Lügat bakımından "teravih", terviha kelimesinin çoğulu olup nefsin istirahat etmesi demektir. Kâmus’ta şöyle deniliyor: "Ramazan ayı tervihası da bu anlamda kullanılmış olup her dört rekât namazdan sonra dinlenildiği için bu şekilde adlandırılmıştır. Bir de "istervaha" denilir ki "rahatı buldu" mânâsına gelir.
Teravih Namazı, Manası, Rekat Sayısı |
I-TERAVİH KELİMESİNİN ANLAMI TERAVİH NAMAZI[1] Yazan:
Dr. Muhammed Ziyaürrahman el-Azamî Medine el-İslâmiyye
Üniversitesi Hadis Fakültesi Öğretim Üyesi Çeviren: Yard.Doç.Dr. Selman BAŞARAN[2] U.Ü.İlâhiyat Fak. Öğr. Üyesi – BURSA Lügat
bakımından "teravih", terviha kelimesinin
çoğulu olup nefsin istirahat etmesi demektir. Kâmus’ta şöyle
deniliyor: "Ramazan ayı tervihası da bu anlamda kullanılmış olup her dört
rekât namazdan sonra dinlenildiği
için bu şekilde adlandırılmıştır. Bir de "istervaha" denilir ki "rahatı buldu" mânâsına
gelir. Daha sonra
"Teravih", Ramazan gecelerinde kılınan namazların adı olarak yaygınlaştı. Bu namazlarda
imam her dört rekâttan sonra oturduğu için, "imam her iki terviha arasında bir terviha miktarı oturur"
denilir. İmam Beyhakî Suneninde, kendi
isnadıyla Mu-gîre b. Ziyâd el-Mevsılî’nin Atâ'dan, O'nun da Hz.Aîşe'den
naklettiği şu haberi zikreder: Hz.Aişe diyor ki: "Allah Rasulu
geceleyin dört rekât namaz kılmış,
sonra da uzun süre dinlenmişti. Bu durumda içimdeki merhamet
duygularımı gizleyemedim ve 'Anam
babam sana feda olsun ey Allah'ın Elçisi, Allah senin geçmiş ve
gelecek günâhlarını bağışladı (Buna rağmen bu kadar ibadet niye)?'
dedim. Bunun üzerine Rasülüllah, 'Şükreden bir kul olmayayım mı?'
buyurdu" Beyhakî,
"Bu hadisi Muğîre b. Ziyâd tek başına nakletmiştir ki o kuvvetli bir
râvî değildir" diyor[3]. İbn Maîn bu zatı güvenilir
olarak nitelendiriyor. Hâ-kim'de, O'nun
bazı hadislerinin sahih olduğunu söylüyor[4]. Fakat Zehebî Hâkim'in bu görüşüne
iştirak etmiyor ve Muğîre'nin "Sâlihu'l-Hadîs" (Hadisi delil olmağa elverişli) olduğuna, İbn Hibbân'ın O'nu
"metruk" addettiğine işaret ediyor. Zehebî, Muğire hakkında el-Kâşif’te
diyorki: "İbn Maîn ve bir gurup âlim onu güvenilir sayarken Ahmed
b. Hanbel, "Hadisi kabul edilmeyen kimse" (Munkeru'l-Hadîs) olarak vasıflandırıyor[5]. Bazı âlimler, "istirahat
beşinci selâmdan sonra olur" diyorlarsa da bu konuda genişlik vardır.
İmam Ahmed'e, beş terviha kıldığı
halde aralarda hiç dinlenmeyen
kimselerin durumunu sormuşlar, O da caiz olduğunu söylemiştir[6]. II-
RAMAZAN GECELERİNİ İHYA ETMEK Bu konuda ilk hadis Ebû Hureyre
hadisidir. O şöyle diyor:
"Rasuluilah Ramazan gecelerini ihya etmeğe teşvik eder, fakat kesin
olarak emretmezdi. Ve şöyle
buyururdu: 'Her kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan’ı
ihya ederse geçmiş günahları
bağışlanır'". Hadisi Kutub-i Sitte Müellifleri rivayet etmiştir. Hadisin Açıklaması:"... Ancak
kesin olarak emretmezdi" (min gayri
en ye'murafîhi bi azîmetin) ifadesinde Ramazan'ı ihya etmenin farz olmadığı
hususu açıklanmışdır. İmam Nevevî diyor ki: "Bunun mânası şudur: Ramazanı ihya etmeği onlara vacip
kılmadı ve kesin bir şekilde emretmedi, fakat mendup ve teşvik olarak emretti". Nevevî sonra da
şunu ilâve ediyor: "Ramazan'ı ihya etmenin vacip değil mendup
olduğu hususunda islâm ümmeti görüş birliğine varmıştır." "Her kim
Ramazan'ı ihya ederse" (men kâme Ra-medâne) ifadesinin mânâsı "namaz kılarak
ihya ederse" şeklinde
anlaşılmalıdır. Bu da gece namazı denebilecek mutlak namazla gerçekleşmiş olur. Bütün geceyi
namazla geçirmek şart değildir. Nevevî, "Ramazan'ı ihya etmek teravih namazı kılmakla hasıl
olur" diyor. İkinci hadis
Abdurrahman b. Avf'ın hadisidir. O, Hz.Peygamber'in şöyle buyurduğunu bildiriyor: "Şüphesiz Allah Ramazan orucunu farz kıldı,
ben de ramazan gecelerini ihya etmeği sünnet kıldım. Her kim inanarak ve sevabını Aliah'dan bekleyerek
Ramazan'ı oruçla, gecelerini de namazla ihya ederse anasından doğduğu
gün gibi günahlarından temizlenmiş olur"[7]. Ancak hadisin isnadında
el-Nadr b.Şeybân el-Huddâvî yer
almaktadır ki Hafız İbn Ha-cer onun hakkında "rivayet gevşekliği
vardır" (leyyi-nu'l-Hadis) demiştir[8]. III- TERAVİH NAMAZININ CEMAATLE KILINMASININ HÜKMÜ Birinci Görüş: Teravih namazını camide cemaatle
kılmak efdaldir. Ahmet b. Hanbel, Şafiî ve Ebû Hanife ile bazı Mâlikîlerin
görüşü budur. Hattâ Hane-fîlerden Tahâvî
daha da ileri giderek, "teravih namazını cemaatle kılmanın vâcib-i
kifâye olduğunu" söylemiştir. Şevkânî[9] ve ondan önce de Hafız
İbn Hacer[10], Tahâvî'den bu şekilde
nakletmişlerdir. Ancak bu ifade
Tahâvinin "Şerhu Meâni’l-Asar’ında söylediklerine ve
İbnu'l-Humâm'ın "Şerhu Fethı’l-Kadir’de ondan
naklettiklerine tamamen aykırıdır. Tahâvî’nin ifadesi şöyledir: "Bu rivayetlerle kendilerinden haber
naklettiğimiz âlimlerin hepsi, kişinin ramazan ayında teravih
namazını tek başına kılmasını, imamla birlikte kılmasından üstün
saymışlardır ki doğru olanı da budur[11]. Bu değerlendirmesinden önce
Tahâvî, iki gurubun delilleri arasında
şöyle bir mukayese yapmıştır: "Bir gurup âlim Ramazan
gecelerini imamla birlikte ihya
etmenin, evlerde ihya etmekten efdal olduğunu söylemişler ve bu
konuda Hz. Peygamber'in 'Her kim imam çekilinceğe kadar onunla birlikte
namaz kılarsa, kendisine gecenin
kalan kısmında da ibadet etmiş gibi sevap yazılır' hadisini delil
getirmişlerdir." Tahâvî şöyle devam ediyor:
"Bu hususta diğer âlimler
bunlara muhalefet etmişler ve, 'Aksine, kişinin evinde kıldığı namaz,
imamla birlikte kıldığından daha üstündür' demişlerdir. Onların bu
husustaki delilleri ise Zeyd b. Sâbit'in naklettiği hadistir. Bu hadise göre
Rasülüllah, 'Farz olanlar dışında, kişinin evinde kıldığı namaz, daha
hayırlıdır' buyurmuştur. Hz. Peygamber bu sözü, bir Ramazan gecesinde Ashabına
namaz kıldırdığı, bundan sonraki gecelerde de kıldırmasının Ashab tarafından
arzu edildiği zamanda söylemiştir". Bundan sonra Tahâvî iki rivayeti
birleştiriyor ve şöyle diyor: "İlk hadis -Ebû Zer Hadisi- imamla birlikte
namaz kılan kimseye gecenin kalan kısmında da ibadet etmiş gibi sevab
yazılacağını; Zeyd b. Sabit Hadisi ise, bu işi evinde yapanın ondan daha
üstün olacağını ifade eder. Bu şekilde bir tevil ile iki
hadisin birbirine zıt olması ortadan kalkar[12]. Şeyh İbnu'l-Humam da şöyle diyor:
"Tahâvî, İbn Ömer ve Urve'den, bazı Sahâbîlerin teravihi evde
kıldıklarına dair haberler rivayet etmiş; Kasım, İbrahim, Nâfî, Salim ve Ebû
Yûsufun, 'kişi kıraatta sünnete tam riayet ederek veya sünnet olan kıraate
benzer şekilde okumak suretiyle teravihi evinde eda edebilecekse onu evinde
kılsın', dediklerini, çünkü Hz. Peygamberin 'Namazı evinizde kılınız,
farz olanlar müstesna, şüphesiz
kişinin en hayırlı namazı evinde kıldığıdır' buyurduğunu
nakletmiştir. Ancak kitlelere
önderlik eden büyük fakihleri bunun dışında tutmuştur"[13]. İkinci görüş: Bu görüşe göre kişinin
teravih namazını evinde kılması efdaldir. Mâlik, Ebû Yûsuf ve Şâfiîlerden
bazısı bu görüştedirler. İmam Mâlik'e bir insanın Ramazan'daki namazı ile ilgili bir soru sorulunca şöyle
cevap vermiştir. "Eğer kişi evinde kılabilecekse bence en iyisi evinde kılmasıdır. Ama her insan bunu
yapamayabilir. İbn Hürmüz çekip gider ve ailesiyle birlikte namaz kılardı.
Rabia da giderdi ve evinde kılardı.
Alimlerden birçoğu çekip giderler, cemaatle birlikte namaz kılmazlardı ki
ben de bunu tercih ederim[14]. Bunlar, Zeyd b. Sabit hadisindeki
Rasulullah'ın "Namazın en
sevaplısı, farz müstesna, kişinin evinde kıldığı namazıdır" ifadesini delil getirmişlerdir.
Hz. Peygamber mescitte hasırdan yapılmış bir oda edinmişti. Namazı o
odada kılmıştı. Bir gurup Sahabe yanında toplanmış ve O'nunla
birlikte namaz kılmıştı. Sonra bir
gece Hz. Peygamberin sesini duymadılar, O'nun uyuduğunu zannettiler. Uyansın ve çıksın diye Ashabdan
bazıları öksürmeğe başladılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber dışarı
çıkarak buyurdu ki: "Yaptığınızı
gördüğüm şeye o kadar devam ettiniz ki, bunun size farz olacağından korktum.
Size farz kılınmış olsa ona güç yetiremezsiniz. Binaenaleyh siz namazı evlerinizde kılınız. Çünkü farz olan
müstesna, kişinin en faziletli manazı evinde kıldığı namaz-dır"[15] El-Elbânînin "Salâtu'î-Terâvih" isimli
kitabında bu hadisi zikretmemesi
şaşılacak şeydir. Oysa ikinci görüşün en kuvvetli delili bu
hadistir. Hz. Peygamber hiçbir namazı bu genelleme
dışında tutmamıştır. Yalnız farzları
istisna etmiştir. Teravih namazı ise farzlara dahil değildir. Bu hadis, Ramazan'da kılınan namaz
hakkında, Rasülüllah'ın mescidinde söylenmiştir. Teravih namazını evde
kılmak, Hz. Peygamber'in mescidinde kılmaktan bile faziletli olunca,
bunun dışındaki bir mescitte kılmaktan nasıl daha faziletli olmaz? Fakat Ömer b.
el-Hattab devrinden sonra teravih namazı İslâm’ın şiarı haline geldi ve
Müslümanlar bunu devamlı olarak kıldılar. Bu sebeple âlimler teravihi camilerde kılmanın efdal olduğu
hususunda görüş birliğine vardılar
ve bu konuda aşağıdaki delilleri zikrettiler. 1) Hz. Aişe Hadisi: Hz. Aişe diyor
ki: "Hz. Peygamber mescitte namaz
kılmıştı. Bir gurup cemaatte O'na uyarak namaz kıldılar. Sonra ikinci gün
yine kıldı. Bu sefer cemaat çoğaldı. Sonra üçüncü, yahut dördüncü gece halk yine toplanmıştı. Fakat Hz.
Peygamber onların yanına çıkmadı. Sabah olunca da şöyle buyurdu: "Yaptığınızı gördüm. Ancak
size çıkmaktan beni alıkoyan şey, size bu namazın farz olmasından korkmamdır." Bu hadise Ramazan'da
vuku bulmuştu. Hadisi Buharı ve Müslim nakletmiştir. Hadisin
açıklanması: Hadis şuna delâlet ediyor: Hz. Peygamber teravih namazını cemaatle
kılmıştır ve O'nu cemaate devam etmekten "ümmetime farz kılınır" endişesi alıkoymuştur. Şöyle bir
soru sorulabilir: Allah Teâlâ farz namazlara son şeklini vererek elliden
beşe indirdi. Bir de teravih müslümanlara farz kılınır endişesi niye? Bu soruya
El-Bagavî şu cevabı veriyor: Gece namazı Hz. Peygamber'e farz idi. O'nun dinle ilgili fiil
ve hareketlerine uymak ise mecburî
idi. Bu durumda O, teravih i cemaate devamlı olarak kıldırsaydı,
bu konuda da ümmetinin kendisine ittibâ
etmesinin zaruret şeklini
alabileceğinden emin olamazdı, ve bu ilâve edilmiş vacip, Hz. Peygamber'e ittibâ edilmesi yönünden olup yeni bir farz ortaya koyma tarzında
olmazdı. Bazen din gerekli görmediği halde kişi kendi kendine bir işi
vacip kılabilir, terk ettiği zaman da ayıplanır.
Nitekim kişi bir namaz adayınca onu yerine getirmesi vacip olur. Allah Teâlâ, bir gurup
Hıristiyan’ın, kendilerine farz
kılınmayan bir ruhbanlık başlattıklarını, sonra da onu gereği gibi yerine
getiremediklerini, bu durumda da ayıplandıklarını haber veriyor ve
onlar hakkında "onlar ruhbanlığa riayet etmediler"(Hadîd,
27), buyuruyor. İşte Hz. Peygamber, böyle olabileceğinden endişe ederek
cemaate devamı terk etmiştir[16] Hz.
Peygamber'in "Size farz kılınmasından endişe ettim" ifadesinin izahı
hususunda Hafız İbn Hacer, âlimlerden
birçok görüş nakletmekte ve az önce geçen sözü el-Hattâbî'ye
nisbet etmektedir. Hattâbî'den şöyle bir ihtimal daha naklediyor: Allah, namazı elli vakit olarak farz kıldı. Sonra
Peygamber'ine acıyarak bunun büyük bir kısmını affetti. Şayet ümmet,
kendileri için bağışlanmış olan şeye tekrar dönerler ve Peygamberlerinin, kendileri için affedilmesini istediği
şeyin bir kısmını kendileri için gerekli görürlerse, bunun onlara
farz kılınması abes karşılanmaz. Sonra Hafız İbn Hacer şöyle devam
ediyor: "Bu iki cevabı,
İbnu'l-Cevzî gibi birçok şârih, Hattâbî'den almıştır ki bu, gece
namazının Hz. Peygamber'e farz ve O'nun fiillerine ittibâ etmenin ümmeti için
zarurî olması esasına dayanır. Bu iki durumdan her birinde ittifak
vardır". Daha sonra İbn Hacer diğer âlimlerin görüşlerini
naklediyor ve şöyle diyor: a) EI-Muhibb
et-Taberî diyor ki: Allah'ın Hz. Peygamber'e, "Eğer sen bu namazı onlarla birlikte
kılmağa devam edersen ben onlara bu
namazı ferz kılarım" diye vahyetmiş olması. Hz. Peygamber'in ise
onların yükünü hafifletmeyi istemiş olması, bu yüzden teravihi cemaatle kılmağı terketmiş olması muhtemeldir. Taberî şöyle
devam ediyor: Hz. Peygamber'in içine böyle bir endişenin doğmuş olması da
muhtemeldir.
Nitekim Hz Peygamberin devam ettiği bazı ibadetlerin farz kılındığı
hususunda ittifak vardır. Hz.
Peygambeı'in. devam etmesi sebebiyle, ümmetinden birinin, teravih namazını
vacip sanabileceği
endişesi taşımış olduğu da söylenir. Kurtubî de bu görüşe temayül ederek
diyor ki: "Hz. Peygamber'in, 'size farz kılınır sözü, 'siz onu farz zannedersiniz, bu sebeble de böyle
zannedene farz olur manasınadır. Nitekim müçtehid, bir
şeyin helâl veya haram olduğunu
zannedince onunla amel etmek kendisine vacip olur." Şöyle devam ediyor: "Denilir
ki: Hz. Peygamber şayet kendisi
hayır bir işe devam eder ve ümmeti de kendisine bu konuda uyarsa o amelin
ümmetine farz kılınacağına, "hükmetmiştir". Hafız İbn
Hacer şöyle bir not düşmektedir: "Bu sonuncu görüşten sonra akla şu
itiraz geliyor: Hz Peygamberin
farzlardan önce ve sonra kılınan sünnet namazlara devam ettiği Ashabının da O'na ittibâ ettiği, buna rağmen bu
namazların farz kılınmadığı açıkça
ortadadır." b) İbn Battal
şöyle diyor: Muhtemeldir ki Hz. Peygamber bu sözü gece namazının
ümmeti dışında, yalnız
kendisine farz olduğu zaman söylemiş ve "eğer onlara namaz kıldırmak
üzere çıkar, onlar da gece namazını
O'nunla birlikte kılmağı zarurî görürlerse, Allah O'nunla ümmeti
arasındaki hükmünü müsâvî kılar", diye endişe etmiştir. Çünkü dinde esas
olan, Peygamber ile ümmeti arasında ibadet hususunda eşitliğin bulunmasıdır. Yine
muhtemeldir ki Hz. Peygamber, onların gece namazına devamdan âciz kalmalarından, onu
terketmekle de kendisine ittibayı terketmelerinden, bu sebeble de isyan etmiş olacaklarından endişe
etmiştir. c) Kirmanı
ise şöyle söylüyor: Şüphesiz İsrâ hadisi şuna delâlet eder:
Allah'ın, "benim katımda söz değişmez", ifadesinden maksat, beş vakit
namazın artmaması ve eksilmemesinin garantisidir. d) Bazıları
da diyorlarki: O devir nesih için uygun bir devirdi. Farz kılınmasından korkmağa hiçbir engel
yoktu."Hafız, bu görüşe de şöyle bir
not düşüyor: Bunun üzerinde düşünmek lâzım. Çünkü Allah Teâlâ'nın
"Benim katımda söz değişmez" ayeti bir haberdir. Tercih edilen görüşe göre haberde nesih cereyan
etmez. e) Hafız İbn
Hacer Diyor ki: Allah Teâlâ bize bunlar dışında üç cevap daha ilham etti. Bunlardan birisi şudur: Endişe
edilen şey, gece namazının, "teheccüdü camide cemaatle kılmağı gece
nafilesinin sahih olması için şart kabul etmek" mânâsında farz
kılınmasıdır. Zeyd b. Sabit hadisindeki,
"size farz kılınmasından, eğer farz kılınırsa yerine
getiremeyeceğinizden korktum. Bu.sebeple (ey cemaat) namazı evlerinizde
kılınız" ifadesi de buna işaret etmekte ve şart kılınmasından
korumak için Hz. Peygamber, onları mescitte toplanmaktan menetmekte,
bunu evlerinde devam ettirmelerine izin vermekle de farz kılınmasını emniyet altına almaktadır. İkincisi, korkulan şeyin, gece
namazının farz-ı ayn değil, farz-ı kifaye olmasıdır. Böyle olunca da, beş
vaktin üzerine ilâve sayılmaz, belki bazılarının bayram namazı gibi konularda
iler sürdükleri görüşün bir benzeri olur. Üçüncüsü:
Muhtemeldir ki korkulan şey, özellikle Ramazan gecelerinde kılınan namazın farz olmasıdır.
Nitekim bu konudaki hadiste, bu sözün Ramazanda söylendiği belirtilmiştir.
Süfyan b. Hüseyin'in rivayetinde de
"Size bu ayın namazının farz olmasından korkuyorum" denilmektedir
ki bu durumda problem ortadan kalkıyor. Çünkü Ramazanın ihyası, senenin her gününde tekerrür etmektedir. Böyle
olunca da, beş vaktin üzerine
ilâve sayılmaz, belki bazılarının bayram namazı gibi konularda ileri
sürdükleri görüşün bir benzeri olur. Üçüncüsü:
Muhtemeldir ki korkulan şey, özellikle Ramazan gecelerinde kılınan
namazın farz olmasıdır.
Nitekim bu konudaki hadiste, bu sözün Ramazanda söylendiği belirtilmiştir.
Süfyan b. Hüseyinin rivayetinde de
"Size bu ayın namazının farz olmasından korkuyorum" denilmektedir
ki bu durumda problem ortadan
kalkıyor. Çünkü Ramazanın ihyası, senenin her gününde tekerrür
etmemektedir. Böyle olunca da beş vaktin üzerine ilâve sayılmaz. Hafız
Askalânî şöyle devam ediyor: Bana göre bu üç cevaptan en kuvvetlisi
birincisidir[17]. 2) İkinci hadis, Ebû Zer hadisidir. O
diyor ki: Hz Peygamberle birlikte Ramazan ayında bulunduk. Bu aydan yedi
gün kalıncaya kadar bize (farzdan başka)
namaz kıldırmadı. (Yedi gün kalınca) gecenin üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı.
Sonra altıncı gece bize namaz kıldırmadı. Beşinci gece olunca,
gecenin yarısı geçinceğe kadar bize namaz kıldırdı. "Ya Rasûlallah" dedik, "bu gecenin geri kalanının
namazını da bize kıldırsan?" Bunun üzerine şöyle Duyurdu: "Bir
adam, imam çekilinceye kadar onunla namaz kılarsa ona bir geceyi ihya etmiş
sevabı yazılır. Sonra, ayın sonundan
dördüncü gecede bize namaz kıldırmadı, üçüncü gece kıldırdı. Öyle ki, 'felâh'ı geçirmekten korktuk. Ebû Zer'e,
"felah nedir?" dedim. "Sahurdur" dedi. Râvî diyor ki: Bu gecede ailesini,
kızlarını ve hanımlarını da uyandırırdı[18]. Hadisin
açıklaması: "Lev neffeltenâ" ifadesi "yarısını ibadetle geçirdiğimiz gecenin
kalanında namaz kıldırmak suretiyle
eklesen" demektir. İşte bu, tenfil-dendir. en-Nihâye'de denilir ki: "Bize nafile namazdan ilâve
yapsan" demektir. Farzlar üzerine ilâve olduğu için nafile
namazlar da bununla adlandırılmıştır. "Yarısı üzerine gece namazını
eklesen bizim için daha hayırlı olurdu" takdirindedir."
Buradaki "Lev" lafzı temenni içindir.[19] Şevkânî şöyle diyor: Burada
anlatılmak istenen şudur: "Keşke gecemiz boyunca bize namaz
kıldırsan ve namaz sevabından hasıl olan ecri bize ilâve etsen". Hadiste teravih namazını cemaatle
kılmanın meşru olduğuna delil vardır. 3) Üçüncü hadis, Ebû Hureyre
hadisidir. O diyor ki; Hz Peygamber
Ramazanda çıkıp baktı ki bir gurup cemaat mescidin bir köşesinde namaz kılıyor. "Bunlar nedir?" diye sordu. Dediler ki:
"Bunlar Kur'an okumayı bilmeyen bir topluluktur, Übey b. Kâb namaz kılıyor,
onlar da onun namazına uyarak kılıyorlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber
buyurdu ki: "Doğru yapıyorlar. Yaptıkları şey ne güzeldir"[20]. Bu hadisi
Muhammed b. Nasr el-Mervezîde rivayet etmiştir.[21] Su
konuda mahfuz olan haberde Ömer b.
ei-Hattâb'ın, cemaati Ubey b. Kâb'ın arkasında topladığı zikredilmektedir ki Hafız İbn Hacer ve başkaları bunu kesin bir ifadeyle
belirtmişlerdir[22]. Bunlar Teravih namazını cemaatle
kılmanın meşru olduğu hususunda rivayet
edilen hadislerden bazılarıdır. Hz.
Peygamberin "Farz olanı müstesna, namazın efdali, kişinin evinde kıldığı
namazıdır" sözünü âlimler, teheccüt namazına hamletmişlerdir. Nitekim
bayram namazları, kusuf ve istiskâ gibi cemaatle kılınması meşru olan bazı
namazları umumdan istisna ettiler. Teravih namazı da böyledir. Bunun
için Ömer b. el-Hattâb, teravihin farz kılınması endişesi ortadan kalkınca, cemaatle camide kılmayı
emretmiştir. Bu uygulama o zamandan günümüze kadar böylece devam
ede gelmiş ve Ramazan ayında teravih namazı kılmak, İslâm’ın şiarı olmuştur.
Ancak teravihi camide cemaatle kılmayıpda evinde kılan kimse kötülenmez, ayıplanmaz. IV-
TERAVİH NAMAZININ REKÂT SAYISI Bu konuda âlimlerin üç görüşü
vardır: Birinci görüşe göre teravih sekiz
rekâttır. Muhaddislerin ve muhakkiklerin görüşü budur. İkinci
görüşe göre teravih yirmi rekâttır. Üç imam; Şafiî, Ebü Hanîfe ve Ahmed böyle
söylemişlerdir. Üçüncü görüşe göre ise teravih
otuz altı rekâttır. Bu da İmam Mâlik'in görüşüdür. Şimdi birinci görüşün delillerinden
bazılarını verelim: 1) Hz.
Aişe'nin hadisi: O şöyle diyor: Rasûlullah ne Ramazan'da ne de
Ramazan'dan başka gecelerde onbir rekâttan fazla namaz kılmış değildir. Önce
dört rekât kılardı ki onların güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra dört
rekât daha kılardı. Onlarında güzelliğini ve uzunluğunu sorma. Sonra üç
rekât namaz kılardı[23]. İbn Huzeyme de Sahih’inde[24] "Hz.
Peygamber'in Ramazan Gecesinde Kıldığı Namaz Sayısı Babı" başlığını
taşıyan bir bölüm açmış ve orada bu hadisi zikretmiştir. Nitekim Beyhakî de Süneni’nde[25] "Ramazan
Ayındaki Gece Namazının Rekâtlarının Sayısı Hakkında Nakledilenler
Babı" başlığını taşıyan bölümde bu hadisi nakletmiştir. Açıkça görülüyor ki bunların hepsi
Rasülüllah'ın Ramazan'daki ve
Ramazan dışındaki gece namazlarının rekâtları sayısını bildirmek için
bu hadise dayanmışlardır. İmam Buharı de Sahih’inde "Teravih Namazı"
bölümünün bitiminde bu hadisi rivayet etmiştir ki Allah'ın izniyle az ilerde
buna tekrar dönülecektir. 2) Câbir b.
Abdillah hadisi: O diyor ki Hz. Peygamber bize Ramazan ayında sekiz
rekât namaz kıldırdı. Sonra da vitir
kıldırdı... Bu hadisi Ebû Ya'lâ el-Mu'cemu's-Sağir’inde Taberânî nakletmiştir. Heysemi’nin
dediği gibi hadisin isnadında İsa b. Câriye
bulunmaktadır ki onu İbn Hibbân ve başkaları Mutemet kabul
ederken İbn Maîn zayıf saymıştır[26]. Hafız İbn
Hacer Fethu’l-Bâride[27]bu
hadisi İbn Huzeyme ve İbn Hibbân'ın
naklettiğini söylemiş, el-Telhi’ste de[28] hadisi
yalnız İbn Hibbân'a nisbet etmiş, ama,
Mevâridu'z-Za'mân'da da zikredildiği gibi, İbn Hibbân'ın isnadında İsa b. Câriye olmasına
rağmen, hadisin isnadı hakkında bir şey dememiştir. Şeyh el-Elbânî bu hadisi zikretmiş
ve onu İbn Nasr ile Taberânî'ye nisbet ederek "isnadı
hasendir" demiş[29], fakat o da İsa b. Câriye'den söz etmemiştir. Taberânî, hadisi el-Mu'cemu's-Sagîr'de[30], kendi isnadıyla şöyle nakletmiştir:
Yâkub b. Abdullah el-Kummî'nin İsa b. Câriye'den rivayet ettiğine göre Câbir
b. Abdullah şöyle demiştir: Hz. Peygamber bize Ramazan ayında
sekiz rekât namaz kıldırdı. Sonra da vitir kıldırdı. Ertesi gece biz mescitte
toplandık ve Rasulullah'ın geleceğini ümid ettik. Fakat O mescide
inmedi. Sabah olunca yanına girdik. Dedik ki: "Yâ Rasûlallah, dün gece
biz mescitte toplandık ve senin bize namaz kıldıracağını ümid
ettik?" Buyurdu ki:
"Şüphesiz ben size bunun farz olmasından korktum". Taberânî şöyle devam ediyor:
"Hadis Câbir b. Ab-dullah'dan yalnız bu isnadla rivayet edilmiştir.
İsnad-da Yâkub tek kalmıştır ki O da mutemettir". Fakat Taberânî de İsa
b. Câriye'den bahsetmemiştir. Zehebî bu hadisi naklettikten
sonra isnadının vasat olduğunu söylemiştir[31]. Ben diyorum ki: İsa b. Câriye,
el-Ensârî el-Medenî'’dir, Hafız İbn Hacer onun gevşek olduğunu söylemiş,
Zehebî ise onun hakkında şöyle demiştir: O Cerir ve Cabir’den rivayette
bulunmuş, kendisinden de Ebû Sahr Humeyd b. Ziyâd ve hakkında farklı görüşler
bulunan Yakub el-Kummî hadis nakletmiştir. İbn Maîn onun hakkında, "münker hadisleri var” demiştir[32]. Mîzâri’da da
şöyle diyor: Nesâî onun "hadisi kabul edilmez birisi"
(munkeru'l-Hadis) olduğunu söylerken,
Ebû Zur'a,"zaran yok" (la be'se bihî) demiştir. Yakub b.
Abdullah el-Kummî’yi -ki o Ebu'l-Hasen
el-Eş'arî’dir- Taberânî’nin mutemet addettiği daha önce
zikredildi. Nesâî onun hakkında "zararı yok", Darakutnî, "kuvvetli değil" diyor[33]. Zehebî de onun "doğru sözlü
sayıldığına" (sadûk) hükmediyor[34]. Bundan
anlaşılıyor ki, hadis hasen derecesinden aşağı değildir. Bu sebeple Hafız, hadis hakkında
susmayı tercih etmiş, el-Elbânî hasen olduğunu söylemiş, Zehebî,
"isnadı vasattır" demiştir. Malumdur ki Zehebî iyi
araştırıcılardandır (min ehli'l-istıkrâ'). Sonra, İbn Hibbân ve İbn Huzeyme
gibi iki yüce İmam Sahihlerinde
hadisi rivayet etmişlerdir. Üstelik bu, Hz. Aişe'nin hadisiyle de
uygunluk arzetmektedir. İşte muhakkik hadis ve fıkıh
âlimleri bu iki hadisi almışlardır. Onlardan hiç biri Hz. Peygamber'in
ne Ramazan'da, ne Ramazan dışındaki
gecelerde sekiz rekâttan fazla namaz kıldığını söylememiştir. İhtilaf,
yalnız bu rekâtların uzunluğu, kıraati, vakti ve cemaatle kılınıp
kılınmayacağı hususunda vuku bulmuştur. Teravih, Kıyam-ı Ramazan, Gece
namazı ve Ramazan'da Teheccüd namazı hepsi bir tek şeyin anlatımıdır. Şeyh Ubeydullah el-Mubârekfûrî şöyle
diyor: Bilinmelidir ki, teravih, kıyam-ı Ramazan, gece namazı ve
Ramazan'da Teheccüt namazı bir tek şeyin anlatımıdır ve bir tek namazın
adıdır. Ramazan'da teheccüt teravih namazından başka bir şey değildir.
Çünkü Ramazan gecelerinde Rasûlullah'ın,
biri teravih diğeri teheccüt olmak üzere iki çeşit namaz kıldığına dair
sahih veya zayıf hiç bir rivayet sabit olmamıştır. Ramazan dışındaki
teheccüt, ramazanda teravihtir. Nitekim Ebû Zer ve diğerlerinin hadisi buna
delâlet eder. Feydu'l-Bâri sahibi olan Hanefî
âlimi Şeyh Enver Şah el-Keşmirî’de bu görüştedir[35]. O
şöyle diyor: Bana göre tercih edilen görüş şudur: Teravihin devamlı
olmayışı, cemaatle kılınması, bir
defasında gecenin başlangıcında kılınması, başka bir seferinde gecenin
sonuna doğru kılınması, teheccüdün ise gecenin sonunda kılınması,
onda cemaat olmaması gibi, sıfatları birbirinden farklı da olsa teravih
ve gece namazı aynı şeydir. Sıfatlarının
farklı oluşunu, çeşitlerinin de farklı oluşuna delil getirmek
bence pek makbul değildir. Aksine, bu, bir tek namaz idi. Önce kılındığı
zaman teravih, geç kılındığında teheccüt olarak isimlendirildi. Vasıfları farklı olduğu zaman o
namazı iki isimle adlandırma hususunda hiç bir kural yoktur. Çünkü ümmet
onun üzerinde ittifak etmişse ismin farklı olmasında hiç bir mahzur yoktur.
Çeşitlerin farklılığı ancak, hem teheccüdü, hem de teravihi kıldığı şeklinde
Hz. Peygamber'den sabit olabilir[36]. Hanefî âlimlerinin ileri
gelenlerinden olan Bedreddin el-Aynî de kesin bir şekilde şunu söylüyor: Hz.
Aişe'nin, "Rasûlullah, Ramazan'ın son on gününe ulaşınca diğer zamanlarda görülmeyen bir ibadet gayreti
içerisine girerdi" şeklindeki ifadesinde anlatılmak istenen şey, namaz
rekâtlarında bir artırma olmayıp, O'nun
son on gündeki namazların rukûlarını, secdelerini, kıyam ve
ka'desini uzun yapmasıdır[37]. Yine Şeyh el-Aynî, Hz.
Peygamber'in namazının rekât
sayısını isbat için başka sahabîlerden de on rivayet zikrediyor ve bunlardan
vitir rekâtlarında dilediği gibi ilâve ve kısaltma yapmakla beraber,
Rasûlullah'ın namazının sekiz rekâttan
fazla olmadığı sonucuna ulaşıyor. Hanefî muhakkiklerinden Şeyh
İbnu'l-Humam'da sekiz rekâtın sünnet, kalanının müstehab olduğu görüşünü benimsemiş, fakat yirmi rekâtın
da sünnet olduğunu söyleyen Hanefî âlimleri onun bu görüşünü reddetmişlerdir[38]. İkinci
görüşün delilleri: Teravih namazının yirmi rekât olduğunu savunan bu görüşün
sahipleri Hz. Ömer'den nakledilen, "Onun cemaati Ubey b. Kâb'ın
arkasında yirmi rekât teravih kılmak için bir araya getirdiğini” bildiren
habere ve zayıf olduğu hususunda ittifak bulunan merfû bir hadise istinat
ettiler.Merfû hadis zayıf olduğu için İbn Kudâme ve benzeri muhakkik mezheb
âlimlerinin, görüşlerine delil getirmek
konusunda bu hadisi zikretmediklerini görüyoruz.. Eğer bu hadis
sahih olsaydı, birinci görüş sahipleri aleyhine kesin delil olurdu ve muhakkik
âlimler mutlaka onu zikrederlerdi.
Bununla birlikte biz, önce bu
hadisi zikredeceğiz, sonra Ömer b. el-Hattâb'dan bu konuda
rivayet edilen haberleri nakledeceğiz. Merfû Hadis: İmam Zeyla'î diyor
ki: İbn Ebî Şey-be'nin Musannefinde[39],
Taberânî'nin el-Mu’cem’inde[40] ve el-Beyhakî'nin Sunen'inde Taberânî'den naklettiğine göre[41], İbrahim b. Osman Ebû Şeybe,
Mukassem'den, İbn Abbas'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Hz.
Peygamber, Ramazan'da yirmi rekât namaz ve vitir kıldırdı". Hafız Zeylaî şöyle diyor: Hadis,
İmam Ebû Bekir b. Ebû Şeybe'nin dedesi olan Ebû Şeybe İbrahim b. Osman sebebiyle illetlidir. Ebû Şeybe'nin zayıf
olduğunda ittifak vardır. İbn
Adiy el-Kâmil’de, onu gevşek addetmiştir. Ayrıca hadis, Ebû Seleme b.
Abdurrahman'dan nakledilen sahih hadise muhalifir[42].
Zeyla'î sonra da Hz. Aişe'nin sahih hadisini zikrediyor. Heysemî’de şöyle diyor: Hadisi
Taberânî, el-Kebîr ve el-Evstt’a nakletmiştir[43]ki,
isnadında Ebû Şeybe vardır ve zayıftır[44]. Hafız İbn Hacer el-Takrib’de Ebû
Şeybe İbrahim b. Osman'ın metruk olduğunu, Şeyh İbnu'l-Humam da
zayıf olduğunu söylemişlerdir[45]. Beyhakî de
diyor ki: Hadisi Ebû Şeybe İbrahim b. Osman el-Absî el-Kûfî tek başına rivayet
etmiştir, o da zayıftır[46]. Bu hadisin
senedi Ebû Şeybe üzerinde dönüp duruyor. Çünkü hadisi kitabına
alanların hepsinin isnadı ona dayanıyor. Birisi kalkar da
hadisin başka bir isnadının daha olduğunu söylerse sakın bu seni yanıltmasın.
Çünkü Taberânî ve Beyhakî hadisin isnadında Ebû Şeybe'nin tek kaldığını
açıkça ifade etmişlerdir. Hafız
Zehebî de el-Mîzân'da bu hadisin, Ebû Şeybe'nin münkerlerinden biri olduğunu
söylemiştir. Hafız İbn Hacer ise geniş ilmine rağmen
hadisin başka isnadını bulamamış ve
kesin bir ifadeyle şöyle demiştir. Ebû Şeybe'nin İbn Abbas'dan
naklettiği hadise gelince, onun isnadı zayıftır ve hadis, Hz. Aişe'nin, Sahîhân'da rivayet edilen hadisine
muarızdır. Halbuki Hz. Aişe
Hz. Peygamber'in gece halini başkalarından daha iyi bilir"[47]. Hanefî
âlimlerinden bazılarının da dahil bulunduğu müctehid imamların ve muhakkiklerin bu açıklamalarına
rağmen Şeyh Yusuf el-Bennûrî el-Hanefî (Allah ona rahmet
etsin), teravih rekâtlarının sayısının sekiz olduğunu söyleyenlere şiddetle
ve öfkeyle hücum etmiş,
onları söz ve beyanda safsatacı olmakla ve münasebetsizlikle, inançta
sapıklıkla, ümmetin salihlerine karşı
düşmanlıkla itham etmiş, sonra şöyle demiştir: "Birinci söz bizi şuna
götürür: Gerçi İbrahim b. Osman Ebû Şeybe zayıftır, fakat Hz. Ömer zamanında ve sonraki devirlerde ümmetin
uygulaması onun rivayetini kuvvetlendirmektedir. İkinci söz
de bizi, olayı farklı durumlara hamletmeğe sevkeder. Nitekim Hafız İbn Hacer başka bir münasebetle
buna işaret etmiştir. Teamül ve başka şeyle kuvvetlendirildiği
için bazan zayıf hadisle amel edilebilir[48]. Bundan sonra
da -söz düellosundaki başarısızlığı sebebiyle cidden bitkin kalmış olacak ki- şöyle
diyor: "Bize kadar sağlam bir isnadla ulaşmamış da olsa yirmi rekât
uygulamasının mutlaka merfû bir aslının olması gerekir"[49]. Bu söz, makul
deliller getirememekten kaynaklanan uydurma bir kaidedir. Buhârî’nin Sahîh'inde[50],
İbn Şihâb'dan, onun da Urve b. Zübeyr’den rivayet ettiğine göre Abdurrahman b. Abdulkârî şöyle demiş: Bir Ramazan gecesi
Ömer b. el-Hattâb'la birlikte mescide çıktık. Bir de baktık ki halk gurup
gurup orada burada toplanmış, kimi kendi kendine, kimileri başkasına
uyarak namaz kılıyorlar. Ömer dedi ki: "Şüphesiz bunları iyi okuyan birinin arkasında toplarsam daha güzel
olacağını sanıyorum." Sonra karar verip onları Ubey
b. Kâb'ın arkasında topladı. Bir başka gece onunla birlikte yine
çıkmıştık. Halk imamlarının arkasında namaz kılıyorlardı. Ömer,'"Bu ne
güzel bid'attir" dedi. Oradaki
cemaat gecenin başlangıcında namaz kılıyorlardı. Ömer, gecenin sonuna
doğru kılanları kastederek şöyle devam
etti. "Şu anda namaz kılmayıp uyuyanlar, kılanlardan daha
üstündür." İmam Buhârî’nin İbn Şihâb'dan
muallak olarak naklettiği bu hadis gerçekte, önceki isnada atfedilmiştir. İmam Mâlik de Muvatta'ında kendi
senediyle hadisi benzer bir şekilde rivayet etmiştir. Bazı
kelimelerin açıklaması: "Evzâ", gurup gurup topluluk demektir.
"Müteferrikan" kelimesi, lafzî te'kiddir. "Emsel"
kelimesi, efdal manasınadır. Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber'in birkaç gece
kendisine uyarak namaz kılanlara manî olmayışından hüküm çıkarmıştı. Hz.
Peygamber, onların böyle yapmalarını hoş karşılamamışsa bile, bu
hoşlanmayış, onlara teravih farz kılınır endişesiyle olmuştur. Hz. Peygamber
vefat ettikten sonra artık farz kılınır endişesi ortadan kalkmıştır.
"Fe cemeahüm âlâ Ubey b. Kâb" ifadesi "Ubey'i onlara imam
yaptı" demektir. Herhalde Ömer Hz. Peygamberin "Onlara,
Allah'ın kitabını en iyi okuyan
imamlık yapsın" hadisiyle amel ederek Ubey'i seçmiştir.
Çünkü Ömer, "En güzel okuyanımız Ubey'dir demiştir. "Sonra başka bir gecede
onunla birlikte yine çıktık". Bu ifadede Ömer'in cemaatle birlikte
Ubey'in arkasında namaz kılmadığına işaret vardır. Çünkü onun kanaatine
göre, namazı gecenin sonunda evde kılmak daha faziletlidir. Nitekim hadisin
sonunda, "Şu anda namaz kılmayıp uyuyanlar daha
üstündür" demiştir. Muhammed b. Nasr, Tavus
vasıtasıyla İbn Abbas'dan şöyle naklediyor: İbn Abbas demiş ki: Mescitte
Ömer'in yanında duruyordum. Cemaatin gürültüsünü işitti. "Nedir
bu?" dedi. "Cemaat camiden çıktı" dediler. Bu olay Ramazanda
olmuştu. Bunun üzerine dedi ki: Gecenin kalan kısmı bence geçen kısmından
daha efdaldir". "El-hey'a" bağırma, gürültü manasınadır. Hz. Ömer'in
"Ni'me'l-bid'atü" sözü bazı rivayetlerde "Ni'metü'l bid'atü" şeklinde
gelmiştir. Bid'at, esnasında "önceden bir benzeri olmayıp
sonradan ihdas edilen şey"
demektir. Dinde ise, sünnetin karşıtıdır ve menedilmiştir. Hafız İbn Hacer şöyle diyor:
Bid'at konusundaki kesin araştırma şunu ortaya koyar: Eğer bid'at dinde güzel
görülen şeyleri ihtiva ederse "Güzel bid'at" (Bid'at-ı Hasene);
dinde çirkin görülen şeylerde vuku bulursa "Çirkin Bid'at"
(Bid'at-ı Mustakbeha) olur. Bunların dışındakiler, mubah kısmına
dahildir[51]. Hafız İbnu'l-Esîr de şöyle
söylüyor: Bid'at iki kısımdır: Doğruya götüren Bid'at ve sapıtan Bid'at.
Allah ve Rasûlünün emrettiği şeylere muhalif olan bid'at, kötü görülen gruba dahildir. Allah'ın mendup
kıldıkları geneline dahil olup Allah ve Rasûlü tarafından teşvik
edilen ameller ise medhedilen guruba dahildir. Kerem, cömertlik ve iyilik
yapma çeşitleri gibi, önceden bir örneği bulunmayan şeyler, övülen işlerdendir. Bunun, dinin ortaya koyduğu esaslara
aykırı olması caiz değildir. Çünkü Hz. Peygamber bu tür bid'ate
sevap verileceğini belirtmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Her kim bir iyilik çığırı açarsa ona başlattığı iyiliğin
sevabıyla birlikte o çığırda yürüyenlerin sevabı (kadar sevap) verilir." Bunun aksi olarak da şöyle buyurmuştur:
"Her kim de bir kötülük çığırı açarsa, hem başlattığı kötülüğün, hem de
onu işleyenlerin günahı (kadar
günah) ona yüklenir". İşte bu Allah ve Rasûlünün
emrettiklerine muhalif olan bid'attir. Ömer b. el-Hattâb'ın "Bu ne güzel
bid'attir" ifadesi ise, bid'at-ı hasene cinsindendir[52]. Biz yine hadise, esas konuya
dönüyoruz ve diyoruz ki: İmam Buhârî, Hz. Ömer'in bir araya getirdiği
cemaatin kıldığı rekâtların sayısını bildirmemiştir. Buhârînin sayı zikretmeyişinde, rekât sayısını
belirten haberlerin ona göre sahih olmadığına işaret vardır. Yahut
da o, Ömer'in sekizden fazla kılmadığı kanaatindedir. Bu sebeble Ömer
olayının hemen ardından Hz. Aişe'nin,
"Rasûlullah ne Ramazanda ne Ramazan dışında (ki gecelerde) sekiz
rekâttan fazla namaz kılmadı. (Önce) dört rekât daha kılardı ki
bunun da güzelliğini ve uzunluğunu
sorma. Sonra dört rekât daha kılardı" mealindeki hadisini
zikretmiştir. Bundan dolayı rekâtların sayısı
konusunda râvîler arasında ihtilaf meydana gelmiştir. Size bu rivayetlerden
bazılarını nakledeceğiz: 1) İmam
Mâlikin Muvatta’ında[53],
Muhammed b. Yûsuf
dan, es-Sâib b Yezid'in şöyle söylediği nakledilir: Ömer b. el-Hattâb, Ubey b. Kâb ve Temim ed-Dârî’ye cemaate on bir rekât namaz
kılmalarını emretti. İmam
yüzlerce ayet okuyordu. Öyle ki biz kıyamın uzun oluşu sebebiyle bastonlara dayanmak zorunda kalmıştık. Namazdan da ancak şafak sökerken çıkıyorduk. Hadisi Mâlik vasıtasıyla Beyhakî
de rivayet etmiş[54],
ve buradaki Muhammed b. Yusuf'un, Saib b. Yezid'in kız kardeşi oğlu olduğunu açıklamıştır. Haberi Saîd
b. Mansûr Sünen’inde başka bir râvî vasıtasıyla , Abdüllaziz b.
Muhammed-Muhammed b. Yusuf- Sâib b.
Yezid isnadıyla nakletmiştir. Hadisin isnadı sağlamdır. Çünkü
Muhammed b. Yusuf el-Kindîel Medenî
el-A'rec son derece güvenilir bir
zat olup H. 140 yıllarında vefat etmiştir. İmam Mâlik'in şeyhidir.
Buharı ve Müslim kendisini delil diye kabul
etmişlerdir. es-Sâib b.
Yezid, malum Sahabî olup küçük yaşta Hz.Peygamber'le birlikte Hacc
farizasını yerine getirmiştir. Ayrıca bu hadis Hz. Aişe ve Câbir b. Abdullah'ın hadisleriyle uygunluk
arzetmektedir. Ancak Hafız İbn Abdulberr bu
hususta şöyle diyor: İmam Mâlik dışındaki raviler bu hadiste geçen rekât sayısını yirmi bir olarak rivayet
etmişlerdir ki sahih olan budur. Hadiste, Mâlik'in dışında on bir ifadesini
nakleden hiç bir kimse bilmiyorum. Başlangıçta rekât sayısı on bir olup,
sonra bu rekâtlardaki uzun kıraat, cemaat için kısaltılmış, buna mukabil
rekât sayısı yirmi bire çıkarılmış olması da muhtemeldir. Fakat kuvvetle
tahmin ediyorum ki "on bir" ifadesi hata eseridir. Zurkanî, İbn
Abdulberr'in bu görüşünü şu sözlerle reddediyor: Madem ki onun zikrettiği ihtimali
göz önüne alarak iki farklı lafız arasını cemetmek mümkündür, öyleyse "on bir" ifadesi hata
değildir. Beyhakî de aynı şekilde
bu iki rivayeti cemetmiştir. "On bir ifadesini Mâlik tek başına rivayet etmiştir" görüşü de doğru
değildir. Çünkü Saîd b. Mansûr da hadisi bir başka cihetten, Muhammed b.
Yusuf’dan, İmam Mâlik'inki gibi
nakletmiştir[55]. Nîmevî Asâru's-Sunen'de diyor
ki: İbn Abduberr'in, İmam Mâlik'in yanıldığını söylemesi gerçekten hatadır. Çünkü hadisi Saîd b. Mansûr
Sunen'inde Abdüiaziz b. Muhammed ed-Derâverdîden, Ebû Bekir b. Ebî Şeybe
Musannef'inde Yahya b. Saîd el-Kattân'dan, bu ikisi de Muhammed b.
Yusuf’dan İmam Mâlik'in hadisiyle aynı anlamda nakletmişler ve her ikisi de "on bir" lafzını
kullanmışlardır. Ömer b. el-Hattâb'dan nakledilen
bu rivayetler son derece sağlamdır ve bunlarda rekât sayısı
"on bir" olarak zikredilmiştir. Çünkü Abdüllaziz b. Muhammed ed-Derâverdî’de güvenilir râvîlerden biridir ve
Kutub-i Sitte sahipleri kendisinden hadis nakletmişlerdir. Yahya b. Saîd
el-Kattân, hafıza, zabt ve sağlamlık
yönünden en başta gelen râvîlerdendir. EI-Elbânî, Salâtu't-Terâvih risalesinde
şunları ilâve ediyor:[56] Aynı
şekilde Nîsâbûrînin naklinde İsmail b. Umeyye, Usâme b. Zeyd ve Muhammed b.
İs-hak; İbn Hacer'in naklettiğine göre İbn Huzeyme'nin rivayetinde de
İsmail b. Cafer el-Medînî, İmam Mâlik'in
lafzına uygun bir haberi, Muhammed b. Yusuf’dan rivayet etmişlerdir.
Muhammed b. Yusuf, es-Sâib b. Yezid isnadıyla şöyle naklediyor: Ömer
Ramazanda cemaati, Ubey b. Kâb ve Temim ed-Dârî'nin
arkasında yirmi bir rekât namaz kılmak üzere topladı ki, her rekâtta
iki yüz ayet okurlar ve şafak sökerken namazdan çıkarlardı. Şeyh
el-Mubârekfûrî, diyor ki: Abdurrezzak "yirmi bir rekât" ifadesini
nakilde tek kaldı. Bildiğim kadarıyla
ondan başka hiç kimse bu ifadeyi nakletmedi. Abdurrezzak ise, her ne kadar
mutemet ve hafız ise de, Hafız İbn Hacer'in el-Takrib'de açıkça
bildirdiği gibi ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş, bu sebeple de
hafızası karışmıştır. İmam Mâlik ise
Hicret Yurdu'nun imamı olarak kalmıştır[57]. Bilindiği
gibi Hafıza karışıklığına uğrayanlar hakkında hüküm şudur: Hafıza karışmasından önce kendisinden hadis alanların hadisi makbuldür.
Fakat kendisinden, karışıklıktan sonra rivayet etmiş olanların
hadisi alınmaz. Durumu belli olmayan ve hadisi hocasının ihtilatından önce mi
sonra mı aldığını bilmeyen kimsenin hadisi de alınmaz. Abdurrezzak meselesi de, özellikle güvenilir râvîlere
muhalif rivayette bulununca, ikinci kısma dahildir. Sonra bu rivayet Hanefîlerin
görüşüne de aykırıdır. Çünkü bu hadise bağlanınca ya "teravih on sekiz
rekâttır", ya da 'Vitir tek rekâttır" demeleri gerekir. Yukarıda adı
geçen Davud b. Kays es-San'ânî’yi İbn Hibbân es-Sikât’ta (güvenilir
râvîler arasında) zikretmiş, İbn Hacer onun makbul olduğunu söylemiştir. 3) Muhammed b. Nasr el-Mervezî[58] hadisi es-Sâib b. Yezid'den
isnadsız olarak nakletmiş, o da orada "yirmi rekât" olarak
zikretmiştir. Bunun bir benzerini de Beyhakî[59], Ebû Abdullah Hüseyin
b. Muhammed b. Fencûye ed-Dîneverî, Ahmed b. Muhammed b. İshak el-Sunnî, Abdullah b. Muhammed b.
Abdulaziz el-Bağavî, Ali b. el-Ca'd, İbn Ebî Zi'b, Yezid b. Hasîfe,
es-Sâib b. Yezid isnadıyla rivayet etmiştir. Mirkatu'l-Mefâtîh
sahibi (Aliyyu'l-Karî) şöyle diyor: Yezid b. Hasıfe'nin Sâib b. Yezid'den rivayeti
Beyhakî’de iki yolla gelmiştir. Birincisinde Ebû Osman Amr b. Abdullah
el-Basrî, diğerinde Ebû Abdullah Hüseyin
b. Fencûye vardır ki ikisinin biyografisine de rastlamadım. Durumları
bilinmemektedir[60]. Ben de diyorum ki: Ebû Osman Amr
b. Abdullah el-Basrî rivayetini el-Sunenu’l-Kubrâ’da bulamadım.
Fakat Aliyyû'l-Karînin Ebû Abdullah Hüseyin hakkında söylediği
"biyografisine rastlanmadı" sözü doğrudur. Çünkü ben de yaptığım
araştırma sonunda Hafız Zehebî’nin, hakkında herhangi bir şey söylemeksizin,
Temam b. Ebû'l-Huseyin'in hal tercümesini verirken Ebû Abdullah'ın yalnız
adını zikrettiğini gördüm. Bunun dışında hiç bir bilgiye rastlamadım[61]. Hafız İbn Hacer[62], İmam Mâlik'in Yezid b. Hasîfe,
es-Sâib b. Yezid isnadıyla yirmi rekât rivayetinde bulunduğunu söylüyor,
Şevkânî de ona uyarak[63] "Hadisi
Mâlik Muvatta’da rivayet etti" diyor. Görünen odur ki ikisi de bu konuda yanılmıştır. Çünkü
Mâlik, Yezid b. Hasîfe'nin bu rivayetini Muvatta'da
nakletmemiştir. Nevevî Yezid b. Hasîfe'nin
hadisini zikrediyor, hadisi Beyhakî ve başkalarına nisbet ediyor,
fakat Mâlik'e nisbet etmiyor[64]. Ancak bu tesbit Mâlik'in, hadisi Muvatta dışında rivayet etmesine manî
değildir. Bununla beraber Esrem'in rivayetine göre Ahmet b. Hanbel
Yezid b. Hasîfe'yi mutemet addetmiş, Ebû Davud'un rivayetine göre ise
onun hakkında "hadisi makbul değil" (munkeru'l-Hadis) demiştir[65]. Bunun mânâsı şudur: Yezid b.
Hasîfe bu haberi tek başına rivayet etmiştir. Haberi ise diğer arkadaşlarının
rivayetine ters düşmektedir. Bu durumda onun muhalefetinden dolayı haberde
za'f olduğu ortaya çıkıyor. Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bârî Mukaddimesinde[66] onun hal tercümesi ile ilgili
olarak diyor ki: Bu "münkeru'l-Hadis" lafzını Ahmed, hadiste,
akranlarından ayrı rivayette bulunan kimseler için kullanır. Bu, onun
halinin araştırılmasıyla ortaya çıkar. İbn Hasîfe'yi Mâlik ve bütün imamlar
delil kabul etmişlerdir. Yezid b. Hasîfe'nin rivayeti sahih
olmakla birlikte garib ve şazdır. Nitekim Nevevî de buna işaret etmiştir[67].
Çünkü güvenilir râvîlerin rivayetlerine aykırıdır. Ayrıca İbn Hasîfe ve Muhammed b. Yusuf, iki
güvenilir kişi olarak Sabit b, Yezid'den rivayet ediyorlar. Birinci
râvi rivayetinde "yirmi bir", ikincisi "on bir rekât"
diyor. Bu durumda ikincisinin rivayeti tercih edilir. Çünkü o arkadaşından
daha mutemettir. Bunun için Hafız et-Takrîb'de Yezid b. Hasîfe'den bahsederken
"mutemettir" (sikatun) diyor. Muhammed b. Yusuf'u tanıtırken "mutemettir,
sağlamdır" (sikatun, sebtun) ifadesini kullanıyor. Ayrıca
Muhammed b. Yusuf, Sâib b. Yezid'in kızkardeşi oğludur. Bu yakınlığı
sebebiyle başkasına nazaran insanlar arasında Sâib'in hadisini en iyi bilen o
olmalıdır. Yezid b. Hasîfe ve Muhammed b.Yusuf arasındaki anlaşmazlığın
özeti budur. Bununla beraber bazı Hanefî âlimleri muhaddislere hücuma kalkıştılar ve Ahmed b. Hanbel'in
sözüne dayanarak Yezid b. Hesîf e'yi zayıf sayma görüşünü hadis âlimlerinin
bütününe nisbet ettiler. Bu sebeple hadis ulemâsını cehalet ve taassubla
itham ettiler. Oysa gerçekte hadis âlimleri Yezid b. Hasîfe'yi zayıf
addetmediler, belki Muhammed b. Yusuf'un
rivayetini onun nakline, yukarıda geçen sebeplerden dolayı, tercih
ettiler. Yezid b. Hasîfe'nin hadisini
tercih etmek, ya da sağlam kabul etmek isteyenlerin gayreti başarılı
olmamıştır. Nitekim, Şeyh el-Lüknevî’nin er-Raf'u ve't-Tekmile’sindeki, ondan
nakleden Dr.Nûrettin Itr'ın Menhecu'n-Nakd
fî Ilmi’l-Hadisi’nin "Munke-ru'l-Hadis" bahsindeki ifadesinden de
açıkça bu ortaya çıkmaktadır. Doğru yola ulaştıran Allah'tır. 4) İmam Mâlik, Muvatta'da[68] Yezid b. Ruman'm,
"İnsanlar Ömer b. el-Hattâb zamanında yirmi üç rekât teravih
kılıyorlardı" dediğini naklediyor.
Ancak hadisin isnadında kopukluk vardır. Çünkü Yezid b. Rûman
Hz.Ömer'e yetişmemiştir. O H. 130 yılında vefat etmiş olup İbn Zubeyr,
Enes, Abdullah b. Ömer'in iki oğlu olan Ubeydullah ve Salim gibi yalnız Ashabın küçüklerine
yetişmiştir. Ne Hafız İbn Hacer et-Tehzib'de, ve ne de
Suyûtî İs'âfu'l-Mubatta'biricâli'l-Muvatta'da onun Ömer b. Hattab'la
karşılaştığını zikretmemiştir. Zeylaî[69] onun Ömer'e ulaşmadığını
açıklamış, Aynî de[70] hadisin senedinin munkatı'
olduğunu söylemiştir. 5) İbn Ebî
Şeybe, Vekı', Mâlik isnadıyla Yahya b. Saîd'in şöyle dediğini naklediyor:
Ömer b. Hattâb bir adama, cemaate yirmi rekât namaz kıldırması için emir verdi[71]. Yahya b.
Saîd'de Hz.Ömer yetişmiş değildir. Nitekim İbnu'l-Medînî, "Onun Enes'den başka hiç bir Sahabîden
hadis işittiğini bilmiyorum" demiştir[72]. 6) Yine İbn
Ebî Şeybe, Abdulaziz b. Râfî'in şöyle söylediğini rivayet ediyor: Ubey b. Kâb
Medine'de Ramazan gecesinde cemaate
yirmi rekât teravih, üç rekât olarak da vitir kıldırıyordu[73]. Abdulaziz b. Rafî' Ubey b. Kâbla
karşılaşmadı. Çünkü Ubey H. 19 veya
32 yılında vefat etmiş, Abdu- 7) Muhammed
b. Nasr el-Mervezî Kıyamu'l-Leyl’de haberi
şöyle naklediyor. İbn Mes'ûd yirmi rekât teravih kıldırıyor, üç rekâtla da vitir
yapıyordu. Ancak hadisi rivayet eden A'mes,
İbn Mes'ûd'a yetişmedi. 8) Beyhakî[75] Ebu'l-Hasnâ'dan
şöyle naklediyor: Ali b. Ebî Talib bir adama, cemaate beş terviha, yirmi rekât namaz
kıldırması için emir verdi. Beyhakî bu
isnadın zayıf olduğunu söylüyor. Ben de diyorum ki: Çünkü isnadda
Ebu'l-Hasnâ vardır ve İbn Hacer'in et-Takrib’de dediği gibi[76] o meçhuldür, kim olduğu bilinmemektedir. 9) Beyhakî
diğer yönden Hammad b. Şuayb, Ata b. es-Sâib isnadıyla Abdurrahman el-Sulemî’nin şöyle söylediğini naklediyor: Hz. Ali Ramazanda
güzel Kur'an okuyanları çağırdı ve onlardan birine, cemaate yirmi
rekât namaz kıldırması için emir verdi. Hz.Ali onlara vitir kıldırırdı. Bu isnadda da
Hammad b. Şuayb zayıftır. İbn Ma-în ve başkaları onu zayıf addetmiş[77], Buharî "makbul
olmadığını" (fîhi nazar) söylemiştir[78]. Konuyla ilgili olarak bu
naklettiklerimiz dışında başka haberlerde zikrediliyor, fakat
araştırıldığında onların da za'ftan hâlî olmadığı anlaşılıyor.
Çünkü Ömer b. Hattâb'dan nakledilen sağlam haberler, onun Ubey b. Kâ'b'a, cemaate sekiz rekât
kıldırmasını emrettiğine delâlet etmektedir ki Hz.Peygamber'in fiiline uygun olanı da budur. Teravihin
sekiz rekâttan fazla olduğunu
bildiren haberlerin tamamı ya zayıftır, ya da senedi kopuk olup
sağlam değildir. 10) Ebû Davud Suneni’nde Hasan'dan
şöyle rivayet ediyor: Ömer b. el-Hattâb cemaati Kâb'ın arkasında topladı. Ubey onlara yirmi gece namaz
kıldırmış, gecenin ikinci yarısında da kunut yaptırmıştı. Son on gün
içinde cemaatten geri durdu ve evinde kıldı. Bunun üzerine cemaat "Ubey
kaçtı" diyorlardı[79]. Hadisi Ebû
Davud tarıkıyla Beyhak[80] rivayet etmiş,
Zeylâi de Ebû Davuddan "Ubey onlara yirmi gece namaz kıldırdı" şeklinde zikretmiştir[81]. Ancak, bazı
güvenilir ve dindar olmayan kimseler kasden Ebû Davud'un Sunen'inin Hindistanda basılan
bazı nüshalarının kenarında "Başka nüshalarda yirmi gece yerine yirmi rekât
ibaresinin yer aldığını" not
düşmüşlerdir. İlk olarak bu, Deyûbend'deki
Dâru'l-Ulûm Üniversitesi'nde Hanefi'lerin imamı olan Şeyh Mahmud Hasan'ın,
Ebû Davud'un Süneni üzerine yaptığı haşiyede yer almıştır. Sonra bir adım
daha atıldı ve "yirmi rekât ibaresini asıl metne koydular, kenarına
da "bir başka nüshada yirmi
gece lafzıyla zikredilmektedir", şeklinde not düştüler. Bu da
Fahru'l-Hasan'ın Ebû Davud üzerine yaptığı Şerh'te yer almaktadır. Şu anda
önümde Hind baskısından Beyrutta ofset yapılmış Bezlü'l-Mechûd nüshası
duruyor. Kenarında, "Bir diğer nüshada 'gece' yerine 'rekât’ ifadesi
yer almıştır" şeklinde not var. Şeyh Mevlânâ Muhammed İshak'a okunan
nüshada da bu ibare bulunmaktadır[82]. Ayrıca, Ebû
Davud'un zikrettiği isnadda kopukluk vardır. Çünkü Hasanu'l-Basrî
Hz.Ömer'e yetişmemiştir. O
H.21 yılında doğmuş, Ömer ise 23. yılın sonlarında veya 24.yılın Muharrem
ayı başında vefat etmiştir. 11) İmam
Mâlik'in, Davud b. Husayn'dan yaptığı başka bir rivayet daha var ki, buna göre Davud, el-A'rec'in şöyle dediğini işitmiş: Ramazanda
cemaate ne zaman yetişsem onları kâfirlere lanet eder buldum.
İmam sekiz rekâtta Bakara Sûresini okuyor, on iki rekâtı kıldırırken
cemaat imamın hafif tuttuğunu görüyordu. İbn Abdulberr el-A'rec'in bir
gurup Sahabîye ve büyük Tabiilere
yetiştiğini söylüyor. Davud b.
Husayn'a gelince, O Ebû Süleyman el-Medenî olup Emevîlerin azatlısıdır. İbn Maîn onu mutemet
kabul ederken Ebû Hatim ‘zayıf addetmiş ve "Eğer Mâlik ondan
rivayet etmiş olmasaydı hadisi terkedilirdi" demiştir[83]. Hafız İbn Hacer bu ve bu konudaki
başka rivayetleri zikrettikten sonra şöyle söylüyor: İbn İshak dedi ki: Bu konuda işittiğimiz rivayetlerin en
sağlamı Muhammed b. Yusuf'un, ceddi olan Sâib b. Yezid'den naklettiği, "biz Ömer zamanında Ramazanda
on üç rekât namaz kılardık" riveyetidir ki bu, Hz
Peygamber'in gece namazı hakkında nakledilen Hz.Aişe hadisine de uygundur[84]. Bizim tercihimiz de budur. Çünkü
bu rivayet Hz.Peygamber'in fiiline uygunluk arzetmektedir.
Bu konuda muhayyerlik vardır. Nitekim İmam Şafiî şöyle söylüyor:
Medine'de halkın otuz dokuz rekât kıldığını gördüm. Mekke'de yirmi üç rekât
kılıyorlardı. Bu konuda bir kısıtlama yoktur. Yine ondan şöyle naklediliyor:
Eğer kıyamı uzatır, secdeleri
azaltırlarsa bu güzeldir. Secdeleri çoğaltır, kıraati hafif tutarlarsa bu da
güzeldir. Bana göre birincisi daha iyidir. Üçüncü Görüş: Bu, İmam Mâlik'in
"Teravih namazı otuz altı rekâttır" görüşüdür. O Medinelileri bu
uygulama üzere bulmuştur. 38 rekât olduğu da söylenir. Muhammed b. Nasr
el-Mervezî, İbn Eymen'den, o da İmam Malik'ten böyle rivayet etmiştir. Mâlik,
"yüz kusur senedir uygulama bu şekilde olmuştur" demiş ve şöyle devam etmiştir: Bu konuda bir
sınırlama yoktur. O kendi durumuna göre uygun sayıyı seçecektir. Tirmizî Sunen'inde diyor ki: Teravih
konusunda söylenen en fazla rekât sayısı vitirle birlikte 41 rekâttır. Fakat İbn Abdulberr Esed b.
Yezid'in 40 rekât teravih, yedi rekâtta vitir kıldığını nakletmektedir. Medînelilerin otuz altıyı tercih
etmelerinin sebebi şudur: Mekkeliler
her iki terviha arasında Kabe'yi bir defa tavaf ediyorlar, sonra
iki rekât namaz kılıyorlardı. Beşinci tervihadan sonra ise tavaf
etmiyorlardı. Medineliler onlarla eşitliği sağlamak istediler ve her tavaf yerinde dört rekât koydular. Böylece on
altı re-kâtlık bir artış yaptılar. Bu durumda toplam altı rekât oldu.
Bunu Nevevî[85] ve başkaları
zikretmektedirler. Hamd, âlemlerin Rabbı olan
Allah'adır. BİBLİYOGRAFYA Ahmed b.
Hanbel, Musned, I-VI,
Mısır 1313/1895. Ali b. Sultan Muhammed el-Karî, Mirkatu'l-Mefâtih, l-V, Mısır 1309. Aynî, Bedruddin Mahmud b. Ahmed, Umdetu'l-Karî, I-XXV Beyrut
1345. Bagavî, Hüseyin b. Mes'ûd, Şerhu's-Sunne, l-XVl, Beyrut 1403/1938. Bennûrî, Yûsuf el-Hanefî, Maârifu's-Sunen. Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin b. Ali, es-Sunenu'l-Kubrâ,I-X, Haydarabat
1344/1925. Buhârî, Muhammed b. İsmâîl, el-Câmiu's-Sahîh, I-VIII, Mısır
1328. _______, et-Târîhu'l-Kebîr, I-X,
Haydarabad 1380/1960. Ebû Dâvud, Süleyman b.Esas, Sünen, I-IV,
Beyrut ts. Elbânî, Nâsıruddin, Salâtu't-Terâvih. Hâkim, Muhammed b. Abdiliah en-Nîsâbûrî, el-Mustedrek, MV, Haydarabad 1334-1341/1916-1923. el-Hazrecî, el-Huiâsa. Heysemî, Nûruddin Ali b. Ebî Bekr, Mecmau'z-Zevâid,I-X, Beyrut
1967. İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed, el-Musannef, I-III,
1966-1968. İbnu'l-Esîr, el-Mubârek, b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî
Garîbi'l-Hadis, I-V, Kahire 1385/1965. İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, Fethu'l-Bârî, I-XIII, Bulak 1300. _______, et-Takrib, l-ll,
Beyrut 1395/1975. _______, Tehzîbu'l-Tehzib, I-XII,
Haydarabad 1325-1327/1907-1909. İbnu'l-Humam, Kemâluddin Muhammed b.Abdilvâhid, Fethu'l-Kadîr, I-VIII,
Bolak 1315/1897. İbn Huzeyme, Muhammed b. İshak, es-Sahih, Mil, Beyrut 1971. İbn
Kudâme, Abdullah b. Ahmed b. Muhammed, el-Muğnı, I-IX, Mısır ts. İbn Mâce, Muhammed b. Yezid el-Kazvînî, Sünen, I-II, Kahire 1327/1952. el-Keşmîrî, Enver Şah, Feydu'l-Bâri. Mâlik b. Enes, el-Muvatta', (Tenvîru'l-Havâlik'le birlikte), I-III,
Mısır 1348. _______, el-Mudevvenetu'l-Kubrâ, I-VI,
Mısır 1323. Mervezî, Muhammed b. Nasr, Kıyâmu'l-Leyl,
Lahor 1320. Mubârekfurî, Muhammed b. Abdirrahman, Tuhfe-tu'I-Ahvezî, I-IX, Kahire 1383/1963. Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahih, I-V, Mısır 1374/1955. Nesaî, Ahmed b. Şuayb b. Ali, Sünen,
l- VIII, Mısır ts. Nevevî, Muhiddin Yahya b. Şeref, Şerhu'l-Muhezzeb, I-XII, Mısır. Razı,
Abdurrahman b. Ebî Hatim, el-Cerh ve't-Ta'dîl, I-IX, Haydarabad 1371/1952. San'ânî,
Abdurrezzak b. Hammâm, el-Musannef, I-XI, Beyrut 1390/1970. Şevkânî,
Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylu'l-Evtâr, I-IX, Beyrut 1973. Taberânî,
Süleyman b. Ahmed b. Eyyub, el-Mu'cemu'l-Kebîr, Bağdat 1978. _______, el-Mu'cemu's-Sağîr, I-II, Kahire 1388/1968. Tahâvî, Ebû Ca'fer Ahmed b. Muhammed, Şerhu Meâni'i-Asâr, I-IV, Hind 1300. Tirmizî, Muhammed b. İsa, el-Câmiu's-Sahih (Sünen), I-V, Kahire 1381. Zehebî, el-Kâşif fî Esmâi'r-Ricâl. Zehebî, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Mizâ-nu'l-İtidâl, I-IV, Kahire 1382/1963. _______, et-Telhis, (Mustedrek'le
birlikte), MV, Haydarabad 1334-1341/1916-1920. _______, Tezkiretu'l-Huffâz, I-IV,
Haydarabad 1376/1956. Zeylal Cemâluddin Abdullah b. Yusuf, Nas-bu'r-Raye I-IV Haydarabad
1357/1938 Zurkanî,
Muhammed b. Abdilbâkî b. Yûsuf, Şerhu'l
Muvatta, I-V, Mısır
1381-1961.
[1] Bu makale "Mecelletu’l-Câmiatu'İslâmiyye" isimli Dergi'den
(Yıl 15, Sayı 59, Medîne 1403, sayfa 27-46) tercüme edilerek alınmıştır. [2] 1947
Yılında Başayaş'ta doğdu. İlkokuldan sonra 1969 yılında Ankara İmam-Hatip Lisesi ve Mustafa Kemâl
Lisesinden mezun oldu. Aynı yıl İlahiyat Fakültesine girdi. 1973 yılında
Fakülteden mezun oldu. 1977 yılında A. Ü. İlahiyat Fakültesine bağlı olarak
Doktorasını tamamladı. Bu arada 1975 yılına kadar Diyanet Teşkilâtında 8
yıl görev yaptı. 1975-77 Yılları arasında M.E.B.'na bağlı olarak öğretmenlik görevinde bulundu. 1978'de Bursa Yüksek
İslâm Enstitüsüne öğretim üyesi olarak atandı. Halen U.Ü. İlahiyat
Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak görev yapmakta. [3] Beyhakî, Sünen, II.497. [4] Müstedrek, 11,41. [5] Et-Kâşif, III,167, [6] B-Muğnî II,141. [7] Hadisi Ahmed (Musned,
1.191-195), Nesâî (IV, 158), İbn Mâce(l,421)
rivayet etmişlerdir. İ6 [8] Et-Takrib, 11.311. [9] Bk. Neylu'l-Evtâr, H.60. [10] Bk. Fethu'l-Bâri, IV.252. [11] Bk. Şerhu Meâni'l-Asâr. 1.351 [12] Bk. Tahâvî, a.g.e.,
I.349 [13] Bk. Şerhu Fethi'l-Kadîr, 1,334 [14] Bk. el-Müdevvene, 1,222. [15] Buhârî, Ezan, 81; Muslim, Musafırin, 213. [16] Şerhu's-Sunne, IV.118. [17] Bk. Fethu'l-Bâri, III, 10-12. [18] Hadisi Sünen sahipleri rivayet
etmiştir. Bk. Tİrmizî, 11,160; Ebû Dâvûd, 11,105; Nesâî, III.83; İbn
Mâce, I.420. Bunların hepsi Dâvûd b. Ebî Hind-Velid b.
Abdurrahman el-Cüreşî—Cübeyr b. Nüfeyr-Ebû Zer tarîkıyla
nakletmişlerdir. Tirmizî, "Hadis hasen-sahihtir"
diyor. Munzirî de Tirmizf nin hadisi sahih kabul ettiğini naklediyor
ve kendisi buna itiraz etmiyor. [19] Bk. Tuhfetu'l-Ahvezî,II. 521. [20] Hadisi Ebû Dâvûd (II, 106)
nakletmiş ve "Bu hadis kuvvetli değil, Müslim b.Halid zayıftır"
demiştir. Zehebî ei-Kâşıf’te(II. 140) diyor ki: Bu zat mutemet kabul
edilmiş, Ebû Dâvûd ise onu çok hatâ yapması sebebiyle
zayıf saymıştır. Hafız İbn Hacer de et-Takrîb'te onun hakkında
"fakihtir ve sadûktur (doğru sözlü sayılır), çok yanılır"
demektedir. [21] Bk. Kıyamu'l-Leyl. s. 155. Hadisi burada Halid
b. Müslim tarikıyla nakletmiş, fakat onun hakkında bir şey
söylememiştir. [22] Bk. Fethu'l-Bâri, IV.252. [23] Hadis Muttefekun aleyhtir. Buhâri (Fethu'l-Bâri ile
birlikte) lll,33; Müslim, 1,509 (M.Fuâd Abdulbâkî baskısı). [24] Sahîhu İbn Huzeyme. III.341. [25] Beyhakî, el-Sunenu’l-Kubrâ. II,495. [26] Bk. Mecmau'z-Zevâıd. III.172. [27] Bk. Fethu'l-Bâri, II, 12. [28] Telhis. 111,21. [29] Bk. Salâtu't-Terâvih. s.21. [30] EI-Mu'cemus-Sağîr, 1,190. [31] Bk Mizanu'l-Itidal. III.311 [32] Bk. El'Kâşiî. 11,366. [33] EI -Hazrecî, et-Hulâsa, III,
182. [34] Bk. e/'Kâşif, III.292. [35] Bk. Feydu'l-Bârî II, 420. [36] Bk. Mir'âtu'l-Mefâtîh, II,224-225. [37] Bk. Umdetu'l-Kari, VII.204. [38] Bk. Şerhü Fethtl-Kadîr, 1,334. [39] Bk. Musannefu İbn Ebî Şeybe. II.394. [40] Bk. el-Mu'cemu'l-Kebîr. Xl,393. [41] Bk. Sünen, 11,496. [42] Bk. Nasbu'r-Râye, II,153. [43] Bk. el-Mu'cemu'l-Kebîr, XI.393. [44] Bk. Mecmau'z-Zevâid. III,172. [45] Bk. Şerhu Fethi''l-Kadîr. I.333. [46] Bk. Sunenul-Beyhakl II.496. [47] Bk. Fethu'l-Bâri, IV,254. [48] Bk. Maârifu's-Sunen, V.547. [49] Bk. a.g.e., V.550. [50] Bk. Fethu'l-Bâri, IV.250. [51] Bk. a.g.e., IV.253. [52] Bk. en-Nihâye fi Garîbi'l-Hadis, I,106. [53] Bk. el-Muvatta'(Tenvir Şerhiyle birlikte), I,105. [54] Bk. es-Sunenu'l-Kubrâ, II.496. [55] Bk. Zurkanî, Şerhu'l-Muvatta'. I.354. [56] Salâtu't-Terâvih, s.53. [57] Bk. Musannef, IV.260. [58] Bk. Kıyamu'l-Leyl, s. 157. [59] el-Sunenu'l'Kubrâ, II.496. [60] Bk. II.333. [61] Bk. Tezkîratu'l-Huffaz, III,1057. [62] Bk. Fethu'l-Bâri, IV.253. [63] Bk. Neylu'l-Evtâr, III.63. [64] Bk.. Şerhu'l-Muhezzeb, III.527. [65] Bk. Mîzânû'l-İtidâl, IV.430. [66] Bk. s.453. [67] Şerhu'l-Muhezzeb, III.527. [68] Muvatta'(Tenvir'le birlikte), I,105. [69] Bk. Nasbu'r-Râye, II,154. [70] Bk. Umdetu'l-Kari, XI, 126. [71] Bk. Musannet, ll,393. [72] Bk. Tehzîbu't-Tehzib,II, 223. [73] Musannef, ll,393. [74] Biyografisi ile ilgili olarak Tehzibu't-Tehzib ve
Tehzibu'l-Kemâl'e bakılabilir. [75] el-Sunenu'l-Kubrâ, II.497. [76] el-Takrib, II, 412. [77] Bk. el-Cerh ve:l-Ta’dil, III,142. [78] Bk. el-Târihu'l-Kebir, III,25. [79] Ebû Davûd, II, 136, el-Kunuût fi’l-Vitir babı. [80] el-Sunenu'l-Kubrâ, II,498. [81] Bk. Nasbu'r-Râye, II,126. [82] Bk. Bezlu'l-Mechûd, fî Halli
EbîDâvûd, V,252. [83] Bk. el-Cerh ve't-Ta'dil, III.409. [84] Bk. Fethu 'l-Bâri, IV.254. [85] Bk. Şerhu'l-Muhezzeb, III.527. |