Abdullah ibnu Amr, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini bildirdi: « Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden emin oldukları kimsedir, muhacir ise Allah’ın yasaklarını terk eden kimsedir. » Ebû Abdullah ve Ebû Muâviye şöyle dedi: Bize Davud ibnu Ebi Hind, Âmir’den bildirip şöyle dedi: Abdullah ibnu Amr’ı Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden haber verirken işittim. Abdul-A’la, Davud’tan, o da Âmir’den, o da Abdullah’tan, o da Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden bildirdi. (Hadisin geçtiği diğer bir yer: BUHARİ 10, 6484.)
Sohbet
Bu hadis,
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in “cevâmiü’l-kelim” olan
yani az kelimeyle çok büyük anlamlar ifade eden sözlerinden sayılır. Hadiste
kastedilen müslüman, kâmil bir imana ve sâlih amele sahip olan kimsedir. Yoksa,
bu vasfı tam olarak taşımayan bir kimsenin, müslüman olmayacağı anlamına
gelmez. Hadisin bazı rivayetlerinde “elinden ve dilinden insanların salim kaldığı
kimse” şeklinde de gelmiştir (Ahmed).
Müslüman erkek ve kadınların, hatta bir rivayete göre
insanların, elinden ve dilinden emin olduğu kişi olmak, sanıldığı gibi basit
bir şey değildir. Kabul etmek gerekir ki insan, istese de her zaman faydalı
olamaz, ama zarar vermemesi mümkündür. Aslında zararsız olmayı benimsememiş
kişilerin başkalarına faydalı olmaları da pek düşünülemez.
İnsanın çok
kullandığı iki uzvu el ve dil, hadiste özellikle anılmıştır. Çünkü yapılan
kötülükler, başkasına zarar verme işi, yaygın olarak bu iki uzuvla ilgilidir.
Dil, sövmenin, kötü sözün, lânetin, gıybetin, iftiranın, kovuculuğun ve benzeri
kötülüklerin vasıtasıdır. El ise dövmenin, öldürmenin, yakıp yıkmanın, çalıp
çırpmanın, bâtılı yazmanın ve benzeri fenalıkların vasıtası olan uzvumuzdur.
Dilin ve elin sayılan kötülüklerinden uzak duranlar gerçek ve kâmil mü’min olma
özelliğini kazanırlar. Kötülüklerden uzak durmak, yasaklananları işlememek;
emredilenleri yapmaktan daha önemlidir. Bu sebeple fazilet ve takvânın ölçüsü,
emirleri yerine getirmekten ziyâde, yasaklardan uzak durmaktır.
Hadiste önce dilin zikredilmiş olması, yerme, sövme,
gıybet, iftira, bühtan, şikâyet, çekiştirme vs. gibi dil aracılığıyla verilen
zararların daha kolay, yaygın ve onulmaz olmasından dolayıdır. El ile zarar
vermek ya da kişilere eziyet etmek o kadar kolay değildir. Bazı kişiler de
vardır, hem iyilik yapar hem de arkasından diliyle o insanları üzerler. Yani
yaptığı hayrın hayrını komazlar. Onun için önce dilinden sonra da elinden
müslümanların emin oldukları kişi, gerçekten olgun ve iyi müslümandır,
buyurulmuştur. Diline hâkim olan kişinin kurtulduğu, Allah'a ve âhiret gününe
iman edenlerin ya hayır söylemesi ya da sükût etmesi gerektiği yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellem'in tesbit ve tavsiyelerindendir.
Hadisimiz gerçek muhâciri, Allah'ın koyduğu
yasaklardan uzak duran, onlara yaklaşmayan kişi olarak tanıtmaktadır. Bu
tesbit, bir taraftan her yer ve zamanda sürekli hicret halinde bulunmanın
mümkün olduğunu belirliyor, bir taraftan da müslümanları incitmemeye özen
gösteren, bu konudaki yasağa uyan kimsenin de o açıdan gerçek muhâcir
niteliğine kavuştuğunu ortaya koyuyor. Yani hadisin ilk bakışta alakasız gibi
görünen bu iki cümlesi arasında aslında yasaklardan kaçınma ve hicret eyleminde
buluşma anlamında çok ciddî bir ilgi bulunmaktadır.
Hicret:
Sözlükte, "terketmek, ayrılmak, ilgisini kesmek" anlamına gelen
hicran masdarından isim olan hicret, "kişinin herhangi bir şeyden bedenen,
lisanen veya kalben ayrılıp uzaklaşması" demektir. Ancak kelime daha
çok "bir yerin terk edilerek
başkabir yere göç edilmesi" anlamında kullanılır.
Terim olarak genelde gayri Müslim
ülkeden İslam ülkesine göç etmeyi, özelde ise Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve
sellemin ve Mekkeli müslümanların Medineye göçünü ifade eder. Medineye göç eden
müslümanlara "Muhacir", Rasülü Ekrem'e ve mühacirlere yardım
eden Medineli müslümanlara da "Ensar" unvanı verilmiştir.
Hicret, Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye göç etmesidir.
Hicret,
ilk Müslümanların, sıkıntılı günlerden kurtulmalarına ve kardeşlik esası
üzerine kurulan toplum hayatına kavuşmalarına vesile olmuştur.
Hicret;
Ensar ve Muhacirinin sergiledikleri dostluk ve kardeşliğin, milli birlik ve
bütünlüğün en güzel timsalidir. Hicret; ilk müslümanların inançları uğruna
gösterdikleri fedakarlığın doruk noktasıdır,
Ayrıca
İslâmiyet, Mekke şehri hudutları dışına Hicret’le taşmış ve bu güneş, dünyaya
Medine ufuklarından yayılmıştır.
Mekke'li
müşriklerin baskı, eziyet ve işkencelerine maruz kalan Müslümanlar, hicret
sayesinde güvenli bir ortama ulaşmışlar, güçlenmişler ve Allah Rasûlü
sallallahu aleyhi ve sellemin önderliğinde kendi varlıklarını kabul
ettirmişlerdir.
Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Medine ve
çevresinde bulunan kabilelerle hemen temasa geçmiş ve onlarla antlaşmalar
yapmıştır Daha önce Müslümanların varlığını reddeden Mekkeli müşrikler,
Hudeybiye antlaşmasıyla bunu ilk defa kabullenmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Hicret, İslam tarihinin en büyük hadisesidir. Bunun
için Müslümanlar takvimlerinin başlangıcı olarak hicreti Ömer'in halifeliği zamanında tarih başı kabul
etmişlerdir.
Hicret
Hertürlü Günah ve Kötülüklerden Kaçmaktır:
Allah
Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Mü'min insanların canları ve malları
konusunda kendisinden güvende olduğu kimsedir. Muhacir (Hakiki hicret) ise
kötülüklerden ve günahlardan uzaklaşan
(hicret eden) kimsedir.”
“Müslüman müslümanların elinden
ve dilinden güvende olduğu kimsedir. Hakiki muhacir, Allah'ın yasakladığı
şeylerden kaçan, onları terk (hicret) eden kimsedir” buyurmuştur.
O halde, bizler de Allah’ın yasakladığı
şeylerden kaçınıp nefsimizin kötü isteklerini frenleyerek her an hicret halinde
olabilir ve hicret sevabına nail olabiliriz.
Allah'a
tam manasıyla inanan insan gönül Medine'sine ulaşmak yolunda her haramdan
sakınırken bir dağı geçer, her farzı yerine getirirken bir ovayı aşar, her
iyilik yaptığında onun için bir adımdır. Her doğan gün onun ümidini arttırır,
her batan gün aşk ve şevkini güçlendirir. O, kendi içinde hicreti yaşayandır.
Ailesi ile iken hicrettedir. Toplum içinde hicrettedir. Dünyada hicrettedir,
yaşadığı çağda hicrettedir. Namaz onun için Rabbının yanına bir hicrettir. Oruç
bedeninin kötü arzularından hicrettir. Hac bir hicret eğitimidir. Zekât
dünyanın hengamesi içine daldığın an eşyadan bir hicrettir.
Hicret
Kaçış Değildir: Hicret, kötü şartlardan kaçış değil; İslam’ın hükümlerini
yaşatacak ve yaşayacak yeni şartların ve mekanların aranışıdır.
Hicret;
Hak'kın batıla galip gelmesi ve islamı tümüyle yaşamanın azmidir. Hicret;
tevhid inancının kalplerde kökleşmesinin, gerektiğinde mallardan ve canlardan
feragat etmenin sembolüdür.
Son Söz Olarak Hicret; Cimrilikten
cömertliğe, Zulmetten nura, Dalaletten hidayete, Anarşiden sükunete, Zulümden
adalete, Nefretten sevgiye, Kinden şefkate, Esaretten hürriyete, Kölelikten
efendiliğe, Batıldan Hakk’a, Şeytandan Allah’a, Çirkinden güzele, Taassuptan
sağduyuya, Zarardan kârâ göç etmektir.
Sohbetten
Öğrendiklerimiz
1. Hangi
uzuvla ve hangi şekilde olursa olsun, müslümana eziyet yasaklanmıştır.
2. İslâm’ın
ve imanın kemâli, maddî ve manevî olarak başkalarına eziyeti terketmekle elde
edilir.
3.
Müslümanın da bir takım noksanları olabilir. “Müslümanın noksanı olmaz” diyen
mürcie fırkası, reddedilmiştir.
4. Din için
hicret nasıl büyük bir fedâkârlık ve faziletse, Allah’ın haramlarından uzak
durmak da bir hicret ve fazilet kabul edilir.
5. Müslüman güvenilir kişidir.
6. İyi müslüman, diğer müslümanların dilinden ve elinden
emin oldukları kişidir.
7. Müslümanları diliyle veya eliyle rahatsız etmek,
incitmek ve üzmek nehyedilmiştir. Kaliteli müslüman olmak için bu nehye uygun
davranmak gerekir.
8. Asıl muhacirler, Allah'ın yasakladıklarını
terkedenlerdir.
9. İnsanlara zarar vermemek de bir faydadır.