Bu Blog içinde Ara

11 Mayıs 2021 Salı

HUTBETU'L-HACE

 İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu ve başkalarının hutbesi şu üç zikri kapsar:

Elhamdülillah (Hamd Allah içindir.)

O'ndan yardım isteriz.

Ve O'ndan bağışlanma dileriz.

Bu Şeyh Abdulkadir'den, sonra da Ebu'l-Hasan eş-Şazelî'den rivayet edilmiştir. Şüphesiz bu rivayet faydalı sözleri bir araya getirmiştir.

Hamd Allah içindir. Allah'tan bağışlanma dilerim. Hareket ve kuvvet ancak Allah'tandır.

Kul iki iş arasındadır;

Birisi; Allah'ın ona indirdiği nimetlerdir. Buna şükretmesi gerekir.

İkincisi ise; iyi ya da kötü kendi yaptıklarıdır. İyi amelde bulunuyorsa bunun için Allah'tan yardım istemesi gerekir. Eğer kötülük işlerse bundan dolayı da bağışlanma dilemeye ve kötülüğün izinin yok olmasına muhtaçtır.

 

Dımâd el-Ezdî hadisinde bu ifade:

"Hamd Allah içindir, O'na hamd eder ve O'ndan yardım isteriz" (Müslim, Cum'a 46) şeklinde geçmiştir.

Burası Fatiha suresine uygundur. Zira yarısı Rab için, yarısı da kul içindir. Rabbe ait kısım Allah'a hamd etmek ile kula ait kısım ise Allah'tan yardım istemekle başlar. Kişi O'na hamd ederiz ve O'ndan yardım isteriz der.

Nitekim Ahmed b. Hanbel'in Zühd'de yer verdiği rivayette de görüldüğü gibi hamd ile istiğfar birbirine bağlanmıştır: "Hasan zamanında birisi vardı. Ona denildi ki:

İnsanlardan pek çoğunun babadan oğula aldığı şu hutbeyi bize söyle:

"Hamd Allah içindir. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve hidayet ister ve O'ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız."

"O'na hamd eder ve O'ndan yardım isteriz" ifadesi Dımâd hadisinde geçmişti.

"O'ndan yardım ister ve O'ndan bağışlanma dileriz" ifadesi ise İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisinde geçmektedir.

"O'ndan hidayet isteriz" ifadesi Fatiha suresinde yer alır. Zira Fatiha suresinin yarısı Rab azze ve celle içindir ve o da hamd etmektir. Yarısı da kul içindir. Bu da yardım ve hidayet isteğidir. Burada bağışlanma isteği yoktur. Zira bağışlanma istemesi ancak günahlarla beraber olur. Bu sure imanın temelidir. Zira Fatiha suresi saadet kapısıdır ve günahlara engeldir.

Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (Ankebut, 45)

 

İbn Abbas Radıyallahu Anhuma'dan rivayet edildiğine göre;

Dımâd Mekke'ye geldi. Ezdişenue kabilesindendi ve delilere bir şeyler okurdu. Mekkeli bazı alçakların,

"Muhammed delidir," dediklerini işitmişti. Bunun üzerine (kendi kendine),

"Şu zâtı bir görsem! Belki Allah ona benim sayemde şifâ verir" demişti. Sonra ona rastlayınca:

"Ey Muhammed! Ben delilere okurum. Hem Allah benim elimde dilediğine şifâ ihsan eder. Sana okumamı ister misin?" dedi.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şu karşılığı verdi:

"Şüphesiz hamd Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım dileriz. Allah kime hidayet verirse artık onu saptıracak kimse yoktur. Kimi de saptırırsa onu doğru yola ulaştıracak kimse yoktur. Allah'tan başka ibadete layık ilâh olmadığına, O'nun bir olup ortağı bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve rasulü olduğuna şehâdet ederim."

Dımâd:

"Şu sözlerini bana bir daha tekrarla!" dedi.

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bunları ona üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Dımâd,

"Vallahi ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şairlerin sözlerini de dinledim; ama senin şu sözlerin gibi hiç bir söz işitmedim. Bunlar gerçekten denizin dibini buldu. Ver elini sana İslâmiyet üzerine biat edeyim!" diyerek ona biat etti.

Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

"Kavmin için de mi?" buyurdu. Dımâd,

"Evet. Kavmim adına da," dedi."  (Müslim, Cum'a 46)

Bunu Müslim Sahîh'inde rivayet etmiştir.

 

Bu yüzden bu şekilde davranılması müstehap olmuş, insanlara ilim öğretirken genel ve özel hitap şekilleri kullanılmış, Kur'an, sünnet ve fıkhın öğretiminde bu metot uygulanmıştır.

İnsanlara öğüt verirken ve onlarla mücadele ederken bu nebevi şer'i hutbe ile açılış yapılır.

Zamanımızda kendilerine yetiştiğimiz şeyhlerimiz bunları devam ettirmişlerdi ve biz bunu onlardan aldık. Onlar camilerde, medreselerde ve başka yerlerde tefsir veya fıkıh meclislerine bu hutbe ile başlıyorlardı.

 

Mesela şu söylenebilir:

"Hamd alemlerin rabbi olan Allah içindir. Allah, rasullerin sonuncusu Muhammed'e, onun âl'ine ve bütün sahabilerine salat etsin. Allah bizden, sizden, şeyhlerimizden, bütün Müslümanlardan, burada hazır bulunan bütün Müslümanlardan razı olsun."

Nitekim nikâh talebinde bazılarının meşru olmayan hutbeler okuduklarını gördüm. Her bir topluluğun kendilerine mahsus diğerlerinden ayrı nikâh kıyma şekli vardı.

Şüphesiz İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisi nikâha has değildir. O kulların birbirine muhatap olduğu her hacet için bir hutbedir. Nikâh da bunlardan biridir.

Muhakkak ki söz ve amel olarak bütün ibadet ve adetlerde meşru sünnetlere riayet etmek sıratı müstakimin kemalidir. Bunun dışındakiler yasaklanmış olmasa da eksiktir ve tercih edilmezler. Zira en hayırlı yol Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yoludur.

 

Tahkik:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım ister ve O'ndan bağışlanma dileriz" sözü, nebevi hadiste geçtiği gibi özlü sözlerdendir.

Bu, İbn Mes'ud Radıyallahu Anhu hadisinde zikredilmiştir. Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e özlü sözler, başlangıçları ve sonları verilmiştir. "Eba" surelerinde de böyledir. Şüphesiz hidayet istemek, yardım istemeye dâhildir. "O'na hamd ederiz" sözünün tekrarına gerek görülmemiş, "Hamd Allah içindir" sözü ile yetinilmiştir. Eğer Kunut duasında olduğu gibi araları ayrılırsa yine caiz olur.

"Allah'ım! Senden yardım, hidayet ve bağışlanma dileriz. Sana iman ettik ve tevekkülümüz sanadır. Bütün hayırlarla seni över ve Sana şükrederiz. Sana nankörlük etmeyiz, sana isyan edenden ayrılır ve onu terk ederiz." (Beyhakî, Sünenu'l-Kübra, II, 210, 211)

Bu, "Eba" surelerinden birindedir. Bu nüsha kula ait kısım olan yardım isteme ile başlamıştır. Bundan sonra Fatihatu'l-Kitab vardır. İkinci nüshada şu şekildedir:

"Allah'ım! Ancak sana kulluk eder, senin için namaz kılar ve Sana secde ederiz. Ancak Sana kulluk için çalışır ve koşarız. Rabbimiz! Rahmetini umar, çetin azabından da korkarız. Zira senin azabın düşmanın olan kâfirlere ulaşacaktır."

Bu Rabbe ait olan kısım olup bundan önceki kısım Fatiha ile beraber ibadetin başlangıcıdır. Kunut duaları ile Fatihatu'l-Kitab arasında münasebet vardır. Her ikisi de hutbetu'l-hace'yi ve özlü sözleri bir araya getirmiştir.

 

"Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden Allah'a sığınırız" sözüne gelince; şüphesiz bundan sığınma iki şekilde olur:

Mevcut olan şeyin kişiye zarar vermemesi için Allah'a sığındır. Mevcut olmayan şeyden de meydana gelmemesi için Allah'a sığındır. Şüphesiz nefsin varlığı zarardır.

Öncekine örnek; "Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" sözüdür, ikincisine örnek ise;

"Ve de ki: Rabbiml Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!" (Mü'minun, 97-98 ayeti ile

"Allah'ım! Sapmaktan ve saptırılmaktan, yanılmaktan ve yanıltılmaktan Sana sığınırım," hadisidir.

"De ki: "Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım" (Felâk, 1-5) kavline gelince;

Bunda her iki çeşit de ortaktır. Zira mevcudun zarar vermemesinden ve mevcut olmayanın kötülüğünden Allah'a sığınılmaktadır.

 

Hadisteki, "Nefislerimizin şerrinden Allah'a sığınırız" sözünde iki ihtimal vardır.

Burada nefsin şer olmasından dolayı Allah'a sığınmamız ve onun şerrine düşmemizden Allah'a sığınmamız muhtemeldir, ikincisi daha kuvvetliye benziyor.

En iyi bilen Allah'tır.

 

"Ve amellerimizin kötülüklerinden."

Bu amellerin sonuçlarının kötülüklerinden demektir. Bu aynı "Kurdukları tuzakların kötülüklerinden" Mü'min, 45) ayetinde geçtiği gibidir.

Şüphesiz hasenat (iyilikler) ve seyyiat (kötülükler) kelimeleri ile taat ve isyanlar kastedildiği gibi, çoğunlukla da nimetler ve cezalandırmalar kastedilir.

Eğer kötülükler burada isyanlar anlamında yorumlanırsa sığınan kişi kötülük işlemekten veya onun zararından sığınmış olur.

Eğer öncekine yorumlanırsa ki bu daha kuvvetlidir, amellerinin kötü karşılıklarından sığınmış olur.

Böylece hadis fiili ve gaybî zarardan sığınmayı kapsamaktadır. Şüphesiz zararın sebebi nefsin şerridir. Neticesi ise günahın cezasıdır.

Binaenaleyh gerçekleşme sebebi mevcut olmayan zarardan sığınılmış olur.

Şüphesiz nefsin muktezası şer, amellerin muktezası karşılıklarıdır. Sığınması, nefsinin şerrinden veya amellerinin cezasından dolayı olur. Nitekim şöyle denilmiştir:

Bilakis şer; günahlara iten ve nefisle kaim olan bir sıfattır. Onun varlığı şeytanın varlığı gibidir. Ondan zarara ve musibete düşürmemesi için Allaha sığınılır. Nitekim "Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım" denilir.

Eğer ayet gerçekleşen şerlere yorumlanırsa, o zaman nefisten dolayı işlenen günahlar kastedilmiş olur. Bu da üçüncü kısımdır.