Kulluğun Özelliği Ve Sevginin Katmanları
Kulluğun Özelliği boyun eğme, sevilen önünde zelil olmadır. Her kim bir şey veya kimseyi sever ve ona boyun eğerse kalbi ona kulluk etmiş, onu ilâh edinmiştir. Hatta "kulluk" sevginin derecelerinden bir derecedir. Ona "teteyyüm" (sevgisinden kul köle olmak) de denir.
Sevginin ilk basamağına "Alaqa", yani bağlanma adı verilir. Böyle denmesi, sevenin sevgiliye bağlanmasından dolayıdır. Şair der ki:
Leylâya bağlandım, o büyüleyici bir kadın.
Göğsünden dolayı akranları küçücük kalmış onun yanında.
Sonra Sabâbe (kuvvetli sevgi) gelir. Böyle isimlendirilmesi kalbin sevgiliye eriyip dökülmesinden (insıbâb) dolayıdır. Şair şöyle der:
Sevgililer sahabeden dert yanıyorlar.
Keşke onların yaşadıklarını tek başıma ben yaşasam
Sevgi lezzetinin tümü kalbimin olsa
Ve benden önce de sonra da hiç kimse onunla karşılaşmasa.
Sonra "Garâm" (aşırı tutkunluk) gelir. Böyle isimlendirilmesi sevginin kalpten hiç ayrılmaması, onu tutunup kalması nedeniyledir. Alacaklı da, borçluyu sürekli sıkıştırdığından ve ondan ayrılmadığından "Garım" diye isimlendirilmiştir. Yüce Allah'ın "O'nun (cehennemin) azabı, ğaram (ara vermeyen devamlı bir işkence )dir."[1] buyruğunda geçen "Ğarâm"da ondaki bu "devamlılık, ayrılmazlık" anlamından dolayı böyle isimlendirilmiştir. Bu kelime sevgide son zamanlarda çok kullanılmıştır, ancak eski Arapların şiirlerinde az bulunmaktadır.
Sonra ışq (aşk) gelir. Bu anormal, ve aşırı sevgidir. O yüzden Yüce Allah bununla nitelendirilmez hakkında bu söylenmez. Sonra da "şevk" gelir. Bu kalbin sevgiliye hızla yol almasıdır. Allah (c.) hakkında kullanımı Ahmed b. Hanbel'in Ammar b, Yasir'den naklettiği hadiste geçmektedir. Ona göre Ammar kısa süren bir namaz kıldı. Ona bunun sebebi sorulduğunda şöyle dedi:
Ben onda Rasûlullah'm etmekte olduğu şu duayı okudum: "Allah'ım senden gayb bilgin ve yaratıkların üzerindeki kudretinle istiyorum ki yaşam benim için hayırlıysa beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa beni Öldür. Allahım! Senden görünür görünmez (her yer)de senden korkmayı, öfkeli ve sakin halde hak sözü söylemeyi, fakir ve zengin iken itidalli olmayı istiyorum. Senden bitmeyen nimetler istiyorum. Senden bitmeyen mutluluk istiyorum. Senden ölüm sonrasında iyi yaşam istiyorum. Senden yüzüne bakmak istiyorum, senden hiçbir zarar ve yoldan çıkarıcı fitne olmadan seninle buluşma iştiyakını (kalbime koymanı) istiyorum. Allahım! bizi iman sü-süyle süsle ve bizi doğru yola iletilenlerden ve o yolu tutmuşlardan eyle."
Bir kudsi hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: "Müttakîlerin bana olan iştiyakları arttı. Benim onlarla buluşma iştiyakım ise daha çoktur."
Bu Rasûlullah'm "Her kim Allah'la buluşmayı arzularsa Allah da onunla buluşmayı arzular" hadisiyle ifade ettiği anlamın ta kendisidir. Bir basiret ehli insan Yüce Allah'ın "Kim, bir gün Allah'ın huzuruna çıkacağını ümid ediyorsa, Allah'ın belirlediği sürenin sonu elbette gelecektir."[2] buyruğu hakkında şunları söyler: "Yüce Allah dostlarının kendisiyle buluşmaya, O'na kavuşmaya olan iştiyaklarını, O'nunla buluşmadıkları sürece kalplerinin durulmayacağını bildiğinden dolayı onlara bir buluşma süresi ve randevu belirledi. Onların içleri tjununla sakinleşir, bununla yerinde durur. Mutlak anlamda en hoş ve en zevkli yaşam (Allah'ı) sevenlerin, iştiyak duyanların, ünsiyet bulanların yaşamıdır. Gerçek yaşam onların yaşamıdır. Kalp için ondan daha hoş, güzel ve zevkli bir yaşam yoktur. Yüce Allah'ın "Erkek ve kadından her kim mü'min olarak salih amel işlerse muhakkak ona dünyada hoş bir hayat yaşatırız."[3] buyruğundaki hoş hayat da budur işte. Ondan kasıt mü'minlerle kâfirler, iyilerle kötüler arasında müşterek olan hayat ve yeme, içme, giyme ve evlenme vs.nin hoş olması değildir. Bilakis bu hususlarda Allah düşmanları Allah dostlarından fazla şeylere sahiptirler. Yüce Allah, her salih amel işleyen kişiye hoş bir hayat yaşattıracağına garanti vermiştir. O vaadinden dönmez, sözüne sadıktır. Tüm dert ve çabası Allah'ı hoşnut etme olan ve başka hiç bir derdi bulunmayan, kalbi darmadağınık olmayıp, aksine Allah'a yönelen, her bir vadiye yayılmış darmadağınık düşünce ve niyetleri Allah'da toplanmış, sevgisi, zikri ve buluşma aşk ve şevki en yüce sevgiliye olan, O'nunla ünsiyet bulup yalnızlığı giden, tüm derdi, kederi, niyeti, kalbindeki her düşünce ve kasdı onun etrafında dönen kimseden daha hoş bir yaşama kim sahiptir? O sussa Allah'la susar, işitse O'nunla işitir, görse O'nunla görür. Tutması O'nunla, yürümesi O'nunla, durması O'nunladır. O'nunla dirilir, emriyle ölür ve tekrar dirilişi O'nunla olur. Nitekim Sahîh-i Buhârî'de geçen kudsî bir hadiste Yüce Allah şöyle buyurur: "Kulum bana farz kıldığım şeyleri edâ etme gibi hiçbir şeyle yaklaşamaz. Kulum daha sonra nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder, sonunda onu severim. Onu sevince de onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Artık sadece benimle işitir, benimle görür, benimle yürür. Yemin ederim ki benden isteyecek olsa ona veririm, bir şeyden sığınsa onu korurum. Ben yapacağım hiçbir şeyde, Ölmek istemeyen mü'min kulumun canını alma kadar tereddüt etmem. Ona kötülük yapmak istemem, ama o iş olmak zorundadır."
Bu kudsî hadis-i şerif-ki onun anlamını ve muradını katı kalpli, kaba tabiatlı kişinin anlaması imkânsızdır- Yüce Allah'ın sevgisini kazanmanın yolunu ikiyle sınırlandırmıştır: Farzlarını edâ etmek, nafilelerle O'na yaklaşmak.
Yüce Allah kendisine yaklaşanların işledikleri en iyi amellerin farzlar, sonra da nafileler (sünnetler vs.) olduğunu, sevenin nafileler işleye işleye Allah'ın sevgili kulu haline geldiğini, haber vermiştir. Allah tarafından sevilince kendisinin önceki Allah sevgisi daha da artar ve bu sevgi kalbini sevgili dışında şeyleri düşünmekten, onlarla ilgilenmekten alıkor. Bu sevgi tüm ruhunu ele geçirir ve onda sevgiliden gayrisine hiç-biryer kalmaz. Sevgiliyi anmak, sevmek onun için en yüce şey haline gelir. Kalbinin dizginlerini elinde ve ruhu üzerinde hükümran olur. Tüm sevgi güçlerini onda toplamış ve yoğunlaştırmıştır.
Şüphesiz bu seven işittiğinde sevdiğiyle işitir, gördüğünde onunla görür, tuttuğunda onunla tutar, yürüdüğünde onunla yürür. O daima kalbindedir, onunla birliktedir. Onun arkadaşı ve dostudur. Hadiste geçen "bâ" edatı beraberlik, arkadaşlık ifade eder. Bu eşsiz benzersiz bir arkadaşlıktır. Soyut olarak anlatılmakla idrak edilmez. Mesele bilgi değil hâlle ilgili bir husustur.
Bir şair şöyle der:
Hayalin gözümde, sânın dilimde. Köşkün kalbimde... Nereye kaybolacaksın?
Diğeri şöyle der:
İşin garibi ben onlara özlem duyuyorum.
Karşılaştıklarıma soruyorum...
Oysa onlar hep benim kalbimde
Gözlerim arıyor onları, halbuki göz bebeğimdeler
Kalbim Özlüyor onları, oysa sinemdeler.
Şu şiir daha da zarif:
"Kaybolup gittin" desem kalbim beni doğrulamıyor,
Çünkü sen onda bir sır gibi kaldın, hiçbir yere ayrılmadın.
Yok "bitmedin hep yanımdaydın" desem.
Bu kez gözüm diyecek "yalansın" diye.
İşte böyle... Doğru ile yalan arasında şaşkın kaldım.
Sevene sevdiği kadar yakın hiç kimse yoktur.
Bazen sevgi onda Öylesine yer eder ki kendinden de yakın olur, kendini unutur, onu unutmaz.
Şairin dediği gibi:
Onu zihnimden silmek istiyorum ama Her gece boyunca gözüm gözüküyor.
Diğeri şöyle der:
Kalpten sizi unutması içinden çıkarması isteniyor. Ancak tabiatım onu (kalpten) taşıyanlara karşı koyuyor.
Hadiste, kulak, göz, el ve ayak zikredilmiştir. Çünkü bu âzâlar idrak etme ve yapma aletleridirler. Göz ve kulak kalbe arzulama ve isteme duygularını, sevgi ve nefret hislerini celbe-derler. Sonra el ve ayak kullanılır. Kul Allah'la işitip O'nunla görünce idrak edici azaları korumada olur.
Bir düşün; kulak, göz, el ve ayak zikredilmek suretiyle nasıl dile gerek bırakılmamıştır? Zira işitme bazen isteyerek bazen istemeden olur. Bakma da bazen aniden olur. Kulun onlarsız edemeyeceği el ve ayağın hareketleri de öyle. Peki sadece kasken, isteyerek hareket ettirilen, kulun sadece emrolunduğu hususta kullanabileceği dile ne demeli? Ayrıca dilin kalpten etkilemişi diğer azaların etkilenişinden daha fazladır. Çünkü dil kalbin tercümanı ve elçisidir.
Düşün; Yüce Allah nasıl "Onun işittiği kulağı, onun gördüğü gözü, onun tuttuğu eli, onun yürüdüğü ayağı olurum" diye-rek kişinin işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesin-^e Allah'ın onunla birlikte olduğunu beyan etti.
Bir düşün; acaba neden "Benim için işitir, benim için görür" demedi de "Benimle işitir, benimle görür" dedi? (ilki lâm edatlı, ikinci bâ edatlıdır.) Bazıları burada birincisinin daha uygun olduğunu düşünebilir. Zira lâm buradaki gayeye, bunların Allah için yapıldığını ifade etmeye daha yakındır. Bunların Allah için yapılması ise Allah'la yapılmasından daha Özel bir anlamdır. Fakat bu yanlıştır, vehimdir. Çünkü buradaki bâ edatı sadece yardım alma anlamında değildir. Zira müttaküerin de günahkârların da hareketleri ve idrakleri hep Allah'ın izniyledir. Bilakis buradaki bâ edatı "birliktelik, arkadaşlık" anlamındadır. Yani: Onun işitmesinde, görmesinde, tutmasında ve yürümesinde ben hep onun arkadaşıyımdır, sürekli yanındayımdır. Şu kudsi hadiste ifade edildiiği gibi: "Kulum beni andığı ve dudakları benimle hareket ettiği sürece ben kulumla birlikte olurum." İşte şu âyet ve hadislerdeki "özel anlamda birliktelik" de budur; "Üzülme; şüphesiz Allah bizimledir"[4] Peygamber Hz. Ebû Bekir'e, şöyle demişti: "Üçüncüleri Allah olan iki kişi hakkında ne düşünürsün?" "Şüphesiz Allah, hakikaten iyilerle (muhsinler) beraberdir"[5] "Muhakkak Allah müttakilerle ve iyilerle beraberdir."[6]. "Sabret, Allah sabredenlerle beraberdir."[7] "(Musa dedi ki): Hayır, beraberimde Rabb'im var, o bana yolu gösterecek"[8] "(Allah Musa ve Harun'a şöyle dedi: ) Şüphesiz ben ikinizle birlikteyim, işitirim, görürüm."[9]
Bu birliktelik manasını lâm değil bâ harfi ifade eder. Kulun ihlası sabrı, tevekkülü ve kulluk makamlarına ulaşması ancak bu "arkadaşlık bâ"sı ve bu "birliktelik" ile mümkündür.
Kul ne vakit Allah'la birlikte olursa zorlukları ona kolay gelir, hakkındaki tehlike ve korkular alt üst olur. Her zorluk Allah'la kolaylaşır, her güçlük O'nunla yenilir, her uzak O'nun-la yakın olur. Keder, hüzün ve dertler sırf Allah'la ortadan kalkar. Allah'la beraber hiçbir gam, keder ve hüzün yoktur. Ancak hadisteki "beraberlik bâ"sımn anlamı yitirildiğinde kalbi balık gibi olur: Suyu terkettiğinde, oraya tekrar dönene kadar, sıçrar, hoplar.
Kuldan Rabbine karşı sevgide insicam meydana gelince, Rabb'i ona ihtiyaçlarını görme hususunda uyum gösterdi ve şöyle dedi: "Andolsun ki benden bir şey istese mutlaka ona verir, bir şeyden bana sığmsa kesinlikle onu himayem altına alırım-" Yani: O, emirlerime uymak, sevgime yakınlaşmak suretiyle benim muradıma ve isteğime uyduğu gibi, ben de, yapmamı istediği hususlarda onun istek ve korkularında muradına uygun hareket ederim. Bu çift taraflı uyum o kadar güçlenir ki, ölümü istemediğinden dolayı Allah kulunun canını almakta tereddüt eder. Yüce Rabb kulunun hoşlanmadığından hoşlanmaz ve ona kötülük yapmak istemez. Bu yönden onu öldürmek istemez. Fakat öldürülmesi onun yararınadır. Çünkü Allah kulunu diriltmek için öldürür, sıhhat vermek için hasta eder, zengin etmek için fakir yapar, vermek için engeller. Babasının sulbün-deyken cennetten çıkartılması da ona daha güzel bir hâl üzere dönmesi içindi. Allah, kulunun babasına "Buradan çık" derken, oraya tekrar dönderme niyetindeydi. Asıl sevgili de budur, başkası değil.
Sevginin En Üst Mertebesi
Sonra "teteyyüm" gelir. Bu sevginin son mertebesidir. Bu sevenin sevdiğine tapmmasıdır. "teyyemehu'l-hubb"un anlamı, "Onu sevgi kul-köle etti"dir. "Teymullah" Allah'ın kulu Abdullah anlamındadır. Kulluğun hakikati sevilen şeye boyun eğme, önünde alçalma zelil olmadır. Örneğin "Tarîkun muabbed" terkibi "alçaltılmış, yürüne yürüne düzletilmiş yol" anlamına gelir. Kulu da sevgi ve sevdiğine boyun eğmekliği alçaltır, zelil kılar. O yüzden kulun en şerefli hâli ve makamı "kulluk makamı"dır Ondan daha şerefli bir makam yoktur. Zira Yüce Allah en sevgili ve en değerli kulunu, peygamberi Muhammed'i, en şerefli bakamlarda O'nu "kulluk" vasfıyla anmıştır: Rasûlullah'ın İslâm'a davet makamında "Allah'ın kulu (cinleri) O'na davet edin-Ce onun üzerine üşüşüp nerdeyse keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi"[10]; Hz. Muhammed'in peyamberliğini savunup meydan okurken: "Şayet kulumuza indirdiğimizden şüphede lseniz, onun benzeri bir sûre getirin"[11]; İsra gecesini anlatırken de: "Eksiklikten uzaktır o (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yürüttü"[12] buyurmuştur. Şefaat hadisinde Yüce Allah'ın kullara "Muhammedi; gelmiş geçmiş tüm günahları affolunmuş kula gidin" diyeceği ifade edilmiştir. Rasûhıllah (s.) şefaat makamına mükemmel kulluğu ve Allah'ın onu tamamen bağışlaması sayesinde ulaşmıştır. Yüce Allah kullarını sadece, hiç bir ortağı bulunmayan kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Kulluk ise "sevginin" ve "boyun eğmekliğin" zirvesi, son derecesidir. Andolsun ki, biz İbrahim'i dünyada beğenip seçmiştik, âhirette de, o İyilerdendir. Rabb'i ona: "İslâm ol" demişti, "Alemlerin Rabbine teslim oldunV'dedi. İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyyet etti. Yakub da: "Oğullarım, Allah, sizin için o dini seçti, bundan dolayı sadece müslümanlar olarak ölünüz" (dedi). Yoksa siz, Yâkub'a ölüm (hâli) geldiği zaman orada mı idiniz? O zaman (Yâkub) oğullarına "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?" demişti. "Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'm tanrısı olan tek Tanrıya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız' dediler"[13]
O yüzden Allah katında en büyük günah Allah'a ortak koşmaktır.
Allah'a ortak koşmanın temeli ise başkalarını O'na sevgide ortak etmektir. Yüce Allah "İnsanlardan kimi, Allah'tan başka tanrılar tutar, Allah'ı sever gibi onları severler. İnananlar ise Allah'ı daha çok severler" (Bakara, 165) buyurmuştur: Burada Yüce Allah bazı insanların Allah'a bir takım eşler edinip Allah'ı sevdikleri gibi onları da sevdiklerini, inananların Allah sevgisinin ise o müşriklerin ortak koştuklarına sevgilerinden daha kuvvetli olduğunu haber vermiştir.
Denildi ki: Bilakis anlam "İnananlar Allah'ı müşriklerden daha çok severler" dir. Çünkü müşrikler Allah'ı sevseler de, sevgilerine başkalarım da ortak ettiklerinden Allah'a eş koşmayan mü'minler ise sevgilerim yalnızca Allah'a has kıldıklarından Allah sevgileri müşriklerinkinden daha fazladır. İşte daha önce geçtiği gibi -Alemlerin Rabb'ine bir şeyleri denk kılmak, O'hun-la başka ortakları aynı yapmak "bu sevgi"hususundadır.
Yüce Allah'ın kullarından istediği bu sevginin yalnızca kendisine has kılınması olduğundan, kendinden başka dost veya şefaatçi edinenleri son derece şiddetle tenkit etmiştir. Bazen ikisini birlikte, bazen ise ayrı ayrı zikretmiştir.
İkisini birlikte şu âyetlerde anmıştır: "Rabbiniz O Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. Emrini icra eder (=yar attıklarını yönetir.) O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabb'iniz Allah budur. O'na kulluk edin, düşünmüyor musunuz?"[14]. "O ki gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları altı günde yarattı; sonra Arş'a istiva etti. Sizin O'ndan başka dostunuz, şeffatçiniz yoktur. Düşünüp öğüt almıyor musunuz?"[15]
Şu âdetlerde de bunların her biri zikredilmiştir: "Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: Onlar hiç bir şeye malik olmayan ve düşünmeyen şeyler olsalar da mı (onları şefaatçi edineceksiniz?). De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır"[16]. Cehennem (onları beklemektedir. Ne dünyada kazandıkları ve ne de Allah'tan başka edindikleri veliler kendilerinden hiç bir şey savmaz. Onlar için büyük bir azap vardır."[17]
Kul Rabbini dost edindiğinde, O, kendisine şefaat edecek kimseler kılar ve onunla mü'min kulları arasında bir dostluk bağı kurdurur. Böylece bunlar Allah yolunda dost olurlar. Ancak Allah dışında bir mahluku dost edinenlerin durumu böyle olmaz. Bunlar farklı şeylerdir.
Şirk bulaşmış batıl şefaatle, ancak tevhidle ulaşılan hak ve sabit şefaat birbirinden farklı oldu. Bu, tevhid ehli ile şirk ehli arasındaki ayrım noktasıdır. Allah dilediğini doğru yola iletir.
Anlatmak istediğimiz özetle şu: Kulluğun hakikati Allah'a sevgide ortak koşmayla gerçekleşmez. Ancak Allah için sevmek Öyle değildir. Zira Allah sevgisi kulluğun ayrılmaz parçalarındandır. Peygamber sevgisi de imanın şartlamadandır. Çünkü peygamber sevgisi de Allah sevgi sindendir. Allah yolunda ve Allah için her türlü sevgi de böyledir. Nitekim Buhârî ve Müslim'de geçen bir hadiste Rasûlullah "Şu üç haslet her kimde bulunursa o imanın lezzetini tadar..." buyurmuştur. Diğer bir rivayet aynen şöyledir: "İmanın tadını ancak kendinde şu üç haslet bulunan kimse duyar: Allah ve Rasûlünü herkesten çok sevmesi, sevdiğini yalnız Allah için sevmesi ve Allah kendisini kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmayı sevmediği gibi sevmemesi"
Sünen kitaplarında geçen bu hadiste de Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Her kim Allah için sever Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için men'ederse onun imanı kemâle ermiştir."
Çünkü bu sevgi Allah sevgisinin ayrılmaz parçalarından ve sonuçlarmdandır. Ne kadar güçlü olursa temel sevgi de (Allah sevgisi) o kadar güçlü olur.
Sevgi Çeşitleri
Dört çeşit sevgi vardır ve bunları birbirinden ayırt etmek gerekir. Doğru yoldan sapanlar ancak bunları birbirinden ayırt etmediklerinden sapmışlardır.
Bir: Allah sevgisi. Allah'ın azabından kurtulmak ve Ödülünü kazanmak için bu tek başına yeterli değildir. Çünkü müşrikler, hristiyanlar, yahudiler ve başkaları da Allah'ı severler.
İki: Allah'ın sevdiklerini sevmek. Kişiyi İslâm'a sokan ve ondan çıkartan bu sevgidir. Allah'ın en sevdiği insanlar bu sevgide en düzgün ve en çok olanlardır.
Üç: Allah için ve O'nun yolunda sevmek. Bu Allah'ın sevdiklerini sevmenin gereklerindendir. Allah'ın sevdiklerini sevmenin gereklerindendir. Allah'ın sevdiklerini sevmek ancak O'nun yolunda ve O'nun için sevmekle olur.
Dört: Allah'la birlikte sevgi. Bu da şirksi sevgisidir. Allah için olmaksızın Allah'la birlikte bir başka şeyi seven kişi Allah'tan gayri bir ortak edinmiştir. Bu, müşriklerin sevgisidir.
Bir de beşinci tür bir sevgi var ki, o da şimdi konumuz değil. O da doğal sevgidir. Doğal sevgi insanın, tabiata uyan şeye meyletme sidir. Susuzun suyu, aç kimsenin yemeği sevmesi, uyku, eş ve çocuk sevgisi bu türden sevgiye Örnektir, Bu, Allah'ı zikretmekten oyalamadığı, O'nun (c.) sevgisinden alıkoymadığı sürece yerilmez, aksi takdirde yerilir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey inananlar, mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın"[18] "kendilerini ne ticâretin, ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler..."[19]
Teteyyümden sonra gerçek dostluk gelir. Bu, sevginin kemali ve zirvesidir. Öyleki kalpte sevgiliden başkasına yer kalmaz. Bu, hiç bir şekilde ortaklık kabul etmeyen bir makamdır. Bu, sadece iki halîle, İbrahim (a.s.) ile Muhammed'e has bir makamdır. Rasûlullah "Yüce Allah, İbrahim'i (a.s.) halîl edindiği gibi beni de dost edindi" buyurmuştur. Başka bir hadiste "Ben yeryüzünde bir halil edinseydim Ebû Bekir'i halil edinirdim. Ancak arkadaşınız (kendisini kastediyor) Allah'ın halilidir. Başka bir hadiste de Rasûlullah "Ben her halilin halilliğinden beriyim." buyurmuştur.
İbrahim (af.s.) Yüce Allah'tan bir çocuk isteyip verilince onun sevgisi kalbine tutundu ve ondan bir parça aldı. Bunun üzerine sevgili, dostunun kalbinde Ondan başkasına yer olmasını kıskandı ve çocuğunu kesmesini emretti. Emir, emredilen şeyin uygulanması daha büyük bir sınav ve imtihan olması için ona uykuda bildirildi. Asıl maksat çocuğun kesilmesi değil, sadece Rabb'e kalsın diye kalbin o sevgiden kesilmesiydi. Halîl İbrahim hemen emri uygulamak için harekete geçirince, Allah sevgisini çocuğunun sevgisinin önüne geçirince maksat gerçekleşmiş oldu ve kesme emri kaldırıldı, fidye olarak büyük bir kurban gönderildi. Çünkü Yüce Rabb bir şeyi emrettikten sonra onu tamamiyle iptal etmez. Bilakis eski hükmün bir kısmı kalır veya yerine başka bir hüküm gelir. Kurban kesme hükmünün, Peygamberle gizli konuşmadan önce sadaka vermenin (önce farz iken, sonra) müstehaplığınm kalması gibi. Yine elli vakit namaz saldırıldıktan sonra beş vakit namazın kalması, bununla birlikte elli vakit namazın sevabının aynen verilmesi gibi.
Bazı kimseler sevginin (muhabbe, hubb) halillikten üst Mertebe olduğunu, İbrahim'in Allah'ın halili, Muhammed (sav) ıse habîbi olduğunu sanarlar. Bu o kimselerin cahilliklerin dendir. Çünkü sevgi genel hainlik ise özeldir. Halillik sevginin zirvesidir. Nitekim Peygamberimiz de Yüce Allah'ın İbrahim'i ha-lil edindiği gibi O'mı da (s.) halü edindiğini haber vermiş, kendisinin Allah'tan (c.) başka halüinin olmadığım belirtmiştir. Bununla birlikte Aişe, babası Ebû Bekir, Ömer b. Hattab ve başkalarına olan sevgisini haber vermiştir.
Ayrıca Yüce Allah "Çok tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever"[20]
"Sabredenleri sever"[21] "İyileri (muhsinle-ri) sever."[22] "Adilleri sever"[23] Tevbekâr genç Allah'ın sevgili kuludur... Fakat Allah'ın halliği dostluğu sadece iki kimseyledir. Söz konusu iddiayı ileri süren bunu Allah ve Rasûlü hakkındaki bilgi ve anlayış kıtlığından yapmaktadır.
En Yükseği Tercih
Daha önce anlattığımız gibi kul sevdiği ve arzuladığı bir şeyi terketmez. O ancak çok sevdiğinin hatırına az sevdiğini ter-keder veya hoşlanmadığı bir suçu, çok sevdiği bir şeyi elde etmek veya daha çok hoşlanmadığı bir şeyden kurtulmak için işler. Yine daha aklın arzulanan iki şeyin en üstününü, istenmeyen iki çirkinin en azını tercih belirttik. Bunu akıl ancak şu iki şeyle gerçekleştirir: İdrak, ile kalbin cesareti.
Akıl yukarıdaki tercihini yapmamışsa veya zıddını /tersini yapmışsa bunun sebebi şu iki şeyden biridir. Ya aklın anlayışı zayıftır ve iyi şeylerle hoş olmayan şeylerin derecelerini ve mertebelerini idrak etmemektedir. Ya da nefsinde zaaf, kalbinde ac-ziyet vardır ve en faydalının ne olduğu bilgisine sahip olmadığından bunlara en yararlıyı seçme hususunda laf dinletemez. Fakat anlayışı düzelir ve en yararlı ile, (mecbur kaldığında) en az zararlıyı tercih hususunda nefsi güçlenir ve kalbi cesaretlenirse, o durumda mutluluk vesilelerini yakalamış olur.
İnsanlardan kiminin şehvet gücü akıl ve iman gücünden daha kuvvetlidir ve dolayısıyla güçlü zayıfı yenilgiye uğratır. Kiminin de akıl ve imanı şehvetinden kuvvetlidir. Doktorlar çoğu hastaları zararlı şeylerden alıkoydukları halde nefisleri onları kabul etmeyip alır, şehvetlerini akıllarının önüne geçirirler. Doktorlar böyle kimseyi tutarsız ve sabırsız diye isimlendirirler. Bunun gibi çoğu hasta kalpliler de şehvetlerinin güçlü ve azgın olması nedeniyle hastalıklarını artıracak şeyleri tercih ederler.
Şu halde şerrin temeli idrakin, nefsin zaafı ve alçaklığıdır. Hayırların temeli ise idrakin mükemmelliği, nefsin şerefi ve cesaretidir. Sevgi ve irade de her hareketin temeli ve başlangıç noktası, nefret ve buğuz her türlü terkin aslı ve başlangıcıdır. Kalpteki bu iki güç kulun mutluluğunun ve bedbahtlığının aslı ve temelidir.
Zorlanmaksızm yapılan bir fiil ancak sevme-isteme ve karar verme merhalelerinin meydana gelmesiyle ortaya çıkar.
Yapmamak ise bazen sebebinin ve ona yol açacak şeyin bulunmaması sebebiyle, bazen de ondan engelleyici sevmeme, istememe, nefret etme duygularının bulunması sebebiyle olur. Şer'î emir ve nehiyler de bu ikinci kısım için gelmiştir. "Keff geri durma, yapmama" adı verilen ve karşılığında sevap veya ceza bulunan "yapmama" da, bu kasten, özellikle yapmamadır.
Böylece "terk etme"nin pozitif mi negatif mi hareket olduğu meselesindeki karmaşıklık giderilmiş olur. Zira en doğrusu onun iki kısım olduğudur: Bir fiili yapmayı gerektirecek sebebin bulunmayışı sonucundaki "terk" bir negatif eylem, bir fiili yapmaya engel olucu sebebe bağlı olarak ortaya çıkan "terk" ise bir pozitif eylemdir. Yani birincisinde kişinin özel bir gayreti yoktur ve o bir eylem değildir. İkincisinde ise insan karşısına çıktığı halde onu özellikle terkeder ve onda insanın bir niyeti, gayreti ve eylemi vardır. Sevap ve ceza birincisi değil ikincisi için vardır.
En Faydalıyı Seçmek
İnsanlar bu konuda fahiş hatalar yaparlar. En çok elem 6ren şeyde zevk arar, haz verme ihtimali büyük şeyden acı çe-Ker, büyük hastalığa yol açan şeylerde kalplerinin şifa bulduğunu sanırlar. Bu, bakışını yakın zamanla sınırlandırıp sonuçlara bakmayanın hâlidir. Aklın özelliği sonuçlara bakabilmesidir. İnsanların en akıllısı ilerideki daimî zevk ve rahatını kısa süre sonra bitecek fânî ve geçici zevke tercih eden kimsedir. İnsanların en beyinsizi ise ebedî nimetleri, daimî hayatı ve eksiksiz büyük zevki, fânî elemlerle ve korkularla katışık, çok kısa bir süre sonra son bulacak lezzetler karşılığında satan kimsedir.
Âlimlerden biri şöyle der: İnsanların gayret ettikleri şeyleri düşündüm. Elde etmedeki metodlan ve yolları farklı olsa da hepsinin gayret ve çabasının tek bir şey olduğunu gördüm. Hepsinin çabası kendilerinden keder ve hüznü atmak idi. Kimisi bunu yeme-içmeyle, kimisi ticaret ve para kazanmayla, kimisi müzik dinlemekle, kimisi de oyun ve eğlenceyle yapmaya çalışıyordu. Kendi kendime şöyle dedim: Bu, akıllıların talip olacağı güzel bir gaye. Ancak yolların hiçbiri bu gayeye ulaştıracak nitelikte değil, bilakis bazıları onun zıddına iletir. Bu yollar arasında o gayeye ulaştıracak yolu aramak sadece Allah'a yönelmek, yalnız O'nunla yakın ilişki kurmak ve rızasını her şeyin üstünde tutmayı gördüm.
Bu yola giren kişi dünyadaki nasip ve hazzmdan mahrum kalacak olsa bile mutlak surette elde edeceği "yüksek haz"dan mahrum kalmaz. Kul o hazzı elde ettiğinde her şeyi elde etmiş; onu kaybettiğinde her şeyi kaybetmiş demektir. Bu hazza ulaşan kişi aynı zamanda dünyadan haz ve nasibini alırsa gayeye en güzel biçimde ulaşmış olur. Kul için bu yollar arasında daha faydalısı, hazzma, mutluluğuna ve güzel yaşamına daha çok ulaştırıcısı yoktur. Başarı ancak Allah iledir.
Sevilenlerin Kısımları
Sevgililer iki kısımdır: Biri kendisi için sevilen, diğeri başkası sebebiyle sevilen sevgili. Başkası sebebiyle sevilen eninde sonunda kendisi için sevilene ulaştırır. Aksi taktirde bu zincirleme sonsuza kadar ulaşır. Hakiki sevgili dışındaki her sevgili "başkasından dolayı sevilen sevgili"dir. Kendisi ve zatı için sadece Allah sevilir ve O'nun dışında sevilen her şeyin sevgisi Yüce Rabb'in sevgisine tabidir. Meleklerini, peygamberlerini ve dostlarım sevmek de böyledir. Çünkü bu sevgiler Yüce Allah'ın sevgisine tâbidir, O'nun sevgisinin ger ektir diklerindendir. Zira sevgiliyi sevmek onun sevdiklerini de sevmeyi gerektirir. Bu, üzerinde önemle durulması gereken bir noktadır. Çünkü burası, "başkasına fayda veren sevgi" ile "fayda vermeyen hatta zarar veren sevgi" arasındaki ayırım noktasıdır.
' Şunu iyi bil ki zatı için yalnızca; mükemmelliği zatının kaçınılmaz sonuçlarından olmasından, kendisinin ilâh olmasından, Rab olmasından, başka hiçbir varlığa ihtiyacı olmamasından kaynaklanan zat sevilir. Onun dışında sevilmeyen şeyler ancak, sevgisine ters ve aykırı düştüklerinden dolayı sevilmez, nefret edilirler. Bir şeyden nefret ve ona buğz besleme onun yüce sevgiliye ters düşüşünün kuvvetine göre değişiklik gösterir. Herhangi bir şey bu cisim, fiil, irade veya başka bir şey olsun, O'nun sevgisine ne kadar ters düşüyorsa ondan o kadar nefret edilir. Bu adil bir ölçüdür. Ve Rabb'e uymak ve muhalefet etmek, O'na dost olmak veya düşman olmak, gibi şeyler, hoşlandığından hoşlanmayan birini gördüğümüzde, muhalefeti miktarında Rabbine bir düşmanlığının bulunduğu biliriz. Yine Yüce Rabb'm sevdiğini seven sevmediğini sevmeyen, bir şeyi Allah ne "tadar seviyorsa o kadar seven ve tercih eden, ne kadar sevmiyorsa o kadar sevmeyen ve uzaklaşan kimse gördüğümüzde de onun Rabb ile bu uyumu oranında dost olduğunu biliriz.
Kendin ve başkaları hakkında bu kaideye tutun. Demek ki İlahla dostluk sevgi ve nefretinde O'nunla uyuşmaktan ibarettir, çokça namaz kılmak, oruç tutmak riyazet yapmak değil sa-lece.
Başkası için sevilen de iki kısımdır. Birincisi sevenin ona ulaşmakla zevk aldığı, ikincisi ise ondan acı çektiği, ama asıl sevgiliye ulaştırdığından dolayı -istenmeyen ilacı almak gibi-ona katlandığı sevgilidir. Yüce Allah "Size savaşmak -sizin ho-Şunuza gitmese de- farz kılındı. (Ancak) bir şeyden hoşlanmadığınız halde o sizin için hayırlı, bir şeyi istediğiniz halde sizin için "ayırsız olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz" (Bakara, 216) buyurmuştur. Bu âyette Yüce Allah savaşın nefisler için sevimsiz blr şey olduğunu, ancak en büyük sevgiliye ve en büyük faydalara ulaştırdığından dolayı bunun onlar için hayırlı olduğunu; nefislerin rahatlığı, tembelliği ve lüks yaşamı sevdiğini, ama sevgiliden mahrum olmaya yol açtığından'dolayı bunu onlar için şerli ve zararlı olduğunu haber vermektedir. Akıllı kişi yakın gelecekte elde edeceği bir şeyin zevkine bakarak onu tercih etmez, yakın gelecekte tadacağı acıya bakıp ondan kaçmaz. Çünkü bazen bir zevk onun için şer olur. Hatta bazen ona büyük acı verir, en büyük lezzetten mahrum bırakır. Bilakis akıllılar, ardından gelecek lezzette bakarak uzun bir süre de olsa zor ve meşakkatli şeylere tahammül eder, sabrederler.
Bunlar kısaca dört kısımdır: Kötüye (istenmeyene) ulaştıran kötü, iyiye (istenilene) ulaştıran kötü, iyiye ulaştıran iyi, kötüye ulaştıran iyi. İyiye ulaştıran iyide teşvik edici iki unsur bir araya gelmiş, kötüye ulaştıran kötüde terki gerektirici iki unsur birleşmiştir. Bir de; yapmayı gerektiren özellikleriyle, yapmamayı gerektiren Özellikleri barındıran ve bu özelliklerinden birbirleriyle çekişme içerisinde olan iki kısım daha vardır ki, imtihan da bu iki alanda gerçekleşir. Nefis bunlardan en yakınını, yani dünyadakini, akıl ve iman ise bunların en faydalısını ve en devamlısını tercih eder. Kalp ise bunların ortasındadır; bazen birine, bazen diğerine meyleder. Şeriat kanunları ve kader karşısındaki sınav işte buradadır. Kişinin akıl ve iman tellalı her vakit kendisine "Kurtuluşa koş: Sabah olduğunda sabaha kadar uyumayıp çalışan, ölüm esnasında da takvayı kazanmış kul Övülür" der. Sevgi gecesinin karanlığı şiddetlenip şehvet ve nefsin hükümranlığı harekete geçtiğinde "Ey nefsim, sabret. Bu bir andır ve sona erecektir. Tüm bunlar yok olup gidecektir" der.
Sevgi Her Eylemin Esasını Teşkil Eder
Hak olsun batıl olsun her eylemin esası sevgi olduğuna göre dinî eylemlerin esası Allah ve Rasûlünü sevmek, dinî sözlerin esası Allah ve Rasûlünü tasdik etmektir. Allah ve Rasûlünü tam sevmeye engel olan ve bu sevgiyle çatışan her istek, veya tam imanı engelleyici her türlü şüphe ya imanın esasıyla çelişir yada onu zayıflatır. Bu daha da güçlenip sevginin ve tasdikin esasıyla çatışacak dereceye varırsa küfür veya büyük şirk olur. Onunla çatışmazsa bile mükemmelliğini zedeler, zayıflatır, azim ve gayrette gevşeklik meydana getirir. Bu irade ve şüphe gayeye ulaşmayı engeller, isteyenin önünü keser, çalışkan kişinin azmini kırar. Allah dostluğu ancak buna düşmanlıkla gerçekleşir. Nitekim Yüce Allah muvahhidlerin ve Allah aşıklarının önderi İbrahim'in kavmine şöyle söylediğini haber vermektedir: "O ibadet ettikleriniz var ya, sizin ve evvelki atalarınızın... Onlar benim düşmanlarımdır. Ancak âlemlerin Rabbi müstesna"[24]. İşte Allah'ın dostu Halil İbrahim'in bu dostluğu ancak o düşmanlığı gerçekleştirmesiyle olmuştur. Zira dostluk (velâj, ancak O'nun dışındaki her türlü mabuddan uzaklığını ilanla gerçekleşir. Yüce Allah şöyle buyurur: "İbrahim ve beraberindekiler de sizin için güzel örneklik vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: Biz sizden ve Allah dışında ibadet ettiklerinizden beriyiz. Sizi reddettik. Bizimle sizin aranızda, siz yalnız Allah'a iman edinceye kadar ebedî bir düşmanlık ve nefret belirmiştir."[25] "Hani İbrahim babasına ve kavmine: Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaradana (taparım) çünkü O, bana doğru yolu gösterecektir, demişti."
[1] Furkân, 65
[2] Ankebût, 5
[3] Nahl, 97
[4] Tevbe, 40
[5] Ankebût, 69
[6] Nahl, 128
[7] Enfal, 46
[8] Şuarâ, 62
[9] Tâhâ, 46
[10] Cin, 19
[11] Bakara, 23
[12] İsra, 1
[13] Bakara, 130-133
[14] Yûnus, 3
[15] Secde, 4
[16] Zümer, 43-44
[17] Câsiye, 10
[18] Münafîkûn, 9
[19] Nûr, 37
[20] Bakara, 222
[21] Âl-i İmrân, 146
[22] Âl-i İmrân, 148
[23] Mâide, 42
[24] Şuarâ, 75-77
[25] Mümtehine, 4