Şüphesiz Hamd, Allah içindir. O'na hamd eder, O'ndan hidayet ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden Allah Teala'ya sığınırız. Şüphesiz Allah'ın hidayet eylediğini saptıracak, O'nun saptırdığını da hidayete ulaştıracak yoktur. Allah'tan başka İlah olmadığına, O'nun birliğine ve ortağı olmadığına, Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)'in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim.
Bundan sonra;
Muhakkak
ki;
sözlerin en doğrusu
Allah'ın
Kitabı,
yolların
en
hayırlısı Muhammed
Sallallahu
aleyhi
ve sellem'in yoludur. İşlerin şerlisi sonradan ortaya
çıkarılanlardır. Her sonradan çıkan şey; bid'at, her bid'at;
dalalet (sapıklık) ve her dalalet de ateştedir. 2
Şu an ümmet, uykusundan uyanması, layık olduğu konuma geri dönmesi, alemlerin rabbi
olan Allah’ın yolunda yeniden dünyaya önderlik
etmesi
ve içinde
buluduğu ruhi
boşluktan
kurtarılması için
her gayretli
müslümanın ümmeti
ve dini
için çalışmasına
muhtaçtır. Dünyanın
bizimle beraber
bulunan
nura
ihtiyacı
vardır. lakin bizler bu nuru onlara güzelce ulaştırıp aydınlatamıyoruz.
Nitekim
biz onlardan
etkilenmiş
ve onlarda bulunan hastalıkları kapmış durumdayız.
Şu an
kitap ve sünneti doğru şekilde
anlamış,
davetlerini
ırkçılıktan, taassuptan, grupçuluktan, hevadan, peşin isteklerden
arındırmış
ihlaslı davetçilere
büyük
ihtiyaç vardır.
Allah’a Davetin Fazileti:
Allah’a davet kul için sen
şerefli ameldir. Bu
yüzden
bu, rasullerin,
nebilerin
ve onların
varisleri
olan alimlerin vazifesi olmuştur. Şüphesiz bu vazife yorucu ve
ağır olduğu kadar fazileti de büyüktür.
1- Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Allah'a
davet
eden, sâlih amel işleyen ve "ben müslümanım" diyen kimseden daha
güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)
2- Yine şöyle
buyurmuştur: “İçinizden hayra davet
eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir
topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte
onlardır” (Al-i İmran 104)
3- Abdullah b.
Mesud radıyallahu anh şöyle 3
demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu işittim:
“Allah, bizden bir hadis işitip, işittiği gibi tebliğ
eden kimsenin
yüzünü
aydınlatsın.
Kendisine tebliğ edilen
niceleri,
tebliğ edenden daha iyi ezberler” (Ahmed,
Tirmizi
ve İbn Hibban rivayet etmişlerdir.)
4-
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: “Kim
bir hidayete çağırırsa
ona tabi olanların ecri kadar kendisine de
ecir vardır
ve onların ecrinden bir eksilme
olmaz. Kim
de
bir
sapıklığa çağırırsa
ona uyanların günahlarından eksilme olmaksızın kendisine de onların günahının aynısı vardır.”
(Müslim)
Allah Teala bu ümmetin makamını şöyle
açıklamıştır:
“Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir
ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülüğe mani olursunuz ve Allah’a iman
edersiniz” (Al-i İmran 110)
Bu ayet
iki
anlamı ifade
etmektedir: birincisi: Bu
ümmetin en
hayırlı ümmet oluşu. İkincisi: rasullerin
vazifesi olan
iyiliği emretmek ve kötülüğü
yasaklamak görevini yerine getirmeleridir. Bu kapsama giren
konuların ilki ise sadece Allah’a kulluk etmeyi emretmek
ve şirkten yasaklamaktır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle,
müminleri
şöyle
vasıflamıştır:
“Mümin
erkeklerle mümin kadınlar
birbirlerinin
(Allah için) dostudurlar. İyiliği emreder kötülüğü
yasaklarlar.” (Tevbe 71) 4
Münafıklar ise bunun zıddıdır. Allah Azze ve Celle onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Münafık erkeklerle
münafık kadınlar
birbirinin
aynıdırlar. Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar” (Tevbe 67)
Bundan dolayı her müslüman erkek ve kadın, güçleri ve ilimleri oranında Allah’a davet ile yükümlüdür.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“De ki, bu benim
yolumdur. Bana uyanlarla
beraber basiretle Allah’a
davet ederim.” (Yusuf
108)
İbnu’l-Kayyım rahmetullahi
aleyh şöyle
demiştir:
“Kişi, kendisine davet ettiği şey hakkında basiret
üzere
olmadıkça hakka
tabi olanlardan olamaz.” (Miftahu
Dari’s-Seade 1/154)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benden bir
cümle dahi olsa tebliğ ediniz” buyurmuştur. (Buhari)
Yine şöyle buyurmuştur: “Burada bulunan,
bulunmayana
tebliğ etsin” (Buhari)
Yüzlerce ayet
ve onlarca hadis ezberleyen
nice müslüman, bunun sadece alimlerin sorumluluğunda
olduğu zannıyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
emrine muhalefet ederek
bunları kimseye tebliğ etmez.
Alimlere has olan ancak dinin ayrıntılarını,
hükümlerini
ve manalarını
tebliğ etmektir. Allah
Teala şöyle buyurmuştur:
5
“Her Topluluktan bir cemaatin, dinî iyi öğrenmeleri
ve kavimleri kendilerine
döndüklerinde onları uyarmaları
için,
savaştan
geri kalmaları
daha doğru
olmaz mı” (Tevbe 122)
“İçinizden hayra
davet eden, iyiliği
emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır.” (Al-i İmran 104)
İbn Kesir rahmetullahi
aleyh
şöyle demiştir: “Bu ayette kastedilen; bu ümmetten herkese gücü oranında vacip olsa
da, bu iş için görevli
bir
grubun bulunmasıdır.”
Burada sadece müslüman
olmaları sebebiyle davet
mesuliyetini yüklenen sahabelerden örnekler zikredilecektir ki, onlardan
öğrenelim ve
onlara uyalım:
Birincisi:
Ebu
Bekir radıyallahu
anh: Allah onun
gönlünü
İslam’a
açınca,
bu
nur onu
harekete
geçirmiş, arkadaşlarını ve yakınlarını Allah’a davet etmeye
başlamıştır.
Allah onun
vesilesiyle cennetle müjdelenen on kişiden beşini hidayet etmiştir. Bunlar: Osman
b. Affan, Zubeyr b. el-Avvam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Talha b. Ubeydillah radıyallahu anhum’dur. Nitekim bunlar sahabelerin seçkinleridir.
İnşaallah bunların imanına vesile olması, kıyamet
gününde Ebu
Bekir radıyallahu anh’ın
terazisinde iyilik
kefesinde olacaktır.
İkincisi: Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh:
Mekke’de Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem’i
duyunca, kardeşi Uneys’i, ondan haber getirmesi için göndermiş,
sonra kendisi gitmiştir. Etkileyici kıssası uzundur. Neticede kardeşi ve annesiyle birlikte müslüman
olmuşlardır. Sonra Ebu Zerr radıyallahu anh Gıfar 6
kabilesine
giderek onları İslam’a davet etmiş,
hicretten
önce kavminin yarısı müslüman olmuştur. O gün kavminin lideri Hifaf
b. İma el-Gifari radıyallahu anh idi.
Nebi sallallahu
aleyhi
ve sellem’in
hicretinden
sonra
kavminin geriye kalanı da
iman etmişlerdir. Bunun
üzerine Eslem
kabilesi
Rasulullah
sallallahu
aleyhi
ve sellem’e gelmişler ve şöyle demişlerdir: “Ey Allah’ın
rasulü! Kardeşlerimizin iman ettiği hususlara biz de iman
ediyoruz.” Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah Gıfar kabilesini bağışlasın, Eslem kabilesini
de selamete
ulaştırsın” (Müslim)
Üçüncüsü: Tufeyl b. Amr
ed-Devsî radıyallahu
anh: Mekke’de
Nebi
sallallahu aleyhi ve
sellem’e
sadakatle iman ettikten sonra Devs
diyarındaki
kavmine
dönmüş
ve onları İslam’a davet etmiştir. Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem Medine’ye
hicret
edinceye kadar orada kalarak davete devam etmiş, sonra kavminden
kendisine tabi olanlarla birlikte
Hayber’de Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem’e
gelmişlerdir.
Dördüncüsü: Useyd
b.
Hudayr ve Sa’d b. Muaz radıyallahu
anhuma: Es’ad b. Zurare
radıyallahu anh, Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh ile beraber Abduleşhel oğulları ve Zafer oğullarının diyarlarına İslam’a davet için
gittiler.
Kavimleri onları
kovmak
için
Sad b. Muaz ile Useyd b. Hudayr’ı gönderdiler. Useyd b. Hudayr, Mus’ab
b. Umeyr’i
dinledi ve
müslüman oldu. Sonra
ona dedi ki:
“Benim arkamda bir adam var. O eğer size uyarsa
kavminden hiç kimse kalmaksızın hepsi size uyar. Şimdi
onu size göndereceğim.
O
Sa’d
bin Mu’az’dır.” Sonra
kamasını alıp Sa’d’ın ve kavminin yanına gitti. Onlar da 7
kendi meclislerinde oturuyorlardı. Sa’d bin
Mu’az onun
gelmekte olduğunu görünce:
“Allah’a
yemin ederim
ki, Useyd sizin yanınızdan
ayrıldığı sıradaki yüzünden farklı bir yüzle yanınıza geldi”
dedi. Meclisin
başında durunca
Sa’d kendisine:
“Ne yaptın?” diye
sordu. O da şöyle
dedi
“O iki adamla konuştum. Vallahi kendilerinde herhangi
bir kötülük
görmedim. Onları (yaptıklarından) nehyettim. “Senin
istediğini
yaparız” dediler.
Harise
oğullarının Es’ad b. Zurâre’yi öldürmek üzere çıktıklarını
söyledim.
Bunu
da, onun senin
teyzenin
oğlu
olduğunu
bildikleri için senden utanırlar
(diye söyledim).”
Bunun
üzerine Sa’d hızla, sinirlenmiş halde
ve Harise
oğulları
hakkında söylenilenden dolayı endişeli bir halde
kalkarak,
mızrağı eliden aldı ve:
“Vallahi gördüğüm kadarıyla sen hiçbir şeyi
halletmemişsin” dedi. Sonra o iki
kişinin yanına gitti. Sa’d onların gayet rahat
bir halde
olduklarını görünce,
Useyd’in kendisini
onlarla karşı
karşıya getirmek ve
onların sözlerini bizzat duymasını
sağlamak
amacıyla
öyle
konuştuğunu anladı. Başlarına
durup
kendilerine
sövmeye başladı. Es’ad b. Zurâre’ye şöyle dedi:
“Ey Ebu Umâme! Eğer seninle benim aramda yakınlık
olmasaydı bana hiç
bir şey engel olamazdı. Kendi yurdumuzda bizim başımıza hoşumuza
gitmeyecek bir
şey mi
saracaksın?” Es’ad
b.
Zurâre
de Mus’ab b. Umeyr’e şöyle dedi:
“Ey Mus’ab! Vallahi sana
arkasındaki kavminin 8
efendisi geldi. Eğer bu sana uyarsa onun kavminden iki
kişi
bile senin
davetine uymaktan geri
kalmaz.” Mus’ab
da ona
dedi ki:
“İstersen otur ve
dinle, eğer
hoşuna
giden ve
beğendiğin bir şey olursa kabul edersin. Hoşlanmazsan
o zaman da senin
hoşlanmadığın
şeyi
senden
uzak tutarız.” Sa’d:
“İnsaflı
davrandın”
dedi.
Sonra süngüsünü
topladı ve
oturdu.
Ardından
ona İslâm’ı anlattı ve
kendisine Kur’an okudu. O ikisi dediler ki:
“Vallahi bu esnada,
sevinmesinden ve kendini
rahat
hissetmesinden o daha
konuşmaya başlamadan
biz
onun yüzünden Müslüman olduğunu anladık.” Sonra onlara:
“Siz
Müslüman olduğunuza ve bu dine girdiğinizde
ne yapıyorsunuz?” diye
sordu.
Onlar da şöyle dediler:
“Gusledersin. Kendini güzelce temizlersin. Bu
arada elbiseni de temizlersin. Sonra hak üzere şehadet
getirirsin. Sonra iki rek’at namaz kılarsın.” Bunun üzerine
kalkıp
gusletti. Elbisesini
temizledi.
Hak üzere
şehadet
getirdi.
Sonra iki rek’at namaz kıldı. Sonra
Useyd
b.
Hudayr’ı
da
yanına alarak kavminin
toplanma
yerine
getirmek üzere yola çıktı. Kavmi onun gelmekte olduğunu görünce şöyle dediler:
“Vallahi Sa’d sizin
yanınızdan
ayrıldığı
sıradaki yüzden farklı bir yüzle yanınıza geliyor.” (Sa’d)
başlarında
durunca:
“Ey Abduleşhel oğulları! Benim sizin
aranızdaki
konumum nasıldır?” diye sordu. Onlar: 9
“Efendimiz, en
isabetli görüş sahibimiz ve en
uğurlu
temsilcimizsin” dediler. Bu kez:
“Artık Allah’a ve
Peygamberlerine iman edinceye
kadar sizin
erkeklerinizin ve
kadınlarınızın sözleri
bana haramdır” dedi. O ikisi
(Mus’ab ve
Es’ad
Radıyallahu
anh) dediler ki:
“Vallahi Abduleşhel oğulları yurdunda bir tek adam
ve kadın müstesna
olmaksızın hepsi akşama Müslüman
olarak girdiler.”
Es’ad ve Mus’ab Radıyallahu anh Es’ad bin Zurâre
Radıyallahu anh’nın evine döndüler. (Mus’ab Radıyallahu
anh orada ikamet
ederek
insanları İslâm’a davet etmeye başladı. Derken ensârın evlerinden,
Umeyye b. Zeyd, Hateme, Vâil ve Vâkıf’ınkilerden
dışında kalan evlerin hepsinde kadın ve erkek
Müslümanlar oldu.
(İbn Kesir el-Bidaye (3/76,
81, 193-
194)
İbn
Hişam (1/157, 2/25,
59)
10
Bu Konuda Bir Şüphenin Giderilmesi:
Bazı insanlar,
Allah Teala’nın:
“Ey iman
edenler,
siz kendinize
bakın, siz hidayet
üzere olursanız, sapıtanlar size bir zarar veremez”
(Maide 105) ayetini yanlış anlıyorlar
ve Allah’a daveti terk ediyorlar.
Bu
yanlış anlayıştan dolayı, iyiliği emretmediği ve kötülükten
yasaklamadığı
halde kendisinin
salih ve
hidayet
üzere olduğunu, sapıtanların
kendisine
bir zarar
vermediğini zannedenler var. Böyle bir anlayışı Ebu Bekir radıyallahu anh reddederek hutbesinde şöyle demiştir: “Ey insanlar!
Sizler:
“Ey
iman edenler,
siz
kendinize bakın,
siz
hidayet üzere olursanız, sapıtanlar size bir
zarar veremez”
(Maide 105)
ayetini
okumakta fakat yanlış değerlendirmektesiniz. Şüphesiz ben Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu
işittim:
“Muhakkak ki
insanlar kötülüğü gördüklerinde 11
değiştirmezlerse
Allah
Azze ve
Celle’nin onların
cezasını genelleştirmesi yakındır.” (Sahihtir. Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Ahmed
rivayet etmişlerdir.
Şu halde müslümanların
durumunu önemsemeyen, içinde
bulunduğu
toplumu
hayra davet edip
kötülükten sakındırmayı
iptal
eden bir kimse nasıl hidayet üzere
olabilir? Hidayet ancak
kişinin
kendisine
farz olanları
yerine
getirmesiyle tamamlanır.
Eğer
kul,
üzerine
vacip
olan
davet görevini
yerine getirirse, işte o zaman
sapıtanların
sapıklığı
ona bir
zarar vermez ve
kusur
edenlerin kusurundan sorumlu olmaz.
Davetçinin Ahlak ve Özellikleri
Her ibadet veya
taatin
kabulü için şu iki şartın bulunması zorunludur:
Birincisi: Allah Azze ve Celle için samimiyet, ihlas.
Amelde dünya nasibi aranmamalıdır. Allah
Teala
şöyle
buyurmuştur:
“Halbuki onlar, dini sadece Allah’a tahsis
ederek, hakka eğilerek, ancak Allah’a ibadet etmekle,
emrolunmuşlardır” (Beyyine 5)
İkincisi:
Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in
sünnetine uygun hareket etmek, bidat çıkarmamak. Allah
Teala şöyle
buyurmuştur:
“Rasul size
neyi verdiyse
onu alın, neyden 12
sakındırdıysa ona da son verin” (Haşr 7)
Rasulullah
sallallahu
aleyhi
ve sellem
de
şöyle
buyuru:
“Size sünnetimi
ve benden sonra hidayete erdirilmiş raşid halifelerimin sünnetini tavsiye
ederim. Ona azı
dişlerinizle sarılın. Sizleri dinde sonradan çıkan
şeylerden
sakındırırım.
Zira dinde
her sonradan çıkan
şey bidat, her bidat
sapıklık ve
her sapıklık da ateştedir.”
(Sahihtir.
Ebu Davud ve
Tirmizi
rivayet etmişlerdir.)
Bu iki şart iki şehadet kelimesinin
gereğidir. İlki Allah’tan
başka
ilah olmadığına şahitliğin,
ikincisi
de
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın rasulü
olduğuna
şahitliğin gerçekleşmedi demektir.
Bu yüzden davetçi, bu iki şartı gerçekleştirerek şu
vasıflarla vasıflanmalıdır:
13
1- Doğruluk:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem safa tepesinin üzerinde Kureyş’e
şöyle
seslenmiştir:
“Ne dersiniz?
Şayet
size
vadide atlıların size
karşı gelmekte olduklarını haber versem
beni tasdik
eder misiniz?” Onlar:
“Evet, senden doğruluktan başka bir şey görmedik”
dediler.
(Buhari)
Onlar,
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in doğru
sözlü
olduğu hususunda
birleşmişlerdi.
Bu
yüzden Allah Azze ve Celle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e
şöyle
buyurmuştur:
“Onlar seni yalanlamıyorlar, lakin zalimler
Allah’ın
ayetlerini inkar ediyorlar.” (En’am 33)
Ebu 14
Sufyan, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hakkında
Hirakl’e şöyle demiştir:
“Onun
yalan
söylediğini
hiç görmedik” (Buhari
ve
Müslim)
Allah
Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler!
Allah’tan korkun
ve sadıklarla beraber olun” (Tevbe
119)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak
ki
doğruluk iyiliğe, iyilik
de
cennete götürür..”
(Buhari ve
Müslim)
Doğruluk,
bir davetçide bulunması gereken en
önemli özelliklerdendir. Yalan söyleyen bir kimsenin davetçi olması düşünülemez. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in haber verdiği gibi: “Yalan facirliğe, facirlik
de cehenneme
götürür” Facir
(günahkar) bir
kimsenin
Allah’a
davet ettiği düşünülebilir mi?
Şüphesiz doğruluk, davete muhatap olanların nefislerinde etki ederek onları davetçiye saygı
göstermeye, sözünü kabul etmeye iter. Yalan ise bunun tam zıddı bir etki
yapar.
15
2- Emanet (Güvenilirlik):
Şüphesiz insanlar bu haslete sahip olan davetçiye güven duyarlar. Güvenilirlik, doğrulukla alakalıdır. Bu
yüzden
insanlar ne yalancıdan
ne
de
hain kimseden huzur hissetmezler.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah kendilerine kitap verilenlerden "onu insanlara muhakkak açıklayacaksınız; onu asla gizlemeyeceksiniz' diye
söz almıştı
da, onlar
onu arkalarına alıp
umursamamışlar, yok
pahasına
onu satmışladır. Ne
kötü alışveriş!” (Al-i İmran 187)
İlmi ve insanlara
faydalı
olacak
iyiliği gizlemek
hıyanettendir. Nitekim
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah sizlere emanetleri ehline vermenizi
emrediyor..” (Nisa
58) 16
3- Sabır:
Bu haslet her insan için gerekli bir haslet olup, bir
davetçinin olmazsa olmazlarındandır. Zira davetçi, davetini ulaştırmada yorucu işlerle ve zorluklarla karşılaşır. Genellikle hoşlanmadığı şeylere
tahammül etmedikçe
de bu görevi yerine
getiremez. Bu yüzden Allah’a davet eden
kimse sıkıntılara
karşı hilim sahibi
(ağırbaşlı, tahammüllü) ve sabırlı olmalıdır. Zira zorluklara karşı sabırlı ve tahammüllü olmazsa maksada ulaşamaz. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi
aleyh’in
dediği gibi,
sabırsız ve
tahammülsüz kimsenin bozdukları, düzelttiklerinden fazla olur. Bu yüzden Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmuştur:
“Affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”
(A’raf 119)
17
“İyiliği emret, kötülükten yasakla, başına
gelenlere karşı da sabret. Muhakkak ki bu azmedilmeye
değer işlerdendir.” (Lukman 17)
Sabır, imanın yarısıdır. Nitekim Allah Azze ve
Celle Kitab’ında seksenden
fazla
sefer bunu
zikretmiş,
şöyle
buyurmuştur:
“Sabrederek ve
namaz kılarak
yardım isteyin” (Bakara 45)
Allah Azze ve
Celle, Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem’e hitaben şöyle buyurmuştur:
“Sabır
sahibi
peygamberlerin sabrettikleri gibi
sabret. Onlar için acele etme” (Ahkaf 35)
Sabır ve
yakin dinde önderliğe
ulaştırır. Nitekim
Allah
Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Sabretmeleri ve âyetlerimize yakinen inanmaları sebebiyle, içlerinden bir kısmını,
emrimizle doğru yola
sevkeden
önderler yapmıştık” (Secde 24)
Sabır ve takva sayesinde düşmanların tuzakları bir
zarar vermez. Allah Teala
şöyle
buyurmuştur:
“Eğer sabreder ve (Allah'tan) sakınırsanız, onların hilesi, size hiçbir zarar vermez. Allah,
şüphesiz, onların yaptıklarım (ilmiyle] çepeçevre kuşatmıştır” (Al-i İmran 120)
Sabretmek, Allah’ın sevgisine ve yardımına
ulaştırır. Allah Azze
ve Celle şöyle buyurmuştur: 18
“Allah sabredenleri sever” (Al-i
İmran 146)
“Muhakkak ki
Allah
sabredenlerle
beraberdir.”
(Bakara
153)
Sabrın
karşılığı büyüktür:
“Ancak sabredenlere karşılıkları hesapsız
verilecektir.” (Zümer 10)
Sabır, cennete girmeye bir sebeptir:
“Sabretmiş olmanız sebebiyle (her türlü
korkudan, endişeden ve üzüntüden) selâmette olunuz.” (Ra’d
24)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle
buyurmuştur: “Müminin durumuna şaşılır. Bütün durumların kendisi
için hayır
olması
ancak
mümin
için sözkonusudur. Eğer bolluğa kavuşursa şükreder ve bu
kendisi için hayırlı olur. şayet musibete uğrarsa
sabreder, bu da kendisi için
hayırlı
olur.”
(Müslim)
Yine şöyle buyurmuştur:
“Hiç kimseye
sabırdan daha
geniş bir hayır varilmemiştir.” (Buhari
ve Müslim)
Sabır Üç Türlüdür:
Birincisi: Taat işlemeye sabretmek. Bu, taat
işlemeye
devam
etmekle, bu konuda
ihlaslı olmakla,
şeriate uygun amel etmekle olur. Böylece iman kuvvetlenir. Zira taatler imanı artırır.
19
İkincisi: Günah işlememeye sabretmek.
Bu da kötülükleri terk etmek, günahlardan ve buna imkan veren
durumlardan uzaklaşmak, harama düşmemek için Allah’ın azametini, heybetini düşünerek
ve O’ndan
korkarak olur. Yine kul, Allah’ın kendisini günah işlerken görmesinden çekinir. Buna sabrederek imanının kuvvetini devam ettirir.
Zira
günahlar imanı zayıflatır ve
eksiltir.
Üçüncüsü: Musibetlere sabretmektir. Bu da Allah’ın
takdirine teslim ve razı olarak, başa gelenlere öfkelenmeyi ve yaratılmışlara
şikayeti terk etmekle
gerçekleşir.
Allah
Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Sabredenleri müjdele. Nitekim bunlar,
kendilerine
bir musibet
geldiği zaman,
"Biz,
Allah'a aidiz ve elbette O’na döneceğiz" derler. Rablerinden
gelen
mağfiret ve
rahmet,
işte onların üzerindedir; hidayete ermiş
olanlar da, yine
onlardır.” (Bakara 155-
157)
Belaya veya musibete uğrayana güzelce
sabretmek ve
şikayet etmemek düşer.
Nitekim Allah
Azze
ve Celle
şöyle
buyurmuştur:
“Sen güzel bir şekilde
sabret” (Mearic 5)
Durumu Allah’a şikayet etmek ise güzelce
sabretmeye aykırı değildir. Zira Yakub aleyhisselam
şöyle
demiştir:
“Ben acımı ve üzüntümü sadece Allah'a şikâyet 20
ediyorum." (Yusuf 86)
Eyyub
aleyhisselam da Rabbine
seslenerek
şöyle
demiştir:
“Başıma bir belâ geldi; sen merhametlilerin en
merhametlisisin"
(Enbiya
83) Bununla
birlikte Eyyub aleyhisselam sabır ile nitelenmiş ve onun hakkında şöyle
buyrulmuştur:
“Biz onu
sabırlı
bulduk.
O, ne iyi bir kuldu;
daima Allah'a yönelirdi.”
(Sad 44)
Allah’a davet eden kimse sabır hasletiyle süslenmeye mümkün mertebe muhtaçtır. Zira o iki alanda çalışmaktadır:
Nefsiyle mücadele
alanı
ki,
bu
alanda nefsini taate zorlar, isyandan alıkoyar. Diğeri de
Allah’a davet
alanıdır.
Zorluklara,
sıkıntılara ve
davet
olunanların
alay etmelerine katlanmak zorundadır.
Nefsini belaları yüklenmeye alıştırmalıdır. Zira bu,
davetçiler hakkında Allah’ın sünnetidir. Tarihte peygamberlerin ve davetçilerin başlarına gelenler
malumdur. Onlar bunlara
sabretmişlerdir. Onları
örnek edinmeli ve
sürekli
olarak Allah Azze ve Celle’nin
şu ayetlerini hatırlamalıyız:
“Başına gelenlere karşı da sabret. Muhakkak ki
bu azmedilmeye değer işlerdendir.” (Lukman 17)
“Yoksa siz (Ey Müslümanlar!) sizden evvel gelip
geçen, hattâ peygamberleri, beraberindeki mü'minlerle birlikte "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sıkıntılara ve acılara maruz
kalıp
sarsılan (milletlerin hali, sizin de başınıza gelmeden 21
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bilin ki
Allah'ın yardımı
yakındır.” (Bakara 214)
Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’e
insanların en şiddetli belalara uğrayanları kimlerdir
diye
sorulunca
şöyle
buyurmuştur:
“Peygamberler, sonra
onlara
benzeyenler ve
onlara benzeyenlerdi. Kul, dini kadarıyla belaya uğrar ve o, yeryüzünde günahsız bir şekilde yürüyene kadar başından bela eksik olmaz” (Hasendir.
İbn
Hibban ve başkaları rivayet etmişlerdir.)
4- Merhamet:
Allah’a davet eden
kulun kalbinde insanlara
karşı merhamet
ve şefkatin yerleşmiş
olması, onların hayrını
dilemesi zorunludur. Bütün düşüncesi onlara
sadece hücet ikame etmek ve onların üzerinde bulunduğu yolun batıllığına delil getirmek olmamalıdır. Bilakis onları
sapıklıktan kurtarıp hidayete, isyankarlıktan itaate,
bidatten sünnete ulaştırmak,
fitnelerden
ve helak
edici yollardan uzaklaştırmak için var gücüyle gayret
göstermelidir. İnsanların en merhametlisi olan Rasulullah sallallahu
aleyhi
ve sellem davetçi için en güzel bir örnektir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Size, kendi içinizden, sıkıntıya uğramanız
kendisine ağır
gelen, size düşkün,
mü'minlere karşı müşfik, merhametli
bir
Peygamber
gönderilmiştir.”
(Tevbe 128) 22
Nitekim Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem
ümmetine
olan şefkatine,
onları ateşten
uzaklaştırmaya olan hırsına misal vererek şöyle buyurmuştur:
“Benim misalim ancak şu adamın durumu gibidir: Adam bir ateş yakar. Ateş etrafı aydınlatmaya başlayınca kelebekler kendilerini o
ateşe atarlar.
Adam
onlara
engel
olmaya
çalıştıkça direnirler ve
ateşe atlarlar. İşte
ben de size engel olmak
için
tuttukça siz ona atlamaya çalışıyorsunuz.” (Müslim)
İşte diğer peygamberler de bu şekilde kavimlerine
karşı şefkatli olmuşlar ve onlar adına Allah’ın azabından korkmuşlardır. Nitekim Nuh aleyhisselam kavmine şöyle demiştir:
“Ben
sizin için büyük bir
günün azabından
korkarım.” (A’raf 59)
Davetçi katı kalpli
olursa,
hakka da davet etmiş olsa ve doğru da
söylese
insanlar onun etrafından
uzaklaşırlar,
işinde başarılı
olamaz. İnsanlar
daima
katı kalpli
ve kaba kimselerden nefret ederler, onun nasihatini
kabul
etmezler. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın bir rahmeti dolayısıyladır ki, sen
onlara
karşı yumuşak davrandın; eğer
kaba,
katı
kalpli olsaydın,
elbette etrafından
dağılır giderlerdi” (Al-i
İmran 159)
Bu yüzden davetçi, insanların kalplerinin daveti
kabule meyletmeleri için onlara karşı merhametli, yumuşak
ve arkadaşça davranmalıdır. Nebi sallallahu
aleyhi
ve sellem şöyle
buyurmuştur: 23
“Muhakkak ki yumuşaklık bir şeyde
bulundu mu mutlaka
onu süsler, bir şeyde bulunmazsa
da
onu mutlaka lekeler.” (Müslim)
“Yumuşaklıktan mahrum kulunan bütün
iyiliklerden mahrum edilmiş demektir.” (Müslim)
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.”
(Buhari ve
Müslim)
5- Tevazu (Alçak Gönüllülük):
Allah’a
davet eden kul, insanların arasına karışır ve onları
İslam
ahlakına davet eder.
İnsanları tevazuya
çağırdığı halde kendisinin bu
vasfa sahip
olmaması yakışmaz. İnsanları kibirden sakındırır onlara
kibirlenenlerin uğrayacağı akibeti
açıklar.
Allah Azze
ve Celle’nin
şöyle
buyurduğunu bildirir:
“Büyüklenerek yüzünü insanlardan çevirme.
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez." (Lokman 18) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de
şöyle
buyurduğunu anlatır:
“Kalbinde zerre ağırlığı kadar kibir bulunan
cennete giremez.” (Buhari ve Müslim) sonra da kendisi
kibirlenir! İnsan tabiati kibirlenenlerden
hoşlanmaz
ve 24
onların sözünü kabul etmez. Allah’a davet edenin tevazu
ve
yumuşaklık kanatlarını insanlara
indirmesi, Allah Teala’nın şu sözünü
gerçekleştirmesi gerekir:
“Mü'minlerden sana uyanlara da kanadını indir” (Şuara 215) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah bana tevazu sahibi olmanızı, öyle ki
hiçbirinizin bir diğerine karşı övünmemesini ve birinizin diğerine taşkınlık
yapmamasını vahyetti.” (Müslim)
Yine şöyle buyurmuştur: “Bir kimse tevazu gösterirse
mutlaka Allah
onu yükseltir” (Müslim) Davetçi tevazusunu artırdıkça, başarılı olur. Bu başarıyla
gururlanmamalıdır. Zira bu ancak Allah’ın muvaffak
kılması ile olur:
“Benim
başanm, ancak Allah'ın
yardımıyladır.”
(Hud 88)
Allah, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’
düşmanlarına karşı yardım edip
Mekke fethedildiği zaman, rabbine karşı tevazudan dolayı ve O’nun lütfunu itiraf ederek başı eğik, boynu bükük halde girmiştir.
25
6- Davet ettiği konuların gereklerini
uygulamak:
Bir şeye davet ettiği halde onu kendisi
uygulamayan,
davet ettiği kimselere
önder olamaz. Davetçinin gidişatı ve fiilleri, davetin muhatapları üzerinde sözlerinden daha büyük bir etki bırakır. Nitekim
Şuayb aleyhisselam’ın sözü
Kur’an’da şöyle
anlatılır:
“Ben, size menettiğim şeyleri yaparak
size
muhalefet etmeyi istemem” (Hud 88)
Allah Azze
ve Celle
şöyle
buyurmuştur:
“Ey iman
edenler! Yapmayacağınız
şeyi
niçin
söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız
şeyi söylemeniz,
Allah katında
suç
olarak çok büyüktür.” (Saf 2-3) 26
“Siz kitabı okuyup dururken, kendinizi unutup da insanlara
iyiliği mi emredersiniz? Hiç akıl etmiyor musunuz'' (Bakara 44)
Ümmet, sözleriyle fiilleri birbirini tutmayan nice
davetçilere karşı inat etmiştir. Nitekim İmam İbn Kayyım onları
şöyle anlatır: “Kötü alimler, cennetin kapısına oturup insanları sözleriyle cennete, fiilleriyle de
cehenneme davet ederler.
Onların sözleri
insanlara
“Buyrun, gelin” dedikçe filleri de: “Sakın beni dinlemeyin”
der. Şayet
davet ettikleri şey
hak ise, ona icabet edenlerin ilkleri
kendileri olmalıdır.
Görünüşte onlar yol
gösterici gibidirler ama hakikatte yol
kesicilerdir.” (el- Fevaid
s.112)
Böyle kimseler, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in
şu hadisini hatırlasınlar: “Kıyamet gününde
bir
adam
getirilir ve cehenneme atılır. Karnından bir değirmene bağlanır
ve eksen etrafında dönen eşek
gibi döndürülür. Cehennemlikler
toplanarak ona
şöyle derler: “Ey
falan!
Nedir bu halin? Sen
bize
iyiliği emredip kötülükten yasaklamıyor muydun?” o
da: “Evet, ben iyiliği emreder fakat kendim
yapmazdım. Kötülüğü yasaklar fakat onu
işlerdim”
der.” (Buhari
ve Müslim)
Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh şöyle der: “Ey ilmi
yüklenenler!
Onunla amel
ediniz! Alim ancak öğrenen
sonra
da
ilmine uygun amelde bulunandır. Bir
takım
kimseler
gelecek, ilmi yüklenecekler
fakat
gırtlaklarını
geçmeyecektir.
Gizli
halleri,
görünen hallerinden
farklı olacak. Amelleri
ilimlerine
aykırı
olacak.
Halkayı
kurup
birbirlerine karşı övünecekler. Hatta onlardan biri 27
arkadaşına, kendisini bırakıp başkasının meclisine
katıldığı için öfkelenecek. İşte onların amelleri o meclislerinden
Allah Azze ve
Celle’ye yükselmez”
(İbn
Abdilberr Camiu
Beyani’l-İlm
(2-7)
7- Allah Teala’dan korkmak ve murakabe:
Takva,
Allah Azze ve Celle’nin öncekilere
ve
sonrakilere tavsiyesidir:
“Sizden önce kendilerine
kitap verilenlere ve
size Allah’tan korkmanızı
tavsiye
ettik.” (Nisa 131)
“Ey insanlar!
Sizleri tek bir
candan
yaratan
rabbinizden
sakının” (Nisa 1)
Kul bu sayede Allah Teala’nın sevgisine, dostluğuna ve dünyada yardımına ulaştır.
Nitekim
Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki O’nun dostları ancak takva
sahipleridir” (Enfal 34) 28
Ahirette de
cennete yine
bu
sayede ulaşılır: “Rabbinizin
bağışlamasına
ve genişliği göklerle
yer kadar olup takva sahipleri için hazırlanmış olan cennete koşun” (Al-i
İmran 133)
“İşte o cennete kullarımızdan sakınanları
varis kılarız” (Meryem 63)
Allah’tan sakınmak
ve O’ndan korkmak ilmin
başıdır:
“Eğer
Allah’tan
sakınırsanız
sizin
için (hakkı
batıldan ayıran) bir Furkan
kılar ve günahlarınızı
örter” (Enfal
29)
Davetçinin
takva derecesine ulaşması için şu
hasletlere sahip
olmalıdır:
* Güzel ahlakla
süslenmek
* Kendisini iyilikleri işlemeye
ve kötülükleri
terk etmeye alıştırmalıdır.
* Her adımında kendisini kontrol etmelidir.
* Hatalarını fark edebilmek için nefsini
hesaba
çekmelidir.
* İsyanı
tamamen
terk
edinceye kadar nefsiyle
mücahede etmelidir.
29
8- Davet ettiği konuyu bilmek
Allah’a davet edenin davet ettiği konuyu iyi bilmesi,
basiret üzere olması gerekir. Bilmediği veya şüphe ettiği
bir konuya davet etmesi yakışmaz.
Allah Teala
şöyle
buyurmuştur:
“De ki, bu
benim yolumdur. Ben
ve bana
uyanlar, basiretle ona davet ederiz. Allah noksanlardan münezzehtir ve ben müşriklerden değilim” (Yusuf 108)
İbn Kesir
rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Allah
Teala, insanlara ve cinlere gönderdiği rasulüne
emrederek,
insanlara bu yolu haber veriyor. Yani onun
yolu
ve sünneti
Allah’tan
başka ilah
olmadığına, O’nun
ortağı bulunmadığına şahitlik etmeye basiret, yakin, aklî
ve dini delillerle
davet etmektir.” (Tefsiru İbn Kesir 2/509) 30
Davetçinin uygun miktarda şu ilimlere sahip olması
gerekir:
* Kur’an ve Kur’an ilimleri
* Sünnet ve
hadis ilimleri
* Siyer ve
İslam tarihi
* Fıkıh ve
fıkıh
usulü
* Dil ve edebiyat
* Genel kültür: Dünyadaki icadlar, modern
gelişmeler ve
benzerleri.
Öncelikli Meselelerin Sıraya Konması
Dinini bilen
fakih
bir davetçi, davet ettiği
konuları önceliklerine göre sıralar.
Bu öncelikleri ve maslahatları gözetmeden davete kalkışmaz.
Daha önemli olanı, önemli olanın önüne almalıdır.
Daya faydalı
olanı,
faydalı
olanın önüne alır.
Bununla beraber davet olunan kimselerin
konumunu aşama
aşama değerlendirir. Gayri Müslim bir kimseyi islam’a ve
Allah Azze ve
Celle’nin tevhidine davet etmeden önce
namaz kılmaya
davet etmez. Namaz kılmayan kılmayan
bir Müslümana namaz kılmayı tebliğ
etmeden önce
başka şeylerden sakındırmaya kalkmaz. Bilakis öncelikli olanı öne alır ve bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’i
kendisine
örnek edinir.
Nitekim Rasulullah sallallahu
aleyhi ve
selem Muaz b.
Cebel
radıyallahu
anh’ı Yemen’e
gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur: 31
“Şüphesiz sen kitap ehli bir kavme gidiyorsun.
Onları Allah’tan başka ilah olmadığına,
Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik
etmeye
davet
et.
Bu konuda sana
itaat
ederlerse onlara
Allah’ın kendilerine günde beş
vakit
namaz farz kıldığını bildir. Bu konuda itaat ederlerse Allah’ın
kendilerine zekatı farz kıldığını bildir ve zenginlerinden
alıp
fakirlerine
ver. Bu
konuda sana
itaat ederlerse mallarının değerlilerini almaktan sakın.” (Buhari
ve Müslim)
İslam
dini, teşride ve hükümlerinde öncelikleri
gözetmiştir.
Fıkıh alimleri teşrideki sünnetten
hareketle
bu öncelikleri
belirlemişler ve bunun üzerine fıkıh
kaideleri bina etmişlerdir. Davetçilerin de bunları
gözetmesi gerekir:
* Din,
farzı nafilenin önünde tutmuştur.
* Nassı içtihada öncelemiştir.
* Kötülüklerin giderilmesini iyiliklerin elde
edilmesine öncelemiştir.
* Genel maslahat, özel maslahatlardan önceliklidir.
* Genel zararın giderilmesi, özel zararın
giderilmesinden önceliklidir.
* Daha büyük zarardan veya daha büyük kötülükten sakınmak için iki zarardan daha hafif olanı ve
iki kötülükten
hafif olanı işlenir.
*
Çatışması
halinde ilmi talep
etmek, nafileyle
meşgul olmaktan önceliklidir. 32
* Toplumsal
şirkle
mücadele
etmek, ferdî
şirkle
mücadele etmekten önceliklidir.
Davet Üslupları
Davetçinin başarılı olabilmesi için davet yollarını ve
üsluplarını bilmesi, bu konuda Kur’an-ı Kerim ayetlerine, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in siyerine ve
sahabelerde bulunan
örneklere uyması
gerekir. Bu
üsluplardan bazıları şu şekildedir:
33
1- Hikmet
Hikmet bir
şeyi bulunması
gereken yere
koymak demektir.
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet
et ve onlarla
en
güzel
olan
şekilde mücadele
et.” (Nahl
125)
Bu da şu hususların gözetilmesini
gerektirir:
* Üzerinde
durulan konu ile
anlatılanların
uyumlu olması
* Muhatapları ahmak ve cahiller olarak görmek gibi
onları
uzaklaştıracak şeylerden sakınmak.
Bilakis şu
ayette belirtildiği gibi hareket ederek hatırlatmalıdır: 34
“Hatırlat. Zira hatırlatmak müminlere fayda
verir” (Zariyat 55)
* Muhatapların fer’î/amelî meselelerdeki inandıkları hususlara yani batıl
olmadığı sürece
mezhebî ihtilaflara saygı göstermelidir.
* Durumun gerektirdiği şekilde sözlere dikkat
edilmelidir. Bu husus, şu meseleleri kapsar:
a- Dinleyenlerin anlayabileceği şekilde akli seviyelerini
gözetmek. Abdullah
b.
Mesud
radıyallahu
anh
şöyle demiştir: “Şayet bir topluluğa akıllarının
anlayamadığı
şeyler anlatırsan bu mutlaka
bazıları için fitne olur.”
(Sahihu Muslim
mukaddimesi)
Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “İnsanlara
bildikleri (anlayabilecekleri) şeylerden bahsedin. Allah’ın ve
rasulünün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buhari)
Allah kendilerinden razı olsun, bu sahabelerin
sözleri
Kur’an’ın şu kaidesi
ile uyum içindedir: “Onlara
yumuşak söz söyle” (İsra
28)
b- Maksadı muhatapların kalplerine ve akıllarına ulaştırabilmek için en uygun dil ve anlatım tarzı
seçilmelidir.
Nebi
sallallahu aleyhi
ve selem
Araplara, onların anlayacağı dilden konuşurdu. Nitekim şöyle
buyurmuştur:
35
“Yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir.”
(Ahmed b. Hanbel) Bu hadis Sahihayn’da Kureyş dili ile şöyle gelmiştir:
“Yolculukta oruç tutmak iyilikten değildir”
c- Nasihatte bulunmak için en uygun vakti
seçmelidir. Nitekim
İbn
Mes’ud radıyallahu
anh’den sahih
olarak nakledildiğine göre
o,
her perşembe insanlara
öğüt verirdi. Ona birisi:
“Ey Ebu Abdirrahman! Bize her gün öğütte
bulunmanı isterdim”
dedi. Bunun üzerine
şöyle
dedi:
“Beni böyle yapmaktan alıkoyan şey sizleri
bıktırmaktan çekinmemdir. Ben sizlere tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in bize yaptığı şekilde nasihat yapıyorum. O da bizi bıktırmaktan sakınırdı.” (Buhari ve
Müslim)
d- Vaaz
süresini insanları
sıkmayacak
uzunlukta seçmelidir.
Zira
onların
arasında
hasta,
yaşlı
ve ihtiyaç sahibi
kimseler
vardır. Buna özellikle Cuma
hutbelerde dikkat etmek gerekir. Zira bunu dinlemeye dayanamayan namazı terk edip gidebilir. Aynı şekilde yapılan bir derste de bu husus gözetilmezse, dinleyici meseleyi anlamadan
ayrılabilir.
e- Sınırlı zaman içinde anlatılmak istenen maksadı
ulaştırmak gerekir.
Nitekim Nebi sallallahu
aleyhi ve
sellem
- Allah’a hamd ve övgüde bulunduktan sonra –
hafif, hoş ve mübarek sözlerle hutbe ederdi. (Ahmed ve 36
Ebu Davud, el-Hakem b.
Hazn el-Kilefî radıyallahu
anh’den
kuvvetli isnad ile
rivayet etmişlerdir.)
2- Güzel Öğüt
Bu, sevap ve cezayı hatırlatarak kulların kalplerinin
güzellikle yumuşatılması,
inceltilmesidir.
Nitekim
Allah Teala Musa ile kardeşi Harun aleyhimasselam’a
Firavun’a
karşı şöyle tebliğde bulunmalarını emretmiştir:
“Ona yumuşak söz
söyleyin; belki öğüt alır,
yahut korkar." (Taha 44) Davetçinin de vaazı esnasında şunlara dikkat etmesi gerekir:
1- Özlü
ifadeler kullanmalıdır.
2- Teşvik ve
sakındırmayı bir araya
getirmelidir.
3- Allah’ın kullarına olan nimetlerini
hatırlatmalıdır.
37
4- Vaazında kimseyi utandırmamak için kapalı
ve
kinayeli ifadeler kullanmalıdır.
Nitekim
Nebi
sallallahu
aleyhi ve sellem: “Bazı kimselere ne oluyor ki
şöyle
şöyle
yapıyorlar…” diyerek isim belirtmeden eleştirirdi.
5- Konusunun ana
hatlarını çizip
maksadı bütün dikkatiyle
açıklamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de bir çok
vaaz üslubu vardır.
Davetçiye
örnek
olması
için
bunlardan
birini sunmakla yetinelim. Allah Azze ve Celle, isyankar kullarına da “Ey
kullarım”
diye
hitap
etmiş,
onları önce
müjdelemiş
ve teşvik etmiş, sonra da korkutup sakındırarak
şöyle buyurmuştur:
“De ki: "Ey
kendilerine karşı
günah
işlemekte
aşırı giden
kullarım!
Allah'ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin. Zira Allah
bütün
günahları bağışlar. O, çok
bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. Azâb size gelmeden
önce,
Rabbinize
dönün
ve O'na
teslim
olun: sonra yardım
göremezsiniz.
Azâb,
siz
farkına varmadan ve
size birdenbire gelmeden,
kişi, Allah'a
itaatte işlediğim kusurdan dolayı bana yazıklar
olsun; gerçekten alay edenlerden idim;
yahut,
Allah
bana hidayet etseydi, muhakkak sakınanlardan
olurdum; yahut da azabı görünce, benim için dünyaya
tekrar
dönüş olsaydı da ben
de
iyilerden
olsaydım, demeden önce, Rabbinizden size indirilen
en güzel şeye uyun!" (Zümer
53-58)
38
3- En Güzel Olan Şekilde Mücadele
Cidal; çekişme
ve galip gelmeye çalışma
yoluyla yapılan müzakeredir.
Bunun övüleni ve kınananı vardır. Övülen cidal, hakka ulaşmanın kastedildiği tartışmalardır. Bunun dışındakiler ise kınanmıştır. Nitekim Allah
Azze ve Celle bunu kınayarak
şöyle buyurmuştur:
“Hakkı
ortadan kaldırmak için bâtıl yoldan
mücadele etmişlerdir” (Mümin/Gafir 5)
“İnsanlardan,
bilgisi, delili ve aydınlatıcı bir
kitabı olmadan, sırf Allah'ın yolundan saptırmak için büyüklük taslayarak Allah hakkında mücadele
edenler vardır.” (Hac
8-9)
Rasulullah
sallallahu
aleyhi
ve sellem
de
şöyle 39
buyurmuştur: “Kendilerine hidayet geldikten sonra
sapıtan bir kavim ancak
cedel sebebiyle sapmıştır.” (Sahihtir. Tirmizi
rivayet etmiştir.)
Allah Azze
ve Celle bu
yolu, Nahl suresi 125. ayetinde daha önce geçen iki üsluptan sonra zikretmiştir. Zira davetçi, eksiklik bulmaya çalışan itirazcı ve tartışmacı
kimselerle
karşılaştığında
bu
üsluba
ihtiyaç duyabilir. O
zaman en güzel şekilde mücadele eder.
Mücadele
edenin
maksadı
hakka
ulaşmak
veya
onu
açıklamak olmalıdır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın en sevmediği kimse
aşırı tartışmacı
kimsedir.” (Buhari
ve Muslim)
İbrahim aleyhisselam’ın Nemrud ile konuşması
hakkında Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın kendisine
hükümranlık vermesinden
dolayı,
İbrahim'le,
Rabb;
hakkında
tartışan kimseyi
bilmez misin? İbrahim
(ona)
"Rabbim
hem diriltir, hem
de
öldürür" deyince, o, "ben
de
diriltir
ve öldürürüm" demişti. Fakat İbrahim: "Allah, güneşi
doğudan getirir; sen de onu
batıdan
getir" deyince de, o küfreden, şaşırıp kalmıştı. Allah, zâlim
kimseleri doğru yola iletmez.” (Bakara
258)
Yine Allah Azze
ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Yoksa onlar, hiçbir yaratıcı olmadan mı
yaratıldılar; yahut da onlar, kendileri mi
yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı
yarattılar? Hayır, onlar, kesin olarak îman 40
etmiyorlar. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut da yegâne hâkim onlar mıdır?” (Tur
35-37)
Böylece
müşriklere karşı hüccet
getirilerek ilzam edilmişlerdir.
En güzel şekilde tartışma ve
cedel üslubu, Allah Teala’ya davetin en önemli vesilelerinden biridir.
Peygamberlerin kavimleriyle konuşmalarında bunun
örnekleri çoktur. İki bahçe sahibinin kıssası
(Kehf 32-43),
Adem
aleyhisselamın iki oğlunun kıssası (Maide
27-31) ve
Kıyamet gününde
kendilerini
saptıran
efendilerine
uyan kimselerin konuşmaları (Sebe 31-33)
buna örnektir.
4- Kıssa Anlatmak:
Kıssa anlatmanın muhatapların nefislerinde büyük
etkisi vardır. Bu yüzden Kur’an- Kerim ve Sahih sünnette bir çok kıssalar anlatılmıştır. Bu etkilerden birisi Sahabelerin – Radıyallahu anhum – bütün İslam manalarını akide, ibadet, ahlak ve gidişat olarak öğrenip
yetişmeleridir. Kıssa
üslubu insanların geneli
üzerinde özel
faydalar sağlamaya devam etmiştir.
Kur’an’da en güzel kıssalar vardır: “Biz bu
Kur"ân'ı sana
vahyetmekle,
kıssaların
en
güzelini anlatmış oluyoruz” (Yusuf 3) Bunda hedef ibret ve öğüt
alınmasıdır. Nitekim bunların bir kısmında İslam’ın esasları açıklanmıştır.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onların kıssalarında
akıl sahipleri için
bir
ibret
vardır.
Bu 41
kıssalar, uydurulmuş bir söz değil; fakat kendilerinden öncekilerin tasdiki ve her şeyin
açıklamasıdır; İman edenler için hidayet ve rahmettir.” (Yusuf 111)
Buna
bir örnek
zikredelim.
Allah Azze ve
Celle şöyle buyurmuştur: “Yahut
çökük çatılan
üzerine,
(duvarları) yıkılıp harap olmuş bir kasabaya
uğrayıp
da,
"Bunu ölümden
sonra, Allah nereden diriltecek''' diyen kimseyi (bilmez misin)? Böyle dediği için Allah
onu
yüz sene boyunca öldürmüş, sonra diriltip "kaç sene böyle kaldın?" demişti. O, bir gün, yahut daha
az" deyince, Allah (ona) şöyle buyurmuştu:
"Hayır, yüz sene kaldın. (İnanmazsan) yiyeceğine ve içeceğine bak; hiç bozulmamış; ve bir de merkebine bak. (Böyle yapmamız), seni insanlara bir ibret nişanesi kılmak
içindir.
Kemiklere
bak,
onları nasıl
yerli yerine
koyacak,
sonra onlara et giydireceği?
(Cereyan eden şeyler) ona apaçık belli olunca, şöyle
demişti: "Biliyorum ki
Allah, her şeye kâdirdir.” (Bakara 259)
Davetçi bu kıssadan davetini ulaştırmak için parlak
bir
üslup çıkarabilir ve
insanlara şunları öğretebilir:
* Yeryüzünde tefekkür, ticaret veya ilim talebi
amacıyla seyahat etmenin meşru
olduğu
* Allah Teala’nın yarattıkları üzerinde düşünmenin ve
öncekilerin
durumundan ibret almanın zorunluluğu
* Ayetlerin açıkladığı
gibi
ölüm ve
öldükten
sonra
dirilmenin
ispatı
* Ölümden
sonraki zamanla ahretteki hayatın 42
dünya zamanıyla
kıyaslanamayacağı
* Allah Azze ve Celle’nin mutlak kudretinin,
yiyeceği yüz sene
muhafaza etmesi, adamı
ve eşeğini
diriltmesi, kemiklere et giydirmesinin açıklanması
* Kıssada cehaletin mazeret oluşuna delil
vardır. İbn
Abbas
radıyallahu anhuma’dan
gelen
bir rivayete
göre bu kıssada geçen şahıs Uzeyr aleyhisselam’dır.
Hadisi şeriflerdeki kıssalarda pek çok olup, Buhari ile Müslim’in rivayet ettikleri mağaradaki üç kişi hadisinden çıkarılacak bazı faydaları örnek olarak
zikredelim.
* İhlasın neticesi
* Allah Teala’ya tevekkül
ve O’na sığınma
* Ana babaya
iyiliğin
dünyada ve
ahrette faydalı
neticesi
* Allah Teala’dan korku
* Emanet ve
hakları eda etmenin
önemi
* Salih amellerle Allah Teala’ya tevessülün meşru
oluşu.
Bunun gibi
kitap ve
sünnette anlatılan
bir çok
kıssalar sayesinde davetçi, muhataplarına dinin
özelliklerini
bildirebilir.
43
5- Soru Cevap Üslubu
Bu üslubun kullanılması uyarıcı,
zihni
çalıştırıcı, dinleyenleri cevap vermeye teşvik edici
etki yapar. Kur’an-ı
Kerim’de
bunun
örnekleri
çoktur. Nitekim
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Dîni yalanlayan (şu adamı) görüyor musun?
Yetîmi itip kakan, yoksulu doyurmaya önayak olmayan işte odur.” (Maun 1-3)
“Rabbının fil sahiplerine ne
yaptığını biliyor
musun? Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderip
onları yenilmiş
ekin
gibi yaparak kendi
tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil suresi)
Davetçilerin
efendisi Muhammed sallallahu
aleyhi 44
ve sellem bu üslubu çok kullanmıştır. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle
buyurmuştur:
“Bilir misiniz,
müflis kimdir?”
dediler ki:
“Aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir”
Buyurdu ki:
“Muhakkak ki ümmetimden müflis, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekat ile gelir, şuna hakaret etmiştir, şuna
iftira
atmıştır, şunun malını yemiştir,
şunun kanını
dökmüş,
şunu da dövmüştür. Bunun iyiliklerinden alınarak bunlara verilir. Hükmü bitirilmeden önce iyilikleri biterse, şunların
günahlarından alınarak buna yüklenir ve cehenneme
atılır.” (Müslim)
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle
buyurmuştur:
“Aranızda kimi
kuvvetli sayarsınız?”
“Güreşte yenilmeyen kimseyi” dediler. Buyurdu ki:
“Öyle değil, lakin asıl
kuvvetli öfke
anında
kendisine hakim olandır” (Müslim)
Ebu Bekre radıyallahu
anh’den: Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem şöyle
buyurdu:
“Dikkat edin! Size Büyük günahların en büyüklerini
haber vereyim mi?”
“Evet ey Allah’ın rasulü!” dediler. Buyurdu ki:
45
“Allah’a ortak koşmak ve ana babaya isyandır”
– dayanmış halde iken doğruldu ve şöyle buyurdu:
“Dikkat
edin!
Bir
de
yalan
konuşmak”
bunu o kadar çok
tekrar
etti
ki keşke sussa dedik.” (Buhari
ve Müslim)
6- Örnekler Vermek
Bu üslup, dinleyenlerin konuyu anlamasını
kolaylaştırır ve gözleri önünde şekillendirmelerini sağlar.
Böylece nefislerine etki ederek güzel amellere sarılır ve
kötü
amellerden sakınırlar.
Nitekim
Allah
Teala tayyib kelime olan tevhid kelimesine ve habis kelime olan şirk kelimesine şöyle
misal
vermiştir:
“Allah'ın nasıl bir misal verdiğini görmüyor
musunuz? Güzel söz, kökü
yerde sabit,
dalları havada güzel
bir
ağaç gibidir. Meyvesini her
zaman
Rabbinin izniyle verir. İşte Allah, düşünüp taşınsınlar
diye insanlar
için böyle
misaller
verir. Kötü sözün
meseli ise, toprak
üstünde gövdesi
alınmış,
durma
kabiliyeti olmayan kötü bir ağaç gibidir.” (İbrahim 24-
26)
46
Yine Allah
Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, yedi başak bitiren ve her bir
başakla
yüz (hububat)
tanesi bulunan
bir tanenin
durumu
gibidir. Allah,
dilediğine kat kat verir ve Allah, ihsanı bol, her şeyi hakkıyla
bilendir.” (Bakara 261)
Kuranda bunun örnekleri çoktur. Davetçi bunlardan faydalandığı gibi, sünnette gelen misallerden de
faydalanır. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in şu
hadislerini
örnek vermekle yetinelim:
“Rabbini
zikredenle,
zikretmeyenin misali, diri
ile
ölünün misali gibidir” (Buhari
ve Müslim)
“Kur’an okuyan müminin misali turunç meyvesi
gibidir. Kokusu da hoş, tadı
da hoştur. Kuran
okumayan müminin
misali hurma gibidir.
Kokusu yoktur
ama
tadı
hoştur. Kuran
okuyan
münafığın misali
reyhan
gibidir.
Kokusu hoştur,
tadı
acıdır. Kuran okumayan münafığın misali ise ebu cehil karpuzu gibidir. Kokusu olmadığı gibi, tadı da acıdır.” (Buhari
ve Müslim)
47
7- Uygulamalı Öğretim
Üslubu
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem
sahabelerine abdesti, namazı, hac ibadetlerini ve benzerlerini
uygulamalı olarak öğtetmiş ve
sonra:
“Benim nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öyle namaz kılınız” (Buhari),
“Hac ibadetlerini benden alınız” (Sahihtir.
İmam
Malik ve başkaları rivayet etmişlerdir) buyurmuştur.
Davetçinin Kur’an ve sünnetten sözlü ve fiili olarak
bütün davet üsluplarını, maddi, manevi vesilelerini öğrenmeli ki, bu davette hedefine ulaşabilsin.
48
Davete İcabet Edenler Hakkında Yapılması
Gerekenler:
Davetçinin davete icabet edenleri takip etmeye
devam etmesi, onlardan gafil kalmaması veya sırf doğru yola yönelmiş olmaları sebebiyle onları terk
etmemesi
gerekir. Zira daha önce üzerinde bulunduğu düşünceleri depreşir.
Bu yüzden
onlara
nasihatin, öğretilmesinin ve
yetiştirilmelerinin üstlenilmesi gerekir. Bu konuda
Sahihayn’da geçen yüz kişiyi öldüren adam kıssasından
istifade etmek gerekir. Bu adam tevbe etmek istediğinde
yeryüzünün
en
bilgili alimini sordu.
Ona bir alimi
gösterdiler. Alim ona nasihat etti ve bulunduğu şehri terk
ederek Allah’a ibadet
eden
Salih
insanların
bulunduğu
bir şehre gitmesini söylemişti. Çünkü Allah’a isyan edilen
bozuk çevrede kalmaya devam etmesi, tekrar eski haline
dönmesine
sebep olacaktı. Davetçi, kendisine icabet 49
edenlere öğretmekle
yetinmemelidir.
Bilakis öğretimle
birlikte eğitimin
de sürdürülmesi zorunludur.
İlk Müslümanların
menheci böyle
idi.
Abdullah
b.
Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir: “Bizden birimiz on
ayet öğrendiği zaman, bunun anlamlarını öğrenip onlarla amel etmedikçe başka
ayetlere geçmezdi”
(Tefsiru
İbn
Kesir (1/3)
Ebu Abdirrahman
es-Sülemi şöyle demiştir: “Bize
Kuran okumayı öğretenler – ki onlar Kuran okumayı
Nebi
sallallahu aleyhi
ve sellem’den öğrenmişlerdi – şöyle anlattılar: “Biz, Kur'ân-ı Kerim’den on âyet öğrendik mi, o
on âyetin helalini,
haramını, emir ve
nehiylerini
öğren- medikçe bir
sonraki
on
âyeti öğrenmeye
geçmezdik” (Tefsiru İbn Kesir
(1/3) Kurtubi (1/56)
İçindekiler
Mukaddime.......................................................................2
Allah’a Davetin
Fazileti: ..................................................3
Bu Konuda Bir Şüphenin Giderilmesi
.......................11
Davetçinin Ahlak ve Özellikleri.....................................12
1- Doğruluk:
...............................................................14
2- Emanet (Güvenilirlik): ...........................................16
3- Sabır: ......................................................................17
Sabır
Üç
Türlüdür: .................................................19
4- Merhamet:
..............................................................22
5- Tevazu
(Alçak Gönüllülük): ..................................24
6- Davet ettiği konuların gereklerini
uygulamak: ......26
7- Allah Teala’dan korkmak ve
murakabe: ................28
8- Davet ettiği konuyu bilmek....................................30
Öncelikli Meselelerin
Sıraya Konması ..........................31 50
Davet Üslupları ..............................................................33
1- Hikmet....................................................................34
2- Güzel Öğüt .............................................................37
3- En Güzel
Olan Şekilde Mücadele ..........................39
4- Kıssa Anlatmak: .....................................................41
5- Soru Cevap
Üslubu ................................................44
6- Örnekler
Vermek ...................................................46
7- Uygulamalı Öğretim Üslubu ..................................48
Davete İcabet
Edenler Hakkında Yapılması
Gerekenler: .................................................................49