BÜYÜK (İTİKADÎ) NİFÂK[1]
Lügatte nifak: Bir şeyi gizlemek ve saklamaktır.[2]
Istılahta nifak: İnsanın Allah’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine ve ahiret gününe
imanı ortaya çıkarması ve bunların hepsini veya bir kısmını bozan şeyleri
içinde gizlemesidir.[3]
İnsanların önünde açıktan İslâm iddiasında bulunur ve onlara Müslüman olduğunu izhar eder. Bazen onların önünde namaz, oruç ve hac gibi ibadetler yapar. Lakin kalbinde -bundan Allah’a sığınırız- Allah (U)’nin Ulûhiyet ve Rubûbiyyette bir olduğuna, Nebî (r)’in risaletine iman etmez, ona buğzeder. Yahut Allah (U)’nin indirdiği kitâblardan birine, kabir azabına, ölümden sonra dirilişe iman etmez. Veya Hıristiyanlık, Yahûdîliğin ya da başka din mensuplarının hak olduğuna veya İslâm’dan hayırlı olduğuna, İslâm dininin eksik olduğuna inanır. Yine bu zamana uygun olmadığına, toplumda bazı gruplar için zulüm içerdiğine, kadınlara zulmettiğine, bazı hükümlerinin zulüm olduğuna, kulların maslahatlarına uymadığına ve bunlar dışında büyük şirk ve büyük küfür bölümlerinde geçen dinden çıkarıcı akîdelere inanır.
Münafığın hükmüne gelince, büyük şirkle müşrik
olan ve büyük küfürle kâfir olanın hükmü gibidir. Zira münafıklar, diğer
kâfirlerden daha kötü durumda olsalar da hakikatte kâfirlerdir. Onlarda
kâfirlerden fazla olarak; yalan, aldatma, tuzak, Müslümanlara karşı daha
şiddetli zarar vermek vardır. Onlar Müslümanlar arasına sızarak onlardan
olduklarını ortaya koyarlar ve ıslah etmek adı altında İslâm’a karşı
savaşırlar. Bu yüzden onlar ahirette diğer kâfirlerden daha şiddetli azap
göreceklerdir. Nitekim Allah (U)
şöyle buyurmuştur:
‘Şüphe yoktur ki münafıklar, ateşin en aşağı
tabakasındadırlar.’ (Nisâ’, 4/145)
İkinci
Konu: Münafıkların Küfür Amelleri:[4]
Münafıkların nifakı gizlediklerini gösteren
küfür amelleri vardır ki Allah (U)
onları Kitâb’ında mesela Tevbe sûresinde beyan etmiştir. Bu sûre ‘el-Fâdiha:
Ortaya çıkarma’ olarak da isimlendirilmiştir. Zira Allah (U) bu sûrede tıpkı diğer pek çok sûrede olduğu
gibi; münafıkların küfür amellerini ortaya koymuştur. Bu amellerden bazıları
şunlardır:
1- Allah (U) ile Rasûlü ile ve Kur’ân ile alay etmek:
Allah (U) şöyle buyurmuştur:
“Onlara, (o tarz konuşmalarının sebebini)
sorsan: ‘Dalmışız, oyalanıyorduk’ diyeceklerdir. (Ey Muhammed! Onlara) de ki:
‘Siz, Allah ile âyetleri ile ve Rasûlü ile alay mı ediyorsunuz?’ Boşuna özür
dilemeyin! Zira siz imânınızdan sonra küfrettiniz.” (Tevbe, 9/65-66)
“Onlar
imân edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İmân ettik’ derler; şeytanlarıyla baş
başa kalınca da: ‘Biz sizinle beraberiz ve onlarla sadece alay ediyoruz’
derler.” (Bakara, 2/14)
2-
Allah (I)’ya
veya Rasûlü (r)’e hakaret etmek veya onları yalanlamaktır:
Allah (I)
onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
‘Onlardan bir kısmı da
sadakalar konusunda sana saldıran kimselerdir.’ (Tevbe, 9/58)
Yani
sadakaların ayrılması konusunda onu ayıplayan ve adaletsizlikle itham eden
münafıklar kastedilmiştir. Ayetin Arapça metninde geçen ‘el-Lemz’
kelimesi göz ile işaret etmektir.
3-
İslâm dininden yüz çevirmek ve onu ayıplamak, insanları İslâm dininden
uzaklaştırmaya ve onunla hükmetmemeye çalışmak: Allah (I) şöyle buyurmuştur:
“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine
ve Rasûle gelin’ denildiği zaman, o münafıkların, senden yüzçevirip
kaçtıklarını da görüyorsun.” (Nisâ’,
4/61)
4-
Kâfirlere muhakeme olmak ve onların kanunlarını uygulamayı Allah’ın hükmünden
üstün görmek: Allah (I)
şöyle buyurmuştur:
‘Sana indirilene ve senden önce indirilenlere
inandıklarını iddia eden (şu münafık) kimseleri görmüyor musun? Aslında (fesat
ve dalâlet kaynağı olan) tâgûtu inkâr etmekle emir olundukları halde yine de
onun önünde muhakeme olunmak istiyorlar. Şeytân da onları, (dönüşü olmayan)
uzak bir sapıklığa düşürmek istiyor.’ (Nisâ’,
4/60)
5-
Yıkıcı mezheplerin sahih olduğuna inanmak, hakikatlerini bilmesine rağmen ona
davet etmek: Bu mezheplerden birisi de bu asırda ortaya çıkan ve hakikatte
İslâm’a savaş açmış mezheplerdir. Toplumu İslâm’ın yolundan başka bir yola
davet ederler. Irkçılık, vatanseverlik, bu asırda pek çok münafıkların
‘laiklik’ ‘modernizm’ veya ‘milliyetçilik’ diye isimlendirdikleri mezhepler,
hakikatte insanları cahiliye bağlarına çağırmaktadırlar ve Rabbimiz (U)’nin:
ﭽ ﯜ ﯝ
ﯞﯧ ﭼ ‘Ancak müminler kardeştir’
(Hucurât, 49/10) ayetinde zikrettiği imân ve İslâm bağlarından ayrılmaya davet
ederler.[5]
6-
Kâfirlerle yardımlaşma ve Müslümanlara karşı onlara destek olmak:[6]
Zira münafıklar hakikatlerinde kâfirlerdir ve Müslümanlara karşı kâfir
kardeşlerine yardım ederler. Allah (U) şöyle buyurmuştur:
“Ey imân edenler! Yahûdîleri ve Hıristiyanları
kendinize dost edinmeyin. Onlar biribirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onları
dost edinirse, o da onlardandır. Allah, şüphesiz, zâlim kimseleri doğru yola
iletmez. Kalplerinde bir hastalık bulunan (münafık)ların ‘başımıza bir felâket
gelmesinden korkuyoruz’ diyerek (Yahûdîlerin) arasında koşuştuklarını görürsün.
Fakat mümkündür ki Allah, kendi katından bir zafer yahut bir emir getirir de
onlar da içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar.” (Mâ’ide, 5/51-52)[7]
7-
Kâfirler başarı kazandığında veya Müslümanlar hezimete veya zarara uğradığında
sevinç göstermek ve müjdeleşmek: Allah (U) şöyle buyurmuştur:
“İşte siz, onlar sizi sevmezken, siz onları
seviyor ve bütün kitâblara inanıyorsunuz. Onlar sizinle karşılaştıkları zaman:
‘biz de inandık’ diyorlar. Yalnız kaldıklarında da kin ve düşmanlıklarından,
sanki sizi ısırıyormuşçasına, parmaklarını ısırıyorlar. (Ey Muhammed!) De ki:
‘Öfkenizden çatlayın. Allah şüphesiz, kalplerde olanı hakkıyla bilendir.’ Eğer
size bir iyilik dokunursa bu onları üzüntüye düşürüyor; eğer size bir kötülük
isabet ederse, bununla da seviniyorlar. Eğer sabreder ve (Allah’tan)
sakınırsanız, onların hilesi, size hiçbir zarar vermez. Allah, şüphesiz,
onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Ãl-i ‘İmrân, 3/119-120)
Bu
yüzden bu asırda onlardan bazılarını Müslümanların uğradığı musibetlerden hiç
etkilenmez halde görürüz. Hatta onlardan bazılarının dergilerde ve gazetelerde
Arap olmamaları veya vatandaşları olmaması gerekçesiyle Müslümanlara yardım
etmekten ve musibetlerine vakıf olmaktan yasaklayan yazılar yazdıklarını
okuruz. Irkçılık ve milliyetçilik esasları üzere fırkalaşmaya davet ederler.
İslâm bağlarını yüceltmek yerine bilakis ona karşı savaş açarlar.
8-
Âlimlere, ıslah edicilere ve bütün sadık müminlere davetlerinden ve dinlerinden
dolayı buğzederek hakaret etmek ve onları ayıplamak: Allah (U)
onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Onlara: ‘siz de insanların inandıkları gibi
inanın’ denildiği zaman: ‘biz, beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanıyoruz?’
derler. Oysa bilesin ki asıl beyinsizler onlardır. Fakat (bunu) bilmezler.”
(Bakara, 2/13)
‘Allah, müminlerden gönlünden kopup fazla
sadaka verenleri ayıplayanlarla emekleri dışında bir şey bulamayanları alaya
alanları, (kendi davranışlarıyle cezalandırır ve onları) maskara eder. Onlar
için acı bir azâb vardır.’ (Tevbe,
9/79)
Bu
yüzden bu asırda onları, âlimleri ve ıslah edicileri, davetçileri ve
mücahitleri gazete, dergi ve televizyonlarında ayıplarken görürsün.
9-
Küfür ehlini, fikirlerini ve İslâm’a aykırı görüşlerini övmek: Allah (U)
şöyle buyurmuştur:
‘Allah’ın gadab ettiği bir kavmi, kendilerine
dost edinenleri görmüyor musun? Onlar sizden de değillerdir, onlardan da. Bile
bile yalan yere yemin ediyorlar.’ (Mucadele,
58/14)
Bu
yüzden bu asırda onları Ebû’l-‘Alâ’ el-Me‘arrî, Hallâc, Freûd vb. gibi eski ve
yeni mülhitleri (inançsız kimseleri) methederken bulursunuz.
Üçüncü
Konu: Münafıkların sıfatları:
Münafıkların
cidden birçok sıfatları vardır. Rabbimiz (Y) Kitâbı’nda, Nebî (r) de Sünneti’nde bunları zikretmişlerdir.
Bunların en açıkları şu şekildedir:
1-
İtaatlerin azlığı, tembellik, vacip olan ibadetleri eda etmede üşengeçlik:
Allah (Y)
şöyle buyurmuştur:
‘Münafıklar, hilelerini Allah bozduğu halde,
Allah’a hile yapmaya kalkışırlar Namaza kalktıklarında üşenerek kalkarlar;
insanlara gösteriş yaparlar; Allah’ı da çok az zikrederler.’ (Nisâ’, 4/142)[8]
2-
Şiddetli korku ve endişeli olmak: Bu sıfat, onların küfürlerini gizleyip
İslâm’ı izhar etmelerinin en önemli sebeplerindendir. Zira onlar küfürlerinden
dolayı öldürülmekten ve mallarının alınmasından korkarlar. Cesaretleri
olmadığından kâfirlerle beraber savaşırlar ve nifaka sığınırlar. Allah (Y)
şöyle buyurmuştur:
‘Onları görünce cisimleri hoşuna gider. Söz
söylerlerse sözlerini dinlersin; fakat onlar, sanki elbise giydirilmiş içi boş
odun gibidirler. Her sesin, kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar
düşmandır; bu itibarla onlardan uzak dur. Allah onları katletsin. Nasıl olup da
haktan döndürülüyorlar.’ (Munâfıkûn, 63/4)
Onlar korkularının şiddetinden dolayı,
düşmandan sakındıran her bir nidayı işittiklerinde kendilerinin aleyhine hücum
edildiğini zannederler. Allah (Y)
şöyle buyurmuştur:
‘Onlar, sizden olduklarına dair Allah’a yemin
ediyorlar. Oysa sizden değillerdir ve fakat korkak bir topluluktur. Bu sebeple,
sığınacak bir yer yahut mağara yahut da yeryüzünde bir delik bulsalar hemen
koşarak oraya yönelirler.’ (Tevbe,
9/56-57)
Onlar
korkaklıkla vasfedilmişlerdir. Onlardan biri savaş anında bir kale, dağ içinde
bir mağara veya yeryüzünde bir tünel bulabilse hemen aceleyle gizlenerek oraya
girerler.[9]
3-
Sefihlik (akıl ve dinin gereği zıddına hareket etmek),
düşünme zayıflığı ve akıl kıtlığı: Allah (Y) şöyle buyurmuştur:
“Onlara: ‘siz de insanların inandıkları gibi
inanın’ denildiği zaman: ‘biz, beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanıyoruz?’
derler. Oysa bilesin ki asıl beyinsizler onlardır. Fakat (bunu) bilmezler.”
(Bakara, 2/13)
Onların
sefihliğini (akıl ve dinin gereği zıddına hareket
etmelerini) şu hususlar açıklığa kavuşturmaktadır:
a)-
Fani dünyayı ahirete tercih etmeleri, geçici şeylerine, dünyalıklara dünya ve
ahiret saadetlerine sebep olan Allah’a itaatten daha fazla hırs göstermeleri.
Sahîhu Buhârî’de Nebî (r)’in cemaat namazlarından geri kalan
münafıklar hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
‘Şayet
onlardan biri yağlı bir kemik veya iki güzel ok[10]
bulacağını bilse, elbette yatsı ve sabah namazına katılırdı.’[11]
Onlar,
içinde kurtuluşlarının bulunduğu şeyden yüzçevirirler. Ancak çok az fayda elde
edebilecekleri şeye hırs gösterirler. Böylece onu arkalarına atacaklardır.
Hiçbir şey kendilerini Allah’ın azabından kurtaramaz. Allah (Y)
münafıkların durumu hakkında şöyle buyurur:
‘Onların malları da oğulları da Allah’a karşı
kendilerine bir fayda vermez. Onlar Cehennem ehlidirler. Orada ebedî
kalacaklardır.’ (Mücadele, 58/17)
b)-
Onların çoğunda İslâm dininin hak din olduğu ve hükümlerinin hayır ve adalet
olduğu kanaati vardır. Lakin kâfirlerle beraber olmaları, maddi batı
medeniyetinden gözlerinin kamaşması, laik[12]
münafıklardan ve modernist ırkçılardan onların medeniyetiyle gözleri
kamaşanlarla beraber olmaları ve onların sözlerinden işittikleriyle şüpheye
düşerek yaratıcılarının şeriatından öğrenilenlerin zıddını tercih ederler. Bu
sebeblerden dolayı kalplerine bu dine karşı buğz düşer ve kâfirlerin taklitçisi
olmaya ve onların kanunlarıyla hükmetmeye, Rabbinin diniyle harp etmeye davet
eder hale gelirler. İşte bu sefihliğin (akıl ve dinin
gereği zıddına hareket etmenin) son noktasıdır. Zira hak olarak bildiği
şeyi kusurlu bulmakta ve ona karşı savaş açmaktadır!
c)-
Şeytân onlarla sonsuz hayatta helaklerinin ve azaplarının sebebi olan şeye
düşürene kadar oynar. Allah (Y) münafıklar hakkında şöyle buyurmuştur:
‘Şeytân onları hükmü altına almış ve Allah’ın
zikrini unutturmuştur. İşte bunlar, şeytânın taraftarlarıdır. Haberiniz olsun
ki asıl hüsrana uğrayacak olanlar, muhakkak ki şeytânın taraftarlarıdır.’
(Mücadele, 58/19)
d)- Münafık, gizlisini ve açığını bilen yaratıcısını aldatmaya kalkışır,
Rabbinin şeriatına harp açar ve işinin sonunu düşünmez. Muhakkak ki o, yarın
kabrinde ve haşirde Kuvvetli ve ‘Azîz olanın meleklerinin elinde olacaktır.
Önünde kabir azabı ve nifakı üzerine ölürse cehennem azabı vardır. Kendisinden
onlarca ve yüzlerce sene önce yaşayan; İbn Ebî Selûl, Ebû’l-‘Alâ’ el-Me‘arrî,[13] Cemâl Abdunnâsır,[14] Tâhâ Huseyn,[15] Bâtınîler, İsmâ‘ilîler, Durzîler,
Nusayrîler,[16] Rafızî imamları[17] ve diğer zındıklar gibi zındıklık üzere ölen[18] münafıkların vardığı yeri düşünmez. Onlar
şuan beşerin kabirlerinde tahammül edemeyeceği can yakıcı azabı ve Cehennemin
ortasında uğrayacakları ebedî azabı düşünmezler. Allah (r)’dan
selamet ve afiyet dileriz.
4- Kararsızlık, ikiyüzlülük, rengini güneşin ısısına göre değiştiren,
gündüzün başında başka, ortasında başka, sonunda başka renge giren[19] bukalemun gibi renkten renge girme, iki sürü
arasında şaşkın kalıp hangisine tabi olacağını bilemeyen, bir ona bir buna
dâhil olan[20] koyun gibi şaşkın kalma. Münafık şaşkındır,
küfrünü ortaya koymaktan korkar ve Müslümanlarla savaşır veya onların
maslahatlarına zarar verir. Kâfirlerin kazanmasından korkar ve onlar tarafından
kendi maslahatlarına zarar gelmemesi için savaşır. İslâm’ını izhar etmeye
sığınır. Müslümanlığını kâfirlerden ve kendisi gibi olan münafıklardan saklar.
Allah (r)
şöyle buyurmuştur:
“Onlar imân edenlerle karşılaştıkları zaman:
‘imân ettik’ derler; şeytanlarıyla baş başa kalınca da: ‘biz sizinle beraberiz;
onlarla sadece alay ediyoruz’ derler.” (Bakara,
2/14)
‘(Müminler ile kâfirler
arasında) mütereddittirler. Ne (tam olarak) onlara ve ne de (tam olarak)
bunlara temayül ederler. Allah, kimi doğru yoldan saptırmışsa artık onun için
(hakka giden) bir yolu asla bulamazsın.’ (Nisâ’, 4/143)[21]
5-
Bozguna uğratma, şahıslara hakaret, düşmanlar karşısında eksiklik hissetmek. O
kâfirlerin kendisinden ve kendi cinsinden olanlardan üstün olduğunu düşünür.
Özellikle kâfirlerin maddi açıdan üstün olduğu bu zamanda her meselede, hatta
kendisine hiçbir faydası olmayacak konularda ve zararına olacağını bildiği
hususlarda bile onları taklit eder. O tıpkı başı başka bir devenin kovasına
bağlı deve gibidir. Onun ardından gider ve adımlarını takip eder. Diğer deve
bunun başına bevleder. İşte bu sapıklık, ziyan ve hüsranın son noktasıdır.
6-
Hayâsızlık ve uzun dillilik. Allah (r) şöyle buyurmuştur:
“Allah, içinizden savaştan alıkoyanları ve
kardeşlerine: ‘bize gelin’ diyenleri elbette bilir. Kendileri savaşa ancak
nadiren ve fakat size karşı cimri olarak katılırlar. İçlerine korku düştüğü
zaman, üzerine ölüm baygınlığı gelmiş kimse gibi, gözleri dönmüş olarak sana
baktıklarını görürsün. Korku gittiği zaman da, ganimet malına karşı hırslı
olarak sivri dilleriyle size eziyet ederler. Bunlar iman etmemişlerdir.’ (Ahzâb, 33/18-19)[22]
[1] Aslı itikatta olup dinden çıkarıcı olduğu için ‘itikadî’
olarak da isimlendirilmiştir. Münafıkların; müşrikleri dost edinmeleri,
Müslümanların aleyhinde onlara yardım etmeleri ve Allah Teala’nın dinine sövmek
gibi zikredilen amelleri bu isimlendirmeye aykırı değildir. Zira bunlar nifakın
aslına dâhil değildir. Bu ancak kalpteki küfür itikadına delalet eden nifak
amelleridir. Bu yüzden küfür haddine varmaz. Küçük nifak ise ‘Amelî Nifak’
olarak isimlendirilmiştir. Çünkü bunlar itikadın aslında olan değil, zahirdeki
amellerdir. Dış görünüşü Salih amel olup içte bunun zıddını bulundurmaktır.
Bkz. el-İbâne, (2/699, no: 939); İbn Kayyım, Kitâbu’s-Salât, (sy.
59) ve ed-Dureru’s-Seniyye, (2/72).
[2] Mu‘cemu Mekayisi’l-Lugâ’da (nefeka maddesi) şöyle
denilmiştir: “(Nûn, fa ve kaf) iki sahih asla delalet eder. Birisi; bir şeyin
kopup gitmesi, diğeri bir şeyi gizlemek ve saklamaktır. Söz ikisi hakkında
olunca birbirine yakın anlamda olur. Birincisi: ‘Nefakati’d-dâbbetu
nufukan’ denildiği zaman hayvanın ölmesi kastedilir. Diğer asıl: en-Nefak:
bir yerden bir yere geçilen alt geçittir. en-Nafikau: Tarla faresinin
yuvasında deldiği yerdir. Yuvanın birine saldırı olursa, öbür yuvanın yumuşak
tavanını delerek kaçar. Nifak kelimesi de buradan türemiştir. Zira sahibi açığa
çıkardığının aksini gizler. Sanki iman ondan çıkmış veya o imandan gizlice
çıkmış gibidir. Bu konuda aslın bir olması da mümkündür. Bu da çıkılabilecek
bir penceredir.”
[3] Câmi‘u’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, 48 nolu hadisin şerhi (2/481).
Bkz. el-Fasl, (3/244-245); Şerhu’s-Sunne, (1/76); İhyâ’u
‘Ulûmi’d-Dîn, (3/319); Mecmû‘u’l-Fetavâ, (7/300); el-Furû‘,
(6/166) ve Medâricu’s-Sâlikîn, (1/376-377).
[4] Bazı ilim ehli buna ‘Münafıkların sıfatları’ demiş,
bazıları büyük nifakın türleri, bazıları da nifak alametleri demişlerdir. Bu
isimlendirmeler birbirlerine yakındır. Ancak büyük nifakın türleri olarak
saymada şüphe vardır. Zira onun büyük türü tektir. O da küfrü gizleyip İslâm’ı
ortaya çıkarmaktır.
‘Mümin için diğer
mümin, birbirini destekleyerek bağlayan bir binanın tuğlaları gibidir.’
Buhârî, (481) ve Müslim, (2585). Diğer bir hadiste ise
Nebî (r) şöyle
buyurmuştur:
‘Müslümanlar,
birbirlerine sevgilerinde, merhametlerinde ve şefkatlerinde bir beden
gibidirler. Azalarından biri rahatsız olduğunda bedenin diğer uzuvları da
ateşlenme ve uykusuzlukla ona katılırlar.’
Buhârî, (6011) ve Müslim, (2586). Bkz. Şeyhimiz Abdul‘azîz b. Bâz’ın el-Fetavâ’sı
(sy. 536) ve Şeyh Abdurrahmân ed-Devserî, en-Nifâk, (sy. 119-120).
[6] Kendisini İslâm’a nispet eden kimselerin nifâka delalet
eden, küfür olan yardımlaşmaları hakkında dördüncü bölümde küfür olan muvalat
bölümünde detaylı açıklama yapılmıştır.
[7] Müfessirler İmâmı Ebû Ca‘fer et-Taberî bu ayetin
tefsirinde şöyle demiştir: ‘Bu konuda doğru görüş bize göre şudur: Allah (U)
bütün müminleri, Allaha ve Rasûlüne imân eden kimselere karşı Yahûdîleri ve
Hıristiyanları yardımcılar ve müttefikler edinmeyi yasaklıyor.’
‘Muhakkak ki
münafıklara en ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. Şayet o ikisinde olanları
bilselerdi mutlaka sürünerek de olsa gelirlerdi…’
“İman edenler:
‘(Cihadı emreden) sûre indirilemez miydi?’ demektedirler. İçinde savaşın
zikredildiği muhkem bir sûre indirildiği zaman, kalplerinde bozukluk olan
kimselerin, sana, ölüm korkusundan üzerine baygınlık gelmiş kimsenin bakışıyle
baktıklarını görürsün.” (Muhammed, 47/20)
[10] Yani cemaatle namaz kılmakta üşengeçlik eden
münafıklardan biri yatsı ve sabah namazı için mescide gittiğinde yağlı bir et
parçası veya onunla oynayacağı iki güzel ok bulacağını bilse mutlaka hakir bir
yiyecek veya oyuna olan hırsından dolayı gelirdi. Bununla beraber Allah’ın
rızasını ve Cennetini kazandıracak şeylerden geri kalır. Bkz. Cami‘u’l-‘Usûl,
(5/568, 569); el-Feth, (2/129-130).
[11] Sahîhu’l-Buhârî, (644, 722).
[12] (Laiklik olarak terceme ettiğimiz) el-‘Almânîyye
kelimesi yabancı bir kelimedir. 19. Yüzyıldan beri Avrupada zuhur etmiştir.
Doğru tercemesi: Dinsizliktir. Bu ıstılahın ilimle alakası yoktur. Hayatı,
beşeri akılların ve zihinlerin çöplüğünün beşeri kanunlarına göre düzenlemeye
çağıran, Allah (r)’nın
şeriatı ve diniyle savaşan, dini devlet ve hayattan ayıran akım hakkında
kullanılır. Bkz. Mevsû‘atu’l-Muyessere fî’l-Edyân ve’l-Mezâhib
ve’l-Ahzâbi’l-Mu‘âsıra, (sy. 689-696).
[13] Ahmed b. Abdullâh b. Süleymân el-Me‘arrî: Yerleşmiş
olduğu Me‘arretu’n-Numân’a nispet edilmiştir. Şair idi. Şiir ve lügate dair
divanları ve tasnifleri vardır. Zeki idi, fakat zekîlerden (temizlerden)
olamadı. Allah (Y)’ya
itiraz eden şiirleri vardır. Allah (Y)’nın nebîlerine
hakaret etmiş, Kur’ân’a aykırı bir kitabı O’na nispet etmiştir. Bütün bunlar
küfür ve zındıklıktır. Eğer bu zındıklıktan nasuh tevbesi ile tevbe etmeden
ölmüşse vardığı yer münafıkların vardığı yerdir. Bundan Allah (Y)’ya
sığınırız. 449 yılında ölmüştür. Hal tercemesi ve sözleri için bkz. Tarîhu
Bagdâd, (4/240-241); Siyeru A‘lâmi’n-Nubela, (18/23-39); el-Bidâye
ve’n-Nihâye, (15/745-753) ve Şezeratu’z-Zeheb, (5/209-212).
[14] H. 1372-1390/M. 1952-1970 yılları arasında Mısır hâkimi
idi. İşin başında Allah (Y)’ya
davet eden davetçilerden idi. Hüküm görevine gelince Allah’ın şeriatı ile
hükmetmedi. Müslümanlara karşı Allah (Y)’nun şeriatı ile
alay etmiş ve Allah (Y)’ya
davet edenlere karşı harp açmıştı. Şayet bu hal üzere öldüyse vardığı yer
münafıkların yeridir. Lakin ne şekilde hayatının bittiğini Allah (Y)
bilir. Kuvvetli zanna göre küfür ve nifak üzere ölmüştür. Zira ülkesinde ve
başka yerlerde onun durumu ve ortaya koyduğu şeyler, o ölünceye kadar yayın
vasıtalarıyla yayılmış ve tevbe ettiği zikredilmemiştir. Şüphe yok ki onun vb.
hali; azgınlık ve zulümdür. Münafıklar en büyük ibret olmuşlardır. Sayılı
yıllar boyunca yaşamış ve eğer nifak üzere ölmüşse bu kısa zamanda işlediği
amelinin karşılığını sonsuz hayatta cehennemin ortasında görecektir. O şu an
toprak altında cebbar olan (emsalsiz) meleklerin avucunda ve ameliyle rehindir.
‘O zulmedenler,
nereye döneceklerini çok yakından öğreneceklerdir.’ (Şu‘ara, 26/227)
Allah (Y) münafığı ve zalimi, mal, yetki ve sıhhat ile derece
derece saptırır ve onu yakalar:
‘Zâlimlerin yaptıklarından Allah’ın gafil
olduğunu zannetme; O, sadece, içinde gözlerin fırlayacağı güne kadar onları
erteler.’ (İbrâhim,
14/42)
Bkz. Mevsû‘atu’l-Muyessere fî’l-Edyân ve’l-Mezâhib
ve’l-Ahzâbi’l-Mu‘âsıra, (sy. 692).
[15] Mısırlı muasır yazar. Allah’ın kitabıyla savaşan ve onu
karalayan laiklerden idi. Bununla beraber kendini İslâm’a nispet ederdi. Şayet
bu zındıklığı üzere ölmüşse varacağı yer münafıkların yurdudur. Bkz. Mahmud
el-İstanbulî, Tâhâ Huseyn fî Mizâni’l-‘Ulâma’ ve’l-Udebâ’; Enver
el-Cundî; Tâhâ Huseyn Hayâtuhu ve Fikruhu fî Mizâni’l-İslâm ve Mevsû‘atu’l-Muyessere
fî’l-Edyân ve’l-Mezâhib ve’l-Ahzâbi’l-Mu‘âsıra, (sy. 489-494, 692).
[16] Bu fırkalar İslâmı izhar etseler de içlerinde Allah (Y)’dan
başka ilah edinmek, kesin olarak haram kılınanları helal saymak vardır.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetavâ’da (28/474-475) Şi‘a
fırkalarından bahsederken şöyle demiştir: ‘el-Gâliye: Müslümanların ittifakı
ile öldürülür. Onlar ‘Alî (t) ve
başkalarının ilahlığına ve nebîliğine itikad ederler. Nusayriyye ve kendilerini
Beytu Sa‘d ve Beytu Sîn denilen el-İsmailiyye fırkaları da böyledir. Onların
dinine giren, yaratıcının varlığını inkâr eden Muattıla, kıyameti inkâr
edenler, beş vakit namaz gibi şeriatın zahirini inkâr edenler… Bütün bunlar
Yahûdî ve Hristiyanlardan daha kâfirdirler. Onlardan biri bunu izhar etmese de
Cehennemde en aşağıda olan münafıklardandır. Bunu izhar edenler ise küfür
bakımından en şiddetli kâfirlerdir. Bu sadece Rafızîlerin Gâliye fırkasına has
değildir. Bilakis şeyhlerden biri hakkında aşırılık yapan, onun rızık verdiğini
söyleyen, ondan namazın farziyetinin düştüğünü söyleyen veya şeyhinin Nebî (r)’den
üstün olduğunu söyleyen, bütün bu kimseler de Müslümanların icması ile
öldürülmeleri gereken kimselerdir.’
Yemen’in büyük alimi Muhammed b. İsmâ‘il es-San‘ânî, Subûlu’s-Selâm’da
(4/357) şöyle demiştir: “İmânda riya; şehadet kelimesini izhar edip içinden onu
yalanlamaktır. Böyle bir kimse Cehennemde en alt seviyede ebedi kalıcıdır.
Onlar hakkında Allah (Y) şu
ayeti indirmiştir: “Münafıklar sana gelince: ‘Şâhidlik ederiz ki sen,
Allah’ın Rasûlüsün’ derler. Allah da senin kendi Rasûlü olduğunu elbette
bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki münafıklar muhakkak
yalancıdırlar.” (Münafıkun, 63/1)
Bâtıniler de bunlara yakındır. Onlar itikaden onlara uyum gösterirler ve bunun
zıddını içlerinde gizlerler. Takiyye ehli Rafızîler de bunlardandır. Onlardan
her bir fırka takiyye yapar.”
Bkz. Şeyh Abdurrahmân
ed-Devserî, en-Nifâk, (sy. 119-120)
[17] Şi‘alığa mensup Rafızî akîdelerinden biri de takiyyedir.
Ehlisünnete onlardan olduklarını söylerler ve aynı akîdeden olduklarını dışa
vururlar. Lakin onlardan çoğu küfür akîdelerini gizlerler. Kur’ân’ın tahrif
edilmiş ve eksik olduğuna inanmaları, beklenen mehdilerinin Sirdab’da
(yeraltında bir oda) olup daha sonra çıkacağına inanmaları, başta Ebû Bekir (t) ve
Ömer (t)
olmak üzere sahâbelerin çoğunun kâfir olduğuna inanmaları gibi. Bu akîdeleri
meşhur kitapları, el-Kuleynî’nin el-Kâfî adlı eserinde yazılıdır. Bu
eser onların katında, ehlisünnetin katında Sahîhu Buhârî’nin yerindedir.
Şeyhulislâm İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetavâ’da (28/483) şöyle demiştir: ‘İlim
ehli Rafizîliğin başlangıcının zındıklardan biri olan, İslâm’ı izhar edip yahûdîliğini
gizleyen Abdullah b. Sebe ile olduğunu zikretmişlerdir. Hristiyanlıkta
Pavlus’un yahûdîliğini gizleyerek hıristiyanlığı ifsad etmesi gibi, İbn Sebe de
İslâm’da fesat çıkarmak istemişti. Yine zındıklık önderlerinde galip olan durum
onların Rafızîlik izhar etmeleridir. Zira bu İslâm’ı yıkma yoludur.’
Bkz. Mecmû‘u’l-Fetavâ, (27/161, 175-176); İbn
Hazm, el-Fasl fî’l-Milel ve’n-Nihâl, (4/181-183); eş-Şehristânî, el-Milel
ve’n-Nihâl, (2/5-12); Şeyh Abdurrahmân ed-Devserî, en-Nifâk, (sy.
119-120); el-Cumeylî, Bezlu’l-Mechud fî İsbâti Muşabeheti’r-Rafida lil-Yahûd,
(1/386-415).
[18] Kendisinden münafıkların Allah (Y)’ya
hakaret veya dinini karalamak gibi küfrî amelî veya sözü sadır olan kimsenin,
şartlar yerini bulduğunda ve manileri ortadan kalktığında münafık olduğuna ve
dinden çıktığına hükmedilir. Nifağına hükmedildiği zaman, ona güç yetirilince
tevbe izhar etmesi tasdik edilmez. Zira izhar ettiği tevbe, daha önce izhar
ettiklerinden farklı değildir. Ancak ondan islamının güzelliğine delalet eden
sözler ve fiiller zahir olursa, daha önce ortaya koyduğu zındıklığa delalet
eden şeyi iptal eder. Bundan önce onun durumu yöneticiye bildirilmişse ve
samimî şekilde tevbe ettiğine delalet eden şeyler ondan sadır olmuşsa tevbesi
kabul edilir, öldürülmez. Bu mesele hakkında bkz. el-Muvattâ’ şerhi el-Muntekâ
ile birlikte (5/281-282); el-Umm, (1/259-260); Ebû Yûsuf, el-Harac,
(sy. 179); et-Temhîd, (10/149-173); İ‘lâmu’l-Muvakkî‘în,
(3/128-133). Büyük küfür hakkında geçen kaynaklara da bakınız. Nitekim bazı
olaylarda bazı sahâbeler, diğer bazı sahâbelerin düştüğü muhalefetten ötürü
münafık ithamında bulunmuşlardır. Mesela Ömer (t)’nun
Hatîb (t)
kıssasında, Mu‘âz (t)’nun
Ensâr’dan biri ile kıssasında ve Useyd (t)’nun Sa‘d b.
Ubâde (t) ile
kıssasında yaptığı gibi. Bunlarda Nebî (r) onlara karşı
çıkmamıştır. Mecmû‘atu’t-Tevhîd’de (1/68). Şeyh Süleyman b. Abdillah
şöyle demiştir: ‘Eğer nifak alametleri işlenirse münafık ismi vermek, hakikatte
münafık değilse de caiz olur. Zira bu işlerden bazısını insan bilmeden hatayla
yapar veya münafıklık dışında başka bir maksatla yapar. Böyle bir kimseye
münafık diyene karşı çıkılmaz. Nitekim Nebî (r) münafık olmadığı
halde Sa‘d (t)’ya
münafık diyen Useyd (t)’ya
karşı çıkmamıştır. Sükût edene de karşı çıkılmaz. Ne Müslümanlardan ne de
müşriklerden olmayıp ikisi arasında bocalayan bunun dışındadır. Zira bunu ancak
münafık yapar.’
Bkz. İbn Battâl, Sahîhu Buhârî Şerhi, (9/291);
el-‘Aynî, ‘Umdetu’l-Kârî, (22/160); Mecmû‘u’l-Fetavâ, (7/607,
18/472, 473); Fethu’l-Bârî, (2/127, 197); İsâru’l-Hâk, (sy. 389)
ve Mecmû‘atu’t-Tevhîd, (1/67-69).
[19] Lisânu’l-‘Arâb’da (h-r-b maddesi) şöyle geçer: ‘el-Hirbâ’
(bukalemun) başını güneşe çevirir, ne tarafa dönerse o tarafa döner, güneş
ısısına göre renk değiştirir. Çoğulu: el-Harâbî, dişisi: el-Hirbâetu’dur.
el-Ezherî dedi ki: Uzun kertenkele şeklinde bir sürüngendir. Dört ayağı, ince
bir başı ve çizgili sırtı vardır. Güneşe yönelir. Arapların asla yemediği bir
pisliktir.’
[20] Nitekim bu husus Sahîhu Müslim’de (2784) geçen
sahih hadiste sabit olmuştur. Nevevî, Şerhu Müslim’de (17/128) şöyle
demiştir:
‘el-‘Âire: Hangisine tabi olacağını bilmeyen, tereddütte
kalan şaşkın demektir.’
‘Münafıklara da
haber ver ki kendileri için çok acı bir azâb vardır. Müminleri bırakıp da
kâfirleri dost edinen (o münafık)ler. Onların yanında kuvvet ve şeref mi
arıyorlar? Oysa şan, şeref, güç ve kudret hepsi de Allah’ındır.’ (Nisâ’, 4/138-139)
Bundan sonra gelen ayetlere ve Mâ’ide suresi 52. Ayetine
de bakınız.
[22] Münafıkların amelleri ve sıfatları hakkında bkz. Taberî,
Kurtûbî, İbn Kesîr, Şevkânî, İbn Sa‘dî, Abdurrahmân ed-Devserî tefsirlerinde
münafıklar hakkındaki ayetlerin tefsirleri, Sahîhu Buhârî ve İbn
Hacer’in şerhi, Firyâbî, Sıfâtu’n-Nifâk, Sîretu İbn Hişâm,
Beyhakî, Delâ’ilu’n-Nubuvve; el-Muhallâ, 2119. mesele (11/201-226); Zâdu’l-Me‘âd,
Mureysi Gazvesi (3/256-269, Tebük Gazvesi 545-550); Tarîku’l-Hicreteyn,
(sy. 524-528. Bu eserde 120’ye yakın nifak sıfatı zikretmiştir), Medâricu’s-Sâlikin,
(1/381-386); ed-Dureru’s-Seniyye, (1/190-193, 2/72); Mecâlisu Şehri
Ramadân, (26. Meclis); Merviyâtu Gazveti Benî Mustalik, (sy. 60-70);
ez-Zehebu’l-Mesbuk fî Tahkiki Rivayâti Gazveti Tebuk, (sy. 242-300) ve en-Nevâkidu’l-İ‘tikâdîyye,
(1/158-179).