İSLÂM
DÎNİ
İslâm dîni: Allah Teâlâ'nın, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ile gönderdiği, onunla bütün dînleri sona erdirdiği, kulları için onu kemâle erdirdiği, onunla kulları üzerindeki nimetini tamamladığı, dîn olarak onlara râzı olduğu ve ondan başka bir dîni hiç kimseden asla kabul etmeyeceği yegâne dîndir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَآ أَحَدٖ مِّن رِّجَالِكُمۡ وَلَٰكِن رَّسُولَ ٱللَّهِ
وَخَاتَمَ ٱلنَّبِيِّۧنَۗ وَكَانَ ٱللَّهُ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٗا ٤٠ ﴾ [ سورة الأحزاب الآية :40 ]
"Muhammed, sizin erkeklerinizden
hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın elçisi ve nebilerin sonuncusudur (O'ndan sonra kıyâmete kadar nebi
gelmeyecektir). Allah, (amellerinizden gizli-saklı) her şeyi en iyi
bilendir."[3]
Allah
Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:
﴿
...
ٱلۡيَوۡمَ أَكۡمَلۡتُ لَكُمۡ دِينَكُمۡ وَأَتۡمَمۡتُ عَلَيۡكُمۡ نِعۡمَتِي
وَرَضِيتُ لَكُمُ ٱلۡإِسۡلَٰمَ دِينٗاۚ ...﴾
[سورة المائدة من الآية :3]
"Bugün size
dîninizi kemâle erdirdim, (sizi
câhiliyet karanlığından İslâm nûruna çıkararak) üzerinize nimetimi
tamamladım ve dîn olarak size İslâm’ı seçtim."[4]
Allah
Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ ٱلدِّينَ
عِندَ ٱللَّهِ ٱلۡإِسۡلَٰمُۗ ...﴾ [سورة آل عمران من الآية :19 ]
"Şüphesiz Allah
katında gerçek dîn, İslâm'dır."[5]
Allah
Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:
﴿ وَمَن يَبۡتَغِ
غَيۡرَ ٱلۡإِسۡلَٰمِ دِينٗا فَلَن يُقۡبَلَ مِنۡهُ وَهُوَ فِي ٱلۡأٓخِرَةِ مِنَ
ٱلۡخَٰسِرِينَ ٨٥ ﴾
[ سورة آل عمران الآية :85 ]
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır."[6]
Şüphesiz Allah Teâlâ, kendisi için
İslâm'ı dîn olarak kabul etmelerini bütün insanlara farz kılmıştır. Nitekim
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e hitâben şöyle buyurmuştur:
﴿
قُلۡ يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ إِنِّي
رَسُولُ ٱللَّهِ إِلَيۡكُمۡ جَمِيعًا ٱلَّذِي لَهُۥ مُلۡكُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ
وَٱلۡأَرۡضِۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ يُحۡيِۦ وَيُمِيتُۖ فََٔامِنُواْ
بِٱللَّهِ وَرَسُولِهِ ٱلنَّبِيِّ ٱلۡأُمِّيِّ ٱلَّذِي يُؤۡمِنُ بِٱللَّهِ
وَكَلِمَٰتِهِۦ وَٱتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمۡ تَهۡتَدُونَ ١٥٨ ﴾
[ سورة الأعراف الآية :158 ]
"(Ey Nebi!) De
ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine âit olan
Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçiyim.
O'ndan başka hak ilâh yoktur. O diriltir ve o öldürür. O halde, Allah'a ve O'nun sözlerine inanan elçisine, o okuma-yazma bilmeyen nebiye îmân edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız."[7]
Ebû Hureyre'den
-radıyallahu anh- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in
şöyle buyurmuştur:
(( وَالَّذِي نَفْسُ
مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ، لاَ يَسْمَعُ بِي أَحَدٌ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ يَهُودِيٌّ
وَلاَ نَصْرَانِيٌّ، ثُمَّ يَمُوتُ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِالَّذِي أُرْسِلْتُ بِهِ
إِلاَّ كَانَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ.)) [ رواه مسلم ]
"Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, bu ümmetten yahûdi olsun, hıristiyan
olsun, kim beni(m elçiliğimi)
işitir de sonra gönderildiğim dîne îmân etmeden ölürse, o cehennem
halkındandır."[8]
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e
îmân etmek: O'nun getirmiş
olduğu şeyleri kabul edip onlara boyun eğmekle birlikte onları tasdik etmektir.
Yoksa sadece tasdik etmekten ibâret değildir. Bu sebepledir ki Ebû Tâlib,
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in getirdiği şeyi tasdik etmesine ve
dînlerin en hayırlısı İslâm olduğuna şâhitlik etmesine rağmen, Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-'e îmân etmiş sayılmamıştır.
İslâm dîni: Geçmiş dînlerin içerdiği, insanların
yararına olan her şeyi içerir. Ancak İslâm, her zaman, mekân ve millet için
geçerli olduğundan dolayı diğer dînlerden üstündür. Nitekim Allah Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'e hitâben şöyle buyurmuştur:
﴿
وَأَنزَلۡنَآ إِلَيۡكَ ٱلۡكِتَٰبَ بِٱلۡحَقِّ مُصَدِّقٗا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ
مِنَ ٱلۡكِتَٰبِ وَمُهَيۡمِنًا عَلَيۡهِۖ ...
﴾ [ سورة المائدة الآية :48 ]
"(Ey Nebi!) Daha önceki kitabın
doğruluğuna şâhitlik etmesi ve ona üstün olması için sana Kitab'ı
indirdik."[9]
İslâm'ın her zaman, mekân ve millet için
geçerli olmasının anlamı:
İslâm'a sımsıkı sarılmak, hangi zaman ve
mekânda olursa olsun, ümmetin yararına olan
şeylere tezat teşkil etmez. Aksine İslâm'a sımsıkı sarılmak; ümmetin
düzelmesidir. Bunun anlamı, bazı insanların da istedikleri gibi, İslâm'ın, her
zaman, mekân ve millete uyması ve ona boyun eğmesi demek değildir.
İslâm dîni: Allah Teâlâ'nın, ona gereği gibi sımsıkı
sarılan kimseye yardım edeceğine ve onu başkasına üstün kılacağına dâir garanti
ettiği hak dîndir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
هُوَ ٱلَّذِيٓ أَرۡسَلَ رَسُولَهُۥ بِٱلۡهُدَىٰ وَدِينِ ٱلۡحَقِّ لِيُظۡهِرَهُۥ
عَلَى ٱلدِّينِ كُلِّهِۦ وَلَوۡ كَرِهَ ٱلۡمُشۡرِكُونَ ٩ ﴾
[سورة الصف الآية :9 ]
"Müşrikler
hoşlanmasalar da dînini, bütün dînlere üstün kılmak için elçisini (Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i)
hidâyet ve hak dîn (İslâm) ile gönderen O'dur."[10]
Allah
Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:
﴿
وَعَدَ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ مِنكُمۡ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ لَيَسۡتَخۡلِفَنَّهُمۡ
فِي ٱلۡأَرۡضِ كَمَا ٱسۡتَخۡلَفَ ٱلَّذِينَ مِن قَبۡلِهِمۡ وَلَيُمَكِّنَنَّ
لَهُمۡ دِينَهُمُ ٱلَّذِي ٱرۡتَضَىٰ لَهُمۡ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّنۢ بَعۡدِ
خَوۡفِهِمۡ أَمۡنٗاۚ يَعۡبُدُونَنِي لَا يُشۡرِكُونَ بِي شَيۡٔٗاۚ وَمَن كَفَرَ
بَعۡدَ ذَٰلِكَ فَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡفَٰسِقُونَ ٥٥ ﴾
[ سورة النور الآية :55 ]
"Allah, sizden îmân edip güzel
davranışta bulunanlara, yalnızca bana ibâdet edip bana hiçbir şeyi ortak
koşmazlarsa, kendilerinden önceki (îmân eden)leri sahip ve hâkim kıldığı gibi, onları
da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dîni (İslâm'ı)
güçlü ve hâkim kılacağını ve onların hallerini korkudan sonra onun yerine güven
sağlayacağını vâdetti. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse, işte fâsıklar (Allah'a
itaatten çıkanlar), onların tâ kendileridir."[11]
İslâm dîni: İnanç ve şeriattır. Dolayısıyla İslâm,
inanç ve hükümlerinde noksansız ve mükemmeldir:
1. Allah Teâlâ'yı birlemeyi (tevhîdi) emreder, O'na ortak
koşmayı da yasaklar.
2.Doğru sözlü olmayı emreder, yalandan da yasaklar.
3. Adâleti[12]
emreder, zulûm ve haksızlığı da yasaklar.
4. Emânete riâyeti emreder, ihâneti de yasaklar.
5. Sözde durmayı emreder, vefâsızlığı da yasaklar.
6. Ana-babaya her türlü iyilikte bulunmayı emreder,
onlara itaatsizliği de yasaklar.
7. Yakın akrabayı gözetmeyi emreder, onlarla ilişkiyi
kesmeyi de yasaklar.
8. İyi komşuluk yapmayı emreder, kötüsünden de yasaklar.
Genel olarak söylemek gerekirse, İslâm,
fazîletli her türlü ahlâkı emreder, alçaklık olan her türlü ahlâkı yasaklar. Her
iyi davranışı emreder, her kötü davranışı da yasaklar.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿۞إِنَّ
ٱللَّهَ يَأۡمُرُ بِٱلۡعَدۡلِ وَٱلۡإِحۡسَٰنِ وَإِيتَآيِٕ ذِي ٱلۡقُرۡبَىٰ
وَيَنۡهَىٰ عَنِ ٱلۡفَحۡشَآءِ وَٱلۡمُنكَرِ وَٱلۡبَغۡيِۚ يَعِظُكُمۡ لَعَلَّكُمۡ
تَذَكَّرُونَ ٩٠ ﴾ [ سورة النحل الآية :90 ]
"Şüphesiz Allah, (bu Kur'an'da kullarına) adâleti, iyiliği,
akrabaya yardım etmeyi emreder, (söz ve davranış olarak) her türlü
çirkin şeyleri, fenâlık ve azgınlığı da yasaklar. Allah, (emirlerini)
hatırlar (ve onlardan yararlanır)sınız diye size öğüt veriyor."[13]
% % % % %
İSLÂM'IN RÜKÜNLERİ
(ESASLARI):
İslâm'ın
rükünleri, üzerine binâ olunan esaslarıdır ki bunlar, İbn-i Ömer'in
-radıyallahu anhuma-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'den rivâyet ettiği
hadiste zikredilen beş tanedir.
Nitekim
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
((
بُنِيَ الْإِسْلاَمُ عَلَى خَمْسَةٍ: عَلَى أَنْ يُوَحَّدَ اللهُ،- وَفيِ
رِوَايَةٍ عَلىَ خَمْسٍ- شَهَادَةِ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَنَّ
مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ, وَإِقَامِ الصَّلاَةِ، وَإِيتَاءِ الزَّكَاةِ،
وَصِيَامِ رَمَضَانَ، وَالْحَجِّ. فَقَالَ رَجُلٌ: اَلْحَجِّ، وَصِيَامِ
رَمَضَانَ؟ قَالَ: لاَ، صِيَامِ رَمَضَانَ وَالْحَجِّ، هَكَذَا سَمِعْتُهُ مِنْ
رَسُولِ اللَّهِ H.)) [ متفق عليه واللفظ لمسلم ]
"İslâm,
beş şey üzerine binâ edilmiştir: Allah'ı birlemek (tevhîd), -başka bir rivâyette- Allah'tan başka hak ilâh
olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Allah'ın
kulu ve elçisi olduğuna şâhitlik etmek, namazı (dosdoğru) kılmak, zekâtı
(hak edene) vermek, Ramazan orucunu tutmak ve haccetmektir.
Bunun
üzerine bir adam:
-
Haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak şeklinde değil mi? Diye sordu.
(İbn-i
Ömer) şöyle cevap verdi:
-Hayır.
Ramazan orucunu tutmak ve haccetmek şeklindedir. Zirâ ben, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i böyle derken işittim."[14]
Birincisi:
Allah'tan başka hak ilâh olmadığına ve
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Allah'ın kulu ve elçisi
olduğuna şâhitlik etmek:
Bunun
anlamı: Dille ifâde edilen bu şâhitliğe kesin bir
şekilde inanmak demektir. Bu konuda kesin bir şekilde inanması, sanki onu
gözleriyle görmüş gibi demektir. Şâhitlik olunanların (Allah ve elçisi Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-) birden fazla olmasına rağmen bu şâhitliğin
İslâm'ın bir rüknü kılınması şunun içindir:
Ya
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Allah Teâlâ'dan kendisine bildirilen
şeyleri tebliğ edici olduğu içindir. Dolayısıyla Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'in Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna
şâhitlik etmek, Allah Teâlâ'dan başka hak ilâh olmadığına şâhitlik
etmenin tamamındandır.
Ya da
bu iki şâhitlik; amellerin geçerli ve kabul olunması için bir esastır. O halde
Allah Teâlâ için ihlaslı olmadıkça ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'in sünnetine uygun olmadıkça bir amel, geçerli ve kabul olunmaz.
Dolayısıyla ihlas ile "Allah'tan başka hak ilâh yoktur" şâhitliği,
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine uygun olması ile
de "Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- Allah'ın kulu
ve elçisidir" şâhitliği gerçekleşmiş olur.
Kalbi
ve nefsi, kullara kul olmaktan ve nebilerden başkasına tâbi olmaktan kurtarıp
hürriyetine kavuşturmak,bu büyük şâhitliğin faydalarındandır.
İkincisi:
Namazı (dosdoğru) kılmak:
Bunun
anlamı: Namazı, bilinen vakitlerde ve şekiller-de
dosdoğru ve tam bir şekilde, Allah Teâlâ için kılarak ibâdet etmek demektir.
İnsanın gönlün rahatlaması, içinin
ferahlaması, nefsin çirkin ve kötü şeylerden alıkonulması, namazı dosdoğru
kılmanın faydalarındandır.
Üçüncüsü:
Zekâtı (hak edene) vermek:
Bunun
anlamı: Zekât verilmesi gereken mallarda, farz olan
miktarı (% 2.5), Allah Teâlâ için harcamaktır.
Nefsi,
cimrilik gibi rezil bir ahlâktan temizlemek, İslâm ve müslümanların
ihtiyaçlarını gidermek, zekâtı hak edene vermenin faydalarındandır.
Dördüncüsü:
Ramazan orucunu tutmak:
Bunun
anlamı: Ramazan ayının gündüzünde, orucu bozan
şeylerden kaçınmak ve onlardan uzak durmaktır.
Hoşuna
giden şeyleri terk etmekte Allah'ın rızâsını gözeterek nefsi eğitmek, Ramazan
orucunun faydalarındandır.
Beşincisi:
Beytullah'ı haccetmek:
Bunun
anlamı: Hac ile ilgili ibâdetleri yerine getirmek için
Beytullah'a yönelmek ve orayı ziyâret etmek demektir.
Allah
Teâlâ'ya itaat etmekte maddî ve bedensel güç harcayarak nefsi eğitmek, Beytullah'ı
haccetmenin faydalarındandır. Bundan dolayıdır ki hac ibâdeti, Allah Teâlâ
yolunda yapılan bir tür cihad sayılmıştır.
Bu
esaslar için saydığımız ve daha saymadığımız diğer faydalar, İslâm ümmetinden
hak dîni Allah Teâlâ için kabul eden, adâlet ve doğrulukla insanlara davranan,
temiz ve berrak İslâmî bir ümmet kılar. Çünkü İslâm dîninin diğer hükümleri, bu
saydığımız esasların düzgün olmasıyla düzelir ve ümmetin durumu, dînlerinin
düzgün olmasıyla düzene girer. Yine, dînlerinden düzgün olan şeyleri kaybettikleri
kadarıyla da hallerinden düzgün olan şeyleri ellerinden kaçırırlar. Bu gerçeği
görmek isteyenler, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerini okusun:
﴿
وَلَوۡ أَنَّ أَهۡلَ ٱلۡقُرَىٰٓ ءَامَنُواْ وَٱتَّقَوۡاْ لَفَتَحۡنَا عَلَيۡهِم
بَرَكَٰتٖ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِ وَلَٰكِن كَذَّبُواْ فَأَخَذۡنَٰهُم
بِمَا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ ٩٦ أَفَأَمِنَ أَهۡلُ ٱلۡقُرَىٰٓ أَن يَأۡتِيَهُم
بَأۡسُنَا بَيَٰتٗا وَهُمۡ نَآئِمُونَ ٩٧ أَوَ أَمِنَ أَهۡلُ ٱلۡقُرَىٰٓ أَن
يَأۡتِيَهُم بَأۡسُنَا ضُحٗى وَهُمۡ يَلۡعَبُونَ ٩٨ أَفَأَمِنُواْ مَكۡرَ ٱللَّهِۚ
فَلَا يَأۡمَنُ مَكۡرَ ٱللَّهِ إِلَّا ٱلۡقَوۡمُ ٱلۡخَٰسِرُونَ ٩٩ ﴾
[ سورة الأعراف الآيـات :96-99 ]
"O ülkelerin halkı, (elçilerini
tasdik edip onlara tâbi olarak) îmân etseler ve (Allah'ın kendilerine
yasakladığı şeylerden uzak durarak) gereği gibi sakınsalardı, elbette
onların üzerine gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık.Fakat
onlar,yalanladılar.Biz de yaptıklarından (küfür ve günahlarından) dolayı
onları helâk edici bir azapla cezâlandırdık. Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin
uyurlarken, kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emîn mi oldular? Ya da o
ülkelerin halkı, kuşluk vakti (dünyalık şeylerle) eğlenirlerken,
kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emîn mi oldular?[15]
Onlar, Allah'ın hîlesinden ve kendilerine süre tanınmasından emîn mi oldular?
Fakat hüsrana uğrayıp helâk olan topluluktan başkası, Allah'ın bu hîlesinden
emîn olamaz."[16]
Geçmiş
ümmetlerin tarihine bir bakın. Çünkü akıl sahipleri ile kalpleri ve gözleri
arasına perde çekilmeyen (gören) gözler için tarihten alınacak nice ibretler
vardır.
% % % % %
İSLÂM
AKÎDESİNİN ESASLARI:
İslâm
dîni,
-daha önce de geçtiği gibi-, hem akîde, hem de şeriattır. Nitekim daha önce
İslâm'ın bazı konularına değinmiş ve hükümlerinin temeli sayılan rükünlerini
zikretmiştik.
İslâm
akîdesine gelince, esasları şunlardır: Allah Teâlâ'ya, O'nun meleklerine,
kitaplarına, elçilerine, âhiret gününe, kaderin hayır ve şerrine îmân etmektir.
Nitekim
bu esaslara, Allah Teâlâ'nın kitabı Kur'an-ı Kerîm ile elçisi Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-'in sünneti delâlet etmiştir.
Örneğin
Allah Teâlâ, kitabında şöyle buyurmuştur:
﴿ ۞لَّيۡسَ
ٱلۡبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمۡ قِبَلَ ٱلۡمَشۡرِقِ وَٱلۡمَغۡرِبِ وَلَٰكِنَّ
ٱلۡبِرَّ مَنۡ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَٱلۡيَوۡمِ ٱلۡأٓخِرِ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةِ
وَٱلۡكِتَٰبِ وَٱلنَّبِيِّۧنَ ...﴾ [ سورة البقرة من الآية :177 ]
"Allah katında,(namazda iken Allah’ın emri olmadan) doğu
veya batıya yönelmeniz iyilik değildir. Fakat iyiliğin her türlüsü, o kimsenin
yapmış olduğu iyiliktir ki, Allah’a,
âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere îmân eder..."[17]
Allah Teâlâ kader hakkında ise şöyle
buyurmuştur:
﴿
إِنَّا كُلَّ شَيۡءٍ خَلَقۡنَٰهُ بِقَدَرٖ ٤٩ وَمَآ أَمۡرُنَآ إِلَّا وَٰحِدَةٞ
كَلَمۡحِۢ بِٱلۡبَصَرِ ٥٠ ﴾
[ سورة القمر الآيتان :49-50 ]
"Muhakkak ki biz, her şeyi bir ölçüye
göre yarattık. Bizim buyruğumuz, bir anlık bakış gibi, bir tek sözden başka bir
şey değildir (o şeye ol deriz, o şey de hemen oluverir)."[18]
Sünnette ise, Cebrâil
-aleyhisselâm-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e îmân hakkında soru
sorduğunda ona şöyle cevap vermişti:
(( اَلإِيماَنُ
أَنْ تُؤْمِنَ باِللهِ، وَمَلاَئِكَتِهِ، وَكُتُبِهِ، وَرُسُلِهِ، وَالْيَوْمِ
اْلآخِرِ، وَتُؤْمِنَ باِلْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ.)) [ رواه مسلم ]
"Îmân; Allah’a,
meleklerine, kitaplarına, elçilerine, âhiret gününe, kaderin hayır ve şerrine
îmân etmendir.”[19]
% % % % %
ALLAH'A
ÎMÂN:
Allah'a îmân, dört hususu içerir:
Birincisi: Allah Teâlâ'nın varlığına insan fıtratı, akıl, şeriat,
his ve duygular delâlet etmiştir.
1. İnsan
fıtratı, Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir:
Çünkü
her yaratılan varlık, önceden bir düşünme veya öğrenme olmadan yaratıcısına
îmân etmek üzere yaratılmıştır. Kalbi fıtrattan çeviren şeylerin meydana
gelmesiyle ancak bu fıtrattan dönülür.
Nitekim
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
(( ماَ مِنْ مَوْلُودٍ إِلاَّ يُولَدُ عَلىَ
الْفِطْرَةِ، فَأَبَوَاهُ يُهَوِّداَنِهِ أَوْ يُنَصِّرَانِهِ أَوْ
يُمَجِّسَانِهِ.))
[
رواه البخاري ]
"Hiçbir yeni doğan çocuk yoktur ki, fıtrat[20]
üzere doğmuş olmasın. Anne ve babası
(daha sonra ) onu ya yahûdileştirir, ya hıristiyanlaştırır ya da
mecûsileştirir."[21]
2.Akıl,
Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir:
Öncesi
ve sonrası olan bu mahlûkâtı bir yaratanın ve onu yoktan var edenin olması
gerekir. Öyle ki bir şeyin kendi kendini yaratması mümkün değildir. O şeyin bir
tesadüf sonucu var olması da mümkün değildir. Hiçbir şey, var edilmeden
yaratılmamıştır. Çünkü hiçbir şey kendi kendini yaratamaz. Zirâ var edilmeden
önce ortada olmayan bir şey, kendi kendini nasıl yaratsın!
O
şeyin tesâdüf sonucu var edilmesi de mümkün değildir. Çünkü meydana gelen şeyi,
onu meydana getiren birisinin olması gerekir. Onun bu kusursuz düzendeki
varlığı, birbirine uyumluluğu, sebepler ve sonuçlarla kâinatta bulunanlar
arasındaki sıkı bağın, bunun tesâdüf sonucu olduğuna kesinlikle engeldir. Zirâ
tesâdüf sonucu meydana gelen bir şey, esasında bir düzene bağlı değilse,
düzenli bir şekilde hayatta kalması ve onun gelişim göstermesi, nasıl mümkün
olabilir!
Kâinattaki
varlıkların, kendi kendilerini var etmeleri ve tesâdüf sonucu var olmaları
mümkün değilse, bunları meydana getiren bir varlığın olması gerekir ki, o da
Âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ'dır.
Nitekim
Allah Teâlâ, bu aklî ve kesin delîli Tûr sûresinde zikretmiş ve şöyle
buyurmuştur:
﴿
أَمۡ خُلِقُواْ مِنۡ غَيۡرِ شَيۡءٍ أَمۡ هُمُ ٱلۡخَٰلِقُونَ ٣٥ ﴾
[ سورة الطور الآية :35 ]
"Acaba onlar (müşrikler), bir yaratıcı olmadan mı
yaratıldılar? Yoksa kendilerini yaratanlar onlar mıdır?"[22]
Yani onlar, hiçbir yaratıcı olmadan
yaratılmadılar, kendi kendilerini de yaratmadılar. O halde onları yaratanın,
Allah Teâlâ olması gerekir.
Bunun içindir ki Cubeyr b. Adiy -radıyallahu anh-
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i Tûr sûresini okurken işitmiş ve şu
âyetlere gelince:
﴿ أَمۡ خُلِقُواْ مِنۡ غَيۡرِ شَيۡءٍ أَمۡ هُمُ ٱلۡخَٰلِقُونَ
٣٥ أَمۡ خَلَقُواْ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَۚ بَل لَّا يُوقِنُونَ ٣٦ أَمۡ
عِندَهُمۡ خَزَآئِنُ رَبِّكَ أَمۡ هُمُ ٱلۡمُصَۜيۡطِرُونَ ٣٧ ﴾
[ سورة الطور الآيـات :35-37 ]
"Acaba
onlar (müşrikler), bir yaratıcı olmadan mı
yaratıldılar? Yoksa kendi kendilerini yaratanlar onlar mıdır? Yoksa gökleri ve
yeri onlar mı yarattılar? Aksine onlar, (Allah’ın azabına) inanmazlar. Yahut Rabbinin hazineleri onların
yanında mıdır? Ya da her şeye hâkim olan kendileri midir?"[23]
-Cubeyr -radıyallahu anh- o günlerde müşrik idi-
şöyle der:
((كَادَ قَلْبِي
أَنْ يَطِيرَ وَذَلِكَ أَوَّلَ مَا وَقَرَ اْلإِيمَانُ فيِ قَلْبيِ .)) [ رواه البخاري ]
"Îmân
ilk defa kalbime yerleşmeye başlayınca, kalbim neredeyse uçacaktı." [24]
Açıklaması
için bu konuya bir örnek verelim:
Bir
kimse etrafı bahçelerle çevrilen, arasında ırmaklar akan, içerisi döşek ve
tahtlarla dolu olan, her türlü süslerle donatılarak tamamlanan bir yüksek saray
hakkında seninle konuşsa ve sana: Bu saray ve içerisindeki mükemmel olan her
şeyin kendiliğinden olduğunu veya bu şekilde hiçbir meydana getireni olmadan
tesâdüf olarak bulunduğunu söylese, onu hemen inkâr edip yalanlarsın ve
konuştuklarını bilgisizlik ve kendini bilmezlik sayarsın. Bundan sonra, yeri,
göğü, yörüngeleri, halleri ile eşsiz olan ve hayretler içinde bırakan bu
kâinatın kendi kendini yaratması veya yaratıcısı olmadan tesâdüf olarak meydana
gelmesi mümkün olabilir mi?
3. Şeriat,
Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir:
Allah
Teâlâ tarafından gönderilen semâvî kitaplar bunu ifâde eder. Kulların yararına
olan hükümleri içeren şeyler bunun için gelmiştir ki, bu da hakîm ve kullarının
yararına olan her şeyi en iyi bilen bir Rab katından olduğuna delâlet eder.
Allah Teâlâ'nın kâinat hakkında haber verdiği ve herkesin doğru olduğuna
şâhitlik ettiği şeyler de, haber verdiği şeyleri yoktan var etmeye gücü yeten
bir Rab katından olduğuna delâlet eder.
4. His ve
duygular, Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir ki bu, iki yönden
olmaktadır:
a)
Biz, duâ edenin duâsının kabul edildiğini ve darda kalanın yardımına
koşulduğunu duyuyor ve görüyoruz ki bu da, Allah Teâlâ'nın kesinlikle var
olduğuna delâlet eder
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَنُوحًا إِذۡ نَادَىٰ مِن قَبۡلُ فَٱسۡتَجَبۡنَا لَهُۥ فَنَجَّيۡنَٰهُ
وَأَهۡلَهُۥ مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِيمِ ٧٦ ﴾
[ سورة الأنبياء الآية :76 ]
"(Ey Nebi! Hatırlar mısın? Sen, İbrahim ve Lût'tan) önce de Nûh
duâ etmiş, biz de onun duâsını kabul etmiştik. Böylece onu ve (ona îmân
eden) yakınlarını büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık."[25]
﴿
إِذۡ تَسۡتَغِيثُونَ رَبَّكُمۡ فَٱسۡتَجَابَ لَكُمۡ أَنِّي مُمِدُّكُم بِأَلۡفٖ
مِّنَ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةِ مُرۡدِفِينَ ٩ ﴾
[ سورة الأنفال الآية :9 ]
"(Bedir günü Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki) siz,(düşmanınıza
karşı) Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da, duânızı kabul ederek şöyle
buyurdu: Ben, peş peşe gelen (gökteki) bin melekle size yardım
edeceğim."[26]
Sünnetten
delili ise; Buhârî'nin sahîhinde Enes b. Mâlik'ten-radıyallahu anh-rivâyet
olunan hadiste, o şöyle demiştir:
(( أَصَابَتِ
النَّاسَ سَنَةٌ عَلَى عَهْدِ النَّبِيِّ H ، فَبَيْنَا النَّبِيُّ H يَخْطُبُ فِي يَوْمِ جُمُعَةٍ، قَامَ أَعْرَابِيٌّ
فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ! هَلَكَ الْمَالُ، وَجَاعَ الْعِيَالُ، فَادْعُ اللهَ
لَنَا، فَرَفَعَ يَدَيْهِ، وَمَا نَرَى فِي السَّمَاءِ قَزَعَةً، فَوَالَّذِي
نَفْسِي بِيَدِهِ، مَا وَضَعَهَا حَتَّى ثَارَ السَّحَابُ أَمْثَالَ الْجِبَالِ،
ثُمَّ لَمْ يَنْزِلْ عَنْ مِنْبَرِهِ حَتَّى رَأَيْتُ الْمَطَرَ يَتَحَادَرُ عَلَى
لِحْيَتِهِ H، فَمُطِرْنَا يَوْمَنَا ذَلِكَ، وَمِنْ الْغَدِ، وَبَعْدَ
الْغَدِ، وَالَّذِي يَلِيهِ حَتَّى الْجُمُعَةِ الْأُخْرَى، وَقَامَ ذَلِكَ
الْأَعْرَابِيُّ أَوْ قَالَ غَيْرُهُ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ! تَهَدَّمَ
الْبِنَاءُ، وَغَرِقَ الْمَالُ، فَادْعُ اللهَ لَنَا، فَرَفَعَ يَدَيْهِ، فَقَالَ:
اللَّهُمَّ حَوَالَيْنَا، وَلاَ عَلَيْنَا. فَمَا يُشِيرُ بِيَدِهِ إِلَى
نَاحِيَةٍ مِنْ السَّحَابِ إِلاَّ انْفَرَجَتْ، وَصَارَتِ الْمَدِينَةُ مِثْلَ
الْجَوْبَةِ، وَسَالَ الْوَادِي قَنَاةُ شَهْرًا، وَلَمْ يَجِئْ أَحَدٌ مِنْ
نَاحِيَةٍ إِلاَّ حَدَّثَ بِالْجَوْدِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]
"Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- döneminde insanlara bir kıtlık
isâbet etmişti. Günlerden Cuma günü, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-
minberde hutbe verirken bedevî birisi ayağa kalktı -başka bir rivâyette ise
mescide girdi- ve şöyle dedi:
-Ey Allah'ın elçisi! Hayvanlar helâk oldu ve çocuklar aç kaldı.
Bizim için Allah'a duâ et (de bu kuraklığı
gidersin).
Bunun üzerine Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- ellerini kaldırdı ve Allah'a yalvardı. Biz,
yağmurun yağması için gökte hiçbir bulut görmezken, nefsim elinde olan Allah'a
yemîn olsun ki, ellerini indirmemişti ki dağlar gibi bulutlar biraraya geldi.
Sonra o minberden inmemişti ki, sakalının üzerine yağmur damlaları süzülerek
inmeye başladığını gördüm. O gün, sonraki gün, ondan sonraki gün ve bir sonraki
gün derken diğer cumaya kadar yağmur yağdı. Diğer cuma günü aynı bedevî veya
başka birisi ayağa kalktı ve:
-Ey Allah'ın elçisi! Evler yıkıldı ve hayvanlar boğuldu. Bizim için
Allah'a duâ et (de yağmuru bizden kessin) dedi.
Bunun üzerine Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- ellerini kaldırarak şöyle duâ etti:
-Allah'ım! Çevremize yağdır, üzerimize yağdırma. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- eliyle bulutun hangi tarafına
işâret etse, bulut hemen ortadan kayboldu. Nitekim Medine'nin üzerinden
bulutlar gitti ve Kanal vâdisini bir ay boyunca sel bastı. Medine'nin hangi
tarafından kim geldi ise, sağanak yağmurdan bahsetti."[27]
Allah
Teâlâ'ya tevbede sâdık olan ve tevbenin kabul olunmasının şartlarını yerine
getiren kimse için, duâ edenlerin duâlarının kabul olunduğu, günümüze dek gözle
görülen bir durumdur.
b) İnsanların gördükleri veya duydukları ve
elçilerin âyetleri diye adlandırılan mûcizelerin, o elçileri gönderen birisinin
bulunduğuna ve onun da Allah Teâlâ olduğuna kesin bir delildir. Çünkü
mûcizeler, elçilerini desteklemek ve onlara yardım etmek için Allah Teâlâ'nın
bahşettiği ve insan gücünün üzerindeki şeylerdir.
Bunun
örneği şudur:
Allah
Teâlâ, Musâ -aleyhisselâm-'a:
-Âsân
ile denize vur!
Diye
emredince, Musâ -aleyhisselâm- denize vurmuş, deniz derhal yarılmış ve on iki kuru yol açılmış,
bu on iki yol arasında sular, büyük bir dağ gibi olmuştu.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
فَأَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱضۡرِب بِّعَصَاكَ ٱلۡبَحۡرَۖ فَٱنفَلَقَ
فَكَانَ كُلُّ فِرۡقٖ كَٱلطَّوۡدِ ٱلۡعَظِيمِ ٦٣ ﴾
[ سورة الشعراء الآية :63 ]
"Bunun
üzerine biz, Musa'ya: Âsân ile denize vur! Diye vahyettik.(Musa vurunca deniz, İsrâiloğullarının kabilelerinin sayısı kadar
on iki yol olarak) derhal açıldı. (Denizden ayrılan) her bölük, büyük
bir dağ gibi oldu."[28]
İkinci örnek:
İsâ
-aleyhisselâm-'ın mucizesidir ki o, Allah Teâlâ'nın izniyle ölüleri diriltir ve
onları kabirlerinden çıkarırdı.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
...
وَأُحۡيِ ٱلۡمَوۡتَىٰ بِإِذۡنِ ٱللَّهِۖ ...﴾
[ سورة آل عمران من الآية :49 ]
"Ve
ben, Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim..."[29]
Başka bir âyette İsâ hakkında şöyle buyurmaktadır:
﴿
...
وَإِذۡ تُخۡرِجُ ٱلۡمَوۡتَىٰ
بِإِذۡنِيۖ ...﴾
[ سورة المائدة من الآية :110 ]
"Ve
ölüleri (kabirlerinden) benim iznimle hayata
çıkarıyordun..." [30]
Üçüncü örnek:
Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-'in mucize-sidir.Kureyş müşrikleri kendisinden bir
mucize göstermesini istediklerinde o, parmağıyla aya işâret etmiş ve ay ortadan
iki parçaya ayrılmış, insanlar da bunu görmüşlerdi.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
ٱقۡتَرَبَتِ ٱلسَّاعَةُ وَٱنشَقَّ ٱلۡقَمَرُ ١ وَإِن يَرَوۡاْ ءَايَةٗ يُعۡرِضُواْ
وَيَقُولُواْ سِحۡرٞ مُّسۡتَمِرّٞ ٢ ﴾
[ سورة القمر الآيتان :1-2 ]
"Kıyâmet
yaklaştı ve ay (iki parçaya) ayrıldı. Onlar (Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-'in doğruluğuna delâlet eden) bir mucize görürlerse,
(yalanlayıp inkâr ederek ona îmân etmek ve onu tasdik etmekten) hemen yüz
çevirirler ve (mucize ortaya çıktıktan sonra da) şöyle derler: Bu,
eskiden beri süregelen bir sihirdir."[31]
Elçilerini
desteklemek ve onlara yardım etmek için onlara verdiği bu gözle görülen ve
hissedilen mucizeler, Allah Teâlâ'nın varlığına kesin bir delil teşkil eder.
İkincisi:
Allah Teâlâ'ya îmân, O'nun rubûbiyetine îmân etmeyi içerir.
Bunun anlamı: Allah Teâlâ'nın
yegâne Rab olduğuna, O'nun ortağı ve yardımcısının olmadığına îmân etmektir.
Rab: Yaratma, mülk ve emir gibi şeylerin yegâne
sahibi demektir. Allah Teâlâ'dan başka yaratıcı ve O'ndan başka mülk sahibi
yoktur. Emretmek de yalnızca O'na âittir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿..أَلَا
لَهُ ٱلۡخَلۡقُ وَٱلۡأَمۡرُۗ تَبَارَكَ ٱللَّهُ رَبُّ ٱلۡعَٰلَمِينَ ٥٤﴾
[
سورة الأعراف من الآية :54 ]
"Biliniz
ki yaratmak da, emretmek de O’na âittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, (tüm noksanlıklardan) münezzehtir."[32]
Başka bir
âyette şöyle buyurmuştur:
﴿ ... ذَٰلِكُمُ ٱللَّهُ رَبُّكُمۡ لَهُ ٱلۡمُلۡكُۚ وَٱلَّذِينَ
تَدۡعُونَ مِن دُونِهِۦ مَا يَمۡلِكُونَ مِن قِطۡمِيرٍ ١٣ ﴾ [ سورة فاطر من الآية :13 ]
"İşte
(bütün bunları yapan) Rabbiniz
Allah’tır. Mülk O’na âittir. O’nu bırakıp da kendilerine ibâdet ettikleriniz ise, bir çekirdek zarına[33] bile
sahip değillerdir."[34]
Söylediklerine kendisi bile inanmayıp
kibirlenen kimsenin dışında, (tarih boyunca) insanlar arasında Allah Teâlâ'nın
yegâne Rab oluşunu (Rubûbiyetini) inkâr eden hiç kimse bilinmemiştir.
Bu ise, Firavun'un kavmine şöyle demesinden
kaynaklanmıştır:
﴿
فَقَالَ أَنَا۠ رَبُّكُمُ ٱلۡأَعۡلَىٰ ٢٤ ﴾
[سورة النازعات الآية : 24]
"(Firavun, halkına seslenerek:) Ben, sizin en yüce Rabbinizim!
dedi."[35]
﴿
وَقَالَ فِرۡعَوۡنُ يَٰٓأَيُّهَا ٱلۡمَلَأُ مَا عَلِمۡتُ لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ
غَيۡرِي ...
﴾
[ سورة القصص من الآية : 38 ]
"Firavun
dedi ki: Ey ileri gelenler! Ben, sizin için benden başka (ibâdeti hak eden) bir ilâh bilmiyorum."[36]
Fakat Firavun'un böyle söylemesi,kendisinin
ilah olduğuna inanmasından dolayı değildi.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَجَحَدُواْ بِهَا
وَٱسۡتَيۡقَنَتۡهَآ أَنفُسُهُمۡ ظُلۡمٗا وَعُلُوّٗاۚ فَٱنظُرۡ كَيۡفَ كَانَ
عَٰقِبَةُ ٱلۡمُفۡسِدِينَ١٤﴾ [ سورة النمل الآية: 14 ]
"Kendileri de bunlara kalpten
inandıkları halde, zulûm ve kibirlerinden onları inkâr ettiler. (Ey
Nebi! Allah'ın âyetlerini inkâr ederek yeryüzünde) bozgunculuk yapanların sonlarının nice olduğuna bir bak!"[37]
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de Musa -aleyhisselâm-'ın
Firavun'a şöyle dediğini haber vermektedir:
﴿
قَالَ لَقَدۡ عَلِمۡتَ مَآ أَنزَلَ هَٰٓؤُلَآءِ إِلَّا رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ
وَٱلۡأَرۡضِ بَصَآئِرَ وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَٰفِرۡعَوۡنُ مَثۡبُورٗا ١٠٢ ﴾
[ سورة الإسراء الآية :102 ]
"(Musa,
Firavun'a) dedi ki: Sen de kesin olarak biliyorsun ki bunları (elçiliğimin
doğruluğuna şâhitlik eden dokuz mucizeyi) birer ibret olmak üzere, ancak
göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin helâk olacağından
kesinlikle eminim (hiç şüphem yoktur)."[38]
Bu sebeple Mekkeli müşrikler, ulûhiyette
kendisine ortak koşmalarına rağmen Allah Teâlâ'nın rubûbiyetini yani O'nun
yegâne Rab olduğunu ikrar ediyorlardı.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
قُل لِّمَنِ ٱلۡأَرۡضُ وَمَن فِيهَآ إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ ٨٤ سَيَقُولُونَ
لِلَّهِۚ قُلۡ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ ٨٥ قُلۡ مَن رَّبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ ٱلسَّبۡعِ
وَرَبُّ ٱلۡعَرۡشِ ٱلۡعَظِيمِ ٨٦ سَيَقُولُونَ لِلَّهِۚ قُلۡ أَفَلَا تَتَّقُونَ
٨٧ قُلۡ مَنۢ بِيَدِهِۦ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيۡءٖ وَهُوَ يُجِيرُ وَلَا يُجَارُ
عَلَيۡهِ إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ ٨٨سَيَقُولُونَ لِلَّهِۚ قُلۡ فَأَنَّىٰ
تُسۡحَرُونَ ٨٩﴾ [سورة المؤمنون الآيـات :84-89 ]
"(Ey Nebi! Onlara) de ki:
Eğer biliyorsanız (söyleyin
bakalım)
bu dünya ve içinde bulunanlar kime âittir? (Mutlaka) Allah’a âittir, diyeceklerdir. De ki: O
halde (O’nun
yeniden diriltip hesaba çekmeye gücünün yettiğini) hiç düşünmez misiniz? De ki: Yedi kat
göklerin Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir? (Mutlaka) Allah’a âittir, diyeceklerdir.De ki:O halde (O’ndan başkasına ibâdet ederseniz
O’nun azabından) hiç korkmaz mısınız? De ki: Eğer biliyorsanız, her şeye sahip olan ve her şeyi
elinde bulunduran, kendisine sığınanı koruyan, ancak kendisi korunmaya muhtaç
olmayan kimdir? Onlar: (Bütün bunlar mutlaka) Allah’a âittir, diyeceklerdir. De ki: (O halde) nasıl
olur da büyüleniyor (ve Allah’a
ibâdetten yüz çeviriyor)sunuz?[39]
Allah
Teâlâ bu konuda yine şöyle buyurmuştur:
﴿
وَلَئِن سَأَلۡتَهُم مَّنۡ خَلَقَهُمۡ لَيَقُولُنَّ ٱللَّهُۖ فَأَنَّىٰ
يُؤۡفَكُونَ ٨٧ ﴾
[ سورة الزخرف الآية : 87 ]
"(Ey
Nebi!) Onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan, ‘(Bizi) mutlaka Allah (yarattı)’ diyeceklerdir. O halde nasıl (Allah’a
ibâdetten) saptırılıyor (ve
O’na başkasını ortak koşuyor)sunuz.”[40]
Başka
bir âyet-i kerime’de şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَئِن
سَأَلۡتَهُم مَّنۡ خَلَقَ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضَ لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ
ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡعَلِيمُ ٩ ﴾
[ سورة الزخرف الآية :9 ]
"(Ey
Nebi!) Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorarsan;
‘onları, mutlaka güçlü ve her şeyi en iyi bilen Allah yarattı’ diyeceklerdir.”[41]
Allah Teâlâ'nın emri, O'nun hem kevnî, hem de şer'î emrini kapsar. Dolayısıyla Allah Teâlâ, kâinatı düzenleyen ve kâinatta hikmeti
gereği dilediği gibi takdir eden olduğu gibi, aynı şekilde hikmeti gereği
ibâdetleri meşrû kılan ve muamelatla ilgili hükümler koyan da O'dur. Bu sebeple
her kim, ibâdetlerde Allah Teâlâ ile birlikte başka birisini meşrû kılan
edinirse veya başka birisini muamelatla ilgili hükümler koyan edinirse,
şüphesiz onu Allah Teâlâ'ya ortak koşmuş olur ve bu kimse îmânı gerçekleştirmiş
olmaz.
Üçüncüsü: Allah Teâlâ'nın ulûhiyetine îmân etmeyi içerir.
Bunun anlamı; Yalnızca Allah Teâlâ'nın ibâdete lâyık hak ilâh olduğuna ve O'nun
hiçbir ortağının bulunmadığına îmân etmek demektir. "İlâh"
kelimesi, "Me'lûh" yani, severek ve tâzim gösterilerek ibâdet
edilen (Ma'bûd) demektir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَإِلَٰهُكُمۡ إِلَٰهٞ وَٰحِدٞۖ لَّآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلرَّحۡمَٰنُ
ٱلرَّحِيمُ ١٦٣ ﴾
[ سورة البقرة الآية :163 ]
"(Ey insanlar!) Sizin ilâhınız bir tek ilâh olan Allah'tır.
O'ndan başka hak ilâh yoktur. O Rahmân ve Rahîm'dir."[42]
Başka
bir âyet-i Kerîme'de şöyle buyurmuştur:
﴿
شَهِدَ ٱللَّهُ أَنَّهُۥ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ وَأُوْلُواْ
ٱلۡعِلۡمِ قَآئِمَۢا بِٱلۡقِسۡطِۚ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ٱلۡعَزِيزُ
ٱلۡحَكِيمُ ١٨ ﴾ [سورة آل عمران الآية :18]
"Allah,
kendisinden başka ibâdete lâyık hiçbir ilahın olmadığına ve kendisinin adâleti
ayakta tuttuğuna şâhittir. Melekler ve ilim ehli de buna şâhittirler. O’ndan
başka hak ilah yoktur. O, güçlüdür (istediği hiçbir şey, O'na imkânsız
gelmez), (söz ve fiillerinde) hikmet sâhibidir."[43]
Allah Teâlâ ile birlikte başkasına ibâdet
edilen her ilâhın ilâhlığı (ulûhiyeti) bâtıldır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
ذَٰلِكَ بِأَنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلۡحَقُّ وَأَنَّ مَا يَدۡعُونَ مِن دُونِهِۦ هُوَ
ٱلۡبَٰطِلُ وَأَنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلۡعَلِيُّ ٱلۡكَبِيرُ ٦٢ ﴾
[ سورة الحج الآية : 62 ]
"İşte bu, Allah'ın hakkın tâ kendisi
olması ve (müşriklerin) O’nu bırakıp da
başkalarına ibâdet ettikleri (hiçbir fayda
veya zararı olmayan) şeyin ise, bâtıl
olması sebebiyledir. Gerçek şu ki Allah, (kullarından) yücedir, (her şeyden) büyüktür."[44]
Bunların "ilâhlar" olarak adlandırılmaları, bu
ilâhları "ulûhiyet" hakkına sâhip olmaya yüceltmez.
Nitekim
Allah Teâlâ Lât, Uzzâ ve Menât hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿
إِنۡ هِيَ إِلَّآ أَسۡمَآءٞ سَمَّيۡتُمُوهَآ أَنتُمۡ وَءَابَآؤُكُم مَّآ
أَنزَلَ ٱللَّهُ بِهَا مِن سُلۡطَٰنٍۚ ..
﴾
[
سورة النجم من الآية :23 ]
"(Bu putlar,
kemâl sıfatlardan hiçbir şeye sâhip değillerdir). Bunlar, sizin ve
atalarınızın (bâtıl arzularınızla) adlandırdığınız isimlerden başka bir
şey değildir. Allah, onlar hakkında (iddiâ ettiğiniz şeyi doğrulayan)
hiçbir delil indirmemiştir." [45]
Allah Teâlâ, Hûd -aleyhisselâm-'ın onun
kavmine şöyle dediğini haber vermektedir:
﴿...أَتُجَٰدِلُونَنِي فِيٓ أَسۡمَآءٖ سَمَّيۡتُمُوهَآ
أَنتُمۡ وَءَابَآؤُكُم مَّا نَزَّلَ ٱللَّهُ بِهَا مِن سُلۡطَٰنٖۚ ...﴾
[
سورة الأعراف من الآية :71 ]
"Sizin ve atalarınızın (ilâhlar
olarak) adlandırdığınız (bu) isimler (putlar) hakkında benimle
tartışıyor musunuz? Oysa Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. (Çünkü
hiçbir fayda ve zarar veremeyen bu putlar, mahlukturlar. Yalnızca kendisine
ibâdet edilmesi gereken ilâh, yaratıcı olan Allah'tır)."[46]
Allah Teâlâ, Yusuf -aleyhisselâm-'ın
zindandaki iki arkadaşına şöyle dediğini haber vermektedir:
﴿
...
ءَأَرۡبَابٞ مُّتَفَرِّقُونَ خَيۡرٌ
أَمِ ٱللَّهُ ٱلۡوَٰحِدُ ٱلۡقَهَّارُ ٣٩ مَا تَعۡبُدُونَ مِن دُونِهِۦٓ إِلَّآ
أَسۡمَآءٗ سَمَّيۡتُمُوهَآ أَنتُمۡ وَءَابَآؤُكُم مَّآ أَنزَلَ ٱللَّهُ بِهَا
مِن سُلۡطَٰنٍۚ ...﴾
[ سورة يوسف من الآيتين :39-40 ]
"(Yaratılmış olan) çeşitli
Rabler(e ibâdet etmek) mi daha hayırlıdır, yoksa gücüne karşı durulamaz
olan bir tek Allah mı daha hayırlıdır? Siz, Allah'ı bırakıp da sizin ve
atalarınızın (bilmeyerek ve sapıklık üzere rabler olarak)
adlandırdığınız şeylere ibâdet ediyorsunuz. Oysa Allah, onlar hakkında hiçbir
delil indirmemiştir."[47]
Bunun içindir ki tüm nebi ve
rasûller, (gönderilmiş oldukları) kavimlerine şöyle demişlerdir:
﴿
...قَالَ
يَٰقَوۡمِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ مَا لَكُم مِّنۡ إِلَٰهٍ غَيۡرُهُۥٓۚ ...
﴾
[ سورة
الأعراف من الآية :65 ]
"Ey Kavmim! Yalnızca Allah’a ibâdet edin. Sizin için,
O’ndan başka hak ilâh yoktur."[48]
Fakat müşrikler, bunu demekten yüz çevirdiler.
Allah Teâlâ'yı bırakıp da başka ilâhlar edinerek O'nunla birlikte onlara ibâdet
eder, onlardan yardım ister ve onlardan imdat diler hâle geldiler.
Allah Teâlâ, müşriklerin bu ilâhları
edinmelerini iki aklî delille ortadan kaldırmıştır:
Birincisi:
Müşriklerin edindikleri bu ilâhlarda, ulûhiyet
özelliklerinden hiçbir şey yoktur. Bu ilâhlar, yaratılmış varlıklardır,
yaratamazlar. Kendilerine ibâdet edenlere bir fayda veremez, onlardan bir
zararı savamazlar, onlara hayat vermeye veya onları öldürmeye güçleri yetmez.
Göklerdeki hiçbir şeye güçleri yetmez ve göklerde söz hakkına sâhip
değillerdir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَٱتَّخَذُواْ مِن دُونِهِۦٓ ءَالِهَةٗ لَّا يَخۡلُقُونَ شَيۡٔٗا وَهُمۡ
يُخۡلَقُونَ وَلَا يَمۡلِكُونَ لِأَنفُسِهِمۡ ضَرّٗا وَلَا نَفۡعٗا وَلَا
يَمۡلِكُونَ مَوۡتٗا وَلَا حَيَوٰةٗ وَلَا نُشُورٗا ٣ ﴾
[ سورة الفرقان الآية :3 ]
"(Müşrikler) O'nu (Allah'ı) bırakıp da hiçbir şey
yaratamayan, aksine kendileri yaratılmış olan, kendilerinden bir zararı
savmaya, kendilerine bir fayda vermeye, (bir canlıyı) öldürmeye,
(ölüye) hayat vermeye veya ölüyü yeniden diriltip kabrinden çıkarmaya
güçleri yetmeyen ilâhlar edindiler."[49]
﴿
قُلِ ٱدۡعُواْ ٱلَّذِينَ زَعَمۡتُم مِّن دُونِ ٱللَّهِ لَا يَمۡلِكُونَ مِثۡقَالَ
ذَرَّةٖ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَلَا فِي ٱلۡأَرۡضِ وَمَا لَهُمۡ فِيهِمَا مِن شِرۡكٖ
وَمَا لَهُۥ مِنۡهُم مِّن ظَهِيرٖ ٢٢ وَلَا تَنفَعُ ٱلشَّفَٰعَةُ عِندَهُۥٓ إِلَّا
لِمَنۡ أَذِنَ لَهُۥۚ ...
﴾ [ سورة سبأ من الآيتين :22-23 ]
"(Ey Nebi! Müşriklere) de ki:
Allah'ı bırakıp da ibâdet ettiğiniz ilâhlarınızı çağırın! Onlar ne göklerde, ne
de yerde zerre ağırlığınca bir şeye sâhiptirler. Onlar göklerde ve yerde bir
şeye ortak da değillerdir. Allah'ın onlardan bir yardımcısı da yoktur. Allah'ın
huzurunda, O'nun izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda
vermez."[50]
﴿
أَيُشۡرِكُونَ مَا لَا يَخۡلُقُ شَيۡٔٗا وَهُمۡ يُخۡلَقُونَ ١٩١ وَلَا
يَسۡتَطِيعُونَ لَهُمۡ نَصۡرٗا وَلَآ أَنفُسَهُمۡ يَنصُرُونَ ١٩٢ ﴾[سورة الأعراف الآيتان
:191-192 ]
"Onlar
(müşrikler), kendileri yaratıldıkları halde
hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları mı (Allah’a) ortak koşuyorlar? Onlar (putlar), onlara ne yardım edebilir, ne de kendilerine bir
yardımları olur."[51]
İlâhların durumu böyle idi ise, onları ilâhlar
edinmek, akılsızlığın ve bâtılın en büyüğüdür.
İkincisi:
Bu müşrikler, Allah Teâlâ'nın yegâne Rab ve
her şeyin hükümranlığını elinde bulunduran yaratıcı olduğunu,
kendisi-ne sığınanı koruyanın O olduğunu kabul ediyorlardı. İşte bu, onların
Allah Teâlâ'yı rubûbiyette birledikleri gibi, ulûhiyette de birlemelerini
gerektirir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
يَٰٓأَيُّهَا ٱلنَّاسُ ٱعۡبُدُواْ رَبَّكُمُ ٱلَّذِي خَلَقَكُمۡ وَٱلَّذِينَ مِن
قَبۡلِكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَتَّقُونَ ٢١ ٱلَّذِي جَعَلَ لَكُمُ ٱلۡأَرۡضَ فِرَٰشٗا
وَٱلسَّمَآءَ بِنَآءٗ وَأَنزَلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءٗ فَأَخۡرَجَ بِهِۦ مِنَ
ٱلثَّمَرَٰتِ رِزۡقٗا لَّكُمۡۖ فَلَا تَجۡعَلُواْ لِلَّهِ أَندَادٗا وَأَنتُمۡ
تَعۡلَمُونَ ٢٢ ﴾
[ سورة البقرة الآيتان :21-22 ]
"Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri
yaratan Rabbinize ibâdet edin. Umulur ki muttakîlerden olursunuz. Yeryüzünü (kolay hayat sürmeniz için) döşek, gökyüzünü de
sağlam bir bina şeklinde yaratan, bulutlardan yağmur yağdırıp (yerden renk renk) meyve ve (çeşit çeşit) bitkileri size rızık
olarak veren O’dur. O halde, (Allah’ın
yegâne yaratıcı, rızık veren ve ibâdete lâyık olduğunu) bildiğiniz halde O’na hiç kimseyi denk
tutmayın."[52]
﴿
وَلَئِن سَأَلۡتَهُم مَّنۡ خَلَقَهُمۡ لَيَقُولُنَّ ٱللَّهُۖ فَأَنَّىٰ
يُؤۡفَكُونَ ٨٧ ﴾
[ سورة الزخرف الآية : 87 ]
"(Ey
Nebi!) Onlara kendilerini kimin yarattığını sorarsan, ‘(Bizi) mutlaka Allah (yarattı)’ diyeceklerdir. O halde nasıl (Allah’a
ibâdetten) saptırılıyor (ve
O’na başkasını ortak koşuyor)sunuz."[53]
﴿ قُلۡ مَن
يَرۡزُقُكُم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِ أَمَّن يَمۡلِكُ ٱلسَّمۡعَ
وَٱلۡأَبۡصَٰرَ وَمَن يُخۡرِجُ ٱلۡحَيَّ مِنَ ٱلۡمَيِّتِ وَيُخۡرِجُ ٱلۡمَيِّتَ
مِنَ ٱلۡحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ ٱلۡأَمۡرَۚ فَسَيَقُولُونَ ٱللَّهُۚ فَقُلۡ أَفَلَا
تَتَّقُونَ ٣١ فَذَٰلِكُمُ ٱللَّهُ رَبُّكُمُ ٱلۡحَقُّۖ فَمَاذَا بَعۡدَ ٱلۡحَقِّ
إِلَّا ٱلضَّلَٰلُۖ فَأَنَّىٰ تُصۡرَفُونَ ٣٢ ﴾
[ سورة
يونس الآيتان :31- 32 ]
"(Ey Nebi!
Müşriklere) de ki: Gökten (yağmur yağdırıp) ve yerden (bitkiler
yeşertip) size kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip
oluyor? Ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? (Kâinattaki) işleri
kim idâre ediyor? (Bütün bunları yapan) Allah’tır, diyeceklerdir. O
halde onlara de ki: (Başkasına ibâdet ederseniz) Allah’(ın azabına
mâruz kalmak)tan korkmuyor musunuz. İşte O, gerçek Rabbiniz olan Allah’tır.
Artık haktan ayrıldıktan sonra dalâletten başka ne kalır? O halde, (O’na
ibâdet etmekten nasıl) saptırılı(p başkasına ibâdet ediyor)sunuz)."[54]
Dördüncüsü: Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarına îmân etmeyi içerir.
Bunun anlamı; Allah Teâlâ'nın, kitabında kendisi hakkında bildirdiklerini veya
elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetinde Allah Teâlâ'ya
lâyık olarak haber verdiği isim ve sıfatları tahrif etmeden, onların
anlamlarını boşa çıkarmadan, onlara bir keyfiyet vermeden ve varlıkların isim
ve sıfatlarına benzetmeden olduğu gibi kabul etmek demektir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَلِلَّهِ ٱلۡأَسۡمَآءُ ٱلۡحُسۡنَىٰ فَٱدۡعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُواْ ٱلَّذِينَ
يُلۡحِدُونَ فِيٓ أَسۡمَٰٓئِهِۦۚ سَيُجۡزَوۡنَ مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٨٠ ﴾
[ سورة الأعراف الآية: 180 ]
"En güzel isimler, Allah’ındır. O
halde o güzel isimlerle O’na duâ edin (O’ndan isteyin). O’nun isimleri hakkında eğri yola
gidenleri bırakın. Onlar (dünyada iken)
yapmakta olduklarının cezâsını (âhirette) göreceklerdir."[55]
﴿
وَهُوَ ٱلَّذِي يَبۡدَؤُاْ ٱلۡخَلۡقَ ثُمَّ يُعِيدُهُۥ وَهُوَ أَهۡوَنُ عَلَيۡهِۚ
وَلَهُ ٱلۡمَثَلُ ٱلۡأَعۡلَىٰ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ وَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ
ٱلۡحَكِيمُ ٢٧ ﴾ [ سورة الروم الآية :27 ]
"O (Allah),
önce yoktan yaratan, (ölümden) sonra onu tekrar diriltecek olandır. Bu (ölümden
sonra yeniden diriltmek), O’nun için (ilk olarak diriltmekten) daha
kolaydır. Göklerde ve yerde en üstün vasıflar O’na âittir. O, güç ve hikmet
sahibidir."[56]
﴿
...
لَيۡسَ كَمِثۡلِهِۦ شَيۡءٞۖ وَهُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلۡبَصِيرُ ١١ ﴾
[
سورة الشورى من الآية:11 ]
"O'nun
benzeri hiçbir şey yoktur.O, hakkıyla işiten ve görendir."[57]
Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatları konusunda iki topluluk sapıtmıştır:
Birincisi: Muattile
Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatları kabul
edildiği takdirde, O'nu yarattıklarına benzetmeyi zorunlu kılar iddiâsında
bulunarak, Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarının hepsini veya bir kısmını inkâr
etmişlerdir.
Bu iddiâ şu yönlerden bâtıldır:
1.
Bâtıl şeyleri
zorunlu kılar. Allah Teâlâ'nın sözünde çelişki olması gibi...
Şöyle ki: Allah Teâlâ kendisi için isim ve
sıfatlar olduğunu kabul etmiş ve kendisine benzer bir şeyin olmasını
reddetmiştir. Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarını kabul etmenin, O'nu
yarattıklarına benzetmeyi zorunlu kılacak olsaydı, Allah Teâlâ'nın kelâmında
bir çelişkiyi gerektirir ve bir sözü, diğerini yalanlamayı zorunlu kılardı.
2.
İki şeyin isim
veya sıfatta uyuşması, o iki şeyin birbirinin aynısı olmasını gerektirmez.
Örneğin sen, iki insanın her birinin işiten, gören ve konuşan kimse olma konusunda
birbiriyle uyuştuğunu görürsün. Fakat bu, her iki şahsın insan olarak aynı
olduğunu gerektirmez. Yine hayvanların elleri, ayakları ve gözleri olduğunu
görürsün. Fakat bu, hayvanların elleri, ayakları ve gözlerinin birbirlerinin
aynısı olduklarını gerektirmez.
Yaratılanlar arasında isim ve sıfatların aynı
olması konusunda bir belirginlik ortaya çıkıyorsa, yaratıcı ile yaratılan
arasında böyle bir belirginliğin olması daha açık-seçik ve daha büyük olur.
İkincisi: Müşebbihe
Kur'an ve sünnetin bunu gösterdiğini iddiâ
ederek, Allah Teâlâ'nın isim ve sıfatlarını kabul etmekle birlikte O'nu
yarattıklarına benzetmişlerdir. Zirâ Allah Teâlâ, anlayacakları şekilde
kullarına hitap etmektedir.
Bu iddiâ şu yönlerden bâtıldır:
1. Allah
Teâlâ'yı yarattıklarına benzetmek, aklın ve şeriatın reddettiği bir iştir.
Kur'an ve sünnetin naslarının gereği, bâtıl bir şey olamaz.
2. Allah
Teâlâ, aslî anlam yönünden anlayacakları şekilde kullarına hitap etmiştir.
Hakikatte ve asıl anlam üzerinde bulunan cevher ise, zâtı ve sıfatlarıyla
ilgili olan şeyleri, yalnızca Allah Teâlâ'nın bilmesidir.
Allah Teâlâ kendisi için "semî'" (hakkıyla
işiten) olduğunu kabul ediyorsa, sem' (işitme) aslî anlam yönünden bilinir ki o
da "sesleri idrak etmek" demektir. Fakat bunun hakikati, Allah
Teâlâ'nın işitmesine nazaran bilinmez. Çünkü işitmenin hakikati, yaratılanlar
arasında bile belirginlikler arz eder. Dolayısıyla işitme konusunda yaratıcı
ile yaratılan arasındaki belirginlik, daha açık-seçik ve daha büyüktür.
Allah Teâlâ kendisi hakkında arşının üzerine
istivâ ettiğini haber vermişse, aslî anlam yönünden istivâ bilinir. Fakat Allah
Teâlâ'nın arşının üzerine istivâ etmesine nazaran üzerinde bulunduğu istivânın
hakikati bilinmez. Çünkü istivânın hakikati, yaratılan hakkında belirginlik arz
eder. Dolayısıyla sâbit duran sandalyenin üzerine istivâ etmek (oturmak, kurulmak
ve yerleşmek), zor ve ürkek bir devenin semerinin üzerine istivâ etmek
(oturmak, kurulmak ve yerleşmek) gibi değildir. İstivâ kelimesi yaratılan
hakkında belirginlik arz ediyorsa, yaratıcı ile yaratılan arasındaki
belirginlik, daha açık-seçik ve daha büyüktür.
Allah'a îmân, -yukarıda anlattığımız gibi- mü'mine pek büyük faydalar
sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1.
İbâdeti yalnızca Allah Teâlâ'ya hâlis kılmayı gerçekleştirir. Öyle ki mü'min
Allah Teâlâ'dan başkasına bağlanmaz. Ancak O'ndan ümit eder, yalnızca O'ndan
korkar ve yalnızca O'na ibâdet eder.
2.Güzel
isimleri ve yüce sıfatları gereği, Allah Teâlâ'yı mükemmel bir şekilde sevmeyi
ve O'nu yüceltmeyi sağlar.
3.Emrettiklerini
yerine getirmek ve yasakladıkların-dan da sakınmak sûretiyle ibâdetin yalnızca
Allah Teâlâ'ya hâlis kılınmasını gerçekleştirir.
% % % % %
MELEKLERE ÎMÂN:
Melekler;
Allah Teâlâ'ya ibâdet etmek için yaratılan, gözle görülmeyen varlıklardır. Onlar,
rubûbiyet ve ulûhiyet özelliklerinden hiçbir şeye sâhip değillerdir. Allah
Teâlâ onları nûrdan yaratmış, onlara, emrine tam bir itaati ve emrini yerine
getirme gücünü bahşetmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَلَهُۥ مَن فِي
ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ وَمَنۡ عِندَهُۥ لَا يَسۡتَكۡبِرُونَ عَنۡ
عِبَادَتِهِۦ وَلَا يَسۡتَحۡسِرُونَ ١٩ يُسَبِّحُونَ ٱلَّيۡلَ وَٱلنَّهَارَ لَا
يَفۡتُرُونَ ٢٠ ﴾ [ سورة
الأنبياء الآيتان :19- 20 ]
"Gökte ve yerde ne varsa, (hepsi)
O'nundur. O'nun huzurunda bulunanlar (Allah’a yakın melekler), O’na
ibâdet etmekten kibirlenmez ve yorulmazlar. Onlar, gece-gündüz bıkmaksızın (Allah’ı)
tesbih ederler."[58]
Meleklerin sayısı pek çoktur. Onların sayısını
Allah Teâlâ'dan başka hiç kimse bilemez.
Nitekim
Buhârî ve Müslim'in, Mi'raç olayı hakkında Enes b. Mâlik'in -radıyallahu anh-
rivâyet ettiği hadiste, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- göğe yükseltilmiş ve
orada "Beytu'l-Ma'mur" denilen evde her gün yetmiş bin meleğin
namaz kıldığını, dışarı çıktıklarında bir daha oraya dönmediklerini haber
vermiştir.
Meleklere îmân dört hususu içerir:
1. Meleklerin varlığına îmân etmeyi içerir.
2. Cebrâîl -aleyhisselâm- gibi, ismini
bildiklerimize ismiyle îmân eder, ismini bilmediklerimize de özet olarak îmân
ederiz.
3.Cebrâîl -aleyhisselâm- gibi, sıfatlarını
bildiklerimize sıfatlarıyla îmân ederiz.
Nitekim
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-, Cebrâîl -aleyhisselâm-'ı, yaratılmış olduğu
asıl sûretinde ve altı yüz kanadı ile ufukları kapatmış bir halde gördüğünü
haber vermiştir.
Melek,
Allah Teâlâ'nın emriyle insan sûretine dönüşebilir.
Nitekim
Allah Teâlâ, Cebrâîl -aleyhisselâm-'ı Meryem'e gönderdiği zaman ona tam bir
insan sûretinde görünmüştür.
Yine, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-
ashâbıyla birlikte otururken Cebrâîl -aleyhisselâm- ona, beyaz elbise giyinmiş,
saçları simsiyah olan, üzerinde yolculuk belirtisi olmayan ve sahâbeden de hiç
kimsenin tanımadığı bir insan sûretinde gelmiş, Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-'in önünde oturarak, dizlerini dizlerine dayamış, ellerini de onun
uyluklarının üzerine koymuş, İslâm, îmân, ihsan, kıyâmet ve kıyâmet alametleri
hakkında Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'e sorular sormuş, Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- de bu sorulara cevap vermiş, ardından da oradan ayrılmıştı.
Sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
"Bu,
size dîninizi öğretmek için gelen Cebrâil idi."[59]
Allah
Teâlâ'nın İbrahim ve Lût -aleyhimesselâm-'a gönderdiği melekler de birer insan
sûretinde idiler.
4. Allah Teâlâ'nın emriyle, tesbih etmek ve
gece-gündüz bıkmadan ve durmadan Allah Teâlâ'ya ibâdet etmek gibi, bildiğimiz
bazı amelleri yerine getirdiklerine îmân ederiz.
Meleklerden kimisinin özel görevleri de olabilir.
Örneğin:
Cebrâîl: Allah Teâlâ'nın, elçilere gönderdiği vahyi
onlara götürmek üzere görevlendirdiği vahiy emînidir.
Mîkâîl: Allah Teâlâ'nın izniyle yağmur yağdırmak ve
bitkileri yeşertmekle görevli melektir.
İsrâfîl: Hesaba çekilmek üzere canlıların tekrar
diriltilecekleri kıyâmet gününde sûra üflemekle görevli melektir.
Ölüm meleği: Ölüm anında
canlılardan ruhları çekip almakla görevli melektir.
Mâlik: Cehennemde görevli cehennem bekçisidir.
Rahim melekleri:
Annelerin rahimlerinde bulunan ceninlerin ecellerini, rızıklarını, cennetlik mi
yoksa cehennemlik mi olacaklarını yazmakla görevli meleklerdir. İnsan, anne
karnında dört ayını tamamlayınca Allah Teâlâ ona bir melek gönderir ve o meleğe
ceninin rızkını, ecelini, amelini ve cehennemlik mi, yoksa cennetlik mi
olacağını yazmasını emreder.
Amelleri kaydeden melekler:
İnsanların amellerini korumak ve her insanın amelini ayrı ayrı yazmakla görevli
meleklerdir. İnsanın sağında ve solunda birer melek vardır.
Kabir melekleri: Ölü
kabrine konulduktan sonra iki melek gelerek Rabbi, dîni ve nebisi hakkında ona
soru sorar.
Meleklere îmân, mü'mine pek çok faydalar sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1.Allah
Teâlâ'nın azametini, kuvvetini ve hükümran-lığını bilmeyi sağlar. Zirâ
yaratılan şeyin azameti, yaratanın azametine delâlet eder.
2. İnsanlara
verdiği değerden dolayı Allah Teâlâ'ya gereği gibi şükretmeyi sağlar. Öyle ki
Allah Teâlâ, kullarını korumak, amellerini yazmak ve bundan başka kullarının
menfaati için meleklerini görevlendirmiştir.
3.
Allah Teâlâ’ya sürekli ibâdet etmelerinden dolayı melekleri sevmeyi sağlar.
Kalplerinde eğrilik olan bazı topluluklar,
meleklerin cisimler olduklarını inkâr etmişler ve meleklerin, mahlûkatın
içerisindeki iyilik güçlerinden ibâret olduklarını söylemişler-dir. Bu iddiâ,
Allah Teâlâ'nın kitabını, elçisi Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetini ve müslümanların icmâını
yalanlamak demektir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
ٱلۡحَمۡدُ لِلَّهِ فَاطِرِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ جَاعِلِ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةِ
رُسُلًا أُوْلِيٓ أَجۡنِحَةٖ مَّثۡنَىٰ وَثُلَٰثَ وَرُبَٰعَۚ يَزِيدُ فِي
ٱلۡخَلۡقِ مَا يَشَآءُۚ إِنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ قَدِيرٞ ١ ﴾
[
سورة فاطر الآية :1 ]
"Gökleri
ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı (dilediği kullarına göndermek üzere) elçiler kılan Allah'a hamd
olsun. O, yarattığında dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, her şeye gücü
yetendir."[60]
﴿وَلَوۡ
تَرَىٰٓ إِذۡ يَتَوَفَّى ٱلَّذِينَ كَفَرُواْ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ يَضۡرِبُونَ
وُجُوهَهُمۡ وَأَدۡبَٰرَهُمۡ وَذُوقُواْ عَذَابَ ٱلۡحَرِيقِ ٥٠ ﴾
[ سورة الأنفال الآية :50 ]
"(Ey Nebi!) Melekler o
inkâr edenleri(n canlarını alırken, yüz yüze geldiklerinde)
onların yüzlerine ve (kaçarken) sırtlarına vurarak onlara şöyle
derlerken hallerini bir görseydin: Yakıcı azabı tadın."[61]
﴿
...
وَلَوۡ تَرَىٰٓ إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ فِي غَمَرَٰتِ ٱلۡمَوۡتِ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ
بَاسِطُوٓاْ أَيۡدِيهِمۡ أَخۡرِجُوٓاْ أَنفُسَكُمُۖ ٱلۡيَوۡمَ تُجۡزَوۡنَ عَذَابَ
ٱلۡهُونِ بِمَا كُنتُمۡ تَقُولُونَ عَلَى ٱللَّهِ غَيۡرَ ٱلۡحَقِّ وَكُنتُمۡ عَنۡ
ءَايَٰتِهِۦ تَسۡتَكۡبِرُونَ ٩٣ ﴾ [سورة الأنعام
الآية :93]
"(Ey Nebi!) O zâlimleri, ölümün korkunç dehşeti ile
boğuşurken, (canlarını alacak olan) melekler de ellerini uzatmış bir
halde onlara: ‘Haydi düştüğünüz şu durumdan kendinizi kurtarın![62]
Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden (iftira etmenizden) dolayı
siz, bugün en alçaltıcı azapla cezâlandırılacaksınız' derlerken onların halini
bir görmüş olsaydın."[63]
﴿
وَلَا تَنفَعُ ٱلشَّفَٰعَةُ عِندَهُۥٓ إِلَّا لِمَنۡ أَذِنَ لَهُۥۚ حَتَّىٰٓ إِذَا
فُزِّعَ عَن قُلُوبِهِمۡ قَالُواْ مَاذَا قَالَ رَبُّكُمۡۖ قَالُواْ ٱلۡحَقَّۖ
وَهُوَ ٱلۡعَلِيُّ ٱلۡكَبِيرُ ٢٣ ﴾ [ سورة سبأ الآية : 23
]
"O'nun
(Allah'ın) huzurunda
kendisinin izin verdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermez. Nihâyet
onların kalplerinden korku giderilince (birbirlerine): Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak
olanı, buyurdu derler. O, yücedir ve büyüktür."[64]
﴿
جَنَّٰتُ عَدۡنٖ يَدۡخُلُونَهَا وَمَن صَلَحَ مِنۡ ءَابَآئِهِمۡ وَأَزۡوَٰجِهِمۡ
وَذُرِّيَّٰتِهِمۡۖ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ يَدۡخُلُونَ عَلَيۡهِم مِّن كُلِّ بَابٖ ٢٣
سَلَٰمٌ عَلَيۡكُم بِمَا صَبَرۡتُمۡۚ فَنِعۡمَ عُقۡبَى ٱلدَّارِ ٢٤ ﴾
[ سورة الرعد الآيتان :23-24 ]
"(O son yurt) Adn cennetleridir.
Oraya babaları, eşleri ve çocuklarından sâlih olanlarla beraber girerler.
Melekler, (cennete girişlerini tebrik etmek için) her kapıdan onların (cennet
ehlinin) yanına gelerek onlara: Sabrettiklerinize karşılık olarak size selâm
olsun. Son yurt (cennet), ne güzeldir (derler)."[65]
Ebû Hureyre'den -radıyallahu anh- rivâyet
olunduğuna göre, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
((
إِذَا أَحَبَّ اللَّهُ الْعَبْدَ نَادَى جِبْرِيلَ إِنَّ اللهَ يُحِبُّ فُلَانًا
فَأَحْبِبْهُ، فَيُحِبُّهُ جِبْرِيلُ، فَيُنَادِي جِبْرِيلُ فِي أَهْلِ
السَّمَاءِ: إِنَّ اللهَ يُحِبُّ فُلَانًا فَأَحِبُّوهُ، فَيُحِبُّهُ أَهْلُ
السَّمَاءِ، ثُمَّ يُوضَعُ لَهُ الْقَبُولُ فِي الْأَرْضِ.)) [ رواه الابخاري ]
"Allah bir kulunu
sevmek istediğinde, Cebrâîl'e seslenir ve ona şöyle der: Şüphesiz Allah,
falancayı seviyor. O halde siz de onu sevin. Bunun üzerine Cebrâîl de onu
sever. Sonra Cebrâîl gökteki meleklere seslenerek: Şüphesiz Allah falancayı
seviyor, o halde siz de onu sevin, der. Bunun üzerine melekler onu severler.
Sonra yeryüzündeki insanlar da onu severler ve ondan râzı olurlar."[66]
Yine Ebû Hureyre'den -radıyallahu anh- rivâyet
olunduğuna göre, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( إِذَا كَانَ يَوْمُ الْجُمُعَةِ كَانَ عَلَى كُلِّ بَابٍ مِنْ أَبْوَابِ
الْمَسْجِدِ الْمَلَائِكَةُ يَكْتُبُونَ الْأَوَّلَ فَالْأَوَّلَ، فَإِذَا جَلَسَ
الْإِمَامُ طَوَوُا الصُّحُفَ، وَجَاءُوا يَسْتَمِعُونَ الذِّكْرَ .))
[
رواه البخاري ]
"Cuma günü
olduğunda, mescidin kapılarından her birinin girişinde melekler bulunur ve
mescide gelenlerin isimlerini tek tek kaydederler. İmam (hutbe vermek için) minbere çıkıp oturduğunda defterleri
dürerler ve hutbeyi dinlemeye gelirler."[67]
Kalplerinde eğrilik olan toplulukların dedikleri
gibi, melekler mânevî güçler değillerdir, aksine onların Kur'an ve sünnetten
alınan bu deliller doğrultusunda cisimler olduğu konusunda açıktır. Nitekim
müslümanlar bu delillerin gereği üzerinde oybirliğine varmışlardır.
% % % % %
KİTAPLARA ÎMÂN:
"Kitab", Arapçada "yazılan" (mektub) anlamındadır.
Burada kast edilen: Allah Teâlâ'nın bu kitaplar aracılığı ile dünya ve âhiret saadetine
ulaşmaları için kullarına bir rahmet ve hidâyet olmak üzere elçilerine
indirdiği kitaplardır.
Kitaplara îmân, dört hususu içerir:
1. Bu kitapların gerçekten Allah Teâlâ katından
indirildiğine îmân etmeyi içerir.
2. İsmini bildiğimiz kitaba o ismiyle îmân
ederiz.
Örneğin:
Kur'an, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e
indirilmiştir.
Tevrât, Musa -aleyhisselâm-'a indirilmiştir.
İncîl, İsa -aleyhisselâm-'a indirilmiştir.
Zebûr, Dâvûd -aleyhisselâm-'a verilmiştir.
İsimlerini
bilmediklerimize ise, genel olarak îmân ederiz.
3. Kur'an-ı Kerîm ile daha önce indirilen ve
değiştirilmemiş veya tahrif edilmemiş kitapların haber verdikleri gibi, bu
kitapların haber verdiklerini tasdik etmektir.
4. Bu kitaplarda olup da geçerli olan hükümlerle
amel etmek ve ister hikmetini anlamış olalım, isterse anlamamış olalım, bu
geçerli olan hükümlere râzı olmak ve teslimiyet göstermektir.
Daha
önce indirilen kitapların hepsi, Yüce Kur'an ile hükümleri ortadan
kaldırılmıştır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَأَنزَلۡنَآ إِلَيۡكَ ٱلۡكِتَٰبَ بِٱلۡحَقِّ مُصَدِّقٗا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ
مِنَ ٱلۡكِتَٰبِ وَمُهَيۡمِنًا عَلَيۡهِۖ ...﴾
[سورة المائدة من الآية :48]
"Kendisinden önceki
kitap(lar)ı tasdik etmesi (onlara üstün
olması ve onların doğru olduklarına şâhitlik etmesi) ve onların üzerine
hâkim olması için sana kitabı indirdik."[68]
Buna göre, doğru olan ve Kur'an-ı Kerîm'in
tasdik ettiği şeyler dışında daha önce indirilen kitaplarda geçen hükümlerden
herhangi birisiyle amel etmek, câiz değildir.
Kitaplara îmân, mü'mine pek çok faydalar sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Allah
Teâlâ'nın kullarına ne kadar önem verdiğini öğrenmeyi sağlar. Öyle ki Allah
Teâlâ, kullarını doğru yola iletmesi için her topluluğa bir kitap indirmiştir.
2.
Allah Teâlâ'nın şeriatı hakkındaki hikmetini öğrenmeyi sağlar. Öyle ki Allah
Teâlâ, her topluluğa uygun olanı onlar için dîn kılmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:
﴿
...
لِكُلّٖ جَعَلۡنَا مِنكُمۡ شِرۡعَةٗ وَمِنۡهَاجٗاۚ...
﴾ [سورة المائدة من الآية :48]
"(Ey ümmetler! Ona göre yaşamanız için) sizin her birinize bir
şeriat ve (apaçık) bir yol kıldık."[69]
3.
Allah Teâlâ'nın bu konudaki nimetine şükretmeyi sağlar.
% % % % %
ELÇİLERE
(PEYGAMBERLERE) ÎMÂN:
"Resûl/elçi", Arapçada "bir şeyi tebliğ etmesi için gönderilen/mürsel demektir.
Burada kastedilen: Kendisine bir şeriat vahyedilen ve bu şeriatı tebliğ etmekle
emrolunan insan demektir.
Elçilerin ilki, Nuh -aleyhisselâm-,
sonuncuları ise, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'dir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
۞إِنَّآ أَوۡحَيۡنَآ إِلَيۡكَ كَمَآ أَوۡحَيۡنَآ إِلَىٰ نُوحٖ وَٱلنَّبِيِّۧنَ
مِنۢ بَعۡدِهِۦۚ ...﴾
[ سورة النساء من الآية :163 ]
"(Ey Nebi!) Şüphesiz biz, Nûh’a ve ondan sonraki
nebilere vahyettiğimiz gibi, (elçilik görevini tebliğ etmen için) sana
da vahyettik."[70]
Enes b.
Mâlik'ten -radıyallahu anh- şefaat konusunda rivâyet olunan hadiste, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
((
يَجْتَمِعُ الْمُؤْمِنُونَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيَقُولُونَ لَوِ اسْتَشْفَعْنَا
إِلَى رَبِّنَا، فَيَأْتُونَ آدَمَ فَيَقُولُونَ: أَنْتَ أَبُو النَّاسِ، خَلَقَكَ
اللَّهُ بِيَدِهِ، وَأَسْجَدَ لَكَ مَلَائِكَتَهُ، وَعَلَّمَكَ أَسْمَاءَ كُلِّ
شَيْءٍ، فَاشْفَعْ لَنَا عِنْدَ رَبِّكَ حَتَّى يُرِيحَنَا مِنْ مَكَانِنَا هَذَا،
فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ، وَيَذْكُرُ ذَنْبَهُ فَيَسْتَحِي، ائْتُوا نُوحًا؛
فَإِنَّهُ أَوَّلُ رَسُولٍ بَعَثَهُ اللَّهُ إِلَى أَهْلِ الْأَرْضِ،
فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ، وَيَذْكُرُ سُؤَالَهُ رَبَّهُ مَا
لَيْسَ لَهُ بِهِ عِلْمٌ فَيَسْتَحِي، فَيَقُولُ: ائْتُوا خَلِيلَ الرَّحْمَنِ،
فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ، ائْتُوا مُوسَى عَبْدًا كَلَّمَهُ
اللَّهُ وَأَعْطَاهُ التَّوْرَاةَ، فَيَأْتُونَهُ فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ،
وَيَذْكُرُ قَتْلَ النَّفْسِ بِغَيْرِ نَفْسٍ فَيَسْتَحِي مِنْ رَبِّهِ،
فَيَقُولُ: ائْتُوا عِيسَى عَبْدَ اللهِ وَرَسُولَهُ وَكَلِمَةَ اللهِ وَرُوحَهُ،
فَيَقُولُ: لَسْتُ هُنَاكُمْ، ائْتُوا مُحَمَّدًا H
عَبْدًا غَفَرَ اللهُ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ وَمَا تَأَخَّرَ،
فَيَأْتُونِي فَأَنْطَلِقُ حَتَّى أَسْتَأْذِنَ عَلَى رَبِّي، فَيُؤْذَنَ لِي،
فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي وَقَعْتُ سَاجِدًا، فَيَدَعُنِي مَا شَاءَ اللهُ، ثُمَّ يُقَالُ: ارْفَعْ رَأْسَكَ، وَسَلْ
تُعْطَهْ، وَقُلْ يُسْمَعْ، وَاشْفَعْ تُشَفَّعْ، فَأَرْفَعُ رَأْسِي فَأَحْمَدُهُ
بِتَحْمِيدٍ يُعَلِّمُنِيهِ، ثُمَّ أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمُ
الْجَنَّةَ، ثُمَّ أَعُودُ إِلَيْهِ فَإِذَا رَأَيْتُ رَبِّي مِثْلَهُ، ثُمَّ
أَشْفَعُ فَيَحُدُّ لِي حَدًّا فَأُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ، ثُمَّ أَعُودُ الرَّابِعَةَ
فَأَقُولُ مَا بَقِيَ فِي النَّارِ إِلَّا مَنْ حَبَسَهُ الْقُرْآنُ، وَوَجَبَ
عَلَيْهِ الْخُلُودُ يَعْنِي قَوْلَ اللهِ تَعَالَى خَالِدِينَ فِيهَا.)) [ رواه
البخاري ]
"Kıyâmet gününde, mü'minler
toplanacaklar ve 'Rabbimizin katında bize şefaat
(aracılık) edecek birisini bulsak' diyecekler. Bunun üzerine Âdem
-aleyhisselam-`a gelecekler ve:
-Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi
eliyle yarattı. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Bütün isimleri sana
öğretti.[Allah katında itibarın, makamın var.] Rabbin nezdinde
bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bulunduğumuz bu durumdan bizi rahata
kavuşturmaz mısın?' diye talepte bulunacaklar.
O ise:
-Benim şefaat etme yetkim yok' diyecek ve (cennette
yasak olan ağaçtan yiyerek âsi olduğu) günahını hatırlayıp utanacak ve:
-Siz Nûh'a gidin! Çünkü o, Allah'ın yeryüzüne gönderdiği
ilk elçidir, diyecek. Bunun üzerine insanlar ona gidecekler. O ise:
-Benim şefaat etme yetkim yok, diyecek ve bilmeden (oğlu
için) Rabbinden istediğini hatırlayıp utanacak ve:
-Halilullah'a (İbrahim'e) gidin' diyecek. İnsanlar İbrahim -aleyhisselam-`a
gidecekler. Ancak o da:
-Ben yetkili değilim! Ancak Allah'ın kendisiyle konuştuğu
ve kendisine Tevrât'ı verdiği Musa'ya gidin, diyecek. Bunun üzerine insanlar
ona gidecekler. O ise:
-Haksız yere öldürdüğü canı hatırlayıp Rabbinden utanacak
ve:
-Allah'ın kulu, elçisi, kelâmı ve rûhu olan İsa'ya gidin,
diyecek. Bunun üzerine O:
-Ben buna yetkili değilim. Fakat Allah'ın geçmiş ve
gelecek günahlarını bağışladığı, kulu Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-'e gidin! diyecek. Bunun üzerine bana
gelecekler. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin
verilecek. Rabbimi görünce, Rabbime secdeye kapanacağım. Allah'ın dilediği
kadar secdede kalacağım. Sonra şöyle denilecek:
-Ey Muhammed! Başını kaldır! Dilediğini söyle,
söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine gelecektir!
Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir! buyuracak. Bunun üzerine ben,
başımı yerden kaldırıp bana öğrettiği hamdlerle ona hamd edeceğim. Sonra şefaat
edeceğim. Bana bir sınır konulacak ve onları cennete girdireceğim. Sonra
Rabbime tekrar dönüp O'nu görünce önceki gibi secdeye kapanacağım. Sonra bana
bir sınır konulacak ve onları cennete girdireceğim. Sonra Rabbime dördüncü defa
dönüp şöyle diyeceğim:
-Cehennemde, Kur'an'ın mâni olduğu ve orada kalmaları
gerekli olan kimselerden başka kimse kalmadı."[71]
Allah Teâlâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-
hakkında ise şöyle buyurmuştur:
﴿ مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَآ أَحَدٖ
مِّن رِّجَالِكُمۡ وَلَٰكِن رَّسُولَ ٱللَّهِ وَخَاتَمَ ٱلنَّبِيِّۧنَۗ ...
﴾
[ سورة الأحزاب من
الآية :40 ]
"Muhammed,
sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir. Fakat O, Allah’ın elçisi ve
nebilerin sonuncusudur."[72]
Allah Teâlâ'nın müstakil bir şeriatla
gönderdiği bir elçiden veya daha önceki nebinin şeriatını yenilemesi için
kendisine vahyedilen bir nebiden yoksun hiçbir topluluk bırakmamıştır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَلَقَدۡ بَعَثۡنَا فِي كُلِّ أُمَّةٖ رَّسُولًا أَنِ ٱعۡبُدُواْ ٱللَّهَ
وَٱجۡتَنِبُواْ ٱلطَّٰغُوتَۖ...﴾
[ سورة النحل من الآية :36 ]
"Şüphesiz biz, (geçmişte) her ümmete bir elçi gönderdik (ve ona
şöyle söylemesini emrettik): ‘Yalnızca Allah’a ibâdet edin ve Tâğûta ibâdet
etmekten sakının."[73]
﴿ إِنَّآ أَرۡسَلۡنَٰكَ بِٱلۡحَقِّ
بَشِيرٗا وَنَذِيرٗاۚ وَإِن مِّنۡ أُمَّةٍ إِلَّا خَلَا فِيهَا نَذِيرٞ ٢٤ ﴾
[
سورة فاطر الآية :24 ]
"Şüphesiz biz, (seni tasdik
edeni ve sünnetine göre hareket edeni cennetle) müjdeleyici ve (seni
yalanlayanı ve sana karşı geleni cehennemle) uyarıcı olman için seni hak ile
gönderdik. İçlerinde uyarıcı olmayan hiçbir ümmet yoktur." [74]
﴿
إِنَّآ أَنزَلۡنَا ٱلتَّوۡرَىٰةَ فِيهَا هُدٗى وَنُورٞۚ يَحۡكُمُ بِهَا
ٱلنَّبِيُّونَ ٱلَّذِينَ أَسۡلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ وَٱلرَّبَّٰنِيُّونَ
وَٱلۡأَحۡبَارُ بِمَا ٱسۡتُحۡفِظُواْ مِن كِتَٰبِ ٱللَّهِ وَكَانُواْ عَلَيۡهِ
شُهَدَآءَۚ ...﴾
[ سورة المائدة الآية :44 ]
"Andolsun ki
biz, içerisinde hidâyet (doğru
yolu gösterip hükümleri açıklayan) ve nûr olan Tevrât’ı indirdik. Allah’ın
emrine teslim olmuş nebiler, yahûdiler arasında Tevrât ile hükmederlerdi.
Rablerinin emrine teslim olmuş yahûdîlerden âbid kimseler ve âlimler de onunla
hükmetmişler ve nebilerinin yahûdiler arasında Tevrât ile hükmettiklerine hepsi
şâhitlik etmişlerdi."[75]
Elçiler, yaratılmış insanlardır. Onlar,
rubûbiyet ve ulûhiyet hususiyetlerinden hiçbir şeye sâhip değillerdir.
Nitekim
Allah Teâlâ, elçilerin efendisi ve makam yönünden Allah katında elçilerin en
büyüğü olan elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında şöyle
buyurmuştur:
﴿
قُل لَّآ أَمۡلِكُ لِنَفۡسِي نَفۡعٗا وَلَا ضَرًّا إِلَّا مَا شَآءَ ٱللَّهُۚ
وَلَوۡ كُنتُ أَعۡلَمُ ٱلۡغَيۡبَ لَٱسۡتَكۡثَرۡتُ مِنَ ٱلۡخَيۡرِ وَمَا مَسَّنِيَ
ٱلسُّوٓءُۚ إِنۡ أَنَا۠ إِلَّا نَذِيرٞ وَبَشِيرٞ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ ١٨٨ ﴾
[ سورة
الأعراف الآية :188 ]
"(Ey Nebi!
Onlara) de ki: ‘Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda
ya da zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha
çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir kötülük de dokunmazdı. Ben, inanan bir
topluluk için sadece bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."[76]
﴿
قُلۡ إِنِّي لَآ أَمۡلِكُ لَكُمۡ ضَرّٗا وَلَا رَشَدٗا ٢١ قُلۡ إِنِّي لَن
يُجِيرَنِي مِنَ ٱللَّهِ أَحَدٞ وَلَنۡ أَجِدَ مِن دُونِهِۦ مُلۡتَحَدًا ٢٢ ﴾
[ سورة الجن الآيتان :21-22 ]
"(Ey Nebi! Onlara) de ki: Ben, sizden ne bir zararı
savmaya, ne de size bir yarar sağlamaya gücüm yeter. De ki: Allah’(ın
azabın)dan hiç kimse beni kurtaramaz. (Azabından kaçıp) sığınabileceğim
başka bir yer de bulamam."[77]
İnsanlığın hususiyetlerinden olan hastalık, ölüm, yeme ve içme ihtiyacı
ve diğer şeylere, elçiler de maruz kalırlar.
Nitekim
Allah Teâlâ, İbrahim -aleyhisselâm- hakkında onun Rabbini vasfederken onun
diliyle şöyle buyurmuştur:
﴿
وَٱلَّذِي هُوَ يُطۡعِمُنِي وَيَسۡقِينِ ٧٩ وَإِذَا مَرِضۡتُ فَهُوَ يَشۡفِينِ ٨٠
وَٱلَّذِي يُمِيتُنِي ثُمَّ يُحۡيِينِ ٨١ ﴾
[ سورة الشعراء الآيتان:79-81 ]
"(İbrahim
dedi ki:) Bana yediren ve içiren O’dur. Hastalandığımda bana
şifâ veren O’dur. Beni (dünyada rûhumu alarak) öldürecek, sonra da
(kıyâmet gününde) diriltecek olan O’dur."[78]
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(( إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ
مِثْلُكُمْ، أَنْسَى كَمَا تَنْسَوْنَ، فَإِذَا نَسِيتُ فَذَكِّرُونِي ))
[ رواه البخاري ومسلم ]
"Ben,
ancak sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi, ben de unuturum. O halde
unuttuğum zaman, bana hatırlatın." [79]
Allah Teâlâ, ibâdetleri sebebiyle elçileri en yüce makamlarda ve övgü
bağlamında nitelendirmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ, Nûh -aleyhisselâm- hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿
ذُرِّيَّةَ مَنۡ حَمَلۡنَا مَعَ نُوحٍۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَبۡدٗا شَكُورٗا ٣ ﴾
[ سورة الإسراء :3 ]
"Ey Nûh ile birlikte (gemiyle
kurtarıp) taşıdığımız kimselerin nesli! (İbâdette Allah'a ortak
koşmayın ve Nûh'u örnek alarak O'nun nimetlerine şükredenler olun). Şüphesiz
o, (bütün azalarıyla) Allah'a çokça şükreden bir kul idi."[80]
Allah
Teâlâ, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında ise şöyle
buyurmuştur:
﴿
تَبَارَكَ ٱلَّذِي نَزَّلَ ٱلۡفُرۡقَانَ عَلَىٰ عَبۡدِهِۦ لِيَكُونَ
لِلۡعَٰلَمِينَ نَذِيرًا ١ ﴾
[ سورة الفرقان الآية :1 ]
"(Cinleri ve insanları, Allah’ın azabından korkutmak için)
Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı (Kur’an'ı) indiren
Allah’ın hayır ve bereketi pek çoktur."[81]
Allah Teâlâ, İbrahim, İshak ve Yakub
-Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun- haklarında ise şöyle
buyurmuştur:
﴿
وَٱذۡكُرۡ عِبَٰدَنَآ إِبۡرَٰهِيمَ وَإِسۡحَٰقَ وَيَعۡقُوبَ أُوْلِي ٱلۡأَيۡدِي
وَٱلۡأَبۡصَٰرِ ٤٥ إِنَّآ أَخۡلَصۡنَٰهُم بِخَالِصَةٖ ذِكۡرَى ٱلدَّارِ ٤٦
وَإِنَّهُمۡ عِندَنَا لَمِنَ ٱلۡمُصۡطَفَيۡنَ ٱلۡأَخۡيَارِ ٤٧ ﴾
[ سورة ص الآيـات :45-47 ]
"(Ey Nebi! Allah’a itaatte) güçlü ve (O’nun dîninde)
basîretli kullarımız İbrâhîm, İshâk ve Yâkub’u da hatırla. Şüphesiz biz, onlara
büyük bir ayrıcalık verdik. Öyle ki onları, âhiret yurdunu kalplerinde düşünen
kimseler kıldık. (Nitekim bize itaat ederek âhiret yurdu için çalışıp
insanları O'na çağırdılar). Şüphesiz onlar (elçiler), katımızdaki
seçkin kimselerdendir."[82]
Allah Teâlâ, Meryem oğlu İsâ
-aleyhisselâm- hakkında ise şöyle buyurmuştur:
﴿
إِنۡ هُوَ إِلَّا عَبۡدٌ أَنۡعَمۡنَا عَلَيۡهِ وَجَعَلۡنَٰهُ مَثَلٗا لِّبَنِيٓ
إِسۡرَٰٓءِيلَ ٥٩ ﴾
[ سورة الزخرف الآية :59 ]
"Kendisine (elçilik vererek) ikrâmda bulunduğumuz ve
İsrâîloğullarına bir mûcize (ve ibret) kıldığımız O (İsâ), bir
kuldan başka bir şey değildir."[83]
Elçilere (peygamberlere) îmân, dört hususu
içerir:
1. Elçilere
verilen risâlet (elçilik) görevlerinin Allah Teâlâ tarafından hak olduğuna îmân
etmeyi içerir.
Her kim, elçilerden birisinin
elçiliğini inkâr ederse, hepsini inkâr etmiş sayılır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿كَذَّبَتۡ
قَوۡمُ نُوحٍ ٱلۡمُرۡسَلِينَ ٥ ﴾ [ سورة الشعراء
الآية : 105]
"Nuh’un
kavmi, elçilerini yalanladılar."[84]
Nuh -aleyhisselâm-'ı yalanladıklarında
ondan önce hiçbir elçi olmamasına rağmen Allah, Nûh -aleyhisselâm-'ın kavmini,
bütün elçileri yalanlamış olarak kabul etmiştir.
Buna göre Muhammed -sallallahu aleyhi
ve sellem-'i yalanlayan ve O'na uymayan hıristiyanlar, aynı zamanda Meryem oğlu
İsa'yı da yalanlamış ve ona tâbi olmamış sayılırlar. Özellikle İsa
-aleyhisselâm-, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i hıristiyanlara
müjdelediği halde...
Allah Teâlâ'nın, Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem- ile hıristiyanları dalâletten kurtarıp dosdoğru yola iletecek
bir elçi olduğuna îmân etmedikçe, bu müjdenin hıristiyanlar için hiçbir anlamı
yoktur.
2. Elçilerden ismini bildiğimize, ismiyle îmân ederiz.
Örneğin Muhammed, İbrahim, Musa, İsa, Nûh gibi
-Allah'ın salât ve selâmı, onların üzerine olsun-.
Bu beş elçi, Ulu'l-Azm olarak bilinir.
Nitekim
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de iki yerde onları zikretmiş ve şöyle buyurmuştur:
﴿
وَإِذۡ أَخَذۡنَا مِنَ ٱلنَّبِيِّۧنَ مِيثَٰقَهُمۡ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٖ
وَإِبۡرَٰهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَى ٱبۡنِ مَرۡيَمَۖ وَأَخَذۡنَا مِنۡهُم
مِّيثَٰقًا غَلِيظٗا ٧ ﴾ [ سورة الأحزاب الآية :7 ]
"(Ey Nebi! Hatırlar mısın?) Biz, nebilerden (risâleti
tebliğ edeceklerine dâir) söz almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim’den,
Musa’dan ve Meryem oğlu İsa’dan da (söz almıştık).Biz, onlardan (risâleti
tebliğ ederek emâneti yerine getireceklerine ve birbirlerini tasdik
edeceklerine dâir) kesin bir söz almıştık."[85]
﴿
۞شَرَعَ لَكُم مِّنَ ٱلدِّينِ مَا وَصَّىٰ بِهِۦ نُوحٗا وَٱلَّذِيٓ أَوۡحَيۡنَآ
إِلَيۡكَ وَمَا وَصَّيۡنَا بِهِۦٓ إِبۡرَٰهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَىٰٓۖ أَنۡ
أَقِيمُواْ ٱلدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُواْ فِيهِۚ ...
﴾
[
سورة الشورى الآية :13]
"(Ey insanlar!) Dîni ayakta tutun ve ayrılığa düşmeyin
diye Nûh’a (tebliğ etmesini) tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi,
İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi, Allah size dîn kıldı."[86]
Elçilerden isimlerini bildiklerimize ise,
genel olarak îmân ederiz.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا رُسُلٗا مِّن قَبۡلِكَ مِنۡهُم مَّن قَصَصۡنَا عَلَيۡكَ
وَمِنۡهُم مَّن لَّمۡ نَقۡصُصۡ عَلَيۡكَۗ ...﴾
[ سورة غافر من الآية :78 ]
"(Ey Muhammed!) Andolsun ki senden önce (birçok) elçiler (peygamberler)
gönderdik. Onlardan kimisini(n haberini) sana anlattık, kimisini de sana
anlatmadık." [87]
3. Elçilerin haber verdikleri doğru şeyleri
tasdik etmek gerekir.
4. Elçilerden bize gönderilenin şeriatına göre
hareket etmek ve ona göre yaşamak gerekir. O elçi de insanların hepsine birden
gönderilen Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'dir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤۡمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيۡنَهُمۡ
ثُمَّ لَا يَجِدُواْ فِيٓ أَنفُسِهِمۡ حَرَجٗا مِّمَّا قَضَيۡتَ وَيُسَلِّمُواْ
تَسۡلِيمٗا ٦٥ ﴾ [ سورة النساء الآية :65 ]
"Hayır!
Rabbine yemîn olsun ki (Ey
Nebi!) Onlar kendi aralarında çıkan anlaşmazlıklarda (hayatta iken)
seni, (vefatından sonra da sünnetini) hakem kılıp sonra da senin
verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve ona tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar."[88]
Elçilere îmân, mü'mine pek çok faydalar sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Allah
Teâlâ’nın kullarına olan rahmeti ve onlara verdiği kıymeti bilmemizi sağlar.
Öyle ki Allah'ın dosdoğru yoluna iletmek ve O'na nasıl ibâdet etmek gerektiğini
açıklamak için Allah Teâlâ insanlara elçiler göndermiştir. Çünkü insan aklı,
yalnız başına bu şeyleri idrak edemez.
2. Bu
büyük nimetine karşılık olarak Allah Teâlâ’ya şükretmemizi sağlar.
3.Elçileri sevmemizi, onlara gereği
gibi saygı göstermemizi ve onları lâyık oldukları şekilde övmemizi sağlar.Çünkü
elçiler, Allah Teâlâ’nın elçileridir.Onlar, Allah Teâlâ'ya ibâdet eden, O’nun
elçilik görevini tebliğ eden, Allah Teâlâ'nın kullarına nasihat eden
kimselerdir.
İnatçı kâfirler (tarih boyunca), Allah'ın
göndermiş olduğu elçilerin insanlardan olamayacağını iddiâ ederek elçileri
yalanlamışlardır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu iddiâyı boşa çıkarıp geçersiz kılmış ve şöyle buyurmuştur:
﴿
وَمَا مَنَعَ ٱلنَّاسَ أَن يُؤۡمِنُوٓاْ إِذۡ جَآءَهُمُ ٱلۡهُدَىٰٓ إِلَّآ أَن
قَالُوٓاْ أَبَعَثَ ٱللَّهُ بَشَرٗا رَّسُولٗا ٩٤ قُل لَّوۡ كَانَ فِي ٱلۡأَرۡضِ
مَلَٰٓئِكَةٞ يَمۡشُونَ مُطۡمَئِنِّينَ لَنَزَّلۡنَا عَلَيۡهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ
مَلَكٗا رَّسُولٗا ٩٥ ﴾ [ سورة الإسراء
الآيتان :94-95 ]
"İnsanlara hidâyet rehberi geldiğinde,
onların (Allah'a
ve elçisine) îmân etmelerine, 'Allah, elçi olarak bir insanı mı gönderdi?'
demeleri engel olmuştur. (Ey Nebi! Müşriklere) De ki: Eğer yeryüzünde
yürüyen ve nimetlerinden istifade eden melekler olsaydı, biz onlara gökten elçi
olarak bir melek indirirdik (gönderirdik)."[89]
Allah
Teâlâ, elçinin mutlaka insan olması gerektiğini belirterek bu iddiâyı boşa
çıkarıp geçersiz kılmıştır. Çünkü elçi, insanlar olan yeryüzü halkına
gönderilmiştir. Şayet yeryüzü halkı melekler olsaydı, onlar gibi olması için,
onlara gökten bir meleği elçi olarak indirirdi.
Aynı
şekilde Allah Teâlâ, elçileri yalanlayanların şöyle dediklerini haber
vermiştir:
﴿ ۞قَالَتۡ
رُسُلُهُمۡ أَفِي ٱللَّهِ شَكّٞ فَاطِرِ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۖ يَدۡعُوكُمۡ
لِيَغۡفِرَ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمۡ وَيُؤَخِّرَكُمۡ إِلَىٰٓ أَجَلٖ مُّسَمّٗىۚ
قَالُوٓاْ إِنۡ أَنتُمۡ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُنَا تُرِيدُونَ أَن تَصُدُّونَا
عَمَّا كَانَ يَعۡبُدُ ءَابَآؤُنَا فَأۡتُونَا بِسُلۡطَٰنٖ مُّبِينٖ ١٠ قَالَتۡ
لَهُمۡ رُسُلُهُمۡ إِن نَّحۡنُ إِلَّا بَشَرٞ مِّثۡلُكُمۡ وَلَٰكِنَّ ٱللَّهَ
يَمُنُّ عَلَىٰ مَن يَشَآءُ مِنۡ عِبَادِهِۦۖ وَمَا كَانَ لَنَآ أَن
نَّأۡتِيَكُم بِسُلۡطَٰنٍ إِلَّا بِإِذۡنِ ٱللَّهِۚ وَعَلَى ٱللَّهِ
فَلۡيَتَوَكَّلِ ٱلۡمُؤۡمِنُونَ ١١ ﴾ [ سورة إبراهيم
الآيتان :10-11 ]
"Onlar: Siz de sadece bizim gibi birer
insansınız (elçi
olabilmeniz için sizi bizden üstün kılan bir tarafınız yoktur). Atalarımızın
ibâdet ettiklerinden bizi alıkoymak istiyorsunuz. O halde bize (sizin doğru
söylediğinize şâhitlik eden) apaçık bir delil getirin, dediler. Elçileri
onlara dediler ki: (Gerçekten) Biz, (dediğiniz gibi) ancak sizin
gibi birer insanız.Fakat Allah, kullarından dilediğine iyilikte bulunur (ve
onu risâlet görevi için seçer). (İstediğiniz apaçık delile gelince),
Allah’ın izni olmadıkça biz size delil getiremeyiz. Müminler (her
işlerinde) sadece Allah’a dayansınlar."[90]
% % % % %
ÂHİRET GÜNÜNE ÎMÂN:
Âhiret günü:
İnsanların hesap ve cezâ için yeniden diriltilecekleri kıyâmet günüdür.
Âhiret günü denilmesinin sebebi; o günden
sonra başka bir günün olmamasından dolayıdır. Zirâ cennetlikler, cennetteki
yerlerine, cehennemlikler ise cehennemdeki yerlerine yerleşeceklerdir.
Âhiret gününe îmân üç hususu içerir:
1. Ölümden sonraki diriliş anlamına gelen "Ba's"a îmân etmeyi
içerir. Bu da ölülerin Sûr’a ikinci üflenişten sonraki diriltilmesidir.
Sûr’a üflendiği zaman ölüler yeniden
diriltilecekler ve insanlar yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak hesap vermek
üzere Âlemlerin Rabbinin huzuruna duracaklardır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
...
كَمَا بَدَأۡنَآ أَوَّلَ خَلۡقٖ نُّعِيدُهُۥۚ وَعۡدًا عَلَيۡنَآۚ إِنَّا كُنَّا
فَٰعِلِينَ ١٠٤ ﴾
[ سورة الأنبياء من الآية :104 ]
"(Kıyâmet günü insanı) tıpkı ilk defa (anasından yeni
doğduğu gün) yarattığımız gibi onu yeniden diriltiriz. Bunu yerine getirmeyi
gerçekten vadettik. Bir şeyi vadettiğimiz-de (onu dâima) yerine
getiririz."[91]
Ba'sın (ölümden sonraki dirilişin)
gerçek ve sâbit olduğuna Kur'an, sünnet ve müslümanların icmâı delâlet
etmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
ثُمَّ إِنَّكُم بَعۡدَ ذَٰلِكَ لَمَيِّتُونَ ١٥ ثُمَّ إِنَّكُمۡ يَوۡمَ
ٱلۡقِيَٰمَةِ تُبۡعَثُونَ ١٦ ﴾
[ سورة المؤمنون الآيتان :15-16 ]
"(Ey
insanlar!) Sonra siz, bundan (ecelinizin bitmesin-den) sonra mutlaka
öleceksiniz. Sonra da şüphesiz siz, kıyâmet gününde yeniden
diriltileceksiniz."[92]
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
(( يُحْشَرُ النَّاسُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ
حُفَاةً عُرَاةً غُرْلاً.)) [متفق عليه]
"İnsanlar,
kıyâmet gününde yalınayak, çıplak ve (erkekler) sünnetsiz olarak
haşrolunacaklardır."[93]
Müslümanlar, kıyâmet gününde insanların
yeniden diriltileceklerinin sâbit olduğunda icmâ etmişlerdir. Onların
yaratılışlarının hikmetinin gereği de budur. Zirâ bu hikmet, Allah'ın,
yeryüzündeki bu halife için yeniden dönecekleri bir zamanın olmasını ve
elçilerin dili üzere görevlendirdiği bu kimselere yaptıklarının karşılığını
vermesini gerektirir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
أَفَحَسِبۡتُمۡ أَنَّمَا خَلَقۡنَٰكُمۡ عَبَثٗا وَأَنَّكُمۡ إِلَيۡنَا لَا
تُرۡجَعُونَ ١١٥ ﴾
[ سورة المؤمنون الآية
:115 ]
"Sizi, boş yere (emir ve yasak, sevap ve ceza olmaksızın) yarattığımızı ve (kıyâmet
günü) gerçekten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız."[94]
Allah
Teâlâ, elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- hakkında ise şöyle
buyurmuştur:
﴿إِنَّ ٱلَّذِي فَرَضَ عَلَيۡكَ ٱلۡقُرۡءَانَ لَرَآدُّكَ
إِلَىٰ مَعَادٖۚ ..﴾[سورة القصص من الآية : 85]
"(Ey
Nebi!) Şüphesiz sana Kur'an'ı indiren, (onu tebliğ etmeyi ve ona sımsıkı
sarılmayı) farz kılan Allah, mutlaka seni döneceğin yere (Mekke'ye)
döndürecektir."[95]
2. Hesap ve cezaya îmân etmeyi içerir.
Kul, amelinden hesaba çekilecek ve
yaptıklarının karşılığını alacaktır. Kur'an, sünnet ve müslümanların icmâı buna
delâlet etmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ إِنَّ
إِلَيۡنَآ إِيَابَهُمۡ ٢٥ ثُمَّ إِنَّ عَلَيۡنَا حِسَابَهُم ٢٦ ﴾ [سورة الغاشية الآيتان:25-26]
"Şüphesiz onların (ölümden sonraki) dönüşü, sadece bizedir. Sonra onların (yaptıklarından)
sorguya çekilmesi de sadece bize âittir."[96]
﴿
مَن جَآءَ بِٱلۡحَسَنَةِ فَلَهُۥ عَشۡرُ أَمۡثَالِهَاۖ وَمَن جَآءَ
بِٱلسَّيِّئَةِ فَلَا يُجۡزَىٰٓ إِلَّا مِثۡلَهَا وَهُمۡ لَا يُظۡلَمُونَ ١٦٠ ﴾
[ سورة الأنعام الآية :160 ]
"Kim, (kıyâmet
günü Rabbinin huzuruna) bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı
(iyilik) vardır. Kim de bir kötülükle gelirse, o sadece
getirdiğinin (günahının) misliyle
cezâlandırılır. Onlar (hiçbir) haksızlığa
uğratılmazlar."[97]
﴿
وَنَضَعُ ٱلۡمَوَٰزِينَ ٱلۡقِسۡطَ لِيَوۡمِ ٱلۡقِيَٰمَةِ فَلَا تُظۡلَمُ نَفۡسٞ
شَيۡٔٗاۖ وَإِن كَانَ مِثۡقَالَ حَبَّةٖ مِّنۡ خَرۡدَلٍ أَتَيۡنَا بِهَاۗ
وَكَفَىٰ بِنَا حَٰسِبِينَ ٤٧ ﴾ [ سورة الأنبياء
الآية :47 ]
"Biz,
kıyâmet
günü adâlet terâzileri kurarız. Artık hiç kimse bir haksızlığa uğramaz.(Yapılan bu
iş, hayır olsun, şer olsun) bir hardal tanesi ağırlığınca bile olsa, onu (terâziye)
getiririz. Hesap gören olarak biz, (herkese) yeteriz."[98]
Abdullah b. Ömer'den -radıyallahu anhuma-
rivâyet olunduğuna göre, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( إِنَّ اللهَ يُدْنِي الْمُؤْمِنَ فَيَضَعُ
عَلَيْهِ كَنَفَهُ وَيَسْتُرُهُ، فَيَقُولُ: أَتَعْرِفُ ذَنْبَ كَذَا؟ أَتَعْرِفُ ذَنْبَ
كَذَا؟ فَيَقُولُ: نَعَمْ أَيْ رَبِّ، حَتَّى إِذَا قَرَّرَهُ بِذُنُوبِهِ وَرَأَى
فِي نَفْسِهِ أَنَّهُ قَدْ هَلَكَ قَالَ: سَتَرْتُهَا عَلَيْكَ فِي الدُّنْيَا،
وَأَنَا أَغْفِرُهَا لَكَ الْيَوْمَ، فَيُعْطَى كِتَابَ حَسَنَاتِهِ، وَأَمَّا
الْكُفَّارُ وَالْمُنَافِقُونَ فَيُنَادَى بِهِمْ عَلَى رُءُوسِ الْخَلَائِقِ:
﴿
...
هَٰٓؤُلَآءِ ٱلَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَىٰ رَبِّهِمۡۚ أَلَا لَعۡنَةُ ٱللَّهِ عَلَى
ٱلظَّٰلِمِينَ ١٨ ﴾ [ متفق عليه ]
"Şüphesiz Allah, (kıyâmet günü) mü'min kulunu (ikram ve ihsanına) yaklaştırır,
üzerine perdesini koyup onu örter ve: '(İşlediğin) şu günahı biliyor
musun? Şu günahı biliyor musun?' der. O da:
-Evet yâ Rabbi! der.
Tâ ki bütün günahlarını kabul eder ve kendi
kendine, artık helâk olacağını görünce, Allah ona şöyle der:
-O günahlarını dünyada iken görmezden geldim.
Bugün ise onları senin için bağışlıyorum.
Ardından sevapları bulunan amel defteri ona
verilir. Kâfirler ve münâfıklara gelince, yaratılanların arasından (Allah'ın huzuruna getirilecekler ve) şâhitler onlara:
-İşte (dünyada)
Rablerine yalan söyleyenler (O'na iftirâ edenler) bunlardır. Bilin ki
Allah'ın lâneti, zâlimlerin üzerinedir, diyeceklerdir."[99]
Yine, Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-'den sahih olarak haber verilen hadiste buyurmuştur:
(( إِنَّ اللهَ
كَتَبَ الْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّئَاتِ، ثُمَّ بَيَّنَ ذَلِكَ. فَمَنْ هَمَّ
بِحَسَنَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا، كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ عِنْدَهُ حَسَنَةً
كَامِلَةً، فَإِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ عِنْدَهُ
عَشْرَ حَسَنَاتٍ إِلَى سَبْعِ مِائَةِ ضِعْفٍ إِلَى أَضْعَافٍ كَثِيرَةٍ، وَمَنْ
هَمَّ بِسَيِّئَةٍ فَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ عِنْدَهُ حَسَنَةً
كَامِلَةً، فَإِنْ هُوَ هَمَّ بِهَا فَعَمِلَهَا كَتَبَهَا اللَّهُ لَهُ سَيِّئَةً
وَاحِدَةً.)) [ متفق عليه ]
"Şüphesiz Allah
-azze ve celle-, iyilikleri (sevapları)
ve kötülükleri (günahları) yazmış, sonra da bunları detaylı olarak
(şu sözüyle) açıklamıştır:
-Her kim, bir iyilik yapmaya azmeder de onu
yapmazsa, Allah kendi katından ona bir tam iyilik yazar. Eğer o, iyilik yapmaya
azmeder de onu yaparsa, Allah kendi katından ona on iyilikten yedi yüz iyiliğe,
hatta kat kat daha fazla yazar. Her kim de, bir kötülük yapmaya (günah işlemeye) azmeder de onu yapmazsa, Allah
kendi katından ona bir tam iyilik yazar. Eğer o, kötülük yapmaya azmeder de onu
yaparsa, ona sadece bir kötülük (günah) yazar."[100]
Müslümanlar, yapılan amellere karşılık hesap
ve cezânın sâbit olduğunda icmâ etmişlerdir. Bu da hikmetin gereğidir. Çünkü
Allah Teâlâ kitaplar indirip elçiler göndermiş, elçilerin getirmiş oldukları şeyleri
kabul etmelerini ve yapılması gerekenlere göre hareket etmelerini onlara farz
kılmış, bu konuda muhâlif olanlarla savaşmalarını onlara gerekli kılmış,
muhâliflerin kanlarını, evlatlarını, kadınlarını ve mallarını müslümanlara
helal kılmıştır. Eğer hesap ve cezâ olmasaydı bu durum, abesle iştigal etmek
olurdu ki, hikmet sahibi Rab Teâlâ
bundan münezzehtir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuya işâret etmiş ve şöyle buyurmuştur:
﴿
فَلَنَسَۡٔلَنَّ ٱلَّذِينَ أُرۡسِلَ إِلَيۡهِمۡ وَلَنَسَۡٔلَنَّ ٱلۡمُرۡسَلِينَ
٦ فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيۡهِم بِعِلۡمٖۖ وَمَا كُنَّا غَآئِبِينَ ٧ ﴾ [سورة الأعراف الآيتان :6-7]
"Kendilerine (elçi)
gönderilenlere (elçilerimizin çağrısına uydunuz mu diye) mutlaka
soracağız, gönderilen elçilere de (elçilik görevini tebliğ edip-etmediklerinden
ve onların çağrılarına ümmetlerinin uyup-uymadıklarından) elbette soracağız.
Sonra da onlara, (dünyada yaptıklarını) tam bir bilgi ile anlatacağız.
Biz, onlardan (hiçbir zaman) uzak olmadık."[101]
3. Cennet ve cehenneme îmân etmeyi içerir.
Âhiret gününe îmân; cennete, cehenneme ve her
ikisinin cinler ve insanlar için ebedî dönüş yeri olduğuna îmân etmeyi içerir.
Cennet, Allah Teâlâ'nın muttakî mü'minler için hazırladığı nimetler yurdudur.
Onlar ki, Allah Teâlâ'nın kendilerine farz kıldığı şeylere îmân eden, ibâdeti
yalnızca Allah Teâlâ'ya hâlis kılmak ve elçisine uymak sûretiyle Allah Teâlâ'ya
ve O'nun elçisine itaat eden kimselerdir.
Cennette, hiçbir gözün görmediği, hiçbir
kulağın işitmediği ve hiç kimsenin aklına gelmeyen türlü nimetler vardır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
إِنَّ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ وَعَمِلُواْ ٱلصَّٰلِحَٰتِ أُوْلَٰٓئِكَ هُمۡ خَيۡرُ
ٱلۡبَرِيَّةِ ٧ جَزَآؤُهُمۡ عِندَ رَبِّهِمۡ جَنَّٰتُ عَدۡنٖ تَجۡرِي مِن
تَحۡتِهَا ٱلۡأَنۡهَٰرُ خَٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدٗاۖ رَّضِيَ ٱللَّهُ عَنۡهُمۡ
وَرَضُواْ عَنۡهُۚ ذَٰلِكَ لِمَنۡ خَشِيَ رَبَّهُۥ ٨ ﴾
[ سورة البينة الآيتان :7-8 ]
"Îmân edip
sâlih ameller işleyenlere gelince, işte yaratılmışların en hayırlısı onlardır.
Onların Rableri katındaki mükâfatları, (saraylarının) altından ırmaklar
akan ve içinde ebedî kalacakları Adn cennetleridir. Allah, onlardan râzı olmuş (sâlih
amellerini kabul etmiş), onlar da (kendilerine hazırladığı lütuf ve
ihsana karşılık) Allah’tan râzı olmuşlardır. İşte bu (güzel) mükâfat,
Rabbinden korkan (ve O'nun yasaklarından sakınan) içindir."[102]
Başka bir âyet-i kerîmede şöyle buyurmuştur:
﴿
فَلَا تَعۡلَمُ نَفۡسٞ مَّآ أُخۡفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعۡيُنٖ جَزَآءَۢ
بِمَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ١٧ ﴾
[
سورة السجدة الآية : 17 ]
"Yaptıklarına
karşılık olarak, onlar (mü'minler) için (Allah tarafından) göz
kamaştıran neler saklandığını hiç kimse bilemez."[103]
Cehenneme gelince, orası, Allah
Teâlâ'nın kâfir ve zâlimler için hazırladığı azap yurdudur. Onlar, Allah
Teâlâ'yı inkâr eden ve elçisine karşı gelen kimselerdir.
Cehennemde her türlü azap ve
akla gelmeyen işkenceler vardır.
Nitekim
Allah Teâlâ cehennem ve cehennem azabı hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿
وَٱتَّقُواْ ٱلنَّارَ ٱلَّتِيٓ أُعِدَّتۡ لِلۡكَٰفِرِينَ ١٣١ ﴾
[
سورة آل عمران الآية :131 ]
"Kâfirler
için hazırlanan ateşten kendinizi koruyun!"[104]
﴿
وَقُلِ ٱلۡحَقُّ مِن رَّبِّكُمۡۖ فَمَن شَآءَ فَلۡيُؤۡمِن وَمَن شَآءَ
فَلۡيَكۡفُرۡۚ إِنَّآ أَعۡتَدۡنَا لِلظَّٰلِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمۡ
سُرَادِقُهَاۚ وَإِن يَسۡتَغِيثُواْ يُغَاثُواْ بِمَآءٖ كَٱلۡمُهۡلِ يَشۡوِي
ٱلۡوُجُوهَۚ بِئۡسَ ٱلشَّرَابُ وَسَآءَتۡ مُرۡتَفَقًا ٢٩ ﴾
[ سورة الكهف الآية :29 ]
"(Ey Nebi! O gâfillere) de ki: (Sizin getirdiğiniz)
hak, Rabbinizdendir. O halde (sizden) dileyen îmân
etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz,
zâlimler (kâfirler) için duvarları
kendilerini çepeçevre kuşatan (şiddetli) bir ateş
hazırladık. (Orada şiddetli susuzluktan dolayı su
istemek için) imdât dileyecek olsalar, onlara erimiş maden gibi yüzlerini
haşlayan bir su getirilir. (Susuzluğu gidermeyip aksine arttıran) bu içecek,
ne kötü bir içecek, (cehennem de) ne kötü kalınacak bir yerdir."[105]
﴿إِنَّ ٱللَّهَ
لَعَنَ ٱلۡكَٰفِرِينَ وَأَعَدَّ لَهُمۡ سَعِيرًا ٦٤خَٰلِدِينَ فِيهَآ أَبَدٗاۖ
لَّا يَجِدُونَ وَلِيّٗا وَلَا نَصِيرٗا ٦٥ يَوۡمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمۡ فِي
ٱلنَّارِ يَقُولُونَ يَٰلَيۡتَنَآ أَطَعۡنَا ٱللَّهَ وَأَطَعۡنَا ٱلرَّسُولَا۠ ٦٦﴾
[ سورة الأحزاب الآيـات :64-66 ]
"Şüphesiz Allah, kâfirleri (hem dünya, hem de âhirette) rahmetinden kovmuş ve onlar için
alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklar ve
(kendilerini savunacak) ne bir dost, ne de (kendilerine yardım edecek)
bir yardımcı bulacaklardır. Yüzlerinin
ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, 'Keşke Allah'a ve Rasûle itaat
edeydik' diyecekler."[106]
Ölümden sonraki bütün hususlar, Âhiret gününe
îmân ile bağlantılıdır.
Bu hususlar:
a) Kabir fitnesi (sorgusu):
Ölünün
defnedildikten sonra Rabbinden, dîninden ve nebisinden sorguya çekilmesidir.
Allah Teâlâ, îmân edenleri sağlam söz (lâ ilâhe illallah) ile sâbit kılacaktır.
Mü'min: Rabbim Allah, dînim İslâm ve Nebim Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'dir, diyecektir.
Allah Teâlâ, zâlimleri saptıracaktır.
Kâfir: (Sorulan sorulara) Hah...Hah..
Bilmiyorum! diyecektir.
Münâfık veya şüpheci kimse ise: Bilmiyorum!
İnsanların bir şeyler söylediklerini işittim, ben de onu söyledim, diyecektir.
b) Kabir azabı ve nimeti:
Kabir azabı, münâfıklar ve kâfirlerden
zâlimler için olacaktır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
...
وَلَوۡ تَرَىٰٓ إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ فِي غَمَرَٰتِ ٱلۡمَوۡتِ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ
بَاسِطُوٓاْ أَيۡدِيهِمۡ أَخۡرِجُوٓاْ أَنفُسَكُمُۖ ٱلۡيَوۡمَ تُجۡزَوۡنَ عَذَابَ
ٱلۡهُونِ بِمَا كُنتُمۡ تَقُولُونَ عَلَى ٱللَّهِ غَيۡرَ ٱلۡحَقِّ وَكُنتُمۡ عَنۡ
ءَايَٰتِهِۦ تَسۡتَكۡبِرُونَ ٩٣ ﴾ [سورة الأنعام
الآية :93]
"(Ey
Nebi!) O zâlimleri, ölümün korkunç dehşeti ile boğuşurken, (canlarını
alacak olan) melekler de ellerini uzatmış bir halde onlara: ‘Haydi
düştüğünüz şu durumdan kendinizi kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden
(iftirâ etmenizden) dolayı sizler, bugün en alçaltıcı azapla
cezâlandırılacaksınız” derlerken onların halini bir görmüş olsaydın."[107]
Allah Teâlâ, Firavun âilesi hakkında
şöyle buyurmuştur:
﴿
ٱلنَّارُ يُعۡرَضُونَ عَلَيۡهَا غُدُوّٗا وَعَشِيّٗاۚ وَيَوۡمَ تَقُومُ ٱلسَّاعَةُ
أَدۡخِلُوٓاْ ءَالَ فِرۡعَوۡنَ أَشَدَّ ٱلۡعَذَابِ ٤٦ ﴾
[
سورة غافر الآية :46 ]
"Onlar sabah
akşam ateşe sunulurlar (Firavun âilesi, hesap gününe kadar kabirlerinde
azap olunurlar): Kıyâmetin kopacağı gün de (yaptıkları kötü amellerine
karşılık olarak) Firavun âilesini en şiddetli azaba sokun!"[108]
Zeyd
b. Sâbit'in rivâyet ettiği hadiste, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmuştur:
((
إِنَّ هَذِهِ الْأُمَّةَ تُبْتَلَى فِي قُبُورِهَا، فَلَوْ لاَ أَنْ لاَ
تَدَافَنُوا لَدَعَوْتُ اللهَ أَنْ يُسْمِعَكُمْ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ الَّذِي
أَسْمَعُ مِنْهُ. ثُمَّ أَقْبَلَ عَلَيْنَا بِوَجْهِهِ فَقَالَ: تَعَوَّذُوا
بِاللهِ مِنْ عَذَابِ النَّارِ. قَالُوا: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ عَذَابِ النَّارِ.
فَقَالَ: تَعَوَّذُوا بِاللهِ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ. قَالُوا: نَعُوذُ بِاللهِ
مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ. قَالَ: تَعَوَّذُوا بِاللهِ مِنَ الْفِتَنِ مَا ظَهَرَ
مِنْهَا وَمَا بَطَنَ. قَالُوا: نَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الْفِتَنِ مَا ظَهَرَ
مِنْهَا وَمَا بَطَنَ. قَالَ: تَعَوَّذُوا بِاللهِ مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ.
قَالُوا: نَعُوذُ بِاللهِ مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ.)) [ رواه مسلم ]
"Şüphesiz bu
ümmet, kabirlerinde imtihan olunacaktır. Eğer (işittiğinizde)
birbirinizi defnetmenizden korkmasaydım, şahsen işittiğim kabir azabını size
de işittirmesi için Allah'a duâ ederdim.
(Zeyd b.
Sâbit dedi ki:)
Ardından
yüzünü bize dönerek:
-Cehennem
azabından Allah'a sığının, buyurdu.
(Sahâbe):
-Cehennem
azabından Allah'a sığınırız, dediler.
-Kabir
azabından Allah'a sığının, buyurdu.
(Sahâbe):
-Kabir azabından
Allah'a sığınırız, dediler.
-Fitnelerin
açığından ve gizlisinden Allah'a sığının, buyurdu.
(Sahâbe):
-Fitnelerin
açığından ve gizlisinden Allah'a sığınırız, dediler.
-Deccâl'in
fitnesinden Allah'a sığının, buyurdu.
(Sahâbe):
-Deccâl'in
fitnesinden Allah'a sığınırız, dediler."[109]
Kabir nimetlerine gelince,
onlar sâdık mü'minler içindir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
إِنَّ ٱلَّذِينَ قَالُواْ رَبُّنَا ٱللَّهُ ثُمَّ ٱسۡتَقَٰمُواْ تَتَنَزَّلُ
عَلَيۡهِمُ ٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ أَلَّا تَخَافُواْ وَلَا تَحۡزَنُواْ وَأَبۡشِرُواْ
بِٱلۡجَنَّةِ ٱلَّتِي كُنتُمۡ تُوعَدُونَ ٣٠ ﴾
[ سورة فصلت الآية :30 ]
"Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır, deyip,
sonra (O'nun
dîni üzere) dosdoğru olanların üzerine (ölüm anında) melekler inerler
(ve onlara şöyle derler): (Ölüm ve ölüm sonrasından) korkmayın (ve
dünyada arkanızda bıraktığınız şeylere) üzülmeyin, size vaat olunan cennete
sevinin."[110]
﴿
فَلَوۡلَآ إِذَا بَلَغَتِ ٱلۡحُلۡقُومَ ٨٣ وَأَنتُمۡ حِينَئِذٖ تَنظُرُونَ ٨٤
وَنَحۡنُ أَقۡرَبُ إِلَيۡهِ مِنكُمۡ وَلَٰكِن لَّا تُبۡصِرُونَ ٨٥ فَلَوۡلَآ إِن
كُنتُمۡ غَيۡرَ مَدِينِينَ ٨٦ تَرۡجِعُونَهَآ إِن كُنتُمۡ صَٰدِقِينَ ٨٧
فَأَمَّآ إِن كَانَ مِنَ ٱلۡمُقَرَّبِينَ ٨٨ فَرَوۡحٞ وَرَيۡحَانٞ وَجَنَّتُ
نَعِيمٖ ٨٩ وَأَمَّآ إِن كَانَ مِنۡ أَصۡحَٰبِ ٱلۡيَمِينِ ٩٠ فَسَلَٰمٞ لَّكَ
مِنۡ أَصۡحَٰبِ ٱلۡيَمِينِ ٩١ وَأَمَّآ إِن كَانَ مِنَ ٱلۡمُكَذِّبِينَ
ٱلضَّآلِّينَ ٩٢ فَنُزُلٞ مِّنۡ حَمِيمٖ ٩٣ وَتَصۡلِيَةُ جَحِيمٍ ٩٤ إِنَّ هَٰذَا
لَهُوَ حَقُّ ٱلۡيَقِينِ ٩٥ فَسَبِّحۡ بِٱسۡمِ رَبِّكَ ٱلۡعَظِيمِ ٩٦ ﴾
[ سورة الواقعة الآيـات :83-96 ]
"Hele (ölüm
anında) can boğaza dayandığında, o zaman siz bakar durursunuz. Biz, ona (meleklerimizle)
sizden daha yakınız. Fakat siz (onları) göremezsiniz. Eğer hesaba
çekilmeyecekseniz, onu (canı, bedene) geri çevirin. Eğer doğru
söyleyenlerden iseniz. Fakat (ölen, Allah'a) yakın kimselerden ise, (âhirette)
ona rahmet, güzel rızık ve nimet cenneti vardır. Eğer o, (amel defteri)
sağ tarafından verilenlerden ise,(amel defteri) sağ tarafından
verilenlerden sana selâm olsun. Eğer (ölen, ölümden sonraki dirilişi)
yalanlayan ve (doğru yoldan) sapanlardan ise, ona kaynar suda bir
ziyâfet ve cehenneme atılmak vardır.(Ey Nebi! Sana anlattığımız) bu, (şüphe
olmayan) kesin gerçektir. O halde, yüce Rabbinin adını tesbih et!"[111]
Berâ b. Âzib'den -radıyallahu anh- rivâyet
olunduğuna göre, kabrinde
(Münker ve Nekir adlı) iki meleğin sorularına cevap veren mü'min hakkında Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
((... فَيُنَادِي مُنَادٍ فِي السَّمَاءِ
أَنْ صَدَقَ عَبْدِي، فَأَفْرِشُوهُ مِنْ الْجَنَّةِ، وَأَلْبِسُوهُ مِنْ
الْجَنَّةِ، وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى الْجَنَّةِ، قَالَ: فَيَأْتِيهِ مِنْ
رَوْحِهَا، وَطِيبِهَا، وَيُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ مَدَّ بَصَرِهِ... )) [ رواه
أحمد وأبو داود في حديث طويل ]
"...Bunun üzerine semâdan bir ses
gelir: Kulum doğru söyledi. Ona cennetten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu cennetten giydirin ve ona (kabrinden)
cennete giden bir kapı açın.
Nebi
-sallallahu aleyhi sellem- buyurdu ki:
-Ona cennetin esintisinden ve güzel kokusundan
kokular gelir ve kabri, gözünün görebileceği yere kadar genişletilir..."[112]
Âhiret gününe îmân, mü'mine birçok faydalar sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Âhiret
gününün sevabını ümit edip Allah'a itaatte bulunmaya ve bu konuda gayretli
olmaya teşvik eder.
2.
Âhiret gününün azabından ürperip günah işlemekten uzak durmayı ve buna rızâ
göstermeyi sağlar.
3.
Dünya nimetlerini arzulayıp da elde edemeyen mü’mini, âhiret nimetleri ve
sevabını elde edecek olmasıyla teselli eder.
Kâfirler, imkânsız olduğunu iddiâ
ederek ölümden sonraki dirilişi inkâr ettiler. Bu iddiânın bâtıl olduğuna
şeriat, his ve duygular ve akıl delâlet etmiştir.
1. Şeriat bu iddiânın bâtıl olduğuna delâlet eder.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
زَعَمَ ٱلَّذِينَ كَفَرُوٓاْ أَن لَّن يُبۡعَثُواْۚ قُلۡ بَلَىٰ وَرَبِّي
لَتُبۡعَثُنَّ ثُمَّ لَتُنَبَّؤُنَّ بِمَا عَمِلۡتُمۡۚ وَذَٰلِكَ عَلَى ٱللَّهِ
يَسِيرٞ ٧ ﴾ [ سورة التغابن الآية :7 ]
"İnkâr
edenler,(ölümden sonra kabirlerinden) kesinlikle diriltilmeyecekle-rini iddiâ
ettiler.(Ey Nebi! Onlara) de ki:
Hayır! Rabbime yemîn olsun ki (kabirlerinizden) mutlaka diriltileceksiniz, sonra da (dünyada) yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu (durum), Allah'a çok kolaydır."[113]
2. His ve duygular, bu iddiânın bâtıl olduğuna delâlet eder.
Nitekim
Allah Teâlâ, bu dünyada ölüleri diriltmeyi kullarına göstermiştir. Bakara
sûresinde buna beş örnek verilmiştir:
Birinci
örnek: Musa-aleyhisselâm-'ın
kavmi, kendisine "Allah'ı apaçık görmedikçe seni tasdik
etmeyeceğiz" dediklerinde Allah Teâlâ onları öldürmüş, sonra da
yeniden diriltmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ, bu konuda İsrailoğullarına hitaben şöyle buyurmuştur:
﴿
وَإِذۡ قُلۡتُمۡ يَٰمُوسَىٰ لَن نُّؤۡمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى ٱللَّهَ جَهۡرَةٗ
فَأَخَذَتۡكُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَأَنتُمۡ تَنظُرُونَ ٥٥ ثُمَّ بَعَثۡنَٰكُم مِّنۢ
بَعۡدِ مَوۡتِكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تَشۡكُرُونَ ٥٦ ﴾
[ سورة البقرة الآيتان : 55-56 ]
"(Ey
İsrailoğulları!) Hani siz, ey Musa! Allah’ı apaçık görmedikçe, (işittiğimiz
sözün Allah kelâmı olduğunda) seni kesinlikle tasdik etmeyeceğiz, demiştiniz
de, gözlerinizle görmüş olduğunuz bir ateş gökten inmişti de (günahlarınız
ve Allah'a karşı cüretkâr oluşunuz sebebiyle) gözünüz bakıp dururken sizi
yıldırım çarpmıştı. Ölümünüzden sonra belki (Allah'ın üzerinizdeki
nimetlerine) şükredersiniz diye sizi yeniden (yıldırımla)
diriltmiştik."[114]
İkinci
örnek: İsrailoğullarının
üzerinde anlaşmazlığa düştükleri öldürülen adam hakkındaki kıssadır. Allah
Teâlâ, onlara bir sığır kesmelerini ve kimin öldürdüğünü onlara haber vermesi
için sığırın bir parçasıyla o adama vurmalarını emretmişti.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَإِذۡ قَتَلۡتُمۡ نَفۡسٗا فَٱدَّٰرَٰٔتُمۡ فِيهَاۖ وَٱللَّهُ مُخۡرِجٞ مَّا
كُنتُمۡ تَكۡتُمُونَ ٧٢ فَقُلۡنَا ٱضۡرِبُوهُ بِبَعۡضِهَاۚ كَذَٰلِكَ يُحۡيِ
ٱللَّهُ ٱلۡمَوۡتَىٰ وَيُرِيكُمۡ ءَايَٰتِهِۦ لَعَلَّكُمۡ تَعۡقِلُونَ ٧٣ ﴾
[سورة البقرة الآيتان :72-73]
"(Ey
İsrailoğulları!) Hani siz, bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında
anlaşmazlığa düşmüştünüz (suçu birbirinize atmıştınız). Oysa Allah
gizlemekte olduğunuzu (öldüreni) ortaya çıkaracaktır. Sığırın bir
parçası ile ona (öldürülen adama) vurun, dedik. Allah, ölüleri (kıyâmet
günü) de işte böyle diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size (O'nun
kudretinin kemâline delâlet eden) mucizelerini gösteriyor."[115]
Üçüncü
örnek: Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusuyla
yurtlarından kaçan topluluk hakkındaki kıssadır. Allah Teâlâ onları öldürmüş,
sonra da diriltmişti.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
۞أَلَمۡ تَرَ إِلَى ٱلَّذِينَ خَرَجُواْ مِن دِيَٰرِهِمۡ وَهُمۡ أُلُوفٌ حَذَرَ
ٱلۡمَوۡتِ فَقَالَ لَهُمُ ٱللَّهُ مُوتُواْ ثُمَّ أَحۡيَٰهُمۡۚ إِنَّ ٱللَّهَ
لَذُو فَضۡلٍ عَلَى ٱلنَّاسِ وَلَٰكِنَّ أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ لَا يَشۡكُرُونَ ٢٤٣ ﴾
[ سورة البقرة الآية :243 ]
"(Ey Nebi!) Binlerce kişi
oldukları halde, (vebâdan veya savaşta) ölüm korkusuyla yurtlarından
çıkan (kaçan)ları görmedin mi? Allah onlara: 'Ölün' dedi, (Allah'ın
kaderinden kaçtıkları için toptan öldüler. Bir süre) sonra da onları
yeniden diriltti. Şüphesiz Allah, (pek çok nimetiyle) insanlara karşı
ikram sahibidir. Fakat insanların çoğu (Allah'ın bu ikramına)
şükretmezler."[116]
Dördüncü örnek: Yerle
bir olmuş, ölü bir kasabaya uğrayan ve Allah Teâlâ'nın orayı tekrar
diriltmesini imkânsız olarak gören ve Allah Teâlâ’nın onu yüz sene öldürüp
sonra tekrar dirilttiği kimse hakkındaki kıssadır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
أَوۡ كَٱلَّذِي مَرَّ عَلَىٰ قَرۡيَةٖ وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا قَالَ
أَنَّىٰ يُحۡيِۦ هَٰذِهِ ٱللَّهُ بَعۡدَ مَوۡتِهَاۖ فَأَمَاتَهُ ٱللَّهُ مِاْئَةَ
عَامٖ ثُمَّ بَعَثَهُۥۖ قَالَ كَمۡ لَبِثۡتَۖ قَالَ لَبِثۡتُ يَوۡمًا أَوۡ بَعۡضَ
يَوۡمٖۖ قَالَ بَل لَّبِثۡتَ مِاْئَةَ عَامٖ فَٱنظُرۡ إِلَىٰ طَعَامِكَ
وَشَرَابِكَ لَمۡ يَتَسَنَّهۡۖ وَٱنظُرۡ إِلَىٰ حِمَارِكَ وَلِنَجۡعَلَكَ ءَايَةٗ
لِّلنَّاسِۖ وَٱنظُرۡ إِلَى ٱلۡعِظَامِ كَيۡفَ نُنشِزُهَا ثُمَّ نَكۡسُوهَا
لَحۡمٗاۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَهُۥ قَالَ أَعۡلَمُ أَنَّ ٱللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ
شَيۡءٖ قَدِيرٞ ٢٥٩ ﴾ [ سورة البقرة الآية :259]
"Veya (ey Nebi!) Altı
üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan ve: 'Allah, ölümden sonra burasını nasıl
diriltir? diyen kimseyi gördün mü? Bunun üzerine Allah, onu öldürüp yüz sene
bıraktı, sonra onu tekrar diriltti. Ona: (Burada ölü olarak) ne kadar
süre kaldın? dedi. O da: Bir gün veya bir günün bir kısmı kaldım, dedi. Hayır,
sen yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır (bu
kadar uzun sürede onları bozulmadan nasıl korumuştur?). Eşeğine de bak.
(Öldükten sonra yeniden diriltmeye Allah'ın gücünün yettiğine açıkça delâlet
etmesi için) seni insanlara bir ibret kılalım diye (yaptık).Bir de o
kemiklere bak,(dağınık bir halde iken) nasıl bir araya getirip sonra da
onlara et giydiriyoruz? dedi. Kendisine bunlar apaçık belli olduktan sonra (Allah'ın
azametini itiraf ederek): Artık biliyorum ki Allah’ın her şeye gücü yeter,
dedi (ve böylelikle o, insanlara bir ibret oldu)."[117]
Beşinci
örnek: İbrahim
Halîl -aleyhisselâm- , Allah Teâlâ'ya ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine
göstermesini istediğinde, Allah Teâlâ ona, dört tane kuş yakalayıp kesmesini,
bu kuşları kestikten sonra parçalara ayırmasını, bu parçaları da çevresindeki
dağ başlarına koymasını, sonra da onları kendisine çağırmasını emretti. (Böyle
yaptıktan sonra) parçalar, birbiriyle kaynaşıp İbrahim -aleyhisselâm-'a koşarak
geldiler.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ وَإِذۡ قَالَ إِبۡرَٰهِۧمُ رَبِّ أَرِنِي كَيۡفَ تُحۡيِ
ٱلۡمَوۡتَىٰۖ قَالَ أَوَ لَمۡ تُؤۡمِنۖ قَالَ بَلَىٰ وَلَٰكِن لِّيَطۡمَئِنَّ
قَلۡبِيۖ قَالَ فَخُذۡ أَرۡبَعَةٗ مِّنَ ٱلطَّيۡرِ فَصُرۡهُنَّ إِلَيۡكَ ثُمَّ
ٱجۡعَلۡ عَلَىٰ كُلِّ جَبَلٖ مِّنۡهُنَّ جُزۡءٗا ثُمَّ ٱدۡعُهُنَّ يَأۡتِينَكَ
سَعۡيٗاۚ وَٱعۡلَمۡ أَنَّ ٱللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٞ ٢٦٠ ﴾
[ سورة البقرة الآية :260 ]
"(Ey Nebi! Hatırlar mısın)
İbrahim: Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. (Allah da
ona:) Yoksa îmân etmedin mi? dedi. İbrahim: Bilakis (îmân ettim),
fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)! dedi. Bunun üzerine
Allah: O halde dört tane kuş yakala. Onları yanına al, sonra onları (parçalayıp)
her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra da onları kendine çağır;
koşarak gelirler. Bil ki Allah, azîzdir (hiçbir şey O'na üstün gelmez), (her
işinde) hikmet sahibidir."[118]
Bunlar, ölüleri diriltmenin
mümkün olduğuna delâlet eden, vukû bulmuş, hissedilebilen ve algılanabilen
örneklerdir.
Meryem oğlu İsâ'nın, Allah
Teâlâ'nın izniyle ölüleri diriltmek ve onları kabirlerinden çıkarmak gibi,
Allah Teâlâ'nın kıldığı bazı mucizelere daha önce işâret edilmişti.
5. Akıl, Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir ki bu iki yönden
olmaktadır:
a) Şüphesiz
Allah Teâlâ, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi vücûda getiren, gökleri
ve yeri baştan yaratandır. Bütün kulları baştan yaratmaya gücü yeten Allah, onu
yeniden yaratmaktan âciz kalmaz.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَهُوَ ٱلَّذِي يَبۡدَؤُاْ ٱلۡخَلۡقَ ثُمَّ يُعِيدُهُۥ وَهُوَ أَهۡوَنُ عَلَيۡهِۚ
وَلَهُ ٱلۡمَثَلُ ٱلۡأَعۡلَىٰ فِي ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۚ وَهُوَ ٱلۡعَزِيزُ
ٱلۡحَكِيمُ ٢٧ ﴾ [ سورة الروم الآية :27 ]
"Önce (yoktan) yaratan,
(ölümden) sonra onu tekrarlayacak (diriltecek) olan O'dur. Bu (öldükten
sonra yeniden diriltmek),O’na (baştan yaratmaktan) daha kolaydır.
Göklerde ve yerde bulunan en üstün sıfatlar O’nundur. O, azîzdir (hiçbir
şey O'na üstün gelemez), (her işinde) hikmet sahibidir."[119]
Başka bir âyette şöyle
buyurmuştur:
﴿
...
كَمَا بَدَأۡنَآ أَوَّلَ خَلۡقٖ نُّعِيدُهُۥۚ وَعۡدًا عَلَيۡنَآۚ إِنَّا كُنَّا
فَٰعِلِينَ ١٠٤ ﴾
[ سورة الأنبياء من الآية :104 ]
"(Kıyâmet günü insanı) tıpkı ilk defa yarattığımız (anasından
doğduğu gün) gibi onu yeniden diriltiriz. Bunu yerine getirmeyi gerçekten
vadettik. Bir şeyi vadettiğimiz zaman (onu dâima) yerine
getiririz."[120]
Allah Teâlâ, çürümüş kemiklerin
diriltilmesini inkâr edenlere şöyle cevap vermesini emretmiştir:
﴿
قُلۡ يُحۡيِيهَا ٱلَّذِيٓ أَنشَأَهَآ أَوَّلَ مَرَّةٖۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلۡقٍ
عَلِيمٌ ٧٩ ﴾
[ سورة يس الآية :79 ]
"(Ey Nebi! Yeniden dirilişi
inkâr edene) de ki: Onları (kemikleri)
ilk defa yaratmış olan (Allah) diriltecektir. O, bütün yaratılanları en
iyi bilendir."[121]
b) Yeryüzü
(bazen), üzerinde yeşil ağaç olmaksızın kupkuru ve ölü bir halde olur. Üzerine
yağmur yağdığında kıpırdanıp kabarmaya başlar, yemyeşil ve canlı bir hale
gelir, her çeşitten iç açıcı bitkiler verir. Yeryüzü kupkuru ve ölü bir halde iken
ona yeniden hayat vermeye gücü yeten Allah, ölüleri diriltmeye de gücü
yeter.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَمِنۡ ءَايَٰتِهِۦٓ أَنَّكَ تَرَى ٱلۡأَرۡضَ خَٰشِعَةٗ فَإِذَآ أَنزَلۡنَا
عَلَيۡهَا ٱلۡمَآءَ ٱهۡتَزَّتۡ وَرَبَتۡۚ إِنَّ ٱلَّذِيٓ أَحۡيَاهَا لَمُحۡيِ
ٱلۡمَوۡتَىٰٓۚ إِنَّهُۥ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ قَدِيرٌ ٣٩ ﴾[
سورة فصلت الآية :39 ]
"Yeryüzünü
kupkuru görmen de, O'nun (birliği ve kudretine delâlet eden) âyetlerindendir.
Biz, onun üzerine suyu (yağmuru) indirdiğimizde harekete geçip kabarır.
Şüphesiz ona (toprağa) bu şekilde hayat veren (Allah), ölüleri de
mutlaka diriltecektir. O’nun her şeye gücü yeter."[122]
Başka bir âyette şöyle
buyurmuştur:
﴿
وَنَزَّلۡنَا مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءٗ مُّبَٰرَكٗا فَأَنۢبَتۡنَا بِهِۦ جَنَّٰتٖ
وَحَبَّ ٱلۡحَصِيدِ ٩ وَٱلنَّخۡلَ بَاسِقَٰتٖ لَّهَا طَلۡعٞ نَّضِيدٞ ١٠ رِّزۡقٗا
لِّلۡعِبَادِۖ وَأَحۡيَيۡنَا بِهِۦ بَلۡدَةٗ مَّيۡتٗاۚ كَذَٰلِكَ ٱلۡخُرُوجُ ١١ ﴾
[ سورة ق الآيـات :9-11 ]
"Gökten bereketli bir su (çok faydalı
bir yağmur) indirdi, onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirdik.
Kullara rızık olsun diye birbiri üzerine kümelenmiş tomurcuklu, uzun boylu
hurma ağaçları (bitirdik). (Ölü toprağa hayat verdiğimiz gibi,
gökten indirdiğimiz) bu su ile ölü (bitkisiz) beldeye de hayat
verdik. İşte kabirden çıkış da böyledir (sizi, öldükten sonra kıyâmet günü
kabirlerinizden işte böyle çıkaracağız)."[123]
Kalplerinde eğrilik olan bazı
topluluklar, gerçeğe aykırı olduğu için böyle bir şeyin mümkün
olamayacağını iddiâ edip bu yoldan
sapmışlar, kabir azabını ve nimetlerini inkâr ederek şöyle demişlerdir:
"Zirâ ölünün kabri
açılmış olsa, ölünün kabre konulduğu gibi, cesedinde hiçbir değişiklik
olmadığı, kabrin ne genişlediği, ne de daraldığı anlaşılacaktır."
Bu iddiâ şeriat, duyular ve
akılla bâtıldır.
1. Şeriat,
bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz kılmıştır.
Kabir azabı ve nimetinin
sâbit olduğuna delâlet eden ölümden sonraki bütün hususlar, âhiret gününe îmân
ile bağlantılı olduğuna dâir Kur'an ve sünnetten delilleri daha önce
zikretmiştik.
Nitekim Abdullah b. Abbas'tan
-Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunan hadiste, o şöyle der:
(( خَرَجَ النَّبِيُّ r
مِنْ بَعْضِ حِيطَانِ الْمَدِينَةِ، فَسَمِعَ صَوْتَ إِنْسَانَيْنِ يُعَذَّبَانِ
فِي قُبُورِهِمَا. فَقَالَ: يُعَذَّبَانِ، وَمَا يُعَذَّبَانِ فِي كَبِيرٍ،
وَإِنَّهُ لَكَبِيرٌ: كَانَ أَحَدُهُمَا لاَ يَسْتَتِرُ مِنَ الْبَوْلِ، وَكَانَ
الْآخَرُ يَمْشِي بِالنَّمِيمَةِ، ثُمَّ دَعَا بِجَرِيدَةٍ فَكَسَرَهَا
بِكِسْرَتَيْنِ أَوْ ثِنْتَيْنِ فَجَعَلَ كِسْرَةً فِي قَبْرِ هَذَا، وَكِسْرَةً
فِي قَبْرِ هَذَا، فَقَالَ: لَعَلَّهُ يُخَفَّفُ عَنْهُمَا مَا لَمْ يَيْبَسَا.))
[ رواه البخاري ]
"Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- (bir gün) Medine'de bir hurma
bahçesinden çıkarken (geçerken) kabirlerinde azap çeken iki insanın
sesini işitti. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-Bu
ikisi azap çekiyorlar. Çektikleri azap da büyük bir şey değildir (kolay olan,
fakat ondan korunmaları nefislerine zor gelen bir şey idi.) Oysa o şey,
büyük günah idi.
Sonra
şöyle buyurdu:
-Evet!
Onlardan birisi, idrar sıçramasına karşı korunmaz, diğeri ise (insanlar
arasında) laf getirip- götürürdü.
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- sonra yaprağı olmayan yaş bir hurma dalı
isteyerek onu ikiye ayırdı.Bir parçasını birinin üzerine dikti, diğerini de
öbürünün üzerine dikti ve şöyle buyurdu:
-Bu
iki dal yaş kaldıkça o ikisinden azabın hafifletilmesini ümit ederim."[124]
2.Duyu ve
hisler, bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz kılmıştır.
Zirâ insan, uykusunda
kendisini geniş ve güzel bir yerde, nimetler içerisinde olduğunu görebilir
veyahut da kendisini, acı çektiği dar ve korkunç bir yerde görebilir. Belki de
bazen uykusunda gördüğü şeyden dolayı uyanır. Bununla birlikte o, kendi
odasında bu hal üzere yatağının üzerindedir.
Uyku, ölümün kardeşidir. Bu
sebeple Allah Teâlâ, uykuyu ölüm olarak adlandırmıştır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ ٱللَّهُ
يَتَوَفَّى ٱلۡأَنفُسَ حِينَ مَوۡتِهَا وَٱلَّتِي لَمۡ تَمُتۡ فِي مَنَامِهَاۖ
فَيُمۡسِكُ ٱلَّتِي قَضَىٰ عَلَيۡهَا ٱلۡمَوۡتَ وَيُرۡسِلُ ٱلۡأُخۡرَىٰٓ إِلَىٰٓ
أَجَلٖ مُّسَمًّىۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَأٓيَٰتٖ لِّقَوۡمٖ يَتَفَكَّرُونَ ٤٢ ﴾
[
سورة الزمر الآية :42 ]
"Allah, ölüm
vakti gelen canları alır.[125] Ölüm vakti
gelmeyen canı ise, uykusunda alır.[126] Ölümüne hükmettiği canı alır, diğerini ise
belirlenmiş bir vakte (eceli ve rızkı tamamlanıncaya) kadar
salıverir. Şüphesiz bunda, iyi düşünen bir topluluk için (Allah'ın
kudretine delâlet eden apaçık) işaretler vardır."[127]
3. Akıl, bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz
kılmıştır:
Zirâ uyuyan kimse, uykusunda gerçeğe uygun bir
rüyâ görebilir. Belki de Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-'i kendi vasfında görebilir. Onu kendi vasfında
gören kimse, gerçekten görmüş demektir. Bununla birlikte uyuyan kimse, gördüğü
şeyden uzak olmasına rağmen kendi odasında, yatağının üzerinde uzanmış bir
haldedir. O halde bu durum, dünyada mümkünse, âhirette neden mümkün olmasın?
Onların:
"Zirâ ölünün kabri
açılmış olsa, ölünün kabre konulduğu gibi, cesedinde hiçbir değişiklik
olmadığı, kabrin ne genişlediği, ne de daraldığı anlaşılacaktır."
Diye iddiâ ettikleri bu sözü
dayanak göstermelerine gelince, buna iki yönden cevap verebiliriz:
Birincisi:
Bu gibi geçersiz ve tutarsız
şüphelerle İslâm'ın getirdiği şeylere karşı çıkmak câiz değildir. Buna karşı
çıkan kimse, eğer İslâm'ın getirdiği şeyleri gereği gibi iyice düşünmüş
olsaydı, bu şüphelerin bâtıl ve geçersiz olduğunu bilirdi.
Nitekim
şâirin birisi bu konuda şöyle demiştir:
"Doğru
sözü ayıplayıp kötüleyen birçok kimse vardır, fakat asıl felâket, onun hasta ve
bozuk anlayışındadır."
İkincisi:
Berzah halleri, his ve duyularla idrâk
edilemeyen gaybî şeylerdendir. Eğer bu haller his ve duyularla idrâk edilseydi,
gayba îmânın faydası elden gider ve gayba îmân eden mü'minlerle gaybı inkâr
eden kâfirler bir olurdu.
Kabir azabı,
kabir nimetleri, kabrin geniş veya dar olması gibi
şeyleri, başkası değil de sadece ölü hisseder. Dolayısıyla uyuyan kimse,
kendisini uykusunda dar ve korkunç veya geniş ve güzel bir yerde, nimetler
içerisinde olduğunu görebilir. Başkasına göre onun uykusu değişmemiştir.
Bununla birlikte o, odasında bu hal üzere yatağı ile yorganı arasındadır.
Nitekim
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ashâbı ile birlikte olduğu sırada kendisine
vahiy gelirdi. Kendisi vahyi işitir, sahâbe ise işitmezlerdi. Bazen de melek
ona bir adam sûretinde görünür ve onunla konuşurdu. Sahâbe ise meleği görmez ve
konuştuğunu da işitmezlerdi.
Dördüncüsü:
Allah
Teâlâ'nın kullarına sağladığı idrâk etme imkânı sınırlıdır. Bu sebeple onların,
var olan her şeyi idrâk etmeleri mümkün değildir. Örneğin yedi kat gökler,
yeryüzü ve göklerle yer arasında bulunan her şey, Allah Teâlâ'yı gerçek anlamda
tesbih eder. Allah Teâlâ kullarından dilediklerine bazen bu tesbihi işittirir.
Bununla birlikte bu tesbih, bizden gizlenmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ تُسَبِّحُ لَهُ ٱلسَّمَٰوَٰتُ ٱلسَّبۡعُ وَٱلۡأَرۡضُ وَمَن
فِيهِنَّۚ وَإِن مِّن شَيۡءٍ إِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمۡدِهِۦ وَلَٰكِن لَّا
تَفۡقَهُونَ تَسۡبِيحَهُمۡۚ إِنَّهُۥ كَانَ حَلِيمًا غَفُورٗا ٤٤ ﴾ [ سورة الإسراء
الآية :44 ]
"Yedi gök, yer ve onların içinde ne
varsa, hepsi O’nu tesbih eder. O’na hamd ederek, tesbih etmeyen hiçbir şey
yoktur. Fakat siz onların tesbihini idrâk edemezsiniz. Şüphesiz O, (kendisine
karşı gelene hemen azap etmeyip) yumuşak davranan, (onları) çokça bağışlayandır."[128]
Aynı şekilde şeytanlar ve cinler, yeryüzünde
gidiş ve dönüşlerinde koşarlar.Nitekim cinler, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem-'e gelmişler, onun Kur'an okumasına kulak verip dinlemişler, sonra da
cinler topluluğuna uyarıcılar olarak dönmüşlerdi. Bununla birlikte cinler,
bizden gizlenmişlerdir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
يَٰبَنِيٓ ءَادَمَ لَا يَفۡتِنَنَّكُمُ ٱلشَّيۡطَٰنُ كَمَآ أَخۡرَجَ أَبَوَيۡكُم
مِّنَ ٱلۡجَنَّةِ يَنزِعُ عَنۡهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوۡءَٰتِهِمَآۚ
إِنَّهُۥ يَرَىٰكُمۡ هُوَ وَقَبِيلُهُۥ مِنۡ حَيۡثُ لَا تَرَوۡنَهُمۡۗ إِنَّا
جَعَلۡنَا ٱلشَّيَٰطِينَ أَوۡلِيَآءَ لِلَّذِينَ لَا يُؤۡمِنُونَ ٢٧ ﴾
[ سورة الأعراف الآية :27 ]
"Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne ve
babanızı
(Âdem ve Havvâ'yı), ayıp yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini
soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın (günahı güzel göstermek sûretiyle) sizi
de aldatmasın. Zirâ şeytan ve yandaşları, sizin onları göremediğiniz yerden
sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları îmân etmeyenlerin dostları
kıldık."[129]
Allah'ın kulları, var olan
her şeyi idrâk edemiyorlarsa, gaybî olan ve onların idrâk edemedikleri şeyleri
de inkâr etmeleri asla câiz değildir.
% % % % %
KADERE ÎMÂN:
Kader: Allah Teâlâ'nın, ezelî ilmi ve hikmeti gereği varlıkları
takdir etmesidir.
Kadere îmân, dört hususu
içerir:
1. İster Allah Teâlâ'nın fiilleri, isterse kullarının fiilleri
ile ilgili olsun, Allah Teâlâ'nın özet ve detaylı, ezelî ve ebedî olarak her
şeyi bildiğine îmân etmeyi içerir.
2. Allah Teâlâ'nın, bu fiilleri Levh-i Mahfûz'a kaydettiğine îmân
etmeyi içerir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
أَلَمۡ تَعۡلَمۡ أَنَّ ٱللَّهَ يَعۡلَمُ مَا فِي ٱلسَّمَآءِ وَٱلۡأَرۡضِۚ إِنَّ
ذَٰلِكَ فِي كِتَٰبٍۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى ٱللَّهِ يَسِيرٞ ٧٠ ﴾ [
سورة الحج الآية :70 ]
"(Ey Nebi!) Allah’ın gökte ve yerde ne varsa (hepsini
tam olarak) bildiğini ve bunları bir kitab (Levh-i Mahfûz)’a kaydettiğini
bilmez misin? Şüphesiz bunu bilmek, Allah'a çok kolaydır."[130]
Abdullah b. Amr. b. Âs'tan -Allah ondan
ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
((سَمِعْتُ رَسُولَ اللهِ r يَقُولُ: كَتَبَ اللَّهُ مَقَادِيرَ
الْخَلاَئِقِ قَبْلَ أَنْ يَخْلُقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِخَمْسِينَ أَلْفَ
سَنَةٍ. قَالَ: وَعَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ.)) [ رواه مسلم ]
"Rasûlullah
-sallallahu
aleyhi ve sellem-'i şöyle derken işittim:
-Allah
Teâlâ, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce, yaratılanların kaderlerini
Levh-i Mahfûz'a yazmasını kaleme emretti.
Buyurdu
ki:
-(Gökleri
ve yeri yaratmadan önce) arşı ise, suyun üzerinde idi."[131]
3. İster Allah Teâlâ'nın fiili
ile ilgili olsun, isterse yaratılanların fiilleri ile ilgili olsun, bütün
varlıkların, ancak Allah Teâlâ'nın irâdesi ile meydana geldiğine îmân etmeyi
içerir.
Nitekim
Allah Teâlâ kendi fiiliyle ilgili şöyle buyurmuştur:
﴿
وَرَبُّكَ يَخۡلُقُ مَا يَشَآءُ وَيَخۡتَارُۗ مَا كَانَ لَهُمُ ٱلۡخِيَرَةُۚ
سُبۡحَٰنَ ٱللَّهِ وَتَعَٰلَىٰ عَمَّا يُشۡرِكُونَ ٦٨ ﴾
[ سورة القصص الآية :68 ]
"Rabbin, dilediğini yaratır,
(kullarından kendisine dost edinmek için) seçer. Onların seçme hakkı yoktur.
Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir."[132]
﴿
يُثَبِّتُ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِٱلۡقَوۡلِ ٱلثَّابِتِ فِي ٱلۡحَيَوٰةِ
ٱلدُّنۡيَا وَفِي ٱلۡأٓخِرَةِۖ وَيُضِلُّ ٱللَّهُ ٱلظَّٰلِمِينَۚ وَيَفۡعَلُ
ٱللَّهُ مَا يَشَآءُ ٢٧ ﴾ [ سورة إبراهيم
الآية : 27 ]
"Allah, îmân
edenleri hem dünya, hem de âhiret hayatında hak ve kalıcı söz ile sapasağlam
tutar. Zâlimleri de (dünya ve âhiret hayatında haktan) saptırır.
Allah, (îmân edenleri başarıya ulaştırmak ve kâfirleri de rüsvây etmek
hususunda) dilediğini yapar."[133]
﴿ هُوَ ٱلَّذِي
يُصَوِّرُكُمۡ فِي ٱلۡأَرۡحَامِ كَيۡفَ يَشَآءُۚ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ
ٱلۡعَزِيزُ ٱلۡحَكِيمُ ٦ ﴾
[ سورة آل عمران الآية :6 ]
"(Annelerinizin) rahimlerinde
size dilediği gibi (erkek veya dişi, güzel veya çirkin, cennetlik veya
cehennemlik gibi) şekil veren O’dur. O'ndan başka hak ilâh yoktur. O,
azîzdir (hiçbir şey O'na üstün gelemez), (her işinde) hikmet sahibidir." [134]
Allah
Teâlâ yaratılanların fiilleriyle ilgili olarak da şöyle buyurmuştur:
﴿ ... وَلَوۡ شَآءَ ٱللَّهُ لَسَلَّطَهُمۡ عَلَيۡكُمۡ فَلَقَٰتَلُوكُمۡۚ فَإِنِ
ٱعۡتَزَلُوكُمۡ فَلَمۡ يُقَٰتِلُوكُمۡ وَأَلۡقَوۡاْ إِلَيۡكُمُ ٱلسَّلَمَ فَمَا
جَعَلَ ٱللَّهُ لَكُمۡ عَلَيۡهِمۡ سَبِيلٗا ٩٠ ﴾ [
سورة النساء من الآية :90 ]
"Eğer Allah,
dileseydi onları sizin başınıza belâ ederdi de onlar (müşrikler)
sizinle savaşırlardı. (Fakat Allah, lütuf ve kudreti ile sizden onları
savmıştır.) Artık onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmaz ve size teslim
olurlarsa, bu durumda Allah, size (onlarla savaşmak için) onların
aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir."[135]
﴿..وَلَوۡ شَآءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُۖ فَذَرۡهُمۡ وَمَا يَفۡتَرُونَ ١١٢﴾ [سورة الأنعام من الآية :112]
"Rabbin dileseydi onlar bunu
yapamazlardı.(Ey
Nebi!) Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak."[136]
4. Öz
benlikleri, sıfatları ve hareketleri ile kâinattaki bütün varlıkları Allah
Teâlâ'nın yaratmış olduğuna îmân etmeyi içerir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
ٱللَّهُ خَٰلِقُ كُلِّ شَيۡءٖۖ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ وَكِيلٞ ٦٢ ﴾
[ سورة
الزمر الآية :62]
"Allah,
her şeyi yaratandır. O, her şeyi gözetleyip koruyandır."[137]
﴿ ... وَخَلَقَ كُلَّ شَيۡءٖ فَقَدَّرَهُۥ تَقۡدِيرٗا ٢ ﴾
[ سورة الفرقان من الآية :2 ]
"O, her şeyi yaratmış ve belirli bir
ölçüye göre takdir etmiştir."[138]
Allah Teâlâ, elçisi İbrahim
-aleyhisselâm- hakkında, onun kavmine şöyle dediğini haber vermiştir:
﴿
وَٱللَّهُ خَلَقَكُمۡ وَمَا تَعۡمَلُونَ ٩٦ ﴾ [ سورة الصافات الآية:96 ]
"(İbrahim:) Oysa sizi ve yaptıklarınızı (yonttuğunuz
putlarınızı) Allah yaratmıştır, (dedi)."[139]
Yukarıda belirttiğimiz şekilde kadere
îmân, kulun kendi hür irâdesiyle yaptığı fiilleri ile bu fiilleri üzerinde bir
irâde ve kudreti olmasıyla çelişmez. Çünkü şeriat ve hakikat, bunun sâbit
olduğuna delâlet eder.
Şeriat, kulun hür irâde ve fiili
olduğuna delâlet eder:
Nitekim
Allah Teâlâ kulun hür irâde ve dilemesi hakkında şöyle buyurmuştur:
﴿ذَٰلِكَ
ٱلۡيَوۡمُ ٱلۡحَقُّۖ فَمَن شَآءَ ٱتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِۦ مََٔابًا ٣٩ ﴾
[ سورة النبأ الآية :39 ]
"İşte o, (vukû
bulacak olmasında şüphe olmayan) hak günüdür. (O günün dehşetinden
kurtulmak) isteyen (salih amelle) Rabbine varan yol tutsun."[140]
﴿نِسَآؤُكُمۡ حَرۡثٞ لَّكُمۡ فَأۡتُواْ حَرۡثَكُمۡ أَنَّىٰ
شِئۡتُمۡۖ .. ﴾ [سورة
البقرة من الآية :223 ]
"Kadınlarınız (eşleriniz),
sizin için (rahimlerine spermlerinizi koyduğunuz ve oradan da Allah'ın
izniyle çocuklar çıkan) bir tarladır! O halde tarlanıza istediğiniz gibi
gelin."[141]
Kulun
kudreti hakkında ise şöyle buyurmuştur:
﴿
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ مَا ٱسۡتَطَعۡتُمۡ ...﴾[سورة التغابن من الآية :16]
"(Ey mü’minler!) O halde gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan
korkun."[142]
﴿ لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفۡسًا إِلَّا
وُسۡعَهَاۚ لَهَا مَا كَسَبَتۡ وَعَلَيۡهَا مَا ٱكۡتَسَبَتۡۗ ...﴾
[ سورة
البقرة من الآية :286 ]
"Allah,
hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. (Herkesin) kazandığı (iyilik)
kendi lehine, işlediği (kötülük) ise aleyhinedir!"[143]
Hakikat, kulun kendisinin hür irâdesi
ve fiili olduğuna delâlet eder:
Zirâ her insan, kendisinin bir irâde ve
kudretinin olduğunu bilir. Bu irâde ve kudretiyle dilediğini yapar, dilediğini
de bırakır. Kul, yürümek gibi, kendi irâdesiyle olan ile titreme ve sarsılma
gibi, kendi irâdesinin dışında olan şeyi birbirinden ayırt edebilir. Fakat
kulun irâde ve kudreti, ancak Allah Teâlâ'nın dilemesi ve irâdesi olur.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿ لِمَن شَآءَ
مِنكُمۡ أَن يَسۡتَقِيمَ ٢٨ وَمَا تَشَآءُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ رَبُّ
ٱلۡعَٰلَمِينَ ٢٩ ﴾
[
سورة التكوير الآيتان :28-29 ]
"Sizden,
doğru yolda (îmân üzere) gitmek isteyenler için (bu
bir öğüttür).Âlemlerin
Rabbi Allah dilemedikçe, siz (hiçbir şey) dileyemezsiniz."[144]
Zirâ kâinatın hepsi, Allah'ın mülküdür.
Dolayısıyla bilgisi ve dilemesi olmadan, O'nun mülkünde hiçbir şey olmaz.
Yukarıda belirttiğimiz şekilde kadere
îmân, kulun yerine getirmediği görevleri veya işlediği günahları kadere gerekçe
gösterme hakkını kendisine vermez. Buna göre onun gerekçesi şu yönlerden bâtıl
ve geçersizdir:
1.
Allah Teâlâ bu konuda şöyle
buyurmuştur:
﴿
سَيَقُولُ ٱلَّذِينَ أَشۡرَكُواْ لَوۡ شَآءَ ٱللَّهُ مَآ أَشۡرَكۡنَا وَلَآ
ءَابَآؤُنَا وَلَا حَرَّمۡنَا مِن شَيۡءٖۚ كَذَٰلِكَ كَذَّبَ ٱلَّذِينَ مِن
قَبۡلِهِمۡ حَتَّىٰ ذَاقُواْ بَأۡسَنَاۗ قُلۡ هَلۡ عِندَكُم مِّنۡ عِلۡمٖ
فَتُخۡرِجُوهُ لَنَآۖ إِن تَتَّبِعُونَ إِلَّا ٱلظَّنَّ وَإِنۡ أَنتُمۡ إِلَّا
تَخۡرُصُونَ ١٤٨ ﴾ [ سورة الأنعام الآية :148 ]
"Müşrikler: Allah dileseydi ne biz, ne
de atalarımız (Allah’a) ortak koşar, hiçbir şeyi
de haram kılmazdık’ diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de aynı şekilde (elçilerini)
yalanladılar ve bunun sonucunda da azabımızı tattılar. (Ey Nebi! Onlara) de
ki: Yanınızda (haram kıldığınız hayvanlarla ekinleri, Allah’ın kâfir
olmanızı dileyip sizin kâfir olmanıza râzı olduğunu ve küfrü size sevdirdiğini
iddiâ ettiğinizi) bize açıklayacağınız bir bilgi mi var? Siz, (bu dîn
hakkında) zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan
söylüyorsunuz."[145]
Şayet müşriklerin kader hakkındaki
gerekçeleri geçerli olsaydı, Allah Teâlâ onlara azabını tattırmazdı.
2. Allah
Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
رُّسُلٗا مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى ٱللَّهِ
حُجَّةُۢ بَعۡدَ ٱلرُّسُلِۚ وَكَانَ ٱللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمٗا ١٦٥ ﴾
[ سورة النساء الآيـة :165 ]
"İnsanların
elçilerden sonra Allah'a karşı hiçbir gerekçeleri kalmasın diye (sevabımı) müjdeleyici ve (azabımdan) uyarıcı olmaları için elçiler (gönderdim). Allah (mülkünde) güçlüdür, (her işinde) hikmet
sahibidir."[146]
Şayet kader,
elçilere karşı gelenler için bir gerekçe olsaydı, elçilerin gönderilişiyle bu gerekçe
ortadan kalkmazdı. Çünkü elçilere karşı gelmek, elçilerin gönderilişinden sonra
Allah Teâlâ'nın kaderiyle vukû bulmuştur.
3. Ali b. Ebî Tâlib'den -radıyallahu anh-
rivâyet olunduğuna göre, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( مَا مِنْكُمْ مِنْ أَحَدٍ إِلاَ وَقَدْ كُتِبَ مَقْعَدُهُ مِنَ
النَّارِ أَوْ مِنَ الْجَنَّةِ. قَالُوا: يَا رَسُولَ اللهِ! أَفَلاَ نَتَّكِلُ؟
قَالَ: لاَ، اعْمَلُوا فَكُلٌّ مُيَسَّرٌ، ثُمَّ قَرَأَ: ﴿ فَأَمَّا مَنۡ أَعۡطَىٰ وَٱتَّقَىٰ ٥ وَصَدَّقَ بِٱلۡحُسۡنَىٰ ٦ فَسَنُيَسِّرُهُۥ
لِلۡيُسۡرَىٰ ٧ وَأَمَّا مَنۢ بَخِلَ وَٱسۡتَغۡنَىٰ ٨ وَكَذَّبَ بِٱلۡحُسۡنَىٰ ٩
فَسَنُيَسِّرُهُۥ لِلۡعُسۡرَىٰ ١٠ ﴾ وفي لفظ لمسلم: (( فَكُلٌّ
مُيَسَّرٌ لِمَا خُلِقَ لَهُ.)) [
متفق عليه ]
"Sizden,
cehennemde veya cennette kalacağı yeri, (Levh-i
Mahfûz'a) yazılmayan hiç kimse yoktur.
(Sahâbe):
-Ey Allah'ın elçisi! O halde bizim için takdir olunana (kaderimize) tevekkül edip amel işlemeyi bırakalım mı? dediler.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve selem- buyurdu ki:
-Hayır, (kaderinize tevekkül etmeyin).Herkes,
kendisi için takdir olunan yola -Müslim'in lafzında ise- yaratılmış
olduğu şey için kolaylık bulacaktır.
Sonra şu âyetleri okudu:
'Kim (malından)
verir (harcar) ve (bunda Allah'tan) korkar ve en güzeli (hesap
ve cezayı) tasdik ederse, biz de (iyiliğe götüren sebepleri) ona
kolay kılarız. Kim de (malından) cimrilik eder, kendini (Rabbine)
muhtaç görmez ve en güzeli (hesap ve cezayı) yalanlarsa, biz de ona
zorluğu (bedbahtlığı) kolay kılarız."[147]
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- de amel işlemeyi emretmiş ve kadere tevekkül
etmeyi yasaklamıştır.
4.
Allah
Teâlâ kuluna emredip yasaklamış, gücünün yeteceği şeylerle kulunu sorumlu
tutmuştur.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
فَٱتَّقُواْ ٱللَّهَ مَا ٱسۡتَطَعۡتُمۡ ...﴾[سورة التغابن من الآية :16]
"(Ey mü’minler!) O halde gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan
korkun."[148]
﴿ لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفۡسًا إِلَّا
وُسۡعَهَاۚ لَهَا مَا كَسَبَتۡ وَعَلَيۡهَا مَا ٱكۡتَسَبَتۡۗ ...﴾
[ سورة البقرة من الآية :286 ]
"Allah,
hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez. (Herkesin) kazandığı (iyilik)
kendi lehine, işlediği (kötülük) ise aleyhinedir!"[149]
Eğer kul, bir fiili yapmaya
zorlanmış olsaydı, ondan kurtulamayacağı bir şeyle sorumlu tutulsaydı, bu bâtıl
ve geçersiz olurdu. Bu sebeple kul, bilmeyerek veya unutarak veyahut da zorlama
ile bir günah işlemişse, ona hiçbir günah yazılmaz. Çünkü kendisi bu konuda
mazur görülmüş, bağışlanmıştır.
5. Allah
Teâlâ'nın kaderi, gizli olan bir sırdır. Takdir edilen şey vukû bulmadan
bilinmez. Kulun yapmakta olduğu şeylerdeki irâdesi ise, fiilinden öncedir.
Dolayısıyla onun yapmak istemesi, Allah'ın kaderi kendisi tarafından
bilinmemektedir.O zaman kaderi gerekçe gösteren kimsenin gerekçesi ortadan
kalmış olur. Zirâ kişinin bilmediği bir şeyi gerekçe göstermesi kabul edilemez.
6. Şüphesiz
biz, insanın kendisine uygun dünyalık işinde, onu elde edinceye kadar çaba
harcadığını ve ondan kendisine uygun olmayan işe dönmediğini, sonra da bundan
dönmesinde kaderi gerekçe gösterdiğini görmekteyiz. O halde niçin dünyalık
işlerinde kendisine fayda veren şeyi bırakıp, kendisine zarar veren şeye
dönmekte, sonra da kaderi gerekçe göstermektedir? O halde her iki durum da aynı
değil midir?!
Sana, bunu daha iyi açıklayan
başka bir örnek vereyim:
Bir insanın önünde iki yol
bulunsa ve bu yollardan;
Birincisi; her tarafı
kargaşa, öldürme, yağmalama, namusa tecâvüz, korku ve açlık dolu olan bir
ülkeye giden bir yol olsa,
İkincisi ise; her
tarafı düzenli, sürekli güven içerisinde olan, müreffeh bir hayat, cana, namusa
ve mala saygı gösteren bir ülkeye giden yol olsa, bu iki yoldan hangisine girer
dersiniz?
Şüphesiz o, düzen ve güvenin
olduğu ülkeye giden ikinci yola girecektir. Akıl sahibi hiç kimsenin kargaşa ve
korku dolu olan ülkeye giden yola girmesi ve kaderi gerekçe göstermesi mümkün
değildir. O halde o nasıl olur da âhiret ile ilgili konuda, cennete değil de
cehenneme götüren yola girer ve sonra da kaderi gerekçe gösterebilir?
Başka bir
örnek:
Biz, hastanın iştahı
çekmediği halde kendisine emredilen ilaçları içtiğini ve iştahı çektiği halde
kendisine zarar veren yemeği yemekten yasaklandığını görmekteyiz. Bütün bunlar,
şifâ bulmak ve selâmete kavuşmak isteğinden dolayıdır. Hastanın kendisine
emredilen ilacı içmekten kaçınması veya kendisine zarar veren yemeği yemesi,
sonra da kaderi gerekçe göstermesi mümkün değildir. O halde insan, Allah Teâlâ
ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrettiklerini terk eder
veya Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in
yasakladıklarını yapar, sonra kaderi niçin gerekçe gösterir?
7. Allah
Teâlâ'nın kendisine yüklediği görevleri terk etmekte veya günahları işlemekte
kendisine kaderi gerekçe gösterene birisi haksızlık edip elinden malını alsa ve
onun kutsal değerlerini çiğnese, sonra da kaderi buna gerekçe gösterip ona: "Beni
kınama! Zirâ benim sana haksızlık yapmam, Allah Teâlâ'nın kaderi ile
olmuştur" dese, onun gerekçesini kabul etmeyecektir. O halde o,
başkasının kendisine haksızlık yapmasını nasıl olur da kaderi gerekçe olarak
kabul etmeyip Allah Teâlâ'nın hakkına tecâvüz ettiği halde kaderi gerekçe
olarak kabul eder?!
Anlatıldığına göre
Mü'minlerin Emîri Ömer b. Hattâb -radıyallahu anh- kendisine elinin kesilmesi gereken
bir hırsızın dâvâsı arz edildiğinde, elinin kesilmesini emreder. Bunun üzerine
hırsız:
-Yavaş ol ey mü'minlerin
emîri! Ben, ancak Allah'ın kaderiyle hırsızlık yaptım" deyince, bunun
üzerine Ömer b. Hattâb -radıyallahu anh- ona:
- Biz de senin elini,
ancak Allah'ın kaderiyle keseriz" diye cevap vermiştir.
Kadere îmân, mü'mine pek çok
faydalar sağlar.
Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Bir
işi yaparken sebeplere sarılma konusunda, sebebe değil de sebebin sahibi Allah
Teâlâ’ya dayanmayı sağlar. Çünkü hem fiil, hem de neticesi Allah Teâlâ’nın
kaderiyle olur.
2. İstenen
ve arzulanan şey elde edildiği zaman kişinin kendisini beğenmişlikten
kurtarmasını sağlar. Zirâ Allah Teâlâ'nın takdir ettiği sebeplerden olan iyilik
ve başarı gibi arzulanan şeyin elde edilmesi, Allah'tan bir nimettir. Kişinin
kendisini beğendiği zaman, bu nimete karşılık Allah Teâlâ’ya şükretmesini
unutturur.
3.
Kadere îmân eden kimse, Allah Teâlâ'nın kaderiyle başına gelen şeylerden dolayı
kalbi mutmain ve nefsi rahat olur. Arzulanan şeyin elde edilememesi veya
istenmeyen bir şeyin vukû bulması ile tedirgin olmaz. Çünkü bu, göklerin ve
yerin mülkü elinde olan Allah’ın kaderiyle olmuştur. Bunun vukû bulması da
kaçınılmazdır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
مَآ أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٖ فِي ٱلۡأَرۡضِ وَلَا فِيٓ أَنفُسِكُمۡ إِلَّا فِي
كِتَٰبٖ مِّن قَبۡلِ أَن نَّبۡرَأَهَآۚ إِنَّ ذَٰلِكَ عَلَى ٱللَّهِ يَسِيرٞ ٢٢
لِّكَيۡلَا تَأۡسَوۡاْ عَلَىٰ مَا فَاتَكُمۡ وَلَا تَفۡرَحُواْ بِمَآ
ءَاتَىٰكُمۡۗ وَٱللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخۡتَالٖ فَخُورٍ ٢٣ ﴾
[ سورة الحديد الآيتان :22-23 ]
"(Ey insanlar!) Yeryüzünde olan ve sizin de başınıza gelen
(hastalık ve açlık gibi) hiçbir şey yoktur ki, biz (nefisleri) yaratmadan
önce onları bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da) yazmış olmayalım. Şüphesiz
bu, Allah’a göre kolaydır. Elde edemediğinize üzülmemeniz ve Allah’ın size
bahşettiği nimetlerle böbürlenmemeniz için (Allah size bunu açıklar).
Çünkü Allah (dünyada kendisine verilen nimetlerle başkasına) büyüklük
taslayan kimseleri asla sevmez."[150]
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
((عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ: إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ
ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِنِ، إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ
خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ.)) [ رواه
مسلم ]
"Mü'minin işi ne kadar harika!
Şüphesiz onun her işinde bir hayır (sevap)
vardır. Bu ise sadece mü'min içindir. Kendisine bir bolluk ulaştığında ona
şükrederse, bu onun için bir hayırdır (sevaptır). Başına bir belâ
geldiğinde ona sabrederse, bu onun için bir hayırdır (sevaptır)."[151]
Kader konusunda iki topluluk
sapıtmıştır:
Birincisi:
Cebriyye:
"Kul, amelini işlemeye mecburdur. Bu konuda kendisinin bir irâde ve
kudreti yoktur", derler.
İkincisi:
Kaderiyye:
"Kul, irâde ve kudret konusunda amelini işlemekte (bir işi yapıp
yapmamakta) hürdür. Bu konuda Allah Teâlâ'nın irâde ve kudretinin hiçbir etkisi
yoktur", derler.
Birinci topluluk olan Cebriyye'nin bu
görüşünü, şeriat ve hakikatle reddederiz:
Şeriat, Cebriyye'nin bu iddiâsını şöyle
reddeder:
Şüphesiz Allah Teâlâ, kulunun irâdesinin
olduğunu kabul etmiş ve ameli ona izâfe etmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
...
مِنكُم مَّن يُرِيدُ ٱلدُّنۡيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ ٱلۡأٓخِرَةَۚ ثُمَّ
صَرَفَكُمۡ عَنۡهُمۡ لِيَبۡتَلِيَكُمۡۖ وَلَقَدۡ عَفَا عَنكُمۡۗ وَٱللَّهُ ذُو
فَضۡلٍ عَلَى ٱلۡمُؤۡمِنِينَ ١٥٢ ﴾
[
سورة آل عمران من الآية :152 ]
"Sizden kimisi dünya hayatını istiyor,
kimisi âhiret hayatını istiyordu. Sonra sizi denemek için onlardan (düşmanınızdan)
alıkoydu. Şüphesiz Allah (sizin pişmanlık duyup tevbe ettiğinizi bilmiş ve)
sizi affetmiştir. Allah, müminlere karşı çok lütufkârdır."[152]
﴿
وَقُلِ ٱلۡحَقُّ مِن رَّبِّكُمۡۖ فَمَن شَآءَ فَلۡيُؤۡمِن وَمَن شَآءَ
فَلۡيَكۡفُرۡۚ إِنَّآ أَعۡتَدۡنَا لِلظَّٰلِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمۡ
سُرَادِقُهَاۚ وَإِن يَسۡتَغِيثُواْ يُغَاثُواْ بِمَآءٖ كَٱلۡمُهۡلِ يَشۡوِي
ٱلۡوُجُوهَۚ بِئۡسَ ٱلشَّرَابُ وَسَآءَتۡ مُرۡتَفَقًا ٢٩ ﴾
[ سورة الكهف الآية :29 ]
"(Ey Nebi! O gâfillere) de ki: (Sizin getirdiğiniz)
hak, Rabbinizdendir. O halde (sizden) dileyen îmân
etsin, dileyen inkâr etsin. Şüphesiz biz,
zâlimler (kâfirler) için duvarları
kendilerini çepeçevre kuşatan (şiddetli) bir ateş
hazırladık. (Orada şiddetli susuzluktan dolayı su
istemek için) imdât dileyecek olsalar, onlara erimiş maden gibi yüzlerini
haşlayan bir su getirilir. (Susuzluğu gidermeyip bilakis arttıran) bu
içecek, ne kötü bir içecek, (cehennem de) ne kötü kalınacak bir
yerdir."[153]
﴿
مَّنۡ عَمِلَ صَٰلِحٗا فَلِنَفۡسِهِۦۖ وَمَنۡ أَسَآءَ فَعَلَيۡهَاۗ وَمَا رَبُّكَ
بِظَلَّٰمٖ لِّلۡعَبِيدِ ٤٦ ﴾
[
سورة فصلت الآية :46 ]
"Kim, (Allah'a ve
elçisine itaat ederek) iyi bir davranışta bulunursa, sevabı kendisinedir.
Kim de (Allah'a ve elçisine karşı gelerek) kötü bir davranışta bulunursa
(günah işlerse), aleyhine (amelinin günahı kendisine)dir. Rabbin,
(sevaplarını azaltarak veya günahlarını fazlalaştırarak) kullara asla
zulmedici değildir." [154]
Hakikat, Cebriyye'nin bu iddiâsını şöyle
reddeder:
Şüphesiz her insan; yeme, içme ve alış-veriş
yapma gibi, kendi hür irâde ve isteğiyle yaptığı davranışları ile ateşli
hastalıktan dolayı titreme, damdan düşme gibi, kendi irâdesinin dışında meydana
gelen davranışları arasındaki farkı iyi bilir.Nitekim o,birinci fiili,kendi
tercihiyle ve hiçbir zorlama olmaksızın hür irâdesiyle yapar.İkincisini ise,
kendi tercihi olmaksızın ve istemeden vukû bulur.
İkinci
topluluk olan Kaderiyye'nin bu görüşünü, şeriat ve akılla reddederiz:
Şeriat, Kaderiyye'nin bu iddiâsını şöyle
reddeder:
Şüphesiz Allah Teâlâ, her şeyi yaratandır. Her
şey de O'nun irâdesiyle olmuştur. Nitekim Allah Teâlâ bunu aziz kitabında
açıklamış ve kulların davranışlarının kendisinin irâdesiyle vukû bulduğunu
belirtmiştir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
...
وَلَوۡ شَآءَ ٱللَّهُ مَا ٱقۡتَتَلَ ٱلَّذِينَ مِنۢ بَعۡدِهِم مِّنۢ بَعۡدِ مَا
جَآءَتۡهُمُ ٱلۡبَيِّنَٰتُ وَلَٰكِنِ ٱخۡتَلَفُواْ فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ
وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ وَلَوۡ شَآءَ ٱللَّهُ مَا ٱقۡتَتَلُواْ وَلَٰكِنَّ
ٱللَّهَ يَفۡعَلُ مَا يُرِيدُ ٢٥٣ ﴾ [ سورة البقرة من
الآية :253 ]
"Allah dileseydi, o elçilerden sonra
kendilerine gelenler, kendilerine açık deliller geldikten sonra birbirleriyle
savaşmazlardı. Fakat onlar ihtilafa düştüler de bir kısmı îmân etti (îmânında
sâbit kaldı), bir kısmı da kâfir oldu (küfründe ısrar etti).Allah
dileseydi, onlar savaşmazlardı. Fakat Allah, dilediğini yapar (dilediğini îmân etmeye muvaffak kılar, dilediğini de kâfir
olmasını sağlar)."[155]
﴿
وَلَوۡ شِئۡنَا لَأٓتَيۡنَا كُلَّ نَفۡسٍ هُدَىٰهَا وَلَٰكِنۡ حَقَّ ٱلۡقَوۡلُ
مِنِّي لَأَمۡلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ ٱلۡجِنَّةِ وَٱلنَّاسِ أَجۡمَعِينَ ١٣ ﴾ [ سورة السجدة الآية :13 ]
"Biz, dileseydik herkesi doğru yola (îmâna)
iletirdik. Fakat (sapıklığı hidâyete tercih ettikleri için) cehennemi
hem cinler, hem insanlardan (küfür ve günah sahiplerinin) bir kısmı ile
dolduracağım, diye benden kesin bir söz çıkmıştır."[156]
Akıl, Kaderiyye'nin bu iddiâsını şöyle
reddeder:
Şüphesiz kâinatın hepsi, Allah Teâlâ'ya âittir.
İnsan da bu kâinatın bir parçasıdır. O halde insan, Allah Teâlâ'nın bir
kuludur. Mal sahibinin izni ve irâdesi olmaksızın kölenin onun mülkünde
tasarrufta bulunması ise, mümkün değildir.
% % % % %
İSLÂM AKÎDESİNİN HEDEFLERİ:
Hedef:
Sözlük olarak birçok anlamda kullanılır. Bunlardan birisi de; ona atış yapmak
için dikilen şeydir. Kastedilen her şey de hedeftir.
İslâm Akîdesinin Hedefleri: Hedefleri ve
onlara tutunulması gereken yüce amaçlarıdır ki bunlar çok çeşitlidir. Bazıları
şunlardır:
1.
Niyet ve ibâdetin, yalnızca Allah Teâlâ için olmasıdır. Çünkü Allah Teâlâ,
hiçbir ortağı olmayan yaratıcıdır. Bu sebeple niyet ve ibâdetin, yalnızca O'nun
için olması gerekir.
2.
Aklı ve fikri, bu akîdeden soyutlanmış olarak yetişen kalbi gelişigüzel ve
düzensiz olmaktan kurtarmaktır. Zirâ bu akîde kimin kalbinden soyutlanırsa, o
kimsenin kalbi ya bütün akîdelerden soyutlanmış ve maddî şeylere tapar hale
gelir ya da çeşitli inanç ve hurâfelerin sapıklıkları içerisinde bocalayıp
durur.
3. Nefsî
ve fikrî yönden huzurlu olmaktır. Bu akîdeye sahip olan nefiste stres, fikirlerinde
de düzensizlik olmaz. Çünkü bu akîde, mü'mini yaratıcısına ulaştırır,
yaratıcısı Rab ve kâinattaki işleri çekip çeviren olarak tanır, O'nun her
işinde hikmet sahibi ve kanun koyucu olduğunu bilir.Dolayısıyla mü'minin kalbi,
Allah Teâlâ'nın kaderiyle huzur bulur, gönlü İslâm'a açılır ve ondan başka bir
dîn istemez.
4.
Niyet ve amel, Allah Teâlâ'ya ibâdette veya yaratılanlarla olan sosyal
ilişkilerde bozulmalardan uzak olur. Çünkü bu akîdenin esaslarından birisi de,
niyet ve amelde her türlü kusur ve noksanlıktan uzak yollarına uymayı içeren
elçilere îmân etmektir.
5.
İşlerde kararlı ve ciddî olmaktır. Öyle ki insan, Allah Teâlâ'nın sevabını ümit
ederek iyi davranışta bulunmak için değerlendirmediği hiçbir fırsat bırakmaz ve
O'nun azabından korkarak günah gördüğü her yerden uzak durur. Çünkü İslâm
akîdesinin esaslarından birisi de, kıyâmet günü yeniden diriltilip dünyada
yapılan amellere karşılık, hesap ve cezânın olduğuna îmân etmektir.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
وَلِكُلّٖ دَرَجَٰتٞ مِّمَّا عَمِلُواْۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَٰفِلٍ عَمَّا
يَعۡمَلُونَ ١٣٢ ﴾
[
سورة الأنعام الآية :132 ]
"Herkesin derecesi, yaptığına (Allah'a
itaat etmesine veya O'na karşı gelmesine) göredir.(Ey Nebi!) Rabbin
onların (kullarının) yaptıklarından habersiz değildir."[157]
Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- de bu gayeye teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
(( الْمُؤْمِنُ الْقَوِيُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ
إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ، وَفِي كُلٍّ خَيْرٌ، اِحْرِصْ عَلَى مَا
يَنْفَعُكَ، وَاسْتَعِنْ بِاللهِ وَلاَ
تَعْجَزْ، وَإِنْ أَصَابَكَ شَيْءٌ فَلاَ تَقُلْ: لَوْ أَنِّي فَعَلْتُ كَانَ
كَذَا وَكَذَا، وَلَكِنْ قُلْ: قَدَرُ اللهِ وَمَا شَاءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ
تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَانِ.)) [ رواه مسلم ]
"Kuvvetli
mü'min[158], Allah’a,
zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Bununla birlikte (kuvvetli ve
zayıf mü'minin, îmân vasfına sahip olmasından dolayı) hepsinde hayır vardır.
Sana fayda verecek (Allah'a itaat ve O'nun katındaki) şeyin peşine düş
ve ona ulaşmak için Allah’tan yardım iste.Sakın (Allah'a itaat ve O'ndan
yardım isteme konusunda) âcizlik gösterme! Başına bir şey gelince: ‘Keşke
şöyle yapsaydım, şöyle şöyle olurdu’ deme. Fakat: ‘Bu Allah’ın takdiridir, o dilediğini
yapar’ de.Çünkü `keşke` türü hayıflanmalar, şeytana kapı açar (Şeytan,
kadere karşı gelmesi için insanın kalbine vesvese verir)."[159]
6. Dîninin
sâbit kılınması ve temellerinin sağlamlaştırılması için, bu yolda başına
gelecek belâlara aldırış etmeden, her şeyini harcayarak güçlü ve kuvvetli bir
ümmetin oluşmasıdır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
إِنَّمَا ٱلۡمُؤۡمِنُونَ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِٱللَّهِ وَرَسُولِهِۦ ثُمَّ لَمۡ
يَرۡتَابُواْ وَجَٰهَدُواْ بِأَمۡوَٰلِهِمۡ وَأَنفُسِهِمۡ فِي سَبِيلِ ٱللَّهِۚ
أُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلصَّٰدِقُونَ ١٥ ﴾
[ سورة الحجرات الآية : 15 ]
"Mü'minler, ancak Allah’a ve elçisine
îmân edip, sonra (îmânlarında)
asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır.
İşte (îmânlarında) doğru olanlar, onların tâ kendileridir."[160]
7. Fert ve
toplumları ıslah etmek, Allah Teâlâ'dan mükâfat ve hayırlı davranışlara nâil
olmak sûretiyle dünya ve âhiret saadetine kavuşmaktır.
Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
﴿
مَنۡ عَمِلَ صَٰلِحٗا مِّن ذَكَرٍ أَوۡ أُنثَىٰ وَهُوَ مُؤۡمِنٞ
فَلَنُحۡيِيَنَّهُۥ حَيَوٰةٗ طَيِّبَةٗۖ وَلَنَجۡزِيَنَّهُمۡ أَجۡرَهُم بِأَحۡسَنِ
مَا كَانُواْ يَعۡمَلُونَ ٩٧ ﴾ [ سورة النحل الآية :97
]
"Erkek
veya kadın, (Allah’a ve elçisine) îmân etmiş bir halde salih amel
işlerse, ona (dünyada) mutlaka mutlu bir hayat
yaşatırız. Âhirette de onlara, (dünyada) yapmakta olduklarının en güzeli mükâfatlarını
veririz."[161]
[1] Enbiyâ Sûresi: 25
[2] Âl-i İmrân Sûresi: 18
[3] Ahzâb Sûresi: 40
[4] Mâide Sûresi:3
[5] Âl-i İmrân Sûresi: 19
[6] Âl-i İmrân Sûresi:85
[7] A’raf
Sûresi: 158
[8] Müslim, İman kitabı, Nebi -sallallahu
aleyhi ve selem-’in elçiliğine îmânın farz oluşu bâbı, hadis no: 384
[9] Mâide Sûresi: 48
[10] Saff Sûresi: 9
[11] Nûr Sûresi: 55
[12] Adâlet: Birbirine benzeyen
aynı cinsten iki şey arasındaki eşitlik olup birbirine aykırı olan iki şeyin
arasını ayırmak demektir. Bazı insanların; 'İslâm, eşitlik dînidir' dedikleri
gibi-, adâlet, mutlak ve sınırsız bir eşitlik değildir. Zirâ eşitlik olursa,
birbirine aykırı iki şey arasında haksızlık olur. İslâm, böyle bir şeyi
getirmemiştir, böyle yapan kimse de övülmemiştir.
[13] Nahl Sûresi: 90
[14] Buhâri, hadis no:8. Müslim,
hadis no: 111.Lafız, Müslim'e âittir.
[15] Allah Teâlâ'nın özellikle bu
iki vakti zikretmesinin sebebi; insanların, diğer vakitlere göre bu iki vakitte
daha gâfil olmalarındandır. Bu sebeple bu iki vakitte azabın gelmesi, daha
korkunç ve dehşetli olur. (Çeviren)
[16] A'râf Sûresi: 96-99
[17] Bakara Sûresi:177
[18] Kamer Sûresi: 49-50
[19] Hadîsi, Buhari ve Müslim Ebû Hureyre’den
-Allah ondan râzı olsun- rivayet etmişlerdir.
[20] İslâm âlimleri, hadiste
geçen fıtrattan kastın, İslâm olduğunu belirt-mişlerdir. (Çeviren)
[21] Buhârî, hadis no: 1319
[22] Tûr Sûresi: 35
[23] Tûr Sûresi: 35-37
[24] Buhârî, hadisi iki ayrı
yerde rivâyet etmiştir.
[25] Enbiyâ Sûresi: 76
[26] Enfâl Sûresi: 9
[27] Buhârî ve Müslim
[28] Şuarâ Sûresi: 63
[29] Âl-i İmrân Sûresi: 49
[30] Mâide Sûresi: 110
[31] Kamer Sûresi: 1-2
[32] A’râf Sûresi:54
[33] Âyette
geçen “Kıtmîr” kelimesi, hurma çekirdeğinin üzerindeki ince ve beyaz zar
tabakasına denir. (Çeviren)
[34]
Fâtır Sûresi: 13
[35]
Nâziât Sûresi: 24
[36]
Kasas Sûresi: 38
[37] Neml Sûresi:14
[38]
İsrâ Sûresi: 102
[39] Mü’minûn Sûresi: 84-89
[40] Zuhruf Sûresi: 87
[41] Zuhruf Sûresi: 9
[42] Bakara Sûresi: 163
[43] Âl-i İmran Sûresi: 18
[44] Hac Sûresi:62
[45] Necm Sûresi:23
[46] A'râf Sûresi:71
[47] Yusuf Sûresi:39-40
[48] A’râf Sûresi: 65
[49] Furkan Sûresi: 3
[50] Sebe Sûresi: 22-23
[51] A’râf Sûresi: 191-192
[52] Bakara Sûresi:21-22
[53] Zuhruf Sûresi: 87
[54] Yûnus Sûresi: 31-32
[55]
A’râf Sûresi: 180
[56] Rûm Sûresi: 27
[57]
Şûrâ Sûresi: 11
[58] Enbiyâ Sûresi:19-20
[59] Müslim, hadis no: 93.
[60] Fâtır Sûresi: 1
[61] Enfâl Sûresi: 50
[62] Âyetin bu
kısmına şu anlam da verilebilir: "(Canlarını alacak olan) melekler
ellerini uzatmış bir halde onlara: 'Haydi kendinizi elimizden kaçırıp
canlarınızı azaptan kurtarın da görelim'.Ya da 'Rûhlarınızı bedenlerinizden
çıkarıp bize teslim edin ki canlarınızı alalım." (Çeviren)
[63] En’âm Sûresi:93
[64] Sebe Sûresi: 23
[65] Ra’d Sûresi:23-24
[66] Buhârî, hadis no: 3037
[67] Buhârî, hadis no: 3039
[68] Mâide Sûresi:48
[69] Mâide Sûresi: 48
[70] Nisâ Sûresi:163
[71] Buhârî, Kitabu Rikak, Cennet
ve Cehennem’in vasfı babı, hadis no: 6197
[72] Ahzâb Sûresi: 40
[73] Nahl Sûresi:36
[74] Fâtır Sûresi:24
[75] Mâide Sûresi:44
[76] A’raf Sûresi: 188
[77] Cin Sûresi: 21-22
[78] Şuara Sûresi: 79-81
[79] Buhârî ve Müslim
[80] Buhârî ve Müslim
[81] Furkân Sûresi:1
[82] Sâd Sûresi:45
[83] Zuhruf Sûresi:59
[84] Şuarâ Sûresi:105
Böylelikle onlar, bütün elçileri yalanlamış oldular. Çünkü her
elçi, kendisinden önceki elçilerin getirdiklerini tasdik etmekle emrolunmuştur.
(Çeviren)
[85] Ahzâb Sûresi:7
[86] Şûrâ Sûresi:13
[87] Ğâfir (Mü'min) Sûresi: 87
[88] Nisâ Sûresi: 65
[89] İsrâ Sûresi: 94-95
[90] İbrahim Sûresi: 10-11
[91] Enbiyâ Sûresi:104
[92] Mu'minûn Sûresi: 15-16
[93] Buhârî ve Müslim
[94] Mu'minûn Sûresi: 115
[95] Kasas Sûresi: 85
[96] Ğâşiye Sûresi: 25-26
[97] En’âm Sûresi:160
[98] Enbiyâ Sûresi:47
[99] Buhârî ve Müslim
[100] Buhârî ve Müslim
[101] A'râf Sûresi: 6-7
[102] A'râf Sûresi: 6-7
[103] Secde Sûresi: 17
[104] Âl-i İmrân Sûresi: 131
[105] Kehf Sûresi:29
[106] Ahzâb Sûresi:64-66
[107] En’âm Sûresi:93
[108] Ğâfir (Mü'min) Sûresi:46
[109] Müslim
[110] Fussilet Sûresi:30
[111] Vâkia Sûresi:83-96
[112] İmam
Ahmed'in -Allah ona rahmet etsin- bu konuda rivâyet ettiği uzun hadis şöyledir:
((عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ
tقَالَ: خَرَجْنَا مَعَ النَّبِيِّ r فِي جِنَازَةِ رَجُلٍ مِنَ الْأَنْصَارِ فَانْتَهَيْنَا إِلَى
الْقَبْر وَلَمَّا يُلْحَدْ فَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ r وَجَلَسْنَا حَوْلَهُ، وَكَأَنَّ عَلَى رُءُوسِنَا الطَّيْرَ،
وَفِي يَدِهِ عُودٌ يَنْكُتُ فِي الْأَرْضِ، فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ:
اسْتَعِيذُوا بِاللهِ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ، -مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا- ثُمَّ
قَالَ: إِنَّ الْعَبْدَ الْمُؤْمِنَ إِذَا كَانَ فِي انْقِطَاعٍ مِنَ الدُّنْيَا
وَإِقْبَالٍ مِنَ الْآخِرَةِ نَزَلَ إِلَيْهِ مَلاَئِكَةٌ مِنَ السَّمَاءِ بِيضُ
الْوُجُوهِ،كَأَنَّ وُجُوهَهُمُ الشَّمْسُ، مَعَهُمْ كَفَنٌ مِنْ أَكْفَانِ
الْجَنَّةِ، وَحَنُوطٌ مِنْ حَنُوطِ الْجَنَّةِ حَتَّى يَجْلِسُوا مِنْهُ مَدَّ
الْبَصَرِ، ثُمَّ يَجِيءُ مَلَكُ الْمَوْتِ u حَتَّى يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ: أَيَّتُهَا النَّفْسُ
الطَّيِّبَةُ! اخْرُجِي إِلَى مَغْفِرَةٍ مِنَ االلهِ وَرِضْوَانٍ. قَالَ: فَتَخْرُجُ تَسِيلُ،كَمَا
تَسِيلُ الْقَطْرَةُ مِنْ فِي السِّقَاءِ فَيَأْخُذُهَا، فَإِذَا أَخَذَهَا لَمْ
يَدَعُوهَا فِي يَدِهِ طَرْفَةَ عَيْنٍ حَتَّى يَأْخُذُوهَا، فَيَجْعَلُوهَا فِي
ذَلِكَ الْكَفَنِ، وَفِي ذَلِكَ الْحَنُوطِ، وَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَطْيَبِ
نَفْحَةِ مِسْكٍ وُجِدَتْ عَلَى وَجْهِ الْأَرْضِ، قَالَ: فَيَصْعَدُونَ بِهَا
فَلاَ يَمُرُّونَ يَعْنِي بِهَا عَلَى مَلإٍَ مِنَ الْمَلاَئِكَةِ إِلاَّ قَالُوا:
مَا هَذَا الرُّوحُ الطَّيِّبُ؟ فَيَقُولُونَ: فُلاَنُ بْنُ فُلاَنٍ بِأَحْسَنِ
أَسْمَائِهِ الَّتِي كَانُوا يُسَمُّونَهُ بِهَا فِي الدُّنْيَا حَتَّى يَنْتَهُوا
بِهَا إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا، فَيَسْتَفْتِحُونَ لَهُ فَيُفْتَحُ لَهُمْ
فَيُشَيِّعُهُ مِنْ كُلِّ سَمَاءٍ مُقَرَّبُوهَا إِلَى السَّمَاءِ الَّتِي
تَلِيهَا حَتَّى يُنْتَهَى بِهِ إِلَى السَّمَاءِ السَّابِعَةِ، فَيَقُولُ اللَّهُ
عَزَّ وَجَلَّ: اكْتُبُوا كِتَابَ عَبْدِي فِي عِلِّيِّينَ، وَأَعِيدُوهُ إِلَى
الْأَرْضِ، فَإِنِّي مِنْهَا خَلَقْتُهُمْ، وَفِيهَا أُعِيدُهُمْ، وَمِنْهَا
أُخْرِجُهُمْ تَارَةً أُخْرَى، قَالَ: فَتُعَادُ رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ،
فَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَنْ رَبُّكَ ؟ فَيَقُولُ:
رَبِّيَ اللَّهُ، فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا دِينُكَ ؟ فَيَقُولُ: دِينِيَ
الْإِسْلاَمُ، فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ ؟
فَيَقُولُ: هُوَ رَسُولُ اللَّهِ r، فَيَقُولاَنِ لَهُ: وَمَا عِلْمُكَ ؟ فَيَقُولُ: قَرَأْتُ
كِتَابَ اللَّهِ، فَآمَنْتُ بِهِ، وَصَدَّقْتُ، فَيُنَادِي مُنَادٍ فِي السَّمَاءِ
أَنْ صَدَقَ عَبْدِي، فَأَفْرِشُوهُ مِنَ الْجَنَّةِ، وَأَلْبِسُوهُ مِنَ
الْجَنَّةِ، وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى الْجَنَّةِ، قَالَ: فَيَأْتِيهِ مِنْ
رَوْحِهَا، وَطِيبِهَا، وَيُفْسَحُ لَهُ فِي قَبْرِهِ مَدَّ بَصَرِهِ، قَالَ:
وَيَأْتِيهِ رَجُلٌ حَسَنُ الْوَجْهِ، حَسَنُ الثِّيَابِ، طَيِّبُ الرِّيحِ،
فَيَقُولُ: أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُرُّكَ! هَذَا يَوْمُكَ الَّذِي كُنْتَ تُوعَدُ،
فَيَقُولُ لَهُ: مَنْ أَنْتَ؟ فَوَجْهُكَ الْوَجْهُ يَجِيءُ بِالْخَيْرِ،
فَيَقُولُ: أَنَا عَمَلُكَ الصَّالِحُ، فَيَقُولُ: رَبِّ أَقِمِ السَّاعَةَ حَتَّى
أَرْجِعَ إِلَى أَهْلِي، وَمَالِي، قَالَ: وَإِنَّ الْعَبْدَ الْكَافِرَ إِذَا
كَانَ فِي انْقِطَاعٍ مِنَ الدُّنْيَا، وَإِقْبَالٍ مِنَ الْآخِرَةِ، نَزَلَ
إِلَيْهِ مِنَ السَّمَاءِ مَلاَئِكَةٌ سُودُ الْوُجُوهِ مَعَهُمُ الْمُسُوحُ،
فَيَجْلِسُونَ مِنْهُ مَدَّ الْبَصَرِ، ثُمَّ يَجِيءُ مَلَكُ الْمَوْتِ حَتَّى
يَجْلِسَ عِنْدَ رَأْسِهِ فَيَقُولُ: أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْخَبِيثَةُ! اخْرُجِي
إِلَى سَخَطٍ مِنَ اللهِ وَغَضَبٍ، قَالَ: فَتُفَرَّقُ فِي جَسَدِهِ،
فَيَنْتَزِعُهَا كَمَا يُنْتَزَعُ السَّفُّودُ مِنَ الصُّوفِ الْمَبْلُولِ،
فَيَأْخُذُهَا فَإِذَا أَخَذَهَا لَمْ يَدَعُوهَا فِي يَدِهِ طَرْفَةَ عَيْنٍ
حَتَّى يَجْعَلُوهَا فِي تِلْكَ الْمُسُوحِ، وَيَخْرُجُ مِنْهَا كَأَنْتَنِ رِيحِ
جِيفَةٍ وُجِدَتْ عَلَى وَجْهِ الْأَرْضِ، فَيَصْعَدُونَ بِهَا فَلاَ يَمُرُّونَ
بِهَا عَلَى مَلإٍَ مِنَ الْمَلاَئِكَةِ إِلاَّ قَالُوا: مَا هَذَا الرُّوحُ
الْخَبِيثُ؟ فَيَقُولُونَ: فُلاَنُ بْنُ فُلاَنٍ بِأَقْبَحِ أَسْمَائِهِ الَّتِي
كَانَ يُسَمَّى بِهَا فِي الدُّنْيَا حَتَّى يُنْتَهَى بِهِ إِلَى السَّمَاءِ
الدُّنْيَا، فَيُسْتَفْتَحُ لَهُ فَلاَ يُفْتَحُ لَهُ، ثُمَّ قَرَأَ رَسُولُ
اللَّهِ r : ﴿ إِنَّ ٱلَّذِينَ كَذَّبُواْ بَِٔايَٰتِنَا
وَٱسۡتَكۡبَرُواْ عَنۡهَا لَا تُفَتَّحُ لَهُمۡ أَبۡوَٰبُ ٱلسَّمَآءِ وَلَا
يَدۡخُلُونَ ٱلۡجَنَّةَ حَتَّىٰ يَلِجَ ٱلۡجَمَلُ فِي سَمِّ ٱلۡخِيَاطِۚ
وَكَذَٰلِكَ نَجۡزِي ٱلۡمُجۡرِمِينَ ٤٠ ﴾ [الأعراف:
٤٠] فَيَقُولُ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ:
اكْتُبُوا كِتَابَهُ فِي سِجِّينٍ فِي الْأَرْضِ السُّفْلَى، فَتُطْرَحُ رُوحُهُ
طَرْحًا،ثُمَّ قَرَأَ: ﴿ ... وَمَن يُشۡرِكۡ بِٱللَّهِ فَكَأَنَّمَا خَرَّ مِنَ
ٱلسَّمَآءِ فَتَخۡطَفُهُ ٱلطَّيۡرُ أَوۡ تَهۡوِي بِهِ ٱلرِّيحُ فِي مَكَانٖ
سَحِيقٖ ٣١ ﴾ [الحج : ٣١]
فَتُعَادُ رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ، وَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ
فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَنْ رَبُّكَ ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ! هَاهْ! لاَ أَدْرِي،
فَيَقُولاَنِ لَهُ :مَا دِينُكَ ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ! هَاهْ! لاَ أَدْرِي،
فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ ؟
فَيَقُولُ:هَاهْ! هَاهْ! لاَ أَدْرِي، فَيُنَادِي مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ أَنْ
كَذَبَ، فَافْرِشُوا لَهُ مِنَ النَّارِ، وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى النَّارِ،
فَيَأْتِيهِ مِنْ حَرِّهَا، وَسَمُومِهَا، وَيُضَيَّقُ عَلَيْهِ قَبْرُهُ حَتَّى
تَخْتَلِفَ فِيهِ أَضْلاَعُهُ، وَيَأْتِيهِ رَجُلٌ قَبِيحُ الْوَجْهِ، قَبِيحُ
الثِّيَابِ، مُنْتِنُ الرِّيحِ، فَيَقُولُ: أَبْشِرْ بِالَّذِي يَسُوءُكَ! هَذَا
يَوْمُكَ الَّذِي كُنْتَ تُوعَدُ! فَيَقُولُ: مَنْ أَنْتَ؟ فَوَجْهُكَ الْوَجْهُ
يَجِيءُ بِالشَّرِّ، فَيَقُولُ: أَنَا عَمَلُكَ الْخَبِيثُ، فَيَقُولُ: رَبِّ لاَ
تُقِمِ السَّاعَةَ.)) [ رواه أحمد ]
Berâ b. Âzib'den -Allah ondan
râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:
"Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Ensar'dan bir adamın cenâzesini
defnetmek için dışarı çıktık, kabre geldiğimizde kabir henüz kazılmamıştı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- oturunca, biz de onun meclisine
saygıdan dolayı sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz hareketsiz bir
şekilde onun etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve düşünceli bir şekilde
çubuğun bir ucuyla yeri eşeliyordu. Derken başına kaldırdı ve -iki veya üç
defa-:
-Kabir
azabından Allah'a sığının, buyurdu.
Sonra
şöyle buyurdu:
-Mümin kul, dünyadan ayrılmak ve
âhirete yönelmek üzere olduğu zaman ona gökten yüzleri sanki güneş gibi olan
beyaz yüzlü melekler iner. Yanlarında cennet kefenlerinden ve kokularından
vardır. Onun görebileceği yere otururlar. Sonra ölüm meleği gelir, baş tarafına
oturur ve şöyle der:
-Ey güzel ruh, çık ve Rabbinin
mağfiretine ve rızâsına gel.
Bunun üzerine o ruh, tulumun ağzından
damlayan bir damla gibi çıkar ve ölüm meleği onu alır. Ölüm meleği, mü'min
kulun ruhunu aldığında, melekler onu göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin
elinde bırakmazlar. Onu ölüm meleğinin elinden alırlar ve bu kefene koyarlar. O
ruhtan, yeryüzünde bulunan en güzel mis kokusu gibi bir koku çıkar. Onu
melekler arasından geçirirken:
-Bu güzel ruh nedir? derler.
Dünyadaki en güzel isimlerini
söyleyerek:
-Falan oğlu falandır' derler.
Dünya semâsına ulaşıncaya kadar çıkarırlar.
Melekler onun için kapının açılmasını isterler. Onlara kapı açılır. Bunun
üzerine yedinci semâya ulaşıncaya kadar her semâda bulunan Allah'a yakın
melekler o ruha eşlik ederler. Nihâyet Allah-azze ve celle- şöyle buyurur:
-Kulumun amel defterini, İlliyyîn'e
yazın ve ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Çünkü ben, onları ondan (topraktan)
yarattım ve yine ona döndüreceğim. Bir defa daha onları (hesaba çekmek üzere)
topraktan çıkaracağım.
Bunun üzerine mü'min kulun ruhu bedenine iâde
edilir. Ardından iki melek yanına gelip onu oturturlar ve:
Rabbin kimdir? derler.
Mü'min kul:
-Rabbim Allah'tır, der.
Onlar:
-Dinin nedir? derler.
Mümin kul:
-Dinim İslâm'dır, der.
Onlar:
-Size gönderilen adam hakkında ne
dersin? derler.
Mümin kul:
-Allah'ın elçisidir, der.
Onlar:
-Sana bunları bildiren nedir? derler.
Mümin kul:
-Allah'ın kitabını okudum, ona inandım
ve onu tasdik ettim, der.
Bunun üzerine semâdan bir ses gelir:
-Kulum doğru söyledi. Cennet'ten bir
yer döşeyin (makamını hazırlayın), onu cennet elbiselerinden giydirin ve ona
cennetten bir kapı açın, der.
Bunun üzerine ona cennetin esintisinden ve güzel kokusundan kokular gelir, gözünün
görebileceği yere kadar kabri genişletilir. Sonra
ona, güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokular içerisinde olan birisi gelir
ve seni mutlu edecek şeyle sevin. Bugün sana vadolunan gündür, der. Bunun
üzerine o:
-Sen kimsin? Senin o hayırlı yüzün nedir, der.
O:
-Ben, senin sâlih amelinim der.
Bunu işitince, Yâ Rabbi! Kıyâmeti çabuk kopar ki,
âileme ve malıma kavuşayım, der.
Kâfir kul, dünyadan ayrılmak ve
âhirete yönelmek üzere olduğu zaman, yanlarında kaba ve sert elbise olan siyah
yüzlü melekler gelir ve onun görebileceği bir yerde otururlar. Sonra ölüm
meleği onun yanına gelip başucunda oturur ve ona:
-Ey çirkin ruh, haydi çık! Allah'ın
öfkesine ve gazabına gel! der.
Bunun üzerine ruhu bedenine dağılır ve
ıslak yüne dolaşan pıtrağın yünden çekilip çıkarıldığı gibi, ölüm meleği onun
ruhunu bedeninden çekip alır (ruhu bedeninden güçlükle ayrılır). Ölüm meleği
ruhunu alınca da, melekler onu göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde
bırakmazlar. Onu ölüm meleğinin elinden alırlar, kaba ve sert elbisenin içine
koyarlar. Ondan yeryüzünde bulunan en pis leş kokusu gibi bir koku çıkar.
Onu semâya yükseltirler. Her semâda bulunan meleklerin yanından geçerken onlar:
-Bu pis ruh kimindir? derler.
Melekler, dünyadaki en kötü ismini söyleyerek:
-Falan oğlu falandır, derler.
Dünya semâsına gelince, onun için semânın kapılarının açılmasını
isterler, fakat ona kapılar açılmaz.
Sonra Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu âyeti okudu:
"(Öldükleri zaman) onlar (ın ruhların)a gök kapıları açılmaz
ve halat, iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremezler. Suçluları
işte böyle cezâlandırırız."(A'râf Sûresi: 40)
Allah -azze ve celle- şöyle buyurur:
-Onun amel defterini Siccîn'e ( en aşağı tabakaya) yazın, der.
Sonra onun ruhu, gökten yere fırlatılıp atılır.
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- sonra şu âyeti okudu:
"Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o, gökten düşüp de
parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış veya rüzgâr onu uzak bir yere sürükleyip
atmış kimse gibidir. " (Hac Sûresi:31).
Ardından ruhu bedenine iâde olunur da (Münker ve Nekir adlı) iki
melek ona gelip yanına oturur ve:
Rabbin kimdir? derler.
Kâfir kul:
-Şey şey, bilmiyorum, der.
Onlar:
-Dinin nedir? derler.
Kâfir kul:
-Şey şey, bilmiyorum, der.
Onlar:
-Size gönderilen adam hakkında ne
dersin? derler.
Kâfir kul:
-Şey, şey, bilmiyorum, der.
Bunun üzerine semâdan bir ses:
-Yalan söyledi, ona cehennemdeki yerini hazırlayın ve ona
cehennemden bir kapı açın' der.
Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgârından gelir ve
kaburgaları birbirine geçecek şekilde kabri ona daraltılır. Çirkin yüzlü, kötü
elbiseli ve pis kokulu bir adam ona gelir ve şöyle der:
-Seni üzecek şeye sevin! Bugün, vaadolunduğun gündür.
Kâfir ruh ona:
-Sen kimsin? Çirkin yüz, kötülük getirdi, der.
O da:
-Ben senin çirkin amelinim, der.
Bunun üzerine: Rabbim! Kıyameti koparma, der." (İmam Ahmed'in
Müsnedi, hadis no: 17803) (Çeviren)
Pıtrak:
Dikenli tohumları hayvanların kıllarına ve insanların giysilerine takılan bir
yıllık ve otsu bir bitkidir. Botanik (Bitki bilimindeki) adı; 'Xantium
spinosum'dur.
Ebu Dâvûd'un rivâyet ettiği
hadis ise şöyledir:
(( عَنِ الْبَرَاءِ بْنِ عَازِبٍ t
قَالَ خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِ r فِي جَنَازَةِ رَجُلٍ مِنَ الْأَنْصَارِ
فَانْتَهَيْنَا إِلَى الْقَبْرِ وَلَمَّا يُلْحَدْ فَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ r
وَجَلَسْنَا حَوْلَهُ كَأَنَّمَا عَلَى رُءُوسِنَا الطَّيْرُ، وَفِي يَدِهِ عُودٌ
يَنْكُتُ بِهِ فِي الْأَرْضِ، فَرَفَعَ رَأْسَهُ فَقَالَ: اسْتَعِيذُوا بِاللهِ
مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ -مَرَّتَيْنِ أَوْ ثَلاَثًا- زَادَ فِي حَدِيثِ جَرِيرٍ
هَاهُنَا وَقَالَ: وَإِنَّهُ لَيَسْمَعُ خَفْقَ نِعَالِهِمْ إِذَا وَلَّوْا
مُدْبِرِينَ حِينَ يُقَالُ لَهُ يَا هَذَا: مَنْ رَبُّكَ؟ وَمَا دِينُكَ؟ وَمَنْ
نَبِيُّكَ؟ قَالَ: هَنَّادٌ قَالَ: وَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ فَيُجْلِسَانِهِ
فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ: رَبِّيَ اللهُ. فَيَقُولاَنِ لَهُ:
مَا دِينُكَ؟ فَيَقُولُ: دِينِيَ الْإِسْلاَمُ. فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَا هَذَا
الرَّجُلُ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ؟ قَالَ: فَيَقُولُ: هُوَ رَسُولُ اللَّهِ r
فَيَقُولاَنِ وَمَا يُدْرِيكَ؟ فَيَقُولُ:
قَرَأْتُ كِتَابَ اللهِ، فَآمَنْتُ بِهِ، وَصَدَّقْتُ. زَادَ فِي حَدِيثِ جَرِيرٍ
فَذَلِكَ قَوْلُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ: ﴿ يُثَبِّتُ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ ءَامَنُواْ بِٱلۡقَوۡلِ ٱلثَّابِتِ فِي
ٱلۡحَيَوٰةِ ٱلدُّنۡيَا وَفِي ٱلۡأٓخِرَةِۖ وَيُضِلُّ ٱللَّهُ ٱلظَّٰلِمِينَۚ
وَيَفۡعَلُ ٱللَّهُ مَا يَشَآءُ ٢٧ ﴾ [إبراهيم: ٢٧]
، ثُمَّ
اتَّفَقَا قَالَ: فَيُنَادِي مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَنْ قَدْ صَدَقَ عَبْدِي،
فَأَفْرِشُوهُ مِنَ الْجَنَّةِ، وَافْتَحُوا لَهُ بَابًا إِلَى الْجَنَّةِ،
وَأَلْبِسُوهُ مِنَ الْجَنَّةِ، قَالَ فَيَأْتِيهِ مِنْ رَوْحِهَا وَطِيبِهَا.
قَالَ: وَيُفْتَحُ لَهُ فِيهَا مَدَّ بَصَرِهِ قَالَ: وَإِنَّ الْكَافِرَ فَذَكَرَ
مَوْتَهُ قَالَ: وَتُعَادُ رُوحُهُ فِي جَسَدِهِ، وَيَأْتِيهِ مَلَكَانِ
فَيُجْلِسَانِهِ، فَيَقُولاَنِ لَهُ: مَنْ رَبُّكَ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ هَاهْ هَاهْ!
لاَ أَدْرِي. فَيَقُولاَنِ لَهُ:مَا دِينُكَ؟ فَيَقُولُ: هَاهْ هَاهْ! لاَ
أَدْرِي.فَيَقُولاَنِ : مَا هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي بُعِثَ فِيكُمْ؟ فَيَقُولُ:
هَاهْ هَاهْ! لاَ أَدْرِي. فَيُنَادِي مُنَادٍ مِنَ السَّمَاءِ: أَنْ كَذَبَ،
فَأَفْرِشُوهُ مِنَ النَّارِ، وَأَلْبِسُوهُ مِنَ النَّارِ،وَافْتَحُوا لَهُ
بَابًا إِلَى النَّارِ. قَالَ: فَيَأْتِيهِ مِنْ حَرِّهَا وَسَمُومِهَا، قَالَ:
وَيُضَيَّقُ عَلَيْهِ قَبْرُهُ حَتَّى تَخْتَلِفَ فِيهِ أَضْلَاعُهُ، زَادَ فِي
حَدِيثِ جَرِيرٍ قَالَ: ثُمَّ يُقَيَّضُ لَهُ أَعْمَى أَبْكَمُ مَعَهُ مِرْزَبَّةٌ
مِنْ حَدِيدٍ لَوْ ضُرِبَ بِهَا جَبَلٌ لَصَارَ تُرَابًا، قَالَ: فَيَضْرِبُهُ
بِهَا ضَرْبَةً يَسْمَعُهَا مَا بَيْنَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ إِلاَّ
الثَّقَلَيْنِ فَيَصِيرُ تُرَابًا. قَالَ: ثُمَّ تُعَادُ فِيهِ الرُّوحُ.)) [ رواه
أبو داود ]
Berâ b. Âzib'den -Allah ondan
râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der:
"Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Ensar'dan bir adamın cenâzesini
defnetmek için dışarı çıktık, kabre geldiğimizde kabir henüz kazılmamıştı.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- oturunca, biz de onun meclisine
saygıdan dolayı sanki başımızda kuş duruyormuşçasına hepimiz hareketsiz bir
şekilde onun etrafında oturduk. Elinde bir çubuk vardı ve düşünceli bir şekilde
çubuğun bir ucuyla yeri eşeliyordu. derken başına kaldırdı ve -iki veya üç
defa-:
-Kabir
azabından Allah'a sığının, buyurdu.
-Cerîr'in
buradaki hadisinde şu fazlalık da vardır-:
-Ölü,
(kabre konulup yakınları oradan ayrıldıktan sonra) ve (Münker ve Nekir adlı iki
melek) ona:
-Ey
Falanca! Rabbin kimdir? Dinin nedir? Nebin
kimdir? diye sorarken geri dönenlerin ayak seslerini mutlaka işitir.
(Hadisi
rivâyet eden) Hennâd şöyle der:
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
Ardından iki melek yanına gelip onu
oturturlar ve:
-Rabbin kimdir? derler.
Mü'min kul:
-Rabbim Allah'tır, der.
Onlar:
-Dinin nedir? derler.
Mümin kul:
-Dinim İslâm'dır, der.
Onlar:
-Size gönderilen adam hakkında ne
dersin? derler.
Mümin kul:
-O Allah'ın elçisidir, der.
Onlar:
-Sana bunları bildiren nedir? derler.
Mümin kul:
-Allah'ın kitabını okudum, ona inandım
ve onu tasdik ettim, der.
-Cerîr'in hadisinde şu
fazlalık vardır-:
'İşte bu, Allah -azze ve
celle-'nin şöyle buyurmasıdır:
"Allah, inananları hem dünya, hem de âhiret hayatında hak ve
kalıcı söz ile sapasağlam tutar. Zâlimleri de (dünya ve âhiret hayatında
haktan) saptırır. Allah, (îmân edenleri başarıya ulaştırmak ve kâfirleri de
rüsvây etmek hususunda) dilediğini yapar."(İbrahim Sûresi: 27)
-Sonra Osman ve Hennâd rivâyette
ittifak ettiler-:
"Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu
ki:
-Bunun üzerine semâdan bir ses gelir:
Kulum doğru söyledi. Cennetten bir yer döşeyin (makamını hazırlayın), ona
cennetten bir kapı açın ve onu cennet elbiselerinden giydirin, der. Bunun
üzerine ona cennetin esintisin-den ve güzel kokusundan
kokular gelir, gözünün görebileceği yere kadar kabri genişletilir.
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem-, kâfirin ölüm hali ve şiddeti hakkında ise şöyle buyurdu:
-Ardından ruhu bedenine iâde olunur (Münker ve Nekir adlı) iki
melek yanına gelip onu otururlar ve:
Rabbin kimdir? Diye sorarlar.
Kâfir kul:
-Şey, şey, bilmiyorum, der.
Onlar:
-Dinin nedir? Diye sorarlar.
Kâfir kul:
-Şey, şey, bilmiyorum, der.
Onlar:
-Size gönderilen adam hakkında ne
dersin? Diye sorarlar.
Kâfir kul:
-Şey şey, bilmiyorum, der.
Bunun üzerine semâdan bir ses:
-Yalan söyledi, ona cehennemdeki yerini hazırlayın, ona cehennem
elbiselerinden giydirin ve ona cehennemden bir kapı açın, der.
Cehennem ateşinin sıcağından ve sıcak rüzgârından gelir,
kaburgaları birbirine geçinceye kadar kabri ona daraltılır.
-Cerîr'in
hadisinde şu fazlalık da vardır-:
'Sonra (ona hiç acımasın diye) onun başına kör, dilsiz ve elinde
demirden büyük bir balyoz bulunan bir melek (zebâni) görevlendirilir. Bu
balyozla bir dağa vurulmuş olsaydı, o dağ toprak olurdu. Bu balyozla ona öyle
bir vurur ki, hemen toprak oluverir. Kâfir, bunun şiddetiyle öyle bir çığlık
atar ki doğu ile batı arasındaki insanlar ve cinlerden başka herkes bu çığlığı
işitir. Sonra ona tekrar ruh verilir." (Sünen-i Ebî Dâvûd, hadis no: 4127)
(Çeviren)
[113] Teğâbun Sûresi: 7
[114] Bakara Sûresi: 55-56
[115] Bakara Sûresi: 72-73
[116] Bakara Sûresi: 243
[117] Bakara Sûresi: 259
[118] Bakara Sûresi: 260
[119] Rûm Sûresi: 27
[120] Enbiyâ Sûresi:104
[121] Yâsîn Sûresi:79
[122] Fussilet Sûresi:39
[123] Kâf Sûresi:9-11
[124] Buhârî
[125] Buna büyük ölüm denir.Ölümün
gelmesi, ecelin sona ermesiyle olur.
[126] Bu sebeple uyku, küçük ölüm olarak
adlandırılmıştır. (Çeviren)
[127] Zümer Sûresi: 42
[128] İsrâ Sûresi: 44
[129] A'râf Sûresi: 27
[130] Hac Sûresi:70
[131] Müslim, hadis no: 6690
[132] Kasas Sûresi: 68
[133] İbrahim Sûresi: 27
[134] Âl-i İmrân Sûresi: 6
[135] Nisâ Sûresi: 90
[136] En'âm Sûresi: 112
[137] Zümer Sûresi: 62
[138] Furkân Sûresi: 2
[139] Sâffât Sûresi:96
[140] Nebe Sûresi:39
[141] Bakara Sûresi:223
[142] Teğâbun Sûresi: 16
[143] Bakara Sûresi: 286
[144] Tekvîr Sûresi: 28-29
[145] En’âm Sûresi:148
[146] Nisâ Sûresi: 165
[147] Buhârî ve Müslim rivâyet
etmiştir. Lafız Buhârî'ye âittir.
[148] Teğâbun Sûresi: 16
[149] Bakara Sûresi: 286
[150] Hadîd Sûresi:22-23
[151] Müslim, hadis no: 7425.
[152] Âli İmrân Sûresi:152
[153] Kehf Sûresi:29
[154] Fussilet Sûresi:46
[155] Bakara Sûresi:253
[156] Secde Sûresi:13
[157] En'âm Sûresi:132
[158] Kuvvetli mü'minden, onun
sadece bedensel olarak güçlü olması kastedilmemiştir.Bundan kastedilen, savaşta
düşmanın üzerine herkesten daha çok atak yapması, onunla savaşmak için
herkesten daha hızlı çıkması, onunla savaşmayı istemesi, iyiliği emredip
kötülükten alıkoymada herkes-ten daha kararlı olması, bütün bunlarda eziyetlere
sabretmesi, Allah Teâlâ için zorluklara tahammül göstermesi, namaz, oruç, duâ,
zikir ve diğer ibâdetleri edâ etmekte herkesten daha istek ve arzulu olması, bu
ibâdetleri isterken herkesten daha canlı çalışması ve bu ibâdetleri devamlı
olarak yerine getirmesi gibi vasıflar
kastedilmiştir. (Çeviren)
[159] Müslim, hadis no: 6716.
[160] Hucurât Sûresi:15
[161] Nahl Sûresi: 97