Bu Blog içinde Ara

19 Mayıs 2021 Çarşamba

GÜNAHLARA KADER KILIFI GEÇİRİLMESİ

 

Bazıları işlemiş oldukları günahlara kaderi sebep göstererek  kılıf bulmaya çalışırlar. Bu insanlar: "Şâyet Allahu Teâlâ daha beni ve hatta gökleri ve yeri yaratmadan önce benim kaderimi bu şekilde takdir etmişse, benim bu günahlardan kurtulmam mümkün değildir? Allah benim için takdir ettiği  kötü kader nedeniyle bana neden azap etsin ki?!" şeklinde bazı iddialarda bulunarak günahlarına kılıf uydurmaya çalışırlar.

Kur'an-ı Kerim bu kişilerin bu iddialarını boşa çıkarmış ve bu iddiaların bâtıl iddialar olduğunu ve bu iddiaların kıyâmet günü o kişilere fayda vermeyeceğini belirtmiştir.

Böyle bir iddiada bulunan kişi aynı zamanda şu iddiada da bulunması gerekir: Mademki  sevap işleyenler bu sevapları kaderleri olduğu için  mecbûri olarak işliyorlar o halde nasıl olurda bu yaptıklarından dolayı mükâfatlanmayı hak ederler?

Günah ve sevap işleme konusunda kaderi sebep göstererek mantık yürütmek  doğru ve adaletli bir davranış olamaz.

Allahu Teâlâ bu iddiayı Kur'anında, En'âm sûresinin 148. âyetinde şu şekilde boşa çıkararak bunu ilimsiz ve cahilce bir söz olarak nitelendirmiştir:"Allah'a şirk koşanlar diyecekler ki: «Allah dileseydi ne biz  O'na ortak koşardık, ne de atalarımız. Hiç bir şeyi de haram kılmazdık.» Onlardan öncekilerde aynı şekilde (peygamberler ve onların getirdiklerini) yalanladılar, tâki azabımızı tadana kadar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."

Bu âyette Allahu Teâla kaderi bahane ederek şirk koşmalarının  kendi ellerinde olmadığını iddia etmeye çalışan bu müşriklerin atalarının da aynı yalanı söylediklerini, onların kendilerine azap gelene kadar bu yalanlamayı sürdürdüklerini ifâde etmektedir. Şâyet onların getirdikleri bu bâtıl deliller doğru olsaydı kendilerine azap isabet etmezdi. Daha sonra Allahu Teâlâ, Peygamberine bu iddialarını ispat etmeleri için o müşriklerden delil istemelerini emretmekte ve ardından onların aslında iddialarını ispatlayacak hiçbir delile sahip olmadıklarını, onların zan kurmaktan başka bir şey yapmadıklarını ifâde etmektedir.

Kader bir sırdır, o vuku bulana kadar onu Allah'tan başka hiç bir kimse bilemez. Günahkâr insan, yapmak istediği o günahın  kendisine Allah tarafından yazıldığını nereden biliyor ki, hemen kalkıp o fiili yapıyor!? Misal olarak söyleyelim: Böyle bir kişi Allah'ın kendisine isyan yerine itaat yazmış olabileceğini düşünerek neden iyi amelde bulunmuyor!? O insan, günah işlemek için kullandığı o gücü ve iradeyi, "Allah bana itaat etmemi yazdı" diyerek, Allah'a itaat etmek için kullanamaz mı!? Neden, özellikle nefsine söz geçiremeyip boğazına kadar günaha batanlar bu tür iddialarda bulunurlar da itaat edenler "Biz ister istemez alnımıza yazılı olduğu için itaat ediyoruz" diyerek bu tür bir iddiada bulunmazlar!?

 Allahu Teâlâ insana akıl, fikir ve anlayış vererek onu diğer mahluklardan üstün kılmış, ona peygamberler ve kitaplar göndermiş, faydalı ve zararlı şeyleri onlara bildirmiş, ona hür bir irade ve güç vererek iki yoldan birini seçme hürriyeti vermiştir. Bütün bunlara rağmen  neden bu günahkâr insan kendisine zararlı olacak yolu seçmektedir!? 

Bir insan bir yere yolculuk etmek istediği zaman onun için çeşitli yol seçenekleri vardır. Bu seçeneklerden bazıları kolay ve emniyetli iken diğer bazıları da zor ve emniyetsizdir. Bu insan elbette bu seçeneklerden uygun olanını seçme hürriyetine sahiptir. Akıllı insan elbette kendisine Allah tarafından öyle takdir edildiği iddiasında bulunarak kötü ve korkunç olan yolu tercih etmeyecek, aksine kendisi için emin ve güvenilir olan yolu seçecektir. Şâyet kendi hür iradesi ile kendisi için zor ve tehlikeli olan yolu seçse ve sonra da "Bunu bana Allah yazdı" dese onun bu hali, insanlar tarafından saflık ve delilik olarak nitelendirilecektir.

  Hiç şüphe yok ki, insan doğru yolu seçerken de, eğri yolu seçerken de bunu kendi hür iradesi ile yapmaktadır. Hiç bir insanın kendi hür iradesi ile, kendisi için uygun olan yolu seçtikten sonra "Bunu bana Allah yazdı, ben de mecburen yapmak zorunda kaldım" demeye hakkı yoktur. Böyle bir iddiada bulunsa bile hiç bir mantık bunu kabul edemez. Günlük hayatta da görmekteyiz ki; bütün insanlar rızıklarını kazanabilmek için çaba sarf etmektedirler. Hiç kimse evine kapanıp kaderi bahane ederek kendi rızkını beklememektedir.

Dünyayı kazanmak için gayret göstermekle Allah'a itaatte gayret göstermek arasındaki fark nedir? Neden bu iddialarda bulunan insanlar Allah'a itaati terk ederken kaderi bahane ederler de, dünyayı kazanmak için yapacak oldukları işlere var güçleri ile sarılırlarken kaderi bahane ederek evlerinde oturup rızıklarını beklemezler!? Anlamak isteyen için bu konu gâyet açıktır. Fakat hevâ ve hevese uymak kulakları sağır gözleri kör etmektedir.

Hiç kimsenin tamamen kendi seçimi ile yapmış olduğu günahlara kaderi bahane etmeye hakkı yoktur. Zîrâ kişi bu yaptıklarını kendi hakkında neyin yazılı olduğunu bilmeden, tamamen kendi hür iradesi ile yapmış ve hiç kimse veya güç kendisini buna zorlamamıştır. Kaderin nasıl olduğunu Allah'tan başkası bilemez. Bu ancak vuku bulduktan sonra ortaya çıkacaktır. Allahu Teâlâ lokman sûresinin 34. âyetinde şöyle buyurur:"Hiç bir kimse yarın ne kazanacağını bilmez"

 Burada şunu da belirtelim insanlardan bazılarının yıldızlara veya fala bakma yoluyla kaderi bildiğini iddia etmesi tamamen safsatadan başka bir şey değildir. Bu durum bâtıl inançları kullanarak gâfil insanların duyguları ile oynama ve onların ceplerinden para çalma operasyonudur. Bu gibi şeylere inanmak akla, mantığa, ilim ve bilime tamamen aykırıdır. Tabî ki bir müslüman kesinlikle böyle safsatalara inanamaz ve şâyet nefsine uyup inanacak olursa bu inancıyla müslümanlık dairesinden çıkarak kâfir olur.

İşin garip tarafı kendilerini akıldan ve bilimden yana gören bazı dergi ve gazeteler fal ve burçlar ile ilgili uydurma safsatalarla dolu bir takım köşeler düzenleyerek bu safsataları müslümanlara benimsetmeye  gayret göstermektedirler. Buna karşın aynı gazete ve dergiler akla mantığa aykırı ve dogmatik olduğu iddiasıyla islam dininin getirmiş olduğu birçok esasa saldırmaktadırlar.

Asıl konuya dönerek bu söz konusu iddialarda bulunan insanlar için şöyle bir örnekle bu meseleyi biraz daha açalım: Şâyet size iki iş sunulsa, bu işlerden biri diğerine göre hem daha kolay hem de yüksek maaşlı olsa hiç şüphe yok ki, siz kolay ve maaşı yüksek olan işi seçersiniz. Öyleyse nasıl olur da size âhirette sunulacak olan iki mekandan, hür iradenizle kötüsünü seçip daha sonra suçu kendinizde değil de kaderde bulursunuz!?

İnsanoğlunun  vücudunda bir hastalık meydana gelse elindeki bütün imkânları kullanıp bu hastalığın çaresine bakacaktır. Öyleyse nasıl olur da kalbinde meydana gelen ve sonuç itibari ile maddi hastalıklardan daha tehlikeli olan bu tür mânevi bir hastalığın çaresine bakmayıp suçu başka şeylerde arar!?

­­­­­­­­Hiç bir kötülük Allah'a intisap ettirilemez. Zîrâ O'nun hikmeti ve rahmeti kâmildir ve eksiklik kabul etmez. Allah'ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurur:"Şer fiiller sana ait değildir"

Allah bizzat kötü bir fiilin bizzat kendisini dileyip bunu takdir etmez. Zira kötü bir fiilin bizzat kendisinin Yüce Allah tarafından murad olunabileceğini düşünmek O'nun mütekâmil olan hikmet ve rahmetine aykırıdır. Örneğin; Yüce Allah'ın günahlarda aşırı giden kavimleri cezâlandırmak kastıyla onlara gönderdiği cezâların bizzat kendisi murad olunmayıp, gâye; söz konusu isyankârların kendi elleri ile kazanıp sebep oldukları cezânın gerçekleşmesidir. İşte Allah'ın takdir etmiş olduğu olaylar bu yönüyle cezalandırma fiillerini içermektedir. Bunun örneğini Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'in torunu Hasan'a öğrettiği kunut dualarının içinde geçen şu ibârede görmekteyiz:"Takdir edip uyguladığın olayların cezalandırma içereninden beni koru"

Burada Allahu Teâlâ şerri, takdir ettiği olaya izafe etmiştir. Bununla birlikte şer diye bilinen olaylar her yönüyle tamamen şer değildir. Bilakis bu olaylar bir yönü ile şer olmakla beraber, başka bir yönüyle hayır olabilmektedir. Örneğin, yeryüzünde meydana gelen kuraklıklar, hastalıklar, fakirlik ve korkunç olaylar şerdir, fakat bu olaylara sabır gösterildiği takdirde, âhirette bir çok hayrın kazanılmasına vesile olabilecektir. Allahu Teâlâ Rûm sûresinin 41. âyetinde şöyle buyurmaktadır:"İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde bozulmalar meydana geldi, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Belki de onlar bu şekilde (tuttukları yoldan) vazgeçerler"

 Örneğin hırsızın elinin kesilmesi, zinâ edenin taşlanması hırsız ve zinakâr için şerdir. Lâkin başka yönden bu olaylar onların hayrınadır. Onların çektikleri bu cezâ yapmış oldukları bu günahlara kefâret olacak ve onları âhiretin can yakıcı ve devamlı olan azabından koruyacaktır. Ayrıca bunun başka bir faydası da toplumda mal, can, ırz ve nesep emniyetini sağlamasıdır.