İslâm'ın imanla ilişkisinin benzeri, mana ve hükümde şehadeteynden birinin ötekisi ile ilişkisi gibidir. Mesela Resule (Muhammed Resulullah'a) şehadet etmek, vahdaniyete (La ilahe illallah- tek ilahın Allah olduğuna) şehadet etmek anlamına gelmez. Bu ikisi gerçekte iki ayrı husustur. Ne var ki ikisi de hem mana ve hem de hükümde birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Bunun gibi iman ve İslâm'ın ikisi de aynı şeymiş gibi, biri diğerine sımsıkı sarılıdır. İmanı olmayanın İslâm'ı, İslâm'ı olmayanın imanı olamaz.
Müslüman kendisiyle İslâm'ının sahih olacağı bir
imana, mümin de kendisiyle imanının gerçekleşeceği bir İslâm ile muttasıf olmak
zorundadır.
Çünkü Allah (c.c), salih amel için imanı ve iman için
de salih ameli şart koşmuştur. Bunun gerçekleştirilmesine dair diyor ki:
"Bu durumda her kim, mü 'min olarak iyi
davranışlar yaparsa, onun çabasını görmezlikten gelmek olmaz" (Enbiya
21/94) ve imanın amel ile gerçekleştirilmesine dair de diyor ki:
"Kim de iyi davranışlarda bulunmuş bir mü'min
olarak O'na varırsa, üstün dereceler işte sırf bunlar içindir." (Taha 20/75)
Buna göre kimin amellerinin zahiri görünümü İslâm ise
ve bu gaybi iman düsturundan kaynaklanmıyorsa bu kişi, dinden çıkarıcı bir
nifakla münafıktır.
Kimin de akdi, gaybi olan imandan kaynaklanmakla
beraber iman ve İslâm şeriatının hükümleriyle amel etmiyorsa, bu kişi,
kendisiyle tevhidin sabit olamayacağı bir küfürle kâfirdir.
Kim de resullerin Allah'tan (c.c) bildirdiklerine
gayben iman etmiş (mümin), Allah'ın emrettiklerini de amel ederek yaşıyorsa, bu
kişi mümin Müslümandır.
Bu böyle olmazsa şayet, müminin Müslüman diye
isimlendirilmesi caiz olmaz. Keza Müslümanın da Allah'a inanmış mümin diye
adlandırılmaması gerekirdi. Oysa kıble ehli, her müminin Müslüman ve her
Müslümanın da Allah, melekler ve kitaplara inanmış bir mümin olduğunda icma
etmiştir."
İkisi arasındaki fark gerçekte şudur:
İman, kalbin bilgisi, tastiki ve ikrarıdır. İslâm ise
kulun Allah'a teslim olması, huşu ve boyun eğmesinin O'na (c.c) yönelik
olmasıdır. İşte bu da ancak amel ile olur. Bu dahi din demektir. Nitekim Allah
kitabında İslâm'ı din olarak isimlendirmiştir. Sonra şüphesiz kelime-i şehadet,
İslâm'ın tartışmasız temel ilkesidir. Tabi ki bunları telaffuz etmek, ancak onları
tastikle beraber olmak durumundadır. Bilindiği gibi bunları tastik etmek
İslâm'ın şartlarındandır. Allah'ın (c.c) şu ayetinde:
"Şüphesiz Allah nezdinde din İslâm'dır."(Al-i
İmran3/19) geçen İslâm'ı Muhammed b. Cafer b. ez-Zübeyr'in de
aralarında bulunduğu bir kısım ulema tevhit ve tastik ile tefsir etmişlerdir.
Birinden, İslâm'ı kabul edilip imanı nefyedildiğinde
ise, mesela Allah'ın (c.c) kendilerinden haber verdiği Arabiler
gibi. (Hucurat 49/14) Şüphesiz bunlardan kalpteki muhkem imanın
varlığı nefyedilmekte fakat ameli geçerli kılacak bir tür imanla beraber
İslâm'ın zahir amellerine katılımları da kabul edilmiş olunmaktadır. Yoksa bu
kadarlık iman bulunmasaydı bu durumda Müslüman olamazlardı."
Görüldüğü gibi ulemanın ifadeleri birbirini destekler
mahiyette, İslâm için, onu sahih kılacak içte bir imanın gerekliliğini
belirtmektedir. Bu anlamda şüphesiz iman, onu beyan edecek zahiri İslâm
olmadıkça sabit olamaz. Esasen bu konu gayet büyük bir önemi haizdir. Zaten
ulemanın şu sözleri de bu çerçeveden anlaşılmaktadır:
Şüphesiz kelime-i şehadeti telaffuz etmek, sahibi için
İslâm ile hükmetmeyi gerektirir. Kaldı ki bu bir hak olup şüpheden uzak bir
durumdur. Ne var ki bu telaffuzun bir takım şartları vardır. Bu da görünen
zahiri İslâm'a anlam verecek içte bir imanın varlığıdır. Nitekim ulema da bunu
belirtmektedir:
Biz insanların içini yarıp bakmayı emretmiyor,
içlerine muttali olmayı istemiyoruz. Aksine isteğimiz onların zahirine göre
muamele edilmesidir. Amaç buna göre onu söyleyen kişiye dair içinde imanın
varlığı yahut da itikadının bozukluğu varsayılabilsin.
Ne zaman ki şeriatın hükmünü nakzedici bir şey izhar
edilirse, bu da içteki imanın fesat ve butlanını gerektiriyorsa, var olması
muhtemel sahih imanın, bunlarla yok olduğuna kesin inanarak ona irtidat
hükümleri icra etmek gerekir.
"Çünkü içtekinin bunun aksine olduğu kesinleşmedikçe zahir (görüntü),
sahih ve güvenilir bir delildir. Ne zaman ki içtekine dair bir delil ortaya
konulsa ve bununla batınının zahire muhalif olduğu anlaşılsa artık zahire iltifat
edilmez."