«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız Allah için sevmek, (iman ettikten sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»
Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın dostları ile senin aranda bir haslettir bu.
Bir mümin bu üç hasleti her zaman ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.HALAVETUL-ÎMAN - İMANIN TADI
İman nimetinden daha büyük bir
nimet yoktur. Allah Azze ve Celle’nin kendisinin taatine muvaffak
kılmasından daha büyük bir nimet yoktur.
İnsanlık iman için yaratılmıştır. Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye
layık başka bir ilah olmayan Allah’a iman.
Bunun için gece ve gündüz, sabah
ve akşam, bunun için gökler ve yer yaratıldı. Bunun için hesap ve sorgu var
edildi. Bu öyle bir iman ki, hayatın her lahzasında, zamanın her anında
kainatta meydana gelen her hareket, gerçekleşen her bir olay bize bir olan,
kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık bir ilah olmayan Allah Azze ve
Celle’yi hatırlatmaktadır.
Gece ve gündüzün birbiri ardınca
gelmesi, geceleyin gökyüzünde yıldızların belirmesi, ayın parıldaması hepside bize
Lâ ilâhe illalâhı hatırlatıyor. Bu öyle bir iman ki, bu kâinatta ki her şey onu
doğrulayıp tasdik ediyor ve ona işâret ediyor. İ
nsanoğlu her hâlukârda ve her defasında buna şahitlik ediyor. Kâinatta gerçekleşen bu
mucizevi olaylar bizleri Allah Azze ve Celle’yi birlemeye, onu tevhide
götürüyor. Bunun içindir ki Allah Azze
ve Celle insanı iman için yaratmıştır.
Allah Azze ve Cellenin buyurduğu
gibi: “Ben insanları ve cinleri ancak
bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)
Allah Subhânehu ve Teâla insanı
ancak kalbini bir olan Allah’ın tevhidi ile doldurması için yaratmıştır.
İnsanın bu hayattaki en mutlu anı, kişinin gerçek manada, Allah’a iman eden bir
kul olduğunu hissettiği andır. İnsanın hayatındaki en mutlu anı kalbi, Allah
Azze ve Celle’ye tamamen inanmış bir şekilde dolduğu zamandır. İşte bu şekilde
kalp, her işinde iman ile birlikte yaşar. İşte bu, Allah’a, hiçbir şek ve şüphe
olmaksızın tamamen iman etmektir.
Bu hayatta bir müminin özen
göstermesi gereken en önemli mesele, kalbini Allah’a imanla doyurmasıdır.
İmanın girdiği kalbi Allah, muhakkak genişletir. İmanın girdiği göğüs, muhakkak
Allah’ın zikriyle mutmain olur, huzura
kavuşur.
Bir kulun Rabbisini tanıdığı o andan
kendisini sevindirici, mutlu edici başka bir an yoktur. O anda insan kendisini
yaratan Rabbisine yaklaşmış, kullukta Allah Subhânehu ve Teâla’ya boyun
eğmiştir. Bu iman Allah ile senin
arandaki tek kapıdır.
Bu imanın bir lezzeti ve
kalplerde de bir eseri vardır. Bu lezzet
imanın halaveti, yani tadı ve güzelliğidir. Bu şekilde insan iltizamın tadını
tadar. Bunu ancak Rahman olan Allah’ın
muhabbetine, sevgisine mazhar olmuş bir mümin tadabilir.
Bir kulun ise Allah’ın rızasını
kazanmada ve O’nun taatinde, ihlaslı bir
şekilde çaba ve gayret sarfetmeye ve bu yolda
hızlı ve güvenilir adımlarla ilerlemeye
ihtiyacı vardır. Bir insan bir tatlıdan
tattığı kadarıyla onun lezzet ve tadını
alabilir.
Şayet tadını tattığı şey, alemlerin
Rabbi olan Allah katında çok yüce ise o zaman ondan daha lezzetli bir şey
yoktur. Bu ise halavetul-iman, imanın lezzeti, Rahman olan Allah’a yapılan kulluğun ve taatin lezzetidir. Bu tadı tadan
bir insan başına bir kötülük gelse sabreder, başına sevindirici, onu mutlu
edici bir olay gelse, Allah’a bundan dolayı şükreder.
İnsan, imanın tadını tattığı zaman
Allah’a masiyetteki bütün lezzetleri
unutur. İmanın bu tadı her türlü münkeratı, kötülüğü, her türlü fuhşiyatı terk
etmeye sebeptir. Kâinatın efendisi olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta boyun eğmeye
sebeptir. Kalpteki imanın gücü ne kadar da yücedir. Kalplerdeki imanın tadı ne
kadar da yücedir.
Halavetul İman-İmanın Tadının Alametleri
Muhakkak ki imanın tadının
alametleri vardır. Bunları bizlere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
beyan etmiştir. Buhari de gelen rivayet bunu açıklamıştır:
Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiği
hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü
kendisine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız Allah için sevmek, (iman ettikten sonra
tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»
Bu üç haslet, kullukta Allah’a
boyun eğmiş kuvvetli kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir
bu. Yine, Allah’ın dostları ile senin aranda bir haslettir bu.
Bir mümin bu üç hasleti her zaman
ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa
kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.
Birinci Haslet:
Senin ile Allah azze ve celle
arasında olan haslet. Bu ise Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sana her şeyden daha sevgili gelmesidir.
Yani Allah ve Rasulünü sevmek iki
şey içermektedir. Üçüncüsü ise onun semeresi, meyvesidir.
Bunlardan birincisi:
Alimler şöyle diyor: Bir insanın
bir şeye muhabbet duyması, muhakkak bir sebebe binaendir. Bu muhabbet ya sadece
dünyevidir, veya sadece uhrevidir, veya da dünya ve ahiret arasında her ikisini
de toplayıcıdır. Ancak Allah sevgisi sevginin bu üç sebebini de bir araya
getirmiştir. Muhabbetullah, Allah sevgisi din sebebiyle olur ki bu da senin
dünya ve ahirette kurtuluşundur. Bir de bu muhabbet dünyevi bir sebepten olur
ki, bu hayatta sadece mal toplamak, mal biriktirmek değildir. Ancak mutlu olan
kişi Allah’tan hakkıyla korkan ve dünya ve ahiret saadetini elde edebilen
insandır.
Muhabbetullah, yani Allah sevgisine gelince, alimler söyle demişlerdir:
Bütün sebepler bunun için
hazırlanmıştır. Şayet bir insan babasını
sevse; onu kendisine olan ihsanından, sürekli onu koruyup gözetmesinden ve
maddi ihtiyaçlarını karşılamasından dolayı sever.
Hal böyle iken, göz açıp
kapayıncaya kadar ki zamanda bile seni koruyan, sana her türlü nimeti veren
Allah Azze ve Celle’ye karşı davranışımız, O’na karşı muhabbetimiz nasıl olmalı?
Şayet muhabbet, sevgi ihsan ise,
kendine yapılacak iyilik ise, sen Allah’ın ihsanın neresindesin. Şayet
muhabbet, nimetler ise, sen Allah’ın sana verdiği nimetlerin neresindesin.
Düşün ki bir borç veya sıkıntı
sebebiyle senin için bütün yollar tıkanmış, bütün kapılar yüzüne kapanmış. Kime
gitsen derdine ilaç bulamamışsın.
İşte böyle bir durumda birisi
gelir sana yardım elini uzatır ve senin hacetini giderir. Şayet o kimsenin sana
yaptığı iyilik seni fazlasıyla mutlu eder, kendine yapılan bu iyiliği konuşmaya başlar ve o insanı gece gündüz
översin. Hal böyleyken kardeşlerim, Allah’ın sana verdiği nimetler nerede?
Allah’ın sana verdiği hayırlar nerede?
Allah Azze ve Celle seni defalarca
sıkıntıdan kurtarmadı mı? Geceleyin hastalandığında eşin ve çocukların başında
beklerken, sen sağına ve soluna bakındın. Lâkin Allah’tan başka sana yardım
edebilecek, sana şifa verebilecek, acını dindirebilecek, Allah’tan başkasını
bulamadın. O anda Allah’a yöneldin ve Rabbâhu Rabbâh! diyerek inledin. Allah’ım
bana şifa ver!
Allah’ım sıkıntılarımı gider!
diyerek Allah’a yalvarmaya başladın. İşte o esnada Allah’ın rahmeti geldi ve
içinde bulunduğun sıkıntıdan seni kurtardı. İşte böyle bir durumda hiç
günlerden bir gün Allah’ın senin üzerine
olan nimetini hatırladın mı? İnsanların yanında Allah’ı sena edip övdün
mü? Allah’ın senin üzerine olan fazlını zikrettin mi?
Bunun içindir ki Allah Azze ve
Celle’nin muhabbetinden daha doğru bir sevgi yoktur. Kulun Rabbisini sevdiği
gibi kimse hakikatte sevmez. Allah dışında ki her sevgi gaflet demektir.
Sen Allah’ı her ne kadar çok
sevmiş olsan da, her ne kadar onu yüceltmiş olsan da muhakkak ki Allah Azze ve
Celle’nin senin üzerindeki hakkını ödeyemezsin.
Muhakkak ki Muhabbetullah’ın, Allah sevgisinin bazı alametleri vardır.
Alimler bunları açıklamışlardır. Bunu açıklayıcı olarak âlimlerden biri şöyle
demiştir:
Allah sevgisi ancak Allah Azze ve
Celle’nin vaciplerini, emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak
durmakla gerçekleşir. Şayet bu gerçekleşirse
o zaman kul, Allah’ın sevdiği bir kul demektir. Bu iki haslet, bu iki özellik
yani Allah’ın farzlarını yerine getirip haramlarını terk etmek bir kulda bir
araya gelirse o zaman o kul, Allah’ın habibi, Allah’ın sevgili bir kuludur.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Kulun Allah’ı sevdiğinin göstergesi, Allah’ın
o kulu kendisine taatinde muvaffak kılmasıdır.
Bir kul Allah’ın emrettiklerinde
eksikliğe gittiği miktarda yine haramlarını terk etmede noksanlığa gittiği
miktarda Allah’ın muhabbetinde,
O’na olan sevgisinde eksiklik meydana
gelir. Bu sebepten dolayıdır ki bir insanın kalbinde Allah sevgisinin devam edebilmesi için o
kulun Allah’ın farzlarını yerine getirmeye ve haramlarından da uzak durmasına,
bunu devam ettirmesine ihtiyacı vardır. Her kim Allah’ı severse her an Allah’ın
emirlerden bir emir bekler ki o emri yerine getirsin.
Yine her an Allah’ın
yasaklarından bir yasak bekler ki ondan uzak durarak onu terk ederek, Allah
Azze ve Celle’ye yaklaşsın.
Allah sevgisinin alâmeti bu iki
haslettedir. Allah sevgisi Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve Allah’ın
haramlarından kaçınmakla gerçekleşir. Bir Müslüman, Allah’ın farzlarından bir
farz ile veya Allah’ın hadlerinden bir
had ile, şeri bir ceza ile karşılaştığında çok iyi bilmelidir ki o Muhabbetullah
da, Allah sevgisinde imtihan edilmektedir.
Allah sevgisi, Muhabbetullah’tan
sonra beklenilen en şerefli ve ulaşılan
en yüce sevgi: Muhabbetur-Râsul, yani Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem’in sevgisidir.
Allah Azze ve Celle her kimi
Muhabbetur-Rasûl’e, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisine
muvaffak kılarsa onu cennet yollarından bir yola muvaffak kılmıştır. Bir kimse
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i severse tıpkı susayan bir insanın suya özlem duyması gibi, O’nun
sünnetine özlem duyar ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine
uymanın hasretini çeker.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek, O’na itaat etmek,
O’nun sünnetine uymak kurtuluşa ermenin ve kişiyi cennetlere götürecek tek
yoldur.
Bazı alimlerin dedikleri gibi :
Muhakkak ki Allah, kendisine ulaşan bir tek yol dışında bütün yolları kapatmıştır.
O da Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem için seçtiği yoldur. Bu manaya
işâret eden kavlinde Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
Bu hiç şüphesiz benim dosdoğru
yolumdur, bu itibarla ona uyun diğer
yollara uymayın. Aksi halde sizi O’nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye
Allah size bunları tavsiye etmiştir. (En’am: 153)
Şayet bir kulun Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem’e muhabbetinin miktarını öğrenmek istersen, ilim olarak, amel olarak,
davet olarak ve uygulama olarak sünnete
karşı hırsına bak. Bunun içindir ki bazı alimler şöyle demişlerdir:
İnsanlar içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sevgisinde
en sadık, en doğru olanlar, sünnetle amel eden ve ona davet eden Ehli
Sünnettir.
Şayet bir insanın Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme karşı
olan muhabbetinde, sevgisinde, samimi olup olmadığını öğrenmek istiyorsan onun
hasletlerine, sıfatlarına bak. Onun bu hareketlerini Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’in adabıyla karşılaştır.
Yani terazinin bir kefesine onun
amellerini, hasletlerini, diğer kefeye de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem’in amellerini koy. Şayet O’nun yolunu izliyorsa, O’nu örnek alıyorsa,
O’nun sünnetini öğrenme çabası içerisinde ise vallahi o Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellemi seviyor demektir ve ne güzel sevgidir bu!
Bunun içindir ki Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellem’in muhabbetinde sâdık olan bir müminin önem vermesi
gereken ilk şey: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini öğrenmek,
onu araştırmak, onunla amel etmeye ve uygulamaya hırslı olmak ve gücü yettiği
nispette ona davet etmektir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellemi seven bir kimse abdest alırken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem’in nasıl abdest aldığını hatırlar, elini suya uzattığında, bir uzvunu
yıkarken sanki o, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i görür gibidir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in abdesti gibi abdest alır O’nun
guslettiği gibi gusleder.
Namaz kılarken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
kıyamını, kıraatini, rukusunu, secdesini, duasını hatırlar. Tıpa tıp Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymaya teşvik eder. Şayet Allah
Azze ve Celle, bir kulun dünya ve ahiret hayrını dilerse ona Rasûlü sallallahu
aleyhi ve selleme muhabbete, sevgiye muvaffak
kılar.
Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem’in sevgisini tadan bir insan bunun meyvesi olarak artık akşamladığı ve sabahladığı zaman her
halûkârda kalbi Allah’a bağlıdır. Allah için kalkar, Allah için oturur, Allah
için konuşur, her işinde Allah’ın rızasını gözetir.
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bir mümin Rabbini sever ise yaptığı her
işte, söylediği her sözde Allah’a bağlı olur.
Kâdi İmam Hafız ibnu Dekikil- id Rahimehullah’tan şöyle bir olay
nakledilir:
Kendisi bir konuda hüküm vermiş
ve hakkında hüküm verdiği adam bu konuda ona itiraz ederek: Vallahi sen bana
karşı adil davranmadın ve sen hükmünde acele ettin, der. Onun bu sözü
üzerine İmam Hafız şöyle dedi: Sen böyle
mi söylüyorsun ? Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah
olmayan Allah’a yemin ederim ki ben kırk seneden bu yana Allah’ın huzurunda
cevabımı hazırlamadan hiçbir kelime konuşmadım.
Evet kardeşlerim bu ise ancak Muhabbetullah’ın, Allah’a olan sevginin
kemalindendir. Bunun içindir ki bazı alimler bu hadisin şerhinde şöyle
demişlerdir:
Kalbi Allah sevgisi ile dolu olan bir mümine
ikinci bir semere, meyve gelir ki o da Allah’ın sevdiğini sevmesi, Allah’ın
düşmanına düşmanlık etmesidir. Bu sayede Allah’ın yaklaştıklarına yaklaşır ve
Allah’ın uzak olunmasını emrettiği kişilerden de uzaklaşır. İşte bu da Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in "Sevdiğini yalnız Allah için seven
kimse" sözüyle işaret ettiği manadır.
İkinci Haslet ise: el Muhabbetullahi fillah:
Sevdiğini Allah için sevmektir. İmandan sonra en sağlam ip, el hubbu fillah vel
bağdu fillah. Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir. Bunu ise üç başlık
altında inceleyeceğiz.
Birincisi: Sâdık muhabbetin sebepleri
nelerdir. Allah için sevdiğini ve Allah için sevmediğini buğuz ettiğini ne
zaman bilirsin?
Bazı alimler şöyle demişlerdir: Allah için sevmek, ancak buna ileten
sebep Allah ise bu gerçekleşir. Şayet onu, Allah’ı razı edecek ameller
işlediğini görürse veya Allah’ı razı edecek
ameller işlediğini duyarsa onu Allah için sever. Bunun içindir ki bir insan
kâmil bir imana sahip ise nereye girerse girsin, gözleri Allah’a itaat eden
birilerini gördüğünde onu sever. Çünkü o gördüğü insan Allah’a kulluk
etmektedir. Onun ne ismini ne de nesebini bilmez. Belki de onu Allah’ın
taatinde ilk defa görmüştür. Allah için sevmeye ileten sebebin Allah ve Âhiret
yurdu olması imanın kemalindendir.
Bu yüzden Allah için sevmek imanın
alametlerinden bir tanesidir. Bazı alimler şöyle demişlerdir:
Şayet bir
insan, kendisindeki imanın kemalini imtihan etmek isterse, kendisini Allah için
sevgide ve Allah için düşmanlıkta imtihan etsin.
Bu ise kardeşlerim,
bizim hayatımızda tecrübe edebileceğimiz bir şeydir. Bu konuda kendinizi
imtihana tabi tutun: Kalbin iman ile dolup taşmış iken bir mescide girdiğinde
sağa bakarsın, namaz kılan birisini görürsün ve onu seversin. Önüne bakarsın,
Allah’ı zikreden birini görürsün ve onu seversin. Bu ise ancak imanın
kemalindendir. Şayet sen imanın zayıf bir halde mescide girersen gaflet ve
umursamazlık içinde olursun. Bu namaz kılıyormuş, şu Kuran okuyormuş, o Allah’ı
zikrediyormuş. Hiç biri umrunda olmaz.
Bunun
içindir ki Allah’ın sevdiği kullarını ve dostlarını böyle bir mecliste toplandığımız gibi toplandıklarını, o meclisten ayrılırken
birbirlerine selam verdiklerini, birbirlerine sarıldıklarını görürsün. Çünkü
onlar biliyorlar ki böyle bir mekanda hazır olan kimse ancak Allah’ı ve Ahiret
yurdunu isteyen kimsedir. Burada ancak mümini seven ve ona dostluk besleyen kimse
hazır bulunur. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:
«Mümin
erkekler ve kadınlar birbirlerinin dostudurlar.» Tevbe: 71
Allah Azze
ve Celle müminlerin kalplerini iman ile bir araya getirmiştir. İmanın, müminleri
bir araya getirdiği gibi, kullar arasında insanları bir araya getiren bundan
daha büyük, daha sâdık ve daha temiz bir şey yoktur.
Bu öyle
bir iman ki, daha İslamın başında muhacir ve ensarı bir araya getirmiştir.
Kalpleri Allah’a imanda ve Allah’a imanda ve Allah’a ve Rasûlüne taatte bir
araya getirmiştir. Bu kalpler ne güzel kalpler ve bu bir araya gelme ne büyük nimettir.
Baktığımız
zaman bir çok insan dünyalık bir şehvet, oyun ve eğlence için toplanmaktalar.
Ancak Allah’a imanı tadan bir kimse kardeşleri ile beraber Allah’ın taati ve
muhabbeti üzere bir araya gelir. Allah için sevmede sadık oluşunun delili, ona
ileten sebebin Allah’ın taati ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Bazı alimler,
insanların, Allah için sevme ve Allah için düşman olmada mertebelere ayrıldıklarını
söylemişlerdir. Bazı insanlar Allah için sevme ve Allah için düşmanlık beslemede
en üst derecede olurlar. Bazı insanlar bundan daha aşağı mertebededir. Allah
için sevmek ve Allah için düşmanlık kaidesi gereği bir araya gelenlerin
arasında gökyüzü ile yeryüzü arası gibi fark vardır.
İmanın
tadını almış bir çok kimse Allah için sevgi üzere bir araya geldikleri ilk anda,
onların ictimaları Allah Azze ve Celle’ye dostlukta sâdık olarak bir araya gelmedir. Onları
kalpleri Allah Azze ve Celle’ye olabilecek en yüksek hûşu içerisindedir. Şayet
insan hidayete erdiği ilk zamanlardaki
oturumlarına baktığı zaman, acaba o zamanki oturumları nasıldı. Meclise ilk
oturduğunda imanı zayıf idi, meclisin sonunda ise imanı kuvvetli bir şekilde oradan
ayrılmıştır.
Şayet bir insan kardeşini Allah için
severse bu muhabbet dahilinde bütün his ve duygularını kontrol etmesi gerekir.
Bu sebepten dolayı bazı alimler şöyle demişlerdir:
Şeytan
insana Allah için muhabbet kapısından girebilir. Allah için sevgi gün be gün
azalmaya ve sonunda Allah korusun dünya
için muhabbete dönüşür.
Muhterem kardeşim!
Şayet
birini Allah için sevmiş isen, bu muhabbette kalbini her gün murakabe etmek,
onu gözetmen gerekir. Şunu da iyice bilmen gerekir ki, kalp amellerinden olan bu muhabbet karşısında muhakkak ki sen
ecrini alırsın. Şayet bu konuda bir an bile yalnız bırakmaz. Belki de
başlangıçta birini yalnız Allah için, O’nun rızası için seversin. O Allah için
sevdiğin kardeşin bir gün senin maddi bir sıkıntını giderir veya seni bir
makama bir mevkiye getirir. Şeytan’da bu duygulardan içeri girerek bu muhabbeti ifsad eder. Artık
kardeşini dünya menfaatleri için sevmeye başlarsın . Başlangıç rahmet iken, sonuç
Allah korusun azâb olur.
Şayet bir
insan birini Allah için seviyor ve bunun sebebiyle imanın tadını tatmak istiyorsa, bu muhabbette sadık olması, samimi olması
gerekir. Allah için sevdiği kardeşi ile beraber, ancak Allah’ın rızasını ve
Ahiret yurdunu umarak beraber olması gerekir. Bu sadık muhabbetin, bu samimi
muhabbetin yerine getirilmesi gereken unsurları vardır. Alimlere bunu iki
hasletle zikretmişlerdir.
Birinci Haslet: İyiliği emretmek.
İkinci Haslet ise: Münkerden nehyetmektir.
Bir insan,
her ne kadar Allah’ın taatinde olsa, istikamet ehli olsa, Allah için sevse de,
unuttuğunda Allah’ı hatırlatacak, onu Allah’ın taatinde sebat ettirecek
kardeşlere ihtiyacı vardır.
Bunun
içindir ki Allah için sevginin gereklerinden biri de kardeşin kardeşine Allah’ın
taatinde ve muhabbetinde yardımcı olması gerekir. Bazı alimler şöyle
demişlerdir.
Şayet
insan bir kardeşine: Seni Allah için seviyorum, dese, sonra da o kardeşinde velev ki Allah’ı zikirde
noksanlıkta olsa bunu onda görse, Allah Azze ve Celle o kardeşinin bu konuda ki
noksanlığından ve onun buna sessiz kalmasından dolayı onu hesaba çeker.
Allah için
sevmek tasdik edilmeye, doğrulamaya ve uygulamaya ihtiyaç duyan bir iştir.
Bazımızın bazısına söylediği: Ben seni Allah için seviyorum, sözü, yeterli değildir.
Allah için
sevmek, İslam bağlarından kendisine yapışılacak güvenilir sağlam bağ üzere
şehadettir. Allah’ın taati ve rızası ile yaşamasını sürdürmek gerekir. Allah
Azze ve Celle bunun güzel etkilerini zikretmiştir. Bunların en büyük
tesirlerinden biri de: Allah’ın taatine ve muhabbetine yardım etmesidir. Bu
konuda Peygamberi Musa aleyhisselamın sözüne işaret ederek şöyle buyurmuştur.
«Musa
şöyle demişti: Rabbim göğsümü aç bana işimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz
. Sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir vezir çıkar. Kardeşim Harun’u, beni onunla
kuvvetlendir. İşimde onu bana ortak kıl. Seni daha çok tesbih edelim ve daha
çok analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin.» ( Taha: 25 35)
Muhakkak
ki din kardeşin sana Allah’ın zikrinde ve Allah’ın taatinde yardımcı olur.
Allah için
kardeşliğin meyvelerinden biride şudur kardeşlerim: İslam kardeşliği, kişinin
Allah’ın haramlarından ve şeri cezalardan uzak durmasına yardımcı olur.
Bunun
içindir ki kardeşlerim, kişinin nefsi kendisine bir kötülük emrettiği zaman
veya Allah’ın haramlarından bir haramı yapmasını emrettiği zaman hemen Allah
için sevdiği din kardeşinin yanına gitmelidir. O da kendisini Allah’ın azabıyla
korkutur ona Allah’ın güç ve kuvvetini ve O’nun cezalandırmasını hatırlatır.
İmanın üç tadından ikincisi olan: Allah için sevmek ve Allah için
buğz konusunda, Allah bir kulunu muvaffak kılarsa üçüncü bir semere gelir ki, o
da: İman ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılacakmış gibi kerih görmektir. İmanın
tadını almış bir mümin, kendi nefsinde
iman ettikten sonra bunun zıddı olan küfre dönmekten hoşlanmaz. Bu ise ancak bir
kulun kalbine iman girdiği ve bunu
doğruladığı zaman gerçekleşir. Bir mümin
imanın bir gereği, bir göstergesi olarak, her zaman küfre düşmekten korkar. Sahabe,
Allah onlardan razı olsun, kendi nefislerinde hep nifaktan korkarlardı.
Seleften bazısı şöyle demiştir: Vallahi her ne zaman sözümü ve amelimi
Kuran’a arz etsem, nefsimi, nifakı ile
ittiham ederim.
Bir başkası da şöyle demiştir:
Vallahi ne zaman nefsimi Kuran’a arz etsem nefsimi nifakta derine dalmış
sayarım.
İmandan sonra tekrar küfre
dönmekten hoşlanmamak iki durumu içermektedir.
Birincisi:
Küfürden korkmaktır. Buna ise Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şu
şekilde işaret etmiştir. “ İman ettikten
sonra tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe
atılacak gibi kerih görmektir.”
Şayet bir insana: Allah’ı
inkâr etmeyi mi, yoksa ateşe atılmayı
mı tercih edersin? diye sorulsa, Allah’ı
inkâr edip küfre düşmektense ateşe atılmayı tercih eder. Çünkü iman, onun
kalbini doldurmuş, onun kalbine işlemiştir. Allah Azze ve Celle’den bizleri ve
sizleri bu dereceye ulaştırmasını niyaz ederiz. Bizleri ve sizleri bu menzileye
ulaştırmasını dileriz.
Muhakkak ki insan, sonunun kötü
olacağından emin olamaz.
Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu
gibi:
“Yoksa onlar Allah’ın tuzağından mı emin olmuşlardı.” (Araf: 99)
Ayette gelen soru gösteriyor ki,
bir insan her ne kadar doğru yolda olursa olsun Allah’ın tuzağından emin
olamaz. Bunun içindir ki alimler şöyle demiştir.
Bir insanın dinine karşı
doğruluğu, salahı, Allah Azze ve Celle’ye karşı takvası arttıkça, topukları
üzerinde gerisin geri dönüp hüsrana
uğrayanlardan olmaktan daha çok korkak.”
Bu haslet, bu özellik, insanın
imanının bir göstergesidir. Çünkü o imanı kalbine yerleştirip imanın tadını
tattığında, bunun zıddı olan küfürden korkar. Küfürden, kâfir olmaktan ise ancak
imanında sâdık olan bir mümin korkar. Bunun içindir ki kardeşlerim, yüce
Arşın sahibi olan Allah Azze ve Celle’den kalplerimizi dininde sabit
kılınmasını, tâki Allah’a kavuşana kadar imanımızı ziyadeleştirmesini niyaz
ederiz.
İkincisi ise: Hayrın
noksanlığından korkmaktır. Bunun içindir ki alimlerden bazıları şöyle
demişlerdir:
Geceleri namaz kılmak ve gündüzleri de oruçlu geçirmek gibi bir
taatle Allah’ın rızıklandırdığı kimse, şayet bunda bir noksanlık görürse,
bunlara tekrar dönmek için mücadele etsin. Çünkü o kimse, Allah Azze ve
Celle’nin kendisini terk etmesinden ve topukları üzerinde geri dönüp hüsrana
uğramasından emin olamaz.
Bunun içindir ki mümin bir
kimsenin, Allah katında nefsini murakabe etmesi, sürekli gözlemlemesi gerekir.
Şayet hayır hasletlerinden bir haslet üzereyse ve onu ne olursa olsun terk
etmiyor ise, muhakkak ki Allah, insanı bazı musibetlerle imtihan eder. Şayet
geceleri yatağından kalkıp ibadet eden birisi ise, bazı meşguliyetler, uğraşlar
ile seni imtihan eder. Şayet sen imanında sâdık isen, o ibadetinde süreklilik
göstersin ve Allah da sana sebatın, istikrarın tadını tattırır.
Alimlerden bazıları şöyle dedi: “Şayet
bir insan Allah’a itaat eder ve hayır hasletlerinden bir haslet ile Allah’a
yaklaşmak isterse, şeytan ona bir fitne, bir hile ile gelir. Şu iyice bilinmelidir
ki, Allah onu bu haslet ile imtihan eder.”
Taat ile alakalı bir haslette
imtihan edilen ve bunda sebat gösteren bir insan, genellikle
bunun tadını, Hesap günü, Allah Azze ve Celle’nin huzurunda alır. Seleften
bazısı şöyle demiştir:
“Namaz’da nefsimle yirmi sene
mücadele ettim. Ondan ise kırk sene lezzet aldım.”
Yirmi yıl, ona her yönden dünya
meşguliyeti, düşünceler ve vesveseler gelir. O ise bunlara karşı sabreder ve
ecrini de Allah’tan bekler. Sonunda
Allah bütün tehlikeleri giderir ve ona
namazın tadını tattırır.
Dini yaşamaya yeni başlayan bir
gence yalnızca Allah’ın bildiği düşünce ve vesveseler gelir. Şayet o genç,
bunlara karşı sabreder ve bunun ecrini de Allah’tan beklerse, bütün düşünce ve
vesvelerden kurtulur. Tıpkı geceden sonra gündüzün, aydınlığın olduğu gibi
aydınlığa çıkar.
Bütün bu saydıklarımızdan sonra, acaba: İmanın
Tadına Nasıl Ulaşabiliriz?
Muhterem
Kardeşlerim! Bu üç haslet her kimde bir araya gelirse muhakkak ki o, imanın
tadını tatmıştır. Allah Azze ve Celle bunun uygulanmasına, gerçekleştirilmesine
ise ancak evliya ve sevdiği kullarına muvaffak kılar. Bunun için son soru: Bu
muhabbette ulaşılmanın yolu nedir? Allah’ın en güzel isimleri ve en yüce
sıfatları ile istediğimiz bu imanın tadını nasıl tadarız?
Buna ulaşmadaki
en yüce ve en yakın yol, duadır kardeşlerim. Allah’tan, imanın tadını tatmayı
istemendir. Rahman’a kulluğun lezzetini tattırmasını istemendir. Bir kul,
Allah’a dua ederse, muhakkak duasına icabet eder. Bir kul, Rabbinden bir şey
isterse, muhakkak onu verir ve muradına ulaşır. Bunun içindir ki Allah Allah
Azze ve Celle Kitabında: «Bana dua edin duanıza icabet edeyim.» (
Mümin/ Gafir: 60 ) buyurmuştur.
İkincisi
ise zikrettiğimiz sebeplere sarılmaktır. Bunların en üstünü de, din de anlayış
sahibi olmak ve alemlerin Rabbine taatine giden yolun bilinmesidir. Allah Azze
ve Celle, her kimde bu iki güzelliği bir araya getirir ve onu bu iki şeyle
rızıklandırırsa hiç şüphe yok ki o kul, imanın tadını alır ve Rahman’ın taatine
muvaffak kıldığı kullardan olur.
Allah’ım
Sen bizim Rabbimizsin. Senden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah yoktur. Bizleri
kendisinden sonra hiçbir acılığın olmadığı imanın tadını tatmayla rızıklandır ya
Rabbi!
Kendisinden
sonra Küfür olmayan bir imanla rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden
sonra mutsuzluk olmayan bir saadetle rızıklandır ya Rabbi!
Kendisinden
sonra azab olmayan bir rahmetle rızıklandır ya Rabbi!
Muhakkak
ki sen her şeye kâdirsin.