Hamd Allah’a aittir. Biz O’na hamd ederiz, O’dan yardım ve mağfiret isteriz, O’na tövbe ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kime hidayet vermişse onu saptıran olmaz, kimi de dalalette bırakmışsa ona hidayet veren olmaz. Ben hiçbir ortağı olmayan Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın kulu ve resulü olduğuna şahitlik ederim.
”Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak
Müslümanlar olarak can verin.” (Al-i İmran Suresi 102. Ayet meali)
”Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve
ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını
kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına
riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”
(Nisa Suresi 1. Ayet meali)
”Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle
davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah
ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab Suresi 70-71.
Ayet meali)
Ey İnsanlar!
İnsanların haberleri araştırmakla, söylentileri kabul etmekle ve meydana
gelmelerinden önce onları avlamakla ilgili fıtri bir yatkınlığı vardır. Onlar,
teyit etmek, acele etmemek, temkinli olmak ve anlaşılır kılmak hususlarında
aşırı tembelliğe alışmış durumdadırlar. İnsanların büyük çoğunluğu böyledir.
Allah’ın rahmet ettiği kimseler dışında ki onlar da çok azdır.
Allah doğru söylemiştir:
“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır…” (Enbiya Suresi 37. Ayet
meali)
“…İnsan pek acelecidir.” (İsra Suresi 11. Ayet meali)
Şeriata ve akla göre belirlenmiştir ki, ümmetin temel düsturları ile ilgi
kesinleşmiş olaylar ve genel haberlerin, aceleye getirerek hassas ve titiz bir
şekilde tespit edilmediği ve hakikate dair bilgilerin önündeki engeller
kaldırılmadığı sürece herhangi bir haber değeri bulunmamaktadır. Kriz
anlarında, derin bir nefes alınarak, işin ciddiyetini bozmadan, insan onurunu
ve insan haklarını hafife almadan güzel davranışlar sergilenmelidir.
Çünkü bazı insanlar, karşılarına çıkan gerçeğe aykırı haberleri aceleyle
yayarak gerçeğin üzerini örtmeye çalışırlar. Bu şekilde davranarak aynı
zamanda, ihmalkârlıklarını, ayıplarını ve kısır görüşlerini de örtme çabasına
girerler. Bu gibi şeyler, insanların kalbine şüphe düşürür, sıkıntılı
durumlarda akılları karıştırır ve neticede huzur beklentileri kedere dönüşerek
utanç verici hale gelir.
İnsanların aklı ve ahlâk ölçüleri, genellikle kendi sabır gerektiren
işlerinde devreye girer. Hâlbuki insan hakları, insanlık onuru, insanların
malları ve dinleri ile ilgili bütün konularda aynı ölçüler korunmalıdır.
Doğru tespitler yapamamak, insanı zemmetmeye, yermeye götürür ki bu da
Ahirette pişmanlık ve üzüntü olarak karşımıza çıkar.
Saat pişmanlık saati değildir.
“Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza
pişman olursunuz.” (Hucurât Suresi 6. Ayet meali)
Söylentilerin ve haberlerin büyük çoğunluğunun tahrik edici unsuru, merak
ve gerçek sebebini bilmeden öğrenme arzusudur. Hâlbuki ne gerçeğe aykırı bu
haberler için ne de haberin doğrusunu öğrenmek için kendileri hiçbir emek
harcamamışlardır. Bu ikisi arasındaki farkın ne olduğunu Allah bilir.
Geçmişte şöyle denilirdi:
“Zaman gösterecek sana cahil olmadığını, duyduklarına bir şey ilave
etmeyenler getirir asıl haberi
Sana asıl haberi, kendisine kesin randevu saati verilmemiş olan getirir.”
Söylentileri sorgusuz sualsiz kabul etmek İslam’da yoktur. Bu gibi
istenmeyen durumları yayanların asıl maksadı, insanların merak duygularını
uyandırarak kaos çıkartmaya çalışmaktır. Bütün bu kaos planı, fikri, siyasi,
toplumsal, ekonomik ya da dini anlamda düzeni bozmaya dayalıdır. Ve karışıklıkları
çıkaran insanlar, işlerini safları ayırmak, düzeni bozmak, var olan toplumsal
güveni alt üst etmek uğruna yaparlar. Çünkü insanların çoğunun, herhangi bir
şekilde tahkikat yapmadan “nasıl olsa söylenmiştir” diyeceklerine olan inançla
hareket edeceklerini bilirler.
Ciddi bir toplum, haberleri naklederken ve söylentileri yayarken,
parçalayan birleştirmeyen, faydasız ve zararlı yapımları ayırt ederek medyatik
boş sözlere fırsat vermez. Bunlar aptal bir toplum oluşması için gereken
şeylerdir. Ve oluşturulmak istenen bu toplumun boş vakitleri, faydasız, hiçbir
düşünce ya da emek gerektirmeyen işlerle ve dedikodularla doldurularak sığ bir
yapıya dönüştürülür, böylece halkın zorluklarla mücadele gücü elinden alınmış
olur.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Allah sizin için
üç şeyi kerih gördü. Bunlar, dedikodu, malı zayi / heder etmek, soruyu / isteği
çoğaltmaktır.” (Buhari rivayet etmiştir)
Bakınız – Allah sizi korusun- hadiste; dedikodu, sorunun / isteğin
çoğaltılması ve malın zayi edilmesi nasıl bir araya getirilmiştir! Sanki bunda,
malın zayi edilmesinin iflas sebebi olduğuna, sorunun / isteğin çoğaltılmasının
da sıkıntıya düşme sebebi olduğuna dair bir işaret bulunmaktadır. Aynı şekilde
dedikodu ile vakti zayi etmenin faydalı olan işler yapılmaksızın vakitlerin
boşa gitmesine, fikir atmosferinin karmaşa ve tahrikle dolmasına sebep olduğuna
dair bir işaret de vardır.
Allah rahmet etsin İbn el-Cevziyye ne güzel demiştir: “Hayatın anlamını
bilmeyen birçok yaratığa şahit oldum. Bunların bir kısmı, sultanların sık sık
yaşanan olayları ile pahalılık, ucuzluk vs. ile zaman geçirirler. Öğrendim ki;
Yüce Allah; ömrün şerefini ve sağlıklı vakitlerin kadrini bilmeyi sadece
Allah’ın muvaffak kıldıklarına ve bunu ganimet bilmeyi ilham ettiklerine
bildirmektedir. “
“Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak
(hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.” (Fussilet Suresi 35. Ayet
meali)
Ey Allah’ın kulları!
Şanı Yüce Rabbimiz bize temkinli olmayı, acele etmemeyi, inceleme ve tespit
yapmaksızın haberleri gelişigüzel almamayı öğretmiştir. Zira bunlar, karmaşa,
asılsız zan ile hüküm vermeye, gerçekleri ters çevirmeye, suçsuz topluluklar hakkında
bilgisizce varsayımla konuşmaya, aslında söylemediklerini onlara isnat etmeye
ya da sözlerini aslında kast etmedikleri anlamlarda yorumlamaya sebep olurlar.
Hz. Ömer, (r.a.) Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) eşlerini
boşadığı haberini duyunca mescide gitti ve insanların bunu konuştuklarını
gördü. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıkmasını beklemeden
içeri girip aslını anlamak için Peygamberden (sallallahu aleyhi ve sellem) izin
istedi ve sordu: “Eşlerinizi boşadınız mı? Dedi ki: ‘Hayır.’ Bunun üzerine Ömer
(r.a) caminin kapısında durup yüksek sesle seslendi: “Resulullah(sallallahu
aleyhi ve sellem) eşlerini boşamamıştır.” Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince hemen onu yayarlar; hâlbuki
onu, Resule veya aralarındaki emir sahibi kimselere götürselerdi, onların
arasından işin iç yüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.” (Nisâ Suresi
83. Ayet meali)
Şanı Yüce Rabbimiz ve Resulümüz (sallallahu aleyhi ve sellem) bize;
kulaklarımızın doğruluğu tespit edilmeyen her hangi bir haberi kabul eden huni
gibi olmamasını, kontrolsüz bir şekilde gelişigüzel yaymamamızı öğretmişlerdir.
Zira haberde öncelikle yapılması gereken doğru ya da yanlışlığının
bilinmesidir.
Sonra da, bu haberin ne anlama geldiğine dikkatle bakmamız, olduğundan
başka göstermememiz ya da anlaşılmasında, hak ettiğinden ve kast ettiğinden
fazlasına fırsat vermememiz gerekmektedir. Ayrıca böylesi gelişigüzel haberleri
almak, günahkârlık yolunda olan kişinin yalanlarla dolu saçmalıklarına yol
açar. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Her işittiğini
söylemesi kişiye günah olarak yeter.”
Yayılan haber, dinimizin konularıyla alâkalı olduğunda, mesele kabul ve ret
bakımından daha da zorlu ve önemli hale gelmektedir. Resulullah ’tan
(sallallahu aleyhi ve sellem) haber nakletmek ya da doğruluğu tespit edilmeyen
haberleri internet sitelerinde ve toplantı yerlerinde yayınlamak gibi.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) dedi ki: “Kasıtlı olarak bana yalan
isnat eden kimse cehennemdeki yerine hazırlansın.”
Ey Allah’ın kulları!
Dinimizin bize öğrettiği işte budur. Birazcık düşünen insanların bunun
bilincinde olması gerekir. Medya, günümüzde çıkan haberlerin, olayların ve
söylentilerin ana kaynağıdır. Basiret ve anlayış sahibi insanlar, medyada yer
alan haberlerin doğru olup olmadığına sağlam bir İslami alt yapıyla karar
verebilirler. Çünkü bu insanlar bilirler ki, insan, diliyle söylediklerinden ve
parmaklarının yazdıklarından da hesaba çekilecektir. Bunun için temkini elden
bırakmazlar.
Nitekim Allah (Azze ve Celle) buyuruyor ki:
“Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var. Değerli yazıcılar var. Onlar,
yapmakta olduklarınızı bilirler.” (İnfitar Suresi 10-12. Ayet meali)
Allah beni de, sizi de Kur’an-ı Azim’le mübarek kılsın. Beni de, sizi de
onda bulunan ayetler ve hikmetli öğütlerden faydalandırsın. Söyleyeceğimi
söyledim. Eğer doğru ise Allah’tandır, hatalı ise nefsimden ve şeytandandır.
Allah’tan hem kendim için, hem sizin için, hem de diğer Müslümanlar için her
türlü günahtan ve hatadan bağışlanma diliyorum. O’ndan bağışlanma dileyin ve
O’na tevbe edin ki, O çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
Lütfundan ötürü Allah’a hamd, başarı ve ihsanlarından ötürü de O’na
şükürler olsun.
Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkup sakının.
Biliniz ki, Şanı Yüce Allah, nakletmeden ya da üzerine hüküm bina etmeden
önce, haberlerin doğruluğunu tespit etmeyi emretmesi, sadece aşırı tehlikeye
dikkat çekmektir. Zira bunlar, insanların dinleri, akılları, namusları, malları
ve kanları hakkında birçok zorluğun ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Size haberin değeri, hüküm, yargı ve fetvaya etkisi ve bütün araçları ile
medyadan bahsetmiyorum bile. Adam öldüren ne kadar da asılsız haber vardır!
Asılsız haberlerle hapishanelerde çürüyen ne kadar da çok insan vardır!
Aileleri parçalayan, eşlerin boşanmasına yol açan ne kadar da çok asılsız haber
vardır! Halkı korkutan, değerlerini iflas ettiren ne kadar da çok asılsız haber
vardır!
Asılsız haber ile şüpheler çoğalacak, namuslar ve onurlar lekelenecek,
canlar, mallar ve din saldırıya uğrayacaktır.
Asılsız haberlerin yayılmasının önüne geçmek için, haberin doğru olup
olmadığının araştırılması ve doğru bir zemine oturtulması gerekmektedir. Bu
noktada, haberi duyanlarda şu iki ana unsurun bulunması gerekmektedir,
birincisi ilim, ikincisi de adalettir.
İlmin gerekliliği, herhangi bir şey hakkında hüküm vermek, ilmin
tasavvurundan bir dal olması sebebiyledir.
Adalet ise verilen haberin insaf gözüyle değerlendirilmesini gerektirir.
Haberi değerlendiren kişi, nefsine hoş gelen şekilde haberi değerlendirmemeli,
düşmanı bile olsa adaleti elden bırakmamalıdır.
İnsanlar acele etmeseler ve temkinli olsalardı, acı ve elem veren birçok
dramatik durum ortaya çıkmazdı. Çünkü birçok haber, aslı itibarıyla doğru değildir.
Haberleri alırken doğruluğunu tespit etmek, şayet yalan haberse sebep olacağı
sonuçlar açısından değerlendirmek en doğru yoldur.
Somut olarak bir kişiden nakledilen ve çok uzak bölgelere ulaşan ve
süvarileri harekete geçiren ne kadar da çok haber var!
Şunu söyleyen ne hoş söylemiş:
“Onlar ağzımdan çıkmayanları benden naklettiler. Haberlerin afetleri
ravileridir.”
Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetinde özellikle dine ait
konularda öğüt ve uyarı veren bir olay vardır. İki sahih kitapta, Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı ile birlikte dört rekâtlık namazı iki
rekât kılıp selam verdi. Sonra insanlar süratle dışarı çıktılar. Yani onlardan
bazısı aceleci bir şekilde dediler ki: “Namaz kısaldı.” Kendisine “zü’l yedeyn”
denilen bir adam dedi ki: ‘Unuttun mu yoksa kısaldı mı?’ Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle dedi: “Ne unuttum ne de kısaldı.” Dedi ki: “Evet,
gerçekten öyle, sen unuttun”. Bunun üzerine iki rekât daha kılıp sonra selam
verdi …” (Hadis)
Bakınız – Allah sizi gözetsin! Haber nakletmedeki aceleciliğin etkisine
bakınız! Neredeyse dinin hükümlerinde değişikliğe yol açabilmektedir. Yine
doğruluğunu tespit etmenin etkisine bakınız! Namazın kısa kılınmış olması
hakkında zan ve anlayışın yeni bir hüküm koyarak değil de unutarak olduğuna
dair nasıl değiştirdi!
Dikkat ediniz! Allah’tan korkunuz, ey Allah’ın kulları! Allah’ın kendisine
salat etmeyi size emrettiği kişiye salat ve selam ediniz! Yüce ve Ulu Allah
demiştir ki:
“Ey iman edenler! Siz de ona salât getirin ve tam bir teslimiyetle selam
verin.” (Ahzab Suresi 56. Ayet meali)