Bu üniteyi bitirirken, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çocuklarla olan beraberliğinden pratik bir örnek, güzel bir kesit sunmak istiyoruz.
Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) huy ve ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim sütten kesilmiş Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Peygamber (s.a.v.) bize geldiğinde: "Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı nuğayr!" derdi, Nuğayr, kardeşimin oynayıp durduğu bir kuş idi. Rasûlüllah (s.a.v.) evimizde iken bazan namaz vakti gelirdi, hemen emir verir, altındaki yaygı süpürülür ve üzerine su.serpilirdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında durur ve bize namaz kıldınrdı.[218]
Büyük hadis âlimi Ibn Hacer Askalânî bu hadisi açıklarken çok kıymetli ve detaylı bilgiler vermektedir. Bu vesileyle Hz. Peygamber'in (s.a.v.) uyguladığı çocuk eğitim sisteminin temellerini ve müslümanların bu husustaki duyarsızlıklarını yakından görmek mümkün olacaktır.
İbn Hacer[219] der ki: Bu hadiste bilinmesi gereken birçok hüküm bulunmaktadır. İbnu'1-Kâs adıyla şöhret bulmuş Şafiî fakih Ebu'l-Abbas Âhmed b. EM Ahmed et-Taberî, sözkonusu bilgi ve hükümleri müstakil bir eserde toplamıştır. Eserinin başında Îbnu'1-Kâs, bazı insanların, faydasız ve lüzumsuz şeyleri rivayet ediyorlar gerekçesiyle hadisçileri ayıpladıklarını, buna da söz konusu "Ebû Umeyr hadisi'ni örnek gösterdiklerini kaydetmektedir. îbnu'l-Kâs: "O insanlar bu hadisten çıkarılan fikıh, edep ve terbiye ile alakalı altmış hüküm ve meseleyi bilmemektedir" demekte ve detaylı olarak onları ele almaktadır. Ben onun maksadını yansıtarak o maddeleri özetledim, sonra da bazı ilavelerde bulundum:[220]
1- Tokalaşma meşrudur. O rivayette Enes: "Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) elinden daha yumuşak bir ele dokunmadım" demektedir. Bu hüküm ve uygulama kadınla değil erkekle ilgilidir.
2- Şakalaşma ve şakanın tekrarı caizdir. Şakalaşma bir ruhsat değil, sünnetin ortaya koyduğu mubah bir davranıştır. Mümeyyiz olmayan çocukla şakalaşmak ve şaka yapılana ziyareti tekrarlamak caizdir.
3- Kibir ve gururu terketmek gerekir. Büyüğün yoldaki durumu ile evdeki durumu farklıdır; yolda vakarla hareket eder, evde ise şaka yapar, şen ve şakrak olur.
4- Büyük olsun küçük olsun arkadaşla latife yapmak, onun halini sormak gerekir.
5- Henüz evlenmemiş ve çocuğu olmamış kimselere künye takmak caizdir.
6- Çocuğun kuşla oynaması caizdir.
7- Ana babanın, çocuğunu mubah olan oyun ve oyuncakla başbaşa bırakması caizdir.
8- Mubah eğlenceler için para harcamak caizdir.
9- Kuşu kafes ve benzeri bir yerde tutmak, kanadını kesmek caizdir. Çünkü Ebu Umeyr'in kuşunun bu iki ihtimalin dışında olması düşünülemez. Bunlardan, yani kafeste tutmak ve kanat kesmekten hangisi gerçekleştiyse, diğeri de aynı hükme tabidir.
10- "Hikmet sahibi, ancak akleden ve anlayan kimsenin yüzüne hitap eder" diyenin aksine, yüzyüze çocuğa hitap etmek caizdir.
11- Hayvan için olsa bile ism-i tasgir yapmak (ismi küçülterek kullanmak) caizdir.
12- Akıl ve idraklerine göre insanlara davranmak esastır.
13- Büyük (ve itibarlı bir) kimse bir toplumu ziyaret ettiği zaman, aralarında eşit muamele etmelidir. Peygamber (s.a.v.) Enes ile musafa-ha yapmış, Ebu Umeyr ile şakalaşmış, Ümmü Süleym'in yatağında uyumuş, evlerinde onlara namaz kıldırmış, nihayet onların hepsi Peygamber'in (s.a.v.) bereketine nail olmuştur.
14- Okşamak için çocuğun başını sıvazlamak caizdir.
15- Rahatsız etmemesi durumunda adını küçültme yoluyla, yani ism-i tasgir sigasıyla birisini çağırmak caizdir.
16- Bir kimsenin bildiği bir şeyi sorması caizdir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) kuşun öldüğünü bildiği halde, "ne yaptı/ne oldu nuğayr" demişti.
İbn Hacer sözünü şöyle devam ettirir: "Çocuğun mutlak mânâda kuşla oynayabilmesi konusunda, İbnu'l-Kâs'm bu rivayeti delil olarak kullanması tenkide mevzu olmuştur. Ebu Abdümelik der ki: "Hayvanlara acı çektirmenin yasaklanın asiyi a bu hükmün mensuh (geçersiz) olması mümkündür." Kurtubî de şöyle der: "Doğrusu hükmün geçersiz olması (nesh) sözkonusu değildir. Çocuğun eğlenmesi için kuşu tutmasına ruhsat verilmiştir. Ama ölünceye kadar işkence ve acı çektirmek asla mubah kılınmamıştır." Ebu Umeyr hadisiyle ilgili olarak İbnu'1-Kâs ve diğer âlimlerin söz konusu yapmadığı hüküm ve meselelerden birisi de şudur: Sabitin Enes'den yaptığı başka bir rivayette Ebu Umeyr'in ölüm olayı anlatılırken; "Derken çocuk hastalandı ve öldü" cümlesi yer almaktadır. Çocuğun anası Ümmü Süleym ölüm olayını kocası Ebu Talha'dan gizlemiş, sabah olunca söylemiştir. Ebu Talha da Peygamber'e (s.a.v.) giderek durumu haber vermiş. Peygamber (s.a.v.) karı-koca ikisine de dua etmiştir. Çok geçmeden Ümmü Süleym gebe kalmış ve bir oğlan çocuğu dünyaya getirmiştir. Enes çocuğu Peygamber'e (s.a.v.) getirmişti. Peygamber (s.a.v.) çocuğa tahnik[221] yaptı ve adını Abdullah koydu."
Böylece çocuğun sosyal yapısının, şahsiyetinin oluşum ve eğitiminde önemli bir unsur olduğunu ve bunun, toplum içinde kendine olan güveni gerçekleştirdiğini görmekteyiz. [222]
"Çocuğunu iyi eğiten kimse, düşmanının bel kemiğini kırar."[223]
Ahlâk "huluk" kelimesinin çoğuludur. Huluk -Sıhâh'ta geçtiği gibi seciye ve tabiat demektir.
Kurtubî, Tefsirinde şu açıklamayı yapar: "Huluk kelimesinin sözlük mânâsı insanın kazandığı "edep" demektir. Artık edep, insanda bir yaratılış gibi tezahür etmektedir. Ama insanın tabiat ve yapısında olan "edep" ise "hîm" adını alır. "Hîm" seciye ve tabiat anlamındadır. Aynı lafızdan bunun tekili yoktur. Bu durumda "huluk" sonradan kazanılan tabiat, "hîm" ise içgüdüyle ilgili olan fitrî tabiat demektir."[224]
Kurtubî'nin "huluk" üzerine yaptığı tarife göre, bu ahlâkî yapıya çocuğun ihtiyacı bulunmaktadır. Bir önceki ünitede ele alman, çocuğun sosyal hareketinin sağlıklı olması için bu şarttır. Bunun oluşması için mutlaka gayret gösterilmelidir. Çünkü sonradan kazanılan tabiattan, içgüdüye bağlı olan fıtrî tabiata geçme işi zordur. Ahlâkını düzelteceğim diye yapılan bu iş bir ömür kadar zaman alır. Ayrıca fıtrîlik, duruluk ve söyleneni hemen yerine getirme özelliğinde olan çocukluk safhasında, ana babanın ve eğitimcilerin gayret ve çaba göstermesi gerekmektedir.
İmam Gazzâlî ve İbnu'l-Kayyim gibi büyük âlimler bu hassas noktaya işaret etmişlerdir. İbnu'l-Kayyim, Ahkâmu'l-Mevlûd'ünde der ki: "Çocuğun en çok muhtaç olduğu şey, onun ahlâkına itina gösterilmesi meselesidir. Çünkü çocuk, uzlet, öfke, inat, acelecilik, hafif meşreplik, taşkınlık, hiddet ve aç gözlülük gibi huylarda eğitimcinin ona kazandırdığı alışkanlıklar doğrultusunda gelişir. Büyüdüğünde bunları izâle etmesi güçleşir ve bu huylar artık onun ayrılmaz sıfatlan haline gelir. Eğer o bu huy ve sıfatlardan ciddi olarak korunmazsa, birgün bunların onu rezil ve rüsvay etmesi kaçınılmazdır. Bundan dolayı insanların çoğunun ahlâkında bozulma ve sepma görülmektedir. Bu da onların yetişme tarzından kaynaklanmaktadır."
Rahmetli eski Şeyhu'l-Ezher Muhammed Hıdır Hüseyin, şu sözüyle edep ve güzel ahlâkı yerleştirme konusunda çocukluk döneminin değerlendirilmesinin önemine işaret etmiştir: Çocuk, saf ve temiz fitrat üzere doğar. Onun sade ruh ve yapısı bir huy ve davranışla karşılaştığında, o huy ve davranışın şekil ve suretini alır. Sonra o şekil ve suret, yavaş yavaş ruhun her tarafinı sarar, çocuğun ayrılmaz sıfatı haline gelir ve ona karşı koymasına da engel olur. Nasıl ki biz, tanımadığımız yabancılar içinde kültürlü ve sosyal ilişkisi iyi olan birini gördüğümüzde, onun, Allah'ın şerefli ve faziletli evlerde büyütüp yetiştirdiği insanlardan olduğuna hükmederiz."[225]
Şimdi, çocuklar için ahlâkî yapının unsurlarının ve bu yüksek yapının temellerinin ne olacağı sorusuna cevap vermek gerekiyor. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünnetini gözden geçirdiğimizde, bunların beş temele dayandığını görüyoruz. Burada tafsilatlı olarak bunlara temas etmek istiyoruz.[226]
İbn Hacer şöyle der: Edep, söz, fiil ve davranış itibariyle takdir edilen ve övülen şeyleri yapmaktır. Bu, güzel ahlâk sahibi olmak demektir. "Hoş ve güzel karşılanan söyleri yerine getirmek" veya "büyüklere hürmet etmek, küçüklere yumuşak ve şefkatli davranmak" diyenler olduğu gibi, edep kelimesinin "yemeğe davet" mânâsına gelen "me'debe" den alındığı görüşünde olanlar da vardır.[227]
Cüneyd'e (r.a.) edebin mahiyeti sorulduğunda, "güzel dostluk ve iyi muamele" cevabını vermiştir.[228] Bu itibarla sosyal ilişkilerde edebin önemi hemen göze çarpmaktadır. Hatta edep, büyük ve küçüğün kimliğini gösteren dış görünümdür. Bundan dolayı da çocuğa edep elbisesini giydirmek ahlâk eğitiminde öncelik sırasını taşır.
Şair Salih b. Abdilkuddûs der ki: [229]
Çocukluk döneminde eğittiğin kimse
Suyunu alan ağaç gibidir.
Nihayet görürsün onu taze yapraklanmış
Kuruduğunu gördükten sonra onun.
Bırakmaz yaşlı huy ve ahlâkını
Girinceye kadar şu kara toprağa
Cehaletten kurtulduğunda döner yine cehalete
Tekrar nükseden kronik hastalık gibi.[230]
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ahlâkî yapıya verdiği büyük önemi gördüğümüzde, çocukların edepli ve terbiyeli yetiştirilmesinin ehemmiyeti daha çok ortaya çıkmaktadır. Rasûlüllah (s.a.v.) çocuklara kazandırılacak “tabiî huy ve sağlam karakterin, günah ve hataları ortadan kaldıran sadakadan daha üstün olduğun" ifade etmiştir. Oysa sadakanın İslâm'da önemli bir yeri olduğu bilinen bir husustur.
Semura'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin, çocuğunu edepli yetiştirmesi bir sâ’ sadaka vermesinden daha hayırlıdır."[231]
Rasûlüllah (s.a.v.) ana ve babaya, çocuğa verilecek en büyük hediyenin veren faziletli mirasın güzel bir terbiye olduğunu açıklamıştır. Saîd b. el-Âş'ın rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir baba çocuğuna güzel bir terbiyeden daha üstün birşey bağışlamamıştir."[232] Bundan dolayı Ali el-Medînî (r.a.) şöyle diyordu: "Çocuklara miras olarak edep bırakmak, mal bırakmaktan daha hayırlıdır. Edep çocuklara dost ve kardeş sevgisi, mal, ve statü kazandırır, dünya ve ahiret mutluluğu sağlar."[233]
Bazı insanlar ihmalkârlık veya gevşeklik göstererek bu edebin öneminden gaflet etmekte ve bunu basit işlerden saymaktadır. O insanlar böyle bir davranışın, çocuğun ana babaya karşı gelmesine zemin hazırladığının farkında değildir. Aynca o zavallılar, iyi bir terbiyenin, yemek-içmek gibi çocuğun babası üzerindeki hakkı olduğunu da bilmemektedir.
İbn Abbas'dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v,) şöyle buyurmuştur: "Çocuklara ikramda bulununuz, onları güzel terbiye ediniz."[234]
Selef-i sâlih edep ve terbiyenin önem ve değerini kavramış; çocuklarını ikaz etmiş, ümmete nasihatte bulunmuş ye bu uğurda bir ömür harcamıştır, işte büyük sahâbî Abdullah b. Ömer (r.a.)...[235] Ana babasına nazik bir şekilde seslenmekte ve onların önüne (sanki) bir matematik denklemi koyarak şöyle demektedir: "Oğluna iyi bir edep ve terbiye ver! Çünkü sen ona verdiğin eğitim ve öğretimden sorumlusun! Oğlun da sana itaat ve iyilik etmekten sorumludur."
Sağlam bir ruh ve karakter yapısına sahip olması için çocuğa bu ihtimamı göstermek gerekmektedir. Çünkü iyi bir edep ve terbiyeden keskin akıl, keskin akıldan güzel alışkanlık, güzel alışkanlıktan beğenilen ve övülen hasletler, beğenilen ve övülen hasletlerden sâlih amel, sâlih amelden Rabbin rızası, Rabbin rızasından ebedî saadet ve izzet meydana gelir. Çirkin edep ve terbiyeden bozuk akıl, bozuk akıldan kötü alışkanlık, kötü alışkanlıktan âdi hasletler, âdi hasletlerden kötü amel, kötü amelden Rabb'in gazabı, Rabb'in gazabından da ebedi zillet doğar.[236]
Bu yüzden selef-i sâlih bu hususta çocuklarını gereği gibi yönlendirmiş, onlara iyi bir edep ve terbiye mirası bırakmıştır, işte onların hayatı... Birlikte görelim...[237]
Ruveym b. Ahmed el-Bağdâdî oğluna der ki: 'Yavrum! Amelini tuz, edebini un kıl! Yani, edebini o kadar çok takın ki, hal ve gidişatın içinde edebin oranı, unun, içine konulan tuza oranı gibi çok olsun. Az amelle beraber takınılan çok edep, az edeple beraber işlenen çok amelden daha hayırlıdır."[238]
İbrahim b. Habib de der ki: Babam bana şöyle derdi: "Fakih ve âlim şahsiyetlere git, onlardan ilim, irfan ve edep öğren! Çünkü bu bana çok hadisten daha hoş ve daha sevimli geliyor."[239]
Seleften bir zat oğuluna: "Yavrucuğum! Edepten bir konu öğrenmen, yetmiş ilim konusunu öğrenmeden bana daha güzel geliyor" derdi. Ebû Zekeriyyâ el-Anberî de şöyle der: "Edep olmadan ilim, odun-suz ateş gibidir. Ilimsiz edep de bedenaiz ruh gibidir."[240]
Çocuklara iyi edep ve güzel terbiye kazandırma konusunda Rasûlüllah'ın (s.a.v.) özellikle vurguladığı önemli noktalar nelerdir? Hadisler araştırıldığında, bunların dokuz noktada toplandığını görmek mümkündür.[241]
Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) yanında bir oğlu olan adam gördü. Rasûlüllah (s.a.v.) çocuğa:
“Bu kimdir? dedi. Çocuk:
“Babamdır, cevabını verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“O halde onun önünde yürüme, onun hoşlanmayacağı ve karşı çıkacağı birşey yapma, ondan önce oturma ve onu adıyla çağırma!"[243]
Ebu Ğassân ed-Dabbî anlatıyor: Babamla birlikte yürüyordum. Derken Ebu Hüreyre (r.a.) ile karşılaştık. Ebu Hureyre:
“Bu kimdir? dedi. Ben:
“Babamdır, dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi:
“Babanın önünde yürüme, onun arkasından veya yanıbaşından yürü. Seninle onun arasına birisini alma, babamın bulunduğu yerin çatısında dolaşma onu korkutursun, baban sana bakarken önünde eti sıyrılmış kemik yeme .belki onu canı ister."[244]
Ebu'l-Beddâh et-Tücîbî der ki: Saîd b. el-Müseyyeb'e:
"Ana babaya iyilik etmeye dair bütün ayetleri öğrendim. Fakat "Onlara güzel ve tatlı söz söyle"[245] ayetini bilmiyorum, bu ne demektir? dedim,
İbnu'l-Müseyyeb şu cevabı verdi:
"Bu, suçlu kölenin, efendisine sert ve kaba konuşmasıdır."[246] Hz. Ömer sözkonusu ayeti, ana babasına çocuğun "babacığım, anacağım" demesi şeklinde açıklamıştır.[247]
Tâcuddîn es-Sübkî der ki: Evimizin girişinde oturuyordum. Bir köpek geliverdi. Hemen ben:
"Köpek oğlu köpek defol!" dedim. Bunun üzerine içerden babam bana serzenişte bulundu. Ben "O köpek oğlu köpek değil mi? deyince, bana şu cevabı verdi:
"Öyle diyebilmenin şartı hor görmemektir." Ben de:
"Bu faydalı bilgidir" dedim.[248]
Buna göre çocuklar, ana babalarından birşey öğrendiklerinde "Gerçekten bu faydalı bilgidir (veya baş üstüne)" diyerek onların gönüllerini hoş tutmak ve kendilerini de tevâzua alıştırmak durumundadır.[249]
İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Baba çocuğuna bakar da çocuk onu sevindirirce, çocuğa bir köleyi azat etme sevabı verilir." Denildi ki "Ya Rasûlallah! üçyüz altmış defa bakarsa ne olur?" Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Allahu Ekber (Allah herşeyden daha büyüktür)" buyurdu.[250]
İbn Abbas'ın da (r.a.): "Ana babasının yüzüne rahmet nazarıyla bakan kimseye Allah makbul bir hac sevabı yazar" dediği rivayet edilmiştir.[251]
Son olarak, ana babanın çocuğuna kazandırması gereken edep hakkında açık bir usul ortaya koyan bir âlimin sözüne yer vermek istiyoruz:
Velîd b. Nümeyr, babasının şöyle dediğini duymuştur: Sahabe nesli derdi ki: "Olgunluk Allah'tandır, edep ise babalardandır."[252]
İlimden önce âlimlerden edep, terbiye ve ahlâkın öğrenilmesi hususunda babaların çocuklara olan tavsiyesi üzerinde durmuştuk. Şimdi ona ilave olarak, çocuğun âlimlere karşı takınacağı edep konusunu ayrıca ele almak faydalı olacaktır.[253]
İmam Nevevî, Ezkâr'ında der ki: "Adıyla çağırmamak gibi ana baba için uygulanan adap kaideleri, aynen hatta fazlasıyla âlimler için de söz konusudur. Çünkü onlar Peygamberlerin varisleridir. O halde çocuğun âdet edinmesi için âlimlere karşı saygılı ve alçak gönüllü olmak, onların hizmetine koşmak, huzurlarında yüksek sesle konuşmamak, onlarla olan ilişkilerde nazik, kibar ve yumuşak olmak gerekmektedir."
Alimlerin fazileti hakkında Yahya b. Muâz şöyle der: "İslâm ümmetine karşı âlimler, ana ve babalardan daha merhametlidirler." Nasıl böyle olduğu sorulunca da şu cevabı verdi: "Çünkü ana ve babalar evladım dünya ateşinden, âlimler ise ahiret ateşinden korurlar."[254]
Bütün bunlardan, âlimlerin huzurunda hürmet ve edebe riayet etmenin önemi anlaşılmaktadır. Bu konuda birçok kitap yazılmıştır. Ibn Kuteybe'nin Edebu'1-Âlim ve'1-Müteallim'i ile Sem'aânî'nin Edebu'1-Imlâ ve'1-Istimlâ'sı bunlar arasındadır.[255]
Ebü Ümâme'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Lokman oğluna: 'Yavrucuğum! Alimlerin sohbet ve meclislerinde oturmaya bak, hikmet sahiplerinin konuşmalarım dinle! Zira Allah sağanak yağmurla ölü ve kuru araziyi dirilttiği gibi, hikmet nuruyla da ölü kalbi diriltir" diyordu."[256]
Yine Ebü Ümâme Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Üç şey vardır ki, onları münafıktan başkası küçümsemez: İslam yolunda ağaran saç, ilim sahibi ve âdil devlet başkanı."[257]
Ubâde b. es-Sâmit de Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yaşlı ve büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen ve âlimlerimizin kadr u kıymetini bilmeyen benim ümmetimden değildir."[258]
Saîd b. el-Müseyyeb iki rek'at namaz kılar sonra otururdu. Derken ensar ve muhacir sahabenin çocukları etrafına toplanırdı. Onlardan hiçbir kimse ona birşey sormaya cesaret edemezdi. Ancak onlara bir hadis okuyarak başladıktan sonra birşey sorabilirlerdi.[259]
Rasûlüllah (s.a.v.) bir soru yönelttiğinde, meclisinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer bulunduğu için İbn Ömer'in sükût edip cevap vermediğine dair hadis daha önce geçmişti. Burada ise çocukluk yıllarında İbn Abbas'ın, sahabeden ilim talebi esnasında takındığı edebin keyfiyetine dair bir örnek vermek istiyoruz.
Ikrime'nin rivayetine göre Ibn Abbas şunu anlatmıştır: Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edince[260], ensardan bir adama:
“Gel de, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabına bazı şeyler soralım. Çünkü bugün onlann sayısı çoktur, demiştim Adam:
“Şaşarım sana İbn Abbas! Aralarında Rasûlüllah'ın (s.a.v.) ashabından olanlar varken, insanların sana ihtiyaç duyacaklarını mı sanıyorsun? dedi ve benden ayrıldı. Ben de tek başıma ashaba birşeyler sormaya gittim. Eğer bana belli bir adamdan hadis ulaşır ise, onun kapısına gider, içerde o öğle uykusunu (kaylûle) uyurken ben de hırkamı yastık yaparak kapısında yatardım. Rüzgâr da üzerime toprak sürüklerdi. Derken o çıkınca beni görüyor ve:
“Ey Rasûlüllah'ın (s.a.v.) amcası oğlu! Hayırdır, ne için geldin? Haber gönderseydin de ben sana gelseydim! derdi. Ben de:
“Hayır, benim sana gelmem daha doğrudur/uygundur, diyor ve artık ona hadisi sorardım. Ensardan olan bu adam hayli yaşadı. Nihayet bir ara beni, insanlar etrafımda toplanmış ve bana birşeyler soruyorlarken gördü ve:
“Bu genç benden daha akıllıdır, dedi.[261]
Hasan el-Basrî de, âlimlerin meclislerinde âdaba riayet etmesi için oğluna hatırlatmada bulunur ve şöyle derdi: 'Yavrucuğum! Âlimlerle oturduğun zaman, konuşmaktan ziyâde dinle. Güzel konuşmayı öğrendiğin gibi iyi dinlemeyi de öğren. Kendisi susuncaya.kadar hiçbir kimsenin sözünü -uzun olsa dahi- kesme!"
Son olarak, sahabî çocuk Semura b. Cündeb'in Rasûlüllah'ın (s.a.v.) huzurunda takındığı edebi hatırlatmak istiyoruz. O der ki: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) zamanında ben bir çocuktum ve O'ndan duyduklarımı ezberliyordum. Orada benim konuşmama engel olan şey, sadece benden daha yaşlı insanların bulunmasıydı."[262]
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Peygamberi (s.a.v.) görmek isteyen yaşlı bir adam gelmişti. Ahali ona yol açmakta ağır davranmıştı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,): "Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüze hürmet etmeyen kimse bizden değildir" buyurmuştur.[263]
Abdullah b. Amr'dan gelen rivayette "Küçüğümüze merhamet etmeyen ve büyüğümüzün şerefini tanımayan kimse bizden değildir"[264] buyurmuş, Ubade b. es-Sâmit'in rivayetinde de "büyüğümüze hürmet etmeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve âlimimizin kadr u kıymetini bilmeyen kimse bizden değildir" buyurmuştur.[265]
Ebu Musa'dan (s.a.v.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Saçı ağarmış yaşlı müslümana, hükümlerini çiğnemeyen ve okumayı bırakmayan Kur’an hafızı ve okuyucusuna, âdil sultana ikram etmek Allah'a saygıdandır."[266]
İbn Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kendimi rüyada bir misvakla misvaklanırken gördüm. Derken bana biri ötekine göre daha büyük iki adam geldi. Ben misvakı küçük olana verdim. Bunun üzerine bana "Büyüğe ver" denildi. Beri de onu büyük olana verdim."[267]
Ebu Yahya el-Ensârî anlatıyor: Abdullah b. Sehl ile Muhayyısa b. Mes'ud, Hayber'e gittiler. O zaman Hayber sulh halinde idi. Orada işlerini görmek için birbirlerinden ayrıldılar. Derken Muhayyısa, Abdullah'ın yanına geldiğinde onu kanlar içinde ölü olarak buldu. Sonra Medine'ye geldi ve Mes'ud'un çocukları Abdurrahman b. Sehl ile Hu-veyyisa, Peygamberin (s.a.v.) huzuruna gittiler. Orada Abdurrahman konuşmak isteyince Rasûlüllah (s.a.v.) 'Taşça büyük olan konuşsun" buyurdu. Abdurrahman en küçükleri idi.[268]
Böylece büyüklere ve âlimlere saygı âdabının ve konuşmada onlara öncelik hakkı verilmesinin önemini görmüş oluyoruz. Ancak küçüğün konuşması arzu edildiğinde veya kendisi sual sorma ve sorulma konumunda ise o zaman önce konuşur.[269]
Rasûlüllah (s.a.v.) küçük olsun büyük olsun hiçbir kardeşin herhangi bir silahı göstererek kendi kardeşini korkutmasına ve kalbine korku salmasına müsaade etmemiştir.
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kardeşine bir demir parçasını gösteren kimseye, onu bırakıncaya kadar melekler lanet eder. İsterse ana baba bir kardeş olsun."[270]
Peygamber (s.a.v.) büyük biraderin İslam'da özel bir yerinin olduğunu da ifade etmiştir. Şüphesiz bu onun, aile yükünü, küçüklerin bakımı ve eğitim sorumluluğunu üstlenmesinden kaynaklanmaktadır.
Sahabeden Küleyb el-Cühenî (r.a.), Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "En büyük kardeş, baba hükmündedir" buyurduğunu rivayet etmiştir.[271]
Buna göre ebeveyn, büyük oğlunun gönlüne küçüklere sevgi ve şefkati, küçüklerin gönüllerine de büyüğe saygıyı yerleştirirse, o zaman aile nizamı dengeli bir şekilde yürür. Herhangi bir uyarı ve hatırlatmada bulunmadan herkes diğerine karşı yapacağı vazifeyi bilir.[272]
İslam şeriatında komşunun büyük hukuku vardır. Bu hukuk, İslam toplumunun bağlarını güçlendirmek için ortaya konulmuştur. Şüphesiz çocuğun, komşu çocuklarına karşı tatbik etmesi gereken âdap ölçüleri bulunmaktadır. Peygamber (s.a.v.), çocularını bunlara alıştırmaları için babalara tavsiyede bulunmuş, komşunun acı ve sıkıntılarına ilgi gösterilmesini ve herhangi bir şekilde ona eziyet edilmemesini öğütlemiştir. Sözkonusu âdap ölçülerinin başında çocuğun, yemek üzere eline bir yiyecek veya bir meyve alarak sokağa çıkmaması gelir. Çünkü böyle yapmakla o, onu satın alamayabilecek veya maddi sıkıntı yüzünden o an için satın alma gücü olmayan komşunun çocuğunu öfkelendirmiş olmaktadır. Böylece çocuk, sokakta değil evde yemeyi alışkanlık haline getirir. Ayrıca bu davranış, çocuğun genel âdap ve görgü kurallarına sarılmasına da katkıda bulunur.
Amr b. Şuayb, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Eğer bir meyve satın alırsan, (sokakta gördüğün) çocuğa (ondan) hediye olarak ver.. Şayet bunu yapmazsan gizlice onu eve götür. Çocuğun onu eline alarak komşu çocuğunu öfkelendirmek için dışarı çıkmasın!”[273]
Müslümanların sarılarak uygulamaları halinde şu İslam âdabı gerçekten ne kadar büyüktür! Allah bizi ve sizleri onu uygulamaya muvaffak kılsın![274]
İzin isteme âdabı, büyük ve küçüğün görevidir, İslam'da bunun özel yeri bulunmaktadır. Bu yüzden Allah Teala bunu, asırlar ve nesiller devam ettikçe okunacak ayetlerle hususi olarak açıklamıştır. Bu, aile ve cemiyet hayatında da büyük bir önem taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, büyükleri bir yana Ebu Saîd el-Hudrî gibi sahabenin küçükleri dahi bu âdabı biliyor ve uyguluyordu.
Ubeyd b. Umeyr anlatıyor: Ebu Musa el-Eş'arî, Ömer b. Hattab'ın huzuruna çıkmak için izin istemişti. Sanki Hz. Ömer meşgul idi ki, ona izin verilmedi. Bunun üzerine Ebu Musa geri döndü. Hz. Ömer işini bitirince:
“Ben Abdullah b. Kays'ın (Ebu Musa'nın) sesini duymadım mı? Ona müsaade edin! dedi. Hz. Ömer'e Ebu Musa'nın geri döndüğü söylenince, derhal onu çağırttı. Ebu Musa:
“Biz bununla emrolunmuştuk, dedi. Hz. Ömer:
“Buna dair bana delil (beyyine) getireceksin! dedi. Ebu Musa da ensann meclisine giderek onlara sordu. Onlar:
“Bu konuda sana en küçüğümüz Ebu Saîd el-Hudrî ancak şahitlik edebilir, dediler. Bunun üzerine Ebu Musa, Ebu Saîd'i Hz. Ömer'in huzuruna götürdü. Hz. Ömer:
“Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emir ve talimatından bana gizli kalan mı oldu? Çarşı ve pazarlarda alış-veriş yani, ticaret için çıkmak beni meşgul etti, dedi.
Mü'minlerin emiri Hz. Ömer, girmesine izin verilmeyen bir şahsın, hiç öfkelenmeden geri dönmesi gerektiğini unutmuştu. Bu hususta Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sünnetine şahitlik yapan ve hatırlatmada bulunan da Ebu Saîd el-Hudrî olmuştu.[275]
Kur'an-ı Kerim çocuğu izin istemeye alıştırmış, ana babanın bunu çocuğuna öğretmesini emretmiş, bu konuda aşamalı ve pedagojik bir yol izlemiştir. Ergenlik döneminden önce çocuk, ana babanın evlilik hayatındaki üç uygunsuz vakitte kapıyı çalarak izin ister. Bu vakitler, ana babanın (gecelik veya pijama gibi) özel kıyafetiyle bulunduğu uyku vakitleri; şafak öncesi, öğle vakti ve yatsı sonrasıdır.
Allah Teala şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve hizmetçileriniz) ve sizden henüz buluğa ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında ne sizin için, ne de onlar için bir günah yoktur. Yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanma girip çıkabilirsiniz. Allah ayetleri size işte böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[276]
Nihayet çocuk ergenliğe erişip mükellefiyet çağına girince, artık her zaman evde ve evin dışında kapalı bulduğu kapıyı çalarak izin istemekle emrolunur. Şu ayet bu noktaya işaret eder: "Çocuklarınız ergenliğe erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi izin istesinler. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[277]
Rasûllullah (s.a.v.) nasıl izin isterdi? Kapıyı çalan insanın aldığı vaziyet nasıl olmalıdır? Kapıya yüzünü mü, sırtını mı yoksa sağ veya sol yanını mı çevirmelidir? Bu soruya cevap vermek için şu hadisi zikretmek istiyoruz:
Abdullah b. Büsr'un rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.) izin istemek üzere kapıya geldiği zaman, yüzünü kapıya çevirmezdi. Sağ veya sol yanını çevirirdi. Kendisine izin verilirse girer, aksi halde geri dönerdi.[278]
Önder peygamber çocuklardan izin istiyor:
Şüphesiz hak haktır; büyük küçük ayrımı yapmaz. Vasıf, statü ve unvanları ne olursa olsun, sünnete uymak herkesin görevidir, işte ümmetin komutanı ve öğretmeni Pegyamber (s.a.v,)... büyüklerin ve küçüklerin içinde, çocuğun hakkını bahis mevzu ederek onları irşad etmektedir.
Sehl b. Sa'd (r.a.) anlatıyor: Rasulullah'a bir içecek getirilmişti, O da ondan içti. Sağında bir çocuk, solunda da yaşlılar bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.v.) çocuğa:
“Bunlara vermeme bana müsade eder misin? dedi. Çocuk:
“Hayır, vallahi ya Rasûlallah! Senden gelen nasibime hiçbir kimseyi tercih edemem! dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) suyu ona verdi.[279]
Ömer b. Ebî Seleme (r.a.) anlatıyor: Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) eğitim ve gözetimi altında henüz bir çocuktum. Elim yemek kabının içinde dolaşıyordu. Bunun üzerine bana: "Ey çocuk! Besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!" buyurdu. Artık ondan sonra hep öyle yedim.[280]
Enes (r.a.) anlatıyor: Ümmü Süleym, içinde hurma bulunan bir sepeti benimle Rasulullah'a (s.a.v.) gönderdi. Ama ben O'nu bulamadım. O, az önce kendisini davet ederek bir yemek yapan azatlı kölesine/ dostuna gitmişti. Ben de hemen O'na gittim. Vardığımda o yemek yiyordu. Birlikte yemem için beni davet etti. Ev sahibi etli ve kabaklı bir tirit yapmıştı. Gördüm ki Rasûlullah (a.a.v.) kabaktan hoşlanıyor. Ben de kabağı toplayıp O'na yaklaştırmaya başladım. Yemeği yeyince Rasûlullah (s.a.v.) evine döndü. Ben hurma sepetini önüne koydum. Rasûlullah (s.a.v.) yemeye ve bölüştürmeye başladı. Nihayet sepetteki hurmayı öylece bitirdi.[281]
Yemek yerken yanımıza bir çocuk gelse ne yapmamız gerekir?
İshak b, Yahya b. Talha anlatıyor: İsâ b. Talha ile beraber mescidde idim. Derken Sâib b. Yezid içeri girdi, beni yanına çağırarak:
“Şu yaşlı adama git ve ona: "Amcam İbn Talha sana Rasûlüllah'ı (s.a.v.) görüp görmediğini soruyor" de!
Ben de gittim ve:
“Rasûllulah'ı (s.a.v.) gördün mü? dedim. Bunun üzerine o şu cevabı verdi:
“Evet, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gördüm, ben ve yanımdaki çocuklarla birlikte ona gitmiştik ve onu bir sepet içindeki hurmadan yerken bulmuştuk. Yanında bazı sahabiler de vardı. Bize de avuç avuç hurma verdi ve başlarımızı sıvazladı.[282]
İmam Gazzâlî, çocuğun öğrenmesi ve uygulaması gereken yemek adabının önemine dikkat çekmiştir. Burada biz onları maddeler halinde sıralamak istiyoruz:
1-Yemeği sağ eliyle yer ve besmele çeker,
2- Önünden yer,
3- Başkasından önce yemeğe davranmaz,
4- Yemeğe ve yemek yiyenlere gözünü dikerek bakmaz,
5- Yerken acele etmez,
6- Yemeği iyice çiğner,
7- Lokmaları peşpeşe yutmaz,
8- Yemeği elbisesine ve ellerine bulaştırmaz,
9- Katığı şart ve mecburî görmemesi için, bazan sade ve katıksız ekmeğe alıştırılır,
10- Çocuğun yanında, çok yemek yiyenler hayvanlara benzetilerek oburluğun çirkin olduğu anlatılır ve az yemek yiyen terbiyeli çocuklar övülür. Yemeğin Üstün bir nimet olduğu ama onun problem yapılmaması çocuğa telkin edilir.
Rasûlüllah'ın (s.a.v.), saç, traş, elbisenin rengi ve onunla sokağa çıkmak gibi konularda çocuğun görüntüsüne, kılık ve kıyafetine ihtimam gösterdiğini görmekteyiz.[284]
İbn Ömer'in (r.a.) rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) saçının bir kısmı traş edilmiş, diğer bir kısmı bırakılmış bir çocuk gördü. Derhal , bunu yapmalarını yasakladı ve şöyle buyurdu: "Ya tamamını traş edin veya hepsini olduğu gibi bırakın!"[285]
Yine İbn Ömer'den (s.a.v.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllâh (s.a.v.) yarım traş yani, başın bir kısmını traş edip bir kısmını da bırakmayı (kaze") yasakladı.[286]
Ibnu'l-Kayyım, Ahkâmu'l-Mevlûd'ünde, hadis üzerine şu açıklamayı yapmaktadır: Bu dört şekilde olur:
1- Başın muhtelif yerlerinin rastgele traş edilmesi,
2- Hıristiyan papazların yaptığı gibi ortasının. traş edilip yanlarının bırakılması,
3- Ayak takımı güruhunun yaptığı gibi yanlarının traş edilip ortasının bırakılması,
4- Başın ön tarafının traş edilip arka tarafının bırakılması. Bunların hepsi Peygamber'in (s.a.v.) yasakladığı traş türünden (kaze) dir. Şüphesiz Allah daha iyi bilir.
Bizzat Peygamber (s.a.v.) çocukları traşı ile ilgilenmiştir.
Abdullah b. Ca'fer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Ca'fer'in vefatından üçgün sonra ailesine gelerek: "Bugünden sonra artık kardeşime ağlamayın" dedi. Sonra da "Kardeşimin oğullarım yanıma çağırın" dedi. Derken bizi huzuruna getirdiler. Adeta biz kuş yavruları gibiydik. Peygamber (s.a.v.): "Bana berberi çağırın" dedi ve başımızı traş etmesini emretti.[287]
Kız çocuklarının saçı hakkında da Peygamber'in (s.a.v.) talimatı bulunmaktadır.
Esmâ'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre bir kadın Peygamber'e (s.a.v.) geldi ve:
“Ya Rasûlullah! Benim kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim. Ona başka saç ilave edeyim mi? dedi. Peygamber (s.a.v.):
“Başka saç ilave edene de ettirene de Allah lanet etsin! buyurdu. [288]
Böylece müslüman çocuğun saç modelinin diğer çocukların saç modelinden farklı olduğunu görmüş bulunuyoruz. O halde müslüman çocuk, Allah Rasûlünün emir ve tavsiyelerini çiğneyerek batı mukallidi aktörlerin arkasından gitmemelidir.[289]
Amr b. Âs (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) benim üzerimde sarıya boyanmış iki elbise gördü ve:
“Bunu sana anan mı emretti? dedi. Ben:
“Onları ben yıkarım, dedim. Rasûlülah (s.a.v.):
“Hatta onları yak! buyurdu.[290]
Başka rivayette Peygamber (s.a.v.): "Bunlar gayr-i müslimlerin giysilerindendir; onları giyme" buyurmuştur.[291]
İmam Gazzâlî, Ihya'sında, çocuğun giyeceği elbise hakkında şu açıklamada bulunmuştur: "Oğlan çocuklarına ipek ve (sırıtacak biçimde) renkli değil de beyaz elbiseler sevdirilir. Sözkonusu kıyafet şeklinin, kadınların ve kadın gibi davranan erkeklerin işi olduğu,.erkeklerin bundan kaçındığı ve bunun onlara mekruh olduğu çocukların yaranda anlatılır. Bir oğlan çocuğunun üzerinde ipek veya (sırıtacak biçimde) renkli bir elbise görülmesi halinde, bunun yadırganması ve yerilmesi uygun düşer. Çocuk lüks, konfor ve pahalı elbiseleri giymeye alıştırılmış olan çocuklardan korunur."
İpek giyinmek haramdır. Çocuğun artık dünyaya gözlerini açmasından itibaren kıhk-kıyafet hususunda gayr-i müslimlere benzememe/uymama konusunda Rasûlüllah'ın (s.a.v.) koyduğu kaideye göre, sünnete alıştırılır ve yasaklanan elbise türlerinden uzaklaştırılır. Bu kaideyi sahabenin ciddiyetle uyguladığım görmekteyiz:
Abdullah b. Yezid anlatıyor: Abdullah b. Mes'ud'un yanında idik. Derken üzerinde ipek gömlek bulunan bir oğlan çocuğu geldi. Abdullah b. Mes'ud çocuğa:
“Bunu sana kim giydirdi? dedi. Çocuk:
“Anam giydirdi, dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ud gömleği ikiye böldü ve:
“Anana söyle, sana bundan başka gömlek giydirsin! dedi.[292] İmam Kâsânî, erkeklere ipek giyinmenin haram oluşu mevzuunda şunları söyler: "Erkek olduktan sonra haramlıkta küçük ile büyüğün arasında bir fark yoktur. Çünkü Peygamber (s.a.v.): "ipek ile altın ümmetimin erkeklerine haramdır" buyurarak bu hükmü erkeklere getirmiştir. Ne var ki ipek giyen küçük çocuğun günahı kendisine değil, giydirenedir. Çünkü çocuk mes'ul ve mükellef değildir., Nitekim kendisine sunulması durumunda içki içen çocuğun günahı kendisine değil, o içkiyi verenedir. Elbise konusu da böyledir."[293]
Ibnu'l-Kayyım diyor ki: "Kadınların sıfat ve özellikleri gelişeceğinden dolayı oğlan çocuğuna ipek giydirmesi veliye.haramdır."[294]
Ez-Zühri der ki: "Kur'an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız" ayeti,[295] Rasûlüllah (s.a.v.) Kur'an'dan ne zaman birşey okusa, hemen kendisi de okuyan ensardan bir delikanlı hakkında nazil oldu.[296]
Doğruluk ahlâkı, İslâm ahlâkının önemli bir esasıdır. Bunu elde etmek ve sağlamlaştırmak için çaba göstermeye büyük ihtiyaç vardır. Allah'ın Rasûlü, bu ahlâkın çocukta yerleşmesine ihtimam gösteriyor, ana babanın çocuğa yalan söylemek gibi bir vartaya düşmemesi için onların çocukla olan ilişkilerini kontrol ediyor ve şu genel prensibi koyuyordu: Çocuk bir insandır. Beşerî ilişkilerde onun birtakım hakları vardır. Hangi yolla olursa olsun ana-babamn onu aldatması, onunla olan muamele ve münasebetlerde umursamaz bir tavır takınması caiz değildir.
Abdullah b. Âmir anlatıyor: Birgün anam beni çağırdı. Rasûlüllah (s.a.v.) da evimizde oturuyordu. Anam:
“Gel, sana birşey vereceğim! dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) anama:
“Ona ne vermek istemiştin? dedi. Anam:
“Bir hurma vermek istemiştim, cevabını verdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Haberin olsun, eğer ona birşey vermeyecek olsaydın, sana bir yalan (günahı) yazılırdı.[297]
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Kim bir çocuğa "Buraya gel, sana birşey vereceğim" der de, sonra vermezse bir yalan (günahı) yazılır."[298]
Ebu'l-Havrâ anlatıyor: Ali'nin oğlu Hüseyin'e (r.a.):
“Rasûlüllah'dan (s.a.v.) neyi ezberledin? diye sordum. O da:
"Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyen şeye bak! Zira doğruluk gönül yatkınlığı, yalan ise kuşkudur."[299]
Selef, ister büyüklerin çocuklara, isterse çocukların kendi akranlarına olsun verdikleri sözde durmayı da içine alan bu doğruluk ahlâkının yerleştirilmesine dikkat etmiştir.
Ebu'l-Ahvas, Abdullah'ın (r.a.) şöyle söylediğni nakleder: 'Talan düşünce ve yalan sözlerden kaçının! Çünkü yalan ne ciddiyetle ve ne de şaka ile bağdaşır. Sizden biriniz çocuğuna söz verip de sonra yerine getirmezlik yapmasın!"[300]
Süleyman b. Davud'un aynı şekilde oğluna: 'Yavrucuğum! Vaadde bulunduğun zaman, ondan cayma! Aksi halde sevgiyi nefretle değiştirmiş olursun" dediği rivayet edilmiştir.[301]
Rasûlüllah (s.a.v.), çocukların sırları saklama ahlâkı ile yetiştirilmelerine itina göstermiştir. Çünkü bu ahlâk, çocuğun şimdiki ve gelecekteki olgunluğunu, ailenin selamet ve hareketini, toplumun muhafazasını ve yapısını temsil eder. Sır tutmayı alışkanlık haline getiren çocuğun iradesi güçlü olur. Böyle bir çocuk diline hâkim olur, zor zamanda dehşete düşmez, cesur ve dayanıklı olur. Bu karakter ve ahlâk yapısıyla da toplum içinde itimat telkin eder.
Abdullah b. Ca'fer (r.a.) anlatıyor: Birgün Rasûlüllah (s.a.v.) beni terkisine aldı. Bana sır olarak bir söz söyledi, Ben onu hiçbir kimseye söylemem. Rasûlullah'ın (s.a.v.) def-i hacet için siper olarak kullanmayı en çok sevdiği şey hurmalık veya tümsek bir yer/tepecik idi.[302]
Daha önce de geçtiği üzere Peygamberin (s.a.v.) hizmetine koşan Enes, anasının yanına dönmekte gecikmişti. Bunun üzerine anası:
“Niye geciktin? diye sordu. Enes:
“Rasûlüllah (s.a.v.) beni bir haceti için göndermişti, dedi. Anası:
“Hacet neydi? diye sordu. Enes:
“O bir sırdır, dedi. Bu cevap üzerine anlayışlı, zeki ve basiretli mü'min kadın, çocuğa sır tutmasını öğretme konusunda analara bir ders vererek:
“O halde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sırrını hiçbir kimseye söyleme! dedi.[303]
Güven ve itimat çocukluk çağından peygamberlik dönemine kadar Efendimiz Muhammed'in (s.a.v.) nitelendiği asil bir ahlâktır. Hatta müşrikler O'nu "doğru" ve "güvenilir" (es-Sâdık el-Emîn) olarak tavsif etmişlerdir. Bunda, islam'a davet hususunda müslüman çocuğun geleceğini etkileyen ders ve ibretler vardır. Rasûlüllah (s.a.v.), babasının malı konusunda çocuğun sorumluluğunu sınırlamıştır. Buna göre çocuk, israf ve savurganlık yapmadan malı koruyabiliyorsa "güvenilir" olmaktadır. Nitekim "Çocuk babasının malı konusunda çobandır. O da sürüsünden (mala göz kulak olmaktan) sorumludur" hadisi bunu ifade etmektedir.[304]
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) güven ahlâkına, bunun çocukta kökleşmesine, ihtimam gösterdiğim, bu hususta çocuğun yanlışına razı olmadığını, buna aykırı hareket etmesi durumunda kulağını bükerek onu cezalandırdığını görmekteyiz.
Abdullah b. Büsr anlatıyor: Anam bir salkım üzümle beni Rasûlüllah'a (s.a.v.) göndermişti. Ben de Rasûlüllah'a (s.a.v.) ulaştırmadan Önce ondan biraz yedim. Nihayet onu götürünce Rasûlullah (s.a.v.) kulağımı tuttu ve "Ey hilekâr!" dedi.[305]
Kalbin kin ve öfkeden temizlenmesi, insanda psikolojik dengeyi gerçekleştirir, topluma faydalı olmaya sevkeder ve insanın iyilik duygusunun zirve noktaya çıkmasını sağlar. Peygamber (s.a.v.), henüz gelişme çağında bir çocuk olan Enes b. Malik'e sabah-akşam ruhunun kirlerini yıkamasını; kendisine kötülük eden kimseyi affetmesini, kalbini, şeytanın vesvese ve zararının kalıntılarından temizlemesini tembihlemiştir. Bu önemli ve ilginç tembihi birlikte dinleyelim.
Enes (r.a.), Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendisine şöyle dediğini rivayet eder: 'Yavrucuğum! Hiçbir kimseye kin ve düşmanlığın olmadığı halde sabahlama ve akşamlama imkanın varsa, bunu yap! Yavrucuğum! Bu benim sünnetimdir. Kim benim sünnetimi hayata geçirirse, gerçekten beni ihya etmiş olur. Beni ihya eden kimse de benimle birlikte cennette olur."[306]
O halde cennet ve Allah'ın Rasûlü ile birlikte olmak, gönlü kıskançlık, kin ve düşmanlıktan temizlenebilen kimseler için sözkonusudur.[307]
Bu üniteyi bitirirken, bütün ümmetin önderi olan Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çocuklara karşı nasıl muamele ettiğini; emir ve yasak getirdiğini, onlarla şakalaştığını, onları takip ettiğini, arkalarına durup gülümsediğini, öfkelenmediğini, azarlamadığını, kaza ve kader inancını pratik olarak onların gönüllerine yerleştirdiğini gösteren bir örnek vermek istiyoruz. Faydalı bazı ilave bilgiler taşıdığı için, ilgili hadisin farklı yanlarını da zikredeceğiz.
Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Peygamber'e (s.a.v.) on sene hizmet ettim. Vallahi bana asla "öf" bile demedi. Yine herhangi bir şey için "Niçin böyle yaptın? Şöyle yapsaydın!" demedi."[308]
Müslim'in rivayetine göre de Enes şöyle söyler:
Peygamber (s.a.v.) ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Birgün beni bir hacet için göndermişti. Ben: "Vallahi, gitmiyorum" dedim. Oysa içimden Peygamber'in (s.a.v.) bana emrettiği işe gitmek istiyordum. Derken dışarı çıktım. Nihayet çarşıda oyun oynayan çocuklara uğradım. Aniden Rasûlüllah (s.a.v.) arkamdan ensemi tutuverdi. Hemen O'na baktım, gülüyordu. O:
“Enescik! Sana emrettiğim yere gittin mi? dedi. Ben:
“Evet, gidiyorum ya Rasûlullah! dedim.
Enes der ki: Vallahi O'na dokuz sene hizmet ettim. Yaptığım birşey için "Şöyle şöyle yapsaydın!" dediğini bilmiyorum.[309]
Ahmed'in rivayetine göre ise Enes şöyle söyler: Peygamber'e (s.a.v.) on sene hizmette bulundum. Bana emredip de gevşeklik gösterdiğim veya yapmadığım bir işten dolayı beni kınamamıştır. Ehl-i beytinden birisi beni kınadığı zaman da şöyle derdi: "Bırakın onu! Eğer olması takdir edilseydi, o iş olurdu."
Bu rivayetler Rasûlüllah'ın (s.a.v.) pratik hayatta çocukların ahlâk yapısına gösterdiği ihtimamı ortaya koymaktadır. Böylece onlar, toplumda kendilerini bekleyen materyalist propagandalar önünde daha mazbut, daha ahlâklı yetişecekler ve günümüz cahili toplumun alıştığı gayr-i İslâmî akımların fırtınaları karşısında, sahip oldukları İslam ahlâkını kaybetmeyeceklerdir.[310]
Duygu, gelişmekte olan çocuğun ruh dünyasında geniş bir yer tutar. Ona kimlik kazandırır ve ruhunu olgunlaştırır. Eğer çocuk duyguyu dengeli bir şekilde elde ederse, hayatı boyunca ölçülü ve mutedil bir insan olur. Ama öyle değil de aşın veya zayıf duygu sahibi olursa, sonu iyi olmayan birtakım problemlerle karşılaşır. Aşırı duygu kişiyi hayatın sıkıntılarını ciddiyetle göğüslemeyen şımarık ve umursamaz bir insan, zayıf duygu ise kişiyi çevresindekilere karşı sert ve katı bir insan tipi haline getirir. Bundan dolayı duygusal yapının, çocuk ruhunun olgunlaştırılmasında önemi büyüktür. Bu yapının, kazandırılmasında en büyük rolü oynayan ana babadır. Çünkü onlar, duygu şualarının temel kaynağıdır, sıcak duygu ve analık-babalık nimeti sebebiyle çocuğun sığınacağı sağlam yerdir. Bu itibarla bu bölümün sonunda, ana babanın veya onlardan birinin az şefkat gösterdiği yetim ile kız çocuğuna büyük önem verildiğini göreceğiz. Rasûlüllah (s.a.v.) bunlara ayrı bir değer vermiş ve özel bir alâka göstermiştir. Yetime karşı baba rolünü üstlenen bir İslam toplumu ne güzel bir toplumdur. Kız çocuğunun bakım ve eğitimine ihtimam gösteren, erkek kardeşinin yanında ona eşit muamelede bulunan bir ana baba ne güzel bir ana-babadır.
Çocuğun his ve duygusunu nasıl inşa edebiliriz ve gelecekte mutedil bir insan olması için onun hakkını nasıl verebiliriz? Hadis-i şeriflerden çıkardığımız uygulamalı şu altı esas bu sorunun cevabı olacaktır:[311]
Çocuğun heyecan ve öfkesini sükûnete kavuşturmada öpmenin büyük bir tesiri olduğu gibi, his ve duygularını harekete geçirmede de onun aktif bir rolü vardır. Ayrıca bu, büyük ile.küçük arasındaki sevgi bağlarının güçlendirilmesinde sağlam bir irtibatın kurulmasına da sebep olmaktadır. Öpmek, kalbin çocuğa olan merhametinin bir göstergesi ve büyüğün küçüğe gösterdiği tevazuun bir delilidir. Öpmek, çocuğun kalbini dolduran parlak bir nurdur; onun içini açar ve çevresindekilere karşı duyarlığını artırır. Netice olarak Öpmek, tamamen Peygamber'in (s.a.v.) çocuklar için uyguladığı bir sünnettir.
Hz. Aişe anlatıyor: Bir grup bedevi Rasûlüllah'ın (s.a.v.) huzuruna gelerek:
“Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? dediler. Rasûlüllah:
“Evet, dedi. Onlar:
“Fakat biz vallahi öpmüyoruz, dediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Allah sizin kalbinizden merhameti aldıysa ben ne yapabilirim? buyurdu.[312]
EBU Hüreyre (r.a.) anlatıyor; Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ı öpmüştü. Derken Akra’ b. Habis:
- Benim on çocuğum var, onlardan hiçbirisini öpmedim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez, buyurdu.[313]
Enes de (r.a.) Peygamberin (s.a.v.), çocuklara ve aile fertlerine karşı insanların en merhametlisi olduğunu söylerdi.[314]
Şüphesiz çocuklara şefkat ve merhamet göstermek, peygamberimizin sıfatlarından biridir. Bu sıfat, cennete girmek ve Allah'ın rızasını kazanmak için bir vesiledir.
Enes (r.a.) anlatıyor: Bir kadın Hz. Aişe'ye gelmişti. Aişe (r.a.) ona üç hurma verdi. Bir hurmayı da kendisine ayırdı. Derken iki çocuk hurmalarını yediler ve analarına baktılar. Anaları elindekini de ikiye bölerek çocuklara yarımşar hurma daha verdi. Çok geçmeden Peygamber (s.a.v.) geldi ve Aişe olayı anlattı. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Buna neden teaccüp ediyorsun? Kadın çocuklarına merhamet ettiği için Allah da ona rahmetiyle muamele etti."[315]
Enes'den (r.a.) rivayet edilen şu hadis, Peygamber'in (s.a.v.) çocuklara olan merhametini bariz bir şekilde ortaya koymaktadır: "Namaza başlayınca ben uzatmak istiyorum. Fakat bir çocuğun ağlamasını duyunca da namazı hafif tutuyorum. Çünkü biliyorom ki, yavrusunun ağlamasından ötürü anası sıkıntıya düşer."[316]
Ebu Katâde de (r.a.) şöyle diyor: Rasûlüllah (s.a.v.), kerimesi Zeyneb'in kızı Ümâme kucağında olduğu halde insanlara namaz kıldırdı. Secdeye vardığında onu bırakır, ayağa kalktığında kucağına alırdı."[317]
İnsan, çocukların babalarına hayvanlara acımayı öğrettiklerini ve onlara Allah'ın rahmetini hatırlattıklarını görünce gerçekten hayret ediyor.
Fahreddin er-Râzî'nin naklettiğine göre, bir balık avcısı vardı. Birgün bir balık tuttu. Adamın yanında kızı da bulunuyordu. Kızı balığı alarak suya attı ve: "Bu balık dalgınlığından bu ağa düşmüştür" dedi. Bu hadise üzerine er-Râzî şu yorumu yapıyor: "îlâhi! Bu kız çocuğu şu balığın dalgınlığına acıdı ve onu tekrar denize attı. Bizi ise şeytanın vesvesesi avladı ve bizi senin rahmet denizinden çıkardı. Fazl u kereminle sen bize merhamet eyle, bizi İblisin vesvesesinden kurtar ve bizi tekrar rahmet denizine at!"[318]
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) haber verdiği şu enteresan tablo da, anaların çocuklarına olan şefkat ve merhamet duygusunu göstermesi bakımından oldukça manidardır:
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Vaktiyle iki kadın çocuklarıyla birlikte bulunurken, kurt gelerek çocuklardan birini almıştı. Derken Hz. Davud'un huzurunda muhakeme oldular. O, (hayatta olan) çocuğun büyük kadına ait olduğuna hükmetmişti. Sonra kadınlar dışarı çıktılar. Süleyman b. Dâvud onlan çağırarak şöyle dedi: "Bana bıçak getirin de çocuğu sizin aranızda pay edeyim." Bunun üzerine küçük kadın: "Allah sana rahmet buyursun! Bu onun oğludur; onu ikiye bölme!" dedi. O da çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti.[319]
Bu olayda yaşça büyük olan ananın kalbinin katılığı görülmektedir. Oğlunu kurt kapıyor ve ona olan üzüntüsünü açığa vurmuyor, aksine kadın kalbi bir yana, erkek aklının bile düşünemeyeceği bir katılık sergiliyor, sonra da arkadaşının oğlunu çalmaya teşebbüs ediyor. Çünkü ananın iki çocuk arasından kendi yavrusunu
Ayırd edememesi makul olmadığı gibi, iki çocuğun tamamen birbirine benzemeleri de makul değildir. Hadis, büyük olan ananın katı yürekliliğini, küçük olanın da kalbinin merhametini göstermektedir.[320]
Rasûlüllah'ın (s.a.v.), bazan üzerine alıp taşıyarak, bazan koşu düzenleyerek, bazan adını tasgir sigasıyla küçülterek ve bazan da gülüşerek çocuklarla şakalaştığmı gösteren birçok rivayet ve uygulamalar bulunmaktadır. Pedagojik bir görev olan bu uygulamaları ana baba yerine getirmek suretiyle Hz. Peygamber'e (s.a.v.) uymak durumundadır.
Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraberdik. Derken yemeğe davet edildik. Giderken gördük ki, Hüseyin çocuklarla birlikte yolda oynuyor. Hemen Peygamber (s.a.v.) insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin'i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı, ö esnada Rasûlullah (s.a.v.) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: "Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur,"[321]
Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Şu iki kulağım duymuş ve şu iki gözüm görmüştür ki Rasûlüllah (s.a.v.) iki eliyle Hasan'ın veya Hüseyin'in iki avucunu tutar, sonra çocuğun iki ayağını kendi ayağı üzerine koyar ve "yukarı çık!" derdi. Çocuk ayaklarım Rasûlüllah'ın (s.a.v.) göğsüne koyuncaya kadar çıkardı. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.): "Ağzım aç!" derdi. Sonra çocuğu öper ve: "Allahım! Bunu sev, çünkü ben bunu seviyorum" derdi.[322]
Enes (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) huy ve ahlâk bakımından insanların en güzeli idi. Benim sütten kesilmiş Ebu Umeyr adında bir kardeşim vardı. Peygamber (s.a.v.) bize geldiğinde: "Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı nuğayrr derdi. Nuğayr, kardeşimin oynayıp durduğu bir kuş idi. Peygamber (s.a.v.) evimizde iken bazan namaz vakti gelirdi. O hemen altındaki yaygının süpürülüp üzerine su serpilmesini emrederdi. Sonra namaza durur, biz de arkasında dururduk ve bize namaz kıldırırdı."[323]
Enes b. Malik'in (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) bazan beni "ey iki kulaklı!" diye çağırırdı. (Ravi Ebu Üsame der ki:) Yani onunla şakalaşırdı.[324]
Enes der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) toplamakta olduğum bir (tür) baklayı bana künye olarak taktı.[325]
İbn Abbas (r.a.) der ki: Rasûlüllah (s.a.v.) Mekke'ye geldiğinde kendisini Muttaîib oğullarından küçük çocuklar karşıladı. Rasûlüllah (s.a.v.) onlardan birini bineğinin önüne, bir diğerini de arkasına aldı.[326]
İbn Abbas'dan (r.a.) gelen rivayete göre Arafat'tan Müzdelife'ye hareket ederken Üsâme, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) terkisinde idi. Sonra Müzdelife'den Mina'ya inerken de Rasûlüllah (s.a.v.) Fadl (b. Abbas)'ı terkisine aldı. Her ikisi de der ki: Peygamber (s.a.v.) Akabe cemresine taş atıncaya kadar telbiyeye devam ederdi.[327]
Abdullah b. Şeddâd anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) cemaate namaz kıldırırken (torunu) Hüseyin gelerek secde esnasında boynuna bindi. Peygamber (s.a.v.) secdeyi uzattı. Hatta insanlar birşey meydana geldiğini sandılar. Peygamber (s.a.v.) namazım bitirince cemaat:
“Secdeyi uzattın ya Rasûlallah! Hatta biz bir şey meydana geldiğini sanmıştık. Bunun Üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Oğlum (Hüseyin) benim sırtıma çıkmıştı. Acele davranıp ihtiyacını yerine getirmeden onu indirmeyi hoş görmedim" buyurdu.[328]
Sahabe de bu konuda Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yolunu izlemiş; çocuklarıyla şakalaşmış, onlann seviyesine inmiş, onlarla eğlenmiş ve oynaşmışlardır.
Ebû Süfyân anlatıyor: Muâviye'nin yanına varmıştım. Sırt üstü yatmış, göğsünde bir oğlan veya kız çocuğu vardı ona okşayıcı sözler söylüyordu. Ben: "Ey mü'minlerin emiri! Bunu kendinden uzaklaştır!" dedim. Bunun üzerine o şöyle dedi" Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Kimin bir çocuğu varsa, onunla eğlensin/oynaşsin!" buyurduğunu işitim.[329]
Ömer (r.a.) der ki: Erkeğin aile fertleri içinde çocuklar gibi olması; yumuşak huylu ve çocuklarıyla şakalaşması gerekir. Kendisinden beklenen arzu edildiğinde ise olgun adam (gibi) hareket eder.[330]
Hatta Ömer (r.a.) çocuklarına karşı katı yürekli davranan bir görevlisinin işine son vermiştir. Muhammed b. Selâm diyor ki: Ömerb. Hattâb bir iş için bir adamı görevlendirmişti. Derken adam çocuğunu öperken Ömer'i gördü ve:
“Emiru'l-mü'minin (devlet başkanı) iken onu öpüyorsun! Eğer ben öyle olsaydım öpmezdim, dedi. Hz. Ömer:
“Senin kalbinden merhamet alındıysa benim suçum ne! Allah ancak merhametli kullarına rahmet eder, dedi. Hz. Ömer adamı görevden aldı ve şöyle dedi: Sen yavruna merhamet etmiyorsun! İnsanlara nasıl merhamet edeceksin?[331]
Netice itibariyle Allah'ın Rasûlü çocuklarla şakalaşır, eğlenir ve onlann seviyesine inerdi. O, çocukların hakkını vererek, kabalık ve katılıktan uzak bir şekilde onların ruh ve gönül dünyasını bu güzel ve samimi duyguyla okşar ve beslerdi.[332]
Hediyeler genel olarak insanları psikolojik yönden etkiler. Bu etkilenme çocuklarda daha fazladır. Rasûlüllah (s.a.v.) insanlar arasında sevginin oluşması için bir kural koymuş ve şu sözüyle ümmete öğütte bulunmuştur: "Hediyeleşiniz ki birbirinizi sevesiniz."[333]
Bu genel bir prensiptir. Peygamber (s.a.v.) çocuk duygusunun inşasında, o duygunun harekete geçirilmesinde, eğitim ve yönlendirilmesinde hayli önemli olan bu prensibi pratik olarak bize açıklamış bulunmaktadır.
Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayetine göre, Rasûlüllah'a (s.a.v.) ilk meyve getirilir ve "Allah'ım! Bize memleketimizde, meyvelerimizde ve ölçeğimizde bereket üstüne bereket veri" der, sonra o meyveyi orada bulunan en küçük çocuğa verirdi.[334]
Ishak b. Yahya b. Talha anlatıyor: Amcam İsa b. Talha ile beraber mescidde idim. Derken Saib b. Yezid içeri girdi, beni yanına çağırarak:
"Şu yaşh adama git ve ona: "Amcam îsa b. Talha sana Rasûlüllah'ı (a.a.v.) görüp görmediğini soruyor" de!
Ben de gittim ve:
“Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gördün mü? dedim. Bunun üzerine o şu cevabı verdi:
“Evet, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) gördüm, ben ve yanımdaki çocuklarla birlikte ona gitmiştik ve onu bir sepet içindeki hurmadan yerken bulmuştuk. Yanında bazı sahabiler de vardı. Bize de avuç avuç hurma verdi ve başlarımızı sıvazladı.[335]
Aişe (r.a.) der ki: Necâşî'den Rasûlüllah'a (s.a.v.) hediye olarak bir zinet eşyası gelmişti. Bunların içinde Habeş işi kaşı olan altın bir yüzük de bulunuyordu. Rasûlüllah (s.a.v.) altın yüzükten kaçınarak onu bir çöple veya parmaklarının ucuyla aldı. Sonra Ebu'l-Âs ile kerimesi Zeyneb'ten dünyaya gelen torunu Ümâme'yi çağırdı ve: "Ey kızcağızım! Bunu zinet olarak talan?" buyurdu.[336]
Bir önceki maddede geçtiği üzere Peygamber (s.a.v.) çocukların başlarını sıvazlamak suretiyle his ve duygularını okşardı. Onlar da bu sevgi, şefkat ve merhamet duygusuyla kendilerinin büyükler tarafından sevilip ihtimam gösterildiğini hissediyorlardı. Enes (r.a.) der ki: Rasûlullah (s.a.v.) ensan ziyaret eder, onların çocuklarına selam verir ve onların başlarını sıvazlardı.[337]
Mus'ab b. Abdillâh anlatıyor: Abdullah b. Sa'lebe hicretten dört sene önce doğmuştu. Mekke'nin fethedildiği yıl Rasulüllah'a (s.a.v.) götürüldü. O da çocuğun yüzünü sıvazladı ve bereket duasında bulundu. Rasûlüllah'in (s.a.v.) vefat ettiğinde çocuk ondört yaşında idi.[338]
Abdullah b. Ca'fer (r.a.) der ki: Rasulüllah (s.a.v.) eliyle başımı üç defa sıvazladı. Sıvazladığı zaman "Allah'ım! Ca'fer'e evlat ihsan eyle" diye dua ederdi.[339]
Peygamber (s.a.v.) çocukların başının yanısıra mübarek elleriyle yanaklarını da sıvazlardı. Böylece o, çocukla ilgilenir ve onu sevindirirdi.
Sahabenin çocuklarından Câbir b. Semura anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra ailesinin yanına çıktı, ben de onunla beraber çıktım. Derken onu çocuklar karşıladılar. Onların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Benim de yanağımı sıvazladı. Onun elinde bir serinlik ve koku hissettim, sanki elini bir kokucu sepetinden çıkarmıştı.[340]
Bu rivayet, birden fazla olmaları durumunda hiçbir ayırım yapmadan adaletli bir şekilde çocukların yanaklarının sıvazlanmasını ortaya koymaktadır. Bu da, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çocuklara karşı takındığı ince ve hassas tavır ve davranışlardan biridir.[341]
Çocukla karşılaşmak kaçınılmaz bir durumdur. İlk karşılaşma çocuk için oldukça önemlidir, ilk karşılaşma iyi olursa çocuk konuşmayı sürdürebilir ve sorulan suallere cevap verebilir. Derken bu hareket onun gönlünün ve aklından geçen şeylerin açılmasına sebep olur. Problemlerini açarak düşüncelerini ifade eder. Bütün bunlar çocuğun sevgi, sevinç ve şaka ile güzel karşılanması halinde gerçekleşir..
Peygamber (s.a.v.) bizzat uygulamasıyla bunu ümmete göstermiş bulunmaktadır.
Abdullah b. Ca'fer anlatıyor: Rasulüllah (s.a.v.) yolculuktan geldiği zaman ehl-i beytinin çocukları tarafından karşılanırdı. Bir defa yine bir yolculuktan gelmişti. Herkesten önce beni karşılamaya götürmüşlerdi. O da beni önüne aldı. Sonra Fatıma'nın iki oğlu Hasan ile Hüseyin'den biri getirildi, onu da arkasına aldı. Böylece Medine'ye bir hayvan üzerinde üç kişi olarak girdik.[342]
Çok defa çocuk evden çıkar, yolunu kaybeder ve caddede sersem olarak dolaşır. İşte o zaman ana baba hemen çocuğun ardına düşer ve acele davranarak kısa zamanda onu bulabilirse, bu, çocuğun ruhunda büyük bir etki bırakır. Bunun geciktirilmesi ise o nisbette çocuğun ağlamasını, acı ve korkusunu artırır. Bundan dolayı Rasulüllah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'i bulmak için bizzat kendisi acele davranmış, ashabının da kendisine yardımcı olmalarını ve yollara dağılmalarını istemiştir.
Selman (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) etrafında idik. Derken Ümmü Eymen (r.a.) gelerek:
"Ya Rasûlallah! Hasan ile Hüseyin kayboldu" dedi. Gün de biraz ilerlemişti. Hemen Rasulüllah (s.a.v.):
"Kalkın da çocuklarımı arayın" buyurdu.
Bunun üzerine herkes bir yönü tuttu, ben de Peygamber'in (s.a.v.) yöneldiği tarafa gittim» Nihayet Peygamber (s.a.v.) Sefh-ı Cemel'e geldi ve Hasan ile Hüseyin'in birbirine kenetlenmiş olduklarını gördü. Bir de baktı ki kuyruğu üzerine dikilmiş ve ağzından ateş kıvılcımı çıkan bir yılan! Rasulüllah (s.a.v.) hemen o yılana doğru koştu. Yılan derhal sanki konuşurcasına Rasûlüllah'a (s.a.v.) yöneldi ve sonra taşların arasına girerek kayboldu. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.) Hasan ile Hüseyin'in yanma gelerek onları birbirinden ayırdı. Sonra yüzlerini sıvazladı ve şöyle dedi: "Anam babam feda olsun, Allah'ın nezdinde siz ne değerli çocuklarsınız!"
Sonra da onlardan birini sağ omuzuna, diğerini de sol omuzuna aldı. Ben dedim ki: .
"Ne mutlu size, ne güzel binit sizin binitiniz!" Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ne güzel binenler; Hasan ile Hüseyin! Babalan ise bunlardan daha hayırlıdır."[343]
Bu olayda açıkça görülmektedir ki, yılandan korktukları için birbirine kenetlenmiş Hasan ile Hüseyin'i kurtarmak için Rasûlüllah (s.a.v.) acele davranmış, onları birbirinden ayırmış, yüzlerini okşamış, dua etmiş, her ikisini omuzuna almış, sonra da: "Binen çocuklar ne güzel!" diyerek onları övmüştür. Bütün bunlar, çocuğa gösterilen şefkatin âdil, sağlıklı ve dengeli olması konusunda Peygamber'in (s.a.v.) çok titiz ve dikkatli olduğunu göstermektedir.[344]
Kız çocuğu ile yetim, şefkat, merhamet ve korumaya, diğer çocuklardan daha çok muhtaçtır. Çünkü bunlar zayıflık, güçsüzlük ve eziklik duygusuyla yaşarlar. Ayrıca toplum nezdinde bunların itibarı diğer çocuklara göre daha düşüktür. Gerçekten klasik ve çağdaş tüm cahilî toplumlar onların haklarını çiğnemiştir. Allah'ın kanun ve şeriatım uygulamaya koymaktan uzaklaşan bir ailenin, bir toplumun ve bir milletin yaşadığı coğrafyada, bu iki zayıfa; kız çocuğu ile yetime zulüm ve haksızlık yapılır. Cahiliye cahiliyedir; kılık değiştirerek ruh ve yapısıyla tekerrür eder. Eski ve klasik cahiliye, herkesin gözü önünde hiç utanmadan, alçakça ve şerefsizce zulüm sancağım kaldırıyor ve teşhir ediyordu. Çağdaş ve modern cahiliye ise zulüm ve haksızlığı raconuna uydurarak bazı anayasa maddeleriyle adeta şirin göstermiş, türü ne olursa olsun rezalet ve ahlâksızlığı yaşamada kız çocuğu ile yetim'için sınırsız bir hürriyet kapısını açmıştır. Böylece sözkonusu aile ve toplumlarda bu iki zayıf sınıf yok olup gitmiştir. Bütün bunlar karşısında onları kurtaracak yegâne nizam islamdır. islam onların haklarını savunur, onlara zulüm ve baskı yapanlara karşı kor. Hattâ herhangi bir zulüm ve vahşet sergilendiğinde, bu zulüm ve vahşetin mahkûm edilip adaletin gerçekleşmesi, bâtılın yok olup hakkın varolması için iman etmiş gönülleri bir bakıma tehdit ederek mücadeleye çağırır, onları teşvik ederek harekete geçirir. Kız çocuğu ve yetim hakkında aşağıda zikredeceğimiz birçok ayet-i kerîme ve hadis-i şerif, bizim görüş ve tesbitlerimizi doğrulayan belgeler durumundadır. Çünkü beşeriyeti yaratan Allah, şeriatının esas alınmaması halinde zulmün olacağını ve güçlünün zayıfı ezeceğini bilmektedir. Bu yüzden Peygamber (s.a.v.) bu iki zayıf sınıf hakkında şu uyanda bulunmuştur:
"Allah'ım! Ben şu iki zayıfın, yani yetim ile kadının hakkının gasp ve zayi edilmesinin günah ve haram olduğunu insanlara söylüyor, onları bundan sakındırıyor ve engelliyorum. (Sen şahit ol!)"[345]
Şimdi sözkonusu iki zayıfı kurtarmak için uygulamakla yükümlü olduğumuz kaide ve prensiplerin neler olacağı sorusuna cevap vermek istiyoruz.[346]
"Evin ıslahında en önemli faktör, bizce kadının eğitim ve öğretim seviyesinin yükseltilmesi, yeterli Ölçüde din ve ahlâkı öğrenebilmesi için okullardan faydalandırılması, ev sohbetleri ve araştırmaları yaparak çalışma alanının genişletilmesidir. Üstün ahlakta darb-ı mesel olmuş birçok fazilet örneği kadın bulunmaktadır. Nesîbe bint-i Ka'b, Esma bint-i Ebî Bekir, Safiyye bint-i Abdilmuttalib, Havle bint-i Ezver ve Sekme binti'l-Hüseyin onlardan birkaçıdır.
"Eğitimci olarak hazırladığında anayı hazırlamış olursun soylu bir halkı."
Üzülerek söylemeliyiz ki ülkemizde kız öğrencilere uygulanmakta olan eğitim programları ve öğrenim metodları oldukça yetersizdir. Onlara kazandırılması gereken bilgiler verilememektedir. Bu da İslam toplumunun geleceği için hiç de iyi bir durum değildir.
Kızlar bugün okullarımızda müzik, yabancı dil, uzay geometrisi, usûl ve kanun okumakta ama çocuk eğitimi, sağlık, psikoloji, din, ahlâk ve ev düzeni ve ekonomisinden hiçbir şey bilmemektedir. Bu eğitim metodu hedefe nasıl ulaştırabilir?
Bundan dolayı islam dünyasındaki başarısızlığın ve geri kalmışlığın sebebi, kızların eğitim probleminde aranmalıdır. Ana Sâliha bir kadın ise artık onun oğlunun, kelimenin tam manasıyla "adam" olacağını beklemelisiniz. Alimlerin biyografilerini okuduğunuz zaman, onların birçoğunun büyük olmasındaki sirnn, analarının onlara telkin ettikleri sağlam prensipler olduğunu görürsünüz.
Hz. Ali hakka gönül verip Rasûlüllah'a (s.a.v.) destek vermişse, Muâviye hilim ve deha sahibi olmuşsa, Abdullah b. Zübeyr ve Zübeyr'in kendisi cesur ve yiğit ise, bütün bunların sır ve hikmeti Fatıma bint-i Esed, Safiyye bint-i Abdilmuttalib, Esma bint-i Ebî Bekir ve Hind bint-i Utbe'de düğümlenmektedir. Eğer çocuk babasının sırrı ise, her kap ancak içindeki sıvıyı sızdırır. Bebeklik yıllarında beşiğinde yüksek ahlâka ve yiğitliğe teşvik eden anasının ninnilerini dinleyen bir çocuk, hikmet ve fazilet sahibi üstün bir insan olmaya layıktır, işte Abdullah b. Abbas, anası Ümmü'1-Fadl binti'l-Hâris el-Hilaliyye'nin tesiriyle bulunduğu seviyeye yükselmiştir. Bu çağın analarının yaptığı gibi, ilk zamandan itibaren kulağı hayasız müzik programlarında, şarla ve türkülerde olan bir çocuk da laubali, hafif meşrep, gevşek ve korkak yetişmeye layıktır. Ana, tüm dünyanın hocasıdır. Sağ eliyle beşiği sallayan kadın, sol eliyle de dünyayı sarsar. O halde evi ıslah edebilmemiz için, evin direği ve ruhu olan anayı ıslah etmemiz gerekir."[347]
Bu girişten sonra, kız çocuğunun eğitiminde esas olan şu üç temel kaideye geçebiliriz.
Herşeyden önce Kur'an cahiliye toplumlarında yaygın bir şekilde gündem konusu yapılan ve yapılacak olan kızlar konusunda insanların düşünce ve bakış açılarını sağlıklı bir yapıya kavuşturmuş, onların, hayatta erkeği tamamlayan, buna bağlı olarak birtakım haklan ve görevleri bulunan Allah'ın yarattığı varlıklar olduğunu ifade etmiştir. Düşünce ve bakış açısını düzeltmekle Kur'an yolun, başından itibaren kızlara güzel davranmaya ve onlara karşı görevin yerine getirilmesine insan psikolojisini hazırlamıştır. Bundan dolayı Kur'an, tedavi etmek üzere, asr-ı saadetin başında, kadınların hayatında yeni inkılaba sebep olan dejenere olmuş kafaları ve hasta ruhları tasvir etmektedir:
"Onlardan biri kız (çocuğu) ile müjdelendiği zaman, öfkelenmiş, olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içinde kalarak yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün? (bunu düşünür.) Bakın, verdikleri hüküm ne kadar kötüdür."[348]
Sonra Kur'an insan psikolojisini sarsarak sormaktadır. Cehaletten uyandırmak için vicdanına sormaktadır: "Diri diri toprağa gömülen kız çocuklarına "Hangi suçla öldürüldünüz, günahınız neydi?" diye sorulduğu zaman..."[349]
Rasûlüllah (s.a.v.) ise şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz Allah üç şeyi; analara başkaldırmayı, diri diri kızları toprağa gömmeyi, çocuğa birşey vermeyi vadettikten sonra onu aldatmayı yasaklamıştır."[350]
İbn Ömer'den gelen rivayete göre, bir adamın yanında kızları bulunuyordu. Adam onların ölümünü temenni etmişti. İbn Ömer derhal öfkelenerek "onların rızkım veren sen misin?" demiştir. [351]
Şu hadis de, kızlara bakışı düzeltme, onları çirkin görmeme ve onlara yakın olma konusunda Peygamber'in (s.a.v.) ana babalara bir mesajıdır: "Kız çocuklarını çirkin görmeyin! Zira onlar sempatik ve cana yakındırlar."[352]
Yüce Allah şöyle buyurur: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. O dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Veya onları hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır yapar. O herşeyi bilendir ve herşeye gücü yetendir."[353]
Ibnü'l-Kayyım, bu ayet için şu güzel açıklamayı yapmaktadır: "Yüce Allah kan ile "kocanın durumunu dört kısma ayırmış ve aralarında takdir buyurduğu çocuğu onlara bahşettiğini bildirmiştir. Kulun Allah'ın bahşettiğini hoş görmemesi, O'nun gadabı için yeterli sebeptir. Allah ayette "kız çocukları"nı önce zikretmiştir. Bazılarına göre bunun hikmet ve sebebi, kız çocuklarını teselli etmek ve gönüllerini almaktır. Çünkü ana baba onları yük görüyordu. Diğer bazı alimlere göre de -ki bu daha güzel bir yaklaşımdır- Allah dilediğini yapar, ana baba değil! Çünkü ana baba genellikle oğlan çocuklarını ister. Yüce Allah da dilediğini yaratacağını bildirerek, ana babanın istemediği ama kendisinin dilediği sınıfi sözkonusu etmekle başlamıştır. Kanaatimce bunun bir başka sebebi daha var: Diri diri toprağa gömecek kadar azgınlaşan cahiliyenin sona bıraktığı kız çocuklarına Allah öncelik hakkı vermiş ve şunu demek istemiştir: "Size göre sona bırakılan bu sınıf benim nezdim-de önce zikredilmeye değer niteliktedir."
Âyette Allah'ın "kız çocuklarını, yani "inâs" kelimesini nekre (belirsiz isim), "erkek çocuklan"ın, yani "ez-Zükûr" kelimesini de ma'rife (belirli isim) kılması düşünmeye değer, önce zikretmek suretiyle kızlarda görülen eziklik ve eksikliği telâfi etmiş, erkek çocuklarım "ma'rife" kılmakla da onları ertelemeden doğan eksikliği gidermiştir. Çünkü "nekre" bir kelimeyi "ma'rife'" kılmak onu yüceltmek, övmek ve şöhretli duruma getirmek demektir. Yüce Allah adeta şöyle buyurmuştur: "O, dilediğine sizin de bildiğiniz toplumun at binebilen seçkin sınıfını bahşeder." Sonra ayette iki zayıf cinsi birlikte ifade edince, her bir cinse öncelik ve sonrahk hakkını vermek için de "erkek çocukları'nı, yani "zükrân" kelimesini önce zikretmiştir. Şüphesiz Allah bundan kas-dedileni daha iyi bilir. Allah Teala kadınlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Eğer onlardan hoşlanmazsanız, biliniz ti, Allah'ın, hakkında çok hayır kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz."[354]
Kızlar da öyledir. Kul için bazan onlarda dünya ve ahiret hayrı olabilir. Kız çocuklarından hoşlanmamanın ayıp ve çirkinliği konusunda, Allah'ın razı olup kuluna verdiğini beğenmemesi günah olarak yeter.
Salih b. Ahmed der ki: Babamın bir kız çocuğu doğduğunda "Peygamberler, kızların babalan olmuşlardır" derdi.
Ya'kub b. Bahtân da der ki: Benim yedi kızım dünyaya geldi. Ne zaman bir kız çocuğum doğmuşsa Ahmed b. Hanbel'in yanına varmışımdır ve bana şöyle demiştir: "Ey Ebu Yusuf! Peygamberler kız çocuklarının babalarıdır." Onun bu sözü benim üzüntümü giderirdi."[355]
Kız çocuğunun eğitimi konusundaki birinci kaide şöyle özetlenebilir: Kızlar hakkındaki bozuk düşünceyi izale etmek, onları çirkin görmemek, Allah razı olup ana babaya bağışladığı için onu sevmek, hayrın, kulun kendi için seçtiğinde değil, Allah'ın kul için tercih ettiğinde olduğunu bilmek.[356]
İslam düşüncesi, Allah'ın kendilerine kız ve oğlan verdiği ana babaya, çocuklara davranış metodunu öğretmiş, bunun da adalet ve eşitlikle olacağını bildirmiştir. Hattâ Peygamber (s.a.v.) bunun, cennete girme yollarından birisi olduğunu ifade etmiştir. Bunun için de oğlanı kıza tercih etmemek gerekir. Sevgide, bahşişte, mal ve hediye takdiminde, bilgi ve kültür kazandırmada, ilişkilerde hattâ öpmede eşitlik şarttır.
İbn Abbas'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimin bir kız çocuğu olur da, onu toprağa gömmez, hor görmez ve oğlan çocuğunu ona tercih etmezse, Allah onu cennete koyar."[357]
Enes (r.a.) anlatıyor: Peygamberin (s.a.v.) huzurunda bir adam bulunuyordu. Adam oğlunu dizi üzerine oturttu. O sırada adamın kızı geldi, onu da önüne oturttu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) "Onlar arasında eşit davranmadın; âdil davranmalıydın" buyurdu.[358]
İşte Rasulüllah (s.a.v.) oğlan ve kız çocuklarına karşı, insan topluluklarının bilmediği, çocuk eğitimi konusundaki batılı kaynakların öğretmediği, kendilerini eğitimci ve psikolog olarak tanıtan kimselerin bile akıllarından geçmeyen bir incelik ve hassasiyette davranıyordu.
İslam şeriatı, insan psikolojisiyle çatışmak için değil, onu eğitmek ve yetiştirmek üzere bir siyaset izlemiştir. Kız çocuklarını terbiye etmeye mukabil bol ecir, onlara gösterilen sabır ve tahammüle mukabil de büyük sevap vardır. Bu ecir ve sevap ana babanın acısını dindirmek ve onları rahatlatmak, kız çocuklarını yetiştirme hususunda onların önem ve rolünü bildirmek için va'dedilmiştir.
Konuyla ilgili hadisler şunlardır:
a) Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bulûğ yaşına kadar iki kız çocuğunun bakım ve terbiyesini üzerine alan kimse, kıyamet gününde benimle beraber şu şekilde gelir" buyurdu ve parmaklarını birleştirdi.[359]
b) Âişe (r.a.) anlatıyor: iki kızıyla birlikte bana bir kadın geldi. Benden birşeyler istiyordu. Ama yanımda bir tek kuru hurmanın dışında birşey bulamadı. Derken onu kendisine verdim. Kadın onu iki kızına bölüştürdü. Kendisi ondan birşey yemedi. Sonra kalktı ve gitti. Ardından Peygamber (s.a.v.) yanıma geldi. Olup biteni ona anlattım. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bir kimse herhangi bir şeyle şu kız çocuklarıyla imtihan edilir de onlara iyi davranır ve bakarsa, kız çocukları onun için cehennem ateşine karşı perde olurlar."[360]
c) Ebu Saîd el-Hudri'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimin üç kızı veya kızkardeşi yahut iki kızı veya iki kızkardeşi olurda onlara iyi davranır ve Allah'tan korkarsa, ona cennet vardır."[361]
d) Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimin üç kızı olur da onların külfet ve sıkıntılarına katlanırsa cennete girer."[362]
Hadisin başka bir rivayeti ise şöyledir: Bir adam:
“Ya Rasûlallah, iki kızı olursa, deyince, Peygamber (s.a.v.):
“İki de öyle, cevabını vermiş, adam tekrar:
“Ya Rasûlallah, bir kızı olursa, deyince de Peygamber (s.a.v.) yine:
“Bir de öyle, cevabını vermiştir.
e) Ukbe b. Âmir el-Cühenî, Rasulüllah'dan (s.a.v.) şu hadisi işittiğini söylemiştir: "Kimin üç kızı olur da onlara katlanır; elindekilerden onları yedirir, içirir ve giydirirse, kız çocukları onun için kıyamet gününde cehennem ateşine perde/engel olurlar..."[363]
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi kız çocuklarının eğitiminin rolü büyüktür. Çünkü onlar geleceğin anaları ve yarının toplumunun kurucularıdır. Onlar, kahramanları dünyaya getiren, yakın zamanda tarih ve dünyayı sarsan dinamiklerdir. O halde herkes lazım ve kızkardeşini eğiterek toplumun ıslâhı için katkıda bulunmalıdır.[364]
Peygamber (s.a.v.), yetimlik safhasının bulûğ öncesi dönem olduğunu bildirmektedir. İhtilam (bulûğ-ergenlik) meydana geldiği zaman artık yetimlik sıfatı çocuktan kalkar.
Enes'den (r.a.) gelen rivayete göre Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bulûğdan sonra yetimlik yoktur."[365]
Yetimin eğitimim üç maddede özetleyebiliriz:[366]
Bulûğ yaşından önce babasını kaybetmiş olan[367] yetime bakmaya gönül ve vicdanları davet ve teşvik eden bazı hadisleri burada sıralamak istiyoruz. Yetim, her türlü ilgi ve yardıma layıktır. Çünkü o, eğitim almak için temel taşlardan birini yitirmiş bulunmaktadır.
a) Sehl'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben ve yetime bakan cennette şöyleyiz." Peygamber (s.a.v.) orta ve işaret parmaklarını göstererek aralarını ayırdı.[368]
b) Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Evlerinizin Allah'a en sevimli geleni* içinde ikram gören bir yetimin bulunduğu evdir."[369]
c) Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar hakkında en hayırlı ev, içinde kendisine iyi bakılan bir yetimin bulunduğu evdir. Müslümanlar hakkında en kötü ev ise, içinde kendisine iyi davranılmayan bir yetimin bulunduğu evdir. Ben ve yetime bakan cennette şu iki parmak gibiyiz."[370]
Peygamber (s.a.v.) katı kalplilere ve Allah'ın kendisine verdiği nimetlerin farkında olmayan tiplere, onları titretecek ve sarsacak şekilde faydalı bir reçete sunmaktadır:
Ebu'd-Derda (r.a.) anlatıyor: Bir adam Peygamber'e (s.a.v.) gelerek, katı yürekliliğinden şikayet ediyordu. Bunun üzerine adama şu nasihatta bulundu: "Kalbinin yumuşamasını ve ihtiyaç duyduğun şeyi öğrenmek mi istiyorsun? Yetime merhametli ol, onun başını sıvazla ve yemeğinden ona yedir ki kalbin yumuşasın ve ihtiyaç duyduğun şeyi elde edesin."[371]
Islah ve terbiyede yetim tamamen oğul gibi muamele görmelidir. Ne fazla sıkıştırılman ve katı davranmalı ne de hatalarını görmezlikten gelerek gevşek davranmalıdır.
Esma b. Ubeyd der ki: Ibn Sîrîn'e:
"Benim yanımda bir yetim var" dedim. Bunun üzerine bana şöyle dedi:
"Çocuğuna yaptığını ona yap; çocuğunu dövdüğün gibi onu da döv!"[372]
Şümeyse el-Atekiyye de şöyle der: Aişe'nin (r.a.) yanında yetimin edep ve terbiyesi konuşuluyordu. Bunun üzerine Hz. Aişe: "Ben yetimi, uslanıncaya kadar döverim" dedi.[373]
Rasulüllah (s.a.v.), babalanı şehid olup da yetim kalan çocuklara yardım ederdi.
Esma bint Umeys anlatıyor: Ca'fer ve arkadaşları şehid olduklarında Rasûlüllah'ın (s.a.v.) huzuruna varmıştım. (O gün) ben kırk deri tabaklamış, hamurumu yoğurmuş, çocuklarımı yıkayarak temizleyip. kokulamıştım. Hemen Rasûlüllah (s.a.v.): "Ca'fer'in çocuklarını bana getirin" buyurdu. Ben de hemen çocuklan Peygamber'e (s.a.v.) getirdim. Onları kokladı ve gözyaşlarını döktü. Ben:
“Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah! Seni ağlatan hadise nedir? Ca'fer ve arkadaşlanndan sana bir haber geldi mi? dedim. Peygamber (s.a.v.):
“Evet, onlar bugün şehid olmuşlardır, buyurdu.[374]
Ebu Şurayh Huveylid b. Artır el-Huzâî'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allahım! Ben şu iki zayıfın, yani yetim ile kadının hakkının gasp ve zayi edilmesinin günah ve haram olduğunu insanlara söylüyor, onları bundan sakındırıyor ve engelliyorum. (Sen şahit ol!)"[375]
Hz. Aişe anlatıyor: Bir adamın yetim bir kızı vardı. Derken onunla evlendi. Adamın hurma salkımı vardı. Yetim kız mal ve hurmada ona ortak oldu. Adam kızı kendi için tutuyordu ama nefsinden de bir şey gelmiyor, şehevî yönden bir şey duymuyordu. Bunun üzerine "Eğer (evlendiğiniz takdirde) yetim kızlar hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenin. Onlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın veya ellerinizin altında bulunan cariyelerle yetinin. Zulüm ve haksızlık yapmamanız için en uygun olan budur"[376] ayeti nazil oldu.[377] Başka bir rivayet ise şöyledir: Urve, sözkonusu ayeti Aişe'ye sorunca şu cevabı almıştır: "Ey kızkardeşimin oğlu! Bu,velisinin terbiyesinde bulunan yetime (yetim bir kız)dır. Velisi yetîmenin mal ve güzelliğine rağbet eder, mehrini noksan vermek ister. Bunun üzerine mehri ikmal edip adalet gözetmedikçe velilerin yetim kızlarla nikahlanmaları yasaklandı ve onların dışında helal olan kadınlarla evlenmeleri emredildi.
Aişe (r.a.) diyor ki: Bu ayetten sonra halk, kadınlar hakkında Rasûlüllah'dan (s.a.v.) fetva istedi; onlarla ilgili hukukî durumu sordu. Bunun üzerine Allah Teâlâ "Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: Onlara ait hükmü size açıklıyor: Kendilerine yazılmış olan (miras)ı vermeyip kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kadınlar hakkında Kitabta size okunan ayetler (de Allah hükmünü açıklamaktadır)"[378] ayetini indirdi.
Bu ayetle Allah onlara şunu açıklamış olmaktadır: Yetim kız varlıklı ve güzel olduğu zaman veliler onunla evlenmeyi isterler ve mehrini tam olarak vermezlerdi. Malı az olup pek de güzel olmayan yetime arzu edilmediği zaman da onu bırakırlar ve başka bir kadın arayışına girerlerdi. Aişe diyor ki: "Onlar madem arzu etmediklerinde onu bırakıyorlar, öyleyse arzu ettiklerinde de onların ancak adaleti yerine getirip mehrini tastamam vermeleri halinde onunla evlenmeleri mümkündür."[379]
Aişe (r.a.) "Zengin olan çekinsin (iffet göstersin). Fakir olan da meşru şekilde yesin..."[380] ayeti hakkında şöyle demiştir: "Bu ayet yetimin velisi hakkında indirilmiştir. Veli fakir olduğu vakit, yetimin malından malı miktarınca uygun şekilde yiyebilir."[381]
İbn Abbas (r.a.) der ki: 'Yetimin malına yaklaşmayın, ancak rüşdüne erinceye kadar en güzel bir tarzda (onun malını kullanıp geliştirebilirsiniz)"[382] ayeti ile "Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler, karınlarına ancak ateş koymaktadırlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir"[383] ayeti nazil olduğu zaman, yanında yetim bulunan kimse yetimin yiyecek ve içeceğini kendi yiyecek ve içeceğinden ayırmış, fazla gelen miktarı yetim yiyene kadar ve bozulana kadar bekletmeye başlamıştı. Derken bu uygulama onlara ağır geldi ve durumu Rasûlüllah'a (s.a.v.) bildirdiler. Bunun Üzerine şu ayet nazil oldu: "Ve sana yetimlerden soruyorlar. De ki: Onların durumunu düzeltmek daha iyidir. Eğer onlara karışır (birlikte yaşar)sanız onlar sizin kardeşlerinizdir."[384] Artık onlar bunun üzerine yiyecek ve içeceklerini onların yiyecek ve içeceklerine karıştırdılar.[385]
Yetimin malıyla ticaret yapmaya gelince, bu konuda da nebevî talimat bulunmaktadır:
Malik b. Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattab (r.a.): 'Yetimlerin mallarında ticaret yapınız ki zekat onları tüketmesin” demiştir.[386]
Amr b. Şuayb'ın dedesinden rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) kalka konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: "Dikkat edin! Kim malı olan bir yetimin velisi olursa, o malla ticaret yapsın. Onu zekatın yiyip tüketmesine bırakmasın."[387]
Avf b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ben ve yanakları moraran kocasından dul kalıp çocuğuna sabreden (darlık ve sıkıntılara tahammül ederek evlenmeyen) kadın cennette şu iki parmak gibiyiz; birbirimize yakınız."[388]
Böylece Rasûlüllah'ın (s.a.v.) iki zayıftan, yani kız çocuğu ile yetimden herbirine gösterdiği ihtimamı, dul kadının onlara gereken ilgiyi göstermesi için verdiği mesajı ve dul kadının da her türlü ikram ve hürmete layık olduğunu İfade eden müjdeyi görmüş oluyoruz.[389]
Büyük üstad Muhammed Hıdır Hüseyin[390], çocuk sevgisinde denge zaruretine işaret etmekte ve şu bilgileri vermektedir:
"Bazı insanlar, terbiyenin, çocukların ruh ve gönül dünyasında büyük bir etkiye sahip olduğunu bilirler. Fakat aşırı sevgiden doğan çok şefkat ve merhamet, o insanların güç ve salâbetini fazlasıyla kırmaktadır. Bu psikoloji zamanla, çocuklarının anormal davranışları ve kötü alışkanlıkları karşısında onları sessiz ve mukavemetsiz duruma sokar, bu ihmalkârlık çocukları sahte arzu ve şehvet dolu bir hayata; çılgın eğlence ve oyun yerlerine sürükler. Hayır, bu, hikmet ve İslam aile nizamıyla bağdaşmayan bir şefkattir. Kaldı ki şehvet dolu rezil bir hayata geçişten vahim sonuçlar doğar. Yakınlık ve şefkat oranında babalarla çocuklar arasinda uzaklık ve soğukluk meydana getirir, babaların zor ve sıkıntılı günler geçirmelerine, acı acı düşünmelerine sebep olur. Biz bu aşırı şefkati hoş karşılamamakla, ıslah ve eğitim metod-larını bilmeyen insanların yaptığı gibi çocuğun tüm arzu ve isteklerinin karşısına çıkılmasını kasdetmiyoruz. Çünkü böyle bir şey, çocukla izzet-i nefsi arasında engel olur; şahsiyet gelişimi, hür düşünce ve medenî cesareti önler. Derken çocuk bulunduğu çevrede ayak topu veya istedikleri yerde kullandıkları bir maşa gibi oyuncak haline gelir. Faydalı eğitim, sevgi mahsûlü ve eseri olarak meydana gelen eğitim şeklidir. Bu yolla şiddet, sertlik ve taşkınlık yavaş yavaş giderilebilir. Ana baba da çocuğunun şu şekilde dua etmesini temin ederler: "Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri için sen de onlara merhamet et!"[391]
Yazar sözünü şöyle sürdürür: "Bazı aile reisleri şimdiye kadar çocuk eğitiminin önemini anlamış değildirler. Onlar çocuğun bütün arzu ve isteklerini yerine getirmekle büyük bir gevşeklik göstermekte ve dilediğini yapmak üzere onu kendi haline serbest bırakmaktadırlar. Çok defa da kalabalık toplantı yerlerinde ona medhiye düzerek ve kendisinde olmayan özellikleri sayarak aşırı övgüde bulunmuşlardır. Bu yaptıkları gerçekten çok fena birşeydir. Keşke onlar bunun farkında olsalardı! Böyle yapmakla onlar, o zavallı çocuğa tüm güzel âdap kapılarını yüzüne kapayan ve kendisiyle mutluluk arasında perde olan bir tuzak kurmuşlardır."[392]
Görüldüğü üzere şefkat, merhamet ve duygusal yapı dengeli olması durumunda, Allah'ın izniyle her zaman meyvesini veren bir yapı ve keyfiyet arzetmektedir. Şefkat ve merhameti yemek öğününe benzetebiliriz. Çok yemek hastalık ve hazımsızlığa yol açtığı gibi, aşırı şefkat ve merhamet de ciddiyetsizlik ve gevşekliğe götüren naz hastalığına sebep olur.
Şimdi bu sevgi, şefkat ve merhamet dengeli bir duruma nasıl getirilebilir, sorusunu Üç maddede cevaplandırmak istiyoruz:
a) İnsanın Kendisinde ve Çocuğunda Şeriatı Tatbik Etmesi:
Ana baba sevgisinin bir hududu olduğu gibi, çocuk sevgisinin de bir sınırı vardır. Allah ve Rasulünün sevgisi ise her sevgiden önce gelir. Allah ve Sasulünün emri ile çocuk veya ana babanın arzulan çatıştığı zaman bu sevgi ölçü kabul edilir. Böyle bir durumda mü'min Allah ve Rasulünün sevgisine, emirlere uymaya ve yasaklardan uzaklaşmaya bakar.
Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Nefsim yed-i inde olan Allah'a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine babasından çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olmaz."[393]
Rasûlüllah (s.a.v.) minberde iken (torunu) Hasan'm ayağı kayıp sürçmüştü. Rasûlüllah (s.a.v.) hemen indi, Hasan'ı aldı ve "Mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (imtihan vesilesi)dir"[394] ayetini okudu.[395]
Efendimiz İbrahim'in (a.s.) oğlunu kurban etmek suretiyle Allah'ın emrine Öncelik tanımasıve oğlunun da ona boyun eğmesi, düşünen ve ibret alan insanlar için örnek bir hadisedir.
b) İnsanın Misafirperver ve Cömert Olması:
Rasûlüllah (s.a.v.) Hasan'ı alarak öptü. Sonra da şöyle buyurdu: "Gerçekten çocuk bir nevi cimrilik, korkaklık, bilgisizlik ve üzüntü sebebidir."[396]
Havle faint-i Hakîm'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), kızının iki oğlundan (Hasan ve Hüseyin'den) birini kucağına alarak (evinden) çıkmış ve şöyle buyurmuştu: "Şüphesiz siz insanı, cimri, korkak ve bilgisiz kılarsınız. Hiç şüphesiz siz Allah'ın lütfettiği rızık ve kokulu meyvelerdensiniz."[397]
Zemahşerî, hadisle alâkalı şu açıklamayı yapar: "Çocuk, malını kendisine bıraktırmak için babasını cimriliğe, ilim tahsilinden meşgul ettiği için cehalete, öldürülüp de kendisinden sonra çocuğun kalmamasından endişe ettiği için korkaklığa, çocuğun başına gelen olaylardan kederlendiği için de üzüntüye sokar. "Şüphesiz siz Allah'ın lütfettiği rızık ve kokulu meyvelerindensiniz" sözü de, babalarının koklaması, öpmesi ve dolayısıyla çocukların, Allah'ın bitirdiği nazık ve kokulu meyveler cümlesinden olması demektir.[398]
Geleceğe yönelik ekonomik kaygılar yüzünden çocuğun ana baba için cimrilik sebebi olması bir nevi hastalıktır. Bunun tedavisi ise misafire ikramda bulunmaktır. Sahabe bunu yapmış, Rasûlüllah (s.a.v.) onların yaptığına sevinmiş ve Allah'ın da hoşuna gitmiştir. Ebu Hüreyre anlatıyor: Bir adam Kasulüllah'a (s.a.v.) gelerek:
“Ben muhtacım, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bir zevcesine haber gönderdi. O da:
“Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, yanımda sudan başka birşey yok, dedi. Sonra başka bir zevcesine haber gönderdi. O da onun gibi söyledi. Nihayet bütün zevceleri aynı şeyi söylediler. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Bu zatı kim misafir edecek? Allah ona rahmet etsin! buyurdu. Hemen ensardan Ebu Talha adında bir adam kalkarak:
“Ben ya Rasûlallah! dedi.
Ve o zatı evine götürdü. Karısına: "Yanında birşey var mı?" diye sordu. Kadın: "Hayır! Sadece çocuklarımın yiyeceği var" dedi. Adam: "Sen onlan bir şeyle oyala ve uyut! Misafirimiz içeri girdiğinde lambayı söndür ve ona biz de yiyormuşuz gibi göster. O yemeğe davrandığında lambaya kalk sonra onu söndür!" dedi. Kadın da öyle yaptı. Böylece oturdular ve misafir yemeğini yedi. Ama kendileri aç olarak gecelediler. Sabah olunca Peygamber'e (s.a.v.) vardı. O da şöyle buyurdu:
“Karı-koca her ikinizin misafire yaptığınıza Allah taaccüp etti/ sevindi.
Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: "Kendileri sıkıntı ve zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler."[399]
Şu ölçü ve dengeye balan! Bu planın güzelliği, çocuklarının ihtiyacı olmasına rağmen misafire ikram edebilmektir. Bu güzelliği batılı eğitimin yakalayabilmesi mümkün değildir.
Ömer b. Hattab anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) birgün bize sadaka vermemizi emretti. Bu da yanımda malımın olduğu bir zamana rastlamıştı. Ben "Eğer birgün Ebu Bekir'i geçeceksem bugün geçebilirim" dedim. Malımın yansını ben getirdim. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav):
“Aile efradına neyi bıraktın? dedi. Ben:
“Bir o kadar, dedim.
Ebu Bekir ise yanında bulunan malın hepsini getirdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Ey Ebu Bekir! Aile efradına neyi bıraktın? dedi. O:
“Allah ve Rasûlünü onlara bıraktım, dedi. Bunun üzerine ben:
“Artık seninle ben hiçbir zaman yarışamam, seni geçemem! dedim.[400]
c) Çocuğun Hastalığına ve Ölümüne Sabretmek ve Bunun Sevabını Allah'tan Beklemek:
1- Çocuğun Hastalığına Sabretmek:
Ebu Hüreyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mü'min erkek ve mü'mine kadının kendinde, çocuğunda ve malında bela ve musibet eksik olmaz. Nihayet o günahsız ve hatasız olarak Allah'a kavuşur."[401]
Muhammed b. Hâlid, bir sahabi olan dedesinden Rasûlüllah'tan (s.a.v.) şu hadisi işittiğini söylemiştir: "Kul kendisi için cennette hazırlanmış bulunan derece ve makama kendi ameliyle ulaşanı ay acaksa, Allah onun bedenine, malına veya çocuğuna bela ve musibet verir."
Başka bir rivayette şu ziyade mevcuttur: "Sonra Allah o kulu bu bela ve musibete sabrettirir. Nihayet o kulu kendi katından hazırlamış olduğu derece ve makama ulaştınr."[402]
2. Çocuğun Ölümüne Sabretmenin Sevabı:
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Erkek çocuğa gelince, onun ana babası mü'min kimselerdi. Bu yüzden çocuğun onlan azgınlık ve inkarcılığa sürüklemesinden korktuk. Böylece istedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin."[403]
İbn Kesir der ki Ayet "...Çocuk sevgisinin, ana babasını küfürde çocuğuna tabi olmasına sevketmesinden korktuk..." manasına gelmektedir.
Katâde şöyle der: "Şüphesiz ana babası çocuğun doğumuna sevinmiş, öldürülmesine de üzülmüştü. Eğer çocuk kalacak olsaydı, ana babasının helaki onun yüzünden olacaktı. O halde insan Allah'ın kaza ve takdirine rıza göstersin. Allah'ın hoşlanmadığı şeylerde mü'min için kaza ve takdiri, hoşlandığı şeylerde mü'min için kaza ve takdirinden daha hayırlıdır."[404]
Musa'dan (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Kulun çocuğu öldüğü zaman Allah meleklerine: " - Kulumun çocuğunun ruhunu aldınız mı? der. Onlar:
“Evet, derler. Allah:
“Kulumun gönlünün meyvesini aldınız mı? der. Onlar:
“Evet, derler. Allah:
“Kulum ne söyledi, der. Onlar:
“Sana hamdetti ve "İnna lillah ve inna ileyhi râciûn" (Biz Allah için varız ve biz O'na döneceğiz) dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Kulum için cennette bir ev yapın ve adını da "hamd evi" (beytü'1-hamd) koyun."[405]
Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) oğlu ibrahim'in yanına girdi. Artık ibrahim can veriyordu. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) iki gözü yaş dökmeye başladı. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf:
Sen de mi ya Rasûlallah? dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“Ey İbn Avf! Bu durum bir merhamet ve şefkattir, buyurdu. Sonra o göz yaşını bir diğeri takip etti. Bu defa Rasûlüllah (s.a.v.): "Göz yaş döker ağlar ve kalp üzülür. Biz, ancak Rabbimizin razı olacağı sözleri söyleriz. Ey İbrahim! Biz, senin ayrılışınla çok mahzunuz" buyurdu.[406]
Hadis hafızı İbn Hacer, bu hadis üzerine şu açıklamayı yapmaktadır; "İbn Battal ve diğer âlimler der ki: Bu hadis mubah olan ağlamayı ve caiz olan üzüntüyü izah etmektedir. Bu da, Allah'ın hükmüne öfke duymaksızın gözün yaş dökmesi, kalbin rikkat ve merhametiyle olur. ilk anlaşılan şey budur. Bu hadis, çocuğu öpmenin ve koklamanın, süt kardeşliği ve süt emmenin meşru oluşu, çocuğun ziyaret edilmesi, can çekişen hastanın yanma varılması, aile fertlerine merhamet edilmesi, gizlenmesi daha uygun olmakla birlikte üzüntü ve kederin açığa vurulmasının caiz oluşu gibi hükümler ihtiva etmektedir. Aynca hadis, hitap esnasında başka birisinin kasdediîebileceğini da ifade etmektedir. Bütün bunlar Peygamber'in (s.a.v.) çocuğu İbrahim'e yaptığı hitap tarzından anlaşılmaktadır. Çünkü ibrahim, küçük olması ve ölümle karşı karşıya gelmesi dolayısıyla o anda hitabı anlayacak durumda değildi. Ancak Peygamber (s.a.v.) bu hitabıyla, yaptığının yasak kapsamına girmediğini göstermek için orada bulunanları kasdetmiştir."[407]
Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Buluğa ermemiş üç çocuğu ölen bir müslümanı Allah, çocuklara olan merhameti sebebiyle cennete sokar."[408]
Ebû Hüreyre'denfr.a.) rivayet edilen hadiste de Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç çocuğu ölen bir müslümana cehennem ateşi dokunmaz. Yalnız yemini bozmayacak kadarı (yani, az bir zaman) bu hükmün dışındadır (ateşe girse bile orada pek az kalır)."[409]
Hadiste geçen “yemini bozmayacak kadar” ifadesini “içinizden oraya (cehenneme) uğramayacak hiçbir kimse yoktur.”[410] (ayetiyle açıklamaktadır. Ayette geçen "uğramak" (vürûd), cehennemin sırtı üzerine kurulmuş köprüden/sırattan geçmek demektir.
İbn Hacer, bu iki hadis üzerine şu açıklamayı yapmaktadır: "Çocukların ergenlik yaşına erişmemeleri, kendilerine günahın yazılmaması demektir.
Halil der ki: "Çocuk buluğa erişti" deyimi, amel defterine tescil edilmek üzere yaptığının yazılması için kullanılır. Hadiste geçen ve "buluğ" diye tercüme edilen "hins" kelimesi "günah" manasına gelmektedir. Nitekim Allah Teâlâ "Onlar büyük günah (şirk)[411] üzerinde ısrar ediyorlardı" buyurmaktadır.[412]
Bunun, yeminini bozması durumunda çocuğun sorumlu tutulacağı bir yaşa ulaşması manasına geldiği görüşünde olan da vardır.
Râğib şöyle der: Buluğun "hins" kelimesiyle ifade edilmesi, o dönemde artık insanın yaptıklarından sorumlu tutulmasından dolayıdır. Hadiste özellikle "günah"ın zikredilmesi, günahın buluğ dönemiyle birlikte meydana gelmesinden ötürüdür. Çünkü çocuk bazan yaptıklarından sevap kazanır, özellikle çocuğun zikredilmesi ise, ona karşı sevgi, şefkat ve merhametin çok fazla olması sebebiyledir. Buna göre, buluğa erişmesinden sonra çocuğunu kaybeden kimse sözkonusu sevabı elde edemez. Ama genel prensib olarak çocuğun kaybedilmesinde sevap vardır. Çünkü müslümanlann çocukları cennettedir. Çocuklarına merhametleri sebebiyle babalarını affeden Allah'ın, onlara merhamet etmemesi uzak bir ihtimaldir.
Mühelleb der kic Alimlerin ekseriyeti (cumhur), müslümanlann çocuklarının cennette olacağı kanaatindedir. Azınlığı oluşturan bir gurup âlim ise bu konuda tevakkuf etmiş; .çekimser kalarak bir fikir belirtmemiştir."[413]
Beyhakî, el-İ'tikâd adlı kitabının "Çocuklar İslam Fıtratı Üzere Doğarlar" bölümünde şunları söyler: Yüce Allah, mü'minin neslini -onun gibi amel etmemiş olsalar bile- kendisine katmak suretiyle ümmetine lütuf ve ikramda bulunmuştur. Onların cennete gireceklerine dair birçok rivayet gelmiş, bu rivayetlerle de onların âhiret saadetine nail olacaklarını öğrenmiş bulunuyoruz.
O rivayetlerden bir kısmı şunlardır: Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayetine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır; "Müslümanların çocukları cennetin ayrılmaz minikleridir/vazgeçilmez parçalarıdır."[414]
Yine Ebû Hüreyre'nin (r.a.) rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Müslümanların çocukları cennette bir dağdadır, İbrahim (a.s.) ve (zevcesi) Sâre onları üzerlerine almışlardır. Kıyamet günü geldiği zaman onları babalarına vereceklerdir."
Muâviye b. Kurrâ'rin, babası vasıtasıyla -Peygamber'in (s.a.v.), oğlu ölen bir adama yaptığı başsağlığı ziyareti esnasında yaptığı rivayete göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Ey adam! Oğlunla uzun bir hayat yaşaman mı yoksa yarın cennet kapılarından birisine geldiğinde, onun senden önce gelerek sana kapıyı açtığını görmen mi daha güzeldir? Adam:
“Ya Nebiyyallâh! Tabii ki onun benden önce cennet kapılarında bulunması bana daha sevimlidir, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“İşte bu sana verilecektir, buyurdu. Derken ensardan bir adam kalkarak:
“Ya Nebiyyallâh! Canım sana feda olsun, bu müjde sadece özel olarak bu adama mı aittir? Çocuğu ölen bir müslüman için de aynı müjde var mıdır? dedi. Peygamber (s.a.v.):
“Çocuğu ölen bir müslüman için de bu müjde bahis konusudur, dedi.
İmam Şafiî (r.a.) der ki: Müslümanlann çocuklarının cennete gireceklerine dair hadisler bulunmaktadır."
Konuyla ilgili hadisleri maddeler halinde sıralamak istiyoruz:
a) Ümmü Habîhe'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Buluğa ermemiş Üç çocuğu ölen bir müslümanın çocukları kıyamet gününde getirilir ve nihayet cennet kapısında durdurulur. Onlara şöyle denir:
“Cennete girin! Onlar:
“Babalarımız girmedikçe hayır! derler. Bunun üzerine onlara:
“Siz ve babalarınız birlikte cennete girin! denir.[415]
b) Ukbe b. Âmir'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "üç çocuğunu kaybeden bir kimse, onların ecir ve sevabını Allah'tan beklerse cennet ona vacib olur."[416]
c) Üsâme b. Zeyd (r.a.) anlatıyor: Peygamber'in (s.a.v.) kerîmesi "Oğlum can vermek üzeredir, hemen bize gel!" diye Rasûlüllah'a (s.a.v.) haber göndermişti. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kerîmesine selam göndererek şöyle diyordu: "Aldığı da verdiği de Allah'a aittir. O'nun katında herşey belli bir süre iledir. Sabretsin ve sevabını beklesin!" Daha sonra kerîmesi yemin ederek Rasûlüllah'ın (s.a.v.) mutlaka gelmesi gerektiğini söylemek üzere elçiyi tekrar gönderdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) kalktı. Onunla birlikte Sa'd b. Ubâde, Muâz b. Cebel, Übeyy b. Ka’b ve Zeyd b. Sabit de kalktılar. Derken çocuk Rasûlüllah'a (s.a.v.) arzedildi. O da onu kucağına aldı. Ama çocuk can çekişiyordu. Bu hadise üzerine Rasûlüllah'ın (s.a.v.) gözleri doldu ve gözyaşı döktü. Sa'd:
“Bu ne ya Rasûlallah! deyince, Rasûlüllah (s.a.v.):
“Bu bir rahmettir. Allah onu kullarının kalplerine koymuştur. Allah ancak merhametli olan kullarına rahmet eder, buyurdu.[417]
d) Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Bir kadın Peygamber'e (s.a.v.) çocuğunu getirerek:
“Ya Rasûlallah! Bunun için Allah'a dua et! Üç tanesini toprağa verdim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Gerçekten sen sağlam ve kuvvetli bir engel ile cehennemden korundun! Onlar cennetin ayrılmaz minikleridir/vazgeçilmez parçalarıdır. Onlardan birisi babasıyla karşılaşır, elbisesinin bir tarafından tutar ve cennete girmedikçe ondan ayrılmaz."[418]
e) Ebu Saîd el-Hudrî anlatıyor: Bir kadın Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelerek:
“Ya Rasûlallah! Erkekler senin hadisini (söz ve konuşmalarını) götürdü. Bize de bir gününü ayır da o gün sana gelelim. Allah'ın sana öğrettiğinden bize de öğretirsin, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“Şu ve şu gün toplanın! buyurdu. Derken kadınlar toplandılar. Rasûlülah (s.a.v.) da yanlarına gelerek Allah'ın kendisine öğrettiğinden onlara da öğretti. Sonra şöyle buyurdu: "İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, üç çocuğunu Önden (âhirete) göndersin de onlar ona cehennem ateşinden bir perde olmasınlar."
Bunun üzerine bir kadın:
“ îkiyi de, ikiyi de, ikiyi de! deyince Rasûlüllah (s.a.v.):
“İkiyi de, ikiyi de, ikiyi de, buyurdu.[419]
f) Saîd Ibnu'l-Müseyyib diyor ki: Hiç günah işlememiş bir çocuğun cenaze namazını kıldıran Ebû Hüreyre'nin arkasında namaz kıldım. Onun şöyle dediğini işittim: "Allah'ım! Onu kabir azabından koru!"[420]
g) Ümmü Kays bint Mıhsan anlatıyor: Oğlum vefat etmişti. Onun üzerine titrerdim. Onu yıkayacak olan kimseye:
“Oğlumu soğuk su ile yıkama! Aksi halde onu katletmiş olursun! dedim. Bunun üzerine Ukkâşe b. Mıhsan, Rasûlüllah'a (s.a.v.) giderek Ümmü Kays'm sözünü anlattı. Peygamber (s.a.v.) gülümsedi ve Ümmü Kays'ın dediğini söyledi.
Râvî diyor ki: "Ümmü Kays uzun zaman yaşadı. Onun kadar uzun ömürlü başka bir kadın bilmiyoruz."[421]
h) Hasan el-Basrî[422] diyor ki: Cenaze namazı kıldıracak olan kimse çocuk üzerine Fatiha suresini okur ve şöyle dua eder: "Allah'ım! Bu çocuğu (cennette) bizi karşılayıcı ve bizim için âhiret mükafatı kıl!"[423]
ı) Mekhûl'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Mü'minlerin çocukları cennettedir. Babaları İbrahim (a.s.) onları himaye etmektedir."[424]
j) Muhammed b. Sîrîn'den rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Güzel olmakla birlikte kısır olan kadını bırakın.[425] Ama siyah olmakla birlikte çok doğurgan olan kadınla evlenin! Çünkü ben kıyamet gününde diğer ümmetlere karşı sizinle, hatta yavaş davranan eksik ve düşük yavru ile iftihar edeceğim. O yavruya "Sen, anan ve baban birlikte cennete gir!" denilir.[426]
k) Abdulmelik b. Umeyr ve Asım b. Behdele 'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Müslüman ümmetlerin çocuklarına kıyamet gününde "cennete girin" denilir. Onlar hemen ana-babalarmın eteklerine yapışırlar ve: "Rabbimiz! Ana-babamızı isteriz!" derler. Bunun üzerine onlara: "Siz, ana ve babalarınız cennete girin" denilir. Sonra eksik ve düşük olan çocuk gelir ve ona "Cennete gir" denilir. Ağır ve yavaş davranan çocuk: "Rabbim! Ana-babamı isterim" der ve nihayet onlar da çocukla birlikte cennete girer."[427]
l)Enes'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İbrahim benim oğlumdur. O memede iken Öldü. Onun iki tane süt anası vardır. Süt emzirme süresini cennette tamamlayacaklardır."[428]
m) Bir grup sahabeden rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde çocuklara[429]:
“Cennete girin, denilir. Onlar:
“Ya Rabb! Ana ve babalarımız girmeden biz de girmeyiz, derler ve girmek istemezler. Bunun üzerine Allah Teala:
“Neden onların ağır ve yavaş davrandıklarını görüyorum? Cennete girin! buyurur. Onlar:
“Ya Rabb! Babalarımızı isteriz, derler. Bunun üzerine Allah:
“Siz ve babalarınız cennete girin! buyurur.[430]
Şüphesiz saliha bir eş, çocuğun Ölümü üzerine gösterilmesi gereken sabır ve metanette büyük rol oynar; kocasını sabır ve metanete davet eder, analık duygusallığını yenerek kocasının gönlüne sürür koyar, işte önümüzde bu tesbitimizi pekiştiren bir hadise bulunmaktadır. Bu hadise, aynı zamanda her saliha hatun için de güzel bir örnektir.
Enes (r.a.) anlatıyor: (Üvey babam) Ebu Talha'nın bir oğlu ölmüştü. O sırada kendisi dışarıdaydı. Karısı Ümmü Süleym oğlunun öldüğünü görünce, bir şey hazırladı (yani yıkadı, kefenledi) ve onu evin bir tarafina koydu. Derken Ebu Talha geldi ve:
“Oğlan nasıldır? dedi. Karısı:
“Sâkinleşti. Ben onun istirahat etmiş olmasını umuyorum, dedi. Nihayet sabah olunca kocası boy abdesti aldı.[431] Evden çıkmak isteyince karısı ona çocuğun öldüğünü bildirdi. Kocası Ebu Talha Peygamber'le (s.a.v.) beraber namaz kıldı. Sonra kendileriyle ilgili olup bitenleri Peygamber'e (s.a.v.) anlattı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
"Umarım Allahu Teala bu gecenizi sizin için bereketli kılmıştır" buyurdu.
Ensardan bir şahıs: "Ben onların dokuz çocuğu olduğunu gördüm, hepsi de Kur'an okurdu" dedi.[432]
İmam Nevevî, çocuğunu kaybeden babaya taziyede bulunma konusunda şunları söyler: imam Şafiî der ki: Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in (r.a.) bir oğlu ölmüştü. Kendisinde bir üzüntü ve tasa görülmemişti. Bundan dolayı da onu kınayanlar olmuştu. Bunun üzerine o şöyle dedi: "Ehl-i beyt olarak biz, Allahu Teala'dan isteriz. O bize verir. Hoşumuza gitmeyen birşeyi O, kendisinin sevdiği bir şeyde irade ve takdir buyurduğu zaman artık biz ona rıza gösteririz."
Oğlunun ölümü sebebiyle taziyede bulunmak üzere bir adam arkadaşına bir mektup göndermişti. Mektuba şunları yazmıştı: İmdi, gerçekten çocuk yaşadığı sürece babası için bir üzüntü ve imtihan vesilesidir. Babasından önce ölmesi durumunda ise çocuk ahirette bir rahmet sebebidir. O halde çocuktan dolayı başından geçen olaylara üzülme ve ona mukabil Allah'ın lütfettiği rahmetini zayi etme!" (615)
Böylece iyi bir evladın bütünüyle hayır olduğunu görmüş oluyoruz. Ana babasından sonra yaşayan bir çocuk dua ve istiğfarda bulunmak suretiyle onların derecelerini yükseltir. Onlardan önce ölen bir çocuk ise cennete girmelerine sebep olur. Bundan dolayı Îbnu'l-Kayyım çocuktan bahsederken diyor ki: "Ana babasından sonra yaşarsa onlara fayda verir. Onlardan önce ölürse yine faydası dokunur."[433]
"Çocuklarımıza Kur'an'ı ve atıcılığı öğretmekle emrolunduk"[434]
Hâlid b.Velîd(r.a.)[435]
Oyun, çocukta doğuştan gelen bir tabiat ve Allah'ın onda yarattığı, bir içgüdüdür. Bunun temelinde çocuğun fiziksel gelişiminin mükemmel bir tarzda tamamlanması yatmaktadır. Çünkü insan yavrusu, canlılar arasında en uzun süre içinde gelişimini tamamlayan varlıktır. Kasların ve tüm bedenin gelişimi çocukluk döneminde gerçekleşir. Artık o dönemden sonra kas, kemik, göğüs, ciğer ve diğer uzuvların daha sağlam ve daha kuvvetli bir şekilde gelişmesi.zorlaşır. Bu dönemden sonra bir insanın aktif bir sporcu veya atletik bir vücuda sahip olamayacağı dikkate alınırsa, onun "çocukluk dönemi geçtikten sonra spor yapmadan ben vücudumu sağlam ve atletik bir yapıya kavuşturmak istiyorum" sözünün doğruluk derecesi ve başarı oranı gerçekten zayıftır. Bu yüzden küçüklüğünde çocuğun bedensel yapısının hakkını vermek gerekir. Tabiî küçükken ana babasını veya kendisiyle ilgilenen kimseleri kaybetmiş olan çocuklar, bunu daha sonraki yıllarda kısmen telafi edebileceklerdir.
îlk dönem âlimleri çocuğun beden yapısının ve oyun oynamasının önemine dikkat çekmiş bulunmaktadır, imam Gazzâlî, Ihyâ'sında diyor ki: "Kur'an mektebinden gelen çocuğun yorulmayacak şekilde güzelce oyun oynamasına ve okulun yorgunluğunu üzerinden atmasına izin verilmelidir. Çünkü çocuğun oyun oynamasını engellemek ve onu sürekli öğretimle meşgul etmek, kalbini öldürür ve zekasını işletmez hale getirir. Onun için hayat çekilmez bir hale gelir ve nihayet dersten kurtulmak için kaçacak bir yol arar."
Çocuğun oyun ve sporla meşgul olmasını engellemek bazan tehlike sinyalleri de verir. Çok geçmeden o gelişir, büyür ve nihayet eninde sonunda bedensel veya ruhsal bir hastalık olarak ortaya çıkar.
Buluğ çağına girdiği zaman çocuğun, şer'î hükümlerle mükellef olduğunu, çocukluk dönemini geride bırakıp büyük ve küçük günahlardan hesaba çekileceği, söz, fiil ve davranışlarının amel defterine yazılacağı yeni bir hayata başladığını biliyoruz. Ayrıca bu şer'î hüküm ve dinî vecibelerin sağlam bir bünyeye, sağlıklı ve eğitilmiş bir vücuda ihtiyaç duyduğunu da biliyoruz. Namaz, oruç, hac ve cihad, bu dinin temel direkleridir; güçlü ve aktif bir mü'mine muhtaçtır. O halde hep birlikte düşünüp kendimizi sorgulamamız gerekiyor: Çocuğun beden yapısını oluşturmak için başvuracağımız yollar ve bu yapının esasları nelerdir? İşte Peygamber'in (s.a.v.) söz, fiil ve tatbikatına baktığımızda, bunların dört esasta toplandığım görüyoruz. Bu esasları uygulamakla çocuğun sağlam bir bünyeye kavuşmasını sağlamış oluruz.[436]
Ömer b. Hattab (r.a.) diyor ki: "Çocuklarınıza yüzücülüğü, atıcılığı ve ata sıçrayarak binmeyi öğretiniz."
Bu sözden, özellikle çocuğun belli spor dallarını öğrenme hakkı açıkça anlaşılmaktadır. Çocuğun bunları öğrenmesi, şimdiki ve gelecekteki hayatında önemli bir fonksiyon icra eder. En önemlisi de kendine olan güveni sağlar. Çünkü sözkonusu sporları öğrenmeyen bir çocuk büyüdüğünde psikolojik korku ve tehlike hisseder. Ama bunların dışında bazı spor dalları var ki, onları ileriki yaşlarda da yapabilir.
Peygamber (s.a.v.) henüz küçük yaşta iken dayıları Neccâr oğullarının bahçesinde yüzmüş ve çocuklarla oynamıştır.[437] O, çocukları atıcılığa teşvik etmiştir.
Hz. Ali diyor ki: Peygamber (s.a.v.) yalnız Sa'd için kendi ana ve babasının isimlerini biraradâ zikrederek: "Ey kuvvetli çocuk, anam babam sana feda olsun at!" buyurmuştur.[438]
Ebu'l-Âliye'den rivayet edildiğine göre de Rasûlüllah (s.a.v.) atıcılık yapmakta olan bir gurup delikanlıya uğramıştı. Onlara: "Atınız ey İsmail oğulları! Çünkü sizin atanız da atıcı idi" buyurmuştur.[439]
Görüldüğü gibi bu rivayetler, çocuğun beden eğitimim sağlamak için Hz. Peygamber'in (s.a.v.) gösterdiği hassasiyeti açıkça ortaya koymaktadır.[440]
Spor yarışmaları düzenlemek, çocuğun bedensel yapısının oluşturulmasında ve geliştirilmesinde oldukça etkili bir yoldur. Bu yol, çocuğun kendi fizik yapısına, oyun ve spora gereken ihtimamı göstermesine destek verir. Peygamber (s.a.v.) amcası Abbas oğullarının çocukları arasında koşu yarışı düzenlemiş ve yarışı kazanan çocuğa kucağını açmıştı.
Abdullah b. Hârîs (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Abbas'tn çocukları Abdullah'ı, Ubeydullah'ı ve Kesîr'i yanyana getirir ve şöyle derdi: "Kim önce koşup bana gelirse ona şu kadar ödül var!" Çocuklar da koşarak gelirler; kimi Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sırtına, kimi göğsüne çıkmaya çalışırdı. O da onları öper ve kucaklardı."[441]
Görüldüğü üzere Rasulullah (s.a.v.), aralarında bir kıskançlık olmasın diye yarışmaya katılan çocukların hepsine sevgi ve alâka gösteriyor, onları mükafatlandırıyordu.[442]
İslam ümmetinin önderi olan Rasûlüllah'ın (s.a.v.), çocuklarla birlikte oyun oynadığını gösteren birkaç hadis sunmak istiyoruz. Tabiî Hz. Peygamber'in (s.a.v.), ana babaları ve yetişkinleri eğitmek, onların da kendisine uyarak çocuklarıyla beraber oynamalarım sağlamak için bunu yaptığını biliyoruz.
Konuyla ilgili rivayetler şunlardır:
a) Ebû Eyyûb Ensâri anlatıyor: Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanına girmistim. Hasan ile Hüseyin Hz. Peygamber'in (s.a.v.) önünde ya da kucağında oynuyorlardı. Ben:
“Onları seviyor musun ya Rasûlallah? dedim. Bunun üzerine O:
“Nasıl sevmem onları? Onlar benim dünya fesleğenlerimdir; onları koklarım, buyurdu.[443]
b) Ömer b. Hattab diyor ki: Hasan ile Hüseyin'i Peygamber'in (s.a.v.) iki omuzunda gördüm. Ben:
“Altınızdaki at ne güzel! dedim. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
“Ne güzel atlıdır onlar! buyurdu.[444]
c) Berâ b. Âzib anlatıyor: Rasûîüllah (s.a.v.) namaz kılarken Hasan ile Hüseyin veya onlardan birisi gelir sırtına binerdi. Peygamber (s.a.v.) başını (secdeden) kaldırdığında eliyle onu tutardı. (Namazı tamamladıktan sonra):
“Ne güzel binittir sizin binitiniz! buyururdu.[445]
d) Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah'm (s.a.v.) yanına girmiştim. Hasan ile Hüseyin sırtına binmiş elleri ve dizleri üzerinde yürüyor ve şöyle diyordu: "Ne güzel devedir sizin deveniz. Ne güzel yüklersiniz siz!"[446]
e) Hz. Aişe diyor ki: Habeşliler mescidde oynuyorlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) bana perde oldu da onların oyunlarına bakıp seyrediyordum. Böylece seyretmeye devam ettim. Nihayet bakmaktan ayrılan ben oldum. Oyun ve eğlenceye düşkün genç yaştaki bir kızın bunu ne ölçüde arzu edeceğini artık siz takdir edin![447]
Bu rivayetlerde Hz. Peygamber'in (s.a.v.), torunları Hasan ile Hüseyin başta olmak üzere çocuklarla çeşitli oyunlar oynadığı görülmektedir. Böyle yapmakla Rasûlüllah (s.a.v.) oyunun çeşitliliği düşüncesini göstermiş oluyordu. Ayrıca Rasûlüllah'ın (s.a.v.), daha canlı ve istekli oynamaları için oyuna katılan çocukları övdüğü, takdir ve tebrik ettiği de görülmektedir. Böylelikle onlar, bıkmadan ve usanmadan severek oyunu sürdürecekler, aynı anda hem bedenî hem de ruhî gıdalarını almış olacaklardır.[448]
Çeşitli işler sebebiyle çoğu zaman ana baba meşguldür. Böyle bir durumda onlar, çocuğun, kardeşleriyle veya komşu, mahalle ve yakınlarının çocuklarıyla oynamasına izin verir. Ana baba, kaba sözlü ve kötü ahlâklı olmamaları için çocuğunun terbiyeli ve güzel ahlâk sahibi çocuklarla oyun oynamasını tercih eder.
Rasûlüllah (s.a.v.) muhtelif yerlerde çocukların oyun oynadığını görmüş ve onları yadırgamamıştır.
Câbir (r.a.) anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) ile beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin'in çocuklarla birlikte yolda oynadığım gördük. Peygamber (s.a.v.) hemen insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin'i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Rasûlüllah (s.a.v.) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: "Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur."[449]
Bizzat Peygamber de (s.a.v.) çocukluk yıllarında çocuklarla oyun oynamıştı. O esnada Cebrail gelmiş, O'nu tutarak göğsünü açmıştı.[450]
Uhud savaşından az önce Peygamber (s.a.v.) iki çocuğun güreşine şahit olmuştu. Peygamber (s.a.v.) onlardan birini savaşa kabul etmiş diğerini kabul etmemişti. Kabul edilmeyen çocuk bu karara itiraz ederek "Yâ Rasûlallah! Onu nasıl kabul ediyorsun? Şayet ben onunla güreşecek olsam onu yıkarım!" Derken Peygamber'in (s.a.v.) önünde güreş tuttular ve dediği gibi onu yendi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ikisini birlikte savaşa kabul etti.
Kız çocuklarının oyunu ise oğlan çocuklarının oyunlarından farklıdır, İslam alimleri şu hadise dayanarak kız çocuklarının mücessem, yani üç buutlu oyuncaklarla oynamalarını caiz görmüştür.
Hz. Aişe anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) Tebuk veya Hayber gazvesinden dönmüştü. Aişe'nin sofasında bir perde- vardı. Rüzgâr esince, perdenin bir tarafını oyuncak kız bebekleri görünecek şekilde açtı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):
“Ey Aişe! Bu nedir? dedi. Aişe:
-“Bunlar benim kizlarımdır, dedi. Peygamber (s.a.v.) onlar arasında bezden yapılmış iki kanatlı bir at gördü ve:
“Oyuncakların ortasında gördüğüm şu nedir? dedi. Aişe:
“O attır,, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“Onun üzerindeki nedir? dedi. Aişe:
“İki kanattır, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):
“İki kanatlı at, öyle mi? Aişe:
“Süleyman peygamberin kanatlı atının olduğunu işitmedin mi? dedi.
Aişe diyor ki: "Rasûlüllah (s.a.v.) öyle güldü ki, azı dişlerini bile gördüm."
Yine Hz. Aişe diyor ki: Ben Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında oyuncak bebeklerle oynardım. Arkadaşlarım bana gelirler fakat Rasûlüllah'tan (s.a.v.) utanarak saklanırlardı. Rasûlüllah (s.a.v.) onları bana gönderir, benimle beraber oynarlardı.[451]
Çocukların oyunu konusunda dikkat edilmesi gereken iki noktayı hatırlatmak istiyoruz:
Bir canlıyı hedef edinmek kesinlikle yasak bir oyundur.
Saîd b. Cübeyr anlatıyor: İbn Ömer Kureyş'ten birkaç gence uğramıştı. Bunlar bir kuşu (veya tavuğu) hedef dikmişler ona ok atıyorlardı. Hedefe isabet etmeyen her oku kuşun (veya tavuğun) sahibine veriyorlardı. îbn Ömer'i görünce hemen dağıldılar. Bunun üzerine Ibn Ömer:
“Bunu kim yaptı? Bunu yapana Allah lanet etsin. Rasûlüllah (s.a.v.): "İçinde can olan bir şeyi hedef edinen kimseye lanet etmiştir" dedi.[452]
İkinci nokta ise, akşamdan az önce çocuklar oyunu bitirerek eve girmelidir. O vakitte sokak ve caddelerde şeytanların dağıldığını haber veren hadisler bulunmaktadır. Emrin Rasûlüllah'tan (s.a.v.) geldiğini bilmeleri için çocuklar bu hadisleri ezberlemelidir.
Cabir'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gece karanlığı bastığı zaman çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun. Çünkü şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir bölümü (akşamla yatsı arası) geçtiğinde onları bırakın!"[453]
Yine Cabir'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Gecenin ilk saatleri geçinceye kadar çocuklarınızı dışarı çıkmaktan men edin! Çünkü o vakitte şeytanlar dağılır."[454]
Ergenlik çağına erişenler için oyun boşuna geçirilen bir zaman olmasına rağmen, çocuklar için çok önemli ve yerinde bir hareket sayılmalıdır. Oyuna dalan bir çocuk, fiziksel yapısıyla birlikte düşünme ve muhakeme yeteneğini geliştirir, problemlerin çözümünde, ferdî ve içtimaî görevlerde belli bir olgunluk ve pratiklik kazandırır. Ailenin ve sosyal çevrenin büyük rol oynadığı okul öncesi dönem, çocuğun ruh ve zeka gelişimi için gerçekten çok önemlidir. Bu dönemde çocuğun içinde bulunduğu oyun ortamı, onun ideal olgunluk derecesine ulaşmasına zemin hazırlar. Tecrübe ve birikimini arttırarak gelecek için olgun ve şahsiyetli bir yapı kazanmasını sağlar. Bu yüzden oyun bir zaman kaybı/israfi şeklinde değil, çocuğun gelişimi için kaçınılmaz bir esas olarak değerlendirilmelidir. Çocuklarını evde veya komşu çocuklarıyla beraber oyun oynamaktan mahrum eden ana babalar, onlan, sadece gelişebilmeleri için şart olan temel ihtiyaçlarından mahrum etmiş olmaktadırlar!
Netice itibariyle oyunun faydalarını maddeler halinde şu şekilde sıralamak mümkündür.
1- Fiziksel boyut: Canlı ve hareketli bir oyun, kas ve pazulann gelişimi için zarurettir.
2- Pedagojik boyut: Oyun, çocuğun birçok araç ve gereci öğrenmesine yol açar. Oyun esnasında çocuk çeşitli şekiller, renkler, hacimler ve giysiler tanır. Diğer kaynaklardan elde edemediği birçok bilgiyi çok defa o sırada görerek öğrenir.
3- Sosyal boyut: Oyun esnasında çocuk, diğer çocuklarla nasıl sosyal ilişkiler kuracağını, yardımlaşma ve dayanışma esaslarını ve yetişkinlerle nasıl hareket edeceğini öğrenir.
4- Ahlâkî boyut: Oyun esnasında çocuk, ilk aşamada doğru ve yanlış kavramlarını, adalet, doğruluk, dürüstlük, emanet ve centilmenlik gibi temel değerleri öğrenir.
5- Üretici boyut: Oyun vasıtasıyla çocuk, üretici gücünü ortaya koyabilir ve aldığı fikirleri deneyebilir.
6- Kişisel boyut: Oyun esnasında çocuk kendisiyle ilgili birçok şeyi keşfedebilir. Arkadaşlarıyla olan münasebetlerinde kendisinin güç ve yeteneğim tanır, kendisini onlarla karşılaştırır. Ayrıca problemlerini ve bunların üstesinden nasıl gelebileceğini öğrenir.
7- Tedavi boyutu: Oyun vasıtasıyla çocuk, çeşitli baskılar sonucu doğan stres ve gerilimi üzerinden atar. Bu yüzden birtakım baskı ve yaptırımların fazlasıyla uygulandığı evlerden gelen çocuklar, diğer çocuklara nisbetle daha çok oynarlar. Ayrıca oyun, kin ve düşmanlığı bertaraf etmek için en güzel yoldur.[455]
"Çocuklarınıza ilim talep etmelerini emrediniz."[456]
Hz.Ali
Tarihte İslâm dini gibi mensuplarının eğitim ve öğretimine düşkün bir din yoktur. Ayrıca dünyada İslâm düşünce sistemi gibi öğrencilerinin eğitim ve öğretimi konusunda titizlik gösteren bir ideoloji de bulunmamaktadır. Bu nokta İslâm düşmanları tarafından da doğrulanmıştır. Cambridge Üniversitesi Islâmî Araştırmalar profesörü Dr. Arthur J. Arberry diyor ki: "İslâm'ın insanlık alemi üzerinde takdir ve şükranla anılmaya değer birçok izleri bulunmaktadır. Elimizdeki birçok kaynak, sanat, teknik, edebiyat, bilim ve siyasetin yükseltilmesinde müslümanların katkısını ortaya koymaktadır. Gerçek odur ki, eğer müslümanlar, tarih boyunca kendilerini diğer milletlerden ayıran öğrenim ve Öğretime düşkün olmasalardı, sözkonusu yüksek ilmî hedefleri gerçekleştirmede başanlı olamazlardı. Erkek ve kadınlarıyla onlar, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) "Çin'de de olsa ilim talep edin"[457] davetine icabet etmişlerdir."[458]
İlmî ve fikrî yapının oluşturulmasında, çocuklarına sağlam bir altyapı kazan dırabilmeleri için ana babanın takip etmesi gereken temel esasları açıklamak gerekir. Çünkü bu yapı, çocuğun oluşum ve gelişimini sağlayan en Önemli faktör sayılır. Zira bunun temelinde "akıl" unsuru vardır. Akıl, zihniyet ve anlayış sağlıklı olursa artık bu, ana baba için bahtiyarlık olur. Aksi bir durumda ise aha baba, kendilerine savaş açan, din, örf ve kültürüne yabancı olan, buna bağlı olarak da -Allah korusun- Cehennem ile karşılaşacak olan düşman bir nesil dünyaya getirmiş olurlar.
Kanaatimiz odur ki, ele alacağımız ilmî yapıya ilişkin bu esaslar, ilim, öğrenim ve ulema sevgisi konusunda ruhî yönden çocuğu tedâvî edecek ve ona moral kazandıracaktır. Ayrıca eğitim için başarılı ve iyi bir hocanın seçilmesinde ana babanın rolünün ne kadar büyük olduğu da anlaşılacaktır. Çünkü hoca, çocuğun akıl ve kalbinin aynasıdır. Hocanın güzel gördüğünü çocuk da güzel karşılar. Bundan dolayı, ana babanın ciddi olarak ihtiyaç duyduğu sözkonusu esasları bilmek gerekmektedir. Sırasıyla bu esaslar şunlardır:[459]
Peygamber (s.a.v.), ilim talebi ve tahsili için çocukluk döneminin değerlendirilmesi hakkında temel bir kaide ortaya koymuştur. Her neslin bir sonraki nesle intikal ettirdiği bu kaide, çocuklarını ilim talebi ve sevgisine teşvik etmeleri için velilerin himmet ve gayretlerini artıran önemli bir âmil olmuştur. Çünkü :
"İlim talebi her müslümana farzdır."[460] Bu hususta küçük-btiyük, erkek-kadın, oğlan-kız arasında bir fark yoktur, ilim öğrenmek, kulun Allah'a yaklaştığı en faziletli ibadettir. Bundan dolayı da çocukluk dönemi, ilmî ve fikrî yapının oluşturulmasında en verimli dönem olmuştur.
Konuyla alâkalı Ebu'd-Derdâ'nm Rasûlüllah'tan (s.a.v.) rivayet ettiği hadis şudur: "Küçüklüğünde ilim öğrenen kimsenin durumu, taş üzerine nakşetmeye benzer. Büyüklüğünde ilim öğrenen kimsenin durumu da, su üzerine yazı yazan kimseye benzer."[461]
İbn Âbidin bu hadisi bahis mevzuu ettikten sonra, şair Niftûye'nin kendi için söylediği şu şiiri nakleder:
Yetişkinlikte öğrendiklerimi unuttuğumu gördüm. Küçüklükte bellediklerimi ise unutmadım.
İlim, çocuklukta öğrenmekle olur. Hilim iae yetişkinlikte olur.
Yaşlılıktan sonra ilim zorlanmaktır. Kalp, kulak ve göz zayıfladığı zaman.
Çocuklukta açsa kalbi muallim,
Görür orada "taşa nakşetmek gibidir ilim."[462]
Sehâvî[463] bu mânayı destekler nitelikte şu hadisleri zikreder:
Ebû Hüreyre (r.a.), Peygamber'den (s.a.v.) şu hadisi rivayet etmektedir: "Kim gençliğinde Kur'an'ı öğrenirse, Kur'an onun etine ve kanına karışır. Kim de yaşlılık döneminde öğrenir de, Kur'an ondan (unutulup) kurtulmasına rağmen, o kimse (okuyarak) onu terketmezse, ona da iki sevap vardır."[464]
İbn Abbâs da şöyle demektedir: "Bulûğ çağına gelmeden önce Kur"an'ı okuyan kimseye henüz çocukken hikmetler verilmiştir."
Sahabe, tâbiûn ve hadis alimleri, çocukların Kur'an öğrenmesinin, onların ilmî gelişiminde büyük etkisinin bulunduğunu, hafızalarını daha sağlam ve daha kuvvetli duruma getirdiğini ifade etmişlerdir.
Hatib el-Bağdâdî,[465] bazı selef âlimlerinin hayatını ve onların çocuklarına gösterdikleri ihtimamı sözkonusu etmiş bulunmaktadır. Bunlardan el-Hasan diyor ki: "Bize çocuk ve gençlerinizi gönderin. Çünkü onların akıl, zekâ ve hafızası daha müsaittir; duyduklarını daha iyi ezberlerler."
Said el-Asbahî de şöyle der: Geceleyin Abdullah b. Mübarek'in ilim meclisine giderdim. Yanımda akranım da olurdu. Herkesten önce oraya ben varırdım. Abdullah b. Mübarek yaşlılarla beraber gelirdi. Ona:
“Şu çocuklar gerçekten bizi geçti, denilince O:
“Bunlar bana sizden daha çok ümit veriyor. Sizler ne kadar yaşayacaksınız? Ama umarım Allah bunları olgunluk merhalesine ulaştırır. Said diyor ki: "Benden başka onlardan hiçbir kimse kalmadı."
el-A'meş şöyle derr'lsmail b. Racâ'mn okul çocuklarına geldiğini ve hadisinin unutulmaması için onlara rivayette bulunduğunu gördüm."
Yahya b. Humeyd et-Tavîl anlatıyor: Hammâd b. Seleme'ye gitmiştik. Önünde çocuklar vardı, onlara hadis rivayet ediyordu. Hemen biz de yanına oturduk. Nihayet işini bitirince biz ona: ,
“Ey Ebû Seleme! Biz senin ahalin içinde yaşlı olanlarız. Biz sana geldik, oysa sen bizi bıraktın ve şu çocuklara yöneldin, dedik. Bunun üzerinde o:
“Rüyamda kendimi bir nehrin kenarında kovayla su alıp şu çocuklara verirken gördüm, dedi.
Yahya b. Yeman da, kendisine henüz bıyığı terleyen bir çocuk geldiğinde onun, A'raf ve Yusuf surelerinin başından yetmişer ayet okumasını isterdi. Eğer okuyabilirse ona hadis rivayet eder, değilse rivayet etmezdi.[466]
Hasan b. Ali çocuklarına ve yeğenlerine şu tavsiyede bulunurdu: "Öğrenin! Bugün siz halkın küçüklerisiniz ama yarının büyükleri olacaksınız, içinizden ezber yapmayanlar yazsın!"[467]
Atâ b. Ebî Eabâh da çocuklara şöyle derdi: 'Yazın! Güzel yazamayan ve beceremeyenler için biz yazarız. Yanında defteri-kalemi olmayanlara biz veririz."[468]
Bedîuzzamân el-Hemedânî bir yeğenine yazdığı ilim tahsili konusunda ciddiyete teşvik eden mektubunda şunları söylüyordu: "Ben olduğum sürece sen benim çocuğumsun, ilim senin işindir, okul mekânındır, defter ve kalem dostlarındır. Bu imkanı değerlendirmezsen, artık gerisini sen düşün, ben senin dayın değilim vesselam!"[469]
Lokman oğluna:
“Yavrucuğum! Elde ettiğin hikmet nedir? dedi. Oğlu:
“Beni ilgilendirmeyen (mâlâyâni) şeylere aldırış etmem, cevabını verdi. Lokman:
“Yavrucuğum! Bir başka şey daha var: Âlimlerin ilim ve sohbet meclislerinde bulun, onların dizinin dibinden ayrılma! Çünkü Allah sağanak yağmurla ölü ve kuru araziyi dirilttiği gibi, hikmet nuruyla da ölü kalbi diriltir. Yavrucuğum, üç şey için ilim öğrenme ve yine üç şey için onu terketme! Tartışmak, övünmek ve gösteriş yapmak için ilim öğrenme! Küçümseyip rağbet etmemek, insanlardan utanmak ve bilgisizliğe nza göstermekten dolayı da ilmi terketme! Yavrucuğum, alimlerle cedel ve münakaşaya girme! Çünkü bu onların hoşuna gitmez ve bundan dolayı seni terkederler. Bilgisiz ve avanak olanlarla da tartışma! Çünkü onlar sana cahilce davranırlar, çirkin ve kaba konuşarak seni üzerler. Fakat ilimde senden üstün olanlara ve senden aşağıda olanlara sabır ve metanet göster. Alimlere sabreden, onların yanından ayrılmayan, nezaket ve yumuşaklıkla onların bilgilerinden istifade edenler ancak onların kervanına katılabilir. Yavrucuğum! Şüphesiz ilim ve hikmet, miskin ve gariplerin hükümdarların meclislerinde oturmalarına zemin hazırlamıştır."[470]
Yahya b. Hâlid oğluna: "İlmin her çeşidini al! Çünkü kişi bilmediği şeyin düşmanıdır. Ben senin herhangi bir ilmin düşmanı olmanı istemiyorum" dedi ve şu şiiri okudu:
Al muhtelif ilim ve disiplinden payın Üstün olur her disiplinde bilgisi olan
Bilmediğinin olursun düşmanı sen Bildiğinle olursun sürekli barışık/dost sen.
Abdulmelik b. Mervân da ilim öğrenmeyi hayat için bir saadet kaynağı olarak görmüş ve çocuklarına bu ruhu devamlı telkin etmiştir.
Tarih boyunca tüm ilim, fikir ve davet adamları, küçük yaştan itibaren çocukların ilim ve irfanla mücehhez olmaları için üstün gayret sarf etmişlerdir. Ahmed Şevki'nin ifade ettiği gibi, hiç önemsenmeyen hatta toplum tarafından sevilmeyen yaramaz bir çocuk, zaman gelir büyük işler başarır ve içinde büyüdüğü toplumun medar-ı iftiharı olur. Bu yüzden her çocuğu ilme teşvik etmek gerekir, ilim sevgisinin aşılanması durumunda, ana babanın baskı ve ısrarı olmadan çocuk kendiliğinden ilim tahsiline koşar, bu uğurda uykusuzluğa sıkıntı ve zorluklara severek katlanır.[471]
Çocuğun itikâdi yapısını işlerken temas ettiğimiz gibi, akıl ve düşünce açısından onun olgunlaştırılmasında Kur'an ve Sünnet'in önemi tartışılmaz. Kur'an ve Sünnet, bütün ilimlerin kaynağıdır; akıl ve zekayı aydınlatır, onlara kuvvet kazandırır. Bundan dolayı en. azından çocuk, Kur'an-ı Kerim'den Amme cüzünü, sünnetten de kırk hadis ezberlemelidir. Bu kitabın sonuna çocuk için gerekli pedagojik kırk hadis koymuş bulunuyoruz.
Sahabe ve selef-i salihinin çocuklara ilk telkin ettikleri ve öğrettikleri şey Kur'an ve sünnet idi. Çünkü bunlar, çocuğun ilmî şahsiyetini oluşturan temel taşlardır. Bundan dolayı da "Siyaset" adlı kitabında İbn Sînâ der ki: "Çocuk öğrenim için müsait duruma geldiği zaman, önce ona Kur'an öğretilir ve dinin temel esasları anlatılır.
Çocukların hadis ezberine ne derece önem verdiklerini gösteren bir örnek vermek istiyoruz:
Buhârî anlatıyor: Henüz ilk mektepte iken aklıma hadis ezberi geldi. O sırada yaşımı sorana, on veya ona bastığımı söylerdim. Sonra mektepten çıktım. Dahilî ve diğer alimlere gelip gitmeye başladım. Birgün o, insanlara "Süfyan Ebu'z-Zübeyr'den, o da ibrahim'den..." diyerek bir rivayette bulundu. Bunun üzerine ben "Ebu'z-Zübeyr, ibrahim'den rivayet etmemiştir" deyince beni kovdu. Ben ona "Eğer varsa git aslına bak!" dedim. O da derhal gidip baktı. Sonra döndü ve "O nasıldır, yavrum?" dedi. Ben de onun ez-Zübeyr, bu ez-Zübeyr'in de Ibn Adiyy olduğunu ve ibrahim'den rivayette bulunduğunu söyledim. Bunun üzerine o eline kalemi aldı, defterindeki yazısını düzeltti ve "Doğru söyledin" dedi. Buhârî o esnada onbir yaşında idi. Onaltı yaşına girdiğinde Îbnu'l-Mübarek ile Vekî'in hadis kitabını ezberledi. Bundan iki yıl sonra Kadâya's-Sahâbe ve't-Tâbiîn adlı kitabım, daha sonra da Medine'de Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kabri yanında "Tarih"i yazdı.
Hâşid b. tsmaü diyor ki: Buhârî, henüz bir çocukken bizimle birlikte Basra'nın hocalarına gider gelirdi ama duyduklarım yazıya geçirmezdi. Bu şekilde onaltı gün geçtikten sonra nihayet biz onu kınadık ve bu davranışını tenkide tabi tuttuk. Bunun üzerine o şöyle dedi: Siz benim dedikodumu yaptınız ve yazmamı isteyip durdunuz. Haydi yazdıklarınızı bana bir gösterin bakalım! Biz de onları çıkardık. Bunlar onbeşbin hadisin üzerindeydi. Buhârî onlann hepsini ezbere okudu. Nihayet biz, artık yazdıklarımızın onun hafızasında olduğuna hükmettik.[472]