KADERE İMAN
Kader: Allah’ın
kainattaki her şeyi ezeli ilmi ve hikmeti doğrultusunda takdir etmesi, o ilmine
uygun bir şekilde düzenlemesidir.
Kişinin kadere imanının tam ve uygun bir şekilde olabilmesi için şu dört
mertebeyi gerçekleştirmesi gerekir.
El-İlmu-İlim:
Allah’ın ilmen, cümleten ve tafsileten ezeli ve ebedi her şeyi bildiğine
inanma. Kullarının fiilerini, olacak olmayacak her ne varsa ilmi ile
kaimdir(bilir). Yarattığının rızkını ne kadar olacağını fiilini ve cennetemi
cehennememi gideceğini bilir. Şüphesiz kendi yolundan sapanları en iyi bilen
Rabbım’dır. Doğru yolu bilenleride en iyi bilen O’dur. Gaybın anahtarı
O’ndadır. Ve onları O’dan başkası bilemez. Karada denizde olanı bilir. Hiçbir
yaprak düşmesinki onu bilmesin. Yani dalındaki bir yaprak bile O’nun ilminin
dışında düşmez. Yeryüzünün
karanlıklarında hiçbir dane hiçbir yaş ve kuru olmasın ki apaçık kitabda Levhi
Mahvuzda yazılı bulunmasın. Olacağı, olanı, olmayışı ve olmayacağı mabudu yok
ve mevcudu var olanıda biliyordu. Allah(cc) yarın onların itirazı olmasın diye
onlara Resuller gönderiyor.
EL-KİTATU-YAZI: Allah cc’ın yazması kıyamete kadar
yaşayıp, yaşatacağı mahlukun kaderini, ilminin heryeri kuşatmasından dolayı
“levfi Mahfuz” da yazmıştır. Allah cc kıyamete kadar, 50.000 yıl önce yazılmıştır.

El halku (YARATMA): Bu mertebede Allah'tan
gayrı kainattaki her şeyin yoktan var olma zatlarıyla, sıfatlarıyla,
hareketleriyle Allah'ın mahluku olduğuna iman etmeyi gerektirmekte dir.
Ehli Sünnetin Kader İnancı Ve Akidesi:
Yüce
Allah her şeyin yaratıcısı, sahibi ve yöneticisidir. Hiçbir şeyi daha
yaratmamışken olacak her şeyin kaderini çizmiş, kullarının ve diğer bütün
mahlukatın ölümlerini, ömürlerini, rızıklarını, yapacakları işleri, ahlaki
durumlarını (iyi ya da kötümü olacaklarını) apaçık bir kitap olan levhi
mahfuzda yazmış ve saymıştır. Allah neyi dilerse olur. Neyi de dilemezse hiç
kimsenin onu meydana getirmeye gücü yetmez. O’nun her şeye gücü yeter. Kimi
dilerse hidayete, kimide dilerse sapkınlığa erdirir. O neyin olduğunu, neyin
olacağını, neyinde meydana gelmediğini, eğer meydana gelse idi nasıl olacağını
da çok iyi bilir. Kullarında Allah’ın kendileri için çizmiş olduğu kader
doğrultusunda, yapmak istedikleri şeyleri dileme ve güçlerini bu doğrultuda
kullanma hakları vardır. Tabi ki kulların ancak Allah’ın dilediği şeyleri
dileyebileceklerine itikat edip buna inanmaları gerekir.
Şüphesiz
ki Allah kullarını fiillerini yaptığı işleri yaratandır. Fakat kullar bu işleri
fiiliyatta yapanlardırlar. Kulun yapılması gerekli olan şeylerin terkedip,
yapılması haram olan şeyleri fiiliyata dökmeleri hususunda Yüce Allah’a karşı
kullanabilecekleri bir özürleri,
hüccetleri yoktur. Bilakis hüccet kulların üzerine ikame edilmiştir. Kulun
nefsine gelen musibetler için bu kaderdir demesi caizdir. İşlediği günahlar
için bu Benim kaderimde vardı demesi caiz değildir. Eğer hatalarından tövbe
ederse o zaman bu şekilde söylemek caiz olur.
Yüce Allah’ın
kainatta yarattığı fiiller iki kısma ayrılır.
Birincisi: Yüce Allah’ın
mahlukatın fiillerini, onların istek, irade ve seçme hakları dışında
yönlendirmesi, kendi isteğine göre şekillendirmesidir. Çünkü Yüce Allah sadece
kendi dilediğini yapar. Öldürmek, diriltmek, hastalık ve şifa vermek gibi
fiiller bu kabildendir.
İkincisi:
İrade
ve isteği olan her türlü mahlukatın kendi istek ve arzuları doğrultusunda
yapmış oldukları fiillerdir.
Kişi bir işin,
bir olayın kendi isteği dışında cereyan etmesi ile kendi arzuları doğrultusunda
vuku bulması arasındaki farkı anlayabilir. Şöyle ki bir kişinin binanın
çatısından merdivenle aşağıya inmesi ile birinin onu çatıdan aşağıya zorla
itmesi buna bir örnektir. Sonuç olarak ikiside aşağıya inmiştir. Ama birincisi
kendi arzusu, diğeri ise zorunlu olarak inmiştir.
Allah’ın Kulun
Fiillerini Yaratması Ve Kulun Fiilleri İşlemesi:
Yüce Allah kulu
ve onun fiiliyatını da yaratmıştır. Ve ona o fiili yapabilme gücü ve isteğini
de vermiştir. Kul o fiili gerçekte yapan, fiil ile temas halinde bulunandır.
Kişi eğer iman ederse bu onun kendi gücü ve isteği ile yapmış olduğu bir
şeydir. Şayet küfür ve inkar ederse buda yine O’nun isteği doğrultusunda
meydana gelmiştir. Bu aynı bu meyve şu ağaçtandır, şu mahsul bu topraktandır
dememiz gibidir. Yani ondan meydana gelmiş demektir.
Yüce Allah her
şey için bir başlangıç noktası ve buna bağlı olarak yaşamını, devamını bu
noktalardan sağlayan mahlukatı yaratmıştır. Ağacı yaratan Allah’tır, meyve
ağaçtan Allah’ın dilemesi ile türemiştir. Meyve ağaçtandır ama onu yaratan
Allah’tır. Bunun gibi daha bir çok örnek gösterilebilir. İşte bu şekilde
Allah’ın yaratması ile kulun fiili işlemesi arasında bir bağlantı vardır,
aralarında herhangi bir çelişki yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Allah sizi ve sizin yaptıklarınızı da
yaratmıştır.” (Saffat Suresi 96. ayet) ve şöyle buyurmuştur:
“Kim
(malından) verir ve (Allah’ın azabından) sakınırsa, en güzeli tasdik ederse
Bizde onu en kolaya (hesaptaki kolaylık) hazırlarız. Kimde cimrilik edip
(malından) vermezse, kendisini zengin sayıp, en güzel olanıda yalanlarsa Bizde
onu en zor olana yöneltiriz.” (Leyl Suresi 5-10. ayetler)
Kulun kadere inancında iki şey ona
gerekli ve farz olur.
Birincisi:
Kulun
yapılması kendisine yasaklanan şeylerden kaçınmasına ve kendisi için takdir
edileni (farzları ve Sünnet’leri) fiiliyata dökmesinde Allah’tan yardım
dilemesi, onu kolaya yöneltip, zorluktan uzaklaştırması için Allah’a dua etmesi
ona farz olur. Böylece kul Allah’a tevekkül eder ve kötülüklerden O’na sığınır,
hayra ulaşıp şerden sakınmada Allah’ın yardımına muhtaç olduğunu bilir.
İkincisi:
Kul
kendisi için takdir edilmiş musibetlere sabredip, umutsuzluğa kapılmamalıdır.
Gelen musibetin Allah’ın katından geldiğini bilip, razı olmalıdır. Böylece
dünyada selameti bulur. Bilir ki kendisine bir musibet gelecek olsa o musibeti
ondan uzaklaştıracak hiçbir kuvvet yoktur. Aynı şekilde kendisi için takdir
edilmemiş bir musibet kesinlikle ona isabet edecek değildir.
Kulun
kendisi için takdir edilen kadere rıza göstermesi gerekir. Çünkü kadere olan
rızası onun Yüce Allah’ın rububiyetine tam manası ile iman etmesinden ileri
gelir. Her müslüman Allah’ın iradesine uygun bir şekilde cerayan eden kaderin
fiiliyatı olan kazaya iman etmesi, rıza göstermesi imanın şartlarından biridir.
Yüce Allah yaptığı her işi adalet ve hikmet çerçevesinde yapar, kulun kalbinin
Allah’ın verdiği musibetin yanlışlıkla kendisine gelmeyeceğine, yanlışlıkla
kendisine gelecek bir musibetinde Allah’ın iradesi ve kazası olmadan isabet
etmeyeceğine inanması, onun meydana gelen olaylar karşısında tereddüde düşmesine
ve hayretler içinde kalmasına engel olur. Sitres ve huzursuzluktan arınır, emin
olur. Kaybettiği şeylere üzülmez, geleceğinden korkmaz. Böylece insanların en
huzurlusu, aklı ve fikri rahat olanı haline gelir. Her kim ömrünün sınırlı
olduğunu, korkaklığın ömrünü uzatmayacağını, rızkının belli olduğunu,
cimriliğin rızkını artırmayacağını bilirse kalbi ve gönlü rahatlar, mutmain
olur. Kendisine isabet eden musibetlere sabreder, yapmış olduğu yanlış işler
için tevbe eder, Yüce Allah’ın onun için takdir ettiğine razı olur. Böylece
kendisine gelen musibetlere sabrettiği gibi emredilenleride yapmış, bu ikisi
arasını birleştirmiş olur.
İrade Çeşitleri
İrade (dilemek,
dilediğini yapmak) Yüce Allah’ın kitabında iki çeşit olmak üzere varid
olmuştur.
Birincisi: Kevni
İrade:Bu
irade Yüce Allah’ın yarattığı bütün her şey için geçerlidir. Dilediği meydana
gelir, dilemediği ise vuku bulmaz. Yüce Allah’ın murad ettiğinin muhakkak
olması gerekir. Kainatta vuku bulan her şeyin Yüce Allah tarafından sevilmesi,
hoşnut olunması meydana gelmesi için şart değildir. Kevni irade, Yüce Allah
tarafından yerler ve gökler yaratılmadan önce takdir edilmiştir. Eğer kevni
irade ile Şer’i irade bir yerde, bir noktada çakışırsa işte o zaman Yüce Allah
o kevni iradeyi sever ve ondan razı olur.
Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: “Allah kimi hidayete
erdirmek isterse onun göğsünü islama açar” (Enam Suresi 125. ayet)
İkincisi: Şer’i
İrade: Şer’i
irade Allah’ın istediği, dilediği, razı olduğu amellerin, hadiselerin vuku
bulmasını sağladığı, bu sevdiği, istediği şeyleri yapanlardan razı olduğu
iradedir. Yüce Allah’ın bir şeyi sevmesi vuku bulacağı manasına gelmez. Ancak
kevni irade ile meydana gelmesi istenirse o zaman vuku bulması gerekli olur.
Bu konuda Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: “Allah sizin
için kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara Suresi 185. ayet)
Yüce
Allah kulunun iman etmesini, itaatte bulunmasını, iyi ameller işlemesini ister,
bunu arzular ve sever. Kullarına sevdiği işleri yapmaları için emreder.
Emirlere uyanları mükafatlandırır, güzel bir karşılık verir. Hiç kimse Allah’ın
iradesi olmadan isyan edemez, asilik yapamaz. O’nun dilediğinden başka hiçbir
şey vuku bulmaz.
Kaderi
Değiştiren Sebepler
Yüce Allah
kulunun başına gelecek kaderin dua, sadaka, kulun yapmış olduğu işlerde dikkatli davranması, ilaç kullanması, yaptığı
işi en sağlam bir şekilde yapması gibi sebeplerle değiştirilebileceğini başa
gelecek olan kaderin bertaraf edilebileceğini bildirmiştir. Çünkü olacak her
şey Allah’ın ezeli ilminde sabittir. Kader değişse de bu kulun kaderinde zaten
vardır, çizilmiştir. Bu sadece bir kaderden diğerine geçiştir. Kulun acizliği
ve başarılı olması dahi kaderinin bir parçasıdır.
Kader Allah’ın
Bir Sırrıdır
Kader
Allah’ın yarattıklarından gizlediği bir sırrıdır. Kainattaki her şeyin gerçek
halini Yüce Allah’tan başka hiç kimse bilemez. Kulun sapkınlığa düşmesi,
hidayete ermesi, ölmesi, dirilmesi, kiminin bolca nimetlenip, kiminin de az
rızık alması hepsi Allah’ın takdirindendir.
Yüce Allah’ın
ezeli ilmi ile olacakları ve olan her şeyi bilmesi insanlık için ğaybı bir
meseledir. Gayb ise Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği bir ilimdir. Ve gayb
kulların nazarında meçhul bir şeydir. Bu sebepten dolayı hiç kimse kaderi,
yapmış olduğu günahlara “Kaderimde vardı” diyerek delil olarak getiremez. Eğer
böyle bir şey olacak olsaydı, günah işleyenlere hesap sorulamaz, zalimlere ceza
verilemezdi. Müşrikler öldürülemez, had cezaları uygulanamazdı. Zalimler
zulmünden alıkonulamaz, din ve dünya fesada boğulurdu.
Kul dünya yaşantısında iki türlü musibetle
karşı karşıya kalır.
Birincisi: Kulun kendi
elinden gelen musibeti bertaraf edecek gücü vardır. Böyle olduğu halde o
musibet karşısında acizlik gösteremez, elinden geleni yapmak zorundadır.
İkincisi ise: Kul kendisine
gelen musibet karşısında yapacak hiçbir şeyi yoktur. Böyle bir durumda
ümitsizliğe, paniğe kapılmadan Yüce Allah’a yönelmeli, ondan probleminin
çözümünü istemelidir. Çünkü Yüce Allah musibetleri daha vuku bulmadan nasıl ve
ne zaman vuku bulacağını çok iyi bilir. Her musibet için meydana gelişi
esnasında bazı sebepler yaratmıştır. Böylece musibetin bertaraf edilişinin
yollarını da bize öğretmiştir. Dolayısıyla kul eğer sebeplere sıkı sıkı
sarılırsa musibetleri bertaraf edecek gücüde kendisinde bulacaktır. Dinimiz
sebeplere sarılmayı emretmiş, sebepler doğrultusunda hareket etmeyeni
ayıplamıştır. Çünkü kul bu fiili ile kendisini tehlikelerden korumamıştır.
Bütün bunların yanı sıra eğer kulda musibetlere karşı koyacak güç ve imkanı
yoksa o zaman kul mazur olmuş olur.
Kulun sebeplere
sarılması, Allah’a tevekkül etmesine engel değildir. Çünkü sebepler kaderin
cüzlerinden biridir. Dolayısıyla kader sebepler ile bir bütündür. Her halükarda
Allah’a tevekkül etmeyi gerektirir. Kul yapacağı işlerde sebeplere sarıldıktan
sonra Allah’a tevekkül eder, ondan kaderinin hayırlı olmasını ister. Eğer
başına bir musibet gelecek olursa da şöyle der: "قدر
الله ما شاء فعل" “Allah takdir etti ve dilediğini de
yaptı.”
Kula musibet
gelmeden evvel musibeti önleyecek sebeplere sarılması gerekir. Çünkü kader
ancak başka bir kader ile defedilir. Şüphesiz ki bütün peygamberler kendilerini
düşmanlarından koruyacak sebeplere sarılmışlardır. Halbuki Yüce Allah onları
korumuş, onlara davetleri esnasında yardım etmiş ve vahiy ile desteklemiştir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Allah’a tevekkül edenlerin
efendisi olmasına rağmen sebeplere sarılırdı.
Soru:
Rızık
artar ve eksilir mi? Rızık sadece yenilen şeyler midir, yoksa kulun sahip
olduğu her şey rızık mıdır?
Cevap:
İki
türlü rızık vardır:
Birincisi: Allah’ın,
kişinin rızkı olacağını, yiyeceğini bildiği şey. Bu rızık değişmez.
İkincisi: Allah’ın
yazdığı ve meleklere bildirdiği rızık. Bu rızık, sebeplere bağlı olarak artar
da eksilir de. Çünkü Allah meleklere, kul için bir rızık yazmalarını emreder.
Eğer Allah’ın rahmeti kula erişirse, bu rızkı onun için arttırır. Nitekim sahih
bir hadiste peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kim, rızkının genişlemesinden ve yaptığı
hataların unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık
bağlarını gözet-sin.” Buhari, Buyû, 12
Aynı şekilde Davud peygamberin (a.s.)
ömrü altmış sene olarak yazılmıştı. Kırk yaşına geldiğinde, Allah ömrünün yüz
sene olmasını öngördü. Tirmizi, 3076
Hz. Ömer’in şu
sözü de bu kapsama girer: “Allahım! Eğer
benim bedbahtlardan olmamı yazmışsan, bunu sil ve beni mutlulardan kıl. Çünkü
sen dilediğini siler ve dilediğini sabit bırakırsın.”
Nuh’un (a.s.) şu sözü de buna örnektir: “Allah’a kulluk edin; O’na karşı gelmekten
sakının ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi
belli bir vadeye kadar tehir etsin.” Nuh, 3 -4 Bunun birçok örneği vardır.
Rızık elde edilmesine aracı kılınan rızıklar da yüce
Allah’ın takdir edip yazdığı şeyler arasında yer alırlar. Eğer Allah, kulun
çalışması ve kazancıyla rızıklanmasını öngörmüşse, ona çalışmayı ve kazanmayı
ilham eder. Çalışmayla elde edilmesi öngörülen bu
rızık, çalışma dışında elde edilemez. Çalışma ise iki türlüdür. Çalışmanın bir
türü tamamen rızık elde etme içindir. Zanaat, ziraat ve ticaret gibi. Bir kısım
çalışma da dua, tevekkül ve mahlûkata ihsan etme şeklinde olur. Çünkü kul
kardeşine yardım ettiği sürece Allah da ona yardım eder.
Rızık kavramıyla iki şey kast edilir:
Birincisi: Kulun yararlandığı şeyler.
İkincisi:
Kulun sahip
olduğu şeyler.
“Kendilerine verdiğimiz rızıklardan infak ederler.” Bakara,
3 “Size verdiğimiz rızıktan harcayın.”
Münafikun, 10
ayetlerinde bu ikinci kısım rızık kast ediliyor. Bu, Allah’ın helâl olarak
kişiyi sahip kıldığı mallardır.
Birinci
kısım rızıktan ise şu ayette söz edilmiştir:
“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah’ın üzerinedir.”
Hud, 6 Peygambe-rimizden (s.a.v.) rivayet
edilen şu hadiste de bu tür rızıktan söz edilmiştir: “Kişi, kendisi için takdir edilen rızkı tamamlamadan ölmez.” İbni
Mace, Ticarat, 2 Bunun gibi örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Kul,
helâl da yer haram da. Bu yedikleri, birinci kısım rızık
itibariyle rızıktır, ikinci kısım rızık itibariyle değil. Kulun çalışarak
kazandığı, ama yemediği şey de ikinci kısım itibariyle rızıktır, birinci kısım
itibariyle değil. Çünkü bu, gerçekte miras aldığı bir maldır, kendi malı
değildir. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir.
Soru:
Bir
adam, yol kesse, hırsızlık yapsa veya haram yese, bu yediği ve çalıp çırptığı şeyler, onun
Allah tarafından garanti edilen rızkı mıdır, değil midir?
Cevap:
Bu,
Allah’ın ona mübah kıldığı rızık değildir. Allah bunu sevmez ve bundan razı da
olmaz. Bu nitelikteki bir maldan infak edilmesini de emretmemiştir. “Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden
infak ederler.” Bakara, 3
“Size rızık olarak verdikleri-mizden
infak edin.” Münafikun, 10 ayetlerinin kapsamına haram yollardan
elde edilen mallar girmezler. Bilakis, haram yollardan elde ettiği bir şeyi
infak eden kimseyi yüce Allah kınamıştır. Böyle bir kimse, dinine göre, dünya
ve ahirette azabı hakkeder. Nitekim yüce Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Mallarınızı aranızda haksız yollardan
yemeyin.” Bakara, 188 Soruda belirtilen durum, malın haksız
ve batıl yollardan yenilmesi kapsamına girer.
Ancak
bu, Allah’ın önceden bildiği ve takdir ettiği rızıktır. Nitekim sahih bir
hadiste İbni Mes’ud peygamber efendimizden (s.a.v.) şöyle rivayet
eder: “Sizden birinizin yaratılışı şöyle
gerçekleşir: Anasının karnında kırk gün nütfe halinde kalır. Sonra bunun gibi
kırk kan pıhtısı halinde kalır. Sonra kırk gün bir çiğnem et halinde kalır.
Sonra onun yanına iki melek gönderilir ve bunlara şu dört söz emredilir ve
denilir ki: Rızkını, ecelini, amelini, mutsuz veya mutlu olacağını yaz.”
Buhari, Kader, 1 ;
Müslim, Kader, 1 Allah, kulun hayır ve şer olarak
işleyeceği şeyleri bildiği gibi, hayırdan dolayı sevap, şerden dolayı da ceza
verecektir. Aynı şekilde helâl ve haram olarak kişinin edindiği rızıkları da
yazmıştır. Bunun yanında haram yollardan elde ettiği rızıklardan dolayı kulu
cezalandıracaktır.
Haram
rızık, Allah’ın takdir ettiği ve
meleklerin yazdığı bir şeydir. Bu da Allah’ın dilemesinin kapsamına girer,
Allah’ın yarattığı şeyler arasında yer alır. Bununla beraber Allah bunu haram
kılmıştır. Yasaklamıştır. Bunu işleyen kimseye, hakkettiği oranda gazap
edecektir, onu yerecek ve cezalandıracaktır. Allah doğrusunu herkesten daha iyi
bilir.
Kişi,
kendisine emredilen sebebi yerine getirir ve ğücünün dışında olan hususlarda
ise Allah’a tevekkül eder. Tıpkı toprağı süren ve tohumu eken
kimsenin, bunları yaptıktan sonra yağmurun yağması, ekinin yeşermesi ve zararlı
unsurların bertaraf edilmesi hususunda Allah’a tevekkül etmesi gibi. Aynı
şekilde tüccar da mal getirmek ve bir yerden bir yere nakletmek hususunda bütün
çabasını sarf eder; ancak insanların kalbine bu malı talep etme duygusun koyma,
kar edeceği bir fiyatı verme gibi hususlar kulun gücü dahilinde değildir. Kişi
gücünün yettiği şeyleri yaparsa, Allah, aciz kaldığı şeylerden dolayı onu
cezalandırmaz. İstek belli bir şeye yönelik olmaz. Bilakis, rızkın kendisine
yetmesini sağlayan şeylerle ilgili olur. Tıpkı, herhangi bir belirlemede
bulunmadan, Allah’tan yeterli derecede rızık isteyerek dua eden kimse gibi.
Çalışmaya
gücü yeten bir kimsenin kendisinin, çoluk çocuğunun nafakasını temin etmesi ya
da borcunu ödemesi gereken kimse gibi. Alimlerin ortak görüşüne göre, böyle bir
kimsenin çalışması vaciptir. Çalışabildiği halde bunu terk ederse, günahkâr bir
asi olur.
Peygamberlerin
(a.s.) geneli, rızıklarını elde etmelerine yarayan işler yapmışlar, sebepler
gerçekleştirmişlerdir. Nitekim İbni Ömerin rivayet ettiği bir hadiste peygamber
efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kıyametin hemen öncesinde, insanlar tek ve ortaksız Allah’a
ibadet etsinler
diye, kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın gölgesindedir. Benim emirlerime
muhalefet edenler için alçaklık ve küçüklük vardır. Bir kavme benzeyen
onlardandır.”
Ahmed, 2 /50 Sahih bir hadiste peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet
edilir: “Kişinin yediğinin en üstünü
kendi kazancıdır.” Nesai, Buyû, 1 Davud peygamber kendi kazancını yerdi, zırh
yapardı. Zekeriya peygamber (a.s.) marangozdu. İbrahim peygambe-rin (a.s.)
sürüleri vardı. Öyle ki tanımadığı kimselere semiz bir buzağı ikram
edebiliyordu. Ancak varlıklı olan biri bu şekilde davranabilir.
Allah
her şeyin yaratıcısıdır. Fakat Kur’an ve hadislerde kötülük ancak aşağıda
işaret edilen üç şekilde yüce Allah’a izafe edilir:
Birincisi: Genelleştirme
yoluyla. “Allah her şeyin yaratıcısı-dır.” Rad, 16 , Zümer, 62 ayetinde olduğu gibi.
İkincisi: Sebebe izafe etmek sûretiyle. “Yarattığı
şeylerin şerrin-den...” ayetinde olduğu gibi.
Üçüncüsü: Fail
hazfedilerek. “Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa rableri
onlara bir hayır mı diledi?” Cin, 10
Bu
üç ifada tarzının üçünün de Fatiha suresinde yer aldığını görüyoruz: “Alemlerin rabbi olan Allah’a
hamd olsun.” burada genelleştirme söz konusudur. “Nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğramışların... değil.” burada ise gazabın faili hazf edilmiş. “ve saapmışların....” burada
ise sapma olgusu mahlûka izafe
edilmiş. Buna Hz. İbrahim’in (a.s.) şu sözünü de örnek
gösterebiliriz: “Hasta olduğum zaman,
bana şifa veren O’dur.” Şuara, 80 Hızırın şu sözü de: “O’nu kusurlu kılmak istedim.” “Böylece istedik ki, rableri onun yerine
kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin.” “Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü
çağlarına erişsinler.” Kehf, 79-82
Allah
şöyle buyurmuştur: “O ki, yarattığı her
şeyi güzel yapmış...” Secde, 7 “Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın
sanatıdır.” Neml, 88 Buna göre mahlûkat, yaratılışına esas
oluşturan hikmet itibariyle hayır ve
hikmetten ibarettir. Başka açıdan şer de içerse de. Bu ise, arızi ve cüz’i bir olgudur. Salt şer
değildir. Bilakis, ağır basan hayır
amaçlanarak işlenen şer de hikmet sahibi bir fail açısından hayrın
göstergesidir. Bu işi gerçekleştirdiği mahal açısından şer olsa da.
Allah’ın kudretinin herşeyi kapsaması
Allah’ın
her şeye gücü yeter. Hiçbir şey bu genelliğin dışında değildir. Fakat, varlığı
tasavvur edilebilene “şey” adı verilir. Fakat özü itibariyle imkânsız olan ise,
aklı başında herkesin ittifak ettiği üzere “şey” olarak değerlendirilemez.
Zıt
olan şeyleri yaratma kudreti, bunları alternatifli olarak yaratma kudretidir.
Allah, kulunu hareket eden yapmak istediği zaman, yapar. Onu hareketsiz yapmak
istediğinde de, yapar. İman, küfür ve başka hususlar için de bu kural
geçerlidir. Fakat kulun, aynı anda zıt olan iki şeyle vasfedilmesi mümkün
değildir. Hem Allah’ın muttaki velilerinden sadık bir mü’min olması hem de Allah’ın düşmanı münafık bir
kâfir olması gibi. Bununla beraber kul da, imandan bir şube ile nifaktan bir
şubenin bulunması mümkün-dür.
Kulun
bilmesi gerekir ki, Allah’ın bilgisi, kudreti, hikmeti ve rahmeti eksiksizdir,
mükemmeldir, bundan daha fazlası tasavvur edilemez. Daha doğrusu, eksiksiz
kemal tasavvur edildikçe, bu, yüce Allah açısından vacip olur. Bazı kullar,
Allah’ın bazı hikmetlerini bilirler. Allah’ın gizlediği bazı hikmetler de
onlardan gizli kalır.
Allah’ın
hikmetini, rahmetini ve adaletini bilme bakımından insanlar birbirlerinden
üstün olabilirler. Kulun varlıkların hakikatine dair ilgisi arttıkça, Allah’ın
hikmetine, adaletine, rahmetine ve kudretine dair bilgisi de artar. Bilir ki,
Allah işlediği güzel ameller ve bu amellerin sevapları itibariyle kendisine
nimet bahşetmiştir. Yine bilir ki, işlediği günahlardan dolayı başına gelen
azap da Allah’ın adaletinin bir göstergesidir. Günahın
kendisinden sadır olması, Allah’ın takdirinin bir parçası olsa da, kendi
nefsinin yetersizliğinin, acizliğinin ve bunun bir sonucu olan cahilliğinin
sonucudur. Kendisinde bulunan iyilikler de Allah’ın fiilidir. Bunların varlığını Allah
bahşetmiştir. Allah, nefsi yaratmış ve ona şekil vermiştir. Ona günahını da
takvasını da ilham etmiştir. Günah ve takvanın ilham edilmiş olması, sınırsız
bir hikmetin göstergesidir. Şayet Adem oğullarının öncekileri ve sonrakileri
içindeki bütün aklı başındaki kimseler, bundan daha mükemmel bir hikmet bulmak için toplansalar, bulamazlar.
Soru:
Maktul
eceliyle mi ölmüştür, yoksa katil ecelini dolmadan kesmiş midir?
Cevap:
Maktul
ve diğer ölüler, ecelleri dolmadan ölmezler. Hiç kimse de önceden belirlenmiş
ecelinden sonra ölmez. Hatta diğer hayvanların ve ağaçların da öne alınamaz ve
ertelenemez ecelleri vardır. Çünkü bir şeyin eceli, ömrünün sonudur. Bir şeyin
ömrü de hayatta kalış süresidir. Buna göre, ömür, hayatta kalış müddeti, ecel de ömrün sona ermesi demektir.
Sahihi
Müslim’de ve başka kaynaklarda peygamber efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu
rivayet edilmiştir: “Allah, gökleri ve
yeri yaratmazdan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderlerini belirlemişti. O
sırada Allah’ın arşı suyun
üzerindeydi.”
Müslim, Kader, 16
Sahihi Buhari’de ise peygamberimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah vardı ve Ondan önce hiçbir şey yoktu.
Arşı suyun üzerindeydi. Her şeyi zikirde yazdı. Gökleri ve yeri
yarattı.-rivayetin bir diğer versiyonunda lafız şöyledir:- sonra gökleri ve
yeri yarattı.” Buhari, Bed’ul halk, 1 Yüce
Allah bir ayette şöyle buyurmuştur: “Ecelleri
geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.”
Nahl, 61
Daha
olmadan, Allah, olanı bilir. Bunu yazmıştır da. Şunun karın ağrısıyla, şunun
zatulcenab hastalığıyla, şunun yıkıntı altında kalarak veya boğularak, yahut
başka sebeplerle öleceğini bilir. Şunun, zehirlenerek veya kılıçla yahut taşla
ya da başka bir şeyle öldürüleceğini bilir.
Allah’ın
bütün bunları bilmesi ve yazması, hatta her şeyi dile-mesi ve her şeyi
yaratması, kişilerin bunlardan dolayı övülmelerine, yerilmelerine, sevap kazanmalarına
veya cezalandırılmalarına engel değildir. Bilakis, Allah yolunda cihad eden
kimse gibi, bir insan, Allah’ın ve resulü’nün emri uyarınca birini öldürürse,
bundan dolayı sevap kazanır. Yol kesenlerin ve saldırganların yaptığı gibi, bir
kimse de Allah ve resulü’nün haram ettiği şekilde birini öldürürse, bundan
dolayı cezalandırır. Kısas olayında olduğu gibi, mübah olarak birini
öldürürse, ne sevap kazanır, ne de ceza görür. Ancak bu bağlamda iyi ya da kötü
bir niyet taşımış olması başka.
İki
türlü ecel vardır: Allah’ın bildiği
mutlak ecel... Şartlara bağlı
ecel.... Bununla, peygamber efendimizin (s.a.v.) şu sözlerinin anlamı
anlaşılmış oluyor. Buyuruyor ki: “Kim,
rızkının genişlemesinden ve yaptığı hataların
unutulmasından hoşlanıyorsa, sıla-ı rahimde bulunsun, akrabalık bağlarını
gözetsin.”
Buhari, Buyû, 12
Çünkü yüce Allah, meleğe şöyle emretmiştir: Ecelini yaz. Ama sıla-ı rahmi gözetirse, ona fazladan şu
kadar ömür vereceğim.... Melek, ömrün uzatılıp uzatıl-mayacağını
bilmez.
Fakat Allah, işin nereye varacağını
bilir. Bu sonuç da gerçekleştiği zaman, ecel ne bir saat ileriye
alınır, ne de bir saat ertelenir.
Allah’ın hükmü iki türlüdür: Yaratma ve
Emretme.
Birincisinin
kapsamına, takdir ettiği musibetler girer.
İkincisinin
kapsamına, emir ve yasakları girer. Kul, her iki durumda da sabretmekle
yükümlüdür. Dolayısıyla yapması emredi-len şeyi yapmak ve yasaklanan şeyi de
terk etmek hususunda sabretmesi gerekir. Aynı şekilde Allah’ın takdir
ettiklerine sabretmesi de lazım gelir.
İnsanlar dört kısma ayrılırlar
1)
Kendisi için değil, rabbi için buğzedenler. 2 ) Rabbi için değil, kendisi için buğzedenler. 3 ) Her ikisi için de buğzedenler. 4 ) Her ikisi için de
buğzetmeyenler...
Kadere tanıklık etmek hususunda da dört
kısma ayrılırlar.
İşte
Rububiyeti müşahede etme hususunda insanlar bu dört gruba ayrılırlar. Bu,
insanların Allah ve kendileriyle ilgili olarak takındıkları tavırların
odaklandığı taksimdir. Ayrıca Allah ve kendileriyle de bu şekilde gruplanırlar.
Salt olan taksim ise, Allah ile Allah için amel etmektir. Kendisiyle kendisi
için değil.
Saidler ve Şakiler
Soru:
Sırf mutluluğa özgü kılınmış veya sırf mutsuzluğa özgü kılınmış topluluk yahut
mutsuz olmayacak mutlu ya da mutlu olmayacak mutlu var mıdır? Şayet bizden önce
amellerin varlığı söz konusuysa, o zaman amel etme hususunda nefsi yormanın ve
onu lezzetlerden alıkoymanın ne anlamı var? Değil mi ki ezelde yazılan şey kaçınılmaz
olarak gerçekleşecek?
Bu Meseleye Resulullah’ın Cevabı
Cevap:
Allah Resulu (s.a.v.) birden çok hadiste bu soruya cevap vermiş.
Müslim
sahihinde Züheyr’den, Ebu Zübeyr’den ve Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet
eder: Süraka b. Malik b. Cü’süm geldi ve dedi ki: “Ya Resulallah! Sanki şu anda yaratılmışız gibi bize dinimizi açıkla.
Bu gün ne için amel edilir? Kalemlerin mürekkep-lerinin kuruduğu ve kaderlerin
takdir edildiği şeyler için mi? Buyurdu ki: “Bilakis; kalemlerin kuruduğu ve
kaderlerin takdir edildiği şeyler için.”
Dedi ki: Şu halde neden amel etmeyelim ki? Züheyr şöyle der: Burada Ebu Zübeyr
anlamadığım bir şey söyledi. Ne dediğini sordum. Dedi ki: Amel edin, çünkü
herkese kolaylaştırılır.” Müslim, Kader, 8
Buhari
ve Müslim’de Ali’den (r) şöyle rivayet edilir: “Bir gün Resulullah (s.a.v.)
elinde bir değnek yeri eşeliyordu. Bir ara başını kaldırdı ve şöyle dedi: Sizden hiç kimse yoktur ki cennetteki ve
cehennemdeki menzili şu anda biliniyor olmasın.” Dediler ki: “Ya Resulallah! O halde ne diye amel ediyoruz? Tevekkül
etsek daha iyi olmaz mı? Buyurdu ki: Hayır; amel edin! Çünkü herkese,
yaratıldığı akıbete uygun ameller kolaylaştırılır.” Ardından şu ayetleri
okudu: “Fakat kim verir ve
korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, biz de onu kolay olan için
başarılı kılacağız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel
olanı da yalan sayarsa, biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını)
kolaylaştıracağız.” Leyl, 5 -10
Buhari, Kader, 4
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) bu ve benzeri hadislerde, Kur’an’ın da haber verdiği gibi, yüce
Allah’ın, kulların varacakları mutluluk ve mutsuzluğu önceden bildiğini,
yazdığını ve takdir ettiğini haber veriyor. Kulların ve başka varlıkların
hallerini önceden bilip yazdığı gibi. Nitekim Buhari ve Müslim’de Abdullah b.
Mesud’dan şöyle rivayet edilir: Doğru
sözlü ve sözleri her zaman doğrulanan Resulullah (s.a.v.) şöyle anlattı: “Sizden her birinizin ana rahmindeki
yaratılışının ilk kırk günü nütfe şeklinde geçer. Sonraki kırk günde bir kan
pıhtısı olur. Ondan sonraki kırk günde bir çiğnem et olur. Sonra Allah bir
meleği dört kelimeyle ona gönderir. Melek onun amelini,
ecelini, rızkını, mutsuz veya mutlu oluşunu yazar. Sonra onun içine ruh üfler.
Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki, içinizden biri sürekli
olarak cennet ehlinin amelini işler, nihayet onunla cennet arasında bir zira
kadar mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de,
o adam ateş ehlinin amelini işleyerek ateşe girer. Yine içinizden biri sürekli
olarak ateş ehlinin amelini işler, nihayet onunla ateş arasında bir zira kadar
bir mesafe kalır ki, daha önce yazılmış olan kader öne geçer de, o adam cennet
ehlinin amelini işleyerek cennete girer.” Buhari, Bed’ul halk, 6
Yüce Allah’ın
varlıkları ve türlerini yaratmadan önce onları bildiğine, yazdığına,
hükmettiğine ve takdir ettiğine dair nasslar ve rivayetler oldukça
fazladır.
Resulullah
efendimiz (s.a.v.) bunun, mutluluk ve mutsuzluğa yol açan amellerin varlığına
engel olmadığını, mutluluk ehli olana mutluluk ehlinin amelinin
kolaylaştırıldığını açıklamış, kişinin nasıl olsa önceden yazılmış bir kader
vardır diye amel etmeyi terk etmesini yasaklamıştır. Bu yüzden önceden yazılmış
kadere güvenerek emredilen amelleri terk edenler, amel olarak en büyük hüsrana
uğrayan, emekleri dünya ve ahirette boşa giden kimselerdir.
Dolayısıyla yapmakla yükümlü oldukları amelleri terk edişleri, kendileri için
takdir edilip de kendilerine kolaylaştırılan mutsuzluk ehlinin amelleri
arasında yer alır. Çünkü mutluluk ehli olanlar, emredilenleri yapıp
yasaklananlardan kaçınan kimselerdir. Bu bakımdan, kadere yaslanarak kendisine
emredilen vacip amelleri terk edip, yasaklanan amelleri işleyen kimse,
kendilerine mutsuzluk ehlinin amelleri kolaylaştırılan mutsuzlardan biridir.
Peygamber
efendimizin (s.a.v.) bu son derece doğru ve isabetli cevabı, Tirmizi kanalıyla
rivayet edilen bir diğer hadiste yer alan şu cevabına benziyor: Denildi ki: “Ya Resulallah! İlaçlarla tedavi olalım mı?
Ayet ve dua ile hastalıktan korunalım mı? Hastalık korkusuyla önceden tedbir
alalım mı? Bunlar, Allah’ın takdir ettiği bir şeyi engeller mi? Buyurdu ki:
Bunlar da Allah’ın takdirleridir.” Tirmizi, Tıp, 21
Çünkü yüce Allah, varlıkların bütün
durumlarını ve mahiyetlerini bilir, buna göre yazar. Allah, bir şeyin amel veya
başka sebepler aracılığıyla olacağını bilip yazdığında ve bunu takdir
ettiğinde, bu gibi şeylerin, Allah’ın sebep kıldığı şeyler olmadan
olabileceklerini düşünmek caiz değildir. Bu durum, bütün hadiseler için
geçerlidir.
Bir
örnek verecek olursak: Allah, şu erkek ve kadının bir çocuğunun olacağını bilip
yazdığı zaman ve Allah bunun gerçekleşmesini kadınla erkeğin birleşmelerine,
çocuğun oluşumunu sağlayan meninin ana rahmine akmasına bağlı kıldığı vakit,
artık Allah’ın, çocuğun varlığını bağlı kıldığı sebep olmaksızın çocuğun var
olabilmesi caiz değildir. Çocuğun olmasının sebepleri, alışıla gelen (normal)
ve alışık olunmayan (normal ötesi) olmak üzere iki kısma ayrılırlar.
Normal sebepler: Ademoğullarının bir anne ve bir babadan
dünyaya gelmeleri.
Normal ötesi sebepler: Bir insanın
sadece bir anneden dünyaya gelmesi, İsa (a.s.) gibi. Ya da sadece bir babadan
dünyaya gelmesi, Havva gibi. Yahut anasız ve babasız dünyaya gelmesi,
insanlığın atası Adem’in çamurdan yaratılması gibi.
Allah bütün sebepleri önceden bilmiş ve
yazmıştır. Onları takdir etmiş, hükme bağlamıştır. Bunların sonuçlarla
irtibatlarını da önceden belirlemiştir. Bitkilerin yaratılmasına aracı olan
yağmurun yağması gibi sebepler de bu kapsama girer. Nitekim yüce
Allah şöyle buyuruyor:”Ve Allah’ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda,
yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında...” Bakara, 164 “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız.”
Araf, 57 “Ve her canlı şeyi sudan yarattık.”
Enbiya, 30 Bunun gibi daha birçok ayeti örnek
gösterebiliriz. Şu halde bunların tümü önceden
takdir edilmiş ve bilinen şeylerdir. Oluşlarından önce hükme bağlanıp
yazılmışlardır.
Soru:
Yüce
yaratıcı saptırır mı hidayete mi erdirir?
Cevap:
Varlık
aleminde olan her şey Allah tarafından
yaratılmıştır. Her şeyi dilemesi ve kudretiyle yarattı. O’nun istediği olur,
istemediği de olmaz. Veren de O’dur, vermeyen de. Alçaltan da O’dur, yükselten
de. Üstün kılan da O’dur, alçaltan da. Zengin eden de O’dur, fakir eden de. Kimini
saptırır, kimini de doğru yola iletir. Kimini mutlu eder, kimini bedbaht. Mülkü
dilediğine verir, dilediğinden de çekip alır. Dilediği kimsenin göğsünü islâma
açar, dilediği kimselerinde göğsünü göğe yükseliyormuş gibi sıkıştırır. O,
kalpleri çekip çevirendir. Bütün kulların kalpleri Rahman’ın iki parmağının
arasındadir. Bunlardan dilediğini dosdoğru tutar, dilediğini de kaydırır.
Mü’minlere imanı sevdiren, onu
kalplerine süslü gösteren, onların küfürden, fısktan ve günahtan tiksinmelerini
sağlayan O’dur. İşte bunlar doğru yol üzere olanlardır.
Allah
her şeyin yaratıcısı, rabbi ve sahibidir. O’nun dilediği olur, dilemediği de
olmaz. O’nun her şeye gücü yeter. Kulu, sabırsız, aceleci, kendisine bir
kötülük isabet ettiğinde feryadı basan, kendisine bir iyilik dokunduğunda ise,
başkasına vermeyen bir karakterde yaratmıştır. Bununla beraber kul, gerçek bir
faildir, bir dilemesi ve kudreti vardır. Nitekim yüce Allah bu hususla ilgili
olarak şöyle buyur-maktadır: “Sizden
doğru yolda gitmek isteyenler için. Alemlerin Rabbi Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” Tekvir, 28 -29
“Şüphesiz bu bir öğüttür. Artık dileyen
Rabbine doğru bir yol tutar.Sizler ancak Allah’ın dilemesi sayesinde
dileyebilirsiniz.”
İnsan, 29 -30
“Asla! Bilsinler ki bu, gerçekten bir
ikazdır. Dileyen öğüt alır. Bununla beraber, Allah dilemeksizin onlar öğüt
alamazlar. Sakınılmaya layık O’dur, mağfiret sahibi de
O’dur.”
Müddessir, 54 -56
Müsbetlikte ve menfilikte kaderin hakkına tecavüz etmemek gerekir, örneğin,
rızkı temin etmek, esbaba tevessüle bağlı kılınmıştır, Rızık konusunda insanlar
üçe ayrılırlar;
1)- Rızkı ben kazandım diyen (kafirler)
2)- Rızkı Kabbim verdi diyen (mü'minler.)
3)- Rızkı manevi şekilde bulanlar (muhlisler)