Bu Blog içinde Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

İMAN ININ KAPSAMI

 Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, selef-i salih’in akidesinin esaslarından birisi de şudur: Onlara göre iman kalb ile tasdik, dil ile söylemek, azalarla amel etmektir. İtaatle artar, masiyet dolayısıyla eksilir.

İman hem söz, hem ameldir.

Kalb ile dilin sözü, kalb, dil ve azaların amelidir.

Kalbin sözü inanması, tasdik etmesi, ikrarı ve kesin olarak kabulüdür.

Dilin sözü ise ameli kabullenmesidir. Yani şehadet kelimelerini söyleyip, gerekleri ile amel etmesidir.

Kalbin ameli ise niyeti, teslimiyet göstermesi, ihlâsı, boyun eğmesi, sevmesi ve salih amelleri yapmak istemesidir.

Dil ile azaların ameli ise emrolunan şeyleri yapmak, yasak kılınmış şeyleri de terketmektir.

İman sözlükte tasdik etmek, boyun eğdiğini ortaya koymak ve ikrarda bulunmak demektir. Şer’an gizli ve açık bütün itaatlerdir. Gizli amellere  kalbin amelleri örnek gösterilebilir. Bu da kalbin tasdik etmesi ile olur. Zahir (açık) ameller ise bedenen yapılan farz ve mendub fiillerdir. Kısacası iman kalbte yer eden amel tarafından da doğrulanan, meyveleri Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak sureti ile açıkça ortaya çıkan şeydir.

Eğer ilim amelden uzak kalacak olursa, bunun bir faydası yoktur. Amelden uzak ilimin herhangi bir kimseye faydası olsaydı, Allah’ın lanetine uğramış, İblis’e fayda vermesi gerekirdi. O yüce Allah’ın ortağı olmaksızın bir ve tek olduğunu, sonunda mutlaka O’na dönülüp bunda herhangi bir şüphenin bulunmadığını biliyordu. Fakat yüce Allah kendisine: Adem’e secde et! diye emir verince, o da büyüklük tasladı ve diretti. Kâfirlerden oldu. Allah’ın vahdaniyetini bilmiş olmasının ona bir faydası dokunmadı. Çünkü amelden ayrı bir ilmin âlemlerin Rabbinin terazisinde hiçbir ağırlığı yoktur.

İşte selef te bunu böylece anlamışlardır. İman da Kur’ân-ı Kerîm’de amelden soyut olarak kullanılmamıştır. Aksine pekçok âyet-i kerîme’de salih amel imana atıf edilerek, birlikte zikredilmiştir.

Amel olmadıkça iman kâmil olamaz. Niyetsiz söz ve amel olmaz. Sünnete uygun olmadıkça da ne söz, ne amel, ne de niyet olur.

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’e iman edip, iman etmiş oldukları dinin esasları ve fer’î hükümleri ile zahiri ile batını ile amel eden, imanın etkileri akidelerinde, sözlerinde açık ve gizli amellerinde ortaya çıkan kimseler hakkında “gerçek mü’min” niteliğini kullanmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Gerçek mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri titrer, âyetleri karşılarında okunduğu zaman imanlarını arttırır ve onlar ancak Rablerine dayanıp güvenirler. Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infak ederler. İşte onlar gerçek mü’minlerin ta kendileridir. Onlar için Rableri katında dereceler, mağfiret ve bitmez tükenmez bir rızık vardır.” (el-Enfal, 8/2-4)

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok âyet-i kerîmesinde iman ile salih ameli birlikte sözkonusu etmiştir. Şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten iman edip salih ameller işleyenlerin ise konakları Firdevs cennetleridir.” (el-Kehf, 18/107)

“Muhakkak Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru olanların üzerine melekler: Korkmayın, üzülmeyin ve size vaadolunan cennetle sevinin diye inerler.” (Fussilet, 41/30);”İşte bu cennet yapageldiğiniz ameller sebebi ile size miras verilmiştir.” (ez-Zuhruf, 43/72); “Andolsun asra ki, gerçekten insan ziyandadır. İman eden, salih ameller işleyen birbirine hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye edenler müstesnâ.” (el-Asr, 103/1-3)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: “Allah’a iman ettim de, sonra da dosdoğru ol.” (Müslim)

Yine Peygamber şöyle buyurmaktadır: “İman yetmiş küsur şubedir. Bunların en faziletlileri Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur demek, en alt derecede olanları yolda rahatsızlık veren şeyleri kaldırmaktır. Haya da imanın şubelerinden birisidir.” (Buharî)

İlim ve amel birbirinden ayrılmaz şeylerdir, biri diğerini bırakmaz. Amel ilmin şekli ve özüdür.

İmanın birtakım dereceleri ve şubeleri olduğuna, artıp eksildiğine, mü’minlerin aralarında fazilet farkının bulunduğuna dair pekçok âyet ve hadis nassı varid olmuştur.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”İman edenlerin de imanı artsın.” (el-Müddessir, 74/31);”Bir sure indirildiği zaman içlerinden bazıları: Bu hanginizin imanını arttırdı, derler. İman etmiş olanlara gelince, bu onların imanını arttırmıştır.” (et-Tevbe, 9/24);”Âyetleri karşılarında okunduğu zaman onların imanını arttırır ve onlar ancak Rablerine dayanıp, güvenirler.” (el-Enfal, 8)

“İmanlarına iman katmaları için mü’minlerin kalbine sükûn ve huzur indiren O’dur.” (el-Feth, 48/4)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için sever, Allah için buğzederse o imanını tamamlamış olur.” Ebu Davud.

Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, eğer gücü yetmezse diliyle, eğer yine gücü yetmezse kalbi ile değiştirsin. Bu ise imanın en zayıf halidir.” (Müslim)

İşte ashab-ı kiram, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’den böylece imanın itikad, söz ve amel olduğunu, itaat ile artıp, masiyet dolayısıyla eksildiğini öğrenmiş ve kavramış oldular.

Emiru’l mü’minin Ali b. Ebi Talib -radıyallahu anh.- şöyle demiştir: “Sabrın imana göre durumu, başın vücuda göre durumudur. Sabrı olmayanın imanı da olmaz.”

Abdullah b. Mes’ud  -radıyallahu anh- da şöyle demiştir: “Allah’ım! İmanımızı, yakînimizi ve fıkhımızı arttır.

Abdullah b. Abbas, Ebu Hureyre ve Ebu’d-Derda (r.anhum): “İman artar ve eksilir” derlerdi.

İmam Vekî’ b. el-Cerrah -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle derdi: “Ehl-i sünnet der ki: İman söz ve ameldir.

Ehl-i sünnet’in imamı Ahmed b. Hambel -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “İman artar ve eksilir. Artması amel ile eksilmesi de ameli terketmekledir.

Hasan-ı Basri de -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “İman ne birtakım süslenmelerle, ne de temennilerledir ama iman kalbe yerleşen ve amellerin doğruladığı şeydir.”

İmam Şafîi -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: “İman söz ve ameldir, artar ve eksilir. İtaatle artar, masiyetle eksilir.” Sonra da yüce Allah’ın:”Ve iman edenlerin imanı artsın diye...” buyruğunu okumuştur.

İmam Ebu Ömer b. Abdi’l-Berr, et-Temhid adlı eserinde şöyle demektedir: “Fıkıh ve hadis ehli şunu belirtmişlerdir: İman söz ve ameldir. Niyetsiz amel olmaz. Onlara göre iman itaatle artar, masiyet dolayısıyla eksilir. Onlara göre bütün itaatler de imandır.

Bütün ashab-ı kiram, tabîin ve muhaddis, fukahâ dinin önder imamları ile onların peşinden gidenlerin oluşturduğu, onlara güzelce uyanlar hep bu kanaatte idiler. Selef ile halef’ten bu hususta haktan sapanların dışında onlara muhalefet eden kimse yoktur.

Ehl-i sünnet der ki: Ameli imanın dışına çıkartan bir kimse mürcie’dendir. Ondan olmayan şeyleri onun içine sokan kimse ise bid’atçidir.

Diliyle şehadet kelimesini söyleyen, kalbiyle yüce Allah’ın vahdaniyetine inanan, bununla birlikte azalarıyla İslam’ın rükünlerini eda etmeyen bir kimsenin imanı kamil değildir. Her ne kadar hükmen ya da ismen böyle bir kimse hakkında iman lafzını kullansak bile.

Ancak hiçbir şekilde şehadet kelimesini söylemeyen kimseye mü’min ismi verilemez.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’de kabristana girdiği sırada şöyle derdi: “Ey mü’min ve müslüman kimselerin kaldığı diyarın sakinleri! İnşaallah biz de size kavuşacağız. Allah’tan bize ve size esenlik dilerim.” (Müslim)

Abdullah b. Mes’ud şöyle demiştir: “Her kim kendisi hakkında mü’min olduğuna dair şahitlik ederse, kendisinin cennette olduğuna da şahitlik etsin.”

İmam Ahmed b. Hambel’e imana dair soru sorulunca, o: “İman, söz, amel ve niyettir” diye cevab vermiş. Bu sefer ona: Adam: Sen mü’min misin? diye sorarsa, o: Bu bir bid’attir diye cevab vermiş.

Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’e göre iman ancak aslının ortadan kalkması ile gider. Yasakları işlemek, farzları terketmek suretiyle onun dallarının ortada olmamasına gelince, bu imanı eksiltir ve onun şeklini bozar, fakat onu büsbütün ortadan kaldırıp yok etmez. Kul ancak kendisini imana sokan şeyi inkar etmekle imandan çıkar. Kimi zaman bir kimsede hem küfür, hem de iman, hem şirk, hem tevhid, hem takva ve hem fücur (günahkârlık) birarada bulunabilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Onların çoğu şirk koşmaksızın (bir türlü) Allah’a iman etmezler.” (Yusuf, 12/106)

Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Onlar o gün imandan çok küfre daha yakındılar.” (Al-i İmran, 3/167)

Büyük günah işleyen bir kimse imanın dışına çıkmış olmaz. O düyada imanı eksik bir mü’mindir. İmanı dolayısıyla mü’min, büyük günahı dolayısıyla fasıktır. Âhiretteki durumu ise Allah’ın dilemesine kalmıştır. Dilerse günahını bağışlar, dilerse onu azablandırır.

İman kısım ve parçalara ayrılmaya kabildir. Yüce Allah cehenneme girmiş olan kimseyi az bir iman sebebiyle oradan çıkartır. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

“...Kalbinde hardal tanesi ağırlığı kadar iman namına bir şey bulunan bir kimse cehenneme girmez (orada ebedî kalmaz).” (Müslim)

Bundan dolayı ehl-i sünnet ve’l-cemaat imanın aslını ortadan kaldıran günah dışında hiçbir günahtan ötürü kıble ehlinden kimsenin kâfir olduğunu söylemezler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:”Doğrusu Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar.” (en-Nisa, 4/48)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Cibril -aleyhisselam- bana geldi ve bana şu müjdeyi verdi: Senin ümmetinden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ölen herkes cennete girecektir. Ben: Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? O: Zina da etse, hırsızlık da yapsa diye cevab verdi.” (Müslim)

Ebu Hureyre  şöyle demiştir: “İman kötülükle bağdaşmaz. Kim zina ederse, iman ondan ayrılır. Şâyet nefsini kınar ve doğruya dönerse, iman da ona döner.”

Ebu’d-Derda şöyle demiştir: “İman ancak sizden herhangi bir kimsenin bir defa giydiği, diğerinde çıkardığı bir gömleğe benzer. Allah’a yemin ederim ki bir kul kendi imanından yana kendisini emniyette hissetti mi mutlaka onun kendisinden alınmış olduğunu görür ve onun yokluğunu hisseder.