Bu Blog içinde Ara

8 Temmuz 2025 Salı

HALAVETUL-ÎMAN - İMANIN TADI

         «"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü ken­disine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız  Allah için sevmek, (iman ettikten sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»

Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın dostları ile senin aranda bir haslettir bu.

         Bir mümin bu üç hasleti her zaman ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.


HALAVETUL-ÎMAN - İMANIN TADI

 

İman nimetinden daha büyük bir nimet yoktur. Allah Azze ve Celle’nin kendisinin taatine muvaffak kılmasından  daha büyük bir nimet yoktur. İnsanlık iman için yaratılmıştır. Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık başka bir ilah olmayan Allah’a iman.

Bunun için gece ve gündüz, sabah ve akşam, bunun için gökler ve yer yaratıldı. Bunun için hesap ve sorgu var edildi. Bu öyle bir iman ki, hayatın her lahzasında, zamanın her anında kainatta meydana gelen her hareket, gerçekleşen her bir olay bize bir olan, kendisinden başka hakkıyla ibadet edilmeye layık bir ilah olmayan Allah Azze ve Celle’yi hatırlatmaktadır.

Gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesi, geceleyin gökyüzünde yıldızların belirmesi, ayın parıldaması hepside bize Lâ ilâhe illalâhı hatırlatıyor. Bu öyle bir iman ki, bu kâinatta ki her şey onu doğrulayıp tasdik ediyor ve ona işâret ediyor. İ

nsanoğlu her hâlukârda  ve her defasında  buna şahitlik ediyor. Kâinatta gerçekleşen bu mucizevi olaylar bizleri Allah Azze ve Celle’yi birlemeye, onu tevhide götürüyor. Bunun  içindir ki Allah Azze ve Celle insanı iman  için yaratmıştır.

 

Allah Azze ve Cellenin buyurduğu gibi: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat: 56)

 

Allah Subhânehu ve Teâla insanı ancak kalbini bir olan Allah’ın tevhidi ile doldurması için yaratmıştır. İnsanın bu hayattaki en mutlu anı, kişinin gerçek manada, Allah’a iman eden bir kul olduğunu hissettiği andır. İnsanın hayatındaki en mutlu anı kalbi, Allah Azze ve Celle’ye tamamen inanmış bir şekilde dolduğu zamandır. İşte bu şekilde kalp, her işinde iman ile birlikte yaşar. İşte bu, Allah’a, hiçbir şek ve şüphe olmaksızın  tamamen iman etmektir.

 

Bu hayatta bir müminin özen göstermesi gereken en önemli mesele, kalbini Allah’a imanla doyurmasıdır. İmanın girdiği kalbi Allah, muhakkak genişletir. İmanın girdiği göğüs, muhakkak Allah’ın zikriyle  mutmain olur, huzura kavuşur.

Bir kulun Rabbisini tanıdığı o andan kendisini sevindirici, mutlu edici başka bir an yoktur. O anda insan kendisini yaratan Rabbisine yaklaşmış, kullukta Allah Subhânehu ve Teâla’ya boyun eğmiştir. Bu iman Allah  ile senin arandaki tek kapıdır.

Bu imanın bir lezzeti ve kalplerde  de bir eseri vardır. Bu lezzet imanın halaveti, yani tadı ve güzelliğidir. Bu şekilde insan iltizamın tadını tadar. Bunu ancak Rahman olan Allah’ın  muhabbetine, sevgisine mazhar olmuş bir mümin tadabilir.

 

Bir kulun ise Allah’ın rızasını kazanmada ve O’nun taatinde,  ihlaslı bir şekilde çaba ve gayret sarfetmeye  ve bu yolda hızlı ve güvenilir adımlarla  ilerlemeye ihtiyacı vardır. Bir insan  bir tatlıdan tattığı kadarıyla  onun lezzet ve tadını alabilir.

Şayet tadını tattığı şey, alemlerin Rabbi olan Allah katında çok yüce ise o zaman ondan daha lezzetli bir şey yoktur. Bu ise halavetul-iman, imanın lezzeti, Rahman olan Allah’a yapılan  kulluğun ve taatin lezzetidir. Bu tadı tadan bir insan başına bir kötülük gelse sabreder, başına sevindirici, onu mutlu edici bir olay gelse, Allah’a bundan dolayı şükreder.

İnsan, imanın tadını tattığı zaman Allah’a  masiyetteki bütün lezzetleri unutur. İmanın bu tadı her türlü münkeratı, kötülüğü, her türlü fuhşiyatı terk etmeye sebeptir. Kâinatın efendisi olan Allah Azze ve Celle’ye kullukta boyun eğmeye sebeptir. Kalpteki imanın gücü ne kadar da yücedir. Kalplerdeki imanın tadı ne kadar da yücedir.

 

Halavetul İman-İmanın Tadının Alametleri

 

Muhakkak ki imanın tadının alametleri vardır. Bunları bizlere Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem beyan etmiştir. Buhari de gelen rivayet bunu açıklamıştır:

Enes’in -Allah ondan razı olsun- bildirdiği hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

«"Kimde şu üç haslet bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Rasûl'ü ken­disine başkalarından daha sevgili olmak; bir kimseyi yalnız  Allah için sevmek, (iman ettikten sonra tekrar) küfre dönmekten tıpkı ateşe atılacakmış gibi hoşlanmamak".»

 

Bu üç haslet, kullukta Allah’a boyun eğmiş kuvvetli kimselere muhtaçtır. Allah ile senin aranda bir haslettir bu. Yine, Allah’ın dostları ile senin aranda bir haslettir bu.

Bir mümin bu üç hasleti her zaman ve mekânda kalbine arz eder. Şayet bu hasletler, bu özellikler noksan olursa kalbinde ki iman lezzeti noksan olur. Allah Azze ve Celle bunu bizden korusun.

 

 

Birinci Haslet:

Senin ile Allah azze ve celle arasında olan haslet. Bu ise Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin  sana her şeyden daha sevgili gelmesidir.

Yani Allah ve Rasulünü sevmek iki şey içermektedir. Üçüncüsü ise onun semeresi, meyvesidir.

Bunlardan birincisi:

Alimler şöyle diyor: Bir insanın bir şeye muhabbet duyması, muhakkak bir sebebe binaendir. Bu muhabbet ya sadece dünyevidir, veya sadece uhrevidir, veya da dünya ve ahiret arasında her ikisini de toplayıcıdır. Ancak Allah sevgisi sevginin bu üç sebebini de bir araya getirmiştir. Muhabbetullah, Allah sevgisi din sebebiyle olur ki bu da senin dünya ve ahirette kurtuluşundur. Bir de bu muhabbet dünyevi bir sebepten olur ki, bu hayatta sadece mal toplamak, mal biriktirmek değildir. Ancak mutlu olan kişi Allah’tan hakkıyla korkan ve dünya ve ahiret saadetini elde edebilen insandır.

 

Muhabbetullah, yani Allah sevgisine gelince, alimler söyle demişlerdir:

Bütün sebepler bunun için hazırlanmıştır. Şayet bir insan  babasını sevse; onu kendisine olan ihsanından, sürekli onu koruyup gözetmesinden ve maddi ihtiyaçlarını karşılamasından dolayı sever.

Hal böyle iken, göz açıp kapayıncaya kadar ki zamanda bile seni koruyan, sana her türlü nimeti veren Allah Azze ve Celle’ye karşı davranışımız, O’na karşı muhabbetimiz nasıl olmalı?

Şayet muhabbet, sevgi ihsan ise, kendine yapılacak iyilik ise, sen Allah’ın ihsanın neresindesin. Şayet muhabbet, nimetler ise, sen Allah’ın sana verdiği nimetlerin neresindesin.

Düşün ki bir borç veya sıkıntı sebebiyle senin için bütün yollar tıkanmış, bütün kapılar yüzüne kapanmış. Kime gitsen derdine ilaç bulamamışsın.

İşte böyle bir durumda birisi gelir sana yardım elini uzatır ve senin hacetini giderir. Şayet o kimsenin sana yaptığı iyilik seni fazlasıyla mutlu eder, kendine yapılan bu iyiliği  konuşmaya başlar ve o insanı gece gündüz översin. Hal böyleyken kardeşlerim, Allah’ın sana verdiği nimetler nerede? Allah’ın sana verdiği hayırlar nerede?

Allah Azze ve Celle seni defalarca sıkıntıdan kurtarmadı mı? Geceleyin hastalandığında eşin ve çocukların başında beklerken, sen sağına ve soluna bakındın. Lâkin Allah’tan başka sana yardım edebilecek, sana şifa verebilecek, acını dindirebilecek, Allah’tan başkasını bulamadın. O anda Allah’a yöneldin ve Rabbâhu Rabbâh! diyerek inledin. Allah’ım bana şifa ver!

Allah’ım sıkıntılarımı gider! diyerek Allah’a yalvarmaya başladın. İşte o esnada Allah’ın rahmeti geldi ve içinde bulunduğun sıkıntıdan seni kurtardı. İşte böyle bir durumda hiç günlerden bir gün Allah’ın senin üzerine  olan nimetini hatırladın mı? İnsanların yanında Allah’ı sena edip övdün mü? Allah’ın senin üzerine olan fazlını zikrettin mi?

 

Bunun içindir ki Allah Azze ve Celle’nin muhabbetinden daha doğru bir sevgi yoktur. Kulun Rabbisini sevdiği gibi kimse hakikatte sevmez. Allah dışında ki her sevgi gaflet demektir.

Sen Allah’ı her ne kadar çok sevmiş olsan da, her ne kadar onu yüceltmiş olsan da muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin senin üzerindeki hakkını ödeyemezsin.

 

Muhakkak ki Muhabbetullah’ın, Allah sevgisinin bazı alametleri vardır. Alimler bunları açıklamışlardır. Bunu açıklayıcı olarak âlimlerden biri şöyle demiştir:

 

Allah sevgisi ancak Allah Azze ve Celle’nin vaciplerini, emrettiklerini yerine getirmek ve yasaklarından da uzak durmakla  gerçekleşir. Şayet bu gerçekleşirse o zaman kul, Allah’ın sevdiği bir kul demektir. Bu iki haslet, bu iki özellik yani Allah’ın farzlarını yerine getirip haramlarını terk etmek bir kulda bir araya gelirse o zaman o kul, Allah’ın habibi, Allah’ın sevgili bir kuludur.

 

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Kulun Allah’ı sevdiğinin göstergesi, Allah’ın o kulu kendisine taatinde muvaffak kılmasıdır.

 

Bir kul Allah’ın emrettiklerinde eksikliğe  gittiği miktarda  yine haramlarını terk etmede noksanlığa gittiği miktarda  Allah’ın muhabbetinde, O’na  olan sevgisinde eksiklik meydana gelir. Bu sebepten dolayıdır ki bir insanın kalbinde  Allah sevgisinin devam edebilmesi için o kulun Allah’ın  farzlarını yerine  getirmeye ve haramlarından da uzak durmasına, bunu devam ettirmesine ihtiyacı vardır. Her kim Allah’ı severse her an Allah’ın emirlerden bir emir bekler ki o emri yerine getirsin.

Yine her an Allah’ın yasaklarından bir yasak bekler ki ondan uzak durarak onu terk ederek, Allah Azze ve Celle’ye yaklaşsın.

 

Allah sevgisinin alâmeti bu iki haslettedir. Allah sevgisi Allah’ın farzlarını yerine getirmek ve Allah’ın haramlarından kaçınmakla gerçekleşir. Bir Müslüman, Allah’ın farzlarından bir farz ile veya Allah’ın  hadlerinden bir had ile, şeri bir ceza ile karşılaştığında çok iyi bilmelidir ki o Muhabbetullah da, Allah sevgisinde imtihan edilmektedir.

 

Allah sevgisi, Muhabbetullah’tan sonra  beklenilen en şerefli ve ulaşılan en yüce sevgi: Muhabbetur-Râsul, yani Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisidir.

Allah Azze ve Celle her kimi Muhabbetur-Rasûl’e, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisine muvaffak kılarsa onu cennet yollarından bir yola muvaffak kılmıştır. Bir kimse Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i severse  tıpkı susayan  bir insanın suya özlem duyması gibi, O’nun sünnetine özlem duyar ve Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine uymanın hasretini çeker.  

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi sevmek, O’na itaat etmek, O’nun sünnetine uymak kurtuluşa ermenin ve kişiyi cennetlere götürecek tek yoldur.

 

Bazı alimlerin dedikleri gibi : Muhakkak ki Allah, kendisine ulaşan bir tek yol dışında bütün yolları kapatmıştır. O da Peygamberi sallallahu aleyhi ve sellem için seçtiği yoldur. Bu manaya işâret eden kavlinde Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

 

Bu hiç şüphesiz benim dosdoğru yolumdur, bu itibarla  ona uyun diğer yollara uymayın. Aksi halde  sizi  O’nun yolundan ayırır. İşte sakınasınız diye Allah size bunları tavsiye etmiştir. (En’am: 153)

 

 Şayet bir kulun Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbetinin miktarını öğrenmek istersen, ilim olarak, amel olarak, davet olarak ve uygulama olarak  sünnete karşı hırsına bak. Bunun içindir ki bazı alimler şöyle demişlerdir:

 

İnsanlar içinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sevgisinde en sadık, en doğru olanlar, sünnetle amel eden ve ona davet eden Ehli Sünnettir.

 

Şayet bir insanın Allah  Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme karşı olan muhabbetinde, sevgisinde, samimi olup olmadığını öğrenmek istiyorsan onun hasletlerine, sıfatlarına bak. Onun bu hareketlerini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in adabıyla karşılaştır.

Yani terazinin bir kefesine onun amellerini, hasletlerini, diğer kefeye de Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in amellerini koy. Şayet O’nun yolunu izliyorsa, O’nu örnek alıyorsa, O’nun sünnetini öğrenme çabası içerisinde ise vallahi o Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seviyor demektir ve ne güzel sevgidir bu!

 

Bunun içindir ki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in muhabbetinde sâdık olan bir müminin önem vermesi gereken ilk şey: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini öğrenmek, onu araştırmak, onunla amel etmeye ve uygulamaya hırslı olmak ve gücü yettiği nispette ona davet etmektir.

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi seven bir kimse abdest alırken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in nasıl abdest aldığını hatırlar, elini suya uzattığında, bir uzvunu yıkarken sanki o, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i görür gibidir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in abdesti gibi abdest alır O’nun guslettiği gibi gusleder.

Namaz kılarken  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kıyamını, kıraatini, rukusunu, secdesini, duasını hatırlar. Tıpa tıp Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine uymaya teşvik eder. Şayet Allah Azze ve Celle, bir kulun dünya ve ahiret hayrını dilerse ona Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme  muhabbete, sevgiye muvaffak kılar.

 

Allah ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sevgisini tadan bir insan bunun meyvesi olarak  artık akşamladığı ve sabahladığı zaman her halûkârda kalbi Allah’a bağlıdır. Allah için kalkar, Allah için oturur, Allah için konuşur, her işinde Allah’ın rızasını gözetir.

 

Bazı alimler şöyle demişlerdir: Bir mümin Rabbini sever ise yaptığı her işte, söylediği her sözde Allah’a bağlı olur.

 

Kâdi İmam Hafız ibnu Dekikil- id Rahimehullah’tan şöyle bir olay nakledilir:

Kendisi bir konuda hüküm vermiş ve hakkında hüküm verdiği adam bu konuda ona itiraz ederek: Vallahi sen bana karşı adil davranmadın ve sen hükmünde acele ettin, der. Onun bu sözü üzerine  İmam Hafız şöyle dedi: Sen böyle mi söylüyorsun ? Kendisinden başka hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilah olmayan Allah’a yemin ederim ki ben kırk seneden bu yana Allah’ın huzurunda cevabımı hazırlamadan hiçbir kelime konuşmadım.

 

Evet kardeşlerim bu ise ancak Muhabbetullah’ın, Allah’a olan sevginin kemalindendir. Bunun içindir ki bazı alimler bu hadisin şerhinde şöyle demişlerdir:

 Kalbi Allah sevgisi ile dolu olan bir mümine ikinci bir semere, meyve gelir ki o da Allah’ın sevdiğini sevmesi, Allah’ın düşmanına düşmanlık etmesidir. Bu sayede Allah’ın yaklaştıklarına yaklaşır ve Allah’ın uzak olunmasını emrettiği kişilerden de uzaklaşır. İşte bu da Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in "Sevdiğini yalnız Allah için seven kimse" sözüyle işaret ettiği manadır.

 

İkinci Haslet ise: el Muhabbetullahi fillah: Sevdiğini Allah için sevmektir. İmandan sonra en sağlam ip, el hubbu fillah vel bağdu fillah. Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir. Bunu ise üç başlık altında inceleyeceğiz.

 

 Birincisi: Sâdık muhabbetin sebepleri nelerdir. Allah için sevdiğini ve Allah için sevmediğini buğuz ettiğini ne zaman bilirsin?

 

  Bazı alimler şöyle demişlerdir: Allah için sevmek, ancak buna ileten sebep Allah ise bu gerçekleşir. Şayet onu, Allah’ı razı edecek ameller işlediğini görürse veya Allah’ı  razı edecek ameller işlediğini duyarsa onu Allah için sever. Bunun içindir ki bir insan kâmil bir imana sahip ise nereye girerse girsin, gözleri Allah’a itaat eden birilerini gördüğünde onu sever. Çünkü o gördüğü insan Allah’a kulluk etmektedir. Onun ne ismini ne de nesebini bilmez. Belki de onu Allah’ın taatinde ilk defa görmüştür. Allah için sevmeye ileten sebebin Allah ve Âhiret yurdu olması imanın  kemalindendir.

 

Bu yüzden Allah için sevmek imanın alametlerinden bir tanesidir. Bazı alimler şöyle demişlerdir: 

 

Şayet bir insan, kendisindeki imanın kemalini imtihan etmek isterse, kendisini Allah için sevgide ve Allah için düşmanlıkta imtihan etsin.

 

Bu ise kardeşlerim, bizim hayatımızda tecrübe edebileceğimiz bir şeydir. Bu konuda kendinizi imtihana tabi tutun: Kalbin iman ile dolup taşmış iken bir mescide girdiğinde sağa bakarsın, namaz kılan birisini görürsün ve onu seversin. Önüne bakarsın, Allah’ı zikreden birini görürsün ve onu seversin. Bu ise ancak imanın kemalindendir. Şayet sen imanın zayıf bir halde mescide girersen gaflet ve umursamazlık içinde olursun. Bu namaz kılıyormuş, şu Kuran okuyormuş, o Allah’ı zikrediyormuş. Hiç biri umrunda olmaz.

 

Bunun içindir ki Allah’ın sevdiği kullarını ve dostlarını  böyle bir mecliste toplandığımız  gibi toplandıklarını, o meclisten ayrılırken birbirlerine selam verdiklerini, birbirlerine sarıldıklarını görürsün. Çünkü onlar biliyorlar ki böyle bir mekanda hazır olan kimse ancak Allah’ı ve Ahiret yurdunu isteyen kimsedir. Burada ancak mümini seven ve ona dostluk besleyen kimse hazır bulunur. Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

«Mümin erkekler ve kadınlar birbirlerinin dostudurlar.» Tevbe: 71

 

Allah Azze ve Celle müminlerin kalplerini iman ile bir araya getirmiştir. İmanın, müminleri bir araya getirdiği gibi, kullar arasında insanları bir araya getiren bundan daha büyük, daha sâdık ve daha temiz bir şey yoktur.

Bu öyle bir iman ki, daha İslamın başında muhacir ve ensarı bir araya getirmiştir. Kalpleri Allah’a imanda ve Allah’a imanda ve Allah’a ve Rasûlüne taatte bir araya getirmiştir. Bu kalpler ne güzel kalpler ve bu bir araya gelme ne büyük nimettir.

Baktığımız zaman bir çok insan dünyalık bir şehvet, oyun ve eğlence için toplanmaktalar. Ancak Allah’a imanı tadan bir kimse kardeşleri ile beraber Allah’ın taati ve muhabbeti üzere bir araya gelir. Allah için sevmede sadık oluşunun delili, ona ileten sebebin Allah’ın taati ve O’nun rızasını kazanmaktır. 

 

Bazı alimler, insanların, Allah için sevme ve Allah için düşman olmada mertebelere ayrıldıklarını söylemişlerdir. Bazı insanlar Allah için sevme ve Allah için düşmanlık beslemede en üst derecede olurlar. Bazı insanlar bundan daha aşağı mertebededir. Allah için sevmek ve Allah için düşmanlık kaidesi gereği bir araya gelenlerin arasında gökyüzü ile yeryüzü arası gibi fark vardır.

İmanın tadını almış bir çok kimse Allah için sevgi üzere bir araya geldikleri ilk anda, onların ictimaları Allah Azze ve Celle’ye dostlukta  sâdık olarak bir araya gelmedir. Onları kalpleri Allah Azze ve Celle’ye olabilecek en yüksek hûşu içerisindedir. Şayet insan hidayete erdiği  ilk zamanlardaki oturumlarına baktığı zaman, acaba o zamanki oturumları nasıldı. Meclise ilk oturduğunda imanı zayıf idi, meclisin sonunda ise imanı kuvvetli bir şekilde oradan ayrılmıştır.

 

Şayet bir insan kardeşini Allah için severse bu muhabbet dahilinde bütün his ve duygularını kontrol etmesi gerekir. Bu sebepten dolayı bazı alimler şöyle demişlerdir:

 

Şeytan insana Allah için muhabbet kapısından girebilir. Allah için sevgi gün be gün azalmaya  ve sonunda Allah korusun dünya için muhabbete dönüşür.

 

Muhterem kardeşim!

Şayet birini Allah için sevmiş isen, bu muhabbette kalbini her gün murakabe etmek, onu gözetmen gerekir. Şunu da iyice bilmen gerekir ki, kalp amellerinden  olan bu muhabbet karşısında muhakkak ki sen ecrini alırsın. Şayet bu konuda bir an bile yalnız bırakmaz. Belki de başlangıçta birini yalnız Allah için, O’nun rızası için seversin. O Allah için sevdiğin kardeşin bir gün senin maddi bir sıkıntını giderir veya seni bir makama bir mevkiye getirir. Şeytan’da bu duygulardan  içeri girerek bu muhabbeti ifsad eder. Artık kardeşini dünya menfaatleri için sevmeye başlarsın . Başlangıç rahmet iken, sonuç Allah korusun azâb olur.

Şayet bir insan birini Allah için seviyor ve bunun sebebiyle imanın tadını  tatmak istiyorsa,  bu muhabbette sadık olması, samimi olması gerekir. Allah için sevdiği kardeşi ile beraber, ancak Allah’ın rızasını ve Ahiret yurdunu umarak beraber olması gerekir. Bu sadık muhabbetin, bu samimi muhabbetin yerine getirilmesi gereken unsurları vardır. Alimlere bunu iki hasletle zikretmişlerdir.

 

Birinci Haslet: İyiliği emretmek.

İkinci Haslet ise: Münkerden nehyetmektir.

 

Bir insan, her ne kadar Allah’ın taatinde olsa, istikamet ehli olsa, Allah için sevse de, unuttuğunda Allah’ı hatırlatacak, onu Allah’ın taatinde sebat ettirecek kardeşlere ihtiyacı vardır.

Bunun içindir ki Allah için sevginin gereklerinden biri de kardeşin kardeşine Allah’ın taatinde ve muhabbetinde yardımcı olması gerekir. Bazı alimler şöyle demişlerdir.

Şayet insan bir kardeşine: Seni Allah için seviyorum, dese, sonra da  o kardeşinde velev ki Allah’ı zikirde noksanlıkta olsa bunu onda görse, Allah Azze ve Celle o kardeşinin bu konuda ki noksanlığından ve onun buna sessiz kalmasından dolayı onu hesaba çeker.

Allah için sevmek tasdik edilmeye, doğrulamaya ve uygulamaya ihtiyaç duyan bir iştir. Bazımızın bazısına söylediği: Ben seni Allah için seviyorum, sözü, yeterli değildir.

Allah için sevmek, İslam bağlarından kendisine yapışılacak güvenilir sağlam bağ üzere şehadettir. Allah’ın taati ve rızası ile yaşamasını sürdürmek gerekir. Allah Azze ve Celle bunun güzel etkilerini zikretmiştir. Bunların en büyük tesirlerinden biri de: Allah’ın taatine ve muhabbetine yardım etmesidir. Bu konuda Peygamberi Musa aleyhisselamın sözüne işaret ederek şöyle buyurmuştur.

 

 

«Musa şöyle demişti: Rabbim göğsümü aç bana işimi kolaylaştır. Dilimden şu düğümü çöz . Sözümü anlasınlar. Ailemden bana bir vezir çıkar. Kardeşim Harun’u, beni onunla kuvvetlendir. İşimde onu bana ortak kıl. Seni daha çok tesbih edelim ve daha çok analım. Şüphesiz sen bizi görmektesin.» ( Taha: 25 35)

 

Muhakkak ki din kardeşin sana Allah’ın zikrinde ve Allah’ın taatinde yardımcı olur.

 

Allah için kardeşliğin meyvelerinden biride şudur kardeşlerim: İslam kardeşliği, kişinin Allah’ın haramlarından ve şeri cezalardan uzak durmasına yardımcı olur.

Bunun içindir ki kardeşlerim, kişinin nefsi kendisine bir kötülük emrettiği zaman veya Allah’ın haramlarından bir haramı yapmasını emrettiği zaman hemen Allah için sevdiği din kardeşinin yanına gitmelidir. O da kendisini Allah’ın azabıyla korkutur ona Allah’ın güç ve kuvvetini ve O’nun cezalandırmasını hatırlatır.

 

İmanın üç tadından ikincisi olan: Allah için sevmek ve Allah için buğz konusunda, Allah bir kulunu muvaffak kılarsa üçüncü bir semere gelir ki, o da: İman ettikten sonra  tekrar  küfre dönmeyi tıpkı ateşe  atılacakmış gibi kerih görmektir. İmanın tadını almış bir mümin, kendi nefsinde  iman ettikten sonra bunun zıddı olan küfre  dönmekten hoşlanmaz. Bu ise ancak bir kulun  kalbine iman girdiği ve bunu doğruladığı zaman  gerçekleşir. Bir mümin imanın bir gereği, bir göstergesi olarak, her zaman küfre düşmekten korkar. Sahabe, Allah onlardan razı olsun, kendi nefislerinde hep nifaktan korkarlardı.

 

Seleften bazısı şöyle demiştir: Vallahi her ne zaman sözümü ve amelimi Kuran’a  arz etsem, nefsimi, nifakı ile ittiham ederim.

 

Bir başkası da şöyle demiştir: Vallahi ne zaman nefsimi Kuran’a arz etsem nefsimi nifakta derine dalmış sayarım.

 

İmandan sonra tekrar küfre dönmekten hoşlanmamak iki durumu içermektedir.

 

   Birincisi: Küfürden korkmaktır. Buna ise Allah Rasulu sallallahu aleyhi ve sellem şu şekilde işaret etmiştir. “ İman ettikten sonra  tekrar küfre dönmeyi tıpkı ateşe atılacak gibi kerih görmektir.” 

 

Şayet bir insana: Allah’ı inkâr  etmeyi mi, yoksa ateşe atılmayı mı  tercih edersin? diye sorulsa, Allah’ı inkâr edip küfre düşmektense ateşe atılmayı tercih eder. Çünkü iman, onun kalbini doldurmuş, onun kalbine işlemiştir. Allah Azze ve Celle’den bizleri ve sizleri bu dereceye ulaştırmasını niyaz ederiz. Bizleri ve sizleri bu menzileye ulaştırmasını dileriz.

Muhakkak ki insan, sonunun kötü olacağından emin olamaz.

Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu gibi:

Yoksa onlar Allah’ın tuzağından mı emin olmuşlardı.”  (Araf: 99)

Ayette gelen soru gösteriyor ki, bir insan her ne kadar doğru yolda olursa olsun Allah’ın tuzağından emin olamaz. Bunun içindir ki alimler şöyle demiştir.

 

Bir insanın dinine karşı doğruluğu, salahı, Allah Azze ve Celle’ye karşı takvası arttıkça, topukları üzerinde gerisin geri dönüp hüsrana  uğrayanlardan olmaktan daha çok korkak.”

 

Bu haslet, bu özellik, insanın imanının bir göstergesidir. Çünkü o imanı kalbine yerleştirip imanın tadını tattığında, bunun zıddı olan küfürden korkar. Küfürden, kâfir olmaktan ise  ancak  imanında sâdık olan bir mümin korkar. Bunun içindir ki kardeşlerim, yüce Arşın sahibi olan Allah Azze ve Celle’den kalplerimizi dininde sabit kılınmasını, tâki Allah’a kavuşana kadar imanımızı ziyadeleştirmesini niyaz ederiz.

 

   İkincisi ise: Hayrın noksanlığından korkmaktır. Bunun içindir ki alimlerden bazıları şöyle demişlerdir:

 

Geceleri namaz kılmak  ve gündüzleri de oruçlu geçirmek gibi bir taatle Allah’ın rızıklandırdığı kimse, şayet bunda bir noksanlık görürse, bunlara tekrar dönmek için mücadele etsin. Çünkü o kimse, Allah Azze ve Celle’nin kendisini terk etmesinden ve topukları üzerinde geri dönüp hüsrana uğramasından emin olamaz.

 

Bunun içindir ki mümin bir kimsenin, Allah katında nefsini murakabe etmesi, sürekli gözlemlemesi gerekir. Şayet hayır hasletlerinden bir haslet üzereyse ve onu ne olursa olsun terk etmiyor ise, muhakkak ki Allah, insanı bazı musibetlerle imtihan eder. Şayet geceleri yatağından kalkıp ibadet eden birisi ise, bazı meşguliyetler, uğraşlar ile seni imtihan eder. Şayet sen imanında sâdık isen, o ibadetinde süreklilik göstersin ve Allah da sana sebatın, istikrarın tadını tattırır.

 

Alimlerden bazıları şöyle dedi: “Şayet bir insan Allah’a itaat eder ve hayır hasletlerinden bir haslet ile Allah’a yaklaşmak isterse, şeytan ona bir fitne, bir hile ile gelir. Şu iyice bilinmelidir ki, Allah onu bu haslet ile imtihan eder.”

 

Taat ile alakalı bir haslette imtihan  edilen  ve bunda sebat gösteren bir insan, genellikle bunun tadını, Hesap günü, Allah Azze ve Celle’nin huzurunda alır. Seleften bazısı şöyle demiştir:

 

“Namaz’da nefsimle yirmi sene mücadele ettim. Ondan ise kırk sene lezzet aldım.”

 

Yirmi yıl, ona her yönden dünya meşguliyeti, düşünceler ve vesveseler gelir. O ise bunlara karşı sabreder ve ecrini de  Allah’tan bekler. Sonunda Allah bütün  tehlikeleri giderir ve ona namazın tadını tattırır.

 

Dini yaşamaya yeni başlayan bir gence yalnızca Allah’ın bildiği düşünce ve vesveseler gelir. Şayet o genç, bunlara karşı sabreder ve bunun ecrini de Allah’tan beklerse, bütün düşünce ve vesvelerden kurtulur. Tıpkı geceden sonra gündüzün, aydınlığın olduğu gibi aydınlığa çıkar.

 

Bütün bu saydıklarımızdan sonra, acaba: İmanın Tadına Nasıl Ulaşabiliriz?

 

Muhterem Kardeşlerim! Bu üç haslet her kimde bir araya gelirse muhakkak ki o, imanın tadını tatmıştır. Allah Azze ve Celle bunun uygulanmasına, gerçekleştirilmesine ise ancak evliya ve sevdiği kullarına muvaffak kılar. Bunun için son soru: Bu muhabbette ulaşılmanın yolu nedir? Allah’ın en güzel isimleri ve en yüce sıfatları ile istediğimiz bu imanın tadını nasıl tadarız?

Buna ulaşmadaki en yüce ve en yakın yol, duadır kardeşlerim. Allah’tan, imanın tadını tatmayı istemendir. Rahman’a kulluğun lezzetini tattırmasını istemendir. Bir kul, Allah’a dua ederse, muhakkak duasına icabet eder. Bir kul, Rabbinden bir şey isterse, muhakkak onu verir ve muradına ulaşır. Bunun içindir ki Allah Allah Azze ve Celle Kitabında: «Bana dua edin duanıza icabet edeyim.» ( Mümin/ Gafir: 60 ) buyurmuştur.

 

İkincisi ise zikrettiğimiz sebeplere sarılmaktır. Bunların en üstünü de, din de anlayış sahibi olmak ve alemlerin Rabbine taatine giden yolun bilinmesidir. Allah Azze ve Celle, her kimde bu iki güzelliği bir araya getirir ve onu bu iki şeyle rızıklandırırsa hiç şüphe yok ki o kul, imanın tadını alır ve Rahman’ın taatine muvaffak kıldığı kullardan olur.

 

Allah’ım Sen bizim Rabbimizsin. Senden başka hakkıyla ibadet  edilecek başka bir ilah yoktur. Bizleri kendisinden sonra hiçbir acılığın olmadığı imanın tadını tatmayla rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra Küfür olmayan bir imanla rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra mutsuzluk olmayan bir saadetle rızıklandır ya Rabbi!

Kendisinden sonra azab olmayan bir rahmetle rızıklandır ya Rabbi!

Muhakkak ki sen her şeye kâdirsin.