İslâm, ölçülü olmak şartıyla mizah ve şakalaşmaya kucak açar. İslâmî ölçüleri korumak kaydıyla yer verilen şaka ve mizah hem dinlendirici olur, hem de insanlar arasında muhabbet ve sevginin artmasına vesile olur. Şakaya yer vermemek ciddiyet olarak kabul edilse de, her şeyin fazlası ifrattır ve hoş karşılanmaz.
Yani somurtkanlar fazla sevilmez. Kur’an’da birkaç âyette geçen, meyve anlamındaki fâkihe kökünden gelen fukâhe kelimesi, şaka yapmak, eğlenmek, dostluk oluşturan sohbet, konuşma demektir. Yâsin Sûresinin 55. âyetinde cennetliklerin, yaptıkları işten memnun olarak birbiriyle konuşup şakalaştıkları imrendirici bir üslûpla anlatılır. Bu âyetlerden, dostluğu pekiştirecek, ruhu ferahlatacak tarzda uygun olarak yapılan eğlence ve şakanın tasvip edildiği anlaşılır. Şakanın Arapçası fükâhe ve mizâhtır. Dikkatleri toplamak, çevredekilerin usanmamalarını sağlamak ve sevgiyi perçinlemek için, sınırları belli ve dozu ayarlı şaka ve mizahın önemi inkâr edilemez. İslâm’ın önem verdiği hususlardan olan müslümanlar arası kardeşlik, sevgi, insanlara tebliğ, dâvet ve onları ısındırma, kalpleri te’lif, kavl-i leyyin, ülfet, sekînet, mahabbet, hoşgörü, müsâmaha ve af gibi özelliklerin pekişmesi açısından ve bunlara hizmet edici olan şaka ve tebessümün/güler yüzün önemi büyüktür.Günümüz müslümanı açısından
bunlar, önemli ibâdet ve unut(tur)ulan sünnetlerdir. Hemen her konuda olduğu
gibi bu konuda da ifrat ve tefrit arasında sıkışan insanımız güzel dengeyi
aramakta. Az sayıda da olsa; işi gücü
gırgır olan, çirkin kahkahalar atabilen, sulu, cıvık, onur kırıcı, yalandan
kaçmayan ve latif olmayan şakalarıyla veya dışımızdakileri taklit ve basit
adaptasyon şeklinde komedyenliğiyle meşhur kimseler yanında; çoğu insanımızın
suratı asık, hastalıklı bir ruh halinin yüze ve söze aksini andıran kişiliği...
Eleştiri ve şikâyet dolu sözler, karamsar, itici, sıkıcı tavırlar, resmî
ilişkiler, beylik konuşmalar, samimiyetten uzak her şeyiyle yapay ve sanal
davranışlar... Yani, dengesizlik denizinde, huzursuzluk dalgaları arasında
“imdât!” diyen halimiz ve cankurtaran simidi olarak bizi bekleyen Rasül’ün
sünneti...
Hadis kitaplarımızın hepsinde
(Kitab veya bab, yani müstakil bir bölüm veya alt başlık şeklinde) şaka ve mizaha
yer verilir. Çünkü Rasûlullah’ın hayatında şakaya sıkça rastlanır. Enes (r.a.):
“Rasûlullah, çocuklarla şakalaşmada insanların en önde olanıydı” der. Kadın,
erkek, çocuk, ihtiyar, kendisiyle temasta olanlara yaptığı şakalardan pek çok
örneğe hadis kitaplarında rastlarız. Önderimiz, tüm şemâil kitaplarının nakline
göre devamlı mütebessim idi. Tebessümle sırıtma ve kahkaha çok farklı
şeylerdir. Ekrem Elçi'nin suratı asık değildi; onca zulüm, onca işkence, onca
açlık, yahûdilerin hâinlikleri, münâfıkların nifakları, dağların taşıyamayacağı
onca yüke rağmen, tebessümü yüzünden hiç eksik olmazdı. Bitkiler içinde Rasûl’ü
gül simgeler. Ve dilimizde “gül” sadece bitki adı değil; aynı zamanda bir
eylemin emridir. Ne güzel tevâfuk değil mi, o hep mütebessim Rasûl için. Gülden
önce dikeni gören asık suratlı, karamsar ve şikâyetçi insanımız, Rasûl
aynasında kendine çeki düzen vermeye belki buradan başlamalı. Anamızı ağlatmaya
çalışanlara inat, düşmana “gülle” atmadan önce dosta “gülle” ve güler yüzle
yaklaşabilmeliyiz.
Hz. Peygamber (s.a.s.) ve ashâbının
arkadaşlarıyla şakalaştıkları çokça görülmüştür. Ashâb, Rasûlullah’a; “Yâ
Rasûlallah, Sen bizimle şaka yapıyorsun!” demişlerdi. Rasûlullah (s.a.s.): “Ben (şaka bile olsa) sadece doğruyu
konuşurum; haktan başka bir şey söylemem.”[1] buyurdu. Büyük
Önderimiz, çok şen, neşeli ve latif bir insandı. Ciddi ve zor bir işle görevli
olmasına rağmen, alışılmış liderlerin aksine; arkadaşlığı ne sıkıcı, ne
kasvetli, ne monotondu. Bilakis tatlı, sevinçli ve neşe doluydu. Ashâbının, aralarında
yaptıkları şakalara uzun süre güldüğü olur, kendisi de onlarla şakalaşırdı.
Abdullah bin Hâris (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’tan daha hoş ve tebessüm dolu
kimse görmediğini söylemiştir. Câbir bin Semûre’nin anlattığına göre,
Rasûlullah, kendisini müslüman olduğu andan itibaren daima iyi ve hoş bir
şekilde karşılamıştı, hatta Onun tebessüm etmediğini hiç görmediğini
söylemiştir. O’nun en yakınında bulunan, çocukluğundan itibaren Efendimiz’e
hizmet eden Enes (r.a.): “Rasûlullah, hanımlarıyla beraber olduğu zaman
insanların en hoşu ve en şakacısıydı” demiştir. Âişe vâlidemizin anlattığına
göre, onunla Peygamberimiz koşarak yarıştı ve birinde Âişe annemiz geçmişti,
diğerinde Peygamberimiz. Kocanın eşi ile şakalaşması ve oynaşması, aralarındaki
sevgiyi arttıracağı için O'nun diliyle tasvip, hatta teşvik edilmiştir.[2]
Yine bir gün Âişe vâlidemizle
Hz. Sevde annemiz Peygamberimizle birlikte hâne-i saâdetlerinde yemekte bulamaç
aşını yerken Sevde (r.a.): “Bu yemeği sevmiyorum” dedi. Âişe (r.a.): “Yemezsen
yemeği yüzüne sürerim” diyerek Hz. Sevde’nin yüzüne, sonra da Hz. Sevde, Hz.
Âişe’nin yüzüne birer parmak bulamaç sürerek şakalaşmışlar, Hz. Peygamber de
bunları devamlı bir gülümsemeyle izlemişti. Rasûlullah çokça tebessüm etmeyi ve
nezâketle şaka yapmayı severdi. Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivâyetine göre
Peygamberimiz, şakalaşmak derecesine varan samimi söz ve davranışlarla
ashâbının içine, onlardan biri gibi karışırdı. Latif latifeler yapar,
şakalarında yanlış ve yalan söz bulunmazdı.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir
adam Peygamber (s.a.s.)’e gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Beni bir
deveye bindir!” dedi. Rasûlullah da:
“Ben seni devenin yavrusuna bindireceğim!” buyurdu. Adam:
“Yâ Rasûlallah, ben deve
yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki)!” deyince Hz. Peygamber:
“Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurur?
(Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?)” buyurdular”[3]
Peygamberimiz, bu sözüyle hem
şaka yapmakta, hem de insana bir söz işitince iyice düşünüp derinliğini,
muhtevâsını kavramadan reddetmemesi, itirazda acele etmemesi gerektiğini
göstermektedir.
Enes (r.a.), Rasûlullah’ın,
kendisine: “Ey iki kulaklı!” diye
hitab ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kasdettiğini rivâyet etmiştir.[4] Yine
Enes (r.a.) diyor ki: “Allah’ın elçisi, biz çocukken yanımıza gelir, bize
karışırdı (bizimle beraber otururdu); benim Ebû Umeyr adında bir kardeşim
vardı, çok sevdiği ve sık sık oynadığı bir kuşu vardı. Ona:
“Ey Ebû Umeyr, Ne yaptı nuğayr (serçe yavrusu)?” derdi.”[5]
Enes’in anlattığına göre,
yaşlı bir kadın Rasûlullah’a gelmiş ve Cennet’e gidebilmesi için Ona duâ
etmesini ricâ etmiştir. Allah Rasûlü’nün ona:
“Hiçbir ihtiyar kadın Cennet’e girmeyecektir!” demesi üzerine, kadın üzülerek ağlamaya başlamıştı.
Bunun üzerine, buyurdu ki:
"O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah:
'Biz onları yeniden inşâ etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır' (Vâkıa: 56/35-36) buyurmuştur."[6]
Hz. Süheyb anlatıyor: Gözüm
ağrıdığı halde hurma yiyordum. Bunu gören Hz. Peygamber:
“Gözün ağrıdığı halde hurma mı yiyorsun?” diye şaka ile takıldı. Ben de:
“Ey Allah’ın Rasûlü, ben
ancak ağrımayan tarafla yiyorum” cevabını verince, Rasûlullah azı dişleri
görünecek derecede tebessüm etti. Ümmü Eymen adlı bir kadın, Hz. Peygamber'e
gelerek,
"kocam seni eve dâvet
ediyor" dedi. Peygamberimiz:
"Kocan kim? Şu gözünde ak olan adam, değil
mi?" dedi. (Kadın:)
"Vallahi gözünde ak
yok" dedi.
"Hayır, var!" buyurdu. Kadın, yine:
"Hayır, vallahi
yok!" deyince Hz. Peygamber:
"Herkesin gözünde ak vardır" dedi.
Güzel sözlü Güzel Peygamber, "ak" kelimesi ile, gözün koyu
renkli halkasını çevreleyen beyaz tabakayı kastediyordu. Fakat bu söz, gözdeki
kısmî körlüğü de ifade ettiğinden kadın, bu şekilde anlamıştı. Hz. Peygamber,
bu sözüyle aynı zamanda cinas yapmıştı.
Sahâbeler arasında
şakalarıyla meşhur olanlar vardır. Nuayman, Ebû Hureyre, Abdullah İbn Huzâfe,
Zeyd İbn Sâbit, Büreydetu’l-Eslemî gibi. Hatta sert mîzaçlı Hz. Ömer’in bile
şakalarına rastlanır. Bunları, büyük ölçüde Rasûlullah’ın müsâmahasıyla, bu
yoldaki örnekliğiyle izah edebiliriz. Esâsen fıtrattan gelen bir meyil olan
şakacılığa Rasûlullah müdâhale etmemiş, sadece bazı sınırları beyan etmiştir.
Şakacılığı en çok meşhur olan Nuayman (r.a.), Rasûlullah’a bile birçok kez şaka
yapmıştır. Anlattığına göre, Medine pazarına turfanda veya güzel bir yiyecek
gelince onu veresiye alır, Rasûlullah’a “hediye” olarak getirir, ödeme zamanı
gelince, Hz. Peygamber’e gelerek, “hediye”sinin borcunu isterdi. Rasûlullah:
“Sen onu bana hediye etmiştin, ne oldu?” deyince,
“Bu güzel şeyi Sana lâyık
gördüm, param olmadığı için böyle yaptım” derdi. Rasûlullah da Nuayman’ı hep
gülerek karşılar ve ona hiç kızmazdı. Hatta onunla karşılaşınca kendini
gülmekten alamadığı olurdu. Nuayman’ın bir sefer sırasında, arkadaşı Süveybit’i
“köle” diye satması da onun meşhur şakalarından biridir. Bu olay üzerine
Rasûlullah ve ashâbı bir yıl güldüler.
Ensardan mizahçı/şakacı bir
zat vardı. (Bir gün yine) Konuşup yanındakileri güldürürken Rasûlullah (s.a.s.)
elindeki çubuğu (şaka yollu) adamın böğrüne dürttü. Bunun üzerine adam:
“Ey Allah’ın Rasûlü, (canımı
yaktınız.) Müsâade edin kısas yapayım!” dedi. Allah Rasûlü de:
“Haydi yap!” buyurdu.
Adam:
“Ama üzerinizde gömlek var,
benim üzerimde yoktu (kısasın tam olması için çıkarmalısınız!” dedi. Adamın
talebi üzerine, Peygamberimiz gömleğini kaldırıp böğrünü açtı. Adam,
Rasûlullah’ı kucaklayıp böğrünü saygıyla öpmeye başladı ve:
“Ben bunu arzu etmiştim ey
Allah’ın Rasûlü!” dedi.[7]
Zâhir bin Hârun adlı bir zât,
çölden hediyelerle birlikte Rasûlullah’a gelirdi. Rasûlullah da ayrılacağı
zaman Zâhir’in ihtiyaçlarını tedârik ederdi. Rasûlullah:
“Zâhir, bizim çölde yaşayanımızı temsil eder, Biz de
onun şehirde yaşayanını temsil ederiz”
buyururdu. Sert yapılı ve biraz da yakışıklı olmayan bir adam olmasına rağmen
onu severdi. Bir gün Rasûlullah, ürünlerini sattığı sırada Zâhir’e yaklaşmış ve
arkadan ona sarılmıştı; Zâhir arkasına dönemiyor, kim olduğunu göremiyordu.
“Bırak gideyim, Kimsin sen?”
dedi. Fakat arkasına döndüğünde Rasûlullah’ı görünce sırtını Rasûlullah’ın
göğsüne yasladı. Rasûlullah:
“Kim bir köle satın alacak?” dedi. Zâhir;
“Ey Allah’ın Rasûlü! Allah
için, işe yaramaz bu mal!” deyince, Rasûlullah şöyle cevap vermişti:
“Hayır; Allah indinde, senin değerin yüksektir.”
Hz. Peygamber ve ashâbının
yaptığı bu tür şakalar, kırıcı ve yalan cinsinden olmayan şakalardır. Böylesi
şakalar, insanlar arasında muhabbeti arttırır. Rasûlullah (s.a.s.) şaka
âdâbıyla ilgili uyarılarda da bulunmuştur. Meselâ şakada yalana yer
verilmemelidir.
"Cemaati/toplumu güldürmek için yalan
konuşanların vay haline, vay haline, vay haline!"[8]
"... Şaka da olsa yalanı terkedene Cennetin
ortasında bir makam (köşk) söz veriyorum."[9]
Şaka yoluyla başkası küçük
duruma düşürülmemelidir (Tirmizî, Birr 58). Ateşle, silahla korkutarak şaka
yapılmamalıdır. Şaka, câiz sınırlarda bile olsa ifrâta gidilmemeli, özellikle
insanları güldürmek meslek haline getirilmemelidir. Bir kısım mubahlar vardır
ki, onlar çok sık yapıldığı zaman günaha dönüşebilir. Şakanın eziyet, sıkıntı
verici ve rahatsız edici olanı da yasaktır. El şakaları ve öldürücü, yaralayıcı
âletlerle yapılan şakalar tehlikeli olabileceğinden yasaklanmıştır.
Bütün bunlarla birlikte, Yüce
Rasûl, çok gülmeyi, özellikle kahkaha atmayı hoş görmez, hiçbir konuda
aşırılığı sevmezdi. Geceleri teheccüd için ayırdığı saatlerde, secde yerini
ıslatacak kadar gözlerinden inci gibi yaşlar döküldüğü olurdu. Sebebi
sorulduğunda, verdiği cevap şuydu:
"Şükreden bir kul olmayayım mı?"[10]
O, şükrettiğini, geceleri
nâfile ibâdetlerle Allah'a gösterirken; gündüzleri tebessümü, hoşgörüsü,
iyimserliği ve sevecenliğiyle insanlara isbat ediyordu. Çünkü surat asılarak,
şikâyetler edilerek şükreden bir kul olunamazdı. Efendimiz'in gözünden akan
yaşlar, insanlarla değil; sadece Rabbıyla başbaşa olduğu, secdelerle süslü
gecelerin incileriydi. "Benim
bildiğimi bilseniz, az güler, çok ağlardınız!" buyuran o büyük zâtın
insanların içinde, çevresine huzur ve saâdet dağıtan tebessümü, şükrünün dışa
yansımasıydı. O'nu örnek alması gereken mü'min, içinden duâ, haşyet, takvâ,
İslâm'ın derdi, müslümanların durumları ve bunları düşünmenin, tefekkürün
gereği mahzun bir gönül taşımalı. Ama insanlara gülümseyen, şükrettiği yüzünden
belli olan bir çehre aydınlatmalı zâlimlerin kararttığı çevreyi. İçi ağlasa
bile dışı gülmeli müslümanın. Bir müslümana surat asmanın karşısındakine
hakaret ve kul hakkına tecâvüz olduğunu bilmeli, kardeşlerine merhametinin
izleri yüzünden okunabilmeli.
İnsan, diliyle olduğu gibi
haliyle, tavrıyla, yüzüyle de devamlı şükretmeli, hamdetmeli. Seviyesizce
cıvıklık, şuh kahkahalar, boş vermiş tavır, vur patlasın çal oynasın anlayışı
mü'minden ne kadar uzak olmalıysa; karamsarlık ve ümitsizlik taşıyan
bunalımlı bir yüz
de o derece çirkin kabul
edilmeli. İslam, insana huzur verir. Câhiliyye düzenini muazzam bir inkılapla
deviren peygamber nizamının ve o çağın adı "asr-ı saâdet", yani
mutluluk çağıdır. Müslüman dünyada da haseneler içindedir. Etrafındaki
güzelliklere karşı gözü kör değildir. Yaratılanı sever, Yaratan'dan ötürü. İçinde
yarım bardak su olan kabın dolu tarafını görür. Ama, gücü ve imkânı el
veriyorsa, boş kısmını önce kendisi doldurmaya çalışır.
Unutmayalım; O, bizden çok
daha fazla eziyet ve sıkıntılara muhâtaptı. O, hepimizden daha fazla açlıkla
(geçim sıkıntısıyla) karşı karşıyaydı. O, en sorumlumuzdan daha çok mes’ûliyet
ve yük taşıyordu. Bizim hiç birimizle kıyaslanmayacak kadar kuşatıcı ve ezici
problemin çözümüyle uğraşıyordu. Ama, bizden çok farklı olarak hiç şikâyetçi
değildi, suratı asık, stres yüklü, bezgin, sıkıntılı, karamsar... değildi. Her
konuda olduğu gibi, O bize bu konuda da örnek (33/Ahzâb, 21) olmalı, O’nun bu
sünnetini ihyâ ederek ihyâ olmalı, O’nun saâdet asrını her şeyiyle zamanımıza
taşımalıyız. İnsanlar içinde tebessümlü bir yüzle, huzurlu, mutmain bir duruşla
bulunamayan; gece teheccüd seccâdesine de gözlerinden inciler saçamaz.
“... Lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn: ... Onlar
için herhangi bir korku olmadığı gibi, onlar üzülmezler.”
(Bakara: 2/38, 62, 112, 262,
274, 277...)
Filistin’de kıyâm eden yiğit
delikanlının şehâdet makamına ulaşamıyorsak; ümmetin fesâdının zirvede olduğu
şu yerde ve şu zamanda, unutulan bir sünneti ihyâ ederek olsun, şehid sevâbına
ulaşalım: Çevremizdeki tüm müslümanlara karşı neşeli, şakacı olalım.
Tebessümümüz, gülen yüzümüz, huzur kaynağını bulduğumuzun ilânı, saâdeti bu
asra taşımanın yansıması olsun. Dilin
şikâyeti, suratın asıklığı, daha çok küfrün/nankörlüğün göstergesi,
stres ve rûhî bunalımlar da kalpteki nifak hastalığının belirtisi olabilir;
gülen yüzün çoğunlukla şükrün ifâdesi olduğu gibi. Dilimizle sunamadığımız
mesajı, hiç değilse yüzümüzle verelim. Yüzümüz dâvet etsin huzura ve cennete
öncelikle. Yüzümüze bakan bize hayran olsun, bize benzemeye, bizim gibi olmaya
çalışsın. Önce yüzümüz, sonra sözümüz nefret ettirici değil, müjdeleyici
olsun!
Haydi ne duruyorsunuz, siz de
değiştirin şu şikâyetçi/nankör kimliğinizi. İçiniz ağlasa bile gülsün yüzünüz,
sevindirin/güldürün birbirinizi. Haydi, ne duruyorsunuz, çocuğunuzun veya
kardeşinizin başını okşasanıza. Eşinize latif latifeler yapsanıza, kalbini
incittiğiniz dâvâ kardeşinize keffâret olarak, kalp tâmiri cinsinden 61 kez
sevginizi göstersenize. Bir müslüman yüzüne bakmanın cennete bakmakla eş
olduğunu yüzünüzle haykırsanıza. Yanınızdaki kardeşinizle, arkadaşlarınızla
kucaklaşsanıza. Tanıdığınız ve tanımadığınız tüm müslümanlara selâmı
bayraklaştırsanız, tebessümle hediyeleşseniz ya... Hâlâ ne duruyorsunuz?
Kıyâmet gelmeden namazdakine benzer kıyâm için gerekli donanım olarak,
öncelikle içimizdeki devrimin dışımıza yansıması kabilinden tebessümü Gül
Devrinin mîrâsı ve simgesi olarak insanlara sunsanız ya... “El-hamdü lillâh!”
ve “Yâ Rab, Sana şükürler olsun!” ifâdelerini, Kitabınızın başından kendi
başınıza kopyalayıp yüzünüze de yazsanıza... Gül Peygamber gibi etrafınıza
güller, gülücükler dağıtsanıza! Gül Peygamber gibi... Gönlümüzü güldüren
Peygamber gibi... Özünde, sözünde ve yüzünde güller açan Peygamber gibi...
[1] Tirmizî, Birr 57, hadis no: 1991.
[2] Ebû Dâvud, Edeb 84, 85, 149; İbn Mâce, Cihad 40; Ahmed
bin Hanbel, II/352, 364, III/67, V/32.
[3] Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvud, Edeb 84, 92.
[4] Tirmizî, Birr 57; Ebû Dâvud, Edeb 92.
[5] Buhârî, Edeb 81, 112; Müslim, Edeb 30; Tirmizî, Birr
57; Ebû Dâvud, Edeb 69; İbn Mâce, Edeb 24.
[6] Tirmizî, Şemâil.
[7] Ebû Dâvud, Edeb 160, hadis no: 5224.
[8] Ebû Dâvud, Edeb 88; Tirmizî, Zühd 8.
[9] Ebû Dâvud, Edeb 8.
[10] Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 19; Müslim,
Sıfatu'l-Münâfıkîn 18.