Bu Blog içinde Ara

5 Nisan 2021 Pazartesi

KORONAVİRÜS MESELESİNE BAKIŞ AÇIMIZ

 Allahım ölüm anında ayaklarımızı la ilahe illallah üzerine sabit kıl. Allahım bizi iman eden salih amel işleyen, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden eyle. Amin ya rabbel alemin.

 Bugünkü sohbetde... Belli ki herkesin aklında Koronavirüs var ve dünya bu paniği deneyimliyor. İnsanlar marketlere koşup tuvalet kağıdı, diş fırçası için kavga ediyor ve el dezenfektanı şu anda nadir görülen bir ürün oldu. Ve tüm bu paniğin ortasında elbette herhangi bir enfekte durumu olan şehirlerde büyük grupların toplanması yasaklandı ve herkesin bildiği gibi spor faaliyetleri, dini cemaatle ibadetler gibi.

Yani bu büyük insanların sağlığı için yasaklandı.

 

Dinimizde, eğer topluma daha fazla zararı olacaksa düşünmemiz gerekmiyor. Cumaya gelmenin daha doğru olabileceğini düşünmemiz gerekmiyor. O yüzden bugünkü hutbenin konusundan bahsetmeden önce insanların daha İslamî görüş olarak düşüneceği bir meseleyi söylemek istedim. Biri çıkıp “Hayır, hayır. Sadece Allah’tan korkmanız gerekiyor! Korkmamanız lazım! Bunlar kafirlerin komplosu” diyebilir, tüm fikirler ortaya atılıyor çünkü internet çılgın bir yer. Sadece internet de değil, mescid de çılgın bir yer olabilir.

Herkesin ne yapılacağıyla ilgili kendi fikri var.

Korkmamakla, endişelenmemekle ilgili. Çünkü eğer Allah bizi korursa bir şey olmaz. Bunların hepsi doğru iken, yani evet Allah bizi korursa hiçbir şey olmaz bize, Allah bize Kur’an’da bunu garantiledi.

 'Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir kimse yoktur; eğer sizi yardımsız bırakırsa O’ndan sonra size kim yardım edebilir? Müminler yalnız Allah’a güvensinler.' (Al-i İmran, 160)

Ama öte yandan, Allah bize önlem hakkında 1-2 şey de öğretiyor. Sağduyumuzu kullanmak zorunda olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz ve Rasulullah (sav) Mekke’den Medine’ye göç ederken

“Allah beni koruyacak, ön taraftan geçip Medine’ye gideceğim” demedi.

Düşmanın planından kaçmak için bir plan, strateji, kaçış rotası, gizli yollar, zamanlamalar vardı.

Sonuç olarak dinimizde öğrendiğimiz şey, elimizden gelen en iyisini yapıp her türlü tedbiri almak ve sonra sadece Allah’tan korunmayı beklemek.

Kırmızı ışıkta tam gaz araba sürüp “Allah beni koruyacak” diyemezsiniz. Kendiniz için önlem almalısınız, sonrasında evet Allah sizi koruyacak.

Ve eğer Allah size zarar geleceğini takdir etmiş ise, ne kadar trafik levhalarına dikkat ederseniz edin eğer gelecekse gelecektir. Bundan kaçış yok. Ama dinimiz bu tarz bir sorumluluk öğretiyor bize.

Başka bir şey de birinin “Umrumda değil ben geliyorum, birleşmemiz lazım,” demesi.

Bu sadece seninle ilgili değil ki. Senin endişen değil sadece. Bağışıklık sistemi zayıf olan birinin yanında oturuyor olabilirsin. Belki de sen etkilenmezsin, virüsün sende olduğunu bilmiyorsundur belki de.

Ve birkaç gün sonra sende tespit ediliyor çünkü birkaç gün sonra kendini ancak gösteriyor. Ve esasen de bu kişinin ailesine ve kendisine telafisi olanaksız bir zarar vermiş oluyorsun.

Yani bu sadece bizimle ilgili değil. Bu daha geniş kapsamlı bir sorumluluk meselesi ve bu da tam da dinimizin bize öğrettiği bir şey.

 

Bahsetmek istediğim bir şey de buydu. Bu dünyada yüz binlerce insanı etkileyen bir musibet. İnsanların geçimini etkiledi, sadece sağlık etkilenmiş değil, güvende hissetme algısı da etkilenmiş olabilir erişebilecekleri kaynaklar etkilenmiş olabilir.

Birçok insan gelirleri ya da ailevi sebeplerden dolayı seyahat etmek zorunda, seyahatler de etkilendi. Yani bu gibi şeyler yüzünden hayat sekteye uğruyor. Ve bu çok zor bir imtihan. Eminim olanlar sonucu birçok insan hayatında birçok ciddi değişiklik yapmak zorunda kaldı. Bilirsiniz, sınırların kapatılması, resmî tatiller ve olan tüm şeyler.

 

Sonuç olarak, bir şeyi vurgulamak istiyorum. Bugün hangi konu hakkında hutbe versem diyordum, Koronavirüsle ilgili sohbet vermek istemiyorum.

Ama hakkında sohbet etmek istediğim şey dünyanın insanların üstüne geldiğini hissettiği senaryolarda Allah’ın ne buyurduğu. Ya da nereye gideceklerini bilmediklerinde.

Ya da kendilerini tamamen zayıf ve dayanıksız hissettiklerinde. Sanırım tefekkür etmeye değer güzel bir paralel, bu önemli, Musa (as)’nın denizi aştıktan sonraki süreci. Yani İsrailoğulları firavundan kaçmıştı ve çöldelerdi bu sahneyi hayalinizde canlandırmanızı istiyorum.

Binlerce insan kadın, erkek ve çocuk, evlerini geride bıraktı belki uzun süre giyecekleri giysi ve günlerce yetecek yiyecekleri yok. Çok yemekleri de yok yani.

 

Ve aralarında yaşlı, hasta, çocuk, bebek olanlar da var. Her türlü insan var. Ve çölde oldukları için Güneş’ten korunacakları bir sığınakları da yok. Yani kavurucu güneşin altındalar, firavunun aniden gelebilecek olan ölümünden kaçtılar, ama çölün kendisi de bir çeşit ölüm gibi, değil mi? Ve binlerce kişi kendini burada buluyor.

Eğer biri bir yudum su içse 20 kişi ona çaresizce bakıyor. Böyle bir senaryoyu Allah betimliyor ve onlar endişelenmeye başlıyor. Çünkü nasıl hayatta kalacaklar ki?

Ve Musa (as)’a dönüp “Suyumuz yok!” diyorlar. Bu hemen yaşanacak bir vaka.

Bu günümüzden çok farklı, bugün siz ve ben seyahat etsek “Acıktık, yemek yiyelim! desek!” “Tamam bir sonraki molada dururuz!” Biz yemeğe/içmeye ulaşabilme kolaylığını hafife alıyoruz. Onlar için böyle değil. “Aa, ev’de en sevdiğim meyve suyunu unutmuşum!” demiyorlardı. Öyle diyemezler. Geri dönemezler, tamamen o şey yok oldu çünkü. Yani bu senaryoda, Musa (as)’ın hepsiyle konuşması gerekiyordu.

Çünkü sıkıntıları var ve kimse ne yapacağını bilmiyor. Musa (as)’ın bu acil durumda bir hutbe vermesi gerekiyordu.

İbrahim Suresi'nde bu diyalog çok kısa veriliyor, ama gerçekten güzel. Çünkü bu sadece ne dediğiyle ilgili değil, Allah’ın bu diyaloğu zamansız bir hale getirmesi. Onların duyması gereken bir şeydi bu. Ve bu insanlar o zamanın müslümanları.

Allah Musa (as)’ın dilinden buyuruyor “Hani Musa kavmine şöyle demişti: 'Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır.'” (İbrahim/6)

-belaa- iki anlama gelir. Hem musibet hem de nimet demektir. Allah’ın kaçmanıza izin vermesi büyük bir nimetti çünkü firavundan kimse kaçamaz.

Birdenbire bir gün “Artık köle değiliz buradan gidiyoruz!” diyemezsiniz. Kimse böyle yapamaz. Firavunun ordusuyla baş edilemezken insanlar kölelikten kurtuldular Çocuğunuzu öldürme gücü vardı.

Hiçbir şey olmasa bile bir aile çocuğunu korumak için ölümü bile göze alır. Bir anne seyir halindeki bir arabaya koşabilir. Çocuğuna araba çarpmasın diye.

Doğal bir içgüdü bu. Videolarda görmüşsünüzdür, aslan küçük bir hayvana doğru ilerlerken diğer hayvanlar birleşip küçüğü savunurlar, bu doğalarında vardır.

Bir kuşu yumurtalarını yiyen bir yılandan kendini korurken görürsünüz.

Firavunun İsrailoğullarına karşı öyle bir gücü vardı ki çocuklarını gözlerinin önünde öldürüyordu ve onlar tepki bile veremiyordu. Bu derece baskı altındaydılar ve güçsüzlerdi.

Musa (as) o yüzden “Allah sizi tam olarak böyle bir durumdan kurtardı” diyor. Kaçmayı bırakın, çocuğunuzu koruyacak güce bile sahip değildiniz. Kadınları yaşatmanın ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bunu durduracak gücünüz yoktu. Ve Allah sizi bundan kurtardı, bu ne büyük bir nimet!

 

Burada problemi düşünüyorlar, yaşadıklarını. Kavurucu Güneş, su eksikliği, ağlayan bebekler, hastalar. Bunları düşünüyorlar. Musa (as) da konuşmasına “Daha büyük bir belayla karşı karşıyaydınız.

Ve bundan kaçılması imkansızdı.” diyerek başlıyor. Bu olumlu yönden bakın ve şükredin demek değil. Elbette şükür amacıyla gerçekleşen bir  konuşma, ama bir diğer amaç da şu, eğer Allah sizi imkansız bir durumdan kurtarabiliyorsa, neden birdenbire Allah’ın şu an sizi bıraktığı fikrine nasıl kapılıyorsunuz?

Nasıl böyle düşünebilirsiniz? Allah’ın size az önce yaptığına bir bakın! Size bunu yapmışken nasıl çölde sizi unutsun? Böyle mi düşünüyorsunuz? Sizi bu aşamada bırakmak için mi sizi kurtardı?

 

Allah hakkında hüsn-ü zann edinin. Bunu edinmenin bir yolu Allah’ın sizi ve beni kurtardığı tüm imkansız durumları düşünmek. Ne kadar imkansız görünse bile, en kötü belaymış gibi görünse bile. Allah bizi kurtarmıştı.

Ve bize bunu hatırlatıyor. Musa (as) da bunu onlara hatırlatıyor. Sonra diyor ki... Bu benim şükürle ilgili favori ayetlerimden biri. Kur’an’ın şükür kavramına nasıl baktığına bakın.

Hani rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti." (İbrahim, 7)

“Rabbimiz size bir ahitte bulunmuştu.” “teezzene”  kelimesi burada çok ilginç çünkü "Sözün hayırlısı az olduğu halde maksûdu ifâde edendir."

Sadece “leyne şekertüm la ziy denne küm”  diyebilirdi.

“Allah böyle dedi” de denebilirdi. “Eğer şükrederseniz, size nimetlerimi arttırırım.”

Basit. Ama “teezzene”  kelimesi Allah’ın mükemmel hikmeti ile bu ayette var. Kelime “ezan”dan geliyor, namaza çağrı demek ayrıca. Bu bir çağrıdır çünkü “kulak” kelimesinden geliyor. “teezzene”  birinin kulağını bir şeye açıp onun dışındakileri duymaması demektir. Sadece duyurulan şeye odaklanmak. Bilirsiniz, eğer birçok sohbet esnasındaysanız bir ses hepsinden baskın gelir diğer tüm sesleri bastırır. Bu ezandır. Tüm konuşulanlara baskın gelen sestir.

Duyuru budur. “teezzene” kelimesi şunu çağrıştırıyor, aklımda birçok düşünce var. Birçok kelime duyuyorum.

Kendimle bile konuşuyorum. Ama Allah’ın kaderini ve bildirisini herkesin kulağını açıp dinlemesi gerekiyor. Tüm diğer düşüncelerden sıyrılana ve sadece bunu duyana kadar, denilenin farkında olmayacaksınız

Her şeyi silip atabileceğiniz sade bir fikri gerektiriyor bu. “Rabbiniz size bildirmişti.” Musa (as) konuşurken elbette Allah’ın adına konuştuklarını biliyorlardı. Durmadan Allah bana bunları söylüyor,” demedi.

Ama yine de “Rabbekum” diyor. Sanki şöyle demek isteniyor, biri konuştuğunda... Ben mesela hep çocuklarla çalışıyorum. Eğer biri diğerinden daha yüksek sesle konuşursa kimse dikkatini veremiyor. Ama eğer bağırıp “Hey herkes beni dinlesin!” dediğimde çoğu sesimi duyup “Tamam, durup dinlemem lazım!” diyor. Çünkü bir otorite var mesela sınıftaki bir öğretmen gibi.

Seslerini yükselttiklerinde herkesin sesi biraz alçalıyor. Rabbinizin bir duyuru yaptığını duyduğunuzda o zaman her şey bir kenara itiliyor. Rab kelimesi de önemli burada çünkü Allah, Rabbimiz olarak bize bakan, ilgilenen, rızıklandırandır.

Benim Rab kelimesini çevirme tercihim “rızıklandıran Rab” şeklinde olur. Sadece size sahip olan değil, ayrıca sizi besleyen, ilgilenen, koruyan. Hepsi Rab kelimesine dahil.

Yani “Bizim besinlerimiz korumamız nereden gelecek?” dedikleri bir durumdalar ve Allah da “Sizi koruyup rızıklandıranı dinleyin,” diyor. Ve size karşı otoritesi olanı. Size ve bana olan otoritesi, bizim kendi vücudumuzda yok.

“leyne şekertüm ”  Bunu çevirmek zor ama biraz daha İngilizce kelime ekleyerek çevireceğim.

“Eğer çok az şükür etseniz bile,” “Eğer biraz bile şükrediyorsanız.” Allah bu ayette bizim sürekli şükür halinde olmamızdan bahsetmiyor. Tüm hayatımız boyunca. Öyle olsa geniş zamanda mudari olarak söylerdi.

Burada “leyne şekertüm la ziy denne küm” var. “Bir saniyelik bile olsa bana gerçek bir şükür ettiyseniz" Allah size her ne vermişse. Ve gidip “Neden bana yardım etmiyorsun?” diye düşünmüyorsanız. “Benim için daha iyisini yapabilirdin” ya da.

Eğer şükredecek herhangi bir şey bulursanız yeterli. Burada bir soru geliyor akla. Bu insanlar çölde. Hala hava sıcak hala terliyorlar ve Musa (as) onlarla konuşuyor.

O yüzden “Çok az şükretseniz bile,” dendiğinde onlar etrafına bakıp “Tamam da ne için?” diyebilirler. “Ne için şükretmemi istiyorsun?”

Çünkü etrafa baktığınızda tek gördüğünüz şikayet etmeniz gereken şeyler. Şükredilmemesi gereken şeyler yani. O zaman ne için şükretmeliyiz? Bir önceki size bahsettiğim ayetin bu soruya cevabı var.

 

Eğer siz ve ben Allah’ın imkansız durumlarda bize yardımcı olabileceğini düşünürsek, geçmişte yaşananlara şükredersiniz.

Ama her şeyden önce, sizin tarafınızda olan biri var diye şükredersiniz. Sizi izleyen biri var, yaşamınızdaki onun varlığı sizin şükretmeniz gereken bir şeydir.

Eğer etrafınızda hiçbir pozitif şey göremeseniz bile, gayb aleminden Allah’ın Rabbiniz olduğu gerçeği. Hep Rabbiniz olması ve hep sizi koruması, bu iman aslında şükredilmesi gereken ilk şey olur. “O burada. Ben yalnız değilim. Güvensiz değilim. Alabildiğim tüm önlemleri alacağım ama Allah halledecek.”

Böylece “Eğer bana en minimum şükrü gösterirseniz,” diyor. “Geçmişi düşünün ve Allah’ın yanınızda oluşu hakkında pozitif düşünün.” Allah ne diyor? “la ziy denne küm” Bu Kur’an’daki en kapsamlı kısa kelimedir. “Kesinlikle, kesinlikle ama kesinlikle.”

Burada üç tane kesinlikle var. “la” ve “nun" iki kat vurgu yapar. O yüzden çevirim biraz elverişsiz bir İngilizceyle olacak. “Ben kesinlikle, elbette, her halükarda size nimetlerimi arttıracağım.”

Bunu 3 kez vurgulamış oluyor yani. Ve geniş zamanda söylemesi bunun sonsuza dek süreceğini anlatıyor. Yani bir zıtlık var. Çok az şükrediyordunuz, bir anlık. Bir saniyelik şükrettiniz. Allah ise size sürekli ve daimi bir nimet ile cevap veriyor.

 

Daha ötesi, Allah tam olarak size neyi arttıracağını söylemiyor. Tam olarak nitelendirmiyor. Sizin hidayetinizi, sabrınızı, toleransınızı, dayanıklığınızı, gücünüzü arttıracağım demiyor. Neden? Çünkü bize, bize vereceklerinin nitelendirilemeyeceğini anlatıyor.

Tek bir şeyle sınırlayamazsınız. Paranızı, sağlığınızı, güvenliğinizi, korunmanızı, hidayetinizi, ilminizi, anlayışınızı, affınızı arttırabilir. Yani arttırılmasına ihtiyacımız olan çok şey var ve Allah insanların bunu sınırlamasını istemedi. “Fazlasıyla, durmadan vereceğim,” buyurdu.

 

Son bir şey de şu, Arapça’da “ise ... o zaman” yani “Şunu yaparsan o zaman bunu yaparım” kalıbı var. Birazcık gramer dersi gibi olacak ama kolay anlatacağım, gerçekten çok güzel.

“Eğer şükredersen, o zaman sana daha daha fazla vereceğim.” Daha basit. “İse ... o zaman” var. Ama ayetin bir sonraki kısmına gelecek olursak,

“Eğer nankörlük ederseniz, Allah’ın nimetlerini yok sayarsanız,” Küfür sadece Allah’a inanmamak değil. Küfür burada şükrün zıttı.

Eğer Allah’ın yaptığı bir şeye şükrederseniz bu nimete şükretmektir. Nankörlük ederseniz nimete küfretmektir. Küfür sadece red değil yani, nankörlük etmek anlamı da var. “Eğer şükrederseniz size daha daha fazla vereceğim,” diyor. “Ama eğer nankörlük ederseniz...”

 Şöyle bir şey bekliyoruz, “Eğer nankörlük ederseniz o zaman...” “O zaman” olmalı. Ama “o zaman” yok. "fe" ile olurdu. Ama aslında ayet diyor. “Azabım elbette çetindir” Ama bunu nankörlüğe direkt olarak bağlamadı. Sanki bizi rahatlatmak için. Azabımın çetin olduğunu bilmelisiniz.

Ama bunu nankörlüğünüzle bağdaştırmıyorum. Şükretmeyi unutmanız ya da nankörlük yapmanızın çetin azapla ilgili olması gerekmiyor. Ama şükrederseniz ve nankörlük etmeyi düşünürseniz azabımın çetin olduğunu bilin.

Sanki düğüm var. İkisinde de "la" var. İkisi “ise ... o zaman” kalıbını oluşturuyor. Birbirine bağlılar. Allah’ın sana daha fazla vermesini mi istiyorsun? Daha çok şükret.

Kural bu. Nankörsen ne olacak peki? O zaman cezalandırılacak mısın?

Hayır. Allah eğer nankör olsan bile, sadece cezalandırabileceğimi bil, azabım elimdir fakat eğer nankörsen o zaman kesinlikle seni cezalandıracağım demek olmuyor.

Eğer nankörsen kendine bir bak ve bana şükrederek geri dön. Buna “ise ... o zaman” kalıbı kullanmadı.

 

Bu da şükredilecek başka bir şey. Allah böyle bir bağdaştırma yapmadı. Çünkü siz ve ben hayatımızın çoğu noktasında nankörüz. Asla Allah’a karşı bize yaptıklarından dolayı hakkıyla şükredemeyiz. Şükrettiğimiz anlar olabilir.

Kalbimizin Allah’ın yaptıklarını fark ettiği anlar olabilir. Samimi bir şükürle secdeye kapanabiliriz.

Bilirsiniz insanlar bana bazen “Neden namaz kılmalıyım?” diye soruyor. “Kılmasam Allah beni cehenneme atacak diye mi sadece?” Aslına bakarsanız... Namaz neyle başlar? Allahu Ekber diyip namaza başlayınca ilk okuduğunuz sure Fatiha’dır. Ve ilk ayeti Elhamdulillah’tır. Allah sana namazın ne olduğunu söylüyor zaten. Şükredersen namaz kılarsın. Namaz aslında Allah’ın sana verdiği nimetlerin farkında olduğunun göstergesidir.

Allah’ın nimetlerini ve şükrettiğini kabul etmendir. Namaz budur. Namaz zayıfladıkça, aslında hala tüm imanının parçaları duruyor, hala Allah’a inanıyorsun.

Hala kıyamet gününe cennet ve cehenneme inanıyorsun. Ama şükür algın zayıflayabilir. Bu zayıflayabilir. Bu zamanda bizim daha çok korunmaya ihtiyacımız var, çocuklarımızın, ailemizin iyi olmasını istiyoruz.

 Yaşlı insanların daha fazla riski olduğu hakkındaki uyarıları düşünün. Ya da bazı hastalığı olan çocukları, bağışıklık sistemi zayıf olan insanları.

Risk altındalar. Ve bu durumda olan sevdiğimiz insanlar var. O yüzden onlar adına korkuyoruz, kendimiz ve ailemiz için endişeliyiz. Bu Allah’tan daha daha fazla isteme zamanıdır.

Tüm dinleyen aileler için söylüyorum, benimki de dahil, Çocuklarımızla, ailemizle oturuyoruz ve neye şükretmemiz gerektiğini konuşuyoruz. Allah bizim için neler yaptı? Ve tekrar tekrar sayıyoruz. Sadece şu an gördüğümüz de değil, geçmişe dönüp tefekkür ediyoruz. Allah’ın bize şunu ve şunu yaptığı zamanlar ne zamandı?

 

Ve Allah nasıl bir çözüm yarattı? Bu ayetlerde, size bahsetmedim bile, 6 ayetten sonrası... Şununla bitireceğim. 5. ayette Allah Musa (as) hakkında şöyle diyor, “Andolsun ki Musa'yı, kavmini karanlıklardan nura çıkarsın diye delillerimizle gönderdik.”

Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar. Bunun bir anlamı da onları nankörlükten şükretmeye çıkarsın diye gönderdik’tir.

Bu temalardan biri. Nasıl bir insan karanlıklardan nura çıkar? Nankör biriyken şâkir birine dönüşürse. Siz ve ben Allah biz karanlıktayken nasıl bizi defalarca nura çıkardığını tefekkür etmeliyiz.

Allah’ın rızık ve muhafaza kapılarını açması için bunu yapmalıyız. Bize çok daha fazla vermesi için. Allah hepimizi nimetiyle daha daha fazlasına layık kılsın ve Allah kalbimizden gelen şükrümüzü ve nimetlerini fark ettiğimizi kabul etsin.

 “Öyleyse rabbinin nimetleri hakkında konuş.” (Duha, 11) Allah “bunlar hakkında konuş,” buyuruyor. Ailenle bunları konuş, tartış. Sadece öylesine oturup “Ölürsem ne yapacaksınız?” demeyin.

Acil durumda konuşursunuz. Çünkü sanki sohbetlerimiz geleceğimizi güvenceye alacakmış gibi. Bunun hakkında dinî olarak konuşabilirsiniz, Salih amel işlemeye devam edin.

'Yoksa Ya‘kub son nefesini verirken siz orada mıydınız? O sırada Ya‘kub oğullarına, “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” demiş; onlar da “Senin, ataların İbrâhim, İsmâil ve İshak’ın ilâhı olan tek ilaha kulluk edeceğiz; biz sadece O’na teslim olduk” demişlerdi.' (Bakara, 133)

Geriye dönüp tefekkür etmek ve Allah’ın bizim için neler yaptığı önemli. Bu güvencedir ve Allah’tan gelen bir “arttırma”dır. Allah bizim için hayırlı olacak tüm “arttırma”ları nasip etsin.

 

Allah bizleri Hakim olan Kuran'ı ile mübarek kılsın, ayetlerini ve hikmetli zikrinden faydalanmayı nasip etsin.