Bugünkü sohbetin amacı, sizinle Hadid Suresi'nden bir ayeti paylaşmak. Ama öncelikle, bu ayetten bazı dersler alabilmemiz için sizi içerikle ilgili bilgilendirmek istiyorum.
Bu ayet Hadid
Suresi'nin ortalarında yer alıyor. Ve Hadid Suresi'nin tam ortasında Allah
kıyamet gününden bir sahne resmediyor. Allah Kuran'da kıyamet gününden birçok
yerde bahsediyor. Ve genellikle kıyamet gününden bahsederken; cennete gidecek
olan inananlar ile cehenneme gidecek olan inanmayanları anlatıyor.
Ama Kuran'ın bu
bölümü özellikle farklı. Çünkü Allah burada inanan ve inanmayanları
karşılaştırmak yerine inananları ve münafıkları karşılaştırıyor.
Allah bizleri
onlardan kılmasın.
Yani Allah, inancı
olanlar ve inancı olmayanları karşılaştırmak yerine, aslında burada inananlar
ile inandığını düşünen ya da inanmış gibi yapan ya da kıyamet gününde
inançlarının Allah katında hiçbir değeri olmayan insanları karşılaştırıyor.
İşte bunlar münafıklar oluyor.
Allah bizleri
onlardan kılmasın.
Bu yüzden Kuran'ın
bu bölümü özellikle önemli çünkü kıyamet gününde sonumuzun o münafıklar gibi
olmaması için ne yapmamız gerektiğini bize gösteriyor.
Bu bölümde ne olduğunu özetlemek gerekirse,
Allah (azze ve celle) diyor ki; kıyamet gününde Peygamberimiz (sav) inananları
görebilecek. "O gün mümin erkeklerin ve mümin
kadınların nurlarının (kendileriyle beraber) önlerinde ve sağ yanlarında
yürümekte olduğunu görürsün.. Hadid 12."
Bu şu demek
oluyor: kalplerimizden, göğsümüzden ve ellerimizden çıkan nûrlarımız olacak.
Bu neden önemli
peki? İmanımız samimiyse ve inancımız güçlüyse, kıyamet gününde onlar nûra
dönüşüyor.
İnancım beni belli
bir şekilde davranmaya yöneltti. Yaptığım o davranışlar, kıyamet gününde
elimden çıkacak olan nûra dönüşüyor.
Yani kıyamet
gününde iki tane meşalemiz olacak. Mahşer günü; karanlık, cennete doğru uzun
bir yürüyüş olacak.
Ve cennete
gidebilmek için nûra ihtiyacınız olacak. Bazı insanların nûrları çok güçlü
olacak. O kadar güçlü olacak ki Peygamberimiz (sav) o nûrun, bir şehirden diğer
bir şehre gidebilecek kadar güçlü olduğunu söylüyor. O kadar büyük bir nûr
yani. Diğer insanların nûrları ise daha zayıf olacak.
Yine de nûrları
var ama çok zayıf. Öyle ki atacakları bir sonraki adımı zor görebilecekler.
Yani farklı kapasitelerde nûra sahip olan insanlar olacak.
Ve şimdi bu
insanlar cennete doğru yola koyuluyorlar. Ve Allah onları tebrik ediyor çünkü
hiç nûru olmayan ve cennete gitmek için hiç şansları olmayan insanların
yanında, onların en azından az da olsa nûrları var. Diğerleri cennete gidecek
yolu hiçbir şekilde göremiyorlar.
Ve Allah diyor ki:
"Bugün size müjde var; altlarından ırmaklar
akan cennetlerde ebedi kalacaksınız." Hadid 12 Ama daha sonra
Allah bir sonraki ayette, mahşer gününde uyanıp hiç nûrları olmadığını ve
karanlıkların içinde kalmış olan bir grup insandan bahsediyor.
O gruptakiler,
kendilerinden uzaktaki diğer insanları görüyorlar. Bu sahneyi kafanızda
canlandırabilirsiniz.
Simsiyah bir
karanlığın içindesin ve uzakta ellerinde meşaleler olan insanları görüyorsun. O
insanların kendilerini bile görmüyorsun. Sadece ışıkların titreşimlerini
görüyorsun.
Ve birden onlara
yetişmen gerektiğini fark ediyorsun çünkü o ışıklar gittikçe azalıyor.
Yani bu münafıklar
mahşer gününde bu karanlık ortamda kalkıyorlar ve koşup inananlara yetişmeye
çalışıyorlar.
Çünkü kendilerine
ait nûrları yok. Kıyamet gününde uyanıyorlar ve şok oluyorlar çünkü onlara
yardımcı olabilecek hiçbir şeyleri yok.
" O gün münafık erkekler ve münafık
kadınlar iman edenlere şöyle diyecekler: "Bizi bekleyin de yetişip
nurunuzdan bir parça alalım." Şöyle denecek: "Geriye dönün de başka
bir nur arayın!" Ve hemen aralarına kapısı da olan bir duvar çekilir;
duvarın iç tarafında rahmet, kendilerine bakan dış tarafında ise azap vardır.
Hadid 13.”
hani eski
zamanlarda üst kısımları yanan meşaleler olurdu da, sen de kendi meşaleni o
yanan meşalelere dokundurarak yakardın ya. İşte bu insanlar aynı bunun gibi
inananların nûrlarından bir parça alabileceklerini ve onların nûrlarından bir
şey eksilmeyeceğini düşünüyorlar. İnananlardan, beklemelerini ve kendilerine
yardım etmelerini istiyorlar. Daha sonra bir ses duyulur: "Geriye dönün." "Başka
nûr bulun, biz yardım etmeyeceğiz." Mahşer günü öyle bir gün ki
anne kendi çocuğunu düşünmeyecek. Baba oğlunu, abi kardeşini düşünmeyecek. "Aralarındaki tüm bağlar kopacaktır." (BAKARA 166)
Yani kim kimin
umrunda olacak ki? İnananlar diyor ki: "Ben bir an önce cennetime
gitmek istiyorum. Kendi işine bak. Senin için geri bile dönmüyorum. Geri git ve
kendine başka nûr bul." Ve buradaki geriye dönme düşüncesi aynı
zamanda iğneleme. Bu dünyaya geri dönün denmek de isteniyor. Çünkü mahşer
gününde kendi nûrunla gelmezsen, o nûru orada kazanamazsın.
O nûru kazanmanın
tek yolu bu dünyadaydı.
Ama bu insanlar
hâla yetişmeye çalışıyorlar çünkü inananları duymak istemiyorlar.
Hâla yetişmeye
çalışıyorlar ve onlar inananlara yaklaştıkça... "Ve
hemen aralarına kapısı da olan bir duvar çekilir." Allah diyor
ki, bu iki grubun aralarına kocaman bir duvar çekilir. Yani inananlara
yetişmeye çalışsalarda artık çalışamayacaklar.
Duvar çekildikten
sonra Allah diyor ki: "Duvarın iç tarafında
rahmet" "Kendilerine bakan dış tarafında ise azap vardır." Hadid 13
Yani karanlık
içinde kaldıkları gibi şimdi önlerinde bir duvar var ve gidecek hiçbir yerleri
yok. Geriye dönüp baktıklarında ise kendilerine doğru azap yaklaşıyor.
Ezilmek üzereler.
Bu münafıklar, Allah bizleri onlardan kılmasın, çaresiz kalıyorlar. Ve
sesleniyorlar: "Biz sizinle beraber değil
miydik?" Duvarın diğer yanındaki
insanlardan yardım istiyorlar.
Görünüşe göre kapı
sadece öbür taraftan açılabiliyor. Diyorlar ki: "Hadi ama açın kapıyı, biz
eskiden sizinleydik." Böyle çaresiz bir şekilde sesleniyorlar. Daha da
ilerlemeden burada bir duralım.
Burası aslında
bugünkü sohbet için bu ayetleri seçmemin asıl nedeni. Bu kelimeler: "Sizinle beraber değil miydik?" Bu demek oluyor ki; duvarın yanlış tarafında bulunan,
çaresiz bir durumda olan ve kendilerine ait nûrları olmayan bu insanlar aslında
gerçekten inanan insanlardan olduklarını sanmışlardı.
Bu konuda
kendilerine çok güveniyorlardı. Öyle ki, bunu mahşer gününde bile söylüyorlar.
"Biz sizlerdendik. Sizinle namaz
kıldık, iş yaptık, sizinle arkadaştık, ailelerinizdendik, kuzenlerinizdendik.
Aynı üniversiteye gittik. Hepimiz aynıyız. Niye bugün böyle ayrıldık? Neden
bugün böyle bir ayırım oluyor?"
Duvarın diğer
tarafından bu sefer, kendilerini güvende hissettikleri için cevap geliyor.
Duvar çekildikten
sonra bu münafıklar aşırı derecede korkuyorlar ama aynı zamanda duvarın öbür
tarafındakiler de kendilerini güvende hissediyorlar.
Bu yüzden artık
acele etmiyorlar çünkü artık tamamen güvendeler. O yüzden bu sefer zaman ayırıp
münafıklara neden onlarla olmadıklarını açıklıyorlar.
Cennete gidecek
insanların söyledikleri ilk şey gidip kendilerine nûr bulmalarıydı. "Arkanızı dönün de, nûr arayın." Hadid 13
Görünen o ki bu
münafıkların kendilerine ait nûrları yok ve şoktalar. O yüzden diyorlar ki:
"Biz eskiden sizlerle beraberdik. Bizim de sizin gibi nûrumuz
olmalıydı"
Ve şimdi cennet
ehlinden olan insanlar; eskiden nûrları, inançları olan bu insanların nasıl onu
kaybettiklerinden bahsedecekler.
Nasıl mahşer
gününde iflas etmiş bir şekilde bulunduklarından bahsedecekler.
Bu ayet birinin
imanını nasıl kaybedeceğini gösterdiği için çok derin anlamlara sahip.
Birisi nasıl bu
dünyada sahip olabileceği en değerli hazine olan inancını boşa harcayıp onu
kaybedebilir?
Bir gecede olmuyor
bu. Aniden imanını kaybetmiyorsun. Bu bir süreç. Ve o süreç bu ebedi sözlerde
belirtilmiş. "Tabii ki bizimle beraberdiniz. Ama
kendinizi..."
Münafıklar
onlara, "Sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler. Onlar,
"Evet öyleydi" derler, ama siz başınızı belâya kendiniz soktunuz,
fırsat kolladınız, hep şüphe içinde oldunuz ve Allah’ın emri gelip çatıncaya
kadar geleceğe yönelik kuruntularınız sizi oyaladı; bundan ötürü o aldatma
ustası da Allah hakkında sizi kandırıp durdu. Hadid 14
İlk olarak sizler
kendinizi fitneye düşürdünüz.
-fitne- Arapça'da
aslında bir şeyi test etmek manasında kullanılıyor. -fitne-aynı zamanda altının saflığını test etme
anlamında da kullanılıyor. Altını eritiyorlar ve saf olmayan kısımları
ayrılıyor. Altın kolay bir testten geçmiyor. Zahmetli ve yakıcı bir testten
geçiyor.
Bu kelimelerin
kullanılmasında birçok ders gizli. Ama bu sohbet için ben sadece bir tanesini
sizinle paylaşacağım. "Kendinizi hep inancınızın denendiği durumlara
soktunuz." Lütfen burada ne kastedildiğini anlamaya çalışın.
Senin için kötü
olduğunu bildiğin ortamlarda bulundun. Ama içinden dedin ki: "Hayır, ben
idare edebilirim. Sorun yok, sorun yok." Kendini hep kötü şeyler yapan,
kötü şeyler söyleyen, kötü şeylere bakan, kötü yerlere giden arkadaşlarla
çevirdin. Ama içinden dedin ki: "Ben onlar gibi değilim, sadece onlara
yardım etmeye çalışıyorum." Ve böylece öyle ortamlara gitmeye devam ettin.
Öyle durumlarda, yerlerde, topluluklarda bulunmaya devam ettin. Senin üstünde
bir etkisi olmayacağını zannederek öyle ortamlarda bulunmaya devam ettin.
Senden başka herkesi etkileyeceğini ama seni etkilemeyeceğini düşündün.
Biliyorsunuz, bu
insanlar öyle bir anda inanmayan kişiler olmadılar. Aslında kötü arkadaşları
onları etkiledi.
Kendilerini şüpheli
durumların içine soktular. Ve üzerlerinde hiçbir etkisi olmayacağını sandılar.
Size bir örnek
vereceğim konuyu anlamanıza yardımcı olacak. Eğer insanlar evde çok yemek
pişirirlerse, özellikle de hamarat bir ev hanımıysanız, evde çok yemek
yaparsınız. Ve ev yemek kokar. Ama orada yaşadığınız için o kokuyu siz
hissetmezsiniz. Ama birisi dışarıdan içeri girdiği zaman, sanki kirlenmiş bir
bölgedeymiş gibi hissedecektir. Baya bir etkileniyorlar yani. Ama birkaç saat
sonra sadece oksijen soluduklarını söylerler. Anlıyor musunuz? İlk sorun,
insanların kendilerini kötü bir çevre içine sokmalarıydı.
Peki ikinci sorun
neydi? İkinci sorun ise bu: "Ve siz durup
beklediniz." Peki bu ne demek
oluyor?
Bu şu demek
oluyor: öyle durumların kendin için kötü olduğunu ve değişmen gerektiğini fark
ettin. Ama içinden dedin ki:
"Çok yakında
değişeceğim inşallah. Değişeceğim. Değişmem gerektiğini biliyorum. Bunun kötü
olduğunu biliyorum. Sadece bir hafta daha, sonrasında farklı bir insan
olacağım. Sadece bu dönem, bu kötü arkadaşlara sahibim. Onları üzemiyorum o
yüzden şimdilik onlarla takılmaya devam edeceğim ama bir sonraki dönem tamamen
farklı bir program yapacağım ve artık bu insanlarla beraber olmayacağım. Ama o
büyük hoca yanlış yapmaz. Bu gurubtan başka gidecek yerim yok vs vs" Yani kendine
hep, biraz daha yapayım, deyip durdun.
Bazıları ise şu,
insanlar gelip diyorlar ki: "Ramazan gelmek üzere zaten. Sadece 10-11 ay
daha. Ramazan bir gelsin, tamamen farklı bir insan olacağım.
Hacca gitme planım
var. Bir hacca gideyim sonra gör sen beni. Çok farklı biri olacağım. Ama o
zamana kadar sadece dua et benim için." Sen bugün, şu anda hayatında bir
değişiklik yapmak istemedin ki. Sadece kötü bir çevrede bulunmakla kalmayıp
aynı zamanda bir değişiklik yapmaya hazır olmadığını düşündün. Değişmek sana
çok zor geldi. Öyle yaşamaya devam etmek istedin. Birazcık daha hayatından zevk
almak istedin. İşte bu:.
Bu arada, burada
da bir zan var. Zannettiğin ilk şey, seni etkilemeyeceğiydi. Üzerinde bir
etkisi olmayacağını sanmıştın ama etkiliyor. Gerçekten kötü olan bir şey
zamanla sana normal geliyor. Hassasiyetin azalıyor.
Erteleyip durmanın
etkisi ne peki? Aslında sen zannettin ki buna istediğin zaman son verebilirsin.
Ne zaman kafana eserse öyle ortamlardan uzaklaşabileceğini sandın. İçinden
dedin ki: "Ben bunlara bağımlı değilim. Buna ihtiyacım yok. İstediğim
zaman bırakabilirim." Ama işin aslı öyle değil.
Ne kadar fazla
öyle ortamlarda bulunursan, o kadar bağımlısı oluyorsun. Ve oralardan ayrılmak
imkansızmış gibi gelmeye başlıyor. Tamamen batmış, boğulmuş gibi hissediyorsun.
Artık öyle
ortamların dışında olmak nasıl bir şey onu bile bilemez hale geliyorsun. Ve
daha sonra kendine artık çok geç olduğunu söylemeye başlıyorsun. Böyle olunca
içine bir suçluluk hissi çöküyor.
Diyorsun ki:
"Ben baya kötü bir durumdayım. Günah işleyip durdum. Bu kötü ortamda
bulunmaya devam ettim. Çok uzun zaman önce tevbe etmeliydim. Ama şimdi benim
için çok geç." Kimse kendini kötü, suçlu hissetmek istemez. Sonra şeytan
gelip diyor ki: "Neden kendini suçlu hissediyorsun? Suçlu hissetmene gerek
yok ki.
Seni suçlu
hissettiren tek şey bu İslam denen şey. İslam ona haram diyor, buna günah
diyor. Onu yapamazsın, şunu diyemezsin, oraya gidemezsin. İslam sana kendini
kötü hissettiriyor. Ben senin kendini iyi hissetmeni istiyorum. Hem İslam ne
kadar doğru ki zaten?" Ve şimdi, bu erkeğin ya da bayanın beyninde böyle
düşünceler uçuşmaya başlıyor.
Diyor ki:
"Ben neden İslam'ın dediklerini yapıyorum ki? Bu İslam benim sadece mutsuz
olmamı istiyormuş gibi gözüküyor. Ben sadece hayatımı yaşamak istiyorum. Özgür
olmak, istediğim ne varsa yapabilmek istiyorum. Bu Zeynep, bu Ali, bu Fatıma,
bu Abdullah, bu Kerim; böyle güzel isimlere sahip insanlar şimdi İslam'la
ilgili sorular sormaya başlıyorlar. "Bu İslam'dan emin değilim.
Bilmiyorum, şüphelerim var. Çok ciddi şüphelerim var." diyorlar.
Ve bu insanlar Kuran
da okumamışlar. Ya da İslam tarihini derinlemesine çalışıp sonrasında şüphe
duymaya filan da başlamadılar. Hayır, hayır, hayır! Bu insanlar kötü bir
ortamdaydılar. Kendilerini değiştirmediler. İşte süreç bu.
Ben bu ayeti tam
anlamıyla yaşamış olan yüzlerce insan var. Bu ayeti yaşadılar. Ve en sonunda
şüphe duydukları bir noktaya geliyorlar.
Ama bu
şüphelerinin mantıksal gerekçeleri yok. Aslında, bir şüphelerini cevapladığında
diğerine geçiyorlar. Onu cevapladığında öbürüne geçiyorlar. Öbürünü de
cevapladığında bir sonrakine geçiyorlar.
Sonra diyorsun ki: "Bekle bir dakika. Ne
kadar zamandır böyle şüpheli arkadaşlıkların içerisindeydin?" Sonra
gerçekler dökülüyor. Bir sonraki kelimeler şöyle: "Şüpheye
düştünüz." Şüphe duymaya
başladın. Şüphe insana ne yapar biliyor musunuz? Seni içinde bulunduğun canını
sıkan durumdan kurtarır.
Yani artık kendine
diyebilirsin ki: "Zaten tam, gerçek doğru olan bu değil. Onun dediklerini
yapmadığım için kötü hissetmemeliyim. Kendimi kötü hissetmemeliyim." Ve
bir kere bu şüpheler içinde yer etti mi, o zaman o şüphelerinin arkasına
saklanıp, yaşadığın fitne dolu hayatına kılıf uydurmaya devam edebilirsin.
Bu noktaya kadar
gelirsen, iki şey senden alınır. Cennete gitme isteği senden alınır. Allah'ı
memnun etme isteği alınır.
Koşup cennete
varmanı sağlayacak olan o nûra sahip olma isteği alınır. O nûra bu dünyada bile
sahip değilsin ki.
Ahirette o
başarıyı elde etmek isteyen insanlara, Allah bu dünyada da onu veriyor. Ama o
istek artık sende yok. Senin şüphelerin var. Ve cehennem korkusu senden alınır.
Bu iki şey artık
yoktur senin için. Korkuların ve ahiret için olan istek ve umutların yok.
Ahiret senin için hiçbir şey artık. Ahiret sana hiçbir şey ifade etmiyor.
Biri cennet ve
cehennem hakkında konuşsa bile o sana şaka gibi geliyor. Cennet ve cehennemi
alırsan bir insandan, Allah'ın müjdesine kavuşma motivasyonunu ya da kıyamet
gününde Allah'ın azabından kaçınma isteğini alırsan; o zaman o insanın elinde
sadece bu dünyada olan şeyler kalır.
Öyle değil mi?
Çünkü bir sonraki hayat için elinde hiçbir şey yok. Yani sadece bu dünyadaki
şeylerle ilgileneceksin. Bu para olur, şöhret olur, boş vakit olur, zevk olur
yani maddi şeyler olur. Tek düşündüğün, ilgilendiğin, hakkında bilgi sahibi olmak
istediğin şeyler bunlar olur. Bu tarz şeyler ilgini çeker ve bu şeylere
ulaşabilmek için emek harcarsın. Çünkü bunların sana mutluluğu getireceğini,
gönlünü rahatlatacağını düşünürsün.
Bir sonraki kelimeler ise şunlar: "Kuruntularınız sizi oyaladı." Hadid 14
Birtakım dünyalık
şeylerin sana mutluluğu getireceğiyle ilgili yanlış umutların vardı. Ve onun
peşinden koştun. Tüm hayatını ona verdin.
Ve ona
ulaştığında, umduğunu sana verebileceğini düşündün. Mesela hani bugünlerde
insanlar yeni çıkacak olan filmlere, oyuncaklara ve aletlere takıntılılar değil
mi?
Yeni Star Wars
filmi için olan kuyruk, hac için pasaport kuyruğundan uzun. Neden peki? Çünkü
gidip o filmi görmen lazım. Görmezsen hayatının nasıl bir anlamı olabilir?
Yayınlandığı gün göremezsen hayatının hiçbir anlamı kalmıyor. O yüzden gidip
izlemen lazım.
Bu arada, insanlar
bunun kendilerine başka hiçbir yerde bulamadıkları bir tatmin duygusu
getireceğini umuyorlar. İnsanlar izleyip çıkıyorlar ve diyorlar ki: "Çoook
güzeldi." Sonra tekrar sıkılıyorlar. Şimdi ne yapayım diye düşünüyorlar.
Belki gidip tekrar görebilirim, diyorlar.
Sonra gidip tekrar
izliyorlar. Bu sefer diyorlar ki: "İlk izlediğimdeki kadar heyecanlı
değildi ama yine de güzeldi."
Seni tatmin edecek
daha fazla şey arayıp duruyorsun. Çünkü sana tam anlamıyla mutluluk verecek
olan Allah'ın vaadi artık orada değil senin için. O istek yok artık sende.
"Allah'ın
emri gelene kadar." Hadid 14 İşte senin hayatın böyleydi.
Bu, inananlara
göre imanını kaybetmiş bir kimsenin hayatının özeti. Bu insanlar sadece şüpheli
ortamlarda bulunarak başladılar.
Devamı çorap
söküğü gibi geldi. Sonra bulundukları ortama bağlandılar ve oradan ayrılmayı
ertelediler. Daha sonra şüphe duymaya başladılar. Ve oradan da artık
uğraştıkları tek şey maddi, dünyevi kazançlar ve istekler oldu.
Daha sonra Allah
diyor ki: "Aldatma ustası sizi aldatmakta
başarılı oldu." Hadid 14
İşte bunlar
inananların, duvarın diğer tarafındaki münafıklara söyledikleri şeyler. Bu
inanılmaz bir sahne.
Bu insanlar,
duvarın dibinde şok içerisinde neden öbür tarafta olmadıklarını düşünerek
duruyorlar. Ve öbür taraftaki inananlar onlara diyor ki:
"Hatırlıyor
musunuz; şunları, şunları yapmıştınız."
Bu Allah'ın bize
bir lütfü. Kıyamet günündeki bu dehşete düşüren sahnenin böyle resmedilmiş
olması bize Allah'ın bir lütfu. Çünkü o zaman öğrenmektense şimdi öğrenmeyi
tercih ederim ben. Orada şok içinde dikilip "Neden ben bu duvarın yanlış
tarafındayım? Neden öbür tarafta değilim? Nasıl olur da benim hiç nûrum olmaz?
Nasıl Allah'ın bana verdiği bu şeyi kaybettim?" diye düşünmemeyi tercih
ederim.
Burada oturan her
birinizin, her inananın kalbinde nûr var. Allah onu bize bahşetti. O nûra
tutunmak istiyor muyuz yoksa istemiyor muyuz, işte burada sorun var.
Yani şu an nerede
olduğumuzu belirlememiz gerekiyor. Belki şüpheli ortamlarda yeni yeni bulunmaya
başlayan insanlardanızdır. Belki yanlış şeylere bulaşmaya başlamışızdır. Ya da
belki bir süredir böyleydik de erteliyorduk.
Belki bu olmuştur.
Belki de daha da ileri gitmişizdir ve artık şüphe duymaya başlamışızdır. Belki
bu kadar ileri gitmişizdir. Belki çok daha ileriye gitmişizdir.
Artık sadece
oyuncaklar, zevkler ve eğlence için yaşar hâle gelmişizdir. Belki böyle
insanlar olmuşuzdur. Yani hepsinin sonunda, kazandığımız şeylerin hepsi
değersiz olacak kıyamet gününde, o nûr hariç.
Bu yüzden Kuran'da
bu bölüm başladığında Allah (azze ve celle) nûr ile başladı. Ve o nûr kıyamet
gününde önemli olan tek şey olacak.
"Allah'a
arınmış bir kalp ile gelenler başka." Ki o kalpten çıkan
nûr yollarını aydınlatacak. Sahip olduğumuz diğer şeylerin hiçbir önemi yok.
Kıyamet gününde Allah'ın huzurunda hiçbir önemi yok.
O şeylerle şimdi
eğlenebilirsin. Ama kendini kaptırırsan ve o şeyler kalbinde yer edinirse, işte
o zaman o nûr için kalbinde hiç yer kalmamış olacak.
Kalbinde yer
olmayacak. İşte bu yüzden,bu bölümün son kısmı şöyle: "Bugün artık ne sizden ne de açıkça inkar edenlerden bir
fidye kabul edilir." Hadid 15
Artık o kapılardan
geçiş yok. Hiçbir ceza ya da ücret karşılığında o kapılardan geçemezsiniz. Ne
sizden ne de inkarcılardan bir şey kabul edilir. Bu ayetin korkutucu kısmı
burası: O münafıklar artık inanmayanlarla aynı pozisyondalar. Yani Allah diyor
ki: "İnanmayanlarla aynı pozisyonda oldunuz. Bugün artık ne sizden bir
fidye kabul ederim ne de onlardan. Hepinizin yeri ateştir."
"Ne
kötü bir gidiş o!" Hadid 15
Hepsinin sonunda, bu sahneyi resmettikten
sonra Allah sonuçlandırıyor. Ben de bu ayetle bitireceğim.
Nasıl nûrumuza
sahip çıkmaya devam edebiliriz? Nasıl o çorap söküğü gibi giden durumdan
kurtulmayı kendimize hatırlatabiliriz? Artık her ne kadar büyüklükte bir
nûrumuz varsa, nasıl onu daha da güçlendirebiliriz?
Allah (azze ve
celle) kendisi diyor ki: "İman edenlerin
Allah’ı ve inen gerçeği anmaktan dolayı kalplerinin heyecanla ürperme zamanı
gelmedi mi?" Hadid 16
Allah'ı gerçekten
hatırlamak kalplere hûşu getirecek. Yani kalpleriniz Allah'ı daha çok
hatırladıkça, çünkü Allah'ın kendisi.. "Allah göklerin ve yerin Nûr'udur." Kalbinizde ne kadar Allah'a yer verirseniz, o kadar
nûr olur. Anlıyor musunuz? Yani Allah'ı hatırlayın.
Peki Allah'ı nasıl
hatırlarsınız? İnen gerçeği hatırlayarak. Vahyi, Kuran'ı. Kuran hakkında
düşünün. Allah'ı, Kuran aracılığıyla hatırlayın.
Bir ayeti okurken
anlamını da okuyun. Size ne demek istediği hakkında düşünün. Allah'ın
bahşettiği bu lütfun ne demek istediğini düşünün.
Çünkü Allah
göklerin ve yerlerin Nûr'u olduğu gibi Kuran da aynı zamanda nûr olarak
tanımlanıyor Kuran'ın içerisinde.
"
Allah’a, peygamberine ve indirdiğimiz nûra (Kuran’a) iman edin." (TEGÂBUN-8)
Kuran'ın kendisi
nûr olarak tanımlanmış. Kendi yararınız için oturup Kuran ile geçirdiğiniz her
vakit, onu okuduğunuz, Allah'ın size ne demek istediğiyle alakalı düşündüğünüz
zaman, işte bu, kalbinizi nûr ile dolduracak. Ve bu hayatta o nûrdan daha
kıymetli bir hazine yok.
Bu yaptıklarımızın
karşılığını, o gün etrafımızdaki her şey karanlıkken, göğüslerimizden ve
ellerimizden çıkan nûrlar tek ışık kaynağımız olduğu zaman fark edeceğiz.
İşte o zaman fark
edeceğiz. "
Daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçen, böylece
kalpleri katılaşanlar gibi olmasınlar."
Hadid 16
O insanların kitapları vardı ama ona değer
vermediler. Allah şunu da diyor olabilir; bir millet Allah'ın kitabına sahip
olacak. Bizden önce de kitapları olan kavimler vardı.
Tevrat vardı,
İncil vardı. İbrahim ve Musa peygamberlere verilen suhuflar vardı. Yani
kitapları vardı ama o insanlar ondan yararlanmadılar.
O kitapları
kalplerini nûr ile doldurmak için kullanmadılar. Belki de kitaplarını yanlış
amaçlar için kullandılar. Belki sadece bazı törensel etkinliklerde okunacak bir
şey haline dönüştürdüler. Arada sırada akıllarına geldiğinde okudular.
O kitaplar,
insanlar için sadece bunları ifade eder hâle geldi. Ya da belki de düğünlerde
biraz Kuran dinlettiler de Kuran onlar için bu kadardı işte. Ama Kuran artık
kalpleri yumuşatmak için yoktu. Ve bu, kalpleri yumuşatmak ve insanları kıyamet
gününde Allah'ın huzurunda durmaya hazırlamak için gönderilen kitaplardan
yararlanmayan geçmişteki insanların durumuydu. Şimdi bu bizim sorumluluğumuz.
Yani kalpleri
katılaştı. Hadid 16 Kalpler katılaşınca
içerisinde nûr için yer kalmıyor. Mahşer gününde öyle bir kalbin size bir
yararı olmayacak.
"Onlardan
çoğu fasıklardır." Allah (azze ve celle) bu birkaç ayette,
inanan bir kimsenin hayatındaki en önemli gerçeklerden birini resmediyor.
Sahip olduğumuz
imana tutanamayız. Bahşedildiğimiz bu nûr garanti değil. Şimdi o nûra sahipsin
diye kendini güvende hissediyorsun. Birisi sana selam verince, bu o kişi
Müslüman demek oluyor. Sen de 've alekümesselam ve rahmetullahi ve berakatuhu'
diyorsun. Her ikiniz de Müslümansınız.
Birbirlerine karşı
inanan kimseler gibi duruyorlar. Biz zannediyoruz ki hepimiz iman nûrunu
kaplerimizde barındırıyoruz.
Ama bu ayetlere
göre, bazı insanlar kıyamet gününde şok içinde kalkıp, "Ben de sizlerden
olduğumu düşünüyordum." diyecekler. Ama inananlardan olmayacaklar.
Yani imanın
otomatik, garanti olmadığını anlamalıyız. İmanınız için sizin kişisel olarak
uğraşmanız gerekiyor. Benim de kendi imanım için kişisel olarak uğraşmam
gerekiyor.
Ve mahşer gününde
ne benim imanımın size bir yararı olacak ne de sizin imanınızın bana bir yararı
olacak.
Hepimiz
kendimizle, kendi nûrumuzla ilgileniyor olacağız.
"Geriye
dönün, başka nûr bulun." Şimdi, birbirimizle
yardımlaşabiliriz. Birbirimizin imanını güçlendirebiliriz.
Ama o gün, hiçbir
yardım yapılmayacak.
Allah (azze ve
celle) bizleri kalplerindeki nûru muhafaza edebilenlerden kılsın.
Allah (azze ve
celle) bizleri duvarın yanlış tarafında olanlardan kılmasın.
Ailelerimizi ve
sevdiklerimizi nifaktan korusun. Kalplerimizi katılaşmaktan korusun.
Ve Allah (azze ve
celle) bizleri devamlı olarak Kuran'ı anlamaya çalışanlardan kılsın,
kalplerimizi yumuşatsın ve nûr ile doldursun.
AMİN