İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu ve başkalarının hutbesi şu üç zikri kapsar:
Elhamdülillah (Hamd Allah içindir.)
O'ndan yardım isteriz.
Ve O'ndan bağışlanma dileriz.
Bu
Şeyh Abdulkadir'den, sonra da Ebu'l-Hasan eş-Şazelî'den rivayet
edilmiştir. Şüphesiz bu rivayet faydalı sözleri bir araya getirmiştir.
Hamd Allah içindir. Allah'tan bağışlanma dilerim. Hareket
ve kuvvet ancak Allah'tandır.
Kul iki iş arasındadır;
Birisi; Allah'ın ona indirdiği nimetlerdir. Buna şükretmesi
gerekir.
İkincisi ise; iyi ya da kötü kendi yaptıklarıdır. İyi amelde
bulunuyorsa bunun için Allah'tan yardım istemesi gerekir. Eğer kötülük işlerse
bundan dolayı da bağışlanma dilemeye ve kötülüğün izinin yok olmasına
muhtaçtır.
Dımâd el-Ezdî hadisinde bu ifade:
"Hamd Allah içindir, O'na hamd eder ve
O'ndan yardım isteriz" (Müslim, Cum'a 46) şeklinde geçmiştir.
Burası
Fatiha suresine uygundur. Zira yarısı Rab için, yarısı da kul içindir. Rabbe
ait kısım Allah'a hamd etmek ile kula ait kısım ise Allah'tan yardım istemekle
başlar. Kişi O'na hamd ederiz ve O'ndan yardım isteriz der.
Nitekim
Ahmed b. Hanbel'in Zühd'de yer verdiği rivayette de görüldüğü
gibi hamd ile istiğfar birbirine bağlanmıştır: "Hasan zamanında birisi
vardı. Ona denildi ki:
İnsanlardan
pek çoğunun babadan oğula aldığı şu hutbeyi bize söyle:
"Hamd Allah içindir. O'na hamd eder,
O'ndan yardım ve hidayet ister ve O'ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin
şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız."
"O'na hamd eder ve O'ndan yardım
isteriz" ifadesi
Dımâd hadisinde geçmişti.
"O'ndan yardım ister ve O'ndan
bağışlanma dileriz" ifadesi
ise İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisinde geçmektedir.
"O'ndan hidayet isteriz" ifadesi Fatiha
suresinde yer alır. Zira Fatiha suresinin yarısı Rab azze ve celle içindir ve o
da hamd etmektir. Yarısı da kul içindir. Bu da yardım ve hidayet isteğidir.
Burada bağışlanma isteği yoktur. Zira bağışlanma istemesi ancak günahlarla
beraber olur. Bu sure imanın temelidir. Zira Fatiha suresi saadet kapısıdır ve
günahlara engeldir.
Nitekim
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten
alıkoyar." (Ankebut, 45)
İbn Abbas Radıyallahu Anhuma'dan rivayet edildiğine
göre;
Dımâd Mekke'ye geldi. Ezdişenue kabilesindendi ve delilere bir
şeyler okurdu. Mekkeli bazı alçakların,
"Muhammed delidir," dediklerini
işitmişti. Bunun üzerine (kendi kendine),
"Şu zâtı bir görsem! Belki Allah ona benim sayemde şifâ
verir" demişti. Sonra ona rastlayınca:
"Ey Muhammed! Ben delilere okurum. Hem Allah benim elimde
dilediğine şifâ ihsan eder. Sana okumamı ister misin?" dedi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şu karşılığı verdi:
"Şüphesiz hamd Allah'a mahsustur. O'na
hamd eder, O'ndan yardım dileriz. Allah kime hidayet verirse artık onu
saptıracak kimse yoktur. Kimi de saptırırsa onu doğru yola ulaştıracak kimse
yoktur. Allah'tan başka ibadete layık ilâh olmadığına, O'nun bir olup ortağı
bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve rasulü olduğuna şehâdet
ederim."
Dımâd:
"Şu sözlerini bana bir daha tekrarla!" dedi.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunları ona üç defa
tekrarladı. Bunun üzerine Dımâd,
"Vallahi ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların
sözlerini de, şairlerin sözlerini de dinledim; ama senin şu sözlerin gibi hiç
bir söz işitmedim. Bunlar gerçekten denizin dibini buldu. Ver elini sana
İslâmiyet üzerine biat edeyim!" diyerek ona biat etti.
Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
"Kavmin için de mi?" buyurdu.
Dımâd,
"Evet. Kavmim adına da," dedi." (Müslim,
Cum'a 46)
Bunu
Müslim Sahîh'inde rivayet etmiştir.
Bu yüzden bu şekilde davranılması müstehap olmuş, insanlara
ilim öğretirken genel ve özel hitap şekilleri kullanılmış, Kur'an, sünnet ve
fıkhın öğretiminde bu metot uygulanmıştır.
İnsanlara öğüt verirken ve onlarla mücadele ederken bu
nebevi şer'i hutbe ile açılış yapılır.
Zamanımızda kendilerine yetiştiğimiz şeyhlerimiz bunları
devam ettirmişlerdi ve biz bunu onlardan aldık. Onlar camilerde, medreselerde
ve başka yerlerde tefsir veya fıkıh meclislerine bu hutbe ile başlıyorlardı.
Mesela şu söylenebilir:
"Hamd alemlerin rabbi olan Allah içindir. Allah,
rasullerin sonuncusu Muhammed'e, onun âl'ine ve bütün sahabilerine salat etsin.
Allah bizden, sizden, şeyhlerimizden, bütün Müslümanlardan, burada hazır
bulunan bütün Müslümanlardan razı olsun."
Nitekim
nikâh talebinde bazılarının meşru olmayan hutbeler okuduklarını gördüm. Her bir
topluluğun kendilerine mahsus diğerlerinden ayrı nikâh kıyma şekli vardı.
Şüphesiz
İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisi nikâha has değildir. O kulların
birbirine muhatap olduğu her hacet için bir hutbedir. Nikâh da bunlardan
biridir.
Muhakkak
ki söz ve amel olarak bütün ibadet ve adetlerde meşru sünnetlere riayet etmek
sıratı müstakimin kemalidir. Bunun dışındakiler yasaklanmış olmasa da eksiktir
ve tercih edilmezler. Zira en hayırlı yol Muhammed Sallallahu Aleyhi ve
Sellem'in yoludur.
Tahkik:
"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım
ister ve O'ndan bağışlanma dileriz" sözü, nebevi hadiste geçtiği gibi özlü
sözlerdendir.
Bu,
İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisinde zikredilmiştir. Nebî Sallallahu
Aleyhi ve Sellem'e özlü sözler, başlangıçları ve sonları verilmiştir.
"Eba" surelerinde de böyledir. Şüphesiz hidayet istemek, yardım
istemeye dâhildir. "O'na hamd ederiz" sözünün tekrarına gerek
görülmemiş, "Hamd Allah içindir" sözü ile yetinilmiştir. Eğer
Kunut duasında olduğu gibi araları ayrılırsa yine caiz olur.
"Allah'ım! Senden yardım, hidayet ve
bağışlanma dileriz. Sana iman ettik ve tevekkülümüz sanadır. Bütün hayırlarla
seni över ve Sana şükrederiz. Sana nankörlük etmeyiz, sana isyan edenden
ayrılır ve onu terk ederiz." (Beyhakî, Sünenu'l-Kübra, II, 210,
211)
Bu,
"Eba" surelerinden birindedir. Bu nüsha kula ait kısım olan
yardım isteme ile başlamıştır. Bundan sonra Fatihatu'l-Kitab vardır. İkinci
nüshada şu şekildedir:
"Allah'ım! Ancak sana kulluk eder, senin
için namaz kılar ve Sana secde ederiz. Ancak Sana kulluk için çalışır ve
koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da korkarız. Zira senin
azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşacaktır."
Bu
Rabbe ait olan kısım olup bundan önceki kısım Fatiha ile beraber ibadetin
başlangıcıdır. Kunut duaları ile Fatihatu'l-Kitab arasında münasebet vardır.
Her ikisi de hutbetu'l-hace'yi ve özlü sözleri bir araya getirmiştir.
"Nefislerimizin şerrinden ve
amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız" sözüne gelince;
şüphesiz bundan sığınma iki şekilde olur:
Mevcut
olan şeyin kişiye zarar vermemesi için Allah'a sığındır. Mevcut olmayan şeyden
de meydana gelmemesi için Allah'a sığındır. Şüphesiz nefsin varlığı zarardır.
Öncekine
örnek; "Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" sözüdür,
ikincisine örnek ise;
"Ve de ki: Rabbiml Şeytanların kışkırtmalarından sana
sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!" (Mü'minun,
97-98 ayeti
ile
"Allah'ım! Sapmaktan ve saptırılmaktan,
yanılmaktan ve yanıltılmaktan Sana sığınırım," hadisidir.
"De ki: "Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,
yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç
kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım" (Felâk,
1-5)
kavline gelince;
Bunda
her iki çeşit de ortaktır. Zira mevcudun zarar vermemesinden ve mevcut olmayanın
kötülüğünden Allah'a sığınılmaktadır.
Hadisteki,
"Nefislerimizin şerrinden Allah'a sığınırız" sözünde iki ihtimal
vardır.
Burada
nefsin şer olmasından dolayı Allah'a sığınmamız ve onun şerrine düşmemizden
Allah'a sığınmamız muhtemeldir, ikincisi daha kuvvetliye benziyor.
En iyi bilen Allah'tır.
"Ve amellerimizin kötülüklerinden."
Bu
amellerin sonuçlarının kötülüklerinden demektir. Bu aynı "Kurdukları
tuzakların kötülüklerinden" Mü'min, 45) ayetinde geçtiği
gibidir.
Şüphesiz
hasenat (iyilikler) ve seyyiat (kötülükler) kelimeleri ile taat
ve isyanlar kastedildiği gibi, çoğunlukla da nimetler ve cezalandırmalar
kastedilir.
Eğer
kötülükler burada isyanlar anlamında yorumlanırsa sığınan kişi kötülük
işlemekten veya onun zararından sığınmış olur.
Eğer
öncekine yorumlanırsa ki bu daha kuvvetlidir, amellerinin kötü karşılıklarından
sığınmış olur.
Böylece hadis fiili ve gaybî zarardan sığınmayı
kapsamaktadır. Şüphesiz zararın sebebi nefsin şerridir. Neticesi ise günahın
cezasıdır.
Binaenaleyh
gerçekleşme sebebi mevcut olmayan zarardan sığınılmış olur.
Şüphesiz
nefsin muktezası şer, amellerin muktezası karşılıklarıdır. Sığınması, nefsinin
şerrinden veya amellerinin cezasından dolayı olur. Nitekim şöyle denilmiştir:
Bilakis
şer; günahlara iten ve nefisle kaim olan bir sıfattır. Onun varlığı şeytanın
varlığı gibidir. Ondan zarara ve musibete düşürmemesi için Allaha sığınılır.
Nitekim "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım" denilir.
Eğer
ayet gerçekleşen şerlere yorumlanırsa, o zaman nefisten dolayı işlenen günahlar
kastedilmiş olur. Bu da üçüncü kısımdır.