Bize Mûsâ ibnu İsmail
bildirip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne bildirip şöyle dedi: Bize Mûsâ ibnu Ebî Âişe bildirip
şöyle dedi: Bize Said ibnu Cubeyr, İbnu Abbâs 'dan Allah Teâlâ’nın ((Ey Muhammed! Cebrâil sana Kur’ân’ı okurken unutmamak için) acele
edip dilini (Kur’ân’la) hareket ettirip durma)” Kıyame
Suresi 16-19’uncu âyetinin tefsîri hakkında şöyle dediğini bildirdi:
"Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem indirilen âyetlerin hıfzını zorlukla
yapmaya çalışır ve bundan dolayı dudaklarını çokça oynatırdı." İbnu Abbâs
dedi ki: "Ben de, tıpkı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
dudaklarını oynattığı gibi sizlere öylece dudaklarımı oynatıyorum.” Said dedi
ki: “İbnu Abbas’ı dudaklarını oynatır gördüğüm gibi ben de dudaklarımı
oynatıyorum –dudaklarını oynattı-. Bunun üzerine Allah Teâlâ: ( (Ey Muhammed! Cebrâil sana Kur’ân’ı okurken unutmamak için) acele edip dilini (Kur’ân’la) hareket ettirip durma. Onu toplayıp (kalbine yerleştirmek ve sana) okutmak bize düşer.) Kıyame Suresi 16-19’uncu âyetini indirdi.
İbnu
Abbas dedi ki: Onu senin göğsünde toplayıp okutmak bize âittir.
(Onu (sana) okuduğumuz zaman, onun okunuşunu dinle.) İbnu Abbas dedi ki: Onu dinle ve sus. (Sonra onun açıklanması yine bize âittir.) Sonra onu okumanda bize âittir. Bundan sonra Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Cibril geldiğinde onu dinledi. Cibril gittiğinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem onun okuduğu gibi okudu. (Hadisin geçtiği yer: BUHARİ 5, 4927, 4928, 4929, 5044, 7524.)
Sohbet
Abdullah b. Abbas bu âyeti izah
ederken diğer bir rivayette de şöyle diyor:
"Cebrail, Resulullaha vahiy indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in
okumasıyla birlikte dilini ve dudaklarını hareket ettirirdi. Bu ona zor
gelirdi. Öyle ki, onun bu hareketi, görenler tarafından farkedilirdi. Bunun
üzerine Allah teala, kıyamet süresindeki: "Ey Muhammed (Cebrail sana
Kur'anı okurken) onu acele almak için Cebrail ile beraber dilini oynatma."
"Onu (senin göğsünde) bir araya toplamak ve okutmak şüphesiz bizim
işimizdir." "Biz onu okuttuğumuz zaman (indirdiğimiz zaman) sen onun
okuyuşunu takibet." "Onu dinle" "Sonra onu açıklamak
şüphesiz bizim işimizdir. Yani, Kur'anı senin dilinle açıklamak bizim
işimizdir." âyetleri indi ve artık ondan sonra Cebrail Resulullaha
geldiğinde başını eğer ve onu dinlerdi. Cebrail gidince de, Allah tealanın, ona
vaadettiği gibi vahyedileni okurdu.
Bu hadisi şerif aynı zamanda
sünnetinde vahy olduğunun delilidir.Dilini oynatma onu kalbinde toplayacak
biziz daha sonrada onun beyanını öğretecekte biziz derken inenin beyanını yani
sünnetide indirenin Allah azze ve celle olduğunun delilidir.
Dinin çeşitli konularının tartışıldığı günümüzde, 14
asırdan beri sünnetin vahyiliği görüşü; ümmet arasında hüsnü kabul görmüş ve bu
şekilde telakki edilmişken, aklını kutsallaştıran Mutezile düşünceli kimseler ve batılı oryantalistlerden esinlenen bazı
yazarlar; yeni şüpheler gündeme getirerek sünneti sorgulamaya başladılar. Ne
yazıkki Nebevi sünnet kültüründen mahrum olan bazı cahil kimseler bunlara
aldanmaktalar.
Şunu iyice belirtmek isterizki, sünnet hiç şüphesiz vahy
mahsuludur. Hiç mümkün müdür ki, Kur’an-ı Kerim vahy olsun da, hükümlerinin
beyanı ve buna göre uygulama şekli beşeri bir keyfiyete bırakılmış olsun. Böyle
bir eyleme müsade edilseydi, vaz edilen hükümlerin vahy olmaktan çıkması için yeterli
bir sebep olurdu ki, buda uygulama şekliyle beraber Allah’ın (c.c.) dini
olmazdı. Halbuki sünnetin vahyiliğini ispatlayan bir çok deliller mevcuttur.
Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde: “Ey Peygamber hanımları,
evinizde okunan ayetleri ve hikmeti hatırlayınız” buyurmaktadır. Ayet-i
Kerime’den anlaşıldığına göre hikmet, ayetlerden ayrı birşeydir ve
okunmaktadır. Buradaki hikmetin sünnetten başka birşey olması düşünülemez.
“Biz sana kitabı
ve hikmeti indirdik ve bilmediklerinide öğrettik”. Ayet-i Kerimede ise, hikmet
Kur”an gibi indirilmektedir. Öyleyse sünnetin karşılığı olan bu hikmet
anlaşıldığı üzere vahyedilmektedir.
“Ey Peygamber
acele etmek için dilini hareket ettirme, onun (Kur’an) toplanması ve
okunması bize aittir”. Biz sana onu okuduğumuz zaman onun kıraatına tabi ol,
ondan sonra onun açıklanması yine bize aittir”
Burada çok açık bir ifade ile
Cenab-ı Hak, vahy yoluyla Kur’an-ı Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e
ilka ettirdikten sonra, yine o Kur’anın
açıklanmasını Peygamber vasıtasıyla ona ait olduğunu vurgulamıştıe. Böylelikle Kur’an’ın beyanı
olan sünnetinde vahy yolla geldiği anlaşılmaktadır.
“Biz sana, insanlar arasında Allah’ın gösterdiği şekilde
hükmedesin diye Kitabı indirdik”. Yine bu ayeti Kerime’de Allah (c.c.),
indirmiş olduğu kitabı, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e
gösterdiği şekilde hükmede bilsin diye
gönderildiğini bildirirken Kur’anı Kerim’e izafeten hüküm verme şekli Allah
tarafından gösterilmesi, yine sünnetin vahyi mahsülü oluşunu gösterir.
“ Eğer bir şeyde çekişirseniz, onu Allah’a ve Rasulu’ne
havale ediniz” demesiyle, ihtilaf ve çekişmenin bu iki vahyin dışında olduğunu
ve bunun ancak vahyi mahsülü olan kaynaklarla çözüleceğini bildiriyor. Eğer
sünnet vahyi olmayıp Kur’an’ın beşeri bir yorumu olsaydı, beşerin ihtilafinı
çözmek için ona havale etmezdi. Bilakis Kur’an’ın vahyile yetinirdi.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Size Allah
(c.c.)’ın kitabı ve onun elçisinin
sünneti olmak üzere iki şey bıraktım. Onlara sarıldığınız müddetçe ebediyyen sapıklığa
düşmeyeceksiniz” sözüyle Kur’an ve sünnetin, dinin iki temel vahyi kaynağı
olduğunu vurgular. Çünkü sünnetin Kur’andan sonra kendisine sarıldığında
sapıtmama garantisi olarak gösterilmesi, ancak vahyi ve hidayet kaynağı
olmasıyla izah edilebilinir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem in, “ Haberiniz olsun, bana Kur’an ve onunla
birlikte misli verildi” demesi, sünnetin vahyi yönüyle Kur’anın
mesabesinde olduğunu gösterir.
Evzai (öl.187) Hasan b. Atiyye’den şöyle dediğini
nakleder: “Vahy, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem inerdi. Onu tefsir
eden sünneti de ona Cebrail getirirdi”.
Diğer bir rivayette ise, “Cebrail Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve selleme, aynen Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide indirdi ve ona
Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi” gibi, Selef’ten nakledilen
rivayetlerde sünnetin ne şekilde vahyedildiği belirtilmiştir. Bununla beraber
Kur’an’dan ayrı olarak vahyedilen sünnetin Kur’an-ı beyan etmesi dışında,
sünneti bize öğreten Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin, bir beşer
olarak, dünya görüşüne sahip olması gerekir. Buna ek olarak bazı beşeri
hallerinin bulunması da beşer olduğunun bir göstergesidir. Bunların vahy
dışında kalması gayet tabiidir. Binaenaleyh Nebevi sünnetin, nelerin vahiyden olduğu ve nelerinde vahyin dışında kaldığını bilmek
için bir ayırıma gitmemiz kaçınılmazdır. Bu ayırım da şöyledir:
i. Peygamber olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem
ii. İnsan olarak Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem
Bu şekilde yaptığımız ayırımının delili, şu ayeti
kerimede yer almaktadır: “ Ey Resulum, deki; “Ben de sizin gibi bir beşerim,
ancak bana vahyolunuyor”. Görüldüğü gibi, ayetin birinci kısmı onun insan olma
yönünü, ikinci kısmı ise, kendisine vahyedilmesi hasebiyle Peygamber olma
yönünü ele almaktadır. Dolayısıyla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin
sahib olduğu bilgiyi böylelikle ikiye ayırıyoruz: Bunlarda vahye dayanan
bilgiyle, yaşadığı toplumdan aldığı, tecrübeye dayanan bilgidir. Bu bağlamda
vahye dayalı sünnet içerisine giren ve girmeyen sahaları görelim.
Vahyin içine giren sahalar: Helal ve Haramlar, İbadetler,
Ukubat (hadler), Muamelat (akidler), Ahlaki konular, Akideye ve gaybiyata
ait konular, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin hususi halleri.
Bu gibi sahalar veya konular Kur’an-ı Kerim’de geçmesine rağmen bunların tafsilatı
ve beyan edilmesi sünnete bırakılmıştır. Ayrıca sünnet, Kur’anda geçen bu
konularla ilgili müstekil hükümler getirme yetkisine sahip olmuştur.
Vahyin dışında kalan sahalar: Yaratılışla ilgili haller.
(Bunlar beşeri hallerdir. Oturup kalkma, yeme içme, nefsi ve bedeni ihtiyaçlar
ve benzeri durumlar), İstişareye açık konular. (Hakkında her hangi bir nas
gelmemiş ve müslümanların müşaveresine bırakılmış idari ve içtimai konular),
Kaza-i hükümlerde hakimin tasarrufları. (yani içtihadları), Dünya işleri. (Ordu
tanzimi, ziraat işleri, eğitim metodları, tıbbı müdahaleler ve tedavi usülleri,
yeni teknolojiden istifade etme ve tecrübeye dayanan uygulamalar)
Bunlara delil olarak, hurma
ağaçlarını aşılama kıssasında “Siz dünya
işlerini benden daha iyi bilirsiniz” demesiyle Allah Rasûlü sallallahu aleyhi
ve sellem, bunları vahyin dışına çıkarmıştır. Yine başka bir delilde; Bedir
savaşına giderken Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in orduyu indirdiği
mevkiinin vahye dayanmadığını öğrenen ve akabinde Allah Rasûlü sallallahu
aleyhi ve sellem’in; “Harp hileden ibarettir.”demesinden ve bunun kendi
görüşü olduğunu beyan etttikten sonra; Hubab b. el-Münziri’nin itirazı
dolayısıyla Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin ordunun mevkii
değiştirmeleri ” gibi rivayetler açıkça bu gibi sahaların vahyin dışında
kaldığını göstermektedir.
Ancak mezkur sahalar her ne kadar
vahyin dışında kalıp, bunların tasarruf
ve uygulanmasında ferd ve topluma muhayyerlik verilmişse de bazı durumlarda
şer’i müdahale söz konusu olabilmektedir. Şayet mubah olan işlerden biri,
vahyile ilgili bir hükümle bağlantısı olursa, şer’i hükmün gereğini uygulamak
durumundayız. Örneğin; yeni teknolojinin nimetlerinden biri olan internetin faydalı
ve müsbet yönlerinden istifade ederken, zararlı ve menfi yönleri bizi, şer’i
bir mahzurla karşı karşıya getirebilir.
Dolayısıyla bu bağlantıyı çok iyi kurmak zorundayız.
Sünnetin nasları üç şekil (yol) üzere gelmiştir.
İcmal ve tafsil açısından Kur’an-ı Kerim’e muvafık ve ona destekleyici olarak
gelmesi. Örneğin; namaz, zekat,oruç ve haccın vucubiyyetini, şart ve
rükünlerine değinmeyerek bu manayı ifade eden hadislerdir ki bu
Mutlakını
mukayyed, mücmelini tafsil etme, müşkilini izah, umumunu hususileştirme,
mübhemini beyan etme gibi, fonksiyonları yerine getirmek suretiyle, Kur’an’ın
hükümlerini beyan ve tefsir edici olarak gelmesi. Örneğin; ayette geçen siyah iplikten beyaz ipliğin
ayrılmasından maksadın; günün beyazlığı
ve gecenin karanlığı olduğu , altın ve gümüşü stok etmekten muradın; zekatı
vermeme anlamına geldiği, hırsızın elini kesmekten kasdın; sağ el ve bilekten
olduğu veya ayette;” Onlar imanlarını zulum ile giymezler”den muradın şirk ile
girmezler anlamına geldiğidir. Sünnetin çoğu bu türden olduğu için Kur’an’ı
beyan etme vasfını kazanmıştır. Bu iki türün gelişi konusunda ilim adamları
arasında ihitilaf yoktur.
Kur’an-ın susup ne
vacip saydığı ne de nefyetmediği bir konuda sünnetin hüküm getirmesi; örneğin,
mut’a nikahın ve evcil eşeğin haramlığı gibi konular.
Bu üçüncü türde
gelen sünnetin, hüküm koymadaki istiklaliyeti konusunda usülculer ihtilaf
etmişlerdir. Acaba burada sünnet yeni hükümleri karar kılarken, yasamada
istiklaliyet yoluyla mı, yoksa velev tevil
yoluyla olsada, Kur’an naslarının altına (zımnen) girme yoluyla mı karar
kılar?
Birinci görüş,
cumhur alimlerin görüşüdür, ikinci görüş ise, Şatıbi’nin görüşüdür. İmam
şafii’nin nakline göre, selef alimleri de bu konuda ihtilaf etmiştir. Aşağıdaki
delillederden anlaşılacağı üzere birinci görüş tercihe şayandır.
Sünnetin, Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların
başvuracağı önemli bir kaynaktır.
Sohbetten
Öğrendiklerimiz
1. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ne
söylemiş ise o haktır.
2. Cebrail, Resulullaha vahiy
indirdiğinde Resulullah, Cebrail'in okumasıyla birlikte dilini ve dudaklarını
hareket ettirirdi.
3. Bu ona zor gelirdi. Öyle ki,
onun bu hareketi, görenler tarafından farkedilirdi.
4. Bu hadisi şerif aynı
zamanda sünnetinde vahy olduğunun delilidir.
5. Dilini oynatma onu kalbinde
toplayacak biziz daha sonrada onun beyanını öğretecekte biziz derken inenin
beyanını yani sünnetide indirenin Allah azze ve celle olduğunun delilidir.
6. Sünnet hiç şüphesiz vahy mahsuludur. İnkarı küfürdür.
7. Vahy, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem inerdi. Onu tefsir eden sünneti de ona Cebrail
getirirdi.
8. Cebrail Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve selleme, aynen
Kur’an-ı indirdiği gibi sünnetide
indirdi ve ona Kur’an-ı öğrettiği gibi onu da öğretirdi.
9. Sünnetin,
Kur’an-ı kerimden sonra müslümanların başvuracağı önemli bir kaynaktır.