Hamd, ancak Allah mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden,amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. Allah kimi hidâyete erdirirse, onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırırsa, onu hidâyete erdirecek yoktur. Allah’tan başka hak ilah olmadığına şehâdet ederim.O tektir ve ortağı yoktur ve şehâdet ederim ki Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.
“Ey îmân edenler! Allah’tan
sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak Müslüman olarak ölün.”[1]
“Ey insanlar! Sizi bir tek
nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve
kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden
dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riâyetsizlikten de
sakının.Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.”[2]
“Ey îmân edenler! Allah’tan
korkun ve doğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş
olur.”[3]
Bundan Sonra:
Allah Teâlâ’ya en güzel isimleri
ve üstün sıfatlarıyla niyazda bulunarak bu kitabın faydalı olmasını, benim bu
amelimi vech-i kerimi için yapılmış halis bir amel kılmasını, risâlenin yazarına ve bana bol sevap
vermesini, Firdevs-i A'lâda bizleri
nebiler, sıddıklar ve şehitlerle bir araya getirmesini niyaz ederim. O
Mevla’mız bütün bunlara kadirdir. Salât ve selâm, Muhammed’e, O'nun âile
halkının ve ashabının üzerine olsun.
1.DERS
Fatiha ve Kısa Sûreler
Zilzal sûresinden başlayarak,
Nas sûresine kadar mahreçli/doğru bir şekilde harfler yerli yerinden çıkararak
ezber yaptırılır ve anlaşılacak şekilde âyetler şerh edilir.
Allâme Şeyh Abdülaziz b. Baz
-rahimehullah-, Allah Teâlâ onu İslâm’a ve müslümanlara faydalı kılsın ve
ecrini bol versin- "Ümmet İçin Önemli Dersler" adlı risâlesinin
birinci dersinde şöyle demektedir:
“Gücü oranında her müslümanın
Fatiha ve kısa süreleri ezberlemesi gerekir.Zira Fatiha sûresini ezberlemek her
müslümanın üzerine farzı ayındır. Çünkü Fatiha okunmayan namaz kabul olmaz. Bu
manada Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem-’den sahih hadisler
rivâyet olunmuştur.
Bu sûreleri öğretecek
öğretmenin aşağıdaki metodu izlemesi gerekir:
Birinci aşama: Okuma bilmeyenlere
telkin/sözlü tekrarlama yoluyla öğretim.
İkinci aşama: Öğrenciler
okuma biliyorlarsa, kıraatlerinin düzeltilmesi.
Üçüncü aşama:
Öğrencilere bu sûrelerin ezberletilmesi. Ezberletme işlemi şu yöntemler
izlenilerek yapılabilir:
-
Öğretmen âyetleri yavaş bir
tilavetle okur. Daha sonra öğrencilerden kendisiyle birlikte sûre ezberlenene
kadar tekrarlamalarını ister. Ardından âyetleri karşısındaki öğrencilerin
seviyesine uygun, anlaşılır bir şekilde açıklar ve bu âyetlerle ilgili bazı hükümlere
değinir. Örneğin, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- -sallallahu aleyhi
ve sellem-’in şu hadisinden dolayı Fatiha sûresini okumak namazın
erkânındandır.
“Fatiha okumayan kimsenin namazı yoktur.”[4]
Daha sonra öğretmen, bu
ümmetin selef âlimleri tarafından üzerinde icma/sözbirliği edilmiş olan; Allah
Teâlâ’nın isim ve sıfatlarına îmân etmek gerektiği konusunu açıklar.
Onlar, Allah Teâlâ’nın
kendisinin ve elçisi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ispat ettiği isimleri
ispat eder,nefyedip, reddettiklerini de nefyederler.Bu meselede tahrif[5],
teşbih[6],
temsil[7]
ve tekyif[8]
yoluna girmezler.
Öğrencilere şunu da öğretir:
İbadet Allah Teâlâ’nın sevip, razı olduğu tüm gizli ve açık söz ve fiilleri
kapsayan genel bir isimdir.
Öğretmenin Fatiha sûresinde
açıklaması gereken bazı hususlar vardır.Bunlar: Yapılan bir ibâdete şirk
bulaşırsa o ibâdeti ifsat edip, bozar.Müslüman kimsenin daima hesap gününü
hatırlaması gerekir. Kişinin sürekli bu günü aklında tutup, hatırlaması ibâdetlerini
zamanında yapmasına ve haram olan şeylerden sakınmasına yardımcı olur.
Öğretmen diğer sûrelerin
açıklamasını da bu yöntemi izleyerek yapar. Güzel bir şekilde kıraatlerini
düzeltir, ezberletir ve şerh eder.
Allah Tealâ en iyi bilendir.
2.
DERS
Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-'in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şâhitlik etmek:
Öğretmen, Lâ ilâhe illâllah
kelimesini şartlarıyla birlikte açıklar.
Kelime-i Tevhidin manası
şöyledir:
Lâ İlâhe: Allah dışında
ibâdet olunan bütün ilâhları inkâr/red ederim.
İllâllah: Ortağı olmadan
ibâdeti yalnızca Allah’a ispat eder/yaparım.
Müellif -rahimehullah- bu
bölümde Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-'in O’nun kulu ve elçisi olduğuna dair şahitlik etmeyi zikretmiştir.
Bununla ilgili olarak şunları
söyleyebiliriz:
Birincisi: Kelime-i şehâdetin önemi:
Kelime-i şehâdet; İslâm
dîninin ilk rüknü, esasıdır. İbn Ömer -radıyallahu anhuma- Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir:
“İslam beş şey üzerine bina
edilmiştir; Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek, namazı ikâme etmek,
zekât vermek, Ramazan orucunu tutmak, güç yetirip, yol bulan kimsenin Allah’ın
evini haccetmesi.”[9][10]
Kelime-i Tevhid; dînin esası,
korunaklı kalesi, kulun ilk bilip itikat etmesi gereken farzıdır. Bütün
amellerin kabul olması, onu dil ile söyleyip gereğince amel etmeye bağlıdır.
İkincisi: Kelime-i şehâdetin anlamı:
Allah’tan başka hak
mabud/ibâdet olunan yoktur. Bu kelimenin anlamını; Allah’tan başka yaratıcı ve
rızık veren yoktur, diye açıklamak kesinlikle doğru değildir. Zira;
-
Kureyşli kâfirler Allah
Teâlâ’dan başka rızık verenin olmadığını kabul ediyorlardı. Ne var ki onların
bu anlamı kabul etmeleri, kendilerine hiçbir fayda vermedi. Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- onlardan Lâ ilâhe illâllah demelerini isteyince
bunu şiddetle reddettiler. Bizler bu çağda Lâ ilâhe illâllah deyip, bu
kelimenin anlamını bilmeyen insanları görünce gerçekten çok şaşırıyoruz. Hem bu
kelimeyi söylüyorlar, hem de Allah ile birlikte velilere, mezarlara yalvarıp
yakarmaktadırlar. Bununla birlikte onlar: "Biz de tevhid ehli,
muvahhitleriz" diyorlar.
Üçüncüsü: Kelime-i şehâdetin rükünleri:
Kelime-i şehâdetin iki temel
rüknü vardır:
Birincisi: (Lâ ilâhe) diyerek
nefyetmek/inkâr etmek
İkincisi: (İllâllah) diyerek
ispat etmek.
(Lâ ilâhe) Allah Teâlâ’nın
dışındaki şeylerden tüm ulûhiyetin nefyedilmesidir. (İllâllah) hiçbir ortağı
olmadan ulûhiyetin yalnızca Allah için ispat edilmesidir.
Dördüncüsü: Lâ ilâhe illâllah kelimesinin faziletleri:
Bu kelimenin birçok fazileti
vardır. Allah katında yeri çok büyüktür. Kim bu kelimeyi sıdk ile söylerse,
Allah Teâlâ onu cennetine sokar. Kim de yalan yere söylerse, dünyada canını ve
malını korur. Âhiret gününde ise hesabı Allah’a kalmıştır. Onun hakkındaki
hüküm münafıkların hükmüdür. Bu kelime, dil ile söylenmesi çok kolay, mizanda
ise çok ağır, harfleri az, kısa ve öz bir kelimedir.
Bu kelimenin birçok
faziletleri vardır. Hafız İbn-i Receb -rahimehullah-,
"Kelimetu’l-İhlâs" adlı risâlesinde bununla ilgili birçok fazileti
delilleriyle birlikte zikretmiştir. Bunlar şöyledir:
-
Bu kelime cennetin
karşılığıdır. Kimin dünyadan ayrılmadan önceki son sözü Lâ ilâhe illâllah
olursa, cennete girer. Bu kelime ateşten kurtulmak, mağfiret olunmayı hak
etmek, en güzel hasenat, günahların silinmesi, Allah -azze ve celle-'ye giden
yoldaki perdeyi kaldırmaktır. Allah bu sözü söyleyen kimseyi tasdik eder. Bu
söz, nebilerin söylemiş olduğu en faziletli kelime, en faziletli zikir ve en
faziletli ameldir. Karşılığı kat kat verilen, köle azat etmeye denk olan
kelimedir.Şeytandan korunmak, kabirdeki korkudan ve mahşerin dehşetinden
güvende olmaktır.Kabirlerinden dirilip,kalkınca müminlerin şiarıdır. Bu kelime,
onu söyleyen kimseye cennetin sekiz kapısını açar ve bu kimse dilediği kapıdan
girer. Bu kelimenin bazı hakları vardır. Bunları yerine getirme hususunda eksik
davrananlar bundan dolayı ateşe girseler de nihayetinde oradan çıkacaklardır.[11]
Beşincisi: Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in O’nun
kulu ve elçisi olduğuna dair şâhitlik etmek, O'na îmân etmeyi gerektirir:
Bu, O’nun haber verdiklerini
tasdik etmek, emrettiklerini yerine getirerek O'na itaat etmek, yasakladıklarından
kaçınmak, emir ve yasaklarını tazim etmek, kimsenin sözünü onun sözünün önüne
geçirmemeyi gerekli kılar.
Altıncısı:Kim,
Allah’tan başka hak ilâh olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’in- O’nun kulu ve elçisi, İsâ -aleyhisselâm-'ın da Allah’ın kulu,
elçisi ve Meryem’e ilkâ edilen "ol" kelimesi ve O’nun katından bir
ruh olduğuna, cennetin hak, cehennemin de hak olduğuna şâhitlik ederse, bu
kimsenin ameli ne olursa olsun, Allah onu cennete koyar. Bununla ilgili Ubade
b. Samit -radıyallahu anh-, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’den bir hadis
rivâyet etmiştir.
Lâ ilâhe illallah kelimesinin şartları:
İlim, cehâletin zıddıdır.
Yakîn, şek ve şüphenin
zıddıdır.
İhlâs, şirkin zıddıdır.
Sıdk, yalanın zıddıdır.
Muhabbet, buğz ve nefretin
zıddıdır.
İnkıyâd/boyun eğmek, terkin
zıddıdır.
Kabûl, reddin zıttıdır.
Allah’tan başka ibâdet
olunanları reddetmek/inkâr etmek.
Âlimler, Kelime-i tevhidin
yedi, bazıları ise -yazarın burada zikrettiği gibi- sekiz şartının olduğunu
söylemişlerdir:
Birincisi: İlim
Kul tek ibâdet olunacak hak
ilâhın Allah olduğunu, O'ndan başkasına yapılan ibâdetin batıl olduğunu bilir
ve bunun gereği ile amel ederse, işte bu kelimenin anlamını bilmiş olur.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Bil ki, Allah’tan başka hak
ilâh yoktur.”[12]
“Ancak bilerek hakka şehâdet
edenler başka.”[13]
Nebi -sallallahu aleyhi ve
selem- de bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Kim lâ ilâhe İllallah’ı ilim
üzere bilip, ölürse cennete girer.”[14]
İkincisi: Yakîn
Bu kelimeyi söyleyen
kimse,kalbiyle yakîn ile bilerek, tek hak ilâhın Allah Teâlâ olduğuna, onun
dışındakilere yapılan ibâdetin batıl olduğuna itikat etmesidir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Onlar, sana indirilene ve
senden önce indirilene îmân ederler; âhiret gününe de yakîn ile îmân ederler.”[15]
Ebu Hureyre -radıyallahu
anh-’den- rivâyet olunduğu üzere Nebi -sallallahu aleyhi ve selem- şöyle
buyurdular:
“Bu duvarın arkasında
kalbinden yakîn ile lâ ilâhe İllallah’a
şehâdet eden herkesi cennet ile müjdele.”[16],[17]
Üçüncüsü: Kabûl
Kulun, bu kelimenin tüm gereklerini
kalp ve dil ile kabul etmesidir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Allah’a îmân ettik deyin,
bize de indirilene (îmân ettik deyin).”[18]
Dördüncüsü: İnkiyâd/Boyun eğmek
Kul bu büyük kelimenin
gösterdiği her şeye boyun eğer. İnkiyâd, teslim olmak, boyun
eğmektir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Muhsin olarak yüzünü Allah’a
teslim eden ve İbrahim’in hanif dinine uyandan daha güzel dini olan kimdir?”[19]
“Kim de yüzünü, muhsin olarak
Allah’a teslim ederse, en sağlam kulpa sıkıca tutunmuş olur.”[20]
Beşincisi: Sıdk
Kulun, îmânında Allah’a karşı
sadık olmasıdır. İtikadında, sözlerinde ve davetinde sadık olmasıdır.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ey İman edenler! Allah’tan
sakının/takvalı olun ve sadıklarla beraber olun.”[21]
Altıncısı: İhlâs
Kul hiçbir şey bulaştırmadan
bütün amellerini, söz ve fiillerini Allah’ın yüzü ve rızası için yapması
demektir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Kendilerine sadece dini
halis kılarak Allah’a ibâdet etmeleri emir olundu.”[22]
Ebu Hureyre -radıyallahu
anh-’den rivâyet olunduğu üzere Nebi -sallallahu aleyhi ve selem- şöyle
buyurmuştur:
“Kalbinden ihlâs ile lâ ilâhe
illallah diyen, kıyâmet günü benim şefaatimle insanların en bahtiyarı
olacaktır.”[23]
Yedincisi: Muhabbet
Kulun bu kelimeyi,
işaret ettiklerini ve gereklerini sevmesi, Allah Teâlâ ve elçisini sevmesidir.
Allah Teâlâ ve elçisine olan muhabbetini her sevgilinin sevgisinden üstün
tutmasıdır.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“İnsanlardan bazıları
Allah’ın dışında eşler/denkler edinirler de onları Allah’ı sevdikleri gibi
severler.Îmân edenlerin Allah’a olan sevgileri daha şiddetlidir.”[24]
Sekizincisi: Allah dışında
ibâdet edilenleri inkâr etmek
Nebi -sallallahu aleyhi ve
selem- şöyle buyurmuştur:
“Kim lâ ilâhe illallah der ve
Allah dışında ibâdet edilenleri inkâr ederse, malı ve kanı haram olur. Hesabı
Allah’a kalmıştır.”[25]
3.
DERS
Îmânın rükünleri:
Îmânın
rükünleri;Allah’a,meleklerine, kitaplarına, elçilerine, âhiret gününe, hayır ve
şerri ile birlikte her şeyi Allah’ın takdir ettiğine îmân etmektir.
Bu rükünlerin delili meşhur
Cebrail hadisidir. Cebrail, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e îmân nedir
diye sorduğunda:
“Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, elçilerine, ahiret gününe, hayır ve şerri ile birlikte kadere îmân
etmendir” diye cevap vermiştir."[26]
Birincisi: Allah’a îmân etmek
Allah’a îmân, şu dört hususu
içerir:
1.Allah’ın varlığına îmân etmek:
Allah Tealâ’nın varlığına fıtrat,
akıl, din ve duyular delildir.
Her canlı
kendisini bir yaratıcının yarattığına dair daha önceden bir eğitime ve
düşünceye ihtiyaç duymadan fıtratı gereği îmân eder.
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- -sallallahu aleyhi ve selem- şöyle buyurmuştur:
“Her
doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzere doğar. Ancak babası ve annesi onu sonradan
Yahudi yahut Hıristiyan ya da Mecusi yapar.”[27]
Allah’ın var olduğuna akıl şu
şekilde delil olur. Geçmişte ve gelecekte yaşamış bütün canlıları yoktan var
edip, yaratan bir yaratıcının olması kaçınılmazdır. Zirâ bu canlıların kendi
kendilerini yaratıp, var etmeleri mümkün değildir. Tesadüf yoluyla da bu asla
mümkün olamaz.
Allah’ın varlığına din şu
şekilde delil olur. Bütün semavî kitaplar Allah’ın varlığını haber vermektedir.
Bu kitapların en faziletlisi ve en büyüğü olan Kuran-ı Kerim de bunu haber
vermektedir. Gönderilmiş bütün elçiler ve onların sonuncusu ve önderi olan
Muhammed -sallallahu aleyhi ve selem- bu hakikati beyan etmiştir.
Duyu ve hissin Allah’ın
varlığına delil oluşu şu iki şekilde olur:
Birincisi: Biz, duâ edenin
duâsına icabet olunduğunu ve başı sıkışanların yardıma mazhar oluşunu
görmekteyiz.
İşte bu Allah’ın varlığının
kesin bir delilidir.
İkincisi: Elçilere verilen
mucizelerdir. İnsanlar bu mucizeleri görmüş ve duymuşlardır. Bu mucizeler
âlemde bir yaratıcının, yönetip, çekip çevirenin tasarruf sahibi olanın
varlığına işaret eder. O da Allah’tır.
2.Allah’ın
Rububiyetine îmân etmek:
Allah Teâlâ’nın tek başına Rab olduğuna,
ortağı bulunmadığına ve O'ndan başka yardım edenin olmadığına îmân etmektir.
Rab; yaratmanın, mülkün ve işlerin tümüyle kendisinde olan demektir. Allah’tan
başka yaratıcı, mâlik yoktur.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na
mahsustur.”[28],
“Allah,
geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş ve ayı da
emri altına almıştır. Her biri belirtilmiş bir süreye kadar akıp gider. İşte (bütün
bunları yapan) Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'nu bırakıp da
kendilerine taptıklarınız ise, bir çekirdeğin incecik zarına bile sahip
olamazlar.”[29]
3. Allah Teâlâ’nın ulûhiyetine îmân etmek:
Tek
hak ilâh’ın Allah Teâlâ olduğuna, O’nun hiçbir ortağının bulunmadığına îmân
etmektir. İlâh kelimesinin manası| Me’luh yani muhabbetle ve tazimle mabud/ibâdet olunandır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İlahınız bir tek ilâhtır. O'ndan başka ilah
yoktur. O, rahmandır, rahimdir.”[30]
“Hiç şüphesiz, Nuh'u elçi olarak kavmine
gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Yalnızca Allah'a ibâdet edin, sizin O'ndan başka
hak ilâhınız yoktur.”[31]
4. Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarına îmân etmek:
Allah
Teâlâ’nın kendi hakkında kitabı Kuran-ı Kerim de ve elçisi Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-’in de sünnetinde ispat ettiği isim ve sıfatları O’na yaraşır
bir şekilde tahrif, ta’til, tekyif ve temsil etmeden ispat etmektir.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“O’nun hiçbir benzeri yoktur. O her şeyi
işitendir, görendir.”[32]
Allah’a îmân etmenin faydaları:
1-
Allah’ı birlemek tahkik
edilmiş olur. Böylece kalp O'ndan başkasına korku ve ümit ederek
bağlanmaz.O’ndan başkasına ibâdet edilmez.
2-
En güzel isimleri ve üstün
sıfatları gereği Allah Teâlâ'ya tazim edilir ve O’na duyulan muhabbet kemale
erer.
3-
Allah Teâlâ’nın
emrettiklerini yerine getirip, yasakladıklarından kaçınmak ile O’na yapılan
ibâdet tahkik edilmiş olur.
İkincisi: Meleklere îmân
a-Meleklerin tanımı:
Nurdan
yaratılmış, Allah Teâlâ’ya ibâdet eden, bizim için gayb âlemi olan
mahlûklardır. Rububiyet ve ulûhiyet hususlarında hiçbir şeye sahip değillerdir.
Allah Teâlâ onları nurdan yaratmıştır. Bütün emirlerine tam bir teslimiyet
gösterir ve bu emirleri yerine getirmekte son derece metanetli varlıklardır.
Onların sayısı o kadar çoktur ki bunu ancak Allah bilir.
b-Meleklere îmân dört hususu içerir:
1-
Varlıklarına îmân etmek.
2-
İsimleri bize bildirilenlerin
isimlerine îmân etmek. Örneğin Cebrail -aleyhisselâm-. İsimleri bize
bildirilmeyenlere ise genel olarak îmân ederiz.
3-
Bize bildirilen vasıflarına
îmân etmek.
4-
Bize bildirilen ve onların
Allah’ın emriyle yerine getirdikleri görevlere îmân etmek. Örneğin ölüm anında
ruhları alan ölüm meleğinin bu görevle sorumlu olduğuna îmân etmek.
Üçüncüsü: Kitaplara îmân
Bunlar,Allah Teâlâ’nın
yarattıklarına rahmet ve hidâyet rehberi olsun,onlarla dünya ve âhiret
saadetine kavuşsunlar diye elçileri aracılığıyla indirdiği kitaplardır.
Kitaplara îmân, şu hususlara îmân etmeyi gerektirir:
1-
Bu kitapların gerçekten Allah
Teâlâ katından indiğine îmân etmek.
2-
İsimlerini bildiklerimize isimleriyle
îmân etmek. Örneğin Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’e indirilen kitabın
Kur’an, Musa -aleyhisselâm-’a indirilen kitabın da Tevrat olduğuna îmân etmek.
3-
İçinde haber verilen
haberlerin doğru olduğuna îmân etmek. Örneğin, Kur’an-ı Kerim’in ve
değiştirilmeye ve tahrife uğramamış geçmiş kitaplardaki bölümlerin haber
verdiklerine îmân etmek.
4-
Bu kitaplardaki nesh/iptal
olunmamış ahkâm ile amel etmek. Hikmetini ister anlayalım, isterse anlamayalım,
bütün bu hükümlere rıza gösterip teslim olmak. Geçmişte gönderilmiş bütün
kitaplar, Kur’an-ı Kerim’in gelmesiyle nesh/iptal olmuştur.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“(Ey elçi!)
Sana da bu hak kitabı (Kur'an'ı),kendinden önceki kitapları hem
tasdikçi, hem onlar üzerine bir şâhid olarak indirdik.”[33]
Kitaplara
îmân etmenin faydaları:
1-
Böylece kul, Allah Teâlâ’nın
kullarına önem verdiğini anlar. Çünkü Allah Teâlâ her kavme kendilerini
hidâyete ulaştıracak bir kitap göndermiştir.
2-
Kul, Allah Tealâ’nın
gönderdiği şeriatta ne kadar çok hakîm/hikmetli olduğunu bilir. Zira her bir
kavme onların durumuna uygun bir şeriat göndermiştir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sizden
her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk.”[34]
Dördüncüsü: Rasûllere (elçilere) îmân
Rasûl, kendisine bir şeriat
vahyedilen ve onu tebliğ etmekle emir olunan elçiye denir. Rasûllerin ilki Nuh,
sonuncusu da Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'dir. Hiçbir ümmet yoktur
ki, Allah Teâlâ kendilerine özel bir şeriatla gelen bir rasûl ya da kendinden
önce gelmiş olan rasûlün şeriatıyla onu yenilemek için gönderilmiş bir Nebi
göndermiş olmasın.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Şüphesiz biz her ümmete,
“Yalnız Allah'a ibâdet edin ve tağuttan sakının” (diye
tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik.”[35]
“İçinde bir uyarıp korkutucu (rasûl)
gelip geçmemiş hiçbir topluluk yoktur.”[36]
Rasûller, Âdemoğlundan olup,
yaratılmış insanlardır. Rubûbiyyet ve ulûhiyet hususlarında hiçbir şeye sahip
değillerdir.Rahmete muhtaç olmaları, ölümü tatmaları, yeme ve içmeye ihtiyaç
duymaları gibi bakımlardan aynı bizim gibi insanî özelliklere sahiptirler.
Rasûllere îmân etmek şu hususları içerir:
1-
Allah tarafından kendilerine
gönderilen risâlet haktır. Onlardan birine gönderilen risâleti inkâr eden,
bütün rasûlleri inkâr etmiş gibi olur.
Allah
Teâlâ şöyle buyurdu:
“Nuh’un kavmi (bütün)
rasûlleri yalanladı.”[37]
2-
İsimleri bize bildirilen
rasûllerin isimlerine îmân etmek. Örneğin, Muhammed, İbrahim, Mûsa, İsâ ve
Nûh -aleyhimusselâm- gibi. Bu adı geçen
rasûller Ulû’l-azm elçilerdir. İsimleri bize bildirilmeyen rasûllere genel
olarak îmân ederiz.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Andolsun, senden önce de rasuller gönderdik.
Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var, sana bildirmediğimiz
kimseler de.”[38]
3-
Onlarla ilgili bizlere ulaşan
haberlere inanmak.
4-
Rasûllerin sonuncusu olan
Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in getirdiği din ile amel etmek.
Rasûllere îmân etmenin faydaları:
1-
Böylece Allah’ın kullarına
karşı ne kadar çok merhametli olduğu ve onlara önem verdiği anlaşılır. Zira
insanlara doğru yolu göstermeleri için elçiler göndermiştir. Bu elçiler onlara
Allah Teâlâ’ya nasıl ibâdet edeceklerini beyan edip, açıklamışlardır.
2-
Bundan dolayı Allah Teâlâ’ya
çokça şükretmek.
3-
Rasûllere muhabbet beslemek.
Onları tazim edip, yaraşır bir şekilde senada bulunmak.Çünkü onlar Allah
tarafından gönderilmiş elçiler olup, Allah Teâlâ’ya hakkıyla ibâdet eden,
tebliğde bulunan ve nasihat eden kimselerdir.
Beşincisi:
Âhiret gününe îmân etmek
Âhiret günü, Allah Teâlâ’nın
insanları öldükten sonra hesap ve karşılık için tekrardan diriltip, göndereceği
kıyâmet günüdür. Âhiret günü denmesinin sebebi ise artık kendisinden sonra
dünyada yaşanacak gün yoktur.
Âhiret gününe îmân etmek şu hususları içerir:
1-
Yeniden dirilişe îmân
etmek.Yeniden dirilip, gönderilmek haktır. Kur’an, sünnet ve müslümanların
icma/söz birliği ile sabit olmuştur.
2-
Hesap ve karşılığın
verileceğine îmân etmek. Kul böylece yaptıklarına karşılık hesaba çekilir ve
karşılığını alır. Bu mesele, Kur’an,
sünnet ve müslümanların icma/söz birliği ile sabittir.
3-
Cennet ve cehenneme îmân
etmek. Burası insan ve cinlerin gireceği ebedi yerlerdir.
Aşağıda belirtilen şu
hususlar da âhiret gününe îmân etmek kapsamındadır:
1-
Kabir sorgusu.
2-
Kabir azabı ya da nimeti
Âhiret gününe îmân etmenin faydaları:
1-
Allah Teâlâ’nın bu gün için
hazırladığı cezadan dolayı günâh işlemekten ve günâhlara karşı rıza
göstermekten son derece korkup endişe etmek.
2-
Bu günde verilecek
karşılıktan ötürü, itaat edip, amel etmek ve çok hırslı olmak.
3-
Âhiret yurdunun nimet ve güzel
karşılıklarına bakıp, onları ümit ederek, dünya da elde edilemeyen şeylere
karşı mümin kimsenin teselli olması.
Altıncısı:
Kadere îmân etmek
Kader, hikmeti gereğince
ezeli ilmine göre olacak her olayın Allah Teâlâ tarafından takdir edilmesidir.
Kadere îmân etmek şu hususları gerektirir:
1-
Allah Tealâ’nın her şeyi
ezelde ve ebette genel olarak ve bütün ayrıntılarıyla bildiğine îmân etmek.
Allah’ın bu ilmi hem kendi fiilleri, hem de kulların fiilleriyle ilgilidir.
Bütün bunları ilmiyle bilir.
2-
Allah Teâlâ’nın bütün bunları
Levh-i Mahfuz'da[39] yazdığına îmân etmek.
3-
Bütün olanlar ancak Allah
Teâlâ’nın dilemesi ile olur. İster bu kendi fiilleri ile, ister yaratılmışların
fiilleri ile olsun durum aynıdır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer.”[40]
4-
Tüm kâinat zat, sıfat ve
hareketleriyle Allah Teâlâ tarafından yaratılmıştır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey üzerine
vekil de O'dur.”[41]
Kadere îmân etmenin çok büyük
faydaları vardır. Bunlar:
1-
Kul sebepleri yaparken Allah
Teâlâ’ya güvenip, o sebeplere bel bağlamaz. Aksine her şeyin Allah Teâlâ
tarafından bir kaderle yaratıldığını bilir.
2-
İnsan istediğini elde edip,
başardığında kendini beğenmez. Çünkü Allah Teâlâ’nın takdir ettiği bir nimet
elde edildiğinde bunun Allah tarafından olduğunu bilir. Kişinin kendisini
beğenmesi onu bu nimete şükretmekten alıkoyar.
3-
Yer ve göklerin mülkünün
sahibi Allah Teâlâ bir şey takdir ettiğinde insan başına gelen bu olaya karşı
psikolojik olarak huzur ve mutluluk içinde olur. Çünkü Allah’ın takdir ettiği
her şey mutlaka olacaktır.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen
herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış
olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Böylece elinizden çıkana
üzülmeyesiniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız. Çünkü Allah,
kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.”[42]
Kader konusunda iki topluluk
sapkınlığa düşmüştür:
1-
Cebriye: Kul kendi fiillerinde mecburdur.Kendine
ait ne bir iradesi, ne de güç ve kudreti vardır.
2-
Kaderiye: Kul kendi
fiillerinde, irade ve kudret bakımından bağımsızdır.Allah Teâlâ’nın dileme ve
kudretinin kulların fiillerinde hiçbir etkisi yoktur.[43]
Bu
mezhep, Allah Teâlâ’nın mahlûkatı yaratmadan önce ilmiyle bilip, takdir
etmesini inkâr etmektedir. Her iki topluluğun sahip oldukları bu görüşleri son
derece batıldır.
4.
DERS
TEVHİDİN KISIMLARI
1-
Ulûhiyet Tevhidi
2-
Rububiyet Tevhidi
3-
İsim ve Sıfatlar Tevhidi
Tevhidin tanımı: Allah
Teâlâ’yı ibâdette birlemektir. Üç kısma ayrılır.
1-Rububiyet Tevhidi:
Allah
Teâlâ’nın yaratmada, rızık vermede, çekip çevirip idare etmede bir olduğunu
bilip, buna itikat etmektir.Tevhidin bu kısmını müşrikler bile ikrar edip kabul
etmişlerdir. Ne var ki, onların bu kabulleri kendilerine hiçbir fayda
sağlamadığı gibi, İslam dinine de sokmamıştır.
Bunun
delili ise Allah Teâlâ’nın şu âyetidir:
“Onlara kendilerini kimin yarattığını soracak
olursan, “Allah” derler.”[44]
2-İsim ve Sıfatlar Tevhidi:
Allah
Teâlâ’nın, kendisini kitabı Kuran’da ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’in sünnetinde vasıf ettiği tüm sıfatları, O’nun azamet ve celâline
yaraşır bir şekilde ispat etmektir. Tevhidin bu kısmını bazı müşrikler ikrar
edip kabul etmişler, diğer bazı müşrikler de inat ve cehaletlerinden dolayı
inkâr etmişlerdir.
3-Ulûhiyet Tevhidi:
Ortak
koşmadan ibâdetin hepsini yalnızca Allah’a halis kılarak yapmaktır.
Bu
ibâdet türlerinin bazıları şunlardır:
Muhabbet,
korku, recâ/ümit, tevekkül, dua. Müşriklerin inkâr ettiği tevhidin kısmı budur.[45]
Şirkin Kısımları:
Şirk üçe ayrılır:
1-
Büyük Şirk
2-
Küçük Şirk
3-
Gizli Şirk
Büyük şirk:
Yapılan tüm amelleri boşa
çıkarır. Sahibinin ebedi olarak cehenneme sokar.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
“Eğer onlar da Allah'a şirk
koşsalardı yapmakta oldukları (bütün)
amelleri elbette boşa giderdi.”[46]
“Müşriklere, kendi
küfürlerine şahitlik ederken Allah'ın mescitlerini imâr etmek düşmez. Onların
bütün yaptıkları ameller boşa çıkmıştır. Onlar ateşte ebedi kalıcılardır.”[47]
Büyük şirk üzere ölen bir
kimseyi Allah Teâlâ asla affetmez.Cennet ebediyen kendisine haram olur.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Allah, kendisine şirk
koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları)
dilediği kimse için bağışlar.”,
“Kim Allah’a şirk koşarsa,
artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir.
Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.”[48]
Bazı büyük şirk olan ameller
şunlardır:
Ölülere ve putlara yalvarıp
yakarmak, onlardan yardım ve medet beklemek, onlar için adak adamak ve onlar
için kurban kesmek.
Küçük Şirk:
Kuran ve sünnette kendisi
hakkında şirk olduğu beyan edilen, ancak büyük şirk türünden olmayan şirktir.
Amelleri riya ile yapmak, başkasının adına yemin etmek, Allah ve falanca ne
dilerse demek.
Nitekim Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-:
“Sizin için en çok korkup,
endişe duyduğum şey küçük şirktir. Diye buyurdu. Kendisine o sorulunca, riyadır
diye cevap verdi.”[49]
Yine Nebi -sallallahu aleyhi
ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah dışında bir şeyle
yemin ederse, şüphesiz şirk koşmuştur.”[50]
Yine Nebi -sallallahu aleyhi
ve sellem- bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Kim, Allah’tan başkası
adına yemîn ederse, kâfir veya müşrik olur.”[51]
“Allah ve falanca diledi (oldu)
demeyin. Ancak (önce) Allah diledi sonra falanca diledi (oldu)
deyin.”[52]
Küçük Şirk kişiyi dinden
çıkartmadığı gibi sahibini de ebedi olarak cehenneme sokmaz. Ancak tevhidin
kemâline aykırıdır ve onu zedeler.
Gizli Şirk:
Bununla ilgili delil, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-’den rivâyet olunan şu hadistir.
“Ben sizin için benim katımda
Mesih-i Deccal'den daha çok korku duyduğum şeyi haber vereyim mi?" (Sahabe)?
-Elbette, Ey Allah'ın elçisi'
dediler.
Bunun üzerine Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
"Bu gizli şirktir. Kişi
kalkıp namaz kılar da, kendisine bakan birisini görüp, fark edince namazını
itina ile süsleyerek kılmaya koyulur."[53]
Büyük ve küçük olarak şirki
iki kısma ayırmamız da mümkündür. Gizli şirk ise hem büyük, hem de küçük şirki
kapsar. Münafıkların içinde bulundukları büyük şirk başka bir bakımdan gizli
şirktir. Çünkü münafıklar batıl itikatlarını gizleyip, müslüman olduklarını
gösterirler. Bunu hem riya olarak, hem de kendi canlarını korumak için
yaparlar. Gizli şirk, küçük şirki de kapsar. Nitekim Mahmud b. Lebiyd
el-Ensarî’ ve Ebu Said’in rivâyet ettikleri hadisler bu hususlarla ilgilidir.
Başarı Allah’tandır.
5.
DERS
İslam’ın Rükünleri:
İslam’ın rükünleri beştir:
1-
Allah’tan başka hak ilâh
olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in O’nun kulu ve elçisi
olduğuna şahitlik etmek.
2-
Namazı ikame etmek.
3-
Zekat vermek.
4-
Ramazan orucunu tutmak.
5-
Yoluna gücü yetenin
Beytullah’ı haccetmesi
Yazar -rahimehullah- tevhid ve
şirkin kısımlarını zikredip bitirdikten sonra İslam’ın beş rüknüne yer
vermiştir. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Ömer b. Hattab -radıyallahu
anhuma-'nın rivâyet ettiği sahih bir
hadiste şöyle demiştir:
“Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem-’i- şöyle söylerken işittim:
“İslam beş şey (esas)
üzerine bina edilmiştir. Allah’tan başka hak ilâh olmadığına,Muhammed
-sallallahu aleyhi ve sellem-’in- O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek,
namazı ikame etmek, zekât vermek, haccetmek, Ramazan orucu tutmak.”[54]
“Beş şey üzerine” sözündeki
beş sayısı müzekker/eril olarak gelmiştir. Burada beş esas, kast edilmektedir.
Bir başka rivâyette: Beş sayısı müennes/dişil olarak gelmiştir. Yani beş rüknü
vardır anlamına gelir.
Bu hadiste Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- İslâm dinini beş direk üzere kurulmuş bir binaya
benzetmiştir. Bu binanın direksiz olması asla düşünülemez. İslâm dininin geri
kalan diğer kısımları ise bu binanın tamamlayıcı unsurları gibidir.
Allah’tan başka hak ilâh
olmadığına, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in- O’nun kulu ve elçisi
olduğuna şâhitlik etmek ile Allah ve elçisine îmân etmek kast edilmektedir.
Müslim’in rivâyetinde ise, “Allah’ı tevhid etmek” diğer bir rivâyette, “Allah’ı
tevhid etmek, O’nun dışında ibâdet olunanları reddetmek” lafızları
bulunmaktadır.
“Namazı ikame etmek”:
Sahih Müslim’de Cabir
-radıyallahu anh-’den- rivâyet olunan bir hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kişi ile şirk ve küfür
arasında namazın terk edilmesi vardır.”[55]
Yine Muaz b. Cebel
-radıyallahu anh-’den- rivâyet olunan bir hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“İşin başı İslâm, direği de
namazdır.”[56]
Abdullah b. Şakik şöyle
demiştir:
“Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem-’in ashâbı, namaz dışındaki hiçbir amelin terk edilmesini
küfür olarak görmezlerdi.”
“Zekât vermek”:
Zekât vermek İslâm dininin
üçüncü rüknüdür.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Namazı ikame edin ve zekât
verin.”[57]
“Halbuki onlara ancak, dini
yalnız O'na has kılarak ve hanifler olarak sadece Allah'a ibâdet etmeleri,
namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. İşte bu dosdoğru dindir.”[58]
“Ramazan orucunu tutmak.”
Oruç tutmak, İslâm dininin
dördüncü rüknüdür.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Oruç sizden
önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki
takvalı olursunuz/sakınırsınız.”[59]
“Hacca gitmek”
Hacca gitmek, İslâm dîninin
beşinci rüknüdür.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Yoluna gücü yetenlerin o evi
haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.[60]
İslam dininin rükünlerini
anlatan bu hadis çok önemli bir hadistir.[61]
6.
DERS
Namazın Şartları:
Namazın şartları dokuzdur:
Müslüman olmak, akıl,
temyiz/ayırt etmek, hadesten taharet,necasetten taharet,avretin
örtülmesi,vaktin girmesi, kıbleye dönmek ve niyet etmek.
Yazar 5. derste İslam’ın
rükünlerini zikredip sıraladıktan sonra, 6. derste namazın şartlarını
zikretmesi çok yerinde olmuştur. Çünkü namaz, Kelime-i şehâdetten sonra İslâm
dîninin en önemli rüknüdür. Namaz ibâdeti, ancak şartları yerine geldikten
sonra sahih olur. Bu sebeple bu dersin burada gelmesi çok yerinde olmuştur.
Müslüman olmak, akıl sahibi
olmak ve temyiz/ayırt etmek: Kâfirin ameli batıl olduğu için namazı sahih
değildir. Deli olan kimse de mükellef değildir.Küçük çocuk da böyledir. Zira “Çocuklarınıza
yedi yaşındayken namazı emredin”[62] hadisinin
mefhumundan bu anlaşılmaktadır.
Dördüncü Şart: Güç dâhilinde
taharet/abdest almak. Bunun delili Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in- şu
hadisidir:
“Allah abdestsiz namazı kabul
etmez.”[63]
Beşinci Şart: Namaz vaktinin
girmesi.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Güneşin sarkmasında (öğle
vaktinde) namazı kıl.”[64]
İbn-i Ömer -radıyallahu anh-ma- şöyle
demiştir:
“Namazın belli bir vakti
vardır. Allah bunu bir şart olarak koymuştur. Namaz ancak vaktin girmesi ile
sahih olur.”
İbn-i Ömer’den rivâyet olunan
bu hadis az sonra gelecek olan rivâyetin bir bölümüdür.
Cebrail -aleyhisselâm-, Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-’e imamlık yapıp beş vakit namaz kıldırmış sonra
da şöyle demiştir:
“Bu ikisi arasındaki (başlangıç
ve bitiş arasındaki vakit namaz) vaktidir.”[65]
Altıncı Şart: Güç dâhilinde
teni göstermeyen bir elbiseyle avreti örtmek.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ey Âdemoğulları! Her namazda
ziynetinizi giyinin.”[66]
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- de şöyle buyurmuştur:
“Allah buluğa ermiş kadının
namazını ancak örtü ile kabul eder.”[67]
Ayrıca Selem b.el-Ekva'
-radıyallahu anh-'dan rivâyet olunan bir hadiste o şöyle demiştir:
“Ey Allah’ın elçisi! Ben ava
çıkıyorum. Tek bir elbise ile namaz kılıyorum, dedim. O’da, Evet (olur).
Ancak bu elbiseyi dikenle de olsa ilikle”[68] diye cevap verdi.
Avretini örtmeye gücü yettiği
halde çıplak olarak bir kimsenin kıldığı namaz batıldır. Bununla ilgili olarak
İbn-i Abdil-Berr icma/söz birliği olduğunu nakletmiştir.
Yedinci Şart: Namaz kılınan
yerin, elbiselerin ve bedenin necasetten uzak tutulması gerekir.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
“Elbiseni ter temiz tut.”[69]
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- Esmâ -radıyallahu anhâ-’ya hayız/adet kanı ile ilgili olarak şöyle
buyurmuştur:
“Onu su ile ovuşturup kazı,
sonra (üzerine) su dökerek yıka ve
böylece (o elbiselerle) namazını kıl.”[70]
Sekizinci Şart: Kıbleye
yönelmek.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
“Artık yüzünü Mescid-i Haram
tarafına çevir.”[71]
Dokuzuncu Şart: Niyet etmek.
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Ameller ancak niyetlerledir (geçerli
olur). [72]
Böylece namazın şartları
tamamlanmış oldu.
Allah Teâlâ en iyi bilendir.[73]
7. DERS
Namazın Rükünleri:
Namazın
on dört tane rüknü vardır.
Gücü
yetenin kıyamda/ayakta durması, iftitah/ başlangıç tekbiri, Fatiha sûresini
okumak, rükû yapmak, rükûdan sonra başı kaldırıp iyice doğrulmak, yedi uzuv
üzere secde etmek, secdeden kalkıp doğrulmak, iki secde arasında oturuş yapmak,
bütün bu fiilleri Ta‘dîl-i erkân ile yapmak,rükünleri sıraya riâyet ederek
yapmak,son teşehhüd ve son teşehhüd oturmak, Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-’e salât getirmek ve (sağa ve sola) selam vermek.
Sayın
hocamız yazar -rahimehullah- geçen derste namazın şartlarından bahsetmişti.
Çünkü namazın şartları namazdan önce gelir. Bu bölümde ise rükünleri
zikretmiştir. Rükünlerin burada ele alınması çok yerinde olmuştur.Çünkü
rükünler namaz içinde yapılır.
Birinci
Rükün: Gücü yetenin kıyamda/ayakta durması.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah’a
gönülden boyun eğerek namaza ayakta durun.”[74]
İmrân
-radıyallahu anh-’dan rivâyet olunan hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-
şöyle buyurmuştur:
“Ayakta
namaz kıl.”[75]
İkinci
Rükün: İftitah/başlangıç tekbiri.
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Namazın
anahtarı (namaza giriş) abdest, (namaz
içinde konuşmak veya yemek-içmek gibi yapılması yasak olan söz ve fiilleri)
haram kılan şey, tekbîr getirmektir. O şeyleri helal kılan (namazdan çıkış)
ise, selam vermektir.”[76]
Ayrıca Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- namazını Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan bir adama şöyle
demiştir: “Namaza kalktığın zaman, güzelce abdest al, sonra kıbleye yönel ve
ardından tekbir al.”[77]
Üçüncü Rükün: Fatiha sûresini
okumak.
Ubade b. es-Sâmit
-radıyallahu anh-’dan rivâyet olunan bir hadiste Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Fatihatu’l-Kitabı okumayanın
namazı yoktur.”[78]
Dördüncü Rükün: Rüku yapmak.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Rükû edin”[79]
İmam Buhârî ve Müslim’in Ebu
Hureyre -radıyallahu anh-’den rivâyet ettikleri bir hadiste, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- namazını
Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan adama şöyle demiştir:
“Sonra rükû et ve organların
yatışıncaya kadar rükûda kal.”[80]
Beşinci Rükün: Rükûdan sonra
başı kaldırıp, iyice doğrulmak.
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- namazını Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan bir adama şöyle demiştir:
“Sonra başını kaldırarak
iyice doğrul!”[81]
Ayrıca beş hadis imamı Ebu
Mesud -radıyallahu anh-’dan nakille Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-’den şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir:
“Rükû ve secdeden (başını
kaldırıp) sırtını doğrultmayanın namazı olmamıştır.”[82]
Altıncı Rükün: Yedi uzuv üzerine
secde etmek.
Bunun delili şu hadistir:
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Yedi kemik (uzuv) üzerine
secde etmekle emrolundum:
Bunlar; alın, burun, iki el,
iki diz ve iki ayağın kenarları (parmak
uçları)dır, dedi ve eliyle (bu uzuvları) işaret etti.”[83]
Yedinci Rükün: İki secde
arasında oturmak.
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- namazını Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan bir adama şöyle demiştir:
“Sonra başını kaldır ve
organların yatışıncaya kadar otur.”[84]
Yine Aişe -radıyallahu anhâ-
şöyle demiştir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- başını secdeden kaldırdığı zaman, sırtı dümdüz oturmadan, ikinci defa
secdeye gitmezdi.”[85]
Sekizinci Rükün: Secdeden
kalkıp, doğrulmak.
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- namazını Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan bir adama şöyle demiştir:
“Sonra
başını kaldır ve organların yatışıncaya kadar otur.”[86]
Dokuzuncu
Rükün: Bütün bu fiilleri Ta‘dîl-i erkân ile yapmak.
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- namazını Ta‘dîl-i erkâna göre kılmayan bir adama
şöyle demiştir:
“Sonra
rükû et ve organların yatışıncaya kadar rükûda kal.”[87]
Ve
yine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- namazını Ta‘dîl-i erkân ile kılar ve
şöyle derdi:
“Beni
nasıl namaz kılıyorken görüyorsanız, siz de öyle namazınızı kılın.”[88]
Onuncu
Rükün: Sıraya riâyet etmek.
On
birinci ve On ikinci Rükün: Son teşehhüd
ve selâm için oturmak.
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle demiştir: “
Biriniz
namazda (teşehhüt için) oturduğu vakit şöyle söylesin:
(( اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ، وَالصَّلَوَاتُ
وَالطَّيِّـبَاتُ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللهِ
وَبَرَكَاتُهُ، السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَىعِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ.
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ.))
52-
"Bütün tâzimler, ibâdetler ve güzel sözler ancak Allah içindir. Ey nebi!
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm, bizim ve
Allah’ın salih kullarının üzerine olsun.Allah’tan başka hak ilah olmadığına
şehâdet ederim. Ve yine Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in O’nun kulu ve elçisi olduğuna
şehâdet ederim."[89]
On üçüncü Rükün: Son
teşehhüdde Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e salât getirmek.
Ka’b b. Ucra -radıyallahu
anh-’dan rivâyet olunan bir hadiste sahabe, Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-’e nasıl salât getireceklerini sorarlar. O da şöyle söylemelerini
buyurur:
(( اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مَحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مَحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.))
"Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini meleklerinin yanında methettiğin gibi, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de meleklerinin
yanında methet. Şüphesiz ki sen, çok övülensin, şeref sahibisin. Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini mübârek kıldığın gibi, Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de
mübarek kıl.Şüphesiz sen, çok övülensin, şeref sahibisin."[90]
On dördüncü Rükün: Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-’e salât getirmek ve (sağa ve sola) selam vermek:
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Namazın anahtarı (namaza
giriş) abdest, (namaz içinde konuşmak veya yemek-içmek gibi yapılması
yasak olan söz ve fiilleri) haram kılan şey,tekbîr getirmektir. O şeyleri
helal kılan (namazdan çıkış) ise, selam vermektir.”[91]
Ayrıca Âişe -radıyallahu
anhâ- Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in namazını anlatırken şöyle demiştir:
“Namazını selâm vererek
bitirirdi. Selâm, namazdan çıkmak için meşrû kılınmıştır. Selâm vermek, namazın
sonu ve bitişinin alametidir.”[92]
8.
DERS
Namazın farzları:
Namazın sekiz tane farzı
vardır.
Bunlar:İftitah/başlangıç
tekbiri dışında kalan tekbirler, İmam veya tek başına kılanın, “Semiallahu
limen hamideh” demesi, "Rabbenâ ve leke'l-hamd" demek, rükû'da bir
defa, "Subhâne Rabbiye'l-Azîm" demek, secdede bir defa, "Subhâne
Rabbiye'l-A'lâ" demek, iki secde arasında, "Rabbi'ğfirli" demek,
birinci teşehhüd ve birinci teşehhüd için oturmak.
Yazar -rahimehullah- namazın
rükünlerini zikredip saydıktan sonra bu derste namazın farzlarına geçmiştir.
Önce rükünleri sonra da farzları ele almıştır. Çünkü rükünler farzlardan önce
gelir ve yapılması daha önemlidir. Farzlardan biri sehven terk edilecek olsa bu
eksiklik sehiv secdesi ile telâfi edilebilir.Ne var ki, rükünler böyle
değildir. Terk edilmesi durumunda namaz bâtıl olur. Sehven ya da bilerek terk
edilmesinin sonuca bir etkisi yoktur.Bu durumda namaz bâtıldır.
Namazın birinci farzı :
İftitah/başlangıç tekbiri dışında kalan tekbirler farzdır. İftitah/başlangıç
tekbiri ise daha önce geçtiği gibi namazın rükünlerindendir.
Bunun delili,Abdullah b.Mesud
-radıyallahu anh-’un rivâyet ettiği şu hadistir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-’i her kalkış ve eğilişlerinde, kıyam ve oturuşlarında tekbir getirirken
gördüm.”[93]
İkinci Farz: İmam veya tek
başına kılan kimsenin, “Semiallahu limen hamideh” demesi.
Bunun delili, Ebu Hureyre
-radıyallahu anh-’ın rivâyet ettiği şu hadistir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- namaz kılmak için kalktığı zaman tekbir alırdı. Ardından rükûya
giderken tekbir alırdı. Sırtını rükûdan kaldırıp doğrulttuğu zaman ‘Semiallahu
limen hamideh’ der, tam olarak doğrulup, durduğu vakit ‘Rabbenâ ve leke’l-hamd’
derdi.[94]
Üçüncü Farz: ‘Rabbenâ
veleke’l-Hamd’ demek.
Dört ve Beşinci Farz: Rükuda
bir defa ‘Subhâne Rabbiye'l-Azîm", secdede bir defa, "Subhâne
Rabbiye'l-A'lâ" demek.
Huzeyfe -radıyallahu anh-’den
şöyle demiştir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- rükusunda ‘Subhâne Rabbiye'l-Azîm", secdesinde de "Subhâne
Rabbiye'l-A'lâ" derdi.”[95]
Altıncı Farz:İki secde
arasında ‘Rabbi’ğ-Firlî’ demek.
Huzeyfe -radıyallahu anh-’den
şöyle demiştir:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- iki secde arasında ‘Rabbi’ğ-Firlî- Rabbi’ğ-Firlî’[96]
derdi.”
Yedinci Farz: Birinci
Teşehhüd
Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurmuştur:
“Namaz kılmak için
kalktığında Allahu Ekber de. Sonra Kur’an’dan bildiğin, kolayına gelen bir yeri
oku. Namazın ortasında (ilk teşehhüd için)
oturduğun zaman organların yerli yerine dönecek şekilde otur ve sol ayağını
yere döşeyip yay.”[97]
Sekizinci Farz: İlk teşehhüd
için oturmak.
Abdullah b. Mes’ud
-radıyallahu anh- şöyle dedi:
“Her iki rekatta bir
oturduğunuz vakit, ‘et-Tahiyyatu lillâhi’ okuyun.”[98]
Ayrıca Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- öğle namazının ilk teşehhüdü için oturmayı unutmuş, bunun
yerine namazın sonunda selâm vermeden önce sehiv secdesi yapmıştır.[99]
9.
DERS
Teşehhüdün Açıklaması
Teşehhüdde şu duâlar okunur:
(( اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ، وَالصَّلَوَاتُ
وَالطَّيِّـبَاتُ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللهِ
وَبَرَكَاتُهُ، السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَىعِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ.
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ.))
"Bütün
tâzimler, ibâdetler ve güzel sözler ancak Allah içindir. Ey nebi! Allah’ın
selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun.Selâm, bizim ve Allah’ın salih
kullarının üzerine olsun.Allah’tan başka hak ilah olmadığına şehâdet ederim. Ve
yine Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in O’nun kulu ve elçisi olduğuna
şehâdet ederim."[100]
(( اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مَحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مَحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.))
"Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini meleklerinin yanında methettiğin gibi, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de meleklerinin
yanında methet. Şüphesiz sen, çok övülensin, şeref sahibisin. Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini mübârek kıldığın gibi, Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de
mübarek kıl.Şüphesiz sen; çok övülensin, şeref sahibisin."[101]
Namaz kılan kişi son
teşehhüdde bu duâların ardından cehennem azabından, kabir azabından, hayat ve
ölümün fitnesinden ve Deccal’in fitnesinden Allah’a sığınır.
Daha sonra dilediği duaları
yapar. Bu konuda Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-’den rivâyet olunan duâların seçilmesi yerinde olur.
Bu dualardan bazıları
şunlardır:
(( اَللَّهُـمَّ أَعِنِّي عَلَى ذِكْرِكَ، وَشُكْرِكَ، وَحُسْنِ
عِبَادَتِكَ.))
"Allahım!
Seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibâdet etmekte bana yardım
et."[102]
(( اَللَّهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي
ظُلْماً كَثِيراً، وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنوُبَ إِلاَّ أَنْتَ، فَاغْفِرْ
ليِ مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ وَ ارْحَمْنِي إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ.))
"Allahım!
Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen bağışlarsın.Katından bir
mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet eyle.Şüphesiz ki sen, çok bağışlayan
ve çok merhamet edensin."[103]
Abdullah b. Mesûd
-radıyallahu anh- şöyle dedi:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- bize doğru yönelerek şöyle buyurdu:
‘Biriniz namaz kıldığı zaman;
(( اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ، وَالصَّلَوَاتُ
وَالطَّيِّـبَاتُ، اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللهِ
وَبَرَكَاتُهُ، السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلَىعِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ.
أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ
وَرَسُولُهُ.))
Okusun ve ardından hoşuna
giden duâ seçerek duâda bulunsun.”[104]
Teşehhüdde okunan duânın
zikredildiği rivâyetler arasında en sahih olan, Abdullah b. Mesûd -radıyallahu
anh-’dan rivâyet olunan bu hadistir.
Ebû Mes’ud el-Bedri’den şöyle
dedi:
“Beşîr bin Sa’d şöyle dedi:
“Ya Rasûlallah, Allah bize
sana salât getirmemizi emrediyor. Sana nasıl salâvat getirelim?
Rasulullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- kısa bir süre sessiz kaldı.
Sonra şöyle buyurdu:
(( اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ
إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ، اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مَحَمَّدٍ
وَعَلَى آلِ مَحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ
إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ.))
"Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini meleklerinin yanında methettiğin gibi, Muhammed -sallallahu aleyhi ve
sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de meleklerinin
yanında methet. Şüphesiz sen, çok övülensin, şeref sahibisin. Allahım!
İbrahim’i ve İbrahim’in âilesini mübârek kıldığın gibi, Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem-’i ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in âilesini de
mübarek kıl.Şüphesiz sen; çok övülensin, şeref sahibisin.
Selam ise bildiğiniz
gibidir.” Diye buyurdu.[105]
Ebu Hureyre -radıyallahu anh-
şöyle dedi:
“Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- şöyle buyurdu:
Biriniz teşehhüdde bulunduğu
vakit, dört şeyden Allah’a sığınıp şöyle desin:
(( اَللَّهُـمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ
عَذَابِ الْقَبْرِ، وَمِنْ عَذَابِ جَهَنَّمَ، وَمِنْ فِتْنَةِ الْمَحْيَا وَالْمَمَاتِ، وَمِنْ شَرِّ فِتْنَةِ
الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ.))
"Allahım!
Kabir ve cehennem azabından, hayat ve ölüm fitnesinden ve Mesih Deccâl
fitnesinin şerrinden sana sığınırım."[106]
Bu hadis, Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-’e salât getirdikten sonra selâmdan önce Allah’a sığınıp duâ
etmenin meşrû olduğunu gösterir.
Ebu Bekir -radıyallahu anh-'dan rivâyet
olunduğuna göre, o Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle
demiştir:
“Bana namazda okuyacağım bir
duâ öğret."
Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- de ona şu duâyı okumasını emretti:
(( اَللَّهُمَّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي
ظُلْماً كَثِيراً، وَلاَ يَغْفِرُ الذُّنوُبَ إِلاَّ أَنْتَ، فَاغْفِرْ
ليِ مَغْفِرَةً مِنْ عِنْدِكَ وَ ارْحَمْنِي إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ
الرَّحِيمُ.))
"Allahım!
Ben nefsime çok zulmettim. Günahları ancak sen bağışlarsın. Katından bir
mağfiretle beni bağışla ve bana merhamet eyle.Şüphesiz ki sen, çok bağışlayan
ve
çok
merhamet edensin."[107]
Bu hadis, namazda mutlak olarak duâ edilebileceği
konusunda bir delildir. Yapılacak olan bu duânın yeri teşehhüd ve Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-’e salâttan ve dört şeyden Allah’a sığınılmasından
sonradır.
Zirâ Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem-, Abdullah b. Mes’ud -radıyallahu anh-’dan
rivâyet olunan hadiste şöyle buyurmuştur:
“Ardından hoşuna
giden duâyı seçerek duâda bulunsun.”[108]
Bu hadis namazda kendisiyle ilgili bir delilin bulunduğu
duâların okunabileceğini ifade ettiği gibi, genel olarak duâ edilebilineceğinin
de bir delilidir. Ancak bu duâ dînen yasaklanmış bir duâ olmamalıdır.
Bir rivâyette:
"Sonra dileyip, istediği dua ile niyazda bulunsun.”[109] lafzı geçmektedir.
10.
DERS
Namazın sünnetleri:
1-
(İlk tekbirden sonra)
İstiftah duâsını okumak
2-
Kıyamda sağ el avucu, sol
elin üzerine, göğüs üzerine koymak.
3-
Elleri parmaklar birbirine
bitişik olacak şekilde ilk tekbirde, rükûya varırken, rükûdan kalkarken ve ilk
oturuştan üçüncü rekâta kalkarken omuz veya kulakların hizasına kadar
kaldırmak. Yani her tekbirde elleri omuz hizasına kadar kaldırmak.
4-
Rükû ve secde duâlarını
birden fazla söylemek.
5-
Rükûdan kalktıktan sonra
"Rabbenâ ve leke'l-hamd" duâsının devamını okumak.
6-
İki secde arasında söylenen
duâyı birden fazla söyleyip, mağfiret talebinde bulunmak.
7-
Rükû esnasında başın sırt
hizasında tutulması.
8-
Secde halinde pazıların
yanlardan, karnın da uyluklardan uzak tutularak yapılması.
9-
Secde halindeyken dirseklerin
yerden kaldırılması.
10-
İki secde arasında ve ilk
teşehhüdde sol ayağı yayıp üstüne oturmak, sağ ayağı ise dik tutmak.
11-
Son teşehhütte ise sağ
ayağı yine dik tutup, teverrük[110]
yapmak.
12-
İlk teşehhütte “Salli” ve
“Bârik” duâlarını okumak.
13-
Son teşehhüdde duâ okumak.
14-
Sabah namazı ile akşam ve
yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında kıraati sesli olarak yapmak.
15-
Öğle ve ikindi namazının son
iki, akşam namazının son rekâtında ve yatsı namazının son iki rekâtında kıraati
sessiz olarak yapmak.
16-
Fatiha sûresinden sonra
Kur’an-ı Kerim’den âyet ya da sûre okumak.
Yukarıda
zikredilen sünnetlerin dışında kalan, diğer sünnetlere de riâyet edilmedir.
Namazın
sünnetleri ikiye ayrılır:
1-
Kavli sünnetler
2-
Fiili sünnetler
Bu
sünnetleri yazar -rahimehullah- kitabın metninde ele alarak zikretmiştir.Namaz
kılan kişinin bu sünnetleri yapması zorunlu değildir. Ne var ki bu sünnetlerin
tümünü veya bir kısmını yerine getirmesinde sevap ve ecir vardır. Diğer
sünnetlerde hüküm ne ise, burada da aynıdır. Terk edene bir günah yazılmaz.
Ancak müslümana bu sünnetleri yapmak yaraşır. Nebimiz Muhammed -sallallahu
aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Benden sonra hayatta
kalanlarınız birçok ihtilâflar görecektir. O zaman benim sünnetime ve hidâyet
üzere olan Râşid halifelerin sünnetine sarılın.”[111]
Allah Teâlâ en iyi bilendir.
11.
DERS
Namazı bozan haller:
Namazı
bozan şeyler sekiz tanedir. Bunlar:
1-
Bilerek, aklı başında olarak
ve kast ederek konuşmak. Unutarak ve bozacağını bilmeden konuşmak namazı
bozmaz.
2-
Gülmek.
3-
Yemek yemek.
4-
İçecek içmek.
5-
Avret mahallinin açılıp
gözükmesi.
6-
Namaz esnasında peş peşe
ihtiyaç olmayan hareketlerde bulunup, çokça hareket etmek.
7-
Abdestin bozulması.
Yazar -rahimehullah- namazın
şartları, rükünleri, farzları ve kavli-fiili sünnetlerini ele aldıktan sonra bu
bölümde de namazı bozan durumları zikretmiştir ki, müslüman, namazı bozan bu
hallerden uzak durabilsin.
Namazı bozan haller sekiz
tanedir:
1-
Bilerek, aklı başında olarak
ve kasten konuşmak. Unutarak ve bozacağını bilmeden konuşmak namazı bozmaz.
Zeyd
b. el-Erkam şöyle demiştir:
“Bize namazda susmak ve konuşmamak emrolundu.”[112]
2-
Gülmek.
İbn-i
Münzir şöyle demiştir:
"Gülmenin
namazı bozduğu konusunda âlimlerimiz icma etmişlerdir/söz birliğine
varmışlardır."
3, 4- Yemek yiyip, içecek içmek.
İbn-i Münzir şöyle demiştir:
"Görüşlerinin bize
ulaştığı tüm âlimlerimiz kasten yemek yiyip, içmenin namazı bozduğu konusunda
icma etmişlerdir/söz birliğine varmışlar ve farz namazın iade edilmesini
söylemişlerdir."
5- Avret yerinin açılıp
gözükmesi. Avret yerinin kapatılması namazın şartlarındandır.Namazın bir şartı
yerine gelmezse, namaz bâtıl olur.
6-
Kıble yönünden çok fazla
ayrılıp sapmak. Daha önceden açıkladığımız üzere kıble yönüne dönmek, namazın
şartlarından birisidir.
7-
Namaz esnasında peş peşe ihtiyaç olmayan
hareketlerde bulunup çokça hareket etmek. Şâyet bu hareketler çok olur ve ardı
ardına yapılırsa namazı bozar. Bu konuda icma/söz birliği vardır.
İbn
Kudame -rahimehullah- el-Kâfi adlı kitabında şöyle demiştir:
“Namazda
yapılan hareketler az ise, bu namazı bozmaz.Zira Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem- torunu Ümame'yi namazda kıyamdayken kucağına alır, secdeye gittiği
zaman yere bırakırdı. Ayrıca Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- rivâyette
belirtildiği üzere küsûf namazı kılarken ileri ve geriye doğru adım atarak
yürümüştür.
8-
Abdestin bozulması.Zirâ
abdestli olmak, namazın sıhhat şartındandır. Buna binaen abdest bozulduğu vakit
namaz da bozulur.
12.
DERS
Abdestin şartları
Abdestin on tane şartı
vardır.
Müslüman olmak, aklı yerinde
olmak, temyiz/iyiyi kötüden ayırt edebilme yaşına gelmek, niyet etmek ve abdest
alıp, taharet tahakkuk edinceye kadar onu yarıda kesmemek üzere niyet edip
devam etmek.
Abdesti gerektiren şeyin
kesilip ortadan kalkması; abdest öncesi istincâ ve
isticmar yapmak (büyük ve küçük abdestlerden sonra temizlenmek ve temizlenme
sırasında taş ve benzeri şeyler kullanmak), abdest için kullanılan suyun temiz
ve temizleyici olması, mübah olması, suyun tene nüfûz etmesine engel olan
şeylerin izale edilip kaldırılması,hades/abdesti bozan bir durumun sürekli
olarak devam etmesi halinde namaz vaktinin girmiş olması.
Abdestin şartları:
Müslüman olmak, aklı yerinde
olmak, temyiz/iyiyi kötüden ayırt edebilme yaşına gelmek, niyet etmek.
Kâfir bir kimse, müslüman
olmadan önce aldığı abdest kabul olmaz. Delinin abdesti de kabul olmaz. Çünkü
mükellef değildir. Temyiz/iyiyi kötüden ayırt edebilme yaşına gelmeyen çocuk da
böyledir. Niyetinde abdest değil de serinlemek ya da abdest uzuvlarında bulunan
necaset ya da kiri gidermek olan kimseden de kabul olmaz.
Abdest için kullanılan suyun
temiz ve temizleyici olması şarttır.Şâyet su necis ise abdest olmaz.Abdest
almak için kullanılan suyun mubah olması gerekir. Gasp edilmiş yahut şer’i bir
yolla elde edilmemiş su ile alınan abdest sahih olmaz. Abdest öncesi, büyük ve
küçük abdestlerden sonra istincâ ve isticmar yapmak. Suyun vücuda ulaşmasına
engel olacak şeylerin ortadan kaldırılması da abdestin şartlarındandır.Abdest
alacak kimsenin abdest azaları üzerinde bulunan hamur, çamur, mum ve boya gibi
şeyleri kaldırması gerekir. Böylece engelsiz bir şekilde suyun abdest azaları
üzerinde akıp gitmesi sağlanmış olunur.[113]
Abdesti bozan bir durumu olan
ve sürekli olarak devam eden bir kimsenin bu haldeyken namaz abdesti alması
için namaz vaktinin girmiş olması şarttır. Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-’in istihâze olan kadına her namaz vakti için abdest almasını emretmiştir.
Allah Teâlâ en iyi bilendir.
13.
DERS
Abdestin farzları:
Abdestin altı tane farzı
vardır:
Yüzü yıkamak, mazmaza (ağza
su alıp çalkalamak) ve istinşak (buruna su çekip sümkürmek) yüzden
sayılır, bundan dolayı farzdır. Dirseklere kadar (parmak uçlarından itibaren)
elleri yıkamak.Kulaklarla birlikte başa mesh etmek, aşık kemiklerine kadar
ayakları yıkamak, bütün bunları sırasıyla ve ara vermeden peş peşe yapmak.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Ey îmân edenler! Namaz
kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerle beraber ellerinizi yıkayın,
başlarınızı meshedip, aşık kemiklerine kadar ayaklarınızı yıkayın.”[114]
Birinci Farz: Yüzü yıkamak.
Ağız ve burun da yüzden
sayılır.
Allah Teâlâ şöyle burmuştur:
“Yüzlerinizi yıkayın”[115]
Mazmaza ve istinşak yapmanın
farz olduğu, ağız ve burnun yüzden sayıldığına dair delil, Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem-’in abdest alışını anlatan bütün sahâbe onun abdest alırken
mazmaza ve istinşak yaptığını zikretmeleridir.
Ebu Hureyre -radıyallahu
anh-’den- rivâyet olunan bir hadiste, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle
buyurmuştur:
“Biriniz abdest aldığı zaman
burnuna su çeksin, sonra onu sümkürsün”[116]
İkinci Farz: Elleri yıkamak.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Dirseklere kadar
ellerinizi…”[117]
Abdest alırken dirseklerin de
yıkanması farzdır. Çünkü Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- abdest alırken
elleriyle birlikte dirseklerini de yıkardı.
Üçüncü Farz: Kulaklarla
birlikte başın tümünü mesh etmek.
Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
“Başlarınızı mesh edin.”[118]
Rasûlullah -sallallahu aleyhi
ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Kulaklar baştan sayılır.”[119]
Zira Nebi -sallallahu aleyhi
ve sellem- abdest alırken başı ile birlikte kulaklarını da mesh ederdi.
Dördüncü Farz: Bilek/aşık
kemikleriyle birlikte ayakları yıkamak.
Allah Tealâ şöyle
buyurmuştur:
“Ayaklarınızı da bilek/aşık
kemiklerine kadar…”[120]
Beşinci Farz: Abdestin
farzlarını sıraya uygun bir şekilde yapmak.
Zirâ Allah Teâlâ abdestin
farzlarını Kuran-ı Kerim’de sıralı olarak zikretmiş, yıkanması farz olan
azaların tümünü peş pere değil de mesh olunması gereken başı arada zikretmiş,
ardından ayakların yıkanmasını beyan etmiştir. Aynı türden olup, yıkanması
emrolunmuş uzuvların arasına mesh olunması emrolunan uzvun (başın) girmesi
abdest alırken sıralamanın gerekli olduğunu gösterir.
Ayrıca Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- abdestini bu sıraya göre almış, böylece hem sözü, hem de
ameli ile abdest ile ilgili âyeti tefsir etmiştir.
Altıncı Farz: Abdest
azalarını ara vermeden peş peşe yıkamak.
Bu, abdest azalarını yıkarken
biri kurumadan diğerine geçip yıkamaktır. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-
şer’i hükümleri koyan ve beyan edendir. O’nun abdest alışını bizlere akran
bütün sahabeler, azalarını ara vermeden yıkadığını naklederler.[121]
14.
DERS
Abdesti bozan haller:
Abdesti bozan altı tane durum
vardır:
Önden ve arkadan çıkan
şeyler. Çok miktarda vücuttan çıkan necaset. Uyuyarak ya da başka bir şekilde
aklın gitmesi, ön ya da arka avret yerlerine arada bir şey olmaksızın direk
dokunup ellemek, deve eti yemek, İslâm dîninden riddet etmek/çıkmak -Allah bizi
korusun.-
Yazar -rahimehullah- geçen
derste abdest hakkında açıklamalarda bulundu.Bu derste ise abdesti bozan
durumlardan bahsedecek. Böylece müslümanlar dinlerin ile ilgili konularda ilim
sahibi olurlar.Yazar abdesti bozan şeyler hakkında şöyle demiştir:
1-
Az ya da çok olsun önden ve
arkadan çıkan her şey. Bu iki çeşittir:
a-
İdrar, dışkı gibi bilindik
şeyler. İbn Abdil-Berr, ilim ehlinin bu şeylerin abdesti bozması konusunda
sözbirliği ettiğini nakletmiştir.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ya da abdest bozmaktan (def-i
hacetten) gelirseniz...”[122]
b-
Kurt, kıl ve taş gibi nadiren
gelen şeyler. Zira Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- istihaze olan kadına,
“Her namaz için abdest al.”[123]
diye emretmiştir.
İstihâzeli
kadından gelen kan seyrek olarak yaşanan kandır. Ön ve arka yoldan çıktığı
için, bilindik olarak çıkan şeye benzetilmiştir.
2-
Vücuttan çok miktarda çıkan
necaset.Vücuttan çıkan necaset, eğer çok miktarda ise, abdesti bozar. Az ise
bozmaz.
İbn-i
Ömer -radıyallahu anh- bir keresinde sivilcesini sıkmış, kan çıkartmıştır.
3-
Uyuyarak ya da bayılarak
yahut delirerek ya da sarhoş olarak aklın gitmesi.
Nebi
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: “Göz makatın
bağıdır.Bu bakımdan uyuyan bir kimse abdest alsın.”[124]
Bayılmak,
delirmek ve sarhoş olmak aklın gitmesi bakımından uykuya göre daha tesirlidir.
Bu yüzden abdesti hayli hayli bozar.
4-
Ön ya da arka avret yerlerine
arada bir şey olmaksızın dokunup ellemek.
Zira
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Fercine dokunan abdest alsın.”[125]
5-
Deve eti yemek.
Cabir
b. Semura, bir adam Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’e gelip: ”Deve
etinden dolayı abdest alayım mı? Diye sordu.
O’da bunun üzerine: Deve etinden dolayı abdest
al.' diye buyurdu.”[126]
6-
İslam dîninden riddet
etmek/çıkmak -Allah bizi bu durumdan korusun.-
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz senin
amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.”[127]
15.
ve 16. DERS
Müslümanda olması gereken güzel ahlâk ve İslâmî âdâb erkân:
15.
Ders:
Müslümanda
bulunması gereken başlıca ahlâkî özellikler şunlardır:
Sıdk,
emânet, iffet, hayâ, şecaat, cömertlik, vefakâr olmak, Allah Teâlâ’nın haram
kıldığı şeylerden uzak olmak, güzel komşuluk yapmak, elinden geldiği kadar
ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmak, Kur’an-ı Kerim ve sünnette zikredilen diğer
güzel hasletlere sahip olmak.
16.
Ders:
İslamî
âdâb erkân
Selâm
vermek, güler yüzlü olmak, sağ elle yemek yiyip-içmek. Eve ya da camiye girişte
ve çıkışta, yolculukta dini âdâb erkâna uymak, anne-babaya, yakın akrabaya,
komşuya, büyüklere ve küçüklere ihsanda bulunmak, yeni çocuğu dünyaya gelen
ana-babaları tebrik etmek, yakınını kaybedenlere taziyede bulunmak.
Yazar
-rahimehullah- geçen derslerde itikat ile ilgili fıkh-ı ekber ve ibâdetlerle
ilgili fıkh-ı esğar konularını açıklayıp beyan etmiştir. Bu bölümde ise İslâm
ümmetine mensup her müslümanda olması gereken dini ahlâk prensiplerini ele
almıştır.
Değerli müslüman kardeşim!
Burada
zikredilen bu güzel ahlâkı ve âdâb erkânı hayatında uygulamalısın.En güzel bir
şekilde bu üstün ahlak vasıflarla vasıflanarak insanlara güzel örnek
olmalısın.Kuran-ı Kerim ve sünneti nebevide güzel ahlâk üzere olmak ile ilgili
birçok âyet ve hadisler vardır. Kitabın büyük bir hacimde olmasından endişe
duymuş olmasaydım, burada bütün delillere yer verirdim. Güzel ahlak üzere olmak
konusunda en güzel örnek Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- olsun. Âişe
-radıyallahu anhâ-’ya Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ahlâkı sorulduğunda
o şöyle cevap vermiştir:
“O’nun ahlâkı Kur’an'dı.”
Salât ve selâm onun üzerine olsun.
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- sıdk, emânet, şecaat, cömertlik ve Allah
Teâlâ’nın haram kıldığı her şeyden uzak olan bir kimse olarak tanınıp bilinirdi.
Ardından
ashâbı da bu yolda yürüyüp tanındılar. Allah Teâlâ onların hepsinden râzı
olsun.
İlk
dönemlerde İslâm dini dünyanın dört bir yanına giden tüccarların kurduğu güzel
ilişkiler sayesinde yayıldı. Bu müslüman tüccarlar sadık ve emin oldukları için
başarılı oldular. Öncelikle Allah Teâlâ’dan ümit ediyorum. Daha sonra da senden
her yapıp ettiklerinde emin, doğru söz ve davranışlı olmanı temenni ediyorum.
Senden iffet sahibi ve elinde olanla yetinen, hayâ, edep, cesaret, vefa,
cömertlik sahibi ve kötü şeylerden uzaklaşan, selâmet içinde yaşayan birisi
olmanı istiyorum.Komşuna iyi davranıp ona ihsanda bulunmalı-sın. Komşuluk
hakları pek çoktur. İhtiyaç sahibine yardımını esirgeme. Zirâ kul, bir
kardeşinin yardımında bulunduğu sürece Allah Tealâ’da kulunun yardımında olmaya
devam eder.
Selâm
vermek sünnettir.İnsanlar arasında selam vermek muhabbet doğurur,
ötekileştirmeye ve ayrılığa yol açacak her şeye engel olur. Müslüman
kardeşlerinin yüzlerine karşı güler yüzlü olmayı da sakın unutma. Güler yüzlü
olmak sadakadır. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in öğrettiği gibi sağ
el ile yemek yiyip içmelisin. Camiye sağ ayağınla girmeli, hadislerde öğretilen
duâyı okumalı, çıkarken de önce sol ayağını kullanmalısın. Eve giriş ve evden
çıkış duâlarını ezberlemelisin. Böylelikle Allah Teâlâ seni koruyup gözetir. Yolculuğa
çıkmadan önce yolculuk duâsını okumayı asla unutma. Ana-babana iyilikle muamele
et.Kur’an ve sünnette zikredilen deliller anne babanın haklarının çok büyük
olduğunu ifade eder.Onların senin üzerinde olan haklarına karşı kesinlikle
kayıtsız kalma.Böyle yapacak olursan, pişmanlık duymanın sana fayda vermeyeceği
günde çok pişman olursun. Yakın akrabalara, komşulara, yaşlı ve çocuklara
iyilikte bulunmaktan uzak durma.
Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İhsanda bulunun. Zira Allah muhsinleri sever.”[128]
Ayrıca Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de
şöyle buyurmuştur:
“Siz insanları mallarınızla kazanmaya
muvaffak olamazsınız.Ancak onları güler yüz ve güzel ahlak ile
kazanırsınız.”
Muaz
b. Cebel -radıyallahu anh-’e de şöyle demiştir:
“Nerede olursan ol, takvalı ol.Günahın ardından
hemen bir hasene yap ki, onu yok etsin. İnsanlara güzel ahlak ile muamelede
bulun.”[129]
Bir
şair şöyle demiştir:
İnsanlara
ihsanda bulun, kapında kölen olsun
Asıl
olarak çok zordur, insan senin kölen olsun
Yeni
çocuk sahibi olan anne-babaları tebrik et, duâ ve niyazda bulun. Cenâzesi olan
yakınlara taziyede bulun. Böylelikle ecir ve sevap alırsın. Güzel İslâm
ahlakına sahip ol, kötü ahlaktan uzak dur.
Allah
Teâlâ, bizi güzel İslâm ahlâkı üzere eylesin. Kötü ahlaktan uzak eylesin. Zira
yüce Rabbimiz her şeye kadirdir. Duâmıza icabet edecek olan da odur.
17.
DERS
Şirk ve diğer günahlardan sakındırmak:
Şirk
ve diğer günahlardan sakındırmak gerekir.
Sakındırılması
gereken hususlar şunlardır:
-
Yedi helak edici büyük
günahlar.
Bunlar;
Allah’a şirk koşmak, sihir yapmak, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı cana haksız
yere kıymak,fâiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, iffetli
kadınlara iftira atmak.
Şunlarda
büyük günahlardan sayılır:
Ana-babaya
karşı gelmek ve onlara itaatsizlik etmek, akrabalarla ilişkiyi kesmek, yalan
yere şâhitlik etmek, yalan yere yemin etmek, komşuya eziyet vermek, can, mal,
ırz ve Allah ve elçisinin yasakladığı konularda insanlara zulüm etmek.
Yazar
-rahimehullah- her müslümanın sahip olması gereken İslâmî ahlâk, âdâb erkânı
ele aldıktan sonra bu bölümde şirk koşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu,
şirkten ve günahlardan sakındırmanın gerekliliğini açıklamıştır. Kaçınılması
gereken günahların başında yedi helak edici büyük günahlar gelir.Ümmet bu
günahlardan sakındırılmalı-dır. Böylece bunlardan birisine bile düşmelerine
engel olunur.
Ebu
Hureyre -radıyallahu anh-'dan rivâyet olunan bir hadiste Rasûlullah -sallallahu
aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Helak edici yedi şeyden sakının!”
Sahâbe:
-Ey Allah'ın Elçisi! Onlar nelerdir? diye sordular.
Rasûlullah
-sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
-Allah'a şirk koşmak,
sihir yapmak, Allah'ın haram
kıldığı bir canı haksız yere öldürmek, yetim
malı yemek, fâiz yemek, düşmana hücum sırasında savaştan
kaçmak, namuslu ve kendi halinde olan mümin kadınlara zina iftirası atmak.”[130]
Bu yedi günaha; işleyeni dünyada helak etmesinden ve karşılığında
ceza uygulanmasından, âhirette ise azap verileceğinden dolayı bu isim
verilmiştir. Şirk hakkında yeterli bilgi dördüncü derste verilmişti. Dileyen o
bölüme tekrar dönüp okuyabilir.
Sihir: Bazı söz ve tılsımlar kullanılarak yapılan, kalp ve bedenlerde
tesir gücü olan şeylerdir. Kimi sihir hasta eder, kimisi öldürür. Bazısı da
kişiyle hanımının arasını açar. Bazen bu sihir gerçekte değil ancak insanların
gözüne hayal olarak gözükür.
Tâhâ sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sihirbazlar: Ey Musa! Ya sen at
veya önce atan biz olalım, dediler.
(Musa) dedi ki: “Hayır, siz önce atın.
Sonra hemen (ne görsün), sihirlerinden dolayı, onların ipleri ve asaları
kendisine gerçekten hareket ediyormuş gibi göründü.”[131]
Sihir yapmak haramdır. Çünkü küfürdür. Îmân ve tevhid inancına
tamamen aykırıdır.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Halbuki o iki melek, herkese: Biz
ancak fitneyiz, sakın kafir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi.”[132]
Sihirbazın cezası ölümdür.Bu âyet ve hadislerden sonra sihir
yapmak apaçık bir şekilde haramdır.
Müslümanların, sihrin tüm çeşitlerinden uzak durmaları
gerekir.Eğer müslüman daha önce böyle bir şey yapmışsa, hemen pişman olup tevbe
etmeli, el etek çekip, bir daha yapmamaya azmetmelidir. Sadece sihir değil,
işlenilen bütün günahlardan dolayı tevbe edilmeli, kontrolümüz altında olan
insanları da bu günahlardan sakındırmalıyız.Kişi, müslüman kardeşlerini de bu
tür günahlardan sakındırmalı, onlara bu günahları işlemenin ne kadar tehlikeli
olduğunu beyan etmelidir. Bir kimsenin bu davranışlarda bulunması takva ve
iyilik üzere yardımlaşmak demektir.İyiliği emretmek ve kötülükten
sakındırmak, Allah Teâlâ’ya davet etmektir. Bu yol Allah’a davet edip çağıran
nebilerin yoludur.
Allah Teâlâ, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in diliyle şöyle
buyurmuştur:
“De ki: “Benim yolum budur; ben ve
bana uyanlar insanları bir basiret üzere Allah'a çağırırız. Allah münezzehtir.
Ben asla şirk koşanlardan değilim.”[133]
Allah Teâlâ hepimizi ve bütün müslümanları günahlardan sakındırıp
korusun. Ayaklarımızı dünya ve ahiret hayatında sabit olan söz (kelime-i
tevhid) ile sabit kılsın.
Şüphesiz Rabbimiz işiten ve icabet edendir.
Salât
ve selâm, Muhammed’e, âile halkına ve ashâbına olsun.
18.
DERS
Cenâzenin hazırlanması ve cenâze namazı:
Cenâzenin hazırlanması:
1-
Kişinin ölümü tam olarak
gerçekleştikten sonra gözleri kapanır, çenesi bağlanır.
2-
Cenâze yıkanırken avret yeri
örtülür. Cenâze çok az bir miktarda yukarı kaldırılarak, karnına hafif bir
şekilde bastırılır.Cenâzeyi yıkayan kimse, eline bir bez parçası dolar ve bu
bezle cenâzenin ön ve arka yolunu temizler.Ardından abdest aldırılır. Sonra
cenâzenin başı ve sakalları su ve sidr veya güzel kokulu su ile yıkanır.Daha
sonra cenâzenin sağ yanı ardından sol yanı yıkanır.Her seferinde cenâzenin
karnı yumuşak bir şekilde ovulur. Eğer cenâzenin arkasından bir şey çıkarsa
çıkan bu yer yıkanır ve pamuk konur. Pamuk ve benzeri şeyler burayı kapatıp,
tutmuyorsa modern tıbbi bant ve benzeri şeyler kullanılabilir.Eğer üç defa
abdest aldırıp yıkamak temizlik için yeterli olmuyorsa beş yahut yedi defa bu
işlem tekrarlanır. Ardından cenâzenin vücudu kurulanır.Cenâzenin bacak
aralarına ve secde uzuvlarına güzel koku sürülür. Bedenin tümüne koku sürmek
daha güzeldir. Kefen tütsü ile kokulanır. Bıyık ve tırnakları uzun ise
kısaltılır. Saçları taranmaz. Kadın kişinin saçları üç örgü yapılır ve arkasına
salınır.
3-
Cenâzenin kefenlenmesi:
Erkeğin
kefeni üç parçadan oluşur. Cenâzeye gömlek ve sarık giydirilmez. Kişi kefene
dolanarak sarılır. Omuzlardan ayaklara kadar örten entari, etek ve sargı ile
kefenlenmesinde bir beis yoktur. Kadının kefeni ise beş parçadan oluşur.Göğüs
örtüsü, baş örtüsü, etek ve iki parça lefâfeden/baştan aşağı örten bezden
oluşur.Küçük erkek çocuğun cenâzesi tek bir bez ile olacağı gibi üç parça bezle
de olabilir. Kız çocuk ise kamis ve iki parça lefâfe/baştan aşağı örten bez ile
kefenlenir.
4-
Cenâzeyi yıkamak öncelik
olarak kendisine vasiyette bulunan kişinindir. Sonra baba, dede ve mirasta
kendilerine belli bir pay belirlenmemiş mirasçılar gelir.
Kadın
cenâzeyi yıkamak öncelikli olarak vasiyet edilen kişinindir. Sonra anne, dede
ve yakın kadın akrabaları gelir.
Karı-koca
birbirlerinin cenâzelerini yıkayabilirler. Ebu Bekir Sıddîk-radıyallahu anh-'ı
hanımı yıkamış, Ali-radıyallahu anh- da hanımı Fatıma -radıyallahu
anhâ-’yı yıkamıştır.
5-
Cenâze namazının kılınış
şekli:
İlk tekbirden sonra Fatiha
sûresi okunur. Ardından kısa bir sûre yahut bir ya da iki âyet
okunabilir.Bununla ilgili delil İbn-i Abbas -radıyallahu anhumâ’dan- rivâyet
olunan hadistir.İkinci tekbirden sonra normal namazdaki teşehhütte okunan
salâvat okunur.
Üçüncü tekbir alınır ve
ardından şu duâlar okunur:
(( اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِحَيِّناَ، وَ
مَيِّتِناَ، وَ شاَهِدِناَ، وَ غاَئِبِناَ ، وَ صَغِيرِناَ وَ كَبِيرِناَ، وَ
ذَكَرِناَ وَ أُنْثاَناَ. اَللَّهُمَّ مَنْ أَحْيَيْتَهُ مِنَّا فَأَحْيِهِ عَلىَ
اْلإِسْلاَمِ، وَ مَنْ تَوَفَّيْتَهُ
مِنَّا فَتَوَفَّهُ عَلىَ اْلإيِمَانِ، اَللَّهُمَّ لاَ تَحْرِمْناَ أَجْرَهُ وَ
لاَ تُضِلَّناَ بَعْدَهُ.))
"Allahım!Dirimize
ve ölümüze, küçüğümüze ve büyüğümüze, erkeğimize ve kadınımıza, hazır olanımıza
ve olmayanımıza mağfiret eyle. Allahım! Bizden kimi yaşatırsan, onu İslâm üzere
yaşat. Kimi de öldürürsen, onu îmân üzere öldür.Allahım! Onun ecrinden bizi
mahrum etme ve bizi ondan sonra saptırma."[134]
Bu duâların ardından sadece
sağ tarafa tek bir selâm verilir. Her tekbirle birlikte ellerin kaldırılması
müstehabtır. Şâyet cenâze kadın ise (اللهم
اغفر لها) diye iki kişi ise (اللهم
اغفر لهما)
ikiden fazla ise (اللهم
اغفر لهم) diye duâ edilir. Şâyet küçük çocuk ise ona
mağfiret ile duâ etmek yerine şöyle duâ edilir:
(( اَللَّهُمَّ اجْعَلْهُ فَرَطاً وَ ذُخْراً
لِوَالِدَيْهِ، وَشَفِيعاً مُجاَباً. اَللَّهُمَّ ثَقِّلْ بِهِ مَواَزِينَهُماَ
وَأَعْظِمْ بِهِ أُجُورَهُماَ، وَأَلْحِقْهُ بِصـاَلِحِ الْمُؤْمِنِينَ،
وَاجْعَلْهُ فيِ كَفَالَةِ إِبْراَهِيمَ، وَقِـهِ بِرَحْمَتِكَ عَذاَبَ
الْجَحِيمِ.))
"Allahım! Onu, ana-babasına (cennete
girişte) öncü, onlar için saklanmış bir nimet ve şefaati kabul edilen bir
şefaatçi kıl. Allahım! Onunla, ana babasının mizânını ağırlaştır ve ecirlerini
büyük eyle. Onu, salih müminlere kat ve (kıyâmet günü) İbrahim -aleyhisselâm-’ın kefâletinde kıl.
Rahmetinle onu cehennem azabından koru."[135]
Sünnete
göre imam erkek cenâzenin baş tarafında, kadının ise orta kısmında namaza
durur. Kadınla erkek kişinin cenâzeleri bir arada kılınacak ise, erkek cenâze
imama yakın, kadın ise kıble tarafına konulur. Cenâzelerin yanında küçük
çocuklar varsa, erkek kişi cenâzesinden sonra erkek çocuk cenâzesi, sonra kadın
sonra da kız çocuğun cenâzesi sıra ile konulur. Erkek çocuğun kafası erkek
cenâzesinin baş kısmı tarafına kadının ortası da aynı şekilde erkek cenâzesinin
baş kısmı tarafına doğru konulur. Kız çocuğun kafası kadın cenâzesinin baş
kısmı tarafına konulur. Aynı şekilde kız çocuğunun orta kısmı erkeğin baş
kısmına gelecek şekilde konulur. Cemaat, imamın arkasında saf tutar. Eğer
imamın arkasında saf tutulacak yer kalmadıysa dışarıda kalan bu kişi imamın sağ
tarafında namaza durur.
Salât ve selâm, Muhammed’e,
O'nun âile halkına ve ashâbına olsun.
[1] Ali-İmran, 102
[2] Nisâ, 1
[3] Ahzab, 70-71
[4] Buhârî, el-Ezân, (723),
Müslim, es-Salâ, (394), Tirmizî, es-Salâ, (247), Nesaî, el-İftitah, (911), Ebu
Davûd, es-Salâ, (822), İbn Mâce, İkâmetu’s-Salâti ve’s-Sünnetu fîyhâ, (837),
Ahmed, (5/313), Dârimî, es-Salâ, (1242).
[5] Tahrif: Nasları lafız
ve mana bakımından değiştirip, açık manalarına değil, uzak olan zayıf bir
ihtimalin olduğu manalara hamletmektir. (Çeviren)
[6] Teşbih: Bir şeyin
diğer bir şeye benzediğini ileri sürmektir. (Çeviren)
[7] Temsil: Bir şeyin
diğer bir şeye her yönden benzediğini ileri sürüp, aynısı olduğunu söylemektir.
(Çeviren)
[8] Tekyif: Sıfatların
nasıllılığını girip, mahiyetleri hakkında konuşmaktır. (Çeviren)
[9] Buhârî, el-İmân, (8),
Müslim, el-İmân, (16), Tirmizî, el-İmân, (2609), Nesaî, el-İmânve Şeraiuhu,
(5001), Ahmed, (2/93),
[10] Buhârî, Müslim, İmam Ahmed
ve Tirmizî rivayet etmiştir.
[11] Bkz, Lâ ilâhe İllallâh, Şeyh
Salih el-Fevzan.
[12] Muhammed, 19
[13] Zuhrûf, 86
[14] Müslim, el-İmân, (26),
Ahmed, (1/69).
[15] Bakara, 4.
[16] Müslim, el-İmân, (31).
[17] Bkz; es-Silsiletu’s-Sahîha,
el-Elbânî, c,3, s:127.
[18] Bakara, 136.
[19] Nisa, 125.
[20] Lokman, 22.
[21] Tevbe, 119.
[22] Beyyine, 5.
[23] Buhârî, el-İlm, (99), Ahmed,
(2/373).
[24] Bakara, 165.
[25] Müslim, el-İmân, (23).
[26] Müslim, el-İmân, (8),
Tirmizî, el-İmân, (2610), Nesaî, el-İmân ve Şeraiuhu, (4990), Ebu Davûd,
es-Sünne, (4695), İbn Mâce, el-Mukaddime, (63),
Ahmed, (1/27).
[27] Buhârî, el-Cenâiz, (1292),
Müslim, el-Kader, (2658), Tirmizî, el-Kader, (2138), (4990), Ebu Davûd,
es-Sünne, (4714), Ahmed, (2/275), Mâlik, el-Cenâiz, (569).
[28] A’raf, 54.
[29] Fâtır, 13.
[30] Bakara, 163.
[31] A’raf, 59.
[32] Şura, 11.
[33] Mâide, 48.
[34] Mâide, 48.
[35] Nahl, 36.
[36] Fâtır, 24.
[38] Mü’min, 78.
[39] Allah Teâlâ bu iki hususla
ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “Bilmez misin ki Allah, gökte ve yerde ne
varsa hepsini bilir. Muhakkak bunlar bir kitaptadır (Levh-i Mahfuz'dadır)."
Hac,70. Sahih-i Müslim’de rivayet olunduğu üzere Abdullah b. Amr b. As
-radıyallahu anhuma- şöyle demiştir: “Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve
sellem’i- şöyle derken işittim; ‘Allah tüm yaratılmışların kaderlerini yer ve
gökleri yaratmadan elli bin sene önce yaratmıştır.”
[40] Kasas, 68.
[41] Zümer, 62.
[42] Hadid, 22-23.
[43] Bkz: Şerh-u Usuli’l-İmân,
Şeyh Muhammed b. el-Useymîn
[44] Zuhruf, 87.
[45] El-Cami’ul-Feriyd
Lil-Es'ileti ve’l-Ecvibeti alâ Kitabi’t-Tevhîd, s:9.
[46] En’âm, 88.
[47] Tevbe, 17.
[48] Mâide, 72.
[49] Ahmed, 5/428. Bu hadisi İmam
Ahmed, Taberanî, Beyhakî, Mahmud b. Lebiyd el-Ensarî -radıyallahu anh-’den-
ceyyid bir isnat ile rivâyet etmişlerdir. Ayrıca Taberanî bu hadisi Mahmud b.
Lebiyd el-Ensarî’den O da Rafi b. Hudeyc’den, O da Nebi -sallallahu aleyhi ve
sellem-’den rivâyet etmiştir.
[50] Buhârî, el-Eymân ve’n-Nûzûr,
(6271), Müslim, el-Eymân, (1646), Tirmizî, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (1533), Nesaî,
el-Eymân ve’n-Nûzûr (3763), Ebu Davûd, el-Eymân ve’n-Nûzûr, (3249), İbn Mâce,
el-Keffârat, (2094), Ahmed, (1/47), Mâlik, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (1037), Dârimî, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (2341). İmam
Ahmed, Ömer b. Hattab -radıyallahu anh-’dan- sahih bir isnatla rivâyet
etmiştir.
[51] Buhârî, el-Edeb, (5757),
Müslim, el-Eymân, (1646), Tirmizî, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (1535), Nesaî, el-Eymân
ve’n-Nûzûr (3766), Ebu Davûd, el-Eymân ve’n-Nûzûr, (3251), İbn Mâce,
el-Keffârat, (2094), Ahmed, (2/69), Mâlik, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (1037), Dârimî, en-Nûzûr ve’l-Eymân, (2341).
[52] Ebu Davûd,
el-Edeb, (4980), Ahmed, (5/393), Ebu Davûd, Huzeyfe b. el-Yemân -radıyallahu
anh-’dan sahih bir isnatla rivâyet etmiştir.
[53] ), İbn
Mâce, ez-Zühd, (4204), Ahmed, (3/30). Bu hadisi İmam Ahmed müsnedinde Ebu Said
el-Hudri- Radiyallahû anhû’den rivâyet etmiştir.
[54] Buhârî, el-İmân, (8),
Müslim, el-İmân, (16), Tirmizî, el-İmân (2609), Nesaî, el-İmân ve Şeraiuhû,
(5001), Ahmed, (2/93).
[55] Müslim, el-İmân, (82),
Tirmizî, el-İmân (2620), Ebu Davûd,
es-Sünne, (4678), İbn Mâce, İkâmetu’s-Salati ve’s-Sünnetû fîyhâ, (1078), Ahmed,
(3/370), Dârimî, es-Salât, (1233).
[56] Tirmizî, el-İmân (2616), İbn Mâce, el-Fiten, (3973), Ahmed, (5/231).
Tirmizî rivayet etmiş ve “Hasen, Sahih bir hadistir demiştir.”
[57] Bakara, 43.
[58] Beyyine, 5.
[59] Bakara, 183
[60] Âl-i İmrân,
97.
[61] Bkz: Erkânu’l-İslam, Şeyh
Abdulcabbar el-Carullah -rahimehullah-, s:7-8.
[62] Ebu Davûd, es-Salât, (495),
Ahmed, (2/187).
[63] Müslim, et-Tahara, (224),
Tirmizî, et-Tahara, (1), İbn Mâce, et-Tahara ve sünenihâ, (272), Ahmed, (2/51).
[64] İsrâ, 78.
[65] Bu hadisi Ahmed ve Nesâî
rivayet etmişlerdir.
[67] Tirmizî, et-Salât, (377),
Ebu Davûd, (641), İbn Mâce, et-Tahara ve
Sünenihâ, (655), Ahmed, (6/259).
[68] Nesâî, el-Kıble, (765), Ebu
Davûd, (632), Ahmed, (4/54). Tirmizî bu
hadise sahih demiştir.
[69] Müddesir, 4.
[70] Buhârî, el-Vudû, (225),
Müslim, et-Tahara, (291), Tirmizî, et-Tahara, (138), Nesâî, et-Tahara, (293),
Ebu Davûd, et-Tahara, (361), İbn Mâce,
et-Tahara ve sünenihâ, (629), Ahmed, (6/345), Mâlik, et-Tahara, (126), Dârimî,
et-Tahara, (772).
[71] Bakara, 144
[72] Buhârî, Bed’ul-Vahy, (1),
Müslim, el-İmara, (1907), Tirmizî, Fedailu’l-Cihâd, (1647), Nesâî, et-Tahara,
(75), Ebu Davûd, et-Talak, (2201), İbn
Mâce, ez-Zühd, (4227), Ahmed, (1/43), Mâlik, et-Tahara, (126), Dârimî,
et-Tahara, (772).
[73] Bkz: Menâru’s-Sebiyl,
(1/70-79).
[74] Bakara, 238.
[75] Buhârî, el-Cum’a, (1066),
Tirmizî, es-Salat, (371), Nesâî, Kıyamu’l-Leyl ve Tetavvu’u’n-Nehar, (1660),
Ebu Davûd, es-Salat, (952), İbn Mâce,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1231), Ahmed, (4/36).
[76] Tirmizî,
et-Tahara, (3), Ebu Davûd, et-Tahara, (61),
et-Tahara ve Sünnehâ, (275), Ahmed, (1/123), Dârimî, (687). Bu hadisi
Nesâî dışında beş hadis imamı rivâyet etmiştir. İmam Tirmizî bu hadis ile
ilgili olarak, “bu konuda rivâyet olunan en sahih hadistir” demiştir.
[77] Buhârî, el-İst’i’zan,
(5897), Müslim, et-Salât, (397), Tirmizî, et-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah,
(884), Ebu Davûd, et-Salât, (856), İbn
Mâce, İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (629), Ahmed, (2/437).
[78] Buhârî, el-Ezân, (723),
Müslim, es-Salât, (394), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah, (884),
Ebu Davûd, es-Salât, (856), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (837), Ahmed, (3/313), Darimî, es-Salât,
(1242).
[79] Hacc, 78.
[80] Buhârî, el-Ezân, (724),
Müslim, es-Salât, (397), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah, (884),
Ebu Davûd, es-Salât, (856), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1060), Ahmed, (2/437).
[81] Buhârî, el-Ezân, (760),
Müslim, es-Salât, (397), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah, (884),
Ebu Davûd, es-Salât, (856), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1060), Ahmed, (2/437).
[82] Tirmizî, es-Salât, (256),
Nesâî, el-İftitah, (1027), Ebu Davûd, es-Salât, (855), İbn Mâce, , İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu
Fîyhâ, (830), Ahmed, (4/119), Darimî, es-Salât, (1327).
[83] Buhârî, el-Ezân, (779),
Müslim, es-Salât, (490), Tirmizî, es-Salât, (273), Nesâî, et-Tatbîk, (1097),
Ebu Davûd, es-Salât, (889), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (884), Ahmed, (1/280), Darimî, es-Salât,
(1319).
[84] Buhârî,
el-Ezân, (760), Müslim, es-Salât, (397), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî,
el-İftitah, (884), Ebu Davûd, es-Salât, (856),
İbn Mâce, , İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1060), Ahmed, (2/437).
[85] Müslim, es-Salât, (498), Ebu
Davûd, es-Salât, (783), İbn Mâce, , İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (893),
Ahmed, (6/194).
[86] Buhârî, el-Ezân, (724),
Müslim, es-Salât, (397), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah, (884),
Ebu Davûd, es-Salât, (856), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1060), Ahmed, (2/437).
[87] Buhârî, el-Ezân, (724),
Müslim, es-Salât, (397), Tirmizî, es-Salât, (303), Nesâî, el-İftitah, (884),
Ebu Davûd, es-Salât, (856), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (1060), Ahmed, (2/437).
[88] Buhârî, el-Ezân, (605).
[89] Buhârî, el-İst’i’zan, (5876),
Müslim, et-Salât, (402), Tirmizî, en-Nikâh, (1105), Nesâî, es-Sehv, (1298), Ebu
Davûd, es-Salât, (968), İbn Mâce,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (899), Ahmed, (1/428), Darimî, es-Salât,
(1340).
[90] Buhârî, Ehadiysu’l-Enbiya, (3190), Müslim, es-Salât, (406), Tirmizî,
es-Salât, (483), Nesâî, es-Sehv, (1288), Ebu Davûd, es-Salât, (976), İbn Mâce, İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu
Fîyhâ, (904), Ahmed, (4/244), Darimî, es-Salât, (1342).
[91] Tirmizî,
et-Tahara, (3), Ebu Davûd, et-Tahara, (61),
et-Tahara ve Sünnehâ, (275), Ahmed, (1/123), Dârimî, (687). Bu hadisi
Nesâî dışında beş hadis imamı rivâyet etmiştir. İmam Tirmizî bu hadis ile
ilgili olarak, “bu konuda rivâyet olunan en sahih hadistir” demiştir.
[92] Bkz: es-Selsebil
fî-Marifeti’t-Delil, 1/146-148, Neylu’l-Me’arib fî-Tehzibî Şerhî
Umdeti’t-Talib, 1,2/166, el-Mulahasu’l-Fıkhî, 1/89-92.
[93] Tirmizî, es-Salât, (253), Nesâî,
es-Sehv, (1319), Darimî, es-Salât, (1249). Bu hadisi Ahmed, Nesâî ve Tirmizî
rivâyet etmiştir. Tirmizî bu hadisin sahih olduğunu söylemiştir.
[94] Buhârî, el-Ezân, (770),
Müslim, es-Salât, (392), Tirmizî, es-Salât, (254), Nesâî, el-İftitah, (1023),
Ebu Davûd, es-Salât, (836), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (860), Ahmed, (2/454).
[95] Müslim,
Salâtu’l-Musafiriyn ve Kasruhâ, (772), Tirmizî, es-Salât, (262), Nesâî,
et-Tatbiyk, (1133), Ebu Davûd, es-Salât, (871),
İbn Mâce, , İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (888), Ahmed, (5/398),
Darimî, es-Salât, (1306). Bu hadisi beş hadis imamı rivâyet etmiştir. Tirmizî
bu hadise sahih demiştir.
[96] Nesâî,
et-Tatbiyk, (1133), İbn Mâce, ,
İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (897), Darimî, es-Salât, (1324). Nesâî ve
İbn Mâce rivâyet etmiştir.
[97] Tirmizî, es-Salât, (302),
Nesâî, et-Tatbiyk, (1136), Ebu Davûd, es-Salât, (856), Ahmed, (4/340), Darimî,
es-Salât, (1329).
[98] Tirmizî, es-Salât, (289),
Nesâî, et-Tatbiyk, (1163), Ahmed, (1/437).
[99] Bkz: Menâru’s-Sebiyl,
1/87-89.
[100] Buhâri, Bkz. Feth’ul-Bâri (1/13); Müslim (1/301).
[101] Buhâri, Bkz. Fethu’l-Bâri (6/408).
[102] Ebu
Dâvud (2/86); Nesâi (3/53); Elbâni,“hadis sahihtir” der. Bkz. Sahih-i Ebî Dâvud
(1/284).
[103] Buhâri (8/168); Müslim (4/2078).
[104] Buhârî, el-İst’i’zan,
(5876), Müslim, et-Salât, (402), Tirmizî, es-Salât, (289), Nesâî, es-Sehv,
(1298), Ebu Davûd, es-Salât, (968), İbn
Mâce, İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (899), Darimî, es-Salât, (1340).
[105] Müslim, es-Salât, (405), Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an,
(3220), Nesâî, es-Sehv, (1285), Ebu Davûd, es-Salât, (979), Ahmed, (4/119),
Mâlik, en-Nidâ Li’salât, (398), Darimî, es-Salât, (1343).
[106] Buhâri (2/102); Müslim (1/412). Lafızlar, Müslim'e
âittir.
[107] Buhârî, el-Ezân, (799),
Müslim, ez-Zikr ve’d-Duâ ve’t-Tevbe, ve’l-İstiğfar, (2705), Tirmizî,
ed-Da’avat, (3531), Nesâî, es-Sehv, (1302),
İbn Mâce, ed-Duâ, (3835), Ahmed, (4/1).
[108] Buhârî, el-İst’i’zan,
(5876), Müslim, et-Salât, (402), Tirmizî, es-Salât, (289), Nesâî, es-Sehv,
(1298), Ebu Davûd, es-Salât, (968), İbn
Mâce, İkametu’s-Salati ve’s-Sünnetu Fîyhâ, (899), Darimî, es-Salât, (1340).
[109] Müslim, es-Salât, (402), Nesâî, es-Sehv, (1298),
Ebu Davûd, es-Salât, (968), Darimî, es-Salât, (1340). (el-Mecmu’atu’l-Celîle, s:
79-80.)
[110] Teverrük, kişinin namazda
kalçasını yere salıverip, sol oturak üzerine oturması, sağ ayağını dikip, sol ayağını sağ yandan dışarı çıkarmasıdır. (Mütercim)
[111] Tirmizî, el-İlm, (2676), İbn
Mâce, el-Mukaddime, (44), Ahmed, (4/126), Darimî, el-ükaddime, (95).
[112] Buhârî, Müslim ve diğer
hadis alimleri rivayet etmişlerdir.
[113] Bkz: el-Mulahhasu’l-Fıkhî,
1/31.
[114] Mâide, 6.
[115] Mâide, 6.
[116] Bu hadisi, Müslim, Nesâî,
Ebu Davûd ve İmam Ahmed rivayet etmişlerdir.
[117] Mâide, 6.
[118] Mâide, 6.
[119] Tirmizî, et-Tahara, (37),
Ebu Davûd, et-Tahara, (134), İbn Mâce, et-Tahara ve Sunenuhâ, (444).
[120] Mâide, 6.
[121] Bkz: es-Selsebil
fî-Marifeti’t-Delil, 1/51-53, el-Mulahasu’l-Fıkhî, 1/32-33.
[122] Mâide, 6.
[123] Buhârî, el-Vudu, (226),
Müslim, el-Hayd, (333), Tirmizî, et-Tahara, (125), Nesâî, el-Hayd
ve’l-İstihada, (364), Ebu Davûd, et-Tahara, (282), İbn Mâce, et-Tahara ve Sunenuhâ, (624),
Ahmed, (6/204). Ebu Davûd, İbn Mâce, İmam Ahmed, Tirmizî rivayet etmiştir.
Tirmizî, bu hadis hasen sahihtir demiştir. Elbanî el-İrvâ (1/146) adlı eserinde
sahih hadis demiştir.
[124] Ebu Davûd, et-Tahara,
(203), İbn Mâce, et-Tahara ve Sunenuhâ,
(477), Ahmed, (1/111). Ebu Davûd, İbn Mâce, Hâkim, Darukutnî rivayet etmiş,
El-Elbanî el-İrvâ (1/148) adlı eserinde hasen hadis demiştir.
[125] Tirmizî, et-Tahara, (82),
Nesâî, el-Ğusl ve’t-Teyemmum, (444), Ebu Davûd, et-Tahara, (181), İbn Mâce, et-Tahara ve Sunenuhâ, (479),
Ahmed, (6/406, Mâlik, et-Tahara, (91), Darimî, et-Tahara, (725). Nesaî, İbn
Mâce, İmam Ahmed rivayet etmiş, Elbanî el-İrvâ (1/150) adlı eserinde sahih
hadis demiştir.
[126] Müslim, el-Hayd, (360), İbn
Mâce, et-Tahara ve Sunenuhâ, (495), Ahmed, (5/98).
[127] Zümer, 65. el-Udde
Şerhu’l-Umde, 53-57.
[128] Bakara, 195.
[129] Tirmiî, el-Bir ve’s-Sıla,
(1987), Ahmed, (5/153), Darimî, er-Rikâk, (2791).
[130] Buhârî, el-Vasaya, (2615),
Müslim, el-Eymân, (89), Nesaî, el-Vasaya, (3671), Ebu Davûd, el-Vasaya, (2874).
[131] Tâ-hâ, 65, 66.
[132] Bakara, 102.
[133] Yusuf, 108.
[134] İbn-i
Mâce,(1/480),Ahmed (2/368);Bkz. Sahih-i İbn-i Mâce, (1/252).
[135] Bkz.
İbn-i Kudâme, Muğni(3/416);Abdülaziz b.Baz, Durûsu’l-Muhimme (s.15).