Abdullah ibnu Abbas haber verdi ki: Ebu Sufyan ibnu Harb ona şöyle haber verdi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin Ebu Sufyan ve Kureyşli kâfirlerle Hudeybiye barışının olduğu ve müddetinin uzatıldığı ve bu esnada Şam’da ticaret için bulundukları bir sırada Rum Kayser’i Hirakl Ebu Sufyan’a gelmeleri için haber yolladı. Hirakl ve Rum’un devlet büyükleri Îlyâ’dayken (Beytul-Makdis) onlar geldiler ve onları meclisine davet etti. Sonra onları ve tercümanını huzuruna çağırdı. Dedi ki:
- Kendisinin peygamber olduğunu iddia eden bu adama akraba olarak en yakın olanınız hanginizdir?
Ebû
Sufyân dedi ki: Dedim ki:
-
Nesebce en yakınları benim. Hirakl:
-
Onu bana yaklaştırın. Onun arkadaşlarını da yakına getirin. Onlarda arkasında
dursunlar, dedi. Sonra tercümânına dedi ki:
-
Bunlara de ki: Ben bu adama (kendisinin peygamber olduğunu iddia eden zât
hakkında) bazı sorular soracağım. Bana yalan söylerse, onu yalanlayın.
Ebû
Sufyân dedi ki: Vallahi yalanımı başkalarına nakledecekler diye haya
etmeseydim, O'nun hakkında yalan uydururdum. Ondan sonra bana ilk sorduğu şu
oldu:
-
Sizin içinizde onun soyu nasıldır?
- O
içimizde saygın bir soya sahiptir, dedim.
-
Sizden, (Kureyş ve Araptan) ondan önce bu iddiada bulunmuş bir kimse var mıydı?
dedi.
-
Hayır, dedim.
-
Babaları içinde kral var mıydı? dedi.
-
Hayır, dedim.
-
Ona tâbi olanlar halkın soyluları mı, yoksa zayıfları mı? dedi.
-
Zayıf olanlar, dedim.
-
Onların sayıları artıyor mu, yoksa eksiliyor mu? dedi.
-
Bilakis artıyorlar, dedim.
-
İçlerinde O'nun dînine girdikten sonra nefsani çıkarlarından dolayı dîninden
dönenler var mıdır? dedi.
-
Hayır, dedim.
-
Peygamber olduğunu söylemezden önce onu hiç yalancılıkla ittiham eder miydiniz?
dedi.
-
Hayır, dedim.
-
Hiç ihanet edip anlaşmasına aykırı davranır mı? dedi.
-
Hayır. Bizler şu anda onunla anlaşma içerisindeyiz. Bu anlaşmayı bozup ihanet
eder mi bilmem, dedim.
Ebû
Sufyân dedi ki: Onun değerini düşürecek, onu gözden düşürecek bundan başka bir
söz bulamadım.
-
O'nunla hiç savaştınız mı? dedi.
-
Evet, dedim.
-
O'nunla olan savaşınız nasıldı? dedi.
-
Aramızda savaş çekişmeyle geçer. Savaş, tarafların bir lehine bir aleyhine
gelişir, dedim.
-
Size ne emrediyor? dedi.
-
Bize diyor ki: Yalnızca bir olan Allah’a ibâdet edin ve hiçbir şeyi O'na ortak
koşmayın. Babalarınızın cahiliyede söyleyip yapageldikleri şeyleri terk edin,
dedim. Bize namazı, doğru sözlü olmayı (yalanı terk etmeyi) iffetli olmayı ve
akrabaya iyiliği emrediyor, dedim. Babalarınızın inanıp söyleye geldikleri
şeyleri terk ediniz, dedim.
Bunun
üzerine tercümânına dedi ki:
-
Ona söyle: Sana nesebinden sordum, onun içinizde asil bir soya sahip olduğunu
söyledin. Peygamberler de zâten böyle kavminin soy bakımından asil olanlarından
gönderilirler. İçinizden (yani Kureyş ve Araptan) bu sözü O'ndan evvel söylemiş
kimse var mıydı, diye sordum; hayır dedin. Şayet ondan önce bu sözü söylemiş
birisi olsaydı; ‘Kendisinden önce söylenmiş bir sözle teselli buluyor onu
söylüyor, derdim. Sana onun babalarından kral olan var mıydı? Diye sordum.
Olmadığını söyledin. Şayet onun babalarından birisi kral olsaydı:
-Babasının
mülkünü krallığını isteyen birisi, derdim. Sana bu sözleri demezden önce onu
yalancılıkla ittiham ediyor muydunuz? diye sordum.
–Hayır,
diye cevap verdin. Ben biliyorum ki, insanlara karşı yalan söylemeyen, bunu huy
edinmemiş birisi Allah’a karşı yalan söylemez. Sana ona tabi olanlar halkın
eşrafımı yoksa zayıfları mı? diye sordum. Bana ona zayıf olanların tabi
olduğunu bildirdin. Peygamberlere tabi olanlarda onlardır. Sana onların
azaldıklarını mı yoksa arttıklarını mı? sordum. Onların arttıklarını söyledin.
İşte îman da tamamlanıncaya kadar böyledir. Sana içlerinde O'nun dînine
girdikten sonra nefsanî çıkarlarından dolayı dîninden dönenler var mıdır? diye
sordum.
-Hayır,
diye cevapladın. İmanda işte böyle kalbi bütün samimiyetiyle kaplar. Sana
yapmış olduğu anlaşmaları bozar mı? diye sordum. Sen hayır dedin.
Peygamberlerde işte böyle ahde vefa gösterip anlaşmalarına sadık kalırlar. Sana
onun neyi emrettiğini sordum. Size Allah’a ibadet etmenizi, O’na hiçbir şeyi
ortak koşmamanızı emrettiğini, putlara ibadet etmekten yasakladığını ve sizlere
namaz kılmayı, doğru sözlü olmayı ve iffetli olmayı emrettiğini söyledin. Eğer
bu söylediklerin doğruysa, şu iki ayağımın altındaki yere sahip olacaktır. Ben onun sizin
içinizden çıkacağını tahmin etmiyordum. Şayet O’na ulaşacağımı bilsem her türlü
yolu denerdim. Şayet O’nun yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. Sonra Hırakl, Dıhye'nin elçiliği ile
Busrâ emîrine gönderilen
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin mektubunu istedi. O da okudu.
Mektûpta şunlar yazılıydı:
“Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Allah'ın kulu ve Rasûlü Muhammed'den Rûm'un büyüğü Hirakl'e. Hidâyete tâbi
olanlara selâm olsun. Seni İslâm’a çağıran kelimeye yani Allah’tan başka
hakkıyla ibadet edilecek başka bir ilâh olmadığına ve Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellemin Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmene davet ediyorum.
İslâm'a gir ki güvende olasın ve Allah ecrini iki kat versin. Şayet İslam
dinine girme davetine icabet etmezsen çiftçilerin (veya halkının) günâhı senin
boynunadır."Ey Kitâb ehli! Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceğimiz,
hiçbir şeyi O’na ortak koşmayacağımız, Allah dışında birbirimizi rabler edinmeyeceğimiz
hususunda bizimle sizin aranızda bir olan kelimeye (tevhid kelimesine) geliniz.
Buna rağmen yine de yüz çevirirlerse, işte o zaman ‘bizim Müslüman olduğumuza
şâhid olun’ deyiniz. "
Ebû
Sufyân dedi ki: Hirakl’in soru ve cevapları ve mektubun okunması bittikten
sonra yanında gürültü çoğaldı, sesler yükseldi, biz de yanından çıkarıldık.
Çıkarıldığımızda arkadaşlarıma dedim ki: İbnu Ebî Kebşe'nin (yani Nebi sallallahu aleyhi ve
sellemin) işi azametli oluyor. Benû Asfar (yani Rum) kralı O'ndan korkuyor.
Artık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin gâlib geleceğine tâ Allah’ın
beni İslam’la şereflendirinceye kadar kesin inancım devam etti. Ben de bu
inancımı ortaya çıkardım.
Şam’daki
Hıristiyanların dini lideri ve Îlya’nın (Beytul-Makdis) emiri ve Hirakl’in
dostu olan İbnun-Nâtûr, bu günlerde düşünceli ve üzüntülü görüp ondan konuştu.
Romalı generallerinden bazıları ona dedi ki: Senin hâlini hiç beğenmiyoruz,
dediler. İbnu'n-Nâtûr dedi ki: Hirakl yıldızlara bakan bir kâhindi. Ona
sorduklarında onlara dedi ki: Ben bu gece yıldızlara baktığımda Hitan
Meliki'nin üstünlük sağladığını gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olanlar
kimlerdir? Yahûdîler'den başka sünnet olan yoktur; onlar hususunda tasalanma.
Senin sultan altında bulunan şehirlere yaz da oralarda bulunan Yahudileri
öldürsünler, dediler. Bu sırada onlar kendi işleriyle meşgulken Hirakl'in
huzuruna Gassân Meliki tarafından Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemden
haber ulaştırmakla görevlendirilmiş bir adam getirildi. Hirakl o adamdan haberi
alınca: Gidin ve bu adam sünnetli midir, değil midir, diye bir bakın, dedi.
Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra Arapların sünnet olup
olmadıklarını sordu. O adam: Arapların sünnet olduklarını söyledi. Bunun
üzerine Hirakl: Sözü edilen bu zât bu ümmete hakim olacaktır. Ondan sonra
Hirakl, Rûmiye’de ilimce kendine
denk olan bir dostuna mektûb yazıp Hıms'a gitti. Hirakl, arkadaşından Nebi
sallallahu aleyhi ve sellemin gerçekten peygamber olduğu görüşüne muvafakat
eden mektubu gelinceye kadar Hıms’tan ayrılmadı. Müteakiben Hirakl, Hıms'ta
bulunan etrafında evler bulunan saraya girmeleri için Rûm büyüklerini davet
ederek kapıların kapanmasını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp:
- Ey
Rûm topluluğu! Felaha ve rüşte erişmek ve mallarınızın ellerinizde kalması için
bu peygambere tâbi olmaz mısınız?
Bunun
üzerine orada bulunanlar, yaban eşeklerinin kaçışmaları gibi kapılara doğru
koşmaya başladılar. Kapıların ise kapalı olduğunu gördüler. Hirakl, bundan
hoşlanmadıklarını görüp onların iman etmede ümitsizliğe düşünce dedi ki: Onları
bana geri getirin. –Ben biraz önceki sözlerimi sizin dininize olan
bağlılığınızı sınamak için söyledim. Dininize nedenli bağlı olduğunuzu gördüm.
Bunun üzerine orada bulunanlar ona secde edip bundan dolayı razı oldular. Hirakl’in imana daveti konusundaki son
olay bundan ibarettir. Bunu Salih
ibnu Keysân, Yûnus ve Ma'mer Zuhrî'den
rivayet etmişlerdir. (Hadisin geçtiği yer; BUHARİ 7, 51, 2681, 2804, 2941, 2978,
3174, 4553, 5980, 6260, 7169, 7541.)
Sohbet
Müşrikler Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i,
Mekke döneminde rahat bırakmadıkları gibi Medine’ye hicret ettikten sonra da
hiç rahat bırakmadılar. Gerek civar kabileleri ayaklandırarak, gerek Medine'ye
saldırarak, gerekse aleyhte propaganda yaparak altı yıl içerisinde üç büyük
savaşa onlarca seriyye'ye sebep oldular. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
hicretin altıncı yılında şartlar aleyhte olmasına rağmen Mekke site devletinin
reisleri ve civar kabilelerle on yıllığına ‘Hudeybiye Barış Anlaşması'nı
imzaladı. Artık Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem tebliğ, İslam'a dâvet
ve eğitime ağırlık vermeye başladı. Zamanın üç büyük süper devleti olan İran
Kisrâ'sına, Bizans Kayser'ine, Mısır Mukavkıs'ına "Eslim Telsem (Müslüman
ol, kurtul)" mesajını gönderdi... Süleyman aleyhisselâm'ın Belkıs'a
gönderdiği gibi... Mûsa aleyhisselâm'ın Firavun'a bildirdiği gibi... İbrahim
aleyhisselâm'ın Nemrud'a haykırıdığı gibi... Allah Rasûlü'nün mektubunu
Medine'den asırlarca insanlığı sömüren Bizans imparatorluğunun kralına
Dihyetü'l-Kelbî ulaştırdı... Rasûlullah'tan sonra en güzel ve yakışıklı olan
Dihyetü'l-Kelbî... Cebrâil'in onun sûretine girerek vahyi getirdiği Dihye...
Sahabeler de civar memleketlere yayıldılar. Çöle inen nuru ötelere taşımak
için...
Küfür cephesine gelince: Onlar
dünyalık menfaat ve çıkardan başka ne tanırlar? Uzun zamandır ticaret yapamayan
Ebû Süfyan ve otuz küsur kişilik bir ticaret kervanıyla Şam diyarına yola
çıkıyor... Mallar yükleniyor, develer hazırlanıyor... İbnü İshâk el-Megâzî'de
İbn-i Şihâb ez-Zührî yoluyla Ebû Süfyan'nın şöyle dediğini nakleder: "Biz
tüccar bir kavimdik. Ancak harp bizi ticaretten alıkoydu. Sulh dönemi
başlayınca kureyşten bir grupla birlikte Şam'a ticaret yapmaya çıktım. Allaha
yemin ederim ki, kervanın yola çıkacağı duyulunca, Mekke'de tanıdığım hiç bir
erkek ve kadın kalmadı ki satmam için bana bir mal getirmiş olmasın..."
Hatta İbnü's-Seken bu kervandan
yirmi kişinin isimlerini sayar. Bunların içinde Muğira bin Şu'be'yi de
zikreder. Halbuki bu görüşün araştırılmaya ihtiyacı vardır. Çünkü Muğira bin
Şu'be o dönemlerde Müslüman idi. Belki de Muğira kayser ile görüştükten sonra
Medine'ye gelip müslüman olmuş ta olabilir? Ebû İshak el-Fezzârî
Kitabu's-Siyer'de, Ebû 'Ubeyd'de Kitabu'l-Emvâl'da Saîd bin Müseyyeb yoluyla şu
haberi nakleder:
Rasulullah (sav.) kisra ve
kayser'e mektup yazdı. Kayser mektubu okuyunca "Şimdiye kadar hiç böyle
bir mektup almamıştım" dedi. Böylece Heraklius emniyet müdürünü çağırttı
ve ona "Şam'ın altını üstüne getir ve bana bu adamın (peygamberimizi
kastediyor) kavminden birilerini bul getir" diye emretti. Ebû Süfyan diyor
ki "Vallahi, biz Gazze şehrindeyken bir de Bizans akerleri bize hücûm etti
ve hepimizi alıp saraya götürdüler"
İmparator Heraklius Îylîyâ
şehrinde idi. Bu şehre "İlyâ" da denilir. "Allah'ın Evi" anlamına
gelir. Günümüzün Kudüs'üdür. Bir rivayete göre bu şehir ismini Nuh
aleyhisselâm'ın oğlu Sem'in torunu "İlya"dan almaktadır.
Taberî "Târih"inde der ki: "İran
kisrası ordusunu Bizans topraklarına sürdü. Bir çok yeri yakıp yıktı. Sonra
Kisra, ordu komutanlarından Şehrebıraz'ı öldürmek üzere bir komplo hazırladı.
Şehrebıraz bunu öğrendi ve askerleriyle birlikte Bizans imparatoru Heraklius'un
tarafına geçti. Böylece Heraklius
İran askerlerinin yardımıyla Kisra'yı hezimete uğrattı. Bu nedenle Heraklius Allah'a
teşekkürün bir ifadesi olarak Hımıs'tan İlya'ya kadar yürümeye karar verdi.
İmparator İlya'ya varıncaya kadar yollarına kırmızı halılar serip kokular
sürüyorlardı."
Kervan saraya ulaşınca Ebû Süfyan
ve beraberindekiler İmparatorun huzuruna çıkarıldılar. Bir de baktılar ki
İmparator Heraklius başında tâcı, yanında Rum'un liderleri, Ruhban ve
Kıssîs'ler ile birlikte tahtında oturuyor... İmparator tercümanlarını çağırttı
ve:
- Onlara
sor. Arap diyarında çıkan ve peygamber olduğunu iddia eden bu adama kan bağı
bakımından hanginiz en yakın?
Kervandakiler Ebû Süfyan'ı işaret
ediyor. Ebû Süfyan:
- O'na
nesep bakımından en yakın benim, diyor. Çünkü kervanının içinde Abd-i Menaf
oğullarından Ebû Süfyan'dan başka kimse yoktu.
Heraklius:
- Ona
yakınlık derecen nedir?, diye sorar. Ebû Süyfan:
- Amcamın
oğludur, der.
Zira Abd-i Menaf hem Ebû
Süfyan'ın hem de Rasulullah (sav.)'in dördüncü kuşaktan babasıdır. Rasulullah
(sav.)'in babası Abdullah, O'nun babası Abdulmuttalip, onun babası Hâşim, onun
babası Abd-i Menaf'tır. Ebû Süfyan'ın babası Harp, onun babası Ümeyye, onun
babası Abd-i Şems, onun babası Abd-i Menaf'tır. İmparator Heraklius, Ebû
Süfyan'ı öne çıkarttırır. Kervandakileri de onun arkasına saf halinde dizer.
Sonra tercümanlarına der ki:
- Arkadaki adamlara söyleyin. Bu
adama, peygamberlik iddia eden o zat hakkında sorular soracağım. Eğer yalan
cevap verirse, hemen müdahale edip düzeltsinler... İmparator Heraklius, çok
zeki bir adam. Zaten Ebû Süfyan, İbn-i İshâk'ın rivayetinde bunu açıkça
zikrederek "Allah'a yemin ederim ki o güne kadar bu adamdan daha dâhî hiç
kimseyi görmedim" diyor.
Zira, o dönemin şartlarında
kocaman bir imparatorluğun krallığını yürütmek sıradan insanların işi değildir.
Ancak bir takım yetenenkler ister. Demek ki imparatorda sıradan insanlarda
olmayan bazı özellikler vardı. Zaten Ebû Süyfanı öne çıkartıp kervandakleri
arkaya dizmesi buna işaret eder.
Ebû Süfyan diyor ki:
- Allah'a yemin ederim ki, benim
hakkımda "yalan konuşuyor" demelerinden utanmasaydım, sorduğu
sorulara yalan cevap verirdim. (İbn-i İshak'ın rivayetinde:) "Allah'a
yemin ederim ki, eğer yalan söylemiş olsaydım bile, arkamdakiler imparatorun
huzurunda yalanımı ortaya çıkarmazlardı. Ancak ben lider bir adamdım. Yalan
söyleyerek şerefimi küçük düşüremezdim. İyi biliyorum ki, eğer orda yalan
söyleseydim arkamdakiler imparatorun huzurunda beni yalanlamasalar bile, başka
yerlerde bunu konuşacaklardı. Bu nedenle yalan söylemedim"
Bu cümleler gösteriyor ki,
cahiliyye dönemininin liderleri bile yalanı çirkin görüyorlardı. Yalanın,
liderin şanını, şerefini, onurunu zedeleyeceğini biliyorlardı. Bir lider yalana
tenezzül etti mi, onun değerinin yıkılacağını, insanlar nezdinde liderlik
sıfatının yıkılacağını anlıyorlardı. Peki, günümüz dünyasında yalan söyleyen
politikacılara, liderlere, bakan ve vâlilere ne demeli? Bunların hangisi
câhilî, hangisi modern?!
İMPARATORUN SORULARI VE
CEVAPLAR
Birinci Soru:
- (Peygamberlik
iddia eden o zâtın) içinizdeki nesebi nasıldır?
- O
içimizde soylu bir nesebe sahiptir. (Zira Hâşim oğulları İsmâil aleyhisselâm'ın
soyundandır.
İkinci soru:
- Sizin
(Kureyşin veya Arapların) içinde bu sözleri ondan daha önce söyleyen hiç kimse
varmıydı?
- Hayır.
Üçüncü soru:
- Babaları
içinde kral olan var mı?
- Hayır.
Dördüncü soru:
- Zenginler
(meşhur insanlar) mı ona tâbi oluyor, zayıflar mı?
- Bilakis
zayıflar. Beşinci soru:
- Ona
tâbi olanlardan daha sonra ona kızıp dini beğenmediği için dinden dönen var mı?
- Hayır.
Altıncı soru:
- Sayıları
artıyor mu, azalıyor mu?
- Bilakis
artıyor. Yedinci soru:
- Peygamberlik
iddia etmeden önce onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldu mu?
- Hayır.
Sekizinci soru:
- Anlaşmasını
bozar mı? (Verdiği sözden döner mi? Hile yapar mı?)
- Hayır.
Ancak onunla şu anda bir anlaşma içindeyiz. Gelecekte anlaşmasını bozup
bozmayacağını bilmiyoruz. (Ebû Süfyan'ın katabileceği tek itham bu oldu. Çünkü
gelecekte ne olacağını kimse bilemezdi. Ancak gelecek şahit oldu ki Hudeybiye
anlaşmasını Beşerin Efendisi değil Kureyş bozdu) Dokuzuncu soru:
- Onunla
hiç savaştınız mı?
- Evet.
Bazen biz yendik, bazen o. Onuncu soru:
- Size
neyi emrediyor?
- Yalnızca
Allah'a kulluk yapmayı, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı,
dürüst olmayı, iffetli yaşamayı, akrabalarla ilgi kurmayı.
İMPARATORUN CEVAPLARA YORUMU
Bizans imparatoru Heraklius bu
sorulardan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Allah tarafından
gönderilen bir peygamber olduğunu anladı ve bunu açıkça şöyle ifade etti.
1- Sana nesebini sordum, sen de soylu bir
nesebe sahip olduğunu söyledin. İşte peygamberler böyledir. Kavminin içinde
soylu bir aileden seçilirler.
(Heraklius'un yanında Ruhban ve
Kıssîs'lerin olduğunu daha önceden görmüştük. Öyle anlaşılıyor ki Heraklius
peygamberler hakkındaki bu bilgileri hırıstiyan din alimlerinden almıştır.)
2- Sana bu sözleri daha önce içinizden hiç
kimse söyledi mi?" diye sordum, sen de "Hayır" dedin. Eğer
bölgenizde daha önce bu sözleri söyleyen birisi olsaydı "Bu adam önce
söylenilen bir şeyi taklit ediyor" derdim.
3- Sana "Babaları içinde kral olan var
mıydı?" diye sordum. Sen de "Hayır" cevabını verdin. Eğer
babaları içinde kral olan birisi olsaydı "Babasının krallığının talep
ediyor" derdim.
4- Sana "İnsanların zenginleri
(tanınmışları) mı ona tabi oluyor yoksa zayıfları mı?" diye sordum, sen de
"Zayıfları" dedin. İşte o zayıflar peygamberlerin tebaasıdır.
(Zira tarıh boyunca zenginler,
askerî ve siyasî gücü ele geçirenler halkları ezmişler, haddi aşmışlar,
haksızlık ve zulüm üzerine dayalı sistmeler kurmuşlardır. Piramitleri insan
harcıyla yapan Firavunlar ve Nemrutlar gibi... Bunun sonucunda küçük bir
azınlık (zengin ve güçlüler) zevk ve sefâ içinde yaşarken binlerce halk yığını
zulüm ve haksızlık altında ezilmşlerdir. İşte Allah Sübhânehû ve Teâlâ kimsenin
yıkmaya güç yetiremediği o zulüm sistemlerini yıkıp yerine ilâhî adalet üzerine
dayalı bir medeniyet kurmaları için kendi katından peygamberler göndermiştir.
İşte bu peygamberlere ilk karşı çıkanlar hep bu küçük azınlık dediğimiz
"Mütrafîn (Eşraf, gücü elinde bulunduran tanınmışlar, zenginler) olurken,
o peygambere inanan, onu destekleyenler ise daima ezilen , haksızlığa uğrayan
güçsüz halk yığınları olmuştur. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in şu hadis-i şerifi ne
kadar da mânidârdır : "Cehennemin kapısına dayandım, bir de baktım ki
cehennemi dolduranların çoğu Müstekbirler ( kendisini büyük görüp başkasını
ezen zorbalar) ve zenginler idi. Cennetin kapısına dayandım bir de baktım ki
cenneti dolduranların çoğu zayıflar (güçsüzler) ve fakirler idi". Bu
nedenledir ki peygamberlere tâbi olanların çoğunuluğu hep zayıflar, güçsüzler,
çaresizler, günahta ısrar etmeyen, kendini büyük görmeyen fakirler olmuştur)
5- Sana, sayıları artıyor mu, azalıyor
mu?" diye sordum, sen "Bilakis artıyor" dedin. İşte
tamamlanıncaya kadar iman da böyledir. (İman bir ışık yakar. Sonra o ışık, namaz,
zekat, oruç gibi emirlerle kemale erinceye kadar artmaya devam eder. O
nedenledir ki Rasulullah'ın (sav.) son senesinde "Bugün sizin için
dininizi kemale erdirdim ve size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak
İslamı seçtim" ayet-i kerimesi nâzil oldu.
6- Sana, "O'na tâbi olanlardan hiç kimse
dinine kızdığı için dinden döndü mü?" diye sordum, sen de
"Hayır" cevabını verdin. İşte imanın ferahlığı kalplere girince böyle
olur (Bir daha geri çıkmaz). İbn-i İshak'ın rivayetinde "İşte imanın
lezzeti böyledir. Bir kalbe girdi mi daha oradan çıkmaz!"
(İşte böyledir... Rasûlullah'ı
gören, O'nun sesinden Kuran dinleyen, Hakk'ı ve batılı farkeden sahabelerin
gönlüne bir iman ateşi, bir nur, bir lezzet düştü!.. Yaktı onların gönüllerini
Nübüvvet-i Ahmediye'nin ışığı...Artık Habbab'ın sırtını kızgın demirler yaksa
ne yazar!... Düştü Bilal'in yüreğine sevgi ateşi, artık kızgın çöller onun
vücudunu dağlasa ne yapar!... Duydu Sümeyye, Beşerin Efendisinin "Sabredin
Ey Yâsir ailesi! Sizinle buluşma yerimiz cennettir" sözünü, artık Ümeyye
bin Halef onun kemiklerini parçalasa ne çıkar!... Parçalandı o yürekler... Ama
dinlerinden asla dönmediler...)
7- Sana, "O zât, bu söylediklerini iddia
etmeden önce, onu hiç yalancılıkla itham ettiğiniz oldumu?" diye sordum,
sen de "Hayır" cevabını verdin. Kesinlikle anladım ki insanlara karşı
hiç yalan söylemeyen bir kimse Alah'a nasıl yalan söylesin? (Mahluka yalan
söylemeyen, Hâlık'a nasıl yalan söylesin? Yaratılmışa hiç yalan söylemeyen bir
kimse, kâinatın Yaratıcısı Azamet sahibi yüce varlığa karşı nasıl yalan
söyleyebilsin?! Yalan yere Allah bana vahiy göderdi diyebilsin?! Bu
imkansızdır! Bu Muhaldir!..)
8- Sana "Hilekarlık yapıp anlaşmasını
bozuyor mu?" diye sordum, sen de "Hayır" cevabını verdin. İşte
peygamberler de böyleir. Anlaşmalarını bozmazlar.
(Dünya tarihi boyunca devletler
ve kurumlar arası bir çok anlaşmalar yapılmıştır. Ancak özellikler uluslararası
alanda yapılan bu anlaşmaların kalıcı ve bağlayıcı hiç bir tarafı yoktur. Güçlü
taraf şartlar lehine döndüğü zaman kendi anlaşmasını kendisi çiğnemiştir. Dünya
siyaset tarihinden aldığı bu tecrübeyi çok iyi bilen Bizans imparatoru
Rasulullah'ın (sav.) "anlaşmalar" ile ilgili yönünü sormuş ve Ebû
Süfyan'ın "Hiç anlaşmasını bozduğu görülmemiştir" cevabını alınca
"işte peygamberler böyledir" diyerek anlaşmaların kalıcı ve
şartlarına uygun yürümesinin ancak peygamber medeniyeti ile mümkün olacağını
bildirmiştir.)
9- Sana "Onunla hiç savaştınız mı?"
diye sordum. Sen de "Evet" dedin. "Onunla savaşınızın neticesi
nasıl oldu?" diye sordum, sen de "Harp bizimle onun arasında bir
keşiktir. Bazan biz kazandık, bazan o kazandı" dedin. İşte peygamberler
böyle imtihan edilirler. Ancak nihaî zafer onlarındır.
10- "Size neyi
emrediyor" diye sordum. Sen de "Yalnızca Allah'a kulluk yapmanızı,
O'na hiçbir şeyi denk tutmamanızı, namaz kılmayı, dürüstlüğü, iffetli yaşamayı,
akarabalarla ilgi kurmayı emrediyor" dedin.
SORU VE CEVAPLARIN YORUMLARI
Her ne kadar el-Mâzinî
"İmparator Heraklius'un sorduğu bu sorular Nübüvvetin kesin delilleri değildir.
Heraklius'un zihininde bir peygamberi tanıyabilmeye götüren bir takım
işaretlerdir. Zira nübüvveti ıspatlayan bundan daha kuvvetli kesin deliller vardır" dese de, biz
İmparator Heraklius'un sorduğu bu on sorudan Efendimiz aleyhisselatü
vesselâm'ın şahsında peygamberlerin on vasfını sırayla şöyle çıkarabiliriz:
1- Soylu bir aileden gelir. Üstün bir nesebe
sahip.
2- Körü körüne taklitçi değil
3- Dünyalık bir çıkar ve menfaat gözetmiyor.
Krallık talep etmiyor.
4- Haksızlık ve sömürü altında ezilen halkları
kurtarıcı. Güçlüyü değil haklıyı üstün tutuyor.
5- Hak yolda sebatkâr ve azimli. Gönüllere
hitap ediyor, kalplerde taht kuruyor.
6- Cezbedici, etkileyici, günden güne gelişiyor
ve kuvvetleniyor.
7- Büyük-küçük, leyhte
ve aleyhte hiç
bir meselede yalan söylemiyor. Yalana
tenezzül etmiyor. Yalan
söyleyen bir kimse ya
kendi yaptığı ve
söylediği şeylerin yanlış olduğunu bildiği için yani hata ettiği için ya da
başkalarından kortktuğu için yalan söylediğine göre, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
hatasız, söyledikleri ve yaptıkları doğru. Bu nedenle Allah'tan başka hiç
kimseden korkmuyor.
8- Anlaşmalarına bağlı, sözünde duran, hile
yapmaz
9- Zalimlere, müstekbirlere, zorbalara karşı
izzetli, gerektiğinde onlara karşı güç kullanıp onları hakka döndürebilen
10- Getirdiği sistem yerin ve
göklerin Yaratıcısına itaat ve O'nu noksan sıfatlardan tenzih etme üzerine
kurulu. Dürüst, iffteli, saygın, iyilik peşinde koşan fertlerden oluşan
faziletli toplumlarla dolu bir dünya kurmak istiyor.
Bizans imparatoru Heraklius
sorularını sorup cevapları yorumladıktan sonra Ebû Süfyan'a dönüp şöyle dedi:
- Eğer
söylediklerin doğru ise, O (zât) işte şu ayaklarımı bastığım yerlere hakim
olacaktır. Onun çıkacağını biliyordum. Ancak O'nun sizin içinizden çıkacağını
zannetmemiştim. Eğer ona ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım.
Eğer O'nun huzurunda olsaydım, O'nun ayaklarını yıkardım!..."
-
SON SÖZÜN YORUMU:
İmparator Heraklius'un bu
sözlerinin anlamı şudur:
Eğer sorularıma doğru cevap
verdiysen, o zat pek yakında şu ayaklarımı bastığım yere hakim olacaktır:
Muhaddisler bu sözü iki şekilde yorumlamışlardır:
1- Bu cümle Kudüs ve Şam diyarının
fethedileceğine işaret eder. Çünkü Heraklius Şam diyarının bir parçası olan İlya
şehrinde yani Kudüs'te oturuyordu.
2- Heraklius "Ayaklarımı bastığım yere
hakim olacaktır" derken bütün saltanatını kastetmiştir. Çünkü bu sözleri
söylerken tahtında oturuyordu. "Ayaklarımı bastığım şu yere" derken
tahtını kastemişti. Bu da bütün bizansın yani İstanbul'un fethedileceğine
işaret eder. Daha sonra tarih şahit olmuştur ki İmparator heraklius'un bu sözü
gerçekleşmiş Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedilmiş, ardından bin dörtyüz elli üç
yılında Bizansın merkezi Kostantiniyye sultan Muhammed Fatih'in iman dolu
askerleriyle fethedilmiş ve Kostantiniyye semalarında asırlar boyu son
peygamberin ismi zikredilmştir. Bizansın pây-ı tahtına Fatih camileri,
Süleymaniye'ler, Sultan Ahmet'ler dikilmiştir. O'nun çıkacağını biliyordum.
Ancak O'nun sizin aranızdan çıkacağını zannetmemiştim: İmparator 1. Konstantin
döneminden itibaren hırıstiyanlığı resmi din olarak kabul eden Bizans
imparatorluğu hırıstiyan bir devlet idi. İmparator Kıssîs ve Ruhban'larla
istişare edrdi. Kuran-ı Kerim'in de bildirdiği gibi İsa aleyhisselâm
kendisinden sonra son peygamberin geleceğini müjdelemiştir. Yesrib'teki
yahudilerrin konuşmalarından anladığımıza göre onlar da bir peygamberin
geleceğini bekliyorlardı. Demek ki dünya cihan'ın sevgilisini bekliyordu...
Ancak O'nun nereden, kimin içinden çıkacağı yalnızca ve yalnız Allah'ın irade
ve Meşiet'ine bağlıdır. O lütfunu dilediği kimselere verir. Eğer ona
ulaşabileceğimi bilsem, hemen yolculuğa başlardım: Bu cümle Heraklius'un
sağ-salim Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme ulaşabilmekten endişe ettiğini,
öldürülme korkusundan dolayı O'na ulaşmanın mümkün olmayacağı kanaatide
olduğunu gösterir. Zira Dağatır kıssasından da anlaşıldığına göre Dihye, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'ın mektubunu imparatora takdim ettikten sonra Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve selleme inanan hırıstiyan din alimleinden birisi
Dihyetü'l-Kelbi'yi sarayın koridorlarında yakaladı ve "Git, bu mektubun
sahibine söyle. Ben şehadet ederim ki o, efendimiz Mesih'in bize müjdelediği
son peygamberdir" Sonra beyaz elbiselerini giydi. İmparatorun huzuruna
çıktı. Orada bulunanları islama çağırdı. Kelime-i Şehadet getirince oradakiler
hemen ayağa kalkıp onun üzerine saldırdılar ve öldürdüler.
Eğer O'nun huzurunda olsaydım,
ayaklarını yıkardım: O'nu görme şerefine, O'nun sesini işitme nimetine karşı
biz olsaydık ey Heraklius O'nun ayaklarını öperdik... "Anamız babamız sana
feda olsun ya Rasulellah!" derdik...
EFENDİMİZ'İN (ASV.) BİZANS
İMPARATORUNA GÖDERDİĞİ MEKTUP
Ebu Süfyan diyor ki:
Daha sonra Heraklius, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'in Dihye ile Busra valisi yoluyla Heaklius'a gönderdiği
mektubu istetti ve okudu. Mektupta şunlar vardı:
Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla
Allah'ın kulu ve elçisi
Muhammed'ten, Rum lideri Heraklius'a: Selâm Hidayete tabi olanların
üzzerinedir. Bundan sonra: Seni İslamın çağrısına davet ediyorum. Müslüman ol,
(huzur bulup) kurtul, ki Allah mükâfâtını iki kat versin. Eğer yüz çevirirsen,
(kendi günahınla birlikte) bütün halkının günahını yüklenirsin. Ey Ehl-i Kitap!
Bizimle sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına
kulluk yapmayalım. Ona hiç bir şeyi denk tutmayalım. Allah'ı bırakıp
birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer onlar (ehl-i kitap, yahudi ve hırıstiyanlar)
yüz çevirir iseler, (onlara) deyin ki "Şahit olun! Biz (Allah'a teslim
olan) Müslümanlarız".
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
hicretin altıncı yılında Hudeybiye'den döndükten sonra bu mektubu Dihye ibnü
Halîfe el-Kelbî ile birlikte Bizans İmparatoruna ulaştırmak üzere Busra valisi
Hâris bin Ebî Şemer el- Gassânî'ye gönderdi. İbnü-s Seken'in
"es-Sahabe" de bildirdiğine göre Busra valisi, Dihye'yi o zamanlar
henüz hırıstiyan olan Adiyy bin el- Hâtim ile birlikte Heraklius'a yolladı.
El-Bezzâr "Müsned"inde bu mektubu bizzat Dihye'nin Heraklius'a teslim
ettiğini "Dihye" hadisleri altında şu lafızlarla rivayet eder: " Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem beni mektubuyla birlikte kayser'e göderdi. Ben de
mektubu ona teslim ettim".
Vâkıdî'nin bildirdiğine göre
Dihye mektubu hicretin yedinci yılı muharrem ayında Heraklius'a teslim etti.
Dihye İmparatorun huzuruna çıkınca İmparatorun yanında kırmızı- mavi başliğıyla
İmparatorun kardeşinin oğlu vardı. O zamanın bürokrasisine göre elçi mektupları
ilk önce muhataba hitaben (muhatabın ismiyle) başlardı. Bu mektubun Efendimizin
ismiyle başladıpını gören İmparatorun kardeşinin oğlu kızdı ve araya girerek
"onu okuma! Kendi adıyla başlamış" diyerek mğdahale etti.
Ancak Kayse "Bilaki
oku!" dedi ve Dihye mektubu okudu. Ancak İmparatorun kardeşi "Rum
lideri" ibaresine de itiraz etti. Zira Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
"Rum Kralı" ibaresini kullanmamıştı. Ama yine de muhatabın gönlünü
almak için o kadar da hafife alınmayan "Rum Lideri" ibaresini
kullanmıştı. Ancak gurur ve kibir onları o kadar sarmıştı ki bu kadar ince bir
ayrıntıya bile dayanamıyan İmaratorun kardeşinin oğlu "Bizim krallığımızı
itiraf etmiyor. Onu okuma" diyordu.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemın
Bizians İmparatoruna yolladığı bu kısa ibareli ama geniş anlamı mektup bir çok
hikmetlerle doludur. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1- Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten: Tahrif
edildikten sonra, dünyanın en büyük süper devletinin resmi dini haline gelen
hırıstiyanlık Hz. İsa'yı – hâşâ- ilah olarak görüyordu. Yaratıcıyı yaratılmış
menzilesine indirgeyen bu anlayış Bizans İmparatorluğunda bir çok zulümlere
sebep oldu. Hem Allah'a hem de hz. İsa'ya büyük bir iftira olan bu anlayışa Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem "Allah'ın kulu ve elçisi" ibaresiyle bir
reddiye verdi. Zira peygamberler asla Allah'ın dengi değil, bilakis kulu ve
elçileridir. Hem kulluk makamı makamların en üstünüdür. Zira, yerin ve göğün
Yaratıcısı, Habibini Furkan ve İsra surelerinin başında "Kuluna Furkanı
indirenin Şân'ı ne yücedir", "Kulunu bir gece Mescid-i Haramdan,
ayetlerimizi göstermek için etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya
götüren her türlü noksanlıklardan münezzehtir" ibareleriyle övmüştür.
2- Selâm Hidayete tâbi olanların üzerinedir:
Tâhâ suresindeki bu ayet-i kerime'yi Musa aleyhisselam yeryüzünün en büyük
zalimlerinden biri olan Firavun'a söylemişti. Şimdi asırlar geçtikten sonra
aynı ibareyi son peygamber dünyanın diğer bir sulüm imparatorluğunun kralına
söylüyordu.
Bu ibarede hem büyük bir teşvik,
hem de büyük bir tehdit ve ihtar vardır: Hidayet Allah'ın indirdiği vahiydir.
Vahye tabi olan dünyada da âhirette de kurtulur. Selâmete, huzura ve mutluluğa
kavuşur (Teşvik). Yalanlayıp yüz çeviren ise acıklı bir azap altında işkence
çeker. Zaten "Selam, Hidayet'e tâbi olanların üzerinedir" ayet-i
kerimesinin hemen ardından "Allah'ın can yakıcı azabı da yalanlayıp yüz
çevirenin üzerinedir" ayet-i kerimesi gelmektedir. O halde, "Ey
zamanın firavunları ve kralları! Vahye tâbi olun ve kurtulun! Aksi takdirde
azabınız şiddetlidir!" mesajı vardır. Bu da bir tehdit ve uyarıdır. Bu
ayet-i kerimenin akabinde efendimiz (asv.) "Bundan sonra," diyerek
kendi cümleleriyle bu ayetin kapalı olarak içerdiği manaları beyan edip tekit
etmiştir.
3- Seni İslam'ın çağrısına davet ediyorum: O
çağrı da Nûh'un çağrısı, İbrâhim'in çağrısı, Mûsa ve Îsa'nın çağrısı olan
Tevhît inancıdır. Yeryüzünde Allah'tan başka ilah, otorite, güç ve mabud
tanımamayı ifade eden "Lâ ilâhe illallah" çağrısıdır. Yerin ve
göklerin yaratıcısına itaat çağrısıdır.
4- Eslim, Teslem" Müslüman ol,
kurtul): Cevâmiu'l-Kelim (az kelimelerle, geniş manalar ifade etme) yeteneğine
sahip olan Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin bu iki kelimelik cümlesi dünya
tarihindeki olaylar ve dünyanın geceğinde insanların yapacağı olayları
özetleyecek kadar geniş anlamlı iki kelimelik bir cümledir. Zira dünhya tarihi
insanın hayat sahnesidir. İşte bu sahnede –geçmişte yaşanan olayların bize
ıspatladığı gibi- yaratıcıya teslim olan, O'na itaat eden, O'nun emir ve
yasaklarını aynen uygulayan kimseler selamete erip taat kurtulmuşlardır.
Yaratıcıya teslim olmayan , O'na itaat etmeyen kimseler ise dünya ve ahiretin
fitneleri altında helak olmuşlardır. İşte tarihte yaşananlar bunun şahididir.
Nerede şimdi Âd ve Semûd kavmi!?.. Nerede Yaratıcıya isyan eden Lût kavmi?...
Nerede Mûsa'nın peşinden koşan Firavun ve ordusu?... Nerede İbrahimi ateşe atan
Nemrutlar?... Nerede Ebu Cehil'ler?... İşte son peygamber bir kere daha
haykırıyor zulmün liderine... "Müslüman ol,
kurtul" diyor!.. Kıyamete
kadar gelen zalimlere!...
5- Ki Allah sana ödülünü iki kat versin: Hem hz.
İsa'ya, hem de hz. İsa'nın emrine uyup son peygambere inanıp itaat ettiğin
için... Hem kendin inandın, hem de senin inanmanla sana tabi olanların
inanmasına vesile olduğun için... Allah Teâlâ buyuruyor ki:
"Bundan evvel kendilerine
kitap verdiğimiz (nice kimseler vardır ki) onlar buna (Kuran'a) inanıyorlar.
Onlara (kuran ayetleri) okunduğu zaman "Buna inandık. Şüphesiz ki bu,
Rabbimizden gelen bir Hakk'tır. Hakikat biz bundan evvel de İslam'ı kabul emiş kimselerdik"
derler. İşte bunlara, sabır ve (sebat) ettiklerinden dolayı, mükâfaatları iki
defa verilir"
Ebu Mûsa el-Eş'arî (r), Allah
elçisinin şöyle dediğini rivayet etti: "Üç sınıf insan vardır ki bunlara
ödülleri iki kat verilecektir:
i- Ehl-i Kitaptan olup ta hem
kendi peygambrine hem de muhammed'e iman edenler.
ii- Hem Allah'ın haklarını hem de
efendisinin haklarını yerine getiren köleler.
iii- Cariyesi bulunan ve bu
cariyeyi eğiten, eğitimini de güzel yapan, sonra da onu azât edip evlenen
kimseler. Bedir ehlinden Ebû Mes'ûd Ukbe bin Amr (r), Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
şöyle dediğini rivayet etti: "Kim bir iyiliğin yapılmasına vesile olursa,
o iyiliği yapan kimsenin ecri gibi sevap alır"
6- Eğer Yüz Çevirirsen ( kendi günahınla
birlikte) bütün Halkının Günahını Yüklenirsin: Çünkü halk yığınları sana
tâbidir. Senin kararın milyonları etkileyecektir. Hatta o milyonların
torunları, onların torunları ve onların yansımalarıyla birlikte kıyamete kadar
gelen nesillerin mesulyetini taşıyacaksın. Bu kısa cümlelerin ne anlama
geldiğini anlayan Heraklius'un yüzünen terler boşalmaya başladı. Zira, Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem bir başka
hadis-i şerifte şöyle buyurur:
"İnsanları doğru yola
çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı verilir. Ona uyanların
sevaplarından da hiç bir şey eksilmez. Başkalarını delâlete çağıran
kimseye de , kensisine uyan kimselrin
günahları verilir. Ona uyanlrın günahlarından da hiç bir şey eksilmez"
İbn-i Mes'ûd (r), Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle dediğini rivayet etti: "Haksız olarak
öldürülen hiç kimse yoktur ki Âdem'in ilk oğluna ondan bir nasip yazılmış
olmasın. Çünkü öldürme olayını ilk o başlatmıştı..."
Ardından Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
yahudi ve hırıstıyanlarla stratejimizi belirleyen bir ayet-i keimeyi bildirdi:
"Ey ehl-i Kitap! Bizimle
sizin aranızda ortak olan bir kelimeye gelin: Bu ifade o ortak kelimenin hem
Hz. İsa'ya, hem Hz. Musa'ya hem de Hz. Muhammed'e (asv.) ortak olarak
vahyedildiğine işaret eder. Hz. Musa'ya, Hz. İsa'ya vahyedilen o ortak
kelimenin ne olduğunu ve orijinal ibaresini Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'e
indirilen vahiy açıklıyor:
i- Allah'tan başkasına kulluk yapmayalım
ii- O'na hiç bir şeyi denk tutmayalım
iii- Allah'ı bırakıp bir birimiz rabb'ler
edinmeyelim
Böylece "Ey hırıstiyanlar!
Eğer siz Hz. İsa'yı gerçekten seviyor iseniz ona vahyedilen bu kelimeye tâbi
olun! Ey yahudiler! Hz. Musa'nın bağlıları olduğunuzu iddia ediyorsanız ona
vahyedilen bu kelimeye gelin" mesajı veriliyor..
- Ama
maalesef ehl-i kitap buzağıya taptılar...
- Hz.
İsa'yı ve Uzeyr'i Allah'a denk tuttular
- Ahbar
ve ruhbanlarını rabb edindiler
Adiyy bin Hâtim boynunda bir haç
olduğu halde Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıktığında Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem "Onlar (ehl-i kitap) Ahbar'larını (yahudi din
alimleri) ve ruhaban'larını (hırıstıyan din alimleri) Allah'ı bırakıp rabb'ler
edindiler. Meryem oğlu İsa'yı da... Halbuki onlar (tevrat ve incilde) tek bir
ilahtan başkasına kulluk yapmamamakla emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur.
O , onların ortak koşup denk tuttukları şeylerden münezzehtir ( Yücedir)"
ayet-i kerimesini okudu. Adiyy bin Hâtim: "Biz ruhbanlarımıza ibadet
etmiyorduk" diyerek itiraz etti. Bunun üzrine Efendimiz (asv.) meseleyi
izah etti:
- O
ruhbanlar, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal yapmadılar
mı?
- Evet
- Siz
de onlara itaat etmediniz mi?
- Evet
- İşte
bu onları rabb edinmenizdir.
O halde Allah'ın kanunlarını
bırakıp kendi kafalarına göre kanun koyanlar (haramı helal, helali haram
yapanlar), kendilerini ilah yerine koyanlardır. Onlara itaat edenler de o
ilahları rab edinenlerdir. O halde ey ehl-i kitap! Musa aleyhisselâm'ın, İsa
aleyhisselâm'ın ve Muhammed aleyhissalâtü vesselâm'ın dünya halklarına
bildirdiği ortak meseja gelin:
i- Allah'tan başkasına kulluk
yapmayalım
ii- O'na hiç bir şeyi denk
tutmayalım
iii- Allah'ı bırakıp birbirimizi
rabb edinmeyelim.
"Eğer onlar (yahudi ve
hırıstıyanlar) yüz çevirir iseler ( bu esasları kabul etmeyip Vahy'e tâbi
olmazlar iseler) onlara deyin ki "Şâhit olun. Biz (kendimizi Allah'a
teslim eden) müslümanlarız": Biz yerin ve göğün Yaratıcısına teslim olduk.
O'na itaat ettik. O'nun gönderdiği vahyi (emir ve yasakları) kabul ettik. O'nun
gönderdiği son peygambere, son kitaba, tarihte gönderilen bütün peygamberlere,
bütün kitaplara iman ettik, tasdik ettik, kabul ettik. Artık sizin yolunuz
size, bizim yolumuz bizedir.Yeniden Diriliş Günü, Yerin ve Göğün Yaratıcısı
bizimle sizin aranızdaki hükmünü verecektir.
Şeyhü'l-İslam (Fî'l-Hadîs) Ibn'ü
Hacer el-Askalânî "Fethu'l- Bârî Bi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî" adlı
muhteşem eserinde der ki: "Bu mektubun kısa cümleleri dört ince latife ile
doludur (Emir, Teşvik, Uyarı ve Tehdit):
i- Müslüman ol (Emir)
ii- Ki (selâmete erip) kurtulasın ve Allah
mükafatını iki kat versin (Teşvik ve sevdirme)
iii- Eğer yüz çevirirsen (Uyarı)
iiii- Halkının günahını yüklenirsin (Tehdit)
Ebû Süyfan diyor ki: Bizans
imparatoru Heraklius sorularını sorup mektubu
okumayı bitirir bitirmez salonda
bir gürültü koptu. Sesler yükselmeye başladı. Bizidışarı çıkardılar.
Arkadaşlarımla baş başa kalınca onlara dedim ki:
- Andolsun
ki Ebû Kebşe'nin oğlunun durumu muazzam bir durumdur. Zira, Asfar (sarı)
oğullarının kralı ondan korkuyor. O'nun bir gün
galip geleceğini biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil edinceye
kadar..." Ebu Süfyan "Ebû Kebşe'nin oğlu" ibaresiyle Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'i kastediyor. Zira büyük işlerde kapalı ibareler
kullanmak Arapların âdeti idi. Ebû Kebşe Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in
dedelerinden birisinin adıdır. Ebu'l-Hasen el- Cürcânî dedi ki: "Ebu
kebşe, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'ın anne tarafından dedesi Vehb'in
anne tarafından dedesinin ismidir. Ancak bu görüş tartışmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'in anne tarafından dedesi Vehb'in annesinin ismi Âtıkab
bint el-Evkas bin Mürre bin Hilal'dir. Nesep ilmi ehlinden hiçç kimse
el-Evkas'ın "Ebû Kebşe" diye isimlendiğini söylememiştir. Bir başka
görüşe göre "Ebû Kebşe" Abdulmuttalib'in anne tarafından dedesinin
ismidir. Bu da tartışmalıdır. Çünkü Abdulmuttalib'in annesinin ismi Selmâ bint
Amr bin Zeyd el-Hazrecî'dir. Yine Nesep ilmi ehlinden hiç kimse Amr bin Zeyd'in
"Ebu Kebşe" diye künyelendeğini söylememiştir. Ancak Ibn-ü Habib
"el-Müctebâ" adlı eserinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in hem anne
tarafından hem de baba tarafından
dedelerinden bir gubun "Ebu Kebşe" diye künyelendiğini zikretmiştir.
Ebu'l-Feth el-Ezdî ve İbnü Mâkûla
"Ebu Kebşe" isminin Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in süt babası el-Hâris
bin Abd'il-Uzza'nın ismi olduğunu söylemiştir. Yunus bin Bukeyr, meşhur siyer
âlimi ibnü İshak'ın oğlundan, o da babasından, o da kavminden bir grup insandan
rivayet ettiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in süt babası Haris
müslüman oldu. Onun "Kebşe" isimli bir kızı vardı. Böylece o
"Ebu Kebşe" diye künyelendi. Ibn-ü Kuteybe, Hattâbi ve Dârakutnî,
"Ebu Kebşe, Kureyş putlara taptığı için kureyşlilere devamlı muhalefet
eden "Vecz bin Âmir bin Gâlip" isimli bir adamdır. Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem de kureyş'e muhalefet ettiği için muhalefetin bir
işareti olarak onu bu adam nispet ettiler" dedi.
Ebu Süfyan "Asfar
oğullarının kralı" ifadesiyle rumları kastediyor. Çünkü İbnü-l İnbârî'nin
haber verdiğine göre Rumların dedesi Rum bin Ays habeş kralının kızıyla
evlendi. Böylece oğlu siyah ve beyaz arasında bir renkle dünyaya geldi. Bu
nedenle ona "Sarı" lakabını verdiler. Ebû Süfyan'ın son cümleleri de
ilginçtir: "O'nun (Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemi kastediyor)
bir gün gâlip geleceğini kesin olarak biliyordum. Tâ ki Allah beni İslama dahil
edinceye kadar...". Zaten Ebû Süfyan, bu hâdiseden sonra daha fazla
dayanamadı ve Mekke'nin Fethedildiği sırada Cihanın Efendisine gelip teslim
oldu.
Halife Ömer İbnü Abdi'l-Azîz'in
isteğiyle hadisleri ilk defa tedvin eden meşhur âlim İbnü Şihâb ez-Zührî diyor
ki: "İyliya şehrinin vâlisi ve İmparator Heraklius'un sâdık bağlılarından
İbnü En-Nâtûr Şam diyarı hırıstiyanlarının reisi idi. Aynı zamanda onların
gizili sırlarına vâkıf olacak kıadar geniş malumat sahibiydi. O şu kıssayı
anlatırdı:
"İmparator Heraklius İyliya
şehrine geldiği zaman bir sabah çirkin bir sûrette, endişeli ve asık suratlı
olarak kalktı. Betârik'lerden bazıları
ona:
- Durumunu
kötü gördük?, dediler. (İbnü Nâtûr diyor ki) Heraklius kâhin idi. Yıldız
ilimleriyle uğraşırdı. Danışmanlarına şu cevabı verdi.
- Bu
gece yıldızlara bakarken sünnetlilerin kralının gâlip geldiğini gördüm.
Çağımızın halklarından sünnet olanlar kimdir?
Danışmanlar:
- Yahudilerden
başkası sünnet olmazlar. Onların durumu da seni endişelendirmesin.
İmparatorluğunun vilayetlerine emir gönder, içlerinde bulunan bütün yahudileri
öldürsünler! Onlar bu konuyu görüşürken bir de Heraklius'a Gassan kralının
gönderdiği ve Rasulullah (sav.)'ın durumundan haber veren bir adam getirildi.
Heraklius bu haberi alınca:
- Gidin
bakın. O adam sünnetli mi değil mi?, diye emretti Gittiler baktılar ve
Heraklius'a sünnetli olduğunu söylediler. Heraklius onu huzuruna çağırdı ve
Arapların sünnet olup olmadığını sordu. Onun da "Sünnet olurlar"
cevabıını vermesi üzerine
- İşte
bu gâlip gelen bu ümmetin saltanatıdır, dedi., Sonra Heraklius
"Rûmiyye" şehrindeki bir vâlisine mektub gönderdi. O vâlinin de
Heraklius'a denk bir ilmi vardı.
Sonra Heraklius Hıms'a hareket
etti. Daha Hıms şehrine varmadan mektubun cevabı geldi. Heraklius'un " Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem'in zuhur edeceği ve O'nun peygamber olduğu"
hakkındaki görüşlerini destekliyorrdu. Bunun üzerine Heraklius, Rum'un
liderlerini Hıms'taki şatosuna davet etti. Sonra gizlice şatonun kapılarının
kilitlenmeseni emretti. Sonra da ayağa kalktı ve davetlilere seslendi:
- Ey
Rum halkı! Eğer saltanatınızın devam etmesini, Rüşt'e erip kurtulmayı
istiyorsanız, bu peygambere tabi olun!..., dedi.
Bunu duyan kalabalık, vahşi
eşeklerin bağırması gibi bağırarak kapılara doğru hücum ettiler. Bir de
baktılar ki kapılar kilitli. İmparator Heraklius, onların bu nefretini görüp
iman etmelerinden (veya kendi imanından) ümidini kesince muhafızlarına:
- Onları
bana döndürün, dedi ve "Ben, biraz önceki sözlerimi sizin dininize
bağlılığınızı imtihan etmek için söyledim. Dininizdeki sebat ve kararlılığınızı
da gördüm" dedi. Bunun üzerine hepsi Heraklius'a secde ettiler ve ondan râzı
oldular.
HERAKLİUS'UN SON DURUMU
İbnü Hacer el-Askalânî
"Fethu'l-Bârî"de şöyle der: "Dihye, imparatorun huzuruna çıkıp
mesajı iletince Heraklius, şura üyesi danışmanlarından bir hırıstiyan din
âlimine meseleyi arz etti. O âlim:
- İşte
bu, (yıllardır) beklediğimiz ve Efendimiz İsa'nın bize müjdelediği zât'tır. Ben
onu tasdik ediyorum ve O'na tabi oluyorum, dedi. Kayzer ise:
- Eğer
ben bunu yaparsam saltanatım gider, dedi.
Dihye diyor ki:
- (Koridorda)
bu hırıstıyan din âlimi beni yakalayıp şöyle dedi: "Bu mektubu al ve
Efendine git. Ona selam söyle. Ona de ki "Ben şehadet ederim ki Allah'tan
başka ilah yoktur ve Muhammed Allah'ın elçisidir. Ben ona iman ettim ve tasdik
ettim. Onlar ise beni reddettiler". Sonra bu âlim içeri girdi ve onu
öldürdüler.
İbn-i İshak'ın rivayeti şöyledir:
Heraklius, Dihye'yi Dagâtır er-Rûmi'ye gönderdi ve "O Rumun içerisinde
benden daha fazla söze sahiptir" dedi. Dagâtır, müslüman olduğunu ilan
etti. Üzerindeki elbiselerini çıkardı. Beyaz elbiselerini giydi ve rumların
huzuruna çıktı. Onları İslama çağırdı ve kelime-i şehadet getirdi. Rumlar ayağa
kalkıp onun üzerine çullandılar. Öldürünceya kadar vurup dövdüler... Dihye
Heraklius'un yanına döndüğünde Heraklius şöyle dedi:
- Sana
hayâtî tehlike içinde olduğumuzu söylemiştim. Dagâtır, onların nezdinde benden
daha büyük bir mekana sahip idi.
İbnü Hacer der ki: "Burada
öldürülen Dagâtır'ın yukarıda Heraklius'un Rûmiyye şehrinde kendisine mektup
yazdığı vali olma ihtimali vardır"
Heraklius hakkında kaynak
kitaparda geçen başka haberler de vardır. Mute ve Tebük savaşlarında
Müslümanlara karşı ordu hazırlaması, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selem ile birlikte ikinci defa
haberleşmesi, Rasulullah'a altın göndermesi ve Rasulullah'ın o altınları
ashabına dağıtması gibi...
İbn-i İshak, Halid bin Beşşar
yoluyla Şam'ın çok yaşlı (eski sakinlerinden) bir adamdan şu olayı rivayet
eder: İmparator Heraklius Şam'dan Kotantiniyye'ye hareket ederken Rumlara
"Ya Müslüman olmayı, ya cizye vermeyi, ya da "Derb" bölgesinin
yukarısındaki topraklar kendilerinde kalmak şartıyla Rasulullah ile sulh
anlaşması imzalamyı teklif etti. Ancak rumlar bunların hepsini reddettiler.
Bunun üzerine İmparator Kostantiniyye'ye doğru hareket etti. "Derb"
bölgesine gelince Şam tarafına doğru döndü ve "Elveda sana ey Suriye toprakları"
diyerek selam verdi. Sonra atını kamçılayıp Kostantiniyye'ye hareket etti. Hz.
Ebu Bekir ve Ömer dönemlerinde Müslümanlarla savaşanın Heraklius mu yoksa onun
oğlumu olduğunda tarihçiler ihtilaf etmişlerdir. Ancak İbnü Hacer: "O olduğu
ağır basıyor. Allah daha iyi bilir" der.
Taberânî, Abdullah bin Şeddad'ın
Dihye'den rivayet ettiği zayıf bir senette Kayser'in Dihye'ye şöyle dediğini
nakleder: "O'nun öyle olduğunu biliyorum. Ancak ben yapamam. Eğer öyle
yapsam otoritem gider ve Rum beni oldürür".
İbni İshak "Mürsel"inde
bazı ehli ilimden naklettiğine göre Herklius'un şöyle dediği riaveyet edilir:
- Allah'a
yemin derim ki, ben biliyorum, O gönderilen bir peygamberdir. Ancak Rumun beni
öldürmesinden korkuyorum. Eğer öyle olmayacağını (beni öldürmeyeceklerini)
bilsem, hemen ona tabi olurdum. Bütün bu rivayetler, Heraklius'un iman edip
etmediği meselesinin müphem olduğunu gösteriyor. Saltanatını imana tercih
ettiğini ve delâlet üzere kaldığını gösteren delillerden bir tanesi de bu
hadiseden iki sene sonra hicretin sekizinci yılında onun Mute gazvesinde
müslümanlarla harp etmesidir.
İbni Hibban sahih'inde Enes
(r)'tan rivayetle şöyle der: " Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Tebük'ten yine
Heraklius'u imana davet eden bir mektup gönderdi. Davete icabet etmeye yaklaştı
ancak icabet etmedi".
Bu haberin zâhiri, onun küfür
üzerine devam ettiği gösteriyor. Ancak onun imanını gizleme ihtimali de vardır.
Bütün bu masiyetleri saltanatını korumak amacıyla ve kavminin kendisini
öldürmesinden korktuğu için yapmış olabilir. Ancak Ahmet bin Hanbel'in
Müsned'inde onun Tebük'ten Rasulullah'a müslüman olduğunu bildiren bir mektup
yazdığını ancak Rasulullah'ın "Yalan söyledi. Bilakis hırıstiyanlığı
üzerine kaldı" dediği rivayeti vardır. Ebu Ubeyd'in "Kitabu'l-Emvâl"de
Bekr bin Abdullah el-Müzeni'den gelen sahih bir senette aynı haber vardır. O
rivayetin lafzı ise şöyledir: "Allah'ın düşmanı yalan söyledi. Müslüman
değildir" Bütün bu haberlere rağmen "El-İstîâb"ın yazarı, Bizans
imparatoru Heraklius'un iman ettiğini, ancak imanı üzerine devam etmediğini,
bilakis saltanatını kaybetme korkusuna kapıldığını ve fâni saltanatı bâki
saltanata tercih ettiğini söyler. Halbuki Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem'in
"Müslüman ol, kurtul" mesajının hakikatini anlasaydı, öldürülme
korkusu ve her türlü tehlikelerden sâlim bir şekilde Rasulullah'a ulaşabilirdi.
Acaba Heraklius gerçekten öyle
miydi? Bu sorunun cevabını bütün sırların açığa vurulduğu kıyamet gününde
göreceğiz. Hiç şüphesiz ki Allah en iyi bilendir. Gizlinin- açığın,
geçmişin-geleceğin, şuhûd ve gayb'ın bilgisi O'na aittir. O her şeye Kâdir, her
şeyi bilen Melik-i Azîm'dir.
Sohbetten
Öğrendiklerimiz
1. Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in doğruluğunu düşmanları bile kabul ve
takdir etmek zorunda kalmışlardır.
2. Doğruluk
ve eminlik Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemlerin ortak
özelliklerindendir.
3. Güzel dinimizin insanlardan istediği birinci görev;
yalnız Allah’a inanıp ibadet etmeleri, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaları,
inanç konusunda taklitçiliği bırakmaları ve doğruyu bizzat arayıp bulmalarıdır.
4. Onlardan beklediği ikinci görev; doğru, dürüst,
iffetli olmak ve akrabaya sahip çıkmak gibi ahlâk esaslarına uymalarıdır.