Bu Blog içinde Ara

28 Mayıs 2021 Cuma

Onu dinle ve sus

 

Bize Mûsâ ibnu İsmail bildirip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne bildirip şöyle   dedi: Bize Mûsâ ibnu Ebî Âişe bildirip şöyle dedi: Bize Said ibnu Cubeyr, İbnu Abbâs 'dan Allah Teâlâ’nın ((Ey Muhammed! Cebrâil  sana Kur’ân’ı okurken unutmamak için) acele edip dilini (Kur’ân’la) hareket ettirip durma) Kıyame Suresi 16-19’uncu âyetinin tefsîri hakkında şöyle dediğini bildirdi: "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  indirilen âyetlerin hıfzını zorlukla yapmaya çalışır ve bundan dolayı dudaklarını çokça oynatırdı." İbnu Abbâs dedi ki: "Ben de, tıpkı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin dudaklarını oynattığı gibi sizlere öylece dudaklarımı oynatıyorum.” Said dedi ki: “İbnu Abbas’ı dudaklarını oynatır gördüğüm gibi ben de dudaklarımı oynatıyorum –dudaklarını oynattı-. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ( (Ey Muhammed! Cebrâil  sana Kur’ân’ı okurken unutmamak için) acele edip dilini (Kur’ân’la) hareket ettirip durma. Onu toplayıp (kalbine yerleştirmek ve sana) okutmak bize düşer.) Kıyame Suresi 16-19’uncu  âyetini indirdi.

İbnu Abbas dedi ki: Onu senin göğsünde toplayıp okutmak bize âittir. 

(Onu (sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşunu dinle.)  İbnu Abbas dedi ki: Onu dinle ve sus. (Sonra onun açıklanması yine bize âittir.) Sonra onu okumanda bize âittir. Bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Cibril geldiğinde onu dinledi. Cibril gittiğinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onun okuduğu gibi okudu. (Hadisin geçtiği yer: BUHARİ  5, 4927, 4928, 4929, 5044, 7524.)

 

 

Sohbet

 

Abdullah b. Abbas bu âyeti izah ederken diğer bir rivayette de şöyle diyor:  "Cebrail, Resulullaha vahiy indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in okumasıyla birlikte dilini ve dudaklarını hareket ettirirdi. Bu ona zor gelirdi. Öyle ki, onun bu hareketi, görenler tarafından farkedilirdi. Bunun üzerine Allah teala, kıyamet süresindeki: "Ey Muhammed (Cebrail sana Kur'anı okurken) onu acele almak için Cebrail ile beraber dilini oynatma." "Onu (senin göğsünde) bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim işimizdir." "Biz onu okuttuğumuz zaman (indirdiğimiz zaman) sen onun okuyuşunu takibet." "Onu dinle" "Sonra onu açıklamak şüphesiz bizim işimizdir. Yani, Kur'anı senin dilinle açıklamak bizim işimizdir." âyetleri indi ve artık ondan sonra Cebrail Resulullaha geldiğinde başını eğer ve onu dinlerdi. Cebrail gidince de, Allah tealanın, ona vaadettiği gibi vahyedileni okurdu.

Bu hadisi şerif aynı zamanda sünnetinde vahy olduğunun delilidir.Dilini oynatma onu kalbinde toplayacak biziz daha sonrada onun beyanını öğretecekte biziz derken inenin beyanını yani sünnetide indirenin Allah azze ve celle olduğunun delilidir.

Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14 asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler  ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara aldanmaktalar.

Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları, evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız” buyurmaktadır. Ayet-i Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.

 “Biz sana kitabı ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”. Ayet-i Kerimede ise, hikmet Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.

“Ey Peygamber  acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol, ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”  Burada çok açık bir ifade ile Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e ilka ettirdikten sonra,  yine o Kur’anın açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu  vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.

“Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde hükmedesin diye Kitabı indirdik”. Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.), indirmiş olduğu kitabı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e gösterdiği  şekilde hükmede bilsin diye gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.

“ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne havale ediniz” demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi. 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Size Allah (c.c.)’ın kitabı ve onun  elçisinin sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa düşmeyeceksiniz” sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı olmasıyla izah edilebilinir.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla birlikte misli verildi” demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın mesabesinde olduğunu gösterir.

Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini nakleder: “Vahy, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”. 

Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme, aynen  Kur’an-ı  indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi” gibi, Selef’ten nakledilen rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında, sünneti bize öğreten Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin, bir beşer olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin  vahiyden olduğu  ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir: 

i. Peygamber olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem

ii. İnsan olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem

Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim, ancak bana vahyolunuyor”. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.

Vahyin içine giren sahalar: Helal ve Haramlar, İbadetler, Ukubat (hadler), Muamelat (akidler), Ahlaki konular, Akideye ve gaybiyata ait konular, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hususi halleri.

Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı  Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.

Vahyin dışında kalan sahalar: Yaratılışla ilgili haller. (Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar ve benzeri durumlar), İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular), Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları), Dünya işleri. (Ordu tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri, yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)

Bunlara delil olarak, hurma ağaçlarını aşılama kıssasında  “Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz” demesiyle Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir savaşına giderken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in orduyu indirdiği mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in;  “Harp  hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı dolayısıyla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ordunun mevkii değiştirmeleri ” gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında kaldığını göstermektedir.

Ancak mezkur sahalar her ne kadar vahyin dışında kalıp, bunların  tasarruf ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri, vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i bir mahzurla karşı karşıya  getirebilir. Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.

Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir. İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu

Mutlakını mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme, mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette  geçen siyah iplikten beyaz ipliğin ayrılmasından maksadın;  günün beyazlığı ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları arasında ihitilaf yoktur.

Kur’an-ın susup ne vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin, mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.

Bu üçüncü türde gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil  yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar kılar?

Birinci görüş, cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür. İmam şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.

Sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynaktır.

Sohbetten Öğrendiklerimiz

 

1. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ne söylemiş ise o haktır.

2. Cebrail, Resulullaha vahiy indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in okumasıyla birlikte dilini ve dudaklarını hareket ettirirdi.

3. Bu ona zor gelirdi. Öyle ki, onun bu hareketi, görenler tarafından farkedilirdi.

4. Bu hadisi şerif aynı zamanda sünnetinde vahy olduğunun delilidir.

5. Dilini oynatma onu kalbinde toplayacak biziz daha sonrada onun beyanını öğretecekte biziz derken inenin beyanını yani sünnetide indirenin Allah azze ve celle olduğunun delilidir.

6. Sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. İnkarı küfürdür.

7. Vahy, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail getirirdi. 

8. Cebrail Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme, aynen  Kur’an-ı  indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi.

9. Sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynaktır.