Uluv'da (228) tahric etmistir.

Ahmed ibnu Hanbel R.H. dan, naklolunan kavillerden istifade edilen mes'eleler sunlardir

1) Ehli SUnnet'in bayraktari olan, Ah med ibnu Hanbel R.H. a sorulan, "ALLAH YEDI KAT SE

MANIN ÜSTÜNDE ARSININ UZERINDEMIDIR" ? sorusuna,eve

"AlLAH'U AZZE VE CELLE ARSININ ÜZERINDEDIR" hiç bir sey de "ILMINDEN GIZLI DEGILDIR", diye cevab vermes temsil etmis olduSu "EHLI SÜNNET ITIKADINI"beyan t der.

2) "ÜÇ KISININ DÖRDÜNCÜSÜ ALLAH'DIR" A yet'inde hurafilerin yaptiklari tahrifi beyan eder "SELEF'I SALIH'IN" anlayisini açiklar.

3) "ALLAH HER YERDE ZATIYLA BIZIMLEDIR sözilnitn "EHLI SÜNNET ITIKADINDAN" de»il de "FIRKA'I DALLE" olan "CEHMIYYENIN" sözü oldugunu beyan eder.

Bu mevzuda tmam'i Srafi'i R.H.dan, nakloluna kavil»

4) Seyhu'l -Islam Ebu1l -Hakkari ve Ha-fiz Ebu Muhammed el -Makdesi, Ebu Sevr ve Ebu Suayb'a ref ettikleri^isnadlariyla ikiside, SUnnet'in yardimcisi Imam'i Sâfi'i R.H. dan, söyle rivayet ettiler.

imam'i Sâfi'i R.H dedi ki:

Imam'i Malik, SUfyan ve daha onlardan baska Ehli Sünnet önderlerinden gördügüm ve benim de üzerinde oldugum hak olan kavil sudur. "ALLAHDAN BASKA ILAH OLMADIGINA VE MUHAMMED A.V.S. IN ALLAH'IN RESULÜ OLDUGU.NA SEHADET EDIP, VB ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN DE SEMA -SINDA ARSININ ÜZERINDE OLDUGUNU , ISTEDIGI GIBI KULLARINA YAKLASIP VE ISTEDIGI GIBI DE DÜNYA SEMASINA INDIGINI IKRAR ETMEKTIR" .

Bu Eseri Zehebi Uluv'da (196) tahric etmistir.

Bu mevzuda Imam'i Malik R.H. dan, varid olan kavil:

5) Abdullah ibnu Ahmed ibnu Hanbel R.H.dan, er -Reddu ale'l -Cehmiyyeti isimli kitnb'inda,babasi Ahmed'den oda Abdullah ibnu Nafl'den oda Malik ibnu E-nes R.H. dan söyle dedigini rivayet ediyor.

Imam'i Malik R.H. söyle dedi:

"ALLAH'U AZZE VB CELLE SEMÂDADIR , ILMl ISE HER YERDEDIR, ILMINDEN DE HIÇ BIR SEY GIZLI KALAMAZ".

'Bu Eseri Ebu Davud Mesail'de (263) Abdullah er -Reddu A-le'l -Cehmiyye de (5) ve Aciri Seria da (289) rivayet etmislerdir.

6) Ca'fer ibnu Meytmun dan, söyle dedi Mâlik ibnu Enes R.H. a " RAHMAN OLAN ALLAH ARSA ISTIVA ETTI" Ayet'i Kerimesinde ki "ISTIVA" kelimesi den,"ISTIVA" nasildir diye ? soruldu. Mâlik ibnu enes R.H. söyle cevab verdi "ISTIVA" ma'lumdur. nasil demek ise ma'kul degildir. "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN

ARSIN ÜZERINE.ISTIVA ETTIGINE INANMAK ISE VACIBTIF

seni ise "DALÂLET"TE" olan birisi olarak görüyorum der,ve o kisinin meclisinden çikarilmasini emreder

Bu Eseri Ismail ibnu Abdur rahman (18) Ebu Said eddarimi er -Reddu Ale'l -Cehmiye'de (28») ve Beyhaki Esmada (4®8) rivayet etmisleri

Bu mevzuda Ebu Hanife R.H. dan, naklolunan kavil:

7) Fikhu'l -Ekber isimli meshur kitab'in sahibi Ebu Muti'i -l -Hakem ibnu Abdullah el -Belhi-den bize söyle bir haber ulasti.

Ebu Hanife R.H. a, "RABBIMIN SEMADA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum diyen bir adamin hUkmiln sordum . "SÜBHESIZ O KAFIR OLMUSTUR" Çünkü Allah» u Azze ve Celle söyle buyuruyor. "RAHMAN ARSIN ÜZERI -NE ISTIVA ETMISTIR" "ARSIDA YEDI KAT- SEMANIN ÜSTÜNDE -DIR" dedi. Bende dedim ki: O adam diyor ki tamam "ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" diyorum lakin "ARSIN SEMÂDA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum, Tekrar Ebu Hanife R.H, cevaben söyle dedi."ARSIN SEMADA OLDUGUNU INKAR ETTIMI SUBHESIZ KI O KÂFIR OLMUSTUR" .

Bu Eseri Zehebi Uluv'da (118) zikretmistir.

8) Kâdi Imam Tacuddin Abdu'l -Halik ibnu Ulvan R.H. dan, söyle dedi:

El -Mukni nam eserin mülellifi Ebu Muhammed ibnu Ahmed el -Makdesi R.H. i söyle derken isittim. Diyordu ki: Ebu Hanife R.H dan, Bize söyle dedigi haberi ulasti. Her kim ki "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMADA OLDUGUNU INKAR EDERSE MUHAKKAK KI O KISI KAFIR OLMUSTUR".

Bu Eseri Zehebi Uluv'du (119) zikretmistir.

Imam'i sâfi'i, Mâlik ve Rbu Hanife R.A.E. den, naklolunan kavillerden istifade edilen mes'eleler sunlardir.

1) Imam'i Safl'i R.H kendisinin ve kendisin den önce ki »SELEF ALIMLERININ" Üzerinde bulunduklar itikadi beyan ediyor.

2) Hak olan kavlin "ALLAH'U AZZE VB CELLE' NIN SEMÂDA OLDUGUNUN IKRAR EDILMESI OLDUGU»

3) Allah'u Azze ve Celle'nin sifatlarindan birisini delil ikame olduktan sonra reddetmenin "KÜFÜR" oldugunu_beyan eder.

4) Isim ve sifatlara aid olan ilmin,akilla, görmekle veya düsünmekle elde edilemiyecegini beyan eder.

5) Imam'i Malik R.H.inda "ALLAH'U AZZE VE CELLENIN ZATININ SEMÂDA OLUP ILMININ'DE HER YERDE OLDDUGUNU" ikrar ettigini beyan eder.

6) "ISTIVANIN KEYFIYETI HAKKINDA SORU SORMANIN BID'AT" oldugunu beyan eder.

7) Ebu Hanife R.H.inda "ALLAH'U AZZE VE CEI LE'NIN SEMADA OLDUGUNU" kabul ettigini isbat eder.

6) "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYENI KAFIR GÖRDÜGÜNÜ" bayan eder.

9) "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYEN KISIYE KAFIR DENILME SEBEBININ,Allah Azze ve Celle'nin semâda olduguna delâlet eden Ayeti reddetmet oldugundan icab ettigini beyan eder.

10) Bu mevzu ile alakali olmamasina ragmen çok ehli ilmin bilmedigi bir mes'ele oldugu için açiklamayi münasib gördük. Ebu Hanife R.H. a nisbet edilen meshur "FIKHU'L -EKBER" kitab'inin onun degilde talebelerinden Abdullah el -Belhi'ye aid oldugu yukarida ki rivayette tasrih olunmaktadir.

Zikredilen bu Eserler .meshur dört mezheb imaminin "ULUV ve ISTIVA" sifatlari mevzuunda ki i'tikadlarini beyan ettigi gibi, zamanimizda kendileri ni dört mezheb mUntesibi olarak "EHLI SUNNET'TEN" sayan kisilerin bilakis "FIRKA'1 DALLE'DEN" olduklarini isbat eder.

ZATI ILÂHININ SEMÂDA OLDUÖUNA DELÂLET EDEN ISLÂM ÂLIMLERININ KAVILLERI

I) Sadaka R.H. Suleyman et -Teymi R.H. i söyle derken isittigini haber verdi. "EGER BANA ALLAH NEREDEDIR DIYE SORULSAYDI SEMADADIR DERDIM" .

Bu Eseri Buhâri Ef'al'ul Ibad'da (71) ve Zehebi Uluv'da (114) rivayet et mislerdir.

2) Hasen ibnu Muhammed el -Haris R.H dan, söyle dedi: Ben de isitir oldugum halde, Ali ibnu el -Medini'ye "EHLI SUNNET VE’L -CEMAAT'IN" kavli nedir diye soruldu. O da söyle cevab verdi. "EHLI SÜNNET VE'L CEMAAT", Ahirette Allah'u Azze ve Celle'yi göreceklerine, Allah'in Musa ile konustuguna ve "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE'ARSININ ÜZERINE ISTIVA ETTIGINE" inanirlar dedi.

Bu Eseri Zehebi Uluv»da (225) tahriç etmistir

3) Ebu'l -Abbas es -Sirac dan, söyle dedi: Kuteyb't -ibnu Said'i söyle derken .isittim. Bu (soyledigim) islam alimlerinden Ehli Sünnet ve'l -Cemaat'-in kavlidir. "BIZ RABBIMIZI YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINDE BILIRIZ" Subhanehu ve Teâla'nin buyurdugu gibi "RAHMAN ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR".

Bu Eseri Zehebi Uluv'da (225) tahriç etmistir.

4) Ebu Ishak es -Sa'lebi R.H. dan, söyle dedi:

Evzâi R.H.a "SONRA ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETTI" kavli Subhanisinden soruldu. Q da söyle cevab verdi. (Evet) "SUBHÂNEHU VE TEÂLA ZATI CELALINI VAS-FETTIGI GIBI ARSIN ÜZERINDEDIR" .

Bu Egeri Aciri es -Seria'da (102) ve Zehebi Uluv'da (122) tahric etmislerdir.

5) Ali ibnu'l -Hasen R.H. dan, söyle dedi: Abdullah ibnu'l -Mubarek'e "RABBIMIZI NASIL BILECEGIZ" diye sordum. O da. "ALLAH'U AZZE VE CELLE YARATTIKLARINDAN AYRI OLDUGU HALDE YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ ÜZERINDEDIR" biz "CEHMIYYENIN" dedigi gibi "ALLAH ISTE SURADA YERYÜZÜNDEDIR DEMIYORUZ" dedi.

Bu Eseri Buhari halku'l ef’al'da (120) Ebu Said ed -Darimi er -Reddu Ale'l Cehmiyye'de (295) ve Abdullah ibnu

Ahmed es -SUnne'de (25) rivayet etmislerdir. Zehebide Uluv'da tahric etmistir.

6) Abdurrahman ibnu Ebi Hatim R.H. dnn, Babasinin söyle haber verdigini rivayet etti. Bana Said ibnu Amir'den tahdis olundu ki. Bir gün Cehmiyye -den bahseder ve söyle der. Onlarin sözleri (ya'ni "ALLAH HER YERDEDIR" demeleri) Yahudi Ve Hristiyanlardan daha serlidir. Zira Yahudiler, Hristiyanlar ve din ehli "ALLAH'IN SEMADA OLDUGUNDA" MUslümanlarla ittifak etmislerdir. Onlar ise (ya'ni Cehmiyye )"ALLAH HER YERDEDIR VE HIÇ BIR YERDE DEGILDIR DEDILER"

Bu Eseri Buhâri Halku'l ef-al»da (120) ve Zehebi Uluv'da (183) rivuyet etmislerdir.

Bu mevzuda, Islam alimlerinden zikredilecek bir çok söz olmasina ragmen, bu kadariyla iktifa etmemizin sebebi daha öncede söyledigimiz gibi risale nin hacmini büyütmemek içindir. Degilse sadece bu alimlerin isimlerini zikretmekle, risalemimizin hacmini iki misline çikarabilirdik.

Biz akli basinda olan bir topluluga bu kadarininda kafi gelecegine inaniyoruz.

Binaenaleyh bu mevzumuzuda subhanehu ve Teala'nin su kavli ile son veriyoruz

Her kim ki, kendisine dogru yol apaçik olduktan sonra, Peygambere aykiri harekette bulunur ve "MU'MINLERIN YOLUNDAN BASKASINA UYAR GIDERSE, ONU ,DÖN DÜGÜ SAPIKLIKTA BIRAKIRIZ" Ahirette de kendisini Cehenneme koyariz ki, o, ne kötü bir dönüs yeridir. Nisa 115

Bütün bu delilleri okuyup hakikat kendisine belli olduktan sonra; Daha hala, Allah'a ve Resuluna muhalefet edip, mu'minlerin yollarindan ayril -mak isteyenin, artik islah olacagi tek yer Cehennemdir. O ise "NE KÖTÜ BIR DÖNÜS YERIDIR".

ZÂTI ILÂHININ SEMÂDA OLDUGUNU KABUL ETMEYENIN TEKFIRI

I) Muâviyet 'ubnu'l -Hakem es -Sülemiyy R. A. dan, söyle dedi:................

Reaûlullah S.A.V. câriye'ye hitaben "ALLAH NEREDEDIR" diye sordu. Câriye de "SEMADADIR" diye oevab verdi. Tekrar, "BEN KIMIM", dedi. Câriye» "SEN ALLAH'IN RESULUSUN",dedi: Bunun Üzerine Resûlullah S.A.V. bana Onu azad et, "ÇÜNKÜ O BIR MÜ'MINEDIR" buyurdu.

Bu Hadis'i Mualim (537) Ebu Davud (930) Ahmed (5/447) Nesei (3/15) ve daha baskalari rivayet etmislerdir.

Bbu Said ed -Darimi R.H. er -Reddu A -Le'l -Cehmiyye nam eserinde söyle diyor: Reaûlullah S.A.V. in bu Hadis'i Serifinde, "ZATI ILAHININ SEMA DA OLDUGUNU BILMEYENIN MU'MIN OLMADIGINA DELALET VAR DIR". Görüldügü gibi "ALLAH'U AZZ.E VE CELLE'NIN SE MADA OLDUGUNU BILEN CARIYENIN" müsbet olan bu cevabi

Resûlullah S.A.V. tarafindan imaninin emaresi ola.rak vasiflanmistir. Ayni zamanda Allah her yerdedir diyerek "EHLI SÜNNET'TEN" ayrilan "DALALET FIRKASINA" da ifade'i Resul ile reddiye vardir. Eger Subhanehu ve Taala "ZÂTI ILE SEMÂDA OLDUGU GIBI" yer yüzünde'de olsa idi muhakkak cariyenin tam olmayan bu cevabini tashih edecekti.

er -Red Ale'l -Cehmiyye (271)

2) Ummü Seleme R.A. dan, ( RAHMAN ARSIN UZE RINE ISTIVA ETTI) Ayet'i Kerime'si hakkinda söyle de digi rivayet olundu. "ISTIVA MA'LUM" ( onun hakkinda) NASILDIR DEMEK MA’KUL DEGILDIR" "OLDUGU GIBI KABUL ETMEK IMAN-DIR" "INKAR ETMEK ISE KUFÜRDÜR"

Bu Eser'i Ismail^ibnu Abdurrahman es -Sâbunî Akidetu'a -Selef'de (18) rivayet etmistir.

3) Yunus ibnu Abdu'l -A'la dan, (söyle dedi:) Imam'i Safi'i R.H.i söyle derken isittim. Diyordu ki »ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN ISIMLERI VE SIFATLARI VARDIR" Allah'u Azze ve Celle'nin bu "ISIM VE SIFATLARI" kendisine isbat edildikten aonra hiç bir kimse bu "ISiM VE SIFATLARIN" reddine gidemez. Muhtasar nam kitabinda söyle bir ziyadelikle rivayet etti. "HER KIM KI.BU ISIM VE SIFATLAR ISBAT EDILDIKTEN SONRA DELILE MUHALEFET EDERSE O KAFIRDIR". Hüccet ikame edilmeden önce ise cahillikle ma'zurdur. Zira isim ve Sifatlar hakkinda ki ilimle, akilla, görüsle ve düsünmekle tahsil edilmez. Çünkü bu "SIFATLAR’’ delil ile isbat ve nefyedilir. Aynen Subhânehu ve Teâla'nin kendi nefsinden "TESBIHI'nefyettigi gibi. "Onun misli gibi (ya'ni O'na benzer) hiç bir sey yoktur. O Semi'i ve Basir'dir"

Bu Eser1i Hakkari ve Baskalari rivayet etmislerdir. Ibnu Kayyim R.H. Cuyusu'l islamiyyede (59) tam olarak zikretmis, Zehebi R.H da el Uluv'da (202) tahrio etmistir.

4) Fikhu»! -Ekber isimli meshur kitab'in sahibi Ebu Muti'ul - Hakem ibnu Abdullah el -Belhi den söyle bir haber ulasti.

Ebu Hanife R.H.a "RABBIMIN SEMADA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum diyen bir adamin hükmünü sordum. (Cevaben de) "SUBHESIZ O KAFIR OLMUSTUR" dedi.Çünkü, Subhânehu ve Teala söyle buyuruyor, "RAHMAN ARSIN

ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" "ARSI DA YEDI KAT SEMÂSININ ÜZERINDEDIR"

dedi . Ben de dedim ki! O adam diyor ki, tamam Subhânehu ve Teala "ARSIN ÜZERINE ISTIVA ETMISTIR" dedim, lakin "ARSIN SEMADA MI YERDE MI OLDUGUNU" bilmiyorum diyor, Tekrar Ebu Hanife R.h. oevaban söyle dedi ARSIN SEMADA OLDUGUNU INKAR ETTIMI SÜBHESIZ KI O KAFIR OLMUSTUR".

Bu Eser'i Seyhu'l -Islam Ebu ismail el -Ensari Faruk da (103) rivayet etmistir Tahavi de Akide de (322) zikredip Zehebi de Uluv da tahric etmistir.

5) Kadi Imam Tacuddin Abdu'l -Halik ibnu Ulvan R.H. dan, söyle dedi:

El -Mukni nam eserin müellifi Ebu Muhammed ibnu Ahmed el — Makdesi R.H.i söyle derken isittim. Diyor du ki: Ebu Hanife R.H.dan, bize söyle dedigi haberi ulasti. Her kim ki "ALLAH'U AZZE VE CELLE'NIN SEMÂDA OLDUGUNU INKAR EDERSE MUHAKKAK KI O KISI KÂFIR OLMUSTUR» .

Bu Eser'i Zehebi Uluv da (119) zikretmistir.

6) Hakim R.H. in, "EHLI NISABUR" için cem ettigi,TARIHIN DE ve ULUMU'L -HADIS" nam kitablarinda söyle dedigini isittim.

Ebu Ca'fer Muhammed ibnu Salih ibni Hâni söyle derken isittim.

Oda söyle haber verdi: Ebu Bekr Muhammed ibnu Ishak ibni Huzeyme R.H.i söyle derken isittim.Diyordu ki: "HER KIM KI SUBHANEHU VE TEALA'NIN YEDI KAT SEMASININ ÜSTÜNDE ARSIN ÜZERINDE OLDUGUNU SÖYLEMEZSE O KI! RABBISINE KÜFRETMISTIR. KANI HELAL OLMUSTUR. TEVBE ETTIRILIR, TEVBE EDERSE NE ALA, IMTINA EDERSE BOYNU VURULUR VE CIFESININ PIS KOKUSUNDAN, MÜSLÜMANLARIN VE AHD SAHIBLERININ EZIYYET GÖRMEMESI IÇIN UZAK BIR ÇÖPLÜGE ATILR. MALI ISE GANIMET OLUR, HIÇ BIR MÜSLÜMAN MIRASÇISI OLAMAZ ZIRA MÜSLÜMAN KAFIRE MIRASÇI OLAMAZ."NEBI S.A.V. IN BUYURDUGU GIBI.( NE MÜSLÜMAN KAFIRE VE NEDE KAFIR MÜSLÜMANA MIRASÇI OLAMAZ.)

Bu Eser'i Seyhu'l -Islam Ebu Ismail el -Ensari Akidetu's -Selef de (20) Herevi de Zemmu'l -Kelam da ( ) rivayet etmislerdir. Zehebi de Uluv da (276) tahric etmistir.

7) Muhammed ibnu Yusuf R H. söyle dedi: HER KIM KI ALLAH'U AZZE VE CELLE, ARSININ ÜZERINDE DE GILDIR DERSE O KÂFIR'DIR" .

Bu Eser'i Buhari Efalu'l -I bad da (128) rivayet etmistir.

8) Muhammed ibnu Ismail et -Tirmizi, Nuaym ibnu Hammad'i söyle derken isittigini rivayet etti:

Nuaym ibnu Hammad dedi ki: "KIM KI ALLAH'I MAHLUKATINA TESBIH EDERSE O KAFIR OLMUSTUR". .»ALLAH'IN KENDI NEFSINI VASFETTIGI SIFATLARDANDA BIRINI INKAR EDERSE YINE KAFIR OLMUSTUR" »ZIRA SUBHANBHU VE TEALA'NIN KENDI NEFSINI VE RESULÜNÜN RABBISINI VASFETTIGI SIFATLARIN HIÇ BIRISINDE TESBIH YOKTUR" .

Bu Eser'i Zehebi Uluv da (217) zikretmistir.

Muhterem okuyucu yukarida tilavet ettigin gibi,'Islam alimleri ittifakla "CEHMIYYE" denilen bu sapik taifenin itikadina sahib olanlari tekfir etmislerdir. Bu tekfir edislerinin baslica sebebleri sunlardir.

1-Subhanehu ve Tealimin kendisini "KITABI in da ve Resulünün O'nun "SÜNNET’INDE" vasfetmis oldugu " ULUV ve ISTIVA" sifatlarini, nefyedip inkar etmek bunca Ayet ve Hadis'i tahrif ederek reddetmek oldugun dandir.

Zira geçmisteki Ümmetlerde böyle bir belayi düsmüslerdi.

O zulmeden (Yahudiler varya) emrolunduklari (tevbe ettik manasina gelen) "HITTA" kelimesine denilmeyen BIR NÜN ilave ederek "HINTA" kelimesine) tebdil ettiler.

BIZ de, o zalimlere, yaptiklari fiskin karsiligi olarak, gökten bir azab indirdik.

Bakara 59

Aynende "CEHMIYYE" ve takipçileri Subhanehu ve Tealanin Kur'anda "ISTIVA" olarak zikretmis oldugu bu ilahi sifati denilmeyen bir "LAM" ilave ederek "ISTEV LA" diye tebdil ettiler.

2) böylelikle Subhanehu ve Tealnyi istenil meyen bir sifatla vanfetmis oldular. Geçen Ümmetler den de Allah'u Azse ve Celle'yi böyle tlulii bir Vahy ^ayrinmadan vasfedenler olmustuda Cubhanehu ve Teala söyle buyurmustu.

Izzet sahibi Rabbin onlarin (müsriklerin uygunsuz) vasiflamalarindan münezzehdir.

Sa f f at 180

MUHARRIFLERIN BATIL OLAN DA'VALARINA KULLANMAK ISTEDIKLERI BAZI AYET«I KERIMELERIN TEFSIRI

I) Ebu Tâlib Ahmed ibnu Humeyde söyle dedi: Ahmed ibnu Hanbel'e "ALLAH BIZIMLEDIR!! (Herhangi bir üç sirdasin bir fisiltisi oluyormu,mutlak ‘ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR’ okuyan bir adamdan sordum Dedi ki muhakkak o CEHMI olmustur.(Ayetin evvelini birakarak SONUNU ALIYORLAR" dedi.Bende ayeti evveliyle beraber) okudum.

"BILMIYORMUSUN ? ALLAH HEM GÖKLERDEKINI HEM YERDEKINI HEP BILIR. HERHANGI BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FISILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR. BES KISININ OLUYORMU , MUTLAK ALLAH ALTINCILARIDIR, BUNLARDAN DAHA AZ, VE YA DAHA ÇOK OLUYOR MU -, MUHAKKAK ALLAH, HER NEREDE OLSALAR, ONLARLA BERABERDÎR. SONRA BÜTÜN YAPTIKLARINI, KIYAMET GÜNÜ, KENDILERINE HABER VERIR. HABERINIZ OLSUN KI, ALLAH, HER SEYI BILIR"

Ayet'in nihayetinde Ahmed ibnu Hanbel söyle dedi:) .ilmi onlarla beraberdir, Ve sonra (KAF) Suresinden ,su Ayet'i okudu. "NEFSININ ONA NE VESVESELER VERDISINI DE BILIRIZ. BIZ ONA SAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ" 'KAF Suresi 16) Ve sonra söyle dedi: "ILMI ONLARLA - . BERABERDIR"

Bu eser'i Hallal es -sunen'de (199) rivayet etmistir .

2) Mukatil ibnu Hayyan dan. su Ayeti kerime hakkinda soruldu: "HERHANGI BIR ÜÇ SIRDASIN, BIR FI- SILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR" cevaben de, "O ARSININ ÜZERINDEDIR. ILMIYLE DE ONLARLA BERABERDIR’’dedi

Bu Eser'i ."'Ebu Duvud Mesailin de 263, Ahmed sünne de (7T) Aciri Seria da (289) re Beyhaki Esma da (430)

Rivayet etmislerdir.

3) Hasen ibnu Muhammed ibni'l -Haris, söyle dedi: benim de duyar oldugum bir halde Ali ibnu'l -Medineye, "EHLI SÜNNETI VE'L -CEIJIAATIN» itikadindan soruldu: Oda söyle dedi: "EHLI SUNNET'ÎN I'TIKADI" Allah'u Azze ve Celle'yi Ahirette göreceklerine, Allah'u Azze ve Celle'nin Musa A.S. ile konustuguna ve Zâti Ilâhi nin "YEDI KAT SEMANIN ÜSTÜNDE ARSININ ÜZERINE ISTlVA ET TlGINE INANIRLAR"

Binaen aleyh su Ayet'i Kerimeden, " HER HANGi BiR ÜÇ SIRDASIN, BÎR FISILTISI OLUYORMU, MUTLAK ALLAH DÖRDÜNCÜLERIDIR" sordular. Ali ibnu'l -Medinede cevaben, "AYET'IN BASINI OKUSANA" (ne diyor bak) "BIL MlYORMUSUN ? ALLAH HEM GÖKLERDEKlNl HEM YERDEKlNl HEP BiLiR" .

Bu Eser'i Zehebi Uluv -da (225)de zikretmistir.

4)Ma’dan dan söyle dedi:Süfyan es-sevri R.H.a,Subhanehu ve Tealanin su kavli ‘’NEREDE OLURSANIZ O SIZINLE BERABERDIR’’ hakkinda sordum.Cevaben’’ILMI ILE BERABERDIR’’ dedi.

Bu Eser'i Abdullah ibnu Ahmed Sünne de (72) Aciri se-ria da (289) tahric etmislerdir.


 

YENI BIR KURAN ANLAYISI ZIHNIYETINE KARSI MUHAFAZAKAR BIR CEVAP

Asrimizin müslümani, imaninin zaafa ugramasi nedeniyle bir sahsiyyet krizi yasamaktadir.

Bunun bir neticesi olarak da batiyi taklit etme özentisine kapilmistir. Ancak bu taklitçilik, hayat modeline

Munhasir iken, maalesef bugün bu boyutu da asma durumuna gelmistir. Nitekim bu batililasma özentisi, Islami ilimlere de uygulanmak istenmektedir. “Yeni bir Kuran anlayisi, Sünnete yeni bir yaklasim” gibi

Hezeyan dolu sözler yükselmeye yüz tutmustur. Güya maksatlari; Kuran ve Sünnete, çaga uygun bir yorum getirerek yeni bir hüviyet kazandirmak imis!!! Isi mesrulastirmak için, buna gerekçe olarak ta bugünkü Kuran ve sünnet anlayisinin, çaga cevap vermedigini ileri sürmeleridir. Daha da garip olani ise 14 asirlik ilim samimiyet ve kalite ile dolu geçmiste yetismis alim ve eserlerine kirmizi kalem çizerek, onlara klasik bir anlayis gözüyle bakmaktir. Bunun yaninda yandaslari ve akil hocalari olan oryantalistlerin, Islam adina cinayet isleyerek yazmis olduklari eserlere modern Islam anlayisi adini vermeleridir. Simdi soruyorum size; bu çifte standart büyük bir zulüm, insafsizlik ve nankörlük degimidir? Ne yazik ki bütün gayretler bati ve sistemine ayak uydurma hesabina yapilmaktadir.

Kuran ve sünnetin evrenselligini ortay koymak için, illaki heer ortaya çikan görüs ve ideolojiye sahip çikmak mi gerekir? Kaldi ki bu görüs ve ideolojiler hiç süphesiz birer teselsül halinde kiyamete kadar devam edecektir. Kiyamete kadar her türlü tebdil ve tahriften korunma garantisi altinda bulunan ve kemale ermesiyle her türlü ziyadelilikten müstagni olan Islam dininin, bu yabanci ve ithal edilmis düsünce ve anlayislara ihiyaci olmadigi gibi sahip çikmaya da mecbur degildir. Farz-i muhal bu zihniyet kabul edilmis olsaydi, Kuran vahiy bir degeri kalmis olmazdi. Böylelikle de Islam’in asil ilahi amaçlari saptirilmis olurdu. Ona beseri yorumlar getirmekle, beseri sistemler seviyesine indirmekten baska birsey yapilmis olmazdi. Bizim anladigimiz evrensellik ise Kuran’in, insanligin maddi ve manevi ihtiyaçlarina cevap vermesidir.

Simdi sunu sormak isterim; neden muhafazakar anlayisinin batiya ayak uydurmasina gerek duyuluyor da batinin bu anlayisa ayak uydurmasina gerek duyulmuyor? Bati ne zamandan beri Islam için ölçü olmustur. Evet; batililasma hamlesi konusunda , Hz.Peygamberin (s.a.v.) asirlar öncesi vermis oldugu haberi tasdik etmemek elde degildir.

O söyle diyordu: “Siz, sizden öncekilerin yoluna karis karis, kulaç kulaç uyacaksiniz, öyle ki onlar kelerin deligine girseler sizde oraya gireceksiniz. Denildiki ey Allah’in resulu, o (uyulan) kimseler yahudi ve hiristiyanlar midir? O da cevaben “Ya baska kim olabilir?” demistir. (Buhari ve Müslimde)

Evet tarihten ibret alinmadigi zaman, tarih tekerrürden ibaret olur. Geçmis ümmetlerdeki tahrif ve tebdil mukaddes kitaplarin lafizlarinda yapilirken, bizdekiler dine çagdas bir hüviyet kazandiralim diye vahyi Kuran’a yeni bir yorum anlayis veya yaklasim getirerek, kisacasi bir reform yaparak sinsi bir tahrif türü gerçeklestirmeye yeltenmekteler. Belki de birçoklari bunun farkinda bile degildirler.

Bizim kanatimize göre; Islam vahyi hiçbir zaman çagin gerisinde kalmamistir ve kalmayacaktir da. Orjinalligi kiyamete kadar tahriften salim kalacagi gibi hükümleri de kuyamete dek bakidir.

Bütün bu fasit ve tikanmalarin altinda Kuran’in vazgeçilmez tefsiri olan ve ilk üç faziletli asrin nesline dayanan sahihi sünnet kültüründen cahil yoksun habersiz ve önyargililik yatmaktadir. Kisacasi aklin her seyi halledecegi fikri mevcuttur.

Bizce Kuran’i anlamanin en salim yolu su asamalarla gerçeklesebilir.

1. Kuran’in önce Kuri’anla tefsiri

2. Kuran’in sahih sünnetle tefsiri (Bu da tefsirle ilgili rivayetlerin tashihihinde yogun bir çalismayi gerektirmektedir.)

3. Sahih sünnetle tefsiri sabit olmayan ayetlerin, sahabe ve tabiinden varid olan kavil ve görüslerin en sihhatli olanlarin tefsiri.

4. Kuran’i arapça dilin zenginliginden istifade ederek delalet etttigi manalarla tefsiri.

5. Arapça dilin yaninda örf de tefsirde yardimci unsur sayilabilir.

6. Müspet ilimlerle ilgili ayeti kerimelerin tefsirine gelince Kuran ve Sünnetin genel prensiplerinin disina çikilmamasi sartiyla, ihtisas ehlinin bu konularla ilgili itttifak ettikleri ilmi verilerden istifade edilir.

Mezkur maddelerde bu tertibe riayet edilirse saglikli bir tefsir meydana gelmis olur.Çagin getirmis oldugu bazi sorunlara da egilirken de Kuran ve Sünnetin genel kaidelerinden istifade edilerek çözüme gidilmelidir.

Tefsirden Arindirilmasi Gereken Unsurlar:

1. Rey ve indi görüsler

2. Zayif ve uydurulmus hadisler.

3. Tefsir konusunda ilk üç nesilden gelen zayif ve mercuh olan bütün vecih ve kaviller

4. Israaliyata ait haberlere gelince bunlar üç türlüdür.

5. a. Kuran ve Sünnetin prensiplerine zit olanlar

b. Kuran ve Sünnetin prensiplerine uygunluk arzedenler

c. Ne tasdiki ne dogrulanmasi ve ne de yalanlanmasini gerektiren haberler.

Günümüzde tefsir konusunda zikrettigimiz maddelere uygun olarak hazirlanacak bir tefsire sidddetle ihtiyaç vardir. Nitekim Islam dünyasinda bu konuda bazi çalismalar yapilmaktadir. Bunun daha da yogunlasmasi gerekir. Tefsir ve diger Islami ilimlerde istigal eden ilim adamlarina büyük görevler düsmektedir. Bu da kollektif bir çalismayi gerekli kilmaktadir. Kollektif çalismada yer alacak olan ilim adamlarinin çesitli sorunlara daha kapsamli çözümler getirilebilmesi için, Islam dünyasinin her bölgesinden olusmasi gerekir.

 

KIYAMET SAATİ

 

KIYAMET SAATİNİN BÜYÜK ALAMETLERİNDEN BİRİ DE RESULULLAH ( S.A.V.)’IN DECCAL İSMİNİ VERDİĞİ BİR ŞAHSIN ORTAYA ÇIKIŞIDIR.ONA BU İSİM HAKKI ÖRTTÜĞÜ VE ÇOK YALAN SÖYLEDİĞİ İÇİN VERİLMİŞTİR.DECCAL KENDİSİNİN İLAHLIĞINI İDDİA EDİP ALLAH’IN İZNİ VE İMTİHAN GEREĞİ HARİKULADELİKLER GÖSTEREREK İNSANLARI DİNLERİNDE FİTNEYE DÜŞÜRECEKTİR.BAZI İNSANLAR ONUN FİTNESİNE KANIP YOLUNU SAPITIRKEN ALLAH İMAN EDENLERİ İMAN ÜZERİNE SABİT KILAR.BU SEBEPLE MÜMİNLER ONUN YALAN VE FİTNESİNE ALDANMAZLAR.DAHA SONRA ALLAH ( C.C. ) İSA ( A.S. )’I İNDİREREK ONU VE FİTNESİNİ KALDIRACAKTIR.

 

HUZEYFE İBN ESİDEL-GIFARİ ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU :-SİZLER DAHA EVVEL ON ALAMET MÜŞAHEDE ETMEDİKÇE ASLA KIYAMET KOPMAYACAKTIR.BUYURDU.VE ŞUNLARI ZİKRETTİ :-DUHAN , DECCAL , DABBETUL-ARD , GÜNEŞİN BATIDAN DOĞMASI , İSA ( A.S. )’IN NUZÜLÜ , YE’CÜC VE ME’CÜC’ÜN ÇIKMASI , BİRİ GARPTA BİRİ ARAP YARIMADASINDA BİRİ DE ŞARKTA OLMAK ÜZERE ÜÇHUSUF YANİ ARZIN ÇÖKÜNTÜSÜ.BU ALAMETLERİN SONUNCUSU İSE YEMEN’DEN ÇIKIPTA İNSANLARI TOPLANTI YERİNE DOĞRU ÖNÜNE KATIP SÜREN ATEŞTİR.”

                                                                                                                                                        ( MÜSLİM-2901 )

İBN ÖMER ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V.) İNSANLAR ARASINDA DECCALİ ZİKRETTİ.-YÜCE ALLAH ŞAŞI DEĞİLDİR.HABERİNİZ OLSUN Kİ DECCALİN SAĞ GÖZÜ SAKATTIR , BÖRTLEKTİR.SANKİ O’NUN GÖZÜ , SALKIMINDAKİ EMSALİNDEN DIŞARI ÇIKMIÇ İRİ BİR ÜZÜM TANESİDİR.”

                                                                                                                                                          ( MÜSLİM-169 )

HUZEYFE ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU :-DECCAL SOL GÖZÜ SAKAT , BOL SAÇLI BİR KİMSEDİR.ONUN BERABERİNDE BİR CENNET VE BİR ATEŞ VARDIR.ONUN ATEŞİ CENNETTİR.CENNETİ DE BİR ATEŞTİR.”

                                                                           ( MÜSLİM –2934 )

EBU SAİD HUDRİ ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU :DECCAL GELECEKTİR.FAKAT MEDİNE YOLLARINDAN İÇERİ GİRMEK ONA HARAM KILINMIŞTIR.NİHAYET MEDİNE ETRAFINDAKİ BAZI ÇORAK VE ÇAKILLI ARAZİYE KADAR VARACAKTIR.O GÜN MEDİNE HALKININ EN HAYIRLI SİMASI YAHUT İNSANLARIN EN HAYIRLILARINDAN BİRİSİ DECCALE KARŞI ÇIKAR VE :-ŞEHADET EDRİM Kİ MUHAKKAK SEN;DECCALSİN.DER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL YANINDA BULUNAN ŞAKİ KİMSELERE :-ŞİMDİ BEN BU ADAMI ÖLDÜRÜR SONRA DİRİLTİRSEM NE DERSİNİZ ?BENİM İDDİAMDAN ŞÜPHE EDER MİSİNİZ ?DİYE SORAR.YANINDAKİLER :-HAYIR ŞÜPHE ETMEYİZ.DERLER.DECCAL O KİMSEYİ ÖLDÜRÜR. SONRA DİRİLTİR DİRİLTMEZ O KİMSE :-VALLAHİ BENİMSENİN DECCAL OLDUĞUN HAKKINDAKİ ŞİMDİKİ KANAATİM BUNDAN EVVELKİ KANAATİMDEN DAHA KUVVETLİDİR.DER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL O KİMSEYTİ TEKRAR ÖLDÜRMEK İSTER.  FAKAT ARTIK ONU ÖLDÜRMEYE MUKTEDİR OLAMAZ.”

                                                                                                            ( MÜSLİM-2938 )

NEVVAS B.SEMAN ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V.) ŞÖYLE BUYURDU :...DECCAL SEVİMSİZ GAYET KIVIRCIK SAÇLI BİR GENÇTİR.ONUN BİR GÖZÜ KÖRDÜR...HER KİM ONA ERİŞİRSE KEHF SURESİNİN BAŞ TARAFINI OKUSUN.MUHAKKAK O , ŞAM İLE IRAK ARASINDA KAYALIK BİR MEVKİİ DE ÇIKACAKTIR.SAĞDADA SOLDADA FESATLAR ÇIKARACAKTIR... RESULULLAH ( S.A.V.) ,

DECCAL YERYÜZÜNDE KIRK GÜN.BİR GÜN BİR SENE GİBİDİR.BİR GÜN BİR AY GİBİDİR.BİR GÜNDE BİR HAFTA GİBİDİR.ONUN GERİ KALAN GÜNLERİ İSE SİZİN GÜNLERİNİZ GİBİDİR.BUYURDU.BİZ :-YA RESULULLAH ( S.A.V.)BİR SENE GİBİ UZUN OLAN O GÜN İÇİNDE BİZLERE BİR GÜNÜN NAMAZI KAFİ GELİR Mİ ?DEDİK. RESULULLAH ( S.A.V.) :-HAYIR , SİZLER O UZUN GÜNDE NORMAL GÜNLERİNİZDEN HER NAMAZ VAKTİ KADAR ZAMANI TAKDİR EDİNDE NAMAZLARINIZI KILIN.BUYURDU.BİZ :-YA RESULULLAH ( S.A.V.) , ONUN YERYÜZÜNDEKİ HIZI NE KADARDIR ?DEDİK. RESULULLAH ( S.A.V.) :-RÜZGARIN YÖNELTİP SEVK ETTİĞİ YAĞMUR GİBİDİR.DECCAL BİR KAVMİN ÜZERİNE GELİR VE ONLARI DAVET EDER.ONLARDA ONA İMAN EDİP KENDİSİNE TABİ OLURLAR.MÜTAKİBEN O SEMAYA EMREDER , SEMA YAĞMUR YAĞDIRIR.YERE EMREDER O DA HER TÜRLÜ BİTKİYİ BİTİRİR.O KAVMİN OTLAMAYA ÇIKARILMIŞ OLAN HAYVANLARI AKŞAM ÜZERİ KENDİLERİNE EN YÜKSEK EN GÜZEL HALDE MEMELERİ DE SÜTÜN ÇOKLUĞUNDAN ÖTÜRÜ EN DOLGUN VAZİYETTE BOŞ BÖĞÜRLERİNİN ÇEVRELERİ İSE İYİCE DOYDUKLARINDAN DOLAYI EN UZUN OLMUŞ HALDE DÖNERLER.SONRA DİĞER BİR KAVME GELİP ONLARI DA DAVET EDER.FAKAT O KAVİM ONUN SÖZÜNÜ KABUL ETMEYİP RED EDERLER.BUNUN ÜZERİNE DECCAL O KAVİMDEN GERİ DÖNÜP GİDER.SONRA O KAVİM AZ YAĞMURLU BİR KITLIK MUSİBETİNE ÇATARLAR.ELLERİNDE MALLARINDAN HİÇBİR ŞEY KALMAZ.DECCAL BİR HARABELİĞE UĞRAR DA ONA HİTABEN :-HAZİNELERİNİ MEYDANA ÇIKAR.DER.AKABİNİN DE O HARABELİĞİN HAZİNELERİ BAL ARISI CEMAATLERİNİN KENDİ ARIBEYLERİ ARKASINA TABİ OLUP GİTMELERİ GİBİ ONUN ARKASINDAN GİDERLER.SONRA YETİŞKİN , GENÇLİK DOLU BİR DELİKANLI ÇAĞIRIR.ONU KILICINLA VURUP İKİ PARÇA HALİNDE KESER.SONRA ONU DİRİLTİR.O GENÇ GÜLERYÜZLÜ HALDE ONA YÖNELİR VE :-SEN DECCALSİN.DER.DECCAL BU İŞLE MEŞGUL OLURKEN , ALLAH ( C.C. ) MERYEM OĞLU İSA     ( A.S. ) ’I İKİ PARÇA ELBİSE İÇİNDE ELLERİNİ İKİ MELEĞİN KANATLARI ÜZERİNE KOYMUŞ VAZİYETTE İNER.BAŞINI AŞAĞIYA EĞİNCE SU DAMLATIR.YUKARI KALDIRINCA DA ONLAR İRİ İKİ İNCİ TANESİ GİBİ DURUR.VE GÜZEL BİR SU İNER.ARTIK HİÇBİR KAFİR İÇİN O’NUN NEFESİNİN RÜZGARINI DİRİ OLDUĞU HALDE BULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.O’NUN NEFESİ DE GÖZÜNÜN GÖRECEĞİ YERE KADAR ULAŞIR.SONRA İSA ( A.S. ) DECCALİ ARAR VE NİHAYET ONU BEYTUL-MAKDİS’E YAKIN BİR YER OLAN LUDD DENİLEN MEVKİİ DE YETİŞEREK ÖLDÜRÜR.SONRA MERYEM OĞLU İSA ( A.S. )’A ALLAH’IN DECCAL ŞERRİNDEN KORUMUŞ OLDUĞU BİR KAVİM GELİR. İSA ( A.S. ) ONLARINYÜZLERİNE ELİYLE DOKUNUP MESH EDER.VE ONLARA CENNETTEKİ DERECELERİNİ SÖYLER.ONLAR BU HAL ÜZERE BULUNDUKLARI SIRADA BİRDENBİRE ALLAH ( C.C. ) İSA ( A.S. )’A :-BEN ŞİMDİ BANA AİT OLAN BİR TAKIM KULLAR ÇIKARDIM Kİ HİÇBİR KİMSENİN ONLARLA HARP ETMEYE KUVVET VE KUDRETİ YOKTUR.SEN CİVARINDA BULUNAN KULLARIMI TUR’DA İYİCE MUHAFAZA ET , ORASINI KENDİLERİ İÇİN MUHKEM BİR KALE YAP.DŞYE VAHYETTİ.VE

ALLAH ( C.C. ) YE’CÜC VE ME’CÜC’Ü GÖNDERİR.ONLARIN İLK KAFİLELERİ TABERİYYE  GÖLÜNE UĞRARLAR DA ONDA BULUNAN SUYUN HEPSİNİ İÇİVERİRLER. YE’CÜC VE ME’CÜC KALABALIĞININ SONU ORAYA UĞRAR DA :-YEMİN OLSUN BURADA SU VARDI.DERLER. ALLAH ( C.C. )’IN PEYGAMBERİ İSA ( A.S. ) VE O’NUN YARDIMCILARI ÇEPEÇEVRE SARILIRLAR.NİHAYET ONLARDAN HERHANGİ BİRİNE BİR ÖKÜZ BAŞI , BUGÜN BİRİNİZİN 100 DİNARDAN DAHA HAYIRLI OLUR.SONRA ALLAH ( C.C. )’IN PEYGAMBERİ İSA   ( A.S. ) VE ARKADAŞLARI ALLAH ( C.C. )’A DUA EDERLER. ALLAH ( C.C. ) , DÜŞMAN ASKERLERİ İÇİNE DEVE VE DAVARLARIN BURUNLARINDA OLAN BİR BURUN KURDU GÖNDERİR DE NETİCE DE HEPSİ TEK BİR NEFİSİN ÖLÜMÜ GİBİ ÖLÜP HELAK OLURLAR...ARTIK HERDE YER YE’CÜC VE ME’CÜC FERTLERİNİN YAĞLARININ VE PİS KOKULARININ DOLDURMADIĞI BİR KARIŞ YER BULAMAZLAR. ALLAH ( C.C. ) BİR TAKIM KUŞLAR GÖNDERİR VE O CESETLERİ GÖTÜRÜRLER.SONRA ALLAH ( C.C. ) YAĞMUR GÖNDERİR VE YERYÜZÜNÜ YIKAR...”

                                                                                                                                                       ( MÜSLİM-2937 )

 

İSA ( A.S. ) AHİR ZAMANDA VE DECCALİN ORTAYA ÇIKTIĞI ESNADA KİTAP VE SÜNNETTE DELİLLER MEVCUTTUR. İSA ( A.S. ) İSLAMIN ŞERİATIYLA HÜKMEDECEK VE İNSANLARIN İSLAM ŞERİATINDAN TERK ETTİĞİ BİRÇOK ŞEYİ TERK EDECEK.YERYÜZÜNDE ALLAH ( C.C. ) ‘IN DİLEDİĞİ KADAR KALACAK VE VEFAT EDECEK.MÜSLÜMANLAR O’NUN CENAZE NAMAZINI KILACAK.MÜSLÜMANLARA YARAŞANALLAH ( C.C. )’IN İSA ( A.S. ) HAKKINDA YAHUDİLERİN O’NU ÖLDÜREMEDİĞİ AKSİNE O’NU KENDİSİNE YÜKSELTTİĞİ İLE İLGİLİ AYETLERİNE İTİKAT ETMESİDİR.

 

KIYAMETİN KOPUŞUYLA ALAKALI BU VE BUNUN GİBİ ALAMETLERİNGERÇEKLEŞMESİNDEN SONRA YAŞADIĞIMIZ BU ALEM YERİNİ BAŞKA BİR ALEME DEVREDECEKTİR.BU DEĞİŞİM , ALLAH ( C.C. ) ‘IN İSRAFİL’E BİRİNCİ SURU ÜFLEME EMRİNDEN SONRA GERÇEKLEŞİR.SURA ÜFLENDİĞİNDE  ALLAH ( C.C. )‘IN DİLEDİĞİNİN DIŞINDAKİ GÖKLERDE VE YERDE HERKES ÖLÜR.

“HATIRLA Kİ , O GÜN , YER BAŞKA YERE , GÖKLERDE BAŞKA GÖKLERE ÇEVRİLECEK VE İNSANLAR BİR VE KAHHAR ALLAH ( C.C. )’IN HUZURUNA ÇIKARILACAKLARDIR.”

                                                                                                                                            ( İBRAHİM-48 )

 

“SURA BİRKEZ ÜFÜRÜLDÜ MÜ , VE YERLE DAĞLAR KALDIRILIPTA ÇARPILIŞ ÇARPILDIĞI VE DARMADAĞAN EDİLDİĞİ (VAKİT ) İŞTE O GÜN KIYAMET KOPACAKTIR.GÖK YARILMIŞTIR.O GÜN O ÇÜRÜKTÜR.”

                                     ( HAKKA- 13 ,14 ,15 ,16 )

EBU HUREYRE ( R.A. )’DAN :

 

“ALLAH ( C.C. ) RESULU ŞÖYLE BUYURDU :-ALLAH-U TEALA KIYAMET GÜNÜNDE YERYÜZÜNÜ AVUCUNUN İÇİNE ALIR , SAĞ ELİYLE DE SEMAYI DÜRER.SONRA :-MELİK BENİM , YERYÜZÜNÜN MELİKLERİ NEREDEDİR ? BUYURUR.”

                                                                                                                    ( MÜSLİM-2787 , BUHARİ-10C 4712 )    

ÖLDÜKTEN SONRA TEKRAR DİRİLME : ( BAĞS )

 

BİRİNCİ SURA ÜFLENİŞTEN SONRA İKİNCİ SURA ÜFLENİR.BU ÜFLENİŞLE BERABER ÖLÜLERE TEKRAR HAYAT VERİLİR.İŞTE BAĞS DEDİĞİMİZ TEKRAR DİRİLME OLAYI BUDUR.

“SUR’A İKİNCİ DEFA ÜFÜRÜLÜR.BİR DE BAKARSIN Kİ , KABİRLERİNDEN KALKMIŞLAR. RAB’LERİNE AKIN EDİYORLAR. – EYVAH BAŞIMIZA GELENLER ! KİM KALDIRDI BİZİ UYUDUĞUMUZ YERDEN ? İŞTE ALLAH ( C.C. )’IN BUYURDUĞU VAAD BU İMİŞ...O PEYGAMBERLER DOĞRU SÖYLEMİŞ !..   DERLER.”

                                                                                               ( YASİN  51 -52 )

 

HAŞR : HAŞR MAHLUKATIN TEKRAR DİRİLİP KABİRLERİNDEN ÇIKIŞINDAN SONRA MEYDANA GELECEKTİR.HAŞR , HALKIN KENDİ ARALARINDAKİ HAKLARIN ALINIP VERİLMESİ İÇİN MAHKEMENİN KURULACAĞI YERDE TOPLANMALARIDIR.BİLİNİZ Kİ YÜCE RABBİMİZ HZ.MUHAMMED ( S.A.V. )’E ÜMMETİNİN KIYAMET GÜNÜNE KADAR NELER OLUP BİTİCEĞİNİ BİLDİRMİŞ VE GÖSTERMİŞTİR.

 

HUZEYFE BİN USEYD EL-GIFARİ ( R.A. ) ‘DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-GÜNEŞ BATIDAN DOĞMADIKÇA KIYAMET KOPMAYACAK.GÜNEŞ BATIDAN DOĞUP İNSANLAR ONU GÖRÜNCE YERYÜZÜNDEKİ BÜTÜN İNSANLAR İMAN EDECEK.FAKAT O VAKİT MEALEN :

 

....RABBİNİN BAZI ( KIYAMET ) ALAMETLERİ GELDİĞİ GÜN , EVVELCE İMAN ETMEMİŞ VEYA İMANINDA BİR HAYIR KAZANMAMIŞ OLAN KİMSEYE , O GÜN İMAN ETMEK HİÇBİR FAYDA VERMEYECEKTİR...

                                       ( EL-EN’AM-158 )

                                             ( EBU DAVUT-4312 , MÜSLİM-157 , İBN MACE-4068 )

 

CABİR İBN ABDULLAH ( R.A. ) ‘DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-ÜMMETİMDEN BİR TAİFE KIYAMETE KADAR HAK ÜZERİNDE MAKATALE EDECEK MUZAFFER OLMAKLA DEVAM EDECEKTİR.NİHAYET MERYEM OĞLU İSA ( A.S. ) İNER VE MÜSLÜMANLARIN EMİRİ ONA :-GEL BİZE NAMAZ KILDIR.DER.BUNUN ÜZERİNE İSA ( A.S. ) :-HAYIR , ALLAH ( C.C. )’IN BU ÜMMETE BİR İKRAMI OLARAK SİZİN BİR KISMINIZ DİĞER BİR KISIM ÜZERİNE EMİRLERSİNİZ .” DER

                                                                                                                                                         ( MÜSLİM-156 )

EBU HUREYRE ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-YAKINDA FIRAT NEHRİ ALTIN HAZİNESİNİ AÇIĞA ÇIKARIR , KİM BUNA HAZIR BULUNURSA ONDAN BİRŞEY ALMASIN.”

( EBU DAVUT-4303 , BUHARİ K.FİTEN, MÜSLİM-2894 ,TİRMİZİ )

 

 

EBU HUREYRE ( R.A. ) ‘DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-SİZLER AYAKKABILARI KILDAN OLAN BİR KAVİMLE SAVAŞ ETMEDİKÇE KIYAMET KOPMAZ.SİZ GÖZLERİ KÜÇÜK , BURUNLARI KALIN VE YÜZLERİ DERİ İLE KAPLI KALKANA BENZEYEN BİR KAVİMLE SAVAŞ ETMEDİKÇE KIYAMET KOPMAZ.”

 

(EBU DAVUT-4304 , MÜSLİM-1912 , BUHARİ K. CİHAD-6C 2741 , 7C 3367 , İBN MACE-409 TİRMİZİ-2312 , NESEİ-3179 )

 

EBU HUREYRE ( R.A. ) ‘DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURMUŞTUR :-MÜSLÜMANLAR YÜZLERİ ÜSTÜ KAT KAT DERİ İLE KAPLANMIŞ KALKAN GİBİ YUMRU KILDAN ELBİSE GİYİNEN TÜRK DENEN KAVİMLE SAVAŞ EDENE KADAR KIYAMET KOPMAZ.”

                                                                         ( EBU DAVUT-4303 , MÜSLİM-2912 , NESEİ-K.CİHAT-3179 )

 

ABDULLAH BİN BÜSÜD ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-RUM HARBİ İLE İSTANBUL’UN FETHİ ARASINDA ALTI SENE VARDIR.YEDİNCİ SENEDE DECCAL ÇIKACAK.”

                                    ( EBU DAVUT-4296 , İBN MACE-4092 , TİRMİZİ-K.FİTEN- MÜSLİM-2897 )

 

CABİR BİN SEMURA ( R.A. )’DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ŞÖYLE BUYURDU :-ON İKİ HALİFEYE KADAR BU DİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ DEVAM EDECEK.CABİR DEDEİ Kİ :- RESULULLAH ( S.A.V. )’IN BU SÖZÜ ÜZERİNE CEMAAT TEKBİR ALDI VE SESLİ AĞLADILAR.BUNUN ÜZERİNE RESULULLAH ( S.A.V. ) :-BU HALİFELERİN HEPSİ KUREYŞ’TEN OLACAK.”

                                                                                     ( MÜSLİM-1821 , EBU DAVUT-4280 )

 

HUZEYFE ( R.A. )!DAN :

 

“RESULULLAH ( S.A.V. ) ,BİZİM ARAMIZDA AYAK ÜSTÜ DURDU.DURDUĞU YERDE TA KIYAMETE KADAR OLACAK HİÇBİR ŞEY BIRAKMADAN HEPSİNİ SÖYLEDİ.ONU EZBERLEYEN EZBERLEDİ.UNUTAN DA UNUTTU.O ASHABINA ONU ÖĞRETTİ.BU OLAYLARDAN BİRŞEY OLUNCA SANKİ BİR KİMSENİN TANIDIĞI BİR KİMSENİN KAYBOLMASINDAN SONRA GÖRÜNCE TANIDIĞI GİBİ.BEN DERHAL ONU HATIRLIYORUM.”

                                        ( BUHARİ-K.KADER-       , MÜSLİM-K.FİTEN-N 23 , 2891 , EBU DAVUR-4240 )

 

  ALLAH ( C.C. )  SİZLERE MERHAMET ETSİN.BİL Kİ , CEHMİYENİN SÖYLEDİKLERİNE KARŞI ÇIKMAYI HALİFE İBNUL-ABBAS ZAMANINA KADAR SÜRDÜRDÜLER.ALÇAK VE DEĞERSİZ KONUŞMALAR HALKI ETKİLEDİ VE RESULULLAH ( S.A.V. )’DEN RİVAYET EDİLEN SÖZLERE SALDIRDILAR.BUNUN YERİNİ TEŞBİH VE FİKİRLER ALDI.ONLARA KARŞI ÇIKAN KİŞİLERİ KAFİRLİKLE İTHAM ETTİLER.BÖYLECE CAHİLLİK , UYANIK OLMAMA VE BÜTÜN BUNLARIN BAŞINDA BİLGİSİZLİK ONLARIN SÖZLERİNİN İÇİNE GİRMESİ , ONLARIN BİLMEDEN İNANÇSIZLIK İÇİNE DÜŞMELERİNE SEBEP OLDU.ÜMMETİN PARÇALARA BÖLÜNMESİYLE DE İNANÇSIZLAR ÇOĞALDI.DALALETE DÜŞENLER VE BİDATLAR ÇOĞALDI.YALNIZCA BİR TEK GRUP RESULULLAH ( S.A.V. )’İN SÖZÜ ÜZERİNDE KALDI.O DA O’NA VE SAHABENİN YOLUNA TABİ OLANLAR.       

 

 

Islami Açidan Ziyaret ve Âdâbi

Insan, tabiati geregi baskalari ile diyalog içerisinde olmayi sever. Islam, dostluk ve birliktelik dinidir. Insanlarin arasina karisip onlarla tanismak Islam'in temel ögretilerindendir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem insanlarla içiçe yasayan kimseyi onlari terkeden ve onlardan uzak duran kimseye tercih etmistir: "Insanlarin arasina karisip onlarin eziyetlerine sabreden mü'minin ecri insanlarin arasina karismayan ve onlarin eziyetlerine sabretmeyen mü'minin ecrinden daha çoktur." Bu hadisi Ibni Mace, Ibni Ömer radiyallahu anhuma kanaliyla rivayet eder.  Ziyaret, insanlarin arasina karismanin bir aracidir, sürekli diyaloga yolaçar. Ziyaretle sevgi yayilir, kalpler birbirine isinir ve baglar kuvvetlenir. Insanlar hatirlanir. gafil olan uyarilir ve cahil olan bilgilendirilir. Ziyaretle nefisler rahatlar, dertler ve üzüntüler hafifler. Ziyaretin bilinen daha bir çok faydalari vardir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in sahabilerinden bir çogunu ziyaret ettigi sabittir. Ebu Bekr radiyallahu anh'i sürekli ziyaret ederdi. Urve b. Zubeyr, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in esi Aise radiyallahu anha'nin söyle dedigini rivayet eder: "Anne-babama aklim erdiginde dine (Islam'a) inaniyorlardi. Hiçbir gün geçmedi ki, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem günün iki ucunda, sabah ve aksam bize gelmesin. Bir ara biz tam ögle vakti Ebu Bekr'in evinde otururken bir kimse "Bu (gelen) Rasulullah" dedi. Daha önceleri gelmedigi bir vakitte gelmisti." Bu hadisi, Buhari rivayet eder. Enes b. Malik radiyallahu anh'tan su rivayet edilir: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ensar'dan bir evi ziyaret etti. Onlarin yaninda yemek yedi. Evden çikmak istediginde evin bir yerini emretti ve serginin üzeri temizlendi. Orada namaz kildi ve onlar için dua etti." Bu hadisi, Buhari rivayet eder.  Ziyaretler çesitlidir; vacip olani vardir, müstehap olani vardir. Ziyaret, bütün insanlarin üzerinde birlestigi bir hukuktur. Tatil de bu hukuku yerine getirmek ve vakitleri faydali seylerle doldurmak için güzel bir firsattir. Ziyaret çerçevesinde yapacagimiz konusma çekici ve eglendirice seylerin baskin gelip bu hukuku unutturmamasi için sadece bir hatirlatmadir ve hatirlatma mü'minlere fayda verir. Bilindigi gibi, etrafimizda gerçeklesen olaylarin baskisi ve pariltisi, içimizden bir çogunu saskinliga düsürmüstür. Öncelikleri karistirmistir. Mubahlari, vaciplere ve müstehaplara tercih eder olmustur. Ayni sekilde basinin gürültülü propagandasi hayatta hiçbir degeri olmayan isleri büyük göstermektedir. Bunun sonucu olarak da bazi vacip ve müstehap haklar ihmal edilir olmustur.  Anne ve babayi bütün haklarini yerine getirecek sekilde ziyaret etmenin onlara gösterilmesi gereken iyilikten oldugunu ayrica söylemeye saniriz gerek yoktur. Onlarin hallerini sorar, onlara yardim eder ve onlara iyi davranir... Mesguliyetleri ne kadar da çok olursa olsun çocuklarin anne-babayi yok saymalarina ya da onlara karsi iyiliklerinin geçici bir takim sözler haline dönüsmesine hiçbir bahane yoktur. Allah, onlarin haklarini yüceltmis ve onlara ikrami vacip kilmistir. (Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babaniza da iyi davranmanizi kesin sekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yaninda yaslanirsa, kendilerine "Of!" bile deme; onlari azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onlari esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve "Rabbim! Küçüklügümde onlar beni nasil yetistirmislerse, simdi de sen onlara öyle rahmet et!" de.)(17/el-Isrâ/23-24)  Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'e bir adam gelerek cihada çikmak için izin ister. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de "Annen ve baban sag mi?" der. "Evet" deyince "O ikisinin haklari için mücadele et!" buyurur. Bu hadisi Buhari, Abdullah b. Amr radiyallahu anh kanaliyla rivayet eder.  Sila-i rahim, baglarin devami, onlarin hallerinin arastirilmasi ve onlara maddi-manevi yardimda bulunmak amaciyla akrabalari ziyaret etmek gerekir. Allah, sila-i rahimi kendisi ile bag kurma olarak tanimlamistir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Yüce Allah yaratacagi mahluklarin ne hal üzere bulunacaklarini takdir edip onlara ait kazayi tamamladigi zaman akrabalik ayaga kalkip "Ya Rabb! Burasi akrabalik iliskilerini kesmekten sana siginanlarin makamidir" dedi. Allah da, "Evet öyledir. Sen; seninle baglarini koruyanlarla benim de bagimi korumama, seninle baglarini koparanlarla benim de bagimi koparmama razi olmaz misin?" buyurur. Akrabalik da "Olurum ya Rabb!" der ve Allah "Bu hüküm sana aittir" buyurur." Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: Dilerseniz su ayeti okuyun: (Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmaya ve akrabalik baglarini kesmeye dönmüs olmaz misiniz?)(47/Muhammed/22) Ziyaretlerin bir çesidi de; hallerini ögrenip onlara yardim etmek, acilarina ve sevinçlerine katilmak amaciyla komsulari ziyaret etmektir. Komsu hakkinin büyüklügü ve komsunun konumu nedeniyle Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Cebrail bana komsuyu o kadar çok vasiyet etti ki, onu mirasçi kilacak zannettim." Bu hadisi Buhari ve Müslim, Ibni Ömer radiyallahu anhuma kanaliyla rivayet eder. Hastalari ziyaret etmek müslümanin, müslüman kardesi üzerindeki haklarindandir. Bu ziyaretin hasta üzerinde iyi etkileri vardir. Hastanin kalbini mutmain kilar, yüregini ferahlatir. Ona hastaligini unutturur. Özellikle ziyaretle birlikte zikir ve dua yapilirsa bu onun acilarini hafifletir. Hasta ziyaretinde tembellik yapmakAllah'in haklarindan bir hakki ihmal etmek demektir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Allah azze ve celle Kiyamet günü söyle seslenir: "Ey ademoglu! Ben hasta oldum da sen beni ziyaret etmedin?" Kul, "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi oldugun halde ben nasil sana hasta ziyareti yapabilirim?" der. Allah, "Sen bilmez misin ki, benim falanca kulum hasta olmustu da sen onu ziyaret etmemistin? Yine bilmez misin ki, eger sen onu ziyaret etseydin beni onun yaninda bulacaktin?" buyurur. Allah "Ey ademoglu! Ben senden yiyecek istedim fakat sen bana yiyecek vermedin?" buyurur. Kul da "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi iken ben sana nasil yiyecek verir de doyururum?" der. Allah, "Bilmez misin ki, falan kulum senden yiyecek istemisti de sen ona yiyecek vermemistin? Bilmez misin ki, sayet onu doyursaydin bunu benim yanimda bulmus olacaktin?" buyurur. Yine "Ey ademoglu! Ben senden su istedim de sen bana su vermedin?" buyurur. Kul da "Ya Rabb! Sen Alemlerin Rabbi iken ben sana nasil su verebilirim?" der. Allah da "Falan kulum senden su istemisti de sen ona su vermemistin. Bilmez misin ki, eger sen ona su vermis olsaydin bunu benim yanimda bulacaktin" buyurur." Bu hadisi, Imam Müslim rivayet eder.  Bütün bunlardan sonra hasta ziyareti yaparak Allah'in rahmetine dalmaktan ve bunun, günahlarinin bagislanmasina sebep olmasindan geri durabilir misin?. Hastanin yanina girince ona hastaligini hafif göster. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ziyaret ettigi bir hastanin yanina girince "Zarari yok! Insaallah (günahlarini) temizler" buyururdu. Bunu Buhari, Ibni Abbas radiyallahu anhuma kanaliyla rivayet eder.  Hastanin ümidini sadece Allah'a baglamasini sagla! Ona sifa verenin Allah oldugunu hatirlat. Kendisine isabet edenin yanlislikla basina gelmedigini, kendisine isabet etmeyecek olan bir seyin de basina gelmeyecegini,sabrin faziletini, Allah'in kaza ve kaderine riza göstermeyi hatirlat. Cenaze sahiplerini de taziye amaciyla ziyaret etmek gerekir. Ibni Mace, Amr b. Harâm kanaliyla, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Kardesine bir musibet dolayisiyla taziyede bulunan hiç bir mü'min yok ki, Allah subhânehu Kiyamet günü kendisine asâlet elbisesi giydirmesin." Ziyaretin bir çesidi de yetimleri ziyaret edip onlara sevgi göstermektir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in su kavlini iyi düsün: "Ben ve yetimin kefili cennette söyleyiz." Orta parmagini ve isaret parmagi isaret etti ve ikisinin arasini bir miktar ayirdi. Bu hadisi Buhari, Sehl b. Sa'd radiyallahu anh kanaliyla rivayet eder. Nevevi söyle der: "Yetimin kefili, onun islerini görendir." Faydali ziyaretlerden biri de alimleri, iyilik ve takva ehlini ziyaret etmektir. Onlarin ibadetlerinden, zühdlerinden, vakar ve husularindan etkilenilir. Ibni Mübarek "Fudayl'a bakinca hüzünlenir ve nefsimi kötülerdim" der ve aglar. Çagdas alimleri ziyaret etmekle birlikte geçmiste yasayan alimleri de onlarin hayat hikayelerini anlatan kitaplari okuyarak ziyaret edebilirsin!.. Müslümanlarin Allah için birbirlerini ziyaret etmesi kalplere sevinç doldurur. Bu, Allah'in kulu sevme sebeplerinden biridir. Ebu Hureyre radiyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Bir kimse diger bir beldede bulunan bir kardesini ziyaret etti. Allah, o kimsenin geçecegi yol üzerine gözcü bir melek oturttu. O kimse melegin yanina gelince melek "Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu. O kimse "Su beldede bulunan bir kardesimi ziyaret etmek istiyorum" dedi. Melek "Onun üzerinde sana ait, kendin için gelistirebilecegin bir menfaat var mi?" dedi. O kimse "Hayir yok. Ben onu Allah azze ve celle için seviyorum" dedi. Melek de "Ben Allah'in sana su haberi iletmek için gönderdigi elçisiyim: Senin o kimseyi Allah için sevdigin gibi Allah da seni sevmistir" dedi." Bu hadisi, Müslim rivayet eder. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Sizden cennet ehli olan kimseleri haber vereyim mi? Nebi cennettedir. Sehid cennettedir. Siddîk cennettedir. Çocukken ölen cennettedir. Sehrin uzak bir kösesindeki kardesini ziyaret eden adam cennettedir." Bu hadisi, Dârakutni ve Taberâni rivayet eder.  Allah Teâlâ, kudsi bir hadiste söyle buyurur: "Benim için birbirini sevenlere, benim için birlikte oturanlara, benim için birbirini ziyaret edenlere ve benim yolumda infak için birbirleriyle yarisanlara sevgim vacip olmustur." Bu hadisi, Imam Malik ve Imam Ahmed, Ebu Idris el-Havlâni kanaliyla Muaz b. Cebel radiyallahu anh'tan rivayet eder.  Iste bu Allah'in vadettigidir. Ve Allah, bir kardesini Allah için ziyaret ettiginde sana sevgisini bagislama vadine muhalefet edecek degildir.  Ziyaretin bir takim âdâbi vardir. Bunlar, birlikteligin saglikli temeller üzerine kurulmasini saglar. Bunlarla ziyaretin; sevgi ve merhamet ruhunun yayilmasi, sevap ve fayda elde edilmesi seklindeki hedefleri gerçeklesir.  Ziyaret âdâbinin en belirgini uygun vaktin ve uygun günün seçilmesidir. Izin almaksizin evlere hücum etmek Islam âdâbina ters düser. Vacip olan ziyaretlerin disinda sürekli ve uzun ziyaretler bikkinliga, vaktin bosa harcanmasina yolaçar. Ziyaretçiyi bir yük haline getirir ve aradaki sevgiyi yokedebilir. Iyi seyler konusmak ve güzel karsilanmak çok ve uzun konusmaya gerekçe degildir. Bu, özellikle alimler ve benzeri sorumluluk sahipleri ile birlikte olundugu zaman daha önemlidir. Yüklerinin çoklugu nedeniyle onlarin zamanlari dardir. Vakitleri kiymetlidir ve hayatlarinin dakikalari bile degerlidir. Hayrin tamami orta yollu olmadadir. Amaçsiz yapilan çok ziyaret gevezelige, dedikoduya, giybete ve laf tasimaya, haram oyunlar oynamaya dönüsür. Bazi aile ziyaretlerinde kadin-erkek birlikte oturma yayilmis; kari-koca ve akrabalar arasinda örf ve adet haline gelmistir. Bu, fitne ve fesada yolaçar. Seytana genis kapilar açar.  Allah'in mü'min kullarina ögrettigi ser'i âdâptan biri de izin isteme âdâbidir. Bu, evlerin hürmetini korumak ve nefisleri arindirmak içindir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabilerine izin isteme âdâbini ögretirdi. Benî Âmir kabilesinden bir adam Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir evdeyken yanina girmek için izin ister ve "Giriyorum" der. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hizmetçisine "Sunun yanina çik ve ona izin istemeyi ögret. Ona "Esselamu aleykum, girebilir miyim?" demesini söyle" der. Adam bunu duyar ve "Esselamu aleykum, girebilir miyim?" der. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de ona izin verir ve içeri girer. Bu hadisi, Ebu Davud rivayet eder.  Evlerin hürmeti; evin içerisine bakanin gözünün kör edilmesi durumunda kör edilen gözün bosa gitmis sayilmasi seklinde tehdit edilmesi derecesine ulasmistir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den sunu isittigini rivayet eder: "Bir adam izinsiz olarak sana muttali olsa (evinin içine baksa) ve ona bir tas atsan da gözünü çikarsan senin üzerine hiçbir suç yoktur." Bu hadisi, Buhari ve Müslim rivayet eder. Izin isteme evlerin hürmetini korur ve ev halkinin ansizin zor durumda kalmasini engeller.  Ziyaret âdâbindan biri de ziyaretçinin kapiyi yavasça çalmasidir. Izin isterken rahatsizlik vermez. Gelisiyle eziyet vermez ve kapinin önünde durmaz. Kapi açilip içeriye girmesine izin verilmeden önce içeriye göz atmaz. Bütün bunlar, evlerin korunmasi, insanlarin bilinmesini istemedikleri ve mahrem durumlarinin muhafazasi içindir.  Ziyaretçi üç kere izin ister. Kendisine izin verilirse girer, degilse geri döner. Sahih-i Buhari'de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugu rivayet edilir: "Sizden biriniz üç kere izin isteyip de kendisine izin verilmezse geri dönsün." Bu hadisi, ebu Said el-Hudri radiyallahu anh kanaliyla Buhari ve Müslim rivayet eder. Allah Teâlâ söyle buyurur: (Eger size, "Geri dönün" denilirse hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranistir.)(24/en-Nûr/28)  Kendisine izin verilmezse ziyaretçinin geri dönmesi gerekir. Bu daha hayirli ve daha nezih bir davranistir; ziyaretçinin memnun bir sekilde dönmesini saglar. Çünkü Allah azze ve celle (Sizin için daha nezih bir davranistir) buyurmaktadir. Kapi açilmadigi için sinirlenmeye, üzülüp kederlenmeye gerek yoktur. Insanlarin sirlari ve özürleri vardir. Bu; insanlar arasindaki toplumsal hayatin seyrini düzenleyen, onlarin arasina en seçkin duygulari, en ince hissiyatlari ve en dogru ahlaki degerleri yerlestiren Islami bir terbiyedir.  Allah; gönlü ve nefsi saglikli, duygulari arinmis, kalpleri ve düsünceleri temiz bir ümmet bina etmek istemektedir. Ebu Hureyre radiyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Kim bir hastayi ziyaret eder ya da Allah için bir kardesini ziyaret ederse bir minadi söyle seslenir: "Güzel oldun ve yürüyüsün de güzel oldu. Cennette kendine bir makam hazirladin." Bu hadisi, Tirmizi ve Ibni Mâce rivayet eder.  Kadinlar hariç erkeklere has müstehap ziyaretlerden biri de kabirleri ziyarettir. Kabir ziyareti kalpleri yumusatir ve inceltir. Dünyaya karsi zahid kilar. Ibret ve ders verir. Gururu kirar. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem mezarliklari ziyarete tesvik etmistir. Söyle buyurur: "Sizi kabirleri ziyaretten alikoymustum. Simdi onlari ziyaret edin." Bu hadisi Müslim, Abdullah b. Bureyde ve babasi kanaliyla rivayet eder.  Kabir ziyaret ettiginde ölümü hatirlarsin ve ölülere selam verirsin. Onlar için Allah'a dua edersin. Günlerden bir gün senin de içine yatacagin bos mezarlari görürsün.  Kalbin her gafil oldugunda ve nefsin dünya hayatina daldiginda mezarliga git ve dün senin gibi yeryüzünde yasayan o insanlari düsün. Onlar da yiyor içiyor ve egleniyorlardi. Simdi nereye gittiler?..Amellerinin esiri oldular. Hayatlarinda iken gönderdikleri amellerden baskasi kendilerine fayda vermedi!.. Süphesiz kabir ziyareti insanin ölüm sonrasini düsünmesini ve onun için salih amellerle hazirlanmasini saglar. Kiyamet günü Allah katinda olacaklari düsünür. Bütün çabasini nefsini cehennem azabindan kurtarmaya yöneltir. Iste o zaman her kusuru ve Allah'a karsi her ihmali için nefsini suçlar... Bununla beraber kabir ziyareti; onun için yolculuga çikmak, topragina sürünmek, kabir etrafinda tavaf etmek ve türbesine el sürüp öpmek, ona adak ve hediyeler takdim etmek, ölülere dua edip onlardan istemek ve onlarin yaninda dua etmek anlamina gelmez. Bütün bunlar, çirkin islerdir. Ibnu'l Kayyim rahimehullah söyle der: "Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, kabirlerin ziyaret edilmesini sirke yol açacak kapilari kapatmak için yasaklamisti. Kalplerine tevhid tamamen yerlesince belirledigi sekilde ziyaret etmelerine izin verdi. Allah ve Rasulü'nün istediginin disinda mesru olmayan bir sekilde kabirleri ziyaret edenin bu ziyaretine izin verilmemistir." Bazi ziyaretçiler ölülerden istekte bulunmak, ihtiyaçlarinin giderilmesi ve dileklerinin yerine gelmesi için onlari araci koymak amaciyla giderler. Bu Islam'in sakindirdigi bir davranistir. Çünkü tevessül, dua ve dileme Allah'in haklarindan ve O'nun hususiyetlerindendir. Sadece Allah Teâlâ yakindir ve her türlü sikayeti isitir. Duaya icabet etmeye gücü yetendir. Ne ölüler, ne de diriler bunlardan birini yerine getiremez. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadiste söyle buyurur: "Istedigin zaman Allah'dan iste, yardim diledigin zaman Allah'dan yardim dile.." Bu hadisi Tirmizi, Ibni Abbas radiyallahu anhuma kanaliyla rivayet eder.  Allah'dan baskasindan istemek ona dua etmek gibidir ve Allah'a sirk kosmaktir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söyle buyurur: "Dua ibadetin ta kendisidir." Bu hadisi Ebu Davud, Tirmizi ve Ibni Mace, Nu'man b. Besir radiyallahu anh yoluyla rivayet eder.

 

SAHABÎLERE SÖVEN LANETLENMİŞTİR

İbn Ömer'in (r,a.) rivayet ettiğine göre, Rasulullah

(s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ashabıma sövene Allah lanet etsin." (113) Hz, Peygarnber'in (s.a.v.) ashabı, güvenilir ve dürüst kimselerdir. Kur'an bize, onların temiz olduklarını bildirdi. Allah kitabında onları övdü. Bundan dolayı şöyle deniliyordu: Bir kimsenin, Rasulullah'ın (s.a.v.) ashabından birini tenkit ettiğini görürsen, bil ki o, zındıktır. Çünkü Peygamber haktır. Kur'an ve onun getirdiği haktır. Bunların hepsini bize aktaran ancak ashaptır. Böyleleri Kitap ve sünneti geçersiz hale getirmek için, şahitlerimizi çürütmek istiyorlar. Onlara göre önemli olan, şahitlerin çürütülrnesidir. Öyleyse bunu yapanlar zındıklardır."

Rabbİmiz kitabında,  Peygamber'imizin ashabına büyük bir övgüde bulunmuştur.

"O müminler ki yaralandıkları halde yine Allah'in ve elçinin çağrısına uydular; onlardan güzel davrananlar ve günahlardan korunanlar için pek büyük ecir vardır. Onlar ki, halk kendilerine: "(Düşmanınız olan) insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun" deyince, (bu

(l113] Hasen hadistir. Taberânî, el-Mu'cemu'l-kebîr, no; 13588.

söz), onların imanını artırdı ve: "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" dediler." (114)

Ayetlerde, sahabîlerin güçlü imanları, belâ esnasındaki sabırları, bütün İşlerini Allah'a havale etmedeki titizlikleri övülmüştür. Allah'a ve Peygamber'e cevap verenlerin, Ubud savaşında, onun yanında olan Muhacirler ve Ensar olduğunda ihtilâf yoktur.

Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Onlar kî, İnandılar, hicret ettiler, Allah yolunda savaştılar veonlar ki (göç edip gelen müminleri) barındırdılar ve onlara yardım ettiler, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için bağış ve bol rızık vardır." o 15]

Hiç şüphe yok ki bunlar, sahabîlerdir. Bu, onların Rableri katındaki mükâfatlandır ki bağışlanmak ve bol rızık verilmesidir. Ne mağfiret ya! Bu, günah ve kusurların hepsini örtenin mağfiretidir.

"İslâm'da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan razı oldular. Allah onlara içinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!" (i16)

Onlar, Allah'ın rızasına ulaşma derecesine varmışlardır. O, ne yüce ve üstün mertebedir. Kişi dünyada Allah'ın rızasına ulaşmak İçin çalışır. Rasulul-lah'ın (s.a.v.) ashabına, daha hayattayken Allah'ın kendilerinin davranış, söz ve niteliklerinden hoşnut olduğu

müjdelendi. Allah onlardan son derece hoşnuttur. Yüce Allah şöyle buyurdu:

"Allah şu müminlerden razı olmuştur ki onlar, ağacın altında sana bey'at ediyorlardı, Allah onların gönüllerinden geçeni bildiği için onların üzerine huzur ve güven İndirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara alacakları birçok ganimet bahşeyledi. Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir."

Allah, onların kalplerinde olanı ve sırlarını bildi de onlardan razı oldu, çünkü onlar dürüsttürler, hatta, kesin olarak milletlerin en iyisİdirler. Bunlardan sonra gelip de onlara söven kimsenin durumu ne olur acaba? Gerçekten o, lânetlidir ve bedbahttır. Çünkü o, İslârn'i başlarının üzerinde taşıyan, onu ülkelere taşıyan, Rablerinin yolunda şehit oluncaya kadar savaşan Rasulullah'm (s.a.v.} sa-habîlerinİ takdir etmemiş demektir.

Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Sizden, fetihten önce infak eden ve savaşan kimseyle bunları yapmayan elbette bir olmaz, işte onlar, bundan sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler.

İşte onlar, bundan böyle infak edip savaşanlardan daha üstündürler.

Bununla beraber Allah, her birine de cennet vadeder, Allah yaptığınız her şeyden haberdardır." (118)

(114)ÂI-İ Imran, 172-173.

 

(115)Enfâl, 74.

 (116)Tevbe, 100

 

(117) Felh, 18-19.

(118)Hadid, 10.

 

FAİZLE ALAKALI BİR ARAŞTIRMA

 

2/188. Aranizda mallarinizi haksizlikla yemeyin;

bildiginiz halde gunaha girerek insanlarin mallarindan

bir kismini yemek icin onu hakimlere aktarmayin. *

 

2/275. Faiz yiyenler mahserde ancak seytanin carptigi

kimsenin kalktigi gibi kalkarlar. Bu, onlarin, "Zaten

alisveris de faiz gibidir" demelerindendir. Oysa Allah

alis verisi helal, faizi haram kildi. Kime Rabb'inden bir

ogut gelir de faizcilikten geri durursa, gecmisi

kendisinedir, onun isi Allah'a aittir. Kim faizcilige

donerse, iste onlar cehennemliktir, onlar orada temelli

kalacaklardir.

 

2/276. Allah faizi eksiltir, sadakalari bereketlendirir.

Allah pek nankor olan hicbir gunahkari sevmez.

 

2/277. Inanip yararli isler isleyenlerin, namaz kilip,

zekat verenlerin Rab'leri katinda ecirleri vardir. Onlara

korku yoktur ve onlar uzulmeyeceklerdir.

 

2/278. Ey Inananlar! Allah'tan sakinin, inanmissaniz,

faizden arta kalmis hesabdan vazgecin.

 

2/279. Boyle yapmazsaniz, bunun Allah'a ve peygamberine

karsi acilmis bir savas oldugunu bilin. Eger tevbe

ederseniz sermayeniz sizindir. Boylece haksizlik etmemis

ve haksizliga ugramamis olursunuz.

 

3/130. Ey Inananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin.

Allah'tan sakinin ki basariya erisesiniz.

 

4/29. Ey Inananlar! Mallarinizi aranizda haksizlikla

degil, karsilikli riza ile yapilan ticaretle yeyin, haram

ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah suphesiz ki size

merhamet eder.

 

4/30. Bunu kim asiri giderek haksizlikla yaparsa, onu

atese sokacagiz. Bu, Allah'a kolaydir.

 

4/31. Size yasak edilen buyuk gunahlardan kacinirsaniz,

kusurlarinizi orter ve sizi serefli bir yere

yerlestiririz.

 

4/160-1. Yahudilerin haksizliklarindan, coklarini Allah

yolundan menetmelerinden, yasak edilmisken faiz almalari

ve insanlarin mallarini  haksizlikla yemelerinden oturu

kendilerine helal kilinan temiz seyleri onlara haram

kildik. Onlardan inkar edenlere, elem verici azap

hazirladik.

 

30/39. Insanlarin mallari icinde artsin diye verdiginiz

her hangi bir faiz Allah katinda artmaz; fakat, Allah'in

rizasini dileyerek verdiginiz herhangi bir sadaka boyle

degildir. Iste onlar sevablarini kat kat artiranlardir.

 

FAiZDEN SAKINMAK

l — E bu   Hüreyre  (r.a) Resulullah sav'ın şöyle dediğini rivayet etti:

— -Helika götûren yedi şeyden sakının.*

— «Onlar nedir? Ya Resulallah- diye sorduklarında  şöyle buyurdu:

1 — Allah'a ortak koşmak.

2 — Sihir (büyü) yapmak.

3 — Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir şahsı haksız yere adam Öldürmek.

4 — Faiz yemek.

5 — Yetim malı yemek,

6— Düşmana hücum anmda harpten kaçmak, 7 — İffetli, namuslu ve zinadan habersiz mu'min kadınlara zina isnat ederek iftirada bulunmak.»  Buhari,muslum,ebu davud ve nesei

 

2 — Semüre b. Cündüb. Nebi (s.a.v.)'in (bir gün) şöyle dediğini rivayet etti;

— «Bu gece (rüyamda) gördüm ki, ban* iki melek geldi. Beni temiz bir yere (Arz-ı Mukaddes'e) çıkardılar. Beraber gittik ve kandan bir nehrin kenarına geldik. Nehrin içinde duran bir adam vardı. Nehrin kenarında da önünde taşlar bulanan bir adam duruyordu. Nehrin İçkideki odam dönüp çıkmak istediğinde kenardaki, onun ağzına bir U$ atıp vuruyor ve onu olduğu yere çeviriyordu. Böylece çıkmak için her gelişinde kenardaki adam onun ağzına bir taş atıyor, o da gerisin geri olduğu yere dönüyordu.- Ben:

— «Bu nehirde gördüğüm nedir?- diye sordum:

— «Faiz yiyicidir» diye cevap verdiler. (Buhari,buyu babi)

3 — Ibn   Mes'ud   (rA)'un şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.) ;— .Faiz yiyene de,   yedirene da   (alan* da. verene de)   lanet etti.. (*)Muslum,Nesei,Tirmizi,İbn Mace,

 

 

4 — Cabir b. Abdullah (r.a.)'dan söyle rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) :

— .Faiz yiyene, yedirene, yazana  şahitlerine lanet etti. onlar (günahta) eşittirler, dedi. (Müslüm ve diğerleri)

5 — E b u    H ü r a y r e (r.a.) 'den Resulullah (s.a.v.) 'm söyle buyurduğu rivayet edildi:

— -Büyük günahlar yedi tanedir ı

1 — Allah'a ortak koşmak.

2 — Haksız yere bir şahsı öldürmek,

3 — Faiz yemek,

4 — Yetim malı yemek,

5 — Harpten kaçmak.

6 — Namuslu kadınlara zina isnat edip iftirada bulunmak,

7 — (islam yurduna) hicret ettikten sonra tekrar gayri muslim ülkesine dönmek.. (Bezzar,)

 

6 — Avn, babası E b u C u h a y f e (r .a.) 'den şöyle rivayet etti: Resulıülah (s.a.v.):

— -Vücuduna dövme yapana ve yaptırana, faiz yiyen ve yedirene lanet etti. Köpek parasını ve saniyelerin ücretini yasakladı. Resim yapanlara da lanet etti.* Buhari,ve Ebu Davud*

7 — Abdullah b. Mes'ud (r.a.)'un şöyle dediği rivayet edildi:

— «Faiz yiyen ve yediren, şahitleri, katipleri —eğer faiz olduğunu biliyorlarsa— süs için dövme yapan ve yaptıran, zekâtı geciktirip vermek İstemeyen ve hicretten sonra musluman iken tekrar dinden dönen kimseler, Muhammed (sav.)'in dili ile lanetlenmiştir.» Ahmed,İbn Mesruk

8 — Ebu Hüreyre ir .a.)'den Nebi tsjt.v.)'in şöyle dediği rivayet edildi:

— «Dört kimse vardır ki, onlar cennete sokmamak ve cennet nimetlerinden tattırmamak Allah'ın hakkıdır. Bunları Devamlı içki içen, faiz yiyen, haksız olarak yetim malı yiyen ve anasına babasına asi olan kimselerdir.*Hakim

9 —Abdullah b. Mes'ud (rA.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöy-le buyurduğu rivayet edildi:

— «Faiz yetmiş üç bölümdür. Bunların en aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir.- (Hakim)

 

10 — Yine   Ibn   Mes'ud   (r.a.)'dan Nebi (s.a.v.)'in şöyle bu-yurduğu rivayet edildi:

— .Faiz yetmiş küsur bölümdür. Allah'a ortak koşmak da böyledir.»  Bezzar

Bu hadisi   i b n   M â c e   de sahih senedle:

— -Allah'a ortak koşmak da böyledir- ibaresini zikretmeden rivayet etmiştir.

11 — E bu Hüreyre (r .a.) Resulullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etti -.

— «Faiz yetmiş bölümdür. Onların en aşağısının vebali, anası ile zina eden kimsenin vebali gibidir.» (BEYHAKİ)

12 — Abdullah b. Selam (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Bir adamın faizden elde edeceği bir dirhemin (vebali) Allah katında müslümanlıgında yapacağı otuzüç zina (vebalinden) daha büyüktür.. (TABERANİ KEBİRDE)

Bu hadis sahih olup, l b n Ebi'd-Dünya. B ağ a v l ve diğerleri Abdullah 'dan mevkuf olarak şöyle rivayet etmişlerdir: Abdullah dedi kî:

— -Faiz yetmisiki günah olup, en küçüğü müslümanlığında anası ile zina eden kimsenin günahı gibidir. Faizden kazanılan bir dirhemin vebali, otuz küsur zinadan daha şiddetlidir.»

(Abdullah devamla) şöyle dedi: Allah kıyamet günü salihlere (iyilere) ve günahkârlara ayağa kalkma izni verir, fakat faiz yiyenlere vermez. Onlar ancak delilikten şeytanın çarptığı kimselerin kalkması gibi kalkarlar.*

13 — A b m e d   (îbn Hanbel). «ceyyid isaadla»   K â' b 'ü I - A h -

bar'ın-

— -Otuzüç defa zina yapmam. Allah'ın yediğimi bildiği bir dlr-faiz yememden daha iyidir- dediğini rivayet etti.

 

 

14 — Gasil'ül-melaike  —melekler  tarafından  yıkanmış—   olan

Hanzale'nin   oğlu   Abdullah   (r.a.)'dan Resulullah (s.a.v.)ın şöyle buyurduğu rivayet edildi;

— <Blr kimsenin bilerek yedigi bir dirhem faiz, otuzaltı defa zina yapmaktan daha şiddetlidir.- (Ahmed,Taberani kebir de

Hafız M ü n z i r i der ki: A b d u 11 a h 'in babası H a n -z a l e «Gasil'ül-melaike» lakabını almıştır. Çünkü o. U h u d mu-bareresinde cünüptü. Başının bir tarafını yıkamıştı. Harp gürültülerini işitince savaşa katıldı ve şehit oldu. Resulullah (s.a v.);

— •Meleklerin onu yıkadığını gördüm* buyurdu.

 

15 — E n e s b. Malik (ra.)'in söyle dediği rivayet edildi: Resulullah (s.a.v.) bize hitapta bulunup, faizden bahsetti. Günahı-nın büyüklüğüne ibaretle şöyle buyurdu :

_ Bir kimsenin faizden elde edecegi bir dirhemln vebali. AIlah katında günah olarak, o kümenin yapacağı otuzaltı zinadan daha büyüktür. En ziyade günah da müslüman bir kimsenln ırz ve şerefi hakkında işlenen gunahtır.*İbn Ebit Dünya ve Beyhaki

16 — Ibn Abbas (r.a.)'dan Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle dediği rivayet edildi:

— -Her kim. bir zalime bir hakkı iptal etmek İçin batıl bir şeyle yardım ederse, Allah ve Resulünün taahhüdünden uzaklaşmış olur. Her kim. bir dirhem faiz yerse bunun günahı otuzüç defa zina yapmak gibidir. Vücudu haramla beslenen kimseye de en layık olan cehennemdir.» (Taberani ve Beyhaki)

Beyhakİ ; -Her kim bir zalime yardım ederse...» cümlesini zikretmeden: -Faiz yetmiş küsur kısımdır. Onların en hafifi, müslû-manlığında anası ile zina yapan kimse gibidir. Bir dirhem faiz. otuz-bes defa zina yapmaktan daha şiddetlidir- dedi ve hadisi tamamladı.

17 — Beri b. Azib (r.a.) Resulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Faiz yetmişiki kısımdır. En aşağısı bir kimsenin anası ile zina etmesi gibidir; En büyük günah. bir kimsenin, müsluman kardeşininin ırz ve şerefine dil uzatmasıdır.» (Taberani,evsat)

18 — E bu   H ur ey re    (r.a.)'den Resulultah (s.a.vJ'ın: — -Faiz yetmiş günahtır. En hafifi, bir kimsenin anası İle zina etmesi gibidir- dediği rivayet edildi, (İbn Mace  ve Beyhaki)

19 — îbn Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivayet edildi: Resu-lullah (s.a.v.). meyvelerin olgunlaşmadan satın alınmasın» yasıkladı ve:

— «Bir beldede faiz ve zina ortaya çıkınca oradakiler, Allah'ın azabını kendilerine helal kılmış olurlar* buyurdu. (Hakim)

20 — Ibn   Mes'ud   (r.a.)'un Nebi (s.a.v.)'den bir hadis naklederek bir bölümünde Resul-i Ekrem'in şöyle dediğini rivayet etti:

— 'Hiçbir toplumda zina ve faiz ortaya çıkmamıştır ki, kendilerine Allah'ın azabını helal kılmış olmasınlar.- (Ebu Ya la)

21 — Amr b. As (r.a.)'dan «Resulullah s.a.v.'ın şöyle buyurduğunu duydum- dediği rivayet edildi:

— «Hiçbir toplum yoktur ki, aralarında faiz ortaya çıksın da bir kıtlık yılı İle cezalandırılmış olmasınlar. Yine hiçbir toplum yoktur ki. aralarında rüşvet ortaya çıksın da korku İle cezalandırılmış olmasınlar.(Ahmed,)

22 — Ebu   Hüreyre    (r.a.)'den şöyle rivayet edildi: Resu-

lullah (s.a.v.) buyurdu ki:

— 'Miraca çıkarıldığım gece yedinci kat göğe çıktığımızda üzerime baktım, bir de ne göreyim! Gök gürültüsü, şimşekler ve yıldırımlar! Daha sonra karınları evler gibi büyük ve karınlarının dışın-dan İçindeki yılanlar görülen bir kavme geldim ve

— -Ya Cebrail  Bunlar kimdir? diye sordum. Cebrail:

— 'Onlar faiz yiyenlerdir» dedi. (Ahmed)

 

23 — Yine   Esbehani   Ebu   Harun   e l - A b d l   tarihiyle

—ki ismi   Umara   b.   Cüveyn   olup   zayıf bir ravidir— Ebu Said   el-Hudrl    (r.a.)'den söyle rivayet etü :

— «Resululllah (s.a.v.) (miraç gecesi) semaya çıkarıldığı zaman dünyâ semasına baktı, bir de gördü ki, karınları büyük evler gibi şişmiş adamlar var. Onların karınlan sarkmış, kendileri de her akşam ve sabah ateşe atılan Firavun hanedanının gelip geçenlerine karşı dizilmişler. (Esbahani)

— -Ey Rabbîmlz! (Biz bu azaba razıyız) Hiçbir zaman kıyameti koparıp azabımızı artırma* diye yalvarıyorlar.

— «Ey Cebrail! Bunlar kim?- diye sordum.

— «Bunlar, senin ümmetinden faiz yiyenlerdir ki. (kıyamet günü kabirlerinden) delilikten dolayı ancak şeytan çarpan kimsenin kalkması gibi kalkarlar» dedi.

24 — ibn  Mes'ud   (r.a)'dan Rasulullah (sa.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edildi.

— «Kıyamet yaklaşınca, faiz, zina ve içki çoğalacaktır.» (Taberani)

25 — Kasım    b.    Abdulvahid    el-verrak'ın    şöyle dediği rivayet edildi:    .Abdullah   b-   Ebu   Evfa    (r.a.)'ı çarşıda sarraflarda gördüm. O :

— «Ey Sarraflar topluluğu! Size müjdelerim- dedi. Onlar;

— «Allah seni cennetle müjdelesin, biri ne ile müjdeliyorsun ey Ebu   Muhammedi- dediler.   Abdullah :

— -ResuIullah (sav) ateşle müjdelenin, buyurdu, dedi. (Taberani)

 

26 —Avf   b.   Malik    (ra)'den  Resulullah (sav.)'ın soyle

buyurduğu rivayet edildi:

— -Bağışlanmayan şu günahlardan sakının:

l — Ganimet malından çalmak.  Kim, ganimet malına hıyanet

ederse kıyamet günü onunla getirilir.

 

2 — Faiz yemek. Her kim faiz yerse kıyamet günü çarpılmış bir deli halinde dirilir. Sonra Resulullah (s.a.v.) su âyeti (bakara 275) okudu;

— «Faiz yiyenler, delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar.» (Taberani)

£ s b e h a n i 'nîn £ n e s 'den rivayeti de şöyledir: Resulullah (s.a.v.) :

— -Faiz yiyenler kıyamet günü iki yanını sürükleyen (yüzüstü sürünüp, emekleyen) bir deli halinde gelir- buyurdu. Sonra da:

— «Onlar, delilikten ancak şeytan çarpan kimselerin kalkması gibi kalkarlar* (Bakara 275) âyetini okudu.

27 — Abdullah   b.   Mes'ud    (r.a.) Nebi (s.a.v.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

— «Çok çok faiz alan hiçbir kimse yoktur ki. onun işinin sonu fakirlik olmasın.-   (İbn Mace ve Hakim)

H â k i m 'in   bir rivayeti de şöyledir: -Faiz, ne kadar çok olsa bile sonu darlıktır.»

28 —Ebu   Hüreyre    (r.a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ra şöyle buyurduğu rivayet edildi:

— «Öyle bir zaman gelecek ki, insanlardan faiz yemeyen hiçbir kimse kalmayacak. Onu yemeyenlere de tozları bulaşacaktır.» (Ebu Davud   ve İbn Mace)

29 — Ubade b. S a m i t (r a.)'den Resulullah (s.a.v.)'ın söyle buyurduğu rivayet edildi:

— .Ruhumu elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benim ümmetimden birtakım İnsanlar gecelerini küfran-ı nimet, azgınlık. oyun ve eğlence île geçirip, haramları helal saymaları, metres edinmeleri, içki İçmeleri, faiz yemeleri ve İpek giyinmeleri sebebiyle maymunlar ve domuzlar gibi sabahlarlar.» (Ahmed)

30 — Ebu   Umame    (r .a.)'den Nebi (sA.v.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edildi:— .Bu ümmetten bir topluluk gecelerini yemek, içmek, eğlence ve oyunla geçirirler de maymun ve domuz suretinde sabahlarlar. Onlar felakete ve taş yağmuruna tutulurlar.* insanlar sabahleyin;

— «Bu gece filan oğullan felakete uğramış ve filan oğullarının yurdu yerle bir olmuş- derler. L u t kavminin üzerine yagdırıldıgı gibi onların ve yurtlarının üzerine taş yağdırılır. Yine oradaki kabilelerin ve yurtlarının üzerine Ad kavmini helak eden öldürücü rüzgar gönderilir. (Bütün bunlar) İçki içmeleri. İpek giyinmeleri, metres edinmeleri, faiz yemeleri sebebiyle olur.

Hadisin ravilerinden Cafer, burada zikredilen günahlardan birini unuttuğunu söylemiştir. (Ahmed)

 

Buraya kadar topladığım hadisler "Tergib ve Terhib"adlı eserden Allah İmam Munzir den Razı olsun.

 

EbuDavud 4876 — Said bin Zeyd (r.a)dan; Resûlüllah (s,a.v)d.en, rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuş:

«Ribanın en çok veballisi haksız yere mümin'in ırzına dil uzatmak, saldırmaktır.»

 

Darimi 2538. Bize Ebu Nuaym haber verip (dedi ki), bize Süfyan, Ebu Kays'tan, (O) Huzeyl'den, (O da) Abdullah'tan (naklen) rivayet etti ki, O şöyle dedi: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) faiz yiyenle yedirene lanet okumuştu.Ebu Davud,buyu,Nesei talak ,Tirmizi,buyu,İbn Mace,ticaret,Müsned

 

188- Birbirinizin mallarını aranızda haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını, bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere de aktar mayın.

Bir kısmınız diğer bir kısmınızı mallarını haksız yere yemesin. Günah olduğunu bile bile insanların mallarından bir kısmını lıararn olarak yemeniz için mallarınızı hakimlere de aktarmaym.

* Abdullah b. Abbas, Mücahid, Katade, Süddi ve İkrime gibi miifessirler bu âyeti "Haksız olduğunuz haide muhakemeye girişmeyin." şeklinde izah etmişlerdir. Bu hususta Peygamber efendimizdenşu hadis-i şerif rivayet edilmektedir.

'

Birgün Resulullah (s.a.v.) odasında otururken dışandan bir takım tartışma

sesleri duydu. Çıkıp ta o tartışanların yanına gitti ve onları dinledikten sonra şöyle dedi: "Ben de bir insanım, bana, anlaşmazlığa düşenler geliyorlar. Bir kısmınız diğerinden daha güze! konuşarak dâvâstnr daha güzel savunabilir ben de onun haklı olduğuna kanaat getirip lehine hüküm vermiş olabilirim. Herhangi bir miislümanın hakkını, haksız olana verecek olursam verdiğim bu şey, haksız kişi için cehennem ateşinden bir parçadır. Artık onu ister alsın ister bırak-.sın."'Buharı, K. el-Ahkam. bab: 29, 31, K. cl-Mezalim, bah: 16/Müslim, K. el-Akdiye, bab: 5, Hadis No: 1713)

Bazı müfessirler ile bu âyetin mânâsının, "Hakimlere rüşvet venneyin," demek olduğunu söylemişlerdir.

 

275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.

Faizi almak vermek ve yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir. Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır. Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse, haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.

* Ayet-i kerimede, "Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak." demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen "Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr, Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki: "Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu ayetin 275- Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların: " Alış veriş te aynen faiz, gibidir." demelerinden-dir. Halbuki Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır. Kim, rabbin-den öğüt gelir de yaptığını terkederse, geçmişte aldığı onundur. Ve onun işi Allaha aittir. Kim de tekrar faizciliğe dönerse işte onlar, cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.

Faizi almak vermek ve yemek sureliyle faizle muamele yapanlar, kıyamet gününde kabirlerinden, ancak şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanarak kendini yerden yere atan kişinin kaltığı gibi kalkarlar. Onların, kabirlerinden bu şekilde kalkmalarının sebebi, inkâr etmeleri ve iftirada bulunarak "Alışveriş te faiz gibidir. Niçin bu haram olsun?" demelerindendir. Halbuki Allah, alış veriş suretiyle ticari kazancı helal, faizi ise bütün çeşitleriyle haram kılmıştır. Kim. rabbinden bir öğüt ve korkutma geldikten sonra faiz yemekten vaz geçerse, haram hükmü gelmeden önce olan olmuştur. Ve onun işi allaha aittir. İsterse onu affeder, isterse azabeder. Kim de haranı kılındıktan sonra tekrar faiz yerse onlar cehennemliktirler. Orada edebi olarak kalacaklardır.

* Ayet-i kerimede, "Faiz yiyenler, yerlerinden, şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." Duyurulmaktadır. Arapçada "Faiz1 kelimesi (riba) lafzıyla ifade edilmiştir. Bu kelimenin mânâsı "Artmak ve fazlalaşmak." demektir. Mallarını faize verenler, onları bu yolla artırmak istedikleri için faize "Riba" denmiştir. Faiz yiyenlerin, yerlerinden şeytanın çarptığı kimse gibi kalkacakları beyan edilmiştir. Burada ifade edilen "Yerler"den maksat, Mücahit!, Abdullah b. abbas, Said b. Cübeyr, Katade, Rebi' b. Enes, Dehhak, Süddi ve İbn-i Zeyde göre kıyamet gününde dirildiktcn sonra kalkacakları kabirlerdir. Kıyamet gününde faizcilerin alametleri, şeytanın çarpmış okluğu kişi gibi, saralı bir şekilde olmalarıdır.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Âyet-i kerimede, faizi bizzat yiyenler zikredilmektedir. Ticaretlerinde faizü işlem yapan ve onu fiilen yemeyenler de bu âyetin beyan ettiği cezaya çarptırılacaklar mıdır? Cevaben denilir ki: "Faizi sadece yiyenler değil, her türlü faizli muamelede bulunanlar bu ayetin

beyan ettiği hükme dahildir. Ancak, âyetin indiği zaman faizcilerin, faizden elde ettikleri gayr-i meşru kazancı en çok yeme ve içmelerinde kullandıkları için âyette "Faiz yiyenler ifadesi yer almaktadır. Yoksa bütün faizle muamele yapanlar bu âyetin kapsamına gimıektedirler. Nitekim şu âyet-i kerîme ve şu ha-dis-i şerif bu hususu ortaya koymaktadırlar. Allah leala buyuruyor ki: "Ey iman edenler, Allahtan korkun ve eğer iman ediyorsanız i'aizden arta kalanı bırakın." (Bakara suresi, 2/278)Peygamber efedimiz de hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur.

"Allah, faizi yiyene de yedirene de şahidine de kâtibine de lanet

eder."<neseî K. ez-Ziynet. hah: 25 / Ebu Davuıi K. cl-Buyü bab: 4, hadis No: 3333 Müslim, K- el Müsakat. bab: 105. 106, Hadis No. 1597, 1598

> 

276- Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez.

Allah, faizi eksiltir ve yok eder.Sadakaların sevabını ise kat kat artırır. Sadaka verilen malı artırır. Allah, inkârda ısrar edenleri, ikaz ve nasihatlara aldırmayarak günah işlemeye devam edenleri asla sevmez.

* Allah tealanın, faizi mahvetmesi, ya onu tamamen imha etmesi veya onun karıştığı malın bereketini göndermesiyle olur. Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadisi şerifinde:"Faiz çoğalsa dahi sonunda eksilmeye mahkumdur." buyurmuştur(Ahmed b. Hanbel, Müsned, CI S, 395, 424)

Sadakalar bunun aksinedir. Çünkü Allah onlara bereket verir ve onlan artırır. Nitekim bu hususta Allah teala diğer âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu: Her başağında yüz tane olmak Üzere yedi başak veren bir tanenin durumuna benzer. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfü geniş olan ve her şeyi bilendir."(Bakara suresi, 2/261

) "O kimdir ki, Allah için güzel bir ödünç takdim etsin de, Allah ona karşhğmı kat kat versin? Rızkı daraltan da Allahtır. bol veren de. Yine ona döneceksiniz."' Bakara Suresi. 2/245)*

Peygamber efendimiz de bu hususta söyle buyuruyor:

"Kim, helal kazancından bir hurma kadarını sadaka olarak verirse ki - Allah, ancak helal maldan olan sadakayı kabul eder. - Allah onu sağ eliyle (güzelce) kabul eder. Sonra onu, sizden birinin atının tayını beslediği gibi besler. Öyle ki, o dağ gibi olur."Buharı, K. ez-Zekat, bab: 8 / Müslim. K. ez-Zekat bab: 63,64 Hadis No. 1014

 

Diğer bir rivayette de şöyle buyurmuştur.:

"Şüphesiz ki Allah, sadakayı kabul eder. Onu sağ eüyle alır ve sizden birinizin alının tayını besleyip büyüttüğü gibi o sadakayı büyütür. Öyle ki, bir lokma uhut dağı gibi olur. Bunu, aziz ve celil olan Allahın kitabında doğrulayan

 

âyetler: "Bunlar, kullarının tevbesini ve sadakaları ancak Allahın kabul ettiğini ve tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olanın sadece Allah olduğunu bilmezler mi?"(Tevbe surcsi, 9/104) "Allah, faizi mahveder, sadakaları ise artırır. Allah, hiçbir günahkâr nankörü sevmez."( Bakara suresi, 2/276) âyetleridir."'Tirmizi, K. ez-Zekât, bab: 28 Hadis No. 262

 

277- Şüphesiz ki iman edenlerin, şalin amel işleyenlerin, namazı kılıp zekatı verenlerin, rablcri katında mükifaatları vardır. Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de,

Allahı ve Resulünü tasdik eden ve Allahm, kendilerine emrettikleriyle amel eden, namazı bütün erkânıyia birlikte kılan ve mallarından, farz kılınmış olan zekatı verenlerin, âhirette rableri katında mükâfaatlan vardır. Onlar için korku yoktur. Onlar, dünyada biraktıklan şeylere de üzülmezler.

278- Ey iman edenler, Ali ah t an korkun ve eğer iman ediyorsanız faizden arta kalanı bırakın.

Ey iman edenler, emirlerine itaat ederek ve yasaklarından kaçınarak Al-lahtan korkun ve alacağınızdan, ana paranın üzerine ilave edilen faizi terkedin, almayın. Eğer sözünüzde, işinizde ve imanızda samimi kişiler iseniz bunu böyle yapın.

* Suddi, ibn-i Cüreyc ve İkrime, bu âyet-i kerimenin, nüzul sebebi hakkında şunları söylemişlerdir: Bir kısım insanlar İslama girmeden Önce mallanın faize vermişlerdi. Bunlar, faizin bir kısmını almışlardı diğer kısmı duruyordu. Allah teala bu âyet-i kerimeyi indirerek onların daha önce almış oldukları faiz-leri affettiğini ve geriye kalan faizi de almalarının haram olduğunu bildirdi. Faize mal veren kişilerin, Abbas b. Abdul Multalib ve Muğire oğullarından bir kişi olduğu, faizle mal alanların da Sakiyf kabilesinden Amr oğulları olduğu rivayet edilmiştir. Diğer bir rivayette ise mallanın faize verenlerin Amr oğullan olduğu, alanların da Muğİre oğullan olduğu bildirilmektedir.

279- Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resulü tarafından, size karşı harp ilan edilmiş olduğunu bilin. Şayet tevbe ederseniz, sadece sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa da uğramamış olursunz.

* Ayet-İ kerimede zikredilen ve "Bilin" diye tercüme edilen(fezenu ) kelimesi iki şekilde okunmuştur.

a- Bütün Medine halkı bu kelimeyi, sülasî fiilden türetilmiş bir ernir kabul etmişler ve (fezenu ) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet sîzler, bu emredileni yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin.

b- Küfe kurralannm tümü ise bu kelimeyi, rubai fillerden türetilmiş bir emir kabul ederek ( fezenu ) şeklinde okumuşlardır. Bu kıraata göre bu ifadenin mânâsı şöyledir: "Şayet sizler, ernrolunanı yapmazsanız, Allah ve Resulüne kargı savaştığınızı diğer insanlara ilan edin."

Taberi : "Bu kıraatlardan birinci kıraatin tercihe şayan olduğunu söylemiştir, zira, savaş ilan etrne, faiz yiyenlerin hakkı değil Allah ve Resulünün hakkıdır. Nitekim bu hususta, Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Şayet, faizli muamele yapan kimse, bundan vazgeçmeyecek olursa, müslümanların imanının bu kimseyi tevbe etmeye çağırması gerekmektedir. Eğer vazgeçerse mesele yoktur. Aksi taktirde imam onun boynunu vurur. Bu hususta Katade de şunları söylemiştir: "Gördüğünüz gibi Allah, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit etmiş ve onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, kanlarını heder etmiştir. Reb' b. Enes te Allah tealanın bu âyet-i kerime ile, faiz yiyenleri öldürmekle tehdit ettiğini söylemiştir.

Ayet-i kerime, faizin korkunç bir cinayet olduğunu ortaya koymaktadır. Bu cinayetin büyüklüğünü anlamak için, Kur'an-ı Kerimin, faizcileri nasıl vasıflandırdığını dikkatle incelemek yeterlidir. Kur'an-ı Kerim, faizcileri, Şeytanın çarptığı, sara hastalığına yakalanmış, kendini yerden yere atan ve aklından zoru olan deliler gibi sağa sola yalpa yapan bir kimseye benzetmiştir.

Faizciler ise, Kur'an-ı Kerimin bu tasvirine rağmen faizin zararlarını yok

gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Allahım, bu kadar kötü olduğunu bildirdiği faizi meşru gören ve onunla muamele yapanların, Allah ve Resulünün kendilerine karşı savaş ilan ettiğim beyan eden âyete rağmen faizle iştigal ederek rablerine karşı savaşmayı basit bir olay gibi gösterenlerden ve o faizi helalmiş gibi takdim etmeye çalışanlardan daha zalim ki olabilir? Hangi müsliiman, bu tehdidi duyduktan sonra faizli muameleye devam etmek ister? Bu âyet-İ kerimeyi duyduktan sonra yaptığından vaz geçip tevbe etmeyen, bu korkunç cinayeti işlemeye devam eden kişilere yazıklar olsun. İmanla faiz birbirinin zıddıdır. Hiç bir zaman birleşmezler.

Cabir b. Abdullahın rivayetinde bu hususta Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor Cabir diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) faizi yiyene, yedirene, yazana ve şahitlerine lanet etti. Ve "Onlar eşittir" buyurdu."(Müslim, K. el-Müsakat. bab: 106, Hadis No. 1598/Ebu davud, K. el-Buyü bab: 4 Hn. 3333)

Peygamber efendimiz diğer bir hadis-i şerifinde de buyuruyor ki: '

"Ben isra ve miraç gecesinde, karınlan evler kadar büyük olan bir topluluğun yanma vardım. Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünüyordu. Dedim ki: "Ey Cebrail, bunlar kimdir?" dedi ki: "Bunlar, faiz yiyenler-dir."( İbn-i Mace, K. et Ticaret, bab: 58, Hn. 2273/Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.2 S. 353, 363

)

Peygamber efendimiz bir diğer haclis-i şerifinde de şöyle buyuruyor:"Faizde yetmiş günah vardır. En hafifi, kişinin, anası ile zina etmesi gibi-dir.-( İbn-i Mace, K. el-Ticaret, bah: 58 HN. 2274)

 

NİSA SURESİNDEN

 

29- Ey iman edenler, mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canı* na kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir.

Ey iman edenler, mallarınızı aranızda, faiz alma, kumardan kazanma gibi haksız yollarla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle veya bağışta bulunmakla yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz ki Allah, size karşı çok merhametlidir. Birbirinizin kanını dökmenizi yasaklaması da merhametinin gereğidir.

* Ayel-i kerimenin "Ey iman edenler, inallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyi." kısmı müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir:

a- Abdullah b. Abbas ve Süddi, âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Ey irnan edenler, inallarınızı aranızda faiz, kumar, gasp ve zulüm gibi, Allahm haram kıldığı yollarla yemeyin. Ancak razı olacağınız bir ticaret yoluyla kazanacağınız mallan yeyin."

b- İkrime ve Hasan-ı Basri ise âyet-i kerimenin bu bölümünün, insanların, misafir olma ve ikram edilme yoluyla da birbirlerinin mallanın yemelerini yasakladığını, ancak alış veriş yaparak birbirlerinin mallarını yiyebileceklerini beyan etliğini fakat daha sonra Nur suresinin şu âyeti inerek bunu neshettiğini ve müminlerin birbirlerinin mallarını misafir olurken ve ikram edilirken yiyece-bileceklerinin anık mubah olduğunu söylemişlerdir. "Kör için bir güçlük yoktur, topal için bir güçlük yoktur, hasta için bir güçlük yoktur. Sizin de kendi evlerinizde ve babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kızkardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalannızın evlerinde veya daymlannızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya anahtarları emanet edilip tasarrufunuza verilen evlerde veya dostlarınızın evlerinde yemek yemenizde de bir günah yoktur. Birlikte veya ayrı ayn yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman kendinize selam verin. Bu, Allah nezdinde mübarek ve terniz bir selamlaşmadır. Aklınızı kullanasınız diye Allah, âyetleri size işte böyle açıklıyor."*431

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı birinci görüştür. Allah teala bu âyetle müminlere haram kıldığı şekilde birbirlerinin mallarını yemeyi yasaklamıştır. Zira haksız yere mal yemenin mânâsı budur. Ayetin mânâsı bu olduğuna göre bunun aksini iddia ederek onun mânâsının, kişinin mümin kardeşi tarafından ikram edilen yemeği yasaklamak olduğunu ve daha sonra da neshedildiğini söyleyenlerin görüşünün bir anlamı yoktur. Zira yemek yedirmek, misafirlere ikramda bulunmak, müşriklerin de Övülen amellerindendi. Is-

Nur suresi. 24/61

lam da geldi bu tür amelleri yapmaya davet etti. Hiçbir zaman bunları yasaklamadı. O halde ayetin mânâsının bu gibi ikram ve ihsanlarda bulunmayı yasaklamak olduğunu söylemek yersizdir.

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime, îicaret ve sanat yoluyla, nzık talep etmeye karşı çıkan bazı cahil mutasavvıflan tekzib etmektedir. Âyet-i kerime, rıza ile kazanılan ticaretin helal olduğunu beyan etmektedir. Bu hususta Katade diyor ki: "Tecaret, onu doğrulukla ve takva ile yapanlar için Allahın nzıklann-tlan bir nzık ve helal kıldığı şeylerden bir şeyctir. Bize rivayet edilirdi ki: "Güvenilen ve dürüst bir tacir kıyamet gününde arşın gölgesinde bulunacak olan yedi sınıftandır."'441

Âyet-i kerimede, nza ile yapılan ticaretten kazanılan malın helal olduğu zikredilmektedir. Âlimler, ticaretin hangi şekilde yapılmışı halinde rıza ile yapılmış olacağı hususunda iki görüş zikretmişlerdir:

a- Kadı Şüreyh, İbn-i Şirin, Şa'bi, Hz. Ali Abdullah b. Mes'ud, Ebu Ziir'a ve Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre bu âyette zikredilen "Rıza ile yapılan ticaretten maksat, alış veriş yapan taraflardan herbirinin, alış veriş akdini yaptıktan sonra o muameleyi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar, birbirlerini alış verişi bozup bozmamakta serbest bırakmalarıdır. Bunlara göre taraflar bir mecliste sözle alış verişi bitirdikten sonra tekrar onu bozabilme hakkına sahiptirler. Bu hususta Muhammed b. Şirin diyor ki: "Biri diğerine bir bornoz satan iki kişi anlaşmazlığa düştüler. Biri: "Ben bu adama bir bornoz sattım. Beni razı etmesini İstetilin. Fakat o beni razı etmedi "dedi. KacJi Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı et." Satın alan adam dedi ki: "Ben ona dirhemlerini verdim fakat o razı olmadı." Şüreyh dedi ki: "O seni razı ettiği gibi sen de onu razı et." Adam yine dedi ki: "Ben onu razı ettim fakat o razı olmadı." Bunun üzerine Şüreyh dedi ki: "Alış veriş yapan iki tarif adi yaptıkları yerden ayrılmadıkça onu bozup bozmamaktan serbes' ...er."

Taysele diyor ki: "Ben çarşıdaydım .-.ü (r.a.lda oradaydı. Bir kız çocuğu geldi ve bir dirheme meyve satın almak i1 .edi. Ben de d:ıiıemi alıp meyveyi ona verdim. Sonra kızcağız "Bu meyveyi inmiyorum d'.nemimi bana ver." dedi. Ben direnim. O sırada Ali gel ip dirhem' alarak kıza .erdi."

Bunlar, görüşlerine deli! olara1, Resulullahı,ı şu hadis-i şerifini zikretmişlerdir. Abdullah b. Ömer diyor ki: ' Resulullah $öyle buyurdu: "Her alış veriş yapın iki taraf, bulundukları yerden yrılmadıl.ça aralarında satış diye bir şey yoktur."14''1 Ancak birbirlerini rnuhay^ " *••' ualan müstesnadır." Ebu Hureyre

(44) Bkz. tbn-i Mace, K. et-Ticarât. bab' l. Hadis No: 2139 / Tirmizi. K. cl-Büyü. bak 4, Hadis No: 1209

(45) Bkz. Tiımizi, K. el-Büya', hah: 26, Hadis No: 1245

de Resulullahın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. "Alış veriş yapan iki kimse birbirlerinden razı olarak ayrılırlar."'4")

Abdullah b. Abbas diyor ki: Resululiah bir adama bir şey sattı. Sonra ona dedi ki: "Alış verişi bozup bozmamayı tercih et." Adam da "Geçerli olduğunu tercih ettim." dedi.

Resululiah da: "İşte alış veriş böyle olur," dedi.(47) Evet, bu görüşte olanlar alış veriş yapan iki tarafın, akdi yaptıkları yerden ayrılıp fiilen gitmedikleri takdirde bu âyette belirtilen ve Resulullahın hadislerinde açıklanan "Rıza ile bir alış veriş" olmayacağını söylemişlerdir.

b- İmam Malik, Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammede göre ise bu âyetle zikredilen "Rıza İle yapılan ticaret"ten maksat, tarafların alış veriş akdini yapmadan önce nzalanyla akdi bitirmeleridir. Bunların, alış veriş yaptıktan meclisten ayrılmadan önce bu rızalarının bozulup bozulmaması veya birbirlerini akdi bozup bozmamakta serbest bırakmaları, rızanın ortadan kalkmasını gerektirmez. Bunlara göre taraflar, nzalanyla alış veriş akdini yaptıktan sonra akdi yaptıkları mecliste, taraflardan birinin, akitten caydığını söyieyrek onu tozması caiz değildir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Alış veriş te nikah akdi gibi, sözle yapılan akillerdendir."

Âlimler, "Nikah akdi yapıldıktan sonra, taraflardan birinin, diğerini, ak-din gereğini yapmaya mecbur edeceği hususunda hiçbir ihtilaf yoktur. Taraflar akdîn yapıldığı meclisten ayrılmamış olsaiar dahi akit iki tarafı da bağlayandır. Alış verişin hüKmiı de böyledir." demişlerdir.

Resululiah, "Alış veriş yapan iki taraf ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbesttirler." hadisinden maksat ise "Akdi yapma sözlerinden ayrılmadıkça." dernektir. "Akdin yapıldığı meclisten ayrılmadıkça." demek değildir.

Taberi bu görüşlerden birinci görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiş ve bu vaziyette zikredilen "Rıza İle yapılan ticaretten maksadın, ticaret yapan tarafların, akdi yaptıkları yerden ayrılıncaya kadar rızalarının devam etmesi olduğunu beyan etmiş bu itibarla akil yapan taraflar akit meclisinden ayrılmadıkça akdi bozup bozmamakta serbest olacaklarını söylemiştir.

Zira bu hususta Resulullah (s.a.v.)in şöyle buyurduğu sahih bir haberdir. "Alış veriş yapan iki taraftan herbiri ayrılmadıkça diğer tarafa karşı muhayyerdir. Ancak muhayyer bırakıl arak yapılan alış verişler müstesnadır."'4"1 Diğer bir rivayette hadisin sonu şöyledir: "Yahut da taraflardan biri arkadaşına "Seç" de-

(46) Bkz. Ebu Davud. K. ei-Büyıı1, Nıh: M, llaılıs No: 3458

(47) Rk/.. Buhari, K. el-Büyu, hüh. 43

(4S) libıı Davud, K. ol-Rüyu' h. 51, Haıhs No: 3

 

160-161- Yahudilerin zulmetmeleri ve bir çok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. .Onlardan kâfir olanlara, can yakıcı bir azap hazırladık.

Yahudilerin, Peygamberleri öldürmeleri gibi zulümleri, Allah'ın dininden bir çok insanları alıkoymaları, kentlilerine yasaklanmasına rağmen faiz almaları, rüşvet olarak veya Allah'ın kitabını değiştirme karşılığında para alarak haksız yere insanların mallarını yemeleri sebebiyle, daha önce kendilerine helal kıldığımız iemiz şeyleri hanım kıldık. Biz onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık ki o da cehennem azabıdır.

Şu âyet-i kerimede Yahudilere yasaklanan şeylerden bir kısmı zikredilmektedir. "Biz, Yahudilere, tırnaklı her hayvanı haranı kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağlarının dışında iç yağlarım da hanım kıldık. Azgınlıklarından dolayı onları bu şekilde cezalandırdık. Şüphesi/, ki biz, doğru söyleyiniz."|22Sl

Ayet-i kerimede, Yahudilerin, işledikleri dört günahtan dolayı kendilerine daha önce helal kılınan şeylerin haram kılındığı beyan edilmiştir. İşledikleri bu günahlardan biri, zulmetmeleridir. Bu zulümlerinin mahiyeti ise bundan önceki yüz elli beş, yüz eli i altı ve yüz elli yedinci âyetlerde zikredilen, Allah'a verdikleri hadi bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, Peygamberleri haksız yere öldürmeleri, "Kalblerimiz kapalıdır." demeleri, inkarcılıkla bulunmaları. Meryem'e zina iftirasında bulunmaları ve "Biz, Meryemuğlu İsa Mesihi öldürdük." demeleridir. Bu günahlardan bir diğeri ise insanları Allah'ın yolundan çokça alıkoymalarıdır. Bundan maksat ise, Allah'a karşı bâtıl şeyler uydurup onun, Allah'tan olduğunu iddia etmeleri, Allah'ın kitabını değiştirmeleri, mânâlarını gerçeğinden saptımıalan, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâr etmeleri ve onun gerçek halini bilmeyen cahil insanlara açıklamamaları ve böylece insanları saptırmalarıdır.

Yahudilerin işlemiş oldukları günahlardan bir başkası da daha ünce izah edildiği gibi faiz almalarıdır.

Yine Yahudilerin işlemiş oldukları günahlardan biri de İnsanların mallarını haksız yere yemeleridir. Bundan maksat ise verecekleri hüküm karşılığında rüşvet almaları, kendileri herhangi bir şey yazarak "Bu Allah kalındandır." demek suretiyle para almaları ve benzeri murdar kazançlar sağlamalarıdır. İşte bu günahlar yüzünden Allah teala onları cezalandırmış ve onlar için helal kıldığı şeyleri haram kılmıştır,

Âyet-i kerimenin sonunda: "Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık." buyurulmaktadık. Burada ifade edilen "Onlar"dan maksat, Yahudiler. "Onlardan kâfir olanlar"dan maksat, Hz. Muhammed'in Peygamberliğini inkâr edenler ve "Can yakıcı azap"f:ın maksat ise cehennem azabıdır.

229  En'am suresi,6/146

 

 





Rububiyet Tevhidi -


Allah'in "Rabb" ismi celiline nisbettir. Rububiyet kelimesi lügat itibariyle, terbiye edici, yardimci, malik, islah eden, efendi, vali gibi anlamlara gelmektedir. Terim itibariyle de, Allah'in insanlari yarattigina, onlara rizik verdigine, diriltip öldürdügüne, Allah'in kaza, kaderine ve de zatinda vahdaniyetine, birligine iman etmektir. Bunun delillerinden bazilari ise su ayetlerde görüldügü gibidir:

"Hamd Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" Fatiha 1

"Yaratma ve emir O'nun degil midir?" A'Raf 54

"Yeryüzünde olan her seyi sizin için yaratti" Bakara 29

"Süphesiz ki Allah rizki verendir. Kuvvet sahibidir, Metin' dir" Zariyat 58

Ikram sahibi olan Allah'in Rububiyetinde süphe edecek cahillere sunu söyleyebiliriz; izan sahibi bir insan tesirsiz hiçbir seyin fiilin kendiliginden olusumunu ve de bir yaratiçi olmadan mahlukatin varligini da kabul etmez. Bir igne gördügümüzde nasil onu bir vücuda getiren oldugunu bir sanatkarin onu yaptigini anliyorsak, bu muazzam ve akillara durgunluk veren kainatin kendiliginden oldugunu asla düsünemeyiz. Bir yaratiçi olmadan böyle bir düzenin olmasi mümkün degildir.

Ayrica böylesi bir evreni yaratan, onu terbiye eden Varligin elbette kusursuz, yegane hüküm ve hikmet sahibi olmasi gerektir. Sayet O da mahluk olsaydi yaraticisina ihtiyaç duyardi ki bu acziyettir, aciz olanin da böylesi bir kainati yarattigi iddiasi kesinlikle tasdik edilesi bir gerçek degildir. Tüm noksanliklardan uzak olan Allah, süphesiz yüceler yücesidir. Allah'in Rububiyetinin delilleri saymakla bitmez,

"Onlar, yaratan olmaksizin mi yaratildilar yoksa yaratanlar kendileri midir?" Tur 35

Mekke müsrikleri bu tevhidi kabul etmislerdi. Yahudiler, Hristiyanlar ve benzeri diger kavimler de ayni tevhidi ikrar ediyorlardi. Bu tevhidi eskiden Dehriler ile çagimizda Ateistlerden baska hiç kimse inkar etmemistir. Bu Kur'an'da,

"Onlara(musriklere) gökleri ve yeri kim yaratti? diye sorarsan kesinlikle, Allah derler" Lokman 25

seklinde yer alir.

Müsrikler, Allah'in Rabb olusunu kabul ediyorlar ancak ibadette, medet ummada, sevgide, itaatte tapindiklari ilahlarini, Allah katinda onlarin birer sefaatçileri olduklarini iddia ederek ortak kosuyor, böyleçe onlari Allah'a denk tutuyorlardi. Her seyin yaraticisi olarak Allah'a inanmalarina ragmen müsrik olma sifatlari kendilerinden kalkmiyordu!

"Onlar, Allah'i birakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar, Bunlar, Allah katinda bizim sefaatçilerimizdir derler. De ki: Göklerde ve yerde, Allah'in bilmedigi bir seyi mi O'na haber veriyorsunuz? Allah, onlarin ortak kosmalarindan münezzeh ve yücedir" Yunus 18

Tevhid'in bu kismi insani Islam'a dahil etmedigi gibi kanini, malini ma'sum kilip onu cehennem azabindan da kurtarmaz. O ki insan, Tevhide bir bütün olarak sarilsin!..

 

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI YAYINLARI

İSLÂM MÜTEFEKKİRLERİ

GARP MÜTEFEKKİRLERİ ARASINDA MUKÂYESE

6. Baskı

Yazan Ord. Prof. İSMAİL HAKKI İZMİRLİ

Notlar ilavesi ile sâdeleştiren:

Süleyman Hoyri BOLAY (ilahiyat Fakültesi Felsefe Târihi Asistanı)

 

Müşavere ve Dînî Eserler inceleme Kurulunun 23.10.1950 gün ve 16783/364 Sayılı Karan gereğince basum uygun görülmüştür.

1. baskı 1952 yılında      3.000 adet

2. basla 1964 yılında       5.000 adet

3. baskı 1973 yılında      10.000 adet

4. baskı 1975 yılında      10.000 adet

5. baskı 1977 yılında      20.000 adet

6. baskı 1981  yılında     10.000 adet

Toplara  58.000 adet

Ayyıldız Matbaası A.Ş., Ankara — 1981

TAKDİM

Ord. Prof. ismail Hakkı İzmirli'nin' hacmi küçük, fakat muhtevası çok büyük ve geniş olan bu kitabı, aslında çok faydalı bir eserdir. Çünkü böyle bir mukayeseye, ülkemizin her zamankinden dalıa çok ihtiyacı var. Zira en as bir asırdan fazla bir zamandan beri kendi kültürümüze ve onun Ttaynaklarma sırt çevirmişiz; lıer şeyi Bati'-dan almışız ve orada aramışız, fuzûli bir gayretkeşlikle "Kraldan ziyade kralcı" olmuşuz. Bu hal bizde bir taklitçiliğin doğmasına sebep olduğu gibi, kendimize olan güvenin kaybolmasına, icat kabiliyetimizin ve yapma gücümüzün körelmesine de sebep olmuştur. Dolayısıyla yetişen bütün nesillerimiz üzerinde menfî tesirler bırakarak bir çoklarının körü körüne Batı hayranı ve köksüz olmaları neticesini doğurmuştur. Günümüzde dahî Batıdan gelen her şeye "Evet", bizden olan her şeye "Hayır" diyen bîr zihniyetin temsilcileri, küçümsenmeyecek kadar kalabalıktır. Bu hasta zihniyeti tedavi etmedikçe, memleket için ilerleme pek mumun olamaz. Bu tedavinin yolu da, Batının bizden evvel yapmağa başladığı gibi, kendi kültür kaynaklarımızı ortaya çıkarmak., nesillerimizi bilgisizlikten ve yanlış bilgilerden kurtarmaktır. Dolayısıyla onları şuursuz bir hayranlıktan ve aşağılık duygusundan da kurtarmış olacağız. O zaman hasta zihniyet de, ortam bulamıyacağı için, kendiliğinden çekilip gidecektir.

îşte, bizce bu küçük kitabın değeri buradadır. Senelerce önce yasar bu ihtiyacı duymuş ve küçük çapta bîr İhtiyacı karşılayacak durumda olan bu eseri hazırlamıştır. Fakat bununla yetinmeyip, nesillerimizi ilmen, fikren ve manen tatmin etmek, onların ruhen doyabilmek için başka yönlere kanalize edilmelerini önlemek gayesiyle, bu mukayeseleri, Hukuk iktisat, Sosyoloji, Psikoloji, Felsefe, Tasavvuf, Astronomi ve Matematik gibi çeşitli sahalarda, geniş bir şekilde yapmak zaruridir. Bu ise, bir veya bir kaç kişinin altından kalkacağı bi riş değildir. Bu takdirde îj daha ciddî ve derin olduğu gibi o nisbette de değerli olur. Bu bakımdan da İzmirli merhumun bu kitabı, daha sonra bu sahada çalışmak isteyenlere bir rehber olacaktır.

Kitabın sadeleştirilmesi oldukça güç oldu. Zira bir taraftan gençlerin bu günkü halini düşünmek, bir taraftan da ilmî ve felsefî ıstılahlara gelişi güzel ve rastgele karşılık koymamak gayreti, bu güçlüğü doğurdu. Bu sebeple bir kısım ıstılahların açıklamalı olarak karşılığını yazdık ve asıl ıstılahî da parantez içinde muhafaza etmek zaruretini hissettik. Bunun yanında kitapta temi geçen felsefe cereyanlarının açıklamalı bîr küçük sözlüğünü verdik ki okuyucuya kolaylık olsun. Ayrıca, kitapta ismi geçen batılı filozoflar ve ilim adamlarının doğum-ölüm tarihleri ile, buluşları, felsefî anlayışları lutkkında gayet kısa bilgi verdik; ta ki okuyucu karşılaştırması yapılan düşünürlere dair tamamlayıcı bilgiye sahip olsun ve memleketimizde yayılan cereyanları kısmen de olsa tanıtmak imkânına kavuşsun. Kitabın basma, bir de yazarın hal tercümesi ile eserlerinin listesini ekledik. Bu hususta da Celâleddin izmirlinin "1. Hakkı izmirli, Hayatı ve Eserleri" adındaki kitabından istifade ettik. Maalesef İzmirli hakkında ansiklopedilerde hiç bir bilgiye rastlamak mümkün olmadı.

Gayret bizden, yardım Allah'dan.

8. Hayri Bölay

İSMAİL HAKKI İZMİRLI'NİN HAYÂTI VE ESERLERİ

HAYATI:

Babası Yedek Yüzbaşı İzmirli Hasan Efendi, anası da Kandiye'-K Hâfize Hamm'dır. Kendisi 1285 (1869) yılında izmir'de dünyaya geidi. Okumağa çok hevesli olduğundan, dört yaşında okula başladı. İlkokul tahsilinden sonra lıâfızlığa çalışmış, kısa bir zaman sonra hıfzı tamamlamış tu-. Sonra rüsdlye tahsilini yapmış, bu ett-jıada Farsça da öğrenmiştir. Bu lirada medrese derslerine de devam etmiştir. Rüşdiyeyi bitirince bir müddet Farsça öğretmenliği yapmış ve daha sonra 1308'de istanbul'a gelmiş, Dârü'1-Muallimîn-i AHye (Yüksek Öğretmen Oknlu) ye imtihanla girerek talebe olma:; ve burudan ISlO'da birincilikle mezun lalmustur. Sonra Mercan idadisinde Din, Târih ve Ablak dersleri okutmuş, bir müdılct sonra da Mülkiyeye Fıkıh Usfllü hocası olmuştur. Enırollah Efendi'nln Maarif Nâzın olmasiyle Darülfünun Felsefe Profesörü (Müderrisi) olmuş, Hukuk Fakültesinde Fıkıh hocalığı da yapmıştır. Daha sonra Üniversite teşkilâtında Ord. Prof. olmuş, Edebiyat Fakültesinde islâm Felsefesi kürsüsünü kurmuş ve bu dersi derin vukufla lokntauştnr. Bu arada Edebiyat ve İlahiyat Fakültesi müdürlüklerinde (Dekanlık) bulunmuştur. 14 Ocak 1946 Perşembe fiünü Ankara'da sefat etti.

EŞEKLERİ:

1 — Maânl-i Kur'an  (Kur1 ân-ı Kerim tercümesidir)

2 — Yeni flm-i Kelam  (2 cilttir)

3 — Usûl-i Fıkıh Dersleri

4 — İlmi Hilaf (iki cilt)

5 — Din Dersleri

6 — Sîyerj Nebevlyye-i Celile

7 — Garb Mütefekkirleri île Şark Mütefekkirleri Arasında Bir Mukayese

8 — Fenni Menâhic (Metodolojidir)

9 — Şeyh Ebûbekîr Râzi

10 — Mufasavvife Sözleri mîî  (Şeyh Saffet (Yetkin)'e cevaptır)

11 — Gazilere Armağan

13 — Anglikan Kilisesine Cevap (Aagilkan Kilisesinin islâm'a dair dört suâline cevaptır)

IS — Bir Arap Filozofu EI-Kindî (Bn kitap Abbas Azzavt ta-raimdan Arapça'ya çevrilmiştir)

14 — islam Felsefesi Târihî

15 — Miyaru'I-ulûm

16 — Hıvân.ı Safa Felsefesi.

Bunların yanında Edebiyat ve İlahiyat fakülteleri    dergilerinde birçok ilmî makaleleri yayınlanmıştır.

ÖNSÖZ

İslâm, felsefesine dair şarkiyatçıların eserlerini incelediğim sırada, Ernest Renan'ım Averreos et Averroi-sme İbn-i Rüşd ve îbnrüşdcülük" adlı eseri ile Baron. Carra de VauKun* "îbn-i Sina ve Gaszâli" adlı eserini, îm kes Edebiyat Fakültesince tercüme olunan "islâm Ansiklope-disİ'nin, Draper'in, "ilim ve Din Kavgalarım" ve Boerin İslâmaa Felsefe" tercümelerini gözden geçirdim.

Bu eserde islâm Filozoflarının, Batı filozoflarından önce ortaya koydukları bir takım düşüncelerini gördüm. Daha sonra Lyon Üniversitesinde tahsil ettiği Felsefeyi inceleyen Mısır düşünürlerinden Muhammed Lütfi Cumâ'-nın "Tarih-ü Felâsifet'il^lslâm fi'l Maşrık ve?l Mağnp — Doğu ve Batıdaki islâm Filozofları Tarihi" adlı eserinde ve Hind düşünürlerinden Emir Ali'nm "Islâmtn Ruhu" tercümesinde gördüğüm mukayeseler'den çok duygulandım.

Felsefe öğretmem rahmetli İzzet' ile Doçent Orlıan Saadettin'in Almancadan tercüme ettikleri Kari Vorlatı-der'in "Felsefe tarihi"ni Paul Janet ile Gabriel SeaUes-nin "Felsefe Tarihinin* Metafisik kısmını tekrar tekrar süsdüm. Bu kaynaklarda daha başka düşünce ve nazariyelere rastladım. Gerçekte memleketimizde yasılan Felsefî eserlerde bu konular ihmal olunmamış, ancak toplaca yapılamadığı için sımrlı (mahdud) bir miktarda kalmıştır. Derin araştırmalarımda pek çok yüksek şahsiyetler meydana çıkmıştır, islâm düşünürlerinin aklın yol göstermesinden ve manttk kanunlarından başka ellerinde hiç bir araştırma vasıtaları yokken, yalnız (mücerred)

keskin zekâları-, derin sezişleri ve ince buluşları sayesinde birçok düşünce ve nazariyeleri. Batı düşünürlerinden önce haber veriyor; lıiç olmazsa bir temel atıyorlar veya onlara bir iz gösteriyorlar, onlarla ilmî bir temasda bulunuyorlar.

İslâm düşünürleri, medenî ilerlemelerin iki kanadı hükmünde olan düşünce ve irâde bağımsızlığı ile onların Batıda yaptıklarım daha evvel Doğuda yapıyorlar ve bugünkü felsefenin (ve İlmin) doğusunda büyük rol oynuyorlar. Nitekim- "İbn-î Sina Felsefesi"nin devamı (Zeyli) olan "Endülüs Felsefesi" aracılığı İle, fslâm Felsefesi (ve ilmi), Avrupa'ya girmiştir.

Renan'm açıkladığı gibi Tulaytula (Toledo) piskoposu Reymoııd'nun Avrupa'ya ilk idhal ettiği eser. ibn-i Sina eserlerinin tercümesi idi. ibn-i Sina'nın birçok eserleri Lâtinceye çevrildi. Birkaç sene sonra Farabî* ile El-kin-di"'nîn bazı eserleri- de tercüme olundu, ilk önce MihaU Scotte", ondan sonra Alman Hermann ile "Ibn-i Rüşd Felsefesi" Avrupa'ya geçti. Arapça metinler skolastik felsefesinde yer aldı. Tercümeler, Endülüs, özelliîde (toledo) İle Sicilya ve Napoli yollan ile devam ediyorduı "îbn-i Rüşd felsefesi" Paris ile Italya'daki (Padova Üniversitesinde) dört asır devam etti. De Boer, Gazzâlî'ye kadar devam eden îslâm Felsefesi mekteplerini (Ecoles) yazdıktan sonra İslâm Felsefesinin Endülüse geçtiğini ve oradan Avrupaya. girdiğini bildiriyor.

Bu İki şarkiyatçının tanıklığı ile İslâm Felsefesinin bugünkü felsefenin doğuşunda âmil (sebeb) olduğunda şüphe kalmıyor; diğer Şarkıyatcûar (Müsteşrik)'in eserlerinde de buna aykırı bir söz görülmüyor.

Yurdumuz gençlerinin karşılaştırma hususunda bir fikir edinmesi emeli ile konulara göre ayrı üç kısımda yani "A, B, C" harfleri başlığı altında ilimlerini yazıyorum. Karsüaştırma sadece bu isimlere mahsus değildir, incelenirse bu isimler artabilir.

İsmail Hakkı İzmirli

— A —

İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİ, ORTAÇAĞLARDA

AVRUPA DÜŞÜNÜRLERİNİN ÜST ADLARI

(HOCALARI) VE SELEFLERİDİR

1 _ xili. Yüzyılda Batı'da, EI-Kindî ve Fârâbî'nin eserleri, XIV. Yüzyılda İbn-i Sînâ ile İbn-i Rüşd'ün eserleri ve XV. Yüzyılda da İbn-i Rüşd'ün eserleri okunurdu.

2 — İngiliz filozofu Roger Bacon3 ile Alman filozofu Büyük Albert'in9 en çok faydalandıkları eser, Aristo'nun "Organon" adlı kitabı üzerine Fârâbî'nin yazdığı şerhdir.

3 — İBN J SiNA (980 - 1037) r

o) Batı'da "Küllî Kavgaları" parlamadan evvel, Do-ğu'da realistlerle kavramcılar (conceptualistes) arasında dâvayı hallediyor. Realistlere göre Küllî (Üniversel - Tümel), eşyadan hâriç olarak ayrıca mevcuttur. Eflâtun'cularm tuttukları yol (mezhep} budur. Kavramalara göre küilî, ancak dışta fert zımninde (gizli olarak) vardır. Aristo1" ve Fârâbî'nin tuttukları yol (mezhepleri) budur. Kavramcılık (concep-tualizme), gerçekçilik (realizme) ile isimcilik (nominalizme) arasındadır. Bunagöre küllî, itibarî bir haldir. Yalnız adı vardır, söz (lâfız) olarak mevcuttur.

İbn-i Sînâ küllî'yi; aklî, tabiî ve mantıkî kısımlarına ayırıyor:

Allah'ın ilminde metafizik yönden mevcut olan külü, aklî olan küliî'dir: (Ante Res). Maddelerde arazları (ilintileri) ile beraber, bilfiil var olan küllî, tabiî küliî'dir: (in rebus). Cüz'îlerden çıkarılıp yalnız insanın zihninde mevcut olan küllî, mantıkî küllidir: (Post res). Bu tahlil (analyse) XIII. Yüzyılda Batı'da büyük bir etki yapmıştır.

b) Sezgi (inîuition - Hads) ile, nazar (düşünce) ve akıl yürütme (Raisonnement - İstidlal) yollarını birleştirmiştir. Saint Augustin!1'de de nazarî akıl ile tasavvuf! vedc (coşkunluk) birbiri ile birleşmiş bir şekildedir.

Saint Augustin, fbn-i Sînâ gibi, kötülüğü (şerri), iyiliğin (hayrın) yokluğundan ibaret sayar.

c) islâm felsefesinin izi ilk defo, ingiliz Fransisken rahiplerinden Hales'li İskender'de görülüyor. Ibn-i Sînâ ile Gazzâlî'nin otoriteleri .sık sık zikrolunuyor.

o) Roger Bacon, Aristo ve onu yorumlayan (Sarih) İbn-i Sina'ya büyük değer veriyor.

d) Büyük Afbert ile HalĞs'Ii İskender'in ardından giden Jean de la Rochelle13 İbn-i Sînâ'nın sâdık talebesi (şakirdi) idi.

4 — GAZZALl (1058 , 1111}":

o)   Hales'li İskender üzerinde otoritesi vardır.

b) Din felsefesi temsilcisi Saint Thomas)rı Gazzâlî'ye güvenirdi. Bilhassa İslâm "Meşsaî"lerine karşı katolik îmânını savunurdu.

c) Saint Thomas, Cenâb-ı Hakk'ın "Cüz'îleri bilmesi" esasını kabul ederek, bu mes'eledeki filozofların menfî iddialarını reddederdi16.

ç) Saint Thomas'm ardından giden Raymond Martini5" filozofları, filozof ağzı ile yâni Gazzâlî'nin sözleri ile reddetmeyi daha uygun (efdâl) görürdü.

10

5 _ ÎBN-I KÜŞD (1126 . 1198)";

a)   Roger Bacon Ibn-i Rüşd'ün eserlerinden   istifade

etmişti.

b) Saint Thomas bir eserinde İbn-i Rüşd yolu ve felsefesi üzere yürümüştü. Bununla beraber sâdık talebelerinden (şakirt) değildi.

c) Saint Thomas İbn-i Rüşd aleyhine kalkışınca Paris Üniversitesinde ve Fransisken rahiplerinden birçokları İbn-i Rüşd'ü savunmaya koyuldular.

c) Fârâbî ve İbn-i Sîni'nm değiştirerek yeniledikleri (tâdil ettikleri) "Aristo Felsefesi"ni Büyük Albert ve Sainî Thomas öğrendikten sonra XIII. asır ortalarında Büyük Albert Ibn-i Rüşd'e, Saint Thomas da "İbn-i Rüşd Felsefe-si"ne muhalif oldular.

d) Abelard18, İbn-i Rüşd'den etkilenerek fikir hürriyeti hususunda harekeîegeçti.

e) Guillaume de Fren, "Filozoftur, vekarlıdır, akıllıdır; şu kadar ki, talebeleri, öğretisinin (talim-doktrin) yüzünü karartm ıslardı r." diyor.

f) Hollandalı Rizvik engizisyon üyelerine karşı, "Alem ezelîdir (öncesi yoktur), bu Mecnun'un, Musa'nın iddia ettiği gibi yaratılmış değildir. Cehennem yok, müstakbel hayat yoktur." sözünü sarfetmiştir.

6 — Kelârncılarm büyük çoğu n l uğ unca tutulan Nominalizm (İsimcilik) XI. asrın ikinci yarısında Rascelin ile ortaya çıktı. Bu zat, bu sistemi mantıkî bir şekilde düzene koydu. XIV. ve XV. asırlarda Oskham'lı WNiİam!fl bu sistemi tazeledi. Birçok mütefekkirler bunu kabul ettiler. William'ın doğrudan doğruya talebeleri arasında en mühimlerinden biri 1327 târihinde Paris Üniversitesi Rektörü olan dean Bundan20 idi.

11

— B —

İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİNDEN BİR GRUP İLE

YENİ CAĞ DÜŞÜNÜRLERİ ARASINDA

KARŞILAŞTIRMA

1— FİLOZOFLAR:

a) İnanmak (itikat); "cezm - kesin karar", "zan" ve "taklit" kısımlarına ayrılır. Alman filozofu Kant-1 da inanmayı; "cezm", "zan" ve "îman" (takiit) kısımlarına ayırıyor.

b) Peygamberler, irâde melekelerinin mükemmelliği sayesinde bedenlerinin dışında harekette bulunabilirler. Bugün beynelmilel Metapisişik (Ruh ötesi) enstitüsü tecrübelerinin esası bu nazariyedir.

c) Hakikî sebep (illet), ancak Allah'dır; hâdiselerin sebebi, "adî sebep - İllet-i rnuodde" (cause occasionelle)'-dir. Fransız filozofu Molebranche-2'İn iki prensibinden biri budur: Hakîkî sebep (illet) ancak Allah'dır. Tabiî sebeplerin hepsi onları yaratan Allah'ın şöyle böyle bir tesirine vesî-ledir. Hollanda filozofu Geulincx123 bu prensibi kabul eder. İslâm filozofları ile Fransız ve Hollanda filozofları esasta tamamiyle birleşmiş oluyorlar.

2 — KELAMCILAR:

a) Eski kelâmcrlar tabiî küllî'yi (tümel), zihnî bir ihbar (varsayım) saymakla, Aristo mantığını İnkâr etmişlerdi. Yeni felsefe, Aristo mantığı olan sûrî mantığı kaldırıyor. İngiliz

12

filozofu Hume2i ile Fransız filozofu Condillac25 tabiî küllî'yi zihinde ve hâriçte mevcut görmüyorlar.

b) Eski kelâmcılar Allah'a îman ile beraber maddî âlemi inkâr etmezler. Fransız filozofu (Gassendi-fi ile ingiliz filozofu Böyle" bu îtikadı güdüyorlar.

c) Kelâmcılar. bilfiil mevcut olan âlemi sonlu görürler. Fransız filozofu Renouvier2* sonlu adetleri âleme tatbik ederek, âlemi fiilen sonlu sayar.

c) Kellmcılara göre, göze zahirde görünen hadîse (araz - phenomene) bakî değildir; fânidir, geçicidir, o ancak Allah'ın yaratması ile bakîdir. Araz (bir şeye sonradan ânz olan gelip geçici şey) cevher (substance) ile ayakta durur; cevher ise, araz'sız bulunamaz. Yalnız Halik Teâlâ'nın yaratması ile bulunur. Bundan dolayı cevher İle araz'ın bileşimi ile meydana gelen bu âlem, Sân-i Teâlâ (yüce bir sanatkâr, yaratıcı) dan hâlî olamaz. Bu delil, yeni bir felsefe ortaya atar. Fransız filozofu Descartes2?'in "Devamlı yaratılış" (creation continue- birbiri ardınca yaratılma) nazariyesini haber veriyor.

d) Kelâmcılara göre bu âlem bediî (güze! olarak yara-tılmtş)tır. Fakat daha bediî bir âlem yaratmak mümkündür. Fransız filozofu Feelon30 bu nazariyeyi savunur.

e) Kefâmcıların Vacip Teâlâ (varlığı zarurî, yüce Varlık) nın varlığı hakkında ileri sürdükleri "Kemâl-İ aşk - en yüksek sevgi" delili Hollandalı filozof Huygens;" ve Hems-terhuis^'da görülüyor. Bu, klâsik kitaplarda duyum melekesi (ihsas melekesi) diye anılıyor.

f) "Kul kazanır. Tanrı yaratır" düsturu, Kant'ta vardır. Kant, "En yüksek İyilik: Hayr-ı âlâ" bahsinde, "Biz ancak hayra âşık oluruz, hayrı gerçekleştirmek Yaradan'a aittir." diyor.

13

g) Mâtüridîlere âlimlerin çoğunluğu nezdinde tabiî sebep ile sebep oian (müsebbip) arasındaki nisbet, zaruri (necessaire) değildir, mümkün (contingent)'dir; sabittir. Böylece Fransız filozofu ve "İmkân felsefesi - Philosophie de contingence" sahibi Boutroux-'yu ve talebesi Bergson'u:il Önceden haber veriyorlar. Klâsik kitaplarda, "Tabiat kanunları zarurî değil, mümkündür ve sabittir." prensibi (düsturu) vardır.

h} Eş'arîler; tabiî sebebi, illeti inkâr ederler; sebep ile sebep olan (müsebbip) arasında sabit bir nisbet kabul etmezler. GazzâJÎ bu hususu îzoh ediyor, ingiliz tecrübeciieri (Empiristes) de bu yolu tutuyorlar.

3 — MUTASAVVIFLAR:

a) İnsanlar arasında sevgi ve birleşme (itilâf), ezelde cevher olan ruhlar arasındaki âhenkten doğar. Bu düşünce, Alman filozofu Leibniz^'in "Ezelî âhengi"ni hatırlatıyor: Yaratan'm, birbiri ardınca devam eden yardımı ile, ruhla cevher arasındaki nisbet düzenlenmiştir. Ruh ile beden birlikte işleyen saatler gibidir ki, evvelce birbirine uygun yapılmıştır. Bunun talebesi WolffM ruhla beden arasında "Ezelî ahengi" kabul ediyor.

b) Leibniz'in düşünce esası çoklukta birliktir; şuur birlikteki çokluğun ifadesidir.

c) Eşyada Alfâh'ı görmek Malebronche'in ikinci prensibidir. Bütün bilgimiz Allah'dan gelir. Allah ruhların ma-fıallidir (yeridir). Eşyanın hakikatini bilmek, eşyayı Allah'da görmek, ilâhî düşünceler nuru ile eşyayı temaşa etmek (vecd ve hayranlık içinde âlemi seyretmek) tir.

c} Descartes, "Manevî aşk bütün hislerin en ulvîsi, en yücesidir" diyor.

14

d) İtalyan düşünürü Giordano37, kendisini Allah'da ve Allah'ı kendisinde bilmeyi en yüce (ulvî) bir hizmet (felsefe) sayıyor.

e) Hollandalı filozof Spinoza3"; saadeti Allah'ı anmakta görüyor.

f) ingiliz filozofu Shaftersbuıy nazarında yegâne hakîkî iyilik, Allah'ın bir timsâli (sembolü) olan "güzellik -hüsn"i hasbi (menfaat ve karşılık gözetmeden) sevmekten ibarettir.

g) Mutasavvıflarca yaygın olan "Kenz-i mahfî - Gizli hazîne"* kutsî hadîsi** Alman filozofu Schelling'în*0 şu sözlerini hatırlatıyor: "Nüfusun çokluğu, Mutlak'ın yâni kâinatı tanzim eden aslî bir prensibin (mebde'), kendinden ve kendi iradelerinden birbiri ardınca şuur alarak gelişmesinden İleri gelir".

4 — FIKIH USÛLÜ ALlMLERİ (Hukuk    Metodojisi ile vğ-

raşanlar):

a) Bir şeyi hâli üzre bırakmak demek olan "İstishab" delîli, İngiliz filozofu Baln^'in, "Şu mahalde bugün var olan şey, her gün var olacak" sözü ile tatbikatını bulmuştur.

b) Hükümlere ait illet (gizli ve derindeki sebepl'lerden' olan "Deveran - Dönüş, dolaşma" ile "Sebr - Tortu"! İngiliz filozofları Bacon12 ve Stuart Mili43, hâdiselerin illetlerini tâyin hususunda tatbi kediyorlar. Deveran illeti Bacon'm ortaya koyduğu "Variations concomitantes -Birlikte değişiklik" metodu, Sebr illeti de S, Mill'in ortaya koyduğu "Residu-Hâdiseyi tortuya, bakiyye irca etmek" meîodu'dur.

(*)  "Ben bir gizli hazîne idim. Bilinmekli&inü diledim de halla {eş.

ya ve insanları) yarattım."

(*') Hz. Peygamber (a.s.l'ın ağzından ifade edilen Allah sözü yâni söylenişi Peyframberlnıiz'e, mânası Allah'a ait olan hadisler.

15

— C — FERT FERT KARŞILAŞTIRMA

1 — HORASANLI DAHHAK (öl. 105 H.):

İlk defa Batlamyus nazariyesini reddediyor: "Gök cisim değildir, belki yıldızların döndüğü yerdir ^yörünge}" diyor. Böylece Copernic44'in müjdecisi oluyor.

2 — HÎSAM E. EL-HAKEM (199):

Cevheri, arazların bir yere gelip toplanması sayıyor, bu yüzden "Arâziyye - Hâdisecilik"* (phenomenisme) sistemini ortaya koyuyor, ingiliz filozoftan Berkley**, Hume, HuxleyM ve Stuarî Mili hep bu sistemi yürütürler.

8 — NAZZAM BELHl;

a) Hâdisecilik sisteminde Hişâm B. el-Hokem iie beraberdir.

b) Âlem hareketten ibarettir. Alemde hareketten başka hiçbir araz yoktur.

Bugünkü nazariyelere göre, tabiî hâdiseler en sonunda harekete dönüşüyor; yeni fizikte bütün tabiî kuvvetler, yegâne bîr kuvvetin, maddenin görülmeyen cüz'ülerine (en küçük parçalarına) ait hareket halleridir.

Alman düşünürü Feuerbach" indinde tabiatta devamlı hareket ve tekâmül (kemâle erme, gelişme) vardır; sükûn görünüştedir.

(*) Sâdece görüoügleri kabul eden felsefe cereyanı. 16

c) Cisimler iki zamanda bakî kalmaz. Bu düşünce ile Fransız filozofu Cuvier^'nin, "Hayat daimî bir kasırgadır, yâni eski madde yerine hissolunmaksızm yeni maddeler ortaya çıkar" nazariyesi arasında münâsebet görülüyor.

ç) Cisimler fiilen cüzlerden meydana gelmiştir, fakat o çüz'ler, sonsuzdur. Yeni keşfolunan elektron ve ışın veren radyoaktivite, Nazzim'ı te'yid eder (doğrular).

d) Yaraşık ve uygun olması itibariyle daha mükemmel, daha hissî bir âlem mümkün değildir. Malebranche, Leibniz ve Shafterbury de Nazzâm gibi uz görüşlüdür.

4 _ MUHAMMED   B.   MUSA  EL-HABEZMΠ     (Öl.  232/846 civan):

Bağdat'ta, Şemmasiye mevkiinde ve Suriye'de Kassi-yon dağında, yâni Sâlihiye'de ilk defa rasathane (gözleme evi) kurdu. Endülüs'te İşbiliyye (SevilleJ'le 1190 senesinde rasathane yapıldı. Avrupa'da ilk rasathane Almanya'da Nörenberg'de kuruldu.

5 — EL-KlNDÎ (801 - 813}:

a) Biz birvarlığı tam bir bilgi ile bildiğimiz vakit, o varlık bizim için diğer varlıkların yankılanmış (aksetmiş) olacağı bir ayna olur. Bu görüş, Leibniz'in "Her monad, kâinatın kendisi gibi güzelce tanzim olunan bir aynasıdır" görüşüne ne kadar benziyor.

b) Gökteki yıldızların boyutlarını tâyin hususunda bif âlet îcad ediyor.

6 — MUSA OGULLAKI  (MUHAMAIED     (H. 259/875), AH-MED VE HASAN);

a) Güneşin ve diğer yıldızların hareketlerini tâyin (ve tesbit) ediyor.

17

b) Sincar sahrasında meridyen dâiresini (Nısfunnehar dâiresi), yâni arz çevresinin 24.000 mil uzunluğunda olduğunu isbat eylemişler, daha çok emin olmak hususunda Küfe civarında bir tecrübe daha yapmışlardır, ilk defa Fransız düşünürü Maupertius^ 1736 senesinde yer küresi ölçümünü idare etmişti.

7 — EBÜ MUSA    CABİRİ TÜSΠ (H. 360/876):

Modern kimyanın hakîkî babasıdır. Açtığı devir Priest-leyso ve tavoisier'in51 açtıkları devir kadar önemlidir. Adı, kimya ilmi târihinde ölümsüzdür. Asidi (hâmiz keşfeden Câbir-i Tûsi'dir. Bacon bundan hayranlıkla bahseder. Câbir-i Tûsî, yeni kimyanın kurucularından Böyle ve Bable'ye haberci oluyor.

8 — EBÛ BEKR RÂZİ (884 - 926 yakiaşık olarak):

a)    İlk defa tabiat felsefesi mektebini kuruyor.

b) Gözlem (observation) ve deney (experience) metodu ile hareket eder. Batıda XV. asır tabiat felsefesi, A1-manyada Paracelsus16, kalyada Bruno ile başlar. Çağdaş tabiat iimi metodu İtalyan düşünürü Leonardo53, Polonyalı düşünür Copernic, Alman düşünürü Kepler61 ve daha sonra İtalyan âlimi Galilee60 ile kuruluyor. Böylece XVII. asırda gözlem ve deney metodu hâkim oluyor.

Fransız düşünürü Gassendi, İngiliz kimyacısı Böyle, Hollandalı fizikçi Huygens, İngiliz düşünürü Newtonse, tabiat ilmi esaslarının gelişmesine (inkişafına) çok hizmet etmişlerdir. Fransız düşünürü Euler57 hâlis tecrübe metodu yürüten tabiat âlimidir. İngiliz filozofu Hobbes56 tabiat ilmini tatbike koyulur.

c) Boşlukta çekim (câzibe)'i isbat etmekle Newton'un habercisi oluyor.

18

ç)   Işığın kırılmasını keşfeden Ebû Bekir Râzî'atr.

d)   Kaytan (fitil) yakısını îcad etmiştir.

e) Galsama {boğaz deliği) yi ve sesin hâsrl olmasına âlet olan sinirleri keşfetmiştir.

f) Çiçek ve kızamık hakkında ilk tıbbî tetkiklerde bulunmuştur.

g) Kimyada daha bâzı keşifler vardır. İslâm felsefesinde kimya ile simya ayrı ayrı bilim dallarıdır. Kimya Madenî cevherlerin özelliklerini izâle edip ona yeni ve başka özellikler kazandırma metodlarından bahseden bilim dalıdır; Simya ise; Algılanamayan hayalî misâlleri meydana getiren gizli bir bilgi dalıdır. Simyayı kimyanın kaynağı gibi göstermek büyük bir gaflettir.

9 — EBÛ NASR FÂRABl (870-339/950):

a) İnsanlar arasında kavganın ve üstün gelmenin hâkim olduğunu beyan etmekle Hobbes'e (mücadeleci cemiyet nazariyesi)'ni haber veriyor.

b) Ayrı bir görüş olmak üzere insanların arzulan ile sosyal (içtimaî) birlik hâsıl olduğunu bildirmekle, Rousseauss'dan evvel "içtimaî" mukavele" (contrat soçial) nazariyesini ortaya koyuyor.

c) "Sezgiye dayanan bilgi" (Connaissançe intuitive) nazariyesi Alman düşünürü Nicolausso ve Schelling'de, Fransız Filozofu Ravaisson6' ve Bergson'da Alman düşünürü Steiner^'de görülüyor.

ç) Küçük Alem" (Âlem-i Suğra - Mİcrocosmos) ve "Büyük Alem" (Âlem-i Kubrâ - Mocrocosmos) nazariyesinin izleri Nicolaus, Paracelsus, Leibniz'de ve Spencer^'de görülmektedir.

19

Nicolaus: "İnsan, kâinatın aynası, küçük âlemdir." diyor. "Yalnız insan âlem vasıtası İle;âlem de yalnız insan (Küçük Âlem) vasıtasıyla bilinir." diyor. Leibniz, "Monad" (Vahit - Tek bir unsurjm kendisinde yankılanan ilemi îzah ettiğini bildiriyor. Spencer'e gelince, bu nazariyeyi sosyoloji (içtimaiyat) nin esasları arasına katıyor: "Hekimlerin sözlerini bilmek hususunda âlem büyük İnsandır, ilh..." sözlerini sarfediyor.

d) Başlı başına ve akiî bir ahlâk ortaay atmakla Kant'ın selef (kendinden Önce bir şeyi yapan) i oluyor.

e) Tabiî eserler ve fiillerde zaruret görmüyor, yalnız imkân görüyor. Bu düşünce ile "İmkân Fe1sefesi"nin temelini atıyor.

10 — EBÜ'L-HASAN:

İlk defa teleskopu îcad ediyor. Teleskopu, uçlarında mercekler (adeseler) kullanılan bir boru olarak tarif ediyor. Batı'da teleskop ilk defa Hollanda'da keşfolunmuş; Kepler, Galilee ve Toriçellİ" taraflarından ıslah edilip geliştirilmiştir. Sonraları Meraga ve Kahire rasathanelerinde kullanılmıştır. Teleskop bir seri yeni keşiflere sebep olmuştur.

11 — EBUL HASAN EL-AMlRl:

Felsefesini psikolojiye dayandırmakla İskoçya'nm ilk filozofu Reid^'ın ve onun ardından giden Dugald ve Stevvart'm selefi oluyor.

12 — EBU'L-VEFA BUZCAN1  (940 - 998):

Üçgenler üzerinde ciddî olarak çalışan ilk âlimdir. a)    Tanjant (Mümas) ile Kotanjent   (Tamâm-t mümas),

1 1 Sekant A = ———— (Kaatı) ile Kosekant A — —————— coş A                                             sinüs A

20

(Tamâm-ı Katı') düsturunu bulmuş ve tanjantlar ile kotan-jantlara ait cetvelleri hesap etmiştir. Batı'da XV. asırda Alman düşünürü Johann Müller™ tanjantlar (mümaslar) nazariyesini yeniden ortaya koymuştur.

b) Batlamius'un ay nazariyesindeki noksanı görerek eski gözlemleri (rasatları) yeniden araştırmıştır. Altı asır sonra Tycho, Brahe67, bu ciheti kuvvetlendiriyor. Daha sonra Uluğ Bey^'in Zîç'leri (Gök haritaları ve cetvelleri) diye meşhur olan kozmografya cetvelleri Semerkant'ta yapılmış, Avrupa'da bu cetveller XVI. yüzyıl sonlarına doğru Tyche Brahe cetvelleri yapılıncaya kadar birbuçuk asır kullanılmıştır.

I8— lBN'-İ YUNUS EL-MÜNECClM  (399/1009):

Saat rakkasını îcad ediyor ve rakkasın hareketi ile zamanı ölçüyor. Böylece Hollandalı Huygens'e selef oluyor.

14 — İHVANİ SAFA :

Elliden fazla risale yazan Ebû Süleyman Bustî (H. 360 yılları, 11. asır) nin şu gibi düşünceleri vardır:

a) Duyular doğrudan doğruya idrâk ettiği algılamalarda hatâ etmez, yalnız vasıta ile idrâk ettiği algılamalarda hatâ eder. Ebû Süleyman bu düşüncesi ile Kant'ın selefi oluyor.

b) Fârâbî'ye uyarak "insan küçük âlem, âiem büyük insandır." nazariyesini yürütüyor.

c) İbrahim Nazzâm (777-845,yaklaşık olarak) dan, "Bu âlemden daha güzel yarattlmış (Ebda'J bir âlem olamaz." düstûrunu tutuyor.

ç) İlk defa ilim âleminde Tekâmül naazrîyesi (Evoluti-nisme - Evrimcilik) ni ilmî bir üslûp ile beyan ediyor1.

(")    Bu nazariye hakkında ilerde bilgi verilecektir.

21

16 — EBU SÜLEYMAN SlCtZl (SİClSTANÎ)  (H. 390 civan) :

Dîn ile felsefe sahasını ayırıyor; kendi tâbiri ile din "Nazil olan vahiy", felsefe "Zail olan görüş" ile bilinir. Yâni din Allah'ın vahyi (Revelation) ile; felsefe değerini kaybeden görüş (Re'y) ile bilinir. Fransız felsefecisi Fonsgrive"'-1, Auguste Comte:0'un Pozitivizm sistemini yazdığı sıralarda dinile metafiziğin ayrı ayrı sahaları bulunduğunu Fransız âlimi Claude BernardT1'm sözü ile te'yid ediyor.

16 — EBU'L-FETH NÛŞENCANl:

Pesimist (Karamsal görüştü) tir. Ahlâksız insanları görmekle insanlıktan nefret etmişti. Âlerne "Aldatıcı bir yıldız, süslenmiş bir put, dost kılığına bürünmüş bir düşman" gözüyle bakardı. Batı'da yavuz görüşlü olan Fransız düşünürü Voltaire^'in, Alman düşünürü Harîmann73'ın selefi oluyordu.

b) "İnson âlemin özüdür. İnsanı bilen âlemin geçmişini (sülâtesini)bilir." demekle Fârâbî ile aynt görüşe sahip oluyordu.

17 — EBÛ HAYVAN ET-TEVHlDΠ (Öl. 380-400 H. civan):

"Huy. yaratılış,tartıstna ve örgüsüne tabi'dir." nazariyesi, bugün Batı âleminde yaşıyor.

18 — EBÛ ALI MlSKEVEYH (932(?) - 870) T

a) "Basitten mürekkebe geçildikçe güçlükler hâsıl olur" düşüncesini, Auguste Comte ilimleri sınıflamak hususunda tatbik ediyor.

b) Allah'ın Cûd (Cömert ve ihsan sahibi olma), kudret ve hikmet sıfatlarını ayrıca açıklıyor. Leibniz, bu üç sıfatı "Ahlâkî sıfat" olarak gösteriyor.

22

c) Fârâbî ve İhvân-ı Sofâ'yo uyarak, "İnsan küçük küçük âlem, âlem büyük insandır" nazariyesini tutuyor.

ç) İnsan İçin en yüksek örnek (nümûne-i imtisal) buluyor. Alman düşünürü Schopenhauer'4, "Hayat hikmeti" (Sagesse de la vie) adlı eserinde yalnız fert için bir yüksek örnek vasfı gösteriyor.

d) Ölümden korkmamanın çareleri hakkındaki düşünceleri Fransız düşünürü Guyau"5'nun, "Geleceğin îmânı" adlı eserinde yer buluyor.

e) İhvân-ı Safâ'dan sonra ikinci olarak evrim (Tekâmül - evolution) nazariyesini îzoh ediyor.

19 — İBNİ SiNA (980 -1037); Mantık cephesi:

a) İbn-i Sînâ, bilgi nazariyesinin başında ihsas (duyular) a ve tecrübeye bir hisse ayırıyor. Bu düşünce, Leibniz ve Kant'îa görülüyor.

b) İhsas ve tecrübenin kesinlik (yakın - certain) ifade etmesini, "Cüz'iler (particuliers) ve duyulabilen eşyada (sensibles) da gördüğümüz küllî (üniversel) düzenlilik (ittırat) olmasaydı, bu gördüklerimiz bu kadar kuvvetli olmazdı" şeklinde gizli bir "şartlı kıyas" (syltogisme conditionel) a bağlamıştır.

Tecrübe ve tümevarım (istikra - induction) m küllî ve yakînî (kesinlik içinde) olması.bu yoldaki gizli bir kıyasa bağlıdır. İskoçya "eclectismez, uylaştırma mektebi "ince istikra' (tümevarım)" tabiat kanunları sabit ve intizamlı, ahenklidir, (muttarit) gibi zihnî bir prensibe, yâni kıyâsın aradan çekilmiş büyüğüne (mojeur - kübrâ) dayanıyor.

c) Sofizm (safsatacılık) ve septisizm (şüphecilik) sistemlerini son asırların zihniyetine tamamiyle uygun bir görüşle tenkid ediyor.

23

ç) Nazarî ilimleri "yüksek ilimler, orta ilimler ve aşağı ilîmler"e ayırıyor. Bu taksimde maddenin derece derece kaldırılmasını hedef ediniyor. Yüksek ilimler: Madde iie alâkası olmayan (Metafizik - Fizik ötesi); Orta ilimler: Bâ-zan maddeye, bâzan da madde Ötesine taallûk eden Matematik ilimler (Riyaziyat); Aşağı ilimler: Maddeye has olan Tabiat ilimleri etrafında toplanıyor. İbn-i Sina'nın Matematik ilimlerle (Riyâziyân), Metafizik (Mâbâ'de't-Tabiâ) ilmi arasında yakınlık göstermesi Garp âleminde XVII. ve XVIII. asırlarda sezilmeye başladı.

d) İbn-i Sina bu yüzden boyut (bûud) un sonlu (müte-nâhi) olması hususunda Aristo'cu filozoflarla kelâmcılar arasında hâkim olan delili (burhanı) tatbik etmiştir. Bu ise, sonsuzun (namütenahinin) nisbetçe çok farklı olması (tefa-züli) esasına dayandığından, sonsuzun değerini sabit tutmuyordu. Matematik âlimleri uzun müddet sonsuz kavramına değer vermediler. Nihayet Leibniz sonsuz'un değerine dayanan sonsuz küçük'ü isbat etmekle tbn-i Sînâ'yı tesdik etmiş oldu.

e) İbn-i Sînâ, bugün "Sûrî Mantık'da îamamiyle değerini muhafaza eden şartlı kıyas'ı ortaya koymuştur.

f) Önermelerin (kaziyyeler - propositions) madde ve cihetlerini (modelites - modlar) açıklayan müveccehleri (modales) "mutlak, mümkün ve zaruri" olmak üzere üçe ayırıyor. Kant do aynı şekilde "assertoripue, problematique ve apodictique" kısımlarına ayırıyor.

g) ibn-î Sînâ, önermelerde konunun (subjet) niceliğini <quantite - kemmiyet açıkladığı gibi, yüklem (predicat -mahmul) in niceliğini açıklayanlara "dünharif", yâni "tabiî vaziyetten sapan önermeler" adını vermiştir.

Hamilton76 "yüklem'in kemiyetleşmesi" (quantification du predicaî) prensibi ile İbn-i Sînâ'nın ardından gitmiştir.

24

Tabiiyât cephesi:

a)   Tabiî İlimlerde, gözleme dayanan tecrübeyi uygulamak: Tabiat ilimlerini hem gözlem, hem   akıl sahasında yürüterek, (Deduction - İstintaç) ile müşahedeye dayanan tecrübe arasmı buldu, boşluğu   doldurdu;   bu düşünceye apriori (tecrübeye dayanmadan, tecrübeden önce akıl yürütmek) suretiyle ulaştı. O, ortaçağlarda hâkim olon "sonuç çıkarma" (İstintaç) ile faraziyenin, yeni cağlarda hâkim olan gözlem ve deneyin   ahenkli olduğunu    gördü.    Bu ahenk mes'elesi, yeni filozofları düşündürüyordu.   Akıl kanunları ile tabiat kanunları arasındaki ahenk meselesini   izah için ortaya atılan tecrübeciler (empiristes) Leibniz   ve Kant'm nazariyelerini bize hatırlatıyorlar.

b) Hareketi, bugünkü "zinde kuvvetler" nazariyesini andıran bir görüş ile tarif ediyor ki, dinamizm prensibine uygundur.

c) XVII. asırda keşfi haber verilen su ve hava basıncı olayını, yedi asır önce İbn-i Sînâ "Necat" adlı kitabında haber veriyor. Hava basıncı konularını İtalyan fizikçisi Tori-celli'den evvel ortaya koymuştur. Fransız düşünürü Mariotte ise 1679'da hava basıncı kanununu tâyin etmiştir.

ç) İbn-i Sînâ yeni filozofları meşgul eden, bilhassa iki ingiliz filozofu Hamilton ve S. Mili tarafından münakaşa edilen asiî ve talî kaliteler (keyfiyetler) meselelerinde, kalitelerin sübjektif (enfüsî) oiması üzerinde durmuştur.

d) Zelzelede merkezî sıcaklığın (Magma - Nâr-i Merkezî) esas âmil (sebep) olduğunu ilk defa ilim âlemine bildirmiştir.

Rühiyot (psikoloji) cephesi: Tecrübi psikoloji:

a)    ifan-i   Sînâ,   hareket   sistemini   bugünkü   infial [passion - edilgi) nazariyesine göre îzah eder.

25

b) Görünüşteki (zahirî) duyulora, mukavemeti ve adali duyumları da ilâve ediyor; bugünkü psikoloji bu ilâveyi te'yid ediyor.

c) Aklın ilk mertebesi önce "heyulânî akıl"dır ve bu mutlak bir kabiliyettir (istidat), mutlak bir imkân mertebe-sidir. Bu mertebe, düpedüz, perdahlı bir levha halindedir. Bu düşünce Locke"'un (Table rase - Boş !evha)'sını andırır.

ç) İrade unsurları; cüz'î tasavvur, şevk, azim, sinirleri gevşetmek yâni bilfiil hareketten ibarettir. Klâsik kitaplarda fazla olarak bir de tereddüt vardır.

d) İbn-i Sînâ'mn nazarî ve pratik (amelî) aklı Kant'ta görülüyor. Kont en yüksek mefhum (kavram) olan "Allah" ile "Ruh"a pratik akıl ile ulaşıyor; înb-i Sînâ ise nazarî aklın en yüksek derecesi olan kutsal (Sainteîe) mertebesi ile ulaşıyor.

e) Duyulardan gelen, hayâl gücünden gelen tasavvurları ve tecrübeden hâsıl olan tasavvurları Descartes'm "Doğuştan gelen tasavvurlar" (Idees IneeJ'ını, "zihnin îcat ettiği yapma tasavvurlar" (Idees Factices) mı ve "Kazanılmış tasavvurlar (Idees Adventives) ını andınyor.

Aklî (ratione!) psikoloji;

a) İlk önce ruhu, ruhiyat tecrübesi ile isbat ediyor. Descartes bu delili alıyor. Eski filozoflar ruhu mantıkla isbat ederlerdi.

b) Ruhu isbat için getirdiği birlik (Vahdet - Ünite), aynilik (Identite) delilleri bugün spritüaiistler (felsefî ruh-çular) tarafından maddecilere (material işteş) karşı silâh olarak kullanılıyor.

26

c)    Psikolojide dinamizme dayanan "paralelizm" sızıntısı vardır. Metafizik:

a) İbn-i Sînâ'ya göre varlık tasavvuru bedîhî (apaçık -evidente) olup klâsik kitaplarda da bu böyledir.

b) "Düşünüyorum o halde varım" düstûrunu önceden haber veriyor.

Fourianie, Vaiios ve Guilaume d'Auvergne'in açıkladıkları gibi Descartes, İbn-i Sina'nın düşüncelerine benzeyen düşüncelerini İbn-i Sina'dan almıştır. Descartes, düşüncesini İbn-î Sînâ'dan almamış olsa bile, İbn-i Sînâ daha önce onun gibi düşünmüştür.

c) Limmî, yâni etkenden etkilenene (müessirden esere) geçerek Saint Anselme"* delilini beyan etmekle Descartes ve Leibniz'in habercisi, HegelîS'inde selefi oluyor.

C) İlk illet (Cause Premie) olan Allah ile tabiî kuvvetlerin bağımsız olduğunu beyan ediyor. Leibniz tabiat İlmini an'anevî bir din ile büyük ölçüde barıştırıyor.

d)    "İnsan büyük âlemdir" nazariyesini yürütüyor.

e) Hayır ve şer (iyilik ve kötülk) nazariyesinde uz görüşlüdür. Kötülüğü. "Noksan, elem ve günah" diye kısımlara ayırıyor. Leibniz de kötülüğü; metafizik, cismânî (elem) ve mânevi (günah) diye kısımlara ayırıyor.

f)    Ezeiî inayet (Allah'ın ezelî lütfü, iyiliği - Miserİcorde prâetablie), Leibniz'in "ezelî âhenk"ini andırıyor. Şu halde İbn-İ Sînâ'nm;

Mantık yönü              :8

Tabiiyat yönü            :5

Tecrübî psikoloji yönü   :6

Aklı psikoloji yönü      :3

Metafizik yönü           :7

Toplam                   :29 noktada Batı düşünür-

lerine Önceliği var.

27

20 — IBNÜ'L-HEYSEM (965-1051):

a) Hak, "Yalnız his ve yalnız akıl yolu ile elde edilemez, belki madde ve unsurla İlgili hisler sureti {görünüşü) ile, akla dayanan düşünceler" yolundan giderek elde edilir. Kant da, "İlimlerin maddelerini tedârik eden deney, ona şekil veren akildir" derdi.

b) i bn ü'l-Heysem, ilk önce şüpheye düştü. Hiçbir yolu tutamadı. Bu hususta Descartes'e selef oldu.

c) Ahlâkî sıfatlan, Miskeveyh gibi, üçe ayırdı ve Leibniz'den çok evvel onları açıklamış oldu.

ç) İlk defa göz İşınlarının gözden ya yılmayarak, dı-şardangeldiğini ve dışa temas etmediğini ortaya koydu.

d) Göz sisteminin görme merkezi olduğunu ve onun üzerinde meydana gelen İzlenimlerin görme sinirleri ile beyne intikal ettiğini isbat etti.

e) Havanın yoğunluğunun (kesafetinin) ışığın kırılması ile doğru orantılı olduğunu ve hava yoğunluğunun yükseklik ile değiştiğini de keşfetti.

f) Harekete geçiren kuvvetlerin esaslarını (prensiplerini) eşeledi.

g) Çekim (cazibe) esasını araştırarak çekimi bir kuvvet olarak isbat etmekle Newton'a selef oldu.

ğ) Cisimlerin düşmesi kanunlarını keşfetmekle Gâli-lee'nin de selefi oldu.

h)    Üçüncü olarak tekâmül nazariyesini belirtti.

31 — EBÛ SAID EBÜ'L-HAYR (967 .1049 / H. 440):

İlk defa kıyâsa ve birinci şekle itiraz etmekle, yeni mantık kurucuları olan Bacon ve Descartes'in selefi oluyor.

28

22 — EBÛ HAMİD MUHAMMED GAZZALİ (1088 -1111):

a) "Şüphe Hakk'a iletir" düstûru ile İbnü'l-Heysem gibi Descartes'in selefi oluyor.

\

b)   Felsefeyi tetkik ederek aklın bütün doktrin (Metâ-

np) ve problemleri (Mesaili), kuşatma hususunda bağımsız olmadığını ve bütün müşküllerden perdeyi kaldıramadığını ortaya koyuyor. Bu düşünce Kant'ta görülüyor.

c) Zaman ve mekânı, hissî idrâkin veya muhayyilenin alışılmış şartı buluyor; bu bakımdan zaman ve mekânın, haricî mefhumu kalmıyor. Kant da bu yolu tutuyor. Locke, Hume, S. Mili zaman ve mekânın haricî mefhumunu kabul etmiyorlar.

d) Sevgi (muhabbet) nazariyesini egoizm (bencillik) esasına dayandırıyor. Hobbes, Bentham80 ve Stuart MÜI ile Schopenhauer egoizmi yürütüyorlar.

c)    Delîlin yokluğundan delâlet ettiği  mânânın, neticesinin yokluğu gerektiğini inkâr etmesi, bugün klâsik kitap-, îarda uygulanmaktadır.

f) Mümkünler arasında tâyin (belirleme) ve tahsis prensibini koyuyor. Leibniz de mümkünler arasında tâyini zaruri görmekle, "yeter sebep prensibi"ni yürütüyor.

g)    İmanla ilmi ayırmakla Hamilton'un selefi oluyor.

ğ) Akla ve tabiata güvenmeyip vahye güvenmekle Paskal'ın da selefi oluyor.

h! Fârâbî gibi. Batı düşünürlerine sezgiye dayanan bilgiyi haber veriyor.

ı) Husûsî bir pragmatizm kurmak hususunda mantık ve aklı kullanıyor. Nitekim İsiâm Ansiklopedisi'nin "El Gozzâlî maddesinde aynen şöyle yazılmıştır: "Pour ötablire un

29

systeme pragrnotique particuliere - Özel bir pragmatik sistem kurmak için..."

Bugünkü pragmatizmin temelini atıyor. Amerikan düşünürü Wiiliam James'e*1 bîr yol açıyor.

i) Ihvân-ı Safa (Safa Kardeşleri)'ne uyarak, "Bu âlemden daha güzel (bedîî) yaratılmış bir âlem mümkün değildir" nazariyesini ileri sürüyor.

İ) illiyet ve sebeplik prensibini inkâr ediyor. Âdet olduğu üzere sebep görülen şey ile müsebbip (sebep olan) şey arasında yalnız yakınlık görüyor.

2.1 — ÖMER HAYYAM (D. 429/1038-440/1048 - Öl. 517/112S -

529;'11S6):

a) Pozitivisttir. "Âlemin başı ve sonu akıl ile idrâk olunamaz" der.

b) Yavuz görüşlüdür. Mâarrî gibi Schopenhauer'in selefidir.

c) İlk defa Yunan Medenî Kanununu lüzumlu görmüştür.

ç) Abdurrahman el-Hâzinî İle kendisinin kontrolü altında icra edilen gökyüzü rasatları takviminin ıslâhına sebep olmuştur.

Bu ıslah Gregor'dan 600 sene Öncedir.

24 — 1BNİ  BACCE (1082 - 1138):

Endülüs'te ilk Meşşâî (Aristo felsefesini devam ettiren) filozoftur .Ömer Hayyâm yolunda fıkhı atmış. Medenî Ka-nünü tutmuştur.

30

25 _ EBUL-BEREKAT DAGDÂDİ   (1076-1152):

a) Nazarî ilimleri; zihnî, hissî ve küllî kısımlarına ayırıyor. "İlimlerin ilmi" adını verdiği mantık ve matematiği "hâlis", astronomi (hey'et) yi "gayr-i hâlis" olan zihnî, tabiî ilimleri hissi, prensip ilimlerini (İlahiyat, Metafizik gibi) 'Külü" ilimler sırasına koyuyor. Auguste-Comte, astronomiyi, tabiî ilimleri matematik ilimler arasına; Bain, mantığı matematiğin üstüne koyuyor. Spencer de ilimleri üçe ayırıyor: Fonsgrive astronomiyi karışık "hâlis-olınayan İlimler" arasında zikrediyor.

b) İlahiyatın isbatlan eşittir (aynıdır.) İlahiyatta görüşler uyuşamaz. A. Comte felseefsini bu esas üzerine bina etmiştir.

c) Matematik ilimler mutlak kesin (yakîn), tabiî ilimler nisbî (relâtif) kesin, ilahiyat ise tabiî ilimlerden ziyade nisbî kesinlik ifade eder. Bugünkü metodoloji (usûl ilmi) kanunları da böyledir.

ç) ilk defa boyut (bûud) un sonsuz olduğunu bildiriyor. Almanya'da Nicolaus, italya'da Bruno, Fransa'da Pascal bunu ortaya koymakla yeni felsefe, bu nazariyeyi yürütmüş oluyor.

26 — TALEBESİ HARZEMLİ TÜKK FİLOZOFU MAHMUD:

Üstadının ilmini şarkta yayıyor. Ebû'l-Berekit müstakil bir filozoftur. Aristo ve İbn-i Sînâ'nm karşılarına çıkmıştır.

27 — ENDÜLÜS FİLOZOFU lBN-1 TUFETL (î _ 1183):

İlk defa Batlamyos nazariyesini kaldırıp yerine yeni nazariyeyi koymak İstedi. Gök cisimlerinin hareketleri için yeni nizam koydu. Dahilî ve haricî dâirelerde hatâya düşmeksizin yıldızların hareketlerini tesbit etti (tahakkuk ettirdi). Böylece Nicolaus, Copernicve Keplerin selefi oldu.

31

28 — TALEBESİ PETRUCCİ

Üstadının nazariyelerini yürüttü.

29 — ŞEBÂBUTDDİN SÜHREVERDl (1158 . 11S1):

a) İşrâki felsefesi üstadıdır. Aristo mantığının muhtelif bölümlerinde yanlışlıklar buldu; böylece yeni felsefeyi ortaya koyan Bacon ve Descartes'in selefi oldu.

b)   Uz görüşlü olmakla adı gecen yeni  filozofların da

selefidir.

c)    Rasyonalistleri şiddetle reddeder. 

 

3O ~ İBN-1 RÜŞD (1126 . 1198):

a) Sürekli yaratma nazariyesinde Descaıtes'in selefle-rindendir.

b) Beşerin "Akıllar birliği" nazariyesi ile Leibniz'in Monadlar birliği (Mono-psychisme) yâni daha fazla bölüne-meyen ve maddî olmayan "Monatlar birliği" nazariyesinde benzerlik var.

c) "Nüfus birliği" nazariyesi ile insanlığın ebedî hayâtını bildiriyor. A. Comte, "En yüksek varlık, insanlığın en büyük varlığıdır" diyerek insanlık dînini ortaya koyuyor. Bugünkü "gaye - sebep" delilini tzah ediyor.

ç) İslâm Dîni'ni üstün görmekle beraber semavî dinler hakkında pek ziyâde müsamaha gösteriyor. Elden geldiği kadar yeni fikirlerin temeli olan bir kardeşlik tavsiye ediyor.

d) Hareketsiz hiçbir şey vâki' olmaz düşüncesi Dugualt Stewart'ın düşüncesine benziyor.

e) Filozoflar arasında kadınlara fazla sellhiyet veriyor. Erkekler gibi harpte bulunabileceklerini söylüyor; böylece feminist* oluyor.

(*) Notlar kısmına bak. 32

31 _ EBÛL-KASIM B. HALEF B. ABBAS:

Endülüs tabiplerinden Ebû'l-K&sım B. Halef B. Abbas'ın mesane (idrar torbası) deki taşı çıkarmak hususunda cerrahî ameliyatı, cağımızın en ileri gelen operatörlerinin yaptıkları ameliyatın aynı idi.

S2 — FAHRl RAzî (1149 -1210);

a) Rûh'u isbat hususunda üçüncü delil ile, yâni bedenin dâima değişip "ben"in değişmediği tarzında getirdiği delil ile felsefî ruhçular maddecileri reddederler.

b) Atomda hayat ve aklı kabul eder. Bu mütalâa, "Bugünkü eşya uyuşuk bir faaliyet sahibi olan atomlardan teşekkül etmiştir", "Fizik kuvvetler, görülmeyen parçalarının hareketleri ile îzah olunur" nazariyesinin izidir.

c) ibn-i Sînâ gibi Hamilton ile Stewart münakaşalarından bahsediyor.

ç)    Cismânî dirilişi (haşr'ı) isbat hususunda   getirdiği delil, Kant'ın, ruhun bekası hususunda getridiği fazilet delilinin aynıdır.

d) "Bilgi, apaçıklık veya delile dayanan kararlı bir îtikaddır" yolundaki tarifi, Spinoza'nm "Hak, bir mânânın konusuna uygun olmak gerekir" tarzındaki tarifine temas ediyor.

3» — MUHYİDDİN ARABÎ (1165-638/1340):

a) Eşyanın hakikatini bilmek mümkün değildir, yalnız maddesinden ayrılmayan vasıfları bilmek mümkündür.

Kant'ın tenkidci mezhebi bundan başka bir şey değildir.

(*)   Notlar Kısımına bak.

b) Kakîkatlor ya maddî veya mânevi olur. Maddî ilimler his ve akıl; manevî ilimler kesil ve ilham yolları ile idrâk olunur. His ve akıl yolu ile İdrâk olunan maddî hakikatlara "Tabiat nurları" denir. Tabiat nurları dış âlemin dış yüzünden istidlal ile hâsıl olan hakikatlerdir. Dış âlemin içyüzü keşif ve ilham ile hâsıl oian ilâhî bilgilerdir. Tabiat nurları Descartes'da, Locke'da, Leibniz'de, Bell'de görülüyor. Descartes her insanda müşterek aklın tabii nuru açık ve seçik fikirlerle, "Perception dair st distincte" ile bilinir; Bell ve Bayie, tamamiyle Descartes'in açık ve seçik bilgi ve aklın "Tabiî nur" ölçülerinden hareket eder. Locke, "Aklımızın tabiî nuru vasıtasiyle ahlâk bilgisine erişebiliriz" diyor. Nihayet Leibniz, "Aklın ezelî nuru bize fazilet öğretebilir" yolunda fikir Üeri sürüyor.

ç) Spinoza, (Nature naturante - Yaratıcı tabiat, Nature naturee - Yaratılmış tabiat) "Tabiat-ı tâbia ve tabiat-ı matbua, yâni Allah ile âiem, zat ve müessir (etken) olması itibariyle fail.zâhir ve edilgen (müteessir) olması bakımından da mümkün tabiatlardır" düstûrunu Muhyiddin-i Arabi'den almıştır. Alman düşünürü Jakobi^, "Kat'İ olarak isbat iddiasında bulunan herhangi bir felsefe Spinoza felsefesi olmalıdır" görüşünü ileri sürüyor.

ç) (Tabiat ne artar ne eksilir) nazariyesi, Alman düşünürü Helmholtz'-'da, Huygens'de yer buluyor. Helmholtz, "Enerjinin sakımı" kanununu bildiriyor. Huygens ise hareket miktarının, enerji toplamının dâiimî olduğuna inanıyor.

d) Canlı, cansız maddelerde hâkim olan kanunların, "hiçbir şeyin hakikati mahvolmaz"; bu düstur ile çağdaş kirnyâ kurucusu Lavosier'nin "Hiçbir şey yokluktan yaratılmaz ve hiçbir şey mahvolmaz" prensibi, mahiyet itibariyle birdir. "Doğum, ölüm.esasen sırf bir isimden ibarettir; ne

34

tamomiyle mahvolmak, ne yeniden hâsıl olmak vardır." düşüncesini ortaya atan Leibniz'e bir iz gösteriyor.

e) "Cansızlar, canlıdır" nezariyesi İle Alman Paracelsus'un, İtalyan Bruno'nun, Campanella^'nm ve Alman düşünürü Fechner^'in selefi oluyür.

f) "Âlem. araz toplamıdır, Allah'ın tecellisi dâimidir." nazariyesi ile, kelâmcılar ve İbn-i Rüşd gibi sürekli yaratılış nazariyesini bildiriyor.

g) "Olgun insan (İnsân-ı kâmil), ilâhi ve kozmik âlemi kendinde toplar" düşüncesi, Schelling'de görülüyor, Schelling; "İki zıt bir yüksek prensipten çıkar" diyor.

h) "İnsanın cismânî ve manevî mahiyeti Allah'ın hüviyetidir" düşüncesi Augusto Comte'da, "insaniyet mabudu-insanlık tanrısı" şelkinde görülüyor.

34 — Efdaluddin Huncî (641 - ). Husrevi Şâhî (672) ve İbn-i Vâsıl-ı Hamevî (697) son zamanlarda şüpheye düştüklerinden Boyle'ın selefi oluyorlar.

35 — NASİR-İ TÜSİ (1201-1274):

a)    Yavuz görüşlü olmakla Hartmann'ın selefidir.

b) Çocuk terbiyesinden uzun uzadıya bahsetmekle terbiye meselesiyle uzun uzadıya meşgul olan Locke'un habercisi oluyor.

c)   Tekâmül sistemini îzah ediyor.

ç}    Batlarnyus nazariyesini tenkid etmekle Copernic'in habercisi oluyor.

36 — CELALEDDlN.l RUMİ (1206 - 1274);

a) "Hayat rüyadır" görüşünü Schopenhaur'den evvel haberverlyor.Pau! Janet'nin beyan ettiği üzere Scho-penhauer, "Varlık dısarda gerçekleşen irâdeden başka bir

35

şey değildir" diyor. Tecrübe ile bu âlemin fena bir rüya olduğuna inanıyor.

b) İlk defa, Fars dili ile, manzum olarak, tekâmül sisteminden ve hayat kavgalarından bahsediyor.

c) Bir mısraında, "O, sensin, varlığın! kendinde ara" demekle, Alman düşünürü Steiner ile temasta bulunuyor.

ç) Yine bir beytinde, "Elektrik atomlarından yapılan kâinat tertibi" Nevvton'un cazibesinden ziyâde bugünkü o-tom ve elektron nazariyesini bildiriyor.

37 _ BURHANÜDDlN-İ      NESEFİ      veya      NECMÜDDÎN-ÖMERÜ'N-NEFESÎ (682/1384);

"Nesefî akâidi"nin baş tarafında, "Şu gördüğümüz şeylerin hakîkatlan vardir; onlar da ilimle sabit olur" nazariyesi İle bugünkü "tabiî hakîkatçılık" sistemini İskoçya filozoflarından önce haber veriyor.

38 — MUHAMMED KAZVİNΠ (683/1284):

Tekâmül sisteminden bahsediyor.

39 —

a) Cenâb-ı Hakk'ı bukünkü gaye - sebep delili ile is-bat ediyor. Bu hususta İbn-i Rüşd ile birleşiyor.

b) "Allah en yüksek örnek ve idealdir (mesel-l a'lâdır). Varlığın ve mükemmelliğin kaynağıdır, her varlıktan ziyâde mükemmelliğe (kemâle) lâyıktır, daha çok müstehaktır." yolundaki İzahı, "İlk Kıyas" delîli ile Descartes'in kemâl (mükemmellik) delîli arasında benzerlik görülüyor.

c) Zihnî varlıktan dış varlığa geçiş hususunun safsata olduğuna dikkati çekmekle Kant'ın habercisi oluyor.

36

40 — KEMALEDDÎN  DEMİRİ   (808):

Hayvanlar târihini Fransız düşünürü Buffon'un "Hayvanların târihi"nden yedi asır önce yazmıştır.

41 — ÎBN-İ HALDUN   (1332 -1406/808) î

(Târihü'l-Felâsİfetİ'l-İslâm fi'l-Meşrık ve'1-Mağrib - Doğuda ve Batıda İslâm Fizolofları Târihi) adlı eserde M. Lütfi Cum'a, İbn-i Haldun'un İtalyan Machiavel50, İngiliz Gibbon", Alman Haeckel3S'in üstadı olduğunu şüpheye yer kalmayacak şekilde gösteriyor.

a) İçtimaî Felsefe (Sosyolojik Felsefe) nin kurucusudur. Avrupalılar henüz uykuda iken içtimaî, siyâsî, siyâsî, İktisat, sosyal iktisat gibi ilim dalları ile Târih Felsefesi ve "Genel Kanun" hakkında yeni bahisler yazmıştır.

b) Sosyal varlıkların çıkış noktaları hakkındaki görüşleri hukuk ilminin târihî ve tatbîkî metoduna uygundur. İngiltere, Fransa ve Avusturya'da bu tarzdaki haller ve vok'alar aynı şekilde açıklanıyor.

c) Sosyal nizâmın genel kanunlarından bahsederek sosyolojiyi (içtimaiyat ilmini) açıklığa kavuşturuyor. Sosyolojide bütün sosyal olaylar kanunlara bağlıdr.Montes-quieu83 bu posîüla (mevzua) yi ortaya sürmekle sosyolojiyi kurmuş sayılabilir.

ç) Târihin başlı başına bir ilini olduğunu ortaya koyuyor. Gayesini "içtimaî hayâtı öğrenmek" şeklinde görüyor. Bu düşüncesi ile Montesquieu, Rousseau ve Condorceî'nrn, daha sonra Auguste Comte İle BurkheimTO'm selefleri oluyor.

d) Bir nevi' ilmî ve siyâsî ilimler arasında umum devletlerden bahsederek devletlerin istikrar ve düşüş (sukut) sebeplerini ortaya koyuyor. İngiliz tarihçisi Gibbon, Roma

37

Devletinin çöküşü sebeplerini ararken aynı hat üzere yürütmüştür.

e) Siyâsî ve içtimaî iktisat ilimleri konusunda zikrettiği prensiplerin Kari Mark'ın "Sermaye - Das Kapitaİ"irtde tohumlan vardır.

f) Mimlerin bölümlerini ve metodlarım öğretmek hususunda, medeniyet ile münâsebetleri ve ilmin târihleri hakkındaki düşünce pedagojik mahiyettedir. Son zamanlarda bu hususta fikir ileri sürenlerin en büyükleri Wiliiam James ile Spencer ve Frobei ilh...'dir.

g) Çevrenin insanların rengi ve huyu üzerindeki etkisinden, yâni çevreye intibak kanunlarından bahsederek Aarnarck ve Darwin sistemlerini haber veriyor.

h) Kâinatın monist (Vahdetçi, tek bir varlığa, tek bir prensibe bağlamak) îzah şeklîni kabûi etmekle, "Sosyal olaylarda tabiatta görülen kanunlar tatbik edilir, insanlar hayvan zümresini idare eden genel kanuna tabi'dir." nazariyesi ile, monizm sisteminde Haeckel'in üstadı oluyor.

ı) Devletlerin medeniyetleri, ümranları (kalkınmış ve ilerlemiş olmaları) hususundaki görüşleri "Askerî hendese -Geometri" ile yakından ilgiiidir.

i) Şiddetli sıcak, soğuk ve mutedil derecelerin, insan yaratılışı ve organlarında tesirli olduğunu açıklar, bu yüzden İngiliz tarihçisi Buckle'ın selefi olur.

j) "Ümran ve medeniyetin medenî ve dînî ilerlemeleri ancak mûtedii iklimlerde mümkün olur." Bu mütalâa aynıyla Montesquieu'da görülür.

k} Sosyal kanunları târihî vak'alardan almış ve hükümetlere birtakım tavsiyelerde bulunmuş olmakla, Machia-vel, "Hükümdar" adlı eserinde Roma tarihindeki hâdiseleri

38

araştırırken üstadının yolunda yürümüş ve hükümetlere aynı tavsiyelerde bulunmuştur.

1} Aynı zamanda bir Mâliki kadısı (Hâkimi) olan ibn-i Haldun, ilk defa cemâat için dîni zarurî görmekte beraber, devlet ve memleket kurmak için dînin ve peygamber'in zarurî olmadığına kanâat getiriyor. Bu sebeple bir çeşit lâik hükümeti caiz görüyor.

43 - SİMAVNALI BEDRÜDDİN  (821/1430):

Bedeni.ruh suretlerinin birikip kesafet peyda etmesi şeklinde görüyor. Madde ruha dönüşüyor. Böylece Leibniz, Ravaisson ve A. Fouillee ife temasta bulunuyor.

43 - HIZIR BEY  (1407 . 863/1459):

"Kasîde-i Nûnîye - Nûnlu Kasîde"sinin başında, "Hakk'-ın hakîkaîı akla sığmaz" diyerek Spencer ile Littre'nin "Bilinemez" (Inconnaissable - Lâyu'kal)'ini haber veriyor.

44 - HACI BAYRAM VELi  (833/1429):

Bir şiirinde Celâleddîn-i Rûmî gibi, "Silmek istersen seni Can içinde ara canı"

demekle, "Ben" sözünün, insanın hakîkatından ibaret olduğunu bildiriyor. Alman düşünürü Steiner de "Ben" sözünü, insan nefsinin zarfı olarak gösteriyor.

45 - KINALIZADE ALÎ EFENDİ (979/1575):

a) "En zahir olan eşya, kendi zatî hakikatidir. Herkes kendi nefsinin varlığından vasıtasız haberdar olur. En açık şey kendi zatî hakikatidir. Bu husus delile muhtaç olmayan bir bedahet (evîdente) tir." sözlerini söylüyor. Bu sözlerle

39

Descartes'in "Düşünüyorum, Öyleyse varım" düstûrunu başka bir üslûpta beyan ediyor. "Her şeyden şüphe olunur. yalnız düşünceden şüphe olunmaz. Düşünce de ruha delâlet eder." (Descartes).

b) Filozofun tutumu ve akıl yürütmesi; saf aklın sırf önermelerini araştırmaya mahsustur. Yâni hâkimin gidişi, feylesofun istidlali, sırf akıl önermelerini araştırmaya mahsustur. Bu söz Kant'm "Saf Aklın Tenkidi" eserine yol açıyor. Kant'tan evvel saf aklı araştırmanın önemini bildiriyor.

c) Çocuk terbiyesine önem veriyor. Terbiyeyi muhtelif safhalara ayırıyor. Çevrenin terbiyesini de gözönüne atıyor. Bu babda Nasîr-ı Tûsî ile beraber yürüyor.

ç) "Ezelî inayet, âlemin nizamını te'yit eder." sözü ile İbn-i Sînâ'ya uyuyor. Leibniz ile Wolff'un "Ezelî âhenk"ini andırıyor,

d)    İradenin unsurlarını İbn-i Sînâ gibi tahlil ediyor.

e)   Tekâmül sistemini bildiriyor.

46 - KATİP ÇELEBi (1067/1656):

"Her çokluğa    birlik    yönünden    başlaya"    sözü  ile Spencer'in felsefe tarifine temas ediyor.

47 - ERZURUMLU iBRAHiM HAKKI EFENDİ (1186/1768):

a)    Darwin nazariyesini îzah eder.

b}   "Küçük ve büyük âlem" sistemini yürütür.

48 - KELİMİ HEMEDÂNl:

Ömer Hayyâm gibi pozitivisttir.

TEKÂMÜL SİSTEMİ (Evolutionnisme)

Değişme (transformisme) sistemi ilk önce Fransız düşünürü Buffon ile başlamış, diğer bir Fransız düşünürü Lamarck ardından gitmiştir. (Değişme) sisteminin asıl kurucusu Lamarck'tır Bu sistem canlı olan tür (espece)'lerin sabit olmayıp evvelki türlerden hâsı! olabileceğini ileri süren bir sistemdir. Değişme sistemi, Darwin tarafından genişletilmiştir. Darvvin" ile tahavvül (değişme) sistemi terakki ve gelişme kaydetmekle tekâmül sistemine kalbolunmuştur. Bu yüzden tekâmül sistemi, Darvvin sistemi sayılmıştır. Darwin, Allah'a inanıyordu. Allah'ın, bir nev'i, diğer bir nevi'den yarattığına inanıyordu. Bundan dolayı Darvvin sistemi, birtakım İslâm düşünürleri tarafından yürütülmüştür, Darwinizm, eskiden beri El-ezire (Mezopotamya)'nın dînî hurafelerinde tohum olarak vardı. Darwinizmi ilk defa ortaya atan, müslüman düşünürlerdir. Nitekim Amerikalı âlim Draper, "İlim ve Din Kavgaları" adlı eserinde, bunu apaçık bir dille beyan ediyor: "Bâzı yüksek ve derin düşünceler vardsr ki, Avrupa ve Amerikalıların tabiatlarına doğmuş zannolunurken İslâm eserlerinde görülerek hayrete düşülüyor. İşte tekâmül sistemi bu cümledendir. Canlı mahlûkların tedricî bir surette meydana geldikleri asrımız keşiflerinden sanılırken, bunların İslâm dershanelerinde okunduğu görülüyor. Hattâ müslümanlar bu sistemi uzvî (organik) olmayanlara bile şâmil kılıyorlar."

41

Mühim olan bu dâvada,. İslâm düşünürlerinin eserleri ile Draper'i tasdik edeceğiz.

l - EL-CAHİZ (776 . 869/255):

İlk evvel "EI-Hayevân" risalesinde bu hususta bâzı gözlemler zikrediyor. Fakat sistemin metod ve kaidelerinden bahsetmiyor.

3 - ÎHVAN-I SAFA:

Risalelerinin birçok yerlerinde sistemden bahsediliyor. Sistemi organik cisimlere hasretmiyor. Belki madenî cisimlere de şâmil kılıyor. Tabiî Seçkinleşme (Seiection na-turelle) tâbirine karşılık, Rabbânî inayet ve Üâhî hikmet (Providence) tâbirini kullanıyor. İnsan mertebesine yakın olan mertebede, türlü türlü hayvanlar gösteriyor, cismânî teşekkül itibariyle maymun, nefsî ahlâkı itibariyle at, zekâsı itibariyle fiî, papağan, bülbül ve güvercin, san'aîı itibariyle bal ansı insana yakın oluyor. Su, hava, ateş ve toprak ara-smda da bir tertip gözetiyor: Unsurların cüz'îlerinden hâsıl olan madenîerden başlayarak, sırasıyla bitkiyi ve hayvanı geçerek insan mertebesine kadar mertebeler silsilesi koyuyor. Her bir mertebenin son mertebesi üstünde bulunan ilk mertebesi birbirine bağlıdır. İnsanın ilk mertebesi hayvan ile bağlantısı olan insandır. Bu insanın en aşağı mertebesi şekilce insan, fiili itibariyle hayvandır. Nitekim yalnız duyu-labilenler, cismânî haberleri tanıyan ancak bedenin salâh bulmasını arayan ilh... insanlar surette insan, fiilde hayvandır. İnsanm son mertebesi, melekler1 mertebesine erişenlerdir ki, ilim ve irfan ile hayat bulmuş, kalb gözleri açıl-rnış, ruhanî varlıkları, aklî varlıkları kaib gözleriyle görmüş olanlardır ki, nefislerinin cevherleri pak olmakla, ruhlar âlemini müşahede ederler, ihvan-ı Safa kendilerinin son mertebeye erdiklerini beyan ediyorlar.

42

3 _ EBÜ ALİ MİSKEVEYH  (421/970):

Et-Tahâre, Tehzibü'l-Ahlâk, EI-Fevzü'l-Asgar'da, tekâmül sistemini şöyle îzah ediyor: Cisimler arasında birleşme ve ayrılmalar, varlıkların mertebeleri vardır. Hayvan mertebelerinin en son mertebesi insanı andıran ve insanlara benzeyen hayvanlardır. İnsan ufkunun İlk mertebesi, hayvan ufkunun son mertebesi ile bağlantı kurmakla, hayvan ufkunun sonu maymun ve maymuna benzeyen hayvan olur. Hayvan ufkundan sonra ufak bir artma ile akıl, temyiz (ayırma) ve konuşma özelliklerini kabul eden insan gelir. Bunlar ilk mertebede olan kuzey ve güneyde medeniyet dışındaki insanlardır, Maymundan az farklı olan zenciler de bu cümledendir. Miskeveyh'in îzâhı bugünkü nazariyeye daha uygundur. İnsanm son mertebesi hakkında İhvân-ı Safa ile mutabakat vardır.

4 - İBNÜ'L-HEYSEM (430/1051):

Draper'in beyânına göre, tekâmül sistemini şöyle îzah ediyor: İnsan maddî âleminden başlayarak birtakım mertebeleri geçiyor; sırasıyla öküz oluyor, eşek oluyor, at oluyor, maymun oluyor, maymun mertebesini geçirip insan mertebesine varıyor. Mevlânâ Emir Âli'nin "Rûhu'l-İslârn" tercümesinde İhvân-ı Safa tarzında birtakım İzahları vardır: İnsan mertebesinde kalmayıp üstünde sırf ruhanî olan mevcutlar, yâni meiekier, hepsinin üstünde de iiâhiyet (İlâhlık) vardrr.

5 - NASİRU TÜSI:

İlk defa Fars dili ile yazdığı "Ahlâk-ı Nasîrî" de Miskeveyh'e uyuyor. Sudanlıları hayvana bitişik in-san gösteriyor.

6 - CELÂLEDDİN-l RÛMİ:

İlk defa Mesnevî'sinde, Fars diii ile manzum olarak şöyle îzah ediyor; meali şu yoldadır:

43

"Ben cansız iken öldüm, uyur oldum, uyur iken yine öldüm, hayvan oldum. Hayvan iken de ölüdm, âdem oldum. İnsan iken ölür, melekreden olurum."

Diğer bir nazmının meali şöyledir:

"Adem oğiu, önce cansızlar âlemine geldi .oradan kalkıp nebat âlemine geçti, burada da yıllarca kaldı, cansızlar âlemini ve o âlemdeki kavgaları anladı. Nebat âleminden hayvan âlemine düştü, bu âlemde nebat halini hatırlamadı. Yüce Yaratan onu hayvanlar âleminden insanlar âlemine çekti. Böylece bir âlemden diğer bir âleme dolaşa dalaşa şimdi akıllı ve âlim oldu."

Mevlânâ Ce!âleddin-i Rûmî'nin andığı kavgalar, Darwin'in "Hayat Mücâdelesi" (Concourrence VltalJ'ine ne kadar benziyor! Şu kadar ki, Şeyh Celâleddin-i Rûmî'nin kavgaları, Darvvin'in hayat mücâdelesinden daha şümullüdür. Mevlânâ Miskeveyh'in sözünden fazla bir şey söylemiyor. Yalnız "ufkunu" âleme" doğru döndürüyor.

7 — MUHAMMED KAZVÎNl

"Acâibü'l-Mahlûkât" adlı eserde İhvân-ı Safa ve Mis-keveyh'e uyarak tekâmül sistemini izah ediyor.

8 — İBN_I HALDUN:

"Kitlbü'i-lber ve Divânü'i-Mübtedâ' ve el-Haber" mu-kadidmesinde tekâmül sistemini bildiriyor. Fazla bir şey yazmıyor.

9 — KINALIZÂDE ALİ EFENDİ :

En evvel Türkçe olarak Ahlâk-ı Alâî'sinde tekâmül sisteminden bahsediyor; insan ufkuna en yakın olan maymun, at, fü ve papağan (tutî)'ı gösteriyor. Bu hususta İhvân-ı Sa-

44

fâ'ya uyuyor, insan ile hayvan arasına maymun (Nesnâs)'ı ve vaşak'ı koyuyor.

10— ABDÜ'L-KADlR-l BlDlL (1133/1715):

Türkistan Türklerinin edib ve mutasavvıflarından olup, dîvânında tekâmül sistemini îzah ediyor. Şu beyti ile maymunu tasrih ediyor:

"Hiç şeklî bî heyula kâbıl-i suret neşüd

Âdem-i hem piş ez an âdem şeved pûzîne bûd." Yâni: "Hiçbir şekil maddesiz suret kabul etmez. Ademî, âdem olmadan evvel maymun idi." Şu kadar ki, bu beyit doğrudan doğruya Bidil'in midir, yoksa eskiden beri söylenip geldiği halde"Bidif tarafından iktibas mı edilmiştir? Her nasıl olursa olsun insanoğlu ile maymun arasındaki bağ şart düşünürleri arasında yaygındır.

11 — ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI EFENDİ:

"Mârifetnâme" adlı ansiklopedik eserinde tekâmül sistemi için ayrı bir botum açıyor. İhvân-ı Safa ile Miskeveyh'in "Birleşme- İttisal", "Mertebeler" ve "tekâmül" nazariyesi hakkındaki sözlerini hülâsa ediyor: İnsana en yakın olan hayvanı maymun olarak gösteriyor. Maymunun kılından ve kuyruğundan başka bütün organlarının içi ve dışı insana benzediğini düşünerek böyle hükmediyor. İnsan insan-ı kâmil mertebesine oradan külli akıl* mertebesine eriyor. Sonunda Celâiüddin-i Rûmî'nin, "Ben cansız iken öldüm, uyur oldum" mısraı ife başlayan kıt'asmı ilâve ediyor.

('*) "insan ruhu rubûbî halinde hâdiseleri tanır ve ilk muharriktir {ilk hareket ettiren), bu da Allah'ın kendisidir." Aristo'nun bu görüşünü islâm mesşâîîeri (peripatĞticiens) kabul etmezler. "Küllî aklı", Allah'ın ilk muharriki sayarlar; mutasavvıflara göre "Levh-i Mahfuz" ve Kalem-i â'ladır. . Î.H.I.

45

TENKİT

Tekâmül sistemi son zamanlarda itibardan düşmüş, kifayetsizliği ortaya çıkmıştır. Bu hususta iki deli! getiriliyor:

1 — insanın yüz açıklığı, dik acı şeklindedir. Şekil itibariyle insana yakın olan maymunun yüz açıklığı İse asla dik açiya ulaşamamıştır.

2 — İnsan, arkasını elleri ile kaşır, maymun hiçbir vakit elleri ile yâni ön ayakları ile kaşıyamaz, yalnız arkasını siler.

İLAVELER

1 — Ebû Abdullah el-Harezmî, Ferganalı Ahmet b. Kesîr ve Ebû'l-Veîâ'nın Zîç (Gök haritası) düsturları Avrupa'da D'Alembert ve Laplaçe gibi büyük matematikçi ve astronomların dimağlarında yer bulmuştur.

2 — Ferganalı Ahmet b. Kesîr'in "Kitâbü'l-Harekâti's-Semâviyye" (Göksel hareketlerin kitabı) adlı eseri, D'Aîem-bert tarafından derin hürmetle karşılanıyor.

İslâm astronomlarının eskilerinden olan Mâşâallâh'm Usturlap"* ile gök küresi (Kürre-İ Müşebbeke)33, gökteki yıldızların mahiyetleri ve hareketleri hakkında yazdığı eserleri bugün ilim ehli takdir ediyor.

4 — Meşhur matematikçilerden EI-Kûhî'nin yazın değişmesi ile sonbaharda günlerin mutedil oluşuna dair keşifleri vardır.

ü — Avrupa'da Endülüs'te 1190 senesinde yapılan Seville (İşbiliyye) rasathanesi, büyük matematikçi [riyaziyeci) Câbirb. Efyoh'ın nezareti altında inşa olunmuştur.

6—Müsteşrik Humbold, müslümanlan tabiat ilimlerinin hakîkî mucitleri olarak yâdeder. Çünkü müslümanlar eskilerin kaba saba bilgilerinden müsbet ilimleri çıkarmışlardır.

47

7 — Müslümanlar kimyagerliği icat ve kimyada potas, süblime, sülfürik asit gibi birtakım kimyevî maddeleri keşfetmişlerdir.

8 — Müslümanlar mûsikîyi   bir fen   seviyesine  çıkar--mışlardır. Bu hususta birçok eserler yazılmış,   makamlara göre sınıflama yapılmış ve yeni mûsikî âletleri îcad olunmuştur.

9 — Kadınlar erkekiergibi ilim hayâtına atılırlardı, kendilerine mahsus medreseleri vardı. Bu medreselerin en mâhimierinden biri Kahire'de 684 târihinde Türk hükâmdân Melik Zâhir'in kızı tarafından kurulmuştu.

10— İslâm kimyagerlerinden Beşîr "Kamer-i Âlâ - En yüksek ay" adını verdiği bir cisim keşfetmiştir. Bu cisim karanlıkta ışık vermekle, fosfordan başka bir şey değildir. Kimyagerimiz, Brandt'dan evvel fosforu keşfetmiş oluyor.

11 — Mâdenlerden ilâç yapmak usûlünü ilk önce islâm hekimleri bulmuşlardır.

12 — Çiçek aşısı İlk önce Osmanlı Türkleri tarafından bulunmuş, ondan sonra Avrupa'ya geçmiştir.

13 — İik tımarhane, Kanunî Sultan Süleyman tarafından yaptırılmıştır.

14 — Semerkant Rasathane Müdürü Gıyâsüddin Cemşîd tarafından kullanılan Ziraî Aşar usûlü Avrupa'da XV. asırda kullanılmıştır.

48

CETVEL

FRANSIZ    DÜŞÜNÜRLERİ l — DESCARTES:

a) "Şüphe metodu" "İbnü'l-Heysem ve Gazzâlî'de vardır.

b) "Düşünüyorum, öyleyse varım" düstûru, İbn-i Sî-nâ'da aynen vardır. Kınalızâde Ali Efendi, bu düstûru diğer bir üslûp ile beyan etmiştir.

c) "Sürekli Yaratılış" nazariyesi kelâmcılarla, İbn-i Rüşd'de ve Muhyiddin-i Arabi'de vardır.

ç) "Formel Mantık"a itirazı, Ebû Saîd EbÛ'l-Hayr İle Şehâbeddin-i Sühreverdî'de vardır.

d)           "Tabiat Nuru" Muhyiddin-i Arabi'de vardır.

e)           "Manevî Aşk" mutasavvıflarda görülüyor,

f}           Kemâl delili, İbn-i Teymiyye'de bulunuyor.

g) Doğuştan gelen fikirler, yapma (Mec'ûle) fikirler ve kazanılmış fikirlerin aslını İbn-i Sînâ açıklıyor.

ğ) Ruhu, psikolojik tecrübelerle isbatı yine İbn-i Sînâ açıklıyor.

h) "Anselme" delilini de, itiraz varit olmayacak tarzda beş filozof bildiriyor.

49

2 — GASSENDl:

a) Allah'a îman etmekle beraber, maddî âlemi kabul etmesi eski kelâmcılarda vardır.

b)   Çağdaş tabfat sistemi Ebû Bekir Râzî'de vardır.

3 — EULER:

Hâlis tecrübe metoduna dayanan tabiat ilmi, Ebû Bekir

Râzî'de vardır.

4 — MAUPERTIUS:

Arzın ölçümü (mesahası) hakkındaki incelemeleri Musa Oğullarından görülüyor.

5 — PASCAL :

a) Boyut'un sonsuz olması, Ebu'l-Berekât Bağdâdî'de bulunuyor.

b) Akla ve tabiata îtimat etmemesini Gazzâlî beyan ediyor.

c} Fenelon'un, âlemin bediî olması hususu kelâmcı-tarda vardır.

6 — MALEBRANCHE:

a) "Adî sebep" nazariyesini filozoflarımız beyan ediyorlar,

b)   Allah'ı eşyada görmesi mutasavvıflarda vardır, c}   Uz görüşlü olmasın) Nazzâm, İhvân-ı Safa, Gazzâlî ve Sühreverdî bildiriyorlar.

7 — CONDILLAC:

Zihnî ve haricî külliyi (tümeli) kabul etmemesi yüzünden, Sûrî Mantığı inkâr etmesini eski kelâmcılar İleri sürüyorlar.

50

8 — LAVOISIER:

"Hiçbir şey yoktan var olmaz" prensibi, mahiyeti itlba-ıriyle Muhyiddin-i Arabi'de vardır.

9 — CLAUDE BERNARD:

"Ne vakit ameliyathaneme gîrsem, ibadethanemin .kapısını kapatırım." düşüncesinin aslı, tamamiyie Sicistanlı i.Ebû Süleyman'da görülüyor.

•-dır.

10

İctimâiyyat ilmi ve içtimâi felseefsi İbn-i Haldun'da var-

ıı __ VOLTER :

Yavuz görüşlü olması Nûşencânî'de vardır,

12 — ROUSSEAU:

a)   İçtimâi felsefesi tamamiyie İbn-i Haldun'da vardır.

b)   "İçtimaî Mukavele- Conîrat sociat"   nazariyesinin aslı Fârâbî'de yer tutmuştur.

13 — CONDORCET:

İçtimaî felsefesi tamamiyie İbn-i Haldun'da vardır.

14 — BAYLE:

a)   Tabiî Nûr'u Muhyiddin-I Arâbide görülüyor.

b)   Şüpheciliği Efdâlüddin Huncî ve Husrev Şâhî   ile ibnü'l-Vâsı!'da vardır.

15 — RAVAISSON:

a)   "Sezgici bilgi" metodu Fârâbî   ile Gazzâlî'de vardır.

b)    Maddenin ruha dönüşmesi fikri Bedrüddin'de varadır.

51

16 — GUYAU:

Ölümden kurtulma çareleri hakkındaki buluşları, Miske-veyh'de yer tutmuştur.

17 — CUVIER:

"Eski maddeler yerine, hissolunmaksızm yeni maddelerin geçmesi" düşüncesi Belh'li Nazzâm'da yer tutmuştur.

18 — AUGUSTE COMTE:

a) İlmî tasnif tarzı, Ebû'l-Berekâî Bağdadî ile İbn-i Miskeveyh'de görüiüyor.

b) Pozitivizm nazariyesi Ömer Hayyam ile Kelîm-i Hemedânî'de bulunuyor.

c)   Sosyoloiisinin aslı İbn-İ Haldun'da vardır, ç)   İnsaniyet Dîni'nin* aslı İbn-i Rüşd'de vardır.

d) İnsaniyet Tanrrsı'nın aslı Muhyiddin-i Arabi'de görüiüyor.

19-20 — BUFFON ve LAMARCK:

Buffon ve Lamarck'ın "Değişme sistemi"ni yukarıda zikrolunan İslâm düşünürleri haber vermişlerdir.

21 — DURKHEIM:

Sosyoloji esasları, İbn-i Haldun'da vardır.

22 — RENOUVIER:

Sayılan tatbik yolu ile âlemi sonlu görmenin esası ke-lâmçıiarda vardır.

28 _ FONSGERIVE:

a)   İlim tasnîfi, Ebû'l-Berekât'm sınıflaması tarzında-

dır.

('*)    Auguste Comte'a ait nota bakmalı. 52

b) Claude Bernard'a uyarak îeolo|İk, metafizik ve pozitif devre sahalarının ayrı ayrı olmasının esası Ebû Süleyman Sicizî (Sicistânî)'de görülür.

24 — BOUTROUX:

"İmkân Sistemi", Mâîürîdilerde vardır. Tamamı ise Fâ-râbî'de vardır.

35 — BERGSON:

a) "Sezgici Bilgi" nazariyesi, Fârâbî ve Gazzâlî'de vardır.

b)    İmkân felsefesi Mâtürîdilerde vardır.

c) Felsefesinin temeli, esası ve tamamı FSrâbî'de vardır.

26 — FOULLE:

Maddenin ruha dönüşmesi hususundaki düşüncesi Sima vna! ı Bedrüddin'de bulunur.

37 — MAR1OTTE:

1769'da hava basıncı kanununu keşfetmiştir.

İNGİLİZ    DÜŞÜNÜRLERİ l — BACON:

a) Aristo mantığını inkâr etmesi Ebû Saîd Ebû'l-Hayr ile Sehâbeddin Sühreverdî'de görülüyor.

b) "Variations Concomitantes" metodu, metodcular-da (usûlîlerde) bulunur.

Z — HERBERT OF CHERBERI:

"Deizm"i, Maarrî'de yer tutar.

53

3 — HOBBES:

a)    Çağdaş tabiat felsefesi usûiü Ebu   Bekir Razî'de?

vardır.

b)   "Cemiyet" nazariyesi Fârâbî'de vardır.

c)    Deisme'i Maarirî'de vardır.

4 — BÖYLE;

a)   Çağdaş tabiat felsefesi usûlü Ebû   Bekir Râzî'dfe:

vardır.

b)   "Tabiat Nuru" Muhyiddîn-İ Arabi'de vardır.

c)   Yeni Kimyanın esirleri, Câbir-i Tûsî'de vardır.

5 — LOCKE:

a)   "Table Rase"st İbn-i Sina'da bulunuyor.

b)    Reisme'i Maarrî'de görülüyor.

c) Zaman ve mekânın haricî bir kavram olmasını inkâr etmesi hususu Gazzâlî'de yer tutuyor.

ç)   "Tabiat Nuru" Muhyiddin-i Arabi'de yer buluyor.

d) Terbiyeci anlayışının izi, NasîM Tûsî ve Kınalızâ-de'de vardır.

e| Berkley'İn "Olguculuk - Phenomenisme" sistemi' Hişârn İbnü'l-Hakem'de vardır.

6 — SHAFTERSBÜRY:

"Alem bedi' olup başka bir âlemin mümkün olomıya-cağı" hakkındaki görüşü Nazzâm, İhvârt-ı Strtâ, Gozz&lî ve;

Sühreverdî'de görülür.

7 — NEWTON:

a) Tabiat ilminin prensipleri Ebû Bekir Rlzi'de yer tutmuştur.

b)   Çekim kanununun izi, Ebû Bekir Râzî'de vardır.

c) Çekimi isbat etmekle Jbnü'l-Heysem'in halefi olmuştur.

54

8 — HUME:

a)    Çağdaş tabiat ilmi felsefesi Ebû Bekir Râzî'de vardır.

b)    Zaman ve mekânın haricî bir kavram    olmaması hakkındaki düşüncesi Gazzâlî'de vardır.

c)    "Ph6enomenisme"i, Hişam İbnü'l-Hokem'de vardır.

9 — BENIHAM:

"Egoisme"), Gazzâlî'de görülüyor.

10 — THOMAS RAİD:

Felsefesini psikolojiye dayandırmakla Âmir'İn halefi o-luyor.

11 — DUGUALD STEWART;

a)    Felsefesini psikolojiye dayandırmakla Amîr'fn halefi oluyor.

b)    Hareket nazariyesinin İzi, İbn-i Rüşd'de vardır.

12 — İSKOÇ YA F1LOZOF1.AKI REID, DUGUALD STEWART ve HAMİLTON:

Reid, Duguald Stewart ve Hamilton'un felsefeleri olan Tabiî Hakîkatçılık, Burhaneddin Nesefî'de görülüyor.

13 — STUART MILL:

a)   "Residu - Tortu" metodu usûlcülerde vardır.

b)   Zaman ve mekânın haricî bir kavram   olmaması hususundaki düşüncesi Gazzâlî'de vardır.

c)    Egoisme'İ de yine Gazzâlî'de vardır.

c)    Phenomenisme'l Hişam İbnü'l-Hakem'de vardır.

d)   Tabiî sebep ve illeti inkâr etmesi, Eş'arîlerde vardır.

65

14 — HAMILTON:

"Yüklemlerin Kemiyetleşmesi" sistemi İbn-İ Sina'da vardır.

15 — HAMILTON ve STUART MILL:

Hamilton ve Stuart Mill'in tartışmaları, İbn-i Sînâ ve Fahri Râzî'de yer tutmuştur.

16 — HUXLEY:

"Phenomenisme"i Hişam İbnü'l-Hakem'de bulunuyor.

17 — DARWIN:

"Tekâmüİ Nazariyesi"ni, yukarıda adı geçen İslâm düşünürleri haber veriyorlar.

18 — SPENCER:

a)   Pedagojisi   İbn-i Haldun'da görülüyor.

b) Sosyolojisinin İzi Fârâbî, İhvân-ı Safa, Nuşencânt, İbn-İ Sina ve Erzurumlu ibrahim Hakkı Efendi'de vardır.

c)    Felsefe tarifinin izi Kâtip Çelebi'de bulunuyor.

19 — BAIN:

a) "Şu yerde bugün var oîan şeyin her yerde ve her gün var olacağı İlh..." hakkındaki düşüncesi, usûlcülerde vardır.

b) Tabiî sebep ve illeti inkâr etmesi, Eş'arîlerde vardır.

20 — LUVES:

Tabiî sebep ve illeti inkir etmesi de Eş'arîlerde vardır,

21 — RIBBON;

"Roma Devleti Târihi" hâdiselerini araştırdığı esnada yürüdüğü yol, İbn-i Haldun'un yoludur.

56

22 — BUCKLE:

Şiddetli sıcak, soğuk ve mutedil derecelerin, insanların yaratılışında ve sınıflarlndaki tesirleri hususundaki görüşleri İbn-i Hadûn'un görüşleridir.

ALMAN    DÜŞÜNÜRLERİ

1 _ NICOLAUS:

a) Sonsuzluk (Namütenahi) nazariyesi, Ebû'l-Bere-kât'do vardır.

b) "Sezgici bilgi" nazariyesi Fârâbî ve Gazzâlî'de vardır.

c) "Küçük Âlem" nazariyesinin izi, Fârâbî, İhvân-ı Safa, Nûşencânî, İbn-i Sînâ ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Efendi'de vardır.

2 — PARACELSUS:

a) Eşyanın canlı olduğu meselesi, Muhyiddin-i Arâ-bî'de vardır,

b) "Küçük Dünyâ" nazariyesinin izi (Nicolaus'da görülen), İslâm düşünürlerinde vardır.

c) Felsefenin konusunun tabiat bilgisi olduğu hususundaki düşüncesi Ebû Bekir Râzîde vardır.

3 — JOHANN MÜÎLLER:

"Tanjantlar" nazariyesi Ebû'l-Vefâ Buzcânî'de vardır.

4 — JACOBI:

Spinoza sistemi, Muhylddin-i Arâbî'de vardır.

57

5 — KEPLER;

a)   Islah ettiği teleskopta selefi, Ebû'l-Hasen'dlr.

b)   "Yeni Astronom i "deki keşfi, İbn-i Tûfeyl'de görülüyor.

c)   Çağdaş tabiat felsefesi Ebû Bekir Râzî'de vardır.

6 — LEİBNİZ;

a)   "Ezelî Ahenk"!, mutasavvıflarda, İbn-i   Sînâ'da ve Kınalızâde Ali Efendi'de vardır.

b)    Çoklukta birlik (Kesrette vahdet)   düşüncesi mutasavvıflarda görülür.

c)   "Ahlâkî sıfatlan", Miskeveyh İle    İbnü'l-Heysem'-de vardır.

ç)   Tabiat ilmini geleneksel bir   din ile   birleştirmesi İbn-i Sînâ'da yer tutuyor.

d)   Akıl kanunları ile   tabiat    kanunları   arasındaki ahenk yine İbn-i Sînâ'da vardır.

e)   "Küçük âlem" nazariyesi (Nlcolaus'da görülen) İslâm düşünürlerinde yer tutmuştur.

f)   "Tabiat Nurları" Muhyiddin-i Arâbf'de vardır.

g)   Doğum ve ölümün sırf bir isimden   ibaret olması kındaki düşüncesinin İzi, yine Muhyiddin-i Arabi'de vardır.

ğ)   En küçük sonsuz (Asgâr-ı   namütenahi)   un aslı, İbn-i Sînâ'da görülüyor.

h)           Kemâl Delil'in habercisi (mübeşşirl)  İbn-i Sînâ'dır.

ı) "Hoyır ve şer" nazariyesi, İbn-i Sînâ'da vardır,

i) "Kâfî sebep" prensibi Gazzâlî'de vardır,

[)            Uz görüşlü olmasını, Nazzâm, İhvân-ı Safa, Gazzâlî

58

ve Sühreverdî haber veriyorlar.

k)   Bilginin başlangıcında duyulara ve   deneye hisse vermesi İbn-i Sînâ'da vardır.

7 _ WOLFF:

"Ezelî Ahenk"! (Leibniz'de zikrolunan) İslâm düşünürlerinde vardır.

8 — HELMHOLTZ;

Enerjinin sakımı prensibi, Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.

B — FECHNER:

Cansızları canlı görüşü, Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.

10 — KANT:

a)   "En yüksek İyi" [Hayr-ı a'lâ) hususundaki görüşü

keiâmcılarda vardır.

b) İzafiye (Görelilik) sisteminin esası Muhyiddin-i Arâbî'de vardır.

c) Önermeleri Modallere (Müveccehlere) ayırması İbn-i Sînâ'da bulunuyor.

c) "Duyuların doğrudan doğruya algılama yapmadığı" hususundaki görüşü, İhvân-ı Safa ve İbnü'l-Heysem'de görülüyor.

d)   "Saf Aklı Tenkid"in izi, Kınalızâde'de vardır.

e) "Saf ve Pratik Akıl" nazariyesi İbn-i Sînâ'da yer tutmuştur.

f) Ruhu isboî hususunda getirdiği fazîlet delili, Fahr-i Râzî'de vardır.

g) Zaman ve mekânı haricî bir kavram görmemesini, Gazzâiî haber veriyor.

59

ğ) Aklın bütün doktrinleri (meîâlibi) ve problemleri (mesâi l i) kavrama k hususundaki yetersizliği Gazzâlî'de vardır.

h) Başlangıçta bilgi için duyulara ve deneye bir hisse ayırması İbn-i Sînâ'da vardır.

ı) Akıl kanunları ile tabiat kanunları arasındaki ahenk yine İbn-i Sînâ'da vardır.

11 —SCHELLING

a)   Nüfusun çokluğu hakkındaki görüşünün esâsı mutasavvıflarda vardır.

b)   İki zıddm bir yüksek prensipten çıktığı esası, Muh-yiddin-i Arabi'de bulunuyor.

18 — HEGEL:

Kemâl delilinde İbn-i Sina'nın halefidir.

13 — SCHOPENHAUR:

a)   Yavuz görüşlü olmasında selefi, Maarrî ile Ömer

Hayyam'dır.

b)   Hayâta rüyadır demesi, Celâleddin-i Rûmî'de vardır.

c)   Fert İoin "En yüksek  örnek"   fikri,   İbn-i   Miske-veyh'de vardır.

14 — KARL MARKS:

Karl Marks'm kaleme aldığı "Sermaye" (Das Kapital) sinin izi, İbn-i Haldun'da vardır.

15 — HAECKEL:

"Monisme"rnde dayanağı, İbn-i Haldun'dur.

16 — HARTMANN:

Yavuz görüşlülüğü, Nûşencânî'de görülüyor. 60

I7_- HOLBACH:

Tabiatta devamlı hareket ve tekâmülün varlığı ve sükûnun (hareketsizliğin) açık olduğu hakkındaki düşüncesi, Nazzâm'da vardır.

18 — LESSING:

Tekâmül fikrini temsil eden felsefe târihinin ana hatları İbn-i Haldun'da vardır.

19 — STEINER:

"Ben"e İnsan nefsinin zarfı demesi, Celâleddin-i Rûmî ile Haçı Bayram'da vardır.

İTALYAN     DÜŞÜNÜRLERİ l — MACHIAVEL:

Roma Târihi olaylarını araştırdığı sırada dayanağı olan İbn-i Hadûn'un yolunu tutmuştur.

2 — BBUNO:

a)    Çağdaş tabiat felsefesi, Ebû Bekir Râzî'de vardır.

b)    Boyuî'un sonsuz olması  Ebû'l-Bereklt'ta vardır.

c)   Cansızların canlı olması   hakkındaki   düşüncesi, Muhyiddin-İ Arabi'de vardır.

3 — LEONARDO:

Çağdaş tabiat felsefesi, Ebû Bekir Râzî'de vardır.

4 — CAMPANELLA:

Cansızların canlı olması hususundaki düşüncesi, Muh-yiddin-î Arabi'de vardır.

61

5 — GALLIEE:

a)   Çağdaş tabiat felsefesi, Ebû Bekir Râzî'de yer tutmuştur.

b)   Islah ettiği teleskop'ta, Ebû'l-Hasan selefidir.

c)   Cisimlerin düşmesine dair   kanunları haber veren İbnü'l-Heysem'dir.

6 — TORIÇELLI::

İlk teleskop keşfi Ebû'l-Hasan'da vardır.

HOLLANDA    DÜŞÜNÜRLERİ l — HUYGENS:

a}   Hokkası keşif hususunda, İbn-i Yûnus selefidir.

b)    Çağdaş tabiat ilmi usûlü Ebû Bekir   Râzî'de vardır.

c)   Hareket miktarının daimî olması hususundaki düşüncesi Muhyiddin-i Arabi'de vardır.

2— SPINOZA:

a)   Allah'ı sevmesi mutasavvıflarda görülüyor.

b)    "Yaratıcı Tabiat" ve "Yaratılmış Tabiat" nazariyesi, Muhyiddln-i Arabi'den alınmıştır.

c)    Bilgf tarffi, Fahr-i Râzî'nln tarifine uygundur.

3 — HEMSTERHÜIS;

Allah'ın varlığı hususunda "En Yüksek İyİ'yeolon has-

reti kelârncılarda vardır.

AMERİKAN    DÜŞÜNÜRLERİ

WIL1IAM JAMES.

a)    Pragmatizminin izi, Gazzâiî'de görülüyor.

b)   Pedagojisinin esasları, İbn-i Haldun'da vardır.

62

POLONYA    DÜŞÜNÜRLERİ COPERNIC:

a) Astronomi ile ilgili nazariyesinin izleri, Dahhlk İbü'l-Hakem ile Maari'de ve Nasîr-i Tûsî'de görülüyor.

b) Batlamius nazariyesini iptal etmesi, İbn-i Tûfeyi ile Betrucci'de ye rohyor.

c)   Çağdaş tabiat felsefesi Ebû Bekir Râzî'de vardır.

Fransız düşünürleri                        28

İngiliz        "                       22

Alman          "     .              19

İtalyan        "                       6

Hollanda       "                    3

Polonya        "                     1

Amerikan       "                   1

Yekûn                                   80

Fosfor, ziraî aşar, irade unsurları, atom ve elektron İle huy gibi yeni nazariye ve bilgi sahiplerinin adlan tesbit edilemediğinden bunlar için ayrıca bir cetvele tuzum görülmemiştir.

  BİBLİYOGRAFYA

Şark Kaynaklan;

(1)          Adıvar, Adnan, Târih Boyunca ilim ve Din.

(2)          Abdü'l-Kadir Bağdadî, el-Farku Beyne'l-Ftrah,

(3)          Bener, Dr. Vasfi, Modern Bilgilerde Allah Fikri.

(4)          Beyhâkî, Sıvânü'l-Hikme.

(5)          Ebû Bekr Râzî, Risale.

(6)          Ebû'l-Berekât Bağdadî, ei-Mûteber.

(7)          Eş'arî, Makâiâtü'l-İslâmiyyîn.

(8)          Ebû Hayyân Tevhidi, Mukâyesât.

(9)          Fahr-l Râzî, Te(sîr-i Kebîr,

(10)        "       "     el-Mebâhisü'l-Meşrıkıyye.

(11}       "        "     Meâlim-u Usüli'd-dîn.

(12)        "        "     el-Muhassal.

(13)        "       "     Metâlîb-i Aliye.

(14)        "       "     Metâlîb-i Âliye, İşârât Şerhi.

(15)        Fârâbî, Şerh-i Fusüsü'l-Hikem.

(16)        "       Ârâü Ehl-I Medîneti'l-Fâzılo.

(17)        "        Uyûnu'l-Mesâil.

(18)        "       en-Nükel min Mesaili'l-Felsefe.

(19)        Garzâlî, Tehâfütül'-Felâsife

(20)        "       İhyâyü'l-UIÛmi'd-Dîn.

(21)        "       Kimyâ-i Saadet.

(22)        "        Ilcâmü'l-Avâm an İlmi'l-Kelâm.

(23)        "       EI-Munkızu mine'd-Dalâl.

(24)        "       Cevâhirü'l-Kur'ân.

(25)        Ibnü'l-Kıftî, Ahbârü'l-Hukemâ.

(26)        İbn-I Ebî Usaybla, Tabakâtü'l-Etıbbâ.

(27)        ibn-i Rüşd, Tehâfütü't-Tehâfüt.

(28)        İbn-i Sînâ, Uyûnü'l-Hlkme.

(29)        "        "      Şifâ.

(30)        "       "     İşârât ve İşârât Şerhler!.

(31)        "        "     Ebû Saîd EbO'l-Hayr ile Mektuplaşma l o r.

(32)        ibn-i Teymiye, Kitâbü'l-Akl ve'n Nakl.

(33)        "         "         Minhâcül-Kerâme.

(34)        ismail Hakkı Bursalı, Hacı Bayram İlâhîlerinin Şerhi.

(35)        ismail Fesih Haydârî, Tctbîkü'l-Hey'etö'l-Cedîde.

64

(36)    İzmirli, ismail Hakkı, Yeni llm-i Kelâm.

(37)    İzmirli, ismail  Hakkı, İslâm'da  Felsefe Cereyanları..

(38)    Kasım Ganî, İbn-i Sina.

(39)    Kâtip Celebi, Beyânü'l-Hak.

(40)    el-Kindî, Risale.

(41)    Miskeveyh, Tertîb-i Saadet.

(42)    Muhyiddîn-i Arâbî, Fütûhât-r Mekkiye Şerhleri.

(43)    Nosîr-i Tûsi. Ahlâk-ı Nasîrî.

(44)    Özden, Akü Muhtar, Tedavi Kliniği.

(45)    Peyâmi Safa, Türk İnkılâbına Bakışlar

(46)    Salih Zeki. Âsâr-ı Bakiye.

(47)    Sühreverdi, Heyâkilü'n-Nûr.

(48)    Şehr-i Zûrî, Nüzhetü'l-Ervâh.

(49)    Hüseyin Dânis, Rubâiyyâl-ı Hayyam.

Ayrıca: Fslsefe-i İbn-i Rüsd Risalesi, Hulûtilerden Sivaslı ibnü'l-Hü-mâm ile Mısırlı Hudarî'nin eserleri. Birinci ve İkinci Tarih Kurumu Kongresi zabıtları, ibn-i Sînâ Kitabı, Cerîde-i İlmiye, Eski Edebiyat ve İlahiyat Fakülteleri mecmuaları, İslâm - Türk Ansiklopedisi gibi kitap ve dergilerden istifade edilmiştir.

Kitobin ilgili maddelerinde adı gecen kitaplar yazılmamıştır. Garp Kaynakları:

(1)    Boirac, Emile. Felsefe Prensipleri.

(2)    Comte, Augusts, Müsbet Fefsefe Dersleri.

(3)    Descartes, Metot Hakkında Nutuk.

(4)    Draper, Nevilerin Aslı (Tercüme).

(5)    Fonsgrîve, Felsefe Prensipleri.

(6)    Ferec, Antouon, ibn-i Rüşd Felsefesi.

(7)    Fouillee, Alfred, Felsefe Târihi.

(8)   Janet, Paul, Metafizik ve Psikoloji Prensipleri.

(9)    Kant, Emmanuel, Saf Aklın Tenkidi.

(10)        "           "           Pratik  Aklın Tenkidi.

(11)    Rabier, Felsefe Derslerinin Mantık Kısmı.

(12)   Spencer. H., ilimlerin Tasnifi.

(13)        "           "     İlk Prensipler.

(14)    İstintacı Deductif ve İstikrâî (tnduclif) Mantık.

Kitabın İlgili maddelerinde adı geeçnler yazılmamıştır.

9/9/1944 ismail Hakkı İZMİRLİ

65

NOTLAR: l

(1) E. Rennn: 1823-1892 yılları arasında yaşamış olan tanınmış Fransız düşünürü. "İlmin Geleceği" adlı eseri da meşhurdur. Kendisi Î883'te Fransız İlimler Akademisi'nde verdiği bir konferansta İslâmiyei'e şiddetle hücum etmiş ve İslâm'ın ilim. maarif ve ilerleme düşmanı olduğunu söylemişti. Bunun üzerine şâir Nâmık Kemâl, bu yersiz iddialara cevap vermiş ve bu cevabı "Renan Müdafaa nâmesi, İst. 1327" adı altında yayınlanmıştır. Fokat Nâmık Kemâî'in bu cevabı pek tatminkâr değildir. Daha sonra Celâl Nuri (ileri), "Edebiyât-ı Umûmiye" mecmuasında bir başka cevâp vermiştir.

(2) C. de Vaux: Tanınmış müsteşriklerdendir. Beş ciltlik "İslâm Düşünürleri" ve "Gazzâlî" isimli eserleri ile tanınmıştır.

(3) Mehmet! İzzet: 1894 - 1939 yıiları arasında yaşamış bir düşü-nürümüzdür. Bazı bilginlerimize göre son asırda filozof sıfatını verebileceğimiz yegâne düşünürdür. Hakkında vaktiyle Ziya Somar bir doktora tezi hazırlamıştı. Şimdi Fransa'daki Türk talebelerinden Coşkun Değir-rnencioğlu yeni bir tez hazırlamaktadır. "Milliyet Nazariyeleri ve Millî Hayat" adlı eseri meşhur ve değerlidir.

(4) Paul Janet: 1823 - ÎB99 yılları arasında yaşamış Fransız felsefe tarihçisi. Felsefi birçok eserleri vardır. G, Seailles ile yazdıkları felsefe târihinin problemler ve ekoliere ait kısmını meşhur tefsir âlimi M. Ham-di Yazır "Metâlib ve Mezâhib" adı altında notlar ve tenkitler ilâve ederek Türkceye çevirmiş ve 1341'de İstanbul'da basılmıştır.

(5) Fârâbî: 870-950 yılları arasında yaşamış olan Fârâbi, İslâm âleminin yetiştirdiği en büyük filozoflardan biridir. Eklektik bir filozoftur. Yeni Eflûtunculuğu, Aristo ve Aflatun felsefesi ile; Aristo'yu Eflâtun ile; vs bütün bu felsefeleri islâmiyet'le te'lif etmeğe çalışmıştır. Kendisinin 70 kadar dil bildiği sanılmaktadır. Mûsikîde birtakım kanunlar keşfetmiş

66

ve Kanun denen âleti îcâdetmiştir. Matematik alanında da çok geniş büaisi olduğu bilinmektedir. Risaleleri ile 200 kadar eseri vardır. En önemli eserlerinden olan "Medînetü'l-Fâzıla - Faziletli şehir ahalisinin fikirleri" ve "Insâu'l-Ulûm - ilimlerin Sayımı" adlı kitapları dilimize çevrilmiş ve M.E.B.'nca basılmıştır.

(6) El-Kindî 801-873 yılları arasında yaşayan Kindî, ilk müslü-rnan meşşaî filozofudur. Kendisi çeşitli ilim dallan ile meşgul olmuş ve birçok sahada kitap yazmıştır. Bu arada tercüme faaliyetlerine bizzat katılarak Yunancadan tercümeler yapmıştır. Tabiat filozoflarının ve ilk kelâmcıların tenkidine dair kitapları bilhassa bahsedilmeğe değer. En meşhur kitabı, "Kıtâbü'l-Akl ve'l-Ma'kûl"dur. Bir kısım kitapları Arapça-dan Lâtinceye çevrilmiştir.

(7) M. Scotte: 1210-1391 yılları arasında yaşamış bir Hıristiyan iiâhiyatçısıdır.

(8) R. Bacon: 1214 - 1294 yılları arasında yaşamış bir ingiliz filozofu olup, kimya, fizik, matematik, tıp ve astronom! âlimi olarak tanınmıştır. Kendisinin kiliseye ve S. Thomas gibi kilise babalarına hiç saygısı olmadığından ve İslâm düşünürlerinin büyük tesirinde kaldığından ve bunu da açıkça ifade etmekten cekinmemesi yüzünden, uzun seneler manasttr zindanlarında kalmış ve tek satır yazmasına izin verilmemiştir. Bu imkâna ancak ölmeden iki sene evvel kavuşabllmiştir.

(9) Büyük Albert: 1193 - 1280 yılları arasında yaşamıştır. Kendisi Ortaçağda yetişmiş en önemli hıristiyan filozof ve ilâhiyatçılardandır. Gene yasta Aristo ve meşhur bütün İslâm filozoflarını iyice hazmetmişti. Atinalı Saint Thomas talebesidir.

(10) Aristo; M.Ö. 384-322 yılları arasında yaşamış bir Yunan filozofudur. Kendisi Eilâtun'un talebesi ve İskender'in hocasıdır. İlk sistemli filozoftur. İlmin her dalında kitaplar yazmış ve devrine göre çok ileri sayılan İzahlarda bulunmuştur. Mantığı da ilk öefa sislemleştirip ilim haline getiren odur. Pek çok eser yazmıştır.İlk Cağın en geniş bilgisi ve oriiinal filozofudur. Bu yüzden kendisine "Muailim-i Evvel" unvanı verilmiş [Muallim-1 Sâni. Farâbî'dir) ve Hıristiyan ve İslâm düşünürleri üzerinde derin tesirler yapmıştır. Atina'da derslerini gezinerek verdiği Lise'yi açmıştır. Bu yüzden de felsefesine "Meşşâiyyûn - Yürüyücüler" felsefesi adı verilmiştir. "Organon" adlı mantık kitabı H. R. Atademlr tarafından Türkceye çevrilmiştir. "Metafizik" ve diğer mühim hitaplarından hiçbirisi tercüme edilmemiştir.

67

(11) S. Augustm: M.S. 354-430 yılkın orasında yaşamıştır. Kilise felsefesinin ilk ve en büyük temsilcisidir. Yeni Eflâtunculuk ile Hıristiyanlık arasında bir sentez meydana geiirmeğe çalışmıştır. Öldüğü zaman piskopos idi. İrade hürriyeti yerine ilahi takdîri müdafaa eder. Gazzâlî üzerinde tesiri olduğu ileri sürülmektedir.

(12) Holes'li İskender (Alexandrel: 1170 (1180) - 1245 yılları arasında yaşamış olup skolastik felsefenin ünlü üstadlarındandır.

(13) J. de la Rocheile: Skolastik filozoflardandır. 13. asır başında doğmuş olup 1245'te ölmüştür. Hales'li iskender'in Fransisken ilahiyat kürsüsünde halefi olmuş ve bundan birkaç yıl sonra ölmüştür.

(14) Gazzğlî: 1058-1111 yılları arasında yaşamıştır. Batılı felsefe-çilere ve müsteşriklere göre. Gazzâlİ İslâm âleminin en orijinal ve en büyük filozofudur. İlk defa ciddî bir şekilde Aristo ve Eflâtun felsefelerine cephe almış, kelâmdan hareket etmekie birlikte, felsefeye rağmen büyük bir filozof olmuştur. En büyük eseri "ihyâu Ulûmi'd-Dîn"dir. Ayrıca filozoflara caîan "TehSfütü'l-Felâsife" ve "Makâsıdu'l-Felâsife" adlı eserleri ile "El-iktisat fil-İ'tikat" adlı eserleri de en meşhurlar arasındadır. Bu kitaplar Batı düşüncesine çok tesir etmişiir. GazzSlî'nin ölümünden 16 sena sonra "İhya" adlı kitabının Lâtinceye tercüme edilmiş olması, cnun uyandırdığı alâkayı ve bıraktığı tesirlerin derinliğini kısmen anlatabilir. Eserlerinin büyük bir çoğunluğu batı dillerine tercüme edümiş olup. üzerinde çok değişik açılardan araştırmalar yapılmış ve yapılmaktadır. Son yıllarda Almanya'da Gazzâli'nin "Sofra âdâbı"na dair yapılmış bir araştırma, bu değişik açılardan bir tanesini teşkil. etmektedir. Gazzâlî'nin birçok eseri Türkçeye çevrilmiş ise de, çoğu güvenilir ve yeterli olmaktan uzaktır, maalesef. Bu da tercümelerin çoğunun ehil olmaydn kimseler tarafından ve îicârî kazanç ân plâna alınarak yapılmasından ileri gelmektedir.

(15) S. Thomas: 1226 - 1274 yılları arasında yaşamıştır. Skolastiğin en büyük îemsilcilerindendir. Aristo'yu tercüme ve şerh etmiştir. Aristoculuk ile Hıristiyanlığı, akıl ile İmânı uzlaştırmaya çalışmıştır. "Tho-misme" Ortaçağda kilisenin resmî felsefesi haline gelmiştir. "Summa Teoiogica" en büyük eseridir. Kendisi Gazzâlî'ye muhalif olmasına rağmen ondan çok istifade etmiştir.

(16) "Allah'ın cüz'ileri bilmesi meselesi" asırlar boyunca münakaşa konusu olmuştur. Bir kısım filozoflara göre, Allah âlemi bütün olarak bilir, fakat cüz'ileri bilmez. Bu görüşe başta Gazzâlî olmak üzere birçok İslâm düşünürleri cephe almışlardır.

68

(17) Ibn-i Rüşd: 1126 - 1198 yıllan arasında yaşamış Endülüslü filozof. Aristocudur, Aristo'nun eserlerini şerh etmiştir. Bunun için "Ortaçağın en büyük Aristo sarihi" olarak bilinmektedir. Kurtuba kadılığı yapmıştır. Çeşitli dallarda birçok eseri vardır. Gazzâli'nin Tehâfüt'üne •Tehâfütü't-Tehâfüt" odlı fair eserle cevap vermiştir. Butıun için Batı'da felsefenin haklarını en iyi savunan filozoflardan öiri olarak bilinmektedir.

(18) Ab&anf: 1079'da Nante'da doğru ve Il42'de öldü. Nominalizmin kurucusu Roscelin'in talebelerindendir. Skolastiklerin en serbesti, en cesuru ve kat'î tavırlı olanıdır.

(19) G. D.'Ockham (W. of Ockham): 1285 - 1349 seneleri arasında yaşamış olan İngiliz ilâhiyatçısı ve filozofudur. Nominalizmin en büyük temsilcisidir.

(20) J. Sııridam 1360 yılına doğru ölmüştür. OckhanYiı VVilliam'm tolebesidir. Modern mekaniğin kurucularından sayılır. Aristo'nun kitaplarına birçok şerhler yazmıştır.

(2) İ. Kani: 1724-1804 yılları arasında yaşamış büyük Alman filozofudur. Ansiklopedik bir âlim olup dogmatizme ve şüpheciliğe karşı modern felsefenin en büyük sistemlerinden olan "Tenkitçi akılcılık ve Transendant idealizm"i kurmuştur. Felsefede bir inkılâp yapan "Tenkitleri; Saf Aklın Tenkidi, Pratik Aklın Tenkidi ve Hüküm Gücünün Tenkidi" meşhurdur. Fakat bu kitapların hiçbirisi dilimize çevrilmemiştir. Kendisi bir fenomenler (hâdiseler), bir de numen'ler âlemi oyırmaktadır. Fenomenler âlemi, hem izafî hem de objektif olan ilmin konusudur. Bilinemez mutlak varlıklar olan numenler de spekülatif metafiziğin konusudur. Kant, numenler âlemine ancak pratik akıl ile ulaşılabileceğini ileri sürer. 19. asır maddeciliği, Kant'ın "Pratik AklTnın inkârı ile ortaya çıkmış ve kendisini Kant felsefesinin tabiî bir devamı gibi göstermeğe çalışmıştır. Bu meddeciliği memleketimize nakleden Baha Tevfik, 1910'da çıkardığı Felsefe Mecmuasında Kant Felsefesine dair yazdığı makalelerde aynı gayret içinde idi (Bk. S. H. Bolay, T. Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi).

(22) N. Malebronche: 1638-1715 yılları arasında yaşamış bir Fransız filozofudur. Descartes'ci mektebin en büyük îemsilcilerindendir. Esas mesleği papazlıktır.

(23) A. 6eulinex: 1625-1699 seneleri arasında yaşamıştır. Bu filozof da Descartes'ci mektebin ileri gelen temsilciierindendir.

69

Dekart'cılık bunların elinde kısmen Panteizme kaymıştır. Ahlâkta mutlak deterministtirler. Yâni cüz'î iradeyi kabul etmezler.

[24) D. Hums: 1711 -177S yılları arasında yaşamış bir İngiliz filo-zotudur. idealistlere ve materyalistlere karşı şüpheciliği ile sürmüş, İngiltere'de akılcılığa karşı koyan tecrübeci fenomenizm mektebinin en büyük temsilcileri arasına girmiş ve fenomenizm ve pozitivizmin müjdecisi olmuştur. Kant': dogmatik uykusundan uyandıran ve tenkitçi felsefeye yönelten odur.

(25) Condillac: 1715-1780 yılları arasında yaşadı. Mureau rahibi oidu. Mutlak sansüalizmin kurucusudur. Fikirlerimize kaynak olarak yalnız duyularımızı (ihsaslan) kabul eder,

(36) Öassoncll: 1592 - 16E54 yılları arasında yaşamıştır. Serbest bir düşünürdür. Esas karakteri ile materyalisttir. Aristo'ya hücumları1 ils meşhurdur,

(37) Böyle: ingiliz fizik ve kimya âlimi Olup 1629 -1691 yılkın arasında yaşamıştır. Felsefeye bâzı mühim tesirleri olmuştur.

(28) Renouvler: 1815 - 1903 yılları arasında yaşamış büyük bir Fransız filozofudur. Yeni Tenkitçiliği ve Yeni Kantcılığı kuran kimsedir.

(29) Descartes: 1596-1650 yılları arasında yaşamıştır. Modern Cağın en büyük Fransız filozofudur. Çeşitli ilim dallarında keşif ve açıklamaların yanında analitik geometrinin de kurucusu olmak gibi bir sıfata sahiptir. Yeni Çağda melodik şüpheyle ise başlamış ve buradan acık ve seçik fikirlere ulaşmıştır. Birçok eserleri1 vardır. Eserlerinin büyük çoğunluğu Mehmet Karasan tarafından dilimize kazandırılmıştır.

(30) F&nelon: Fransız filozofu ve ilâhiyatçısı, 1651'de doğup 1715'-te ölmüştür. Descartes'i devam ettirenlerdendir. Eğitime ait fikirleri ile de tanınmıştır.

(31) Huyghens: Hollandalı fizikçi, matematikçi ve astronom. 1629 -1695 yılları arasında yaşamış olup felsefeyi ilgilendiren eserleri vardır.

(32) Hemstertıuis: Hollandalı bir filozoftur. Daha çok Sokrat ve Eflâtun'dan etkilenen bir ahlâk felsefesi kurmuştur. 1720-1790 seneleri arasında yaşamıştır.

(3) E. Boutroıu: Ruhçu Fransız filozolfarındandır. 1845'te doğup 1921'de ölmüştür. "Din ve İlim", "Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu Hakkında" adlı eserleri Türkçeye tercüme edilmiştir,

70

(34) Bergson: 1859 - 1931 yılları arasında yaşadı. Yahudi asıllı Fransız filozofudur. 20. asrın en büyük ruhcu (spiritüalist) filozofu olarak kaDûl edilir. Felsefesini psikolojiye dayandırmıştır. Orijinal ve cazip fikirleri ile mekanizme, materyalizme ve pozitivizme karşı cephe aldı ve kuvvetli akisler uyandırdı. Zekâ karşısında, gerçeğe ve mutlak'a doğrudan doğruya ulaştırdığı için sezgiyi savunmuş ve Sezgiciliğin kurucusu olmuştur. Birçok eseri vardır. En mühim eserleri dilimize M. Sahip Tunç ve M. Karasan tarafından çevrilmiştir.

(35) Leibniz: Alman filozofudur. 1646'da doğdu, 1716'da öldü. Felsefe târihinin en büyük simaları arasında yer alır. "Mondoloji"nin kurucusudur. Eserlerinden "Monadoloji", "Metafizik üzerine Konuşmalar" ile "insan Zihni Üzerine Yeni Denemeler"in giriş ve birinci kısımları Türkçeye tercüme edilmiştir.

(36) Wolff: 1679-1754 yılları arasında yaşamış bir Alman düşünürüdür. Kant'a en çok tesir edenlerden biridir.

(37) G. Gruno; 1548 • 1600 y Ulan arasında yaşamış italyan âlimi ve filozofu. Muhyiddin-i Arab'den etkilenerek Hıristiyanlığa aykırı bir panteizm ortaya altığı için 1600 yılında kilise tarafından ölüme mahkûm edilmiş ve kanı okıtılmamosı için de diri diri yakılarak bu ceza infcz edilmiştir.

(3B) Sptnoza: Yahudi asıllı Hollandalı bir filozoftur. 1632 - 1677 seneleri arasında yaşadı. Panteizmin Batıda en büyük temsilcisidir. Aynı zamanda tam bir deterministtir. "Etika" adlı meşhur eseri H. Ziya Ülken tarafından dilimize çevrilmiştir.

(39) Srtaftersbury: 1671 - 1713 villan arasında yaşamış bir ingiliz filozofudur. Optimizmi benimsemiştir. Duyulara dayanan bir ahfâk sistemi kurmağa çatışmıştır.

(40) ScheUlngr 1775-1854 yılları arasında yaşamış bir Alman filozofudur. Kant'la acılan romantik devrin son büyük temsilcisidir. Alman idealizminin büyük mümessillerindendir.

(41) Bol n: Utilitarizm ve pozitivizme bağlı kalmış bir İngiliz filozofudur .1818-1903 yılları arasında yaşamıştır.

(42) F. Bacon: 1561 - 1926 yıllan arasında yaşamıştır. İngiliz tecrübeci mektebinin ve modern ilmin müjdeci l erinden olmuştur. Aristo mantığına karşı tümevarıma dayanan "Novum Organum - Yeni Orga-non"u yazmıştır.

71

(43) S. MIH; 1806-1873 yılları arasında yaşamış bir İngiliz filozofudur. Aristo'nun deduksiyon için yaptığını o, endüksiyon için yapmağa çalışmıştır. Ahlâkta faydacıdır. Bu bakımdan militarizmin esas kurucusu sayılır. Çeşitli sahalarla ilgili kitapları vardır. Pozitivizmin İngiltere'de en ileri gelen temsilcisidir.

(4) Copernic: Polonyalı meşhur astronomi âlimidir. 1473-1543 yılları arasında yaşamıştır. Görüşleri vs buluşları astronomide inkılâp inkılâp yapmıştır.

(45) Berkley: 1685-1753 yılları arasında yaşamış meşhur ingiliz filozofudur. Anglikan piskoposu olmuştur, ingiltere'de ruhçu idealizm okulunun paslıca temsilcisidir. Maddi nesneler kavramının ve mekânın zihnî yapılar olduğunu ileri sürer. Bununla immateryalizınin kurucusu olmaktadır. Ona göre maddenin varlığını kabul etmek bile maddeciliktir.

(46) Huxley: 1825-1895 yılları arasında yaşamış olan ingiliz biyoloji alimi ve tabiat filozofudur.

(47) Feuerbach: 1804-1872 yılları arasında yaşamış meşhur Alman filozofudur. Kendisi ilâhiyatçı olmakla birlikte koyu bir materyalist idi. Kari Marks maddeci unsurları felsefesini bu filozoftan ithal etmiştir,

(48] Cuvier: Mukayeseli astronomi, zooloji ve paleontoloji bilginidir. Fransızdır. 1769'da doğmuş, 1832'de ölmüştür. Teorilerinin felsefeye etkileri olmuştur.

(49) Maupertius; Fransız fizikçisi, matematikçisi ve filozofudur. Newton'un kutuplar hakkındaki görüşlerini ölçerek doğrulamıştır. 1698-1759 yıllan arasında yaşamıştır.

(50) Priestley: ingiliz filozof ve ilâhiyatçısı. 1733-1804 yıllan arasında yaşamıştır. Fizik ve kimya ile de uğraşmıştır. Oksijen gazının kâşifi olarak bilinir,

(51) Lavoisisr: Fransız kimyacısı olup 1743-1794 yılları arasında yaşamıştır. Modem kimyanın babası sayılır. Meşhur "Yoktan hiçbir şey var olmaz, var olan hiçbir şey de kaybolmaz." sözü bunundur.

(52) Paraceicus: 1493-1541 yılları arasında yaşamış Alman kim-yâcısıdır. Aynı zamanda tabip ve filozoftur. İlahiyatla da meşgul olmuştur.

72

(53) Leonordo: Meşhur İtalyan ressam ve heykeltraşı. Çok cepheli bir sanatkâr ve âlimdir. Felsefe ve metot meseleleri ilede meşgul olmuştur. 1452'de doğup 1519'da ölmüştür.

(54) Kepler: Alman astronomi bilgini ve filozofu. 1571'de doğdu, 1630'da öldü. Astronomide kendi adıyla anılan kanunları vardır.

[55] Galllee: Tabiat ilimlerinin metodunu kurmuş ve kainat hakkındaki yeni anlayışları ile felsefeye de mühim tesirler yaprntş olan meşhur italyan âlimidir. Aristo fiziğini yıktığı için başta kilise olmak üzere birçok düşmanlıklar kazanmış vç engizisyon mahkemelerine sevk. edilmiştir. Neticede uzun seneler sürgünde ve hapishanede geçirmek zorunda kalmıştır. 1564-1642 yılları arasında yaşamıştır.

|56) Newton; Tanınmış ingiliz matematikçisi .astronomu ve filozofudur. 1642-1727 yılları arasında yaşamıştır. Kendisi, çekim [cazibe) kanunlarını keşfetmiştir.

(57) Eulerr İsviçreli matematikçi ve filozof. Ayrıca fizik, kimya ve astronomi ile de meşgul olmuş ve - birtakım keşiflerde bulunmuştur. 1707'de doğup 1783'te ölmüştür.

(58] Hobbes: 1588 - 1679 yılları arasında yaşamış bir İngiliz filozofudur. Leviathan adlı eseri meşhurdur. Yen! cağın başlangıcında materyalizmin en koyu savunucusu ve onu kuvvetlendiren kimse olmuştur. Ahlâkta faydacı, siyasetle despotizm taraftarı olmuştur. "İnsan insanın kurdudur." sözü meşhurdur.

(59) Rousseau: 1712-1773 yılları arasında yaşamıştır. Kendine göre spiritüalisttir, fakat Tanrısı da, esasında terkedilmiş olan ve tekrar dönülmesini istediği tabiattır. İçtimaî mukavele fikrinin sahibidir. Kont'a en çok tesireden üç kişiden biridir. Eğitimci fikirleri ile de tanınmıştır. Bir kısım eserleri dilimize çevrilmiştir.

(60) Ncolaus: Alman ilâhiyatçısı ve filozofu. Aynı zamanda matematikçi ve papaz. 1401 -1464 yılları arasında yaşamıştır.

(61) Ravisson: 1813 -1900 yılları arasında yaşamış bir Fransız filozofudur. "Aristo Metafiziği Üzerine Deneme" adlı eseri meşhurdur.

(62) Steiner: 1861 -1925 yılları arasında yaşamış olan Alman filozofudur. Antrapozofi felsefe teorisinin kurucusudur.

(63) Spencer: 1820 -1903 yıllan arasında yaşayan tanınmış ingiliz filosoîudur. Evrimciliğin kurucusudur. İlmin ve felsefenin olanı olan

73

(76) Hamilton: 1788-1856 yılları arasında yaşamış ingiliz filozofudur. Felsefesinde Humeun şüpheciliğine ulaşmaktadır.

(77) Locke: İngiliz ampirist filozofudur. Ona göre doğuşları bilgi yoktur ve insan zihni "Boş bir levnadır". 163£'de doğup 1704'te ölmüş-tür.

(78) S. Anselme: 1033-1109 yılları arasında yaşamış olup Hıristiyan ilâhiyatçılanın en buy ilklerindendir. Allah'ın varlığını isbat için iteri sürdüğü deliller ve "Anlamak için îman ediyorum" sözü meşhurdur-

(73) Hegeh Mutlak idealizmin kurucularından. 1770-1831 yılları arasında yaşadı. Mantıkla metafiziği birleştirmeğe çalışmıştır. Metodu, çelişikliklerden uzlaşmaya doğru düşüncenin yürüyüşünü ifade eden diyalektiktir. K. Marks daha sonra bu metodu almış, tersine çevirmiş ve kendi sistemini izahta kullanmış ve diyalektik materyalizmi kurmuştur.

(80) B en t ham; ingiliz filozofu ve iktisatçısı. Faydacı ahlâkı Mill'den önce kuran kimsedir. 1748-1832 yılları arasında yaşamıştır.

(81) W. James: En büyük Amerikan filozofudur. 1842-1910 seneleri arasında yaşamıştır. Pragmatizmin kurucusu olup cokcu ruhçulu-ğun (spitualisme pluraliste) başlıca temsilcisidir. Birçok eserleri vardır. Bunlardan bir'kısmı dilimize çevrilmiştir. Din psikolojisi ile ciddî olarak meşkul olanlardandır. Terbiyeey dair fikirleri ile de tanınmıştır.

(82) Jacobl: 1743-1819 yılları arasında yaşamış bir Alman filozofudur. İnsanın tabii şuuruna famamiyle güvenmeyi, insanın zihinli tabiatı ile eşya gerçekliği arasında bi'r ezelî ahenk bulunduğunu savunmuştur.

(83)    HelmaJtz: 1821 -1894 yılları arasında yaşamış Alman fizikçisi

ve fizyoloiisti.  Fizikteki peşitli keşifleri meşhurdur.

{34) Camponella: 1568-1639 yılları arasında yaşamış olan İtalyan fizilofudur. Ömrünün 27 senesi zindanda geçmiştir. Esas itibariyle şüpheci ve tenkitçi bir felsefi görüşe sahiptir. "Güneş Sitesi" adlı eseri meşhurdur.

(85) Fechner: Alman fizikçisi ve filozofu. 1801-1887 yılları arasında yaşamıştır. Monist bir Tanrı anlayışı ile çokçu bir âlem anlayışına sahiptir.

(86) Machlaval: italyan siyaset felsefecisi ve siyasetçisi. 1469'da doğup 1527'de öldü. Yaşadığı devirde İtalya siyasî karışıklık kır içinde

76

idi ve devlet adamları papaların oyuncağı idi, yahut papalar bizzat devlet idare ediyorlardı. Papaların bu nüfuz ve ihtirasını önleyebilmek için din işleri ile devlet işlerinin ayrılmasına lüzum görerek lâikliğin temellerini atmıştır. "Gaye vasıtayı meşru kılar" sözü ile dîni. ahlâkı ve çeşitli değerleri gayeye ulaşmak için birer âlet derecesine düşürmüştür. "Hükümdar" adlı eseri iki defa dilimize çevrilmiştir.

(87] Gibbon: 1737 - 1794 yıliarı arasında yaşamış olan İngiliz tarihçisidir. "Roma İmparatorluğunun Gerilemesi ve Yıkılışı" adlı eseri tanınmıştır.

(88) E. Haeckel; Alman tabiat âlimi ve filozofu. 1834-1919 yMlgrı arasında yaşamıştır. Gecen asrın kaba ilimci maddeciliğinin en büyük temsilcilerindendir. "Monizm" adlı eseri, memleketimize bu maddeciliği yerleştirmek isteyen Baha Tevfik ve arkadaşları tarafından "Vahdet-i Mevcut" adıyla dilimize tercüme edilmiştir. Ayrıca "Kâinatın Muammaları" adındaki eseri de çevrilmiş va bir özet halinde M.E.B.'nca liselere yardımcı kitap olarak yayınlanmıştır.

(89) Montesquleu: Fransız hukuk ve siyaset filozofu. 1689 - 1755 yılları arasında yaşamıştır. "Kanunların Ruhu" adlı eseri çok meşhurdur ve dilimize de çevrilmiştir.

(90) E. Durkheîm: Yahudi asıllı Fransız sosyologu ve filozofu. 1853-1917 yılları arasında yaşadı. Sosyolojinin esas kurucusu sayılır. Comteun takipçisidir, Cemiyeti Tanrı yerine koymuştur. Din sosyolojisi ile de ciddi olarak meşgul olmuştur. Eserlerinin bir kısmı Türkçeye çevrilmiştir. Okullardaki sosyoloji derslerine bu sosyoloji esas olarak alınmıştır.

(81) Daraılfi: İngiliz tabiat âlimi. 1309 - 1882 yılları arasında yaşamıştır. Tekamülcülüğün esas kurucusu sayılır, insanın maymundan geldiğini iddia etmiş ve tabiî seçkinleşme nazariyesini ileri sürmüştür. Allah'ın varlığına inanmakla birlikte, âlemi mekanik bir tarzda îzah ettiği için materyalizme en büyük desteği sağlamıştır. "Hayat mücadelesinde ancak kuvvetlinin yaşama hakkına sahip olduğunu" ileri sürmesi, ingiliz sömürgeciliğinin resmî felsefesini ve dayanağını teşkil etmiştir. Belli başlı eserleri dilimize çevrilmiştir. Darwin nazariyesi ve bilhassa insanın maymundan geldiği fikri yüzyılımızın başından beri yapılan biyolojik, antropolojik araştırmalarla değerini yitirmiş ve Mim târihinin raflarına tevdi' edilmiştir. Fakat bâzı materyalist, ateist ve aşırı solcu gruplar, bu nazariyeyi ayakta tutmağa calışmakta-

77

(7) Existensialisme (Varoluşçuluk]: Genel olarak insanın varlığını ele alan. soyut fikirlerden, külli kavramlardan (özlerden), müşahhas ve ferdî realitelerin üstünlüğünden sıyrılarak konusunu sadece varoluşta gören felsefe akımı. Esas kurucusu 1855'te ölen Kierkegaard adındaki Danimarkalı ilâhiyatçı filozoftur. O, 19. asrın bunaltıcı maddeciliği karşısında sonsuz ve Ölüm önünde korku ve titremeden hareket ediyordu. Daha sonra bu okım inkarcı nihilist ve aşkın bir varlığa inanan varoluşçuluk tarzında ikiye ayrıldı. Dindar ekzistansiyaüstlerin başında Kari Jospers gelir. Karşı anlayışın başında da J. Paul Sartre gelir. Sartre'a göre varoluş, insanda Özden Öncedir. İnsan özünü kendi yaratmak zorundadır. İnsanın hürriyeti ancak Tanrı'nm yokluğu veya inkârı ile mümkündür.

Varoluşçuluk hakkında ülkemizde ciddî bir kitap yayınlanmadığı halde, Santre ve benzeri düşünürlerin bütün vülgarize kitapları tercüme edilmiş ve bunlarla köklü akideler yıkılmağa çalışılmıştır.

(8) Evolutionnisme (Evrimcilik): Evrimi bütün âlemin, varlıkların, hayâtın, zihnin ve cemiyetlerin genel kanunu kabul eden mezhep, [Kitapta bu konu genişçe ele alınmıştır.)

(9) Feminlsme: Kadınların eşit muamele görmediklerini iddia ile her alanda kadın haklarının genişletilmesini ve kadınlığın üstünlüğünü savunan meslek,

(10) İdĞallsme (Ülkücülük): Düşüncenin biricik gerçek olduğunu ve bütün gerçeklerin aslı olduğunu, maddenin, zihnin bir tasavvuru ve mahsûlünden başka bir şey olmadığını ileri süren felsefe cereyanı. Çok değişik şekilleri vardır.

(11) Intultlonnisme (Sezgicilik): İlmin âleti olan zekâdan ayrı bir bilme gücü olduğunu ve felsefenin metodu olan sezgi ile doğrudan doğruya bulun eşyayı, gerçeğin özünü bilebileceğini, Mutlak'a erişebileceğini, böylece metafiziğin meşruluğunu ileri süren meslek. En büyük temsilcisi H. Bergson'dur.

(12) Monado!o|l: Alman filozofu Leibniz'ln monadlar (ruha sahip en küçük parçalar) dan teşekkül ettiğini iler] sürdüğü felsefî anlayışına ve nazariyeyi ocıkladığı eserine verilen isimdir. Ona göre monadlar yer tutmaz, bölünmez, şekilsiz, ezelî ve ebedîdirler. Monadların monadı AJIah'dır.

(13) Monisme Bircilik): Nesnelerin özG bakımından âlemdeki her şeyi bir tek prensibe madde, ruh vs.) irca eden felsefî anlayış. O, nee-

80

nelerin varlığı bakımından tek  bir asıldan  çıktığını  ileri sürer. Ruhçu ve maddeci çeşitleri vardır.

14) Maleriallsme Maddecilik): Ruhun ve ruhi özlerin varlığını inkâr ederek bütün gerçeğin maddeden çıktığını kabul eder. Eşyanın bütün gerçekliğini maddeye indirger (irca eder). Dolayısıyla bütün manevî değerleri ve ruhu, Allah'ı, âhlreti inkâr ediyor. Târih boyunca birçok değişiklikler geçirmiştir. (Fazla bilgi için bk. S. H. Bolay, T. Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücâdelesi, İst. 1967).

(15) Mecanlsme (Mekonizm): Eşyanın tabiatı İcâbı âtıl olduğunu. ancak dışardan gelen kuvvetlerin tesiri ile değişmeye tabi' olabileceğini iddia eder. Ayrıca maddenin kuvvetten ayrı olduğunu ileri sürer ve hâdiseleri hep hareketle açıklamak ister. Bu akım maddeciliğin en büyük destekçilerindendim

(16) Nihilisme (Hiççilik): Her şeyin bir görünüş ve kuruntudan ibaret olduğunu ileri sürer ve hiçbir değeri kabul etmez. Bizde Tevflk Fikret'in "Târih-i KadîrrTindeki şu beyti bu teslrlö yazılmıştır:

Her şeref yapma, her saadet piç, Her şeyin Ibtidası Shiri Hiç.

J   Nihilizmin en büyük temsilcisi! Alman filozofu Ntâtzche (Nice) dir.

(17) Nomlnallsme (isimcilik): Küllilerin (tümellerin) özde ve zihinde mevcut olmadıklarım, bunların sayısız birtakım nesnelere verilen isimlerden, hayâl ve kelimelerden ibaret olduklarını iddia eden felsefe anlayışı. Böyloce bu meslek bilgimizin objektifliğini de reddetmiş olmaktadır.

(18) Parolelllsme (Muvâzîlik): İki veya daha fazla olaylar sarisinin paralel (muvazi) oluşudur. Meselâ psiko-fizikte her cismâni oloya karşılık ruhî bir olayın varlığının kob-) edilmesi muvazi l ıkıl r.

(19) Phenomenlsme (Fenomenizm • Olguculuk): Her türlü maddî veya ruhî özün ve her sebebin varlığını reddedip sıfatlan ve kanunlar gereğince birbirine bağlı olayları kabul eder. Bütün gerçeği ve bilgiyi olaylara dayandırır. Bu akımın esas öncüsü Hume'dur. Ona göre tecrübe bize ancak olayları bildirir ve olaylardan başka bir şey yoktur.

(20) Po«itivlsme (Pozitivizm - isbaliyecllik): Tecrübe ile gerçekleşmemiş olan her şeyi inkâr edenlerin görüşü. Bu akım, olaylar arasındaki birtakım sabit münâsebetlerden hareket ederek duyularımızla algılana-

İÇİN D EKİLER

Takdim    .........................................................     3

İsmail Hakkı İzmirli'nln Hayâtı ve Eserleri ...............       5

Önsöz      .........................................................     7

İslâm Düşünürleri Ortaçağlarda Avrupa Düşünürlerinin Üstadları ve Selefleridir.................................       9

İslâm Düşünürlerinden bir Grup İle Yeni Cağ Düşü-

nükleri Arasında Karşılaştırma   ........................... 12

Fert Fsrt Karşılaştırma    ....................................   16

Tekâmül Sistemi    .............................................   41

Tenkit      .........................................................     46

ilâveler    .........................................................     47

Cetvel      .........................................................     49

Fransız Düşünürleri      ..............................          49

ingiliz Düşünürleri     .................................          53

Alman Düşünürleri     .................................         57

İtalya Düşünürleri  ....................................           61

Hollanda Filozofları     . . ............................         62

Amerikan Düşünürleri   ..............................         62

Polonya Düşünürleri     ...............................         63

Bibliyografya      ................................................   64

Notlar: i (Filozoflar ve Âlimler Hakkında Kısa Bilgi) ...   66

Notlar: II (Kitapta Adı Geçen Bâzı Felsefe Akımları) .     79

84

 

 

SUNENI TIRMIZI

TAHARET BABLARI

RESÜLÜLLAH  (S.A.V.)  DEN

BAB         : l

MEVZU  : TAHARETSIZ  NAMAZ KABUL DEĞİLDİR

l — İbn Ömer (R.A) den rivayet edilmiştir; Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Taharetsiz namaz kabul değildir ve hileli maldan sadaka olmaz.»

Hennad rivayetinde «illa bi tuhirun>> demekte (yani «namaz, ancak taharetle kabul olur»

 tabirini kullanmakta) dır.'

Bu hadîs, bu babda varit olan hadîslerin en sahihi ve en hasenidir. Ebül-Melih, babası, Ebu Hüreyre ve Enes'den de bu babda hadîs rivayet edilmiştir. EbÜl-Mehh bin Usame'rün adı Âmir'dir. Ona Zeyd bin usame bin Umeyr El-Hüzelî de deniliyor.

 BAB         : 2

MEVZU   : TAHARETİN FAZİLETÎ

2 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir Dedi ki: Resulul lah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Müslüman -veya mü'min- kul abdest alırken yüzünü yıkadığında gözleri ile işlediği her kusur, abdest suyu -veya suyun son damlası veya turna yakla-şık bir tabir kullandılar- ile yüzünden çıkar; kollarını yıkadığında «ileriyle irtikâp ettiği her kusur, su -veya. su-yua son damlası- ile ellerinden dökülür ve böylece günahlardan tertemiz olarak çıkar.»

BAB         .  3

MEVZU  : NAMAZIN ANAHTAKI TAHARETTİR

3 — Ali (ra) den rivayet edilmiştir. Resûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki:  Namazın anahtarı taharettir; tahrimi tekbirdir ve tahlili selâm vermektir».'

4 — Cabir bin Abdillah (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Re-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cennetin anahtarı namaz, Namazın anahtarı abdesttir.»

BAB         : 4

MEVZU  : AYAKYOLUNA  GİRERKEN OKUNACAK DUA

5 — Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) helaya girerken «allahumme inni euzu  bike   » derdi. Şu'be diyor ki: Bir defasın-

da da «euzu bike minelhubsi vel habaisi»' veya « vel hubsu vel habaisi» dedi.

Bu babda Ali, Zeyd bin Erkam, Cabir ve ibn-ü Mes'ud'dan hadis rivayet edilmiştir.

Enes'in hadîsi, bu babda rivayet edilen hadîslerin en sahih ve en hasenidir.

6 — Enes bin    Malik  (R.A.)     den rivayet    edilmiştir:    Resûlüllah

(S.A.V.), helaya gireceği vakit«allahumme inni euzu bike minel hubsi vel habaisi>> derdi.

Bu hadîs hasen-sahihdir.

BAB         : 5

MEVZU   : AYAKYOLUNDAN ÇIKINCA OKUNACAK DUA

7 — Aişe   (R. Anha)  dan rivayet edilmiştir.  Dedi  ki:     Resülullah (S.A.V.), heladan çıkınca « gufraneke  » derdi.

BAB         : 6

MEVZU  : BÜYÜK VEYA KÜÇÜK ABDEST BOZARKEN KIBLEYE KARŞI DURULMAMASI

8 — Ebu Eyyub El-Ensarî (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Resûliillah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ayakyoluna geldiğinizde ne büyük abdestinizi bozarken, ne de küçük abdestinizi bozarken kıbleye kar-şi durmayın ve arkanızı da kıbleye çevirmeyin. Fakat şarka veya garba yönelin.»11 Ebu Eyyub diyor ki: Şam'a geldik ve bazı helaları kıbleye karşı yapılmış olarak bulduk. Bu helalara girince kıbleden (mümkün olduğu kadar) inhiraf ediyor ve Allah'dan af diliyorduk.

BAB   : 7

MEVZU : KIBLEYE KARŞI DURMA RUHSATI

ö — Cabir bin Abdullah (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Re-sûl-i Ekrem (S.A.V.) bizi küçük abdest bozarken kıbleye Karşı durmaktan menetmiş idi. Vefatından bir yıl önce kendisinin kıbleye karşı durdu--ğunu gördüm.» '-

Bu babda Ebu Katade, Aişe, Ammar bin Yasir'den hadîs rivayet edilmiştir.

Cabir'in bu babdaki hadîsi hasen-garib'dir.

10 — İbn-u Lehîa bu hadîsi Ebüz-Zübeyr'den, Cabir'den, Ebu Ka-tade'den rivayet etmiştir: «Ebu Katade, Rasûlüllah (S.A.V.) in kıbleye karşı durarak bevlettiğini gördü.» Kuteybe bu hadîsi bize İbn-i Lehîa'-dan naklen tahdis etti.  ZAYIF

Cerir'in Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet ettiği hadîs, Ibn-ü Lehîa'nm hadîsinden daha sahih'tir.

İbn-i Lehîa, muhaddislerin nazarında zayıftır. Yahya bin Said El-Kattan ve daha başkaları, hıfzı yönünden zayıf olduğunu kaydetmişlerdir.

11 — îbn-i Ömer (R.A.) dan rivayet edilmiştir; dedi kî: «Bir gün Hafsa'nm evinin damına çıkmıştım. Rasûlüllah (S.A.V.) i, yüzü Şam'a ve arkası Kabe'ye dönük olarak def-i hacet yaparken gördüm.»

Bu hadîs hasen-sahih'tir.

BAB        : 8

MEVZU  : AYAKTA KÜÇÜK ABDEST BOZULMAMASI

12 — Aişe (R, Anha) dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Her kim size

Kasûlüllah (S.A.V.) in ayakta bevlettiğini söylerse ona. inanmayın. Ancak oturarak bevlederdi.»

Bu babda Ömer, Büreyde ve Abdurrahman bin Hasene'den  hadîs

rivayet edilmiştir.

Aişe'nin hadîsi bu babda rivayet edilen hadîslerin en hasen ve en sahihi'dir.

BAB        : 9

MEVZU  : AYAKTA KÜÇÜK ABDEST BOZMA RUHSATI

13 — Huzeyfe (R.A.) den rivayet edilmiştir: «RasûlUllah (S.A.V.) bir kavmin çöplüğüne gelerek ayakta bevletti. O'na abdest suyu getirdim. Geri çekilmek için ayrılırken beni (yanına) çağırdı. O kadar (yaklaştım) ki topuklarının hemen yanında idim. Abdest aldı ve mestlerinin üzerine mesnetti.»

BAB         : 10

MEVZU  : DEF-İ HACET ANINDA SETÎR

14 — Enes (R.A),den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.-V.) def-i hacet yapmak istediğinde çömelmeden önce elbisesini kaldırmazdı.

BAB        : 11

MEVZU : SAĞ ELLE 1STİNCA (TAHARETLENME)  NİN

KERAHETİ

15 - Ebu Katade'den rivayet edilmiştir: «Rasûliillah (S.A.V.), kişinin sağ eli ile zekerini tutmasını, menetti"

BAB        : 12

MEVZU : TAŞLA ÎSTlNCA

16 — Abdurrahman bin Yezid'den rivayet edilmiştir. Dedi ki- Sel-man'a «Peygamberiniz (S.A.V.) size her şeyi, hatta abdest bozmayı bile öğretti» denildi. Selman «Evet» dedi «bizi büyük veya küçük abdest bozarken kıbleye karş, durmaktan, sağ elle istinca yapmaktan, üç taştan azı ile taharetlenmekten, Tezek veya kemikle taharetlenmekten menetti.»

 

BAB        : 13

MEVZU : İKİ TAŞLA İSTlNCA

  17---Abdullah dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) def-ı hacet için çıkmıştı ki, «Bana üç taş bul» buyurdu. Ben iki taş ve bir tezek getirdim, iki taşı aldı ve tezeği atarak «O necasettir» buyurdu »

BAB        : 14

MEVZU  : ÎSTİNCADA ISTİMALİ MEKRUH OLAN ŞEYLER

18 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Tezek ve kemikle taharetlenmeyin. Çünkü o, cinlerden kardeşlerinizin azığıdır»

 

: 15 MEVZU   : SU ÎLE ÎSTİNCA

19 — Aışe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: »Kocalarınıza su ile temizlenmelerini emredin. Ben onlar (a bunu anlatmak) dan utanıyorum. Oysa Rasûlüllah (S.A.V.) buna yapardı.»

BAB        : 16

MEVZU   : RESÛLULLAH   (S.A.V.)   DEF-1 HACET YAPMAK iSTEDiKLERi ZAMAN UZAĞA GİDERDİ

20 — El-Muğire bin Şu'be'den (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) ile beraber seferde idim. Peygamber (S.A.V.) uza ğa giderek def-i hacet yaptı.»

BAB        : 17

MEVZU  : YIKANMA YERiNDE BEVLETMENİN KERAHETİ

21 — Abdullah bin Mügaffel'den (R.A) rivayet edilmiştir. Rasû-lüllah (S.A.V.) kişinin yıkanma yerinde bevletmesini menetti ve buyurdu ki: «Vesvesenin çoğu ondandır.»

BAB        : 18 MEVZU   : MlSVAK

22 — Ebu Hüreyre   (R.A.)   den rivayet edilmiştir"  Dedi  ki:   Rasû-lüllah  (S.A.V.)  şöyle buyurdu:  «Ümmetimi meşakkata düşürmüyor ol-

saydım onlara her namazın önünde misvakı emrederdim.»

 

23 — Zeyd bin Halid El-Cühenî'den (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüüah (S.A.V.) den işittim; buyurdu ki: «Ümmetimi meşakkata düşürmüyor -olsaydım onlara her namazın önünde misvâki emreder  ve yatsı namazını gecenin üçte birine tehir ederdim."

BAB         :  19

MEVZU  :  UYKUDAN KALKAN KİŞİ ELİNİ   YIKAMADAN  SU KABINA DALDIRMASIN

24 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz gece uykusundan''' uyandığı zaman elinin üzerine iki veya Üç defa su akıtmadan elini su kabının içine sokmasın; çünkü elinin geceyi nerede geçirdiğini bilmez.»

BAB        : 20

MEVZU  : ABDESTE BAŞLARKEN  BESMELE ÇEKMEK

25 — Rabah bin Abdurrahman bin Ebî Süfyan bin Huveytıb, büyükannesi tankıyla büyükannesinin babasından rivayet etmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim; buyurdu ki:-«Abdeste başlarken besmele çekmeven kişi için abdest yoktur»

26 — Hasan bin Ali El-Hulvanî'den, Yezid bin Harun'dan, Yezid bin [yâd'dan, Ebu Sifâl El-Murrî'den, Rabah bin Abdurrahraan bin Ebî Süf-yan bin Huveytıb'den, büyükannesi Said bin Zeyd'in kızından, babasın-ian, Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilmiştir: Gecen hadîsin aynı.

BAB        : 31

MEVZU : MAZMAZA VE ÎSTlNŞAK (AĞIZA VE BURUNA SU

VERMEK;

27 — Seleme bin Kays (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dediki ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Abdest alırken (burnuna su verdiğinde» sümkür ve taşla taharetlendiğinde tekle.»

BAB         : 22

MEVZU : BİR AVUÇTAN AGIZA VE BURUNA SU VERMEK

28 — Abdullah bin Zeyd (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ra sûlüllah (S.A.V.) in bir avuçtan ağzına ve burnuna su verdiğini gördüm. Bunu üç defa yaptı.»

BAB      : 23

MEVZU  : S AKALI HİLÂLLAMAK ARALARINA SU GEÇÎRMEK

29 — Hassan bin Bilâl'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Ammar bin Ya-sir'i gördüm; abdest aldı ve sakalının arasına su geçirdi. Bunun üzerine ona soruldu -veya ben' ona sordum dedi-: «Sakalının arasına su mu ge-çiriyorsıun.?» Ammar, «ne mani var? Rasûlüllah (S.A.V.) in sakalının arasına su geçirdiğini gözlerimle gördüm» dedi.

30 — Ibn-ü Ebî Ömer'den, Ibn-ü Uyeyne'den, Saıd bin Ebu Arube' den, Katade'den, Hassan bin Bilâl'den, Ammar'dan, Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilmiştir: Ayni hadîs.

 

31 — Osman bin Affan'dan (R.A.) rivayet   edilmiştir: «Resûlullah (S.A.V.) sakalını hilaller (arasına su geçirir) idi.» Bu hadîs hasen-sahih'tir. BAB        : 24

MEVZU  : BAŞI ÖNDEN BAŞLAYARAK ARKAYA DOĞRU MESHETMEK

32 — Abdullah bin Zeyd'den (R.A.) rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) başını iki eli ile meshetti ve ellerini ileri ve geri hareket ettirdi: Başının ön tarafından başladı; sonra enseye doğru gitti; sonra iki eli-ııî başladığı yere çevirdi; daha sonra ayaklarını yıkadı.»

Bu babda Muaviye, El-Mikdam bin Ma'dikerib ve Aişe'den de hadîs rivayet edilmiştir. Abdullah bin Zeyd'in hadîsi bu babda rivayet edilen en sahih ve en hasen hadîsdir. Şafiî, Ahmed ve Ishak'ın kavli budur,

BAIİ         : 25

MEVZU   :  BAŞIN MESHlNE ARKADAN BAŞLAMAK

33 — Muavviz bin Afrâ'nın kızı Er-Rubeyyı' (R. Anha) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.V.) başını iki defa meshetti: önce başının gerisinden ve sonra önünden başladı ve her iki elinin içleri ve dışları ile

meshetti.»

Bu hadîs basendir. Abdullah bin Zeyd'in hadîsi, isnad yönünden bu hadisden daha sahih ve daha iyidir. Kûfe'lilerden bazıları bu hadîse zahıp olmuşlardır. " Vekî" bin El-Cerrah onlardan biridir.

BAB         : 36

MEVZU   : BAŞA BİR KERE MESH VERMEK

34 — Muavvia bin Afrâ'nın kızı Er-Rubeyyı' "(R. Anha) dan rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) i abdest alırken gördü. Diyor ki: «Ön ve arka kısımları ile başını, sakaklarım ve kulaklarını bir kez meshetti.»

BAB         : 27

MEVZU  :  BAŞIN MESHİ iÇiN YENİ SU ALMAK

35 — Abdullah bin Zeyd'den (R.A.) rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) in abdest aldığını ve başını kollarından artan sudan başka (yeni) su ile meshettiğini gördü.»

BAB         : 28

MEVZU  : KULAKLARI İÇLERİ VE DIŞLARI İLE MESHETMEK

36 — Ata bin Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.-V.) başını ve içleri ve dışlan ile kulaklarını meshetti»^

Bu babda Er-Rubeyyı'den de hadîs rivayet edilmiştir, îbn-ü Abbas'ın hadîsi hasen-sahih'tir. tlim ehlinin çoğunun yanında amel bu hadîs üzeredir: Kulakların içten ve dıştan meshedilmesi görüşündedirler.

BAB         : 29

MEVZU  :  KULAKLAR BAŞIN MESHİNE DAHİLDİR

37 — Ebu-Umame (R.A.) den. rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah

(S.A.V.) abdest aldı; yüzünü üç kerre ve kollarını üç kerre yıkadı; başını meshetti ve dedi ki: «Kulaklar başın meshine dahildir.»

BAB         : 30

MEVZU   : PARMAKLARI HlLÂLLAMAK   (ARALARINA SU GEÇİRMEK)

38 — Asım biıı Lakît bin Sabire'nin babasından (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Abdest aldığında parmaklarını hilâlla (aralanna su geçir.)»

39 — îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasülüllah (S.A.V). buyurdu kî: «Abdest aldığında ellerinin ve ayaklarının parmakları arasına su geçir.»

Bu hadîs hasen-garib'dir.

40 — El-Müstevrid bin Şeddad El-Fihrî (R.A.) den rivavet edilmiş-tir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) in abdest aldığında serçeparmağı ile ayak parmakları (nın arası) nı ovduğunu gördüm.

Bu hadîs hasen-garib'dir. Bunu yalnız tbn-ü Lehîa'nin rivayetinden bilmekteyiz.

BAB        : 31     MEVZU  : CEHENNEM   ATEŞİNDEN   TOPUKLARIN   VAY HALİNE

41 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A. V.) buyurdu ki: "Cehennem ateşinden topukların vay haline!.»

BAB        : 32

MEVZU  : ABDEST AZALARINI BiRER KERE YIKAMAK

42 — îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S A V.) birer kere (abdest azalarını yıkayarak) abdest aldı.»

BAB         :  33

MEVZU  : ABDEST AZALARINI İKİŞER KERE YIKAMAK

43 — Ebu Hüreyre  (R.A.)  den rivayet edilmiştir:   (Rasûlüllah   (S. A.V) ikişer kere (abdest azalarını yıkayarak) abdest aldı.»

 

BAB         : 34

MEVZU  : ABDEST AZALARINI ÜÇER KERE YIKAMAK

44 — Ali  (R.A.)  den rivayet   edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.)  üçer kere (abdest azalarım yıkayarak) abdest aldı.»

BAB         : 35

MEVZU   : ABDEST UZUVLARININ BİRER, İKİŞER VE ÜÇER KERE YIKANABiLMESl

45— Sabit bin Ebî Safiyye'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ebu Cafer'e «Cabir sana Rasûlüllah (S.A.V.) in birer, ikişer ve üçer kere (abdest azalarım yıkayarak) abdest aJdığuu tahdis etti mi?» diye sordum ve «evet!» dedi.

46 — Vekf Sabit bin Ebî Safiyye'den rivayet etmiştir. Sabit dedi ki: Ebu Cafer'e «Cabir sana Rasûlüllah (SAV.) in birer kere (abdest uzuvlarını yıkayarak) abdest aldığını tahdis etti mi?» diye sordum;"evet"

 

BAB         :  36

MEVZU   : ABDEST ALIRKEN UZUVLARIN KİMİNİ İKlŞER VE KİMİNİ ÜÇER KERE YIKAMAK

47 — Abdullah bin Zeyd'den (R.A.) rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) abdest aldı: Yüzünü üç kere yıkadı; kollarını ikişer kere yıkadı; başını meshetti ve ayaklarını ikişer kere yıkadı.»

Bu hadîs hasen-sahih'tir..

BAB         :  37

MEVZU   : RASÜLÜLLAH   (S.A.V.)  İN ABDESTÎ NASILDI?

48 — Ebıı Hayye'den rivayet edilmiştir; dedi ki: AU'yi gördüm; ab-dest aldı: Ellerini tertemiz edinceye dek yıkadı; sonra üç defa ağızına su verdi; üç defa burnuna BU verdi; üç defa yüzünü yıkadı; üç defa kollarını yıkadı; başına bir kere mesh verdi; sonra ayaklarını topuklarına dek yikadı; sonra ayağa kalkarak abdestten artan suyu aldı ve ayakta içti;son-

ra şöyle dedi: (Rasûlüllah (S.A.V.) in abdestinin nasıl olduğunu sîze göstermek istedim.»

49 — Abduhayr'den rivayet edilmiştir: Ebu Hayye'nin Ali'den rivayet ettiği hadîsi aynen naklediyor; ancak (hadisin sonunda) şöyle diyor: «Abdestini tamamlayınca avucu ile abdestten artan sudan alır ve içerdi.»

BAK         : 38

MEVZU  : ABDESTEN SONRA  ETEĞE SU SERPMEK

50 — Ebû Hüreyre  (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V) buyurduki "Cibril bana geldi  "ya Muhammed! dedi  "Abdest aldığında su serp." ZAYIF

BAB         : 39

MEVZU  : ABDESTİ TAM VAPMAK

51 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S-A.-V.) buyurdu ki; «Allah'ın, kusurları ne île sildiğini ve dereceleri ne ile yükselttiğini size haber vereyim mî? «Evet, yâ Rasûlüllah!» dediler. Buyurdu ki: «Güçlüklere rağmen abdesti tam yapmak; mescidlere adımları ço-

ğaltmak; namazdan sonra namaz beklemek; işte ribat (Hak yolanda dai-mî cihad) budur.»

52 — Kuteybe ayni hadîsi bize Abdülaziz bin Muhammed'den, El-Alâ'dan, babasından, Ebu Hüreyre'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den tahdis etti ve hadîsinde üç kere «işte ribat budur; İşte ribat budur; işte ribat budur» dedi.

BAB        : 40

MEVZU  : ABDESTEN SONRA PEŞKİR KULLANMAK

    53 — Aişe (R. Anha) dan rivayet   edilmiştir; dedi ki: «rasûlullah (SAV.) in bir çaputu vardı; abdest aldıktan sonra onunla kurulanırdı.»

Bu babda Muaz tan Cebel'den de hadîs rivayet edilmişür.ZAYIF

54 — Muaz bin Cebel (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasû-lüllah (S.A.V.) i gördüm. Abdest aldığında yüzünü elbisesinin ucu île sildi (kuruladı.)»ZAYIF

 

BAB        : 41

MEVZU : ABDESTTEN SONRA OKUNACAK DUA

55 — Ömer bin El-Hattab'dan (R.A.) rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Abdest alan kişi abdestini güzel alır ve sonra « eşheduenne la ilahe illallahu vahdehulaşeriykele hu ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve rasuluhu.allamme minettevvabiyne,vecalniy minel metetahhaiyne" derse kendisine sekiz cennetin kapısı açılır.Ve dilediği kapıdan girer."

BAB         : 42  MEVZU  : BÎR MÜDD SU İLE ABDEST

56 — Sefine (R.A.) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bîr müdd su ile abdest alır ve bir sa' su ile guslederdî.»

BAB         : 43

MEVZU  : ABDESTDE SU İSRAF ETMENiN KERAHETİ

..

57 — Übey bin Kâ'b'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Abdestin bir şeytanı vardır ki, ona Velehan denilir. Suyun vesvas (şeytan) ından (evhama kapılıp suyu israf etmekten) sakının.»ZAYIF

BAB         : 44

MEVZU  : HER NAMAZ 1ÇÎN AYRI BiR ABDEST

58 — Enes (R.A.) den rivayet ediimiştir: (Rasûlüllah (SAV) ab-destli olsa da, olmasa da, her namaz için abdest alırdı.» Humeyd diyor ki: Enes'e «siz nasıl yapardınız? diye sordum. Enes, «biz bir abdest alır (abdestli iken tekrar abdest almaya lüzum görmez) idik» dedi.ZAYIF

59— İbn-ü Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Abdest üzerine abdest alana, Allah, ikinci abdesti sebebiyle on basene (sevab) yazar.»"ZAYIF

60 — Amr bin Âmir El-Ensarî'den rivayet edilmiştir; diyor ki: Enes bin Malik'den şöyle dediğini işittim: «Rasûlüllah (S.A.V.) her namaz vaktinde abdest alırdı.» Enes'e «siz ne yanardınız?» diye sordum. Enes, «biz butun namazları, abdestimiz bozulmadıkça bir abdest ile kılardık» dedi.

Bu hadîs hasen-sahih'tir. Humeyd'in Enes'den rivayet ettiği hadîs ise hasen-garib'dir.

BAB         : 45

MEVZU   :  NAMAZLARI BiR ABDEST İLE KILMAK

61 — Büreyde (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) her namaz, için bir abdest alırdı, Feth senesi olunca bütün namazları bir abdest ile kıldı ve mestlerinin Üzerine mesnetti. Bunun üzerine Ömer, ya Rasûlullah! (şimdiye dek) yapmadığınız bir şeyi yaptınız?» dedi. Rasûlüllah (S.A.V.) «bunu bilerek yaptım» buyurdu.

BAB         : 46

MEVZU  : ERKEK ÎLE KADININ BIK KABDAN ABDEST ALMALARI

62 — îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Meymüne bana tahdis etti ve dedi ki: «Ben ve Rasûlüllah (S.A.V.) bîr kabdan gu-sul abdestimizi alırdık.»

BAB         : 47

MEVZU  ; KADININ ABDESTİNDEN ARTAN SUYUN KERAHETİ

63 — Gifâr oğullarından bir kişiden rivayet edilmiştir; dedi ki: (Rasûlullah (SAV.). kadının abdestinden artan su (ile abdest almak) dan menetti,»

64 — El-Hakem bin Amr El-Gifârî'den rivayet edilmiştir: «Rasû-lullah (S.A.V.) erkeğin, kadının abdestînden artan su -veya içmesinden artan su buyurdu- ile abdest almasını menetti.»

BAB         : 48

MEVZU  : KADININ ABDESTlNDEN ARTAN SU ÎLE ABDEST ALMA RUHSATI

65 — İbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlul-lah (S.A.V.) in ezvac-i tahirâtından biri Cefne'de gusletti. Rasûlullah (S.A.V.) o kabdan abdest almak İsteyince, «Ya Rasûlüllah!» dedi «ben cünub idim.» Bunun üzerine Rasûl-ü Ekrem şöyle buyurdu: «Su cunub (necis) olmadıya.»

 

BAB         : 49

MEVZU   :   (BOL) SUYU HİÇ BiR ŞEY NECÎS YAPMAZ

66 — Ebu Said El-Hudrî'den (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Yâ Rasûlüllah!» denildi «Budâa kuyusundan abdest alalım mı? Bu ise hayz bezlerinin, köpek leşlerinin ve kokmuş nesnelerin atıldığı bir kuyudur.»

Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Muhakkak ki (bol.)su temizdir. Onu hiç bir,şey necis yapmaz.»

BAB        : 50

MEVZU  : GEÇEN BAHiS

67 — îbn-u Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e ıssız yerde bulunup yırtıcı ve çeşitli hayvanların uğrağı olan sudan sual edildiğim işittim. Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Su, iki külle miktarı olursa onu hiç bir şey necis yapmaz.»

BAB        : 51

MEVZU : DURGUN SUDA BEVLETMENİN KERAHETİ

68 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz zinhar durgun suda bevledip, sonra ondan abdest olmasın»

Bu hadîs hasen-sahih'tir. Bu babda Cabir'den de hadis rivayet edilmiştir.

BAB        : 52

MEVZU  : DENiZ SUYU TEMlZDİR

69 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; diyor ki: Bir adam, Rasûlüllah (S.A.V.) e «Yâ Rasûlüllah!» dedi «biz deniz yolculuğu yaparız ve beraberimizde az su taşırız. Onunla abdest alırsak susuz kalacağız. bu durumda deniz suyundan abdest alabilir miyiz?.» Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «O (deniz), suyu temiz ve ölüsü helâl olandır»

 

BAB         : 53

MEVZV   :  BEVL HAKKINDA  VARlT OLAN TEŞDiD (SERT HÜKÜM)

70 — İbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.-V.) iki kabire uğradı ve buyurdu ki: Bu iki kabir azap görüyorlar ve azap görmeleri de ağır bir iş için değil:'' Şu, üzerine bevlin sıçramasından sakınmazdı; şu da koğucuhık yapardı.»

BAB         : 54

MEVZU   :  HENÜZ MAMA YEMEYEN  ÇOCUĞUN BEVLİNİN ÜZERİNE SU DÖKÜLEREK TEMİZLENMESİ

71 — Ümm-ü Kays bint Mihsan (R. Anha) dan rivayet edilmiştir: dedi ki: «Henüz mama yemiye başlamayan bir çocuğumla Rasûlullah (S.A.V.) in yanına girdim. Çocuk, O'nun (kucağında iken) üzerini ıslattı. Bunun Üzerine su istedi ve bu suyu sidiğin üzerine serpti "

BAB         : 55

MEVZU  :  ETİ YENEN HAYVANIN SİDİĞİ

72 — Enes (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Ureyne'den bazı kişiler Medine'ye gelmişlerdi ki, Medine'nin havasını ağır buldular. Rasûlüllah (S.A.V.) zekât develerini onlara koşarak gönderdi ve buyurdu ki: «Bunların sütlerinden ve tevillerinden için!». Onlar da (Medine'den çıktıktan sonra) Rasûlüllah (S.A.V.) in çobanını Öldürdüler; develeri önlerine kat-tılar ve islâm dininden İrtidat ettiler (döndüler). Sonra (yakalanarak) Rasûlüllah (S.A.V.) e getirildiler. Bunun üzerine (suçlarının cezası olarak) ellerinin ve ayaklarının çaprazlamasına kesilmesine, gözlerinin oyulmasına ve kendilerinin de Harre'ye atılmalarına hüküm verdi. Onlardan kiminin ağzı ile yeri kopardığını görürdüm. Neticede öldüler.» Muhtemelen Hammad, (hadisin son kısmım) şöyle rivayet etmiştir: «Onlardan kiminin dişlerini takarak yeri ısırdığını görür îdim. Nihayet öldüler.»

Bu hadis hasen-sahih'tir. Enes'den müteaddit vecihlerden rivayet edilmiştir, îlim adamlarının çoğunun kavli budur: Eti yenen hayvanların sidiğinde beis görmemektedirler.

73 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Kasû-lüHah (S.A.V.) İD onların gözlerini oymasının yegâne sebebi, çünkü onlar, çobanların gözlerini oymuşlardı.»

Bu hadîs garib'dir. Bu Şeyh (Yahya bin Gaylân) daıı başkasının bu hadîsi Yezid Mu Ziibery'den rivayet ettiğini bilmiyoruz. «Yaralamalarda kısas» âyetinin mânası budur." Muhammed bin Sîrîn'den şöyle dediği rivayet ediliyor: «KasûlüUah (S.A.V.) in onlan bu cezaya çarphrraası, ancak şer'î cezaların nüzulünden önce vaki olmuştur.»

BAE         : 56

MEVZU : YELLENMEDEN MÜTEVELLÎD KOKUDAN ABDEST LAZIM GELiR

74 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu kî: «Abdest, ancak (yellenmeden mutevellid) sesten veya kokudan lâzım gelir.»

Bu hadis hasen-sahih'tir.

75 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmigtir: Rasûlüllah fS.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz mescidde (oturur) iken butları arasından bir koku sezerse, (yellenmeden mütevellit) sesi işitmedikçe veya kokuyu duymadıkça çıkmasın.»

76 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V)  buyurdu ki: «Allah, sizden birinizin abdestî bozulduğunda, abdest al-mayınca namazını kabul etmez.»

Bu hadîs garib-hasen sahihtir.

BAB         : 57

MEVZU  : UYUMAKTAN ABDEST LAZIM GELDiĞi

77---Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) in secdede iken uyuduğunu gördü. Horuldamaya veya ufle (r gibi nefes ver) meye başladı ve sonra kalkıp namaz kıldı. Bunun üzerine «Yâ Ra-sûlullah!» dedim «sen gerçekten uyudun.» Buyurdu ki: «Yatarak uyuya­na abdest lâzım gelir ancak. Çünkü uzandığı zaman mafsalları kendini koyverir (gevşer)».ZAYIF

Ebu Hâlid'in ad: «Yezid bin Abdurrahman»' dır, Bu babda Aige, tbn-ü Mes'ud ve Ebu Hüreyre'den hadîs rivayet edilmiştir.

78 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Ra-sâlullah (S.A.V.,) in ashabı uyurlar; sonra kalkıp namazlarını kılarlar ve abdest almazlardı»

Bu hadîs hasen-sahih'tir.

BAB         : 58

MEVZU  : ATEŞTE PİŞEN AŞDAN ABDEST LÂZIM GELDlĞl

79 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ateşin değdiği her şeyden, hatta peynir parçasından bile abdest lâzım gelir.» Bunun üzerine ibn-ü Abbas, Ebu Hüreyre'ye sordu: «yâ Ebâ Hureyre! Yağdan (yersek) abdest alalım mı?». Sıcak sudan (içersek) abdest alalım mı?.» Ebu Hüreyre «ey birader-zadem!» dedi. «Rasûlullah (S.A.V.) den bir hadîs işitince ona misal vermeye kalkışma.»"

 

BAB         : 59

MEVZU  : ATEŞDE PİŞEN AŞDAN ABDEST LAZIM GELMEDİĞİ

80 — Cabir (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah (S,-A.V.), beraberinde olduğum halde Ensardan bîr kadının evine girdi. Kadın O'na bir koyun kesti ve O, (koyunun etinden) yedi. Sonra bir tabak olgunlaşmış yaş hurma getirdi ve ondan da yedi. Sonra abdest alıp namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra, kadın O'na koyunun geri kalan etinden gene getirdi ve Rasûlullah (S.A.V.) yedi. Sonra abdest alma-

dan ikindi namazını kıldı.»

 

BAB         : 60

MEVZU  : DEVE ETÎNDEN ABDEST LAZIM GELDİĞİ

81 — El-Berrâ bin Âzib (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûl-i Ekrem (S.A.V.) e deve etlerinden abdest (lâzım geldiği) hakkında sual soruldu ve «Onlardan (yediğinizde) abdest alıntı buyurdular. Koyun etlerinden abdestten sual edildi. Bunun üzerine şöyle buyurdular: «Koyun etlerinden (yediğinizde, eğer abdestli iseniz,) abdest almayın!.»

BAB         : 61

MEVZU : ZEKERİN MESSÎNDEN (EL DEĞDİRMEDEN) ABDEST LAZIM GELDİĞİ

82 — Büsre bint Safvan (R. Anha) dan rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Her kim zekerine el değdirirse abdest almadan namaz kılmasın.»

83 — Ebu Üsame ve daha başkaları bu hadîsi Hisam bin Urve'den, Babasından, Mervan'dan, Büsre'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den aynen rivayet ettiler. Bunu bize Ebu Usame'den naklen îshak bin Mansur tahdis etti.

84 — Ebuz-Zinâd bu hadîsi Urve'den, Büsre'den,, Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet etmiştir. Bunu bize Ali bin Hucr tahdis etti ve dedi ki: Bize Abdurrahman bin .Ebîz-Zinâd, babasından, Urve'den, Büsre'den, Rasü-lüllah (S.A.V.) den tahdîs etti: Geçen hadîsin aynı.

BAB        : 62

MEVZU  : MESS-1 ZEKERDEN ABDEST LAZIM GELMEDİĞİ

85 —      Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «O ancak insandan bîr et parçası veya onun bir cüzüdür.»

Bu babda Ebu Umame'den    hadîs rivayet    edilmiştir.    Peygamber

BAB         : 63

MEVZU  : ÖPMEKTEN  ABDEST  LAZIM   GELMEDİĞİ

86 — Aişe (R.A.) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) ailelerinden birini öptü ve sonra abdest almadan namaza çıktı.> Urve diyor ki: Aişe'ye «o, mutlaka sendin» dedim ve bunun üzerine Aişe (R. Anha) güldü.

BAB         : 64

MEVZU  : KUSMA   VE  BURUN  KANAMASINDAN   ABDEST LAZIM GELDiĞi

87 — Ebud-Derdâ (R.A) den rivayet edilmiştir: (Rasûlüllah (S.A.-V.) kusdu ve bunun üzerine orucunu bozdu ve abdest aldı.» Ma'dan bin-Ebî Talha diyor ki: Şanı mescidinde Sevban ile karşılaştım ve ona bu hadisi anlattım. Dedi ki; «Doğru söyledi; ben de peygamberin eline abdest suyunu dökmüştüm.» .

tshak bin Mansur «Ma'dan bin Talha diyor. Oysa «Ma dan bin Ebî Talha» daha doğrudur.

BAB         : 65

MEVZU  : ŞIRA ÎLE ABDEST

88 — Abdullah bin Mes'ud'dan (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) bana «mataranda ne var » diye sordu. Ben de «şıra» dedim. Bunun üzerine «güzel hurma ve temiz su» buyurdu. Sonra ondan (hurma şırası ile) abdest aldı.ZAYIF

BAB         : 66

MEVZU  : SÜT IÇTİKTEN SONRA AĞZI ÇALKALAMAK

89 — lbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (S.A.-V.) sut içti ve akabinde su getirterek ağzım çalkaladı ve buyurdu ki: Süt yağlı bir maddedir.»

BAB         : 67

MEVZU : ABDEST BOZARKEN SELAM ALMANlN KEBAHETÎ

90 — Ibn-ü Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlullah sav  bevlederken adamın biri O'na selâm verdi ve   Peygamber (S.A.V.) onun selâmım almadı.»

BAB        : 68

MEVZU  : KÖPEGÎN ARTIĞI

91 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.-A.V.) buyurdu ki: «Köpeğin yaladığı kab yedi kerre yıkanır: birincisi veya sonuncusu toprak ile (ovulur). Kedinin yaladığı kab bir kere yıka-

nır.»

HAH        : 69

MEVZU  : KEDİNİN ARTIĞI

92 — Kâ'b bin Malik'in kızı Kebşe'den rivayet edilmiştir. Kebşe, Ebu Katade'nin oğlunda idi" ve Ebu Katade (bir gün) onun yanına geldi.' Kebşe diyor ki: Ebu Katade'ye abdest suyu getirdim. Bu esnada susamış bir kedi geldi. Ebu Katade, su kabını eğerek kediye su içirdi. Benim kendisine baktığımı görünce «ey kardeşimin kızı!»*'1 dedi «acayip mi buldun?.» «evet!» dedim. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Kedi pis değildir. Çünkü o, devamlı olarak etrafınızda dolaşan hayvanlardandır.»

 

BAR        : 10

MEVZU : MESLERÎN ÜZERİNE MESH VERMEK

93 — Hemmam bin El-Hâris'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Cerir bin Abdullah küçük abdest bozdu; sonra abdest aldı ve mestlerinin üzerine meshetti. Kendisine «bunu nasıl yaparsın?» denildiğinde şöyle dedi: «Yapmama mâni olacak ne var? Ben, Rasûliillah (S.A.V.) in bunu yaptığını gördüm.» ibrahim diyor ki: Onlar Cerir'in -hadîsini beğenirlerdi. Çünkü Cerir'in müslüman oluşu, El-Mâide'nin nüzulünden sonra vuku bulunmuştur.' «Onlar, Cerir'in hadîsini beğenirlerdi» cümlesi, hadîsin râ-vilerinden olan ibrahim'in sözüdür.

94 — Şehr bin Havşeb'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Cerir bin Ab-dullah'ı gördüm; abdest aldı ve meslerinin üzerine mesh verdi. Bu hususu

kendisine sorduğumda «ben, Rasûlüllah (S.A.V.) i gördüm; abdest aldı ve meslerinin üzerine meshetti» dedi. Ona «Mâide ayet inden evvel mi yok-sa sonra mı?» diye sordum ve bunun üzerine şöyle dedi: «Esasen ben, Ma-ide'den sonra müslüman oldum.»

BAB         : 71

MEVZU   : SEFERİ VE MUKlM OLANLARIN MES ÜZERiNE

MESHÎ

95 — Huzeyme bin Sabit'den rivayet edilmiştir: Rasûliillah (S.A.V.) e meslerin üzerine meshetmek hakkında sual soruldu ve bunun üzerine şöyle buyurdu: «Seferi olan kimse için. üç gün ve mühim (ikamet eden) için

bir gün.

96 — Safvaa bin Assai (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Seferde olduğumuzda Rasûlullab (S.A.V.) bize meslerimizi üçgün üç gece büyük abdest bozmaktan, bevletmekten ve uyumaktan çıkarmamamızı; yalnız cünüblükten çıkarmamızı emrederdi.»

BAB         : 72

MEVZU  : MESLERÎN ÜSTÜNE VE ALTINA MESH VERMEK

   97 — El-Muğire bin 'Şu'be'den (R.A.)  rivayet edilmiştir: «Rasûlül-

lah (S.A.V.) mestin üstüne ve altına mesh verdi»ZAYIF

BAB         ; 73

MEVZU  : MESTLERİN YÜZLERİNE MESH VERMEK

98 — El-Muğire bin  Şu'be'den   <R.A.)   rivayet  edilmiştir;   dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.,) i mestlerinin yüzlerine mesh verirken gördüm.»

BAB         : 74

MEVZU  : ÇORAP VE AYAKKABI ÜZERiNE MESHETMEK

99 — El-Muğire bin Şu'be'den rivayet edilmiştir* dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) abdest aldı; çoraplarının ve ayakkabılarının üzerine mes-hettî.»

BAB      : 75

MEVZU  : SARIK ÜZERiNE MESH VERMEK

100 — El-Muğire bin Şu'be (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «RasûJüllaJı (S.A.V.) abdest aldı; menlerinin ve sangının üzerine mesh verdi.»

101 — Bilal  (R.A.) den rivayet    edilmiştir:  «Rasûlulah  (S.A.V.) mestlerinin ve başının yağlığının üzerine meshetti.»

102 — Ebu Ubeyde bin Muhammed bin Ammar bin Yâsir'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Cabir bin Abdullah'a meslerin üzerine mesh vermeyi sordum. «Ey biraderzadem!» dedi «sünnet {Rasûlüllah'ın fili) dir.» Sarığın üzerine mesh vermeyi sordum ve «suyu saçına değdir» dedi.

BAB        : 76

MEVZU : CUNÜBLÜKTEN YIKANMAK

103 — ibn-u Abbas'ın teyzesi Meymûne (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.,) e gusül suyu koydum ve gusül ab-destî aldı: Kabı sol eliyle eğerek sağ eline su döktü ve iki elini yıkadı. Sonra eliyle kabdan su alarak edep yerinin üzerine akıttı. Sonra elini duvara veya toprağa sürterek ovdu. Sonra ağzına ve burnuna su verdi; yüzünü ve kollarını yıkadı. Sonra başına üç kere su döktü. Sonra bütün cesedine döktü. Sonra kenara çekilerek ayaklarını yıkadı.»

 

104 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) gusül abdesti almak istediği zaman başta ellerini su kabına sokmadan önce yıkardı. Sonra edep yerini yıkar ve namaz abdesti gibi abdets alırdı. Sonra saçını diplerine kadar ıslatardı. Sonra başından aşağı üç kere su saçardı.»

BAB         : 77

MEVZU  : KADIN   GUSÜL  ABDESTl   ALIRKEN   (ÖRGÜLÜ)

SAÇINI BOZAR MI?

105 — Ümm-ii Seleme (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e «ya Rasûlüllah!» dedim «başımın Örgüsünü sun-sıkı bağlayan bir kadınım ben. Gusül abdesti alırken bu örgüyü bozayım nü?.» Buyurdu ki: «Hayır, başına üç kere su saçman, kafidir sana. Sonra bedeninin her tarafına su akıtırsın ve artık temizlenmiş olursun.» Veya «tşte temizlendin gitti» buyurdu.

Bu hadis hasen-sahih'tir, tüm adamlarının yanında amel bu hadîs üzeredir; Kadın saçının örgülerini bozmadan gusül abdesti alırsa, başına su döktükten sonra bu ona kafidir.

BAB        : 78

MEVZU : HER SAÇIN TELlNİN ALTINDA CÜNUBLÜK YATIYOR

106— Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S,-A.V.) buyurdu ki: «Her saçın telinin altında cünublük vardır. Saçı yı-kayın ve beşere (cildi) nizi temizleyin.»ZAYIF

BAB         :  79

MEVZU   :  GUSÜLDEN SONRA  ABDEST

107 — Aişe (R.A.) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) gusülden sonra abdest almazdı.»

Bu hadîs hasen-sahih'tir. Peygamber (S.A.V.) in ashabından ve tabiînden ilim adamlarından bir çoklarının kavli budur: Gusülden sonra abdest alınmaması görüşündedirler.

BAB        : 80

MEVZU  : HAŞEFE  (BAŞÇIK)  LARIN BULUŞMASINDAN GUSUL LAZIM GELİR

108 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir, dedi ki: «Erkeğin sünnet kertiği kadının sünnet kertiğini (•) aşınca gusul lâzım gelir. Ben ve Rasûlüllah (S.A.V.) bu işi yaptık ve yıkandık.»

 

109 — Aişe (R. Anha) .dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Sünnet kertiği sünnet kertiğini aşınca gusül lâzım gelir.»

BAB        : 81

MEVZU : SUDAN SU GEREKiR

110 — Ubey bin Kâ"b (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Suyun (yıkanmanın} sudan (meninin inmesinden) gerekmesi, islâm'ın başlangıcında bir ruhsattan ibaretti; sonra kaldırıldı.»

111 — Aynı hadîs şu isnad île de rivayet edilmiştir: Ahmed bin Me-

nî',   Abdullah bin EI-Mübarek, Ma'mer, Ez-Zührî.

112— îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Yıkanmanın inzal vaki olmaktan gerekmesi yalnız ihtilâm olma halindedir.»ZAYIF

 

BAB        : 82

MEVZU : UYKUDAN UYANINCA YAŞLIK GÖRMEK VE ÎHTİLAM (DÜŞ AZMA) HATIRLAMAMAK

113 — Ajşe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki; Rasûlüllah (S.A.V.) e (eteğinde) yaşlık bulan ve ihtilâm olduğunu hatırlamayan kişiden .soruldu. «Yıkanır» buyurdular, ihtilâm olduğunu gören, fakat (eteğinde) yaşlık bulmayan kişiden soruldu. «Ona gusül lâzım gelmez» buyurdular. Umm-ii Seleme dedi ki: Yâ RasûLüllah! Bunu gören kadına da gusül lâzım gelir mi? Buyurdular ki: «Evet, (çünkü kadınlar (yaradılışta ve tabiatta) erkeklerin benzeridirler.»

BAB         : 83

MEV7U : MENİ VE MEZl (AKÇA SU)

114 — Ali (R.A..) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.-V.) e mezî'den sordum, Buyurdu ki: «Mezî'den abdest ve menî'den gusul lazım gelir.

 

BAB         : 84

MEVZU  :  ELBİSEYE BULAŞAN MEZÎ

115 — Sehl bin Huneyf (R..A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Me-zî'den güçlük ve sıkıntı çekmekte idim ve sık sık gusül abdesti alırdım-' Durumu Rasûlüllah (S.A.V.) e anlattım ve mezi'den sual ettim. Buyurdu ki: «Mezî'den sadece abdest alman kâfidir.» Bunun üzerine «Ya Rasûlel-lah!» dedim «elbiseme bulaşan mezi nasıl olacak?.» Buyurdu ki: «Bir avuç su alman ve bu suyu, mezî'nin elbisenin neresine bulaştığını görürsen orasına akıtman kâfidir.»

BAB        ; 86

MEVZU : ELBİSEYE BULAŞAN MENÎ

116 — Hemmam bin El-Hâris'den rivayet edilmiştir; dedi ki: Aişe'-ye bir müsafir geldi ve Aişe müsafire sarı bir yorgan verilmesini emretti. Yorganı örtünerek uyuyan müsafir (o gece) ihtilâm oldu. Yorganı üzerinde ihtilâm eseri olduğu halde göndermekten utandığından onu suya sokdu ve sonra gönderdi. Bunun üzerine Aişe (R. Anha) şöyle dedi: «yorganımızı neden bozdu? Sadece parmakları arasında uvalaması kâfi idi. (Bu gibi hallerde) Rasulüllah (S.A.V.) in elbisesini parmaklarımla ufaladığım bazan olmuştur.»

BAB         : 86

MEVZU   :  ELBİSEYE BULAŞAN MENlNlN YIKANMASI

117 — 'Aişe  (R. Anha)  dan rivayet    edilmiştir:  Aişe, Rasûlüllah (S.A.V.)  in elbisesinden menî'yî yıkamıştır.»

BAB         : 87

MEVZU  : CÜNÜB KiŞiNiN YIKANMADAN ÖNCE UYUMASI

118 — Aişe  (R.Anha) dan rivayet   edilmiştir; dedi ki:  «Rasû!üllah (S.A.V.) cünublük halinde iken uyur ve suya eldeğdirmez idi.»

119 — Hennad bize Vekî'den, Süfyan'dan, Ebu ishak'dan..  tahdis etti: Geçen hadîsin aynı.

 

BAB        : 88

MEVZU  : CÜNUB OLARAK  UYUMAK İSTEYENİN ABDEST ALIP UYUMASI

120 — Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir. Ömer, Rasûlüllah (S.A. V.) e sordu: Herhangi birimiz cünub olduğu halde uykuya yatabilir mi? Raaûlüllah  (S.A.V.)  buyurdu ki:  «Evet, abdest alırsa,!

BAB         : 89

MEVZU  : CÜNUB  KlŞlNÎN  MUSAFAHASI

121 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; Ebu Hüreyre cü-nub iken Rasûlullah (S.A.V.) onunla karşılaşmıştı. Diyor ki: Ben geriledim; yâni geri çekilerek (gidip) yıkandım ve sonra geldim. «Nerede İdin? Veya nereye gittin?» buyurdu, «gerçek cünub idim» dedim. Buyurdu ki: «Müslüman necis olmaz!»,

 

BAB         : 90

MEVZU   : KADININ ERKEK GiBi DÜŞ GÖRMESİ

122 — Umm-ü Seleme (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Mılhan'm kızı Ümm-ü Suleym Peygamber (S.A.V.) e gelerek «Yâ Rasû-lellah!» dedi «Allah, hakkın açıklanmasını yüz kızartıcı bulmaz, imdi kadın, rüyasında erkeğin gördüğünü görürse ona -gusül kasdediyor- lâzım mıdır?». Raslûllah (S.A.V.) «Evet!» buyurdu «suyu (meniyij görürse yıkansın.» Ümm-ü Seleme dedi ki: «yâ Ümm-e Süleym!» dedim «kadın-lan rezil ettin!».

BAB         : 91

MEVZU  : GUSÜLDEN SONRA KARISI ÎLE ISINMAK

23 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Kasûlüllah (S.A.V.) bazan gusiil abdesti aldıktan sonra gelir, benim ile ısınırdı ve ben yıkanmamış olduğum halde O'nu vücuduma sarardım.»ZAYIF

BAB         : 92

MEVZU   : SU BULAMAYAN CUNUB İÇÎN TEYEMMÜM

124 — Ebu Zer (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Temiz toprak müslümanın-temizleyici maddesidir; on sene su bulmasa bile. Ne var ki su bulduğunda onu beşeresi (cildi,) ne değdir-sin; çünkü bu, daha faydalıdır.»

Mahmud kendi rivayetinde «Temiz toprak, müslümanın abdest suyudur» demektedir.

BAB        : 93 MEVZU  : ÎSTİHAZE

125 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Ebu Hubeyş'in kızı Fâtıma Rasûlüllah (S.A.V.) e geldi ve «yâ Rasûlüllah.!» dedi «ben hayız gören ve akabinde (kandan) temizlenmeyen bir kadınım; namazı terkedeyim mi?.» Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Hayır! O, bir damar kanıdır; hayız kanı değildir. Hayız (müddeti) gelince namazı bırak; çıkınca vücudundan kanı yıka ve namazını kıl.»

 

BAB         : 94

MEVZU  : İSTlHAZE GÖREN KADIN HER VAKİT NAMAZI İÇÎN ABDEST ALIR

126 — Adiy bin Sabit'in dedesinden rivayet edilmiştir:   Rasûlüllah (S.A.V.)  istihaze gören kadın hakkında şöyle buyurdu:   «Hayız günlerinde ki, eskiden o günlerde hayız görmekte idi, namazı bırakır;  sonra yıkanır ve her vakit namazı için abdest alır. Oruç tutar ve namaz kılar.»

127 — Ali bin Hucr, ayni hadisi mânası ile gene Şerik'den naklen bize tahdis etti.

BAB         : 95

MEVZU  : ISTlHAZE GÖREN KADININ BÎR GUSÜL İLE İKl VAKiT  NAMAZINI  CEM'ETMESİ

 

128 Hamne bint Cahş (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Gününden fazla ve ağır hayız görürdüm. Rasûlüllah (S.A.V.) e geldim: durumu anlatacak ve kendisinden fetva alacaktım. O'nu kız kardeşim Zeyneb bint Calış'ın evinde buldum ve dedim ki: «Yâ Rasûlellah! Gününden fazla ve ağır hayız görüyorum; bunun hakkında bana ne emredersiniz? Oruçtan ve namazdan beni alıkoydu.» Buyurdu ki; «Sana pamuğu vasfederim; çünkü pamuk kanı götürür.» Hamne «pamuğun önleyeceği miktardan fazla kan geliyor» dedi. Peygamber (S.A.V.) «kanın akmasını ve yayılmasını Önleyici bir bağ kullan» buyurdu. Hamne «kan, bundan da fazla» dedi. Peygamber (S.A.V.) «bir de espap kullan» buyurdu. Hamne «kan, bundan da fazla ve hem dökülürcesine akıyor» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Sana iki husus göstereceğim. Hangisini yapabilirsen sana yeter, Şayet ikisini de yapabilirsen orası senin bileceğin şey: Bu durum ancak şeytan bozmasıdır. Allah-u Teâlâ'mn ilmine havale ederek altı veya yedi günü hayız say ve sonra yıkan. Temizlendiğini ve paklandığını gördüğün zaman yirmi dört veya yirmi üç gece ve gündüz namaz kıl." Orucunu tut ve namazını kıl. O~ gu-sül abdesti (bu müddet için) sana yeter. Kadınlar nasıl vaktinde hayız görüyor ve vaktinde temizleniyorlarsa sen de öylece yap. Eğer öğleyi geciktirmeye ve ikindiyi öne almaya ve bu arada temizlendiğin zaman (kan durduğu zaman) yıkanıp öğle ile ikindiyi bir arada kılmaya; sonra aksa-mı tehir edip yatsıyı ta'cil etmeye ve sonra yıkanıp Ud namazı bir arada kılmaya gücün yeterse yap. Sabah namazı için de yıkanır ve namazını kılarsm. işte böylece yap. Oruç tutmaya gücün yeterse orucunu da tut.»

Bunu müteakip Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «İki husustan en çok beğendiğim budur.»'

BAB        : 96

MEVZU  : İSTÎHAZE GÖREN KADIN HER VAKiT NAMAZI ÎÇİN YIKANIR

129 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Cahş'ın kızı Umm-ü Habîbe, Rasûlüllah (S.A.V.) den fetva talep ederek şöyle dedi: Ben istihaze görüyor ve temizlenmiyorum (kan kesilmiyor); namazı bırakayım mı? Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Hayır! Ancak o bir damardır; yıkan, sonra namazını kıl.» Bunu müteakin Umm-ü Habîbe her vakit namazı için yıkanırdı.

BAR         : 97

MEVZU   : HAlZ NAMAZI KAZA ETMEZ

130 — Muâze'den rivayet edilmiştir: Kadının biri Aişe'ye «bizden birimiz," hayız günlerinde geçen namazlarını kaza eder mi?» diye sordu. Bunun üzerine Aişe «Harûrâ'lı" mısın sen?!» dedi «herhangi birimiz ha-

yiz olur ve  (geçen namazlarını)  kaza etmekle emrolunmazdı.»

BAB         : 98

MEVZU   : CÜNUBLÜK VE HAYIZ HALiNDE KUR'AN OKUNMAZ

w

   131 — İbn-ü Ömer  (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah  (S.A.-V .) buyurdu ki; «Haiz ve cünub Kur'an'dan hiç bir şey okumasın.»ZAYIF

BAB         : 99

MEVZU  : HAİZ KADIN ÎLE İSTlMTA'

132 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Hayız olduğum zaman Rasûlüllah (S.A.V,) bana izar (pesjtemal) banlamamı emre-der ve sonra benim île istimta* ederdi.»

BAB         :  100

MEVZU  : HÂÎZ İLE BERABER YEMEK VE HAIZ1N ARTIĞI

133 — Abdullah bin Sa'd (R.A) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) e hâiz ile, beraber yemekten sordum, «Onunla beraber

 

ye» buyurdu.

BAB        : 101

MEVZU  :  HA1ZIN  MESCİDDEN BlR ŞEY ALMASI

138 — Ebu Bekir'in kızı Esma (R. Anhuma) dan rivayet edilmiştir; Bir kadın Rasûlüllah .(S.A.V.) e, hayız kanının elbiseye bulaşmasından sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «önce kanı kazı, sonra su ile (ıslatarak) ov, sonra üzerine su akıt ve giyerek namaz kıl»

BAB         :  105

MEVZU  : NİFAS (LOĞUSALIK) İN MÜDDETİ

139 — Ümm-ü Seleme (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Nüfesa (loğusa), Rasülüllah (S.A.V.) in zamanında kırk gün otururdu. Morluktan yüzlerimizi vers (boyamada kullanılan sarı bir bitki) ile sıvardık.»

BAB        : 106

MEVZU  : KiŞiNiN MÜTEADDÎT CİNSİ TEMASDAN SONRA BiR KEZ YIKANMASI

140 — Enes (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir gusiil ile hanımlarını dolaşırdı.»

134 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) bana buyurdu ki: «Mescidden seccadeyi bana ver.» «Ben hâizim» dedim. Buyurdu ki: «Senin hayzın elinde değil ya!»

 

BAB         :  103

MEVZU  :  HAİZ KADINA  YAKLAŞMANIN   KERAHETİ

135 — Ebu Hureyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.-A..V.) buyurdu ki: «Hâiz kadına veya bir kadına, arkadan yaklaşan veya bir kâhine başvuran kişi, Muhammed'e (S.A.V.) indirilene küfretmiş olur.»

BAIΠ        :  103

MEVZU   : HAİZ KADINA YAKLAŞMANIN KEFFARETİ

136— îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Hâiz karısına yaklaşan adam hakkında Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Yarım dinar tasadduk eder (sadaka verir)».ZAYIF

137 — Ibn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Kan kırmızı ise bir dinar, sarı ise yarım dinar (sadaka

verir."ZAYIF

BAB        : 104

MEVZU : ELBİSEYE BULAŞAN HAYIZ KANINI YIKAMAK

BAB         : 107

MEVZU : CÜNUB KİŞİ (CİNSÎ MÜNASEBETE) DÖNMEK

İSTERSE ABDEST ALIR

141 — Ebu Said El-Hudrî (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Sizden bîriniz karısına yaklaşır ve sonra tekrar dönmek isterse ikisi arasında bir abdest alsın.

BAB        : 108

MEVZU  : NAMAZ İKAME EDİLlR VE SÎZDEN BIRINIZ HALAYA

GiTME İHTİYACINl DUYARSA ÖNCE HALAYA GlTSİN

142 — Abdullah bin El-Arkam'dan rivayet edilmiştir.   Urve dedi ki Namaz için kamet getirildi ve kavmının imamı olan Abdullah bin El-Erkam ra bir adamı elinden tutarak mihraba geçirdi ve dediki:Rasulullah

n

(S.A.V.) den işittim; buyurdu ki: Namaz 1kame edilir ve sizden biriniz halaya gitme ihtiyacını duyarsa önce halâya gitsin.»''-

BAB         : 109  .

MEVZU : PİS YERE BASMAKTAN TEMİZLENMEK

143 — Abdurrahman bin Avf ın Ümmü Veledi   (çocuk doğuran cariyesi) nden

 rivayet edilmiştir; dedi ki: Ümm-ü Seleme {R.-Anha'yâ) ben eteğini uzatan (yerden çeken) ve' pis yerde yürüyen bir kadınım» dedim. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: <.Eteği sonraki (temiz) yer temizler.»

BAB         : 110

MEVZU:TEYEMMÜN

 

144 — Ammar bin Yâsir (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) ona yüz ve eller için teyemmümü emretti.» 

 

145 — İbn-ü .Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir, îbn-ü    Abbas'a

teyemmümden soruldu ve dedi ki: Allah-u Teâlâ kitab-ı celilinde abdes-ti zikrederken «Yüzlerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın» buyurdu. Teyemmümde ise «Yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin» buyurdu. Nitekim «Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin» buyurmuştur. Peygamberin fi'li, ellerin bilekten kesilmesi idi. O halde ancak o -teyemmümü kasdediyor-, yüz ve ellerdir.

Bu hadîs hasen-ğarib-sahih'tir.

BAB         :111

MEVZU   :  CÜNUBLUKTAN MAADA HER HAL ÜZERE KUR'AN

OKUNUR

,146 — Ali (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki:«RasûlüHah (S.A.-V.) cüuub olmadıkça her hal üzere bize Kur'an okuturdu.*ZAYIF

 Peygamber (S.A.V.) in ashabından ve tabiînden birden çok ilim adamının kavli budur. Diyorlar ki: ~<Kişi ab-destsiz olarak Kur'an okur; ancak Kur'an'ı yüzünden temiz olarak okur.»

Süfyan Es-Sevrî, Şafiî, Ahmed ve Ishak'ın kavli budur.

BAB        : 112

MEVZU : BEVLlN YERE BULAŞMASI

147 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Peygamber (S.A.V.). oturmakta iken bir a'râbî mescide girdi ve namaz kıldı. Namazını bitirince «ey Allahım! Bana ve Muhammed'e rahmet, et; bizimle beraber kimseye rahmet etme!» dedi. Bunun üzerine Rasûlüllan (S.A.V.) ona dönerek «çok katılaştın» buyurdu. Derken o a'râbî mescidde bevletti ve insanlar onun başına üşüştüler. Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Bev-lin üzerine bir kova dolusu su veya bir kova su dökün.» Sonra şöyle buyurdu: «Siz yalnız kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz; güçleştirici olarak değil.»

148 — Said, Süfyan'dan, Yahya bin Said'den, Enes bin Malik'den geçen hadisin eşini rivayet etmiştir.

Bu babda Abdullah bin Mes'ud, ibn-ü Abbas, Vasile bin El-Eska'dan birer hadis rivayet edilmiştir.

Bu hadis hasen-sahih'tir.

Bazı ilim ehlinin yanında amel bu hadis üzeredir. Ahmed ve Ishak'ın kavli budur.

Yunus bu hadîsi Ez-Zührî'den, Ubeydullah bin Abdillah'dan, Ebu Hü-reyre'den rivayet etmektedir.

(TAHARET BABLARININ SONU)

 

NAMAZ BABLARI RASÜLÜLLAH (SAV.) DEN

BAB

MEVZU : NAMAZ VAKlTLERİ

149 — İbn-i Abbas (R.A) den rivayet edilmiştir; Rasulullah (S.A V > buyurdu ki: «Cibril (Aleyhisselam) Ka'be'nin yanında bana iki kez imam oldu. Birinci defasında gölge, nalının tasması kadar iken Öğle namazını kıldı. Sonra her şeyin gölgesi boyu kadar olanca ikindi namazım kıldı. Sonra güneşin battığı ve oruçlunun iftar ettiği vakitte akşam namazını kıldı. Şafak"" batınca yatsı namazını kıldı. Sonra fecrin doğduğu ve oruçluya yemek haram olduğu vakitte sabah namazını kıldı, ikinci defasında, her şeyin gölgesi boya kadar olunca ve dünkü ikindi vaktinde Öğle namazını kıldı. Sonra her şeyin gölgesi boyunun iki misli olunca ikindi namazım kıldı. Sonra akşam namazını evvelki vaktinde kıldı. Sonra gecenin üçte biri geçince yatsı namazını kıldı. Sonra ortalık ağannca sabah namazım kıldı. Sonra Cibril bana dönerek «ya Muhammed» dedi «senden önceki peygamberlerin vakti budur ve vakit, bu iki vaktin arasıdır. »'"-

Bu babda Ebu Hüreyre, Büreyde, Ebu Musa, Ebu Mes'ud El-Ensarî, Ebu Said, Cabir, Amr bin Hazm, El-Berrâ ve Enes'den birer hadîs rivayet edilmiştir.

150 — Cabir bin Abdullah (R.A.) den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Cibril bana imam oldu...» tbn-i Abbas'ın hadîsinin aynını mânası ile rivayet etmekte, ancak «dünkü ikindi vaktinde» cümlesini zikretmemektedir.

Bu hadîs hasen-sahih-ğarib'dir. ibn-i Abbas'ın hadîsi ise hasen-sahih-tir.

BAB         : 114

MEVZU  : GEÇEN BAHİS

151 — Ebu Hüreyre (R.A.) -den rivayet edilmiştir; dedi ki: (Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Nanıaz vakitlerinin evveli ve sonu vardır öğle vaktinin evveli güneşin zeval zamanı ve sonu ikindi vaktinin giriş zamanıdır. İkindi vaktinin evveli, bu vaktin giriş zamanı ve sonu güneşin sarardığı zamandır. Akşam vaktinin evveli güneşin battığı ve sonu ufu-ğun battığı zamandır. Yatsı vaktinin evveli ufuk battığı zaman ve sonu gece yanladığı zamandır.1"'' Sabah vaktinin evveli fecrin doğduğa zaman ve sonu güneşin doğduğa zamandır.*

 

BAB        : 115

MEVZU : GEÇEN BAHiS

152 — Büreyde (R.A;) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir adam Ra-sûlullah (S.A.V.) e gelerek namazın vakitlerini sordu. Bunun üzerine «bizimle ikamet et; inşallah»' buyurdu. Rasûl-i Ekrem, Bilâl'e emretti; fecir doğunca ezan okudu. Sonra ona emretti; güneş zail olunca ezan okudu ve Peygamber (S.A.V.) öğle namazını kıldı. Sonra ona emretti; ezan okudu ve güneş beyaz ve yüksekte iken ikindi namazını kıldı. Sonra güneş gurupta kaybolunca, akşam namazını emretti. Sonra yatsı namazını emretti ve şafak batınca ezan okudu. Sonra ertesi gün için ona emretti ve sabah namazı için ortalığın ağarmasını bekledi. Sonra öğleyi emretti ve (Bilâl) havanın bir hayli soğuyup serinleşmesini bekledi. Sonra ikindiyi emretti ve güneş son vaktinde oîduğu yerin üstünde iken ezan okudu. Sonra ona emretti ve akşam namazını şafağın batmasının az öncesine kadar erteledi. Sonra yatsıyı emretti ona ve gecenin üçte biri geçince ezan okudu. Sonra «namazın vakitlerini soran kişi nerede?» buyurdu. O adam «benim» dedi. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) «namazın vakitleri bu iki vaktin arasıdır» buyurdu.

BAB        : 116

MEVZU   : SABAH NAMAZININ ALACA KARANLIKTA KILINMASI

153 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah (S.A.V.) sabah namazını kılar ve kadınlar dağılırdı.» El-Ensarî «Kadınlar feracelerine sarılmış olarak geçerlerken alaca karanlıktan tanınmazlardı.»dedi. Kuteybe «Çarşaflarına bürünmüş olarak» dedi.

 

 

BAB         :  117

MEVZU   : SABAH NAMAZINI GÜN AĞARDIĞINDA KILMAK

154 — Rafi' bin Hadîc (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lullah (S.A.V.) den şöyle buyurduğunu işittim: «Sabah namazı ile günü ağartın; çünkü bunun sevabı daha büyüktür»55

BAB         :  118

MEVZU   : ÖĞLE NAMAZININ ERKEN KILINMASI

155 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Öğle namazını Rasûlullah (S.A.V.) den, Ebu Bekir'den ve Ömer'den daha erken kılan görmedim.»ZAYIF

156 — Enes bin Malik   (R.A.)   den rivayet edilmiştir:   .rasûlüllah (S.A.V.) öğle namazını güneş zail olunca (zevalden hemen sonra) kıldı.»

BAB         :  119

MEVZU  : ÖĞLE NAMAZININ ŞiDDETLİ SICAKLARDA TEHİR EDİLMESİ

157 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlül-lah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Şiddetli sıcak olduğu zaman namazı (ortalık) serinlenene kadar tehir edin. Çünkü sıcağın şiddeti, cehennemin pus-kürmesindendir.»""'

158 — Ebu'Zer (R.A,) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir seferde idiler ve bilâl O'nunla beraberdi. Bilâl kamet getirmek isteyince «serinlet   (hava serinlensin)» buyurdu.  Sonra tekrar kamet getir-.mek  isteyince Rasûlüllah   (S.A.V.)   öğlede havanın serinleınesini  bekle» buyurdu.  Ebu Zer diyor ki:  Nihayet  tefeciklerin     gölgelerini  görmeye başladık.  Sonra  kamet getirdi ve namaz kildi.  Müteakiben    Rasûlüllah (S.A.V.i   şöyle buyurdu:  «Sıcağın şiddeti, cehennemin  Püskürmesinden-dir. Namaz için havanın serinleşmesini bekleyin.»

BAB         : 120

MEVZU  : İKİNDÎ NAMAZININ ERKEN KILINMASI

159 — Aişe (R. Arüıa) dan rivayet edilmiştir, dedi ki: «Rasûlüllah S.A.V.), güneş onun hücresinde iken ve gölge henüz hücresinden yüksel-memîşken ikindi namazını kıldı.»

160 — El-Alâ bin Abdurrahman'dan rivayet edilmiştir: Öğleden dağıldıktan sonra Enes bin Malik'in Basra'daki    evine girdi. Enes'in evi

mescidin yanı başında, idi. Enes, (ikindi namazının vakti girince) «kalkın ikindiyi kılın» dedi. El-Alâ diyor ki: Biz de kalkdık; namaz kıldık. Namazdan dağılınca Enes şöyle dedi: Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim; buyurdu ki: «Münafığın namazı odur ki, oturur, güneşi gözetler ve güneş şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, tane devşirir gibi dört rekât kılar ve bu rekâtlarda Allah'ı ancak azıcık zikreder (kısa okur)»

BAB        121

MEVZU : İKİNDİ NAMAZININ TEHİRİ

161 — Ümm-ü Seleme (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) Öğleyi sizden daha erken kılardı; siz de ikindiyi O'-ndan daha erken kılıyorsunuz.»

162 — Kendi kitabım (notlarım) da şöyle buldum: Ali bin Hücr ba na ismail bin İbrahim'den, Ibn-i Cüreyc-den naklen bildirdi...

163 — Bişr bin Muaz El-Basrî aynıhadîsi bize «ismail bin Uleyye'-den, îbn-i Cüreyc'den...» isnadı ile tahdîs etti ki, bu isnad daha sahihtir.

BAB         : 122

MEVZU  :    AKŞAM NAMAZININ VAKTİ

164 — Seleme bin El-Ekva' (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.), güneş battığı ve perdenin arkasında tevari ettiği vakit akşam namazım kılardı»

BAB        : 123

MEVZU : YATSI NAMAZININ VAKTİ

165 — En-Nu'man bin Beşir (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bu namazın vaktini ben herkesten daha iyi bilirim: Rasûlullah (S.A.V.) onu (yatsı namazını.) ayın üçüncü gecesi ayın batışı vaktinde kılardı.»

166 — Ebu Bekir Muhammed bin Eban bize ayni hadîsi «Abdurrah--man bin Mehdî'den, Ebu Avâne'den...» isnadı ile tahdis etti.

BAB         :  124

MEVZU  : YATSI NAMAZININ TEHlRl

167 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlül-lah (S.A.V.) şöyle    buyurdu: «Ümmetime güçlük getirmemiş olsaydım onlara yatsı namazını gecenin üçte birinin veya -yansının geçmesine ka-. dar tehir etmelerini emrederdim.»

BAB         : 125

MEVZU   : YATSIDAN EVVEL UYUMANIN  VE  YATSIDAN SONRA MÜSAMERENlN KERAHETİ

168 — Ebu Berze (R.A.) de rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) yatsıdan evvel uyumayı ve yatsıdan sonra yarenliği sevmezdi.»

 

BAB         :  126

MEVZU   : YATSIDAN   SONRA  MÜSAMERE  RUHSATI

169 — Ömer bin El-Hattab (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) miislümanları ilgilendiren bir meselede Ebu Bekir ile müsamere yapardı ve ben de onlarla beraber olurdum.»

BAB         :  127

MEVZİ)   :  VAKTİN EVVELİNDEKİ FAZİLET

170 — Umm-ü Ferve (R. Anha) dan rivayet edilmiştir; Peygamber (S.Â.V.) e bey'at eden kadınlardandı; dedi ki: «Rasûliülah (S.A.V.) e soruldu: Amellerin hangisi daha faziletlidir? Buyurdu ki: Vaktinin evvelinde (kılınan) namaz». '"

171 — Ali bin Ebî Talib (R.A.I den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah sav ona buyurdu ki: «yâ Ali, Üç şeyi geciktirme!: Vakti giren nama zı; hazırlanan cenazeyi ve küfvünü (dengini) bulduğun kocasız kadın

ı.»ZAYIF

 

172 — İbn-i Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah sav şöyle buyurdu: «Namaz vaktinin evveli Allah'ın rizası ve son vakti Allah'ın afvıdır.»ZAYIF

 

173 — İbn-ü Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir: Bir adanı İbn-u Mes'ud'e «hangi amel daha faziletlidir?» diye sordu, ibn-ü Mes'ud dedi ki; Ben bunu rasûlüllah sav e surdum ve şöyle buyurdu: «Namazları vakitlerinde kılmak.» «Yâ rasûlellah! Başka ne?» dedim «Anne ve babaya iyi davranmak» buyurdu. «Yâ rasûlellah! Başka ne?» dedim »Al lah yolunda cihad» buyurdu.

174 — Aişe (R.A.) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasûlüllah (S.-A.V.) hayatının sonuna kadar hiç bîr namazı iki defa son vaktinde kılmış değildir.»'"

BAB         :  128

MEVZU  :  DALGINLIKLA İKİNDİ   NAMAZININ   VAKTİNİ

GEÇİRMEK

175 — İbn-ü Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) «buyurdu ki: «üzerinden ikindi namazı geçen kişi, sanki ailesini ve malı-nı kaybetmiş gibidir.»

BAB         :   129

MEVZU : İMAMIN TEHİR ETMESİ HALİNDE NAMAZIN EKKEN KILINMASI

176 — Ebu Zer (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki. Rasûlüllah (S.A.V ) şöyle buyurdu: «Yâ Ebâ Zer! Benden sonra emir (idareci) ler gelecekler ki, namazı imâte edecekler. Sen namazını vaktinde kıl. Şayet vaktinde kılınırsa (tekrar onlarla kılarsın ve) senin için nafile olur. Eğer kılınmazsa sen kendi namazını ihraz etmiş olursun.»

BAB        : 130

MEVZU   :  UYKUDA NAMAZI GEÇİRMEK

177 — Ebu Katade (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) e uykuda namaz geçirdiklerini söylediler ve buyurdu ki: «Tefrit, (taksir) uykuda değil ancak yakaza (uyanıklık) halindedir. Sizden biriniz namazı unutursa veya uykuda geçirirse hatırladığı zaman hemen kılsın.»

BAB         : 131

MEVZU : NAMAZI UNUTARAK GEÇiREN KiŞi

178 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Her kim bir namazı unutursa onu hatır tadığı zaman hemen kılsın.»

BAB        : 132

MEVZU : BiRKAÇ NAMAZ GEÇiREN KiŞi (KAZAYA) HANGiSiNDEN BAŞLAMALI?

179 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi kir «Hendek günü müşrikler, Rasulüllah (SA.V.) i dört namazdan meşgul ettiler. Gece oldukça ilerleyince Bilâl'e ezan okumasını ve sonra kamet getirmesini emretti ve Öğle namazını kıldı. Sonra kamet getirdi; ikindi namazını kıldı. Sonra kamet getirdi; akşam namazını kıldı. Sonra kamet getirdi; yatsı namazını kıldı.»ZAYIF

180 —- Câbir bin Abdullah'dan (R.A.) rivayet edilmiştir: «Hendek gününde konuşan Ömer "bin El-Hattab, Kureyş kâfirlerine sövmeye başla­dı ve dedi ki: Yâ Rasûlellah! Az kaldı güneş batıncaya kadar ikindi na­mazını kılamıyacaktım. Bunun üzerine Rasûlüllah (S.A.V.) «Vallahi ben ikindi namazmı kılmadım» buyurdu. Câbir diyor ki: «Bunu müteakip But-han vadisine indik. Rasûlüllah (S.A.V.) abdest aldı ve biz de abdest al­dık Peygamber (S.A.V.) güneş battıktan sonra ikindi namazını ve müte­akiben akşam namazını kıldı.»

BAB        : 133

MEVZU  : SALAT-I VUSTA'NIN  <ORTA NAMAZ)  İKİNDl

OLDUĞU VE ÖĞLE NAMAZI OLDUĞUNUN DA

SÖYLENDİĞİ

181 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah {S.A.V.) şöyle buyurdu: «Orta namaz ikindi namazıdır.»

182 — Semüre bin Cündüb (R.A) den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Orta namaz ikindi namazıdır.»

Bu babda Ali, Abdullah bin Mes'ud, Zeyd bin Sabit, Aişe, Hafsa, Ebu Hüreyre ve Ebu Haşim bin Utbe'den birer hadîs rivayet edilmiştir.

Muhammed, Ali bin Abdullah'dan naklen şöyle diyor: «El-Hasan'ın Semüre bin Cündüb'den rivayet ettiği hadîs sahih'tir ve Hasan Semüre'-d «n (hadis) işitmiş tir.»

BAB         : 134

MEVZU  :İkİNDl VE SABAH NAMAZLARINDAN SONRA NAMAZIN KERAHETİ

183 — îbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlül­lah (S.A.V.) in ashabından birden çok kişiden işittim. Bunların arasında, bana en çok sevimli olan Ömer bin El-Hattab da var: «Rasûlüllah (S.A.-V.) sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılmaktan ve ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılmaktan menetti.»

BAB         :  135

MEVZU  : IKINDI  NAMAZINDAN   SONRA   NAMAZ

184 — Ibn-u Abbas'dan (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) in ikindi namazından sonra, o iki rekâtı kılmasının yegâne sebebi, çünkü O'na bir mal gelmiş ve öğle'nin iki rekâtından O*nu alıkoymuştu, ikindiden sonra o iki rekâtı kıldı ve bir daha o iki rekâta dönmedi.»ZAYIF

BAB        : 136

MEVZU   : AKŞAMIN FARZINDAN ÖNCE NAMAZ

185 — Abdullah bin Müğaffel (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasû-lüllah (S.A.V.j buyurdu ki: «Her ezan ile kamet arasında, dileyen İçin namaz vardır.»

BAB         :  135

MEVZU  : IKINDI  NAMAZINDAN   SONRA   NAMAZ

184 — Ibn-u Abbas'dan (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-lah (S.A.V.) in ikindi namazından sonra, o iki rekâtı kılmasının yegâne sebebi, çünkü O'na bir mal gelmiş ve öğle'nin iki rekâtından O*nu alıkoymuştu, ikindiden sonra o iki rekâtı kıldı ve bir daha o iki rekâta dönmedi.»ZAYIF

BAB        : 136

MEVZU   : AKŞAMIN FARZINDAN ÖNCE NAMAZ

185 — Abdullah bin Müğaffel (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasû-lüllah (S.A.V.j buyurdu ki: «Her ezan ile kamet arasında, dileyen İçin namaz vardır.»

188 — İbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah  (S.A.-V) buyurdu ki: «iki namazı Özürsüz olarak cemeden, büyük günahların kapılarından bîrine adım atmış olur.»ZAYIF

BAB         : 139

MEVZU   :  EZANIN"   BAŞLANGICI

189 — Abdullah bin Zeyd (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: - Sabah olunca Rasûlüllah (S.A.V.) e geldik. O'na rüyamı haber verdim, buyurdu ki: Gerçekten bu bir hak rüyadır. Bilâl ile kalk; çünkü o, senden daha yüksek ve uzun seslidir. Sonra (rüyanda) söyleneni ona öğret. Bilâl bununla (müslümanları'namaza) çağırırsın.» Abdullah bin Zeyd djyor ki: «Ömer bin El-Hattab, Bilâl'in namaz için nidasını işitince izar (belden aşağısını örten libas) ını yerden çekerek rasûlüllah (S.A.V.) e çıkıp geldi ve şöyle diyordu: Yâ rasûlellah! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki. ben de onun söylediği gibi gördüm. Bunun üzerine ra-sûlüllalı (S.A.V.), «Allah'a hanıd olsun; işte bu daha sağlam» buyurdu.»

190 — lbn-ü Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Müslümanlar Medine'ye geldikleri zaman toplanırlar ve namazların vakitlerini tahmin ederek gelirlerdi. Namaz için hiç kimse çağrıda bulunmazdı. Bir gün bu mevzuda konuştular. Kimi, «Hıristiyanların çanı gibi bir çan kullanın» dedi. Kimi, «Yahudilerin borusu gibi bir boru kullanın» dedi. Ömer bin El-Hattab da «namaza çağıracak bir kişi gönderemez misiniz?» dedi. Bunun üzerine Rasülüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Yâ Bilâl! Kalk; (müs-lumanları) namaza çağır.»

BAB         : 140

MEVZU : EZANDA TERCÎ' (ŞEHADETEYNİ ÖNCE   ALÇAK SESLE VE SONRA YÜKSEK SESLE OKUMAK)

191 — Ebu Mahzûre (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.-A.V.) onu oturttu ve ezam ona harf harf öğretti.» İbrahim «bizim ezanımız gibi» dedi. Bişr dedi ki: .ibrahim'e «bana ezanı tekrar et» dedim ve o, ezanı tercî' ile vasıflandır (arak tekrarla) di.

192 — Ebu Mahzûre (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.-A..V.) ezanı on dokuz kelime ve kameti on yedi kelime olarak ona öğretti.»

BAB         : 141

MEVZU   : KAMETİN  KELİMELERİNİ   BİRER  KERE  OKUMAK

193 — Enes bin Malik  (R.A.)  den rivayet edilmiştir; dedi ki:  «Bi-lal'e ezanı çift ve kameti tek yapması (ezanın    kelimelerini ikişer kere

kametin ise birer kere okuması) emredildi.»

BAB         : 142

MEVZU  : KAMETİN KELiMELERİ İKlŞER İKİŞERDİR

 194 — Abdullah bin Zeyd (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlullah (S.A.V.; in ezanı, gerek ezanda ve gerek kamette ikişer ikişer idî.»ZAYIF

 

BAB         : 143

MEVZU  : EZANI UZATMAK

195 — Câbir bin Abdullah (R.A.) den rivayet edilmiştir; Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Yâ Bilâl! Ezan okuduğun zaman rahat ve uzun oku. Kamet getirdiğin zaman kısa ve çabuk oku. Ezan ile kametin arasında, yemek yiyen yemeğini, içen içimini ve def-i hacet için giren sıkışmış kişi hacetini tamarnlayacak kadar bir müddet bırak ve beni görmeden kalkmayın!.»ZAYIF

    196 — Abd bin Humeyd bize Yunus bin Muhammed tarikiyle Abdül-mün'ım'den tahdiy etti:  Ayni hadîs.ZAYIF

 

BA11         :  144

MEV/U   :   EZAN  OKURKEN  PARMAĞI KULAĞA TAKMAK

197 — Ebu Cühayfe (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bilâl'ı ezan okurken gördüm; dönüyor ve ağzını saraya ve şuraya çeviriyordu. İki parmağı iki kulağında idİ Rasûlüllah (S.A.V.), kendine mahsus darak kurulan kırmızı bîr kubbenin (çadırın) altında, bulunuyordu." Zannedersem Ebu Cühüyfe. (o kubbe için) deriden idi» dedi. «Bilâl, çatallı bir değnek ile rasûl-i Ekrem'in önüne geldi ve değneği Batha'nın kumuna sapladı. Rasûlüllah (S.A.V.) o değneğe doğru namaz kıldı, önün-den köpek ve merkep geçiyordu. Üzerinde kırmızı bir hulle vardı; sanki inciklerinin parıltısını görür gibiyim.» Süfyan «onun Yemen bürdesi olduğunu sanıyoruz» dedi.

BAB      :   145

MEVZU  :  SABAH NAMAZINDA TESVlB

     198 — Bilâl (R.A.) den rivayet edilmiştir, dedi ki: Rasülüllah (S.A.-V.) bana şöyle buyurdu: «Sabah namazından başka hiç bir namaz (ın ezanın) da tesvib yapma.»ZAYIF

 

dediği rivayet ediliyor: «Abdullah biıı Ömer île beraber mescide girdim. Mescidde ezan okunmuştu ve biz orada namaz, kılmak istiyorduk. Bu arada müezzin tesvîb (ezanla kamet arasında namaz için davet) yaptı. Bunun üzerine Abdullah bin Ömer mescîdden çıkdı ve «haydi bu bid'atçının yanından çıkalım» dedi. Namazı o mescîdde kılmadı.» Abdullah, sadece insanların Peygamber (S.A.V.) den .sonra ihdas ettikleri tesvîb'ı kerih görmüştür.

DAB         :  146

MEVZU   : EZANI OKUYANIN KAMETİ  GETİRMESİ

  199— Ziyad bin El-Hâris Es-Sudâî  (R.A.)  den rivayet    edilmiştir;dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) bana sabah ezanını okumamı emretti ve ben ezanı okudum). Müteakiben Bilâl kamet getirmek istedi ve bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: Sudâ'li kardeş ezam okudu. Ezanı kim okudu ise kameti o getirir.»

BAB        : 147

MEVZU  : ABDESTSlZ EZAN OKUMANIN KERAHETİ

200__Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Ezanı ancak abdesli olan okur.»ZAYIF

201 — Ebu HUreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Namaza ancak abdestli olan çağırır.»ZAYIF

BAB         :148

MEVZU   :   KAMET (ZAMANINI TAYİN) DAHA ÇOK İMAMIN HAKKIDIR

202 — Câbİr bin Semüre (R..A.) den rivayet edilmiştir; diyor ki: «Rasülüllah (S.A.V.) iıı müezzini (ezandan sonra) ara verir. Peygamber (S.A.V.) in çıktığını görünceye dek kamet getirmez, (Onu görünce namazı ikame ederdi.»

BAB         :  149

MEVZU  : GECE OKUNAN EZAN

 

203

Ibn-ü Ömer (R. Anhuma) dan rivayet edilmiştir:Rasûlüllah S.A.V.) buyurdu ki: «Bilâl geceleyin ezan okur. Siz Umm-i Mektûm'un oğlunun ezanını işitinceye kadar yiyin; için.»

 

BAB         : 150

MEVZU  : EZANDAN SONRA  MESCİDDEN  ÇIKMANIN KERAHETİ

204 — Ebüş-Şa'sâ'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «ikindi ezanı okunduktan sonra bir adam mescidden çıktı ve bunun üzerine Ebu Hii-reyre (R.A.) şöyle dedi: Bu adam, Ebül-Kaasim (S.A.V.) e âsi oldu»

BAB         :  151

MEVZU   : SEFERDE EZAN

205 — Malik bin El-Huveyris (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir amcazademle beraber Rasûlüllah (S.A.V.) e geldim. Bize buyurdu ki: Sefere çıktığınız zaman ezan okuyun; kamet getirin ve büyüğünüz si-ze imam olsun.»

BAB         : 152

MEVZU   : EZANIN FAZİLETİ

206 -- Ibn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûîiillah (S.A.-V.) buyurdu ki: «Her kim yedi sene sırf rîza-i bârı için ezan okursa ona cehennemden berât yazılır.»ZAYIF

 

BAK         :   153

MEVZU   :  İMAM ZAMİN   (TAZMİN EDEN)  VE MÜEZZİN MÜ'TEMEN  (GÜVENİLEN)  DİR

207 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasû-lüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «imam zâmin ve müezzin mü'temendir. Ey Allahım! îmamları irşad ve müezzinleri mağfiret eyle.

BAB         :  154

MEVZU : EZAN OKURKEN YAPILACAK MUKABELE

208 — Ebu Said (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Müezzinin nidasını işittiğiniz zaman, müezzinin söylediği gibi söyleyin.»

 

BAB         :  155

MEVZU    :  MUEZZİNİN EZAN İÇİN ÜCRET ALMASI KERAHATİ

209 — Osman bin Ebil-'Âs (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Re-sûlüllah (S.A.V.) in bana son ahdi (sözü), «Ezan için ücret almayan bîr müezzin tut» sözü oldu.»

BAB         : 156

MEVZU  : MÜEZZİN   EZAN OKURKEN  KiŞiNiN  OKUYACAĞI DUA

210 — Sa'd bin Ebî Vakkas (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlül-lah (S.A.V.) .buyurdu ki: «Her kim, müezzin (in şahadet getirdiğin) i işince"ve enne eşhedu enlailaheillallahu ve vahdehulaşeriykelehu ve enne muhammeden abduhu ve resuluhu radiytu billahi ve rabbi ve muhammedin resule ve bilislami diynen" derse günahı affolunur.

BAB         :  157

MEVZU   :  GEÇEN BAHiS

 

211 --   Cabir bin Abdullah  (R.A.)   den rivayet edilmiştir;  dedi  ki Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Her kim müezzinin nidasını işittiği vakit,"Allahumme rabbe hazihiddveti vessalatil gaimeti ati muhammeden el      vasiylete velfadiylete vebashu magamen muhammedenelleziy veadtehu" derse,kıyamet gününde şefaata mustahak olur.

 

BAB         : 158

MEVZU  : EZAN ÎLE KAMET AKASINDA YAPILAN DUA

ÇEVRİLMEZ

212 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmigtir; dedi ki: Rasû-lullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Ezan ile kaınet arasında (yapılan) dua çevrilmez..»

Enes'in hadîsi hasen-sahih'tir. Ebu Ishak El-Hemdânî bu hadîsi Bü-reyd bin Ebî Meryem'den, Enes'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den aynen rivayet etmiştir.

BAB      ;  159

MEVZU : ALLAH KULLARINA  KAÇ VAKİT NAMAZ FARZ KILMIŞTIR?

213 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Peygamber (S.A.V.) e isrâ gecesi elli vakit namaz farz kılındı. Sonra azaltılarak beş vakte indirildi. Sonra şöyle nida olundu: Yâ Muhammedi Benim katımda söz değişmez. Senin için bu beş (vakit namaz) sebebiyle elli (vakit sevabı) vardır.»

 

BAB        160  :

MEVZU  : BEŞ VAKiT NAMAZIN FAZiLETİ

214 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Raaûlüllah (S.-A.V.) buyurdu ki: «Beş vakit namaz ve Cuma Cuma'ya kadar, büyük günah işlenmedikçe aralarındaki günahlara keffâretdir.»

BAB        : 161

MEVZU : CEMAAT ÎLE KILINAN NAMAZIN FAZiLET!

215 — îbn-i Ömer (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cemaat namazı, kişinin yalnız başına kıldığı namazdan yirmi yedi derece üstündür.»

216 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmigtir: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: «Kişinin cemaatle kıldığı namaz kendi başına kıldığı namazdan yirmi beş cüz* fazladır.»

BAB         :  162

MEVZU   : EZANI ÎŞÎTİP DE İCABET ETMEYEN

217 — Ebu Hüreyre (R.A.) den riyâyet edilmiştir: Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: «Kurdum ki, adamlarıma odun huzmeleri toplamalarını emredeyim; sonra namazı emredeyim ve (başkası tarafından) kıldırılsın; sonra namaza gelmeyenlerin (evlerini) başlarına yakayım.»

-

218 — Mücahid diyor ki: Ibn-ü Abbas'a gündüz oruç tutan ve geceyi ihya eden, fakat ne Cuma'ya ve ne cemaata gelmeyen kişiden soruldu (ğunda) dedi ki: «O, cehennemdedir.» ZAYIF

 

BAB        : 163

MEVZU   : MÜNFERİT OLARAK NAMAZINI KILDIKTAN SONRA CEMAATA YETİŞEN KiŞi

219 — Yezid bin El-Esved (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) in haccinde hazır bulundum ve El-Heyf mescidinde O'nunla beraber sabah namazını kıldım. Namazını bitirip dönünce cemaatın arkasında O'nunla beraber namaz kılmayan iki adam gördü ve ^«onları bana getirin» buyurdu. Adamlar getirildiler. (Korkudan) yan kaburga etleri tir tir titriyordu. rasûl-i Ekrem (S.A.V.) «bizimle namaz kılmanıza engel olan nedir?» buyurdu. «Ey Allah'ın Rasûlü!» dediler «biz çadırlarımızda namazımızı kılmış idik.» Rasûl-î Ekrem (S.A.V.) buyurdu ki: (Bu fi'li) işlemeyin. Şayet namazınızı çadırlarınızda kılar, sonra bir cemaatın mescidine gelirseniz, imdi onlarla beraber de namaz kılın; bu namaz sizin için nafiledir.»

BAB         :  164

MEVZU   :  BİRİNCİ KERRE NAMAZ KILINAN MESCİDDE İKİNCÎ CEMAAT NAMAZI

220 — Ebu Said (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûl-i Ek-em (S.A.V.) namazı kıldıktan sonra bîr adam geldi ve bunun üzerine buy urdu ki: Bu kişiden hanginiz kazanacak? (onunla cemaat olup sevab kazanacak?). Müteakiben bîr adam kalktı' ve onunla beraber namaz kildi.»

BAB         : 165

MEVZU  : YATSI VE SABAH NAMAZLARINI CEMAATLE KILMANIN FAZÎLETÎ

221 — Osman bin Affan (R.A.) den'rivayet edilmiştir; dedi ki: Ra-sûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Yatsının cemaatinde hazır bulanan, gecenin yansını ihya etmiş sevabı kazanır. Yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan kişi, geceyi ihya etmiş sevabı kazanır.»

ü..    1,.,-UJ-      İT__.

222 — Cüııdüb bin Süfyan (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûl-i Ekrem {S.A.V.) buyurdu kî: «Her kim sabah namazım kılarsa o, Allah'ın uhdesindedir. O halde Allah'ın uhdesini (kabullendikten sonraki bozmayın.»

223 — Büreyde El-Eslemî  (R.A.) den rivayet    edilmiştir: Rasûl-i Ekrem  (S.A.V.) buyurdu ki: «Karanlıklarda mescidlere yürüyenleri,, kıyamet gününde tamam nur ile tebşir et müjdele.

BAB         : 166

MEVZU  : BİRlNCİ SAFFIN FAZİLETİ

224 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûl-i Ekrem (S.A.V) şöyle buyurdu: «Erkek saflarının en hayırlısı birincisi ve en hayırsızı sonuncusudur. Kadın sıralanılın ise en hayırlısı sonuncusu ve en hayırsızı birincisidir.»

225 — Rasûl-ü Ekrem (S.A.V.) göyle buyurdular: «insanlar ezanda ve birinci sırada olan fazileti bilmiş olsalar ve kur'a çekmekten başka çare bulamasalar, behemahal onun üzerine kur'a çekerlerdi.» tshak bin Musa El-Ensarî bu hadîsi bize Ma'n-dan, Malik'den, Süıney'den, Ebu Sa-lih'den, Ebu Hüreyre'den, Rasûlüllah (S.A.V.) den böylece tahdis etmiştir.

226 — Kuteybe ayni hadîsi bize Malik'den tahdis etti.

 

BAB         : 167

MEVZU  : SAFLARIN DÜZELTiLMESi

227 — En-Nu'man, bin Beşir (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.J saflarımızı düzeltirdi. Bîr gün, göğüsii cemaatten dL^an çıkan bir adam gördü ve bunun üzerine şöyle buyurdu: Ya sıralarınızı tesviye edeceksiniz veya Allah, yüzleriniz {maksatlarınız) arasında başkalık'1* kılacaktır.»

BAB       : 168

MEVZU  : RAŞID VE OLGUN KiŞiLER ARKAMDA (BlRİNCİ

SIRADA) VER ALSINLAR

228 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlül-lah (S.A.V.) buyurdu ki:«İçinizden râşid ve olgun kişiler arkamda (bi-rinci sırada) yer alsınlar; sonra onların peşinden gelenler ve sonra on-Iarın pesinden gelenler. Ve ihtilafa düşmeyin; sonra kalbleriniz (birbirinize

karsı) değişir. Sokak kargaşalıklarından önemle sakının.»

BAB        : 169

MEVZU  : ÎKİ SÜTUN ARASINDA SIRA OLMANIN KERAHETİ

229 — Abdülhamid bin Mahmud'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bîr emîrîn arkasında namaz kıldık ve cemaat (in kalabalığı) iki sütun arasında namaz kılmaya bizi mecbur etti. Namazımızı kılınca Enes bin Malik dedi ki: Biz Rasûlüllah (S.A.V.) in zamanında bundan korunurduk."

BAB        : 170

MEVZU  : SAFFIN ARKASINDA  TEK OLARAK  NAMAZ KILMAK

230 — Hilal bin Yisaf'dan rivayet edilmiştir; dedi ki: Er-Rakka bel desinde iken Ziyad bin Ebil-Ca'd elimden tuttu ve beni Esed oğullarında! Vâbisa bin Ma'bet denilen bir şeyhin yanına götürdü. Ziyad, «bu şeyi bana şu hadisi tahdis etti» dedi: «Bir adam, saffın arkasında tek olarak namaz kıldı -şeyh dinliyordu, ve rasûJülIah (S.A.V.) ona namazını iâde etmesini emretti.»

231 — Vâbisa bin Ma'bed'den rivayet edilmiştir: «Adamın bîri saf-fın arkasında tek olarak namaz kıldı ve Rasûlullah (S.A.V.) ona namazı iade etmesini emretti.»

BAB         : 171

MEVZU : BiR KiŞiYE İMAM OLAN

232 — İbn-i Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Bir akşam Rasulullah (S.A.V.) ile beraber namaz kıldım ve O'nun solunda durdum. Peygamber (S.A.V.) arkamdan başımdan tuttu ve beni sağına aldı."

BAB         :  172

MEVZU  :  iKi KiŞiYE İMAM OLAN

233 — Semüre bin Cündüb (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «KasûlülUıh (S.A.V.) bize, üç kişi olduğumuz zaman birimizin Öne geçmesini emretti.»ZAYIF

BAB         :  173

MEVZU  : ERKEKLEKE VE KADINLARA İMAM OLAN

 

234 — Enes bin Malik   (R.A.)  den  rivayet edilmiştir:  «Enes'in haminnesi Müleyke, Kasûl-i Ekrem (S.A.V.) i (ziyafet olarak) hazırladığı yemeğe çağırdı. Rasûl-i Ekrem yemekten yedi ve sonra «kalkın sizinle namaz kılalım!» buyurdu. Enes dedi ki: Uzun müddet kullanılmaktan kararmış bir hasırımız (ı yaymak) için kalkdım ve onu su serperek sildim. Kasûl-i Ekrem (S.A.V.) kalkdı; ben ve bir yetim çocuk O'nun arkasında saf olduk; ihtiyar kadın da bizim arkamızda durdu ve Rasûlültah (S.A.V.) bize iki rekât namaz kıldırdıktan sonra selâm verdi.»

BAB         : 174

MEVZU  : İMAMLIK HAKKI DAHA ÇOK KlMlNDİR?

235 — Ebu Mes'ud El-Ensaarî  (K.A.)  den rivayet edilmiştir;  diyor

ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cemaate Allah'ın kitabını en iyi okuyan (ahkâmına en çok vakıf olan) imam olur; kıraatte eşit iseler, sünneti en iyi bilen imam olur; sünnette eşit iseler hicreti en eski olan imam olur; hicrette eşit iseler yası en büyük olan imam olur. Kişiye kendi malikânesinde imam olunmaz ve evinde kendine mahsus oturma yerinde oturulmaz; ancak izin verirse.»

BAB         :  175

MEVZU  :  SÎZDEN BlRİNÎZ CEMAATE İMAM OLUNCA NAMAZI HAFİF KILDIRSIN

236 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S--A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz cemaate imam olduğu vakit hafif kıldırsın. Çünkü cemaat arasında küçük, yaşlı, güçsüz ve hasta bulunur.

Fakat kendi başına kıldığı zaman dilediği gibi kılsın.»

237 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «insan (imam) ların tamamlık içinde (âdâb ve erkânına riayet ederek) en hafif namaz kıldıranı Rasûlüllah (S.A.V.) idi.»

 

RAB         : 176

MEVZU   : NAMAZIN TAHRlM VE TAHLİLİ

238 — Ebu Said (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Rasûi-i Ekrem (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Namazın anahtarı abdest; tahrimi tekbir ve tahlili selâm vermektir. Farzda ve farzın gayrisinde Fatiha ve bir süre okumayan kişinin namazı yoktur.»

BAB         : 177

MEVZU   : TEKBİR ALIKKEN PARMAKLARI AÇMAK

 

    239 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû-lullah (S.A.V.), namaz için tekbir aldığı zaman parnıaklarıııı açardı.»zayıf

 

240 — Ebu Hüreyre   (R.A,l   den rivayet edilmiştir;  diyor ki:  «Ra-s&lüllah  (S.A.V.)  namaza kalkdığı zaman ellerini açarak kaldırırdı.»

BAB         :  178

MEVZU   : İFTİTAH TEKBÎRİNİN FAZiLETİ

241 — Enes bin Malik (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: Raaû-liillah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Cemaatle kırk gün Allah'a namaz kılsa ve (her namazda) iftitah tekbirine yetişse o kimse için iki berât yazılır: Cehennem'den berât ve münafıklıktan  berât.»

 

BAB         : 179

MEVZU  : İFTİTAH   TEKBÎRİNDEN   SONRA   OKUNACAK   DUA

242 — Ebu Said El-Hudrî  (R.A.)  den rivayet    edilmiştir;  dedi ki: «Rasûl-i Ekrem (S.A.V.) gece namaza kalkdığı zaman tekbir alır; sonra

 «Ey Allahım! Seni hamdin ile tesbih ve tenzih ederim. ismin mübarektir; azametin yücedir ve senden başka ilâh yoktur.»

  «Allah, ulu olarak  uludur.»

 «Hakkın rahmetinden tardedilmiş Şeytan'dan, onun vesvesesinden, kuruntusundan, büyüsünden, semi (her şeyi işiten) ve alim (her şeyi bilen) Allah'a sığınının.»

243 — Aişe (R.A.) dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.-

A.V.) namazı açtığı zaman «subhaneke Allahumme ve bihamdike ve tebarekesmuk veteala cedduk ve la ilahe gayruk" derdi.

BAB         : 180

MEVZU  : BESMELE'Yİ GİZLi OKUMAK

   244 — Abdullah bini Müğaffel'in. oğlundan rivayet edilmiştir;  dedi ki: «Babam, namaz kılarken benim «        bismillahirrahmanirrahim       » dediğimî

işitti ve bunun üzerine bana şöyle dedi: «Ey oğlum, bit'attır ve bid'attan behemehal sakın.» Rasûl-î Ekrem  (S.A.V.) in ashabı arasında islâm'da

bid'at (meydana getirmek) ten daha çok -yâni ondan- tiksinen kişi gör medim. Dedi ki: «rasûl-i Ekrem (S.A.V.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman ile namaz kıldım. Hiç birinin Besmele'yi (aşikâr) söylediğini işitmedi Sen de söyleme ve namaz kılacaağın zaman «Elhamdülillah! rabbil'ale mîn» de.»ZAYIF

BAB         :  181

MEVZU  : BESMELE'NİN AŞİKÂR OKUNMASINA KAAİL OLANLAR

245 — İbn-i Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlullah

ı

 (S.A.V.) namazı «       bismillahirrahmanirrahim  » ile açardı.»

246 — Enes (R.A.)  dan rivayet edilmiştir; dedi ki: «resulullah (S.A. V.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman, kıraati «el hamdulillahirabbilalemin  » ile açarlardı.»

BAB       :  183

MEVZU   :  FATlHA'SlZ NAMAZ ZİNHAR YOKTUR

247 — Ubade bin Es-Saamit'den (R.A.)  rivayet edilmiştir: Rasûlül--lah (S.A.V.) buyurdu ki: «Fatiha'yı okumayan kişinin namazı yoktur.»

Bu babda Ebu Hüreyre, Aişe, Enes, Ebu Katade ve    Abdullah bin Amr'dan birer hadîs' rivayet edilmiştir.

BAB         : 184

MEVZU : FATlHA'DAN SONRA AMÎN DEMEK

248 — Vail bin Hücr (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû-liillah (S.A.V.) deıı duydum; « gayrilmagdubi aleyhim valaddallin » i okudu; müteakiben Amîn dedi ve bu kelimede sesini yükseltti.»

249 — Şu'be, bu hadîsi Seleme bin Küheyl'den, Hücr Ebül-Anbes'-deıı, Aikame bin Vâil'den, babasından şöyle rivayet ediyor: «Rasûlüllah

(S.A.V.) «      gayrilmagdubi aleyhim valaddallin     » i okudu; akabinde Amin dedi ve bu kelimede sesini alçalttı.»

BAB        : 185

MEVZU  :  FATİH A'DAN SONRA ÂMÎN DEMENİN FAZtLETÎ

250 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: Peygamber (S.-A.V.) buyurdu ki: «imam Amîn deyince siz de Âmin deyin. Zira her kimin Amîn'i meleklerin Amîn'ine denk gelirse o kişinin geçmiş günahları affedilir.»

Ebu Hüreyre'nin hadîsi hasen-sahih'tir.

BAB    : 186

MEVZU : NAMAZDAKİ İKi SEKTE

251— Sernüre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «rasûlullah sav den iki sekte ezberledim.» Imran bin Husayn bunu tanımadı ve «bir sekte ezberledîk» dedi. Bunun üzerine Medine'de ikamet eden übey bin Kâ'b'a yazdık ve Übey cevab olarak «Semüre ezberinde tutmuş» yazdı. Said diyor ki: Katade'ye «bu iki sekte nedir?» diye sorduk; dedi ki: «Birinci sekte (ara verme) namaza girdiği zaman ve ikincisi kıraati bitirdiği zaman.» Biraz durdu ve sonra « veleddallin i okuduğu zaman»

dedi. Diyor ki: «Kırâeti tumamlaymca kendini toparlaymcaya kadar sekte (arı) vermekte» hoşlanırdı.»ZAYIF

BAB       :  187  

MEVZU  : NAMAZDA SAĞ ELi SOL ELİN  ÜZERİNE KOYMAK

252 — Hülb (R.A.) den rivayet -edilmiştir; dedi ki: «Rasûlüllah (S.-A.V.) bize imanı olur ve sol elini sağ kabzasının için alırdı.»

253 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasûlül-i Ekrem (S.A.V.), Ebıı Bekir ve Ömer, her iniş, kalkış, kıyam ve Kuûdda tekbir alırlardı.»

 

254 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Rasulüllah (S.-A.V.) kıyamdan inerken tekbir alırdı.»

 

NAMAZ  BABLARl

191

BAB         :   189

MEVZU   :   RUKUA  GlDERKEN ELLERl KALDIRMAK

 

 

255 — Ibn-i Ömer (R.A. l den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasulüllah (S.A.V.,) i gördüm; namaza, başlarken, rükûa varacağı /.aman ve rükûdan kalkdığında ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı.»

Ibn-ü Ebî Ömer, kendi  rivayetinde ziyade olarak şu cürnley'  zikretmiştir: «iki secde arasında kaldırmazdı.»

 

256 — El-Fadl bin Es-Sabbah El-Bağdadî bu hadîsi ayni isnad ile, Ibn-ü Ebî Ömer'in hadîsinin benzeri olarak rivayet etmiştir.

BAB         : 190

MEVZU  : RASÜL-İ EKREM  (S.A.V.)  ELLERiNi YALNIZ BAŞLANGIÇTA KALDIRIRDI

257 — Abdullah bin Mes'ud (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Size Peygamber (S.A.V.) in namazını kıldırayım mı?» Müteakiben namaz kıldı ve yalnız başlangıçta (iftitah tekbirinde) ellerini kaldırdı.

BAB         : 191

MEVZU    : RÜKÜDA ELLERÎ DİZLERİN  ÜZERiNE  KOYMAK

258 -- Ömer bin El-Hattab (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Dizler (e tutunmak) sizin için sünnet kılınmıştır; imdi siz de dizlere tutunun.»

BAB         :  192

MEVZU      : RÜKÛDA KOLLARIN KOLTUKLARDAN AYRILMASI

 

259 — Abbas Bin Sehl'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl bîn Sa'd ve Mııhammed bin Mesleme toplanarak rasûlul-lah (S.A.V.) in namazını müzakere ettiler ebu Humeyd dedi ki: rasûlüllah (S.A.V.) in namazını en iyi bileniniz benim. Rasûlüllah (S.A.V) rükûa vardı, dizkapaklannı tutar gibi ellerini dizkapaklarının Üstüne koydu, gerdi ve koltuklarından ayırdı.»

BAB      :   193

MEVZU   :   RÜKU VE SECDE TESBİHLERİ

260 — İbn-ü Mes'ûd  (R.A.)  den rivayet edilmiştir.  Rasûlüllah   (S. A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz, rükûa varınca rükûda üç kez ,

" subhanerabbiyelaziym " dese rukuu 

 tamam olur vefou en azıdır. Ve secdeye varınca

secdesînde üç kez «   subhane rabbiyel ala "secdesi tamam olur ve

bu en azıdır.»ZAYIF

231 — Huzeyfe  (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Huzeyfe (B.A.) Ra-

sûlullah (S.A.V.) ile beraber namaz kıldı. Rükûda «subhanerabbiyelaziym " ve " subhane rabbiyel ala"

der idi. (Kıraati esnasında) rahmet

ayetine gelince behemehal durur ve (Allah'dan rahmet) dilerdi. Azab ayetine gelince de behemehal duru ve (Allah'a) sığınırdı.»

 

262 — Şu'be (R.A.t den buna benzer bir hadîs rivayet edilmiştir.

BAB         :  194

MEVZU  :  RÜKÛDE VE SECDEDE KIRAATİN NEHYl

263 — Ali Bin Ebu Talib (R.A)'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (S.A.V.) ipekli kumaş ve sarıya boyanmış elbise giymekten, altın yüzük takmaktan ve rükûda Kur'an okumaktan menetti.

BAB         :  195

MEVZU    :  RÜKUDA VE SECDEDE BELİNİ TAM OLARAK DOĞRULTMAYAN

264 — Ebu Mes'ûd Bl-Ansarî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasû-lüliah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Namazda tam olarak doğrultmayan -rü-kûda ve secdede belini doğrultmayan! kasdediyor- erkeğin kıldığı namaz sahih değildir.»

BAB         :  196

MEVZU    :  NAMAZ KILAN  KİŞÎNlN RÜKUDAN BAŞINI KALDIRDIĞI ZAMAN SÖYLEYECEĞİ

 

 

265 — Ali Bin Ebu Talipden rivayet edilmiştir. Dedi ki:  «Rasûlüllah

 

 

(S.A.V.) başım rükûdan kaldırdığında"semiallahu limen hamideh rabbe ve lelekelhamd millessema ve ti velardı ve milma beyne huma ve mil ..."derdi.

BAB         :  197

MEVZU   : GEÇEN  BAHiS

266 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir. Rasûlüllah (S.A. V.) buyurdu ki: «imam " semiallahulimenhamide" dediğinde siz

« rabbenalekelhamd »

 deyin. Zira sözü meleklerin sözüne denk gelen kişinin geçmiş günahları affedilir.»

BAB         :  198

 

MEVZU   :  SEÇMEYE İNERKEN ELLERİ DİZLERDEN  ÖNCE YERE KOYMAK

 

267 — Vâil bin Hucr (R.A.)  den rivayet edilmiştir; dedi ki:  «rasû-lullah  (S.A.V.)  i  (namaz, kılarken)   gördum; secdeye varırken    dizlerini ellerinden önce, koyar ve kıyama kalkdığı zaman ellerini dizlerinden önce

kaldırırdı.»ZAYIF

 

BAB         : 199

MEVZU   : GEÇEN BAHİS

 

 

268_ Ebu Hüreyre  (R.A.)  den rivayet edilmiştir;  Rasûlullah   (sav)buyurdu ki: «Kiminiz kalkıp namazda devenin çömelmesi gibi çö-

meliyor!»

BAB         : 200

MEVZU    : ALIN VE BURUN ÜZERİNE SECDE

269 — Ebu Humeyd Es-Sâidî (R.Âİ> den rivayet edilmiştir: «Ra-sûlüllah (S.A.V.) secdeye vardığında burnunu ve alnını iyice yere dayar, kollarını yanlarından, ayırır ve ellerini omuzlarının hizasına koyardı.»

 

BAB         : 201

MEVZU   : KİŞİ SECDEYE VARINCA YÜZÜNÜ NEREYE KOYACAK?

270 — Ebu Ishak'dan rivayet edilmiştir. Diyor ki: Berrâ' Bin Âzib'e sordum:   «Peygamber   (S.A.V.)  secdeye  vardığında  yüzünü  nereye koy ardı?.» Dedi ki: «Ellerinin arasına.»

 

BAB         : 202

MEVZU : YEDİ AZA ÜZERiNE SECDE

271 — El-Abbas bin Abdulmuttalib (R.A) den rivayet edildi; Peygamber (S.Â.V.) den işitmişür; Buyurdu ki: «Kul secde edince onunla beraber yedi âza secde eder: Yüzü, iki eli, iki dizi ve iki ayağı.»

272 — İbn-ü Abbas (R. Anhuma) dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Peygamber (S.A.V.) e yedi âza üzerine secde etmesi; saçını ve libasını geri etmemesi emrolündü»

 

BAB         : 203

MEVZU   :  SECDEDE KOLLARIN KOLTUKLARDAN AYIRILMASI

273 — Ubeydullah bin Abdullah bin Akram EI-Huzâî'den (R.A.) rivayet edilmiştir; dedi ki: «Babamla beraber Nemire ovasında idim. Bîr kafile uğradı. Bir de gördüm ki, Rasûlüllah (S.A.V.) namaza durmuş.» Abdullah dedi ki: «O'nun koltuklarının tüylerine bakıyor ve (siyah kılların altında) beyaz derisini «örüyordum.»

BAB         :  204

MEVZU  :  SECDEDE İTİDAL

274 — Câbir (R.A.) den rivayet edilmiştir. Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Sizden biriniz secdeye vardığı zaman itidal üzere olsun. Köpeğin yayması gibi kollarını yaymasın.»

275 — Katade'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Enes'den işittim ki, RasûIiiİlah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Secdede itidal üzere olun. Sizden biriniz namazda kollarını köpeğin yayması gibi yaymasın.»

BAB         : 205

MEVZU  : SECDEDE ELLERİN YATIRILMASI VE AYAKLARIN DİKİLMESİ

276 — Âmir bin Sa'dın babasından rivayet edilmiştir:  «Rasûlüllah (SAV)   ellerin  yatırılmasını ve  ayakların   dikilmesini   emretti.»

277 — Âmir bin Sa'd'den rivayet edilmiştir; «Peygamber (S.A.V.) secdede ellerin yatırılmasını emretti...»

BAB         : 206

MEVZU  : SECDE VE RÜKÛDEN BAŞINI KALDIRINCA BELİN DOGRULTULMASI

278 — Berrâ bin Âzib'den rivayet edilmiştir. Dedi kî: «Rasûlüllah (S.A.V.) in namazı, riikûa varınca ve rükûdan başını kaldırınca, secdeye varınca ve secdeden başını kaldırınca dim dik olma durumuna yakındı.»

 

279 — Muhammed bin Beşgar'dan, Muhammed bin Cafer'den, Şu-be'den ve Hakem'den ayni hadis rivayet edilmiştir.        BAB        : 207

MEVZU  : RÜKÜDA VE SECDEDE ÎMANDAN EVVEL DAVRANMANIN MEKRUH OLDUĞU

280 — El-Berrâ (R.A.) den' rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlil-lah (S.A.V.) in arkasında namaz kıldığımızda, O, rükûdan bağını kaldırınca, secdeye varıncaya kadar bizden hiç birimiz belini eğmezdi ve sonra secdeye varırdık.»

BAB        : 20;

MEVZU : iKi SECDE ARASI TOPUKLARI DÎKEREK OTURMANIN MEKRUH OLDUĞU

     281 — Ali   (ra)  den rivayet edilmişi'.  Dedi  ki:

Rasûlullah (S.AV) bana şöyle buyurdu: «Ya Ali! Kendim için sevdiğimi senin için de severim ve kendim için sevmediğimi senin için de sevmem, iki secde arası topuklarını dikerek oturma.»1"ZAYIF

BAB         : 209

MEVZU   : TOPUKLARI   DİKEREK    OTURMA   MÜSAADESİ

282 — Ebuz-Zübeyr'den rivayet edilmiştir. Tavus'tan şöyle dediğini işitti: «Topukları dikerek oturmayı Ibn-ü Abbas'a sorduk. «Sünnettir» dedi «Oysa biz onu kişiye zahmet olarak görüyoruz» dedik. «O Peygamberinizin sünnetidir» cevabını verdi.»

BAB         : 210

MEVZU   :  İKİ SECDE ARASINDA DUA

283 — İbn-ü Abbas  (R.A)  den rivayet edilmiştir:" «Rasulüllah   (S--

-A.V.) iki secde arasında ."allahummeğfirli verhamni vecburni vehdini verzukni" derdi.»

284 — El-hassan bin Ali El-Hallal'dan, Yezîd bin Harun'dan, Zeyd bin Hubab'dan, Kamil Ebul-Alâ'dan rivayet edilmiştir:

 

BAB         : 211

MEVZU  : SECDEDE DAYANMAK

285 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasû-lüllah (S.A.V.) in ashabı, açıldıkları (kolları yanlardan ve dirsekleri yerden ayırdıkları) zaman secdenin meşakkatli oluşundan yakındılar. Bunun üzerine «Dizlerden, yararlanın!» buyurdu.»ZAYIF

BAB         : 212

MEVZU   :  SECDEDEN KIYAMA KALKIŞ

286 — Malik bin El-Huveyris El-Leysî'den rivayet edilmiştir: «Ra-sûlullah (S.A.V.) i namaz kılarken gördü. Namazının tek rck'atlarında iken' mutedil şekilde oturmadan kıyama kalkmazdı.»

BAB         : 213

MEVZU   : GEÇEN BAHİS

 287 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Rasu lullah (S.A.V.) namaz (ın tek rekâtların) da ayaklarının sırtlarının yere değ meden kıyama kalkardı»

BAB         : 214

MEVZU  : NAMAZDA TEŞEHHÜD

288 — Abdullah bin Mes'ûd (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi

ikinci rek'atta oturduğumuz zaman"ettehiyyatu lillahi vessalatu vettayyebatu esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi veberakatu esselamu aleyna ve ala ibadillah,ssalihiyne eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne muhammedu enne muhammeden abduhu veresuluh"

demeyi bize rasulu Ekrem (S.A.V.) öğretti.»

BAB         : 215

MEVZU   : GEÇEN BAHiS

289 — ibn-u Abbas'dan rivayet edilmiştir. Dedi -ki: «rasûlüllah (S.-

A.V.) bize Kur'an'ı öğrettiği gibi teşehhüdü de öğretir ve derdi ki:"ettehıyyatu mubareke tussalatuttayyıbatullahu esselamu aleyke eyyuhennebiyyu ve rahmetullahi veberakatu esselamu aleyna ve ala ibadillahissalihiyne eşhedu en la ilahe illallah ve eşhedu enne muhammedu enne muhammeden abduhu veresuluh"

'

BAB         : 216

MEVZU     : TEŞEHHÜDÜ GİZLİ OKUMAK

290 — îbn-ü Mes'ûd'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Teşehhüdü .gizli okumak sünnettendir.»

BAB         : 217

MEVZU   : TEŞEHHÜD İÇÎN NASIL OTURULUR?

291 — Vail bin Hucr'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Medine'ye geldim ve «Rasûlüllah (S.A.V.) in namazını mutlaka göreceğim» dedim. Oturanca -yâni teşehhüdü için- sol ayağını yaydı, sol elini koydu -yâni sol uyluğunun üzerine- ve sağ ayağını dikti.»

BAB         : 218

MEVZU   : GEÇEN BAHİS

292 — Abbas bin Sehl Es-Sâıdî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki': «Ebu Humeyd, Ebu Useyd, Sehl bin Sa'd ve Muhammed bin Mesleme toplanarak rasûlullah (S.A.V.) in namazını müzakere ettiler. Ebu Humeyd dedi ki: Peygamber (S.A.V.) in namazını en iyi bileniniz benim. Rasûlullah (S.A.V.,) sol ayağını yayarak, sağ ayağının sırtını kıbleye çevirerek, sağ elini sağ dizinin üstüne ve sol elini sol dizinin Üstüne koyarak oturdu -yâni teşehhüd için- ve parmağını -yâni şehadet parmağını- kaldırdı.*

BAB        : 219

MEVZU   : TEŞEHHIÎDDE PARMAK KALDIRMAK

293 —   ibn-ü Ömer'den rivayet edilmiştir:  «Rasûlüllah  (S.A.V.)  namazda teşehhüde oturduğu zaman sağ elini dizinin üzerine koyar, başpar-

mağı takip eden parmağını kaldırarak onunla dua eder ve sol elini yayarak dizinin Üzerine koyardı.»

BAB        : 220

MEVZl   : NAMAZDA SELÂM

291 — Abdullah'dan (R.A.) rivayet edilmiştir: «rasûlullah (S.A.V.), «esselamualeykumverahmetullahi,esselamualeykumverahmetullah » diyerek sağına      ve        soluna selâm verirdi.»

 

BAB        : 221

MEVZU : GEÇEN BAHiS

295 — AİŞE (R.Anha) dan rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) namazda önüne doğru bir selâm verir ve sonra sağ yanına azıcık meyle-derdi.»

BAB         : 222

MEVZU  : SELAMI  UZATMAMANIN  SÜNNET  OLDUĞU

296 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir; dedi ki: «Selâmı (n meddlerini) hazfetmek sünnettir.»ZAYIF

BAB         :  223

MEVZU  : SELAMDAN SONRA OKUNACAK DUA

297 — Aişe (R. Anha) dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah SAV selâm verince

 sadece «allahumme entesselamu veminkesselamu tebarekte zelcelali vel ikram

diyecek kadar otururdu.»

-298 — Heımad, Mervan bin Muaviye'den, Ebu    Muaviye'den, şaşı âsım'dan bu isnad ile geçen hadîsin benzerini bize tahdis etti.

299 — Rasûlüllah (S.A.V.) ifı azadlısı Sevban'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) namazdan insıraf etmek istediği zaman (namazını tamamlayarak çekilmek istediğinde) üç kez istiğfar eder ve

sonra"allahumme entesselamu veminkesselamu tebarekte zelcelali vel ikram

" derdi.»

BAB         : 224

MEVZU : SAĞDAN VEYA SOLDAN ÇEKİLMEK

300 — Kabisa bin Hülb'ün babasından rivayet edilmiştir. Dedi ki. «Rasûlullah (S.A,V.) bize imam olur ve namazı müteakip (mihrabdan,) her iki yanından da çekilirdi. Bazan sağından ve bazan solundan.»

BAB         : 225

MEVZU  : NAMAZIN   SIFATI

301 — Rifâa bin Rafı'den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) bir gün mescidde otururken -Rifâa «biz de O'nunla beraberdik» dedi- bedevilere benzeyen bir adam geldi. Namaz kıldı ve namazını hafif yaptı. Sonra namazdan çekilerek rasûlüllah (S.A.V.) e selâm verdi. Peygamber

(S.A.V.) «   ve aleyke  » diyerek selâmını aldı ve «Dön; namaz kıl; çünkü namaz, kılmış olmadın» buyurdu. Adam döndü; namaz kıldı ve sonra ge-

lerek  Peygamber'e  selâm verdi.   Rasûlüllah   (S.A.V.)   « ve aleyke"

selâmını aldı ve «Dön; namaz kıl; çünkü namaz kılmış olmadın» buyurdu. Bu durum iki veya üç kez tekerrür etti. Her defasında Peygamber

(S.A.V.)   e gelerek  selâm   veriyor ve  Rasûlüllah   (S.A.V.)   «  ve aleyke »

diyerek selâmım alıyor ve «Dön; namaz kıl; çünkü namaz kılmış olmadın» buyuruyordu. Namazını hafif yapan kişinin namaz kılmış olmaması (oradaki) insanları meraklandırdı ve bu hüküm onlara ağır geldi. Adam sonunda şöyle dedi: «Bana göster ve öğret! Ben beşerim. Doğru yapabilirini ve yanılabilirim.» Rasûlüllah (S.A.V.) buyurdu ki: «Evet. Namaza kalkdığın zaman Allah'ın sana emrettiği şekilde abdest al; sonra şehadet getir ve kamet de getir. Ezberinde Kur'an varsa oku. Yoksa Allah'a hamdet; tekbir ve tehlil setir. Sonra rükûa var ve rükûunu mutedil olarak yap. Sonra kalkarken mu'tı-dil ol. Sonra secdeye var ve secde-ni mutedil olarak yap. Sonra otur ve oturmanı mutedil yap. Sonra kıyama kalk. Bunu yaparsan namazın tamamdır. Bunlardan bir şey eksiltirsen namazından eksiltmiş olursun.» Rifâa diyor ki: Bu hüküm onlara evvelkinden daha kolay geldi. Çünkü bunlardan bir şey eksilten namazından eksiltmiş olacak ve namazı büsbütün gitmeyecektir.»

 

302 — Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet edilmiştir: «Resûlüllah (S.-A.V.) mescide girdi. Arkasından bir adam girdi ve namaz kıldı. Sonra o adam Peygamber (S.A.V.) e gelerek selâm verdi. Peygamber onun selâmını aldı ve buyurdu ki: «Dön; namaz kıl; çünkü namaz kılmış ol madın.» Adam döndü ve önceden kıldığı gibi namaz kıldı. Sonra Rasûlü-lah (S.A.V.) e gelerek selâm verdi. Rasûlüllah selâmını aldı ve ona buyurdu ki: «Dön; namaz kd; çünkü namaz; kılmış olmadın.)) Bu durum üç defa tekerrür etti. Bunun üzerine adam dedi ki: «Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, bundan'daha iyisini bilmiyorum. Bana öğret.» Rasû-lüllah buyurdu ki: «Namaza kalkdığım zaman tekbir al; sonra Kur'an-dan kolayına ne gelirse oku; sonra riikûa var ve rükûunu mutedil olarak yap; sonra başını kaldır ve mutedil olarak dikil; sonra secdeye var ve secdeni mutedil olarak yap; sonra başını kaldır ve mutedil olarak otur ve bütün namazında (her rekâtında  bunu yap.»

303 — Ebu Humeyd Es-Sâidî'den rivayet edilmiştir. Râvî Muham-med bin Amr diyor ki: Rasûlüllah (S.A.V.) in ashabından on kişi arasında, onlardan.biri de Ebu Katade bin Rib'î idi, Ebu Humeyd'in şöyle dediğini işittim: «Rasûlüllah (S.A.V.) in namazım en iyi bileniniz benim. Dediler ki: «Peygamber'e sahabîlik bakımın'dan en eskimiz ve yanına en çok gidenimiz değil idin!.» Dedi ki: Evet değildim. «Ohalde anlat!» dediler. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) namaza kalkdığı zamana mutedil olarak dikilir ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Rükûa varmak istediğinde ellerini omuzlarının hizasına 'kadar kaldırır, sonra"

^

allahuekber "varırdı. Sonra (rükûda) itidalüzere bulunur, ne başını sarkıtır, ne de diker ve ellerini dizlerinin üzerine koyar idi. Sonra « allahuekber » der, ellerini kaldınr ve mutedil durum alırdı ki, her kemik mutedil olarak yerli yerine dönerdi. Sonra secdeye varmak üzere yere iner, sonra «allahuekber » der, sonra kollarını koltuklarından

ayırır ve ayak parmaklarım yumuşak bırakırdı. Sonra soî ayağını bükerek üzerine oturur ve mutedil vaziyet alırdı ki, her kemik mutedil olarak

yerli yerine dönerdi. Sonra secdeye iner, sonra « allahuekber » der, sonra

ayağını bükerek oturur ve mutedil vaziyet alırdı ki, her .kemik mutedil olarak yerli yerine dönerdi. Sonra kıyama kalkar ve ikinci rekâtta da bunun gibi yapardı, ilk iki rekâttan kalkınca tekbir alıp ve ellerini omuzlarının hizasına kadar kaldırırdı. Tıpkı namaza baslarken yaptığı gibi. Sonra namazını böylece kılar ve namazının biteceği son rekât tamamla-nmca sol ayağını cıkararak yanının üzerine oturur ve sonra selâm verir idi.»

Bu hadîs hasen-sahih'tir.

«iki secdeden kalkınca...» sözünün manası, iki rekât kıldıktan sonra üçüncü rekâta kalkınca demekti

304 — Muhammed bin Amr bin Atâ'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ebu Humeyd Es-Sâıdi'yi Peygamber (S.A.V.) in ashabından on kişinin içinde dinledim. Onların arasında Ebu Kata de bin Rib'î de vardı.» Sonra Yahya bin Saîd'in hadîsinin aynini mânasıyle zikrediyor ve bu hadîsde şu ziyade (Ebu Âsım'ın Abdülhamid bin Ca'fer'den rivayet ettiği şu cümle) yer alıyor: Dediler ki: «Doğru söyledin. Rasûlüllah (S.A.V.) böyle kılardı.»

BAB         : 226

MEVZU   : SABAH NAMAZININ KIRAATİ

305 — Kutbe bin Malik'den rivayet edilmiştir.  Dedi ki  «Rasûlül-

lah (S.A.V.) in sabah namazında «  Vedduha » î birinci rekâtta

okuduğnna dinledim.»

BAB         : 227

MEVZU   : ÖĞLE VE İKİNDİ NAMAZLARININ KIRAATİ

306 — Câbır bin Semüre'den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.-V.) öğle ve ikindi namazlarında "şems"

ve benzeri süreler okurdu.»

BAB         : 228

MEVZU   : AKŞAM NAMAZININ KIRAATI

307 — Ummül-Fadl'den rivayet     edilmiştir.  Dedi  ki:   «Rasûlüllah (S-A.V.) hastalığında başını sarmış olarak bize  (mescide) çıkıp akşam

namazını kıldı ve «  murselat  » süresini okudu. Bir daha akşam namazı kilamadan vefat etti.»

BAB         : 229

MEVZU   : YATSI NAMAZININ KIRAATI

308 — Abdullah bin Büreyde'nin babasından rivayet edilmiştir. De-

- - -*       * di ki:  «Rasûlüllah  (S.A.V.) yatsı namazında «ŞEMS» ve ben-

zeri süreleri okurdu.»

309 — El-Berrâ bin Âzib'den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.)

>• tf       tf

yatsı namazında *"tin"  süresini okurdu.»

310 — Ubade bin Es-Saamit'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Rasû-lüllah (S.A.V.) sabah namazım kıldı kıraatte güçlük çekti. Namazdan dönünce «Görüyorum ki, imamınızın arkasında okuyorsunuz» buyurdu. «Yâ Ra-sûlüllah! Evet vallahi» dedik. Buyurdu ki: «Yapmayın! Yalnız Fatiha'yı okuyun. Çünkü Fatiha'yı okumayanın namazı yoktor.»

 

BAB         : 231

MEVZU   :  İMAM  AŞlKAR  OKUDUĞU  ZAMAN

ARKASINDA KİLERİN OKUMAMALARI

311 — Ebu Hüreyre'den rivayet edilmiştir: «Rasûlüllah (S.A.V.) cehren okuduğu bir namazdan dönünce «az önce sizden biriniz benim le beraber okudu mu?» diye sordu. Adamın bîri «evet yâ Rasûlüllah» dedi. Buyurdu ki: «Ben de, neden kıraatime karışılıyor diyordum!?». Sahabe Peygamber (S.A.V.) den bunu işitince, cehren okuduğu namazlarda O'nunla beraber okumaya son verdiler.»

Ebu Osman En-Nehdî Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Diyor ki: «Rasûlüllah (S.A.V.) Fatiha'sız namaz olmadığını çağırıp duyurmamı bana emretti,»

312 — Vehb bin Keysan'dan rivayet edilmiştir. Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini işitti: «Her kîm hir rekât namaz kılar ve o rekâtta Fa-tîha'yı okumazsa, namaz kılmamışlar. Ancak imamın arkasında olursa (namazı sahihtir)».

BAB         :  232

MEVZU   : MESClDE GİRERKEN OKUNACAK DUA

313 — Fatımet-ül-Kübrâ'dan  rivayet edilmiştir. Dedi  ki:   «Rasilül-lah  (S.A.V.,) mescide girdiği zaman Muhammed'e salat-ü selâm    getirir

ve «Ey Rabbtm! Günahlarımı affet ve bana rahmetiııîn kapılarını aç"- derdi   Mescidden

' çıkarken de Muhammed'e salat-ü selâm getirir ve "Ey Rabbim Günahla rımı afvet ve bana nimetlerinin kapılarını aç"

314 — İsmail bin ibrahim'den rivayet edilmiştir.  Diyor ki:  Abdullah bin  EI-Hasan'a Mekke'de mülaki  oldum  ve ona  bu  hadîsi  sordum.

Bana hadîsi anlatti ve şöyle dedi: «Girerken «  Ey  Rabbim!   Rnhmetinin   kapısını   bama  aç»ve çıkarkende "Ey Rabbim nimetinin kapısını bana aç" derdi.

BAB         : 233

MEVZU   : TAHIYYETÜL MESCİD  NAMAZI

315 — Ebu Katade'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.-A.V.) şöyle buyurdu: «Sizden bîriniz mescide geldiği zaman oturmadan evvel iki rekât namaz kılsın.»

BAB         : 234

MEVZU   :  KABRİSTAN  VE HAMAM  MÜSTESNA BÜTÜN YERYÜZÜ MESCİDDİR

316 — Ebu Saîd EI-Hudrî'den rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Kabristan ve hamamdan başka bütün yeryüzü mesciddir.

BAB         ; 235

MEVZU   : MFSCÎD   YAPTIRMANIN   FAZlLETI

317 — Osman bin Affan'dan rivayet edilmiştir. Dedi ki: Rasûlüllah (S.A.V.) den işittim;    buyurdu ki: «Her kim Allah için bir mescid ederse Allah ona cennette mislini inşa eder.»

318 — Rasûlüllah (S.A.V.) den rivayet edilmiştir. Buyurdu ki: "«Her kim Allah için, küçük olsun veya büyük olsun bir mesckl yaptırırsa Allah ona cennette bir ev yapar.»

BAB         :  236

MEVZU   :  KABİR ÜZERiNDE MESCİD KURMANIN MEKRUH OLDUĞU

\

319 — İbn-ü Abbas (R.A.) den rivayet edilmiştir. Dedi ki: «Ra-sûlüllah (S.A.V.) kabirleri ziyaret eden kadınlara; kabirler üzerinde mescid kuran ve kandil yakanlara lanet etti»17'

BAB         : 237

MEVZU   : MESC1DDE UYUMAK

320 — İbn-ü Ömer'den rivayet edihnişür. Dedi ki: «Bizler genç iken Rasûlüllah (S.A.V.) in zamanında mescidde uyurduk.»

BAB         : 238

MEVZU   :  MESCÎDDE      ALIŞ-VERİŞİN  YİTÎK   SORMANIN   VE ŞiiR İNŞAD ETMENİN KERAHETİ

 

 





MUHAMMED B. IDRÎS ES-SAFIÎ (150-204 H.)
Hicrî 150/Miladî 767 yilinda Filistin'in Gazze sehrinde dogdu. Babasi Idris bir is için Gazze'ye gitmis, orada iken vefat etmisti. Dedelerinden biri olan Safiî Ibn es-Sâib'e nisbeten Safiî olarak bilinir. Soyu Abd-i Menâf'ta Hz. Peygamber'in soyuyla birlesir.

Henüz küçük yasta iken babasini kaybeder. Fakir bir sekilde yasayan annesi, oglunu alip Mekke'ye gitmege karar verir. Mekke'de, daha küçük yasta kendisini ilme veren Imam Safiî, yedi yasinda Kur'ân-i Kerim'i; on yasinda da Imam Mâlik'in el-Muvatta' adli hadis kitabini ezberlemis ve on bes yasina geldiginde, fetva verebilecek bir seviyeye ulasmisti.

Bundan sonra yirmi yila yakin bir süre çölde, Huzeyl kabilesi içinde yasayarak fasih Arapça'yi ve câhiliye siirlerini ögrendi. Hatta Asmaî, onun hakkinda; "Huzayl'in siirlerini Kureys'ten Muhammed b. Idris denen bir genç ile düzelttim" demistir. Böylece edip ve Arapçada söz sahibi olmustur.

Akabinde birçok alimden hadis okudu. Mekke valisinin bir tavsiye mektubu ile Medine'ye gitti. Burada Imam Mâlik'e el-Muvatta adli eserinin tamamini arzetti. Daha sonra tamamen fikha yönelerek Imam Mâlik'ten Hicaz fikhini ögrendi. Safiî'nin essiz kavrayis ve üstün zekâsini müsahededen Imam Mâlik, ona su anlamli tavsiyede bulundu: "Muhammed! Allah'tan kork, günahtan sakin; çünkü ben senin büyük bir sahsiyet olacagini ümid ediyorum. Gönlüne Allah'in koymus oldugu bu nuru günahla söndürme."

Medine'de Imam Mâlik'ten fikih ve hadis ilmi aldi. Süfyan b. Uyeyne'den, Fudayl b. Iyâz ve amcasi Muhammed b. Sâfi' ve digerlerinden hadis rivayet etti.

Imam Sâfiî, bu arada çalismak zorunda oldugu için bir süre Yemen'e gitti. Yemen kâdisi Mus'ab b. Abdillah el-Kuresî orada kendisine resmî bir is bulmustu. Bu arada, Halîfe Hârun er-Rasîd Hz. Ali taraftarlarinin bir harekâtindan korkuyordu. Yemen tarafindan yakalanip getirilen Siîler arasinda -Siî olmadigi halde- Sâfiî de Medîne'de Halîfe'nin huzuruna çikarildi. Suçsuzlugu anlasilinca Halife onu serbest biraktirdi ve maddî yardimda bulundu. Sonra H.183 ve 195'te Bagdat'a gitti. Orada Muhammed b. Hasan es-Seybânî'den Irak fakihlerinin kitaplarini okudu. Onunla fikir alis verisinde bulundu.

Imam Sâfiî bundan sonra H. i87'de Mekke'de ve i95'te Bagdat'ta Imam Ahmed b. Hanbel (Ö. 241/855) ile bulustu. Ondan Hanbelî fikhini ve usulünü, Kur'an'in nâsih ve mensuhunu ögrendi. Bagdad'ta onun eski mezhebinin esaslarini ihtiva eden "el-Hucce" adli eserini yazdi. Sonra H. 200'de görüslerinin en çok yayginlasacagi Misir'a gitti. 204/819'da Receb'in son cuma günü Misir'da vefat etti ve orada defnedildi (el-Hudarî, Tarihu't-Tesrîi'l-Islâmî, Kahire 1358/1939, s. 254 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fikh, Kahire, t.y., s.12 vd.; ez-Zühaylî, el-Fikhu'l Islâmî ve Edilletüh, Dimask 1405/1985, I, 35, 36; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, 9, 78 vd).

Imam Sâfiî'nin "er-Risâle" adli eseri fikih usulünde ilk kaleme alinan usul kitabidir. Hanefilerde, usul müctehid imamlar devrinde yazili bir eser haline getirilmemis daha sonra fürûdan hareket edilerek usûl kaideleri belirlenmistir. Imam Sâfî, isin basinda er-Risâle'yi yazarak sonraki Sâfiî bilginlerini bu külfetten kurtarmistir. Imam Sâfii'nin "el-Ümm" adli eseri ise Misir'da mezhep görüslerini kapsayan bir fikih eseridir.

Onun ilmî ve edebî sahsiyeti yaninda, takvâsi, olgun karakteri ve güzel ahlâki da zikredilmesi gereken hususlardandir. Kendisine Siffin meselesi, sorulunca su anlamli cevabi vermisti: "Ömer b. Abdülazîz'e Siffîn'da ölenler sorulunca o; "Allah'in elimi bulasmaktan korudugu kanlardir" demisti. Simdi ben de dilimi bu kana bulastirmak istemiyorum."

Ögrencileri onun hakkinda, "Safiî Hz'leri bir âyeti tefsir etmeye baslayinca, sanki o âyetin indirilisini görmüs gibi büyük bir vukufla konusurdu" derler.

Imam Sâfiî, müstakil mutlak müctehid idi. Hicazlilar'in ve Iraklilarin fikhini kendinde toplamisti. Ahmed b. Hanbel onun için; "Allah'in kitabi ve Rasûlünün sünnetinde insanlarin en fakîhi idi"; "Eli hokka ve kalem tutup da, boynunda Sâfi'nin minneti olmayan kimse yoktur" demistir. Tasköprülüzâde, Miftahu's-Saâde'sinde onun için söyle der: "Ehli fikih usûl, hadîs, dil ve nahiv âlimleri, Imam Sâfiî'nin; emânet, adâlet ve zühdünde, vera, takvâ ve cömertliginde, güzel ahlâkinda, kiymetinin yüceliginde birlesmistir. Onu gerektigi sekilde anlatmak zordur" (ez-Zühaylî, a.g.e., I, 26).

Sâfiî mezhebinin usûlü kitap, Sünnet, icma ve kiyasa dayanmaktadir.

Hanefî ve Mâlikîlerin kabul ettigi istihsanla ameli terketti ve "istihsani kullanan kendisi seriat koymustur" görüsünü ileri sürdü. Istihsani geçersiz kilmak ve tenkid etmek için "Ibtalü'l-Istihsân"isimli risâlesini kaleme almistir (bk. "Istihsan" mad.).

Imam Sâfiî, râvisi sikâ, zabt ve hadis muttasil olunca âhâd haberle amel etmenin gerekli oldugunu savunur. O, Imam Mâlik'in sart kostugu gibi, âhâd haberin amelle desteklenmesini, Irak ekolünün gerekli gördügü râvinin fakih ve ameli haber-i vâhide uygun olma gibi sartlari aramaz (Ebû Zehra, a.g.e., s.i2 vd.). O'nun haberi vâhidin delil olmasiyla ilgili, dayandigi çesitli deliller vardir. Bunlardan birinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in söyle buyurdugunu rivayet eder: "Benim sözümü dinleyip belleyerek ezberleyen ve oldugu gibi baskasina duyuran kimsenin Allah yüzünü agartsin. Bazan fikih hâmili, fakih olmayana nakleder, iceleri de kendisinden daha fakih olan kimseye nakleder..." (Ebû Dâvud, Ilm, i0; Tirmizî, Ilm, 7; Ibn Mâce, Mukaddime,i8). Bu hadisi aktardiktan sonra Imam Sâfiî görüsünü söyle açiklar: "Madem ki Hz. Peygamber, sözlerini dinleyip bellemege ve onlari baskalarina duyurmaga davet etmistir. Bunu yerine getiren kimse ister bir kisi olsun, ister cemaat olsun, O'nun davetine icabet etmis sayilir. Hz. Peygamber'den rivayet eden kimse bir kisi de olsa güvenilir ve âdil olmak sartiyla rivayeti makbuldür."

Diger yandan Imam Sâfiî istihsani ve Mâlikîlerin mesâlih-i mürsele delilini reddederken, kendisi bunlara benzer "istidlâl" adini verdigi bir aklî delil kullanir.

Sâfiîlerde, çesitli konularda fetvâ, Imam Sâfiî'nin yeni mezhebine göredir, Imam Safiî, eski mezhebini temsil eden el-Hucce'den dönmüs ve; "Onu benden rivayet edene hakkimi helâl etmiyorum" demistir. Ancak on yedi kadar meselede eskiye göre fetva verilmistir. Meselâ; eski görüsü, muarizi olmayan bir hadisle desteklenirse onunla fetva verilir. Onun söyle dedigi nakledilir: "Hadis sahih olunca, o benim görüsümdür. Benim böyle bir hadisle çelisen sözümü de duvara çarpin".

Imam Sâfiî Hicaz, Irak, Misir ve diger Islam beldelerinde çesitli talebeler yetistirmistir. Yeni mezhebini Sâfiî'den alan Misirli bes ögrencisi sunlardir:

i) Ebû Ya'kub Yûsuf b. Yahyâ el-Büveydî (Ö. H. 231). Halîfe Me'mun'un çikardigi "Halku'l-Kur'an" fitnesi yüzünden Bagdat'ta bir süre hapsedildi (bk. "Halku'l-Kur'an" mad.). Sâfiî, onu ders halkasina vekil olarak birakmistir. Sâfiî'nin sözlerinden derledigi ünlü bir özet eseri vardir.

2) Ebû Ibrahim Ismail b. Yahyâ el-Müzenî (Ö. H. 266): Sâfiî mezhebine göre yazilmis çesitli eserleri vardir. Mebsût adi verilen "el-Muhtasaru'l Kebîr" ve "el-Muhtasaru's-Sagîr" bunlardandir. Irak, Sam ve Horasan'dan pek çok ilim talibi ondan yararlanmistir.

3) Ebû Muhammed er-Rabî' b. Süleyman b. Abdilcebbâr el-Murâdî (Ö.H. 270): Imam Sâfiî'nin kitaplarinin ravisidir. Amr b. el-Âs Câmiinde (Fustat Câmii) müezzindi. Safiî'nin er-Risâle, el-Ümm ve diger kitaplari, el-Murâdî kanaliyla bize ulasmistir.

4) Harmele b. Yahya b. Harmele (Ö.H. 266): Imam Sâfiî'den er-Rabî'in rivayet etmedigi kitaplari nakletti. Kitabü's-Surût, Kitabü's-Sünen, Kitabü'n-Nikâh ve Kitâbü'l-Ibil ve'l-Ganem ve Sifatühâ ve Esnânühâ bunlar arasinda sayilabilir.

5) Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem (Ö.H. 268): Imam Mâlik'in de ögrencilerinden idi. Misirlilar onu diger fakihlerden üstün kabul ediyordu. Daha sonra Sâfiî'nin görüslerini birakarak Imam Mâlik'in ictihadlariyla amel etmeye basladi.

Sâfiî'nin mezhebi; Misir, Güney Arabistan, Dogu Afrika, Dogu Anadolu, Seylan, Endonezya, Cava, Filipinler, Malaya, Mâveraü'n-Nehir ve Horasan gibi yerlerde yayilmistir (ez-Zühaylî, a.g.e., I, 37 vd.; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 78 vd.).

Imam Sâfiî Ictihad'da izledigi usûl:

Delillerden hüküm çikarma ve ictihad'ta izledigi usulü "Ihtilâfü'l-Hadis", "Cimâu'l-Ilm" ve "er-Risâle" isimli eserlerinin çesitli yerlerinde açiklamistir. Özetle söyle der: "Kitap ve ihtilafsiz mütevatir sünnetle hükmolunur. Bu hüküm için "görünüste ve gerçekte (zahir ve batinda) hak ile hükmettik" deriz. Üzerinde ittifak edilmeyen ve âhâd yoldan gelen sünnetle hükmolunur. Bunun için, "görünüste hak ile hükmettik", deriz. Fakat "gerçekte..." diyemeyiz. Çünkü hadisi rivayet eden yanilmis olabilir. Icma, daha sonra da kiyas ile hükmederiz. Bu, ondan da zayiftir, fakat zaruret bulundugu yerde kullanilir. Çünkü haber varken kiyasi kullanmak helal degildir. Nitekim teyemmüm de, seferde su bulunmayinca temizligi saglar, fakat su bulununca teyemmüm bozulur (es-Safiî, er-Risâle, s. 512, 599, 600).

Safiî, Kitap ve Sünnet'in te'vile muhtaç kisimlarini dogru tevil etmek için Arapçanin, yapilan te'vile müsait bulunmasini ve Kitap, Sünnet ve Icma kaynaklarinda, anlasilan manâyi takviye eden bir delilin bulunmasini sart kosar. Te'vilini de bu dogrultuda yapar. Sünnete göre hüküm vermesi için, mütevatir olmayan hadiste sika, dogru, ne dedigini ve hadisin anlamini degistirecek sözleri bilen; hadisin anlamini tam olarak bilmiyorsa, onu manâ yoluyla degil, asil lafizlariyla rivayet eden; rivayetini hifzetmis, kitabini muhafaza etmis, sika ravilere muhalefetten uzak ve hadisin ilk kaynagina kadar ayni sartlari tasiyan raviler tarafindan rivayet edilmis bulunmasi sartini arar.

Istihsani, mesnedsiz, keyfî hüküm olarak anladigi için reddeden Imam Safiî, rey ictihadini kiyastan ibaret kabul etmis, kiyasi da delâlet yoluyla ilahî beyan çesitlerinden biri saymistir. Hakkinda nass bulunan meselenin illeti ile nass bulunmayan meselenin illeti ayni olursa, yapilan kiyasta ihtilaf edilmez. Ancak, asil mesele ile nass bulunmayan fer'î meselenin illeti ayni olmayip benzer olursa, bu konuda yapilan kiyasta ihtilaf olur ve farkli hükümlere varilir.

Imam Safii'nin ictihad ve taklid konusundaki su sözleri kayda deger: "Delilsiz ve hüccetsiz olarak bilgi toplayan kimse gece karanliginda odun toplayana benzer; topladigi bir arkalik odunu yüklenirken bunun içinde kendisini sokacak bir yilanin bulundugunu bilmez."; "Sahih hadis bulununca benim mezhebim odur."; "Kiblenin hangi yönde oldugunu kestiren bir kimsenin bir baskasini taklid etmesi nasil uygun olmazsa, mükellefin dininde, çagdasi olan bir kimseyi taklit etmesi de öyle uygun degildir."e

Ictihadina örnek:

"Cuma günü yikanmak vaciptir" hâdisini rivayet ettikten sonra Safiî, söyle der: "Hadiste geçen "vacip" ifadesinin "baskasina caiz degil, ahlaken gerekli, temizlik ve pis kokunun giderilmesi için tercih edilmeli." gibi manâya ihtimali vardir. Kur'an, abdesti abdestsiz olanlara; guslü, cünüplere tahsis ettigi göz önüne alinirsa, bu son manâ en uygun olanidir. Safiî burada te'vil ve anlayis ictihadi yapmistir.

Imam Safiî, annenin çocugu emzirecegini, babanin da yiyecek ve giyecegini temin etmesinin, süt anne tutulursa bunun da emzirme ücretini ödemesinin gerektigini belirten el-Bakara 2/233. ayeti ile Hz. Peygamber'in (s.a.s) Hind'e, Ebu Süfyan'in malindan kendisi ve çocugu için yetecek kadar mali habersiz olarak alabilecegini ifade eden hadisini naklettikten sonra; babadan olmasi nedeniyle, çocugun emzirilme ve beslenme külfetinin babaya ait oldugu hükmünü çikarir. Daha sonra da bu hükümden hareketle kiyas yaparak evlâdin da babaya bakmasi gerektigi hükmüne varir.o

Ictihadla kiyasi ayni anlamda kullanan Imam Safiî, yalanci sahidlikle bir kimsenin esini üç talakla bosadigini iddia ederek hâkimin esleri ayirmasina sebep olanlarin yalanciliklari anlasilinca, magdura esinin mehri mislini vermeye mecbur kilinmasi ictihadinda oldugu gibi, maslahat-i mürsele delilini de kullanir.

Hikmetli sözleri ve siirlerini ihtiva eden bir Dîvân'in sahibi olan Imam Sâfiî, edebî yönüyle de essiz bir sahsiyet sayilir. Asagidaki dörtlük ona aittir.

"Hafizamin bozuklugunu (hocam) Vekî'e sikayet ettim.

Bana günahlari terketmemi tavsiye etti.

Ve bana sunu bildirdi ki; ilim bir nurdur

Ve Allah'in bu nuru âsilere verilmez. "

 

 



[1][1] Ahzab, 34.

[2][2] Nisa, 113.

[3][3] Kiyame, 17-19.

[4][4] Nisa, 105.

[5][5] Nısa, 59.

[6][6] el-Hakim, Müstedrek,       ; Malik, Muvatta,       .

[7][7] Ebu Davud, Sünen, n° 4604      

[8][8] ed-Darimi,

[9][9] es-Suyut, Miftahu’l-Cenne,

[10][10] Kehf, 110.

[11][11] Sahih-i Müslim,         .

[12][12] Siretu’bni Hişam,       .

[13][13] Mustafa es-Sibai, es-Sünne ve Mekanetuha fi’t-Teşri’i’l-İslami,        .

[14][14] eş-Şatibi, el-Muvafakat,          .

[15][15] Nisa, 65.

[16][16] Haşr, 7

[17][17] Nur, 63

[18][18] Araf, 17

[19][19] Tevbe, 29

[20][20] Ahzab, 36

[21][21] Nisa, 59.

[22][22] et-Tayyibi,

[23][23] Ebu Davud, Sünen,  n°4607, İbn Mace, Sünen,  n°42            

[24][24] Ebu Davud, Sünen,  n°4604      .

[25][25]