Bu Blog içinde Ara

28 Haziran 2012 Perşembe

DIGER GÜZEL HUYLAR

DIGER GÜZEL HUYLAR
İslam'ın emrettiği birçok güzel huylar vardır. İttika, Yüce Allah'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir hale tak­va denir. Bunun sahibine de muttaki denilir. Muttaki olan biri, güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar gelmez.
İslam'a göre insanlar eşittirler. Bunların seçkinliği ancak takva ile­dir. İnsanların Allah yanında en iyi olanı, ona en çok saygılı olanıdır. İttikanm karşıtı fıskdır. Daha açığı, doğru yoldan çıkmak, Allah'a asi olmak, haram ve şüpheli şeylerden kaçınmamaktır. Böyle bir halin so­nucu da felakettir, hüsrandır.
İhsan, bağışlama, iyilik etme, bahşiş verme, hayır olarak yapılması uygun olan bir şeyi yapma demektir, ihsan, adaletin üstünde bir faziletdir Allah ihsan edenleri sever.
İhlas, herhangi bir işi güzel bir niyetle ve saf bir kalb ile yapmak, işe başka bir şey karıştırmamaktır. Böyle bir hale, hulus da denir, Yapılan görevlerin değerleri ihlasa göre artar. İhlasın karşıtı Riya gösterişdir. Bir görevi yalnız bir gösteriş için veya maddibir yarar için yapmaktır. Riya­kar bir insan, temiz ruhlu, iyi bir insan değildir. Yaptığı işlerin mükafa­tını Allah'dan dilemeğe yüzü olmaz. Allah, sadece kendisi için yapılan ve kendi rızası için istenen bir işi kabul eder.
İstikamet, her işte doğruluk üzere bulunmak, adaletten ve doğru­luktan ayrılmayıp din ve akıl çerçevesi içinde yürümek demektir. Din ve dünya görevlerini olduğu gibi yapmaya çalışan bir müslüman, tam isti­kamet sahibi bir insandır. Böyle bir insan toplumun en önemli bir organı sayılır. İstikametin karşıtı, hıyanettir ki, doğruluğu bırakıp verilen sözü gözetmemek, caymak, emanete riayet etmemektir, insanların haklarına tecavüz etmektir. Mümin emrolunduğu gibi dosdoğru olmalıdır.
İtaat, üst amirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce Allah'ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattır. İnşanın mutluluğu da bu taata bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Yüce Allah­'ın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkar ve hayırsız bir kimsedir ki, kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bek­leyebilir. Allah'a peygamberine, mümin idarecilere de itaat edilmelidir.
 İtimad, güvenmek ve emniyet etmek, bir şeye kalben güvenip da­yanmak demektir. Halkın güvenini kazanmak bir başarı eseridir. İktisa­di ve içtimai hayatın devamı itimadın varlığına bağlıdır. Onun için in­san, güzel ve doğru hareketleriyle herkesin güvenini kazanmaya çalış­malıdır. İtimada aykırı olan şey, hiyanettir, işi kötüye kullanmaktır ki, bunun sonucu pek korkunçtur. İktisad, her işte dengeli ve ölçülü olmak­tır. Gereğinden fazla veya eksik harcama yapmaktan kaçınmaktır. İnsan iktisada uyma sayesinde rahat yaşar. İktisad eden fakir olmaz. İktisadın karşıtı israfdır, aşırı gitmektir. İsraf, yemek, içmek, giyinip gezmek gibi işlerde belli bir ölçüyü aşmaktır ki, haramdır. Ferdlerin ve cemiyetlerin yıkılmasına sebebdir. Allah israf edenleri sevmez. Bir de taktir vardır ki, bir şeyi gereğinden çok fazla kısmaktır. Bu da uygun değildir.
Ülfet, uygun kimselerle güzel bir şekilde görüşüp konuşmak de­mektir. İnsanlar devamlı olarak yalnız başlarına yaşayamazlar. Birbirleri ile görüşmek zorundadırlar. Güzel bir ahlaka sahib olan kimse, herkesle güzel görüşür, onların sevgisini kazanır. Bu hale, Ünsiyet de denir. Bu­nun karşıtı, uzlet kenara çekilmek, yalnız başına kalmak, herkesten uzaklaşmaktır. Herkesle görüşmek uygun olmadığı gibi, herkesten ka­çınmak da uygun değildir. Mümin ülfet eder ve ülfet olunur. Ülfet et­meyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların hayırlısı, insanlar için hayırlı olanıdır.
Emniyet, bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğru­luktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir. İnsanların sırlarını ve malla­rını güzelce saklamak da, bir emniyet halidir. Emniyetin karşılığı hıya­nettir sözünde durmamaktır. Ferdleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kul­lanmak münafıklık alametidir. Münafıkın alameti üçtür: Konuşunca ya­lan söyler, söz verince cayar, emanet edilince hiyanette bulunur.
İnsaf, adalet içinde hareket etmek ve gerçeği kabul etmektir. İnsaf, ciddive iyi huylu bir insanın alametidir. Bunun karşılığı zulümdür, haksizlik etmektir, hak olan şeyi inkardır. İnsaf dinin yarısıdır. Çünkü ger­çek din, faydalı olan şeylerin kabul edilerek yapılması ve zararlı şeyler­den sakınılması demektir. İnsaf sahibi olan kimse, muhakkak dinin yarı­sını teşkil eden o yararlı şeyleri anlar ve kabullenir. Böylece insaf, kendi­sinde dinin yarısı gibi sayılır.
Beşaşet, güleryüzlü olmak ve hoş bir hale sahib olmak demektir. Beşaşet, ruhtaki saflık ve neş'enin yüzde parıltısı demektir. Karşılığı Ubuset yüz ekşiliğidir. İnsan daima güler yüzlü olmalı, hiç kimseye kar­şı çatık kaşlı bulunmamalıdır. Güleryüzlülük bir sadaka ve bahşiş sayı­lır. Allah yumuşak huylu ve parlak yüzlü kulunu sever.
Tedib, terbiye etmek, edeb ve ahlak üzere yetiştirmek demektir. Bu­nun karşıtı da, terbiyeyi terk etmek, yapmamaktır. Terbiye işinde asla gevşeklik yapmamalıdır. Kendi çocuklarını güzelce terbiye etmeye ça­lışmak, her aile idarecileri için vacib olan bir görevdir. Burada yapılacak dikkatsizliğin zararları yalnız bir aileye ve ferde değil, koca bir topluma aittir. Baba ile ananın terbiye etmediğini, gece ile gündüz zaman terbiye eder. Zamanın terbiye etmediğini de cehennem terbiye eder.
Ta'zim, hürmete değer bir kimse hakkında, büyük sayıldığını göste­recek şekilde güzel bir davranışta bulunmak demektir. Bunun karşıtı Tahkirdir, küçümseme hareketidir ki, asla caiz değildir. İlim, edeb ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçük olan­lara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bizim büyüklerimize say­gı göstermeyen ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir.
Tefekkür, düşünmek ve bir iş üzerinde fikri geliştirmek demektir. Hak Teala'nın kudretine delalet eden varlıkları düşünmeye dalmak bir ibadettir. Birçok maddive manevi buluşlar ve yükselmeler hep tefekkür düşünme sayesinde olmuştur. Tefekkürün karşıtı, gaflettir. Düşünceden yoksun olmaktır ki, insana asla yakışmaz. Yüce Allah'ın yaratmış olduğu şeyler üzerinde düşünmeli, fakat Allah'ın zatı hakkında düşünmemelidir.
Tevekkül, Allah'a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarı­yı Allah'dan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri Allah'a bı­rakıp ümitsizliğe ve keder içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun ol­mak büyük bir eksikliktir. Bir mümin bilir ki, herhangi bir işin elde edil­mesi için, sadece sebeblerin varlığı yeterli değildir. Allah'ın dilemediği bir iş; hiç bir zaman meydana gelemez. Onun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül, sebeblere sarılmaya engel de­ğildir. Yüce Allah olayları birer sebebe bağlamıştır. Bu konuda ilahi ka­nunlara uymak gerekir. Deveyi bağlayıp da tevekkül etmek gerekir.
Sebat, sözde durmak, verilen sözü yerine getirmek, bir işte, bir inançta veya bir düşüncede kararlı bulunmak demektir. Sabit kararlı olanlar nabit başarılı olurlar sözü meşhurdur. Sebat başarının bir şartı­dır. Doğrusu hayırlı ve hakka bağlı olan işlerde sebat etmek bir fazilettir. Faydasız olan boş şeylerde sebat göstermek ise, akıl eksikliğini gösterir.
Hazm, anlayışlı olmak, tedbirli davranmak ve sonucu bilinmeyen şeylere hemen atılmamaktır. Karşıtı, tedbirsizliktir. Tedbirli hareket edenler pişmanlık duymazlar. Bununla beraber hazm ihtiyatlı bulun­mak, bazen kötü kuruntulardan da ileri gelir. Onun için hazm deyip de teşebbüste tereddüt ve kuruntuya düşmemelidir.
Hüsnüzan, bir şey hakkında güzel sanı besleme, iyi tahminde bu­lunmadır. Bunun karşıtı suizan, kötü şanıdır. İnsan kötüzan beslememeli, bu konuda aşırı gitmemelidir. Hiç kimse hakkında da yok yere kötüzanda bulunmamalıdır. Doğrusu, herhangi bir kimse hakkında kö­rü körüne iyi bir insandır diye hüküm vermek de hüsnü zannı kötüye kullanmak olacağından iyi bir davranış değildir. Onun bunun işlerini araştırmak, kusurlarını öğrenme arzusunda bulunmak, tecessüs denilen, kötüzan dan doğan ve ahlaka aykırı olan bir harekettir ve haramdır. Zannın bir kısmı günahtır.
Hıfz-ı lisan, dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla söz söylememek halidir ki, çok iyidir. Bunun karşıtı malayani denilen fay­dasız şeylerle uğraşmak ve ağıza gelen her şeyi söylemektir. Akıllı olan­lar çok kez susarlar. Gerek görülmedikçe söz söylemek istemezler. Sus­mak çok güzel bir şeydir. Yeter ki, bir hakkın kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın. Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa hayır söylesin veya sussun.
Hak, doğru olan ve değişmeyen şeye de hak denir. Bunun karşıtı batıl sözüdür. Herkesin meşru bir şekilde elinde bulundurduğu yetkiye veya mülke de hak denilmiştir. Bunun çoğulu hukukdur. Her hak karşı­lığında bir görev vardır. Bir insan hayat yaşama hakkına, namus ve şeref hakkına sahibdir. Bunlara hiç kimsenin tecavüz hakkı yoktur. Her insan karşılıklı olarak bu hakka sahib olduğu için herkes karşısındakinin hak­kını kabul ve ona uygun hareket etmekle görevlidir ve bu görevleri ko­rumakla yükümlüdür. Bu haklara tecavüz haramdır, cezayı gerektirir. Toplum düzenine engel olur. Hak hiç bir zaman değişmez. Hakka, güç kuvvet üstün gelemez. Geçici olarak kaybolan bir hak, bir gün dünyada değilse bile ahirette meydana çıkacaktır.
Hikmet, ilim ile amelin birleşmesinden meydana gelen yüksek bir sıfattır. Bilmeyen veya bildiği ile amel etmeyen kimse hikmet sahibi de­ğildir. Her şeyin aslını öğrenmek için edinilen bilgiye de hikmet denir. Adaba, ahlaka, öğütlere ait güzel sözlere ve fıkralara da hikmet denir. Hikmet sahibi olan insanda, zeka, ezberleme, güzel düşünme, kolaylıkla öğrenme, açık zihin, iyi anlayış ve kavramları hafızada tutma gibi duy­gular belirir. Kendisine hikmet verilen kimseye, muhakkak birçok hayır verilmiş olur. Hikmet, müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır.
Hamiyet, kutsal şeyleri ve milletin haklarını gözetmek, namus ve şerefi suçlamadan koruma üzerinde gösterilen ve fikirleri korumak yo­lunda gösterilen çabaya cahilce hamiyet denir ki, bu pek kötüdür.
Huşu, tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ile sevgi karı­şımı olan saygılı bir tavır takınmak demektir. Karşıtı, gaflet içinde ken­dini büyük görme, kalb huzurundan yoksun olmadır. Bir ibadetin değe­ri, huşua olan yakınlığı nisbetinde artar. Haşyet de, saygı ile karışık kalble ilgili bir korkudur. Allah korkusuna haşyetullah denir. Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kimsenin her çeşit fenalığı yapması müm­kündür. Hikmetin başı Allah korkusudur. Yüce Allah'ın kudret ve aza­metini düşünen her müminin kalbinde Allah korkusu parlar ve onu da­ima iyiliğe götürür.
Hayır, iyilik demektir. Her helal olan mal ve yarar da bir hayırdır, Allah'ın ihsanıdır. Allah rızasını kazanmaya sebeb olan her güzel iş bir hayırdır. Geçerli olan asıl hayır da budur. Hayrın karşıtı şerrdir. Hakka ve yaratılışa uymayan ve kötü bir sonucu gerektiren her şey bir serdir, fenalıktır. Herkes için iyilik istemeye hayırhahlık denir. Bu ruhun temiz­liğinden ileri gelir. Bütün hayır müesseseleri, hayırseverliğin bir eseridir. Başkasının fenalığını istemek de, Bedhahlıktır. Bu, bir ruh hastalığıdır ki, sahibinin kötü kimse olduğuna bir alamettir. İşte hased, çekememezlik ve kıskançlık denilen kötü hal, bu kötülükseverlikten başkası değildir. Başka­sının hak kazanarak elde ettiği nimetlerden rahatsız olup da o nimetlerin kaybolmasını istemek bir hasedden ibarettir. Bu körü bir huy olduğundan bundan çok sakınmalıdır. Hasedden kaçınmak gerekir. Çünkü ateş, odun­ları yakıp bitirdiği gibi, hased de güzel işleri salih amelleri yer bitirir. Kötü­lüğe alet olan bir varlığın kaybolmasını istemek hased sayılmaz. Yine baş­kasının elde ettiği bir nimetin benzerine kavuşmayı istemek de hased de­ğildir. Bu isteğe gıbta ve münafese denir ki, bazı hallerde caizdir. Yüksek bir alimin ilmine ve faziletine gıbta edilmesi imrenilmesi gibi.
Dostluk, iki ve daha çok kimseler arasında meydana gelen samimi bir sevgi ve bağlılık demektir. Allah için olan dostluk devam eder. Dün­ya için olan dostluk da bir akan yıldız gibi parlayıp söner. Dostluğun karşıtı, düşmanlık, davet ve kindarlıktır. Bütün müslümanlar birbirine dosttur. Çünkü aralarında sönmeyen bir din kardeşliği vardır. Hadiste "Birbirinize kin tutmayınız, hased kıskançlık etmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz, ey Allah'ın kulları! Kardeş olunuz. Bir müslümanın müslüman kardeşine üç günden çok dargın kalması helal olmaz" de­nilmiştir. Başkasının bir kederinden ötürü sevinmek de bir düşmanlık eseri olduğundan caiz değildir. Buna şematet denir. Hadiste "Kardeşin için şematet eyleme kötü haline sevinme; sonra Allah ona merhamet eder de, seni belaya düşürür" buyurulmuştur.
Diyanet, dindarlık yapmak, dinin kutsal emirlerine uyarak gereği üzere hareket etmektir. Karşıtı dinsizliktir, din hükümlerine aykırı dav­ranmaktır, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır. İnsanların kurtulu­şu, temiz bir halde yaşayışı ve mutluluğa ermesi, ancak diyanet sayesin­dedir. Diyanet doğuştan vardır. Gerek ferdler için ve gerekse cemiyetler için zorunludur. Onun için diyanete sımsıkı sarılmalıdır. Bu, insanlığın yararı ve selameti bakımından son derece gereklidir.
Zikir, anmak ve hatırlamak manasınadır. Allah Teala'nın güzel isimlerini anmak en büyük zikirdir. Hak Teala'yı zikretmek, ya büyük­lüğünü düşünmekle olur ki, bundan yüceltme ve tazim meydana gelir. Ya da Allah'ın sonsuz kudretini düşünmekle olur. Bundan da korku ve hüzün doğar. Bir de nimetlerini anmakla olur ki, bundan şükür ve hamd meydana gelir. Yahut pek.acaib ve üstün olan eserlerini düşünmekle olur. Bundan da uyanma ve ibret alma yüz gösterir. Zikrin karşıtı, nis-yan unutmadır. Yüce Allah'ın isimleri ile kulun gönlünü süslememesi-dir. Bu. çok acınacak bir dalgınlık eseridir. Hadiste "Allah'ı çok zikredi­niz ki, kurtulabilesiniz. Zikrin en faziletlisi lailaheillallahdır. Duanın da en faziletlisi elhamdülillahdır" denilmiştir.
Rıza, hoşnut olmak, uygunluk göstermek herhangi bir hükmü veya işi kalben hoş görüp kabul etmektir. Bunun karşıtı kabul etmemek, red etmek, itiraz etmektir. Allah Teala'nın her hükmüne ve her takdirine ra­zı olmak bir kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu gibi, batıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir.Allah bir kulunu severse, onun yalvarıp yakarmasını din­lemek için onu bir sıkıntıya sokar.
Sa'y, çalışmak, bir maksadın elde edilmesi için gereken gücü harcamak­tır. Karşıtı Atalet, bataet, meskenet gevşeklik, miskinlik, umursamazlıkdır. Bu İslam ruhuna asla uygun değildir. İnsan hak olan şeyleri elde etmek için dü­zenli bir çalışma ve gayret sahibi olmalıdır. Bütün ilerlemeler gayret ve ça­lışmanın neticesidir. İnsan için çalıştığından başkası yoktur.
Ayıpları örtmek, insanların kusurlarını görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. Karşıtı kusurları yaymadır. Başkala­rının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir. Öyle ki, bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip yürümesine varın­caya kadar bir kusurunu dil göz veya el ile işaret ederek göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şübhe yoktur. Baş­kalarına yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır, bühtandır. Bun­lar İslam terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır. Ne mutlu o kimseye ki, kendi kusuru kendisine, başkalarının kusurlarını görmeye zaman bı­rakmaz. Onun için insan, kendi kusurunu görüp onu düzeltmeye çalış­malıdır. Ancak uygunsuz işleri hiç çekinmeksizin yapıp duran günahkar kimselerin bu çirkin hallerini arkalarından söylemek gıybet sayılmaz. Bu söyleme ile çirkin işler kötülenmiş ve başkaları bundan korunmuş olur. Bir İslam toplumuna karşı, küstahça hareket ederek ahlaka uymayan şeyleri açıkça yapıp duran kimselerin bu rezaletini söylemek, toplumsal anlayışın güzel bir tepkisidir. Yeter ki, bu söyleyiş şahsibir kırgınlık ne­ticesi olmasın. Gıybetin sorumluluğundan kurtulmak için, mümkünse gıybet edilen kimseden helallik dilemeli, özür dilemelidir. Bazı alimlere göre, yapılan gıybetten pişman olup istiğfarda bulunmak yeterlidir. Çünkü durumu haber verip gıybet edilen kimseden helallik dilemek, bir üzüntüye, bir dargınlığa sebebiyet vermiş olabilir. Ancak o kimse bu gıybetten haberdar olmuşsa, o zaman kendisinden özür dileyerek helallik istemek gerekir. İki dargının özür dilemek için musafaha yap­ması görüşüp el sıkışması helallaşmak sayılır.
Şecaat, yiğitlik, kahramanlık, kalb metinliği, gereğinde tehlikelere atılabilme özelliği demektir. Karşıtı korkaklıkdır. Hak yolunda mukad­desatı korumak için gösterilen yiğitlik şecaat, değerli bir huydur. Mü­mine şecaat ve yiğitlik yakışır.
Şefkat, korku ile karışık merhametten ileri gelen acıyıp esirgeme ha­lidir. Başkalarının başına gelen veya gelmesi düşünülen fena bir hal kar­şısında kendisini gösterir. Bunun karşıtı merhamet ve yumuşaklık duy­gusundan yoksunluktur ki, pek kötü bir huydur. Şefkat, temiz ve saf kalblerin bir özelliğidir. Islamda, Yüce Allah'ın emirlerine saygı, yaratık­larına şefkat büyük bir esastır.
Şükür, görülen iyiliğe karşı, söz veya işle memnuniyet göstermek ve yapılan iyiliğin kıymetini bildirmektir. Görülen bir iyiliği överek anmak da bir şükürdür. Karşıtı küfran-ı nimet, yani nimeti inkardır. Nankörlük etmek de denilir. İnsan Allah'a şükretmekle sorumlu olduğu gibi, iyili­ğini gördüğü kimselere karşı da teşekkür etmekle sorumludur. İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.
Sabır, acıya katlanmak, bedene uygun düşmeyen hallere telaş gös­termeksizin karşı koymaktır. Bunun karşıtı sabırsızlıktır. İnsan yaşadık­ça birtakım acı olaylarla karşılaşır. Onlara sabretmek gerekir. Allah sab­redenlerle beraberdir. Sabrın sonu selamettir, saadettir. Sabır acıdır; fa­kat sonucu tatlıdır. Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak, dine uymayan şeyler hakkında sabır caiz değildir. Bunlara karşı kalben bir acı duyulması ve mümkün ise mücadele yapılması gerekir. Savulma­sı mümkün olan kötülüklere veya ihtiyaçlara katlanmak sabır değil, bir acziyet ve miskinliktir. Acziyet ve tenbellikten Allah'a sığmmak gerekir.
Sadakat, doğruluk, gerçeğe uygun olan doğru sözdür. Garaz lekesin­den temizlenmiş ve her yönden halis olan bir dostluk da sadakatdır. Her­hangi bir doğruluğa da sadakat denir. Doğruluğun karşıtı yalandır.
Sadakatin karfılığı hıyanettir, doğruluktan yoksun olmaktır. İnsanlara sıdk ve sadakat yakışır. Yalancı bir kimseyi ne Allah sever, ne de kullan. Yalan haramdır. Yalancı bir kimsenin insanlık bakımından hiç bir kıymeti olamaz. Söylediği yalan sözleri ile insanları aldatan, yaptığı hile ve uy­durmalarla ötekini berikini saptırmaya çalışan, kimseler çok büyük gü­nahkardır. Bize hiyanet eden bizden değildir. Hile ve aldatmayı yapanlar cehennemdedirler. İnsanın sözü de özü de doğru olmalıdır. Doğru olma­yanlar için mutluluk kapıları kapalıdır. İslam gibi, hikmet ve gerçek esas­ları üzerinde kurulmuş bir dinde doğruluğa aykırı bir şey bulunmaz.
Salah, iyi hal, her hayrı kendinde toplayan faziletlerden ibaret yüksek bir vasıftır. Karşıtı fıskı fücurdur. Bir millet, kendi ferdlerinin iyiliğine ça­lışmalıdır. Çalışmazsa, fesadçıların eline esir düşer. Bir müslüman din ve dünya görevlerini öğrenip güzelce uygulamadıkça iyi hal sahibi olamaz.
Salabet, metin olmak, kutsal varlıkları korumak için insanın sahib ol­duğu kalb kuvveti demektir. Karşıtı, gevşeklik ve inanç bozukluğudur. Salabet değerli bir huydur. Bazen salabet yerine taassub da kullanılır. Taassub, aslında adet ve geleneklerde veya maddive manevi şeylerde faz­la direnip taraftarlık yapmaktır. Bu yönden iki türlüdür: Biri dine uygun olan taassubdur. İnançlara ve din gerçeklerine gösterilen sebattır. Bu çok iyidir. Diğeri ise, batıl ve faydasız adetler, modalar, fikirler, yapılıp ya­pılmamasında dinibir sakınca bulunamayan işler üzerinde gösterilen taassubdur ki, bu pek kötüdür. Ne yazıktır ki, bazı kimseler, bu ikinci kı­sımdan olan asılsız şeylere dört elle sarıldıkları halde, mukaddesata ve din esaslarına bağlı kalan kimselere bir kusur olmak üzere taassub isnad etmekten kendilerini alamazlar. Bu, cahilce bir görüşün sonucudur, bun­dan kaçınılmalıdır. Gerçeği gerçek, batılıda batıl görmeye çalışmalıdır.
Zarafet, incelik, kibarlık, ince zeka eseri hoş söz ve işler ile vasıf­lanma huyudur. Karşıtı, kabalık denilen bir haldır. Bu, ruhlar üzerine fena tesir yaptığından kötüdür. Yaratılışta olan zarafetler, ölçüyü taşır-mamak şartıyla iyidir. Fakat her işte ve her sözde zarafet göstermeye ça­lışmak, vakar ve ciddiyete aykırıdır, hafiflikten ibarettir. Onun için bu hususta aşırı davranmamalıdır.
Azim, bir işe kesinlikle niyet etmek, bir işi yapmaya kalbi bağlayarak yönelmektir. Karşıtı, Tereddüt ve Terahi geciktirmedir. Haklı gayeler uğ­runda azimli olmak bir özelliktir. Azmedince Allah'a tevekkül etmelidir.
İffet, namus, perhizkarlık, nefsi hayvani sarkıntılıklardan engellemek huyudur. Karşıtı Fuhuşdur. Namusa aykırı harekettir. Ruhların temizliği iffetledir, iffetsiz bir kimse, zehirli mikroplardan daha zararlı bir yaratık­tır, kendisinden her halde uzaklaşmak gerekir. Efendimiz «Allahım! Ben senden dünyam, dinim, ehlim ve malım hakkında iffet dilerim" diye dua etmiştir.
Ahd, söz vermektir. Gözetilmesi gereken sözleşmeye de ahd denir. Ahdin sözleşmenin gereğine uymak vacibdir. Verilen sözü yerine getir­memek bir zulümdür, insanlar verdikleri sözde durmalıdırlar. Bundan sorumludurlar. Verilen bir sözde, haklı bir sebeb olmaksızın durmamak insanın kıymetini ayaklar altına alacak kadar büyük bir alçaklıktır. Ah­din güzelliği verilen sözün yerine getirilmesi imandandır.
Fazilet, üstünlüğe, iyilik ve ihsana, ilim ve marifete fazl denir. İlim ve irfan bakımından olan yüksek dereceye ve ahlak görevlerine bağlan­mak huyuna da fazilet denir. Fazlın karşıtı, kötülük, hasislik ve cehalet­tir. Faziletin karşıtı da, rezillik ve alçaklıktır. Faziletin çoğulu fezaildir. Hikmet, adalet, şecaat ve iffet sıfatlarına Fezail-i asliye adı verilmiştir. Bunlardan birçok faziletler doğar. İnsan, faziletle vasıflanmalıdır. İnsan­lık şerefi ancak bu sayede kazanılmış olur.
Feraset, zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir in­sanın ahlak ve davranışını yüzünden anlamak halidir. Feraset iki türlü­dür: Biri, bir çeşit ilham eseridir ki, sebebi bilinmeksizin meydana gelir. Diğeri kazanılan bir haldir ki, çeşitli huylara dair bilgi edinmek sebebiy­le olur. Ferasetin karşıtı, belahet anlayışsızlık, zekadan yoksunluktur. Ferasetli insanların yanında uyanık olmalı, edeb ve fazilete aykırı şey­lerden kaçınmalıdır. Müminin ferasetinden sakınınız; çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar, buyurulmuştur.
Kadirşinaslık, herkesin gerçek yerini ve değerini bilip hakkında ona göre işlem yapmaktır. Karşıtı, Kadirnaşinaslık değer bilmemezlikdir. Sosyal hayatta, değer bilmenin büyük bir önemi vardır. Kıymet bilen milletler arasında ilim ve hüner sahipleri çoğalır. Kadir ve kıymet bil­meyen milletler de, bilgi ve marifetten yoksun kalırlar. İnsanların bu­lundukları derecelerine göre muamele edilmesi gerekir.
Kanaat, kısmete razı olmak, yemek ve içmek gibi şeylerde tutumlu olarak orta bir halde hareket etmektir. Karşıtı, israf savurganlıkdır.
Kanaati yanlış anlamamalıdır. Kanaat, mutlaka az ile yetinip tembellik içinde yaşamak değildir. Hırsla hareketten kaçınmak, başkalarının ni­metlerine göz dikmeyip hakkına razı olmak ve bir gönül huzuru ile ya­şamaktır. Birçok hırsızlıklar ve cinayetler, kanaatsizliğin sonucudur. Kanaat tükenmez bir hazinedir. Gerçekten kanaat sahibi bir kimse, işini yoluna kor, başkalarına muhtaç olmaktan kurtulur. Hazinelere sahibmiş gibi, şeref ve huzur içinde yaşar. Kanaat eden aziz olur, hırslı olan da ze­lil olur. Herhangi bir işte bilinen miktarı aşmak bir İsrardır. Bir şeyi boş yere dağıtmak, uygun olmayan yerlere harcamak bir tebzir savurganlık­tır. Bir şeyin elde edilmesini hasislikle karışık bir şekilde isteyip durmak da tama'dır ki, bunlar kesinlikle kötü huylardır.
Hırsa gelince, bu da bir şey hakkında gösterilen aşırı bir istek ve meyilden ibarettir ki, iki türlü olur: Biri, adi şeyler hakkında olan hırstır ki, bu kötüdür. Kalbin ihtiyacından ve gevşekliğinden ileri gelir. Diğeri ise, yüksek ve güzel şeyler hakkındaki hırstır. Bu iyidir, ruhun iyiliğine ve himmetine delalet eder.
Kerem, cömertlik, şeref, kıymetli şeyleri gönül hoşluğu ile vermek demektir. Bunun karşıtı, hasisliktir. Kerem, yüksek bir huy üzere yara­tılmış insanlara ait bir özelliktir.
Lütuf, iyilik ve güzelliktir. Yumuşaklıkla ve okşama ile muamele yapmaktır ki, insanlık nişanıdır. Karşıtı, cevr eziyetdir ki, insanlığa ya­kışmaz. Yaratıklar hakkında gösterilen lütuf ve kerem, yaratıcının yar­dımına kavuşmaya bir yoldur.
Latife, şaka yapmak, kulağa hoş gelen güzel sözler söylemektir. Tersi, ciddiyettir. Sırf bir eğlence ve iltifat için yapılan ve hiç bir kimsenin gönlü­nü incitmeyen latifeler caizdir. Yerli yerince olan şakalar gönülleri rahatla­tır. Latifenin çokluğu gülmeyi artırır, kalbi öldürür, heybeti giderir, düş­manlığa sebeb olur. İnsan bir söz söylerken bununla yanındakiler gülüşür­se, kendisi Süreyya'dan yıldızdan daha uzağa uçar gider. Şeref ve heybeti havaya gider, demektir. Bundan dolayı, bu gibi latifelerden çekinmelidir.
Metanet, sağlamlık, dayanıklık manasmadır. İnsanın fikrinde sabit olması, tutumunda kuvvetli ve inancında köklü bulunması demektir. Bunun karşıtı, gevşeklik ve kuvvetsizliktir. Hak uğrunda metanet gös­termek, değerli bir huydur.
Merhamet, esirgemek, acımak, şefkat göstermek, çaresizlerin halle­rine kalben acıyarak kendilerine yardımda bulunmak demektir. Merha­met, temiz ruhların bir süsüdür. Yalnız insanlara değil, hayvanlara da merhamet etmeli, acımalıdır. Yerde olanlara merhamet etmeli ki, gökte olanlar da kendisine merhamet etsin.
Mürüvvet, erkeklik, insanlığa uygun olan şeyi yapmak, güzel görü­nen şeyleri alıp yerilmeyi gerektiren hallerden kaçınmak demektir. Bu­nun karşıtı, namerdliktir. Açıkça yapılmasından utanılacak bir işi, gizli­ce yapmamak da bir mürüvvet sayılır. Görülen bir iyiliği unutmamak ve fırsat düştükçe karşılığında iyilik yapmak da bir mürüvvet eseridir.
Va'd, söz vermektir. Söz verilen bir şey, bir kimsenin yapacağına dair söz verdiği iştir. İnsan gerek olmadıkça bir şey için söz vermemeli­dir. Söz verince de inşallah deyip onu yerine getirmelidir. Va'd verilen söz borçtur. Onun için, verilen sözü yerine getirmek insanlık borcudur.
Vefa, verilen sözü yerine getirmek, borcu ödemek, din ve akla uy­gun olarak gereken şeyi yerine getirip altından çıkmak demektir. Bu pek şerefli bir görevdir. Karşıtı Hulf, caymak, sözünde durmamak, verilen sözü yerine getirmemektir ki, bu haramdır. Eski dostluğu korumaya da Vefakarlık denir. İnsan vefalı olmalı, dostluk haklarını unutmamalıdır.
Vakar, ağırbaşlı olmak, yapılacak işlerde tedbirli ve yavaş davran­maktır. Bunun karşıtı hafiflikdir. Samimi olan vakar, insanın kıymetini yükseltir. Bunun işareti, insanlar arasında ve yalnızlıktan eşit bir hal üzere bulunmaktır. Hafiflik ise, insanın şerefini giderir. Vakar, bir bü-yüklenme hali değildir. Düşünceden ve şerefi koruma duygusundan, ilmin ve hilmin kuvvetinden ileri gelir. Hafiflik ise, ahmaklık ve az akıl­lılık nişanıdır. Gereksiz yere öteye beriye bakıp durmak veya gidip gel­mek, bazı organları oynatmak, her söze önemle kulak vermek, gereksiz sorular sormak, soru ve cevablarda acele etmek; elbise ve kıyafete gere­ğinden fazla düzen vermek hep hafiflik eseridir. Onun için insan, böyle hafif sayılacak hareketlerden kendisini korumalıdır.
Himmet, yüksek bir irade, kalbin bütün ruh kuvveti ile Yüce Allah'a ve kutsal amaçlara yönelmesi demektir. Bunun karşıtı, huyun aşağılığı ve bayağı şeylere istek göstermesidir. İnsan himmetine göre yükselir. Himmetin yüksekliği imandandır.

Güzel ahlak sahibi olabilmek için müslümanın başta iman ve isti­kamet sahibi olması, Allah'a inandıktan sonra hayatının her aşamasında doğruluktan ayrılmaması gerekir. Doğru, dürüst bir karaktere sahip olabilmek için başkasına muhtaç olmadan, zillete düşmeden kendi ka­zancıyla, el emeğiyle geçinmelidir. Kazancı şuradan buradan değil, helal yoldan olmalıdır. Kazancın helal olmadığı bir ortamda, istikamet sahibi olmak mümkün değildir. İnsanın yediği, içtiği ve giydiği şeyler haram olursa Allah Teala böyle birinin yaptığı dua ve niyazlara icabet etme­mektedir. Helal kazanan bir mümin en önemli ibadet olan beş vakit na­mazını kılmalıdır. Çünkü namaz dinin direğidir. Kıyamet günü ilk he­saba çekileceği ibadetidir. Kişi, içinde yaşadığı toplumun, müslüman ol­sun olmasın bütün insanların haklarına saygı duymalıdır.
Müslümanlarla olan ilişkileri kardeşçe olmalıdır. Onlar hakkında kötü düşüncelerden arınmalı, kin ve nefretle yaşamaktan uzak durmalı­dır. Onlara yumuşak ve kibar davranmalı, katı ve sert olmamalıdır. Zira sert karakter, insanı bütün hayırlardan mahrum edeceğinden ilişkilerin kesilmesine ve dostluk bağlarının kopmasına sebep olur. Aksine onlara daima iyilik etmeye çalışmalı, güler yüzle karşılamalıdır. Her iyiliğin sadaka olduğunu unutmamalıdır. Eğer davranış olarak değil de mal ile sadaka vermeye gücü yeterse o zaman çoluk çocuğunun rızkından artan malının fazlasından vermelidir. Çünkü aile halkı iyiliğe herkesten daha layıktır. Aile halkından sonra diğer müminlere, hatta tüm insanlığa ku­cak açmalı, onlara yardım elini uzatmalıdır. Onların her türlü dertlerine ortak olmalı, en önemlisi de darda kalan, çaresiz borçlu kişilere müm­kün olduğu kadar kolaylık sağlamalıdır. Bu yardım eli, mazluma uzan­dığı kadar zalime de uzanmalı, onun zulmüne engel olarak bu şekilde ona da yardım etmelidir. Zalime uzanmamak, onunla ilişkiyi kesmek yerine, gelmeyene gitmeli, vermeyene vermelidir. Bunları yapabilmek için alçak gönüllü olmalıdır. Kendini büyük gören birinin hayırlı işlere koşması zordur. Hayırlı işler yapmaya niyetlenir de kibir ve gururunu ayaklar altına almak isterse bunun yolu, katı kalbini tedavi etmek için fakirlerle birlikte olmalı, yetimin başını okşamalıdır.
Fakir ve yetim kimselere gösterilen sevgi ve merhamet dalga dalga genişlemeli, büyüklere saygı ve küçüklere sevgi şeklinde daha da genel-leşmelidir. Kim olursa olsun insanlara uygun bir dille iyiliği emretmeli, kötülüğü engellemelidir. Kötülüğü doğru sözle engelleyemezse, özellik­le müminlerin yararına bir noktada bazen ölçülü olmak kaydıyla başka bir sözle de bunu yapmaya çalışmalı, maksat müminlerin arasını bul­mak olmalıdır. Her zaman iyilik peşinde koşmalı, Allah'ın razı olduğu işleri yapmaya, razı olduğu kullar araşma katılmaya çalışmalıdır. Gü­nahtan uzak durmalı, aşırı borçlanmamak, fazla borç altında kalmama­lıdır. Normal ölçülerde borçlanırsa da zamanmda ödemeli, müslüman kimliğini zedeleyecek tarzda ticaretinde gevşek olmamalıdır. Aksine alışverişinde doğru olmalı, saçıp savurmak yerine israf etmemelidir. Ti­caretinde olduğu gibi, diğer bütün işlerinde de orta yola dikkat etmeli, ölçüyü elden bırakmamalıdır.
Her türlü güzel huya, utanma demek olan hayaya sahip olmaya ça­lışmalı, çoluk çocuğu arasında eşit davranmaya özen göstermelidir. Ka­dınlar da üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeli, cennete girmeye kadın erkek herkes gayret etmelidir. Ömrü bereketlendirecek, rızkı ge­nişletecek olan akraba ziyaretine önem vermeli, gerçek zenginliğin gö­nül zenginliği olduğunu bilmeli, zenginliği elde etsin etmesin tok gözlü olmalı, her aşamada sabretmeyi öğrenmelidir. Sabredemeyip de meşru olmayan ortamlara atılmamalı, dinini az bir dünya menfaati karşılığında satmamalıdır. Bütün bu özellikleri üzerinde taşımaya, olgun ve kamil bir mümin olmaya çalışmalıdır. Kendini sürekli hesaba çekmeli, hal ve hareketlerini kontrol etmelidir. Böyle bir ömür sürdükten, Allah'ın rıza­sını kazanmaya çalıştıktan sonra da asla ameline güvenmemeli, aksine Allah'ın rahmetine muhtaç olduğunu bilmeli, onun ilahi rahmetinin ga­zabına galip geleceğini ümit ederek bu fani dünyadan göçüp gitmelidir.