Mü’minlerin
emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb -Allah
ondan razı olsun-, Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
"Ameller ancak niyetlere göredir. Herkesin niyet ettiği ne ise, eline geçecek olan ancak odur. Artık her kim elde edeceği bir dünya menfaati için veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise, onun hicreti, hicret etmiş olduğu şeyedir" (Hadis'in geçtiği yerler: BUHARİ 1,.)
Sohbet
Bu hadisin ne kadar değerli olduğu konusunda âlimlerden gelen nakiller
(mütevatir seviyesine yükselmiştir.
Ebû Abdullah şöyle demiştir: "Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem'e ait haberler içinde bu hadisten daha özlü, zengin ve faydalı bir hadis
yoktur." Abdurrahman b. el-Mehdî, Buveytî'nin kendisinden (naklettiğine
göre, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî, Ebû Dâvud, Tİrmizî,
Dârekutnî ve Hamza el-Kenânî'nin bu hadisin İslâm'ın üçte biri olduğunda
ittifak ettiklerini söylemiştir.
Kimisi de bu hadisin İslâm'ın dörtte birini ifade ettiğini
belirtmiştir. İbn Mehdî bu hadis için "İlimden otuz konu ile
ilgilidir", Şâfiî İse "ilimden yetmiş konu İle ilgilidir"
demiştir.
Bu ifadelerle hadisin çok değerli olduğunu belirtmek istemiş
olabilirler. Ayrıca Abdurrahman b. el-Mehdî hadisin bütün konuların başı olarak
kabul edilebileceğini de dile getirmiştir.
Beyhakî bu hadisin ilmin üçte biri olmasının gerekçesini şu şekilde
açıklanıştır: "Kişinin amelleri kalp, dil ve organlardan sâdır olur. Niyet
bu üçlünün en memlisidir. Çünkü niyet başlıbaşına bir ibadet olabildiği halde,
diğer ibadetler muhtaçtır.
Bu sebeple "Mü'minin niyeti amelinden daha hayırlıdır"
şeklinde rivayet bulunmaktadır." Gerçekten de niyeti incelediğinde onun
amelden laha hayırlı olduğunu görürsün. İmam Ahmed b. Hanbel'in sözü gösteriyor
ki hadisin ilmin üçte biri olmasının anlamı
bütün hükümlerin kendisine bağlan-lığı üç temel hadisten biri olmasıdır. Diğer
iki hadis de şöyledir: "Kim bizim ımrimizin olmadığı bir amel yaparsa, bu
reddedilir", "Helal bellidir, haram da bellidir...".
"Ameller ancak niyetlere göredir" ifadesine gelince;
Peygamber bu sözü ile; ilmi ile Allah'ın rızasını, vadettiği ye kavuşmayı veya
tehdidinden kaçınmayı kasdeden kişinin durumunda olduğu gibi niyetin de ameller
gibi farklı türlere ayrılabileceğine işaret etmiştir."
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile
yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni Hanbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî,
Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birini
anlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı
konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı
saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte
bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye etmiştir.
Şimdi
niyetin ne olduğunu görelim:
Niyet, bir
işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir.
İş ya kalble,
ya dille veya diğer organlarla yapılır.
Kalbimizle
yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir.
Dilimizle
yaptıklarımız konuşmalarımızdır.
Organlarımızla
yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu
zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet olur.
Ameller yâni
yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla
yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin
düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır.
Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah
korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile olur.
Kalbden
geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu
esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması gerekir.
Dil bir şeye
niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil,
kalblerimize bakar, niyetlerimize değer verir.
Abdullah
İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim,
halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Şunu iyi
bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam
olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın
yardımı da o kadar azalır.”
Herkesin
yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor: Yapılan
bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz
olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece
Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve
teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini
kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir
kıymeti yoktur.
Yapılan
işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri
sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve
takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir
günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o
ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp
zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hem görevini yapmış
hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış olur.
İyi niyete
dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların
Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet
gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne
yaptığını sorduğunda:
— Senin uğrunda çarpıştım,
şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona:
— Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve
o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Daha sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse
getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.
— İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum,
diyecek. Allah Teâlâ ona:
— Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise,
güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam
da yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılacak.
Hadîs-i şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun
da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam”
desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme
atılacağı belirtilmektedir.
Bu niyet
hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadır:
Aslında
ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir.
Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini
düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan
kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı
düşünürse, hem para hem de sevap kazanabilir.
Hadîs-i
şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve
Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve
Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi
terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da
genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur.
Hadiste sözü
edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna
göçmek demektir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ile ashâbı, Mekke’den
Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in
söylemek istediği şudur:
Bir adam
hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı
ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve
Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse
bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola
çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah
Teâlâ şöyle belirtmiştir:
“Kim âhiret
kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de
dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” (Şûrâ sûresi (42), 20).
Bu hadîs-i
şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılır:
Sahâbîlerden
biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays
Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye,
niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder.
Mekke’deki
kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek
arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü
Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları o zâtın,
hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık
getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir.
Sohbetten
Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan
işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak gerekir.
2. Niyetin kalben yapılması
önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart değildir.
3. Allah rızası gözetilmeden
yapılan işlerden sevap kazanılamaz.
4. İnsan göründüğü gibi olmalı,
dünyevî bir çıkar için dini kullanmamalıdır.
5. İhlâs, niyet sağlamlığı
demektir.
6. Hadis-i
şerifte niyyetin imandan olduğuna delil vardır. Çünkü niyyet kalbin amelidir.
İman da Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'e göre kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve
rükünler ile amel etmektir. Bundan dolayı İmam Buhârî, bu hadisi
Kitâbu'l-İman'da zikretmiştir.
7. Hadis
aynı şekilde müslümanın bir işi yapmaya kalkışmadan önce onun hükmünü bilmesi
gerektiğine delildir. Yapacağı bu işin meşru' olup olmadığını, vacib mi
müstehab mı olduğunu bilmelidir. Çünkü hadis-i şerifte eğer o amel için meşru
görülen niyyet bulunmayacak olursa, amelin kabul olunmayacağı
belirtilmektedir.
8. Hadis-i şerif itaat olan amellerde niyyetin şart
olduğuna ve niyyet olmaksızın yapılan amellerin hiçbir değer taşımadığına delildir.