Hz. Peygamber'in Hayatında İrşâd:
Allah, kendisini tanımaları ve kulluk etmeleri için insanları yaratmış, onların iki cihan sa'âdetini kazanmalarını murad etmiştir. Mutluluk yoluna etecek prensipleri, emir ve yasakları, insanlar arasından seçtiği peygamberler aracılığı ile bildirmiştir. Bu sebeple peygamberler, hakkın ilde teblîğcîsi ve hayatta da uygulayıcısı olmuşlardır.
İslâm' Dini, insanların doğru yolda bulunmasına büyük önem ermiştir. Bu dini müslüman olmayanlar arasında yaymak, onu enimseyenlerin sayısını artırmak, müslümanları fikir, inanç ve amel akımından geliştirmek İslâm Dini'nin hedefidir, bu yüzden İslâm Dini, ı'lîm, terbiye, tahsil, da'vet, tebliğ, nasihat, neşr ve irşâd konularına önem ermiş, peygamberler bu amacın gerçekleşmesi için gönderilmiştir.
"Habîbim, öğüt vermeye devam et; çünkü öğüt mü'minlere fayda verir.
"Onlar, kalblerindekini Allah'ın bildiği kimselerdir. Sen o münafıklara aldırış etme; kendilerine öğüt ver, içlerine işleyecek, dokunaklı sözler söyle. âyetlerinde ifâde edildiği gibi; öğüt vermek, işlenen fiillerin neticelerini hatırlatmak, sevab ve ceza ile ilgili sözler söylemek, Allah'ın emir ve yasaklarına uymayı öğütlemek anlamına gelen va'z (mev'ıza-i hasene"), Hz. Peygamber'in değişmez bir metodu olmuştur.
İslâm'da tebliğ ve irşâd görevini yapacak ve insanları iyilik ve güzelliklere çağıracak olanlar, din görevlileridir. Onlar "peygamber mirasçısı olmaları dolayısıyla, birer da'vetçi ve yol göstericidir.
İrşâd denilince günümüzde, ve nasihat akla gelmektedir. Va'zın bir çeşidi olan hutbeyi de buna katacak olursak, memleketimizde yaygın olan tebliğ ve irşâd vâsıtasını tesbît etmiş oluruz.
Genelde bütün mü'minlerin, özelde din adamlarının zorunlu bir görevi olan irşâd, hitabet ve sohbette de Hz, Peygamber örnek alınacaktır. Ö'nun irşâd usûlü benimsenecektir. Zira Hz. Peygamber, da'vetinde; sözü, inancı, tavrı ve davranışı ile en geçerli metodlan uygulamıştır. "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz! "Halkın seviyesine ininiz. hadîsleriyle, mirasçılarına bu tavsiyelere uymalarını emretmiştir.-
İrşâd veiknâda bu kadar önemli olan tarz ve üslûb acebâ Hz. Peygamber'in tebliğ hayatında nasıldır? Bunu belli başlı özellikleriyle şöyle sıralayabiliriz:
a) Samimiyeti: Hz. Peygamber her şeyden önce samimî olan bir mürşiddi. Islâmiyeti tebliğ ettiği ilk yıllarda, müşrikler onu da'vâsından caydırmak için çeşitli yollara başvurmuşlardı. Uyguladıkları alay, tehdit, işkence ve baskıların etkili olmadığını görünce, para, kadın, mal ve makam teklifinde bulunmuşlardı. Bunlardan hangisini, ne kadar isterse çağrısından vazgeçmesi karşılığında vereceklerdi. Bu tekliflerinden bir netice alamayınca, amcası Ebû Tâlib'den, Muhammedü'l-Emîn'i . himaye etmemesini istediler. Israrlara dayanamayan Ebû Tâlib: yeğenini çağırarak: "Kureyş'in ileri gelenleri yine geldiler. Israr ettiler. Artık kendine de bana da acı. Gücümün yetmeyeceği bir işe beni sürükleme ne olur!" dedi. Görevindeki samimiyetini O, şu meşhur sözüyle dile getirdi:
Yemîn ederim ki, amca! bu çağrıdan caymam için güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar, yine de vazgeçmem. Allah ya dînine zafer nâsîb edecek veya kendimi uğrunda feda edeceğim.
ömrünün sonuna kadar en parlak teklifleri reddeden, her türlü güçlüğe göğüs geren, hak ve hakîkattan uzaklaşmış insanların doğru yolu bulmaları için çırpınan Hz. Peygamber; teklif ve baskılara göğüs gererek, her şartta tebliğ görevine devam etmiş, böylece samimiyetin ve mesleğine bağlılığın en güzel örneğini vermiştir. Âyetler O'nun bu hâlini şöyle dile getirmektedir:
"Tâ-hâ, (Ey Muhammedi), biz bu Kur'ân'ı sana, güçlük çekesin diye indirmedik.
"Habîbim, insanlar inanmayacak diye nerede ise kendine kıyacaksın. Bu samimiyeti ile Hz. Peygamber; önce kendini sevdirmiş, sonra fikirlerini benimsetmeyi tercih etmiştir. Samimiyeti ile kendini sevdiferne-yenlerin, düşüncelerini beğendirmesi mümkün değildir.
b) Fesahati: Fesahat; sözün, konuşma kabiliyetinin ve konunun ortak özelliğidir. Bazan söz güzel olur, söyleniş şekli güzel olmaz. Bazan söz güzeldir fakat konusu ve yeri güzel olmaz. Estetik bir tertibe konmadığı için kulaklara girmez, kalpleri etkilemez. Hz. Peygambef'in fesahati; sözü, söyleme şekli, yeri, zamanı ve konusu bakımından mükemmeldi. Hz. Âişe, şu sözüyle bu hususa işaret etmektedir:
"Rasûlüllah sözü, sizin gibi söylemezdi; her kelimenin hakkını verir, en açık bir şekilde ve tane tane söylerdi. Dinleyenler O'nun sözlerini rahatça ezberleyebilirdi. Demek ki Hz. Peygamber, konuşmasında, kelime, hece ve harfleri telâffuz edişinde, bütün sevimsizliklerden uzak, sözü en güzel şekilde, "taşıgediğine koyarcasına" yerinde ve zamanında söylemede, müstesna bir kudrete sâhipdi. O sözlerini sağlamca söylediği gibi, dosdoğru ve derin düşünme melekesine malikdi. Bazıları bu özellikere sahip olur, fakat dinleyicilerin konu-içinde verilmesini istedikleri noktalara değinemez. Sözü dönüp dolaştırmadan, sağa-sola eğip-bükmeden söyleyemez. Ancak "Cevâmi'u'l-kelim" niteliğine sahip olan Hz. Peygamber'de, her türlü kusurdan uzak ve üstün bir fesahat üslûbu vardır.
c) Sevimlilik ve güvenilirlik: O'nun üstün fesahatinin yanında, simasında nûrânî bir güzellik, kendisini gören herkesin ilk anda sevebileceği bir sıcaklık; vardı. Karşılaşan herkesin kalbi, O'na verirdi. Zamanında ashabın ileri gelenlerinden olan, haslet, düşünce tarzı ve karakter yapısı bakımından birbirinden farklı olan Ebû Bekir, Ömer, Osman, Halid b. Velid ve Selmân-ı Fârisî'nin O'nu sevmeleri bunu açıkça göstermektedir. Ancak insan, sevimli bir sîmaya, sıcakkanlı bir karaktere ve etkili konuşma gücüne sahip olabilir ama insanların güvenini kazanamayabilir.
Çünkü sevilen bir insan olmak başka, güvenilir bir insan olmaksa daha başkadır. Bu iki Özelliğin birarada ve bir insanda bulunması mümkün, ancak devamlı muhafaza edilmesi oldukça zordur. Fakat Hz. Peygamber'ih bu iki üstün kabiliyeti, dostları kadar düşmanları tarafından da kabul edilmiştir. Nitekim onlara: Şu dağın ardında bir ordu var, üzerinize geliyor desem bana inanır mısınız?" diye sorduğunda: Kâfirler hep bir ağızdan:Evet sen bize göre en güvenilen insansın." diye cevap vermişlerdir. O'nun câhiliyye devrindeki en belirgin vasfı da "el-Emîn" olması idi.
d) iman ve Gayret: Bir da'yetçinin güzel ve düzgün konuşmaktan daha fazla muhtaç olduğu diğer bir özellik de; da'vet ettiği şeye, herkesten önce kendisinin inanması ve başarıya ulaşmak için gayret göstermesidir. Güzel konuşamayan pek çok mürşid amacına ulaşmış ama, söylediklerine inanmayan ve da'vasına sahip çıkıp başarıya ulaşmak için gayret göstermeyen hiçbir kimse başarılı olamamıştır.
Hz, Peygamber'in gece namazlarının ardından Allah'a arzettiği münâcâtlarından birinde söylediği şu cümle bu bakımdan ne kadar anlamlıdır.
"Peygamberler hak, Muhammed de haktır. Çünkü O, Kureyş'in Hâşimî koluna mensûb Abdullah oğlu Muhammed olarak, son peygamber Muhammed Aleyhisselâm'a herkesten daha çok inanıyordu. Zîra bu başarısı için şarttı.
Bu yüzden Hz. Peygamber, "Ey örtüsüne bürünmüş yatan! Kalk da insanları uyar. emrine muhatap olduğu andan itibaren, ömrünün sonuna kadar hakkı tebliğ- ve halkı irşâd için durup dinlenmeden çalışmıştır. "Emrolunduğun şeyi, çekinmeden apaçık bildir, müşriklere aldırış etme. Seninle alay edenlerin hakkından biz geliriz." âyeti de O'nun böyle davranmasını gerektiriyordu.
"Rasûl, Rabb'ındân kendisine indirilene inandı. Mü'minler de.. Hepsi Allah'a meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. âyeti, O'ndaki bu îmanı dile getirmektedir.
e) Basîret ve Tefekküre Dayanması: Hz. Peygamber'i irşadında başarıya götüren sebeplerden biri de; da'vasının taklide değil, gerçek tefekkür ve kesin doğrulara dayanmasıydı. O, ne ırkçılık gayreti, rie serüven hevesi, ne de menfaat sevdasıyla hareket etmemiştir. însanların aklına hitap etmiş, gönüllerini yumuşatmış, ohlari peşin hükümler ve hissî davranışlardan uzaklaştırarak, düşünme ve doğruyu bulma kabiliyetlerini geliştirmiştir.
"De ki işte benim yolum! Ben insanları körü körüne değil, basiretle Allah'a çağırıyorum. Ben de, bana uyanlar da öyleyiz.
"De ki benim size tek bir öğüdüm var: Samimiyetle benim meclisime birer-ikişer gelmeniz ve derin derin düşünmeniz..
Bu âyetler, Ö'nun da'vetinin basiret ve tefekkür özelliğine işaret etmektedir.
f) Da'vet Metodunu Benimsemesi: Karşısındakini susturmak için mantık oyunlarına girmek ve tartışmak anlamına gelen cedel-mücâdele, Hz. Peygamber'in irşâd hayatında asla iltifat etmediği bir yoldur. "İnsanları Rabb'ınin yoluna doğru söz, isabetli düşünüş ve güzel öğütle çağır. Onlarla yapacağın mücâdeleni en güzel tarzda yürüt. emrine bağlı kalarak, O, güzel sözle gönülleri fethetme ve ikna yolunu seçmiştir. Sert, itham edici ve yıkıcı bir üslûb kullanmamıştır.
"Allah güzeldir. Güzeli sever. Allah yaptığı işi güzel yapanı, sever. buyurmak suretiyle, güzel da'veti önce kendisi yapmış, bizlere de aynı şekli tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber'i yirmiüç yıllık irşâd hayatında, üstün bir başarıya götüren bu özellikler, O'nun ta'kîpçisi ve vârisleri olan din adamları için de aynen geçerlidir. Bu geçerlilik günümüzde de sürmektedir.
Hz. Peygamber'in Hitabet ve İrşâd Tarzı:
Hz. Peygamber'in hitabet ve irşâd usûlünü incelemeden önce, O'nun bu konuda özen gösterdiği, önemli bazı noktalara işaret etmekte fayda vardır.
Hitabet ve irşâdda zamanlamanın son derece önemli olduğu kesinlikle bilinmektedir. Söylenilecek sözlerin dikkatlerin dağılrriayacağı bir süre içinde, kısa ve özlü bir şekilde söylenip bitirilmesi kadar, dinleyicilerin istekli olup olmadığını da dikkate almak gerekir.
Hz. Peygamber bu hususlara özellikle dikkat ederdi. Hadîslerinin kısa ve özlü, her birinin birer vecize niteliğinde oluşunun sebebi budur.
Karşısındakilerin dinlemeye istekli olup-olmadığını dikkate alma konusundaki hassasiyetini Abdullah b. Mes'ûd şöyle anlatıyor:
"Ashabı usanıp sıkılır düşüncesiyle Hz. Peygamber bize her gün değil, ara-sıra va'z ve nasihat ederdi. Bu yüzden îbn-i Mes'ûd; "Bize her gün öğüt versen ne olur?" diyenlere Hz. Peygamber'in bu metodunu hatırlatarak yalnızca perşembe günleri va'z ederdi.
Hz. Peygamber'in dikkat ettiği hususlardan biri de; önemli gördüğü konularda mes'elenin daha iyi anlaşılması için sözünü üç defa tekrar etmesidir. Tekrar ederken sözleri dilinden sayılacak kadar net ve tane-tane dökülür,, dinleyenler âdeta ezberleyebilirlerdi.
Diğer bir özelliği de; bilmediği bir soru ile karşılaştığında cevap vermemesi ve gelecek vahyi beklemesidir. Soruya açıklık getiren vahy geldiği zaman, sahibini arar-bulur ve ilâhî cevabı ona aktarırdı. Bir şey bilmiyor diye kınanmamak için verilen yanlış cevaplar, hele dînî konularda, hem soranın hem de cevap verenin yanılmasına sebep olur. Böyleleri hem sapmış hem de sapıtmış olurlar. Doğru bilgileri kaynağından almadan verilen yanlış cevap son derece zararlı ve yanıltıcıdır.
Hz. Peygamber hitabeleri sırasında, yanlış anlaşılır endişesi ile, her şeyi herkese ve her yerde söylememiştir. Bu sebeple dinleyiciler içinde, düşünce seviyesi düşük ve kavrama kabiliyeti kıt insanların bulunabileceğine dikkati etmiştir. Konunun önemine işaret eden Hz. Ali: "İnsanlara anlayabilecekleri şeyleri söyleyin. Sözü anlamayıp da Allah'ı ve Rasûlünü yalancı durumuna düşürmelerini ister misiniz?" buyurmuştur.
İnsanlara anlayabileceklerini söylemek kadar, anlayabilecekleri hir dil ve üslûb ile konuşmak da önemlidir. Hz. Peygâmber'in konuşmaları bunun sayısız misalleriyle doludur.
Siyah bir oğlan doğurduğu için karısından şüphelenen bir sahabe ile Hz. Peygamber arasında geçen şu konuşma bunun açık örneğidir:
Senin develerin var mı? Evet, var yâ Rasûlallah! Develerin renkleri nasıldır? Kırmızıdır. İçlerinde boz olanı da var mı? Evet, var. Pekiyi, o boz renk, bu kırmızı develere nereden karıştı? Soyunun bir damarına çekmiş olacak. Öyleyse senin oğlun da, soyunuzdaki birine çekmiş, olabilir?"
Bu ana-fıkir ışığında Hz. Peygâmber'in konuşmalarındaki üslûbun özelliklerini şöylece sıralayabiliriz:
a) Çarpıcı Sorularla Dinleyicileri Hazırlama:
Ashâb-ı Kiram Hz. Peygamber'i büyük bir arzu ile dinlerlerdi. Bununla beraber Hz. Peygamber, onlara konu ilç ilgili sorular yönelterek ilgilerini artırır, dikkatlerini söyleyeceği şeylere yöneltirdi. Sorularını dinleyenleri uyaran, zihinlerini konuya hazırlayan bir üslûb ile sorardı. Bazan sorularını üç def a tekrar ettiği olurdu.
Bir def asında ashabından birine:
Yezîd b. Esed! Söyle. Cennete girmek ister misin? Evet yâ Rasûlallah!" deyince Hz. Peygamber ona: "Kendin için istediğini kardeşlerin için de iste." buyurdu.
b) İhtiyaca Göre Cevap:
îmanların iç dünyaları, psikolojik ihtiyaçları, muhtelif emir ve yasaklar karşısındaki tavırları birbirinden farklıdır. Hz. Peygamber, karşısındaki insanların ihtiyaçlarını gideren en elverişli cevabı verirdi. Hz. Peygamber cevaplarında şahısların durumlarını dikkate aldığı kadar, zaman ve mekânın şartlarinı da göz önünde bulundururdu. Meselâ: "Amellerin en hayırlısı hangisidir?" diye soran birine: "Vaktinde kılınan namaz." derken, diğerine: "Ana-babaya iyilik etmektir." şeklinde farklı cevaplar verirdi.
Barış zamanlarında en değerli amelin vaktinde kılınan namaz olduğunu açıklarken, savaşta Allah yolunda cihâdın en değerli amel olduğunu vurgulamış, hâlin kâbına göre cevap vermenin en güzel örneğini vermiştir.
c) Yüze Vurmadan Tashih:
Hz. Peygamber, kusurlu bulunan bir kimsenin başkaları yanında küçük düşmesini istemez, yanlışlarını yüzüne vurarak utandırmazdı. Bu durumlarda: "Bazıları neden böyle yapıyor?" gibi genel ifadelerle hoşnutsuzluğunu belirtir ve uyarmaya çalışırdı. Zira bu tür yumuşak ifadelerle hem sözlerin etkisi artar, hem de kimse gücendirilmemiş olur.
Yüzüne za'ferân sürdüğü halde hüzûiuna gelen bir sahabeye yanında bir şey söylemedi. Ancak bu zat kalkıp gidince; Hz. Peygamber, ashabına dönerek: "Şuna söyleseniz de yüzündekileri yıkayıverse." buyurmuştur.
d) Tatlı Dille Uyarma:
Hz. Peygamber konuşmalarında:"Onlara içlerine işleyecek, ruhlarına tesîr edecek şekilde, belîğ söz söyle. emrine titizlikle uymuştur. Bir şey öğreteceği veya Öğütleyeceği zaman, önce karşısındakini tatlı dille yumuşatmış, gönlünü kazanmış, sanra söyleyeceğini söylemiştir. Böylece muhatap almaya ve anlamaya hazır hâle getirildiği için konuşmaları etkili, da'veti başarılı olmuştur.
e) Tedricen Eğitim:
Bir insana görevlerini bir anda ve bütünüyle söylemek, sonra da söylenilenlerin hepsinden sorumlu tutmak şüphesiz ağır gelir. Fakat bunlar zaman içinde ve önem sırasına göre, kademe-kaderne sindirilerek söylenirse daha güzel neticeler alınır. Bu sebepledir ki O: "Yapılabilecek olanları emretmiştir."
f) Hikâye Ve Benzetmelerle Anlatma:
Bazı muğlak mevzuların ve soyut kavramların kolaylıkla öğrenilmesinde hikâye, benzetme ve darb-ı meseller çok faydalıdır. Rasülullah'ın pek çok hadîsinde bu usûlü kullandığı görülmektedir. Nitekim iyi ile kötü arkadaşı anlatırken şöyle bir benzetme yapmıştır: :
"îyi bir kimseyle dostluk kuran adamla, kötü birisiyle arkadaşlık yapanın benzeri, yânında misk bulunduran bir şahısla, demirci körüğü çeken kimse gibidir. Yanında misk bulunan adam ya sana verir, veya sen ondan alırsın veyahut güzel kokusundan faydalanırsın. Körük çekene gelince o ya senin elbiseni yakar, veya onun çıkardığı kötü koku ve pislikten rahatsız olursun."