Bu Blog içinde Ara

27 Haziran 2012 Çarşamba

Allah'ın Lanet Ettikleri

Allah'ın Lanet Ettikleri


Allah da (c.) Kitab'ında yeryüzünde bozgunculuk yapana, akrabalık bağlarım koparana, kendisine ve peygamberine eziyet edene lanet etmiştir.
Yüce Allah'ın indirdiği açıklamaları ve doğru yolu gizleyip açığa vurmayana lanet etmiştir.
İffetli kadınlara fuhuş isnad ederek iftira yapanlara lanet etmiştir.
Kâfirlerin yolunu müslümanların yolundan daha doğru görene lanet etmiştir.
Rasûlullah kadın elbisesi giyen erkeğe, erkek elbisesi gi­yen kadına lanet etmiştir.
Rüşvet alana, verene ve aracılık yapana lanet etmiştir. Rasûlullah başka şeyler için de lanet etmiştir.
Günahların tek zararı onları işleyenin Allah'ın Rasûlü'nün ve meleklerin lanetini hak etmek olsaydı, bu onları terke yeter­li neden olurdu.
En büyük belâ Rasûlullah'm ve meleklerin dualarından mahrum kalmaktır. Zira Yüce Allah peygamberine, mü'min ka­dınlara ve erkeklere istiğfar etmesini emretmiş, melekler hak­kında da şöyle buyurmuştur: "Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresin­de bulunanlar Rabblerini överek teşbih ederler. O'na inanırlar ve mü'minler için mağfiret dilerler: "Rabbimiz rahmet ve bilgi bakımından herşeyi kapladın. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru. Rabbimiz onları ve babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olan kimseleri onla­ra söz verdiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz, üstün olan, hik­met sahibi olan sensin sen! Onları kötülüklerden koru. O gün sen, kimi kötülüklerden korursan ona rahmet etmişsindir. İşte o büyük kurtuluş budur!"[1]
Bu meleklerin Allah'ın kitabına ve Rasûlünün sünnetine uyan ikisinin dışında üçüncü bir yol tanımayan ve tevbe eden mü'minlere dualarıdır. Bunların dışındakiler, kendilerine dua edilenlerin niteliklerine sahip olmadıklarından dolayı, bu du­anın haklarında kabul edilmesi ümidini besleyemezler.
Günah ve masiyetler yeryüzünde, su, hava, tahıl, meyve gibi nimetlerin kirlenmesine ve obalarda türlü türlü bozguncu­luklar, fesadlar doğurur. Yüce Allah "İnsanların elleriyle kazan­dıkları (günahları) yüzünden karada ve denizde fesad çıktı. Be­ki dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmım taddırıyor.[2] buyurmuştur.
Mücahid şöyle demiştir: Zalim biri yönetime gelip zulüm ve fesad yapınca bu yüzden Allah (c.) yağmuru keser, böylece ekin de nesil de yok olur. Allah bozgunculuk yapanları sevmez. Müca­hid sonra "İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yeryü­zünden karada ve denizde fesad çıktı. Belki dönerler diye Allah onlara, yaptıklarının bir kısmını taddınyor."[3] âyetini °kunıuş ve şöyle demiştir: "Vallahi o şu deniz değildir Bilakis her kasabadan bir nehir akar; işte sözkomısu deniz odur." îkrime de: "Karada ve denizde fesad çıktı Vallahi ben size "işte şu deniziniz" demiyorum. Bilakis her kasaba bir nehir üzere kuruludur; işte oranın denizi de odur demiştir. Katâde ise "Buradaki karadan kasıt şehirliler, denizden kasıt kasaba ve köylerdir" demiştir.
Ben derim ki: Nitekim Yüce Allah tatlı suyu da "deniz" ola­rak isimlendirmiş "İki deniz bir olmaz; şu tatlı, susuzluğu keser, şu da tuzludur; (boğazı) yakar."[4] buyurmuştur.
Zira dünyada durgun ve tatlı hiçbir deniz yoktur. Dolayı­sıyla "tatlı deniz" diye ifade edilen akarsular, "tuzlu deniz" diye ifade edilen de durgun deniz veya göldür.
Böylece bu âyetler akarsu üzerine kurulu yerleşim birim­lerine de o suyun adı verilmiştir.
İbn Zeyd "Karada ve denizde fesad çıktı" daki fesattan kasdm günahlar olduğunu söylemiştir. Ben derim ki: Bununla günahların ortaya çıkan fesad ve bozgunculuklara sebep olduğu anlamını kastetmiştir. Şayet "ortaya çıkan fesad"dan kasdın bizzat "günahlar" olduğunu kastediyorsa, o durumda "liyuzîqa-hum: onlara taddırmak için"deki lâm âkibet lamıdır. Yani bu fe-sadlarmın neticesi Allah'ın belki dönerler diye onlara yaptıkla­rının bir kısmını taddırmak olur. Birinci görüşe; fesadı günahla­rın kendisi olarak almayan görüşe göre ise fesaddan maksad; Allah'ın dünyada kullarının günahlarına karşılık verdiği yok­sulluk, kötülük ve acılardır. Kullar her günah işlediklerinde Al­lah onlara hemen bir ceza verir. Nitekim seleften bir zât: "Siz her bir günah peyda edişiniz Allah (c.) kendi memleketinde ye­ni bir ceza peyda etti." der.
Görünen o ki doğrusunu Allah bilir fesaddan maksat gü­nahlar ve günahlara yol açan şeylerdir. Bunu âyetin sonundaki "yaptıklarının bir kısmını onlara taddırmak için" ifadesi destek­lemektedir. Şimdiki hâlimiz de budur zaten. Yüce Allah bize yaptıklarımızın pek azını taddırmaktadır aslında. Eğer tüm yaptıklarımızın cezasını taddıracak olsaydı yerküre üzerinde hiçbir hayvan kalmazdı.
Günahların yerküreye tesirlerinden biri de sarsılması, bere­ketinin kalkmasıdır. Nitekim Rasûlullah Semûd kavminin diyarmdan geçerken sahabileri oradan ağlamaksızm geçmekten, on­ların sularından içmekten, kuyularından su çekmekten men'et-miştir. Hatta sularıyla yapılan hamurların -günahın sudaki uğursuzluğu nedeniyle- hayvanlara verilmesini emretmiştir.
Meyva vs. verimlerinin azlığı ve diğer uğursuzluklar da günahların uğursuzluğudur.
Bana bir grup köy ağası eskiden meyvaların şimdikinden daha büyük olduğunu, meyvaların bir çok hastalıklarının önce­den yok iken, yakında türediğini anlattı.
Günahların görüntü ve şekle etkisine gelince; Tirmizî Ra-sûlullah'tan şöyle rivayet etmiştir: "Allah Âdem'i 60 arşın bo­yunda yarattı. İnsanlar küçüle küçüle şimdiki hale geldiler."
Yüce Allah yeryüzünü zalimlerden, facirlerden ve hainler­den kurtarmayı dilediği vakit kullarından, peygamberlerinin so­yundan gelme birisini çıkaracak ve o, zulümle dolan yeryüzünü adaletle dolduracak; Mesih İsa yahudi ve hristiyanlan öldüre­cektir. Allah'ın peygamberine gönderdiği dini ikâme edecek, yer­yüzü bereketini ortaya koyacak ve önceki haline gelecek. Öyle ki bir salkım üzüm bir deve yükü büyüklüğünde olacak, bir tane meyva koca bir topluluğa yetecek. Çünkü yeryüzü günahlardan temizlenince günahların ve küfrün ortadan kaldırdığı bereket tekrar gelecek. Şüphesiz Allah'ın yeryüzüne indirdiği cezaların etkisi orada kalmaya devam etmiş, o topraklar milletlerin cü­rümlerinin benzeri günahlar talep etmişlerdir.
Günahlar o cürümlerin sonuçları olduğu gibi, yeryüzünde­ki bu neticeler de cezaların neticelerindendir. Böylece Allah'ın (c.) şer'i hükümleri ile ilâhî sünnetleri başta ve sonda birbirle­riyle uyuşmuşlardır; büyük ceza büyük cürüm, hafif ceza da ba­sit cürüm için olmuştur. Yüce Allah kullarına berzah aleminde de ahirette de böyle hükmedecektir.
Bir şeytanın arkadaşlığını, yerini, yurdunu düşün; şeytan kulla arkadaş olup onun üzerinde hakimiyet kurunca kulun öm­ründen, amelinden, sözünden ve rızkından bereket alınmıştır. Şeytana itaat edilen her yer ve mekândan bereket sökülüp alın­mıştır. Yurdu da Öyle; şeytanın yurdu cehennem olduğundan, onda ruh, rahmet ve bereketten eser yoktur.

Günahlar Allah İçin Doğan Kıskançlık Duygusunu Söndürür


Günahların bir cezası da insanda mevcut bulunan GAY­RET manasındaki kıskançlık ateşini söndürme sidir.
Her bedenin hayatı için vücut harareti ne ise, kalbin haya­tı ve sağlığı için de kıskançlık ateşi odur. Kıskançlığın ateşi ve sıcaklığı kalbi, körüğün altın, gümüş ve demirin artıklarını te­mizlemesi gibi, pisliklerden ve kötü niteliklerden temizler. İn­sanların en şereflileri ve en üstün gayretlileri kendisi, yakınları ve tüm insanlar için kıskançlık yapandır. Bu yüzden Peygamber (s.) ümmeti için en kıskanç kimseydi. Allah (c.) O'ndan da kıs­kançtır. Nitekim sahih bir hadiste Rasûlullah (s.) şöyle buyur­muştur: "Yoksa Sa'd'm kıskançlığını yadırgıyor musunuz? valla­hi ben ondan daha kıskancım, Allah da benden daha kıskanç­tır." Sahih bir rivayette geçtiğine göre Rasûlullah (s.) Güneş tu­tulduğunda verdiği hutbede "Ey Muhammed ümmeti! Allah'ın (a), Erkek veya kadın bir kulunun zina etmesini kıskanması herkesin kıskançlığından fazladır." buyurmuştur.
Başka bir sahih hadiste de Rasûlullah (s.) şöyle buyurmuş­tur: "Allah'tan fc.) daha kıskancı Ogayûr) yoktur. Bu yüzden açık gizli tüm çirkinlikleri haram kıldı. Mazeret beyanım O'ndan (e.) çok kimse sevmez. O yüzden müjdeleyici ve uyarıcı­lar olarak peygamberler gönderdi. Övülmeye Allah'tan daha lâ­yık kimse yoktur. O yüzden kendisini övdü."
Bu hadis; temeli çirkinliklerden hoşlanmamak ve nefret et­mek olan "kıskançlık" ile adaletin, rahmetin ve ihsanın kemalini gerektiren "özür dilenme sevgisini" bir arada zikretmiştir. Öy­leyse Yüce Allah -aşırı kıskançlığıyla beraber- kulunun kendisin­den özür dilemesini O'nun da bu özrü kabul etmesini sever. O, iş­lenmesinden rahatsız olduğu, kıskandığı bir hareket yapıldığında, özür dilesin diye hemen cezalandırmaz. Oriun için de özre teşvik ve uyarma olarak peygamberlerini göndermiş, kitaplarını indirmiştir. Bu şeref ve iyiliğin zirvesi, kemâlin son noktasıdır.
Zira çoğu yaratıklar, kıskançlıkları ve öfkeleri şiddetlendi­ğinde özür beyanı istemek ve özür dileyenin özrünü kabul et­meksizin intikam almaya yönelirler. Hatta karşıdaki yaptığı iş­te zaten mazur/mazeretli olduğu halde, kişinin öfkesi onun öz­rünü kabule izin vermez. Özürleri kabul edenler ise; bunların çoğunu özür kabulüne kıskançlığının azlığı iter ve kişi tüm özürlülere esnek davranır, mazeret sayılmayan şeyleri mazeret görür. Hatta bunların çoğu mazaret olarak kaderi öne sürerler. Neyse, kaderde böyleymiş vs. derler. Her iki durum da övgüye değer değildir.
Sahih bir hadiste Rasûlullah (s.) şöyle buyurmuştur: "Kıs­kançlıkların bazıları Allah'ın sevdiği, bazıları sevmediği kıs­kançlıklardır Allah'ın (c.) sevmediği kıskançlık şüphe gerektir­meyen durumdaki kıskançlıktır..." Öyleyse övgüye değer olan; sadece kıskançlıkla mazeretin birlikte olmasıdır; kıskançlık ge­rektiren durumda kıskanılır, mazeretli olunduğunda mazur gö­rülüp affedilir. İşte böyle olan kimse gerçekten övgüye layıktır.
Yüce Allah tüm kemâl sıfatlanın kendinde bulundurdu­ğundan övülmeye en layık zattır. Hiç kimse O'nu (c.) gereği gibi övemez; bilakis O kendini övüp methettiği gibidir. Kıskanç kim­se, sıfatlarından birinde Rabbıyla uyuşmuştur. Her kim, Al­lah'ın sıfatlarının birinde O'nunla uyuşursa, bu sıfat tutup onu Allah'a (c.) götürür. Rabbinin yanma sokar, yaklaştırır, rahme­tine yakınlaştırır, O'na sevdirir. Zira Allah (c.) Rahîm'dir, mer­hametlileri sever; cömerttir, cömertleri sever; âlimdir, âlimleri sever; güçlüdür, güçlü mü'mini sever ve bu O'nun (r.) nezdinde zayıf müminden sevimlidir; hayâlıdır, hayâlıları sever; güzeldir, güzel yapanları sever, tektir, tek yapanları sever.
Günahlar ve masiyetlerin tek özelliği bu sıfatların aksine yol açmak ve bu vasıflara sahip olmayı engellemek olsaydı ceza olarak yeterdi. Çünkü zihnin ucundan geçen bir şey vesveseye, vesvese iradeye güçlenen irade karara, karar da eyleme dönü-ür. Sonra bu, kişiden ayrılmayan bir vasfa sabit ve köklü bir hâl ve karaktere dönüşür. Artık, yerleşik vasıflardan kurtulmak nasıl zor ise bundan da kurtulmak hemen hemen imkansız olur. Anlatmak istediğimiz şudur: Kişi günahlarla, tamamen içli dışlı olursa, kalbinde kendisi, ailesi ve tüm insanları için kıskanç­lık duygusu tamamen yok olurlar veya çok zayıflar. Artık o çirkin şeyi kendisi için de başkası için de çirkin görmemeye başlar. Bu noktaya verdiğinde artık helak kapısından giriş yapmış demektir. Bunların çoğu çirkin bulmakla kalmayıp çirkinlikleri ve zulmü başkalarına güzel ve süslü gösterir, ona çağırır, teşvik eder, onu elde etmesi için çaba sarfeder. O yüzden deyyus kişi, Allah'ın en pis kuludur, cennet ona haramdır. Zulmü ve taşkın­lığı helâl sayan da bunları sevimli gösteren de böyledir. Bak; kıskançsızlık kişiyi nerelere götürüyor?
Bu seni şu sonuca vardırır: Dinin aslı müsbet kıskançlık­tır, kıskançlığı olmayanın dini de yoktur. Çünkü kıskançlık kal­bi muhafaza eder, kalp azaları korur, kötülükleri ve fuhşiyatı ondan defeder. Kıskançsızlık ise kalbi öldürür. Böylece uzuvlar da ölür. Artık onda karşı koyma gücü kalmaz.
Kalpteki kıskançlık, bedendeki hastalığı yok eden ve onunla mücadeleyi sağlayan bağışıklık ve direnç gücüne benzer. Bu güç zayıfladığında hastalık bedende yer bulur, karşı koyucu bir güçle karşılaşmaz. Orada iyice yerleşir ve onu yok eder. Bu ayrıca kendisim ve çocuğunu müdafaa eden mandanın boynuzu­na benzer; kırıldığında düşmanları ona göz dikerler.

Günahlar Hayayı Giderir


Günahın cezalarından biri de kalbin hayatının ona madde­si olan "hayâ"yı yok etmesidir. Haya her hayrın aslıdır, onun yok olması bütün hayırların yok olması anlamına gelir.
Sahih bir hadiste Allah Rasûlu (s.) "Hayanın tümü hayır­dır" buyurmuştur.
Başka bir hadiste "İlk peygamberlik sözlerinden, insanla­ra ulaşanlar arasında şu söz bulunmaktadır: Haya etmezsen is­tediğini yap!"
Bunun iki çeşit yorumu vardır.
Birincisi: Bu bir tehdittir ve anlamı şöyledir: Utanmayan kişi istediği çirkinlikleri yapar. Çünkü esasen kendisini onları yapmaktan alıkoyan hayadır. O da olmayınca kişi çirkinlikleri rahatça işler. Bu Ebû Ubeyde'nin yorumudur.
İkinci yorum: Bir fiili yaptığında Allah'tan utanmayacak-san onu yap! "Kaçınılması gereken hareket, yapıldığında Al­lah'tan utanılan harekettir. Bu da İbn Hâni'in rivayetine göre Ahmed b. Hanbel'in yorumudur.
Birinci yoruma göre "yap" ifadesi "istediğinizi yapın" (Fus-silet, 40) buyruğundaki gibi tehdittir. İkincisine göre ise izindir, yapılabileceğinin beyanıdır.
Soru:;Peki bunun her iki anlama da yorumlanması imkâ­nı var mıdır?
Cevap: Hayır. Bu, müşterek (=birden çok anlama gelen) lafzın tek kullanımda tüm anlamlarını ifade edebileceği görü­şünde olan kimselere göre dahi caiz değildir. Çünkü izin ile teh-did arasında bir zıtlık vardır. Fakat anlamlardan birini itibara almak diğerini de itibara almayı zorunlu kılar.
Evet... Günahlar kuldaki haya ve utangaçlık duygularını zayıflatır. Bazen haya ondan tamamen sıyrılır ve kişinin insan­ların onun kötü hâlini bilmelerinden, haberdar olmalarından rahatsızlık duymadığı görülür. Hatta halini ve yaptığı pislikleri anlattığı olur. Ona bunu yaptıran hayâsızlığıdır. Bir kul bu nok­taya gelmişse artık onun düzelmesi ümidi kalmamıştır.
Haya "hayaf'dan türeme bir kelimedir. Yağmura da aynı kökten gelme "haya" (sonu hemzesiz) denir; çünkü toprağın, bitkilerin ve hayvanların yaşamı ona bağlıdır. Dünya ve ahiret ha­yatına aynı zamanda "haya" denmiştir; çünkü hayası olmayan dünyada ölü, ahirette bedbahttır. Günahlar ile hayasızlık ve kıskançsızlık arasında çift yönlü telâzüm (birbirini gerektirme) ilişkisi vardır; her biri diğerini ısrarla çağırır ve ister. Günah iş­lerken Allah'tan haya edeni, O huzuruna vardığında cezalandır­maktan haya eder.
Günahı utanmadan pervasızca işleyeni ise cezalandırmak­tan haya etmez.

Günahlar, Kalpteki Allah (C.) Saygısını Zayıflatır


Günahlar istese de istemese de kulun kalbindeki Allah (c.) saygısını ve hürmetini zayıflatır. Zaten Allah saygısı ve Allah'ın büyüklüğü kalpte yerleşmiş olsaydı günah işlemeye cesaret ede­mezdi. Aldanmış birisi tutup: "Beni günahlara iten hüsnü zan-nım ve Ailoh'ın affetmesine olan ümidimdir, O'nun kalbimdeki saygınlığının zayıflığı değil" diyebilir. Bu nefsin kendi kendini aldatmasıdır; çünkü kalpteki Allah saygı ve tazimi O'nun ha­ramlarına karşı da saygılı olmayı zorunlu kılar. Haramlarına ve yasaklarına olan saygısı onunla günahla arasında perde olur. Allah'a karşı gelmede cesur davrananlar Allah'ın kadrini ve yü­celiğini hakkiyle takdir edememişlerdir. Emir ve yasaklarını ha­fife alan kimsenin Allah'ı hakkiyle takdir etmesi veya saygı gös­termesi, yüceltmesi, tazimde bulunması nasıl mümkün olabilir? Bu son derece imkansız, bir iddiadır. Asi için ceza olarak kalbin­den Allah'a ve haramlarına saygının silinmesi ve Allah'ın hak-hukukunun onun gözünde basitleşmesi yeter.
Günahların bir cezası da Allah'ın insanların kalbinden, günahkârın heybetini kaldırması, insanların onu Önemseme­meleri, küçümsemeleridir. Allah bunu, onun emirlerini önem­sememesine ve küçümsemesine ceza olarak yapar. Kul Allah'ı ne kadar seviyorsa insanlar onu o kadar sever, Allah'tan ne ka­dar korkuyorsa insanlar ondan o kadar korkar, Allah'a ve ha­ramlarına ne derece saygı gösteriyorsa, ona o derece saygılı davranırlar. Bir kul Allah'ın haramlarını çiğneyip, sonra insan-
ların kendisine saygılı davranmalarını nasıl umar? Veya; ken­disi Allah'ın yasaklarını hafife alırken insanlar onu nasıl hafife almazlar?
Yüce Allah kitabında günahların cezalarını anlatırken buna işaret etmiştir. Yaptıklarından ötürü günahkârların işle­rini alt üst ettiğim, kalplerini perdelediğini, günahları nede­niyle mühürlediğini, kendisini unuttukları gibi O'nun da onla­rı unuttuğunu, dinini alçalttıkları gibi, O'nun da onları alçalt-tığını, emirlerim zayi ettikleri gibi O'nun da onları zayi ettiği­ni bildirmiştir. Bu yüzden tüm yaratıkların kendisine secde et­tiklerini haber verdikten sonra "Allah her kimi alçaltmış -hor kılmış ise ona ikramda bulun(up aziz kıl)acak kimse yoktur"[5] buyurmuştur. Bunlar secdeyi önemsemeyip yapma­yınca Allah da onları hor ve alçak yapmıştır. Allah alçalttıktan sonra onlara, ikram edecek hiç kimse yoktur. Allah'ın alçalttı-ğına kim ikram edebilir, O'nun ikram edip aziz kıldığını kim alçaltabilir?
Günahlar Allah'ın kulunu unutmasına, terketmesine, onunla nefsini ve şeytanını başbaşa bırakmasına yol açar. Kur­tulma ümidinin kalmadığı helak da zaten oradadır. Yüce Allah "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve her nefis yarm için ne sunduğuna baksın. Allah'dan sakının, Allah yapmakta oldukla­rınızdan haberdardır. Allah'ı unutan, böylece Allah'ın onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Asıl fasıklar on­lardır."[6] buyurmuştur. Yüce Allah burada O'ndan sakınmayı emretmiş, mü'min kullarını takvayı terkederek Al­lah'ı unutanlar gibi olmaktan nehyetmiştir. Takvayı terkedeni; ona kendi kendisini unutturmak suretiyle, yani ona faydasına olacak ve azaptan kurtaracak şeyleri, ebedî hayatı kazanması­na, o hayatın zevk sevinç ve nimetlerini elde etmesine yol aça­cak şeyleri unutturmak suretiyle cezalandırdığını, tüm bunları Allah'a saygı, korku ve O'nun emrini yerine getirmeyi unutma­sı sebebiyle yaptığım haber vermiştir. Âsînin kendi yararına olan şeyleri ihmal ve zayi ettiğini, onu hatırlamaktan gafil kalıp hevâ hevesine uyduğunu, her işinde tefritçi davrandığım görür­sün. Dünyevî ve uhrevî işleri üzerine yığılmıştır. Ebedî mutlu­luk için yavaş davranmakta, onu en basit zevke değişmektedir.
O zevkler yaz bulutu veya gelip geçen bir hayalden başka bir şey değildir aslında. Nitekim bir şiirde şöyle demiştir:
Uykudaki rüyalar veya geçici bir gölge gibi Kesinlikle aldanmaz böylesine akıllı kişi.
Cezaların en büyüğü; kulun kendisini unutması, ihmal et­mesi, Allah'tan haz ve nasibini kaçırması, bunu aldanarak zara­rına ve çok küçük değere satması, kendisine hiç ihtiyacı olma­yan, aksine kendisinin onsuz yapamayacağı varlığı elden kaçı­rıp onun yerine alelade bir kazanca ve bedele razı olmasıdır.
Kaybettiğinde herşeyin yerini tutacak var.
Allah'ı kaybettiğinde ise...yoktur onun yerini tutacak.
Allah kendisi dışındaki herşeyin yerini doldurur, ancak O'nun kaybı hiçbir şeyle doldurulamaz. O kişiyi her şeyden müs­tağni (ihtiyaçsız) kılar, ama hiçbir şey kişiyi O'ndan müstağni kılamaz. O her şeyi telafi tedarik eder, ama O'nun telafisi hiçbir şeyle mümkün değildir. O her şeyden engeller, ancak hiçbir şey kişiyi O'ndan engelleyemez. Hâl böyle iken, kul böylesi bir zata bir an olsun kulluktan nasıl müstağni olabilir? Nasıl O'nu an­mayı unutur, emirlerini zayi eder, böylece kendi kendini unuta­rak -kaybederek ona en büyük zulmü yapar, zarar-ziyana uğra­tır? Kul Rabbine değil, kendine zulmeder. Allah kuluna zulmet­mez, bilakis kul kendine zulmeder.

Günahlar Sahibini İhsan-Takva Sınırından Çıkarır


Günah kulu ihsan derecesinden çıkarır ve onu ihsan sa­hiplerinin (=muhsinlerin) sevabından mahrum bırakır. İhsan kalple bütünleştiğinde kişiyi günahlardan engeller. Zira kişi Al­lah'a O'nu görüyormuşçasına ibadet ediyorsa bu ancak Allah'ı zikrinin, Allah sevgisi, korkusu ve ümidinin kalbi istilasının eseridir. Böylece sanki görüyormuşçasına Allah'a ibadet eder. Bu da, bırakın gühah işlemeyi kişinin öyle bir şeye niyetlenme sini dahi engeller. Kişi ihsan dairesinin dışına çıkınca da Al­lah'ın özel dostlarıyla arkadaşlık, bolluk içinde yaşam ve mü­kemmel nimetlerden mahrum kalır. Allah onun hayrını dilemiş-se, müminler sınıfının içerisinde kalmasını sağlar. Eğer şu ha­diste de ifade edildiği gibi iman dairesinden çıkartan günahları işlerse: "Zinakâr zina ederken mü'min halde zina etmez. İçkici içki içerken mü'min halde içmez. Hırsız hırsızlık yaparken mü'min halde hırsızlık yapmaz. Şöhret sahibi kişi insanların ba­kışları arasında gasbederken mü'min olarak gasbetmez." Bu du­rumda da; aman dikkat, aman dikkat. Zira tevbe artık ona yüz çevirmeye başlamıştır.
Her kim mü'minlerle arkadaşlık ve Allah'ın onları güzel biçimde niüdafaasından mahrum kalırsa (ki Allah iman edenle­ri müdafaa eder.) Allah'ın (c), Putab'mda imanın sonucu olarak belirttiği tüm hayırlardan mahrum kalır. Bunlar yüz civarında haslettir ve her biri dünyadan ve içindekilerden hayırlıdır. Bun­ların bazıları şunlardır:
• Büyük mükafaat: "Allah yakında mü'minlere büyük bir mükafaat verecektir."[7]
• Onlardan dünya ve ahiretin tüm kötülüklerini defet­mek "Allah inananları savunur"[8].
• Arş'ı taşıyan meleklerin onlar için mağfiret dilemeleri: "Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar, Rabblerini Öve­rek teşbih ederler, O'na inanırlar ve Mü'mİnler için mağfiret di­lerler"[9]
• Allah'ın onlarla dostluğu. Dostu Allah olan ise zelil ol­maz. Allah şöyle buyurur: "Allah inananların dostudur"[10]
• Allah'ın meleklere onları pekiştirmelerini emretmesi: "Rabbin meleklere vahyediyordu ki: Ben sizinle beraberim, siz inananları pekiştirin"[11]
• Onlara Rabbleri katında yüksek dereceler mağfiret ve bol rızık vardır.
• İzzet: "İzzet yalnız Allah Rasûlüne ve mü'minlere mah­sustur"[12]
• Allah'ın iman ehliyle birlikteliği: "Ve Allah mü'minlerle beraberdir"[13]
• Dünya ve ahirette yüksekler derecelere sahip olma: "...Ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri dereceler­le yükseltsin" (Mücâdele, ll)İki kat rahmet ve onunla yürüye­cekleri bir nûr verilmeleri ve günahlarının affolunması.[14]
• Allah'ın (c.) gönüllerde onlara karşı bir sevgi koyması. Zira Yüce Allah onları sever, meleklerine, peygamberlerine ve salih kullarına sevdirir.[15]
• Korku ve dehşetin arttığı günde korkudan güvencede ol­maları: "Artık her kim iman eder ve düzeltirse artık onlara kor­ku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de"[16]
• Mü'minler Allah'ın (Fatiha sûresini farz namazlarda oku­yarak hergün on yedi kez kendisine dua ederek doğru yolu iste­melerini emrettiği, onlara bu ihsanda bulunduğu kimselerdir.
• Kurban ancak onlar için doğru yolu gösteren bir klavuz ve şifadır: "De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kla­vuz ve (göğüslerdeki hastalıklara) şifâdır. İnanmayanlara gelin­ce, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an, onlara bir körlüktür. (Sanki) onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar (da duy­muyorlar)"[17]
Evet... İman her türlü hayrı celbeder. Dünya ve ahiretteki her türlü hayrın sebebi iman, dünya ve ahiretteki her türlü şer­rin sebebi ise imanın olmayışıdır. Kul kendisini iman çerçevesi­nin dışına çıkaracak, imanla arasında girecek, ama onu genel müslümanlar çerçevesinden çıkarmayacak, günahlara devam ettiğinde ise kalbinin paslanmasından, böylece İslâm'dan tama­men çıkmasından korkulacak bir hareketi nasıl işleyebilir? O iş­te selefin günahlardan korkuları buradan kaynaklanmıştır. Nitekim onlardan birisi şöyle demiştir: "Siz günahlardan korku­yorsunuz. Oysa ben küfürden korkuyorum."
Günahlar kalbin Allah'a ve ahiret yurduna doğru seyrini yavaşlatır veya tamamen durdurur. Bir adım dahi atmasına izin vermezler. Üstelik geri de döndürürler.
Günah Allah'a ulaşacak kimseyi perdeler, Yoldakinin yo­lunu keser, hedefe ulaşmaya çalışanı ters yüz eder. Kalp Allah'a doğru ancak kendi gücüyle yol alır. Günahlarla hastalanınca kendisini yürüten bu güç zayıflar. Bu güç tamamen yok olunca Allah'tan, telâfisi imkânsız şekilde uzaklaşır.
Günah ya kalbi öldürür, ya korkunç bir hastalığa yakala­tır ya da kuvveti zayıflatır. Zayıflığı sonunda Rasûhıllah'ın (s.) onlardan Allah'a sığındığı sekiz şeye kadar varır: "Tasa, hüzün, acizlik, tembellik, korkaklık, cimrilik, borç altında kalmak ve insanların galebesi (=zillet)" dir.
Bunların Tier ikisi birbirine yakındır. Tasa ile hüzün birbi­rine yakındır; çünkü kalbin hoşlanmadığı şey kişinin gelecekte olmasını beklediği bir şey ise tasa peyda eder, geçmişteki bir şey ise ve bizzat vuku bulmuşsa hüzün verir.
Acizlik ve tembellik de birbirine yakın şeylerdir, çünkü ku­lun hayır ve kurtuluş sebeplerini yapamaması eğer gücünün bu­lunmamasından ise acizlik, iradenin bulunmamasından ise tembelliktir.
Korkaklık ve cimrilik de birbirine yakındır; çünkü "fayda vermeme" eğer bedeniyle ise korkaklık, malıyla ise cimriliktir.
Borçların bel bükmesi ve insanların galebesi de birbirine yakındır; zira başkasının onun üzerine istilâsı hak ileyse borçla­rının bükmesi haksız yereyse insanların galebesidir.
Evet...günahlar bu sekiz şeyi celbeden en güçlü sebepler­dendir. Ayrıca günah "tahammül edilemeyecek belâya, insanı Ölüme kadar sürükleyecek sorunlarla karşılaşmaya ve düşmanla­rı sevindirecek keder[18] yol açan güçlü sebeplerdendir. Günahlar ayrıca Allah'ın nimetlerinin zevaline, akıbetinin belâya dönüşme­sine ve Allah'ın tüm gazabının celbine en büyük sebeplerdendir.


[1] Mü'min, 7-9
[2] Rûm, 41
[3] Rûm, 41
[4] Fatır, 12
[5] Hacc, 18
[6] Haşr, 18-19
[7] Nisa, 146
[8] Hacc, 38
[9] Mü'min, 7
[10] Baka­ra, 257
[11] Enfal, 12
[12] Münafıkun, 8
[13] Enfal, 10
[14] Yüce Allah şöyle buyurur: "Ey inananlar, Allah'tan korkun, O'nun Elçisine inanın ki size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nur yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Hadid, 28) (müt.)
[15] Yüce Allah şöyle buyurur: "İnanıp faydalı işler yapanlar için Rahman, (gö­nüllerde) bir sevgi yaratacak (onları herkese sevdirecekHir." (Meryem, 96) (müt.)
[16] En'am, 48
[17] Fussılet, 44
[18] Bu da, Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den (r.) rivayet ettiği hadiste geç­mektedir.