Bu Blog içinde Ara

23 Aralık 2021 Perşembe

Müflis Kimdir Ahirette Takas Nasıl Yapılır

İdrak sahibi her Müslüman geçip-giden ve bir daha gelmeyecek olan kısa dünya ömrünün daima muhasebesini yapmalıdır.

Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler, bizleri bu muhasebeye davet eder.

Haşr suresinin 18.ayetinde mealen şöyle buyrulur:”Ey iman edenler; Allah’tan korkun ve herkes, yarın için, yani ahiret hayatı için, önceden ne (gibi ameller) göndermiş olduğuna bir baksın. Hem Allah’tan korkup kötülüklerden sakının; çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”

Hadis-i Şerifte ise sevgili peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor:“Akıllı kimse, kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için hazırlayan kimsedir. Aciz kimse ise, nefsinin isteklerine tabi olan ve Allah’tan olmadık şeyler isteyen kimsedir.” (Tirmizi, Kıyame 25)

Yüce İslam dini bizler için hem dünya hem de ahiret saadetini vaat ediyor.

Bunun için de Hz. Allah’ın nimetlerinden istifade ederken, nimetin sahibini unutmamamız, nankörlük etmememiz ve bizlere olan emir ve yasaklarına uymamız yeterli olmaktadır.

Cenab-ı Hakka karşı kulluk görevlerimizin başında İman gelir. Bu nimetle şereflenen kimseleri Cenab-ı Hak, Cennetine davet etmektedir.

Bunun için de evvela farzları yerine getirmek, haramlardan sakınmak, Peygamberimiz (sas)in sünnetine uymak gerekir.

Bütün bu güzelliklerin yanında; bizi Hz. Allah katında en çok sıkıntıya sokacak ve bütün iyiliklerimizi yok edebilecek olan tehlikelerden de sakınmak gerekir. Bunların başında kul hakları gelir.

İslam dini kul hakkına o kadar önem vermiştir ki; ancak ödenerek veya o kul tarafından helal edilerek kul hakkından kurtulacağı beyan edilmiştir.

Onun için kul hakkı Allahımızın hakkından daha zorludur. Çünkü Cenab-ı Hak zengindir, kendi hakkını affedebilir; ama kullar ihtiyaçlıdır. Haklarını almak isterler.

Ahirete inanıyorsanız adaletin sizi beklediğini bilin derim. Bizi bekleyen adalet “Kul Hakkı”dır. Neden mi? İzah edeyim ama önce Ehl-i Sünnetin itikat kitaplarında kul hakkının neden yer aldığını açıklayalım…

Kul hakkı meselesi, Kul hakkı konusunda diğer günahlar gibi Allahü teala dilerse affeder diyemiyoruz. Bir kimse namaz kılmasa, içki içse yine günah kazanmış olur ama biz bu günahlarından dolayı bu kişinin ebedî azap göreceğini söyleyemeyiz. Oysa kul hakkı böyle değildir, dünyada onun tekfir edip dinden çıkarmayız ama ahirette bu kişinin durumu konusunda açıkça onun zarar göreceğini söyleyebiliriz…

Bir diğer sebebi de akaid ilkelerinin, onun etrafında oluşan bir milletin kurucu ilkeleri olmasıdır. İslam ümmeti veya İslam milleti dediğimiz o büyük millet bu akaid ilkeleri etrafında bir araya gelir. Peki, İslam milletinin en önemli vasfı nedir? Adalettir. Kur’ân’da Allah “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (örnek) bir ümmet yaptık” buyurmaktadır. “Vasat” ile kastedilen adil olmaktır.  “Ümmeten vasaten”, ümmeten adilen demektir, çünkü o yüzden Allah Müslümanları insanlığa şahit kılmıştır. Ancak adil olanlar insanlığa şahitlik yapabilirler. Adaletin sağlanması ise hakların gözetilmesine, hakkı olana hakkını teslim etmeye, kimseye zulüm edilmemesine bağlıdır.  Bu yüzden de akaid metinlerinde açıkça bu ilkeye yer verilmiştir.

 “Her kim ki, dünyada mü'min olarak ölen bir hasmı olur ve onu razı etmezse, o kişinin kıyamet gününde Allah'ın onun iyiliklerinden hasmına vereceğini bilmesi gerekir. Bunun aksini düşünen ve ‘Allah iyiliklerimi hasmıma vermez’ diyen kimse bid’atçi durumuna düşer.” Burada “hasım” ile kastedilen borçlu demektir. Borçlu illa maddi olarak birine borç veren değildir, bir kimsenin hakkını gasbeden, onu haksız biçimde ele geçiren kimse de o hakkın sahibine karşı borçludur. Bu ifadeler bize Peygamber’in (aleyhisselam) müflis hadisini hatırlatmaktadır.

2603- Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “İflas eden kimdir? Biliyor musunuz?” Ashab: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bize göre, müflis parası ve malı olmayan kimsedir” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimin müflisi o kimsedir ki kıyamet günü kıldığı namazıyla tuttuğu orucuyla ve verdiği Zekâtıyla getirilecek aynı zamanda işlediği günahlardan; sövdüğü zina isnadında bulunduğu, haksız yere mal yediği ve haksız yere kan akıttığı ve ona buna vurduğu şerlerde ortaya konacaktır. ve böylece o kişi yaptıklarının hesabını vermeye oturacak ve yaptığı kötülüklere karşılık iyilikleri takas edilecektir. İyilikleri bitince takas işlemi onun günahlarının buna verilmesi bunun sevaplarının da ona verilmesiyle devam edilecektir. Sonucunda da cezasını ateşle çekmek üzere Cehenneme atılacaktır. İşte müflis budur.” (Müslim, Birr ve Sıla: 74)

Bu hadis-i şerifte Peygamber'in "Müflis kimdir" şeklindeki sorusundaki gaye, muhataplarına toplum tarafından algılandığı gibi parası ve malı bulunmayan anlamını öğretmek değil, ahiret hayatıyla ilgili olan gerçek anlamına dikkat çekmektir. Hiçbir akçenin geçmeyeceği o günde geçerli akçenin, insanın ibadet, hayır, hasenat gibi Allah rızasını elde edebileceği işler olduğunu öğretmektir. Tabi ki insanoğlu böyle değerli bir akçeyi yitirmek istemeyecektir. Çünkü dünyada malını mülkünü kaybeden onları tekrar kazanabilir. Fakat ahirette kaybettikleri için ikinci bir kazanma fırsatı olmayacaktır.

İflas durumunda olan bir insanın psikolojik olarak da iflası söz konusudur. O psikolojiyi Efendimiz bizzat yaşatarak, o duruma düşmemeleri noktasında ashabını, daha işin başında uyarmaktadır. Böylece ibadet ve taatlerin ne anlam ifade ettiğini daha iyi kavratmış olmaktadır.

Görülüyor ki, kul hakkına dikkat etmeyenleri amelleri kurtaramıyor.     

Bu hususta bütün insanlar eşittir. Hatta Müslüman olmayanların hakları Müslümanların hakkından daha tehlikelidir. Onlarla ahirette helalleşmek mümkün olmayacağı için haklarını sonuna kadar isterler. Onun için İslam âlimleri, gayrimüslimlerin haklarına daha fazla hassasiyet göstermişlerdir.

Ayrıca sadece insanların değil; büyük-küçük hayvanatın, bitkilerin bile hakları olduğunu unutmamalıyız. Peygamber efendimiz (sav)in, ”Nehirde bile abdest alıyor olsan, suyu fazla kullanman israftır.” buyurması yaşadığımız çevreye karşı mesuliyetimizi gösterir.

Elbette başıboş değiliz ve hepimiz bu hayatın hesabını vereceğiz. Zerre kader iyilik de kötülük de İlahi terazide görülecektir. Onun için; hızla akıp giden kısa dünya ömrümüzde, kulluk vazifelerimize dikkatle beraber, bizleri sıkıntıya sokacak hallerden daima sakınmalı, bir hata ettiysek hemen onu telafiye çalışmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz (sav)bizleri ikaz ederek buyuruyorlar ki: “Nerede olursan ol Allah-ü Teâlâ’dan kork, yaptığın bir hatadan sonra hemen onu telafi edecek bir iyilik yap, İnsanlara da rıfk ile, yumuşaklıkla muamele et”

2604- Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Mal ve namus meselesinde bir kulun bir kardeşinde bir hakkı bulunur da bu dünya hayatında onunla helalleşirse Allah o kuluna rahmet etsin. Çünkü kıyamette ne dinar nede dirhem bulunmayacaktır. Eğer o kimsenin iyilik ve sevapları varsa onlar alınıp haksızlık edilen kimseye verilecektir. Şayet sevapları yoksa haksızlık yapılan kimsenin günahları buna verilmek suretiyle hesaplaşma tamamlanacaktır.” (Tirmizî rivâyet etmiştir.)

Müflis hadisinin anlamına çok yakın olan bu hadis, hem zulüm ile kul hakkı kavramının nasıl birbiriyle ilişkili olduğunu hem de helalleşmenin bağışlanmayı getireceğini gösteriyor. Nasıl ki iman etmek, şirki ortadan kaldırıyorsa; hak sahibine hakkını iade edip adaletin tesis edilmesi de zulmün ve kul hakkının affına vesile olabiliyor.

2605- Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde tüm haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz hayvanın bile boynuzludan hakkı alınacaktır.” (Müslim, Birr ve Sıla: 79)

2606- Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in arkadaşlarından Mıkdad (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet günü güneş kulların üzerine bir mil veya iki mil mesafeye kadar yaklaştırılacaktır.” Süleym diyor ki: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in milden neyi kastettiğini bilemiyorum ya uzunluk ölçüsü olan mil veya göze sürme çekilen mil. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle devam etti: “Güneş onları adeta eritecek ve herkes yaptığı amelleri oranınca sıkıntıdan ter içinde kalacaktır. Kimi topuğuna kadar kimi diz kapaklarına kadar kimi de beline kadar kimi de ağzına kadar ter içinde kalacaktır.” Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü söylerken ağzına işaret ediyor ve; “Ağzına gem vuracak kadar” diyordu. (Müslim, Cennet: 15)

2607- İbn Ömer (radıyallahü anh)’den rivâyete göre, (Hammad bu hadis merfu hükmündedir) dedi. Mutaffifin sûresi 6. ayeti: “O gün insanlar alemlerin rabbi huzurunda kalkıp dikilecekler” şöyle demiştir: Kulakların yarısına kadar ter içinde kalacaklardır. (Müslim, Cennet: 15; İbn Mâce, Zühd: 68)

Kişi kul hakkından dolayı bir ceza ile karşılaşmak istemiyorsa yapması gereken iki şey vardır. Birincisi helalleşecek. Bu helalleşme nasıl olur? Ya karşıdaki bunu helal eder ya da öder karşılığını verir. Bir de üzerine tövbe edecek, dolayısı ile tövbenin de buna eklenmesi gerektiğini anlıyoruz ki, bu günahtan kurtulsun. Kişi bireysel hakları bireye, kamu haklarını ise beytülmale ödemek zorundadır. Birey şahıslarla helalleşebilir ama kamuyla helalleşme şansı yoktur. Şimdi Hazreti Ömer’in (radıyallahü anh) neden kamu görevini ateşten gömlek olarak gördüğünü anladınız sanırım.

Kul hakkı, toplumsal refah ve adaletin sağlanması için oldukça önemli bir ilkedir. Birey ya da kamudan üzerimize haksız yere geçecek bir hakkı ödemeden cennete giremeyeceğimizi bilmek bireyin öz-denetim mekanizmalarını güçlendirecektir. Hatta bireyden üzerimize geçen hakları bazen ödemeden de kişiye helal ettirmek mümkün iken kamudan üzerimize geçen hakları geri misliyle ödemeden asla affettiremeyiz. İşte Hazreti Ömer’in, kendi özel işini yaparken kendi mumunu, kamu hizmeti görürken devletin mumunu yakmasındaki hassasiyeti sağlayan bilinç bu itikattır…

Kul hakkını yiyen bir kimse hakkını yediği kimse ile helalleşmedikçe ona hakkını ödemedikçe cennete gidemez, ilkesini cuma hutbelerinde, Tüm sohbetlerde, her birey ailesine öğretsek, etkisi olmaz mı? Ehl-i Sünnetin önemsediğini bugün biz önemsemez olduk!

Kur’an’da ve Sünnette yer alan pek çok hüküm, insanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallardır.

O halde din sadece zihinlerde ve gönüllerde yer alan ve hayata yansımadığı için de ne olduğu anlaşılamayan soyut bir kavram değildir. Öyle olsaydı Hz. Peygamber, başkalarına yapılan haksızlıkları, cehenneme götüren davranışlar ola rak nitelendirmezdi.

Çok iyi bilindiği gibi sevgili Peygamberimiz ömrünü, imanlı, ahlâklı ve erdemli bir toplum oluşturmak yolunda harcamıştır.

Çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı zulüm ve haksızlıklar bunun içindir. Risa- letten önce "hılfu’l-fudûl" cemiyetine katılırken de, Medine döneminde, "şimdi de böyle bir cemiyet olsa seve seve iştirak ederdim" derken de, hakkın ikamesi, zulüm ve haksızlıkların ortadan kaldırılması idealini gerçekleştirmek için çalışmıştır.

İslâm, toplum içinde yaşanan bir din olduğu, Müslümanlar da "insanlığa örnek olacak hayırlı bir ümmet" (Âl-i imran, 110) oluşturmak durumunda oldukları için, toplumdan uzaklaşıp dünyaya sırt çevirerek yaşanan bir hayat dinimizce makbul sayılmamıştır. Çünkü bu, bir nevi sorumluluklardan kaçıştır. Kişinin, ailesine, yakınlarına ve çevresine karşı yükümlü olduğu görevlerinden uzaklaşmasıdır. O toplumdan uzaklaşmasına yol açan olumsuzluklara bîgâne kalarak, geride kalanlara yapabileceği katkıları göz ardı edip bencilce davranmasıdır.

Onun için sevgili Peygamberimiz, toplumsal sorumluluğun önemini ve nemlazımcılığın tehlikeli sonucunu şu güzel örnekle insanlara anlatmıştır: "Allah Teala’nın çizdiği sınırlara riayet etmeyen kimse(ler), bir gemiyi altlı üstlü paylaşan şu topluluğa benzerler: Altta olanlar, su almak istedikleri zaman, üsttekilerin yanına çıkıp, "biz kendi yerimizi delerek su alsak da sizi (üsttekileri) rahatsız etmesek" deseler, onlar da bunları kendi hallerine bırakıp müdahale etmeseler, hepsi birlikte helak olurlar. Eğer mani olurlarsa, onlar da kendileri de hep birlikte kurtulmuş olurlar." (Buhari, Şerike, 6)

Hadis-i şeririn işaret. ettiği gibi, aslında, iadece milletler olarak değil, bütün bir insanlık olarak da aynı geminin içindeyiz. Bu gemide ister birbirimize, isterse gemiye zarar verelim, nihayet kendimize zarar vermiş olacağız.

Bütün bu ve benzeri uhrevi olumsuzluklarla karşılaşmamak için daha hayatta iken yapılan uyarıları dikkate alıp insanlara (özellikle müslümanlara) zarar vermekten kaçınmak gerekmektedir. “Müslüman, eliyle ve diliyle diğer Müslümanlara zarar vermeyendir.”

Zaten kişi, var olan yeteneklerini ve imkanlarını İslam davası uğrunda sarfederse Allah’ın kullarını rahatsız etme fırsatı bulamayacaktır. En büyük emeli ve gayesi Allah’ın rızası ve İslam kelimesinin yüceltilmesi olan birisinin uğraşları da farklı olacaktır. Nefis, şeytan ve kötülüklerle mücadele etme ruhu kişide var oldukça dünya ve ahiret saadetini kazanmak hiç de zor olmayacaktır.

Diğer taraftan bilerek veya bilmeyerek yapılan kul hakkı ihlalleri karşısında helalleşme yoluna gitmek en uygun bir davranış olacaktır. Asr-ı Saadet devri Müslümanlarının kul hakkı konusundaki titizliği elbette örnek alınmalıdır. Bu konuda şu örneği zikretmek bile yeterli olacaktır:

“Ömer (r.a.) vefatından birkaç gün önce yakınlarını toplayıp sorar: ‘Bende hanginizin hakkı varsa, söyleyin de ödeyeyim!..’ Herkes şaşırır ve der ki; ‘Ne hakkımız olabilir ki?’ Fakat Hz. Ömer’in kölesi Muğire(r.a.) ortaya çıkıp; ‘Benim var efendim! Bir zamanlar hiçbir kabahatim yok iken, kulağımı çekmiştiniz’ der. Hz. Ömer (ra); ‘Haydi gel, sen de benim kulağımı çek!..’ deyince orada bulunanlar itirazda bulunurlar. Fakat Hz. Ömer derhal mani olur; ‘Gel, gel çek kulağımı’ deyip kulağını uzatır. Muğire, kulağını okşar gibi çekip bırakır. O zaman Hz. Ömer merakla sorar: ‘Neden daha kuvvetli çekmedin ey Muğire?’ Oda şöyle cevap verir: ‘Korkuyorum ki ben daha fazla çekersem, bu sefer de ben sana borçlu olurum.’

Demek ki kul hakkı ihmale gelmeyen bir haktır. Bu hakkı ahirete ertelemeden dünyada iken hal çareleri düşünmek zorundayız. Ahiretteki ziyanla karşılaşmamak ve müflislerden olmamak için de bulunduğumuz mübarek günleri de fırsat bilip Müslüman kardeşlerimizle, komşularımızla, iş arkadaşlarımızla ve yakınlarımızla helalleşelim.

Gıybet, kötü zan, hakaret gibi kul hakkına taalluk eden günahlardan arınmak için Allah’a tevbe ve istiğfarda bulunduktan sonra, hak sahibinden helallik alınmalı ve hak sahibi razı edilmelidir. Şayet hak sahibi ölmüş veya ona ulaşma imkanı yoksa onun hakkında dua ve istiğfar etmeli ve onun namına iyilikte (infakta) bulunulmalıdır.

Allahım bizleri kul hakkına gereği gibi riayet edenlerden; kardeşlik hukukunu koruyanlardan ve Ahirette müflis olmayanlardan eyle.