ŞİİR
Kafiyeli olarak söylenen sözlere şiir, şiir söyleyene de şair denir. Kur'an'da şiir kelimesi bir, şair kelimesi de beş kere geçer. Bu ayetlerin birinde "Biz ona şiir öğretmedik" ayeti ile vahyin şiirle birbirine karıştırılmaması gereği belirtilmiş, diğer bir ayette ise şairlere azgınların uyacağı, onların her vadide dolaşarak yapmayacakları şeyleri söyledikleri belirtilerek olumsuz şiir söyleyen şairlerin kötü durumlarına işaret edilmiştir. Ancak iman eden, salih amel işleyen, Allah'ı çok anan ve kendilerine zulmedildikten sonra rakiplerine üstün gelmeye çalışanların böyle olmadığı ifade edilmiştir.
Her şeyin iyisi ve kötüsü olduğu gibi, şiirlerin de iyisi ve kötüsü vardır. Cahiliye döneminde de bu durum böyle idi. O dönemde şiir insanları etkileyen en önemli iletişim şekli idi. O günün basın yayım şiirdi. Şairler mensup oldukları kabilelerin değerlerini, toplumun güncel meselelerini şiir yoluyla dile getirirlerdi. Övmek istediklerini göklere çıkarırlar, yermek istediklerini de yerin dibine geçirirlerdi. Kur'an, şiir sanatının zirveye ulaştığı bir dönemde nazil olmaya başladı. İlahi kelamın büyüleyici güzelliği karşısında şaşkınlığa uğrayan müşrikler, Efendimizi cinlerle ilişkisi olan bir şair olarak itham ettiler. Halbuki Kur'an'ın şiir olmadığını onlar da biliyorlardı.
Müşrikler şiir yoluyla müslümanları dillerine doladıklarından hadislerde İslam'a saldıran şairlerin şiirleri yerilmiş, müslüman şairlerin onlara karşılık vermeleri istenmiştir. Bunun için Efendimiz başkalarını kötülemek için şiir okuyan birisini görünce ashabını böyle şiirlerden uzak tutmak için "Birinizin içinin irinle dolması, şiirle dolmasından daha iyidir" buyurmuştur, Efendimizin şiir hakkındaki bu beyanı hiç şüphesiz kötü sözler söyleyen, ilim ve hikmetten yoksun şiirler için söz konusudur. Yoksa hak ve hakikati beyan eden hikmet dolu şiirleri kastet-memiştir. Zira bizzat kendisi hakkı müdafaa etmesi için ashabından Ka'b İbni Malik'e müşrikleri hicvetmesini, onun söylediği şiirin onlar için oktan daha etkili olduğunu söylemiştir. Ayrıca diğer şairi Hassan İbni Sabite de "Onlarla atış, Cibril seninledir" diyerek hakkı savunma konusunda kendisine talimat vermiştir. Buna göre şiiri bir mücadele tekniği olarak değerlendirmek mümkündür ve bu anlamda müminler topla tüfekle olduğu kadar dille ve sözle de mücadele etmelidirler. Şiir bu bakımdan son derece etkili bir silahdır ve yerine göre her zaman ve mekanda kullanılmalıdır. Zira güzel söz söyleme sanatı demek olan şiirde insanı büyüleyen bir güç vardır. Nitekim bazı hadislerde kimi şiirlerde hikmet olduğu, Allah'ın sır hazinelerinin Arş'ın altında bulunduğu ve onun anahtarların da şairlerin dilinde olduğu ifade buyurulmuştur. Böyle olunca, her şiir fuzulilik olmaz ve taşkınlık sayılmaz. Çünkü şiir şeklinde ifade edilen sözlerin bir kısmı hakkı belirtir ve ona teşvik eder. Hak ve adaleti açıklayan, güzele ve iyiye delalet eden şiirler, kasd edilen manayı en tatlı ve en coşkun şekilde terennüm ettiklerinden ve dinleyiciyi büyüleyip heyecana getirdiklerinden hikmetle anılmaya hak kazanmışlardır.
Hikmet, sağlam bir şekilde gerçeği tespit etmek demektir. Hakikate tercüman olan şiirler hikmet kapsamı içine girer. İnsana öğüt veren, onu iyiliğe teşvik edip kötülüklerden engelleyen her söz hikmettir. İçinde öğüt ve hikmet olan, Allah'ın nimetlerini ve iyi kimselerin hallerini anlatan her şiir güzeldir. Kötü şeyleri ifade eden ve şunu bunu yerip hicveden her şiir de çirkindir.
Şiirde konuşmada insana kolaylık sağlayan bir yön de vardır. Bir sözden hem gerçek mana, hem de bazı karinelerle mecaz manası alınabilecek olursa, bu gibi sözlerin tevili mümkündür. Mesela bir kimsenin kolunun uzunluğunu bildirirken, onun hırsızlığına da işaret ederek kolu uzun denilebilir ve bir söz kaçamağı yapılabilir. Böylece bunu söyleyen adam maksadını gizleyerek yalan için bir yol bulabilir. Akıllı ve ihtiyatlı davranan kimseler, çok kere konuşmalarını tariz denilen dolayı anlatım yoluyla ifade ederler. Hakkı beyan etmekte tariz yolunu seçmenin sakınılacak tarafı yoktur. Bu da bir nevi hikmet sayılır.
Sözü değerli kılan manasıdır. Manası güzel olan sözler değerlidir. Bu bakımdan güzel ve anlamlı şiirlerde elbetteki ilim ve hikmet bulunur. Nitekim Esved Ibni Seri Efendimize aziz ve yüce olan rabbini bir takım övgülerle methettiğini söyleyince Efendimiz "Senin rabbın övgüyü hamdi sevmez mi?" buyurdu ve onun sözüne başka bir ilavede bulunmadı. Hak Teala elbetteki övgü ve senayı sever. Zira gerçek anlamda övgü ve senaya layık olan odur. Onu medhü sena eden her kelam güzel, her söz hikmetlidir. Bunun için Esved'in şiirleri Efendimiz tarafından takdir görmüş, beğenilmiştir Esved, Temim kabilesinden ve ashabın meşhur şairlerdendi. Efendimizle birlikte dört savaşa katılmış, hicretin kırkikinci yılında Muaviye zamanında vefat etmiştir.
Esved'in dışında Hassan İbni Sabit de şiir söyleyen sahabilerdendi. O müşriklerin müslümanları kötüleyip hicvetmesinden dolayı bir defasında Efendimizden izin istediğinde Efendimiz ona izin verdi. Hassan da onlara gereken karşılığı verdi. O bu şekilde Efendimizi hicveden şairlere etkili ve anlamlı beyitleri ile cevap verir ve Efendimizi savunurdu. Hatta Efendimizin onun için mescidde özel bir minber yaptırdığı bile rivayet edilir. Hassan bu güzel hizmetinden dolayı Resul-i Ekrem Efendimizin "Hassan'ın beyitleri, düşmana olan ok darbelerinden daha tesirlidir" iltifatına mazhar olmuştur. Hassan hicivlerini yazacağı zaman Kureyş kabilesinin soyca bütün hususiyetlerini bilen Ebu Bekir'den bilgi alır ve ondan sonra şiirlerini söylerdi. Hassan, Ali'nin hilafeti zamanında vefat etmiştir. Aişe de onun şiirleriyle yaptığı bu güzel hizmetleri takdir ederdi. Emeviler döneminde yanında Hassan'ı kötüle-yen birisine Aişe karşı çıkmış, onu kötülememesini, çünkü onun Resul-i Ekrem'i düşmanlarına karşı şiirleriyle savunduğunu söyledi. Aişe, Hassan hakkında kötü sözlerin söylenmesine izin vermemiştir. Hassan İbni Sabit, meşhur şairlerdendir. Cahiliye devrinde ve İslam devrinde yaşayan uzun ömürlü sahabilerdendi.
Ka'b İbni Malik ile Abdullah İbni Revaha da aynı şekilde Efendimizi müdafaa eden şairlerdendi. Şair Abdullah Ibni Revaha daha çok Kureyş'in küfrünü ve batıl inançları ile kötü adetlerini hedef edinerek şiir söylerdi. Netice itibariyle güzel söz gibi, şiirin de güzeli ve çirkini vardır. İyisi iyi, kötüsü kötüdür. Efendimiz şiir hakkında şiirden bir kısmının hikmet olduğunu söylemiş, bir başka hadisinde de şiirin söz yerinde olduğunu, güzelinin güzel, çirkinin de çirkin olduğunu ifade etmiştir.
Sözlerin değer ve kıymeti, delalet ettikleri manaya bağlıdır. Söz ne kadar kafiyeli ve fesahat ve belagat kurallarına uygun olursa olsun, mana bakımından hakkı ifade etmiyorsa o zaman makbul değildir. Taşıdığı manevi sorumluluğa göre haram veya mekruh olur. İslamın gösterdiği üstün ahlaki ilkeleri dile getiren bir kelam, dil kaidelerine uygun olmasa bile kötü sayılmaz. Ancak fesahat ve belagat kaideleri ile süslenen şiir tarzındaki sözler gerçekleri veya ilmi yönleri yansıtıyorsa, bunlar söze daha çok güzellik katar ve nefislere daha tesirli olur. Bir sözün güzel ve çirkinliği şiir veya nesirle değil, ancak delalet ettiği mana ile ölçülür. Mana güzelse, söz güzeldir. İster o kelam şiir olsun, ister nesir olsun farketmez.
Efendimiz güzel şiirleri dinlemeyi severdi. Nitekim bir defasında Şerid adlı bir başka şairden Ümeyye İbni Ebi's-Salt'ın şiirlerini okumasını istedi. O da bir miktar okudu. Efendimiz, "Hih hih: devam devam!" demeye başladı. Böylece ona yüz beyit kadar okudu. Bunun üzerine Efendimiz Ümeyye'nin az kalsın müslüman olmaya yaklaştığını söyledi.
Şerid İbni Şerid'in asıl adı Malik'dir. Arkadaşları öldürülmüş o ise kaçıp kurtulmuş olduğundan kendisine Şerid, kaçak adı verilmiştir. Taif de ikamet etmiştir. Efendimizin isteği üzerine Şerid, İslam'ı kabul etmemiş olmasına rağmen Ümeyye İbni Ebi's-Salt'ın şiirlerinden yüz beyit kadar okumuş ve bunları Efendimiz dinlemiştir. Beyitlerin taşıdığı mana İslam'a yakın olduğundan Efendimiz, Ümeyye'nin az kalsın müslüman olmak üzere olduğunu söylemiştir. Ümeyye İbni Ebi's-Salt da Şerid gibi Sakif kabilesindendir ve bu kabilenin en meşhur şairidir. Geçmiş asırlarda gelen mukaddes kitapları okuyup araştırmış ve geniş bilgi edinmiş olduğundan, ahir zaman peygamberine ait vasıfları öğrenmişti. Ümeyye Efendimizin Hicaz'da zuhur edeceğini öğrenince, kendisi peygamber olmaya niyetlenmişti. Nihayet Efendimiz peygamber olarak gönderilin-ce, buna hased etmiş ve hasedi yüzünden İslam'ı kabul etmemişti.
Taifde Ölmüştür. Müslüman olduğu söylenirse de bu zayıftır. Çünkü onun hakkında Efendimiz şiirinin iman ettiğini, fakat kalbinin kafir olduğunu söylemiştir. Şairin birçok kaside ve mersiyeleri vardır ve bunlar edebi bakımdan şöhret bulmuşlardır.
Şiir gibi beyanın bir kısmı da sihirdir. Bir adam Efendimize gelip açık bir şekilde konuştu. Bunun üzerine Efendimiz "Beyandan bir kısmı sihirdir ve şiirden bir kısmı da hikmettir" buyurdu. Beyan bir mana ve maksadı açıklamak, ifade etmektir. Sihir ise, büyü ve göz bağcılık demektir. Sihir insanları tesir altına alan, hayrete düşüren, insanları ilgi ile sürükleyen ince bir sanat olduğu gibi, beyanın bir kısmı da tesirli ve çekici haller taşıdığından insanlara böyle tesir eder. Netice olarak anlaşılıyor ki, beyan ve şiirden iyi olanı da var kötü olanı da vardır.
Efendimiz şairlerin söylediği sözlerin en doğrusunun Lebid'in söylediği, "Biliniz ki, Allah'tan başka her şey yok olacaktır" sözü olduğunu ifade buyururdu. Efendimizin sözünü beğendiği Lebid Ibni Rebia, cahiliye döneminin önde gelen şairlerinden biriydi. Daha sonra Efendimizin huzuruna gelerek müslüman oldu. Lebid, kendilerine muammerun denilen uzun ömürlülerden biridir. Müslüman olduktan sonra şiir yazıp söylememiş, "Allah bana Kur'an'ı öğrettikten sonra ben artık şiir söylemem" diyerek, bunun sebebini açıklamıştır. Onun bu davranışı şahsi tercihi olup, İslam'ın şiiri yasakladığı gibi bir anlama gelmez. Dinimiz yüksek gaye ve ideallere yönelik şiiri teşvik bile etmiş, Efendimiz kendisinin şairi diye anılan Hassan Ibni Sabit'e karşı bu konuda yönlendirmelerde bulunmuştur.
Şair Lebid'in bu mısraı, Kur'an'ın getirdiği tevhid inancına, Allah'tan başka her şeyin geçici olduğu anlayışına tam uygun düşmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak, "Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi rabbinin zatı baki kalacak" ve "Allah'tan başka tanrı yoktur. Onun zarından başka her şey helak olacaktır" gibi Kur'an ayetlerinde bu gerçeği kullarına öğretmiştir. Efendimizin Lebid'in bu sözünü sevmesinin sebebi böylece anlaşılmış olmakta, aynı zamanda şairlerin şiirlerinde işlemeleri gereken fikirlere de ışık tutmaktadır. Bu bakımdan dğru bir sözü ve şiiri hakikate delil göstermek caizdir.
Dil ile cihad İslam'ın başkalarına tebliğ konusunda büyük önem arzeder. Cihad meydanında mücahidleri düşmanla savaşa teşvik edici, onların duygularını coşturucu, cihadın faziletini ortaya koyucu nitelikte sözler söylemek, şiirler okumak ve benzeri faaliyetler göstermek de dil ile cihadın bir parçası sayılır. Nitekim Efendimiz bu konuda şöyle "Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad ediniz" buyurmuştur. Kafir ve inkarcı oluşları sebebiyle düşmanı paylamak ve kınamak, müşrikleri sözle tehdit etmek ve kötü akibetlerini kendilerine haber vermek, onların sapıklıklarını ve işlerinin batıllığını delillerle ortaya koymak da dil ile cihaddır. Kısaca ifade etmek gerekirse, İslam uğruna yapılan her türlü meşru propaganda çalışması dil ile cihada girer.
Ashabın da Efendimiz gibi genel anlamda şiire olumlu yaklaştığı, hatta bazılarının ona önem verdiği bilinmektedir. Aişe şiirden bir kısmının güzel, bir kısmının çirkin olduğunu, güzelinin alınmasını, çirkininin bırakılmasını söyler, kendisi Ka'b İbni Malik'in şiirlerinden bir takım şiirler rivayet ederdi. Belleğinde yüzbinlerce beyit bulunduğu söylenen Aişe şiiri bir eğitim aracı olarak görür, "Çocuklarınıza şiir öğretiniz, dilleri tatlılaşır" tavsiyesinde bulunurdu.
Yine Aişe'ye Efendimizin herhangi bir şiir okuyup okumadığı sorulduğunda Aişe, Efendimizin Abdullah İbni Revaha'nın şiirlerinden "Azık vermediğin kimse, sana haberler getirir" mısraını okuduğunu söylemiştir. Beytin tamamı "Bilmediğin şeyleri açıklar sana günler, azıklamadığınla gelir sana haberler" şeklindedir. Bu beyit, Abdullah İbni Revaha'ya nispet ediliyorsa da gerçekte ona ait değildir. O bunu çokça tekrarladığından dolayı Aişe ona nispet etmiştir. Beyit aslında Tarafa adlı bir şaire aittir ve onun Mualiaka'smda mevcuttur. Beyit, "Ey insan sabırlı ol! Gelecek günler ve geçecek zaman, sen bir hazırlık yapmaksızın, bir adam azıklayıp haber edinmek için sefere çıkar-maksızm bilmediğin haberleri sana getirir" anlamındadır. Bu beyit bir gerçeği ifade etmesi bakımından Efendimizin hoşuna gider, bazı vesilelerle o da bu beyti tekrar ederdi. Efendimizin umre haccını kaza etmesi sırasında Mekke'ye girdiklerinde düşmana karşı şiir okuduğu zaman Ömer, ibni Revaha'nın bu durumu garipsemiş ona Efendimizin yanında ve Harem-i Şerifte şiir okumasının doğru olmayacağını söylediği zaman Efendimiz onu bırakmasını, onun şiirlerinin düşmana ok atışından daha tesirli olduğunu ifade buyurmuştur.
Bir şiirindeki gayri meşru içerik nedeniyle bir valisini görevden alan Ömer'in bile, sanatların içinde en üstün sanatın şiir olduğunu, insanın onu ihtiyaç anında ortaya koyabileceğini, iyi kalpleri şefkatle doldurup, duygulandırken, kötü kalpleri de yatıştıracağını söylerdi. Ali'den rivayet edilen şiirler de bir divan oluşturacak kadar çoktu. İmran İbni Husayn'a Kufe'den Basra'ya kadar arkadaşlık eden Mutarrif hemen hemen her konakladığı yerde onun kendisine bir şiir okuduğunu söylemiş, İmran işaret ve tarizle yapılan ifadelerde yalandan uzaklaşma olduğunu da ona haber vermiştir.
İyas İbni Hayseme bir gün İbni Ömer'in karşısmda durup ona kendi şiirinden okumak istediğini söyledi. İbni Ömer de ancak güzel olanı varsa onu okumasını istedi. Bunun üzerine İyas ona biraz şiir okudu. Nihayet İbni Ömer'in hoşlanmadığı bir şey söyledi de o zaman İbni Ömer ona artık kesmesini söyledi.
Emevi halifelerinin beşincisi olan Abdülmelik İbni Mervan çocuklarını Şa'biye teslim ederek onlara şiir öğretmesini böylelikle şeref kazanıp yükselmelerini emretti. Halife Abdülmelik, böyle değerli bir alime çocuklarını yetiştirmek için teslim etmiş ve onlara şiir öğretmesini de istemiştir. Şiir öğrenmenin ve öğretmenin mutlak olarak yasak olmadığı hususu da bu istek ve uygulamadan anlaşılmaktadır.
Bütün bunlara rağmen şiirin mekruh, yani çirkin olanı da vardır. Efendimiz bu konuda şöyle "İnsanların en büyük suç işleyeni, bir kabileyi bütünü ile kötüleyen şairdir" buyurmuştur. Haksızlığa uğrayan kimse, taşkınlık yapmayarak hasmını hakkı kadar hicveder. Ancak hasminin bağlı bulunduğu soy ve kabile mensuplarının tümünü kötülemek ve hicvetmek caiz değildir. Bu bir zulümdür ve tecavüzdür. Böyle hareket etmek günahtır.
Allah'tan başka birisinin gaybı bildiğini söylemek caiz değildir. Nitekim Resul-i Ekrem yanında söylenen bir şiirde "Aramızda yarın ne olacağını bilen nebi var" denilince bunu söyleyeni kınamış ve "Bunu bırak, başka şey söyle!" buyurmuştur.
İnsanı Allah'ı anmaktan alıkoyacak, hayırlı işleri ve görevleri yapmaya engel olacak şekilde bir düşkünlükle şiirle uğraşmak ve bunu bir meslek haline getirmek mekruh bir iştir, dini yönden hoş görülmemiştir. Güzel bir şekilde manaları dile getirmek, nükte yapmak, latife ve teşbihlerde bulunmak, keder ve yalnızlığı gidermek kasdı ile şiir söylemekte bir sakınca yoktur. Ashab-ı kiramdan bir çokları bu anlamda şiir söylemişlerdir.
Şairleri sevmenin ve onların peşinden gitmenin bir ölçüsü olmalıdır. "Şairlere sapıklar uyar. Görmez misin, onlar her yöne meylederler ve boş şeylere dalarlar ve gerçekten onlar şiirlerinde yapmayacakları şeyleri söylerler" ayetinin tefsirinde İbni Abbas "Ancak iman edip salih amel işleyenler, Allah'ı çok ananlar, kendilerine zulmedildikten sonra şiirleriyle peygamberi koruyarak kafirlerden öçlerini alanlar" kısmının müstesna olduğunu, onların kınanmayacaklarını söylemiştir.
İman edip salih amel işleyenler, Allah'a ibadet ederek onu çok ananlar ve müslümanlara yapılan zulme karşılık kafirlere hicivde bulunan şairler daha önceki ayet-i kerime ile kınanan şairlerden dışta bırakılmış ve bunların tutumu güzel gösterilmiştir. Azaba hak kazananlar ve sapık olanlar, İslam düşmanı şairlerdir. Efendimizi hicveden kafirlerdir, öteye beriye meyledip boşuna zaman geçiren gafillerdir.
Öte yandan yapılan hizmetlerin kimler tarafından takdir edildiği de çok önemlidir. Şairlerden biri şiirin kıymetini iki şeyin düşürdüğünü söylemiş ve bu sözünü şiirden anlamayanların alkışı ile şiirden anlayanların sükutu olarak açıklamıştır. Yapılan sohbet ve konuşmaları, ortaya konan hizmet ve hayırları, o işlerden anlayanlar takdir ediyorsa bu ayrıca şükür vesilesi yapılmalıdır. Yok eğer o işlerden anlamayanlar takdir ediyorsa, tevbe ve istiğfar edilmelidir. Hatırlanmayı, vefayı, saygıyı, sözle, şiirle ve topluma yararlı herhangi bir sadaka-i cariye ile temin etmek ve yerine getirmek mümkündür. Son zamanlarda görülen büyük mermer kabir taşları ve hele hele o taşlar üzerine konan resimler ve uzunca yazılar, şiirler tamamen bid'attır, dinimizin tasvip etmediği bir durumdur. Bunun hiç kimseye bir faydası yoktur. Efendimiz şiir okumaktan insanları menetmiştir.1653 Özellikle dini içerikten yoksun şiirlerin mescid içinde yüksek sesle okunması kesinlikle doğru değildir.
Efendimizin sağlığında Hassan İbni Sabit, Ka'b İbni Züheyr ve Abdullah Ibni Revaha gibi ashabın en seçkin şairleri Resul-i Ekrem'i methedip öven şiirler söylemişler ve Efendimiz onlara herhangi bir müdahalede bulunmamıştır. Onların yolunu takip eden yüzlerce şair de çeşitli dillerde bu güne kadar Resul-i Ekrem'i öven binlerce na't ve kaside yazmışlardır.
Şairler tarafından söylenen güzel beyitler vardır. yardımcılarıdır doğruların Hazreti Allah" beyti, Mehmed Akif'in devlet başkanı olarak Ömer'in hissettiği ağır vebali dile getiren "Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer'den onu" beyti, yine onun haksızlığa baş kaldırmanın önemi konusunda "Yumuşak başlı isem kim dedi uysal koyunum, kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum" beyti, tevekkül konusunda "Allah'a dayandım diye sen çıkma yataktan, manayı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan!" beyti, çalışma konusunda "Çalış dedikçe dinimiz çalışmadın durdun, onun hesabına bir çok hurafe uydurdun" sözleri, tembellik hususunda "Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası düşmanının maskarası" ifadeleri, yine zillet konusunda, "Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası, düşmanının maskarası" beyti, birlik beraberliğin önemi noktasında "Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez" beyti sayfalarca söz söylemekten daha değerli ve daha anlamlıdır.
Nasihatin kendisine fayda vermediği kişilere hakkında söylenen "Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir" beyitleri hikmetli sözlerdendir.
Şiir bir sanat çeşidir. Dolayısıyla sanatta insanları harekete geçiren bir güç vardır. Sanat gücü olanlar az olmakla beraber birçokları onunla alakadar olur. Şiir insanların morallerini artırır. Mescidin yapılışında Efendimiz de ashabı gibi çalışmış, bir taraftan da Abdullah İbni Revaha'ya ait olduğu sanılan "Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız şu kerpiç yükü, Hayber'in hurma ve üzüm mahsulleriyle dolu yükünden daha hayırlıdır ve daha temizdir. Şüphesiz ki hakikihayır ve menfaat, ahiret ecir ve sevabıdır. Allahım! Sen ensar ve muhacirlere merhamet buyur" demiştir.
Efendimiz kendisi fazla şiir söylememesine rağmen gerektiği zamanlar da ashabını şiire yönlendirmiştir. Bir defasında Beni Temim heyeti Medine'ye geldiler ve Mescid'e giderek biraz sert bir üslupla- Resul-i Ekrem'i evinden çağırdılar. Resul-i Ekrem bunların kabalığını hoş görerek yanlarına çıktı. Beni Temim, şair ve hatiplerine izin verilmesini istediler. Resul-i Ekrem izin verdi. Bunun üzerine Beni Temim'e ait şair ve hatipler kendi kabilelerini öven şiirler söylediler, nutuklar attılar. Bunlara karşı Resul-i Ekrem'in emriyle hatip olarak Sabit İbni Kays, şair olarak da Hassan İbni Sabit ve Ka'b İbni Malik cevap verdiler. Sonunda kafilenin ileri gelenlerinden Akra İbni Habis İslam şair ve hatiplerinin kendi hatip ve şairlerinden üstün olduğunu, onların söylediği sözlerin daha parlak, daha etkili ve daha manalı olduğunu; ayrıca ifadelerinde bir tatlılık, bir akıcılık bulunduğunu itiraf etti. Böylece Beni Temim heyeti topyekün müslüman oldular.
Ka'b İbni Züheyr de Efendimizin şairlerindendi. Ka'b cahiliye devrinde söylediği şiirlerle ün yapmış biriydi. Kardeşi Buceyr müslüman olmuş, Ka'b'm buna fena halde canı sıkılmıştı. Bundan dolayı Müslümanlığı hicveden bir şiir yazdı. Buceyr bunu Resul-i Ekrem'e gösterdi. Ka'b bu şiirinde Resul-i Ekrem'e hakaret ediyor, onun hakkında memur tabirini kullanıyordu. Araplar bu ifadeyi cinlerle ilişki kuranlar hakkında kullanırlardı. O devirde hitabet ve şiir kılıçtan daha keskin iki etkili silahtı. Ka'b bu silahı İslam'ın aleyhine olarak harekete geçirmiş, esasa müteallik hususlara ve kutsi değerlere saldırmıştı.
Efendimiz şahsı ile alakalı hususları bağışlardı, ama ortada kutsi değerlere bir hakaret söz konusu ise hemen harekete geçer ve böyleleri ne haddini bildirirdi. Bu sebeple Efendimiz Ka'b İbni Züheyr hakkında idam kararı verdi. Nerede bulunursa hemen idam edilecekti. Kardeşi Buceyr, şayet Ka'b gelip müslüman olursa bağışlayıp bağışlamayacağını Resul-i Ekrem'den sordu. Resul-i Ekrem'den bağışlayacağını öğrenince kardeşine Medine'ye gelip müslüman olmasını, aksi halde durumunun kötüye gideceğini bildirdi. Birgün Efendimiz mescidde sohbet ederken Ka'b bir bedevi kıyafetiyle huzura girdi ve müslüman oldu. Şair, o sırada irticali olarak bir şiir söyledi. "Peygamber dünyayı aydınlatan bir meş'aledir, ışık saçarak etrafı aydmlatan bir nurdur, şerri önlemek üzere gönderilmiş Allah'ın bir kılıcıdır" mısralarına gelince Efendimiz onun bu sözlerinden son derece memnun oldu. Memnuniyetinin bir belirtisi olarak sırtındaki hırkayı ona armağan etti. Bu sebeple bu şiir ilerde Ka-side-i Bürde diye şöhret buldu.
Hicretin altıncı yılında Efendimiz bindörtyüz kişi ile umreye niyetlendi. Fakat o yıl bu maksadım gerçekleştiremeden geri döndü. Ertesi yıl aynı kafile ile umreye gitti. Ashabın şairlerinden Abdullah ibni Revaha o sırada "Ey kafir soyu! Resul-i Ekrem'in yolundan savulun! Bugün nusret ve zafer bizimdir. Eğer kötülükle önümüze çıkarsanız sizi perişan ederiz ki, başlarınızı bedenlerinizden giderir, size hücumumuz dostu dosta unutturur" şeklinde şiirler söylüyordu. O sırada Ömer müdahale ederek bulundukları yerin Harem civarı olduğunu hatırlatarak o şekilde şiir söylemesinin uygun olmadığını söyledi. Fakat Efendimiz Ömer'e Ibn Revaha'yı kendi haline bırakmasını, onun sözlerinin ok atmakdan daha etkili olduğunu ifade buyurdu.
Ashab-ı kiram, Efendimizin de aralarında olduğu zamanlarda cahi-liye devrinde geçen şeylerden söyleşirler, karşılıklı şiir söylerlerdi de Efendimiz susar veya tebessüm ederdi. Zira güzel şeyler güzeldir. Onu hiçbir şey kötü ve uğursuz hale getiremez.