“Rabbim’ den üç şey istedim, ikisini verdi, diğerini istemekten beni menetti: Rabbim’den ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, kabul etti. Yine Rabbim’den ümmetimi suda boğmakla helak etmemesini istedim onu da kabul etti. Ve Rabbim’ den ümmetimin toplulukları arasında harp çıkmamasını istedim kabul etmedi ve bunu istememi yasakladı.’” Sahîh Müslim
Birliğimize Giden Yol
Günümüz
İslâm dünyası birçok sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunları siyasî, içtimaî,
ahlâkî, ekonomik, eğitim ve hizipleşme şeklinde özetlemek mümkündür. Sözü
edilen sorunların içerisinde Müslümanların parçalanma sorunu karşımıza ciddi
bir mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Binaenaleyh İslâmî toplumların sürekli
olarak yaşadığı bu sorunun giderilmesine katkıda bulunmak ümidiyle ‘Birliğimize
Giden Yol’ adlı yazımızı hazırlamış bulunuyoruz.
Konuyu
ele almamıza sevk eden başlıca nedenler şunlardır:
1.
Bu mevzuda yazılanlar
ve vahdeti gerçekleştirici faaliyetlerin yeterli olmadığı meydandadır.
2.
Siyasî, dinî, fikri ve
ilmî alandaki anlaşmazlıkların en önemli nedeni yine budur.
3.
Müslümanların
otoritesine yönelik çaba ve hareketler bu birlik ve beraberlikten geçmektedir.
4.
“Neden
Müslümanlar ihtilaf edip parçalanıyor ittifak yoluna gitmiyorlar” sorusuna cevap olması bakımından önemli
bir konudur.
Umarız
ki yazımız, bu soruna önem veren ilim adamları ve kanaat önderlerini gayrete
getirir, bu alanda daha ciddi ve seviyeli çalışmaların yapılmasına ve İslam
çatısı altı da ittifak projelerine vesile olur. Çaba ve gayretler sayesinde
Müslümanların yeniden yapılanmasını görme imkanını Rabbimiz bizlere nasip eder.
Belirttiğimiz
nedenlerin 4. maddesindeki soruyu kısaca cevaplandırmak suretiyle konu hakkında
ön bilgiler vererek giriş yapmak istiyoruz. Öncelikle şunu iyi bilmek
durumundayız; daha önce geçmiş ümmetlerdeki ihtilaf ve tefrikanın bu ümmette de
vukû bulacağı, Rasûlullah (s.a.v) tarafından haber verilmiştir. İslâm
tarihinden günümüze kadar meydana gelen siyasî, fikri ve ilmî anlaşmazlıklar,
bunun en bariz örneğidir. Kaldı ki bu durum, Cenâb-ı Hakk’ın kullar üzerinde
kevni bir kaderidir, yani sünnetullahdır. Nitekim Kur’an’ı Kerîm’de
buna işaret edilmektedir:
“Rabbin dileseydi insanları bir ümmet yapardı. Rabbinin rahmet
ettikleri müstesna onlar hala ihtilaf edip durmaktadırlar…” (Hûd 11/118-119)
Ayet-i
kerimeden anlaşıldığı üzere, ihtilafın Kıyamet’e kadar devam edeceği haber
verilmiştir. Yalnız tefrika unsuru olan söz konusu ihtilaftan, ancak Allah’ın
merhamet ettiği kimselerin salim kalacağı bildirilmiştir. Hadislere
baktığımızda bu mevzuda daha tafsilatlı haberlerin geldiğini görmekteyiz.
Örneğin Sad b. Ebî Vakkâs (r.a) ’ın rivayeti şu şekildedir:
Peygamberimiz
(s.a.v), ashabından bir toplulukla bir gün Âliye denilen yerden gelmişler ve
Beni Muaviye Mescidi’ ne uğrayınca içeriye girmişlerdi. Râvi sözüne devam
ederek şöyle anlatır: Rasûlullah (s.a.v) iki rekât namaz kıldı, biz de onunla
beraber kıldık. Uzun bir müddet Rabbi’ne dua ettikten sonra bize döndü ve şöyle
dedi:
“Rabbim’ den üç şey istedim, ikisini verdi, diğerini istemekten
beni menetti: Rabbim’den ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, kabul
etti. Yine Rabbim’den ümmetimi suda boğmakla helak etmemesini istedim onu da
kabul etti. Ve Rabbim’ den ümmetimin toplulukları arasında harp çıkmamasını
istedim kabul etmedi ve bunu istememi yasakladı.’”[1]
Avf
b. Mâlik (r.a) ise, Rasûlullah (s.a.v)’den şöyle rivayette bulunmuştur:
“Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bir fırka Cennetlik
diğer yetmişi de cehennemlik oldu. Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin olsun ki,
ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri Cennetlik, yetmiş ikisi de
cehennemlik olacaktır.” Denildi
ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar (kurtulanlar) kimlerdir?’ Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v):
“Benim ve ashabımın yolu üzere bulunanlardır” şeklinde cevap vermiştir.[2]
Her
ne kadar ihtilaf ve tefrikanın takdirde vuku bulacağı haberi gelmiş ise de bu
durum onun câiz oluşunu göstermek için değildir. Bilâkis yüce dinimiz, bölünme
fitnesinden kurtulup Allah’ın rahmet ve selâmetini dilediği kimselerden olmak
için bizi tefrikadan kaçındırmıştır. Kur’an’ı Kerîm’de:
“Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra
korkuya kapılırsınız da gücünüz elden gider. Bir de sabırlı olun. Çünkü Allah
sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl
8/46)
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın parçalanmayın.
Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşmanlar iken
O, kalplerinizi birleştirmişti de O’nun nimeti sayesinde Din kardeşleri
oldunuz.” (Âl-i ‘İmrân
3/103) gibi ayetler bu kabildendir.
Hatta
ihtilaf ve tefrikanın kafir ve müşriklerin sıfatlarından olduğu belirtilmiş ve
sakındırılmıştır.
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bölünüp ihtilafa
düşenler (Hristiyan ve Yahudiler) gibi olmayın! Onlar için büyük bir azap
vardır.” (Âl-i ‘İmrân
3/105) ayetinde belirtildiği gibi. Yine:
“…Müşriklerden olmayın, onlar ki dinlerini parçalayıp bölük
bölük oldular. Her fırka kendinde olanla böbürlenmektedir.” (Rûm 30/31) ayeti de bu anlamdadır.
Bu
nedenle Nu‘mân b. Beşir’in (r.a) rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle
buyurur:
“Cemaat (birlik ve beraberlik) rahmettir, bölücülük ise
azaptır.”[3]
Abdullah
İbn Mes‘ûd (r.a) da:
“İhtilaf şerdir (kötüdür).”[4] demiştir.
Görüldüğü
üzere hadislerde de ihtilaf ve tefrika zemmedilmiştir. Şimdiye kadar
zikrettiğimiz naslardan anlaşılan noktalar şunlardır:
1.
Tefrika yani
bölücülük, ihtilafın semeresidir. Âl-i-İmran Suresi’nin 105. ayetinde
belirtildiği gibi tefrikaya neden olarak ihtilaf gösterilmiştir.
2.
İhtilaf ve tefrikayı
meydana getirenlere, müşrik ve kafirlerin bu sıfatıyla sıfatlandıkları için
aynı akıbete düşecekleri korkusu verilmektedir.
3.
Her bölük fırka (grup)
kendisini haklı görmektedir.
4.
Söz konusu ilâhî
yasağın muhatabı bu ümmettir.
5.
Rahmetin birlikte
olduğu, musibetin ise, ihtilaf ve tefrikada olduğu ifade edilmiştir.
1. İHTİLAF VE TEFRİKANIN NEDENİ ve ZARARLARI
A. İhtilaf ve Tefrikanın Nedenleri:
İhtilafın
ve tefrikanın birçok nedenleri bulunmaktadır. Ancak yazımızın hacmi tamamını
zikretmeye müsait olmadığından, sadece temel nedenlerinden bahsedilecektir:
a)- Cehalet (bilgisizlik):
İslâm
Dini’nin gerçekleştirmek istediği yüce gayeleri bilmemek, anlamamak ya da
acizlikten kaynaklanan bilgisizliktir. Buna ek olarak, “Allah’a giden
yolların sayısı yaratıkların nefesleri kadardır” veya “Ümmetimin
ihtilafı rahmettir“ gibi asılsız rivayetlerin verdiği hoşgörü
telakkisi bu gibi düşüncelere zemin hazırlamıştır.
Ayrıca
cehaletin bir neticesi olarak cemaatlerin birbirine karşı menfi/olumsuz
tutumları bu fitneyi daha da alevlendirmiştir. Yine cehaletin bir neticesi
olarak da bazı kanaat önderlerine aşırı bağlanma onları masum kabul etmeye
kadar götürmüştür. Dolayısıyla cehalet fitnesi alabildiğine yayılmış
bölücülüğün en baş nedenlerinden biri olmuştur.
b)- Kuru Taassup:
Maalesef
bilgisizlik bu kuru taassubu doğurmuştur. Hakkı belirli bir kimseyle veya
cemaatle sınırlandırma fikri, körü körüne taklitçilik hastalığı, İslâm tarihinden
günümüze kadar gelen çekişmelere, netice itibariyle İslâm birliğinin
zedelenmesine en büyük ve müessir faktör olmuştur. Kuru taassubun gerek dinî ve
fikrî gerekse siyasî olarak etkili olduğu alanlar şunlardır:
• İtikadî konular: İnanç konularındaki ihtilaflar, Mutezile, Mürcie,
kaderiye, Haricilik ve Rafizilik gibi itikadî mezhep ve fırkaları doğurmuştur.
• Dinî hükümleri uygulama alanındaki ihtilaflar: Nasların farklı anlaşılmasın doğan fıkhî
mezhepleri ve görüşleri ortaya çıkarmıştır.
• Yorum, fikir ve metot farkından doğan ihtilaflar: İslam düşüncesi alanlarında
Müslümanların değişik yorum ve fikirleri benimsemeleri ve farklı hareket
metotlarına sahip olmaları birçok cemaat ve grupların ortaya çıkmasına neden
olmuştur.
Dikkat
edileceği üzere bu fırkaların her biri, diğer tarafı ötekileştirerek
konuşmalarında: “Bizim imamımız, şeyhimiz ve liderimiz, onların imamı, şeyhi ve
lideri, bizim kitaplarımız, risalelerimiz, broşürlerimiz ve gazetemiz, onların
kitapları, risaleleri, broşürleri ve gazetesi, bizim mezhebimiz, tarikatımız ve
meşrebimiz, onların mezhebi, tarikatı ve meşrebi, bizim cemaatimiz ve partimiz,
onların cemaati ve partisi” gibi ayırımlara giderek bu tür bölücü tabirleri
kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Hatta
kendilerini diğerlerinden temyiz etmek veya farklı tanıtmak için zikrettiğimiz
isim ve lakapları kullanmayı zarurî görmüşlerdir. Böylelikle haklarında sanki
Cenâb-ı Hakk’ın şu ayeti tahakkuk etmiştir:
“Nihayet, dinleri hususunda, aralarında parçalara bölündüler.
Her fırka kendi dininde olanla böbürlenmektedi.” (Müminûn, 23/53)
Müfessirlerden
İbn Kayyım bu ayetin açıklamasında şunları söyler:
“Ayetteki Zubur’dan maksat kitaplardır. Yani her fırka, kitaplar
telif edip ondan alıntılar yaparak onunla amel ettiler, başkalarını nazarı
itibara almadan insanları bu kitaplara çağırdılar.”
Her
fırkanın veya gurubun kendisinde bulunanı ile övünüp böbürlenmesinin nedeni kendisini
hakta görmesidir. Hak bir olup taaddüt etmediği halde, bütün fırka ve
cemaatlerin itikatları (inançları), muhtelif anlayışları, farklı fikir ve
düşünceleriyle birbirinden uzak olmalarına rağmen kendilerini hakta yani; Kurân
ve Sünnet’te olduklarını iddia etmeleri gerçekten garip bir çelişkidir.
Yalnız
unutulmaması gereken bir kaide vardır, o da ispattan yoksun iddialar boş
kuruntulardan ibarettir. Öyleyse bu durum bizi şu tespite götürmektedir: Söz
konusu fırka ve cemaatlerin haktan nasipleri olmakla birlikte, Kitap ve
Sünnet’e bilerek veya bilmeyerek ters düştükleri durumlarının bulunduğu ve
tashih edilmesinin gerekli olduğu hataları bulunmaktadır. Yoksa bu garip
çelişki, İslâm Dini’ nin vazgeçilmez iki kaynağı olan Kur’ân ve Sünnet’te
mevcut değildir. Olsa olsa bu çelişkiler, günümüz Müslümanlarının kendi
zihinlerinde ve yanlış bir İslam anlayışına sahip olmalarında aramak gerekir.
c)- Enâniyyet, hevaya tabi olma, makam ve mansıbı ya da
riyasetliği zayi etme korkusu:
Müslümanların
birlik içerisinde olmalarına engel olan en büyük neden bu olsa gerek. Çünkü bu
tür sıfatlara sahip olup idareci durumunda bulunan şahsiyetler zikrettiğimiz
manevî hastalıklar nedeniyle genelde birleşmeye yanaşmazlar. Bununla rağmen,
cemaatleri idare eden kanaat önderleri arasında bu sıfatlardan uzak samimi
kimselerin var olduğuna inanıyoruz. Ancak ne yazık ki, günümüz Müslümanları
birleştirici yönde herhangi bir hamleleri görünmemekte ve her nedense buna
yanaşılmamaktadır. Çağdaş bir mütefekkirin tabiriyle: “
“Sanki Müslümanlar ittifak etmemeye ittifak ettiler.” Evet İslâm ümmeti için bu, gerçekten acı
verici bir durumdur.
Dolayısıyla
kanaat önderlerinin birleştirici hamleleri konusunda önemli görevler
düşmektedir. Kur’ân ve Sünnet’i doğru anlamaları ve vahdet şuurunu idrak etmeleri
acısından söz konusu kanaat ve cemaat önderlerine, İmâm Ebû Davud’un: ‘Gizli
şehvet nedir?’ diye sorulduğunda: ‘Riyaset sevgisidir’ cevabını
verdiğini hatırlatmak isteriz.
İhtilaf
ve tefrikaya temel neden olarak bu üç noktayı zikrettik. Yukarıda işaret
ettiğimiz gibi konuyla ilgili olarak daha başka nedenlerinin bulunduğunu
belirtmekle beraber, yazımızın hacmi nedeniyle bu kadarını zikretmiş olduk.
İhtilaf
ve tefrikanın zararları ve Müslümanlar üzerinde kötü etkilerinin bulunduğu bir
gerçektir. Bunların tespitini yapmak ve doğurduğu sonuçları değerlendirmek
durumundayız.
B. İhtilaf ve Tefrikanın Kötü Etkileri ve Zararları:
İhtilaf
ve tefrika, hangi toplum ve millete girmiş ise, o toplum ve milletin sonunu
hazırlamıştır. Dolayısıyla bu hastalığın, kötü etkilerini ve sebep verdiği
zararları tespit edip doğurduğu sonuçları değerlendirdiğimizde karşımıza şu acı
sonuçlar çıkmaktadır:
a.
İhtilaf ve tefrika,
Müslümanların birliğini zedelemiş, maddî ve manevî alanda gerilemesine büyük
ölçüde neden olmuş ve ilerlemesini de o kadar etkilemiştir.
b.
Müslümanların menfi
tavır ve tutumlar yüzünden, birbirlerine karşı çirkin ve acı sözler, aşırı
tenkit ve tahkir edici ifadeleri kullanmalarına, hatta birbirlerini sapıklık ve
küfürle itham etmelerine yol açmış, aralarında husumeti, adavet ve kini, nefret
ve buğuzu doğurmuştur.
c.
Tefrika’dan dolayı,
gayr-i Müslim topluluklar içerisinde erimelerine neden olmuştur. Bu durumdan
istifade eden Siyonist ve düşmanlar, onları lokma lokma yemiş, plan ve
hedeflerini açık ve gizli bir şekilde gerçekleştirmelerini sağlamıştır.
d.
İhtilaf ve tefrika,
Müslümanların yeryüzünde hâkim olmalarına sürekli olarak en büyük engel
olmuştur.
e.
İslâm fıkhının, Kitâp
ve Sünnet menbâsının, velhasıl getirdiği hükümlerinin anlaşılmasını
zorlaştırmış, Müslümanları Dini’nin kaynaklarından uzaklaştırmıştır.
f. Saf İslam Dini ’ne bid‘at ve hurafe gibi
yabancı unsur ve inançların girmesine, yanlış uygulamalarının yerleşmesine
neden olmuştur.
2. İHTİLAF ÇEŞİTLERİ VE ÜMMETİN BİRLİĞİNİ SAĞLAYACAK
ÖNERİLER
A. İhtilaf Çeşitleri:
İhtilafların
türlerine baktığımızda bunların dört çeşit olduğunu görürüz:
a.
Birbirine
zıt olan içtihadî ihtilaflar: Bu çeşit ihtilafların belirli bir meselede sadece bir
tanesi haktır. Yani birisi râcih (tercih edilen) diğeri mercûhtur (tercih
edilmeyen). Dolayısıyla tercih edilenle amel edilir, diğeri ise terkedilir.
b.
Tenevvu‘ ihtilafları: Yani her hangi bir fıkhî meselede
delillerin genişliği birden fazla uygulamaya veya hükme elverişli olmasıyla
oluşan ihtilaflardır ki, bunların hangisi ile amel edilirse caizdir. Naslarda
sabit olup delilleri birleştirme ve telif etme imkânı yoksa, bunların herhangi
birisiyle amel etme konusunda ruhsat vardır.
Bu gibi meselelerde sadece bir uygulamayı veya hükmü caiz görmek ya da zorunlu
kılmak taassuptur, şiddet ve dayatmadır.
c.
Usûldeki
İhtilaflar: Bundan maksad,
itikadî konulardaki ihtilaflardır. Söz konusu ihtilaflara usülde, fırkaların
ihtilafı denilmektedir. Bu alandaki ihtilaftan İslâm Dini bizleri
kaçındırmıştır. Çünkü Rasûlullâh (s.a.v)’in getirdiği, Sahâbe, Tâbi’in ve Tebeî-tabi‘înin
takip ettiği inanç sistemi açıktır ve berrak olup bunda ihtilafa mahal yoktur.
Rasûlullâh (s.a.v) bu yola ‘Sünnet’ adını vermiş ve
mensuplarına da ‘Cemaat’ adını layık görmüştür. İslâm
tarihinde çıkan diğer itikadî ve kelamî fırkalar, Ehl-i Sünnet dışında kaldığı
için konumuzun dışındadır.
d.
Millet
ve Din ihtilafı: Bundan kasıt,
diğer millet ve din mensuplarının ihtilafıdır ki, İslâm ümmetinin birliği
dışında kaldığı için diğer din mensupları konumuzun alanı dışındadır.
İhtilaf
türleri değerlendirildiğinde, birinci maddede yani içtihadî olan ihtilaflarda
hak bir olduğundan doğru olanının tercihi yapılması, buna zıt görüşlerinin
bertaraf edilmesi gerekir. İhtilaftan kaçınılması mümkün olmayan meselelerdeki
ihtilaflar yukarıdaki tenevvü‘( farklı uygulamalar) olan ihtilaflar
kategorisine girdiğini görmekteyiz. Bu kısma ait ihtilaflar mümkün olduğu kadar
asgariye indirilmelidir. Geriye kalan ihtilaflarda ise, münakaşa ve
anlaşmazlığı önlemek için meşru olan ihtilaf ile zemmedilen ihtilaf konusunda:
“Meşru ve muteber olan ihtilaflar ümmet arasında anlayışla
karşılanacak ve zemmedilen ihtilaf ise reddedilecektir.”
Bu
kaide, zemmedilen ihtilafa ve batıl görüş sahiplerine âlimlerimizin uyguladığı
şer’i bir kaidedir. İslâm toplumu içerisinde delilsiz ve sahih olmayan görüşler
bertaraf edilmelidir. Bu değerli kaidedeki anlayışı İslâmî toplumlara telkin
edilmesine büyük ihtiyaç vardır.
B. Birliğimizi Sağlayacak Öneriler:
Konuya
geçmeden önce giriş olarak birkaç hususu önemle belirtmek isteriz:
a.
Müslümanların bu
önemli bir meselede iyi niyet sahibi olmaları, yıkıcı değil yapıcı olmaları gerekir.
b.
Allah katında
inananların bir olduğu, ırk, dil ve mal sebebiyle herhangi bir üstünlüğe sahip
olmadığı, üstünlüğün ancak takva esasına dayandığı hükmü geçerlidir.
c.
İslâm toplumları her
ne kadar ihtilaf etse ve bölünse de aslında ümmet olarak tek bir ümmettir
esasının kabul edilmesi gerekir. Nitekim: ‘İyi biliniz ki sizin bu ümmet,
bir tek ümmettir, bende sizin Rabbinizim, öyleyse bana kulluk edin.’ (Enbiyâ
21/92) ayetinde buna işaret edilmiştir. Dolayısıyla bu vahdeti (birliği)
gerçekleştirecek çözüm ve çareleri şer’i ölçüler çerçevesinde üretmek
zorundayız.
Zikredeceğimiz
maddeler ışığında bu birliğin mümkün olabileceği kanaatindeyiz. Önemli olan bu
maddelerin hem ferdî hem de toplumsal düzeyde Müslümanlar tarafından
uygulanmasıdır. İslâmî cemaatlerin başında bulunan kanaat önderleri ve
liderler, ayrıca onları takip eden Müslümanlar buna gayret göstermek
durumundadırlar. Bu dinî bir sorumluluktur. Şayet gayret gösterilmezse,
Müslümanların bu ihtilaf ve tefrikadan daha çok çekeceği görülmektedir. Söz konusu
maddeleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1.
Kur’ân ve Sünnet’e
esas alarak onun kaynaklarında birleşmek. Birleşme faaliyeti ise, şu maddeler
ışığında gerçekleşebilir.
a)- İhtilaf ve çekişme halinde sözkonusu iki kaynakta çözüm bulmak:
Çünkü Nisa suresinin 59. ayetinde kerimesinde belirtildiği gibi, ihtilaf
olunduğunda Kur’ân ve Sünnete başvuru, çözüm olarak kefil gösterilmiştir. Çözüm
şekli ise, daha önceki maddelerde açıkladığımız ihtilaf durumlarına göre hareket
edilerek yapılmalıdır.
b)- Taassup ve hevadan ve taklit hastalığından kurtulmak.
c)- Her dinî meselede zayıf delili bırakıp en kuvvetli (râcih)
olanı alıp mercûh (zayıf) olanı bırakmak.
2.
Sahabe,
Tabiin ve Tebe-i tabiin neslinin
anlayışına uygun bir şekilde, Kur’ân ve Sünnet’i yani delilleri anlamak,
meselelerin çözümünde onların görüşlerine başvurmaktır. Çünkü bu geçmiş şerefli
nesiller Rasûlullâh (s.a.v) tarafından tezkiye edilmiş ve övülmüş nesillerdir.
3.
Din’de yenilik ve
bidat çıkarmaktan kaçınmalıdır. Çünkü bidatler hem fert hem de toplumları
Kur’ân ve Sünnet’ten uzaklaştıran tehlikeli unsurlardır.
4.
İslâmî toplumları,
şirk, hurafe ve batıl inançlar konusunda bilinçlendirme yoluna gidilmelidir.
5.
Özellikle zahirî
amellerde birlik ve beraberlik gözetilmelidir.
Böylelikle iç ve dış yönüyle Müslümanlar arasında kardeşliğin kurulmasına zemin
hazırlanmış olur. Örneğin Numan b. Beşir’in (r.a) rivayetinde Peygamber
(s.a.v)’in namaz kılınacağı zaman safların birleştirilmesi konusunda gösterdiği
hassasiyet gibi.
6.
Kanaat önderlerinin ve
liderlerin enâniyeti bırakıp mütevazi olmaları, müsamaha yolunu tutup
Müslümanların maslahatını düşünmeleri, makam ve mansıptan vazgeçmeleri, küçük
cemaat ve hizipçilik oluşumlarından kurtulup cemaat el-Um yani ana cemaate
yönelmeleri, ümmet oluşumunu gerçekleştirmek için çaba harcamaları önem arz
etmektedir.
7- Kanaat önderlerine ve liderlere bağlanıp onları takdis ederek, İslâm
davasını şahısların davası haline getirmekten vazgeçip, tekrar Allah’ın davası
haline getirilmelidir. Bu esas, Müslümanların zihnine yerleştirilmelidir. Çünkü
bu din kimsenin tekelinde değildir. Ne bir âlimin ne de herhangi bir cemaatin
tekelinde de olmamalıdır. Dolayısıyla İslâm dinini bir mezhep imamının veya bir
cemaatin görüşleriyle sınırlandırmak bu Dine karşı işlenen en büyük cinayettir.
Ayrıca diğer fıkhî mezhep imamlarına ve İslâm âlimlerine karşı yapılmış bir
haksızlıktır. Hicrî 2. asırda yaşayan İmam Eyyûb es-Sihtiyânî konuyla ilgili
olarak söylediği:
“Eğer ders aldığın hocanın hatasını anlamak istersen, diğer âlimlerin de
ders meclislerine katıl’ önerisi düstur edilmelidir.
SONUÇ
‘Birliğimize Giden Yol’ adlı yazımızı sunarken konunun önemi üzerine durduk,
ihtilaf ve tefrikanın nedenlerini, kötü etki ve zararlarını belirttik. Akabinde
ihtilaf çeşitleri üzerinde dururken ümmetin birliğini sağlayacak çözüm
önerilerini arz etmeyi ihmal etmedik.
Tabiatıyla
Müslümanların birliğini sağlayacak çözüm yolları bunlarla sınırlı değildir.
Önemli olan, Müslümanların hiç zaman kaybetmeden Cenâb-ı Hakk’ın:
‘Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın…’ (Âl-i ‘İmrân 3/103) emrini
gerçekleştirmek için her türlü meşru yöntem ve imkanları kullanarak bu konuda
seferber olmalarıdır. Hiç şüphesiz ki hedefe götürecek bir takım öneri ve
çözümlerin bulunması konusunda ilim adamlarımıza önemli görevler düşmektedir.
Cenâb-ı
Hak, Ümmeti Muhammed’i Kur’ân ve Sünnet ışığında birleştirmeyi müyesser kılsın.
Bu uğurda yeni vesileler halk etsin ve günümüz Müslümanlarına da bu konuda şuur
ihsan eylesin.
Allah’ın
selâmı, rahmet ve bereketi, Rasûlü (s.a.v)’in yoluna tabi olanlar üzerine
olsun.
[1] Sahîh Müslim
[2] Sünen-i
İbn Mâce.
[3] Müsned
Ahmed b. Hanbel.
[4] Sünen-i
Ebû Davud.