J- ENSÂRÎ TARÎKI
1- Birinci Tarîk
Ebû Tevbe er-Rabi‘ b. Nafi‘ (ö. 241/855) < Muhammed b. Muhâcir (ö. 170/786) < Urve b. Ruveym (ö. 135/752) < el-Ensârî. Ensârî’den rivayet edildiğine göre Nebî (s.a.s.) Cafer’e aynı hadisi zikretti.
Söz konusu hadisin senedi kuvvetlidir ve hakkında her hangi bir eleştiri bulunmamaktadır. Buhârî ve Müslim, Rabi‘ ye ait hadisleri rivayet etmişlerdir. Ebû Hâtim, Yakub b. Şeybe ve İbn Hıbbân onun güvenilir olduğu görüşündedir. Ahmed ise zararının olmadığını söyleyerek onu överken, Fesevî de aynı şekilde zararının olmadığı görüşündedir.
Muhammed, Rabi‘ b. Nafi‘ in hocasıdır. Müslim’in ricalindendir. Ahmed, İbn Ma‘în, Ebû Zür‘a, Dımeşki, Duhaym, Ebû Davud, Yakub b. Süfyan el-Fesevî, ‘Iclî ve İbn Hıbbân onun güvenilir olduğu görüşündedirler.
İbn Ma‘în, Duhaym, Nesâî ve İbn Hıbbân’ a göre Urve b. Ruveym güvenilir bir ravidir, Dârekutnî zararının olmadığını söylemiştir. Ebû Hâtim de hadisinin yazılabileceğini belirtmiştir.
Senedde bulunan ve hadisi Hz. Peygamber’den rivayet eden Ensârî’nin sahabi olan Câbir b. ‘Abdillah olduğu söylenir. Mizzî bu görüşte olanlardan biridir.
İbn Hacer ise bu görüşün aksini tercih ederek Emâlî’de şöyle demiştir: “Mizzî, Mübhemâtu’t-Tehzîb’de bu hadisi Nebî (s.a.s.)’den rivayet eden ravinin Ensârî olduğunu, ondan da Urve b. Ruveym’in rivayet ettiğini söyleyerek, Ensârî’nin de Câbir b. Abdullah olduğunu belirtmektedir”. İbn Hacer şu şekilde devam etmektedir:
“İbn Asâkir Urve b. Ruveym’in tercemesinde, onun hadisleri Ensârî olan Câbir’den rivayet ettğini tahric etti. Bizim de burada zikrettiğimizin o olması mümkündür. Ancak Muhammed b. Muhacir’in Urve b. Ruveym’den rivayet ettiği bu hadisler aynı tarîkle farklı şekilde de rivayet edilmiştir. Taberânî’nin Müsnedi Şamiyeyn’inde burada zikri geçen Urve’nin tercemesinde Ebû Tevbe tarîkından rivayet ettiği iki hadis buldum. Ebû Tevbe, Ensârî hadisinin senedindeki Rabi‘ b. Nafi‘ olup Ebû Dâvud’un hocasıdır. Bahsedilen yerde hadisin senedi aynıdır. Orada rivayet şu şekildedir: “Bana Ebû Kebşe el-Enmârî rivayet etti ”. Sanırım ‘mim’ harfi biraz büyüyerek ‘sad’ harfine benzedi. Eğer böyle olduysa hadisin sahibi Ebû Kebşe’dir. Hadisin Ensârî veya Ebû Kebşe tarafından rivayet edilmiş olması sonucu değiştirmez. Her iki durumda da hadisin senedi hasen derecesinden daha aşağı değildir.”
K- TESBİH NAMAZI HADİSİNİN MÜRSEL OLARAK RİVAYET EDİLEN TARÎKLERİ
Sahabe ile görüşüp onlardan ilim öğrenen tabiiler hadis rivayet eden ikinci nesildir. Bazı tabiiler aslında hadisi almış oldukları sahabinin ismini isnadlarında atlar ve sanki kendileri bizzat Hz. Peygamber’den işitmiş ya da görmüşcesine “Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu, şunu yaptı” gibi ifadelerle hadis rivayet ederler. Böyle rivayete irsal, tabiinin irsal yaparak rivayet ettiği hadise mürsel adı verilmiştir. Tesbih namazı hadisi de aşağıda zikredeceğimiz üç farklı tarîkten mürsel olarak rivayet edilmiştir.
1- ‘Ikrime’den Mürsel Olarak Rivayet Edilen Hadisin Tarîki İbn Huzeyme Sahih’te, Hâkim Müstedrek’te hadisi şu senetle rivayet etmişlerdir: Muhammed b. Rafi‘ (ö. 245/859) < İbrahim b. Hakem b. Ebân < ‘Ikrime (ö. 104/722 veya daha sonra). Rasûlullah(sas) amcası Abbâs’a… dedi diyerek hadisi zikretti.
Hadisin senedi İbrahim b. Hakem’den dolayı zayıftır. Onun durumunu daha önce zikretmiştik. Nitekim orada tesbih namazı hadisi İbn ‘Abbâs’tan mevsul olarak rivayet edilmiştir. İbrahim b. Hakem’in, hadisi burada önceki rivayetinden farklı olarak rivayet ettiği için hadis illetli sayılmıştır.
2- Muhammed b. Ka‘b el-Kurazî’den Mürsel Olarak Rivayet Edilen Hadisin Tarîki Hatîb, Salâtu’t-Tesbih’te hadisi şu tarîkle rivayet etmiştir: Ahmed b. Ebî ‘Imrân < Âsım b. Ali b. Âsım (ö. 221/836) < Ebû Ma‘şer el- Medenî (ö. 170/786) < Muhammed b. Ka‘b el-Kurazî (ö. 120/738 veya daha önce). Muhammed b. Ka‘b el-Kurazî, Nebî (s.a.s.)’in Ca‘fer b. Ebî Tâlib’e şöyle dediğini söyledi… Diyerek hadisi zikretti.
Bu rivayette tenkid edilen kişi Ebû Ma‘şer el-Medenî’dir. Ebû Ma‘şer’in ismi Necih b. Abdurrahman’dır. Yahya b. Saîd, İbn Ma‘în, İbnü’l-Medenî, Ebû Dâvud, Nesâî, İbn Sa‘d ve Dârekutnî onun zayıf olduğu görüşündedirler. Buhârî ise onun hadisinin münker olduğu görüşündedir. Buhârî’ye göre böyle bir kimseden hadis rivayet edilmez. Ahmed, onun salih olup hadiste gevşek davrandığını ve böylesine doğru denilebileceği kanaatinde olduğunu söylemektedir. Ebû Zür‘a ise “doğru sözlüdür, kuvvetli değildir” demektedir.
Ahmed b. Ebî ‘Imrân’ı incelediğimizde, aynı isimde birden çok ravi bulunduğundan onun hangisi olduğunu ayırt edemedik. Onlardan ilki Ahmed b. Ebî ‘Imrân Ebû Cafer’dir. Fakihtir, güvenilirdir ve Tahâvî’nin hocasıdır. İkincisi, Ahmed b. Ebî ‘Imrân Ebû’l-Abbâs el-Bağdâdî’dir. Güvenilirdir. Bu iki raviden birisinin senette geçen Ebû ‘Imrân olma ihtimali fazladır. Son olarak da, Muhammed b. Ebî ‘Imrân el-Cürcânî bulunmaktadır. Bu ravi, yalan söylemekle ve hadis uydurmakla itham edilmektedir. Onun bizim incelediğimiz ravi olmasına imkân yoktur. Çünkü o, onlardan sonraki devirlerde yaşamıştır.
3- İsmail b. Râfi‘ den Mürsel Olarak Rivayet Edilen Hadisin Tarîki Hatib, Salâtu’t-Tesbih’te hadisi şu tarîkle rivayet etmiştir:m Ali b. Ebî Ali el-Basri < Ali b. Ömer b. Muhammed el-Harbi < ‘Abdullah b. Süleyman b. el-Eş‘as < Nusayr b. el-Ferec Ebû Hamza (ö. 245/859) < Yezid b. Harun (ö. 206/821) < Ebû Ma‘şer (ö. 170/786) < İsmail b. Râfi‘ (ö. 110/728 – 120/738 arası). İsmail b. Râfi‘ Nebî (s.a.s.)’in Ca‘fer b. Ebî Talib’e söylediği hadisi zikretti.
Hadisin senedi zayıftır. İsmail b. Râfi‘’in durumunu daha önce de zikrettiğimiz üzere, rical âlimleri onun hakkında farklı görüşlere sahiptirler. İbn, Hacer, Saîd b. Mansur’un mürsel olarak rivayet edilen bu hadisi, süneninde Yezid b. Harun rivayetinden tahric ettiğini zikretmiştir.
Hadisin, senedde bulunan zayıflık sebebiyle zayıf olduğu kanaatindeyiz.
HADİS METNİNİN İNCELENMESİ
I- TESBİH NAMAZI HADİSİNİN METNİNE YÖNELİK ELEŞTİRİLER VE DEĞERLENDİRME
Tesbih namazı hadisi ile ilgili olarak yapılan eleştiriler sadece hadisin senedine yönelik değildir. Hadisin metnine de iki ayrı eleştiri yapılmıştır.
İlk eleştiri, tesbih namazını kılan kişiye büyük sevaplar verilmesi, yapmış olduğu ve yapacağı bütün günahların affedilmesi dolayısıyladır. İkincisi ise bu namaz, kılınış şekli itibariyle diğer namazların kılınış şekillerinden farklıdır. Bu sebeple âlimlerin eleştirisine maruz kalmıştır.
Tesbih namazının kılınış şeklinin diğer namazlardan farklı olması bir yana, kılındığı takdirde büyük sevap kazanılacığının haber verilmesi ulemanın eleştirisine maruz kalmıştır. Bazı âlimler tesbih namazı hadisini bu sebeple kabul etmezler ve bu namazın uydurma olduğunu düşünürler. Ancak sahihayn gibi pek çok hadis kaynağında uygulandığı takdirde büyük sevap va’dedilen birçok sahih hadis vardır. Bir genelleme yapıldığında söz konusu hadislerin de sahih olup olmadığı konusu gündeme gelecektir. Şu durumda böyle bir genellemenin yapılması doğru olmamaktadır.
Bu kadar kolay bir ibadetin eda edilmesi sonucunda çok büyük sevap kazanılması nasıl mümkün olmaktadır şeklindeki bir soruya el-‘Iz b. Abdisselam şöyle cevap vermektedir: “Şeriat önemli fiillere bağlandığı gibi basit fiillere de bağlanabilir. Mebrur hac ile günahların bağışlanması, namaz kılan kişinin âmin demesiyle meleklerin de âmin demesi, Kadir gecesinin ihyasıyla günahların bağışlanması gibi… Bu taatler günahları bağışlatmakta eşitse de değer bakımından eşitlik söz konusu değildir. Allah Teala günahların bağışlanmasını ve derecelerin yükseltilmesini yapılan iyiliklere bağlamıştır. Derecelerin yükseltilmesi ile günahların bağışlanmasının eş değerde olması gerekmez. Ameller çeşit çeşittir. Kimi amellerin bizzat kendisi şereflidir. İyiliklerin celbedilmesi, kötülüklerin defedilmesi hususunda dayanılan küçük bir amel çokça yapılan amelden daha üstün olabilir. Aynı şekilde bedene hafif gelen bir amel de zor olandan daha faziletli olabilir. Bazılarının zannettiği gibi, yapılan amel karşılığında verilen sevap yorgunluk miktarına göre olmaz. Aksine onun sevabı önemi nispetinde değişiklik arzeder. Önemli iyilikler, ahlaki kurallara uygun davranışlar, kabul edilen kelimeler gibi. Dile hafif gelen bir ibadet mizanda ağır, dile ağır gelen bir ibadet ise mizanda hafif olabilmektedir. Örneğin “Lâ ilâhe illallâh Muhammeden Rasûlullah” sözü dil ile kolaylıkla söylenebilmektedir. Dolayısıyla hem bedene ve hem de dile hafif gelmektedir. Tevhid kelimesi insana Rahman tarafından verilen nimetlerin en faziletlisini oluşturmaktadır. Kişi, sözlerin en faziletlisi olan bu sözü dile getirmekle Allah’ın nimetini elde eder ve gazabını savar. Nebî (s.a.s.)’e, “Amellerin hangisi en faziletlidir?” diye sorulduğunda, Rasûlullah (s.a.s.): “Allah’a iman” demiştir. Böylelikle Nebî (s.a.s.) Allah’a iman etmeyi, uygulaması daha zor olan cihattan üstün saymıştır. Uygulamadaki kolaylığına ve gerçekleşmedeki hafifliğine rağmen, tevhid bilgisi bilgilerin en faziletlesi, ona itikat ise itikatların en üstünüdür.”
‘Iz b. Abdisselam’ın cevabında da görüldüğü üzere kişinin ameli, çok veya az yapılmasıyla ölçülmemektedir. Kanaatimizce önemli olan niyettir. Samimi bir şekilde yapılan bir ibadetin Allah Teala tarafından kabul edilmesine mani olacak bir durum söz konusu olamaz. Zira ayetlerde de geçtiği üzere Allah dilerse affeder. O’nun, kullarının bütün günahlarını bağışlamasına hiçbir engel yoktur. Bunun aksini düşünmek yaratıcıya bir sınırlandırma koymak demektedir ki bu durumda da O’nun yaratıcılık özelliği olamaz.
Yapılan ibadetler sonucunda kazanılan sevap, ibadetin uygulanmasındaki zorluk veya yorgunluk miktarına bağlı değildir. Ebû’d-Derdâ’dan Nebî (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Ben size amellerinizin en hayırlısını, Mâlikiniz (Allah) katında en çok beğenilen, cennetteki derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü Allah yoluna vermekten size daha sevablı olan ve düşmanınıza rastlayıp da boyunlarınızı vurmasından (şehid edilmenizden) daha üstün, faziletli bir işi haber vermiyeyim mi?” Sahabiler: “Bu amel nedir Yâ Rasûlullah?” dediler. Allah Resûl’ü şöyle buyurdu: “Allah’ı zikretmektir.”
Ebû Hureyre de Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Hiç kimse yüz kez Subhânallâhi ve bihamdihi diyerek sabahlayan ve akşamlayan kimseden daha faziletli bir şey söyleyemez.” Aynı zamanda Ebû Hureyre Nebî (s.a.s.)’den şu hadisi de rivayet etmiştir: “Dile hafif, mizanda ağır, Allah’a sevimli gelen iki kelime vardır. Subhânallâhi ve bihamdihi Subhânallâhil azîm.”
Allah Teala’nın önceden yapılmış olup daha sonra da defalarca yapılacak olan günahları bağışlamasının bu namazı kılmak sonucunda elde edileceğini içeren bu hadise tekrar baktığımızda; O’nun bu bağışlamayı tek bir amelde toplamasına hiçbir engel olmadığı kanaatindeyiz. Müslim tarafından rivayet edilen Ebû Katâde hadisi de buna bir örnek teşkil etmektedir. Şöyleki; “Arafe günü oruç tutan kimsenin iki senelik günahı bağışlanır. Geçen senenin ve devam eden senenin.” Bu hadise göre, kişinin ilk sene işlediği ve ikinci senede işleyeceği bütün günahlar bağışlanmaktadır.
Bu bağışlama sadece bir seneyle sınırlı olsaydı bile, günah vuku bulmadan önce veya vuku bulduktan sonra bir bağışlanma olacağına işaretttir. Yani her iki durumda da bağışlanma söz konusudur.
Tesbih namazını kılma şeklinin diğer namazların kılınış şeklinden farklı olduğu için eleştirildiği hususuna değinmiştik. Bazı âlimler onu namaz şekline aykırı olarak kabul ettikleri için reddetmişlerdir. Dolayısıyla bu namazın varlığını kabul eden gurup da onu araştırmış ve bir takım gerekçeler sunarak onların bu görüşlerini çürütmeye çalışmışlardır.
İlk olarak, tesbih namazının şeklen diğer namazlardan farklı olduğu doğrudur. Ancak söz konusu hadisin sahihliği delillerle sabit olduktan sonra zayıflığı için her hangi bir gerekçe kalmamaktadır. İkinci olarak, bu namazı şekil bakımından diğer namazlardan farklı kılan özelliklerden biri de istirahat celsesinin uzun olmasıdır. İstirahat celsesi şer’an meşru olup, söz konusu namazdaki uzunluğu da ancak zikirledir. ‘Iraki Tirmizi’nin şerhinde, nafile namaz kılarken bir rekât dahi kılınsa kıyam ve kuudun yapılmasının caiz olduğunu belirtmiştir. Bu da namazın şeklen farklı olabileceğinin delillerinden birisidir. Son olarak da küsuf namazı örnek gösterilebilir. Onun kılınış şekli de tesbih namazı gibi diğer namazlardan farklıdır. O tek bir rükûda iki rükuyu içerir. Diğer namazlardan farklı olması bakımından, tesbih namazının istirahat celsesinin uzun olması küsuf namazının ikinci rükûsu gibidir.
HADİSİ KUVVETLİ KABUL EDENLER
Tesbih namazı hadisi sahih veya zayıf olması noktasında tartışmalı bir hadistir. Söz konusu hadisin sahih olduğu görüşünde olanlar, bu görüşlerini kuvvetlendirmek için farklı deliller sunmuşlardır. Bu bölümde, tesbih namazı hadisinin sahih veya hasen olduğunu benimseyen âlimleri inceleyeceğiz.
Münzirî bu hadisin sahabeden bir grup tarafından pek çok yolla rivayet edildiğini belirtmiştir. Örneğin ‘Ikrime hadisini; Ebû Bekir el-Âcurri, Ebû Muhammed Abdurrahim el-Mısrî, Ebû’l-Hasan el-Makdisî sahih görmektedir. Ebû Bekr b. Ebî Dâvud, babasını “Tesbih namazı hakkında bundan başka sahih bir hadis yoktur” derken işitmiştir. Müslim b. Haccac ise ‘Ikrime hadisinin İbn Abbâs’tan gelen senedi için “Bu hadis bu senetten daha iyi bir senetle rivayet edilmedi” demektedir. Dârekutnî de şöyle demektedir: “Kur’an sûrelerinin fazileti üzerine gelen rivayetlerin en sahihi İhlâs sûresi hakkında gelendir. Namazın faziletiyle ilgili olarak gelen rivayetlerin en sahihi de tesbih namazıyla ilgili olan hadistir”.
Hâkim’e göre söz konusu hadisin sıhhatine delil olarak gösterilen şey; etbau’t- tabiinden imamların günümüze kadar bu namazı kılmaları, ona devam etmeleri ve birbirlerine bu namazı tavsiye ederek öğretmeleridir. Abdullah b. Mübârek de onlardan birisidir. Dolayısıyla Hâkim hadisi sahih gördüğünü belirtmektedir.
Hadisin kuvvetli olduğu görüşünde olanlardan biride Beyhakî (ö: 458/1066)’dir. Münzirî, Beyhakî’nin bu görüşünü naklettikten sonra şöyle demektedir: “Abdullah b. Mübârek tesbih namazını kılardı, salihler de onu birbirlerine tavsiye ederlerdi. Hadisin merfû hadis seviyesine yükselmesi bu sebeptendir”.
İbn Hacer de, Ebû Ali b. es-Seken’in bu hadisin sahih olduğu görüşünde olduğunu bildirmiştir. Deylemî de bu konudaki görüşünü şu şekilde belirtmektedir: “Tesbih namazı namazların en meşhuru olup senet yönüyle de en sahih senede sahiptir”.
Suyûtî, Ebû Musa el-Medînî’nin bu konuyla alakalı hadisi sahih kabul ederek bu konuda bir cüz te’lif ettiğini söylemektedir.
Nevevî, içerisinde çok fazla tesbihe yer vermesinden dolayı bu namazın tesbih namazı olarak isimlendirildiğini belirtmiştir. Bu konudaki hadis Tirmizî’nin kitabında hasen olarak gelmiştir.
İbn Hacer daha önce zikredilenlere ek olarak Âcurri, Hatib Bağdâdî, Ebû Sa‘d es-Sem‘ânî, Ebû Musa el-Medînî, Ebû’l-Hasan b. Mufaddal, el-Münzirî, İbnu’s- Salâh, Nevevî ve Subkî’nin tesbih namazı hadisini sahih ve hasen olarak kabul edenler arasında yer aldığını belirtmiştir.
İlteka es-Subkî’ye göre tesbih namazı hadisi hasen bir hadistir. Tac es- Subkî’ye göre ise bu konudaki hadis sıhhat yönünden gariptir. el-‘Alâî ise tesbih namazı hadisinin hasen bir hadis olduğu görüşündedir. Sirâcuddîn el-Bulkunî Tedrîb’de; “Tesbih namazı hadisi sahihtir, tarîklerinin bir kısmı diğer bir kısmını desteklemektedir.
Tesbih namazı sünnettir. Onunla amel edilmesi gerekir” demektedir.
İbn Nâsırıddîn hadisi kuvvetli olarak kabul etmektedir. Suyûtî de hadisi kuvvetlendirerek onun sıhhati konusunda bir risale kaleme almıştır. Daha önce bahsettiğimiz üzere İbn Hacer de hadisin bazı tarîkleri ile sahih, bazı tarîkleri ile ise hasen olarak kabul etmektedir.
İbn Hacer el-Heytemî bu konudaki görüşünü şu şekilde belirtmektedir: “Hakikat şu ki tesbih namazı hadisi hasen li gayrihidir. İbn Huzeym ve Hâkim gibi onu mutlak olarak sahih kabul edenlerce hadis, hasen olarak tedavülde olup yorumlanır ancak şahitlerinin çokluğu sebebiyle sahih olarak isimlendirilir. Hadisi mutlak olarak zayıf kabul edenler ise tarîklerinin tekliğini kastederek bu görüşü benimsemişlerdir. Ancak farklı muhaddisler ile fakihlerin ibareleri arasında her hangi bir çelişki söz konusu değildir. Bununla birlikte sadece bir yazarın farklı kitaplarındaki sözlerinde çelişki olabilmektedir. Birinde hasen olduğu yönünde görüş belirtirken bir diğer kitabında zayıf diyebilmektedir. Nevevî ve Askalânî gibi.”
Leknevî’den nakledildiğine göre o şöyle demektedir: “İbnü’l-Cevzî tesbih namazı hadisine Mevzûât’ında yer verdiği için hadis hafızları onu şiddetli bir şekilde eleştirmişlerdir. Özetle İbnü’l-Cevzî hadis üzerinde fazla durmadan hadise üstün körü mevzû hükmünü vermesindeki eleştirilerin tutarsızlığı ve tarîklerinin çokluğundan dolayı hadis sahih olmasa bile hasendir. Hadisi zayıf olarak kabul edenler; tarîkleri birleştirmeksizin, onların teferrüdü nedeniyle bu görüşü benimsemişlerdir. Hadisin sahih ya da hasen olduğunu kabul edenler ise tarîklerin çokluğuna bakarak ve bunlardan bir kısmının sahih olma şartlarını taşıdığını görerek hadisin sahih veya hasen olduğuna kanaat getirmişlerdir. Şüphesizki o, imamlarımızın kitaplarında kılınış şekli ile birlikte bahsettiği sünnetin ta kendisidir.”
Ebû’l-Hasan es-Sindî ise görüşünü şu şekilde dile getirmektedir: “Hadis hafızları söz konusu hadis hakkında farklı farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hadisin sahihliğinin sabit olduğu ve kendisiyle amel edilmesi gerektiği hususunda görüşbirliğine varmışlardır. İnsanlar da bu mutabakat üzere onunla amel etmişlerdir.”
Zebîdî, İbn Abbâs hadisini sahih olarak kabul etmiştir. Muhaddis Ebû’l- Hasenat el-Leknevî bu konudaki görüşünü şu şekilde dile getirmektedir: “Sika ravilerin büyükleri tarafından gelen bu ibareler, tesbih namazı hadisinin mevzu olduğu görüşünün geçersiz olduğunu, bilakis onun kendisiyle delil getirilen sahih ya da hasen bir hadis olduğunu ortaya koymaktadır. İbnü’l-Cevzî ve yandaşları hariç muhaddislerin hepsi bu hadisin zayıflığı ya da sahihliği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ancak onlardan hiçbir kimse onun mevzû olduğu yönünde bir görüş belirtmemiştir.”
Muhammed el-Mubârekfûrî bu hadisin hasen derecesinden daha aşağı olmadığı görüşündedir.
Ubeydullah el-Mubârekfûrî de bu konuda şöyle demektedir: “Gerçek olan şu ki bana göre İbn Abbâs hadisi, mevzû veya yalan olması şöyle dursun zayıf bile değildir. Aksine bana göre o hasendir. Hadisin senedi hasen derecesinden daha aşağı değildir. Hatta kanıtlarının varlığı ve bazı senetlerinin zararsız olması sebebiyle sahih ligayrihi olmaması için neden yoktur. Hadis hafızlarının birçoğu, İbnü’l-Cevzî’nin İbn Abbâs hadisini Mevzûât’ta zikretmesine farklı şekillerde cevap vermişlerdir.”
Ahmed Muhammed Şâkir de bu konudaki hadisin hasen olduğunu belirtmektedir. Muhammed Nâsıruddîn Albânî bu hadisin kuvvetli olduğunu belirtmektedir.
Şuayb el-Arnaut da bu konuyla alakalı hadisin hasen olduğu görüşündedir. Abdulkadir el-Arnaut’un görüşü ise bu hadisin sahih olduğu yönündedir.
Nurettin ‘Itr ise tesbih namazı hadisinin senedlerini tek tek inceledikten sonra hadisin bazı tarîkleriyle sahih, bazı tarîkleriyle hasen olduğunu söyleyerek şunu eklemektedir: “Tesbih namazı hadisi kuvvetli bir hadistir.”
Görüldüğü gibi, âlimlerin bir kısmı tesbih namazı hadisini sahih olarak kabul ederken bir kısmı da hasen olarak kabul etmektedir. Kanaatimizce bu hadis sahih ve hasen olarak kabul edilen tarîklerinin varlığı dolayısıyla kuvvetlidir. Bu durum hadisin delil olarak kullanabilmesini sağlamaktadır.
HADİSİ ZAYIF KABUL EDENLER
Tesbih namazı hadisini âlimlerin farklı şekillerde değerlendirdiğini belirtmiştik. Bir kısmı hadisi sahih, kendisiyle amel edilebilir olarak görürken bir kısmı zayıf diğer bir kısmı da böyle bir hadisin ancak uydurma olabileceğini savunmuşlardır. Bu bölümde hadisi zayıf olarak kabul edenleri zikredeceğiz.
İshak b. Hânî, Ahmed b. Hanbel’e tesbih namazı hakkındaki hadis sorulduğunda senedinin zayıf olduğunu söylediğini nakletmiştir.
Abdullah b. Ahmed, babamın şöyle dediğini işittim demektedir: “Bana göre tesbih namazı sabit değildir. Onun senedi hakkında ihtilaf ettiler. Bana göre o sabit değildir”. Sanki Ahmed b. Hanbel bu hadisi Amr b. Mâlik’den dolayı zayıf olarak kabul etmiştir. İbn Kudâme ise Muğnî’de “Ahmed b. Hanbel, elini sallayarak sanki hadisin münker olduğunu kastetti” demektedir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere İbn Hacer, Ahmed b. Hanbel’in hadisin zayıf olduğuna dair hükmünden vazgeçtiği görüşünü benimsemiştir. Ancak bazı kimseler muhtemelen yanılarak onun, bu hadisin mevzu olduğuna dair hüküm verdiğini rivayet etmişlerdir.
İbn Hacer, Sirâc el-Gazvînî’nin Ahmed b. Hanbel’in söz konusu hadisin mevzû olduğuna hükmettiğini bildirerek şöyle demektedir:
“Ahmed b. Hanbel’den nakledilene gelince, bu konuda farklı farklı görüşler bulunmaktadır çünkü naklin kendisinden olup olmadığı konusunda ihtilaf söz konusudur. Hiç kimse Ahmed b. Hanbel’in bu hadisin mutlak anlamda mevzû olduğunu söylediğine dair bir açıklamada bulunmamıştır.”
Tirmizî, Peygamber (s.a.s.)’den tesbih namazı hakkında birden çok hadis rivayet edildiğini fakat bunların çoğunun sahih olmadığını belirtmektedir. İbn Hacer, Tirmizî’nin bu görüşünü araştırarak şöyle demiştir: “Tirmizî bu sözüyle hadisin sahih olmadığını kastetti. Bu ise onun hasen oluşunu bozmaz. Eğer hadisin vasfını kastetti ise onun bu sözü geneli olumsuzlaştırmaz”.
İbnü’l-Cevzî ve Münzir, Ukaylî’nin tesbih namazı hakkındaki görüşünü şu şekilde naklettiler: “Tesbih namazı hakkındaki hadis sabit değildir”.
İbn Huzeyme hadisin tashihi hususunda şöyle dedi: “Şayet tesbih namazı hakkındaki haber doğruysa kalpte bu senetle alakalı tereddüt vardır”.
Kadı Ebû Bekir b. el-Arabî’nin bu konudaki görüşü ise, Abbâs’la Hz. Peygamber arasında geçen diyoloğu anlatan Ebû Râfi‘ hadisinin zayıf olduğu yönündedir. Ne sahih ne de hasen olma noktasında bunun aslı yoktur. Tarîklerinde ve niteliğinde garip olsa bile hadisin doğruluğunun sabit oluşu sana yeterli olacak bir delildir. Tirmizî de aldanılmaması için bu hususa dikkat çekmiştir.
İmamlar ve hafızlar, İbnü’l-Cevzî’nin bu hadisi istılah kaidelerine ve usule uymaksızın Mevzûât kitabına almasını hoş karşılamadılar. Bir hadise mevzû hükmünü vermek, hadisin senedinde yalancılıkla suçlanan biri olmadıkça mümkün değildir. Bu, âlimlerin mevzû hadisler için koyduğu bir hüküm olup buradaki hadisle örtüşmez. Çünkü bu hadisin tarîkleri hadis uyduran kimselerden ve yalancılardan arınmıştır. Hatta bizzat bu hadis hasen lizatihidir.
Celal es-Suyûtî el-Leâlî adlı eserinde imamlar ve hafızların İbnü’l-Cevzî’nin Mevzûâtında bu üç hadise yer vermesinden dolayı onu tenkit ettiklerini söylemektedir.
Tenkitlerden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Zerkeşî İbnü’l-Cevzî’nin bu hadisi Mevzûat’ta tahric etmekle hata ettiğini belirtmektedir. Çünkü İbnü’l-Cevzî hadisi üç tarîkle rivayet etmiştir. Bu tarîklerden birisi de İbn Abbâs tarîkından rivayet edilen hadistir. Zerkeşî’ye göre bu hadis mevzû olması şöyle dursun zayıf bile olmayıp aksine sahihtir. İbnü’l-Cevzî, senedin ravilerinden Musa b. Abdulaziz’i illetli olarak görmüştür. Bunun sebebi, Musa b. Abdulaziz’in meçhul olduğunu düşünmesidir. Hâlbuki İbnü’l-Cevzî’nin bu kanısı doğru değildir. Çünkü Bişr b. Hakem, oğlu Abdurrahman, İshak b. Ebî İsrâîl, Zeyd b. Mübârek es-San‘ânî ve daha birçok ravi Musa b. Abdulaziz’den hadis rivayetinde bulunmuşlardır. İbn Ma‘în ve Nesâî onun zararsız olduğunu kabul etmişlerdir. Şayet Musa b. Abdulaziz’in meçhul bir ravi olsaydı bile bu durum hadisin mevzu olmasını gerektirmezdi çünkü hadisin senedinde hadis uydurmakla suçlanan birisi yoktur.
İbnü’l-Cevzî’nin rivayet ettiği diğer iki tarîk ise zayıftır. Ancak bu iki hadisin senetlerinin zayıf olması onların mevzu olmasını gerektirmez. İbnü’l-Cevzî söz konusu hadiste işin kolayına kaçarak ona mevzû hükmünü vermiştir.
İbn Nâsıruddîn sadece bir ravi dolayısıyla hadisin mevzû olduğu hükmüne varılmasını eleştirmektedir.
İbn Hacer de İbnü’l-Cevzî’nin bu hadisi Mevzûât’ta zikretmekle hata ettiği görüşündedir. Alâî, İbn ‘Arrâk ve Zebîdî de İbnü’l-Cevzî’nin bu konuda hatalı davrandığını düşünenlerdendir.
İbnü’l-Cevzî, işin kolayına kaçarak bir hadisin mevzuluğuna hükmetme konusunda âlimler arasında meşhur olmuştur.
Müslim’in Sahih’inde Ebû Hureyre’den merfû olarak rivayet edilen bir hadise mevzu olarak hükmetmesi de hüküm verme konusunda çok aceleci davrandığnın bir göstergesidir.
Şaşılacak ve hayret edilecek şeylerden biri de, İbnü’l-Cevzî, tesbih namazı hadisine mevzû hükmü vermiş olmasına rağmen ‘Ahkâmu’n-Nisâ’ isimli kitabında
‘et-Tesbihât ve’l-Ezkâr’ adlı bölümde konumuz olan tesbih namazı hadisiyle delil getirerek şöyle demektedir: “Tatavvu namazlarına gelince; Kuşluk Namazı, İbn Abbâs’tan rivayet edilen tesbih namazı onlardandır.” Görüldüğü gibi hadisi zikretmiş ancak her hangi bir şekilde onun zayıf ya da mevzû bir hadis olduğunu belirtmemiştir. Burada sanki tesbih namazı hadisini Mevzûât’ında zikretmemiş gibidir.
Sehâvî, İbnü’l-Cevzî’nin Mevzûât’ta uydurma veya zayıf olarak nitelediği hadislerin birçoğunu ‘el-Ilelu’l-Mütenâhiyetü fî’l-Ehâdîsi’l-Vâhiye’ isimli kitabında tahric ettiğini belirtmektedir. Ayrıca Sehâvî şunu da eklemektedir: “Hatta İbnü’l- Cevzî vaaz niteliğindeki tasniflerinde de pek çok mevzû ve zayıf hadisleri delil olarak kullanmıştır.”
Nevevî de tesbih namazı hadisinin zayıf olduğunu kabul etmiş ve şöyle demiştir: “Tesbih namazının müstehap olup olmadığı konusunda tartışma vardır çünkü bu hadis zayıftır ve bu namaz bilinen namaz şekillerinden farklıdır. Delil olmaksızın onunla amel edilmemesi gerekir ki bu konudaki hadis sabit değildir.”
Buradan anlaşılıyor ki, Nevevî fezail amellerde zayıf hadisle amel etmeyi uygun görmemektedir.
İbn Teymiyye de tesbih namazı hadisini zayıf olarak kabul edenler arasındadır.
O bu görüşünü şu şekilde dile getirmektedir: “Ayet, sûre ve tesbih sayısının tahmini değeri ile ilgili her hadis âlimlerin ortak görüşü ile yalandır. Ancak tesbih namazı hadisi bunun dışındadır. Bu konuda iki görüş vardır. Bir gurup âlim hadisin doğru olduğunu düşünmekte diğer gurup ise onun zayıf olduğunu kabul etmektedir. Tesbih namazı hadisinin zayıf olduğu yönündeki görüş daha baskındır. Bu sebeple müslümanların imamlarından hiç biri söz konusu hadisi eserine almamıştır. Hatta Ahmed b. Hanbel ve sahabe imamları onun mekruh olduğunu kabul ederek bu konudaki hadisi eleştirmişlerdir. Mâlik, Ebû Hanîfe ve bunların dışındakilere gelince, onlar söz konusu hadisi işitmemişlerdir. Şâfiî’nin ve Ahmed b. Hanbel’in arkadaşlarından müstehap olarak kabul edenlerin ise kendi seçimidir. İmamlardan her hangi bir nakil yoktur. Ancak Abdullah b. Mübârek hadiste geçtiği şekliyle, kıyamdan önceki celseyi (yani on tesbih okunan istirahat celsesini) müstehab olarak kabul etmemiştir. O bu tesbihi kıyamda okumuştur. Abdullah b. Mübârek’in tesbih namazını bu şekilde kılışı kabul edilebilir. Müstehab olan da budur. Aslı olmayan hadisle sünnet sabit değildir.”
İbn Teymiyye’nin bu görüşünü değerlendirdiğimizde ulaştığımız sonuçlar dikkat çekicidir. O, tesbih namazı hadisinin âlimler tarafından yalan olarak kabul edildiğini belirtmektedir. Bu görüşüyle tesbih namazı hakkındaki uydurma hadisleri kastetmiş olabilir. Ancak sened yönünden sahih olan hadisler açısından bu kabul edilemez bir genellemedir. Çünkü onların senedinde hadis uydurmakla veya yalancılıkla suçlanan bir ravi bulunmamaktadır. İbn Teymiyye’nin, imamların bu konudaki hadisi mekruh olarak kabul ettikleri ve onu eleştirdikleri hakkındaki görüşünü ise İbn Hacer’in daha önce de zikrettiğimiz araştırmasıyla cevap verebiliriz. Zira o, Ahmed b. Hanbel’in hadisin zayıf olduğu yönündeki görüşünden vazgeçtiğini tesbit etmiştir.
Zebîdî İhyâ şerhinde İbn Teymiyye’den şunu nakletmektedir: “Ahmed b. Hanbel ve diğer büyük imamlar tesbih namazı hadisini zayıf görmüşler ve onu mekruh olarak kabul etmişlerdir. Ne müslümanların imamları ne dört imam ve ne de Abdullah b. Mübârek onunla amel etmemiştir. Hatta Ahmed b. Hanbel’in onu mekruh kabul ettiğine ve imamlardan hiç birinin onu müstehab görmediğine dair nas mevcuttur. Ancak Abdullah b. Mübârek’in tesbih namazını kılış şekli caizdir. Çünkü
o, tesbih namazını kılarken kıyamdan önce (yani istirahat celsesinde) on kez tesbih okumamış, kıyamda kırattan önce on beş, kırattan sonra da on kez tesbih okuyarak kılmıştır. Çünkü Abdullah b. Mübârek, şer’i namaz şeklinden farklı olan bu namazın kıyamdan önceki bu oturuş hariç meşru olduğu görüşündedir. Dolayısıyla Abdullah b. Mübârek tesbih namazının bu şekilde kılınmasını mübah olarak kabul etmiş, diğer kılınış şeklini ise mübah görmemiştir. Şeriatın isbatı, sıhhati bilinmeyen hadisle caiz değilse nasıl olur da mevzu olduğu bilinen bir hadisle caiz olur? “Şayet şunu şunu yaparsan günahlarının gizlisini saklısını, küçüğünü büyüğünü, önce işlediğini sonra işlediğini Allah Teala bağışlar”. Bu söz Resûlullah’ın ibadetleri içeren sünnet mantığına aykırıdır. Dört rekatten ibaret olan bir namaz bütün günahların bağışlanmasını sağlayamaz. Kulun geçmiş ve gelecek tüm günahlarının affedileceğini garantileyen ameller hakkında Nebî (s.a.s.)’in kefil olduğu sabit değildir. Abdulazim el-Münzirî, günahların affedileceğini garantileyen ameller hakkında bir musannef derlemiştir. Bu konuya dair musannefinde yer alan hadislerin hepsi sadece zayıf değil aynı zamanda batıldır. Bununla beraber Hz. Peygamber’in buyurduğu sahih hadisler ise şunlardır: “İmanlı olarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan ayını oruç tutarak geçiren kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur”. “Kadir gecesi, inanarak ve karşılığını Allah’tan umarak ibadet eden kimsenin geçmiş günahları mağfiret olunur”. “Bu beyti müstehcen bir şekilde konuşmadan ve günaha girmeden hacceden kimse anasından doğduğu günkü gibi günahlarından aranır”. “Benim abdest alışım gibi abdest alıp iki rekât namaz kılan ve bu namazda kendi kendine her hangi bir şey konuşmayan kimsenin günahları mağfiret olunur”.
Bu hadisler ve benzerleri sahih ehli tarafından rivayet edilen ve ilim ehlince kabul gören sahih hadislerdir.”
Görüldüğü gibi İbn Teymiyye tesbih namazı hakkındaki olumsuz görüşleri tek tek ele almış ve kendi kriterlerini belirliyerek tesbih namazı hadisini bu ölçüleri içerisinde uydurma olarak kabul etmiştir.
Tesbih namazı Ahmed b. Hanbel hariç diğer imamların üzerinde görüş beyan etmediği bir meseledir. Bu durum hadisin mekruh olduğu anlamına gelmez. Şayet böyle olsaydı, herkesten daha iyi bilmelerine ve daha fazla savunmalarına rağmen Şâfiî ve Hanefî imamlarının büyüklerinin tesbih namazının müstehap olduğu görüşünü benimsediklerini bulamazdık. Nitekim dört mezhep imamının hiç birisinden tesbih namazının mekruh olduğuna ve onu yerdiklerine dair bir şey bulamadık. Ahmed ise daha önce de bahsettiğimiz gibi hadisin zayıflığı görüşünü benimsemekten vazgeçmiştir.
Zebîdî, “Ne Müslümanların imamları ne dört imam ne de Abdullah b. Mübarek bu hadisle amel etmedi” inceleyerek ulaştığı sonucu şu şekilde belirtmiştir: “Bu gariptir. Daha önce de işaret ettiğimiz üzere Ebû’l-Cevzâ’nın ve İbn Ebî Revvâd’ın bu namazla ameli sabittir. O ikisi İbn Mübârek’ten daha önce yaşamışlardır. Abdullah b. Mübârek’in de onunla ameli sabit olup insanları buna teşvik etmiştir. Ona göre hadisin tarîkı sahih olmasaydı onunla amel etmesi ve insanları onunla amel etmeye teşvik etmesi doğru olmazdı”.
İbn Teymiyye’nin, Abdullah b. Mübârek’in amel ettiği namazın şeklini göz önüne alarak onun tesbih namazının şeklinden farklı olup başka bir namaz olduğunu belirtmiştir. Bunda Abdullah b. Mübârek’in istirahat celsesi tesbihini kırattan önce yapması sebebiyle bu sonuca varmıştır. Bu durum şu şekilde açıklanabilir: Abdullah
b. Mübârek’in kıldığı namaz şekli ilk bölümde de geçtiği üzere tesbih namazı hadisinin bazı rivayetlerinde gelmiştir. Buradan Abdullah b. Mübârek’in tesbih namazıyla amel etmeyi terk ettiği sonucu çıkmaz. “Peki, Abdullah b. Mübârek’in sınırlı sayıda ve çok tesbih içeren bu namazı uygulaması nereden kaynaklandı?” şeklinde bir soru sorulabilir. Hiç şüphesiz ki bu soruya verilebilecek en iyi cevap, Abdullah b. Mübârek’in tesbih namazı hadisini delil olarak aldığı yönünde olacaktır. Aksi halde delilsiz amel etmiş olur ki Abdullah b. Mübârek sünnete sıkı sarılan âlimlerden birisi olduğu için onun hakkında böyle bir şey düşünülemez.
İbn Teymiyye’nin “Tesbih namazını kılan kimsenin gelecek günahlarının bağışlandığına dair Nebî (s.a.s.)’in garanti verdiği sabit olmamıştır” görüşü sahih değildir. Bu konuda rivayet edilen hadislerin birçoğu bu manadadır. Ayrıca tesbih namazı hadisi hakkında tenkit olması onun zayıf olmasını gerektirmez, o sahih tarîkleri ile varlığını isbat etmiş bir hadistir. Allah Teala’nın, kişinin gelecek günahlarını bağışlamasına her hangi bir mani yoktur. Bunu ayet-i celilesinde de güzel bir şekilde beyan etmiştir: “Allah faziletini dilediğine verir. Muhakkak ki Allah büyük fazıl sahibidir”
İbn Teymiyye ve Mizzî tesbih namazı hadisinin zayıf olduğu görüşündedir. Zehebî ise bu konuda her hangi bir görüş belirtmemiştir. İbn Abdulhâdî ise onların hükümlerini vermiş ancak kendi görüşünü belirtmemiştir.
El-Leknevî de İbnü’l- Cevzî ve İbn Teymiyye’nin tesbih namazıyla ilgili rivayetleri mevzu olarak kabul ettiklerini, onları taklid edenlerin de aynı yolu tuttuklarını belirtir. El-Leknevî bir gerçeğe parmak basarak, bu insanların İbn Teymiyye’nin beyanlarını gökten inmiş vahiy gibi kabul ettiklerini, karşılarına ne kadar kuvvetli deliller getirilirse getirilsin ikna olmadıklarını belirtir ve tesbih namazının varlığını isbat etmeye girişir.
Firûzâbâdî (ö: 826/1423), “Tesbih namazı hakkında sahih hadis yoktur” demektedir. Firûzâbâdî de İbnü’l-Cevzî gibi güç beğenir olmasıyla bilinir.
Şevkânî de tesbih namazı hadisini zayıf olarak kabul edenler arasındadır. O, İbnü’l-Cevzî’nin konumuz olan hadisi Mevzûât’ına almasını doğru bulmuştur. Şevkânî bu konudaki görüşünü şu şekilde dile getirmektedir: “Şüphesiz bu namazın sıfatında şüphe yoktur. Onun kılınış şeklinde şiddetli bir acaiplik vardır. Nebevi öğretilerin cereyan ettiği şekle aykırıdır. Zevk ona şahittir, kalp onu tasdik eder. Bana göre İbnü’l-Cevzî bu hadisi Mevzûât’ta zikretmekle doğru bir şey yaptı. Suyûtî de onun Mevzûât’ına aldığı bu hadisin tarîklerini tek tek inceledikten sonra görüşünü ne de güzel beyan etti: “Gerçek olan şu ki; hadisin bütün yolları zayıftır. İbn Abbâs hadisi hasen şartına yaklaşıyor ancak o da ferdiyetin şiddeti, delil olma yönünden mutabıın ve kanıtın yokluğu ve şeklinin diğer namaz şekillerine olan muhalefeti sebebiyle şazdır”.
Şevkânî Suyûtî’nin bu görüşü belirttiğini ifade etmekte yanılmıştır çünkü bu görüş İbn Hacer’e aittir. Suyûtî eserinde bunu ona atfederek kullanmıştır ancak bu Şevkânî’nin gözünden kaçmış olacak ki aynı yanlışı ‘Fevâidi’l-Mecmûa’ adlı eserinde de tekrarlamıştır. Leknevî bu durumu fark etmiş ve Âsâru’l-Merfûa’da bu noktaya değinmiştir.
Şevkânî başka bir eserinde ise; tesbih namazı hadisi hakkında insanların farklı görüşlerde olmasına ve hatta bazı imamların onun mevzu olduğunu söylemesine, bir grubun da onun zayıf olduğunu ve onunla amel etmenin helal olmadığını belirtmesine rağmen bazı kimselerin hala tesbih namazı ile ilgili hadisi desteklemesine şaşmaktadır.
Şevkânî bu konudaki görüşünü şu şekilde bağlamaktadır: Peygamber (s.a.s.) sözü ile haşır neşir olan her bir kimse bu hadiste göreceği şeyi kendinde de bulacaktır. Allah Teala kendisiyle ilgili vuku bulan her işte genişlik kılmıştır. Söz konusu hadis ise sahihlik, zayıflık ve mevzuluk arasında tereddütlüdür. Yapılması sahih olana yapışmak gerekir. Kendisinde şek ve şüphe olmayan ise sahihtir.”
Şevkânî’nin bu görüşü Leknevî tarafından incelenerek ona şu şekilde sorgulamalar getirilmiştir:
İlk olarak hadisin sıhhati, zayıflığı ve mevzuluğu hakkında farklı görüşlerin olması söz konusu hadisi tafsilat sahasından çıkarmaz. Bu konuda, mutaassıb olanlar ve aşırıya gidenler gibi farklı görüşlerin incelenmesi gerekmektedir. Onların hükümlerinde kabul ettikleri delillere bakarak net olanını kabul etmeli, bulanık olanını ise terk etmelidir. Düşünmeksizin ihtilaf edilen konularda bir şey seçmede acele edilmemelidir. Daha önce de geçtiği gibi tesbih namazı hadisinin uydurma olduğuna hükmedenlerin hükümleri dikkate alınmamalıdır. Bu şekilde hüküm verenlerin hükümleri batıldır. Hadisin zayıf olduğuna hükmetmek de bütün tarîklerini tarafsız olarak incelemekle mümkündür. Derinlemesine incelendiğinde ise her ne kadar bazı tarîklerinin zayıf olduğu doğru ise de geriye kalan birçok tarîk sahihtir. Bu durumda sahih olan tarîkler kabul edilerek zayıf tarîkler dışarıda kalacaktır. Böylelikle zayıflık ihtimalinin doğrudan ortadan kalktığı görülecektir.
İkinci olarak, Şevkânî “Bu hadisle amel etmek helal olmaz” görüşüyle hadisi zayıf olarak vasıflandırmıştır. Bu, açık bir kandırmacadan yoksun değildir. Mutlak olarak zayıf olan bir hadisle amel etmek kesinlikle batıldır. Evet, bir hadisin senedinde metruk, adaletten düşmüş ya da yalancı ve yalanla itham edilmiş bir ravi bulunduğu takdirde bu hadis zayıftır. Böyle bir durumda hadisin zayıflığından dolayı onunla amel edilmez. Ancak burada hadisin zayıflığını öne sürenlerin hiç birisi bu görüşlerinin sebebini açık bir şekilde ortaya koyamamıştır.
Üçüncü olarak Şevkânî’nin “Peygamber sözü ile haşır neşir olan her bir kimse bu hadiste göreceği şeyi kendinde de bulacaktır” görüşü açık bir yanıltmadır yani birtür kelime oyunudur. Müslim, Ebû Dâvud, Münzirî, Askalânî, Âcurri ve benzeri âlimler, bu temiz sanatta mahir kimselerin önde gelenleri olup sabah akşam Nebevi hadisle meşgul olmuşlardır. Onlar mevzu hadislerde bulduklarını tesbih namazı hadisinde bulamamışlardır. Eleştirilerinin kuvvetine ve maharetlerinin kemaline rağmen onu muhtelak haberler arasında saymamışlardır. Eser taşıyıcıları büyüklerine muhalefet eden kimselerdir. Basiretli kimselerin burada göremediğini kendisi görür.
Onun ilmi anlayışından daha büyüktür. Anlayışı ise görüşünden kıttır.
Son olarak da Şevkânî’nin “Allah Teala kendisiyle alakalı vuku bulan işte genişlik kıldı. O ise sahihlik, zayıflık ve mevzûluk arasında tereddütlüdür” görüşü ise mutlak olarak olduğu gibi alınmamalıdır. Haber üzerinde ihtilaf olması onunla amel edilemeyeceği anlamına gelmez. Bu konuyu merak ederek araştıran kimse şüphelerini ortadan kaldıracak bir delil elde edinceye kadar karar vermede aceleci davranmamalıdır. Gerekli delilleri elde ettiğinde ise hükme varması ve verdiği hükümle de amel etmesi vaciptir.